Professional Documents
Culture Documents
Dictionary
Tıp Çeviri Sözlüğü
Ayfer AYDOĞAN
Sami AYDOĞAN
Ankara Üniversitesi Yayınları No: 385
Ankara Üniversitesi Yayınevi Yayın No: 3
Tüm hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı
yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
ISBN: 978-605-136-120-8
Baskı Yeri:
Ankara Üniversitesi Basımevi
İncitaşı Sokak No.10, 06510, Beşevler/ANKARA
Tel: 0312-213 66 55
Basım Tarihi: 15.11.2013
For our
dearly mothers:
Mediha Akay,
Satı Aydoğan
Teşekkür
Ayfer Aydoğan
Sami Aydoğan
CONTENTS / İÇİNDEKİLER
1995 yılında yayınlandığından beri alan sözlüğü olarak ilgi merkezi olan
Medical Translation Dictionary – Tıp Çeviri Sözlüğü’ müzün 2. baskısını 2006
yılında yayımladık. Her iki baskının da içeriği yalnızca İngilizce – Türkçe
yapılmıştı. Öğrencilerimiz tarafından Türkçe – İngilizce bir bölümün eksikliği
sürekli dile getirilmişti. Geçen süre içersinde doktorlarımızın ve
öğrencilerimizin önerileri doğrultusunda ilk baskılardaki sözcük sayısını hemen
hemen iki katına çıkardığımız, çok sık kullanılan sözcüklere örnek tümceler
eklediğimiz, tıp kitaplarında, araştırma-inceleme metinlerinde çok sık
karşılaşılan önek ve sonekleri de ekleyerek zenginleştirdiğimiz, Türkçe –
İngilizce geniş bir bölümü de sözlük kapsamına aldığımız bu yapıt yeni bir
kaynak, alanında bir ilk olma özelliğindedir.
1. ve 2. baskılardaki İngilizce – Türkçe bölümün temel çatısı korunmakla
birlikte geniş bir Türkçe – İngilizce bölümle nitelik olarak 1. baskı
diyebileceğimiz bu yapıtın kaynak taraması yapan, tıp ve sağlık bilimleri
alanlarında uzmanlığa hazırlanan, uzmanlık alanında makale yazan geleceğin
bilim insanlarının beklentilerini karşılayacağını ümit ediyor, başarılar diliyoruz.
Ayfer Aydoğan
Sami Aydoğan
ix
İngilizce-Türkçe I. baskıya
ÖNSÖZ
İnsan en derin biçimde anadilinde düşünür, yorumlar, tartışır ve iletişim
kurar. Bu, insan doğasının, insan evriminin tartışılmaz doğrularındandır.
Anadili kusursuz öğrenmek ve uygulamak her zaman temeldir. Anadilini
çok iyi kullanan bireyin zihinsel gelişiminin de buna koşut olarak geliştiği hiç
kimsenin yadsıyamayacağı bir gerçektir.
Yabancı dil öğrenmek insanın toplumsal ve kültürel gelişimine büyük
katkılarda bulunur. İnsanın çalışma yaşamında bakış açısını genişletir; yani
araştırma kaynaklarını daha kolay değerlendirmesine, geliştirilen teknik ve
yöntemleri daha rahat kullanmasına olanak sağlar. Dil, en etkin iletişim aracıdır.
İkinci, üçüncü dilleri öğrenmek başka toplumlarla iletişim sağlamayı kolaylaştırır.
Bir dilden başka bir dile çeviri yaparken karşılaşılan sıkıntı, her iki dili
ve kültürü iyi tanımayı, her iki dilde de hangi durumlarda hangi tümce yapısını
kullanacağını bilmeyi gerektirir. Bununla birlikte gelişmiş sözcük bilgisinin de
çeviri için kaçınılmaz olduğu bir gerçektir. Her iki dilde güncel, anlaşılır, alana
uygun sözcük ve deyimleri seçmek, çeviride temel kurallar arasındadır. Buradan
hareketle denilebilir ki, her iki dilde doğru karşılıklar, doğru çeviri yapmayı
getirecektir.
Yaklaşık 20 yıldır sürdürdüğümüz çeviri ve çeviri dersleri çalışmalarında
akademisyenlerin, araştırmacıların ve sanat yapıtlarını dilimize kazandırma
uğraşı içindeki çevirmenlerin sık karşılaştıkları binlerce sözcüğü bir yapıt
içersinde toplamanın yararlı olacağı kanısına vardık. Hazırladığımız bu yapıtı
akademik çalışma alanı çerçevesinde tutmaya özen gösterdik. Hem genel
çeviride sık geçen sözcükleri, hem de akademik alana uygun sözcükleri özenle
seçerek dar bir kapsamda, ancak bu alanın isteklerini karşılayacak zenginlikte
olmasına dikkat ettik. Doğaldır ki her İngilizce sözcüğü sözlüğe almadık.
Böylece Tıp, Biyoloji, Eğitim, Sosyoloji, Sanat Tarihi, Ekonomi, vb. alanlarda,
alanın temel gereksinmelerini karşılayacak, güncel, uygulamada işlevsel,
kullanışlı cep sözlükleri dizisi hazırladık.
Dizinin ilkini oluşturan Tıp Çeviri Sözlüğü genel çeviride sık geçen söz-
cüklerle birlikte tıp alanındaki binlerce sözcüğü de içermektedir. Bu yaklaşımla
tıp öğrencileri, doktorlar ve konuya yakın alanlardan akademisyenler genel
sözlüklerde bulamadıkları birçok deyim ve sözcüğü, açık anlaşılır karşılıklarıyla
bulabilecekler.
Ayrıca çeviride aşılması çok zor bir engel olan, birçok sözlüğün içerme-
diği, deyim ve deyişler olabildiğince eksiksiz sözlük kapsamına alınmıştır.
Yapıtın sonundaki tıp alanında kullanılan kısaltmalar, değişik durumlarda
doktorların hastalara yönelttiği sorular, Diş Hekimliği alanına ilişkin kısa bir
bölüm, kuralsız eylemler gibi ekler kullanana kolaylık sağlayacaktır.
Ayfer Aydoğan - Sami Aydoğan
x
İngilizce-Türkçe 2. baskıya
ÖNSÖZ
Tıp Çeviri Sözlüğü’müzün ilk baskısı taşınması kolay, cebe veya çantaya
sığacak boyutlarda hazırlanmıştı. Tıp fakültesi öğrencileri olan sizlerin ve
doktorlarımızın uzun süre kullandığınız, çeviri sıkıntılarınıza büyük ölçüde
yardımcı olabilen bu yapıtı kapsamını genişleterek ve masa sözlüğü boyut-
larında tasarlayarak yayınlıyoruz.
Yayınlandığından beri beğeni kazanan ve çeviri yaparken veya tıp
dalında bir metin ya da makale okurken yanlarından ayırmadıklarını her fırsatta
bize ileten kıymetli öğrencilerimizin bu özendirici tutumu bizi ikinci baskıyı ya-
yınlamaya cesaretlendirdi.
Uzmanlığa hazırladığımız öğrencilerimiz, uzmanlığa başladıktan sonraki
çalışmalarında sık karşılaştıkları, ancak sözlüğümüzde yer almayan pek çok
sözcük ve deyimi bize aktararak sonraki baskılarda bulunmasını önermişlerdi.
Hem bu önerilen sözcükleri hem de TUS, ÜDS, v.d. sınavlarda karşılaştığınız
birçok yeni sözcüğü de ekleyerek genişlettiğimiz bu ikinci baskının da
beklentilerinizi karşılayacağını ümit ediyor, başarılar diliyoruz.
Ayfer Aydoğan
Sami Aydoğan
xi
Türkçe-İngilizce Tıp Çeviri Sözlüğü’nde Kullanılan Kısaltmalar
a. ad/isim noun
arg. argo slang
ç. çoğul plural
e. eylem verb
ed. edat preposition
fiz. fizik physics
önek ön ek prefix
s. sıfat adjektive
sonek son ek suffix
ünl. ünlem exclamation, interjection
v.b. ve benzerleri etcetera
v.d. ve diğerleri etcetera
zf. zarf adverb
zm. zamir pronoun
xii
TÜRKÇE / İNGİLİZCE
A,a
a, a , a; ed. the letter of “a”; at, to, açık alan, open space.
towards, into, onto. açık fikirli, s. open-minded.
abanmak, e. to lean forward/over; to açık kalpli, s. open-hearted.
push against. açık oturum, a. panel discussion.
abartmak, e. to exaggerate; to açıkça, zf. clearly, frankly, plainly,
magnify, to overstate. openly
abes, s. useless, vain; nonsense, açıkçası, zf. to tell the truth; frankly
unreasonable, vain, useless. speaking.
abi, a. elder brother. açıkgöz, s. smart, clever, sharp,
abla, a. elder sister shrewd.
ablak, s. chubby, round; chubby/ açıklama, n. explanation, statement.
round faced. açıklamada bulunmak, e. to make a
abo (kan küme), a. abo system.
statement.
abone, a. subscription, subscriber.
açıklamak, e. to reveal, to disclose,
abone olmak, e. to subscribe.
abuk sabuk, zf. nonsensical, to make public; to explain
incoherent. açıklayıcı, s. explanatory.
acaba, zf. I wonder (if) …; oh, indeed! açıklık, a. clearness; gap, blank
acemi, s. untrained, inexperienced. space, opening.
acemice, zf. awkwardly, clumsily. açılış, a. opening.
acı, s. acrid, bitter, sour; pungent, açılış konuşması, opening speech.
biting, sharp; hot (pepper, etc.) -açım, -açımı, sonek. -tomy.
acı çekmek, e. to suffer, to be in pain. açından ölmek, e. to starve; to die of
acıklı, s. sad, touching; tragic. hunger.
acıkmak, e. to feel hungry. açlık, a. hunger, famine, starvation.
acılık, a. bitterness. açlık grevi yapmak, e. to go on a
acıma, a. compassion, pity. hunger strike.
acımak, e. to ache, to feel sore; to açlık grevi, hunger strike.
feel sorrow for; to become bitter. açmak, e. to open, to clear away; to
acımasız, s. pitiless, merciless. open up; to break in, to burgle; to
acımsı s. bitterish. open out, to uncover, to unfold. yer
acımtırak, s. bitterish ~ to make room for.
acıtmak, e. to hurt, to cause pain; to açmaz, a. difficult situation.
make bitter; to cause to turn bitter. ad, a. name, reputation, fame.
acil, s. urgent, immediate, prompt, ada, a. island.
pressing; hasty, speedy. adacık, a. islet.
acil servis, emergency adacıkgöze, a. islet-cell.
aç, s. hungry; greedy.
adacıkgözesi, a. islet-cell.
açgözlü, a. greedy, insatiable.
adale, a. muscle.
açı, a. angle.
açık, s. patent; open; naked; adalet, a. justice.
uncovered; public; clear, fine, adaletli, s. just.
cloudless; frank, plain; distinct; adaletsiz, s. unjust
vacant, unoccupied; deficit adaletsizlik, s. injustice.
adam 4 ağrılı yağlanma
giriş çıkış, entrance and exit; a going gizli, s. hidden, secret, concealed;
in and out. confidential; occult.
girişik, a. complex, intricate. - gizli kapaklı, obscure, clandestine,
girişim, a. interference; undertaking, suspicious.
enterprise. - gizli sıtma, secret/dormant malaria.
girişken, s. pushing, enterprising. gizli tutmak, e. to keep secret, to
girişmek, e. to set about, to hide.
undertake, to attempt; to launch, to gizlice, zf. secretly.
attack; to mix up, to meddle. gizlilik, a. secrecy.
girit (sayrıl), a. sinus. glayöl, a. gladiolus.
girmek, e. to enter, to go in/into, to glikoz, a. glucose.
come in, to get in/into; to begin, to gliserin, a. glycerine, glycerol.
start; to participate, to join. glokom, a. glaucoma.
-araya girmek, e. to intervene, to gonca, a. bud.
mediate. goncagül, a. budding rose.
gitgide, zf. increasingly, gradually, goril, a. gorilla.
more and more. göbeği düşmek, e. to develop an
gitmek, e. to go; to depart, to leave umbiklical hernia.
for, to go away; to die; to drop off, göbeğini kesmek, e. to cut the
to fall asleep; to endure, to last; to umbilical cord.
lead; to go on, to continue; to suit; göbek, a. hilus, umbilicus, ç.
to be sufficient for, to be enough umbilici, navel; punch, potbelly;
for; to endure; to be lost, to die. center, central part, heart of; core.
gittikçe, zf. gradually, by degrees, göbek …, önek. omphal- , omphalo- .
more and more, increasingly. göbek bağı, a. umbilical cord;
giydirmek, e. to dress, to clothe funicle.
someone. göbek çıkarımı, a. omphalectomy.
giymek, e. to put on. göbek ile ilgili, omphalic, umbilical.
giyotin, a. guillotine. göbek şeklinde, s. umblicate,
giysi, a. clothes. umblicated, umbilicatus, of navel
giz, a. secret, mystery. shape, pitlike, dimpled.
gizem, a. mystery. göbek kordonu, a. umbilicalo cord.
gizemci, a. mystic. göbek ülseri, a. omphalelcosis.
gizemcilik, a. mysticism. göbek yangısı, a. omphalitis.
gizemli, s. mysterious. göbeklenmek, e. to become paunchy.
gizil, s. potential; latent. göbekleşme, a. umblication.
gizilgüç, a. potential. göbekli, s. pot-belly.
gizleme, a. hiding, concealment; göç, a. migration, emigration,
camouflage. immigration.
gizlemek, a. to hide, to conceal; to göç etmek, e. to migrate, to emigrate,
camouflage; to blot out, to veil. to immigrate
gizlenmek, e. to hide oneself, to lurk. göçebe, a. & s. nomad, nomadic.
göçebelik 85 gömmek
hastalık, a. sickness, illness, ill- - hatırı için, because of, for the
health, ailment, affection; disease; sake of, out of regard for.
malady; addiction, passion, mania. - hatırı sayılır, s. respected, consi-
hastalıklı, s. unhealthy, diseased, derable.
sickly, ailing, morbid. - hatırım için, for my sake.
hastane, a. hospital. - hatırını kırmak, e. to hurt the
- hastaneye kaldırmak, e. to take feelings of, to offend.
to hospital. hâtıra, a. recollection, rememberance,
- hastaneye yatırmak, e. to hospiti- memory, reminiscence; souvenir.
lize, to place into hospital. - hatıra defteri, a. diary.
haste, a. envy, jealousy. hatırlama, a. remembrance,
haşarat, a. insects, vermin; mob, remembering.
rabble. hatırlamak, e. to remember, to
haşarı, s. naughty, mischievous, out recollect, to recall; to look back to.
of hand, wild, disorderly. hatırlatma, a. reminding.
haşarılık, a. naughtiness, unruly hatırlatmak, e. to remind, to call up;
behaviour. to evoke, to prompt; to call attention
haşere, a. insects. to.
haşhaş, a. poppy. hatırlı, s. influential, esteemed.
haşin, s. harsh, rude, bad-tempered, hatip, a. speaker, orator; preacher.
rough, brusque. hatmi, a. marshmallow, hollyhock.
haşinlik, a. harshness, rudeness, bad- hatta, bğl. even, so much so that, to
temper. the extent that.
haşlama, s. boiled. hatun, a. lady, wife, woman.
haşlamak, e. to boil; to scald, to hava, a. air, atmosphere; weather,
sting; to scold, to reprimand, to flay. wind, breeze, climate; sky; musical
haşlanmak, e. to be boiled/scalded. tune, melody; liking, desire; fancy,
haşmet, a. majesty, pomp, grandeur. whim; attraction, appeal.
haşmetli, s. magestic, grand. hava akımı, a. current of air.
hat, a. line, dash, stroke, sctratch, hava almak, e. to take the air in; to
mark; features; writing; railway go for a walk in the fresh air.
line. hava basıncı, a. air/atmospheric
hata, a. miatake, error, fault, blunder; pressure.
sin, crime, offence. hava boşluğu, a. atmospheric vacuum;
- hata ile, zf. by mistake. air pocket.
- hata işlemek, e. to commit a sin/an hava değişikliği, a. change of air.
error. hava geçmez/geçirmez, s. airtight.
- hata yapmak, e. to make a mistake. hava kabarcığı, a. hubble.
hatalı, s. faulty, wrong, errant; hava kaçırmak, e.to let air leak out.
errenous, mistaken. hava kaynaklı/kökenli, s. airborne.
hatır, a. memory, mind; idea, thought; hava kesesi, a. air bladder.
feelings; influence, consideration. hava kirlenmesi, a. air pollution.
hava köprüsü 96 hayran kalmak
hem, bğl. and, and also, and besides; her ne kadar, bğl. though, although,
as well as; both … and.; too, and even though.
yet. her ne pahasına olursa olsun, at any
hem de, bğl. moreover. cost, at all costs, at whatever cost.
hemen, zf. immediately, at once, her ne zaman, bğl. whenever, every
instantly, promptly; right now, just time that, any time.
now, just; almost, about, nearly. her nedense, zf. for some reason or
hemen hemen, zf. almost, nearly, other.
very nearly, soon, all but. her nerede/nereye, bğl. wherever.
hemencecik, zf. right away, at once. her neyse, zf. anyhow, anyway.
hemofili, a. hempphilia. her şey, zm. everything.
hemoglobin, a. haemoglobin. her tarafta, zf. everywhere, on all
hemoroit, a. haemorrhoid, piles. sides, all around.
hemşire, a. sister, nurse. her taraftan, zf. from everywhere.
henüz, zf. still, yet, not yet; just, just her vakit/zaman, zf. always, every
now, a little while ago. time.
hep, zf. all, whole; wholly; always, all her yerinde, zf. all over.
the time. herkes, zm. everbody, everyone.
hep beraber, zf. all together heryerde/heryere, zf. everywehere.
hepsi, zf. all of it / them. hesaba katmak, e. to take into
hepsinden çok, zf. above all. account, to take into consideration.
hepten, zf. completely, entirely. hesap, a. calculation; account; bill;
her, s. each, every. arithmetic; plan, scheme; considering.
her an, zf. at any moment. hesap etmek, e. to calculate.
her bakımdan, a. in every respect. hesaplamak, e. to calculate, to
her bir, s. each, each one, every. estimate.
her biri, s. each one, anyone of. hesapsız, s. innumerable, imprudent;
her daim, zf. always. unplanned.
her defa/defasında, zf. each time. heterojen, s. heterogeneous.
her gün, zf. everyday, daily. heves, a. desire, whim, inclination,
her günkü, zf. everyday, daily. love; fancy; zeal.
her halde, zf. in any case, under any heves etmek, e. to feel a desire for.
circumstance, whatever happens, heveslenmek, e. to desire, to feel
apparently, probably. desire, to long.
her hangi, zm. whatever, whichever; hevesli, s. eager, keen, desirous.
any, whatsoever. hevessiz, s. unambitious, disinclined.
her hususta, zf. in all respects, heyecan, a. excitement; enthusiasm,
inevery way. emotion.
her kim, zm. whoever. heyecanlanmak, e. to get excited.
her nasılsa, zf. somehow or other. heyecanlı, s. exciting, thrilling; excited.
her ne, zm. whatever. heyecansız, s. unemotional, unexciting;
her ne halse, zf. anyway, anyhow. calm, unexcited.
heyet 99 hileci
ibaret, s.composed of, consisting of. içeri, a. in, inside, interior, inner part.
ibaret olmak, e. to consist of. içeri girmek, e. to enter, to go in.
ibik, a. crest. içerik, a. & s. content; implicit.
ibikli, s. crested, cristate. içerisi, a. the interior of.
iblis, a. devil, demon, satan. içeriye, zf. to the interior.
icat, a. invention, innovation, creation. içerlemek, e. to be annoyed with, to
icat etmek, e. to invent, to contrive, resent.
to create; to make up, to fabricate. içerme, a. implication.
iç, a. interior, inside; stomach, guts, içermek, e. to include, to contain; to
intestines; pulp, kernel. s. internal, implicate, to imply.
interior, inner, inside. içeyerleşim, a. implantation.
iç- , önek. intra- . içgöreç, a. endoscope.
iç basınç, a. internal pressure. içgözleyim, a. endoscopy.
iç çekmek, e. to sob, to sigh. içgüdü, a. instinct.
iç geçirmek, e. to sigh. içgüdüsel, s. instinctive.
iç gıcıklamak, e. to stimulate. içi bulanmak, e. to feel nauseated.
iç hastalıklar, a. internal diseases. içi çekmek, e. to desire, to have a
iç kabuk, a. endocarp. longing for.
iç karartıcı, s. depressing. içi ezilmek, e. to feel hungry, to feel a
iç kulak, a. inner air. sinking sensation in the stomach.
iç organ, a. internal organ. içi geçmek, e. to doze, to drop off, to
iç örtü, a. endothelium, tunica mucosa. nod off; to become useless; to
iç sıkıcı, s. boring, tedious, wearisome. become overripe.
iç sıkıntısı, a. boredom. içi geçmiş, s. lethargic, worn out.
iç sıkmak, e. to annoy, to bore. içi gitmek, e. to desire strongly.
içağı, a. endotoxin. içi kararmak, e. to feel depressed.
içasalak, a. endoparasite. içi sıkılmak, e. to feel bored.
içe çeken, a. adductor. içi yanmak, e. to feel very thirsty, to
içe çekim, a. adduction. grieve deeply.
içe dönme, a. pronation. içiçe, s. concentric; one within the
içe itmek, e. to enject. other.
içebakışçılık, a. introspectionism. içilir, s. drinkable, potable.
içecek, a. drink, beverage. içilmez, s. undrinkable.
içedönük, s. introvert. içimli, s. pleasant to drink.
içedönüklük, a. introversion. için, ed. for, on account of; by reason
içedönüş, a. introversion. of; to, in order to; since, as,
içekapanık, s. autistic. because; so that.
içekapanım sayrılığı, a. schizophrenia. içinde, zf. inside, in, within.
içekapanış, a. autism. içindekiler, a. contents.
içekapanma, a. autism. içindelik, a. spontaneity.
içerde, zf. inside, within. içinden, zf. internally, inwardly; from
içerden, zf. from the inside. the inside.
içine almak 105 ifade
itiraf etmek, e. to confess, to admit. iz, a. print, mark; trace, track, trail,
itiraz, a. objection, disapproval. path.
itiraz etmek, e. to object, to argue izafe, s. joining, attaching.
against, to dispute. izafî, s. relative, nominal.
itki, a. impulse, impulsion. izafilik, a. relativity.
itme, a. push. izafiyet, a. relantivity.
itmek, e. to push. izah, a. explanation.
ittifak, a. agreement, alliance; izah etmek, a. to explain, to
accord, harmony. demonstrate, to bring out.
ivdireç, a. accelerator. izahat, a. explanation.
ivdirme, a. acceleration. izan, a. understanding.
ivedi, a. haste, hurry. izbe, a. hut, hovel, den; basement;
ivedilikle, zf. urgently, in haste. dark and dirty.
ivegen, s. acute. izdüşüm, a. projection.
ivme, a. acceleration. izdüşümsel, s. projective.
iye, a. owner, possessor. izi silinmek, e. to disappear
iyi, s. good, well, in good health; completely.
kind; beneficial. izin, a. permission, permit, consent,
iyicil, a. benign, benevolent, leave.
philanthropic. izin almak, e. to get permission.
iyice, s. convalescent; rather good, izinli, zf. on leave. s. with permission;
fair. on vacation.
iyicene, zf. properly. izinli gün, a. off day.
iyileştirici, s. curative. izinsiz, s. without permission;
iyileşme, a. recovery, amelioration. unauthorized.
iyileşmek, e. to improve, to recover izlem, a. observing; pursuing,
from illness, to get better. tracking.
iyileştirim, a. therapy. izlence, a. programme.
iyilik, a. goodness, kindness izlenimcilik, a. impressionism.
iyimser, a. & s. optimist; optimistic. izlemek, e. to track, to trace, to rail,
iyimserlik, a. optimism. to follow.
iyon, a. ion. izlenim, a. impression.
iyonlaşma, a. ionization. izo-, önek. similar.
iyot, a. iodine. izolasyon, a. isolation.
iyotlu, s. iodic.
J,j
öbek, a. heap; group; clause, phrase; öfkesiz, s. calm, not easily irritated.
population. öğe, a. element.
öbür, s. the other, next. öğrenci, a. student, pupil.
öbürkü, öbürü, zm. the other one, öğrenim, a. education, instruction.
that one. öğrenim görmek, e. to have
öd, a. bile, gall. education.
öd akarcası, a. biliary fistula. öğrenme, a. learning.
öd boyası, a. bilirubin. öğrenmek, e. to learn, to study; to be
öd işeme, a. biliuria, choleuria, familiar with; to be informed of.
choluria. öğreti, a. doctrine.
öd kesesi çıkarımı, a. cholecy- öğretici, s. didactic, instructive;
stectomy. informative.
öd kesesi ile ilgili, s. biliary. öğretim, a. education, instruction.
öd kesesi yangısı, a. cholecystis. öğretme, a. teaching.
öd kesesi, a. gallbladder, vesica öğretmek, e. to teach, to instruct.
fellea; bili- . öğretmen, a. teacher, instructor.
ödev, a. obligation; duty; homework. öğürmek, e. to retch, to heave.
ödsüz işeme, a. acholuria. öğürtü, a. retching.
ödsüz işemeli, s. acholuric. öğüt vermek, e. to give advise.
ödsüz, s. acholic. öğüt, a. advice
ödsüzlük, a. acholia. öğütmek, e. to mill, to grind.
ödtaşı çıkarımı, a. cholelithotomy. ökçe kemiği, a. heel bone.
ödtaşı sayrılığı, a. cholelithhiasis. öksürmek, e. to cough, to have a
ödtaşı, a. cholelith, gallstone. cough.
ödyolcuğu, a. cholangiole. öksüz, s. orphan.
ödyolcuk yangısı, a. cholangiolitis. öküz, a. ox.
ödyolu ışınçekimi, a. cholan- ölçek, a. scale, measure.
giography. ölçme, a. measuring.
ödyolu uru, a. cholangioma. ölçmek, e. to measure; to weigh.
ödyolu yangısı, a. cholangitis, ölçü, a. measurement, dimension;
angiocholitis. quantity; proportion.
ödyolu, a. bile duct, ductus biliaris. ölçülü, s. measured; well-balanced,
öfke nöbeti, a. fit of anger. well-proportioned.
öfke, a. rage, fury, anger, wrath. ölçüsüz, s. unmeasured; excessive.
öfkelendirmek, e. to make angry, to ölçüt, a. criterion.
anger, to enrage, to infuriate, to öldürmek, e. to kill, to murder.
irritate. öldürme, a. killing.
öfkelenmek, e. to grow angry, to öldürücü, s. mortal, lethal, fatal,
become angry. deadly.
öfkeli, s. angry, irritated, furious, ölesiye, zf. mortally.
wrathful, impetuous; hot-tempered, ölgün, s. faded, withered.
irritable. ölme, a. dying.
ölmez 150 önermek
sav, a. thesis, allegation, assertion. sebebiyle, ed. due to, owing to, by
savaş, a. war, battle; fight, struggle. reason of, because of, on account of.
savaşım, a. struggle. sebep, a. cause, reason; means;
savunma, a. defence. occasion.
savunmak, e. to defend. sebepsiz, s. without any reason.
savunmasız, s. defenceless. sebze, a. vegetable, greens, green
savunucu, s. defensive. plants.
sayaç, a. meter. seciye, a. character.
saydam, s. translucent, transparent. seçici, s. selective.
saydamlaşmak, e. to become seçik, s. distinct, clear.
transparent. seçilmek, e. to be selected/chosen.
saydamlık, a. transparency. seçilmiş, s. selected, chosen.
saygı, a. regard, esteem, respect. seçim, a. choise, preference; election,
saygı duymak, e. to respect. polls; selection.
saygı göstermek, e. to show respect. seçkin, s. outstanding, distinguished,
saygıdeğer, s. esteemed, excellent. choice, select.
saygılı, s. respectful, considerate. seçme, a. & s. choice; choosing;
saygısız, s. disrespectful. selected.
saygısızlık, a. lack of respect. seçmeci, s. eclectic.
sayı, a. number; issue. seçmek, e. to select, to elect, to
sayıboncuğu, a. abacus. choose.
sayıklama, a. delirium. seda, a. voice, sound; echo; cry.
sayılı, s. counted, numbered. sedef, a. rue.
sayısız, s. innumerable, countless. sedef sayrılığı, a. psoriasis.
sayrı, a. ill, sick, ailing. sedeflenme, a. iridescence.
sayrı bakımı, a. patient care. sedefotu, a. rue.
sayrı ile ilgili, s. pathologic, path- , sedimentasyon, a. sedimentation.
pathy- , patho- , pathic. sedye, a. stretcher.
sayrıevi, a. hospital. sedyeci, a. stretcher-bearer.
sayrıl, s. pathologic, pathological. sefalet, a. poverty, misery, indigence.
sayrılanma oranı, a. attack rate. sefil, s. poor, miserable, indigent.
… sayrılığı, -sis. sefillik, a. poverty, misery.
sayrılık, a. illness, sickness, disease. seğirmek, e. to tremble; to twitch
sayrılık kalıntısı, a. sequela, ç. nervously, to flicker.
sequelae. sekiz, s. eight.
sayrılık oranı, a. morbidity. sekizer, zf. eight each, eğith at a time.
sayrılık öyküsü, a. anamnesis. sekizgen, a. octagon.
sayrılık ürküsü, a. pathophobia, sekizinci, s. eighth.
nosophobia. sekizli, s. having eight.
sayrılıkbilim, a. pathology. sekizyüzlü, s. octahedron.
sayrılıklı, s. morbid., pathologic, sekmek, e. to hop; to run in a series
diseased. of jumps.
sayrılıköyküsüyle ilgili, s. anamnestic. seksen, s. eighty.
seksener 163 ses ötesi
-v sonek. suffix forming noun. ör. -vari, sonek. -ian, -ish; similar to…,
sınav. like… .
vaat, a. promise. varies, a. varix, ç. varices, varicose
vaat etmek, e. to promise. vain.
vahim, s. serious, dangerous, critical, varincaya kadar, ed. to, up to.
grave. varise benzeyen, s. varicoid,
vahşet, a. wildness, wilderness, variciform, cirsoid.
savageness.; fear, terror; savagery. varisli, s. varicouse:
vahşi, s. wild, savage; fierce, varlık, a. presence, existence; being;
ferocious. wealth.
vahşice, zf. in a brutal way, savagely. varmak, e. to reach, to attain, to
vahşileşmek, e. to become wild/ arrive at, to get to; to approach, to
brutal. approximate; to end in.
vahşilik, a. wildness, brutality, varolmak, e. to exist.
ferocity. varoluş, a. existence.
vaka, a. case, incident; event, varoluşçu, s. existentialist.
occurrence. varsanı, a. hallucination.
vakar, a. dignity, solemnity, gravity. varsayım, a. hypothesis, supposition.
vakarlı, s. dignified, solemn, sober. varsayımımsal, s. hypothetical.
vakit, a. time, hour, season, period, varsaymak, e. to suppose.
age. vasat, a. & s. middle, medium; average
vakit geçirmek, e. to pass/spend the vasıta, a. vehicle; means, intermediary.
time. vasıtalı, s. indirect.
vakit kazanmak, e. to gain time. vasıtasıyla, bğl. by means of, through.
vakit öldürmek, e. to kill time. vasıtasız, s. direct.
vakit vakit, zf. at times, from time to vasiyet, a. will, testament.
time. vaşak, a. lynx.
vakitli, zf. timely, well-timed, done at vazgeçirmek, e. to discourage, to
the right time. deter from.
vaktinde, zf. at the right time, on vazgeçmek, e. to give up, to dispense
time. with, to cease from, to abandon.
vaktini kaybetmek, e. to lose time. vaziyet, a. situation, position; attitude.
vakum, a. vacuum. ve, bğl. and.
valf, a. valve. veba, a. plague, pestilence.
vana, a. valve. vebalı, s. plague-stricken.
vanilya, a. vanilla. vefat, a. death.
vantus, a. sucker. vehim, a. illusion; fear.
var, s. present, existent, available, at vejeteryen, a. vegetarian.
hand; there is/are. vejetaryenlik, a. vegetarianism.
var etmek, e. to create, to bring into vekil, a. representative.
being. velayet, a. trusteeship, sanctity.
vargı, a. coclusion, reason. velet, a. progeny, child.
ventilator 188 vücutça
yavaş, s. slow; soft, low; gentle, mild; yeğnik, s. milt (attack), abortive.
brady- . yeğnileşim, a. attenuation.
yavaş vuru, a. bradycardia. yeğnileşmek, e. to attenuate, to
yavaşça, s.slowly, gently. dilute, to weaken, to reduce, to thin,
yavaşlamak, e. to slow down, to to diminish.
become slower. yeğnilik, a. attenuation.
yavaşlık, a. slowness; mildness, yeğnilmek, e. to become lighter.
gentleness. yeis, a. despair.
yavru, a. young. yekinlik, a. perfection.
yaygın, s. diffuse; widespread. yel, a. rheumatism; flatulence, gas in
yaygın beyin sertleşimi, a. diffuse the intestines; wind.
cerebral sclerosis. yellenmek, e. to fart, to break wind.
yaygın köruzantıca, a. diverticulosis. yelölçer, a. anemometer.
yaygınlık, a. prevalence. yelpik, a. asthma.
yaygınlık oranı, a. prevalence. yeni, s. & zf. new, fresh.; recent; raw,
yayılım, a. diffusion, invasion. inexperienced; just, recently.
yayınım, a. diffusion. yenidoğan, a. neonate, newborn.
yayma, a. smear. yenidoğan hekimligi, a. neonatology,
yaymak, e. to diffuse, to spread, to neonatal medicine.
propagate. yenidoğan uzmanı, a. neonatologist.
yayvan, s. spreading, broad. yenidoğanla ilgili, s. neonatal.
yaz, a. summer. yenik, a. & s. chancre, hard sore,
-yazar, sonek. -graph. hard ulser, syphilic ulcer; worm-
-yazı(sı), sonek. -gram. hole, place gnawed by insects;
-yazım(ı), sonek. -graphy, -grapho. defeated, conquered, overcome;
yazma yitimi, a. agraphia. corroded.
yazmak, e. to write, to inscribe; to yenilemek, e. to renew, to renovate.
enrol; to register. yenilik, a. novelty, newness.
yedek, a. & s. substitute, spare. yenioluşum, a. neoplasm.
yedek parça, a. spare part. yenmek, e. to overcome, to defeat, to
yedi, s. seven. conquer; to win.
yedi kat, zf. sevenforld. yepyeni, s. brad-new.
yedigen, a. heptagon. yer, a. locus, ç. loci, a place, a
yedili, s. having seven parts. specific place; space, place, room;
yedinci, s. seventh. floor, ground; site; seat; earth;
yedirmek, e. to feed, to give to eat. position, situation, employment.
yedişer, zf. seven each, seven at a yer almak, e. to take place.
time. yer etmek, e. to impress; to leave a
yeğ, s. better, profitable. mark.
yeğane, s. sole, unique. yeraltı, s. underground.
yeğen, a. nephew, niece. yerçekimi, a. gravity.
yeğni, a. attenuant, light, slight, easy. yerde, zf. on the ground/earth.
yerdeğişim 194 yetkili
act v. rol oynamak, hareket etmek, activator, n. bir tepkimeyi veya süre-
davranmak, etkilemek, yapmak. ci hızlandırıcı madde.
act out v. hareketlerle göstermek. active adj. etkin, aktif.
act psychology n. eylem psikolojisi. active avoidance n. etkin kaçınma.
acting adj. işlev gören, rol alan, çalı- active coping n. aktif başa çıkma.
şan. active element n. aktif/etkin öge.
acting-out n. dışavurma davranışları, active euthanasia n. kendi isteği ile
eyleme vurma davranışları. yaşamına son verdirme, aktif ötenazi.
actino- prefix. ışık, ışın anlamlarına active ideas n. etkin düşünceler.
önek. ör. actinomycosis actinomyces active imagination n. etkin imgele-
minicanlılarının neden olduğu insan me, etkin hayal etme.
veya sığır sayrılığı active listening n. etkin dinleme.
action n. iş, eylem, etkinlik. active practice n. etkin uygulama.
action identification theory n. eylem active relationship n. etkin ilişki.
tanıma kuramı. active subvocal rehearsal n. içsel
action learning n. eylem/faaliyet öğ- yineleme, sessizce kendi kendine
renme. yineleme, içinden sessizce tekrar-
action potential n. aksiyon potansi- lama.
yeli, eylem gizilgücü. active touch n. etkin dokunma.
activate v. aktive etmek, etkinleştir- active transport n. etkin ileti.
mek, ışın-etkinleştirmek. ör. Gastrin active verbal memory n. etkin sözel
presumably activates a gastrin bellek.
receptor. activities of daily life n. günlük ya-
activated adj. etkinleştirilmiş. şam etkinlikleri.
activating effect n. eyleme geçirme activity n. etkinlik, eylem, faaliyet.
etkisi, aktif hale gelme/getirme etkisi. activity based costing (ABC) n. et-
activating stimulus n. eyleme geçiri-
kinliğe dayalı maliyet hesabı.
ci uyarıcı, eyleme geçme uyarısı.
activity need n. etkinlik gereksinimi.
activation n. eylem, faaliyet, aktif ha-
activity rate n. etkinlik oranı.
le gelme, eyleme geçirme, etkinleş-
activity theory n. etkinlik kuramı,
tirme. ör. Activation of certain
hareketlilik teorisi.
genes in embryonic cells leads to
actor observer difference n. aktör-
the development of specific structures.
gözlemci farkı.
deactivation n. bir süreci durdurma,
actor observer effect n. aktör-
engelleme. ör. Deactivation of genes
is probably due to regulator genes. gözlemci etkisi.
activation of figural semantic actual adj. gerçek, asıl, hakiki, şim-
features n. şekilsel semantik özel- diki, var olan.
liklerin eylemi/faaliyeti. actual self n. gerçek benlik.
activation spreading n. eylemin ya- actuality n. gerçek, gerçeklik.
yılması. actualization n. gerçekleştirme.
activation trigger scheme theory n. actualization striving n. gerçekleş-
eylem/faaliyet başlatıcı şema kuramı. tirme çabası.
actualization 214 adaptive
adoral adj. ağıza doğru/yakın olan. adulteress n. evlilik dışı cinsel iliş-
adorally adv. ağıza yakın olarak. kide bulunan kadın.
adorbital adj. göz çukuruna yakın adulthood n. erginlik, yetişkinlik. ör.
olan; yörünge civarında bulunan. Achalasia usually becomes manifest
adren-, adrenal- , adreno- , prefixes. in young adulthood but may appear
böbrek yakınında, böbrek üstü, böb- in infancy or childhood.
rekle ilgili anlamlarında kullanılan adumbral adj. gölgede.
önekler. ör. adrenal.. adv. abv. L. adversum against.
adrenic adj. böbrek üstü beziyle ilgili. advance n. ilerleme, gelişme. v. iler-
adrenotoxin, n. böbrek üstü bezleri lemek, ileri gitmek, gelişmek.
için zehirli olan bir madde. advanced adj. ilerlemiş, yüksek, ileri,
adrift adj. yalnızca rüzgar ve suyla gelişmiş.
çalışan. advancement n. ilerleme, gelişme.
ad sat, abv. L. ad saturatum doy- in advance önceden, evvelden.
gunluğa. advantage n. yarar, üstünlük, avantaj.
adscititious adj. asıl olmayan; elzem take advantage of -den yararlan-
olmayan; türemiş. mak.
adsorb v. emerek içine almak; em- advent n. büyüme, ortaya çıkma,
mek. gelme.
adsorbate n. emilerek alınan madde. adventive adj. geçici olarak var olan;
adsorbent adj. emme yeteneğinde yerli olmayan; yabancı.
olan; emici. with the advent of ortaya çıkma-
adsorption, n. emme, soğurma. sıyla.
adult n. yetişkin, erişkin. ör. The adventitia n. bir organın, özellikle
term myxedema is applied to kan damarının dış örtüsü.
hypothyroidism developing in the adventitious adj. doğal olmayan, ka-
older child or adult. zara edinilen, şans eseri alınan,
adulterate v. içine bir madde karış- edinik, beklenmeyen bir biçimde
tırmak; bozmak; kalitesini düşür- büyüyen, dış kaynaklı, alışılmadık
mek. bir yerde veya tarzda meydana ge-
adulterant adj. bozucu, karışan, katı- len.
lan. n. karıştırılan madde. adverse adj. ters, zıt, aksi, kötü,
adulterine adj. yapay; sahici olma- olumsuz, karşıt; elverişsiz; onayla-
yan. mayan. ör. Physicians can help
adulterous adj. karıştırma, bozma ile patients identify specific
ilgili; evlilik dışı cinsel ilişki ile il- environmental and occupational
gili. hazarda that may cause adverse
adultery n. evli bir kişinin istemli health effects.
olarak eşi dışında birisiyle cinsel adverse effects yan/ters etkiler.
ilişkide bulunması. adversity n. bela, felaket, sıkıntı.
adulterer n. evlilik dışı cinsel ilişkide adversive adj. ( göz, kafa veya gövde
bulunan erkek. ile ilgili olarak) tek tarafa dönen.
advertent 218 affined
advertent adj. özenli, dikkatli. afar adv. belli bir mesafeden; belli bir
advertisement, ad., n. reklam. mesafede, mesafeye; uzakta.
advice n. nasihat, öğüt. afeard adj. korkmuş, ürkmüş.
advise v. fikir/düşünce vermek, öğüt afebrile adj. ateşsiz.
vermek. affable adj. kolay konuşulur, kolay
advisability n.. uygunluk. yaklaşılır; yumuşak huylu, kibar,
advisable adj. önerilir, tavsiye edilir, uyumlu.
makul, uygun. affair n. yapılan iş, yapılacak iş; me-
advised adj. düşünülmüş, ele alınmış. sele, olay.
advisedly adv. dikkatlice, kasıtlı ola- affect v. etkilemek, yapmak, değiş-
rak. tirmek; ilgi duymak, sevmek. ör.
adviser n. yol gösteren, danışman. Congenital hypertropic pyloric
ill-advised adj. akılsız, önlem al- stenosis is uncountered in infants as
mamış. a disorder that affects boys three to
well-advised adj. akıllı, önlemini four times more often than girls.
almış, tedbirli. affected adj. etkilenmiş, bir hastalığı
advocate v. haklı görmek, savunmak; veya bozukluğu olan. ör. In the
önermek. n. savunucu, savunan, ta- inheritance of diabetes, homozygous
raftar. recessice offspring are affected.
aer-, aero- hava, gaz, atmosfer, uçak unaffected adj. olağan, etkilenme-
anlamlarına önek. ör. aerate gaz miş, değişmemiş; sayrılık veya bo-
sağlamak, gaz vermek, hava gön- zukluk göstermeyen. ör. In X-linked
dermek.; aerogram, aerodynamics inheritance, the female is unaffected
havada hareket etme bilimi. unless she has two recessive genes
aeration n. radyolojide, özellikle ak- for the trait.
ciğerde şişme; havalanma. affecting adj. dokunan; devinen; sev-
aerobe n. okşijenli ortamda yaşayabi- gi gösteren.
len ve büyüyebilen bir organizma. affection n. sevgi, dostluk, düş-
aerobic, adj. havada yaşayabilen. künlük, şevkat; hastalık, illet.
aerobiosis, n. okşijen içeren atmos- affective adj. etkili, etkin.
ferde yaşama, var olma. afferent adj. merkezi bir organa veya
aerocolpos, n. dölyolunun gazla şiş- kısıma doğru giden, içe doğru götü-
mesi. ren. ör. Afferent neurons carry
aerogen, n. gaz üreten mimicanlı. impulses to the brain and spinal
aerogenesis n. (minicanlılar tarafın- cord from other parts of the body.
dan) gaz üretimi. affiliation n. yakınlık, benzerlik.
aerogenic , aerogenous adj. gaz ya- affinity n. çekme gücü, çekicilik, ya-
pıcı; gaz üreten. kınlık, benzerlik; evlilik ilişkisi; bir
aerophil adj. yaşamı havanın varlı- başka maddeyle birleşme eğilimi.
ğına bağlı olan; açık havada bulun- ör. Hemoglobin has an affinity for
maktan hoşlanan. oxygen.
aerosis, n. dokularda gaz üretimi. affined adj. sınırlı, bağlı.
affirm 219 agenesis
agent n. ajan, etken. ör. Bacteria are agnoad n. erbezi olmayan kişi.
agents that cause disease. agnogenic adj. belirsiz kökenli, kö-
chemical agent n. kimyasal, kim- keni bilinmeyen.
yasal madde, kimyasal ajan. agnosia n. kişi veya nesneleri tanıma
ageusia n. tat duyusu yokluğu, tat yetisi yitimi; tanıyamama.
alamama. ago adv. önce, önceden, geçen, geçmiş.
agglomerate v. yığılmak, birikmek. long ago çok eskiden.
agglomeration n. yığılma, birikme, -agog, -agogue suffixes. götüren,
birikim. önayak olan, uyaran; uyarıcı anlam-
agglutinate v. yapışmak, biraraya larına sonekler.
toplanmasına neden olmak. agonad n. cinsiyet bezleri olmayan
-agra suffix. akut ağrı atağı anlamına bir kişi.
sonek agonadal adj. cinsiyet bezleri olma-
agraffe n. bir yaranın kenarlarını bir- masıyla ilgili.
leştirmede kullanılan araç, kıskaç, agonize v. can çekişmek, şiddetli acı
yara kıskacı. çekmek.
aggravate v. ağırlaştırmak, kötüleş- agony n. ağrı, acı; ıstırap, şiddetli acı,
tirmek, tahriş etmek. can çekişme.
aggravation n. ağırlaşma, kötüleşme, agree v. kabul etmek, aynı görüşte
tahriş. olmak, uyuşmak.
aggregate v. birikmek, birleşmek, agree about v. bir konu üzerinde an-
kaynaşmak; toplamak, birleştirmek, laşmak.
demet haline getirmek; kötü bir du- agree to v. razı olmak, kabul etmek.
rumu daha da kötüleştirmek. ör. agree with v. anlaşmak, aynı görüşte
Platelets aggregate in the glomerulus olmak.
during immune-mediated injury. agreeable adj. çekici, hoş, uygun.
aggregation n. toplanma. ör. The agreement n. anlaşma, sözleşme.
aggregation of red blood cells in disagree v. uygun olmamak, aynı
certain sera is observed during blood görüşte olmamak.
typing. in agreement with ile uyum içinde.
aggression n. saldırma, tecavüz. aggrieved adj. hasarlanmış, zarar
aggrieve v. üzmek; incitmek; üzülmek. görmüş,
aggrieved adj. üzülen; incinen; yap- agress v. bir saldırı veya atak başlat-
tığı hatadan ötürü üzüntü çeken. mak; düşmanca yaklaşmak, saldır-
agitate v. sıkıntı vermek; kışkırtmak, mak.
ajite etmek. aggression n. saldırı; düşmanca dav-
agitation n. akıl hastalığı; huzursuz- ranış.
luk; ileri dercede duygusal bozukluk. aggressive adj. saldırgan, yıkıcı; zeki,
aglutition n. yutma güçlüğü. girişimci. ör. Inverted Papilloma is
aglycemia n. kanda şeker eksikliği. benign but locally an aggressive
agmen, pl. agmina n birikme, top- neoplasm occuring in both the nose
lanma. and the paranasal sinuses.
agriculture 221 albeit
all out olası her çaba ile; bütün gü- allergenic adj. duyarlı, alerjik.
cüyle. allergic adj. alerji ile ilgili; alerjisi olan.
all over bitmiş, tamamlanmış; her allergy n. herhangi bir maddeye karşı
yerde. duyarlılık.
all right tatmin edici; doğru; çok iyi; be allergic to duyarlı olmak, alerjisi
yaralanmamış. olmak.
all-round anlaşılır alleviate v. hafifletmek, azaltmak; ağ-
all the same buna karşın, bununla rıyı dayanılır hale getirmek.
birlikte, yine de. alleviation n. hafifleme, azalma.
all the time olduğu sürece alleviative adj. rahatlatıcı.
all told herşey dahil allo-, all- prefixes. karşıtlık, farklılık
all up (with) bitmiş, tükenmiş; yıkıl- belirten önekler. ör. allopatric.
mış, harap olmuş. allocate (to) v. ayırmak, tahsis etmek.
at all tamamen. allocation n. ayırma, tahsis etme.
for all karşın, ise de. allochronism n. renk değişikliği.
in all bütünüyle, tamamiyle; büs- allodromy n. düzensiz kalp ritmi.
bütün, tam olarak. allogamy n. bir başkasının spermiyle
not all that çok değil. bir kişinin cinsiyet gözesinin döl-
(not) all there ruhsal olarak sağ- lenmesi.
lıklı; zeki. allograft n. aynı türün genetik olarak
all- prefix. 1. yalnızca birşeyden olu- özdeş olmayan bireyleri arasında
şan, meydana gelen, ör. an all-wool nakledilen aşı; graf.
dress / an all-male club. 2. bütün, allot v. bölüştürmek, dağıtmak, pay
ör. an all-day event / an all-night etmek.
party /an all-night cafe. allow v. izin vermek.
allay v. yatıştırmak, azaltmak. allow for v. düşünmek; hesaba katmak.
allegation n. iddia, ileri sürme, sav. allowable adj. izin verilebilir.
allege n. iddia etmek; belirtmek. allowance n. düşünme; (birşey için
allele n. belli bir özelliği belirleyen ayrılmış) para.
gen., alel. ör. The heterozygote has alloy n. iki veya daha fazla metalin
one dominant allele an done recessive bileşimi; alaşım.
allele for a particular trait. allude v. anıştırmak, ima etmek, kas-
multiple alleles n. belli bir özellik tetmek.
için ikiden fazla farklı gen. ör. The allure v. çekmek, cezbetmek; kan-
inheritance of ABO blood types is dırmak. n. albeni, cazibe, çekicilik.
controlled by multiple alleles IA, IB, allurement n. çekme; çekici, çekicilik.
and i. allusion n. çekme; cazibe.
silent allele n. etkisi olmadığı bilinen allusive adj. çekici.
bir gen çeşidi. ör. It is difficult to ally n. pl. allies dost, müttefik.
identify a genetic pattern if a silent almost adv. yaklaşık, hemen hemen.
allele is present. ör. Almost any type of virulent
allergen n. alerji yapan, alerjiye ne- bacterial species can cause
den olan. pneumonia.
almost all 224 amaurosis
almost all hemen hemen, tamamen, = Mendelci bozukluklar tek gen içe-
tamamiyle, yaklaşık, hepsi. ren değişikliklerden kaynaklanır. //
aloe n. mühsil olarak kullanılan bitki. An alteration in the sequence of
alogia n. sözcük oluşturamama; du- nucleotides is called point mutation.
yusuzluk; duyusuz davranış. altered adj. değişmiş, steril hale gel-
alogous adj. mantıksız, nedensiz. miş. ör. Altered phenotypes result
alone adj. ayrı, yalnız, tek başına. from chromosomes or gene mutations.
along adv. boyunca. alternate n. değişen.
along with boyunca. alternately adv. aksi halde, öte yandan.
all along baştan beri; baştanbaşa; alternative adj. değişik, diğer.
daima. alternatively adv. veya, ya da.
be along gelmek, ulaşmak, yetişmek. although conj. karşın, ise de, -dığı
get along anlaşmak, geçinmek; ba- halde, -mekle birlikte; yine de. ör.
şarmak; yaşamını sürdürmek. Muscle is generally divided into 3
alongside adv. (birşeyin) yanında, types, skeletal, cardiac, and smooth,
yakınında, yöresinde. although smooth muscle is not a
aloof adj. insanlarla ilişkide soğuk; homogenous single category. Düz
uzak; farklı. kasın tek başına homojen bir kate-
alopecia n. kellik. gori olmamasına karşın, kas genel
aloud adv. yüksek sesle, seslice. olarak 3 kümeye ayrılır: iskelet ka-
alpha and omega ilk ve tek; birşeyin sı, kalp kası, ve düz kas.
en önemli parçası. altitude n. yükseklik.
alphosis n. deri pigmenti yokluğu. altogether adv. tamamen, hepsi, ta-
already adv. zaten, önceden. mamı.
also adv. aynı zamanda, dahi, de; ek alveus, pl. alvi n. kanal.
olarak, ayrıca. alvine adj. karın veya barsaklarla il-
alt..hor. abv. L. alternis horis, iki sa- gili.
atte bir. always adv. her zaman, daima. ör.
alter v. değiştirmek, değişiklik yap- Occlusions of the pulmonary
mak. ör. Arterial hypertension arteries by blood clot are almost
occurs when changes that alter the always embolic in origin.
relationship between blood volume alysmus n. huzursuzluk.
and total peripheral resistance a.m, ante-meridiem L. adv. gece ya-
develop. = Kan miktarı ve total rısı ile öğlen arasındaki zaman dili-
peripherel direnç arasındaki ilişkiyi mi, sabah.
değiştiren değişiklikler geliştiğinde amain adv. zor ve şiddetle; aceleyle;
arteriel hipertansiyon meydana gelir. bolca, bol olarak.
alterative adj. n. değişen amalgamate v. birleştirmek.
alterable adj. değiştirilebilir. amalgamation n. birleştirme.
alteration n. değiştirme, değişiklik. amass v. biriktirmek, bir araya ge-
ör. Mendelian disorders result from tirmek, toplamak.
alterations involving single genes. amaurosis n. körlük.
amaze 225 among
anandrous adj. erkeklik organı ol- acyly- , ankylo- prefixes. eğri, eğril-
mayan. miş; birleşmiş, kaynaşmış; sabit,
anandria n. erkeklik özellikleri gös- kapalı anlamlarına önekler.
termeme. and conj. 1. ve; de, dahi; kadar. 2.
anaphia n. dokunma duyusu yokluğu. sonra, daha sonra. 3. bir sonuç veya
anaphrodisia n. cinsel istek yokluğu. açıklamayı belirtir. 4. bir işin sür-
anasarca n. deri altında veya vücut düğünü anlatır: They ran and ran.
boşluklarında yaygın sıvı birikimi. We studied for hours and hours. 5.
anastattis n. kan durdurucu ilaç. after, come, go, v.d. sonra “to” ye-
anastole n. çekilme. rine kullanılır: Come and have
anastomose v. kan damarlarını bir- coffee with me. 6. sayılarda kullanı-
leştirmek. lır: 253, two hundred and fifty three.
anastomosis n. kan damarlarının bir- 7. yiyecek ve içecek servislerinde:
leşmesi; iki veya daha fazla içi boş bread and butter / a gin and tonic /
organın birleşmesi. cheese and bread.
anatomy n. 1. hayvan vücutlarının and ... alike hem ... hem de
veya vücut parçalarının incelenme- and so on/forth ve diğerleri; ve ben-
si; anatomi. 2. insan veya hayvan zerleri, vesaire.
vücudu veya vücut parçaları. 3. in- and/or her biri / her ikisi.
celemek üzere insan veya hayvan andro-, andr- prefixes. erkek, erkek
bedeninin kesilmesi. cinsiyeti anlamlarına önekler. ör.
anatomist n. anatomi ile uğraşan insan. androgeneous erkek yavru doğur-
anatomical adj. anatomi ile ilgili. ma ile ilgili. androgynous erkeklik
-ance, -ence suffix. eylemlerden ad ve dişilik özellikleri birarada bulu-
oluşturan sonek. ör. appearance, nan.
performance. -andr- erkek anlamına ortaek. ör.
ancestor n. soy, ata, dede. polyandry aynı anda birden fazla
ancestry n. soy, köken, bir bireyden kocası olan; çok kocalı.
sonra gelen aile kuşağı. ör. android , andromorphous adj. insan
Thalessemia, a blood disorder, ia özellikleri olan, insan biçiminde.
common in people of greek an andropause, n. artan yaşla birlikte,
Italian ancestory. erkek erbezi işlevinde azalma, and-
anchor v. tutturmak, bağlamak. ropoz.
ancient adj. eski, antik. androphobia n. erkek korkusu, erke-
ancillary adj. ikincil, tali, yardımcı. ğe karşı duyulan korku.
ancipital adj. iki kenarlı. anemia n. kansızlık, anemi
ancon n. dirsek. anemic adj. kansızlıkla ilgili, kansız-
anconad, adj. dirseğe doğru. lık özellikleri gösteren
anconal, anconeal adj. dirseğe ben- anemometer, n. akım şiddetini ölçen
zeyen. araç.
-ancy, -ency suffixes. eylemlerden ad anemophobia, n. rüzgar ürküsü, rüz-
oluşturan sonekler. ör. expectancy, gara karşı duyulan korku, rüzgar
hesitancy. korkusu.
anenterous 228 announce
antitussive adj., öksürük kesici/ ra- anywhere adv. hiçbir yer, hiçbir yer-
hatlatıcı, n. öksürüğün şiddetini de, bir yere, bir yerde, her hangi bir
azaltan ilaç. yer, her hangi bir yerde. ör. Solitary
antivenom n. yılan zehirine karşı kul- insulinomas are usually small and
lanılan ilaç. are encapsulated, pale to red-brown
antixerotic n. kuruluk önleyici. nodules located anywhere in the
antokinesis n. istemli davranış. pancreas.
anuria n. idrar yapamama, idrar çı- apandria n. erkeklerden hoşlanmama.
karamama. apart adv. ayrı, ayrı tarafta, ayrılmış.
anus, n. pl. ani sindirim kanalının en apart from -nın dışında, -den başka,
alt noktası, makat, anüs. ayrıca, üstelik.
anxietas n. endişe, yersiz korku. apathic adj. duygusuz, hissiz.
anxiety n. korku, kaygı, endişe, endi- apathy n. ilgi yokluğu, ilgisizlik, ka-
şelenme; çok isteme; hevesli olma; yıtsızlık.
bir iş yapmaya istekli olma. ape n. maymun; iri, kuyruksuz may-
anxious adj. endişeli, üzüntülü; is- mun.
tekli. naked ape n. çıplak maymun; insan
anxiously adv. merakla, sabırsızca. oğlu; insan soyu.
any adj. hiç; her; her hangi, bir, her aperiant adj. yumuşatıcı, müshil.
bir, bazı. pron. her hangi bir, her bir, apertura n pl. aperturae, aperture
her sayıda, herhangi miktarda. adv. açıklık, giriş; ağız.
belirli bir dereceye kadar, belirli öl- apex, apicis, n pl. apices. doruk, te-
çüye kadar. ör. Any condition that pe, dar sivri uç, zirve; kalp veya ak-
destroys part or all of the pituitary ciğer gibi konik veya pramidal bir
gland, such as ablation of the yapının en uç noktası. ör. There are
pituitary by surgery or radiation, triplets at the apex of each U-
can result in an empty sella. shaped loop of t-RNA.
at any rate en azından. apical adj. tepel, tepeyle ilişkili, te-
in any case ne olursa olsun. pede.
anybody birisi, bir kişi; herkes, kim aphagia n. yutma güçlüğü, yutamama.
olsa. aphasia n. sözcük oluşturma güçlüğü,
anyhow adv. nasıl olursa, her nasılsa. sözcük çıkaramama.
any longer artık. aphephobia n. dokunma, dokunulma
anymore artık, daha fazla. korkusu.
anyone pron. hiç kimse, her hangi bir aphonia n. konuşamama; konuşma
kimse. güçlüğü; ses çıkaramama.
anything her şey; herhangi bir şey; aphrasia, n. konuşamama.
hiçbirşey. aphrodisiac n. cinsel coşku uyandı-
anytime herhangi bir zaman. ran ilaç.
anyway adv. her halde, ne olursa ol- aphtha n. pl. aphthae beyaz nokta,
sun, nasıl olsa, bir biçimde, yine de, küçük ülser, kökeni bilinmeyen ağız
neyse. yaraları.
apico- 232 application
applied adj. uygulamalı. hide, dikiş için iki ucu uygun yakın-
appoint v. atamak, tayin etmek, sap- lığa getirme.
tamak, randevu vermek.. apsychia n. bilinçsizlik.
appointment n. buluşma, randevu; apt adj. elverişli, uygun, olası.
atama, tayin. apt to -e eğilimli; -e yatkın.
apportion v. bölmek, bölüştürmek. aptitude n. yetenek, eğilim.
appraise v. değerlendirmek. aptitude test yetenek testi.
appraisal n. değerlendirme. aptitudeness n. uygun olma, uygun-
appreciate v. taktir etmek, kıymetini luk.
bilmek, beğenmek. aptyalism n. tükrük olmaması.
appreciation n. algılama, anlama, apyretic, adj. ateşsiz, nöbeti olma-
değerlendirme, beğenme, kıymetini yan, nöbetsiz.
bilme, taktir. apyrexia, n. ateş olmaması, ateş yok-
appreciable adj. önemli oranda, hatı- luğu, apireksi.
rı sayılır; takdir yeteneğinde olan, apyrexial, adj. ateşsiz.
kıymet bilen. aq. abv. L. , aqua su.
underappreciate v. kıymet bilme- aq.bull. abv. L. , aqua bulliens, kay-
mek, taktir etmemek, küçümsemek. nayan su anlamına kısaltma.
apprehend v. korkutmak, endişelen- aq.dest. abv. L. , aqua distillata da-
dirmek. mıtılmış su.
apprehension n. kavrama, kavrayış; aq.ferv. abv. L. , aqua fervens sıcak su.
endişe, şüphe. aq.frig. abv. L. , aqua frigida soğuk su.
apprehensive adj. endişeli, korkulu, aqua- prefix. su, deniz, suyla ilgili
korku içinde. anlamlarına önek. ör. aquatic suda
approach n. tarz, tavır, teknik, yön- yaşayan. aquaous sulu, su içeren.
tem, yaklaşım, yaklaşma. v. yak- aquaphobia, a. su ürküsü.
laşmak. aquatic, adj. suyla veya suda yaşayan
therapeutic approach tedavi yak- bir canlı organizmayla ilgili.
laşımı, sağaltımsal yaklaşım. aqueduct, n. kanal.
appropriate adj. uygun, elverişli. -ar suffix. yapısında, ait anlamında sı-
appropriately adv. uygun olarak. fat yapımında kullanılan sonek. ör.
approve v. beğenmek, uygun gör- polar.
mek. arachnoid n. ince doku; beyni ve
approval n. beğenme, uygun görme, omuriliği saran zar.
onay, geçerlilik, taktir. arbitrary adj. keyfi, göreli, rastgele.
approximate adj. ortalama, yaklaşık. arbor, n. pl. arbores anatomide dal-
approximal adj. yakın. ları olan agaçımsı yapı.
approximately adv. yaklaşık olarak. arborization, n. dallanma.
ör. Approximately 70 genetically arborize, v. dallanmak.
distinct types of HPV have been arc, n. kavis, eğri.
identified. arcade, adj. eğrilmiş, kavislenmiş.
approximation n. kesin olarak doğru arcate adj. kavisli, eğrili.
olmayıp amaca yeterli sonuç; cerra- arch, n. kavis, eğri.
arch- 234 arrival
arch- , arche- , archi- prefix. en yük- arise (from) v. çıkmak, ortaya çık-
sek sınıftan; en yüksek dereceden; mak, görülmek, -den ileri gitmek,
asıl; temel; esas anlamlarına önek. doğmak, kaynaklanmak, köken al-
ör. our archenemy asıl düşmanı- mak. ör. The most frequent childhood
mız; en kötü düşmanımız. cancers arise in the hematopoietic
archepyon n. çok koyu irin. system, nervous tissue, soft tissues,
-archy suffix kural; yasa; devlet an- bone, and kidney. = En sık çocukluk
lamlarına ad yapım soneki. ör. kanserleri hematopoietik sistem, si-
anarchy, monarchy, oligarchy. nir dokusu, yumuşak dokular, kemik
-ard suffix kötü nitelikte anlamına ad ve böbreklerde ortaya çıkar.
yapım soneki. ör. drunkard. Aritamic Acid n. C vitamini, askorbik
arcus n. L. kavis, eğri. asit.
ardent adj. hararetli, ateşli, gayretli. -arium prefix. yer, ev, evi anlamlarına
arduous adj. güç, çetin. sonek. ör. planetarium, terrarium.
area n. alan, bölge, saha. arm n. kol, dal.
areate, areatus adj. yamalı alanlarda armistice n. ateşkes, mütareke.
olan, sınırlı alanlarda meydana ge- aroma n. çok güçlü güzel koku; belli
len. bir niteliği gösteren görünüm, duy-
areflexia n. refleks yitimi. ör. Areflexia gu veya belirti.
is a common result of injury to the around adv. etrafında, etrafına, her
spinal cord. yanında, her yanına; bir yerden baş-
arenoid adj. kum gibi; kuma benzer. ka bir yere, oraya buraya; yaklaşık,
areola n. pl. areolae belirli bir bölge- sularında, civarında. prep. her ya-
de renk halkası, areolar dokuda bir nından, çevresinden, dört bir yanın-
alan; küçük alan. dan.
argentation, n. gümüş tuzuna batırma. arouse v. harekete/eyleme geçirmek.
argentic adj. gümüş içeren. arrange v. düzelmek, sıraya koymak,
argentine, adj. gümüşe benzeyen, düzenlemek, hazırlamak.
gümüş içeren, gümüşle ilgili. arrangement n. düzenleme, sıraya
argentum, n. L. , pl. argenti gümüş. koyma, hazırlık.
argue ( about/over ) v. tartışmak, iti- array v. dizmek, sıralamak, sıra dizi.
raz etmek, fikir ileri sürmek. arrears n. geri kalan iş, ödenmemiş
argue ( into/out of ) birisini bir şey borç.
yapmaya ikna etmek/edememek. arrest v. yakalamak, tutmak. n. dur-
argueable adj. olası, tartışılabilir. ma, tutulma.
argument n. tartışma. cardiac arrest kalp durması.
-arian suffix. belirli birşeye inanan arrhythmia n. normal ritim bozuklu-
veya belirli birşeyle ilgili anlamla- ğu.
rına sonek. ör. a vegetarian et ye- arrive v. varmak, ulaşmak, gelmek;
meyen bir kişi. a librarian kü- başarmak.
tüphane görevlisi. arrival n. gelme, geliş, varma, ba-
arid adj. kuru, cansız, yavan. şarma.
arsenic 235 as a result of
B. temel, esas, baz, ABO kan grubun- back n. arka; bakan kişiye göre arka
dan bir insan kan tipi v.b. anlamına cephe; önün karşıtı, geri; sırt. v. ar-
gelen kısaltma. ka çıkmak, desteklemek; geri gö-
b. kan; iki kez anlamlarına kısaltma. türmek; bahis oynamak; pusulaya
babble v. anlamsız sesler çıkarmak; göre yön değiştirmek. adj. önceki;
saçma sapan konuşmak. n. anlam- arka, arkasında, arkada, arkaya. adv.
sız, saçma konuşma; lakırtı, geveze- yeniden, tekrar; geriye, geri.
lik; sürekli mırıltı sesi. at one's back hemen arkasından iz-
babe n. bebek; yenidoğan. leyen; destekleyen.
baboon n. genus Papio türü birkaç at the back of gerisinde, arkasında.
asal Afrika maymun ailesinden her- back ache sırt ağrısı.
hangi biri. back down bırakmak, vazgeçmek.
baby n.yenidoğan, bebek, küçük ço- back off geri çekilmek, vazgeçmek.
cuk, infant. back out of bir iş bitmeden çekilmek,
blue baby siyanozlu doğmuş çocuk. geri çekilmek, sözünden dönmek.
blueberry muffin baby mor renkli back to back sırt sırta.
deri lezyonyla doğmuş çocuk. back to front önü arkaya gelmiş; ters
collodian baby doğuştan açık kırmı- giyilmiş; tersyüz; bütün olarak; ba-
zı, parlak, saydam derili çocuk. şından sonuna.
test-tube baby yapay döllenme ile back up v. desteklemek, tarafını tut-
doğmuş çocuk. mak. n. destek. adj. ekstra; yedek,
yardımcı.
baby talk n. bebeğin ilk konuşmaları;
backbone n. omurga, belkemiği.
çocuk mırıltıları; yüzeysel konuş-
backbreaking adj. ileri derecede fi-
ma.
ziksel çaba gerektiren; yorucu; bık-
baby tooth n. süt dişi.
tırıcı; bezginlik verici, ezici.
babyish adj. bebek gibi; çocuksu; ol-
backdoor adj. gizlice yapılan; gizli.
gunlaşmamış.
backer n. birisini destekleyen kişi.
babysit v. çocuğa bakmak.
backflow n. geri akış.
bacca n. böğürtlen vb. çekirdeksiz, background bir kişinin geçmiş dene-
sulu, küçük boyutlu meyve. yimi, bilgisi ve eğitimi; geçmiş; ar-
baccate adj. böğürtlen şeklinde. takalan; artyetişim.
bacciferous adj. böğürtlen şeklinde. backing destekleme; destek.
bachelor n. evlenmemiş erkek; bekar. backseat n. geri, arka sıra; ikinci sı-
bacillary adj. bacillus bakterisi ile il- rada; arkada; yardımcı, ek konum-
gili; ona benzeyen; çubuk şeklinde. da; arka planda.
bacillemia n. kanda basil varlığı. backside n. bir nesnenin arka kısmı.
bacilliform adj. basil şeklinde; çubuk backstage adj. halka açık olmayan;
şeklinde. gizli; saklı.
bacilluria n. idrarda basil varlığı. backward(s) geriye doğru, arkaya
bacillus n. pl. bacilli çubuk şeklinde- doğru, başlangıç noktasına doğru;
ki mikroplar; basiller. gelişmesi yavaş; aptal.
backwards 244 balance
backwards and forwards ileri geri. act in bad faith dürüst davranma-
behind one's back birisinin bilgisi mak; sözünü tutmayacak şekilde
veya onayı olmadan; arkasından. davranmak.
get one's back up kızdırmak, inatçı badly adv. kötü bir şekilde; kötü bir
kılmak. tavırla.
go back on sözünü tutamamak. badly mistaken kötü biçimde yanıl-
have/with one's back to the wall mış.
birisinin kaçamayacağı umutsuz bir badness n. kötülük.
durumda; çok güç durumda. bad-tempered adj. aksi, huysuz.
in back of arkasında. get bad v. bozulmak, çürümek.
keep back alıkoymak, saklamak. go bad v. bozulmak, kötüleşmek.
on one's back yatalak, yataktan go from bad to worse giderek kö-
kalkamaz durumda. tüleşmek.
pay back v. geri vermek. go to the bad kötü yola sapmak.
put one’s back into çok sıkı çalış- have/get bad name saygınlığını yi-
mak. tirmek.
put one’s back up birisini rahatsız in a bad sense kötü anlamda; kötü
etmek. bir anlam yükleyerek.
turn one's back on kızgınlıkla dö- in a bad way çok hasta; ciddi soru-
nüp gitmek; yardımdan kaçınmak. nu var.
bacteria n. bakteriler; mikroskopla in bad zor durumda; kötü durumda.
görülebilen canlı organizmalar, not half bad, not so bad nispeten
minicanlılar. iyi; göreceli olarak kötü olmayan.
bacteremia n. kanda bakteri bulun- bag n. kese; çanta; çuval; torba. v.
ması. çuvala doldurmak; sarkmak; şişmek.
bactericide n. bakteri öldüren (ilaç). bag of waters dölyatağında fetüsü
bactericidal adj. bakteri öldüren/yı- çevreleyen sıvı.
kan. ör. Bactericidal agents prevent bag-worm n. Psychidae ailesinden
many bacterial infections. birkaç güvenin herhangi birisinin
bacteriuria n. idrarda bakteri varlığı. larvası (bitki yaprakları ile beslenir).
bacterio-, bacteri-, bacter- prefixes. baggy adj. gevşek; sarkık; serbestçe
bakteri, bakteriel etkinlik, bakteri- sarkan; dökülen.
lerle ilişki anlamına önekler. ör. bagassosis n. akciğer sayrısı.
bacteriophage n. bakteri öldüren bail out v. boşaltmak, serbest bırak-
mikroskopik, genellikle viral bir mak.
canlı organizma. bacteroid adj. n. bake v. fırında pişirmek, fırınlamak.
bakteriye benzeyen; bakteri şeklinde. balance n. denge, tartı aleti. v. den-
bacteriosis n. minican bulaşımı. gede tutmak, dengelemek.
bad n. olması gerektiği gibi olmayan; balance out v. dengelemek.
kötülük. adj. kötü; zararlı, hasta, el- acid-base b. asit-baz dengesi.
verişsiz, yaralı, hatalı. adv. kötü bir fluid b., water b. su alım ve su
şekilde. kaybı dengesi.
balanitis 245 basiphobia
balanitis n. penis veya klitoris ucu bare adj. boş; çıplak; düz.
yangısı. barely adv. ancak, zorlukla; açıkça,
balano- , balan- prefix. kamış/penis net olarak; basit olarak, temel ola-
başı anlamına önek. rak.
balanus n. penis veya klitoris ucu. bargain v. pazarlık etmek, ticaret
balbuties n. kekeleme; kekeleyerek yapmak. n. pazarlık.
konuşma; peltek konuşma. bark v. havlamak. n. ani, keskin ses;
balanopreputial adj. penis ucu ile il- kabuk; ağaç kabuğu.
gili. barking adj. havlar tarzda.
bald adj. saçı olmayan, kel; düz, çıplak. baro- prefix. ağırlık veya basınç an-
balding adj. kelleşen; düz, çıplak ha- lamına önek. ör. baroreceptor,
le gelen. baroscope.
baldness n. kellik. barren adj. üretken olmayan, çorak,
baleful adj. kötü, zararlı. kısır; çocuksuz.
balk v. bozmak; engellemek; önüne barrier n. tıkaç; engel.
geçmek; ilerlemeyi reddetmek; ani- bary- prefix. ağır anlamına önek. ör.
den geri çevirmek; kaçırmak. n. en- baryphonia, baryta.
gel. baryecosis n. sağırlık, duymama.
ball n. top; yuvarlak; küre. basal adj. temel, asıl.
balloon n. balon. v. balon gibi şişmek. basal metabolic rate bir organizma-
ballooning n. bir vücut boşluğunun nın enerji kullanım hızı.
şişmesi. basal metabolism bir organizmanın
balm n. yatıştırıcı merhem. dinlenme halinde yaşamsal işlevle-
balmy adj. hoş davranışlı; hafif ve rini sürdürmek için gerekli en düşük
hoş. enerji miktarı; asal yapımyıkım.
balneotherapy n. banyo uygulanarak base, basis v. kurmak; dayandırmak;
yapılan sağaltım.
dayanak noktası olarak almak, oluş-
ban v. yasaklamak. n. yasak.
turmak, yapmak. n. ana bölüm; te-
band n. bağ. v. bağlamak, birleştirmek.
mel. adj. baz oluşturan.
bandage n. yaraları bağlamada kulla-
baseless adj. dayanaksız, tabansız,
nılan bez, bandaj, sargı. v. sargıyla
sarmak, bağlamak, sargılamak. temelsiz.
bang n. ani, yüksek bir gürültü çı- base on destek noktası olarak almak.
karmak. basi- , basio- , baso- prefix. temel,
bank on v. güvenmek. esas, ana anlamlarına önek.
bar v. tıkamak, engellemek, yasakla- basic adj. asıl olan, esas olan, ana,
mak. n. çubuk, demir çubuk, baro. başlıca; asitin tersi; baz, bazla ilgili.
barba n. sakal. basically adv. temel olarak, asıl olarak.
barber's itch sycosis diye de bilinen, bashful adj. utangaç.
sakallı bölgede görülen enfeksiyon. basi-, baso- prefix. 1. baz, alt bölüm,
barbiturate n. uyku verici olarak alt kısım. ör. basipetal. 2. bir kim-
kullanılan ilaç, yatıştırıcı olarak kul- yasal baz, anlamlarına önek.
lanılan barbitrük asit türevi, barbütrat. basiphobia n. yürüme korkusu.
basophil 246 be for
being n. yaşam; var olma, varlık, can- beneficially adv. yararlı bir şekilde;
lı varlık. yararlı olarak.
come into being ortaya çıkmak. beneficient adj. yararlı.
for the time being şimdilik. give benefit to yararlanmak, çıkar
human being insan, insanoğlu. sağlamak, yarar görmek.
belch v. ağız yoluyla mideden gaz çı- benevolent adj. iyi huylu.
karmak; geğirmek. n. geğirme, püs- benign adj. iyi huylu; tehlikeli olma-
kürtme, salgılama. yan, selim, sağaltılabilir. ör.
believe v. gerçek olarak kabul etmek, Although some are cancerous, many
inanmak. ör. With an estimated tumors are benign.
frequency of 1%, von Willebrand benignant adj. yinelemeyen, tekrar
disease is believed to be one of the etmeyen, iyi huylu.
most common inherited disorders of benignity n. selimlik; iyi huyluluk.
bleeding in humans. = Tahmini beriberi n. B1 vitamini eksikliği say-
%1’lik görülme sıklığıyla von rısı; beriberi.
Willebrand hastalığının insanlarda berserk adj. çılgın; çıldırmış; duygu-
en yaygın kalıtsal kanama hastalık- ları tamamen denetimden çıkmış.
lardan birisi olduğuna inanılır. beryllosis n. berilyum oksit tozuna
belief n. inanç; gerçek olarak kabul- bağlı akciğer yangısı.
lenme. beside prep. ek olarak; yanında, kar-
belladona n. kasılmayla ortaya çıkan şılaştırıldığında; -nın dışında.
rahatsızlıklara yardımcı olan ilaç. besides üstelik, bir de, ek olarak, ay-
bell n. çan, çıngırak, zil. rıca; aksi halde.
dump-bell n. kum saati. besotted adj. sarhoş, uyuşmuş.
belly n. mide; karın. best1 adv. 1. en iyi şekilde. 2. en bü-
belong (to) v. ait olmak, üyesi olmak, yük derecede; en çok.
parçası olmak. ör. Infectious agents as best one can birisinin yapabile-
that can enter the human host ceği kadar.
(endoparasites) belong to a wide had best öğüt bildirir; -meli, -malı;
range of classes. -sa iyi olur.
below adv. altta, altında, aşağıda, best2 adj. yetenek, etkinlik veya nite-
yerde, -den aşağı, -den aşağıda. lik olarak en yüksek olan.
bend v. bükmek, bükülmek; eğmek, the best part of çoğu.
eğilmek. n. kavis; eğim, eğri. best3 n. 1. en iyi, elden gelen en iyi
bends n. baskı azalması rahatsızlığı. şey. 2. en iyi kişi/şey. 3. birisinin
beneath adv. altına, altında, altta, yer yapabileceği en iyi şey; en iyi konum.
altında; aşağı, -in aşağısında, -den ör. Candida grows best on warm,
aşağı. moist surfaces and so frequently
benefit n. yarar, çıkar. causes vaginitis (particularly during
beneficial adj. yararlı, faydalı, iyi, iyi pregnancy), diaper rash, and oral
bir etki meydana getiren. ör. thrush.
Beneficial mutations may lead to all the best! ayrılıklarda kullanılır:
evolution of a new species. Sana başarı ve mutluluklar dilerim!
bestial 250 binaural
bind v. bağlamak; bağlanmak. ör. biparaous adj. ikiz doğuran, bir de-
Bacterial adhesins that bind bacteria fada iki doğum yapan; iki dalı olan.
to host cells are limited in type but biped adj. iki ayaklı.
have a broad range of host cell biro n. tükenmez kalem.
specificity. bird n. kuş; genç kadın.
binder n. bağlayıcı. (strictly) for the birds değersiz;
binding n. bağlayıcı. aptal.
binder n. geniş sargı. a bird in the hand elde; elde edil-
bio-, bi- prefixes. yaşam anlamına miş; elde edileceği kesin; elde bir.
önekler. ör. biology yaşam bilimi, birds of a feather aynı tipte insanlar.
dirimbilim. do bird cezaevinde kalmak.
biochemistry n. biokimya. give someone the bird kaba sesler
biodegradable adj. canlı organizma- çıkarmak; hoşnutsuzluk bildirmek.
ların proçesleriyle ayrışabilen. ör. kill two birds with one stone bir
Bacteria break down the taşla iki kuş vurmak.
biodegradable materials in the trash the bird has flown gerekli olan/
people throw away. aranan kişi kaçtı.
bioenergetics n. canlı organizmalarda the birds and bees cinsellikle ilgili
generji konusunu araştıran bilim da- bilgiler.
lı, bioenerjetik. ör. Bioenergetics is birth n. doğum, doğma; başlangıç,
concerned with the energy flow of köken. ör. The mother gave birth to
cellular reactions. a healthy child.
biologicals n. sayrı önlenmesinde ve- at birth doğumda.
ya sağaltımında kullanılan tıbbi stillbirth n. ölüdoğum.
preparatlar. birth canal dölyatağı; doğum sıra-
sında fetüsün geçtiği kanal.
biolytic adj. yaşamı yıkma gücünde
birth control doğum kontrolü.
olan; öldürücü.
birth injury doğumda bebeğin yara-
bion n. canlı organizma.
lanması.
bionomy n. yaşamsal işlevlerle ilgi-
birth trauma doğum sırasında
lenen bilim dalı.
yenidoğanın bedensel veya ruhsal
biopsy n. incelemek üzere canlı bir olarak yaralanması.
kişiden doku alma. birth-mark vücutta doğuştan var
biosis n. (genel anlamda) yaşam, ha- olan leke, doğum lekesi, iz.
yat. birthrate doğum oranı (yüzde veya
biostatistics n. yaşamsal sayılama binde).
bilgisi. give birth to doğurmak.
biotic adj. canlı organizma yasası ile biped adj. iki ayaklı. n. iki ayaklı
ilgili. hayvan.
biotomy n. bilimsel araştırma için bipolar, adj. iki ucu, iki kutbu, veya
canlı bir hayvanın vücudunun ke- iki kol veya bacağı olan. ör. Leprosy
silmesi. is a bipolar disease, determined by
bipara n. iki doğum yapmış kadın. the host cellular immune response.
biramous 252 blister
biramous adj. iki dallı. blank adj. boş, açık; beyaz; anlamsız.
bis- prefix. iki, iki kez anlamlarına -blastic suffix. tomurcuk, filiz, büyüme
önek. ör. bisaxillary, bisexual. anlamlarına sonek. ör. diplo-blastic.
bisect, v. bir organı veya vücut parça- blasto- prefix. büyüme, tomurcuk-
sını ikiye bölme, kesme, ayırma. lanma, sürme anlamına önek. ör.
bisection n. ayırma, bölme, kesme. balstoderm, balstowel.
bisexual adj. her iki cinsiyetle ilgili; blastoma n. tümör.
hem dişilik hem erkeklik organları blaze v. alevlendirmek, ışık saçmak,
olan. n. bir kişide her iki cinsiyetin aydınlatmak.
birlikte var olması; hem erkek hem bleach v. beyazlatmak, ağartmak.
dişilik özelliği gösteren kişi. blear-eye n. göz kapağı kenarlarının
bisexuality n. iki eşeylilik. kronik yangısı.
bistoury n. ameliyat bıçağı. bleb n. kabarcık.
bit n. küçük parça, kırıntı. bleed v. kanamak; kanatmak; kan al-
a bit hafif, hafifçe; biraz, bir parça. mak.
bite v. ısırmak. n. ısırık, yara. bleeder n. hemofili rahatsızlığı olan;
biting adj. acı, ısıran, keskin, soğuk. cerrahi bir işlem sırasında kesilmiş
bite off v. ısırmak, ısırıp koparmak, kan damarı., şiddetli kanama sayrısı.
parçalamak. bleeding adj. kanayan. n. kanama,
bite off more than one fazla sorum- kan kaybetme. ör. Esophageal
luluk almak lacerations account for 5 to 10% of
bitter adj. acı, kekre. upper gastrointestinal bleeding
biventer, adj. iki karınlı, iki şişkin episodes.
parçadan oluşan. bleeding time bir kesiden gelen ka-
bizarre adj. garip, tuhaf. namanın durması için gerekli olan,
black adj. siyah. yaklaşık 3 dk. süren kanama süresi.
Black Death veba. blend v. karışmak; karıştırmak, har-
Black Widow Kara Dul (örümcek). man etmek.
blackblood kirli kan. blenna n. balgam, sümük.
blackout ani bilinç ve görme yitimi; blennagenic adj. balgam üreten.
geçici görme kaybı. blenno-, blenn- prefix. mukusla ilgili
Blackwater Fever bir tür sıtma. anlamına önekler. ör. blennogenic,
blackmail v. şantaj yapmak. blennoid.
bladder n. mesane. blepharo- , blephar- prefix. gözka-
blame v. suçlamak, sorumlu tutmak, pağı anlamına önekler.
ayıplamak. n. kabahat, sorumluluk, blepharon n. gözkapağı.
suçlama. blind v. kör etmek; adj. iyi görme-
blameless adj. masum, suçsuz. yen; kör.
blanch v. ağarmak, ağartmak. blindness n. körlük.
bland adj. yatıştırıcı, hafif; ılımlı; the blind körler.
yumuşak, donuk. blink v. göz kırpmak.
bland diet hafif diyet, baharatsız di- blister n. deri altında sıvı birikimi;
yet. abse, kabarcık, kist, püstül.
blistering 253 blot
body stuffing n. vücuda yasa dışı çek defteri, v.d.) v. ayırtmak; reserve
ilaç/uyuşturucu alımı. etmek; cezaya uğramak.
bogey n. mantıksal nedeni olmayan, according to/by the book kurallara
korku duyulan nesne; var olmayan göre.
kötü ruh. bring someone to book birisini açık-
boggy adj. ıslak, çamurlu. lama yapmaya zorlamak; cezalan-
boil v. kaynamak; kaynatmak. n. çı- dırmak.
ban, pistül, tümör, ur, yumru; pişik, in one’s book birisinin kendi dü-
isilik; deri enfeksiyonu; kaynama. şüncesine göre.
boil away kaynayarak bitmek; yok in my book “benim kitabımda...”
olmak. book in otelde yer ayırtmak.
boil down kaynayarak azalmak. book sth up (birisi için oda, masa,
boil over kaynayarak kabarmak ve v.d.) ayırtmak, rezerve etmek.
taşmak; dökülmek. bookable adj. önceden ayırtılabilir.
boil up gelişip tehlikeli bir düzeye bookbinding n. kitap kaplama.
ulaşmak. bookcase n. kitaplık; içine kitap ko-
boiling hot son derece sıcak; kayna- nulan raflı mobilya.
ma derecesinde sıcak. booking n. ayırma; ayırtma; reserve
boiling point kaynama noktası. etme; bir gösteri veya hizmet ver-
bold adj. atılgan, cesur, cüretli; küstah. meye söz verme.
boldly adv. atılganlıkla, cüretle; küs- bookish adj. okumaya düşkün; kitap
tahça. kurdu.
boldness n. atılganlık, cüret; küstahlık. booklet n. kitapçık.
bolster v. desteklemek, takviye etmek. boom n. büyüme, gelişme.
bolus n. yuvarlak kütle; ilaç; çiğneye- boost v. artırmak, yükseltmek. n. des-
rek yutmaya hazırlanan yiyecek, tek, özendirme, teşvik.
lokma; bir defada verilen ilaç.
border n. sınır. v. sınırlamak, kenarı
bond n. bağ, bağlantı, ilişki. v. bağ-
olmak.
lamak.
bore v. delmek; usandırmak, can
bonding n.anne/baba – çocuk, karı –
sıkmak, rahatsız etmek.
koca, aşıklar arasındaki yakın ilişki,
boring adj. can sıkıcı.
bağlanma.
bone n. kemik. born adj. doğmuş.
bonelet n. küçük kemik. be (am, is, are, was, were) doğmak.
bony adj. kemikli, kemiksel. ör. About 10% of all persons are
bone wax n. kemik kanamasını dur- born with potentially significant
durmak üzere kemiği sarmak için melformations of the urinary system.
kullanılan materyal. borrow v. ödünç almak, borç almak,
bones n. kalsiyum ve elastik dokudan borçlanmak.
oluşan vücut çatısı. borrowing borçlanma.
book n. kitap; alıştırma kitabı; öde- boss n. çıkıntı, yumru, şişlik.
melerin kaydedildiği defter; birbiri- both her ikisi.
ne yapıştırılmış şeyler (bilet, kibrit, both ... and hem ... hem de.
bother 256 break
bother v. rahatsız etmek, üzmek, ca- bow v. eğmek, eğilmek, bükmek, bü-
nını sıkmak, sıkıntı vermek. külmek.
botheration n. iritasyon; rahatsızlık. bowel n. bağırsak.
bothersome adj. sorun yaratan; brachium n. pl. brachia kol, kola
iritasyona neden olan. ör. Palmar, benzer bir anatomik yapı.
plantar, and penile fibromatoses, brachy- prefix. kısa anlamına önek.
more bothersome than serious ör. brachymelia oransız kol veya
lesions, constitute a small group of bacak kısalığı.
superficical fibromatoses. bradycardia n. yavaş kalp atımı.
bottle n. şişe; biberon; ördek. brady- prefix. yavaşlık anlamına
bottle-feed biberonla beslemek; bibe- önek. ör. bradylexia n. ileri dere-
ronla beslenmek. cede okuma yavaşlığı. brady-tocia
bottom n. alt, en alt, taban. n. yavaş gelişen doğum.
bottomless adj. dipsiz, sınırsız. braidism n. uyutma, hipnotize etme.
at bottom temel olarak; gerçekten. brain n. beyin.
bottoms up adj. en alt; en aşağı; te- brain damage n. beyin hasarı. ör.
mel. The fetus is especially susceptible to
-bound sınırlı; alıkonulmuş; belirli methylmercury; the consequences of
bir biçimde denetim altına alınmış metarnal exposure are fetal brain
anlamlarına sonek. ör. fog-bound damage, mental retardation, and
airplane sis nedeniyle çalışması death.
olanaksız uçak. snow-bound karla Brain Fever n. meninjit.
kaplı, çevrili. brain stem n. beyin sapı.
bound v. sıçramak, zıplamak; sınır branch n. dal, kol, uzantı, çıkıntı.
çizmek. n. sıçrama, atlama, zıplama; branny adj. kepekli.
sınır. brassy adj. prinçsi, bronz gibi.
bound to emin olmak. breach n. bozma, kırma, yarma. ör.
boundary n. sınır, kenar. When the mucosal barrier is
bounding pulse sıçrayıcı nabız. breached, the muscularis mucosa
to be bound up with/in bağlantılı, limits injury.
ilgili, ilişkili; ayrılmaz şekilde bağlı; bread n. ekmek.
tamamen adanmış. a loaf of bread bir somun ekmek.
boundless adj. sınırsız, sonsuz. two loaves of bread iki somun ek-
bout n. hastalık nöbeti; nöbet, sıra. mek.
ör. Chronic pancreatitis is a disease a slice of bread bir dilim ekmek.
characterized by repeated bouts of brave adj. cesur, yiğit. v. karşı gel-
mild to moderate pancreatic mek, meydan okumak.
inflammation, with continued loss of bravely adv. cesurca, yiğitçe.
pancreatic parenchyma and bravery n. cesaret, kahramanlık.
replacement by fibrous tissue. break v. kırmak, bozmak; kırılmak,
a bout of flue grip nöbeti. kopmak, koparmak; ara vermek,
bovine n. sığır tipi. mola vermek. n. kırıklık; ara, mola.
break away 257 breech delivery
breed n. çoğalma, üreme; cins, soy, bring into the world doğurmak;
tür. v. yetiştirmek, üretmek. dünyaya getirmek.
breeding n. üretme, çoğalma, ço- bring off başarmak, gerçekleştirmek,
ğaltma, yetiştirme. ulaşmak.
brevity n. kısalık. bring on v. -ile sonuçlanmak, neden
brew v. mayalamak, fermente etmek. olmak; geliştirmek, ortaya çıkar-
bridge n. köprü. mak.
bridging n. köprü kurma; bağlama. bring out v. açıklamak, açığa çıkar-
brief adj. kısa. mak; göstermek, vurgulamak; bas-
in brief kısaca; birkaç sözcükle. mak, yayımlamak.
to be brief kısaca, özetle. bring over v. yenmek; düşüncesini
briefing n. kısaca anlatma; özetleme; değiştirmek.
özetleyim. bring sb out in deride döküntüye ne-
briefly adv. kısaca. den olmak.
bright adj. parlak¸zeki. bring sb up short aniden durdurmak.
brighten v. parlatmak, aydınlatmak, bring sth down on sb kötü birşeyin
canlandırmak. olmasına neden olmak.
Bright's Disease n. böbrek sayrısı. bring sth off başarmak; güç bir işi
brilliant adj. parlak, parıltılı. başarıyla bitirmek.
brilliantly clever son derece zeki, bring sth on/upon sb istenmeyen bir
çok yetenekli. şeyin meydana gelmesine etken ol-
bring v. getirmek. mak.
bring about v. oluşturmak, hasıl et- bring through v. bir hastayı kurtar-
mek, neden olmak, sebep olmak, mak; kurtulmak, yaşamını sürdür-
yol açmak. mek.
bring around/round v. bir düşünceyi bring to v. kendine getirmek.
benimsetmek.
bring up v. yetiştirmek, büyütmek;
bring back geri döndürmek; kusmak;
eğitmek, dikkat çekmek; konuyu
anımsamak, hatırlamak.
konuşmaya sokmak; çıkarmak,
bring down v. değerini düşürmek,
kusmak.
indirmek, çökertmek, cesaretini kır-
brink, n. sınır, üst sınır, tehlike sınırı;
mak.
kenar, uç.
bring down on v. neden olmak.
on the brink of tehlike sınırında,
bring forth v. yükseltmek, etkilemek,
meydana getirmek; doğurmak, ileri sınırda, kenarda, uçta.
sürmek, vermek. brisk adj. canlı, hareketli, uyanık.
bring forward v. sunmak, ileri sür- bristle v. dikeltmek; dik tutmak. n.
mek; göstermek. sert kıl.
bring in v. vermek; üretmek; sunmak; brittle adj. gevşek, kolay kırılır.
içeri sokmak; kazanmak, gelir/yarar brittleness n. duyarlılık, kırılabilirlik;
sağlamak. gerginlik.
bring into being başlamak, başlat- broad adj. geniş, enli, yaygın.
mak. broaden v. genişle(t)mek.
broadly speaking 259 bugger
cast in one's lot with birisinin kade- kan madde, katabolit. ör. The
rini paylaşmak. catabolites produced in the
cast light upon -e ışık tutmak. breakdown of glucose are
cast off atmak; kaldırıp atmak; kesip carbondioxide and water.
atmak. catabolit adj. yıkan, yıkıcı.
cast out zorla çıkarmak; zorla atmak; catamenia n. adet kanaması.
sürüp çıkarmak. catamitous adj. belalı, felaketli.
cast up kusmak; çıkarmak; artırmak, cataract n. göz lensindeki opak bölge
eklemek, toplamak. (kısmi veya tam körlüğe neden
casting n. dökme, döküm. olur); katarakt.
cast iron dökme demir. cataractous adj. kataraktla ilgili.
castle n. şato, kale. catastrophe n. felaket, terslik, yıkım.
castrate v. iğdiş etmek, kısırlaştırmak, catastrophic adj. yıkıcı, felaket geti-
erkeklik/dişilik organını almak. rici. ör. Neoplasms are essentially
castration n. hadım etme, burma, parasites. Some cause only trivial
kesme; iğdişleme, iğdişlenme. mischief, but others are catastrophic.
casual adj. kazara, şanseseri, plansız, catatonia n. hareket yitimi ile belir-
rastgele, rastlantısal. gin şizofreni türü.
casually adv. dikkatsizce, şans eseri. catch v. tutmak, yakalamak, yaka-
casualty n. yaralanma; kaza, kazaya lanmak.
uğramış kişi; kayıp, yitik. catch at yakalamaya çalışmak.
fatal casualty ölümcül kaza; ölüm- catch on anlamak, kavramak; ünlen-
le sonuçlanan kaza; ölüm. mek, popüler olmak, tutmak, tutul-
casualty ward ilk yardım merkezi. mak.
cat n. kedi. catch on to anlamak, öğrenmek.
let the cat out of the bag bir gizi catch one's breath bir işe devam
ağzından kaçırmak; bir sırrı farkına edebilmek için kısa bir mola ver-
varmadan vermek. mek.
it rains cats and dogs sicim gibi catch out v. hatalı olduğunu göster-
yağmak, bardaktan boşanırcasına mek.
yağmak, şiddetli yağmak. catch sight of v. görmek, gözüne
cata- prefix. 1. bir süreci değiştirme; çarpmak.
2. aşağı; indirgeme, azaltma anlam- catch up yakalamak; kıskıvrak tutmak.
larına önek. ör. cataplasia, cataphyll. catch up on v. bir işi tamamlamak
catabolic adj. kompleks moleküllerin üzre çalışmak.
basit birimlere yıkımı ile ilgili, catch up with v. ulaşmak, yetişmek.
katabolic. ör. Catabolic processes n. tutma, yakalama. adj. hileli; dik-
release energy when the bonds of kat çekmek üzere tasarlanmış.
complex molecules are broken. category n. sınıf; tip; kategori.
catabolism n. yıkım, şiddetli değişim. categorize v. bir kümeye, sınıfa, bö-
catabolite n. kompleks moleküllerin lüme yerleştirmek.
basit birimlere yıkımıyla ortaya çı- catemenia n. ilk adet kanaması.
catenate 269 cavum pelvis
cavum pleurea akciğer zarı boşluğu. cellular hücresel, gözesel, göze; hüc-
cavum uteri dölyatağı boşluğu. reli.
cc., a cubic centimeter santimetre cellular immunity gözesel bağışıklık.
küp. cellularity n. gözesellik.
cease v. durmak, dinmek, kesilmek, cellulicidal adj. göze yıkıcı/öldürücü.
durdurmak, son bulmak, bitmek. cellulifugal adj. bir gözeden uzağa
ceaseless adj. sürekli, devamlı, dur- doğru giden, uzaklaşan, genişleyen.
maksızın; inatçı, ısrarlı. cellulose n. bitki nışastası. ör.
ceco- , cec- prefixes. körbağırsak an- Cellulose makes up plant cell walls.
lamına önekler. cement n. alçı, çimento. v. güçlen-
cecum L. n. pl. ceca kalın bağırsağın dirmek, perçinlemek.
ilk kısmı; körbağırsak, çekum. cemetary n. mezarlık, gömütlük.
cede v. bırakmak; teslim olmak; vaz- ceno- , coeno- prefixes. ortak anlamına
geçmek. önekler.
cel n. hız birimi (saniyede bir cm.). censor v. denetlemek, kontrol etmek.
-cele suffix. şişlik; yırtık anlamlarına censure v. eleştirmek, denetlemek;
sonek. şiddetli eleştiri yöneltmek; suçla-
celebrate v. kutlamak. mak.
celebration n. kutlama census n. nüfus sayımı.
celebrity n. ünlü bir kişi; ün. take a census v. nüfus sayımı yap-
celerity n. çabukluk, hız. mak.
celestial adj. göksel; gökle ilgili. center v. yoğunlaşmak, toplamak. n.
celiac adj. karın bölgesi ile ilgili. orta; orta bölüm; önemli; önemli
celibacy n. bekarlık. olan.
celibate n. bekar; evlenmemiş. in the center of ortasında.
celio- , cello- prefixes. karın; boşluk, centi- (c) prefix. yüz, yüzüncü anlam-
yırtık anlamlarına önekler.
larına önek. ör. a centipede yüz
cellitis n. karın bölgesi yangısı.
ayaklı (böcek). a centimeter.
cell n. yaşam birimi; hücre; göze.
central adj. orta, en önemli, merkezi,
cell culture hücre kültürü; göze ekimi.
ana, temel, asıl.
cell cultuve göze ekimi, hücre kültürü.
centralize v. merkezileştirmek; tek
cell mediate hücre aracı; hücresel.
kontrol altına almak.
cell-mediated hücre aracı, gözesel,
centrally adv. merkezi olarak.
hücresel. ör. Both cell-mediated and
humoral immunity can have centri- prefix. merkez anlamına önek.
antitumor activity. centrifugal merkezkaç, merkezden
cell mediated immunity gözesel ba- uzaklaşıcı.
ğışıklık. centripetal merkezcil, çevreden mer-
cella n. pl. cellae göze, hücre, oda. keze doğru yönelen.
cellar n. mahzen. centrum n. pl. centra merkez.
cellicolous adj. göze içinde yaşayan. centum ( c ) n. yüz.
cellula n. pl. cellulae küçük bölme, cephal- , cephalo- prefixes. baş, kafa
göze, küçük bölüm. anlamlarına önekler. ör. cephalopod.
cephalad 271 chain
credible adj. güven duyulur, ina- cri du chat n. bebeğin kedi miyavla-
nılır. ması gibi sesler çıkararak ağlaması,
credibility güvenirlik. kaltsal kromozom anomallisi.
credit v. doğru olması güç bir şeye cribration n. eleme, kalburdan ge-
inanmak. n. eğitimin başarıyla ta- çirme.
mamlanmış birimi. cribriform adj. kalbur şeklinde; elek
credit sb with sth phr v. Birisine gü- şeklinde.
ven duymak, m ösel nitelikleri ol- cribrum n. pl. cribra kalbur şeklinde
duğunu varsaymak, birisinin iyi plaka.
birşeyden sorumlu olduğunu bil- cricoid adj. halka şeklinde.
dirmek. crime n. cinayet, cürüm, suç.
buy/sell on credit krediyle/veresiye criminal adj. suçlu, cürümsel.
almak/satmak. cripple v. sakat bırakmak. n. sakat,
gain credit v. onur/ saygınlık ka- kötürüm, topal.
zanmak. crippled adj. felçli, nuzul kalmış, sa-
give credit v. borç vermek, kredi kat, kötürüm.
açmak; inanmak. crippling adj. sakat/sekel bırakıcı.
on credit veresiye. crisis n. pl. crises nöbet, buhran, bu-
take on credit v. kredi ile/veresiye nalım, kriz.
almak. crisp adj. gevrek, kolay kırılır.
credit card kredi kartı. crisply adv. keskin olarak.
credit with doğruluğunu belirtmek, crispy adj. gevrek; kıvırcık.
inanmak. crista n. pl. cristae ibik; zirve, doruk.
creditable adj. saygın, onur verici. criterion n. pl. criteria ölçüt.
creep v. sürünmek, emeklemek, so- critic n. kritik, ciddi, korku verici.
kulmak. critical adj. tehlikeli, ciddi. ör.
Coordinated motor function is
cremaster n. testisleri yukarı çeken
critical to proper function of the
kas.
esophagus.
cremation n. ölüyü yakma; ceset
critically adv. ciddi olarak, yaşamsal
yakma.
olarak; yakın olarak; öznel olarak.
crena n. pl. crenae V-şeklinde kesi.
crochet v. tığ ile örmek. n. örme, tığ
crepitate v. çatırdamak.
örgüsü.
crepitating adj. çatırdayan.
crooked adj. çarpık, eğri; hilekar.
crepitation n. çatırdama.
crop n. ürün, mahsül.
crescent n. yarımay. cross v. birleşmek, eşleşmek, çiftleş-
cress n. tere. mek çaprazlamak; üremek, çoğal-
crest n. kemik üzerinde ortaya çıkan mak; geçmek n. ölüm simgesi ”†”
kabartı; bir kuşun kafası üzerindeki (haç sembolü). ör. The cross symbol
tüyler, ibik; zirve, doruk. is often seen in medical reports. //
crevice n. küçük yarık; çatlak. When two different parents are
crew n. pl. tayfa, mürettebat, ekip, ta- crossed, the offspring usually
kım. resembles only one parent.
cross-breed 296 crypt
crypto- , crypt- prefixes. gizli, giz- cuniculuc n. pl. cuniculi deride bu-
lenmiş, saklı anlamlarına önekler. lunan uyuz akarları oyuğu.
ör. cryptography kod çözme ça- cup n. kupa, fincan; fincana benzer
lışması. bir yapı, oyuk yapı v. kupa içine
crystal n. kristal, billur. yerleştirmek, koymak; kupa şekli
crystalline adj. kristalimsi, kumsu. vermek.
cube n. küp. cupped adj. oyuk, fincan şeklinde.
cubical adj. kübik. cupping n. oyuk oluşumu.
cubital adj. dirsekle/ön kolla ilgili. cupula n. pl. cuppulae fincana ben-
cubitus n. pl. cubiti dirsek, önkol. zer yapı, kubbe şeklinde bir yapı.
cuboid adj. kübik, küp şeklinde. curable adj. sağaltılabilir.
cue n. işaret, ipucu. curage n. parmakla yapılan kürtaj.
cuff n. bazı uzantıları kaplayan yapı, curative adj. iyileştirici, sağaltıcı, sa-
kılıf, kaf. ğaltma eğiliminde olan. ör. No form
cuirass n. göğüs kafesinin ön yüzü. of cancer better documents the
cul-de-sac n.pl. culs-de-sac kese, dibi remarkable effects of prevention,
kapalı boşluk, kuldesak. early diagnosis, and curative
culicidal adj. sivrisinek öldürücü. therapy on the mortality rate than
culicide n. sivrisinek öldürücü madde. does cancer of the cervix.
culicifuge adj. sivrisinek kovucu. n. curb v. engellemek.
sivrisinek ısırmasını önleyici madde. cure v. iyileştirmek, tedavi etmek,
culminate v. doruğuna ermek. sağaltmak. n. iyileştirme, tedavi,
cult n. dogma, dinsel öğreti. sağaltım.
cultivate v. toprağı işlemek, sürmek; cured adj. iyileşmiş, sağalmış.
geliştirmek, yetiştirmek. curet(te) v. kazımak.
cultivable. adj. işlenebilir, sürülebilir. curettage n. bir vücut boşluğu-
cultivated adj. işlenmiş, sürülmüş. nun/özellikle döl yatağının iç yüze-
cultivation n. toprağı işleme, sürme; yinin kazınması; kürtaj.
yetiştirme, minicanlı çoğalması, bir curette n. ölü dokuları kazıyıp almak
ortamda çoğalan minicanlı kütlesi, üzere kullanılan kaşık şeklinde bir
göze çoğalımı. alet; küret.
cultivator n. işleyen, çiftçi. curious adj. meraklı.
culture n. bir organizmanın uygun current adj. geçerli, güncel. n. akım.
ortamda üremesi; uygun ortamda currently adv. şimdi, şu anda, gücel
çoğalan minicanlılar/bakteriler. olarak, günümüzde.
cum L ile, birlikte. in current use güncel olarak kulla-
cumbersome adj. hantal, iri, hacimli. nılan, güncel kullanımda.
cumulative adj. toplu, toplanma eği- curriculum n. öğretim proğramı.
liminde olan. curriculum vitae meslek yaşam öy-
cumulus n. pl. cumuli göze birikimi. küsü; mesleksel özgeçmiş.
cuneate adj. kama şeklinde. cursory adj. yüzeysel, gelişigüzel.
cuneiform adj. kama şeklinde. curtail v. azaltmak, indirgemek.
curtain 298 cyst
curtain v. perde ile örtmek. n. perde. cutaneous adj. cilde ait, deri ile ilgili.
draw the curtains perdeyi çekmek. ör. In addition to causing cutaneous
raise the curtains perdeyi açmak. lesions, HSV – 1 is the major
curvarura n. pl. vurvaturae eğrilik, enfectious cause of corneal blindness.
eğrilme. cuticle n. kemiksi, ince dış tabaka.
curvature n. eğrilik, eğrilme. ör. The cuticula n. pl. cuticulae deri, dış ta-
greater the curvature of a lens, the baka.
greater its refrective power. = Bir cutlery n. çatal-bıçak takımı.
lensin eğriliği ne kadar büyükse -cy prefix. eylemlerden ad oluşturan
yansıtma gücü (de) o kadar büyük- sonek. ör. accuracy doğruluk.
tür. cyano- , cyan- prefixes. mavi anlamı-
cushion, n. yastığa benzer yapı. na önekler.
cusp n. diş üzerindeki çıkıntı; kalp cyanemia n. kanın koyu mavi bir gö-
kapakçıkları üzerindeki yaprakçık- rünüm alması, kanda mavilik. ör.
lardan biri. Cyanemia occurs when the
custodian n. kapı görevlisi, koruma, haemoglobin is unsaturated with
bekçi. oxygen.
cut n. kesme, kesi, yara, darbe. v. ke- cyanopsia n. mavi görme, herşeyin
sip çıkarmak; kesmek, biçmek, mavi görüldüğü durum.
yarmak. cyanosis n. derinin koyu mavi, mor
cut across sth kısa yoldan gitmek; bir görünüm alması, siyanoz. ör.
karşıt olmak. Cyanosis is often present in patients
cut back v. azaltmak, düşürmek, in- with serious heart defects.
dirgemek. cyanuria. n. idrarda mavilik.
cut down miktarını azaltmak; mikta- cycle n. döngü, çevrim.
rını indirmek. cyclic adj. döngüsel.
cut down on v. azaltmak, düşürmek, cyclo- , cycl- prefixes. döngü anlamı-
indirgemek, kısmak.
na önekler.
cut in v. bir konuşmayı kesmek, sö-
cyl. abv. silindir anlamına kısaltma.
zünü kesmek, müdahele etmek.
cylinder n. silindir, böbrek üzerinde
cut off v. kesip ayırmak, ameliyetla
silindire benzeyen veya çubuğa
almak; sona erdirmek, bağlantısını
benzer minican kümesi.
koparmak; yalıtmak; zihinsel olarak
cylindiric adj. silindir şeklinde.
izole etmek.
cyclus n., L. döngü, çevrim.
cut out uygun olmak; kesip çıkar-
mak; keserek almak; birşeyi kul- menstrual cyclus aybaşı çevrimi,
lanmayı bırakmak, durdurmak, iptal menstural döngü.
etmek, son vermek. cyesis n. gebelik.
cut out for v. eğilimi olmak, niteli- cynophobia n. köpek korkusu; köpe-
ğinde olmak. ğe karşı duyulan korku.
cut up v. bölmek, kesmek, kıymak, cyst n. gaz, sıvı veya yarıkatı madde
yaralamak, duygusal olarak rahatsız ile dolu, vücudun herhangi bir ye-
olmak; üzülmek. rinde bulunan kesemsi çıkıntı; kist.
cystitis 299 cytouria
debar v. ayrı tutmak; önlemek, engel- decalcify v. kemik veya dişlerden kireç
lemek; yasaklamak. veya kalsiyum tuzlarını çıkarmak.
debase v. karakter, nitelik veya değer decalvant adj. kelliğe neden olan; saç
açısından alçaltmak; aşağılamak, döken, saç dökücü, kelleştirici.
küçük düşürmek. decant v. bir varil içindeki sıvının
debate n. tartışma, münakaşa. v. tar- üstteki temiz kısmını, tortusunu ge-
tışmak. ride bırakarak, dökmek.
debatable adj. tartışılabilir. decantation n. bir sıvının temiz üst
debilitant adj. zayıflatıcı, güçsüz bı- bölümünü dökme.
rakıcı, zayıflığa neden olan. decapitate v. başını koparmak.
debilitate v. zayıflatmak, güçsüz bı- decay v. bozulmak, çürümek. n. bo-
rakmak. zulma, çürüme, yıpranma.
debilitated adj düşkün, zayıf; güçsüz; decayed adj. bozulmuş, çürümüş.
yıpranmış. ör. Invasive aspergillosis decease v. ölmek.
is an opportunistic infection confined deceased adj. yaşamayan; ölü. n. öl-
to immunosuppressed and debilitated müş kişi.
hosts. deceive v. aldatmak, kandırmak.
debilitating adj. zayıflatıcı, güçten deceit n. aldatma, hile, kandırma,
düşürücü, güçsüz bırakıcı. ör. In the sahtekarlık, yalan.
homozygote, sickle cell anemia is a deceitful adj. yalancı, hilekar, aldatıcı.
debilitating disorder. deceitfully adj. hile ile, hilekarlıkla.
debilitative adj. güçsüz bırakıcı; yıp- decelerate v. yavaşlamak, yavaşlat-
ratıcı; zayıflatıcı. mak; hızını kesmek, hızından dü-
debility n. bitkinlik, güçsüzlük, zayıf- şürmek.
lık. deceleration n. yavaşlatma, hız kesme.
debouch v. bir başka bölüme açıl- decennial adj. on yıl süren; on yılda
mak/boşalmak. bir meydana gelen.
debouchment n. bir başka bölüme decennium n. on yıl; on yıllık zaman.
açılma/boşalma. decent adj. mazbut, doğru, dürüst,
debridement n. bir yaradan ölmüş uygun, yeterli.
doku veya yabancı cismi (keserek) decency n. incelik, nezaket, dürüst-
alma. lük; uygunluk.
debrief v. bilgi toplamak, bilgi almak. deception n. aldatma, aldatmaca, ya-
debris n. kalıntı, döküntü, birikinti, nıltma, hile.
artık. deceptive adj. yanıltıcı, aldatıcı.
debt n. eksiklik; yatkınlık; borç. decerebration n. beynin ameliyatla
deca- (da) prefix. on anlamına önek. alınması.
ör. decade n. on yıl, on yıllık za- deci- prefix. onda bir anlamına önek.
man süresi. decathlon n. on değişik ör. decibel, decimeter.
dalda yapılan spor yarışmaları. decide v. karar vermek, kararlaştırmak.
decagram 10 gram. decide on/upon v. seçmek.
decalcification n. kemiğin normal decided adj. kati, kesin, kararlaştırıl-
mineral tuzu içeriğinde azalma. mış.
decidedly 304 deem
deep adj. derin, derinde, dipsiz; gizil. defer v. ertelemek, geciktirmek; saygı
ör. Small papillomas occur deep duymak.
within the breast and are often deference n. erteleme; saygı, riayet
associated with the other changes of etme, uyma.
proliferative breast tissue. deferent adj. aşağı, dışarı götüren
go off the deep end öfkelenmek, (damar, sinir, kanal).
aniden çileden çıkmak. defiant adj. küstah, saygısız.
in deep water ciddi sıkıntıda. defiance n. saygısızlık, küstahlık.
deep freeze derin dondurucu. defiantly adv. küstahça; saygısızca.
deep-laid adj. gizlice planlanmış. deficiency n. eksiklik, yetmezlik. ör.
deep-seated derinde yerleşik, kök The significance of a specific
salmış. enzyme deficiency is best understood
deepen v. derinleştirmek, koyulaş- from the perspective of the normal
mak. metabolism of glycogen. = Spesifik
deeply adv. bolca, ciddi olarak, de- enzim yetmezliğinin önemi en iyi
rinden. glikojenin normal metabolizma
deeply hurt derinden yaralanmış. perspektifinden anlaşılır.
def abv. çürümüş, bozulmuş, çıkarıl- deficiency diseases yetmezlik hasta-
mış, doldurulmuş anlamlarına kı- lıkları/sayrılıkları.
saltma. ör. def caries. deficient adj. eksik, kusurlu; olma-
defame v. adı kötüye çıkmak, adını yan; yeterli miktarda bulunmayan.
deficit n. açık, eksik, eksiklik, yokluk.
lekelemek.
defile v. kirletmek, bozmak; koparmak.
defatigation n. zayıflık, zafiyet, şid-
define v. tanımlamak, belirtmek,
detli yorgunluk.
açıklamak, tarif etmek.
defatiguble adj. kolay yorulan, çabuk
(well) defined tanımlanmış, belli.
yorulan.
defined adj. belirli, tanımlanan.
defeat v. yenmek; başarısız kılmak,
defining adj. belirten, açıklayan.
bozmak.
definition n. tanımlama, açıklama;
defecate v. dışkı çıkarmak, dışkıla- optik’te bir lensin kesin bir görüntü
mak. verme gücü.
defecation n. dışkı çıkarma. definite adj. belirli, kati, kesin.
defect n. bozukluk, eksiklik, sakatlık, definitely adv. kesinlikle, kesin olarak,
kusur; hata, yanılgı. şüphesiz.
defective adj. eksik, kusurlu. definitely mistaken kesin olarak ya-
defectively adv. kusurlu şekilde. nılmış.
defection n. melankoli. definitive adj. kesin, kati; son.
defemination n. kadın cinsiyet özel- definitively adv. kesinlikle, kesin ola-
liklerinin yitimi ve erkek cinsiyet rak.
özelliklerine sahip olma varsanısı. deflate v. söndürmek, havasını almak.
defend v. savunmak. deflect v. saptırmak, çevirmek.
defence n. savunma. deflection n. bir tarafa devindirme.
deflexion 306 deliberately
delicate adj. ince, duyarlı, nazik, yu- deme n. yerel, küçük, yakın akraba
muşak. topluluğu.
delicately adv. incelikle, nezaketle, dement v. bunamak.
zarif olarak. demented adj. bunak, bunamış, deli.
delicacy n. incelik, duyarlık, ciddilik; dementia n. bunama.
nezaket, zarafet. demi- prefix. yarım, yarı anlamlarına
delicious adj. tatlı, lezzetli, nefis. örnek. ör. demisemiquaver çok kı-
delimit v. sınırlamak. sa (müzik) notası. demi-god yarı
delinquent adj. suçlu, kabahatli. insan yarı tanrı.
delinquency n. toplumsal olarak be- demise n. çökme, ölüm, son bulma.
nimsenmeme. demolish v. harap etmek, yıkmak,
deliquescence n. atmosferden su tahrip etmek.
emerek nemlenme demolition n. çöküntü, yıkım.
delirium n. zehirli ilaçların etkisinde demon n. kötü ruh.
veya bazı bulaşıcı sayrılıkların sey- demoniacal adj. kötü ruhlarla ilgili.
rinde görülen zihinsel rahatsızlık; demonstrate v. göstermek, açıkla-
deliryum. mak; kanıtlamak; gösteri yapmak;
deliver v. doğurmak, doğum yapmak; ör. Pasteur demonstrated that
kapalı bir yerden çıkarmak; vermek. infectious illnesses were caused by
n. doğurma, çocuk doğurma; verme. particular bacteria, many of which
delivery n. doğum; kapalı bir yerden could be eliminated by moderate
çıkarma; dağıtma, verme. heating pasterurization) of milk and
special delivery replay acele posta other liquids. = Pasteur bulaşıcı
servisi (aps), özel ulak. sayrılıkların çoğu süt ve diğer sıvı-
delivery unit n. (hastanenin) doğum ların orta derecede ısıtılmasıyla
birimi. (pastörizasyon) yok edilebildiği bel-
deliverance n. doğurma, kurtarma. li bakteriler tarafından oluşturuldu-
delouse v. bitten arındırmak; bitten ğunu gösterdi.
temizlemek. demonstrable adj. göstrilebilir.
deltoid adj. üçgen şeklinde; üçgenle demonstration n. gösterme, açıkla-
ilgili. n. omuz eklemini tutan kas. ma, gösteri; kanıt.
delusion n. aldanma, aldatma, dalgı, demorphinization n. yavaş yavaş
gaflet, hayal, yanlış inanç. azaltma yoluyla morfin kullanma
delve (into) v. araştırmak. alışkanlığını sağaltma.
demand v. istemek, talep etmek. n. demos n. insanlar, kitle, insan kitlesi,
gereksinim, istek, istem, talep. halk.
demarcate v. ayırmak, sınır çizmek. demulcent adj. yatıştırıcı, rahatlatıcı;
ör. On histologic examination, n. yatıştırıcı bir madde.
seborrheic heratoses are exophytic demur v. kabul etmemek, karşı çık-
and demarcated sharply from the mak, duyarsızlaştırmak.
adjacent epidermis. dendriform adj. ağaç şeklinde, dal-
damarcation n. ayırma, sınırlama. lanmış.
denervate 308 deplete
dermatitis deri yangısı, ekzema. ör. desiccant adj. kuruma, kuruluğa ne-
Dermatitis may be caused by an den olma. n. nem emici/kurutucu
allergy to soap. ajan.
dermatology n. deri sayrılıkları bilimi. desiccate v. kurumak, kurutmak.
dermatoplasty n. hasarlı veya yıkıma dessication n. kurutma.
uğramış derinin cerrahi onarımı. ör. desiccant n. kurutucu ilaç; kurutma
Dermatoplasty is required to eğilimi.
replace severely burned areas of the desiccation n. kurutma.
skin. design v. tasarlamak, düzenlemek.
derogatory adj. küçük düşürücü, ka- designate n. göstermek, belirtmek,
ba, saygısız, küçültücü. ifade etmek, adlandırmak; atamak,
desalinate v. tuzunu çıkarmak, tuzu- görevlendirmek, seçmek. ör. In ge-
nu gidermek, tuzunu ayırmak. neral, benign tumors are designated
descend v. inmek, alçalmak. by attaching the suffix –oma to the
descendant n. evlat; soyundan. cell of origin. = Genel olarak, benin/
descendent adj. inen. iyi huylu tümörler orijinal hücreye
descending adj. inen, aşağıya doğru –oma soneki eklenerek belirtilir.
giden. ör. The descending colon desire n. isteme, hoşa gitme, beğen-
leads downward to the rectum on me. v. istemek, beğenmek.
the left side of the body. desirable adj. beğenilen, hoşa giden.
descensus n. yüksekten düşme. desired adj. istenen, arzulanan.
descent n. fetüsün doğum kanalına desirous adj. isteyen, arzulayan; iste-
düşmesi. ğini, dileğini belirten.
describe v. tanımlamak, anlatmak, desist v. vazgeçmek, -den uzak kalmak.
betimlemek. ör. Congenital heart desmo- , desm- prefixes. lifsel bağ-
disease is a general term used to lantı, ligament anlamlarına önekler.
desolate adj. ıssız, terkedilmiş, çıp-
describe abnormalities of the heart
lak, yaşanmaz; yalnız, kimsesiz.
or great vessels that are present
despair v. umudunu kesmek. n. çare-
from birth.
sizlik; umutsuzluk.
description n. açıklama, tanımlama,
desperate adj. tehlikeli, umutsuz; za-
tarif, betim, betimleme.
rarlı, şiddetli, çılgın, tükenmiş.
descriptive adj. betimlemeli, betim-
desperation n. umutsuzluk, yılgınlık,
sel, tanımlayıcı.
çaresizlik.
desensitize v. duyarsızlaştırmak.
despicable adj. bayağı, basit, alçak.
desert v. ayrılmak, terketmek, bo- despise v. küçümsemek, hor görmek,
şaltmak; bırakmak. n. çöl. değersiz görmek.
deserve v. hak etmek, layık olmak. despite prep. –dığı halde, -ise de,
deserved adj. haketmiş; kazanmış. karşın, -e rağmen. ör. Despite its
deserving adj. hak eden; kazanan. low communicability, leprosy
desex v. üreme organlarının tamamını remains endemic among an
veya bir kısmını ameliyatla almak; estimated 10 to 15 million people
hadım etmek, iğdiş etmek. living in poor tropical countries.
despite 311 deteriorate
despite the fact that conj. karşın, in every detail her bakımdan, her
rağmen, -dığı halde, ise de. noktada.
desquamate v. dökülmek; pul pul detach v. ayırmak.
dökülmüş. detachment n. ayırma, ayrı durma,
dessert n. tatlı. tarafsızlık.
destine v. önceden belirlemek. detain v. alıkoymak, tutmak.
destination n. ulaşılacak yer. detention n. alıkoyma, tutma.
destined adj. yönelmiş; yönelik. detect v. araştırmak, bulmak, meyda-
destiny n. yazgı. na çıkarmak.
destitute adj. aç, kimsesiz, mahrum, detection n. bulma, meydana çıkar-
yoksul. ma, keşif. ör. Toxicology is the
destroy v. yok etmek, tahrip etmek, scientific discipline that studies the
yıkmak. detection, effects, and mechanisms
destruct n. yok etme; bozma; yıkma. of action of poisons and toxic
destruction n. yıkım, yok etme, im- chemicals.
ha. ör. During the invasive phase of deter v. caydırmak; engel olmak.
trichinosis, cell destruction can be deterrant adj. caydırıcı, engelleyici.
widespread but is rarely lethal. detergent (from) adj. temizleyici
destructive adj. zararlı, yıkıcı. ör. özelliği olan. n. temizleyici madde.
Cerebral abscesses are destructive, deteriorate v. bozmak, bozulmak,
and patients almost invariably kötüleşmek.
present clinically with progressive deterioration n. bozma, bozulma, kö-
focal deficits. tüleşme.
destructiveness n. yıkıcılık, zararlı- determinant adj. saptayan, belirle-
lık, tahrip edicilik. ör. The yen; türev.
development of cell-mediated, or determinating adj. saptayıcı.
typr IV, hypersensitivity to the determination n. karar, belirtme,
tubercle bacillus probably explains saptama; belirleme; kararlılık, azim
the organism’s destructiveness in ör. Determination of the
tissues and also the emergence of pathogenesis of psoriasis is one of
resistance to the organisms. the most important challenges in
desultory adj. gelişigüzel, dağınık, dermatopathologic research.
amaçsız. determine v. karar vermek, sapta-
det. abv. L detur vermek. mak, belirlemek.
detach v. ayırmak, ayrılmak. determined adj, azimli, kararlı.
detachment n. ayrılma. detest v. hoşlanmamak, nefret etmek.
detail n. ayrıntı. v. ayrıntılarıyla (ele) detestable adj. iğrenç, tiksindirici.
almak. deter v. cesaretini kırmak, engelle-
detailed adj. ayrıntılı. mek.
detailing adj. ayrıntılarıyla (ele) alan. deterrent n. güçlük, önleyici, tıkayıcı.
in detail ayrıntılı olarak; ayrıntıla- deteriorate v. bozmak, bozulmak,
rıyla. kötüleşmek.
deterioration 312 diabetes
diabetic adj. şeker sayrılığı olan, şe- diathesis n. bir kişinin belli bir sayrı-
ker hastası, şekerle ilgili. lığa yatkın olma hali.
diabolical adj. sıkıcı, tatsız; şeytanca. dicelous adj. iki boşluğu olan, iki
diagnose v. sayrılığı saptamak, tanı- kaviteli.
mak; tanılamak. dicho- prefix. iki parça, ikiye bölün-
diagnosis n. tanı; yorum. me anlamlarına önek. ör. dicho-
diagnostic adj. tanısal. tomy n. iki ayrı parçaya bölünme.
diagram n. şekil, şema, grafik. dichromatic adj. yalnızca iki esas
dial n. saate benzer bir alet. rengi görebilen.
dialectic n. tartışma yöntemi, eytişim, dick test n. hastanın kızıla yatkın ol-
diyalektik. ma veya bağışık olma durumunu
dialogue n. karşılıklı konuşma, ikili saptamak üzere yapılan test; deri
konuşma. testi.
dialysis n. süzdürme, süzdürüm. dicta- prefix. 200 anlamına önek.
dialyze v. süzdürmek; süzdürüm. dictate v. emretmek, buyurmak; (ya-
diamelia n. iki kol veya bacağın yok- zılmak veya kaydedilmek üzere)
luğu. yüksek sesle söylemek; söyleyerek
diameter n. çap. yazdırmak.
dianoetic adj. düşünsel; nedensel, dictation n. yüksek sesle söyleme;
sebepleme ile ilgili. emretme, buyurma.
diaphanous adj. saydam, yarı şeffaf, didactic adj. öğretici.
ışığı geçiren. didym- , didymo- prefixes. erbezi,
diaphoresis n. terleme; ter salınımı testis anlamlarına önekler.
diaphoretic adj. terletici. die v. ölmek; yok olmak.
diaphragm n. zar, ayırıcı zar, diyaf- die away yavaş yavaş sönmek, azal-
ram. ör. In the demale, the urinary mak.
and generative openings are
die down v. yatışmak; inmek, sön-
seperated by the urogenital
mek, şiddetini azaltmak.
diaphragm.
die for v. ülkesi için ölmek.
diaphysis n. uzun bir kemiğin gövdesi.
die from v. yaralanma nedeniyle öl-
diarrhea n. diyare, ishal.
mek.
diarticular adj. iki eklemle ilgili.
die of v. hastalıktan/sayrılıktan öl-
diastalsis n. bağırsak içeriğinin ileri
mek.
hareketi.
die out v. bitmek, son bulmak, yok
diastasis n. ayrılma, normalde birle-
şik olan parçaların ayrılması. olmak; giderek terkedilmek.
diastema n. pl. diastemata iki bitişik dieb.alt. abv. L. diebus alternis iki
diş arasındaki boşluk; çatlak, yarık. günde bir, gün aşırı anlamlarına kı-
diastole n. gevşem, yürek gevşemesi; saltma.
kanla dolduğu sırada kalbin din- diener n. morgun bakımından ve
lenme dönemi; diyastol. otopsinin gerçekleştirilmesinde yar-
diathermy n. ısı kullanımıyla hastalık dımcı olan laboratovar çalışanı.
sağaltımı. diestrus n. cinsel hareketsizlik dönemi.
diet 314 dine out
distraction n. dikkat toplama güçlü- diverse adj. farklı, ayrı, değişik. ör.
ğü; şaşırtma, şaşkınlık, çılgınlık, Chemicals that initiate
dikkatini başka yere yöneltme. carcinogenesis are extremely
distress n. acı, ızdırap, sıkıntı, dert, diverse in structure and include
kaygı; güçlük, zorluk, tehlike. v. sı- both natural and synthetic
kıntı vermek, acı vermek, kaygılan- products.= Karsinogenesisi başla-
dırmak. tan kimyasallar sonderece farklı
disstressing adj. acı verici, üzücü, sı- yapıdadırlar ve hem doğal hem de
kıntı verici. yapay ürünleri içerir.
distribute v. dağıtmak, yaymak, saç- diversify v. değiştirmek.
mak. diversion n. sapma.
distribution n. arter veya sinir dalla- diversely adv. farklı olarak, farklı şe-
rının organ ve dokulara dağılımı; kilde.
bölünme, dağıtma, yayma, saçma. diversity n. benzemezlik, çeşit, çeşit-
district n. bölge. lilik, değişiklik, farklılık. ör.
distrix n. saçların ucundan kırılması. Mutations result in increased
distrust v. güvenmemek, şüphelen- diversity in a population.
mek. n. güvensizlik, kuşku. divert v. başka yöne çevirmek.
disturb v. bozmak, karıştırmak, ra- diverticulum n. pl. diverticula cep,
hatsız etmek. ör. A number of kese şeklinde uzantı. ör. A
processes may disturb the normal diverticulum is an outpouching of
activity of the endocrine system. the alimentary tract that contains
disturbance n. bozukluk, rahatsızlık, all visceral layers.
hastalık, karışıklık; üzüntü. divide v. bölmek, ayırmak.
disturbed adj. sıkıntılı, rahatsız. divided adj. ayrılmış, bölünmüş.
disturbing adj. bozucu, karıştırıcı, div. in p. aeg abv. L. divide in partes
aequales = eşit parçalara böl anla-
rahatsız edici.
mına kısaltma.
disuse n. kullanmama.
divisible adj. bölünebilir.
fall into disuse kullanılmaz duruma
division n. bölme, bölünme, bölüm.
düşmek.
ör. Chromosomes are equally
ditch n. hendek.
distributed during cell division, or
diuresis n. olagandan bol idrar yapma.
mitosis.
diuretic n. idrar akışını arttıran ilaç.
divorce v. boşamak, boşanmak.
divagation n. kolay anlaşılmayan ko- divulse v. yırtmak; koparıp ayırmak;
nuşma. parçalamak.
dive v. dalmak. divulsion n. yırtma; koparıp ayırma;
diverge v. ayrılmak; farklılık göster- parçalama.
mek, uyuşmamak. divulsor n. üretra veya başka bir ka-
divergence n. ayrım. nalı genişletmekte kullanılan bir
divergent adj. ayrı, farklı, ayırt edici; alet.
farklılık gösteren, farklı yönlere gi- dizzy adj. sersem; başı dönmüş; ha-
den, yayılan. fifmeşrep.
dizziness 322 dominance
dominant adj. üstün, baskın, hakim, dorsum n. L., dorsi pl. dorsa sırt, ar-
başat, kontrol etkisi gösteren. ör. ka, geri.
Dominant genes are always dose n. doz. v. birim ölçüsünde ilaç
expressed when present in an vermek.
offspring. dosage n. miktar, doz.
dominantly adv. baskın olarak, temel lethal dose n. ölüme neden olacak
olarak. ölçüde fazla doz, ölümcül doz.
donee n. alıcı, alan; kan ve kemik, dossier n. hasta öyküsünün toplandığı
kıkırdak veya deri graftı alan. dosya.
donor n. başkalarının kullanması için dot n. benek, nokta.
kan veya bedensel doku veren kişi; on the dot tam zamanında.
kan/organ veren; verici; hibe eden dotage n. bunaklık; geçkinlik, önceleri
(kişi). tam olan zihinsel güçlerin bozulması.
dope n. doktor izniyle alınan ilaç; ya- dotard n. bunak kimse
tıştırıcı veya depresan ilaç; aptal, double adj. iki misli, çift, iki kat.
budala. v. ilaç vermek. doubt v. şüphe etmek. n. şüphe.
dope fiend uyuşturucu alan; uyuştu- doubtful adj. şüpheli, kararsız.
rucu bağımlısı. doubtfully adv. şüphe ile.
doping n. bir kişiye, özellikle bir atle- doubtless adj. şüphesiz.
te, yabancı bir madde verme. undoubtfully adv. şüphesiz olarak.
doraphobia n. hayvan derisine do- douche n. vücut boşluğuna veya tüm
kunmadan korkma. vücuda şırıngayla veya tazyikli suy-
dormant adj. uyku halinde, uyuyan. la sıvı verme.
ör. Some individuals become doula n. doğum sırasında ve sonra-
reinfected with mycobacteria, sında anne ve bebeğin tıbbi bakımı-
reactivate dormant disease, or na yardım eden kadın, ebelik ve ba-
progress directly from the primary kım görevini üstlenen bakıcı.
mycobacterial lesions into dowel n. doğal diş köküne yapay taç
disseminated disease. geçirmede kullanılan mil.
doromania n. armağan vermeyle be- down adv. aşağı, aşağıya. n. in-
lirgin ruhsal rahatsızlık. ce/yumuşak tüy; yumuşak kıl, saç.
dors(o) n. sırt. upside down altüst, tepe taklak.
dorsad adv. sırta doğru. downer n. yatıştırıcı, barbütrat, yatış-
dorsal adj. arka tarafa ait. tırıcı ilaç; sıkıntı verici durum,
dorsalgia n. sırt ağrısı. deprasyon. ör. Barbiturates are
dorsalis n. arka, sırt. circulated illegally and are known
dorsiduct v. geriye doğru çekmek. as downers.
dorsispinal adj. omurganın arka gö- downgrowth n. aşağıya doğru büyü-
rünümüyle ilgili. me. ör. Epithelial cystic are cmmon
dorsilateral adj. arka ve yanla ilgili. lesions, formed by the downgrowth
dorsiflexion n. ayak ve ayak parmak- and cystic expansion of the epider-
larının, el ve el parmaklarının yuka- mi sor of the epithelium forming the
rı doğru devinimi. hair follicle.
downward(s) 324 dream up
E Einstein, eye, emmetropia anlam- earnestly adv. ciddi olarak, ciddi ta-
larına kısaltma. vırla.
e electron anlamına kısaltma. earnest-looking ciddi görünümlü.
ea, each adj. pro. her, her bir, her biri. earnings n., pl. kazanç, hazanılan para.
each other birbirine, birbirini. earplug n. tıkaç, kulak tıkacı.
eager adj. hevesli, istekli; açgözlü, earpiece n. kulağa ses iletmek üzere
sabırsız. yerleştirilen bir aletin bir parçası.
eagerly adv. hevesle, isteyerek, gö- earring n. küpe.
nüllü. earshot n. işitme mesafesi.
eagle n. kartal. earsplitting adj. sağırlaştıran, sağır-
eagle-eyed adj. kartal bakışlı, keskin laştırıcı.
bakışlı. earth n. toprak, kara, yeryüzü. v. top-
eaglet n. yavru kartal. rakla kaplamak; toprak altına sak-
-ean suffix. -e ait, -den kaynaklanan lamak.
anlamlarına sonek. ör. caesarean. down to earth duyarlı, gerçekçi.
ear n. kulak. earth science dünyanın kökeni, yapısı
all ears bütün dikkatiyle dinleme. ve fiziksel olgusu ile ilgili jeolojik
external ear dış kulak. bilimlerden her biri; doğa bilimleri.
fall on deaf ears ihmal edilmek, earthborn adj. topraktan çıkan, top-
görmezlikten gelinmek. raktan köken alan.
give/lend on ear dinlemeye istek- earthbound adj. toprağa bağlı; yara-
sizlik göstermek. tıcı olmayan, sıradan.
inner ear iç kulak. earthen adj. topraktan yapılmış.
middle ear orta kulak. earthling n. bir toprak parçası üze-
up to one's ears bir işe tamamen rinde yaşayan (kişi); insanoğlu.
karışmış; gırtlağına kadar gömülmüş earthly adj. dünyaya ait; maddesel,
dünya ile ilgili.
earache n. kulak ağrısı.
earthquake n. deprem, zelzele.
eardrum n. kulak zarı.
earthshaking adj. çok büyük miktar-
earlier adj. daha erken, erkenden.
da, dev boyutta, çok önemli.
earlobe n. kulak memesi.
earthward adv. toprağa doğru. adj.
earlop n. dış kulak; dış kulak lobu.
toprağa yönelmiş; toprağa bağlı.
early adj. erken, erkenden.
earthworm n. toprağı havalandırıp
early ambulation cerrahi operasyon-
zenginleştiren çeşitli lumbricidae
dan sonra bir iki gün içinde yatak-
ailesinden kurtcuk; toprak kurdu.
tan kalkmak. (Dolaşımı düzeltmek earthy adj. topraktan oluşan, toprağa
ve kan pıhtılaşmasını önlemek için benzeyen; bu dünya ile ilgili; kaba,
yapılır.) işlenmemiş; boş, üstünde insan ol-
early detection erken gelişim evre- mayan.
sinde sayrılığı saptama. run to earth avlanmak.
earn v. kazanmak. earwax n. kulak kiri.
earnest adj. ağırbaşlı, ciddi, gayretli; ease v. gevşetmek, hafifletmek, yatış-
içten, hevesli; gerçek. tırmak.
east 329 ecstasy
effable adj. sözcüklerle ifade edilebi- efficient adj. ehliyetli, etkin, elverişli,
lir, sözcüklerle betimlenebilir. verimli; uzman, yeterlikli.
efface v. silmek; silerek rengini sol- efficiently adv. etkili bir şekilde, ve-
durmak. rimli olarak.
effacement n. doğumdan hemen once effluence n. akma; akış; öne veya dı-
veya doğum sırasında serviksin in- şarı akan madde.
celmesi. effluent adj. akma, akış. n. akıcı
effect n. güç, etki; sonuç. madde, akan madde.
effective adj. etkili. effluvium n. L. pl. effluvia kötü ko-
effectively adv. etkili bir şekilde, ve- kulu gaz vb. madde; vücut kokusu.
rimli olarak. effort n. gayret, çaba, çabalama.
effects n.pl. fiziksel mallar; sahip effuse adj. dağınık, dağılan, yayılan.
olunan nesneler. effusion n. dağılma, akma, taşma,
in effect gerçekte, aslında. dökülme.
take effect etkin hale gelmek; etkin effusive adj. bol, taşkın, taşmış, coş-
güç elde etmek; neden olmak; sonuç kun.
vermek. eg. (L. exempli gratia, for example)
effectual adj. yeterli; üretken. sözgelimi, örneğin, varsayalım an-
effectuate v. neden olmak; meydana lamlarına kısaltma.
getirmek. egesta n. sindirim kanalından salınan
effemination n. erkekte kadınsı nite- emilmemiş besin kalıntıları, atık,
likler bulunması. salgı.
efferent adj. belli bir organdan dışa- egg n. ovum; yumurta.
rıya doğru sıvı veya sinir içtepisi ta- ego n. ben; benlik, özne.
şıyan, merkezden çevreye ileten, egoism n. kendini beğenme, bencillik.
merkezden çevreye giden. egoist n. kendini beğenen, bencil.
effervesce v. küçük gaz kabarcıkları egocentric adj. herşeyi kendi çevre-
çıkarmak; bir sıvının içinden ortaya
sinde varsayan; bütün gücünü ken-
çıkmak; canlılık, coşkunluk göster-
disine yönlendiren, bencil, kendini
mek; kaynamak; köpürmek.
düşünen.
effervescence n. kaynama, kabarcık-
egomania n. ileri derecede kendini
lar çıkarma, coşkunluk gösterme,
beğenme.
coşma.
egotism n. ileri derecede kendini be-
effervescent adj. kaynayan, kabarcık-
ğenme; kendini beğenmişlik.
lar çıkaran; coşkulu, coşkun, içi içi-
ne sığmayan; köpüren. egress n. çıkış, çıkış yolu. ör. The
effete adj. kısır; doğuramayan, meyve egress of biocarbonate ions from a
veremeyen; bitkin; gücü, etkinliği cell is balanced by the ingress of
veya canlılığı tükenmiş; verimsiz, chloride ions.
eskimiş. eiloid adj. kıvrımlı; kıvrılmış şekilde
efficacy n. etkinlik, yararlılık. olan.
efficiency n. ehliyet, kudret, yetenek, either pron. ikisinden biri, her iki, her
yeterlik; üretkenlik, verimlilik. ikisi, biri veya öteki, ya o ya bu.
either…or 332 elegantly
element n. eleman, öge, madde, öz, elixir n. aktif tıbbi madde içeren al-
unsur. kollü içecek.
elemental adj. madde, elemanla ilgi- elliptical adj. elipse benzer, elips bi-
li; temel, asıl. çiminde; eksiltmeli.
elementary adj. yalın, basit, kolay; elm n. karaağaç.
temel, temel konu, başlangıç. elongate v. uzatmak.
elevate v. kaldırmak, yükseltmek. elongated adj, uzamış.
elevation n. yükseklik, yüksel(t)me; elongation n. uzama.
yükselti. else adj. daha, başka, yoksa; ek ola-
elevator n. askı; organları asmak ve- rak; ayrıca; üstelik. adv. başka bir
ya çevre dokudan ayırmak için kul- zamanda, yerde, tavırla; farklı bir
lanılan cerrahi aletler. biçimde; aksi halde; ya da, veya.
elicit v. meydana çıkarmak, ortaya çı- elsewhere adv. başka yere, başka
karmak. ör. Antigens that elicit an yerde. ör. Tumors of the extrinsic
immune response have been connective tissue of the breast
demonstrated in many experimentally include the same type of brnign and
induced tumors and in some human malignant lesions elsewhere in the
cancers. body.
eligible adj. uygun, elverişli, yapıla- elucidate v. aydınlatmak, açığa çı-
bilir, yakışır. kartmak.
eligibly adv. uygun olarak. elucidation n. aydınlanma.
eligibility n. uygunluk, elverişlilik. elude v. -den kurtulmak, başından
eliminate v. ortadan kaldırmak, berta- savmak, sıyrılmak.
raf etmek, elemek; atmak. ör. In elusive adj. ele alınamaz, ele geçmez,
short-lived inflammation, if the tutulamaz, yakalanması güç.
irritant is eliminated, macrophages elution n. bir maddeyi diğerinden yı-
eventually disappear (either dying kayarak ayırma, antikorları uzaklaş-
off or making their way into the tırma.
lymphatics and lymph nodes. = Kı- em-, en- prefixes. sıfatlardan eylem
sa ömürlü yangıda, tahriş edici oluşturan önekler. ör. embitter,
madde ortadan kaldırılırsa, makro- enlarge, enrich.
fajlar sonuç olarak (ya ölerek ya da emaciate v. zayıflamak.
lenfatiklere ve lenf nodüllerine iler- emaciated adj. sıska, son derece zayıf.
leyerek) yok olurlar. emaciation n. bir kişinin ileri derece-
elimination n. çıkarma, eleme, de- de kilo kaybına uğraması.
fetme, ortadan kaldırma, savma; emanate v. doğmak, çıkmak, köken
sindirilemeyen, atıkmaddelerin vü- almak, kaynaklanmak. ör. The
cuttan atılması. clinical manifestations of bronchial
elite n. seçkinler; belirli bir toplumsal carcinoids emanate from their
grubun en iyileri, en beceriklileri. intraluminal growth, their capacity
elitism n. seçkinler tarafından yöne- to metastasize, and the ability of
tilme; seşkin bir gruba üye olma; some of the lesions to elaborate
seçkincilik. vasoactive amines.
emanation 334 emotional
endemic adj. yöresel yaygın hastalık; energy n. bir işi yapma gücü; güç;
bir bölgede sık görülen sayrılık, kuvvet.
salgın, yayılmış, yaygın. ör. energetic adj. yorulmaz; zinde, enerjik.
Coronaviruses cause diarrhea and enervation n. zayıflık.
upper respiratory tract infections enforce v. zorlamak; yasayı uygula-
and are usually endemic rather than mak; güç vermek, desteklemek; zor-
epidemic. la yaptırmak.
endergonic adj. serbest enerji girimi engage v. çekmek, katılmak, tutmak,
gerektiren. ör. An endergonic bağlamak, meşgul etmek; görevlen-
reaction will not proceed unless dirmek, işe almak.
energy is available. engaged adj. meşgul; nişanlı.
endermic adj. deri yoluyla verilen; engagement n. buluşma; nişan; söz
deriye emdirerek verilen. verme; çatışma.
endo-, end- prefixes. iç, içinde, içe- engaging adj. tatlı, hoş, hoşa giden.
ren, emen anlamlarına önekler. ör. englut v. oburca yemek; yutmak.
endocardium n. kalbin iç yüzeyini engorge v. (kanın aniden hücum et-
döşeyen ince zar. mesi şeklinde) dolmak; tıkanmak;
endobiotic adj. konakçı içinde parazit yutmak.
olarak yaşayan. engorgment n. tıkanma, kanla dolma.
endoblast n. göze çekirdeği; hücre engorged adj. dolu; tıka basa yemek
çekirdeği. yemiş; tok.
endocrine adj. vücut içine salgı ya- engraft v. aşılamak.
pan bezlerle ilgili. ör. Endocrine engulf v. yemek, yutmak. ör. White
glands secrete hormones directly blood cells engulf bacteria, thus
within the body. preventing many infections.
endogenous adj. içinde büyüyen, iç enhance v. yükseltmek, arttırmak,
çoğaltmak.
kaynaklı; bir organ içinde oluşan.
enhanced adj. artmış, çoğalmış; dü-
endometrium n. uterus/dölyatağı içi-
zelmiş.
ni döşeyen zar. ör. If fertilization
enigma n. giz, gizem, bilmece.
does not occur, the endometrium
enigmatic adj. gizemli, anlaşılması
disintegrates and is removed during
güç.
menstruation.
enjoy v. hoşlanmak.
endorse v. doğrulamak, imzalamak.
enjoyable adj. zevkli, eğlenceli.
endow v. vermek, bağışta bulunmak.
enjoyment n. haz, zevk.
endure v. çekmek, dayanmak, kat- enlarge v. büyümek, genişlemek.
lanmak, tahammül etmek. enlarging adj. büyüyen. ör. Follicular
endurable adj. dayanılır, çekilir. carcinomas present as slowly
endurance n. dayanma, dayanıklılık; enlarging painless nodules.
tahammül. enlargement n. büyüme genişleme.
enema n. rektal yolla kalın bağırsağa ör. Plague causes lymph node
sıvı verme. enlargement, pneumonia, or sepsis,
enemy n. düşman. all with a striking neutrophilia.
enlighten 338 entomology
erst adv. önce; önceki. adj. ilk; birinci. -escent suffix. olmaya başlayan veya
erstwhile adj. önceki. adv. ilk olarak. göstermek anlamına sonek. ör.
erubescence n. vücudun kızarması. limunescent.
eruct v. mideden gaz çıkarmak; ge- eschar n. yanık sonucu oluşan kabuk.
ğirmek. esculant adj. yenilebilir.
eructation n. geğirme. -ese prefix. 1. ad ve sıfat oluşturan
erudite adj. eğitimli, kültürlü, tam sonek. ör. Japanese, Chinese,
olarak öğrenmiş. Vienn-ese. 2. belirli bir alanda kul-
erudition n. derin ve yoğun öğrenme; lanılan dil anlamına sonek. ör..
derin bilgi edinme; tam olarak öğ- officialese resmi dil. journalese ga-
renme. zetecilik anlamındaki yazım dili.
erupt v. fışkırmak, çıkmak, patlamak, esophagus n. mideyi boğaza bağla-
püskürmek, (kızamık v.b. ) dökmek. yan boru; yemek borusu.
eruption n. fışkırma, çıkma, döküntü, especially adv. özellikle, başlıca.
(kızamık v.b.) dökme. -esque suffix. . -in tarzında anlamına
-ery, -ry suffixes. eylemlerden veya sonek. ör. Kafkaesque F. Kafka
adlardan ad oluşturan sonekler. ör. tarzında. 2. ...gibi anlamına gelen
bakery, husbandry, slavery. oluşumlarda kullanılan sonek. ör.
erythr-, erythro- prefixes. kırmızı, picturesque resim gibi; bakmaya
kırmızı kan gözesi anlamlarına değer.
önekler. -ess suffix. adlarda kadın anlamına
erythema n. derinin kızarması. gelen oluşumlarda kullanılan sonek.
erythrocyte n. olgunlaşmış kırmızı ör. an actress, a waitress.
kan gözesi. ör. Oxygen is essay n. makale.
transported by the hemoglobin of essence n. asıl, cevher, öz, esas;
the erythrocytes. önem.
erythroderma n. deride anormal kı- essential adj. başlıca, öz, asıl, esaslı,
zarıklık. ör. Erythroderma may be elzem, çok gerekli.
caused by an allergy to food or essentially adv. aslında, esas olarak.
clothing. -est suffix. sıfatların üstünlük hallerini
-es suffix. adları çoğul yapan sonek. belirten sonek. ör. coldest, shortest,
ör. ladies, glasses, busses. whitest.
Esbach's method idrarda albumin establish v. saptamak, tanı koymak;
miktarını saptamada kullanılan bir kurmak, yerleştirmek, onaylamak.
yöntem. establishment n. saptama, tanı koy-
escape v. kaçmak, kurtulmak. ör. ma; kurma, yerleştirme; onaylama.
Hookworm larvae pass through the esthesio- prefix. algılama, duyma, his
blood to the lungs, where they anlamlarına önek.
escape into alveoli and are coughed estimate v. değer biçmek, tahmin et-
up and swallowed. mek, kararlamak. ör. It is estimated
-escense suffix. başlayan veya devam that 15 to 20% of the general
eden bir durumu belirten sonek. ör. population eventually develop
limunescense. varicose veins in the lower legs.
estimation 342 evasion
even adj. düz, eşit, düzenli. adv. hat- ever lasting bitmez; daima var olan;
ta, bile. ör. Clinically, anorexia is a çok dayanıklı.
common problem in patients with ever more -den beri
cancer, even in those who do not ever since -den beri.
have mechanical obstruction caused ever so çok
by gastrointestinal tumors. ever so after sık sık; sıklıkla.
even if/though -ise de, -se de, karşın, ever to son derece; pek çok.
rağmen, ... olsa bile. evert v. dışa dönmek.
even so hatta, böyle olsa da. every adj. her, her bir.
even then öyle ise de, o zaman bile. every now and then ara sıra, ara ara,
evenly adv. düzenli olarak, eşit olarak. bazen.
evenness adv. düzen içinde, eşitlik. every other day gün aşırı, her iki
unevenness adv. düzensizlik, eşit- günde bir.
sizlik. everybody herkes.
event n. vaka, olay. everyday hergün, hergünkü.
at all events her halde. everyone herkes.
in the event of ... takdirde, olduğu everything herşey.
takdirde. everywhere her yer, her yerde, her
eventful adj. maceralı, olaylarla dolu; nereye.
önemli. evidence n. kanıt.
eventual adj. sonuçta, sonuç olarak. evident adj. açık, belirgin, meydanda,
ör. Obstruction to the bladder neck net, ortada. ör. It should be evident
is of major clinical importance, not that functional adrenal neoplasms
only for the changes induced in the may be responsible for any of the
bladder but also because of its various forms of hyperadrenalism.
eventual effect on the kidney. evidently adv. açıkca, belirgin olarak,
eventually adv. en sonunda, sonuç
görünür şekilde.
olarak.
evil adj. aksi, kötü, fena, uğursuz, za-
ever adv. daima, her vakit, durmadan;
rarlı.
hiçbir zaman.
evince v. göstermek.
forever daima, ebediyen, sonsuza
evoke v. anımsatmak, çağırmak;
dek.
uyarmak, uyandırmak. ör. Bacterial
for ever and ever sonsuza dek.
invasion of the lung parenchyma
hardly ever hemen hemen hiç, güç
evokes exudative solidifaciion of the
bela.
whatever her ne, herhangi. pulmonary tissue known as
whenever her ne zaman. bacterial pneumonia.
wherever her nerede, her nereye. evolve v. geliştirmek, gelişmek, dö-
whoever her kim. nüşmek; evrilmek, yaratmak, mey-
evergreen adj. her mevsimde yeşil dana getirmek. ör. Thiamine
olan. deficiency may result in the slowly
ever after -den beri. evolving clinical disorder beri-
ever and ever arasıra. beri.
evolution 344 exceptionally
famous adj. ünlü. far and away pek çok; kesin olarak;
fanatic adj. bir şeye çok bağlı; bir şe- şüphesiz..
ye çok düşkün; bağnaz, fanatik. far and near heryerde.
fancy v. düşlemek, hayal etmek. far and wide dışarda; her yerde, bir-
fancied adj. düşsel; düşsel olarak ya- çok uzak yerde.
ratılan; gerçek olmayan. faraway adj. uzak; dalgın, zihni bu-
fancier n. düş gören kişi. lanık
fanciful adj. gerçek olmayan; düşsel; far be it from me istemem.
şüpheli, tuhaf. far beter çok daha iyi.
fang n. uzun, sivri diş; diş kökü; yıla- far-flung adj. uzaklara yayılmış.
nın zehirli dişi. far gone adj. çok hasta, kritik dere-
fantasy n. düşlem; gerçeğe uymayan cede sayrılı.
düşünce. far more adj. çok daha. ör.
death fantasy n. ölüm düşlemi. Obviously, cancers are far more
fantastic adj. gerçek olmayan; düşsel. threatening to the host than benign
far adj. (farther, farthest) uzak; öte, tumors are.
ötedeki, daha uzaktaki, öbür. adv. far off adv. uzakta, uzak mesafede.
uzak, uzakta. adj. öte; çok uzak. far-off adj. çok uzak.
a far cry from aynı değil. far point adv. bir gözün görebileceği
as far as kadar. en uzak nokta.
as far as I know bildiğim kadarıyla. far-reaching adj. geniş kapsamlı, bir
beter by far çok daha iyi, pek iyi. çok kişiyi etkileyen.
by far belirli bir dereceye kadar, far-seeing adj. uzak görüşlü, ileriyi
besbelli. ör. Candidiasis is by far gören.
the most common fungal infection in far-sighted adj. uzak görüşlü, ileriyi
debilitated or immunosuppressed gören; uzakları gören.
patients or during broad-spectrum
farcy n. kronik.
antimicrobial therapy.
farflung adj. yaygın; geniş dağılım
from far uzakta, uzaktan.
gösteren.
go far v. başarılı olmak; tamamla-
farina n. yemek; lezzet, tat.
mak; uzun sürmek; güçlü eğilim
farm n. çiftlik.
göstermek; yatkın olmak.
farmland n. çiftlik alanı/arazisi.
how far? Ne kadar uzakta?
far-reaching çeşitli alanlarda.
in so far as, insofar as ...dıkça, -e
kadar. farsighted adj. uzak nesneleri gören;
few and far between nadir, sık ol- uzağı gören.
mayan. farsightedness n. uzak görüşlülük;
so far şimdiye dek; şu ana kadar. uzağı görme.
so far as -dıkça, -e kadar, -dığı öl- farther comp. daha uzak, daha uzakta.
çüde, -dığı derecede. fascia n. pl. fasciae, fascias bedenin
so far as to -e kadar, -dıkça. deri altı, kas arası ve kan damarları
so far so good şu ana kadar her şey veya sinirlerin etrafı gibi çeşitli yer-
iyi, şimdiye dek her şey yolunda. lerinde bulunan bağ dokusu.
fasciculus 355 fauna
fasciculus n. L. pl. fasciculi lif deme- fate n. talih, kader, mukadderat, yazgı.
ti; genelde kas veya sinir lifleri de- father n. baba.
meti. father-in-law n. kayınpeder; eşlerden
fascinate v. hayran bırakmak, çekmek. herbirinin babası.
fascio- prefix. bağ doku, fasya anlam- fatherhood n. babalık; baba olma
larına önek. konumu.
-fashion suffix. tarzında, biçiminde fatherless adj. babasız.
anlamına sonek. ör. Indian-fashion. fatherly adj. baba ile ilgili; baba
fashion n. şekil, tarz; moda. özellikleri gösteren. adv. baba tav-
fast v. aç kalmak, aç bırakmak, perhiz rıyla.
yapmak. adj. hızlı, çabuk; dayanık- fatigue n. yorgunluk, halsizlik, bit-
lı, değişime dirençli. kinlik.
fasting n. açlık, perhiz. fatiguing adj. yorucu.
fastidious adj. titiz, zor beğenir. fatigability n. yorgunluk; bitkinlik.
fastigium n. zirve, en üst nokta; akut fatigable adj. kolayca yorgunluk ve-
bir sayrılığın en ileri evresi. ren; en ufak çabada yoran.
fat n. yağ. adj. yağlı, şişman. fatuity n. kendini övmenin, tatmin
fat-soluble adj. yağda çözünen. ör. olmanın verdiği aptallık; ahmaklık.
Vitamins are lost in a fat-free diet fatuous adj. ahmakça, akılsızca; ken-
because some vitamins are fat- disini kandıran; ahmak; boş, saçma.
soluble. fauces n. boğaz.
fatal adj. öldüren, öldürücü, ölümcül; faucal adj. boğaz ile ilgili.
yıkıcı, zararlı; kaçınılmaz. ör. fault n. hata, kusur.
Myasthenia gravis is a serious and faultless adj. kusursuz, mükemmel.
sometimes fatal disease in which elecrical fault elektrik kontağı.
skeletal muscles are weak and tire faulty adj. bozuk, hatalı, kusurlu, ek-
easily.= Ağır miyasteni ciddi ve ba- sik, sakat.
zen da iskelet kaslarının zayıf ve ko- favour v. lehinde olmak, kayırmak,
lay kırılabilir olduğu öldürücü bir tutmak.
sayrılıktır. // Although polyploidy is favourable adj. uygun, elverişli,
visible in plants and some animals, olumlu. ör. Bacteria synthesize
it seems to be fatal in humans. their own DNA, RNA, and proteins
fatal disease, F.D., n. öldürücü sayrı- but depend on the host for
lık/hastalık. favourable growth conditions.
fatality rate ölüm oranı. favourably adv. uygun bir şekilde.
fatally adv. öldürücü/ yıkıcı bir şekil- favourite adj. en çok beğenilen, en
de; ölüme/yıkıma neden olarak. çok tercih edilen.
fatless adj. yağsız do sb a favour iyilik yapmak.
fatten v. şişmanla(t)mak. in favour of (bir kimsenin veya bir
fattening adj. kilo aldırıcı, şişmanla- şeyin) lehinde.
tıcı. fauna n. bir kıta, ülke, bölge veya dar
fattish adj. yağlı. bir alandaki hayvanlar topluluğu,
fatty adj. yağlı. doğay.
favus 356 fell
olan; kötü; öldürücü. n. hayvan de- ferocious adj. yırtıcı, vahşi; hunhar.
risi. ferociously adv. vahşice; hunharca.
fellatio n. penisin ağız yoluyla uya- -ferous prefix. içeren, üreten, taşıyan
rılması; erkek cinsiyet organının anlamlarına sonek. ör. crystalliferous.
ağıza alınarak uygulandığı cinsel ferri-, ferro-, ferr-, prefixes. demir
birleşme şekli. anlamına önekler. ör. ferricyanide.
fellator n. ağız yoluyla penisi uyaran ferric adj. demirle ilgili; demir içeren.
erkek. ferriferous adj. demir içeren.
fellatrice, felletrix n. erkeklik orga- ferriginous adj. demirle ilgili; demir
nını ağza alarak uyaran kadın. içeren.
fellow n. arkadaş, dost. ferrous adj. demirle ilgili.
felon n. dolama; parmak ve tırnak ferrule n. dişi güçlendirmek için uy-
yangısı. adj. kötü; cani; uğursuz; şer. gulanan metal bant.
feltwork n. fibroz doku ağı; sinir lif- ferrum n. demir.
lerinin yakın pleksusu. fertile adj. verimli, bereketli, doğurgan.
female adj. dişi, kadın, kız; yumurta fertility n. bereket, verimlilik, doğur-
üreten ve yavru doğuran cins ile il- ganlık. ör. Chronic ethanol use
gili; kadına özgü. leads to testicular atrophy and
feme n. eş; kadın. decreased fertility in both men and
feme covert evli kadın. women.
feme sole dul, boşanmış veya hiç ev- fertilize v. döllemek.
lenmemiş, eşi olmayan kadın.
fervid adj. son derece sıcak; yakıcı.
feminine adj. kadın cinsi ile ilgili;
fester v. abse oluşturmak, irin akıt-
kadınsı.
mak, irin salgılamak, iltihaplanmak,
femininity n. kadınlık; kadın özelliği;
ülserleşmek. n. abse, ülser.
kadınlar; dişi cinsi.
festinant adj. hızlı, çabuk, acele; hız-
feminism n. kadınların erkeklerle eşit
landırıcı.
hak ve fırsatlara sahip olması gerek-
fetal adj. doğmamış çocukla ilgili.
tiğini savunan düşünce; feminizm.
fetation n. gebelik.
feminist n. kadınların erkeklerle eşit
feticide n. doğmamış çocuğu henüz
hak ve fırsatlara sahip olması gerek-
dölyatağı içindeyken öldürme.
tiğini düşünen kimse; feminist.
fetch v. gidip alıp gelmek; gidip ge-
femur n. uyluk kemiği; femür.
tirmek; ...kadar (fiyat) etmek.
femoral adj. femürle ilgili.
fetid n. kötü koku. adj. kötü koku çı-
fenestration n. belirli sağırlık tiplerini
sağaltmak üzere uygulanan ameliyat. karan, kötü kokulu.
ferment v. mayalamak. fetish n. tapınılan şey; put; fetiş; cin-
fermentation n. mayalama, fermen- sel haz verdiği için çekici olan nesne.
tasyon. fetor n. tiksindirici koku.
fermentable adj. mayalanabilir. fetor oris n. nefes kokusu, soluğun
fermentative adj. mayalanabilen; kötü kokması.
mayalanma yeteneğinde olan. fettle n. ruhsal konum, durum.
fetus 358 filum
fetus n. pl. fetuses doğmamış çocuk, fight sth off v. kaçınmak, sakınmak;
fetüs. uzak tutmak.
fever n. ateş, humma, hararet. figuratus n. belirli deri lezyonlarını
feverish adj. ateşli, hummalı, hararetli. tanımlamada kullanılan bir terim.
feverishly adv. ateşli bir şekilde. figure n. şekil, rakam; vücut.
few adj. az. ör. Varicella-zoster virus figure on v. beklemek, niyet etmek,
is one of the few that produce ummak.
lesions in the peripheral nervous figure out v. anlamak, çözmek.
system. filament n. ince, ipliğe benzer yapı;
fewer adj. daha az. iplikçik.
fiber n. lif, fibrin. filamentous adj. ipliksi; iplikten
fibril n. küçük lif. oluşmuş.
fibrilla n. pl. fibrillae küçük lif. filamentum, n., pl. filamenta iplik;
fibrillation n. belirli sinir, kas ve kalp ipliğe benzer oluşum.
sayrılıklarında görülen kas liflerinin filar adj. küçük life benzer, ipliksi.
titremesi. file n. delme, kesme, düzgünleştirme-
fibrin n. lif. de kullanılan bir araç; dosya, belge,
fibro- , fibr- prefixes. lif anlamına sıra, dizi.
önekler. filial adj. yavru ve anne-baba arasın-
fibroid n. bağ dokudan oluşan; sert, daki lişkiyle ilgili.
bağ dokusundan oluşmuş dölyatağı filiform adj. ipliksi, saça benzer.
uru. fill v. doldurmak, dolmak; doyurmak;
fibrous adj. lif içeren, lif bulunduran. sağlamak.
fickle adj. değişken; güvenilmez. fill in v. tamamlamak, yanıtlamak,
-fid suffix. parçalara veya loblara ay- doldurmak; yerini almak.
rılma anlamına sonek. ör. pinnatifid. fill out v. doldurmak, yanıtlamak.
field n. alan, saha. fill up v. tamamen doldurmak.
fierce adj. azgın, şiddetli, kızgın, haşin. filling n. dolgu, diş dolgusu.
fiercely adv. şiddetle, azgınlıkla, ha- full adj. dolu, dolgun, tok.
şin bir tavırla. fully grown tam büyümüş, tam ola-
fierceness n. kızgınlık, haşinlik, şiddet. rak yetişmiş.
fiery adj. kızgın, öfkeli; ateşli. fully satisfied bütünüyle tatmin ol-
fifteen n. on beş. muş.
fifth n. beşinci. filter v. süzmek, süzülmek. n. süzgeç,
one-fifth beşte bir. filtre. ör. The scientist filtered the
fiftieth n. ellinci. solution to obtain a sample of
fifty n. elli. bacteria.
fight v. dövüşmek, savaşmak. n. dö- filtrate n. filtreden geçen sıvı; süzül-
vüş, savaş. müş sıvı; filtrat.
fight back v. kendini savunmak. filtration n. süzme; filtreden geçirme.
fight off v. geri sürmek, püskürtmek, filum, pl. fila n. iplik veya ipliğe
yenmek. benzer bir oluşum; ipliksi yapı.
fimbria 359 fistula
fit v. uygun hale getirmek, yerleştir- flake out v. uyuyakalmak; bilinç yi-
mek, hazırlamak; uymak, tam gel- timine uğramak. n. bitkin düşerek
mek. n. ani atak; bir sayrılığın veya uyuyakalma; yorgunluktan sızma.
duygusal durumun aniden ortaya flame n. alev. v. alev almak.
çıkması; bilinç yitimi; sara, sara nö- burst into flame tutuşmak, alev
beti; diş hekimliğinde, dişle ilgili bir almak.
uygulamayı yerine oturtma. adj. flaming adj. ateşli; alev alarak yanan.
sağlıklı ve güçlü. flank n. (vücudun sağ veya sol tara-
fit the bill v. uymak. fında) en alttaki kaburga kemiği ile
fitful adj. düzenli olmayan, sürekli
kalça kemiği arasındaki boşluk;
olmayan, başlayıp biten; rahatsız,
huzursuz. yan; böğür.
fitness n. uyumluluk; sağlık. flap n. kısmen sarkan doku kütlesi.
fitting adj. uygun, doğru. n. düzenek, flare n. yangı, yangılı. v. alevlendir-
dizge. mek, yaymak, yayılmak, alev alev
five n. beş. yanmak.
fix v. yerleştirmek, sabitleştirmek, flare-up döküntü; kızarıklık; ani ışık
tespit etmek; hazırlamak, yapmak, veya alev çıkması.
onarmak. flash n. ışıltı, ani ışık.
fix up v. kararlaştırmak, neden ol- hot flash menapoz döneminde ka-
mak, planlamak. dınlarda görülen, arkasından yoğun
fixation n. başlama, sabitleştirme, terlemenin meydana geldiği yüksek
tespit etme; saplantı; ileri derecede ısı dalgası.
düşkünlük. flat adj. düz, yassı. n. daire, bir blok-
fixative adj. (mikroskopik araştırma taki her yerleşim birimi.
için) dokuları korumada kullanılan flat foot düz taban.
bir madde. flatly adv. düz olarak.
fixed adj. sabit, belirli; tespit edilmiş. flatness n. düzlük; yassılık.
flabby adj. yumuşak, sarkık, gevşek. flatten v. yassılaşmış; yassılaştırmak.
flabbily adv. gevşekçe, gevşek ola-
flatulence n. mide veya bağırsaklarda
rak, sarkık bir şekilde.
bulunan gaz.
flaccid adj. gevşek, sarkık, yumuşak.
flaciddity adv. gevşeklik; baygınlık. flatus n. mide veya barsak gazı.
flag n. bayrak, sancak. flavedo n. derinin sarya dönüşmesi.
flagellatte v. vurmak, kamçılamak. flavour n. lezzet, çeşni, tat. v. tat
adj. kamçılı. vermek, lezzet vermek.
flagellated adj. kamçılı. flavourful adj. tatlı; lezzetli.
flagellation n. kamçılama; kırbaçla- flavouring n. tad veren, lezzet veren
ma; cinsel isteklerini doyurma aracı nesneler (tuz, baharat, vb.)
olarak kırbaçlama, kırbaçlanma. flavourless adj. tatsız, lezzetsiz.
flagellum n. pl. flagella uzun, kamçı- flavus n. L. sarı.
ya benzer çıkıntı; kamçı. flaw n. çatlak; hata, eksiklik, bozuk-
flake n. düz, ince tabaka; ince kat. v. luk. v. bozmak.
düz/ince tabakalara ayırmak. flawless adj. mükemmel; hatasız.
flawy 361 fluo-
fomes, fomite n. pl. fomites bir sayrı- under foot yerde; ayak altında.
lık ajanına konakçı olan ve olasılık- foot-and-mouth disease bazan insa-
la da bu ajanı bulaştıran çamaşır, na da geçebilen, bulaşıcı virütik bir
bez, havlu gibi eşya. hayvan sayrılığı.
fondle v. okşamak; sevmek. footdrop ayağı büken, adale felci ne-
fondly adv. sevgiyle. deniyle ortaya çıkan ayak çökmesi.
fontanelle n. bebek başındaki yumu- footmark n. ayak izi.
şak bölge, bıngıldak. footnote n. dipnot.
fonticulus n. pl. fonticuli bıngıldak. foot path n. keçiyolu.
food n. besin, gıda, yiyecek. footstep n. ayak izi, ayak sesi.
food additives n. gıda katkı maddele- for prep. için, zarfında, müddetçe;
ri. çünkü, zira. conj. nedeniyle.
food allergy yenilen bir gıdaya karşı for a change değişiklik olsun diye.
bedenin duyarlılığı; gıda alerjisi. for all -ise de, karşın.
food analysis n. besin kimyası, besin for all that -mesine karşın.
ayrıştırması. for ever adv. sonsuza dek, daima.
food-borne adj. gıda kaynaklı, gıda- for example örneğin.
lardan köken alan. ör. Salmonella for fear of endişesiyle, korkusuyla.
are flagellated, gram-negative for good sonsuza dek.
bacteria that cause a self-limited for instance örneğin.
food-borne and water-borne for one thing birincisi.
gastroenteritis. for once bir kez.
food chemistry n. besin kimyası. for rent kiralık.
food comsumption n. besin tüketimi. for sale satılık.
food poisoning n. gıda zehirlenmesi. for the most part genellikle.
food stuffs n. gıda maddeleri. for the purpose of amacıyla, için,
fool adj. budala, enayi, ahmak, aptal. -mek için.
v. aptallaştırmak. for this reason bu nedenle.
foolery n. ahmaklık. foramen, n. pl. foramina . vücutta
foolish adj. aptalca; aptallıktan kay- özellikle kemik içinde görülen de-
naklanan. lik; geçit.
fool around v. aptalca davranmak; foraminulum n. pl. foraminula kü-
rahat davranmak. çük delik, küçük geçit.
make fool of sb (birisini) budala foray n. akın, ani saldırı.
yerine koymak. forbear v. sabretmek; kendini tut-
foot, pl. feet n. ayak. mak.
on foot ayakta, yaya, yaya olarak. forbearance n. sabır.
put one's foot down ayak diremek; forbearing adj. sabırlı.
ısrar etmek. forbid v. yasaklamak.
put one's foot in one's mouth ko- forbidden adj. yasak; yasaklanmış.
nuşurken gaf yapmak; konuşma sı- forbidden fruit istenilen fakat yasak
rasında patavatsızlık etmek; çam olan herhangi bir nesne; yasak
devirmek. meyve.
forbidence 364 foreworn
put one's best foot forward iyi bir fowl n. kümes hayvanı; kuş.
ilk etki bırakmak; iyi bir başlangıç fox n. tilki.
yapmak. foxy adj. tilki gibi; sinsi.
forwards adv. ileri, ileriye doğru, öne fraction n. kırma, kırılma; kesin.
doğru. fractionate v. kırmak, parçalamak.
backwards and forwards ileri geri. fractination n. kırma, parçalama.
forwhy adv. niçin; çünkü. fracture n. çatlak, kırık, özellikle
fossa n. pl. fossae çukur. kemik veya kıkırdak kırığı. v. çat-
fossette n. küçük çukur, oyuk. lamak, kırılmak, kırmak.
fossil n. taşıl, fosil. fractious adj. huzursuz, sinirli, huysuz.
fossiliferous adj. taşıl içeren. fragile adj. kolay kırılır.
fossula n. pl. fossulae küçük çukur, fragility n. kırılganlık, kolay kırılabi-
oyuk; ince çizik. lirlik, kırılmaya yatkınlık.
fossulate adj. çukur, çukurlaşmış. fragment n. parça, bölüm.
foster v. bakmak, beslemek, büyüt- fragmentary adj. bağlantısız, parça-
mek; yetiştirmek; cesaretlendirmek; lar halinde, dağınık.
teşvik etmek. adj. anne-baba bakımı fragmentation n. parçalara ayrılma;
gören. dağılma, parçalama.
foster- prefix. anne-baba bakımı gö- frail adj. narin, zayıf.
ren, veren anlamlarına önek. ör. frame n. çerçeve, çatı, yapı. v. kur-
foster-mother, foster-son, foster - mak, çatmak.
home. framework n. çatı, yapı, çerçeve.
foul adj. kirli, iğrenç, pis, bozuk. v. frame of mind ruhsal durum; tutum;
düşünüş biçimi.
bozmak, kirletmek, pisletmek, pis-
Franco- prefix. Fransa, Fransız an-
lemek.
lamlarına önek. ör. Francophile,
foul up v. karışıklığa neden olmak.
the Franco-Belgian border.
foully adv. iğrenç bir şekilde, iğrenç
frank adj. yanılmaz; doğru sözlü;
halde. açık, belirgin.
found v. kurmak, temelini atmak. frankly adv. açıkça.
foundation n. kurma, temel, ana, fraternity n. kardeşlik, kardeşler ara-
esas, kurum, kuruluş. sı ilişki.
fovea n. pl. fovea beden veya kemik fraternal adj. kardeş gibi, kardeşlikle
yüzeyindeki herhangi bir doğal çö- ilgili.
küntü. fraud n. yapay, taklit, sahte; sahtekar,
fovate, fovated adj. çıkur, çukurlaş- düzenbaz, sahtekarlık, düzenbazlık,
mış, çopur, çopurlaşmış. ahlaksızlık.
foveation n. çopurlaşma; çiçek ve su fraudulent adj. yapay, sahte, aldatıcı.
çiçeğinde görüldüğü gibi çukurlaşma. fraught adj. kaygılı, canı sıkılan; bir
foveola n. pl. foveolae küçük çukur, şeyle dolu, bir şey yüklü.
çukurcuk. fray v. parça parça olmak; yırtılıp da-
foveolate adj. küçük çukur içeren, ğılmak; yıpranmak. n. kavga, tar-
çukurlu. tışma, çekişme.
freak 367 friendship
freak n. olağan dışı veya garip bir frenzy n. çılgın; çılgınlık; delilik;
oluşum veya yaratık; anormal mani.
oluşmuş bir organizma veya canlı. frequent adj. sık, sık meydana gelen,
adj. doğal olmayan, olağandışı, garip. sık görülen. ör. Respiratory tract
freakish adj. doğal olmayan, olağan- infections are more frequent than
dışı, garip, tuhaf. infections of any other organ and
freaky adj. olağandışı. account for the largest number of
freckle n. çil. workdays lost in the general
-free suffix. -sız, -sı olmayan, population. = Solunum yolu
...bulunmayan anlamlarına sonek. anfeksiyonları her hangi bir organ
ör. effusion-free effüzyonsuz. salt- enfeksiyonlarından daha sık görülür
free diet tuzsuz yemek. trouble- ve toplumda en büyük işgünü kay-
free journey sorunsuz seyahat. bından sorumludur.
free adj. serbest, özgür; parasız, be- frequency n. sıklık.
dava. v. serbest bırakmak, salıvermek. frequently adv. sık sık, çok kere; sık
freedom n. serbestlik. aralıklarla. ör. Common epidermal
free-living adj. kendi başına varlığını tumors occur most frequently in
sürdüren, bağımsız. ör. Some middle-aged or older individuals.
insects depend on a host during fresh adj. taze.
stages of larval development; others freshreflex n. emme ve çiğneme de-
are free-living. vinimleri.
freshwater n. tatlı su, tuz içeriği dü-
freely adv. serbestçe, özgürce.
şük su. ör. Freshwater fish are
freeway n. otoban.
found in lakes and rivers.
freewill adj. gönüllü; istekli; isteyerek.
fretful adj. huysuz, somurtkan.
freeze v. donmak, dondurmak, buz
fretfullness n. huysuzluk, somurtkan-
kesilmek.
lık.
freeze over v. göllerde, nehirlerde
friable adj. kolay kırılabilen.
olduğu gibi donmak.
friction n. sürtme, sürtünme, ovma,
freeze up v. kötü bir şey nedeniyle ovuşturma.
dona kalmak. fridge n. buzdolabı.
freezing adj. dondurucu, buz gibi. n. friend n. dost, arkadaş.
donma; soğuk ortamda tutarak sert- friendless adj. kimsesiz, dostu olma-
leştirme. yan.
freezing point donma noktası. friendliness n. dosluk, güleryüzlülük.
frenetic adj. çok heyecanlı, şaşkın, friendly adv. dostça, arkadaş canlısı.
şaşırmış. unfriendly adv. düşmanca, hasmane.
frenulum n. pl. frenula küçük kıvrım. -friendly suffix. sıfat oluşturan sonek;
frenum n.pl. frena, frenums bir or- -ması zor olmayan; -e yardımcı. ör.
gan veya yapının hareketini sınırla- user-friendly computer kullanıcı-
yan küçük deri veya mukoz sına kolaylık sağlayan bilgisayar.
membran veya deri kıvrımı. friendship n. dostluk, arkadaşlık.
fright 368 -ful
gang n. arkadaş grubu; çocukların ge- are inflamed, the condition is called
lişim evresindeki sokak grubu; çete. gastroenteritis.
gangliate, gangliated adj. düğümlü. gastrointestinal tract n. mide-barsak
gangliform adj. düğümlü, düğüm bi- yolu.
çiminde. gastroplasty n. mide onarımı.
ganglion n. düğüm, sinir düğümü; gastroptosis n. mide düşüklüğü.
tendon kılıfında veya eklem bölge- gather v. toplamak, toplanmak, birik-
sinde görülen kist benzeri şişlik; ur. tirmek, biraraya getirmek.
gangrene n. kan eksikliği nedeniyle gatophilia n. kedilere gösterilen fazla
doku ölümü, gangren. ilgi.
gap n. boşluk, boğaz, ara, aralık, gatophobia n. kedilere karşı duyulan
açıklık. korku.
gapes n. parazit kurtların neden olduğu gauge n. ölçü aleti; ölçüt, örnek.
tavuk sayrılığı. gauntlet n. el bandajı.
garbage n. çöp, atık. gavage n. ağızdan sindirim borusu
garble v. karıştırmak, karma karışık yoluyla mideye uzatılan bir tüple
etmek. besin verme; tüple besleme. v. tüple
gargle v. ağız ve boğaz temizliği beslemek.
yapmak; gargara yapmak. n. garga- gay n. eşcinsel (erkek); neşeli; parlak.
ra; gargara sesi. gauge v. değerlendirmek, ölçmek.
garlic n. sarımsak. gauze n. gazlı bez; cerrahi yaraları
garlicy adj. sarımsaklı, sarımsak ta- sarmak veya ameliyat sırasında ya-
dında. raları silmek için kullanılan bez.
gas n. gaz. gaze v. gözünü dikerek bakmak.
gas gangrene n. enfekte dokuda gaz gel n. jel, katı veya yarı-katı çözelti.
varlığıyla karakterize olan gangren. gelatin n. ilaç kapsülü yapımında kul-
gaseous adj. gaz ile ilgili, gaz halinde lanılan, katı haldeki bir tür protein;
var olan, gazlı, gaz gibi. jelatin.
gasiform adj. gaz halinde. gelatinize v. jelatin haline dönüştür-
gasify v. gaza dönüştürmek. mek; pelteleştirmek; jelatinle kap-
gassy adj. gazlı. lamak.
gash v. kesmek, yaralamak. gelatinous adj. yapışkan; jelatine
gaster n. mide. benzeyen; jelatinle ilgili; jelatin içe-
gastric adj. mide ile ilgili, midede. ren.
gastralgia n. mide ağrısı. gelation n. soğutarak veya dondura-
gastritis n. mide yangısı. rak katılaştırma; pelteleştirme.
gastro- , gastr- prefixes. mide, karın gelosis n. katı, şiş kütle.
anlamlarına önekler. ör. gelotolepsy n. kendiliğinden olan,
gastrocardiac mide ve kalple ilgili. normal kas gerilim kaybı.
gastrobrosis n. mide delinmesi. gemellogy n. ikizliği araştıran tıp dalı.
gastroenteritis n. mide-barsak yangısı. geminate v. iki katına çıkarmak. adj.
ör. When the stomach and intestines çift, çift oluşturan.
gemmation 373 geniculum
genio- prefix. çene anlamına önek. ör. genus n. biyolojik sınıflandırma, tür,
geniohyoid muscle çene altı kası. cins, bölüm.
genioplasty çenede plastik ameliyat. -geny gelişim veya köken belirten so-
genious n. deha, zeka; yetenek, yeti. nek. ör. otogeny.
genital adj. biyolojik üreme ile ilgili; geo- prefix. yer, dünya, toprak anlam-
eşeysel; cinsel organlarla ilgili. ör. larına önek. ör. geocentric yerin
Bowen disease occurs in the genital merkezi ile ilgili, yermerkezli.
region of both men and women, geology n. jeoloji, yerbilim.
usually in those over the age of 35 geophagy n. toprak yeme; toprak,
years. gübre, çamur vb. yeme alışkanlığı.
genitalia n. üreme organları. ör. geriatric adj. yaşlılıkla ilgili, yaş-
Lymphogranuloma venereum causes lanmaya ait.
a small epidermal vesicle at the site geriatrics n. tıbbi yaşlılık araştırması,
of infection on the genitalia. yaşlılıkla ilgili tıbbi çalışma; yaşlı-
genitourinary, G.U. adj. üreme ve lık hastalıklarını araştıran bilim dalı.
idrar organları ile ilgili. germ n. insanları enfekte eden mikro
genius n. deha; yaratıcı güç; çok zeki organizma/minican; mikrop; gelişen
insan, dahi. embriyonun ilkel hali; tohum, öz;
genocide n. bir soy veya ırkın bir organizmaya dönüşme yeteneği
toplukırımı; jenosit, soykırım, olan göze kümesi. ör. In human, the
toplukıyım. germ cells are the egg and the
genome n. haploid kromozom takı- sperm.
mında tam bir gen takımı/kümesi. germicide n. mikrop öldürücü.
ör. The combination of parental German Measles n. kızamıkçık.
genomes increases variability in the germinal adj. üreme hücreleriyle ilgi-
offspring. li, yavruya taşınan. ör. Germinal
mutations increase the genetic load
genophobia n. cinsel ilişkide bulun-
of the population.
maya karşı duyulan ileri derecede
germinate v. bir tohum veya hücre-
korku.
den büyümek; sürmek, filizlenmek,
genotype n. kalıtsal yapı. ör. A
gelişmek; spordan (bakteri) türemek.
genotype describes the genes for a
gero-, geront-, geronto- prefixes.
characteristic.
yaş, yaşlılık anlamlarına önekler.
genu, genus n pl. genua . diz, dize
ör. gerodontics.
benzer yapı.
geroderma n. deri buruşması, derinin
genual adj. dizle ilgili. kırışması.
genucubital position diz ve dirsekler gerontal adj. yaşlılıkla ilgili.
üzerinde duruş şekli. gestation n. gebelik, hamilelik, ku-
genupectoral position diz-göğüs du- luçka, olgunlaşma. ör. Chronic
ruş şekli (sıklıkla rektum muayene- renal disease can be hereditary but
sinde kullanılır). is most often the result of an
genuine adj. gerçek, halis, sahi, sahi- acquired developmental defect that
ci; samimi. arises gestation.
gestosis 375 get to
given adj. belirli, düşünerek, hesaba glaucoma n. gözde sıvı artışının be-
katarak. lirgin olduğu bir göz sayrısı.
gizzard n. taşlık. gleam n. ışın. v. ışık saçmak.
glabella n. kaşlar arasındaki boşluk. gleet n. kronik belsoğukluğunda gö-
glabrous adj. düz; tüysüz; kılsız; kel. rülen urethra'dan gelen akıntı.
glad adj. mutlu, memnun, neşeli. glia n. neuroglia; merkezi sinir siste-
gladly adv. kıvançla. mi destek dokusu.
glamorous adj. göz alıcı, hayranlık glial adj. merkezi sinir sistemi destek
yaratıcı. dokusuyla ilgili. ör. The posterior
glance n. kısa bakış. v. göz atmak. pituitary is composed of modified
gland n. bez; bir madde salgılayan glial cells.
organ veya yapı; salgı bezi. ör. glib adj. çabuk, hazır.
sublingual gland dilaltı (tükrük) glide v. kaymak; akmak. n. kayma.
bezi. submandibular gland çene- glimmer v. çok hafif ışık vermek.
altı (tükrük) bezi. glandilemma n. glint n. ışın, pırıltı, parlaklık. v. parıl-
bir bezin dış örtüsü. glandula, damak.
glandule n. küçük bez. glandular glioma n. sinir hücre yumrusu.
adj. bezel; bezle ilgili; beze ait; be- glisten v. parlamak, parıldamak.
ze benzeyen. glitter n. parıltı, ışıltı. v. parlamak.
glanders n. bulaşıcı bir at sayrısı; ruam. gloaming n. alacakaranlık.
glandula n. pl. glandulae bez. globe n. dünya, yer küre.
glans n. pl. glandes penis veya klito- global adj. tam, tüm, bütün, genel,
ris ucunu oluşturan koni şeklindeki toplu; küresel, küre şeklinde.
yapılar. globular adj. küresel.
glans penis L. n. penis başı, kamış globulate n. damlacık; küçük damla.
başı, kamış ucu. globule n. damlacık.
glans clitoritis L. n. klitoris ucunda globus L. n. pl. globi yuvarlak, yu-
küçük dik durabilir doku kütlesi; varlak cisimcik.
klitoris ucu. glomerate adj. yuvarlak bir yapı
glanular adj. penis başıyla ilgili. oluşturan; yumak şeklinde.
glare v. kızgınlıkla bakmak; dik dik glomerul adj. yumak şeklinde.
bakmak. n. kızgın bakış; parlak ışık, glomerular adj. yumak şeklindeki
göz kamaştıran ışık, parıltı. küçük oluşumlarla ilgili, glömerülle
glaring adj. göz kamaştırıcı; belirgin, ilgili. ör. Glomerular filtration
apaçık. produces urine continually in a
glass n. bardak, cam. healthy kidney.
glasses, eye-glasses n. görmeye yar- glomerulitis n. glömerül yangısı. ör.
dım eden lensler; gözlük. Glomerulitis is often caused by
glass-fiber cam lifi/pamuğu. bacterial infection.
class house ser, limonluk; camlı glomerulus n. böbreğin işlevsel biri-
köşk, cam fabrikası. mi, glömerül. ör. Urine is produced
classware cam eşya. by each glomerulus.
gloom 378 go
gynatrisia n. dölyatağına giriş yolu -gynous suffix. kadın, dişi; dişilik or-
olmama durumu. ganı anlamlarına sonek. ör.
gynecic adj. kadınla ilgili. monogynous, perigynous.
gynecoid adj. kadın gibi. gyrate adj. kıvrımlı, halka şeklinde.
gynecologist n. kadın sayrılıkları uz- v. bir merkez veya eksen etrafında
manı. dönmek.
gynecology n. kadın sayrılıkları bilimi. gyration n. dönme, dairesel döngü.
gynecomastia n. erkek göğüslerinin gyro- prefix. dairesel devinim, sarmal
büyümesi. anlamlarına önek. ör. gyroplane he-
gynoplasty n. kadın genital organları likopter benzeri uçak. gyroscope.
plastik cerrahisi. gyrus n. pl. gyri beyin kıvrımı.
H,h
on hand kullanmaya hazır durum- hanker v. çok güçlü arzu duymak; is-
da; gerektiğinde hazır durumda, ko- temek; özlemek.
lay ulaşılabilir. hap- prefix. yarı, yarım anlamlarına
on the one/other hand bir taraf- önek.
tan... öte taraftan..., bir yandan... öte haphazard adj. dikkatsiz, düzensiz,
yandan... (karşılaştırmalarda kulla- rast gele.
nılır). haphiphobia n. dokunma korkusu.
out of hand derhal ve üstünde fazla haplo- prefix. basit, tek anlamlarına
düşünmeden. önek.
hear first hand v. doğrudan bilgi haploid adj. bir türde bulunan kro-
edinmek. mozomların yarısı, tek kromozom
take/have in hand kontrol altında takımı. ör. The fusion of two
tutmak. haploid gametes during fertilization
handicap v. engel olmak, engelle- restores the normal number of
mek. n. engel, yük, geliştirmeyi ön- chromosomes.
leyen her şey. happlotype n. birbirine kenetlenmiş
handicapped adj. engelli, sakat, ak- alel veya gen kümesi. ör. The
sak, özürlü. arrangement of haplotypes in each
handwriting n. el yazısı. generation produces great variety
handwritten adj. elle yazılmış; ba- in a species.
sılmamış. happen v. olmak, meydana gelmek.
handy adj. yararlı ve kullanılması ko- happening n. olay.
lay; ellerini kullanmada becerikli; happy adj. mutlu, memnun; neşeli;
yakında, kolay ulaşılacak yerde; uygun, yerinde.
uygun, elverişli, hazır. happily adv. mutlulukla, sevinçle.
come in handy yararlı olmak. happiness n. mutluluk.
handyman n. elinden kolayca iş ge- haplo- prefix. basit, tek anlamlarına
len kimse; hünerli kimse. önek.
hang v. asmak, sallandırmak, takmak. haploid adj. erbezi veya yumurtalıkta
hang around/out v. aptal aptal ge- kromozom sayısının yarısına sahip
zinmek; dışarıya asmak. olan.
hang on v. beklemek, sabırlı olmak. haptic n. dokunma duyusu ile ilgili.
hang up v. askıya asmak; yerine hapten n. antijenik bir molekülle bir-
koymak. leşebilen bir molekül, hapten.
hang up on v. telefonla konuşmayı hard adj. sert, sıkı, katı, zor, güç, yo-
aniden kesmek. rucu. adv. zor kullanarak, zorla; çok
hangnail n. şeytan tırnağı. fazla.
hangover n. çok fazla alkol alımın- be hard done by haksızlığa uğra-
dan sonra duyulan başağrısı ve ra- mak.
hatsızlık; daha önceki bir olaydan be hard hit by kayba uğramak.
veya durumdan kaynaklanan yeni be hard on bir şeyi kolayca ve ça-
durum. bucak giymek.
hard at it 388 hatch
do sth the hard way bir şeyi zor bir harelip n. yarık dudak, tavşan dudak.
deneyim geçirerek öğrenmek. harm n. hasar, zarar, ziyan, yaralan-
hard at it bütün gücüyle çalışan; ma; kötülük. v. hasar vermek,
elinden geldiğince iş gören. hasarlamak, zarar vermek, zararı
hard by adv. çok yakın, çok yakında. olmak. ör. The harm caused by loud
hard drink n. alkol derecesi yüksek noise can include deafness.//
içki. Degenerative diseases may harm
hard on the heels of hemen arkasın- muscles.
da; soluğu ensesinde. harmful adj. yıkıcı, zararlı, zarar ve-
hard to come by v. bulması zor olmak. rici, hasarlayıcı. ör. Smoking is
hard up adj. yeterince (parası) olma- harmful to one’s health.
yan. harmless adj. zararsız, hasar verme-
hard upon prep hemen sonra; hemen yen, masum. ör. Drugs used to
arkasında, soluğu ensesinde. destroy cancer must be harmless to
hard-and-fast adj. sabit ve değiştiri- health tissues.
lemez. harmlessly adv. zararsızca, zararsız
hard-working adj. çalışkan. şekilde.
harden v. sertleştirmek, katılaştırmak. harmony n. uygunluk, uyum.
hardening n. sertleşme, dokunun harmonious adj. uyumlu.
sertleşmesi. harsh adj. sert, acı, haşin, merhametsiz.
hardheaded adj. iş alanında pratik, harshly adv. sertlikle, şiddetle.
ciddi ve dürüst. harshness n. sertlik, haşinlik.
hardhearted adj. sempati duymayan; harvest v. ürün almak, hasat yapmak,
taş yürekli. biçmek. n. harman, hasat; ürün. ör.
hardhitting adj. zorlayıcı. The tumor-infiltrating lymphocytes
hardly adv. zorlukla, güçlükle; he- can be harvested and expanded in
men hiç, ancak, güç bela. vitro and reinfused into the
hardly ... when yapar yapmaz (bir autologous host.
işin bitiminden hemen sonra başka haste n. acele etme, acele, acillik, ça-
bir şeyin başladığını belirtir.) bukluk.
hardness n. haşinlik, sertlik, katılık, hasten v. acele etmek, acele ettirmek.
soğukluk, şiddet, zorluk. hastily adv. acele, çabucak.
hardnosed adj. bir şeyi elde etmede hasty adj. acele, çabuk, aceleci.
kararlı; inatçı ve pratik. in haste aceleyle.
hardship n. güçlük. make haste acele etmek.
hard-wearing adj. dayanıklı, sağlam. hat n. şapka.
hardy adj. güçlü; soğuğa ve sıkı ça- hatch v. yumurtadan çıkmak; sonuç
lışmaya dayanıklı. vermek; ince çizgilerle taramak, ta-
take (it) hard derin üzüntü duy- rama resmi yapmak. n. yumurtadan
mak; çok yoğun acı çekmek. çıkan civciv; sonuç, netice; tarama.
take some/a few hard knocks acı ör. Hookworm eggs are passed in
bir deneyim, kötü talih, büyük güç- the feces, hatch in the soil, and
lük yaşamak. infect people through the skin.
hate 389 head off
have one's head in the clouds ya- fountainhead çeşmenin ağzı, fıski-
şamın gerçeklerinden uzakta olmak; yenin ağızı.
bulutlarda gezinmek; ayakları yere heal v. sağalmak, sağaltmak, iyileş-
basmamak; uygulanması olanaksız mek, yarayı iyileştirmek, düzelmek.
olmak. ör. Bacrerial pharyngitis heals
have one's head screwed on duyar- without sequelae, whereas untreated
lı ve pratik olmak. acute bacterial inflammation of a
have/bury one's head in the sand joint can destroy it in a few days.
hoş olmayan bir durumu düşünmeyi heal up/over v. (yara) kapanmak.
yadsımak; kafasını kuma gömmek. healable adj. iyileşebilir, iyileştirile-
head and shoulders above çok da- bilir, sağaltılabilir.
ha iyi (olmak). healing n. iyileşme, düzelme, sağal-
head over heels tam olarak; kontrol ma. adj. iyileştirici. ör. Contraction
edilemez şekilde. in the size of a wound is an
headache n. başağrısı. important part in the normal
heads will roll belirli insanlar ceza- healing process. = Yaranın boyu-
landırılacak. tunda daralma olağan iyileşme sü-
headway v. bir sorunu çözmede recinde önemli bir parçadır.
ilerleme kaydetmek. healer n. iyileştirici, sağaltıcı, şifa ve-
keep a cool/clear head soğukkanlı ren.
davranmak; kendini kontrol etmek. health n. sağlık.
keep one’s head above water yal- healthful adj. sağlam, sağlığa yararlı.
nızca kendi geliri ile yaşayabilmek; healthgiving adj. sağlığa kavuşturan;
yalnızca çalışabilmek, varlığını sür- sağaltan.
dürebilmek. healthily adv. sağlıklı olarak, sağlam
not be able to make head or tail of olarak.
anlayamamak; şaşırmak. healthy adj. besleyici, iyi, sağlıklı,
off one’s head deli, çılgın, akılsız. sağlığa yararlı; sağlam, gürbüz.
out off one's head alkol veya uyuş- be in good health sağlıklı olmak.
turucunun etkisiyle çılgınca davra- heap n. birikme, yığın, küme. v. yığ-
nışlar gösteren. mak, kümelemek, kümelenmek.
over one's head birinin kavrama heaped adj. tam tamına dolu.
yeteneğinin ötesinde; çok zor; anla- hear v. duymak, işitmek; haber almak.
şılamayan. hear about (of) -den söz edildiğini
put your/their heads together duymak, biri hakkında haber almak.
başkalarıyla bir plan üzerinde dü- hear from v. (haber, mektup) almak.
şünmek. hear of v. bilmek; dikkat etmek.
take it into someone's head (yan- hear sb out v. sonuna dek dinlemek.
lış, aptalca) karar vermek. hearable adj. duyulur, işitilir.
turn one's head birini aşık etmek; hearing n. işitme.
birini kibirlendirmek. hearing aid n. işitme cihazı.
-head suffix. ad oluşturan sonek. ör. a hearing impairment n. işitme yitimi.
pithead maden ocağının ağzı. a hearing loss n. işitme yitimi/kaybı.
heart 391 heliopathy
hemifacial adj. yüzün bir yanını etki- hemotherapy n. bir sayrılığı sağalt-
leyen. mada kan kullanılması; kanla sağal-
hemiplegia adj. yüzün bir tarafının tım.
felç olması. hemothorax n. akciğerler ve göğüs
hemocidal adj. kan hücresini yıkan. duvarında kan birikmesi.
hemocyte n. kan gözesi. hemotoxic, hematotoxic, hematoxic
hemocytology n. kan-göze bilimi. ör. adj. kan zehirlenmesine neden olan.
Hemocytology is successful in hemp n. kendir, kenevir.
determining the cause of many hempoxis n. kan pıhtılaşması.
blood-related disorders. hen n. tavuk.
hemoglobin, H.B., n. kırmızı kan hence adv. bu nedenle, bundan dola-
hücrelerinde bulunan bir protein tü- yı, buradan; şu andan, şimdiden iti-
rü; kandaki kırmızı pigment, kanın baren; buradan ilerde.
okşijen taşıyan pigmenti. ör. henceforth, henceforward adv.
Weakness and fatigue are symptoms bundan böyle, bundan sonra; şu an-
of lack of hemoglobulim. dan itibaren.
hemoid adj. kana benzer. henpecked adj. kılıbık.
hemolysis n. kan elementleri yıkımı. hepar n. karaciğer.
hemopasia n. vücuttan kan alma; kan heparin n. kan pıhtılaşmasını önleyici
çekme. madde.
hemopathy n. kan sayrılığı. hepat- , hepato- prefixes. karaciğer
hemopericardium n. kalp kesesinde anlamına önekler.
kan toplanması. hepatic adj. karaciğerle ilgili, karaci-
hemopexin n. kanı pıhtılaştıran enzim. ğere ait, karaciğerde olan; karaciğer
hemopexis n. kan pıhtılaşması. renginde.
hemophilia n. kanama sayrılığı; he- hepatitic adj. karaciğer yangısıyla il-
mofili. gili.
hemophobia n. kandan hoşlanmama; hepatitis n. karaciğer yangısı.
kan görme korkusu/ürküsü. hepatogenic adj. karaciğerde oluşan.
hemophoris n. kan taşıyan. hepatoma n. karaciğer kökenli yumru.
hemorrhage n. kanama. hepatomegaly n. karaciğer büyümesi.
hemorrhagenic adj. kanamaya neden hepatopathy n. karaciğer sayrılığı.
olan. hepta- yedi anlamına önek. ör.
hemorrhoids n. rektumun alt kısmın- heptad yedi nesneden oluşan, yedi
da ve anüs çevresindeki venlerin nesnenin toplamı, yedilik. heptagon
genişlemesi; basur memesi oluşu- yedi köşeli, yedi kenarlı. heptal ye-
mu; basur. di köşeli.
hemostasis n. kanamanın durması. herald v. haber vermek.
hemostat n. kan akışını durduran herb n. bitki, ot, yararlı ot.
madde, kanamayı durduran alet, herbage n. yeşillik, ot, otlar.
kıskaç. herbal adj. otlarla ilgili.
hemostatic adj. damar içinde kan herbicide n. bitki yok eden madde,
akışını önleyici. bitkileri öldürücü.
herd 394 Hg.
herd n. belli bir bölgede bulunan in- herniated adj. yırtılmış, yırtık.
san veya hayvan topluluğu, sürü; hernio- prefix. yırtık anlamına önek.
avam, güruh. hernioplasty n. bir yırtığı dikme
here adv. burada, buraya. ameliyatı.
here and now hemen, derhal. heroin n. eroin, morfin özü.
here and there şurada burada. heroinism n. eroin kullanma eğilimi.
hereabouts buralarda, bu civarda. herpes n. uçuk.
hereafter bundan sonra, hemen sonra. herpetic adj. uçukla ilgili, uçuğa
herebefore bundan önce. benzer.
hereby adv. bu nedenle, böylelikle, herpetiform adj. uçuğa benzer.
bundan dolayı; şimdi. hesitancy n. idrar salınımında gecik-
heredo- prefix. kalıtım anlamına me, idrar yapamama; çekingenlik.
önek. ör. heredotaxia. hesitant n. çekinen, tereddüt eden,
herein bunun içinde. duraksayan.
hereinafter ilerde, gelecekte; (bir ya- hesitate v. çekinmek, duraksamak,
zılı metin içinde) aşağıda. şüphelenmek.
hereinto bunun içinde, bunda; bu ko- hesitation n. kararsızlık, duraksama.
nu, durum, koşul veya yerde. hetero-, heter- prefixes. benzemeyen,
hereof bununla ilgili, buna ait. benzemez, başka, diğer anlamlarına
hereto buna; bu yere, bölgeye veya önekler. ör. heterogeneity benze-
konuma. mezlik, ayrışık.
heretofore şimdiye dek. heterogenous adj. farklı; benzemez;
hereupon bundan sonra, bunun üstüne. ayrı.
herewith bununla birlikte; bu araçla, heterosome adj. genetikte, iki türde
bununla. de farklı olan kromozom çifti.
hereditary adj. kalıtımla gelen, kalı- heterotrophic adj. başka organizma-
tımsal, kalıtsal. ör. Hemophilia A is lara bağlı beslenerek besin alan. ör.
the most common hereditary All animals are heterotrophic since
disease with serious bleeding. = they depend on other organisms for
Hemofili A ciddi kanamalı en yay- food.
gın kalıtsal hastalıktır. heterozygote n. belli bir özellik için
heredity n. kalıtım. iki farklı geni (bir dominant ve bir
heritage n. kalıt, kalıtsal olarak gelen. çekinik) olan döllenmiş yumurta.
hermaphrodite n. hem erkek, hem ör. The heterozygote usually
dişi. possesses one dominant and one
hermetic adj. hava geçirmez, hava recessive gene.
geçirmez şekilde kapalı. hexa- , hex- prefixes. altı anlamına
hermetically adv. hava geçirmez şe- önekler. ör. hexagon altı kenarlı, al-
kilde. tı köşeli. hexal altıgen şeklinde.
hernia n. pl. herniae. yırtık, herni, hexa-vaccine n. altı farklı organiz-
rüptür, fıtık. ma içeren aşı.
herniate v. yırtmak. Hg., mercury cıva.
hiatus 395 histoblast
ichthyo-, ichthy- prefixes. balık an- -id, -ide suffixes. 1. kimyasal bileşik
lamına önekler. ör. ichthyic balıkla oluşturan sonekler; 2. bir familya-
ilgili. ichthyoid balık şeklinde, ba- nın üyesi anlamına sonekler. ör.
lıkla ilgili, balığa benzeyen. hominid, chloride. 3. deri duyarlı-
ichthyophagous adj. balıkla besle- lığını gösteren sonekler. ör: syphilid.
nen, balık yiyen. ichthyosis n. kuru- 4. küçük, genç, yavru, örnek anla-
luk ve kalınlaşmayla karakterize de- mına sonekler. ör. spermatid.
ri sayrılığı, "balıkcildi" sayrılığı di- idea n. düşünce, fikir.
ye de adlandırılır. flight of idea belirli ruh hastalıkla-
ichthyol n. deri sayrılıklarının sağal- rının özelliği olarak birbirini tutma-
tımında kullanılan kömür katranı tü- yan, hızlı konuşma; fikir uçuşması.
revi. ideal adj. mükemmel, kusursuz, ideal.
-ician suffix. belirli bir alanda uzman- ideate v. düşünce oluşturmak, kavra-
lık yapmayı gösteren sonek. ör. mak, düşünmek, hayal etmek.
mortician. technician. ideation n. düşünce/fikir oluşturma;
-icide, -cide suffixes. öldüren, öldürü- düşünme.
cü anlamlarına ad oluşturan sonek- ideational adj. fikir oluşumu ile ilgili.
ler. ör. insecticide, suicide. idea fixe sabit fikir; değişmez düşün-
icily adj. buz gibi bir tavırla. ce; saplantı, endişe.
icono- prefix. benzerlik, görüntü an- -idea suffix. zoolojide hayvanları sı-
lamlarına önek. ör. iconolatry. nıflandırmayı göteren sonek. ör.
iconologny n. heykel veya resimlerin hominidea insanın da içinde bulun-
doğurduğu cinsel istek. duğu tür.
-ics suffix. ... bilimi, ... çalışmaları an- ideal adj. her bakımdan mükemmel;
lamına sonek. ör. graphics, poetics; çok uygun; ideal. n. en mükemmel
hysterics, athletics. örnek; en mükemmel standard.
idealize v. mükemmel varsaymak;
ictal adj. nöbet veya inme ile ilgili,
ideal olarak görmek.
nöbet veya inmenin neden olduğu.
ideally adv. mükemmel bir şekilde,
icteric adj. sarılıkla ilgili, sarılığı
mükemmel olarak.
olan. n. sarılık ilacı.
identic adj. özdeş.
ictero- prefix. sarılık anlamına önek.
identical adj. aynı, benzer, özdeş, eş,
icterogenic adj. saılık yapan.
tıpkı. ör. Monozygous twins are
icteroid adj. sarılığa benzeyen; sarılık
called identical twins.
gibi.
identical twins eş yumurta ikizleri.
icterus n. sarılık. identify v. kimliğini saptamak, belir-
ictus n. atak, nöbet, kriz; vuruş, vurum; lemek, tanımak, tanımlamak. ör.
atım; ani saldırı, fiske, yumruk. Although the precursors of virtually
icy adj. buzlu, buz gibi, buz tutmuş, all amyloid proteins have been
soğuk, kaygan. identified, several aspects of their
id n. güdü; beynin bilinçsiz fakat is- origins still are not clear. = Ger-
tek ve arzuları olan bölümü; çekte tüm amiloid proteinlerin ön-
süperego. cülerinin saptanmış olmasına karşın
identifiable 405 ileac
ileum n. ince barsağın alt bölümü. ill-looking adj. şeytan yüzlü; çirkin.
ileitis n. ince barsak alt bölümünün illness n. hastalık, sayrılık, sayrı, ra-
yangısı. hatsızlık.
ilecolitis n. ince barsak alt bölümü ve ill-starred adj. kötü talihli, bahtsız,
kalın barsak yangısı. şanssız.
ileo- prefix. kalça kemiği anlamına ill-tempered huysuz, hırçın; aksi, si-
önek. ör. ileocolic kalça kemiği ve nirli.
kalınbağırsakla ilgili. ill-treat v. yanlış tedavi uygulamak;
ileus n. bağırsak tıkanıklığı. kötü davranmak.
iliac adj. kalça kemiği ile ilgili, iliuma ill-treated adj. yanlış tedavi edilmiş.
ait. ill-treatment n. hasar, kötü davranış,
ilium n. pl. ilia kalça kemiğinin üst zarar.
kısmı. ill-use v. kötüye kullanmak; kötü kul-
illinition n. merhemin emilimini ko- lanmak.
laylaştırmak için bir yüzeyin ovul- ill-will n. nefret, düşmanlık.
ması. illusage n. kötü kullanma.
ill adj. (worse, worst) rahatsız, hasta, illy adj. kötü bir şekilde, kötü bir ta-
sayrılı, marazlı; kötü; uğursuz; acı, vırla.
zararlı. adv kötü bir şekilde; canice; illegal adj. yasadışı.
hoş olmayan bir şekilde; iyi, yeterli illegitimate adj. yasal olmayan, ya-
olmayan; güç bela olmuş. saya aykırı, yolsuz, yasaya karşı
illness n. bozukluk, hastalık, sayrılık, olan; gayrı meşru çocuk, piç.
sayrı, şikayet. illhumored adj. rahatsız; huysuz,
be taken ill v. aniden rahatsızlan- kızgın.
mak. illiberal adj. dar görüşlü, kaba.
fall ill v. hastalanmak; sayrılanmak; illicit adj. yasal olmayan, yasa dışı,
bir hastalıktan şikayet etmeye baş- yasak.
lamak. illimitable adj. sınırlanamayan; son-
ill at ease huzursuz, rahatsız; utangaç. suz, sınırsız.
ill-assorted adj. birbirine uymayan, illiterate adj. okuma-yazma bilme-
çelişen, uyumsuz. yen; cahil.
ill-boding adj. şeytani. illeteracy n. cahillik, cehalet.
ill-bred adj. kötü yetişmiş, kötü tavırlı, illogic n. mantıksızlık.
nezaketsiz, saygısız, görgüsüz, kaba. illogical adj. mantıksız, mantık dışı;
ill-fated adj. bahtsız, talihsiz, şanssız. mantığa aykırı.
ill-favoured adj. çirkin; kabul edil- illuminate v. aydınlatmak, ışık saç-
mez, karşı çıkılan. mak; anlaşılır hale getirmek, açık
ill-feeling kıskançlık, kızgınlık v.b. hale koymak.
duygular. illumination n. aydınlatma; açılma.
ill-gotten adj. hile ile elde edilen. illusion n. düş, hayal; yanıltıcı görüş,
ill health n. rahatsızlık durumu; genel aldanma, kuruntu.
olarak hastalık hali. illusive adj. yanıltıcı, aldatıcı.
illusory 407 imminent
in2 adv. 1. içerilen, çevrili, çevrelen- in and out (of) bazan içerde bazan
miş; içerde; dışardan etkilenmemiş: dışarda: He has been in and out of
Open the wallet and put the money prison for many years.
in. The water was so warm that I in3 adj. 1. yönelik; -e doğru; içeriye
jumped in. Strong walls to keep the göndermede kullanılır: She found
prisoners in. A cup of coffee with the letter in her in box. 2. modaya
sugar in. 2. içerde, burada, bir çatı uygun: The new restaurant is the in
altında; var: I’m afraid Mrs. place to go now. 3. özel; yalnızca
Widowson is out, but she’ll be in birkaç kişinin bildiği: an in joke / an
again soon. Some thieves broke in in affair. 4. (ateş) yanar durumda;
while we were away. The train isn’t yanma halinde: Is the fire still in?
in yet. 3. içeriye, içeriye doğru: in a body birlikte; grup halinde.
There was a loud explosion and the in a differential manner ayırdedici
walls fell in. 4. her taraftan, her yer- bir tarzla.
den, her yönden, bir çok insandan: in a fundamental way temel olarak,
Letters of support have been coming asıl olarak.
in from everywhere. 5. ekleme, iste- in a jam başı dertte; sıkıntıda.
neni kaydetme anlamında: Fill in in a jiffy derhal, hemen, zaman ge-
your name and address on the form. çirmeksizin.
6. maçta bir tarafın vuruş yapmasını in a moment bir anda, bir an içinde,
belirtir: Our side were in. 7. iktidar- biraz sonra, birazdan.
da, seçilmiş: Do you think the libe- in a nutshell kısaca, özetle.
ral party will get in? 8. moda: Long in a row sırasında, üst üste, ard arda,
hair for men came again. 9. kıyıya, ardışık.
karaya, sahile: When does the tide in a way bir bakıma; belirli bir dere-
come in? The ship sailed back in. ceye kadar.
be in at (bir olay) içinde olmak: I in absentia, i.a., L. yokluğunda yok-
want to be in at the meeting. ken.
be in for (sorun, kötü birşey) mey- in accordance with uygun olarak,
dana gelecek: They are in for some uyarınca.
trouble. in addition (to) ayrıca, bundan başka,
be in with arkadaş olmak; dost ol- üstelik, bir de, buna ek olarak. ör. In
mak: She’s well in with the addition to causing cell injury,
administrators. viruces induce cell proliferation
be/get in on yer almak; rol almak; and transformation, which result in
paylaşmak: She wants to be in on neoplastic growth.
the discussion too. in advance of evvelden, önceden
go/be in for girmek; listeye adını in all topluca; toplu olarak; birlikte,
yazdırmak. toplam.
have (got) it in for someone biri- in an endevour to -mek amacıyla.
sinden hoşlanmamak ve zarar ver- in an ugly manner uygunsuz bir şe-
me niyetinde olmak. kilde.
in any case 413 in respect to
in return for karşılık olarak, karşılı- in the doghouse gözden düşmek, iti-
ğında. barını yitirmek.
in reverse proportion to -le ters in the dumps üzgün, mutsuz.
orantılı olarak. in the event of -dığı taktirde, olursa.
in reverse relation to -le ters orantılı in the event that –dığı taktirde, olursa.
olarak. in the face of karşısında.
in short kısaca. in the first place ilk olarak, ilk sırada.
in situ L. yerinde; bulunması gereken in the future gelecekte.
yerde; kendi yerinde, bulunduğu in the jug hapsedilmiş.
yerde, köken aldığı yerle sınırlı, in the limelight çekici olmak, çekim
olağan bölgesinde. ör. In situ merkezi olmak.
malignancies are easier to control in the long / short run kısa/ uzun sü-
than those which have spread to rede, sonunda.
surrounding organs. in the mean time bu arada, bu sırada.
in so far adv. kadarıyla. in the opposite case aksi halde.
in so far as derecede, oranda. in the past geçmişte.
in so much (as that) o kadar ki; hat- in the ratio of oranında.
ta; belli dereceye kadar, belli ölçüye in the same way aynı şekilde.
kadar. in the same boat aynı durumda, aynı
in spite of -e karşın, rağmen, ise de, - konumda.
dığı halde. in the same direction aynı doğrultuda.
in the wake of hemen arkasından.
in spite of that ancak, fakat.
in the same way aynı şekilde.
in such a manner that şöyle ki.
in the way tıkamak, engellemek, so-
in store gelecekte.
run yaratmak.
in succession art arda, ardışık. in the way of açısından. bakımından.
in summary kısaca, özetle. in the wind ortada birşeyin olması,
in that nedeniyle, -diğinden, -dığı söylenti olması.
için, çünki; yönüyle, -mesinde, ba- in this connection bu bağlamda.
kımından, yüzünden. ör. Diseases in this way böylece, böylelikle, bu
originating in the perinatal period yolla.
are important in that they account in time beklenen zamanda, daha geç
for significant morbidity and değil.
mortality in the region. = Perinatal in toto L. toplam olarak, hep birlikte,
evrede ortaya çıkan sayrılıklar hepsi.
önemlidir çünki bunlar bölgede dik- in turn sırayla, sırasıyla.
kat çekici hastalık ve ölümlerden in vain boşuna, boş yere, sonuçsuz.
sorumludur. in view of hesaba katarak, nedeniyle.
in that case öyleyse, o halde. in vitro L. canlı organizma dışında,
in the beginning başlangıçta. yapay ortamda; laboratuvarda, test
in the course of gidişinde, seyrinde. tüpü içinde uygulanan (işlem veya
in the dark haberi olmamak, bilgisi tepkime). ör. Activated macrophages
olmamak, habersiz kalmak, karan- exhibit somewhat selective cyroroxi-
lıkta, karmaşık. city against tumor cells in vitro.
in vivo 415 inattention
incisive adj. kesici, keskin, sert, yarı- incomparable adj. benzersiz, emsal-
cı; acı, dokunaklı; zeki. siz, eşsiz, mükemmel, karşılaştırı-
incised adj. kesilmiş, yarılmış, yarık. lamayan, üstün.
incisor n. kesici diş. incompatibility n. tutarsızlık, uyum-
incisura n. pl. incisurae oyuk, çentik. suzluk.
incisure n. oyuk, çentik. incompatible adj. aykırı, bağdaşmaz,
inclement adj. şiddetli, acımasız, in- tutarsız, uyuşmaz, uyumsuz.
safsız, sert; soğuk, fırtınalı. incompetent adj. beceriksiz, ehliyet-
inclinatio n. pl. inclinations eğim, siz, yeteneksiz, yetersiz.
eğilim; yatkınlık. incomplete adj. tam olmayan, eksik,
incline v. eğilmek, eğilim göstermek, bitmemiş, kusurlu, yetersiz.
yatkın olmak; etkilemek. incomprehensible adj. akıl almaz,
inclinable adj. eğilimli, eğilimi olan, akıl ermez, belirsiz, anlaşılamaz.
yatkın olan. incomprehension n. anlamazlık, an-
inclination n. eğilim. lamama, kavrayamama.
inclined adj. eğilimli, yatkın. incomprehensive adj. anlaşılamayan,
include v. içermek, içine almak, kap- kavranamayan.
samına almak. incompressible adj. baskı altında tu-
be included in -in içinde düşünül- tulamayan.
mek, -in kapsamında olmak. incomputable adj. hesaplanamaz, he-
including adj. içeren kapsayan, ek saplanamayan.
olarak, ayrıca, yanısıra. inconceivable adj. inanılmaz; düşü-
inclusion n. göze, doku veya organ nülmeyen.
içinde bulunan herhangi bir hetero- inconclusive adj. belirsiz, ikna etme-
jen madde. yen, sonuç vermeyen, sonuçsuz,
inclusive adj. kapsamlı, kapsayan, belli bir sonucu olmayan; etkisiz,
içeren, tam. yetersiz. ör. Tests may be
inclution n. kapsamına alma, içerme. inconclusive concerning the cause
incognitant adj. düşüncesiz, düşün- of an illness.
meyen, farkında olmayan. incongruous adj. aykırı, karşıt, uy-
incoherence n. tutarsızlık, düzensiz- gunsuz, uyumsuz, tutarsız, zıt.
lik, bağlantısızlık. inconsequential adj. sonuçsuz; az,
incoherent adj. anlamsız, tutarsız, küçük, önemsiz, ufak. ör. Benign
düzensiz, bağlantısız; düşünemeyen. epithelial neoplasms are cmmon and
incombustible adj. yanmaz. usually biologically inconsequential,
income n. gelir; giriş, geliş. although they may represent
incoming adj. gelen, giren, yaklaşan, significant sources of psychologic
yeni. discomfort for the patient.
incommunicable adj. iletişim kuru- inconsiderate adj. dikkatsiz, düşün-
lamayan. cesiz, hoşgörüsüz, kaba.
incommunicative adj. iletişim kuru- inconsiderable adj. dikkate değmez,
lamayan, konuşulamayan. önemsiz, çok küçük.
inconsistency 418 indecisive
inflammatory adj. yangılı, iltihapla- sonra, -den sonra anlamına önek. ör.
nabilen; alevlenen; heyecanlanan. infrared kızıl ötesi.
inflammed adj. yangılı, iltihaplı, infract v. bozmak, ihlal etmek, çiğ-
alevlenmiş. nemek; kırmak.
inflate v. gazla şişmek; şişirmek, şiş- infracture n. kırık.
mek, genişlemek. infrangible adj. kırılamaz, bozula-
inflated adj. şişmiş. maz.
inflation n. şişme, şişlik, şişkinlik. infrequent adj. seyrek, nadir; sabit
inflect v. içe doğru bükmek. olmayan, düzensiz.
inflection n. içe bükülme. infringe v. çiğnemek, bozmak, ihlal
inflexed adj. içe veya alta doğru bü- etmek.
külmüş. infringement n. çiğneme, bozma.
inflexible adj. katı, sert, eğilmez, bü- infundibular adj. koni şeklinde, fa-
külmez. nus şeklinde.
inflexibility n. katılık, sertlik, eğil- infundibulium n. pl. infundibula fa-
mezlik. nus şeklinde beden pasajları veya
inflict v. başına kötü bir iş getirmek, beden parçaları; üterin tüpü.
acı vermek; -e uğratmak, canını infuriate v. kızdırmak, öfkelendirmek.
yakmak. infuse v. vermek, vücuda vermek,
infliction n. acı verme, canını yakma, aşılamak, içine vermek; damıtmak,
başına iş getirme. damla damla vermek; doldurmak.
inflow n. içe akım; içe akma, içeriye infusion n. verme, damla damla ver-
akış. me, aşılama.
influence n. etki; nüfuz. v. etkilemek, -ing suffix. -erek, -me anlamı veren
sözünü geçirmek, nüfuzu altında sonek.
tutmak. ingenious adj. usta, becerikli, elinden
influential adj. baskın, etkileyici, et- iş gelen, düş gücü yüksek, yaratıcı,
kili, güçlü; nüfuzlu, sözü geçer. zeki.
influent adj. içe akma, içeriye akan. ingeniously adv. ustaca.
influenza n. nezle, grip. ingenuity n. ustalık, zekilik.
influx n. içeriye akış, giriş. ingenuous adj. karmaşık olmayan;
inform v. bildirmek, bilgi vermek. açık, dürüst, güvenilir; masum, sa-
information n. bilgi. mimi.
informative adj. bilgi sağlayıcı; eği- ingest v. ağız yoluyla almak, yemek,
tici, öğretici, yapıcı. yutmak. ör. Food is ingested by the
informed adj. bilgili, eğitim almış, mouth and esophogus.
düşük, daha küçük, ötesi. ingesta n. vücuda alınan katı veya sıvı
infra- prefix. 1. alt, altında, altta an- besin maddeleri.
lamına önek. ör. infracostal adj. ingestion n. yeme, yutma.
kaburganın altında. inframaxillary ingestive adj. sindirimle ilgili, ye-
adj. çene altında bulunan. 2. daha mekle ilgili.
inglorious 424 inimitable
initial adj. ilk, birinci, ilk sıradaki, inkling n. ima, seziş, şüphe.
baştaki, başlangıç. ör. Tertiary inlay n. diş çürüğünü doldurma; dolgu.
syphilis occurs years after the inlet n. giriş; girme.
initial infection and most frequently inmost adj. & adv. en derin, en gizli,
involves the aorta, the central en iç, en içte, en içteki, en içe.
nervous system, and the liver, innards n. iç organlar, bedenin iç or-
bones, and testes. ganları; iç parça, içerde bulunan her
initially adv. başlangıçta, ilk. parça; mide ve barsaklar.
initiate v. başla(t)mak. innate adj. doğuştan var olan; do-
initiation n. adım atma, başlatma, ğumsal; kalıtsal olarak alınan.
başlama, girme. inner adj. iç, içerdeki, gizli.
initiative adj. girişim; başlatma gücü innermost adj. en içte, en içte bulunan.
ve yeteneği. innervate v. vücut parçalarını sinir-
initiatory adj. başlatıcı, başlatan. lerle desteklemek; inerve etmek; bir
initis n. kassal doku yangısı. siniri veya beden parçasını uyarmak.
inject v. şırınga etmek, iğne yapmak, innervation n. bir organ içine sinir
enjekte etmek; içine doğru itmek; dağılımı; bir organın aldığı sinir
vücuda sıvı vermek. miktarı.
injectable adj. vücuda verilebilir, en- innerve v. sinirsel enerji vermek;
jekte edilebilir. uyarmak.
injection n. içeriye verme, içitim, en- innidiation n. sapkın göze büyümesi
jekte etme, ilaç verme, iğne yapma, ve çoğalması.
zerk; innocence n. suçsuzluk, suçsuz, dü-
injudicious adj. hesapsız, hesap rüstlük, masumiyet, saflık; ters etkisi
edemeyen; önlem almayan. olmayan.
injure v. incitmek, sakatlamak, sakat innocuous adj. zararsız. ör.
bırakmak, zarar vermek, kötülük Endocervical polyps are relatively
yapmak, gücendirmek. innocuous, inflammatory tumors
injury n. sakatlama, yaralama, yara; that occur in 2% to 5% of adult
hasar, zarar. women.
injurious adj. incitici, onur kırıcı; za- innominatal adj. kalça kemiğiyle il-
rarlı, yıkıcı. gili.
injuriously adj. zarar verecek şekil- innominate adj. adsız.
de, inciterek. innovate v. başlamak, yeni birşey
injustice n. haksızlık; insafsızlık; sunmak, yenilik yapmak, yaratıcı
adaletsizlik. olmak.
ink n. mürekkep. innovation n. yenileme, yenilik.
inky adj. mürekkepli, mürekkep gibi, innovative adj. ilerici, yaratıcı, yeni-
simsiyah. likçi.
write in ink/biro/pencil mürek- innoxious adj. zararsız.
kep/kurşunkalem/tükenmez kalemle innumerable adj. çok sayıda, sayı-
yazmak. lamayacak kadar çok, sayısız.
innutrition 426 inseperable
insert v. girmek, sokmak; içine veya insincere adj. yapay, iki yüzlü, sa-
arasına yerleştirmek. ör. Viral proteins mimi olmayan.
insert into the host cell’s plasma insinuate v. sezdirmek, ima etmek.
membrane and directly damage its insinuating adj. ima edici.
integrity or promote cell fusion. insinuation n. ima, sezdirme.
inserted adj. bir başka parça ile bir- insipid adj. ilgisiz, tatsız, tuzsuz; ya-
leşmiş. van.
insertion n. sokma, içine girme; ek- insipidience n. akılsızlık.
leme, dercetme. ör. The insertion of insist (on) v. diretmek, ısrar etmek.
an identical segment of DNA into a insistence n. ayak direme, ısrar.
gen is known as duplication. insistent adj. ısrarlı, ısrar eden, tedir-
inset v. sokmak, içine yerleştirmek. ginlik veren, zorlayan.
insheathed adj. saran; içine koyan; insolate v. güneş ışığına maruz bı-
kuşatan. rakmak, güneşlendirmek.
inside n. iç, iç taraf, içerisi, orta yer. insolation n. güneş ışığına maruz bı-
adj. iç, içerdeki. prep. içine, içersi- rakma, güneşlendirme.
ne, içersinde. adv. içeriye, içerden. insolence n. küstahlık.
insides n. mide; insan midesi, insolent adj. küstah.
barsaklar, karın, mide ve barsakların insolently adv. küstahca.
bulunduğu alan. insoluble adj. çözünmez, erimez; çö-
inside out baştan sona aramak; ayrın- zülmez.
tılarıyla taramak; çok derin bilgisi insolvable adj. çözülemez.
olmak, tam bir bilgisi olmak. insolvency n. çözülemezlik.
inside of içinde, içersinde. insolvent adj. çözülemeyen.
insidious adj. aldatıcı, hain, sinsi, iç- insomnia n. uykusuzluk.
ten pazarlıklı, göründüğünden tehli- insomniac n. uykusuzluk çeken kimse.
keli; erken belirtiler vermeyen (say-
insonciance n. ilgisizlik, kayıtsızlık.
rılık) ör. Lung cancer is one of the
insonciant adj. ilgisiz, kayıtsız.
most insidious and aggressive
inspect v. incelemek, yoklamak, mu-
neoplasms in the whole realm of
ayene etmek.
oncology.
inspection n. inceleme, yoklama,
insidiously adv. sinsice, tehlikeli şe-
muayene.
kilde.ör. Addison disease begins
inspector n. kontrol görevlisi, müfet-
insidiously and does not come to
attention until at least 90% of the tiş, denetçi, denetmen.
cortex of both glands is destroyed inspective adj. araştırıcı, gözlemci.
insight n. anlama, farkındalık, kav- inspersion n. sıvı veya tuz serpme;
rama, birşeyin gerçek yapısını kav- serpinti.
rama yeteneği. inspire v. havayı içine çekmek, içeri
insignificance n. önemsizlik. çekmek, soluk almak; esinlenmek,
insignificancy n. önemsizlik. uyandırmak, ilham etmek; cesaret-
insignificant adj. küçük, önemsiz, lendirmek. ör. The diaphragm is
ufak. lowered when a person inspires.
inspiration 428 insufferably
intentionally adv. bilerek, kasıtlı ola- intercede v. araya girmek, aracı ol-
rak. mak.
intended adj. planlı, kasıtlı; gelecek. intercellular adj. hücreler arası, hüc-
intenerate v. yumuşatmak. reler arasında bulunan. ör. Fluid is
intense adj. çok kuvvetli, derin, son found in the intercellular spaces of
derece, yoğun, şiddetli. tissues.
intensely adv. şiddetli bir şekilde, intercept v. durdurmak, müdahale
yoğun olarak. etmek, kesmek.
intensity n. koyuluk, şiddet, yoğunluk. interchange v. değiştirmek.
intensify v. yoğunlaştırmak, şiddet- interchangeable adj. değiştirilebilir,
lendirmek. birbirinin yerine konur.
intensive adj. yoğun, kapsamlı, koyu, intercommunicate v. karşılıklı ileti-
kesif, şiddetli. şim kurmak.
intensively adv. yoğun olarak, kap- intercommunication n. karşılıklı ile-
samlı bir şekilde. ör. The possible tişim.
effect of environmental toxins on interconnect v. birbiriyle bağlanmak.
breast cancer risk is being interconnection n. birbiriyle bağ-
intensively investigated. lanma, birbiriyle bağlantısı olma.
intent n. amaç, kasıt, niyet. intercostal adj. kaburgalar arasında
intention n. amaç, erek, niyet, kasıt, bulunan.
plan. intercourse n. insanlar arası ilişki,
intentional adj. bile bile yapılan, ka- iletişim; cinsel ilişki. ör. Some
sıtlı diseases are transmitted by sexual
intently adv. dikkatli olarak. intercourse.
inter. orta anlamına kısaltma. intercurrent adj. araya giren; bir
inter- prefix. 1. arasında, arası, arasına hastalık varlığında oluşan.
anlamlarına önek. ör. international
interdental adj. dişler arasında bulunan.
uluslararası. 2. karşılıklı anlamına
interdepend v. birbirne bağlı olmak.
önek.
interdependence n. birbirine bağlılık.
interact v. karşılıklı etkilemek, birbi-
interdependent v. biribirine bağlı.
rini etkilemek.
interdict v. yasaklamak.
interaction n. karşılıklı ilişki, karşı-
interdigitate v. parmak şeklindeki
lıklı etkileşim; iki veya daha fazla
uzantılarla iki parçayı birleştirmek,
kişi veya yapı tarafından tamamla-
kenetlemek. ör. When tissues
nan iş. ör. Protein synthesis results
from the interaction of DNA and interdigitate, this can be observed
RNA. under the microscope.
interalia L. diğer nesneler arasında. interest n. ilgi, önem; uğraş; çıkar,
interalios L. diğer insanlar arasında. kar. v. ilgilenmek, ilgilendirmek.
interbreed v. çaprazlamak; başka bir interesting adj. ilgi çekici, ilginç.
türle eşleştirmek, melezleştirmek. interested adj. ilgili, ilişiği olan, he-
interbreeding n. melezleştirme; vesli; çıkarı olan.
çarprazlama. be interested in ... ile ilgilenmek.
interfere 431 interrelated
isomerous adj. eşit parçaları olan. iteral adj. iterle ilgili; geçite ait, ge-
isotonic adj. zarın her iki tarafında da çitsel.
eşit olan. ör. Water molecule will iterate v. yinelemek, tekrarlamak.
not cross the cell membrane if the -itic suffix. -e ait, -e bağlı anlamlarına
cell contents and the cell’s sonek.
environment are isotonic. -itis suffix. pl. itides yangı veya yan-
issue v. çıkarmak, yaymak, yayınla- gılı sayrı anlamlarına sonek. ör.
mak. n. çıkarma, yayma, yayınlama, bronchitis bronşit. laryngitis laren-
baskı; sonuç; evlat; yavru, döl; ko- jit.
nu, mesele; dokuda yabancı cisim- -itol suffix. alkol anlamına sonek. ör.
cikler tarafından açık tutulan irinli mannitol mentol.
yara. -ity suffix. durum veya nitelik belirten
in the issue sonuçta. sonek. ör. fatality öldürücü, ölüm-
-ist suffix. ad ve sıfat yapım son eki. cül; uğursuzluk.
1. bir düşüncenin savunuru. ör. A it pron.(cansız varlıklar hakkında kul-
Buddhist. His socialist view. lanılan şahıs zamiri). o, onu, ona.
2. belli bir alanda çalışan, araştıran, i.t. (in transit). transit olarak, nakil
üreten. ör. A chemist. A novelist. halinde, devinen.
A guitarist. A machinist. 3. ... ne- ital. abv for italics italik harfler an-
deniyle insanlar arasında gereksiz lamına kısaltma.
ayırım yapan. ör. a very sexist it’s (it is or it has). o ... dur, o’nun
remark kadın erkek ayırımı yapan. var.
isthmus n. pl. isthmi, isthmuses bir it’s because that nedeniyle.
organın boynu veya dar kısmı. its poss adj. onun.
isuprel n. bronşiyal astımda spazmı itself pron. kendi, kendisi, kendisini;
rahatlatmada etkin bir ilaç. kendi kendine. ör. Bone is unique in
itch n. kaşıntı, tahriş, ekzema gibi de- its ability to repair itself.
ri rahatsızlıkları; uyuz sayrılığı. v. by itself kendi kendine, tek başına,
kaşınmak; yalnız, yardım almaksızın.
itching n. kaşıntı. ör. Malignant in itself aslında.
melanomas of the skin is usually of itself kendiliğinden.
asymptomatic, although itching may i.u.d., intrauterine device n. gebeliği
be an early manifestation. önlemek amacıyla dölyatağına yer-
itchy adj. kaşıntı verici. leştirilen alet.
-ite suffix. aynı yapıda; benzeyen , bir -ium suffix. bir element veya kimya-
organ veya vücudun parçası anlam- sal grubu işaret eden sonek. ör.
larına sonek. barium baryum.
itemize v. liste haline getirmek, mad- i.v., I.V intravenously adj. & adv.
de madde yazmak. damar yoluyla; damardan.
iter n. bir anatomik parçadan diğerine IVF abv. L. in vitro fertilization ya-
uzanan yol; geçit; pasaj. pay döllenme anlamına kısaltma.
-ive 439 -ize
-ive suffix. -e eğimli , eğiliminde an- -ize suffix. -leşmek, -leştirmek, haline
lamlarına sonek. ör. degenerative dönüştürmek, maruz bırakmak, etki-
bozulma eğiliminde olan. disruptive lemek, konumuna getirmek anlam-
kopma, ayrılma eğiliminde olan. larına sonek. ör. hospitalize v. has-
ixodiasis n. kene ısırmasından kay- taneye yatırmak. legalize v. yasal
naklanan deri lezyonu. hale getirmek, yasallaştırmak.
ixodic adj. kenelerle ilgili; keneye
bağlı.
J,j
l left, left eye, leucyne, leucyl, libra, labyrinth n. iç kulak, iletişim boşlu-
lethal, liter, lumbar vertebrae sol, ğu; labirent.
sol göz, litre, öldürücü vb. anlamla- lac, lactis n. süt, süte benzer beyaz
rına simge. her hangi bir madde.
La grippe n. inflüenza, grip. lace n. şerit, bağ.
lab., laboratory n. laboratuvar. lacerable adj. yırtılabilir, yırtılmaya
label n. etiket, yafta. v. etiket koy- yatkın.
mak, yafta yapıştırmak, etiketle- lacerate v. şiddetle yırtmak, kabaca
mek, yaftalamak; sınıflandırmak. yırtmak.
labia, labium n. dudak. lacerated adj. yırtık, yırtılmış, sıyrık;
labial adj. dudaklarla ilgili. yaralı.
labially adv. dudaklara doğru. laceration n. yırtma, yırtılma, yara-
labia majore L. n. büyük dudaklar. la(n)ma, kesilme, zedelenme.
labia minora L. n. küçük dudaklar. lacerative adj. yırtıcı, yaralayıcı.
labiatry n. konuşma bozukluğunu lacertus n. kasla ilgili lifsel band/
araştıran bilim dalı. demet
labile adj. değişebilen, değişken; bo- lachrimate v. ağlamak, gözyaşı salgı-
zulur, bozulma eğilimli. lamak.
lability n. değişkenlik. lachrimation n. ağlama.
labio- prefix. dudak anlmına önek. ör. lachrymal glands n. gözyaşı kesecik-
labiodental adj. dudak ve dişlerle leri; gözyaşı bezi.
ilgili. lachrymose, s. sık ağlayan, çok ağla-
labiology n. dudak hareketlerini araş- yan; gözü yaşlı.
tıran bilim dalı. lack (of) v. eksik olmak, noksan ol-
labiomancy n. dudak harketlerinden mak, bulunmamak, yoksun olmak.
çıkarılan sözcüğü anlama. n. noksan, eksik, bulunmama, yok-
luk. ör. Bacterial cells are
labium , labil n. pl. labia dudak, du-
prokaryotes that lack nuclei and
dak şeklinde oluşum/yapı.
endoplasmic reticulum.
labor induction yapay doğum sancı-
lack for nothing gereksinim duyduğu
sı.
her şeyi olmak.
labor, labour n. çocuk doğurma, do-
lacking n. eksiklik, yokluk bulun-
ğum; emek, iş, çalışma, işçilik v.
mama, mahrumluk, noksanlık, yok-
doğum yapmak, doğurmak; uğraş-
sunluk. adj. eksik, kusurlu.
mak, çalışmak, emek vermek, çaba-
laconic adj. kısa, kısa ve özlü, veciz.
lamak; lacrimal adj. göz yaşı, gözyaşı salgı-
laborious adj. çalışkan, yorucu, uğ- sı, salgı bezleri ve boşaltım aygıtı
raştırıcı. ile ilgili.
laboriously adv. çalışkanlıkla, uğra- lacrimation n. olağandan çok gözyaşı
şarak, emek vererek. salgılama.
laboured adj. zor, zorlu, güç. lacto-, lact- , lacti- prefixes. süt an-
labrum n. pl. labra dudak, dudak lamına önekler. ör. lactoprotein,
şeklinde oluşum; kenar, yan. lactone.
lactate 449 lamellar
last adj. son, sonuncu, geçen, bir ön- the latter sonraki, son söz edilen,
ceki. v. sürmek, devam etmek, da- ikinci.
yanmak. lattissimus adj. en geniş.
at last sonunda. latus, latum n. pl. lata geniş.
breath one's last ölmek. latus, lateris n. pl. latera yan, taraf,
last word tartışmada son söz; en son kanat, cenah, böğür.
şey. laudable adj. sağlıklı, normal.
lasting adj. süren, devam eden, kalıcı, laugh v. gülmek.
dayanıklı, devamlı, sürekli. launch v. göndermek; fırlatmak; baş-
late adj. geç, gecikmiş, geç kalmış, latmak, işe koşmak, girişmek.
geç vakit. lavage n. özellikle mide veya kalın
at the latest en geç. barsak gibi bir organı temizlemek.
lately adv. geçende, yakında, son za- lavish adj. çok, bol; serbest.
manda, bu günlerde. law n. düzen, kural, tüze, yasa, hu-
later daha sonra. kuk.
later on sonra, sonradan, daha sonra. against the law yasa dışı, yasaya
latero- prefix. yan, yan tarafa, bir ta- karşı.
rafa anlamlarına önek. lawbreaker n. suçlu, suç işleyen.
lateroduction n. gözün bir yöne doğ- lawful adj. yasal, yasaya uygun.
ru devinimi. ör. Poor lateroduction lax adj. gevşek; az ilgi gösteren; ih-
may be corrected by exercises to mal eden.
strengten the eye muscles. laxation n. bağırsak hareketi.
latest en son. laxative adj. yumuşatıcı, bağırsakları
latent adj. altta yatan, gizli, gizil, gevşetici
saklı; var olup etken olmayan. ör. lay v. 1 yatırmak;. yerleştirmek. 2.
Viral infection can be abortive, with düzenlemek. 3. hazırlamak. 4. dur-
incomplete viral replicative cycle; durmak; ortadan kaldırmak. 5. (kuş,
latent, in which the virus (e.g., böcek v.d.) yumurta üretmek; yu-
herpes zoster) persists in a cryptic murtlamak. 6. parasını (yarışta, ba-
state within the dorsal root ganglia histe) riske atmak. 7. ciddi, resmi
and then presents as painful veya açık olarak bildirmek; açıkla-
shingles; or persisten, in which mak. 8. cinsel ilişkide bulunmak.
virions are synthesized continuously lay about vahşice saldırmak.
with or without altered cell lay aside ertelemek; depolamak; bir
function. süre için kullanmayı bırakmak.
lateral adj yan, yanal, yandan, yana lay down kullanmamak üzere alet, si-
ait. lah vb. bırakmak; başkalarına yar-
latex n. bitki veya ağaç özsuyu; kau- dımcı olmak; inşa etmeye başla-
çuk hammaddesi. mak; bildirmek, belirtmek; depola-
lathe n. torna. mak; saptamak.
latter adj. daha sonra, sonradan, yak- lay emphasise on önemini belirtmek,
laşan, son. vurgulamak.
lay in 452 leaky
lean n. yağsız et. adj. etsiz, yağsız, leech n. suda bulunan, kan emici kurt;
zayıf; kıt. v. eğilmek, sarkmak, da- sülük.
yanmak. left adj. sol, sol taraf; solda, solu des-
lean on v. güvenmek. tekleyen. n. sol, sol taraf, sol elle
leap v. atlamak, sıçramak. vuruş. adv. sola, sol tarafa, sola
learn v. öğrenmek; ezberlemek. ör. doğru.
Much has been learned about the left-handed adj. solak.
origins of prostatic hyperplasia. left-handedness sol elini kullanma
learning n. öğrenme. eğilimi; solaklık.
learn the ropes v. alışmak, tanıdık leftside, adv. sol taraf.
hale gelmek. leg n. bacak.
learned adj. eğitim görmüş. long-legged uzun bacaklı.
learning n. eğitim, öğretim. short-legged kısa bacaklı.
least adv. daha az. det. , pron. en az legal adj. yasal, yasalara uygun, ge-
sayı, en az miktar; en küçük. çerli.
at (the) least hemen hemen, yakla- legality n. yasallık.
şık olarak; en azından. ör. Most of legally adv. yasal olarak.
us have at least a few moles and illegal adj. yasal olmayan.
probably regard them as mundane illegally adv. yasalara aykırı olarak.
and uninteresting. illegible adj. açık, okunaklı.
in the least tam olarak. -legia suffix. okuma anlamına sonek.
least by all özellikle değil. legislative adj. yasa yapan, yasama.
least of all özellikle değil. legitimate adj. gerçek, kabul edilebi-
not least kısmen; oldukça önemli lir, uygun.
olarak. leio- prefix. düz anlamına önek.
to say the least (of it) en hafif bir leisure n. boş zaman/vakit, boşa har-
deyişle. canacak zaman; dinlenme.
leave v. ayrılmak, gitmek, terketmek, at leisure boş, serbest.
bırakmak. lemic adj. salgın sayrılıkla ilgili.
leave alone v. rahatsız etmemek. lemology n. salgın sayrılıklarla ilgile-
leave behind v. geride bırakmak. nen bilim dalı.
leave for v. (bir yere gitmek üzere lemon n limon.
bulunduğu yerden) ayrılmak. lemon yellow n. limon sarısı.
leave it to v. sorumlu kılmak. lend v. eklemek, katmak; ödünç ver-
leave off v. devam etmemek, durdur- mek.
mak; son vermek. length n. uzunluk, boy; mesafe.
leave out v. çıkarmak; atmak; göz ar- at full length boylu boyuna.
dı etmek. lengthen v. uzamak, uzatmak.
left terkedilmiş, bırakılmış. lenient adj. bağışlayıcı, hoş görülü,
lechery n. cinselliğe aşırı düşkünlük. merhametli.
lechropyra n. çocuk doğum humması. lens n. mercek, büyütücü cam; göz
lecture n. konuşma, konferans. v. pupilasının arkasında saydam yu-
konferans vermek. murta şeklindeki göz merceği.
lenticular 454 lethal
lip-reading dudak devinimini izleye- lith- , litho- prefixes. taş, taş oluşumu
rek konuşmayı anlama yöntemi. anlamlarına önekler.ör. lithotomy.
lipid n. yağ, yağa benzer madde. lithiasis n. vücutta taş oluşumu.
lipo- , lip- prefixes. yağlı, yağ anlam- litter n. atık, çöp, kirlilik; sedye. v.
larına kısaltma. kirletmek.
lipocyte n. yağ gözesi. little adj. küçük; az, önemsiz; az mik-
lipogenic adj. yağ üreten. tar; zayıf, güçsüz; dar görüşlü; kısa.
lipoma n. genellikle iyi huylu yağ ör. Little is known about the causes
tümörü. of prostatic cancer.
liposarcoma n. gelişmemiş yağ göze- a little biraz.
lerinden oluşan kanser tümörü. a little beter biraz daha iyi.
liquefacient adj. sıvıya dönüştürme. for a little azıcık, az bir süre.
liquescent adj. sıvıya dönüşen. little by little yavaş yavaş, azar azar.
liquid n. sıvı, mayi; sıvı biçiminde, not a little epey, epeyce, bir hayli.
erimiş. littleness n. küçüklük.
liquefy v. sulandırmak, eritmek. live adj. canlı, diri, yaşayan. v. yaşa-
liquidize v. sıvılaştırmak, sıvı hale mak, oturmak.
getirmek. alive adj. canlı, yaşayan.
liquor, liquoris n. pl. liquores sıvı, enliven v. canlandırmak.
vücut sıvısı. live and learn şaşırtıcı bir şeyi öğ-
liquorrhea n. sıvı akışı. renmiş.
lisp v. düzensiz konuşmak, peltek ko-
live and let live başkalarının davranı-
nuşmak.
şını benimsemek; başkalarına anla-
lisping n. konuşma bozukluğu nede-
yışlı davranmak.
niyle zor çıkarılan bir ses yerine
live beyond/ within az/fazla harca-
başka bir sesin çıkarılması.
mak.
lissive adj. kas gevşetici
live by/on one's wits (dürüst olma-
lissom adj. esnek.
yan yollardan/hile yoluyla) para ka-
list n. liste, cetvel. v. listeye yazmak,
kaydetmek, sıralamak, saymak. zanmak.
listen v. dinlemek. live for en büyük özeni göstermek;
listener n. dinleyici. yalnızca onun için yaşıyormuş izle-
listen in gizlice dinlemek. nimini vermek.
listless adj. bitkin, bir işi yapma gücü live in çalıştığı yerde yaşamak.
ve ilgisi olmayan, dikkatsiz. live in sin evliymiş gibi birlikte ya-
liter n. litre. şamak.
literal adj. kelimesi kelimesine, tam live it up eğlence içinde yaşamak.
anlamı, sözlük karşılığı. live off sb/sth birisinden/birşeyden
literally adv. tamamen, harfi harfine, gelir veya yiyecek sağlamak.
tam olarak. live on yaşamını sürdürmek, ...ile ge-
literally amazing çok şaşırtıcı; keli- çinmek; geliri ve yiyeceği olmak,
menin tam anlamıyla şaşırtıcı. başkasından geçinmemek.
live on borrowed time 460 lockjaw
live on borrowed time ölümden lobe n. bir organ veya dokunun yu-
dönmek; ölüm beklenirken yaşama varlak bölümü, lob.
dönmek ve yaşamayı sürdürmek. a lob of a lung akciğer lobu.
live out çalıştığı yerden başka bir lobectomy n. bir lobun cerrahi yolla
yerde oturmak; sonuna dek yaşa- alınması.
mak; yaşayarak öğrenmek. lobites n. lob yangısı.
live sth down (yaptığı kötü davranış- lobulate, lobulated adj. loblara bö-
ları) daha sonra yaptığı güzel dav- lünmüş.
ranışlarla unutturmak. lobule n. lobun bir parçası; küçük
live through yaşamını sürdürmek; lob.
zor ve tehlikeli bir dönemden sonra lobus n.pl. lobi lob.
canlı kalmak. lobulet, lobulette n. küçük parça, kü-
live together evli olmaksızın birlikte çük lob, lobül.
yaşamak. lobulus n. pl. lobuli küçük lob, lobül.
live up to (beklentisini) karşılamak, lobus n. pl. lobi lob.
yüksek bir düzeyde yaşam standar- local adj. yaygın olmayan, bir alanla
dını kurmak. sınırlı olan, bölgesel, yerel.
live with sb/sth birisiyle evli olmadan locality n. yer, bölge.
birlikte yaşamak; birisine/ birşeye localize v. sınırlamak.
katlanmak; çekmek. localized adj. sınırlı, yayılmamış, bel-
livedo n. deri üzerindeki renksiz alan, li bir alanda tutulan. ör. Localized
deride mavimsi renk değişimi. pain is easier to diagnose than more
lively adj. canlı, hareketli, duru. general widespread discomfort.
living n. yaşam. localization n. belirli bir alanla sınırlı
liver n. karaciğer. olma; enfeksiyon bölgesinin saptan-
liverish adj. çok yiyip içtikten sonra ması.
locate v. yerleşmek, yerleştirmek, ye-
kendini hafifçe hasta hisseden.
rini belirlemek, kurmak.
livid adj. kurşuni, mor, morarmış.
located adj. yerleşmiş oturmuş.
lividity n. solukluk, renksizlik.
location n. bulunulan yer, durum, ko-
livor n. morartı; ceset özerinde mor
num, yerleşme, yerleştirme, yerini
renk gelişimi.
belirleme.
load n. yük; normal vücut içeriğinden
lochia n. doğum sonrasında mukus,
sıvı, tuz, veya ısı azalması v. yük-
kan veya doku artığı gibi dölyatağı
lemek, doldurmak.
akıntısı.
load up v. tam olarak yüklemek. lochiopyra n. doğum sırasında ortaya
genetic load genetik geçiş. çıkan ateş.
loading n. test amacıyla vücuda mad- lock n. kilit. v. kilitlemek, kilit vur-
de yükleme. mak, kenetlemek.
lobar adj. lob ile ilgili. lockjaw n. çenelerin sıkıca kilitlendi-
lobate adj. loblara bölünmüş. ği bir kan zehirlenmesi biçimi; teta-
lobatomy n. beyin dokusunun kesil- nos, kazıklı humma.
mesi. unlock v. kilidi açmak.
locomotion 461 longish
locomotion n. bir yerden başka bir long face n. yüzdeki mutsuzluk ve şi-
yere göç etme. kayet ifadesi.
loculpus n. yer, alan, bölge. long haired adj. uzun saçlı; sanat,
locus n. pl. loci nokta; anatomik ola- yazın, ekin ve düşünce ile yakın il-
rak belli bir alan, yer, konum, kro- gili.
mozom üzerinde bir genin özel ala- long suffering adj. uzun süre katla-
nı. ör. Homologous chromosomes nan, rahatsız edici bir durumu uzun
contain alleles for the same trait at süre çeken; sabırlı.
the same locus. long-acting uzun etkili.
lodge v. oturmak. long-drawn-out adj. uzun süren,
lodgings n. pansiyon, pansiyon odaları. uzamış.
logamnesia n. sözcükleri anımsama long-haul n. uzun ve genelde zor iş,
güçlüğü.
seyahat veya etkinlik.
logic n. mantık; kanıtlama, nedenleme
long-lasting adj. dayanıklı, kalıcı, sü-
bilimi.
rekli, uzun süren, kronik. ör. Vibrio
logical adj. mantıklı, tutarlı, ussal.
logo-, log- prefixes. sözcük, konuşma cholerae are comma-shaped, gram-
anlamlarına önekler. ör. logogram. negative bacteria that have been the
logokophosis n. sözcük sağırlığı. cause of seven great long-lasting
logopathy n. konuşma bozukluğu. epidemics (pandemics) of diarrheal
logopedia n. konuşma bozukluğu sa- disease.
ğaltımı. long-lived uzun ömürlü.
logorrhea n. konuşma düşkünlüğü; long-range adj. uzun mesafe veya
çok ve mantıksız konuşma. zaman alan.
-logy, -logia suffixes. çalışma, araş- long-sightedness n. uzak görüşlülük.
tırma, bilim anlamlarına sonekler. long-standing uzun süren, uzama,
ör. geology yer bilim, jeoloji. kronik.
loin n. bel; insan bedeninin arkasında long-term uzun süreli. ör. Acquired
kaburgaların hemen altında bulunan pyloric stenosis in adults is one of
bölge. the long-term risks of antral
lolism n. ot tohumlarıyla zehirlenme. gastritis or peptic ulcers close to
lonesome adj. arkadaşsız, yalnız; ıs- the pylorus.
sız, tenha. longer adj. daha uzun.
long adj. uzun; uzun süre, çok. v. is- longest adj. en uzun.
temek, arzulamak. longevity n. yaşam; ömür; yaşam sü-
as/so long as -dikçe, -dıkça, oldukca. resi; uzun ömürlülük.
at long sonunda, nihayet. longhand n. (sıradan) el yazısı, dakti-
before long çok geçmeden, kısa sü- lo veya bilgisayar yazısı olmayan.
rede. longing n. özlem; çok güçlü istem,
for long uzun süre.
arzu. adj. özleyen, özlem dolu. adv.
long ago çoktan, çok önce.
özleyerek, özlemde.
long distance adj. uzun mesafe. adv.
longish adj. oldukça uzun.
uzak bir yere/yerden.
longitudinal 462 loosely
make it up to sb (for sth) yapılan iyi- make up for sth geri ödemek veya
liğe karşılık vermek. iyi bir karşılıkla yerine koymak;
make like gibi davranmak. tamamlamak, telafi etmek.
make mischief v. sorun yaratmak. make up one's mind karar vermek.
make off aceleyle kaçmak, ayrılmak, make up to yakın davranmak, gözü-
terk etmek; sıvışmak. ne girmeye çalışmak, yaranmak.
make off with alıp kaçmak, çalmak. make use of v. yararlanmak.
make or break ya tam başarmak ve- make way for v. yol açmak.
ya tam batırmak. make with sth üretmek, getirmek.
make out anlamak, araştırmak, kanıt- makebelieve n. gerçek olmayan şey-
lamak, kavramak. lere inanma; gibi davranma.
make over değiştirmek, düzeltmek, maker n. üretici, yapan, yapıcı.
devretmek; yeniden yapmak. making n. üretim, yapım.
make room (birisi, bir şey için) yer makings n. gelişme için gerekli olan
açmak. her şey.
make sense of açık ve mantıklı ol- mal n. sayrılık, bozukluk, hastalık.
mak, anlamak. mal- prefix. kötü, bozuk, hatalı an-
make sb/sth into kullanmak, kullanı- lamlarına önek. n. sayrılık, ağrı, ra-
labilir olmak; içe dönmek. hatsızlık. ör. malnutrition n. bes-
make sb/sth out güçlükle görmek, lenme bozukluğu. maltreatment n.
işitmek, anlamak; iddia etmek, gibi yanlış tedavi.
davranmak. mala n. yanak; yanak kemiği.
make sth of sth/sb anlamak; vermek. malabsorbtion n. kötü emilim.
make sth out haklı nedenlerle kanıt- malacia n. organ veya doku yumu-
lamak; işte veya yaşamda başarmak şaması.
ve ilerlemek. malaco- prefix. yumuşak, yumuşama
make sth up kurmak, oluşturmak; anlamlarına önek . ör. malacotic.
üretmek; vermek, geri ödenek; ta- malacosarcosis n. kas dokusu yumu-
mamlamak. şaması.
make sth up with yeniden dost olmak. malacosteon n. kemik yumuşaması.
make sure of v. emin olmak malacostic adj. yumuşak.
make the most of ileri oranda yarar- maladjusted adj. rahatsız, sinirli,
lanmak. zihni karışık.
make towards yolunda ilerlemek. malady n. sayrılık, rahatsızlık, hastalık.
make up düzenlemek, icat etmek malaise n. kırgınlık, keyifsizlik, vü-
oluşturmak; uydurmak, hazırlamak; cut kırgınlığı.
yatıştırmak. n. makyaj. ör. The malalignment n. bir dişin olağan ye-
kidney is richly supplied by blood rinden çıkarma.
vessels, and although both kidneys malar adj. yanak kemiği ile ilgili.
make up only 0.5% of the total body malaria n. sıtma.
weight, they receive about 25% of malarial adj. sıtmalı, sıtmayla ilgili.
the cardiac output. malariology n. sıtma bilimi.
malarious 469 -man
malarious adj. sıtmalı, sıtma ile ilgili. malnutrition n. açlık, gıdasızlık, kötü
malarkey n. saçma, saçma söz, boş beslenme, yetersiz beslenme, bes-
söz. lenme bozukluğu. ör. Proper diet
male n. erkek. corrects malnutrition.
malemission n. orgasm sırasında pe- malposition n. bir organın hatalı ko-
nisten meni çıkarma güçlüğü. numlanması.
maleruption n. dişin yanlış yerden malpractice n. hatalı uygulama; dik-
çıkması. katsizlikten kaynaklanan yanlış uy-
malformation n. bozukluk, kusurlu- gulama, yanlış sağaltım; kötüye kul-
luk, sakatlık; anormal gelişme. lanma.
malformed adj. anormal, bozuk, şe- maltreat v. kötü/kaba davranmak.
kilsiz malum n. sayrılık, hastalık, bozuk-
malfunction n. bozukluk, bozuk veya luk.
yetersiz işleyiş, bedensel bir organın mam n. anne.
işlevini yapamaması, organda işlev mama n. anne.
bozukluğu; hata, kusur. ör. mammal n. memeli.
Malfunction of the pancreas may mamma n. göğüs, meme, meme bezi.
include diabetes mellitus. mammilla n. pl. mammilae kadın
malevolent adj. habis, kötü huylu, göğsüne benzer küçük, yuvarlak
zehirli. yükselti; meme başı.
malice n. başkalarının acısını görme mamillary adj. meme başına benze-
isteği, başkalarına zarar verme isteği; yen.
kin, garez, hiyanet, kötü niyet. mammillate, mammillated adj. me-
malicious adj. kötü huylu, habis, kin- meli, meme başına benzer uzantıları
dar, kinci, kötü niyetli, hain. olan.
malign adj. zararlı, kötü, kötü huylu, mammillation n. meme başına ben-
habis.
zer uzantı.
malignancy n. kötü huyluluk, habis-
mammilliform n. göğüse benzeyen,
lik, kötüleşme ve ölümle sonuçlanma
göğüs şeklinde.
eğilimi. ör. Many types of cancer
mammalgia n. göğüs ağrısı.
are not curable because doctors have
mamma virilis n. erkek göğsü.
difficulty treating the malignancy.
mammary glands n. göğüsler; meme
malignant adj. öldürücü, kötü, yıkıcı,
bezleri.
zararlı, zehirli, habis.
mammo- prefix. göğüs anlamına
malignity n. habislik; nefret.
malingerer n. kendini hasta sanan. önek.
malingering n. kendini hasta göster- mammose adj. büyük memeli; me-
me, işten kaçma. meye benzeyen.
malleable adj. yumuşak; kolay biçim -man suffix. 1. belirli bir yerde, yöre-
verilen. de yaşayan kişi. 2. belirli bir iş be-
malleolus n. pl. malleoli ayak bileği- cerisi olan kişi anlamlarına sonek.
nin her iki tarafındakiler gibi yuvar- ör. a French-man, a countryman,
lak kemiksi çıkıntı. a postman, a businessman.
man 470 manifest
mark sth/sb out bir alanı çizgilerle masked adj. gizli; kör.
belirlemek; başarılı olacak kişiyi masking n. gizleme; bir sesin işitil-
seçmek veya göstermek. mesini gürültü yaparak engelleme.
marked adj. ayırt edici; açıkça belir- ör. Sometimes a dominant gene is
gin; dikkat çeker bir özelliği olan. not expressed due to the masking of
marker n. kılavuz, belirteç. expression by genes at another
market n. pazar; pazar yeri. place on the chromosome.
market for satın alma istemi; genel masochism n. ağrı ve acıdan cinsel
talep. haz duyma; mazoşizm.
a buyer's market alıcıya uygun pa- masochist n. kendi vücuduna verilen
zar koşulu. ağrıdan cinsel haz duyan; mazoşist.
a seller's market satıcıya uygun mass n. kitle, çoğunluk, hacim, yığın;
pazar koşulu. tümör; v. yığmak, toplamak, bir
on the market satılık; alınabilen. araya getirmek. ör. The cell is a
common market ortak pazar. nonhomogeneous mass of solids,
marking n. belirleme, ayırt etme. semisolids, and liquids.
marmot n. dağ sıçanı. in mass kitle/yığın halinde.
marrow n. kemik içindeki yumuşak the masses işçi sınıfı, çalışanlar.
doku; ilik; kemiğin öz kısmı. massa n. pl. massae kitle, yığın; ur,
spinal marrow omurilik. tümör.
marry v. evlenmek, evlendirmek. massage n. doku rahatsızlıklarının
marriage n. evlilik, evlenme. sağaltımı; masaj.
married adj. evli. masseur n. masaj yapan erkek.
unmarried adj. bekar. masseuse n. masaj yapan kadın.
marsh fever n. sıtma. massive adj. ağır, heybetli, kocaman,
marsupium n. kese, torba; torba şek- iri, muazzam.
mastadenitis n. göğüs bezi yangısı.
lindeki herhangi bir gelişme.
mastadenoma n. göğüs tümörü.
marvel n. mucize. v. şaşmak.
mastalgia n. göğüs ağrısı.
marvellous adj. şaşılacak, fevkalade.
mastauxe n. göğüs büyümesi.
masculine, masc. adj. erkeklerle ilgili,
mastectomy n. göğüsün cerrahi yolla
erkeksi, erkeğe benzeyen; erkeğe ait.
alınması.
masculation n. erkek özellikleri olma.
master n. usta, öğretmen, reis. v.
masculinization n. dişi tarafından
yenmek, başa çıkmak, yönetmek.
ikincil erkek özelliklerinin alınması.
masterful adj. iradesi güçlü.
mash v. ezmek. masterly adj. ustaca.
mask v. gizlemek, saklamak, maske- masterpiece n. şaheser.
lemek. n. maske. ör. Dominant mastery n. üstünlük; ustalık.
alleles mask the expression of master control temel belirleyici.
recessive alleles. master- prefix. ana, asıl, esas anlam-
unmask v. açığa çıkarmak, ortaya larına önek. ör. master-copy asıl
koymak. ör. Recessive genes are kopya, asıl örnek. master-switch
unmasked in the homozygote. ana şalter.
masticate 473 maxillofacial
-mer suffix. kimyasal bir grubun üye- mesh n. ağ, tuzak; ağ gözü.
si anlamına sonek. ör. isomer. meshwork n. ağ. ör. Basement
mercury n. cıva. membrane-like mesangial matrix
mercy n. acıma, merhamet. forms a meshwork through which
merciful adj. merhametli. the mesangial cells are scattered.
merciless adj. merhametsiz, zalim, mesial adj. ortada, ortaya doğru.
amansız. mesmerism n. uyutma, hipnotizma.
mere adj. sade, sadece, ancak, sırf. meso- , mesa-, mes- prefixes. orta,
mere-, mero- prefixes. parça, kısım, ortalama, orta kısımda; mezenter,
benzer parçalar serisinden biri an- mezentere benzeyen anlamlarına
lamlarına önekler. önekler.
merocrine adj. salgının yapıldığı an- mesocardia n. kalbin göğüs kafesi
cak hücrenin bütün kaldığı (bez). içinde yanlış konumladığı durum,
ör. Sweat does not contain any mezokardi. ör. In mesocardia, the
cellular parts since the sweat heart is located in the center of the
glands are merocrine glands. chest cavity.
merely adv. sadece, yalnız, ancak, mesoderm n. üç embriyonik doku ta-
yalnızca. bakasının ortası, mesoderm. ör. The
merge v. yutmak, emmek, yutulmak, mesoderm forms tissues midway in
emilmek; birleşmek, kaynaşmak. the body, such as blood vessels and
merger n. birleşme, kaynaşma. bone.
meridian n. öğle; zirve, doruk. adv. mesothelium n. mesoderm tabaka-
doruğunda, en yüksek noktasında; sından oluşan zar. ör. Mesotheliım
öğlen ile ilgili. forms the lining of the peritoneum
meridianus n. pl. meridiani öğle; and pleural cavity.
zirve, doruk. mess n. karışıklık, pislik; karıştırmak,
merisric adj. simetrik, bakışık.
karmakarışık hale sokmak.
merit n. değer, erdem, nitelik, yete-
message n. haber, mesaj.
nek. v. layık olmak, hak etmek,
messenger n. haber götüren, haberci;
değmek.
heber taşıma özelliği olan.
meropia n. kısmi körlük. ör. Vision
meta- prefix. sıradan olanın, bilinenin
may be improved in meropia by the
ötesinde anlamlarına önek.
use of corrective lenses.
metaphysical adj. metafizik; fizik
merosmia n. kısmi koklama duyusu
yitimi. ötesi; bilinen fizik yasalarıyla açık-
merotomy n. kesitlere ayırmak; böl- lanamayan.
mek, kesmek. metabolism n. metabolizma; yapım-
merry adj. eğlenceli, neşeli, şen, ke- yıkım.
yifli. metacarpus n. parmaklardaki beş
merrily adv. neşe ile. kemik.
mesad, mesiad adv. ortada, ortaya metachrosis n. renk değişikliği.
doğru; bedenin veya bir parçanın metachysis n. kan nakli.
orta düzlemine doğru. metacyesis n. dış gebelik.
metal 478 mid-
moral adj. törel, ahlaki, etik; dürüst, morgue n. morg; cesedin gömülme-
iyi. ör. It is not moral to experiment den önce konulduğu yer.
on humans. moria n. aptallık.
morality n. ahlak, aktöre, erdem, etik moribund adj. ölmek üzere; ölüm
davranış. ör. Religions define noktasında.
morality and immorality for all morin adj. bitkilerden elde edilen
people. doğal sarı boya.
immorality n. ahlak bozukluğu morning n. sabah.
morbid adj. hastalıklı, marazi, sayrı- morning sickness n. gebeliğin ilk
lıklı; olağan dışı, sapkın. aşamasında görülen bulantı ve kusma.
morbid condition n. rahatsızlık du- moron n. zihinsel yaşı 7-12 yaş ara-
rumu; sayrılıklı olma hali; hastalık sında olan birey; geri zekalı; moron.
durumu; olağan dışılık, sapkınlık. moronic adj. aptal, beyinsiz, salak.
morbidity n. sayrı, hastalık, hastalıklı morosis n. geri zekalılık.
olma. ör. All tumors, even benign morphine n. ağrı kesici ve yatıştırıcı
ones, may cause morbidity and olarak kullanılan ilaç; morfin.
mortality. morphinism n. morfin alışkanlığı.
morbific adj. sayrılık oluşturan; say- morpho- , morph- prefixex. şekil, bi-
rılığa neden olan. çim yapı anlamlarına önekler.
morbili n. kızamık. morphological adj. şekil veya biçim-
morbiliform n. kızamığa benzer, kı- le ilgili. ör. Morphologically,
zamık özellikleri gösteren. epithelial cells are classified as
morbilous adj. kızamıkla ilgili. simple, squamous, or cuboidal.
morbus n. sayrılık, hastalık, bozuk- morphology n. canlı organizmaların
luk, düzensizlik. şekil ve yapılarını inceleyen tıp dalı,
morcel v. azar azar almak, yavaş ya- morfoloji. ör. Vertebrate morphology
vaş almak, aşama aşama kaldırmak. reveals similarities of structure
morcellation n. küçük parçalara among different species.
ayırma ve cerrahi yöntemlerle alma. morphon n. bir organizmanın oluşu-
more adj. daha, daha fazla, daha çok, muna katılan her yapı.
artık. morphosis n. bir organın veya parça-
any more artık, daha fazla. nın gelişim tarzı, morfoz.
more. dict. abv. L. more dicito, söy- mors, mortis n. ölüm.
lendiği gibi, yönlendirildiği gibi. morsicatio n. dudak, dil veya ağız
more and more gittikçe, daha fazla. çeperini ısırma, yeme, dişleme alış-
more or less az çok, aşağı yukarı. kanlığı.
moreover bundan başka, üstelik, keza, mor. sol. abv. L. more solito her za-
zaten. manki gibi, alışık olunduğu üzre,
more ... than ... daha çok. alışkanlık olarak anlamlarına kı-
any more artık. saltma.
once more bir daha. morsulus L. n. ısırık.
mores n. gelenek, görenek. morsus n. ısırık, ısırma.
morsus humanus 484 mouse
myoneural adj. kasa bağlı, sinir uçla- myth n. halk inançlarına bağlı klasik
rıyla ilgili. ör. Muscles are öykü; söylence; asılsız, aslı olma-
stimulated by nerves at the yan düşünce.
myoneural junction. mythical adj. aslı olmayan; söylenti;
myopathy n. kas rahatsızlığı. söylence ile ilgili; gerçek olmayan;
myope n. yakını gören kişi; uzağı gö- düşsel.
remeyen; miyop. myhtology n. mitoloji; söylencebilim.
myopia n. uzağı görememe; miyop- mythomania n. alışkanlık halinde ya-
luk. lan söylama veya abartma.
myosis n. gözbebeği kasılması. myxedema n. yetersiz tiroid bezi sal-
myositis n. istemli kas yangısı. gısına bağlı bir sayrılık.
myospasm n. kas spazmı; kas kasıl- myxo- mukus; doku veya mukus an-
ması. lamına gelen önek. ör. myxo-
myotasis n. kas gerilmesi. chondroma n. kötü huylu olmayan
myotonia n. dinlenme ile geçmeyen kıkırdak tümörü.
sürekli kas kasılması. myxoma n. sümüksü doku tümörü.
myriad adj. çok sayıda. myxorrhea n. mukus akışı; sümük
myringitis n. kulak zarı yangısı. salgılama.
myringotomy n. kulak zarını yararak myzesis n. emme.
içeri girme.
mysterious adj. anlaşılmaz, gizemli,
gizlerle dolu, gizli, esrarengiz, ka-
ranlık.
N,n
nasty adj. kötü kokulu, pis, berbat, nausea n. bulantı, bulanma; mide bu-
hoşa gitmeyen, iğrenç. lanması, iğrenme, kusma; sayrılık.
nastily adv. iğrenç olarak. nauseant adj. bulantıya neden olan,
-nasty suffix. iğrenç bir karşılık veya bulantı veren.
değişiklik anlamına sonek. ör. nauseate v. bulandırmak, mide bu-
epinasty. landırmak, iğrendirmek.
nasus n. burun. nauseated adj. mide bulantısından
natal adj. doğumla ilgili, doğumsal; rahatsız olan, midesi bulanmış; hasta.
kalçalarla ilgili. nauseating adj. mide bulandırıcı.
natality n. doğum oranı. naoseous adj. mide bulandırıcı.
natant adj. yüzen. navel n. göbek; merkez, orta.
nates n. kalçalar. navicula n. küçük, bot şeklinde yapı.
nation n. ulus. navigate v. gemi ile yolculuk yapmak.
national adj. ulusal. navigation n. gemi yolculuğu.
international adj. uluslararası navigator n. gemici.
nationwide adj. ülke çapında, yaygın. near adv. yakın, bitişik; yakında, he-
native adj. yerli, ana, doğal; doğduğu men hemen.
yere ait, doğuştan; içine bir near point bir nesnenin net olarak
transplantın aktarıldığı veya bypassın görülebildiği göze en yakın nokta.
yapıldığı organ. nearby adj. yakında, yanında, etra-
natremia, natriemia n. kanda sod- fında. ör. Secondary malignant
yum varlığı.
involvement of the bladder is most
natter v. mırıldanmak.
often by direct extension from
nature n. doğa, dünya, yaratılış; mizaç.
primary lesions in nearby organs,
natural adj. doğal, olağan; doğuştan
cervix, uterus, prostate, and rectum,
gelen, yaratılıştan; basit, saf, sade.
in the order given.
natural childbirth uyutulmadan ya-
nearly adv. yaklaşık, hemen hemen.
pılan doğum. .
nearsighted adj. yakını görebilen.
naturally adv. doğal olarak.
naturalness n. doğallık. nearsightedness n. yakıngörürlük,
nature cure yapay ilaç veya hazırla- miyopluk.
nan ilaçlara karşılık olarak, sayrılık- neat adj. düzenli, temiz, tertipli,
ların "doğal ilaçlarla" daha iyi sa- zevkli; becerikli, zeki.
ğaltılacağı inancına dayalı olan sa- neatly adv. temiz bir şekilde, tertiplice.
ğaltım sistemi. neatness n. temizlik, düzen.
naturopathy n. ilaçsız sağaltım. nebul. abv. nebula buğulu, belirsiz
naught n. hiç, hiç bir şey, sıfır. anlamına kısaltma.
naughty adj. kötü, serkeş, yaramaz. nebula n. pl. nebulae belirsizlik; açık
naughtily adv. yaramazca, yaramaz- olmama; açık olmayan idrar.
lıkla. nebulize v. bir ilacı veya maddeyi
naughtiness n. yaramazlık. püskürtü haline dönüştürmek, buğu
naupathia n. deniz tutması. haline getirmek.
nebulization 491 neglect
noxa n. zararlı bir etki gösteren her- null and void geçersiz, hükümsüz.
hangi şey. nullification n. geçersiz varsayma,
noxious adj. zararlı, incitici. iptal edilme.
noxiously adv. zararlı şekilde. nullify v. geçersiz kılmak, iptal etmek.
nubile adj. çocuk yapabilecek yaşa nullity n. geçersizlik, hiçlik
gelmiş; yetişkin, erişkin. nulligravida n. hiç gebe kalmamış
nucha n. ense. kadın.
nuchal adj. ense ile ilgili. nullipara n. çocuk doğurmamış ka-
nuclear adj. hücre çekirdeği veya dın.
hücre merkezi ile ilgili; nükleer. nulliparity n. çocuk doğurmamışlık,
nucleated adj. çekirdekli. çocuk doğurmama.
denucleated adj. çekirdeksiz, çekir- nulliparous, nonparous n. hiç do-
dek yokluğu ile ilgili. ör. ğum yapmamış kadın. ör. A history
Denucleated cells cannot reproduce. of miscarriages in nulliparous
nucleo- , nucl- prefixes. çekirdek, çe- women might indicate a chromosome
kirdekle ilgili, çekirdeğe ait çekir- abnormality.
deksel anlamlarına önekler. nullisomy n. özgün bir kromozomun
nucleoplasm n. göze çekirdeğinin bulunmaması, nulisomi. ör.
içeriği, nükleoplazma. ör. The Nullisomy occurs as a result of
chromosomes are found within the nondisjunction.
nucleoplasm. numb adj. uyuşuk; uyuşturmak.
nucleotide n. nükleik asit birimi. ör. numbness n. duyu azalması, uyuşuk-
There are four different nucleotides luk.
in DNA, distinguished by their number n. sayı, miktar; numara, ra-
nitrogen basis. kam. v. saymak, hesaplamak, numa-
nucleus n. pl. nuclei hücrenin merke- ra vermek.
zi, canlı parçası; çekirdek, hücre çe- a number of birkaç. ör.
kirdeği. Hypercalcemia is one of a number
nude adj. çıplak. of changes induced by elevated
in the nude çıplak durumda, çıplak levels of parathyroid hormone.
halde. numerous adj. sayısız, sayılamaya-
nudeness n. çıplaklık. cak kadar çok. ör. The mechanisms
nudomania n. çıplak görülmekten of viral transformation are numerous.
zevk alma; ileri derecede soyunma nummular adj. madeni para şeklin-
isteği gösterme; teşhircilik. de, para şeklinde kümelenmiş.
nudophobia n. çıplak görülmeye kar- nummulation n. madeni para şeklin-
şı duyulan ürküntü; çıplaklıktan de kümelenme.
hoşlanmama. numskull n. aptal; ahmak.
nuisance n. bela, can sıkıcı şey, baş nurse n. hemşire. v. bakmak, göğüs-
belası; çekilmez (kişi). ten beslemek.
null adj. etkisi olmayan, hükümsüz, nurse practitioner n. en azından
geçersiz. master dereceli eğitim almış hemşire.
nursing home 498 nyxis
occur v. meydana gelmek, olmak, gö- odaxesmus n. dil veya ağız derisini
rülmek, bulunmak. ör. Varicosities ısırma, diş etlerinde duyulan kaşın-
occur in the esophagus, in patients ma hissi.
who have cirrhosis of the liver and odaxitic adj. kaşıntı veren; kaşıntıya
its attendant portal hypertension. = neden olan. n. kaşıntı veren madde.
Varisleşme karaciğer sirozu ve bu- odd adj. tuhaf, acayip; seyrek.
na eşlik eden portal hipertansiyonu odd-looking tuhaf görünüşlü.
olanlarda, özofagusta meydana ge- -odes suffix. şeklinde, biçiminde an-
lir. // Deficiency diseases may occur lamlarına sonek.
because of malnutrition. = Yetmez- oddish adj. acayip, tuhafca.
lik hastalıkları beslenme bozukluğu oddity n. acaiplik, kendine özgülük,
nedeniyle meydana gelebilir. tuhaflık.
occurence n. vaka, olgu, durum, olay, oddly adv. tuhaf bir şekilde, tuhaf
oluş, oluşum. ör. The occurrence of olarak.
lung cancer among smokers is very odds and ends ufak tefek şeyler.
high. = Sigara içicileri arasında odious adj. çirkin, iğrenç; nefret verici.
akciğer kanseri vakaları çok yük- odiously adv. iğrenç bir şekilde.
sektir. odiousness n. iğrençlik.
ocean n. okyanus. odium n. nefret; sevilmeme.
ocellus n. pl. ocelli böcek gözü. odont- , odonto- prefixes. diş anla-
ochlophobia n. kalabalıktan korkma. mına önekler. ör. odontalgia n. diş
ochrodermia n. derinin sararması, ağrısı. odontic adj. diş ile ilgili.
deride soluk sarı renk değişikliği. odontoid adj. diş gibi, diş benzeri.
-ocrat suffix. devlet kurallarına uyan; odontologist n. diş hekimi.
yöneticilerden biri anlamlarına so- odontology n. diş hekimliği bilimi.
nek. ör. a democrat, a technocrat. odontogenesis n. diş oluşumu, diş
-ocratic (sıfatlarda), -ocratically gelişimi. odontoma n. diş uru; diş
(zarflarda). kaynaklı tümör.
oct- , octi- , octo- , octa- prefixes. se- odorant n. kokulu bir madde.
kiz anlamına önekler. odorous adj. koku verici, kokulu.
octan adj. sekiz günde bir meydana odour n. koku.
gelen body odour vücut kokusu.
October n. Ekim (ayı). odourless n. kokusuz.
octogeneration n. seksen yaş ve daha odyn- , odyno- prefixes. ağrı anlamı-
yaşlı olan olan kişiler. na önekler.
ocular adj. göz ile ilgili, görülebilen. odynophagia n. yutma güçlüğü.
oculist n. göz hastalıkları uzmanı. odynophobia n. ağrı korkusu; ağrı
oculo- prefix. göz, gözle ilgili anlam- çekmeye karşı duyulan korku.
larına önek. oedema n. ödem, dokuda sıvı birikimi.
oculus L. n. pl. oculi göz. oedematous adj. ödem yapıcı; doku-
o..d. abv. L. omni die her gün anlamı- da sıvı biriktirerek şişmeye neden
na kısaltma. olan.
oedipus complex 502 off
oedipus complex çocuğun anne veya of course doğal olarak, tabii, elbette.
babadan birine aşırı düşkün olması, of importance önemli, önemli olan.
genellikle erkek çocuğun anneye of late son zamanlarda, yakın zaman-
düşkünlüğü. larda.
oesophagus n. boğaz; yemek borusu. of note önemli.
oestrogen n. östrojen hormonu. of this bundan, bunun.
of prep. 1. -e ait, -nin, -nın: the leg of off prep. 1. uzakta, uzağa; -dan, -den:
the table / the arm of the chair. 2. - He jumped off the bus. / Keep off
den yapılmış; -den, -dan. 3. içeren. the grass. 2. -den (destek veren ve-
4. bir bütünün bir parçasını gösterir: ya tutan, birşeyden): Take the
two kilos of sugar / much of the curtains off their hooks. /To drink
night / lots of money. 5. içerdiği off golden cup. 3. bağlantısı kopa-
grup üyelerini belirtir: members of rılmış, ayrılmış, alınmış: A button
the team. 6. tarihlerde kullanılır: the
has come off my shirt. 4. çıkarılmış:
27th of June. 7. hakkında, konusun- Cut a piece off the loaf. She
da, ilişkin, var olan: the art of burrowed 10 pounds off me. 5. za-
painting / the city of New York. 8. man veya yer olarak belirli bir me-
(yazın ve sanat yapıtları konusunda) safeye, mesafede: We are going
-nın romanı, vd., tarafından yazılan, (right) off the subject. The ship was
basılan, vd., yaratılan: the plays of
blown off course. 6. geniş bir yol-
Shakespeare / the novels of Tolstoy.
dan dar yola dönüş belirtir: a
9. -a yönelik; yapılan, duyulan, his-
narrow street off the boulevard /
sedilen: the villagers’ fear of an
Her home is just off the main road.
earthquake / the killing of innocent
civilians. 10. ilişkin, bağlantılı, ilgi- 7. denizden...mil uzakta: an island
li: he results of the meeting / a off the coast of Turkey / seven miles
teacher of English / to die of off Çanakkale. 8. artık istemiyor,
hunger. 11. -lı, olan, sahip olan an- almıyor, vb. anlamında kullanılır:
lamında kullanılır: an area of low He is off his food. I have gone off.
rainfall / a woman of ability / a The doctor took her off the pills.
problem of no importance. 12. kö- adj., adv. 1. (bir konumdan veya
ken bildirir: a man of people. 13. yerden) uzakta, ayrı: They got into
neden bildirir: It didn't happen of the car and drove off. We turned off
itself. 14. adj+of kalıbında, bir dav- into a side road. 2. zaman veya yer
ranış yorumu yaparkan kullanılır: olarak belirli bir mesafede, mesafe-
How kind of Ann to.... 15. AmE (sa- ye: Several years off. Three
atlerde kullanılır}: It is five kilometers off. 3. çıkmış, ayrılmış,
(minutes) of three. 16. sırasında, sü- kopmuş: Take off your shoes. To cut
resince anlamında kullanılır: We off a branch of a tree. The door
always like to go there of an eve- handle fell off. 4. (makina veya
ning. elektrikli bir alet için) çalışmıyor;
be of (am, is, are, was, were + of) kapalı: The TV is off. Turn the light
var, sahip. off. 5. bitmiş, artık yok: They killed
off and on 503 -ologist
off all the mosquitos. Finish the oft-cited adj. sık belirtilen.
work off before you go home. 6. ye- often adv. sık sık, sıklıkla, çoğu kez.
nilemez, bozulmuş (gıda): The milk -oid suffix. benzer, benzeyen, benzer-
has gone/is off. 7. artık ...verilmiyor, lik anlamlarına sonek. ör.
servisimizde yok (lokantada): anthropoid, crystalloid, planet oid.
Sorry, madam, meat balls are off. 8. oikophobia n. eve karşı duyulan ür-
tatilde, izinde: Have Saturday off. küntü.
The maid is off today. 9. oil n. yağ, petrol; yağlamak.
herzamanki kadar iyi/doğru değil oily adj. yağlı.
(davranış): His work has gone off ointment n. merhem.
lately. 10. bitmiş, olmayacak, dü- -ol suffix. bir maddenin alkol olduğu-
zenlenemeyecek: I am afraid the nu bildirir sonek.
meeting is off. Their wedding is off. old adj. yaşlı, ihtiyar; eski, eskimiş,
11. (para, eşya) olmak, bulunmak: köhne.
They are badly off. How are you off old-age yaşlılık.
for clean shirts? 12. derhal, hemen: oleaginous adj. yağlı.
Right / straight off. 13. sakin, daha older (elder) adj. daha yaşlı, daha
az: Tickets are cheaper during the eski. ör. elder brother/sister.
off season. oldest (eldest) adj. en yaşlı, en eski.
from the off başlangıçtan. (an) old hand at deneyimli, dene-
off and on arasıra. yimli bir kişi.
off day izin, izin günü. oleaginous adj. yağlı.
off the cuff kendiliğinden. olecranon n. dirseğin kemikli iç kısmı.
offend v. kabahat işlemek, gücendir- oleum n. yağ.
mek, rahatsız etmek, incitmek, yara- olfaction n. koku; koku duyusu.
lamak. olfactory adj. koku duyusu ile ilgili.
olfactory sense n. koku alma duyusu.
inoffensive adj. zararsız.
oligemia n. vücutta, bir organ veya
offence n. kabahat, suç, gücendirme.
dokuda kan yetersizliği.
take offence alınmak.
oligo- , olig- prefixes. küçük; kıt, az,
offenceless n. masum, suçsuz.
yetersiz anlamlarına önekler. ör.
offending gücendirici, gücendiren.
oligodendroglima yavaş büyüyen
offensive adj. gücendirici, kırıcı, tik-
beyin tümörü.
sindirici, iğrenç; saldırgan, kötü.
oligocholia n. safra yetmezliği.
offensively adv. gücendirici şekilde.
oligogalactia n. yetersiz süt salınımı.
offer n. öneri. v. önermek, vermek, oligoposy n. yetersiz sıvı alımı.
sunmak. oligotrichia n. saçsızlık; kellik; yeter-
official n. aylıklı/maaşlı görevli, memur. siz kıl oluşumu.
officially adv. resmi olarak. oligotrophy n. yetersiz beslenme.
offshoot n. dal, filiz, kol, sürgün; şube. oliguria n. idrar yapımında azalma.
offspring n. yavru, döl, oğul; evlat, -ologist suffix. belirli bir bilim dalın-
kuşak, soy. da çalışma yapan anlamına ad ya-
oft adv. sık sık. pım eki. ör. biologist.
-ology 504 on
be on about uzun ve sıkıcı konuş- once again (once more) bir daha, bir
mak. kere daha, tekrar, yeniden.
be on at (someone) iknaya çalışmak. once and for all ilk ve son kez.
not on mantıksız, kabul edilemez; once in a while bazen, sık olmayan.
olanaksız. once more bir kez daha; tekrar, yine.
on and off/off and on zaman zaman, once or twice birkaç kez.
bazen. once upon a time bir zamanlar, geç-
on and on ara vermeden, durmaksızın. mişte bir zamanda, bir süre önce,
on approval onaya bağlı. önceleri, önceden.
on credit taksitle. oncer n. birşeyi bir kez yapan.
on demand istendiğinde. onco- , oncho- prefixes. 1. tümör;
on display gösterimde. tümörle ilgili. 2. hacim anlamlarına
on foot yaya. önekler.
on guard nöbetçi. oncocyte n. tümör gözesi.
on my responsibility benim sorumlu- oncogenic adj. ur yapan, tümör oluş-
luğumda. turan, şişliğe neden olan. ör.
on sale satılık. Oncogenic viruses have been found
on strike grevde. in some cancerous tissues.
on the average ortalama, ortalama oncogenous kanserle ilgili; kanser
olarak. oluşumuna uygun.
on the contrary aksine, aksi gibi. oncolysis n. tümörün yok edilmesi, ur
on the double derhal, hemen. yıkımı. ör. Some humans may be
on the one hand bir taraftan. resistant to cancer because their
on the other hand öte yandan. cells are capable of oncolysis.
on the run acele olarak. oncology n. tümör bilimi, kanser bi-
on the subject of konusunda. limi, onkoloji.
on the way yolda; giderken. oncoma n. tümör, ur.
on the whole generellikle, genel olarak. oncosis n. çift tümör.
on time zamanında; vaktinde. oncotic adj. tümörle ilgili.
oncoming gelen, yaklaşan. one, pl. ones, pron. bir, bir kimse, bir
ongoing süren, devam eden. kişi, birisi, insan. n., det. 1. bir sayı-
onanism n. dışa boşalma ile sonuçla- sı: Only one person came. 2. belirli
nan cinsel ilişki; kendi kendine cin- bir (zaman): I met her one day in
sel doyuma ulaşma; mastürbasyon. July. 3. geçmiş ve gelecek zaman-
once adv. bir defa, bir kez, bir sefer; dan önce kullanılır: Come again one
bir zaman, bir zamanlar. day soon. 4. aynı: They are of one
all at once birdenbire. mind. 5. tek: He is the one person I
at once derhal, hemen, gecikmeksi- trust. She is my one and only friend.
zin. 6. tek örnek: herhangi bir türden
for (this) once yalnızca bir kez ol- yalnızca biri: One (of them) went
mak üzere, bir defalık. South, the other went East. 7. AmE
just for once sadece bir kez, yal- kesinlikle, muhteşem, sıradışı: I tell
nızca bu özel durumda. you, she is one wonderful girl.
one and all 506 onych-
operating table ameliyat masası. opposite adv. karşı, karşıda, karşı ta-
operating theatre ameliyat odası, rafa. adj. karşı karşıya, karşıda olan,
ameliyathane. zıt, karşıt.
operation n. ameliyat, kesi; etki, işlem. oppose v. karşı koymak, karşı gel-
operation minor yaşam için bir teh- mek, muhalefet etmek.
like oluşturmayan ameliyat. opposed adj. çelişik, karşıt, zıt.
operation major ciddi olarak ölüm opposition n. zıtlık, muhalefet.
riski olan ameliyat. opposure n. dikiş atma sırasında do-
operator n. cerrah. kuyu birleştirme.
operculum, operculi n. pl. opercula oppress v. baskı yapmak, baskıla-
kapak, örtü. mak; zulmetmek, acı vermek, karşı
ophidism n. yılan sokması sonucu çıkmak, üzmek.
meydana gelen zehirlenme. oppression n. baskı, bası; zulüm.
ophtalmia n. göz yangısı. oppressive adj. ezici, baskılayıcı,
ophthalmic adj. gözlerle ilgili. ağır.
ophthalmo- , ophthalm- prefixes. oppressor n. baskılayan; zalim.
göz, gözlerle ilgili anlamlarına opsialgia n. yüz bölgesinde duyulan
önekler. ağrı.
-opia suffix. görüş, görme anlamları- opsomania n. belirli bir yiyeceğe
na sonek. oburluk derecesinde düşkün olma.
opiate n. uyuşturucu. optic adj. görme ile ilgili, görsel.
opinion n. fikir, görüş, düşünce, ka- optical adj. görme ile ilgili, görme-
naat, kanı. ye ait.
opistho- prefix. geri, arka, geriye optics n. optik, ışık bilgisi.
doğru, dorsal anlamlarına önek. optimism n. iyimserlik.
opisthotic adj. kulak arkası. optimist n. iyimser.
opo- prefix. yüz; göz anlamına önek.
optimistic adj. iyimser.
opponent n. rakip, karşıt.
option n. seçme, seçme hakkı, tercih,
opponency n. karşıtlık, zıtlık.
seçim.
opportunism n. fırsatçılık.
optional adj. istemli, isteğe bağlı,
opportunistic adj. fırsatçı.
seçmeli, tercihli.
opportunity n. fırsat. ör.
opto- , optico- prefixes. göz anlamına
Staphylococcal lung infections which
önekler.
are frequently opportunistic, have a
polymorphonuclear infiltrate similar optometer n. gözdeki hasarları ölçen
to that of pneumococcus but are alet.
much more destructive of lung optometry n. göz muayenesi.
tissues. -or suffix. ad yapım son eki. ör. an
a golden opportunity ele geçmez actor, an inventor.
fırsat. or conj. yahut, veya, ya, yoksa, aksi
to give an opportunity fırsat vermek. halde.
opposed karşısında, zıt, karşıt etkisi either… or ya .. ya (da).
olan. ora L. pl.os n. ağız.
ora 509 orientate
oto- prefix. kulak anlamına önek. outdated adj. eskimiş, modası geçmiş.
otolaryngology n. kulak, burun, bo- outdo v. daha iyi yapmak.
ğaz ile ilgilenen tıp dalı. outdoors n. açık hava; dışarısı.
otology n. kulakla ilgilenen tıp dalı. outer adv. dışarıda, uzakta.
-otomy suffix. bir organın içine cerra- outflow n. akış, çıkış, su veya gaz çı-
hi müdahale anlamına sonek. ör. kışı.
cystotomy. outgoing adj. dostça davranan; çıkan,
otopathy n. herhangi bir kulak hasta- kalkan.
lığı. outgoings n. gider.
otosclerosis n. iç kulaktaki dokuların outgrow v. hızlı büyümek, fazla bü-
sertleşmesinin neden olduğu sağırlık. yümek (ve bu nedenle sağlık sıkın-
otoscope n. kulağı incelemede kulla- tısı çekmek).
nılan alet. outgrowth n. netice, sonuç; fazla bü-
oula n. diş eti. yüme.
ouloid adj. yaraya benzeyen. outlay n. vücudun bir yerinden bir
-ous suffix. içeren, neden olan anla- başka bölgesine eklenen canlı doku;
mına sıfat yapım soneki. ör. graft.
dangerous, spacious. outline taslak, ana hat; taslağını çiz-
out- prefix. 1. eylemlerden ad ve sıfat mek.
oluşturan önek: ör. an outbreak of outlook görünüş, manzara, görüş.
flu grip salgını. 2. ad ve sıfatlarda outlying adj. uzak, uzaktaki.
kullanılan önek; dışında ötesinde. out of -te, -nin dışında.
ör. outhouse ek binalar. outlying three out of five beşte üç.
areas. 3. üst, üst derecede. 4. out of breath soluk soluğa; nefes ne-
dışarda bulunan anlamlarına önek. fese.
ör. outwork, outplay, outshoot, out of control denetim dışı.
out-door, outdate. out of danger tehlikesiz.
out adv. dışarı, dışarıda, -den dışarı. out of date çağdışı, eski; modası
out and away her şeyin ötesinde. geçmiş.
be out dışarda olmak. ör. We’re all out of dept borçsuz.
out. out of doors dışarda.
out for yalnızca ... ile ilgili olarak. out of fashion modası geçmiş.
out of it terkedilmiş, yalnız. out of favour gözden düşmüş.
out of one’s mind çılgın, deli. out of hand hemen, derhal, düşün-
out of something birşeye sahip ol- meden.
mayan. out of humour mizahi anlayışı kıt.
out patient n. hastanede yatmayıp, out of luck talihsiz, şanssız.
yalnızca tedaviye gelen hasta. out of mind unutulan, unutulmuş.
Out you go! Defol! out of order bozuk, iş görmez du-
outbreak n. ortaya çıkma, patlama, rumda.
yayılma, salgın. out of pain acısız.
outcome n. sonuç. out of place yersiz.
out of practice 513 overdose
oviferous adj. yumurta üreten, içeren own adj. kendi, kendinin, kendininki.
veya taşıyan. v. sahip olmak, malik olmak.
ovoid adj. yumurta biçiminde, oval. oxidation n. oksidasyon, oksitlenme.
ör. In the adult, the parathyroid is a oxidize v. okşijenle birleşmek, hidro-
yellow-brown, ovoid encapsulated jeni çıkarmak/atmak. ör. Energy is
nodule weighing approximately 35 released when glucose is oxidized to
to 40 mg. carbon dioxide and water.
ovular adj. yumurta ile ilgili. oxy-, oxi- prefix. okşijen, okşijenli;
ovulation n. yumurtlama, yumurta tiz, keskin, acı, sivri anlamlarına
yapma, ovulasyon. ör. In the önek.
human, ovulation occurs midway in oxygen n. oksijen.
the menstrual cycle. oxygenated adj. oksijenli, okşijenle
ovine adj. koyuna benzeyen, koyun doymuş, okşijen doygun. ör. Blood
şeklinde. is oxygenated in the lungs.
oviposit v. (böcek) yumurtlamak. oxygeusia n. güçlü tat alma duyusu.
ovum, ovi n. pl. ova yumurta. oxylalia n. hızlı konuşma.
owe v. borcu/borçlu olmak. oxyopia n. görme duyusunun keskin
owing to conj. -den dolayı, nedeniyle, olması.
yüzünden, –dığı için.. ör. Shock oxytocic n. uterusun kasılmasını uya-
may occur in the setting of accident ran ilaç.
or spinal cord injury, owing to loss oxyuris n. kılkurt.
of vascular tone and peripheral oxyuriasis n. bağırsaklarda kılkurt is-
pooling of blood. = Damar tonüsü tilası.
kaybı veya peripheral kan birikimi oz. abv. ounce, ons anlamına kısalt-
nedeniyle, anestetik kaza alanı veya ma.
spinal kord yaralanmasında şok ozena n. kötü kokulu bir akıntı yapı-
meydana gelebilir. mına neden olan burun rahatsızlığı.
owing to the fact that çünki, nede- ozone n. ozon, oksijenin bir tipi.
niyle, -den dolayı, -dığı için. ozostomia n. soluk/nefes kokusu.
P,p
passerby n. yoldan gelip geçen her- patchy adj. parçalı, düzgün olmayan,
hangi bir kişi. düzensiz, yamalı, yama yama, bölük
passageway n. geçit. bölük.
passing adj. geçer; sınavı geçebilir. - patch test duyarlılığı ölçen test.
n. geçiş. pate n. baş; başın üst kısmı.
passion n. tutku; hırs, hiddet; ağrı patella n. pl. patellae diz kapağı.
ısdırap. patellar adj. dizkapağı ile ilgili.
passionate adj. tutkulu; kolay kızan. patency n. açıklık, açıkta olma, görü-
passivate v. etkisizleştirmek. lür olma.
passive adj. edilgen. patent adj. açık, aşikar, belli, belirgin.
passive immunity edilgin bağışıklık. patently adv. açıkca.
password n. parola. patent medicine n. reçete gerekmek-
past adj. olmuş, geçmiş, bitmiş, -den sizin satın alınabilen ilaç.
daha ötede, -in ilerisinde. path n. yol, patika.
in the past geçmişte. path-, pathy- , patho- prefixes. has-
pasta n. pl. pastae macun, hamur. talık, sayrılık; patolojik anlamlarına
paste n. macun, hamur, kola, çiriş. v. önekler. ör. pathogen, pathogenesis.
yapıştırmak. pathema n. sayrılık, hastalık, kötü bir
toothpaste n. diş macunu. durum, kötü koşul.
pasteurization n. gıdaları bakteriler- pathetic adj. duygularla ilgili; acıma,
den arındırmak amacıyla belli bir üzüntü veren.
süre belirli ısıda tutma işlemi; pas- -pathia suffix. sayrılık, rahatsızlık an-
törizasyon. lamına sonek.
pasteurize v. mikroplarını gidermek, pathic adj. hastalıkla ilgili.
pastörize etmek. -pathic 1. belli bir sayrılıktan etki-
pastil, pastille n. pastil, öksürük pas- lenmiş; bu sayrılığa bağlı; bu sayrı-
tili. lıktan kaynaklanan; 2. belli bir şe-
pastime n. hoş zaman; eğlenceli ge- kilde etkilenmiş; belli bir organı (bir
çen zaman. sayrılıkla) tutulmuş anlamlarına
pat v. hafif hafif vurmak; samimiyet sonek.
göstergesi olarak hafifce birisinin pathogens n. hastalık yapabilen
sırtına vurmak, dokunmak, okşa- herşey; patojen.
mak. n. hafif hafif vuruş. pathogenic adj. hastalık yapma gü-
pat oneself on the back v. kendini cünde olan.
kutlamak. pathomania n. cinayet işleme eğili-
patagium n. pl. patagia kanada ben- mi; patomani.
zer bir yapı. pathomimia n. hasta görünme; hasta
patch n. yara bezi, örtü bezi; yama; olmadığı halde öyle görünme.
küçük yer, parça; leke. v. yarayı bezle pathophobia n. ileri derecede hasta-
kapatmak; yamamak. ör. Acanthosis lıktan korkma; patofobi.
nigricans is characterized by gray- pathophresis n. hastalığın bulaşması.
black patches of verrucous patient adj. sabırlı, dayanıklı. n. has-
hyperkeratosis on the skin. ta, muzdarip, sakat, sayrılı.
patience 524 pertoralgia
pectus, pectoris n. pl. pectora göğüs. pedodontics n. çocuk diş sağlığı ile
pectus carinarion n. tavuk göğüsü. ilgilenen diş hekimliği dalı; pedo-
peculiar adj. kendine has, kendine donti.
özgü, has; garip, acayip, tuhaf. ör. pedology n. çocuk hastalıklarıyla ilgi-
Differentiation antigens are lenen tıp dalı.
peculiar to the differentiation state peduncle n. sap.
at which cancer cells are arrested. peduncular adj. sapla ilgili.
= Farklılaşma antijenleri kanser pedunculated adj. saplı.
gözelerinin yakalandığı farklılaşma pedunculus n. pl. pedunculi sap,
aşamasına özgüdürler. sapçık.
peculiarity n. özellik. peduphila n. çocuğa duyulan ileri de-
peculiarly adv. kendine özgü olarak, recede düşkünlük.
kendine has şekilde. peel v. kabuğunu soymak, sıyırmak;
ped- , pedi- , pedo- prefixes. çocuk; soyulmak.
ayak, ayaklar anlamlarına önekler. peel off derinin pul pul dökülmesi;
pedal adj. ayakla ilgili. soyulma.
pederasty n. anüs yoluyla cinsel bir- peeling n. pul pul dökülme, soyulma.
leşme, eşcinsel anal ilişki; cinsel peenash n. burun deliklerine böcek
sapıklık; pederasti. larvası istilasından kaynaklanan bu-
pediatric adj. çocuk sayrılıklarıyla run akıntısı.
ilgili. peep v. gözlemek, gözetlemek.
pediatrics n. çocuk sayrılıklarıyla il- peer v. yakından bakmak, dikkatle
gilenen tıp dalı. bakmak. n. emsal, eş, denk, eşit.
pediatrician n. çocuk sayrılıkları peer group n. aynı yaşta olan insan
uzmanı. kümesi, aynı toplumsal kökenden
pediatrist n. çocuk hastalıkları uz- gelen insan topluluğu.
peerless adj. eşsiz.
manı.
peg n. silindir şeklinde uzantı.
pedicle n. sap, sapçık.
pajorism n. karamsarlık, karamsar
pedicular adj. sapla ilgili; bitle ilgili;
eğilim.
bitin neden olduğu.
pelada n. kısmi kellik.
pedicelate adj. saplı, sapçıklı.
pelage n. vücudu kaplayan kıl.
pediculated adj. saplı; bitle ilgili, bi-
pelagism n. deniz tutması.
tin neden olduğu.
pellegra n. B vitamini eksikliği hasta-
pediculus n. pl. pediculi sap, sapçık.
lığı.
pedicure n. ayak bakımı ve sağaltımı. pellet n. tane, topak, çok küçük hap.
pediculosis n. bitle kaplı olma; bit is- pellicle n. ince doku; ince zar, zar; sı-
tilası. vı yüzeyinde oluşan ince tabaka,
pediculosis capititis n. baş biti. film.
pedigree n. soy, nesil, soy ağacı. pellicular, pelliculous adj. ince doku
pedigree chart n. soyağacı tablosu. ile ilgili.
pediophobia n. çocuklardan veya pellucid adj. berrak, geçirgen, say-
oyuncak bebeklerden korkma. dam, ışığı geçiren.
pelma 526 perceptive
peritoneum n. pl. peritonea karın za- per rectum (PR) adv. rektum yoluy-
rı, periton. la, rektumdan.
permanence n. süreklilik, devamlılık, perpendicular adj. dik, dikey, düşey.
değişmezlik. perpetrate v. yapmak, yerine getir-
permanent adj. devamlı, değişmez, mek, işlemek, uygulamak.
sabit, sonsuz, sürekli. perpetration n. yapma, yerine getir-
permanently adv. sürekli olarak. me, işleme.
permeability n. geçirgenlik. ör. The perpetuate v. sürdürmek, devam et-
major characteristics of glomerular tirmek.
filtration are an extraordinary high perpetual adj. sürekli, aralıksız, sa-
permeability to water and small bit, sonsuz.
solutes. perpetually adv. sürekli olarak.
permeable adj. sıvı, gaz, ve ısı gibi perpetuity n. süreklilik.
maddeleri geçiren; geçirgen, geçi- perplex v. zihnini karıştırmak, şa-
rimli, içine geçilebilir. şırtmak.
permeant adj. yarı-geçirgen bir zar- perplexed adj. şaşırmış, şaşkın.
dan geçebilen. perplexing adj. şaşırtıcı.
permeate v. içinden geçmek, sızmak, perplexity n. tereddüt, şaşkınlık.
süzmek, süzülmek; her tarafına ya- per saltum adv. tek atımda, tek dozda,
yılmak, her tarafını kaplamak, sin- tek içimde, birkaç aşamada olmayan.
mek. persecute v. eziyet etmek.
permeation n. içine geçme, sızma, persecution n. eziyet, kötüye kul-
süzme, süzülme. lanma, zulüm.
permissible adj. izin verilebilir. perseverance n. ısrar, kararlılık, sü-
permission n. izin, müsaade; ruhsat. reklilik.
permissive adj. izin verici. perseveration n. anlamsız bir sözü
permit v. izin vermek, olanak sağla- sürekli yineleme.
mak, uygun görmek. persevere v. devam etmek, direnmek,
permute v. yer değiştirmek. ısrar etmek, sebat etmek.
permutation n. yer değiştirme; deği- persist v. ısrar etmek, inat etmek, de-
şiklik. vam etmek.
pernicious adj. yıkıcı, zararlı, tehli- persistence n. ısrar, inat, kararlılık,
keli, şiddetli, uygun sağaltım ol- süreklilik.
mazsa öldürücü. persistent adj. inatçı, sürekli, ısrarlı.
pero- prefix. bozuk anlamına önek. ör. A sinus tract may remain as
perone n. baldır kemiği, fibula. persistent as vestigial remnant of
peropus n. bir veya iki bacağı da do- the tubular development of the
ğuştan bozuk olan kişi. thyroid gland. // It has become
peroral adj. ağız yoluyla, ağızdan possible, by monitoring the
(ilaç vermeyi bildirir). circulating levels of human chorionic
per os (PO) adv. ağız yoluyla, ağız- gonadotropin, to determine the
dan (ilaç vermeyi bildirir). early development of persistent
peroseus adj. kemik içinden. trophoblastic disease.
persistently 529 pestle
persistently adv. inatçı bir şekilde, pervasive adj. yaygın; yayılmacı, is-
inatla, ısrarla. tilacı.
person n, pl. people kişi, birey, zat. perverse adj. aksi, asi, başkaldıran,
in person kişisel olarak, bizzat. inatçı; ters; sapkın; sapık.
personal adj. kişisel. perversion n. bozma, yoldan çıkar-
personality n. kişilik, varlık, benlik, ma; sapık, cinsel sapık; sapıklık.
durum. pervert v. bozmak, baştan çıkartmak;
perspective n. bakış açısı, eğilim, gö- saptırmak.
rünüm, oran. perverted adj. bozuk, sapık, normal
perspicacious adj. anlayışlı, anlayan. olmayan.
perspicuous adj. açık, aşikar, belirgin. pervias naturales adv. normal geçiş-
perspicuity n. açıklık, belirginlik. ten, normal yoldan.
perspire v. terlemek. pervious adj. geçirgen.
perspiration n. nem, ıslaklık; terle- pervigilium L. uykusuzluk.
me, ter. pes, pedis n. pl. pedes ayak; ayağa
persuade v. inandırmak, razı etmek, benzer kısım, uzantı.
ikna etmek, kandırmak. pes cavus L. n. yay biçimi gösteren
persuance n. uygulama, yerine ge- ayak.
tirme. pes planus L. n. düztabanlık.
in persuance of -i izleyen, -i yerine pes valgus L. n. dışyana bükük ayak.
getiren, uygulayan. pes varus L. n. içyana bükük ayak.
perstillation n. damıtma. pessary n. uterusu düzeltmek veya
persuasive adj. inandırıcı, ikna edici. bir bozukluğu gidermek amacıyla
persuation n. inandırma, ikna. vajinaya yerleştirilen alet, peser.
persuant to -e göre, -e uygun olarak. pessimism n. kötümserlik, karamsarlık.
persuit v. izleme, peşinden gitme. pessimist n. kötümser, karamsar.
pert adj. cesur, atılgan; utanmaz, şı- pessimistic adj. kötümser, karamsar.
marık. pest n. veba; rahatsızlık veren kişi
veya nesne.
pertain v. ait olmak, ilgili olmak.
pester v. rahatsız etmek; rahatsızlık
pertaining (to) -ile ilgili.
vermek, tedirgin etmek; sorun çı-
pertinance n. uygun.
karmak.
pertinent adj. uygulanabilir, uygun,
pesticide n. böcek öldürücü (kimya-
yerinde.
sal madde).
pertubam adv. tüp yoluyla, tüple.
pestiferous adj. sayrılık/hastalık veya
perturb v. huzurunu bozmak, kaygı-
enfeksiyon taşıyan.
landırmak, rahatsız etmek, endişeye pestilence n. birçok ölüme neden
düşürmek. olan, hızlı yayılan sayrılık; bulaşıcı
perturbation n. endişe, merak. ve öldürücü sayrılık.
pertussis n. boğmaca. pestilent adj. ölüme neden olan;
pervade v. yayılmak, istila etmek; ölümcül; öldürücü; rahatsız edici.
doldurmak, doyurmak, içine girmek. pestle n. çırpıcı, parçalayıcı, kırıcı
pervasion n. yayılma, istila, doyurma. alet.
pestis 530 phase
phen- , pheno- prefixes. ortaya çık- phrase n. ifade tarzı, deyiş, söyleyiş.
ma, görünüm; benzenden türeyen phoro- , phor- prefixes. taşıma, kat-
anlamlarına önekler. lanma; taşıyıcı, katlanan; ürkü, kor-
phenomenon n. pl. phenomena be- ku, fobi anlamlarına önekler.
lirti, olay, olgu, hastalıkla ilgili her- phos- ışık, ışık ile ilgili anlamına
hangi bir oluşum. önek.
phenomenon n. olgu, olay. ör. Fever phose n. renk veya ışık algılaması gi-
is a phenomenon associated with bi görsel duyu.
systemic infections. phosph- , phospho- , phosphor- ,
phenomenal adj. olaylarla ilgili, ola- phosphoro- prefixes. fosfor, bir bi-
ğanüstü. leşikte fosfor varlığını belirten
phenotype n. bireyde gözlenebilir önekler.
fizyolojik, morfolojik veya biyolo- phot n. ışık birimi.
jik özellik, fenotip. ör. Phenotypes photic adj. ışıkla ilgili.
such as height or eye color are photo- , phot- prefixes. ışık anlamına
easily observed. önekler. ör. photogenic ışık yayan,
-phil, -phile, -philic, -philia prefixes. ışık veren, fotojenik.
sevgi, düşkünlük anlamlarına so- photoperiod n. bir günde bir orga-
nekler. nizmanın ışığa maruz kaldığı süre.
philosophy n. felsefe. ör. Plants with a long photoperiod
philosophize v. felsefe yapmak, dü- flower during spring and summer.
şünmek. photosensitive adj. ışığa tepki göste-
phlebitis n. damar yangısı. ren. ör. Some chemical reactions
phlebo- , phleb- prefixes. damar an- occur during the day, because they
lamına önekler. are photosensitive.
phlegm n. soğuk algınlığında görü- photosynthesis n. ışık enerjisini kul-
lanarak gıda oluşumu; fotosentez.
len, burun veya boğazdan gelen ko-
ör. Plants carry on photosynthesis
yu akıntı; balgam.
only in the presence of light.
phlegmatic adj. sakin; soğukkanlı.
phototropism n. ışığa yönelme veya
phlegmon n. bağ dokusu yangısı.
ışıktan uzaklaşma. ör. When a
phobia n. ileri derecede korku, ürkü. greenplant grows toward a light
phobic adj. korku, ürkü ile ilgili. source, it exhibits positive
phoenix, phenix n. anka (kuşu). phototropism.
phon n. ses yüksekliği birimi. phrenic adj. akılla ilgili; diyaframla
phon- , phono- prefixes. ses, konuş- ilgili.
ma anlamlarına önekler. phreno-, phren-, phreni-, phrenico-
phonal adj. sesle ilgili. prefixes. diyafram; akıl; diyafram
phonation n. ses çıkarma. sinir anlamlarına önekler.
phone n. telefon. phthisio- prefix. verem anlamına
on the phone telefona sahip; tele- önek.
fonda (konuşuyor). phthisis n. yıpratıcı bir sayrılık, özel-
phoneme n. konuşma sesi. likle akciğer tüberkülozu, verem.
phyco- 532 pick
pick sth/sb up birşeyi, birini kaldırıp pimelo- prefix. yağ, yağlı anlamlarına
atmak. önek.
pick up toplamak, almak; iyileşmek, pimple n. küçük abse, fistül; deri üze-
kaldırmak, seçmek; sağlığına ka- rindeki küçük şişlik, sivilce.
vuşmak. pin n. mil, şiş; kemik kırıklarının cer-
pick up the top for v. ödemek. rahi sağaltımında kullanılan metal
picking n. toplama. parça; topluiğne. v. bağlamak, iğne-
pico- n. prefix. küçük, trilyonda bir lemek, iğne ile tutturmak, iliştir-
anlamlarına önek. mek.
picky adj. titiz. pinafore n. çocuk önlüğü.
picture n. tablo; levha. pinch v. iki sert uçla sıkıştırmak, sım-
piece n. parça, tane. sıkı tutmak; kıstırmak; (bir şişliği)
pied adj. çok renkli. indirmek; zayıflatmak. n. sıkıştırma;
piedra n. mantarsal saç hastalığı. kıstırma; indirme; zayıflatma.
pierce v. delmek, içine işlemek, nü- pine n. çam (ağacı).
fuz etmek. pineal adj. epifiz bezi ile ilgili; çam
piesis n. kan basıncı. kozalağına benzeyen.
pig n. domuz; kurşundan yapılmış, pineal body n. kozalağa benser bir
içine radyoaktif materyal içeren yapı.
malzemenin konduğu kap. pineal gland n. epifiz bezi.
pigeon n. güvercin. pineapple n. ananas.
pigment n. hayvan veya bitki dokula- ping-pong n. masa tenisi.
rına renk veren madde. pink adj. pembe.
pilary adj. saçla ilgili. pinkish adj. pembemsi.
pile n. yığın, küme; hemoroidal uzan- pinna n. pl. pinnae dış kulak, kulak
tı, hemeroid, basur memesi. v. yığ- kepçesi; tüy; kanat.
mak, yığılmak, birikmek. pinnal adj. dış kulakla ilgili.
pileous adj. kıllı; kıl, saç ile ilgili. pinpoint v. yerini saptamak, yerini
pill n. ilaç içeren tablet. belirlemek. adj. kesin.
the pill doğum kontrol haplarına pinus n. epifiz bezi.
halk arasında verilen ad. pinworm n. kılkurt.
pillar adj. direksi, sütunumsu. pioneer n. öncü; bir yere ilk yerleşen.
pillow n. yastık. pious adj. dinsel; dinle ilgili.
pillowy adj. yastık gibi, yumuşak. pipe n. boru; pipo.
pilo- prefix. saç anlamına önek. ör. pique n. kırgınlık; incinme; hoşnut-
piloerection n. dik duran saç. suzluk. v. incitmek; kırmak.
piloid adj. saça benzeyen, saç gibi. piss v. idrar çıkarmak, işemek. n. id-
pilosis n. çok saç büyümesi. rar, sidik.
pilula n. pl. pilulae hap, küçük hap. pistil n. dişi üreme organı, dişilik or-
pilular adj. hapla ilgili. ganı, pistil.
pilule n. küçük hap. pistillary adj. pistil ile ilgili, pistile
pillus L. n. pl. pili saç ait.
pit 534 -plasty
pit n. çukur, oyuk, hendek, kuyu; plague n. leke, vücutta görülen leke
deprasyon. v. çukurlaşmak, oyuk- ve izler, plak; veba. v. üzmek, ra-
laşmak. hatsız etmek.
pitch n. ses tonu, ses perdesi; zift. v. plain adj. düz, sade, basit, açık, net.
ses tonunu ayarlamak. in plain words açıkça, açıkçası.
high-pitched adj. yüksek tonda, plain spoken açık sözlü.
yüksek perdede. plainly adv. açıkça, sadelikle.
pitfall n. güçlük, tehlike, tuzak. plaintitive adj. üzgün.
pithy adj. anlamlı, kısa, öz. plan n. plan, proje, taslak; tasarım,
pity n. acıma, merhamet etme. v. niyet. v. planlamak, tasarlamak, dü-
acımak, merhamet etmek. zenlemek.
pitiful adj. merhametli, şefkatli. plane n. düzlem, düz yüzey, düz satıh.
pitiless adj. merhametsiz. planet n. gezegen.
it's a pity (that)... yazık ki, ne ya- planetarium n. gözlemevi, gökevi.
zık ki. plangent adj. titrek ses, iniltili ses;
to take pity on merhamet etmek, yansıyan, hüzün ifade eden.
birine acımak. plano- , plan- , plani- prefixes. düz,
pituita n. koyu burun salgısı. düz yüzey, düzlem; dolaşan, gezen
pivot n. mil, sonda; merkez, odak anlamlarına önekler.
noktası. plant n. bitki, fidan; bir fabrika yada
pixilated adj. kaçık, deli, çılgın. benzeri kurumlarda kullanılan her
placable adj. kolayca yatışan. türlü malzeme, makina ve alet;
placability n. kolaylıkla yatışabilme, makina tesisatı; bir fabrika v.b. ku-
kolaylıkla sakinleşebilme. rum ve ek bölümlerin tamamı; bitki
ekmek; kurmak, yerleştirmek.
placate v. yatıştırmak, sakinleştirmek.
planta n. pl. plantae ayak tabanı.
place n. yer, mahal. v. yerleştirmek,
plantar adj. ayak tabanı ile ilgili.
koymak, düzenlemek.
planum L. n. pl. plana düz, düz yü-
in place of -in yerine.
zey, düzlem.
in the first place ilk sırada, ilk önce. -plasia suffix. oluşum, göze oluşumu
in the next place bundan sonra. anlamlarına sonek.
out of place yersiz, gereksiz, yerin- plasma n. kanın sıvı kısmı, plazma.
de değil. plasma-, plasmat-, plasmato- plasmo-
placebo n. (hastayı) memnun etmek prefixes. oluşumsal, organize; kanın
için verilen etkisiz ilaç. sıvı kısmı anlamlarına önekler.
placenta n. gebelik sırasında uterus plasmalemma n. hücre/göze zarı. ör.
duvarına tutulu olan, bebeği besle- Carbon dioxide diffuses across the
yen yapı; son; plasenta. plasmalemma of erythrocytes from
placid adj. sakin. the blood plasma.
placidity adv. sakinlik. plaster n. yakı.
plafond n. tavan, ayak bileği tavanı. adhesive plaster yakı bezi.
plagio- prefix. eğri, meyilli, dolaylı, -plasty suffix. onarma, onarım anlam-
dolambaçlı anlamlarına önek. larına sonek.
plate 535 playful
postnatal adj. doğumdan sonra olan. power n. güç, kudret, iktidar, ege-
postoperative adj. ameliyat sonrası, menlik, devlet denetimi.
ameliyatı izleyen. the powers of darkness karanlı-
postpartum adj. doğum sonrası. ğın/şeytanın güçleri.
postpone v. ertelemek, sonraya bı- the powers that be kişi yaşamı
rakmak, geri bırakmak. üzerinde etkisi olan kararları alan
postponement n. geri bırakma, son- bilinmeyen güç; yetkililer.
raya bırakma, geciktirme, erteleme. power behind the throne bir önder
posttustis adv. öksürükten sonra (ge- veya yöneticinin arkasındaki güç.
nellikle belirli sesleri tanımlar). power plant elektrik (güç) santralı.
postulate v. varsaymak, ileri sürmek. power station AmE elektrik güç mer-
postural adj. vücut duruşuyla ilgili. kezi.
posture n. vücut duruşu; duruş, tavır, powerful adj. güçlü, zorlu, keskin,
vaziyet. sert, etkili.
posturing n. vücut, baş, kol ve bacak- powerless adj. güçsüz, etkisiz.
ların konumlandırılması. pox n. deri üzerindeki belirli hastalık-
pot n. saksı, kap, test, çömlek, kava- ların neden olduğu benekler, izler;
noz. frengi.
potable adj. içilebilir, içilir. practical adj. becerikli; pratik; kulla-
potent adj. güçlü, kuvvetli, etkili. ör. nışlı.
Amphetamines are potent central General Practitioner (G.P.) pra-
nervous system stimulants. tisyen hekim.
potency adj. güç, kuvvet, etki. practically adv. pratik olarak, hemen
potential adj. etkili, güçlü, kuvvetli, hemen.
gizil, olası, potansiyel. n. beceri, practice n. bir sayrlığın tanısı ve sa-
güç, yetenek. ğaltımı; alıştırma, kılgı, uygulama,
potion n. sıvı ilaç dozu. pratik.
pouch n. kese, keseye benzer anato- practise v. yapmak, uygulamak, ça-
mik oluşum. ör. Atresia rarely lışmak, alıştırma yapmak.
occurs alone but is usually practitioner n. uygulayan, uygulayıcı.
associated with a fistula concerning unpractical adj. pratik olmayan,
the lower or upper pouch with a kullanışsız.
broncus or the trachea. praise v. övmek. n. övme, tapınma,
pound n. 1. İngiliz para birimi, İngi- yüceltme.
liz lirası. 2. İngiliz ağırlık birimi (= praiseworthy adj. övgüye değer.
0.454 kg). v. dövmek, vurmak, prandial adj. yemekle ilgili.
yumruklamak. prate n. aptalca ve boş konuşma. v.
pounding adj. vurucu karakterde. aptalca ve çok konuşmak.
pour v. akmak, akıtmak, dökmek. pray into v. araştırmak.
poverty n. yokluk. pre- prefix. ön, önde anlamlarına
powder n. toz. önek. ör. preagonal ölümden he-
precarious 542 predominating
with large abdominal masses, fever, presume v. var saymak. ör. Ovarian
and possibly weight loss. = 2 yaş pregnancy is presumed to result
altındaki genç çocuklarda, nöro- from the rare fertilization and
blastomalar genellikle büyük karın trapping of the ovum within the
yumrusu, ateş, ve olasılıkla kilo follicle just at the time of its
kaybı ile görülür. rupture.
at present şu anda, şimdiki halde, presumption n. varsayım.
şimdilik. presumptive adj. varsayımsal, tah-
at the present time bu zamanda, şu mini.
sırada. pretend v. iddia etmek; yapar gibi
be present hazır bulunmak. görünmek, kalkışmak, gibi gözük-
for the present şimdilik. mek, yalandan yapmak.
presently adv. çok geçmeden, biraz- pretence n. iddia.
dan. pretty adj. hoş, güzel, sevimli.
presence n. hazır bulunma, var olma, a pretty penny oldukça çok.
varlık. ör. Usually, by the time the prevail v. hüküm sürmek yönetmek;
uterine choriocarcinoma is her yerde bulunmak; herkese açık
discovered locally, radiographs of olmak; en güçlü olmak; en güçlü
the chest and bones already konumda bulunmak; baskın çıkmak,
disclose the presence of metastatic yenmek.
lesions. prevailing adj. hüküm süren.
present day günümüzde, bu günkü. prevalence n. yaygın olma, yaygın
present with …ile kendini gösterme. olarak bulunma, yaygınlık. ör. The
presenium n. ileri yaş öncesi. prevalence of gallstones increases
preserve v. korumak; konserve yap- throughout life.
mak. prevalent adj. her yerde bulunan, ka-
preservation n. koruma, saklama.
bul gören, yaygın, hakim, geçerli.
fruit-preserving meyva konserve-
ör. Analgesic nephropathy is more
ciliği.
common in women than in men and
preservative adj. koruyucu.
is perticularly prevalent in individuals
press v. sıkmak, sıkıştırmak, basmak,
with recurrent headaches and
bastırmak.
muscle pain.
pressure n. basınç, baskı, basma,
prevent v. bırakmamak, engel olmek,
sıkma, güçlük, zorluk. v. sıkmak;
önlemek. ör. Good diet helps
baskı altında tutmak.
pressurize v. baskılamak, basınç altı- prevent deficiency diseases.
na koymak. preventable adj. önlenebilir, engel
pressure area bası alanı. olunabilir.
presto adv. çabucak; hızla. prevention engelleme, önleme, önü-
presumable adj. varsayımsal, olası; ne geçme. ör. Tetanus antitoxin is
var sayılabilen. used both in the treatment of
presumably adv. varsayımsal olarak, tetanus and in its prevention. =
her halde. Tetanoz antitoksini tetanozun hem
preventive 545 prisoner
provision n. erzak, hazırlık, sağlama, psychic adj. akıl, ruh, veya bilinçle
tedarik; önlem; koşul, şart. ilgili.
provisional adj. geçici; geçici olarak psycho- , psych- , psyche- prefixes.
kullanılan. ruh, akıl, bilinç anlamlarına önek.
provisions n. erzak, zahire. ör. psychology ruhbilim. psychosis
provoke v. kızdırmak, tahrik etmek, psikoz, çıldırı.
uyarmak. ptarmic adj. aksırmaya neden olan.
provocation n. uyarma, tahrik etme; ptarmus L. n. aksırma, aksırık.
teşvik etmek, kışkırtmak. pter- , ptero- prefixes. kanat, tüy an-
provocative adj. uyarıcı, kışkırtıcı, lamlarına önekler.
tahrik edici. pterygo- prefix. kanat şeklinde anla-
prowl v. gizli gizli yürümek, sinsi mına önek.
sinsi gezinmek. ptosis n. pl. ptoses çökme, batma,
proximad adj. merkeze doğru. ör. In düşme, sarkma ; bir organın şekli-
the face, the eyes are proximad to nin bozulması, değişmesi, bir orga-
the nose but the ears are distad. nın sarkması.
proximal adj. merkeze yakın olan. ptyal- , ptyalo- prefixes. tükürük, tü-
proximate adj. en yakın, hemen ya- kürük bezi anlamlarına önekler.
nında. ör. Proximate to the foot, the ptyalism n. tükürük salınımıda ileri
ankle acts as a hinge for free derecede artış; fazla tükürük salgı-
movement. lama.
proximity n. yakınlık, yöre, çevre. puberty n. ergenlik.
proximo- , prox- , proxi- prefixes. pubic adj. ergenlik kıllarıyla ilgili.
merkeze yakın anlamına önekler. pubes n. pl. pubes genital bölgedeki
prulent adj. irin oluşturan; irin içeren. kıllı alan.
prune n. kurutulmuş erik. v. kesmek; pubis n. kalça kemiğinin ön kısmı.
yararsız parçaları kesip ayırmak. pubo- prefix. genital bölgedeki kıllı
prurigo n. kabarcıklarla belirgin, şid- alan, kalça kemiğinin ön kısmı ile
detli kaşıntıya neden olan deri sayrı- ilgili anlamlarına önek.
lığı, prurigo. pubescence n. ergenliğe veya cinsel
pruritus n. kaşıntı, tahriş. ör. The olgunluğa ulaşma.
onset of primary biliary cirrhosis is public adj. genel, amme, kamu, her-
insidious, usually presenting with kese ait, özel olmayan.
pruritus. general public halk.
psammous adj. kumlu. in public açık, açıkta, apaçık.
psellism n. kekemelik. make public açıklamak.
pseudo- (psi), pseud- prefixes. yapay, the public services kamu hizmetleri.
yalancı, sahte anlamlarına önekler. publicly adv. açıkça, göz önünde.
ör. pseudocyst yalancı kist. publish v. yayımlamak, duyurmak,
psilosis n. saç dökülmesi. yaymak.
psyche n. akıl, ruh. publication n. yayım, yayımlama.
psychiatry n. ruh hekimliği. publisher n. yayımcı.
pucker 552 pulmotor
pulp n. yumuşak, nemli yapışık katı punctum caecum n. kör nokta (retina
madde; öz, lapa, kağıt hamuru; ki- üzerinde).
müs. puncture v. delmek, deşmek. n. de-
pulpa n. hamur, öz, lapa. lik, ponksiyon.
pulpify v. yumuşatmak, hamur haline pungent adj. koklama ve tad alma
getirmek. duyularını çok etkileyen; keskin.
pulpy adj. yumuşak. punish v. cezalandırmak.
pulsate v. nabız gibi atmak, kalp gibi punishment n. ceza.
atmak, zonklamak, atmak. capital punishment idam cezası.
pulsating adj. atan, atıcı, titreşimli. pupil n. pl. pupillae gözbebeği.
pulsation n. vurma, vurum, atma. pupillary adj. göz bebeği ile ilgili.
pulse n. nabız; nabız atması. pupillo- prefix. gözbebekleri anlamı-
pulsion n. dışa doğru itme, şişme. na önek.
pulsus n. atma, vurma, vurum. pure adj. saf, temiz, pak, gerçek, sade.
pultaceous adj. yumuşak, etli, hamur impure adj. karışık, pis.
gibi. purely adj. yalnızca, salt, tamamen.
pulverization n. toz haline getirme. purgation n. müshille bağırsakları
pulverize v. toz haline gelmek, toz boşaltma, temizleme.
haline getirmek. purgative n. kabızlığı giderici ilaç,
pulverulent adj. toz halinde, tozlu. müshil ilaç.
pump n. pompa, tulumba. v. pompa- purge v. temizlemek, boşaltmak. n.
lamak, bir organ içine veya dışına bağırsak boşaltıcı ilaç, müshil.
sıvı veya gaz göndermek. purity n. saflık, paklık.
puna n. yükseklik hastalığı. impurity n. kir, pislik.
punch v. zımbalamak, zımba ile delik purify v. arıtmak, kesinleştirmek, te-
açmak; yumruk vurmak. n. nokta, mizlemek.
zımba. purple n. mor, erguvan renkli.
punch out v. delmek, yenmek. adj erguvan renginde olan.
punch one’s luck v. bir işi çok fazla purpose n. amaç, erek, hedef, niyet.
sürdürmek. purposeful adj. anlamlı, bilerek, ka-
punctuate v. vurgulamak, kuvvetlen- sıtlı.
dirmek, belirginleştirmek; konuşa- with/for the purpose of amacıyla.
nın sözünü kesmek. ör. The clinical on purpose bile bile, isteyerek, kas-
course of ectopic pregnancy is ten, kasıtlı olarak, bilerek.
punctuated by the onset of severe purpura n. domuz humması.
abdominal pain. purse n. kese, para kesesi.
punctum, puncti L. n. pl. puncta pursue v. hedeflemek, izlemek.
keskin bir uzantının ucu veya sonu, pursuit n. araştırma, izleme, kovala-
görünümü çevre dokulardan farklı- ma.
lık gösteren küçük yuvarlak nokta, purulence, purulency n. irin içeren,
nokta. irinli.
purulent 554 put
purulent adj. cerahatli, irinli, irin to put in a different way başka bir
oluşturan. deyişle.
pus n. irin, cerahat. put a stop to son vermek.
pussy adj. irinli, cerahatli. put across/over sb anlatmak, anla-
push v. itmek, sürmek, dürtmek. n. şılmasını sağlamak; açıklamak,
itme, dürtme, itiş. iletmek.
pushy adj. küstah, saldırgan. put an end to son vermek, bitirmek.
at a push gerçekten gerekliyse. put aside v. ayırmak, depo etmek;
if/when it comes to the push acil terketmek.
ve özel gereksinim duyulduğu an. put away v. işlemek, biriktirmek, tü-
push ahead/forward/on yürüyüşü, ketmek.
seyahati v.d. sürdürmek; bir planı put back v. ertelemek; yerine koy-
uygulamayı sürdürmek; acele et- mak.
mek. put by v. tasarruf etmek.
push along ayrılmak; gitmek. put differently başka bir deyişle.
push for sth elde etmeye çalışmak; put down v. susturmak, indirmek;
acil olarak ve zor kullanarak iste- son vermek; önemsizleştirmek; (bir
mek. hayvanı) öldürmek; kaydetmek,
push forward dikkatini çekmeye ça- yazmak; ödemek; yenmek, yıkmak.
lışmak. put foot in mouth v. patavatsız ko-
push in (sırada, kuyrukta) bekleyen nuşmak.
insanların önüne geçmek; kabaca put forth v. ortaya koymak, üretmek.
müdahale etmek. put forward v. ileri sürmek. önermek.
push off ayrılmak, uzaklaşmak, git- put in v. girmek, içine koymak, (ge-
mek. mi) limana girmek.
push sb around kaba ve haksız dav- put in for sth v. başvurmak; resmi
ranmak; boyun eğmeye zorlamak. olarak istekte bulunmak; dilemek.
push sb out atmak, uzaklaştırmak, put off ertelemek, sonraya bırakmak;
başından savmak. cesaretini kırmak.
push sb/sth through başarmasında put on eklemek, katmak; giymek,
destek olmak; benimsenmesini sağ- üzerine koymak; inandırmak.
lamak. put on weight kilo almak.
push sth up düzenli şekilde arttır- put oneself about (cinsel olarak) çok
mak, yükseltmek. etkin olmak.
push up the daisies ölüp gömülmek. put out v. yayınlamak; söndürmek;
pustulant adj. sivilce yapan. incitmek.
pustulation n. sivilce oluşumu. put pressure on v. baskı yapmak,
pustule n. deri üzerinde görülen, içi zorlamak.
irin dolu kabarcık, sivilce, püstül. put sb down (bir kişiye) önemsizliği-
put v. koymak, yerleştirmek, takmak; ni hissettirmek; bir aracı bırakması-
sormak; belirtmek; atmak, bırak- na izin vermek; ödemek; (uçağı) ye-
mak, salmak. re indirmek.
put 555 puzzle
put sb down as ...gibi/olarak düşün- put sth in ricada bulunmak; iddia et-
mek; varsaymak; ...yaptığını kabul mek; bir işi (tasarlayıp) yapmak;
etmek. (kabaca) söze girmek; seçmek.
put sb down for sth adını listeye ge- put sth on giymek, giyinmek; çalış-
çirmek; para vermek. tırmak, (ışığı) yakmak; kilo almak;
put sb on kandırmak. maliyetine eklemek; eklemek; değe-
put sb onto sb/sth bilgi vermek. rini, kıymetini tahmin etmek; riske
put sb out bilinçsiz hale getirmek, atmak(para); ... gibi davranmak;
bayıltmak; AmE (kadın) biriyle cin- (oyun, gösteri, v.d.) programlamak;
sel ilişkiye istekli olmak. put sth out söndürmek; rahatsız et-
put sb up bir işe önermek. mek; zahmetine katlanmak; yayım-
put sb up to sth yanlışa sürüklemek; lamak, basmak, üretmek; (kıyıdan)
kötü yola sevketmek. ayrılmak.
put sb/sth away kaldırmak, yerine put sth up yükseltmek; insanların gö-
koymak; biriktirmek; (çok) yemek; rebileceği yere asmak; miktarını art-
(delileri) hastaneye, tutukevine tırmak; konaklamak; konuk etmek;
koymak; yasal olarak evliliğe son göstermek; satmak; parasal olarak
vermek; boşanmak. desteklemek.
put sb/sth through (telefonda) bağ- put to death öldürmek.
lamak; başarıyla tamamlamak, so- put together v. biraraya getirmek, bi-
nuçlandırmak. riktirmek.
put sb/sth to sb/sth rica etmek; de- put up v. inşa etmek, kurmak; barın-
nemek, sınamak. dırmak; önermek; sağlamak.
put sb/sth together oluşturmak; bir- put up to v. cesaretlendirmek.
leştirmek. put up with katlanmak, tahammül
put sth about yanlış, kötü haber etmek.
yaymak; yön değiştirmek. put upon v. kullanmak, sömürmek.
put sth across to sb inandırmak. put upon sb birisini zor duruma
put sth aside (para) biriktimek; sokmak.
önemsememek. put-down (sözle) incitmek.
put sth at sth tahmin etmek; öngör- put-off özür dilemek.
mek. putrefy v. çürümek, çürütmek.
put sth back ertelemek. putrescence n. çürüme, çürütme.
put sth by biriktirmek, tasarruf et- putrescent adj. çürüten.
mek. putrid adj. kötü kokulu, çürük.
put sth down son vermek; denetim putrify v. çürümek, çürütmek.
altına almak, bastırmak; öldürmek; puzzle v. şaşırtmak, hayrete düşür-
yazarak kayda geçirmek. mek, kafasını karıştırmak. n. şaş-
put sth down to sth birşeye bağla- kınlık, kuşku, hayret, tereddüt; bil-
mak, yormak; birşeyle ilişkili gör- mece; muamma, anlaşılması güç
mek. şey.
pyelo- 556 pyuria
ranine adj. kurbağa ile ilgili; dilin alt centrifugally from the torso to the
yüzeyi ile ilgili. head and extremities.
rank n. aşama, sıra, dizi; bol, çok. v. rasion n. ham ilacın parçalanıp iş-
sıraya koymak, düzene sokmak. lenmesi.
ransid adj. ekşi, ekşimiş. rasp v. eğelemek, rendelemek, törpü-
ransom n. fidye. lemek.
ranula n. tükürük bezinin tıkanması raspatory n. eğe, törpü.
nedeniyle dil altında oluşan şişlik. rat n. fare, sıçan; dönek.
rape v. zorla cinsel ilişkiye girmek, rat bite fever n. enfekte bir hayvanın
tecavüz etmek. n. kötüye kullanma, ısırmasıyla insana geçen bulaşıcı bir
tecavüz. sayrılık, fare ısırığı humması.
raphe n. birleşme çizgisi; dikiş çizgisi. rate n. oran, nispet, hız, fiat, derece,
rapid adj. dakik, hızlı, süratli. miktar. v. sınıflandırmak; hayran
rapidly adv. hızla, hızlı bir şekilde, olmak; hak etmek. ör. The rate of
süratle. ör. Anaplastic carcinomas chemical reactions within a cell is
present as a rapidly enlarging bulky controlled by the cell.
neck mass. at any rate her halde.
rapport n. duygusal ilgi, ilişki; iki at that rate o halde, o hesapla, bu
veya daha çok insan arasındaki bi- gidişle.
linçli uyum, güven, empati ve karşı- birth rate doğum oranı.
lıklı ilişki. first rate birinci derece, birinci sınıf.
rare adj. seyrek, nadir, az bulunur; is- rather adv. oldukça, epeyce, daha
tisna, mükemmel. ör. Tumors of çok.
pancreatic cells are rare in rather than -dan çok, -dense, -dansa.
comparison with tumors of the ör. True renal hypoplasia is extremely
exocrine pancreas. rare; most cases reported probably
rarefaction n. hafiflrme, hafifletme, represent acquired scarring due to
yoğunluğunu azaltma. vascular, infectious, or other
rarefy v. seyreltmek, yoğunluğunu parenchymal diseases rather than
azaltmak. an underlying developmental failure.
rarity n. nadirlik, seyreklik. ratify v. onaylamak, uygun bulmak.
rarely adv. nadiren, seyrek olarak. ratio n. oran, nispet.
rareness n. seyreklik, nadirlik. ration n. bölüm, parça, tayın.
rarest adj. en seyrek, en az görülen. rational adj. mantıklı, mantıksal, uy-
ör. Chndromyxoid fibroma is the gun, elverişli.
rarest of cartilage tumors. rationalism n. akılcılık.
rasceta n. el bileği iç yüzeyinin rationalize v. akla uydurmak.
çarplazlamasına kıvrılması. rations n. pl. erzak, stok, yiyecek;
rash n. deri üzerinde görülen kızartı, belli bir sürede verilen belirli mik-
döküntü, isilik; salgın. ör. The tarda yiyecek ve içecek maddesi.
chickenpox rash occurs approximately rattle n. çıtırtı, takırtı, gürültü, hırıltı;
2 weeks after respiratory infection çıngırak. v. çıtırdamak, takırdamak.
and travels in multiple waves rattlesnake n. çıngıraklı yılan.
ratty 563 reading room
readily adv. kolayca, çabukça. ör. If reasonably adv. akla uygun bir şekil-
a disease is associated with a single de, makul.
mutation, we can readily determine unreasonably adv. insafsızca, hak-
whether an individual carries the sız olarak, akla uymaz bir şekilde.
mutant gene. reasoning n. çıkarım, tartışma, yo-
ready adj. hazır, hevesli, istekli; v. rumlama; mantıklı düşünme, neden
hazırlamak. gösterme, yargılama.
get ready hazırlamak, hazırlatmak. reasonless nedensiz, mantıksız.
real adj. gerçek, kesin, sahi, hakiki. reassure v. cesaret vermek, yürek-
realistic adj. gerçekçi. lendirmek, güvence vermek, ikna
reality n. gerçek, hakikat. etmek, tatmin etmek.
realize v. anlamak, kavramak, fark reassurance n. yeniden güven ver-
etmek, gerçekleştirmek. me/sağlama.
really adv. gerçekten. rebase v. takma dişleri söküp yeniden
reanimate v. canlandırmak, diriltmek. eski yerine yerleştirmek.
reanimation n. canlandırma, diriltme. rebate v. indirmek, azaltmak. n. indi-
reap v. ürün almak, sonuç almak, top- rim, azaltma.
lamak. rebirth v. canlandırmak; n. canlanma,
rear n. geri, arka. v. eğitmek, yetiş- yeniden doğma.
tirmek, kurmak, dikmek. rebound v. aksetmek, yansıtmak; bü-
rearrangement n. yeniden konum- zülmek, geri tepmek. n. yansıma,
landırma, yeniden düzenleme. geri tepme, nüks etme.
reason n. açıklama, neden, sebep;
rebreathing n. çıkarılan gaz veya ha-
akıl, us. v. düşünmek, usa vurmak,
vayı yeniden içine çekmek.
akıl yormak, sonuç çıkarmak.
rebuff v. geri çevirmek, reddetmek.
by reason of nedeniyle, -den dolayı.
rebuke v. azarlamak, suçlamak. n.
for some reason or other her ne-
azarlama, suçlama.
dense, her ne hikmetse.
in reason haklı olarak, mantıklı ola- rebut v. boşa çıkarmak, çürütmek,
rak. reddetmek.
stand to reason açık, akla uygun, recall v. hatırlamak, anımsamak; geri
mantıklı, olası. çağırmak. n. geri çağırma; hatırla-
the reason why -in nedeni, -in se- ma; anımsama.
bebi. recede v. uzaklaşmak, geri çekilmek.
with reason mantık sınırları içinde. receipt n. alma, alındı belgesi.
reason with sb daha duyarlı olması receive v. almak, kabul etmek, vücu-
veya ikna etmek için konuşmak ve da ilaç almak.
tartışmak. receiver n. damıtılan ürünü içinde
reasonable adj. akıllıca, akla yatkın/ toplayan kap.
uygun, kabül edilebilir, makul, ye- recent adj. en son, yeni, yakında ol-
rinde. muş, son zamanda olmuş.
unreasonable adj. akla yatkın ol- recently adv. geçenlerde, son zaman-
mayan, nedensiz, insafsız. larda.
receptaculum 565 reconstitute
residue n. kalıntı, tortu, geriye kalan, yapı ve işleve mükemmel bir dönüş-
arta kalan, artık. ör. The undigested le sonuçlanır.
residue of food leaves the body as resolved adj. kararlı.
feces. resolvent adj. çözücü; normale dön-
residual adj. geriye kalan, artık. ör. A dürücü. n. yangılı bir durumu nor-
lack of salivary secretions may also male döndüren ilaç.
be a residual of radiation therapy resolution n. çözülme, dağılma, eri-
or may be drug induced by a wide me; azim, cesaret, kararlılık, sıkılık.
variety of antichloniergic agents. resonate v. tınlamak.
residuary n. artık, kalan. resonance n. tınlama, titreşim.
residuum L. n. pl. residua kalıntı. resorb v. yeniden emmek, çıkarılan
resign v. vazgeçmek, bırakmak, terk sızıntı veya irini yeniden içine almak.
etmek, istifa etmek, teslimiyet gös- resorbent adj. yeniden emen, emici.
termek. resorption n. yeniden emme, emilme.
resignation n. ayrılma, gitme, istifa, resort v. başvurmak, kullanmak, git-
istifa dilekçesi/yazısı/mektubu. mek.
resilience n. esneme, esneklik; gücü- health resort dinlenme yeri.
nü, enerjisini, sağlığını yeniden to- resound v. tınlamak. n. sesin yankı-
parlama. lanması, yankı.
resilient adj. esnek; esneyen; çabuk resource n. kaynak.
iyileşen. resources n. olanaklar.
resist v. karşı durmak, dayanmak, di- respect v. saygı göstermek, itibar
renmek. görmek, uymak.
resistance n. direnç, dayanıklılık, as respect -e gelince.
sertlik, dayanma, savaşma. disrespect v. saygısızlık etmek,
resistant adj. dirençli, dayanıklı. saygı duymamak.
resistibility n. direnme gücü. disrespectfully adv. saygısızca.
resistivity n. öz direnç. in every respect her bakımdan, ta-
respect v. saygı göstermek. mamen.
resolute adj. kararlı. in many respects birçok bakımdan.
resolve v. çözmek, çözülmek; karar in respect of ilgili olarak, karşılık
vermek; karar verdirmek, azmettir- olarak; saygılarımızla.
mek; ortadan kaldırmak, gidermek, in some respects bazı konularda.
olağan duruma dönmek, ayrıştır- in this respect bu bakımdan.
mak, erimek, eritmek, çözünmek; with respect to -e gelince.
… haline getirmek, - dönüştürmek, without respect to dikkate almak-
(yangı) normale dönmek. ör. Not all sızın, -e bakmaksızın.
injuries result in permanent respectable adj. saygıdeğer; epeyce,
damage; some are resolved with oldukça.
almost perfect return of normal respecting adj. ilgili, ilişki halinde, -e
structure nad function. = Tüm yara- ilişkin.
lanmalar kalıcı hasarla sonuçlan- respective adj. bireysel, kendi, herke-
maz; bazıları hemen hemen olağan sin kendi, kişisel; özgü.
respectively 576 restive
run out on sb/sth, walk out on sb/sth rural adj. kırsal, kır ve köyle ilgili.
birisini terketmek, biryerden ayrıl- ruse v. kaldırmak, uyandırmak, tahrik
mak. etmek, canlandırmak.
run over çarpıp ezmek, çiğnemek, rush v. acele etmek, saldırmak, fırla-
vurmak. mak. n. acele, saldırı, hücum.
run over/through yinelemek ve uy- rush off v. aceleyle ayrılmak, çabu-
gulamak; çabucak okumak veya in- cak ortadan kaldırmak.
celemek; hızla ve boşa harcamak; rusk n. gevrek, peksimet.
parçası olmak. russet n., adj. kırmızıya çalar kahve-
run sb through v. yaralamak. rengi, kırmızımsı devetüyü.
run sb/sth in tam kullanıma sokmak; rust v. bozulmak, çürümek, paslan-
yakalamak, tutuklamak. mak, pas tutmak. n. pas.
run sth off oluşturmak, yapmak, yi- rusty adj. paslı, pas renkli, rengi atmış.
nelemek; basmak; (koşarak) kilo rustily adv. paslı olarak.
vermek. rustless n. passız, paslanmaz.
run sth up kaldırmak, yükseltmek; rustle v. fısıldamak, hışırdamak.
döküp bitirmek; borçlanmak. rut v. çaprazlamak, çiftleşmek. n.
run to belli bir miktara ulaşmak; ala- cinsel azgınlık dönemi, cinsel kız-
cak güçte olmak, almaya gücü yet- gınlık; tekerlek izi; alışılmış şey.
mek. rutting n. çaprazlama, çiftleşme.
run up v. çoğalmak, yükselmek. ruth n. acıma, merhamet.
run up against karşılaşmak, birşeyle ruthful adj. merhametli.
uğraşmak zorunda kalmak. ruthless adj. sert, merhametsiz, acı-
running adj. koşan, işleyen, akan, masız.
dönen, birbirini izleyen. ruthlessness n. acımasızlık, merha-
runny akıcı; sulu. metsizlik.
run-in period ön süreç, ön çalışma, -ry suffix. ad yapım son eki. ör.
geçiş süreci. laundry çamaşır yıkanan yer; ça-
runt n. kısa boylu insan, kavruk maşırhane; yunaklık.
adam, cüce. rye n. çavdar.
runty adj. cüce, kavruk. rye bread n. çavdar ekmeği.
rupophobia n. kir ve pisliğe karşı rye smut n. tahıl ürünlerinde görülen,
duyulan ileri derecede iğrenti. tanenin içini boşaltan mantar hasta-
rupt- prefix. yırtmak, parçalamak an- lığı; bu mantardan elde edilen, mig-
lamlarına önek. ren sağaltımında kullanılan madde;
-rupt suffix. yırtmak, parçalamak an- doğumdan sonra dölyatağının ka-
lamlarına sonek. sılması ve kanamanın kontrol altın-
rupture v. yırtmak, yırtılmak, kop- da tutulması için kullanılan ilaç;
mak. n. sıyrık, şişme, yırtık, yırtıl- ergot.
ma. ör. Rupture of blood vessel
causes severe bleeding.
S,s
scab n. kabuk, yara kabuğu; uyuz scalloping n. bir yapının düz yüzeyini
(sayrılığı) v. kabuk oluşturmak, ka- kazıma.
buk bağlamak. scalp n. kıllı deri ve derialtı dokusu.
scabby adj. kabuklu, kabuktan oluş- scalpel n. cerrahi bıçak, bistüri.
muş. scalpriform adj. oyuk şeklinde.
scabicidal adj. uyuz öldürücü. scalprum n. büyük, çok güçlü cerrahi
scabicide n. uyuz akarları öldürücü bıçak.
madde. scaly adj. pullu, pulsu.
scabies n. uyuz; uyuz akarların neden scan v. araştırmak, taramak, incele-
olduğu deri kızarması. mek. n. araştırma, tarama.
scabies n. uyuz sayrılığı. scanner n. tarayıcı cihaz.
scabious adj. uyuzla ilgili. n. uyuz scanning n. tarama.
otu. scant, scanty adj. az, dar, yetersiz,
scabrities n. deri kalınlaşması, deri kıt. ör. Because of scant amount of
sertleşmesi, deride oluşan pürüz. breast substance in the man, the
scabrous adj. kepekli; pürüzlü. malignant neoplasm rapidly infiltrates
scala n. pl. scalae kohlea boşlukla- to become attached to the overlying
rından birisi. skin and underlying thoracic wall.
scald v. haşlamak, bukar veya sıcak scantiness n. yetersizlik, kıtlık.
sıvı temasıyla yanmak, yakmak; bu -scape suffix. görünüm, manzara, re-
tür temastan kaynaklanan lezyon. n. sim, geniş alan anlamlarına sonek. ör.
kaynar su dökülmesiyle oluşan ya- seascape deniz manzarası. cityscape.
nık, yara. scapho- prefix. içi boş, bot şeklinde
scalding n. idrar çıkarımı sırsında anlamarına önek.
duyulan yakıcı ağrı. scaphoid adj. içi boş, bot şeklinde.
scale v. tırmanmak; tartmak. n. pul, scapula n. pl. kürek kemiği.
balık pulu; ayraç, ölçü, ölçek, terazi scapus n. pl. scapi gövde.
gözü. scar n. yaranın iyileşmesinden sonra
scale down v. azaltmak. geride kalan iz; skar.
scale up v. çoğaltmak. scare v. korkutmak.
scaled adj. pullu; ölçülü. scared adj. korkmuş, ürkmüş.
scalene adj. kenarları eşit olmayan. scarce adj. az bulunur, kıt, nadir.
scaler n. dişlerden tartar çıkarmada scarcely adv. ancak, henüz, hemen
kullanılan alet; elektriksel dürtüleri hemen hiç, güç bela, zor bela.
saymada kullanılan alet. scarcely ... when -muştu; ... olur ol-
scaling n. soyulma; diş hekimliğinde, maz.
diştacı veya kökündeki birikintileri scarcity n. azlık, nadirlik, kıtlık.
soyup şıkarma. scarification n. deri üzerinde yüzey-
scaliform adj. merdiven şeklinde. sel yaralar açma.
scall n. kepek, pul. scarify v. deri üzerinde yüzeysel ya-
dry scall n. uyuz sayrısı. ralar açmak.
moist scall n. egzama. scarlatina n. kızıl; kızıl sayrılığı.
scarlatinal 592 scissors
secrete v. salgılamak. ör. It has been scuttle v. acele gitmek, korkup kaç-
discovered that many apparently mak.
nonsecretory pituitary tumors in sedate adj. ağırbaşlı, sakin. v. yatış-
women secrete gonadotropins, their tırmak, sakinleştirmek.
α or β subunits, or both. = Kadınlar- sedation n. yatıştırma, sakinleştirme;
da, açıkça, salgı yapmayan pitiüter sakinlik. ör. Barbiturates induce
tümörlerin çoğunun gonadotropin, sedation and decrease anxiety.
bunların α ve β altbirimleri, veya sedative adj. ağrı kesici, yatıştırıcı,
her ikisini salgıladığı keşfedilmiştir. sakinleştirici.
secretion n. salgı, salgılanım, salgı- sedigitate adj. altı parmaklılık.
lama, salgılanma. sed., sediment n. çökelti, tortu, çöke-
secretome n. bir göze, parazit, veya lek. v. çökeltmek.
başka bir canlı tarafından salgılanan sedimentary adj. tortul.
ürünler toplamı, salgı. sedimentation n. kan çökümü, kan
secretomotor, secretomotory adj. çökelimi, kançöküm; çöküm, çöke-
salgılamayı uyarıcı. lim, tortulaşma.
secretory adj. salınımla ilgili. sedimentum L. n. çökelti.
sectile adj. bölünebilir; bölünmüş gö- sedition n. sadakatsizlik.
rünümlü. seduce v. ayartmak, baştan çıkarmak,
sectio n. pl. sectiones altbölüm, cezbetmek, çekmek, iğfal etmek.
segment. seduction n. ayartma, baştan çıkarma.
section n. kesi, kesit, dilim, kesim, seductive adj. çekici, büyüleyici, al-
bölge, bölüm, kısım. ör. The main benisi olan.
renal artery divides into anterior sedulous adj. çalışkan, baştan çıkarıcı.
and posterior sections at the hilum. see v. 1. görmek. 2. bakarak incele-
transsection n. çapraz kesi. mek; farkına varmak; gözüne iliş-
sector n. bölüm, kesim. mek. 3. yaşamak, deneyim geçir-
private sector n. özel sektör. mek; katlanmak. 4. anlamak; öğ-
public sector n. kamu sektörü. renmek. 5. anlamını, amacını, öne-
secular adj. laik. mini kavramak. 6. ...gibi görmek;
secund adj. tek yanlı. varsaymak. 7. hayal etmek; görsel-
secundina n. pl. secundinae doğum- leştirmek. 8. bulup ortaya çıkarmak.
dan sonra vajinadan atılan madde, 9. güvenceye almak; ilgilenmek,
plasenta. özen göstermek. 10. ziyaret etmek.
secure adj. güven, güven içinde, gü- 11. eşlik etmek; birlikte olmak; bir-
venli; korkusuz, şüphesiz; güçlü, likte gitmek. 12. olmasına katkıda
sağlam. v. almak, elde etmek, sağ- bulunmak.
lamlaştırmak. let me see bir bakalım, biraz düşü-
secure sedan n. sedye. nelim, dur bakayım.
secured adj. sağlam, güvenli. see about hazırlanmak; bağlantı kur-
securely adv. güvenle. mak; ilerisini düşünmek, düşünmek,
security n. güven, güvenlik. katılmak; olmasını önlemek.
see eye to eye 596 self-interest
self-limited belli bir süre görülen ve sell sth off (ucuza satarak) kurtulmak,
daha sonra yok olan sayrılıklar için başından savmak.
kullanılan bir terim; belli bir süre sell up var olan herşeyini satıp tü-
içinde kendi kendine geçen sayrılık. ketmek.
ör. Molluscum contagiosum is a seller n. satıcı.
common, self-limited viral disease sold out herşeyi satmak, var olanı sa-
of the skin caused by a poxvirus. tıp tüketmek.
self-propagating adj. dış yardım ge- semantic adj. anlam ile ilgili.
rekmeden yayılma yeteneği olan. semantics n. sözcüklerin anlamı ile
ör. Nerve impulses are self- ilgilenen bilim dalı.
propagating because the energy semel L. bir kez; bir kere; bir defa.
utilized is provided by the cell itself. semelincident adj. yalnızca bir kez
self-love n. kendini sevme, narsizm. olan/görülen (sayrılık).
salf-poisoning n. kendi kendini zehir- semen n. pl. semina, semens meni,
leme. belsuyu, sperma, ersıvı, ersıvısı.
self-regulation n. bireyin sağlıkla il- seminal adj. spermle ilgili, ersıvısına
gili riskli davranışlardan kendini ilişkin, meniye ait.
arındırması. seminiferous adj. sperm yapıcı.
self-respect kendine saygı, onur. semi- prefix. kısmen, yarı, yarım an-
self-rightous adj. aldırmaz, kayıtsız. lamlarına önek. ör. semicircle n.
self-sacrifice fedakarlık. yarım daire. semicircular adj. ya-
self-stimulation n. ağrıyı hafifletmek rım daire şeklinde. semi-conscious
ve gidermek üzre beyin, spinal kord adj. yarı bilinçli. semilunar adj. ya-
veya periferel sinirlerin elektriksel rım ay şeklinde.
uyarımı. semiopaque adj. ışığı tam olarak ge-
self-sufficient kendini beğenmiş. çirmeyen. ör. Vision is lost when
self-supporting kendine yeten. the lens of the eye becomes
selfish adj. aç gözlü, bencil. semiopaque.
selfless adj. cömert, bencil olamayan. semipermeable adj. yarı geçirgen. ör.
-self suffix. kendi anlamına sonek. ör. Because the cell is semipermeable,
myself kendim, kendi kendime. not every particle can enter.
self- prefix. kendi anlamına önek. ör. semis n. yarım.
self-acting kendi kendine hareket send v. göndermek, iletmek, taşımak.
eden; otomatik. self-centered ken- send for v. çağırmak.
dini düşünen, bencil. send in v. içeri göndermek; yarışa ka-
sell v. satmak. tılmak.
bestseller çok satan, çok satılan. send off v. göndermek, yola çıkmak.
sella n. eyere benzer oluşum; bel, bo- send out v. çıkarmak, göndermek,
yun. salmak, yaymak.
sale n. satış. send up v. yukarı göndermek, yük-
wholesale n. toptan. seltmek.
wholesaler n. toptancı. senescence n. yaşlılık, ihtiyarlık.
senescent 598 septuculum
sessile adj. sapsız; geniş bazalı. ör. set up v. kurmak, başlamak, giriş-
endometrial polyps are sessile mek; üretmek; neden olmak; ha-
masses of variable size that project zırlamak; sağlamak.
into the endometrial cavity. set up as bir mesleğe başlamak;
session n. oturum. ...olduğunu iddia etmek.
set v. koymak, yerleştirmek, dikmek, set up house/home bir yerde oturma-
kurmak, başlatmak; batmak. n. araç, ya başlamak.
koleksiyon, seri, takım, küme, grup, seta n. pl. setae kıl, kısa sert kıl, do-
ekip, zümre. muz kılı, kıla benzer herhangi bir
set about v. bir işe başlamak, saldır- yapı.
mak, uğraşmak, yürümek. setback n. engel, başarıyı önleme;
set against v. dengelemek karşılaş- kötüye gitme, kötüleşme, gerileme.
tırmak, kötü etkisini azaltmak; karşı setiferous adj. kıllı.
çıkarmak; muhalefet ettirmek. seton n. yapay bir geçit oluşturmak
set apart v. ayırmak, ayırt etmek, üzere doku içine yerleştirilen iplik
seçmek. v.b. uzantı.
set aside v. ayırmak, bir tarafa koy- setting adj. sertleştirici.
mak, çıkarmak, ertelemek. settle v. oturmak, yerleşmek, yerleş-
set back arkasına yerleştirmek; en- tirmek, kurmak; kararlaştırmak, yo-
gellemek, geciktirmek; müdahele luna koymak; durulmak, yatıştır-
etmek; pahalıya mal olmak. mak.
set down durmak ve (yolcuların) settle down v. yerleşmek; durulmak;
çıkmasına izin vermek; olması ge- dinlenmek, oturmak.
rektiği gibi belirlemek, yere koy- settled adj. değişmez, kararlaştırıl-
mak; kaydetmek, yazmak. mış.
set forth v. yolculuğa çıkmak. settlement n. yerleşme, yerleştirme,
set in başlamak ve (olasılıkla) sürmek. yerleşim yeri.
set off v. yola çıkmak, yolculuğa baş- set-up n. takma diş bazelinde diş dizi-
lamak; patlatmak; neden olmak; limi; diş kesimi ve yeniden konum-
dikkat çeker hale getirmek. landırılması.
set on/upon (köpeği) üstüne sürmek; sevum n. iç yağı, don yağı.
saldırtmak; saldırmak. sever v. ayırmak, ayrılmak, yarmak,
set out düzen içinde yerleştirmek; kesmek, kopmak, koparmak.
neden olmak; yola çıkmak; uzun, several adj. birkaç. n. birkaç kişi.
zor ve güç bir işe başlamak; hareket severe adj. ağır, sert, şiddetli. v.
etmek. ayırmak, koparmak, kesmek.
set sth out/forth (sırayla) açıklamak. severely adv. şiddetli olarak.
set to kararlı bir şekilde ve isteyerek severity n. ciddilik, ciddiyet, şiddet,
başlamak; kavga etmek. setlik.
set up v. başlamak, inşa etmek, kur- sew v. dikmek.
mak, yapmak. sewage n. pis su, kanal suyu, lağım
set to work v. işe koyulmak. pisliği.
sex- 601 shakily
sex- prefix. altı anlamına önek. ör. sexy adj. cinsel albenisi olan, cinsel
sexagenarian n. altmış yaşında olan olarak heyecan veren.
kişi, altmışlık. sexennial adj. altı shabby adj. kılıksız.
yılda bir meydana gelen, altı yıllık, shade n. gölge; ayrıntı.
altı yıl süren. shady adj. gölgeli, karanlık, şüpheli,
sex n. cinsiyet, cins; cinsel ilişki. dürüst olmayan.
sex appeal cinsel çekicilik, cinsel al- shadily adv. gölgeli olarak, şüpheli
beni. olarak.
sex determination n. cinsiyet belir- in the shade gölgede.
leme, bir embriyonun cinsiyetini be- shadow n. gölge; v. gölgelemek, göl-
lirleme. ör. In humans, the Y gelendirmek, gizlemek.
chromosome is responsible for sex shaft n. gövde, sütun, mil.
determination. shake v. bozmak, sarsmak, sallamak,
sex-limited adj. bireyin cinsiyetine titremek, titretmek, çalkalamak. n.
bağlı genin aktarılmasıyla ilgili. ör. sallama, sallanma, sarsma çalkala-
In humasns, baldness is a sex- ma, titreme.
limited trait. shake all over tir tir titremek.
safe sex n. semen, kan veya diğer shake hands with tokalaşmak.
bedensel sıvılarla bulaşıcı bir sayrı- shake down alışmak.
lığın geçişini kondom v.d.’ leriyle shake each other by hand tokalaşmak.
sınırlayan cinsel ilişki. shake in his shoes öfkelenmek; hid-
sexdigitate adj. (el veya ayakta) altı detlenmek; çalkalamak.
parmaklı. shake like a leaf/jelly (korkudan)
sexinfluenced adj. her iki cinste de yaprak gibi titremek.
aynı belirtileri gösteren. shake off v. başından atmak, savmak,
sexivalent adj. altı değerli. silkip atmak.
sexlimited adj. yalnızca bir cinste gö- shake one’s fists yumruğunu sıkmak.
rülen. shake sb down (zorla, tehditle) para
sex-linked adj. sex bağlantılı. almak, aramak.
sexology n. cinsiyetin tüm yönlerini, shake sb/sth off başından atmak; kur-
özellikle cinsel davranışları incele- tulmak; -den kaçmak.
yen bilim dalı. shake sth out açıp sallayarak temiz-
sextan adj. altı günde bir olan. lemek, silkip boşaltmak.
sextuplet n. altız, tek doğumda olan shake up çalkalamak, silkmek; uyan-
altı çocuktan biri. dırmak, gayrete getirmek.
sexual adj. cinsel, cinsiyetle ilgili. shake sth up büyük değişikliler yap-
sexualization n. cinsel dürtü, cinsel mak.
enerji, cinsel enerji veya dürtü shakeout n. (ekonomik kriz nedeniy-
edinme. le) kurduğu işi bırakma; işyerini ka-
sexual intercourse n. cinsel ilişki. patma.
sexual preference n. cinsel tercih. shakily adv. zayıfca, zayıf bir şekil-
sexuality n. cinsiyet, cinsellik. de, titrek bir halde.
shaking 602 “shift to the left”
shuffling n. ayak sürüme; ayağını sü- sib n. kan bağı olan akrabalık, akraba;
rüyerek yürüme. kız veya erkek kardeş.
shun v. kaçınmak, sakınmak, uzak sibilant adj. ıslık sesi, tıslama tarzında.
durmak. sibilus n. tıslama tarzında ral.
shunt n. yangeçit, değişik rota, yol. sibling n. kız veya erkek kardeş; döl,
shunting n. yan yola geçirme, yandan soy. ör. Dizygotic twins are no
geçirme. more alike genetically than any
shut v. kapama, kapatma. other siblings.
shut down v. durmak, durdurmak, sibship n. kardeşlik, soydaşlık; genel-
kapatmak, son vermek. likle aynı anne-babanın çocukları
shut in v. çevrelemek, kapatmak, sı- arasında yakın ilişki. ör. It is often
nırlamak. possible to trace genetic patterns by
shut off v. ayırmak; kesmek, son observing sibship.
vermek, müdahale etmek; yalıtmak. siccant adj. kurutucu, nem giderici. n.
shut out v. gizlemek, saklamak, ya- krutucu, nem gidderici madde.
saklamak; içeri sokmamak. siccative adj. kurutucu.
shut up v. ağzını kapatmak, kapa- sick adj. sayrılı, hasta, bir sayrılık çe-
mak, sessiz kalmak, susmak. ken, hastalıktan muzdarip; midesi
shutter n. kepenk, kapak. bulanmış, kusacak durumda; bık-
shuttle n. mekik. v. ileri geri gidip mış, bezmiş.
gelmek, mekik dokumak. sick sth up v. kusmak.
space shuttle uzay mekiği. sicken v. hasta etmek, midesi bulan-
shuttle service yakın yerler arasında mak, hastalanmak, sayrılanmak.
karşılıklı gidiş geliş, sefer. sickening adj. sayrılığa veya bulantı-
shy adj. utangaç, çekingen, korkak, ya neden olan; bıktırıcı, gına getiri-
ürkek, sıkılgan. ci, iğrenç.
shyly adv. çekinerek, sıkılarak, utana- sickish adj. hasta veya midesi bulan-
mış.
rak, ürkerek, sıkılganlıkla.
sickly adj. hastalığa eğilimli; hasta-
shyness n. çekingenlik, utangaçlık,
lıkla ilgili.
sıkılganlık.
sickle n. orak.
sialo- sial- prefixes. tükürük; tükürük
sickle cell orak hücre.
bezi anlamlarına önek. ör. sailogogue
sickle cell anemia orak hücre anemisi.
n. tükrük salgılamayı hızlandıran
sicklemia n. priferal kanda orak hüc-
ilaç.
re eritrosit varlığı.
sialaden n. tükürük bezi. sickling n. orak hücre şeklinde eritro-
sialagogue adj. tükrük salıgılamaya sit üretimi; oraklaşma.
neden olan. sickness n. hastalık, rahatsızlık, sayrı-
sialaporia n. tükrük salınımında ye- lık, şikayet.
tersizlik. milk sickness n. kirli süt içmekten
sialic adj. tükürükle ilgili. kaynaklanan bir insan sayrılığı.
sialine adj. tükürükle ilgili. morning sickness n. ilk gebelikte
sialorrhea n. tükrük akışı. bulantı ve kusma.
sick bed 606 sign out
sign sth away (bir haktan, mülkiyet- similar adj. benzer, aynı gibi. ör. The
ten v.d.) resmi olarak vazgeçmek. mechanism of platelet destruction is
sign sth over haklarını, mülkiyetini similar to that seen in autoimmune
v.b.'ni resmen birisine bırakmak. hemolytic anemias. = Platelet yıkı-
sign to çağırma işareti yapmak. mının mekanizması otoimmün
sign up anlaşma yapmak; kaydolmak, hemolitik anemilerde görülen me-
katılmak. kanizmaya benzerdir.
sign another tune v. düşüncesini de- similarity n. benzerlik, yatkınlık.
ğiştirmek, farklı düşünmek. similarly adv. aynı şekilde, aynı tarzda.
signa, sig., n. bir ilacın nasıl alınaca- simple adj. sade, basit, yalın, en az
ğını belirten notları içeren reçete te- parçacıktan oluşmuş.
rimi. simplicity n. basitlik, doğallık, kolay-
signal n. işaret. v. işaret vermek. lık, sadelik.
signature n. imza. simplified adj. basitleştirilmiş, sade-
significance n. anlam; önem. leştirilmiş.
significant adj. anlamlı, belirgin, simply adv. basitce, basit şekilde, ya-
önemli. lın olarak, sadece. ör. The term
signification n. anlam, kavram. leukoplakia means simply white
signify v. göstermek, işaret etmek, plaque.
anlamına gelmek; sözleşme yap- simulate v. benzemek; ... gibi yap-
mak. ör. The term edema signifies mak/görünmek, yalandan yapmak.
increased fluid in the interstitial simulated adj. benzer, taklit, yapay.
simulation n. benzeme, bir sayrılığın
tissue spaces. = Ödem terimi hücre-
diğerini taklit etmesi.
ler arası doku boşluklarında sıvı ar-
simultaneous adj. eşzamanlı, aynı
tışına işaret eder.
zamanda olan. ör. Photosynthesis
silence n. sessizlik.
and respiration are simultaneous
silent adj. sakin, sessiz. suskun, sap-
reactions in a plant cell.
tanabilir belirti veya semptom ver- simultaneously adv. eş zamanlı. ör.
meyen. v. susturmak. ör. Many Some pancreatic and extrapancreatic
renal infarcts are clinically silent. tumors produce two or more
silently adv. sessizce. hormones, usually simultaneously,
silica n. camın temel içeriği, silika, si- and occasionally in squence.
likon dioksid. sin n. günah, kötülük, suç.
silicate n. silisik asit tuzu; diş hekim- since prep. -den beri. adv. o zaman-
liğinde sentetik porselen anlamına dan beri. conj. -den beri, -dığına göre.
kullanılır. ever since -den beri.
silk n. ipek. since then o zamandan beri.
silly adj. budala, sersem, şaşkın. sincere adj. içten, samimi.
sillily adv. budalaca, sersemce. sincerely adv. samimi olarak.
silliness n. budalalık, sersemlik. sinew n. tendon.
silver n. gümüş. single adj. eşsiz, tek, yalnız; bekar;
silvery adj. gümüş gibi, parlak, berrak. bireysel.
single-celled 608 situs
single-celled adj. tek gözeli/hücreli. sit by gerekli veya uygun tavrı alma-
ör. Parasitic protozoa are single- mak; uzak kalmak.
celled organisms endowed with sit down oturmak, oturtmak.
motility. sit for sınav almak.
single out v. seçmek. sit in toplantıda birisinin yerini al-
singular n. tek, tekil. ör. A singular mak; yerine geçmek; etkin görev
feature of diabetes mellitus is almaksızın katılmak; bir oturumda
impaired glucose tolerance. yer almak.
sinister adj. sol, solda; fesat, kötü, sit on one's hands gerektiği halde ta-
meymenetsiz, uğursuz. vır koymamak.
sinistrad adv. sola doğru; sol tarafa. sit on sb/sth geciktirmek; kabaca ses-
sinistral adj. sol tarafla ilgili; solak. siz kalmaya veya eylemsizliğe zor-
sinistro- prefix. sol, sola doğru an- lamak.
lamlarına önek. sit sth out dansa katılmamak; başka-
sink v. batmak, inmek, çökmek. ları dansederken hareketsiz kalmak,
sinter v. toz halindeki bir maddeyi, oturmak.
katı bir kütleye dönüştürmek üzre, sit stil v. uslu oturmak.
eritmeden ısıtmak. sit through hoş olmayan birşey bitin-
sinus L. n. pl. sinus, sinuses boşluk; ceye dek sessiz kalmak, oturup bek-
oygu (burun boşluğu vb.). lemek.
sinusitis n. sinüs yangısı, sinüzit. sit up yatar konumdan kaldırmak; ya-
taktan kalkamasına yardım etmek;
si op.sit abv. L. si opus sit, gerekirse
dik oturmak, düzgün oturmak, san-
anlamına kısaltma.
dalyede dimdik oturmak; geç vakte
sip v. yudumlamak, azar azar içmek.
kadar oturmak, erkenden yatma-
siphon n. eşit olmayan iki uzunluğa
mak; masada bulunmak, yer almak;
bükülmüş tüp, sifon.
ani ilgi, hayret, şaşkınlık veya korku
sireniform adj. yapışık bacaklı.
göstermek.
sirenomelia n. ayak ve bacakların
sit-down n. oturma eylemi; oturma
yapışıklığı. grevi; oturma, oturum; ... kişilik
siriasis n. güneş çarpması. yemek.
sirup n. şurup. site n. yer, konum.
sister n. hemşire; kızkardeş. sito- prefix. gıda, tahıl anlamlarına
sit v. oturmak; oturtmak; oturur ko- önek.
numa geçmek; uzanmak, dinlen- sitotoxin n. özellikle tahıl tenelerinde
mek; yer almak; bir veya birkaç gelişen gıda zehiri.
toplantı, oturum yapmak; yazılı sı- situation n. durum, hal, vaziyet;
nav almak. mevki, yer, görev, iş, konum.
sit about/around (birşeyi beklerken, situated adj. bulunan.
başkaları iş yaparken) hiçbirşey situate v. yer belirlemek, yerleştir-
yapmadan oturmak. mek.
sit back dinlenmek; koltukta oturmak. situs L. konum, durum, pozisyon.
size 609 sleeping sickness
small adj. küçük, ufak, az; küçük smog bound yukarda tanımlanan kirli
çaplı; küçük ölçekli; azıcık, biraz- hava tabakasıyla kaplı.
cık, çok az. adv. ufak; küçücük; çok smoke v. tütmek, duman vermek; si-
küçük; küçük olarak. n. birşeyin kü- gara, pipo içmek; tütsülemek. n.
çük dar kısmı. duman; tütün içme.
small fry küçük çocuklar; önemsiz go up in smoke sonuçsuz kalmak;
kişi veya nesneler. sonuca ulaşamamak.
small intestine ince barsak. there is no smoke without fire;
small time önemsiz; ufak. where there is no smoke without
small-minded adj. darkafalı, dar. fire ateş olmayan yerden duman
smallness n. küçüklük. çıkmaz.
smallpox n. çiçek (sayrılığı). smoked adj. tütsülenmiş.
smart adj. şık, zarif; akıllı, zeki, kur- smokeless adj. dumansız, dumansız
naz, çevik. v. yanmak, acımak, sız- yanan.
lamak. smokiliness n. dumanlı olma hali,
a smart blow sıkı bir yumruk, sert dumanlılık, dumanlı.
bir vuruş. smokily adv. dumanlı olarak.
a smart reply yerinde bir yanıt, tam smoking n. sigara içme, tütme, tüten.
bir karşılık. smoky adj. dumanlı, tüten.
smarten up v. canlandırmak, ilerle- smooch v. (çevreye aldırmadan) sarı-
mek, gelişmek, şık olmak, zarif ol- lıp öpüşmek.
mak. smooth adj. düz, dümdüz, düzgün,
smartly adv. zarif şekilde, şık şekil- kırışıksız, pürüzsüz; akıcı, kolay;
de, akıllıca. nazik, ılımlı. v. düz hale getirmek,
smartness n. şıklık, zerafet, akıllılık. düzeltmek; (bir yüzeye) yaymak,
smash v. ezmek, parçalamak; çarp- sermek.
smooth away (bir yüzeyden) almak.
mak; ezilmek, parçalanmak. n. par-
smoothly adv. pürüzsüz olarak, düz-
çalanma, çarpışma.
gün bir şekilde.
smear v. kirletmek, lekelemek, bulaş-
smoothness n. düzgünlük.
tırmak, sıvamak, yaymak. n. leke-
smother v. büyümesini engellemek,
leme, kirletme, bulaştırma, sıvama,
gelişmesini önlemek; boğmak, sön-
yayma; mikroskop altında incelen-
dürmek; atamak
meye alınmış hücreler.
smoulder v. alevsiz yanmak, için için
smell v. kokmak, koklamak, koku
yanmak.
duymak, kokusunu alamk. n. koku. smudge n. leke, kir. v. lekelemek, kir-
smile v. gülümsemek. n. gülümseme. letmek.
-smith suffix. yapan, üreten anlamına smudgy adj. isli, lekeli, kirli.
ad yapım eki. ör. a gun-smith silah smut n. ot veya tahıl ürünlerinin man-
yapan, üreten. tar hastalığı; kir, iz.
smog n. sis; dumanlı sis; duman, eg- smutty adj. kirli, isli; kaba.
zoz gazı ve ses karışımı kirli hava snag n. beklenmeyen zorluk, engel,
tabakası. güçlük.
snail 612 snowstorm
speak to sb/sth birisiyle sertçe eleşti- speckle n. küçük, düzensiz benek, ha-
rel bir tarzla konuşmak. fif renkli ben, nokta.
speak up for v. desteklemek. spectator n. izleyici, seyirci.
speaker n. söylev veren, konuşan, spectre n. hayalet.
konuşmacı. spectro- prefix. ışık tayfı, bir ilacın
speaking n. konuşma. etki alanı anlamlarına önek.
generally speaking genel olarak. spectrum n. pl. spectra, spectrums
spokesperson, spokesman n. sözcü. ışık tayfı; bir ilacın etki alanı.
special adj. özel. speculate v. varsayımlarda bulun-
specialism n. özellik. mak; dayanağı olmayan düşünceler
specialist n. uzmanlaşmış, uzman ileri sürmek; mal veya hisse satımı
doktor. ör. eye specialist göz uz- ile uğraşmak.
manı. speculation n. varsayım; dayanaksız
speciality n. özellik. düşünce; kurgu; fiyat iniş çıkışla-
specialize v. uzmanlaşmak. rından kâr elde etme.
specialized adj. uzmanlaşmış. speculative adj. varsayımsal; kurgu-
specially adj. özellikle. sal; dayanaksız düşüncelere bağlı.
species n.pl. species cins, çeşit, tür. speculum n. pl. specula içini görme-
ör. Candida species, which are part yi kolaylaştırmak için bir kanal ve-
of the normal flora of the skin, ya boşluğun girişini genişletmekte
mouth, and gastrointestinal tract, kullanılan alet, spekulum.
are the most frequent cause of speech n. konuşma, konuşma yetene-
human fungal infections. ği, söylev, düşünceyi iletmek için
species specific belli bir türe özgü. sesin kullanımı.
specific adj. özgü, has, özel; belirli, speechless adj. konuşamayan; şaşırıp
kesin; özgül; bir organ veya hastalı- kalmış; sessiz; sözle açıklanama-
ğa ait. n. belirli bir hastalık üzerine yan.
etki gösteren ilaç. speechmaker n. konuşmacı.
specificity n. kesinlik, kendine özgü- to give a speech konuşma yapmak,
lük. konferans vermek.
specific gravity özgül ağırlık. speed n. hız. v. hızlandırmak, çabuk
specifically adv. özellikle. gitmek.
specifics n. ayrıntılar. at speed hızlı.
specify v. tam olarak açıklamak, be- at the speed of ... hızında.
lirtmek. put on speed hızlandırmak.
specillum n. pl. specilla sonda, mil. speed limit hız sınırı.
specimen n. göstermelik, numune, speed up hızlandırmak.
örnek. speedy n. çabuk, hızlı, tez.
specious adj. aldatıcı, yanıltıcı; ger- spell v. sözcükleri doğru yazmak;
çekte doğru olmadığı halde doğru sözcükleri harf harf okumak. n.
gibi görünen. doğru yazım; belirsiz bir süre,
speck n. nokta, benek, ben. hipnotik trans durumu.
spell out for 619 spinal column
spell out for v. ayrıntılarıyla açıkla- ör. The anal opening is controlled
mak. by a sphincter.
spelling n. yazılım, yazılış, yazım. anal sphincter anüsü çevreleyen
spell sth out bir sözcüğü harf harf büzgenkas.
okumak, yazmak. pyloric sphincter mide çıkışını
spend v. harcamak; (zaman) geçir- çevreleyen büzgenkas.
mek; (yaşam) sürmek. vaginal sphincter vajina girişini
sperm n. pl. sperms meni, ersuyu, çevreleyen büzgenkas.
belsuyu, sperma. spinchteralgia n. büzgenkas ağrısı.
sperma- , spermato- , spermo- ör. Treatment of spincteralgia must
prefixes. meni, ersuyu, belsuyu an- not prevent the adequate closure of
lamlarına önekler. the muscle.
spermium n. pl. spermia olgunlaş- sphincteroplasty n. büzgenkas oluş-
mış meni gözesi. turma. ör. Anal sphincteroplasty is
sp.gr. abv. specific gravity, özgül necessary to repair injury to the
ağırlık anlamına kısaltma. anus.
sph. abv. spheric, spheric lens , küre- sphygmo-, sphygm- prefixes. nabız
sel, küresel lens anlamlarına kısaltma. anlamına önekler. ör. sphygmoid n.
sphacelate v. gangrenleşmek. nabıza benzer; nabız gibi.
sphacelation n. gangren, gangren- sphygmus n. nabız.
leşme. spica n. pl. spicae bandaj.
sphacelous adj. gangrenleşen. spice n. baharat.
sphacelus n. gangrenleşmiş madde spicy adj. baharatlı.
kütlesi. spick and span düzenli, lekesiz, son
spheno- prefix. kama, kamalı anlamı- derece temiz.
na önek. spicule n. kemik gibi sert bir nesne-
-sphere suffix. dünyayı çevreleyen nin ince, keskin parçası, ince uç,
hava anlamına sonek. ör. sivri uç; iğneye benzer yapı.
stratosphere. spiculum n. pl. spicula iğneye benzer
sphere n. küre, yuvarlak. yapı.
spherical adj. küresel, küre şeklinde. spider n. örümcek.
sphero- prefix. küre, küresel anlamla- spiderweb n. örümcek ağı.
rına önek. spill v. kazayla dökmek, saçmak, bo-
spheroid, spheroidal adj. küremsi, şaltmak. n. dökme, döküntü, saçıl-
küreye benzer. ma; kaza.
spherule n. kürecik; küçük küre; spin v. bükmek, döndürmek, çevir-
globül. mek, dönmek. n. bükme, döndürme.
spherulite n. küçük, küreye benzer spina n. pl. spinae omurga.
kristalin cisimcik. spinal adj. omurgayla ilgili, omurilik-
sphincter n. vücuttaki bir girişi çev- le ilgili; kemik üzerindeki dikensi
releyen ve kontrol edebilen halka çıkıntıyla ilgili.
şeklinde kas, büzgenkas, sfinkter. spinal column n. omurga.
spinal cord 620 split
squirt v. (ince şiddetli bir akıntı ha- short staffed adam/eleman sıkıntısı.
linde) fışkırmak. n. (ince şiddetli bir stage n. aşama; derece; etap, durak
akıntı halinde) akan su. yeri, evre, devre; çağ; sahne.
-st suffix. sıra, derece gösteren sonek. in stages derece derece, aşama
ör. the first prize birincilik ödülü. aşama, yavaş yavaş.
my twenty first birthday 21. at this stage bu aşamada, bu evrede.
doğumgünüm. stagger v. sendelemek, sallanarak yü-
stab v. bıçak saplamak, bıçaklamak. rümek; sersem etmek.
n. bıçak yarası; delik, yarık. staging n. bir sayrılığın veya patolo-
stabbing adj. bıçakla yaralama şek- jik durumun seyrinde uzak evreleri
linde; ani ve hızlı olarak. belirleme ve sınıflandırma.
stabilate n. canlı olarak korunan bir stagnate v. durgunlaşmak; durmak;
orgnizma örneği. gelişimini durdurmak.
stabile adj. sıkı, sağlam, sabit, yıkıl- stagnant adj. durağan, durgun, ey-
maz, dengeli; metin, kararlı; kalım- lemsiz.
lı, sürekli. ör. Since hydrogen stagnation n. durgunlaşma.
peroxide is not a stabile compound, stagnancy n. durgunluk.
it quickly breaks down into water stain n. boya, boyama; leke. v. boya-
and oxygen. mak, bulaştırmak, kirletmek, leke-
stability n. denge, kararlılık. lemek.
stabilize v. dengelemek, sabitleştirmek. stained adj. boyalı, boyanmış.
stabilization n. dengeleme. staining n. boyama
stabilizing adj. dengeleyici. dark-staining adj. fazla boya soğu-
stable adj. sıkı, değişmez, değişime rulduğu için diğer yapılardan daha
dirençli. ör. Genes which rarely koyu görünen. ör. The chromosomes
mutate are called stable genes. are dark-staining structures located
in the cell nucleus.
stack v. üst üste dizmek, yığmak.
stainless adj. lekesiz, tertemiz.
stacking n. androjenik maddelerin
stair n. basamak.
gizlice kullanılması.
a flight of stairs merdiven.
stadium n. pl. stadia akut ateşli say-
stake v. riske atmak; kazıklarla sağ-
rılıkların seyrinde bir aşama.
lamlaştırmak; kazıklarla ayırmak. n.
staff n. kadro, personel, eleman, çalı-
kazık; bahse konan para.
şanlar, bir kurumda görev alan kişiler.
stake sth out gizlice gözetlemek, sı-
attending staff n. hastanelerde has-
nırlamak, sınır çekmek.
taları düzenli olarak ziyaret eden, stakeout n. gözetleme.
personele ve tıp öğrencilerine ders stake sb to para sağlamak.
veren doktor ve cerrahlar. stale adj. bayat, küflü, kurumuş, ek-
consulting staff n. yukarda tanım- şimiş. v. bayatlamak, ekşimek.
lanan doktor ve cerrahlara danış- staleness n. bayatlık.
manlık veren uzman hekimler. stalk n. sap. v. yaklaşmak, yürümek.
house staff n. hastanelerde uzman- stalked adj. saplı.
lık eğitimi alan doktor ve cerrahlar. stalky adj. çok sapı olan.
stamen 624 stand-up
status quo n. şu andaki konum, sta- stella n. pl. stellae yıldız, yıldız şek-
tüko. linde yapı.
staunch v. kanamayı durdurmak. adj. stellate adj. yıldız şeklinde.
güvenilir, sadık. stellula n. pl. stellulae yıldızcık.
stay v. kalmak, durmak, bir yerde stem n. sap, gövde. v. kaynaklanmak,
oturmak; dayanmak. n. kalma, kalış, köken almak.
oturma; dayanak, destek. brain stem beyin sapı.
stay out v. eve gelmemek. from stem to stem bir uçtan diğer
stay up v. uyanık kalmak, yatmamak. uca.
steady adj. devamlı olarak. stem from -den köken almak, -den
unsteadily adv. kararsız bir şekilde. kaynaklanmak, çıkmak. ör. The
steadily adv. devamlı olarak. differences in the fibers that make
steadiness n. ağırbaşlılık, devamlılık. up muscles stem from differences in
unsteadiness n. kararsızlık, devam- the proteins in them. = Kasları
sızlık. oluşturan liflerdeki farklılıklar (lif-
steak n. biftek. lerin) içinde bulunan proteinlerdeki
steal v. çalmak. n. alternatif yollarla farklılıklardan kaynaklanır.
veya ters akıntıyla kan akışının sap- stemmed adj. saplı, sapı bulunan.
tırılması. stench n. çok güçlü kötü koku, pis
stealth n. gizlice, görünmeden hare- koku.
ket etme. v. sıvışmak, sıvışıp gitmek. steno- prefix. darlık, daralma, kasılma
stealthy adj. sessiz ve gizli, sinsi. anlamlarına önek.
steam n. buhar. v. buhar çıkarmak. stenosed adj. dar, daralmış, daralma,
steamy adj. buharlı, buğulu. darlık.
stearo- , stear- prefixes. yağ , yağ stenosis n. pl. stenoses bir kanal veya
dokusu anlamlarına önekler. girişin daralması, darlık.
steatitis n. yağ dokusu yangısı. stenotic adj. daralmış.
steato- prefix. yağ, yağ dokusu an- stent n. daralmış damarı genişletmek
lamlarına önek. üzre kullanılan çelik kafes, stent.
steel n. çelik. step n. adım, basamak, ayak sesi; de-
steeliness n. sertlik, çelik gibi olma. rece, kademe. v. basmak, adım at-
steel work çelik işi. mak, yürümek, gitmek.
steeky adj. sert, çelik kadar katı. step aside v. yerine geçmesine izin
steep v. suya batırmak; demlemek. vermek.
adj. dik, sarp, yalçın. in step belirli bir ritim halinde ha-
steepen v. dikleştirmek, daha yalçın reket etme; uyum içinde devinme.
hale gelmek. step by step adım adım.
steer v. dümeni elde tutmak, yönet- stepped adj. basamaklı.
mek, rota vermek. step down / aside işinden ayrılmak,
stegnosis n. salgının durdurulması, çekilmek, bırakmak, istifa etmek,
stegnoz. terketmek.
stegnotic adj. sıkıştırıcı, büzücü, pek- step in engellemek, müdahele etmek,
lik yapıcı. bir tartışmaya katılmak.
step out 627 stick sth out
step out hızlı yürümek; dışarı çık- sternum, sterni n. pl. sterna göğüs
mak, bir yere gitmek. kemiği.
step up v. artmak, çoğalmak, hızlan- stertorous adj. horlama ile ilgili,
mak. horulutulu, solunumda horultutlu
step sth up arttırmak, çoğaltmak, ses çıkaran.
yükseltmek. stertorously adv. hırıltılı bir şekilde.
step- prefix. üvey anlamına önek. ör. stetho- , steth- prefixes. göğüs anla-
my stepfather üvey babam. her mına önekler. ör. stethograph gö-
stepchildren üvey çocukları. ğüste solunum devinimlerini kayde-
-ster suffix. olan, ilgili anlamlarına ad den alet.
yapım soneki. ör. youngster n. genç stew v. sıvı içinde yavaş yavaş pişirme.
insan. a gangster çete üyesi. sthenia n. güç, kuvvet.
sterco- prefix. pislik, kir, dışkı, bo- sthenic adj. etkin, yüksek nabız ve
zukluk anlamlarına önek. ısıyla belirgin bir sayrılıkla ilgili.
stercolith n. çok katı; gayda, dışkı. stheno- prefix. güç, kuvvet anlamla-
stercus n. gayda, dışkı. rına önek.
stereo- prefix. katı, katı durum; stibium n. antimon.
uzamsal nitelikler, üç boyutluluk stick v. saplamak, sokmak, tutunmak,
anlamlarına önek. yapıştırmak, yapışmak, takılmak. n.
sterile adj. kısır, verimsiz; mikrop- çubuk; değnek; baston; sopa; çubuk
suz. ör. A sterile person cannot biçiminde, ince herhangi birşey; ce-
produce a child. za görme, cezalandırma; belli bir tip
antisterlity n. kısırlık önleyici, do- insan.
ğurganlığı özendirici. ör. Antisterlity a stick of furniture bir parça
drugs help some couples produce önemsiz eşya.
children. stick about/around belirli çıkarları
sterilize v. kısırlaştırmak. gözeterek bulunduğu yerde kalmak.
sterilization n. kısırlaştırma. stick at nothing hiçbirşeyden çekin-
sterilizer n. alet, araç ve gereçleri memek.
mikroptan arındıran aygıt. stick at sth devam etmek, ısrar et-
stern adj. sert, ciddi. mek, sıkı çalışmayı sürdürmek; yan-
sternad adv. sternuma doğru. lış birşeyi yapmaya istekli olmamak.
sternal adj. sternumla ilgili. stick by sb/sth desteğini sürdürmek.
sternen adj. başka yapılardan bağım- stick in one's throat kabul edilmesi
sız, yalnızca sternumla ilgili. zor.
sternly adv. sertlikle, ciddilikle. stick one's neck out riski göze al-
sternness n. sertlik, ciddilik. mak.
sterno- , stern prefixes. sternum, gö- stick out v. büyümek, genişletmek,
ğüs kemiği ile ilgili anlamlarına uzatmak, yüzeye çıkarmak; yansıt-
önekler. ör. sterno-thyroid n. mak; açıkça görülmek.
sternumdan uzanan küçük boyun stick out for sth daha azını reddetmek.
kası. stick sth out sonuna kadar sürdürmek.
stick to 628 stir
store v. biriktirmek, depolamak, am- strand n. iplik, ipliğe benzer yapı; tek
bara koymak, saklamak. n. depo, bir fibrin; bir dizi inci , vb.
ambar. strange adj. garip, tuhaf, acaip, ya-
stored adj. depo edilmiş, depolanmış. bancı.
storm n. fırtına; hastalık seyrinde gö- strangely adv. garip şekilde.
rülen kriz, semptomların ağırlaşması. strangeness n. tuhaflık, acaiplik.
snow-storm kar fırtınası. stranger n. yabancı.
stormy adj. fırtınalı. strangle v. boğazını sıkarak öldür-
stout adj. sağlam, metin, dayanıklı, mek; boğmak; tıkamak.
cesur, yiğit. strangulate v. kan akışını durdurmak
stove n. soba. için damara sıkıca bastırmak; tıka-
strabismus n. şaşılık. mak, boğmak.
straight adj. düz, düzgün, düzenli, strangulation n. tıkama, boğma, bo-
dik; dürüst. adv. doğru, doğrudan ğulma; boğazın sıkılması.
doğruya. strap n. bant, sargı; şerit, kayış.
straight away derhal, hemen. strati- suffix. tabaka, kat anlamlarına
straight forward adj. düz bir gidiş önek. ör. stratigraphy.
izleyen; doğrudan; dürüst; açıkyü- straticulate adj. ince katmanlı; ince
rekli. tabakalı.
straight forwards adv. düzgün bir stratification n. bir örneği alt küme-
gidiş izleyerek; dürüst bir tavırla. lere bölme, katmanlaşma, katman.
straight off derhal; çekinmeden; ge- stratified adj. katmanlı, katmanlar-
cikmeden. dan oluşmuş.tabakalara ayrılmış. ör.
straight out açıkca; gizlenmeden. Stratified epithelium prevents
straighten v. düzeltmek, doğrultmak. excessive loss of moisture from the
straighten out v. doğrultmak, çöz- skin.
mek, ayırmak. stratify v. tabakalar halinde sıralama.
straighten up v. açmak, çözmek, stratiform adj. tabaka şeklinde.
doğrultmak, düzeltmek, toplamak. stratum, strati n. pl. strata kat, kat-
straightway adv. gecikmeksizin; man, tabaka; katlar, tabakalar. ör.
derhal, hemen. The epidermis consists of two or
strain v. germek, zorlamak, incitmek, four layers with increasing amounts
yırtmak; süzmek, süzülmek. n. zor, of keratin in the outermost strata.
zorlama, gerilme, gerilim, yük; in- stray n. başıboş (hayvan), (evsiz) ço-
citme; tür, çeşit, suş. ör. cuk.
Toxoplasma infects a wide range of streak n. ince çizgi, ayırt edilemeyen
animals, but human infections are hat, yol; damar.
predominantly caused by one strain. streaky adj. çizgili, damarlı.
without strain zorlanmaksızın. stream n. akıntı; su akıntısı; çay, ır-
strained adj. dost olmayan; doğal mak. v. akmak.
davranmayan, yapay. blood stream kan akışı.
strait n. dar geçit. streaming adj. akan.
stream line 631 strike out
stream line akıntı hattı, akıntı çizgisi, striate, striated adj. çizgili.
akıntı gidişi. strict adj. açık, sıkı, şiddetli, sert,
stream of consciousness bilinç akışı; tam, kesin.
duygu ve düşüncelerin beyinden strictly adv. açıkça, kesin olarak, ke-
geçişi. sinlikle, tamamen; şiddetle.
strength n. güç, kuvvet; direnç, strictly speaking aslında, gerçekte;
dayanıklık. doğrusu; tamamen doğru. ör. The
strenghten v. güçlendirmek, güç term pellagra, strictly speaking,
vermek, sağlamlaştırmak. refers to rough skin. = Pellagra te-
on the strength of -e güvenerek, -e rimi, aslında, pürüzlü deri anlamına
gereğince. gelir.
strenuous adj. çok etkin; güç gerekti- strictness n. kesinlik, şiddet.
ren. stricture n. daralma, darlık; içi boş
strenutation n. aksırma, tıksırma. bir yapının daralması; ayıplama, kı-
strepto- prefix. kıvrılmış zincir; nama.
streptococcus anlamlarına önek. stride v. uzun adım atarak yürümek.
streptococcus n. pl. streptococci n. uzun adım, açık adım.
Streptococcus cinsi herhangi bir strident n. keskin ses, tiz ses, çatlak
bakteri. ses.
stress v. belirtmek, vurgulamak; yer- stridor n. yüksek tonda, ıslık çalar
mek, zorlamak. n. baskı, basınç; ge- tarzda, solunum tıkanıklığına işaret
rilim; zorlama. eden solunum, hırıltılı solunum, hı-
life stres n. şiddetli gerilim/baskı rıltı.
veren boşanma, işte başarısızlık, stridulous adj. çatlak sesli.
sevdiği birini yitirme gibi olaylar, strike v. vurmak, çarpmak. n. vurma,
gelişmeler. vuruş, darbe; grev.
stressed adj. gerilmiş, gerilimli.
be/go on strike v. greve gitmek,
stressful adj. gerilimli, baskı yapan.
grevde olmak.
stressing adj. baskı veren, baskı uy-
striking adj. göze çarpar; çarpıcı, vu-
gulayan.
rucu. ör. The surface of the brain is
stressors n. birey üzerinde gerilime
not the only region of damage in
veya baskıya neden olan şey.
traumatic injury, although it is often
stretch v. germek, uzatmak, uzamak,
the most striking.
uzanmak; gerinmek. n. germe, ge-
strike sb down ızdırap vermek, kat-
rilme, uzatma, uzanma.
outstretched adj. uzanmış. letmek, öldürmek, aniden ölümüne
stretcher n. sedye. neden olmak; aniden ciddi sayrılığa
strew v. dağıtmak, serpmek. yakalanmasına yol açmak.
stria n. pl. striae renk, görünüm, dep- strike sb/sth off listeden birisini çı-
resyon veya içinde bulunduğu do- karmak.
kudan hafif yükselmeyle ayırt edi- strike on/upon sth keşfetmek.
len çizgi; hat, yol, çubuk, yol, band, strike out v. çıkarmak, silmek, iptal
şerit. etmek.
strike through 632 stuff
strike through üstünü çizerek bir ya- stromuhr n. kan damarlarından her
zıyı reddetmek; aynı yöne yazmak. saniyede geçen kan miktarını ölçen
strike up oynamaya veya şarkı söy- alet.
lemeye başlamak; bir arkadaşlığa strong adj. güçlü, kuvvetli, sağlam,
başlamak. sert, şiddetli; uz, yetenekli.
string n. kordon, ip. strong point bir kişinin güçlü yanı.
stringent adj. şiddetli, sert, sıkı, zor. strongly adv. güçlüce, güçlü olarak.
strip v. soymak, soyunmak. ör. Epidemiologic studies strongly
strip to the skin çırılçıplak bırakmak, suggest a close association between
tamamen soymak. HBV infection and the occurance of
strip off soymak, sıyırmak. liver cancer.
stripe n. çizgi, çubuk, hat, yol, şerit, strongminded adj. kararlı, ısrarlı.
bant; cins, çeşit. structura n. pl. structurae yapı.
striped adj. çizgili. structural adj. yapısal.
striper n. dokunun genellikle varikoz structuralism n. yapısalcılık.
venlerin çıkarılmasını kolaylaştırıcı structure n. yapı; farklı fakat birbi-
alet. riyle ilgili parçalardan oluşmuş do-
striping n. çıkarma, alma. ku veya oluşum.
strive v. sıkı gayret göstermek, çaba- struggle v. çabalamak, mücadele et-
lamak, çırpınmak. mek, çırpınmak, uğraşmak, savaş-
strive for sth birşeyi elde etmeye ça- mak. n. çaba, çırpınma, mücadele.
lışmak. struma n. pl. strumae guatr, troid
stroke n. vuruş, darbe, çarpma; inme, bezinin büyümesi.
felç, nuzul, sekte; insanı etkileyen strumous adj. guatr’la ilgili.
zararlı şimşek boşalması; nabız atı- strung-out adj. uyuşturucu almayı bı-
mı, bir yüzey üzerinde kayma ey- rakamayan.
lemi. v. eli veya bir aleti bir yüzeye strung-up adj. çok sinirli, çok heye-
yavaşça koymak. canlı.
a stroke of genius çok zeki. stubborn adj. inatçı.
at a stroke derhal; tek bir sıkı hare- stubbornly adv. inatla.
ketle. stubbornness n. inatçılık.
off one's stroke birisinin elinden stubby adj. kısa ve kalın, bodur.
gelen en iyi şey. stuck with v. başından atamayacağı
on the stroke of 12 tam saat 12'de, birşeye sahip olmak.
saat 12’yi çaldığında. studied adj. kasıtlı; zoraki.
stroll v. yavaş yavaş gezinmek, tem- studious adj. çalışkan, çalışmayı se-
bel tembel dolaşmak. ven, dikkatli.
stroma n. pl. stromata bir organ, study n. araştırma, inceleme, çalışma,
bez, veya diğer yapıların çatısını okuma; çalışma odası. v. incelemek,
oluşturan bağ doku kütlesi. araştımak, çalışmak.
stromal, stromatic adj. bir organ ve- stuff n. madde, nesne, malzeme. v.
ya yapının bağ doku kütlesiyle ilgili. doldurmak, tıkamak.
stuff up 633 subject matter
subjective adj. göreli, öznel. ör. Pain substantia n. pl. substantiae madde;
is a subjective experience comprising öz, cevher.
both sensory and emotional substantia adamantina n. diş mine-
components. si, mine.
subjoin v. eklemek, katmak. substantia alba n. ak madde.
sublimate v. yüceltmek. substantia basalis n. bazal madde.
sublingual adj. dilaltı, dil altında. ör. substantia cinerea n. gri madde.
Sublingual drugs are taken by substantial adj. esaslı, sağlam,
placing the pill under the tongue. önemli, az görülemez, çok büyük.
submandibular adj. çenealtı, çenenin substantially adv. esas olarak, esas
altıbda. ör. Submandibular muscles itibariyle, esasen.
aid in swallowing. substantiate v. doğruluğunu kanıtla-
submerge v. daldırmak, batırmak; mak, onaylamak.
kaplamak, saklamak, saklanmak. substituent adj. yerini alan, yuerine
submission n. uyma, boyun eğme. geçen.
submissive adj. uyan, kurallara uyum substitute v. yerine koymak, yerine
gösteren. geçmek. n. başkasının yerine geçen.
submit v. arz etmek, ileri sürmek, or- substitıtion n. yerine koyma.
taya sürmek, sunmak. boyun eğ- substract v. çekmek, çıkarmak, geri
mek, teslim olmak. almak.
subnormal adj. alışılmışın altında substrate n. alt tabaka; bir enzimin
olan, normalden daha az olan. etkidiği madde.
suborder n. alt, ikinci, önemsiz; yan, substratum n. alt tabaka.
bağımlı. substructure n. yüzeyin kısmen veya
subsection n. alt bölüm. tamaman altında olan doku veya
subsequent adj. birbirini izleyen, yapı.
sonra gelen, sonraki. subtile adj. ince, duyarlı.
subsequently adv. sonradan. subtle adj. ince, kolay anlaşılmaz,
subsequent to -den sonra. duyarlı, hassas. ör. Many genetic
subside v. yatışmak, durmak, inmek, diseases are caused by subtle
çökmek. changes in individual genes that
subsidence n. inme, azalma, çökme; cannot be detected by karyotyping.
yatışma. = Birçok genetik sayrılık karyotip-
subsidiary adj. ikincil, tali, bağlı, lemeyle saptanamayan tek genler-
yardımcı; dal, bölüm. deki anlaşılmaz değişiklikler tara-
subsist v. var olmak, varlığını sür- fından oluşturulur.
dürmek, geçimini sürdürmek, ya- subtotal n. tamamından az.
şamak, yaşamını sürdürmek. subtract v. çıkarmak.
subsist on v. ... ile yaşamak. subtraction n. çıkarma.
subsistence n. yaşama. subungual adj. parmak altı, tırnak altı.
substance n. madde, cevher, cisim; subunite n. alt birim; bir yapının
öz, özdek, varlık. uzak parçalarını oluşturan birim.
suburb 635 suet
sudorific adj. terlemeye neden olan; suggestion n. önerme, ileri sürme, ak-
teri çoğaltan. n. terletici ilaç. la getirme, düşündürme.
suffer (from) v. acı çekmek, canı suggestive adj. fikir verici, düşündü-
yanmak, ızdırap çekmek, rahatsız rücü.
olmak; kötüleşmek; katlanmak, da- sugillation n. yara, bere, çürük.
yanmak; geçirmek. ör. Pulmonary suicide n. intihar, canına kıyma, öz
embolism is a complication kıyı. ör. The incidence of suicide is
principally in patients already high among mentally ill patients.
suffering from some underlying suicidal adj. intihar eğilimli; intihar
disorder, such as cardiac disease or etmeye yatkın.
cancer, or who are immobilized for suidology n. öz kıyımın doğası, ne-
long periods. = Pulmoner emboli, denleri, ve önlenmesi konularını
temel olarak, kalp hastalığı veya araştıran davranış bilimi dalı.
kanser gibi bazı altta yatan bozuk- suint n. koyun yününda doğal olarak
luklardan ızdırap çeken veya uzun bulunan yağ.
süre hareketsiz kalan hastalarda suit v. uymak, uygun olmak, elverişli
(görülen) bir komplikasyondur. olmak, yaramak, yakışmak; mem-
sufferable adj. dayanılabilir; tolere nun etmek. v. giysi, takım elbise.
edilebilir. suitable adj. uygun, elverişli.
sufferance n. dayanma; tolere etme. unsuitable adj. uygun olmayan,
suffering n. acı, ağrı, ızdırap, işkence. yakışmaz, yaramaz.
suffice v. yeterli olmak, yetmek. suitably adv. uygun bir şekilde.
sufficiency n. yeterlilik. unsuitably adv. uygun olmayan bir
sufficient adj. tatmin edici, yeterli. şekilde.
insufficient adj. yetersiz. suited adj. uygun.
sufficiently adv. yeter derecede. sulcate adj. oluklu, yivli.
insufficiently adv. yetersiz olarak. sulciform adj. oluk biçiminde.
suffocate v. boğ(ul)mak, havasızlık- sulculus n. pl. sulculi ince oluk, ince
tan boğulmak, soluğu tıkanmak. yiv, ince/dar geçit.
suffocation n. havasızlıktan boğulma. sulcus n. pl. sulci yiv, oluk, ince ge-
suffuse v. yayılmak. çit.
suffused adj. kızarmış ve şiş. sulf- , sulfo- prefixes. sülfür anlamla-
suffusion n. yayılma; yayılım; vücu- rına önekler. ör. sulfide, sulfane.
du ıslatma, bedene su dökme; kı- sulfa n. sülfür içeren ilaç.
zarma, bir yüzeyin kızarması; bir sulfur n. sülfür.
sıvıyla ıslanma. sulfurate v. sülfürle işlemek; sülfürle
sugar n. şeker. tepkimek.
suggest v. ileri sürmek, önermek, tek- sulfuric adj. sülfürik asitle ilgili.
lif etmek, akla getirmek, düşündür- sulfurous adj. sülfür içeren, sülfürlü.
mek. sulk v. küsmek, somurtmak.
as the name suggests adından anla- sulky adj. küskün, somurtkan, asık
şılacağı gibi. yüzlü.
sullen 637 supplant
surface n. alan, üst kısım, yüzey. ör. survival n. varlığını sürdürme, var
Chemical reactions occur on the olma. ör. As would be expected, the
surface of some organelles. chances for survival of live-born
surfactant n. yüzeyde etki gösteren infants improves each passing week.
madde. = Bekleneceği gibi, canlı doğan
surfeit n. tokluk; bolluk. v. çok ye- infantların yaşamlarını sürdürme
mek. şansları her geçen haftayla birlikte
surge n. artma, artış; dalga. v. dalga gelişir.
gibi kabarmak. susceptible adj. duyarlı, eğilimli,
surgeon n. cerrah; cerrahi uzmanı. yatkın; alıngan; hastalığa yatkın;
surgery n. çoğu sayrılıkların ameli- hastalık kapma olasılığı olan. ör.
yatla sağaltımı konusundaki tıp dalı; Kidneys are moderately susceptible
cerrahi. to radiation-induced injury. = Böb-
surgical adj. cerrahi ile ilgili. rekler radyasyon-kaynaklı yara-
surmise n. şüphe, zan, tahmin. v. var- lanmalara orta derecede duyarlıdır.
saymak, tahmin etmek. susceptibility n. duyarlılık, hassaslık,
surpass v. ... ı aşmak, baskın çıkmak, yatkınlık; alınganlık.
geçmek. susceptive adj. duyarlı; alıngan.
surplus n. arta kalan, artık, fazla. suspect v. güvenmemek, şüphelen-
surrender v. teslim olmak, teslim mek, kuşkulanmak. n. şüphe edilen
etmek; vaz geçmek. n. teslim. kişi; belirsizlik.
surrogate n. bir ilacın yerine kullanı- suspicion n. içkil, kuşku, şüphe.
labilecek, aynı etkiyi gösteren ilaç; above suspicion şüphe edilemez.
bir kişinin görev ve sorumlulukları suspicious adj. şüpheli.
açısından yerini alan üçüncü kişi. suspiciously adv. şüpheli bir şekilde.
surround v. sarmak, kuşatmak, çe- suspend v. asmak, asılı kalmak; geçi-
virmek. ör. A chronic inflammatory ci olarak durdurmak, işten çıkar-
reaction surrounds the keratinous mak; ertelemek.
cyst. suspended adj. asılı; belirsiz, erte-
surroundings n. çevre, etraf, civar. lenmiş.
be surrounded by ... ile çevrili ol- suspension n. asma; durdurma, erte-
mak. leme.
sursumduction n. yukarı dönme, yu- suspire v. soluk almak, solumak; iç
karı hareket. geçirmek, derin bir soluk almak.
sursumversion n. gözleri yukarıya suspiration n. soluk alma, iç geirme,
doğru hareket ettirme. iç çekme.
surveillance n. denetleme, gözetme, suspirous adj. güç soluyan.
izleme. sustain v. ağırlığı çekmek, beslemek,
survey v. incelemek, araştırmak; göz umut vermek, kararlılığı sürdürmek,
atmak. desteklemek, devam etmek.
survive v. ayakta kalmak, yaşamını sustain an injury yaralanmak.
sürdürmek, var olmak. sustained adj. sürekli, ısrarlı.
sustaining 640 sweep sth aside
sweep sth away bütün olarak yok et- swipe n. darbe, vuruş. v. tüm gücüyle
mek; silip süpürmek; kökünden ka- vurmak, çarpmak.
zıyıp almak. swish n. hışırtı. v. hışırdamak.
sweep up süpürerek temizlemek. switch n. elektrik düğmesi. v. değiş-
sweep sb up hızlı bir hareketle ku- tirmek.
caklayıp almak. switch on/off v. (elektrik düğmesini,
sweeping adj. yoğun; birçok şey üze- elekrikli bir aleti) açmak/kapatmak.
rinde etki bırakıcı. switching n. değiştirme; açma, ka-
sweepings n. kir, pas, toz. patma.
sweet adj. tatlı, taze, hoş, kibar. swollen adj. şişmiş, şiş.
sweeten v. tatlandırmak, tatlanmak. swoon v. bayılmak.
sweetly adv. tatlı tatlı. swooningly adv. bayılmış gibi.
sweetness n. tatlılık, tat. swot v. çalışmak, ezberlemek, öğ-
sweets n. tatlılar, şekerlemeler. renmek.
swell v. artırmak. kabar/t)mak, syect n. (bir çeşit) bulut.
şiş(ir)mek. syllepsis n. gebelik.
swelling n. şiş, kabarma, kabartı, ka- sym- prefix. ile, birlikte anlamına
barık, yumru. ör. Hydatidiform önek.
mole is characterized by cystic symbiosis n. karşılıklı çıkarları göze-
swelling of the choronic villi, terek iki organizmanın, (veya iki tü-
accompanied by variable rün) ortak yaşam sürmesi; ortak ya-
trophoblastic proliferation. şam.
swollen adj. şişmiş. symbol n. simge, sembol.
swallen tissue şişmiş doku. symbolic adj. simgesel.
swelter v. terlemek. symmetric adj. bakışık, simetrik.
sweltering adj. çok sıcak. symmetrical adj. bakışık, simetrik.
symmetry n. bakışım, simetri, ben-
swerve v. bir tarafa ani dönüş yap-
zerlik. ör. Arms, legs, and eyes on
mak, sapmak, saptırmak, döndür-
the right and left sides of thye body
mek.
are characteristic of bilateral
swift adj. acele, çabuk, hızlı, tez.
symmetry.
swiftly adv. çabuk, hızlı olarak.
sympath-, sympatheto-, sympathico-,
swiftness n. hız, sürat; çabukluk.
sympatho- prefixes. otonomik sinir
swim v. yüzmek.
sisteminin simpatetik kısmı anlamı-
swimming n. yüzme. na önekler.
swimming bath/pool yüzme havuzu. sympathetic adj. sevimli, cana yakın,
swing v. sallanmak, sallamak, sallan- sempatik, başkalarının duygularını
dırmak; asmak, asılmak. n. sallama, paylaşan; otonomik sinir sisteminin
sallanma; salıncak. sempatetik kısmı ile ilgili.
swinge v. vurmak, darbe indirmek. unsympathetic adj. duygusuz, du-
swinging adj. çok siddetli darbe. yarsız, sevimsiz, aldırmaz.
swinish adj. hoş olmayan; uğraşılma- sympathetically adv. yakınca, sem-
sı güç. pati ile.
sympathize 642 syphillis
syphilitic adj. frengi ile ilgili, frengi- systematic adj. yöntemli, kurallı, sis-
li. temli; dizgeli.
syphilo- , syphil- , syphili- prefixes. systematically adv. kurala uygun ola-
ferngi anlamına önekler. rak, sistematik olarak; dizgesel ola-
syr abv. L. syrupus, syrup, şurup rak.
anlamına kısaltma. unsystematic adj. kuralsız, sistemsiz,
syringe v. şırınga etmek, iğne vur- usulsuz, usule aykırı.
mak. n. şırınga, enjektör. unsystematically adv. kuralsız ola-
syringo- , syring- prefixes. beyin ve- rak, usule aykırı bir şekilde, sistem-
ya omurilikte patolojik tübüler boş- siz olarak.
luk anlamına önekler. systematization n. düşüncelerin
syrinx n. beyin veya omurilikte pato- sırayle dizilmesi, düşüncelerin sıra-
lojik tübüler boşluk; başlık, tüp. lanması.
syrup n. şurup. systemoid adj. bir organ dizgesine
syrupy adj. şuruplu, şurup kıvamın- benzeyen karmaşık yapı.
da, şurupla ilgili. systole n. yürek kasılması; kasım;
syssarcosis n. kemiklerin kaslarla bir- kalp kasılmasının meydana geldiği
leşmesi, kassal birleşme. süre; sistol.
systaltic adj. kasılıp gevşeyici, atıcı. systolic adj. yürek kasılmasıyla ilgili.
system n. usul, kural, yöntem, dizge, systremma n. baldırda kas kasılması.
sistem; benzer işlevler gören organ- syzygy n. meyoz sırasında kromozom
lar kümesi. çiftleşmesi.
systema n. usul, kural, yöntem, dizge, Sz abv. seizure, nöbet anlamına kı-
sistem; benzer işlevler gören organ- saltma.
lar grubu.
T,t
tachycardia n. ani ataklar halinde ge- heads or tails yazı tura; madeni pa-
len, kalbin hızlı vurması, taşikardi. ranın iki yüzü.
tachycardic adj. hızlı kap vurumuyla put a tail on arkasına gözetleyici
ilgili. birini koymak; peşine adam takmak.
tachycrotic adj. hızlı nabızla belir- sit on one’s tail hemen arkasında
gin, nabzın hızlı atmasına neden bulunmak.
olan. tail end son; son bölüm; son kısım.
tachypnea n. fazla hızlı soluma, aşırı tail off azalmak, düşmek, inmek, gü-
soluma. cünü, nitelik veya kalitesini düşür-
taciturn adj. az konuşma eğilimli; mek.
çok konuşmayı sevmeyen. tailbud n. kaudal kabartı, kuyruk so-
tack v. çakmak, tutturmak. kumu üzerinde oluşan kabartı.
tackle v. uğraşmak. tailed adj. kuyruklu.
tact n. doğru şeyi doğru zamanda turn tail yenilerek dönmek; yenilip
yapma, söyleme yeteneği. kaçmak.
tactful adj. duyarlı, ince düşünceli, with one’s tail between one’s legs
sezişli, zarif; rahatsız etmeyen. tam yenilgi durumu.
tactile adj. dokunma ile ilgili; do- tailor v. ayarlamak, değiştirmek,
kunma duyusu ile algılanan. kesmek. n. terzi.
taction n. dokunma duyusu. taint n. doğuştan var olan sayrılığa
tactor n. dokunabilen uç organ, do- yakalanma eğilimi. v. bulaştırmak,
kunma organı. lekelemek, kokmak.
tactual adj. dokunma ile ilgili, do- tainted adj. enfekte; enfekte olmuş;
kunmanın neden olduğu. bulaşmış; kirlenmiş.
tactus L. dokunma. taipan n. son derece zehirli ve tehli-
taenia n. yassı kurt, tenya; yassı kas keli yılan türü.
veya doku; yassı banda benzer ana- take n. başarılı graft/yama operasyo-
tomik yapı. nu, başarılı aşılama. v. almak, tut-
TAF abv. tümör angiojenik faktör. mak, yakalamak; kabul etmek, gö-
tag n. küçük uzantı veya polip; işaret; türmek.
etiket; uç, ek, eklenti. v. adlandır- be taken ill/sick hastalanmak.
mak, belirlemek, tanımak. have what it takes başarı için ge-
tag along v. eşlik etmek, katılmak. rekli nitelikleri olmak.
tagma n. bir böceğin baş, karın veya what do you take me for? Nasıl bir
göğsü gibi uzak organları. kişi olduğumu zannediyorsunuz?
TAH abv. total abdominal take a backseat ikincil, önemsiz rol
hysterectomy, total karın histerek- almak; ikinci sıraya atmak.
tomisi anlamına kısaltma. take a break v. ara vermek, işi bı-
tail n. kuyruk, kuyruğa benzer bir ya- rakmak, mola vermek.
pı; bir organın veya bir vücut parça- take a lot of nerve v. cesaret gerek-
sının incelmiş veya uzamış kısmı. v. tirmek.
peşinden izlemek; gözetim altında take a lot out of sb v. birine dayan-
tutmak. mak, birinden güç almak.
take a short cut 646 take someone out
take a short cut v. kısa ve doğrudan take into account düşünmek, göz
bir rotaya girmek. önünde bulundurmak, hesaba kat-
take a turn for the worse kötüleş- mak, dikkate almak.
mek, kötüye gitmek. take into consideration dikkate al-
take aback hayrete düşürmek, şa- mak, hesaba katmak.
şırtmak. take it easy v. dinlenmek, rahatsız
take account of hesaba katmak. olmamak.
take advantage of yararlanmak, in- take it from me sözüme inan.
sanları kullanmak. take it out of someone tüm gücünü
take after aynı özellikleri olmak, (ak- kullanmak.
rabalardan birisine) benzemek. take leave of v. ayrılmak.
take apart ayırmak, ayrıştırmak, çö- take no account of hesaba katmamak.
zümlemek. take no notice of aldırmamak, kulak
take away from sth değerini düşür- asmamak, aldırış etmemek.
mek. take off ayrılmak, gitmek, gözden
take back geri çekmek, sözünü geri kaybolmak; çıkarmak; tatile çık-
almak, reddetmek, yadsımak; anım- mak; taklit yapmak; başarılı, popü-
samak; hatırlamak. ler olmak, ün salmak; havalanmak.
take care dikkatli olmak. take on almak, işe almak; tartışmaya,
take care of bakmak, korumak, ilgi- kavgaya başlamak; kabul etmek;
lenmek, özen göstermek. endişelenmek; kiralamak; sürdürmek.
take charge of v. sorumluluğunu al- take one's point anlamak; kabul et-
mak. mek, benimsemek.
take cover sığınmak, siper almak. take out birisi ile bir etkinliğe katıl-
take down yazmak, kaydetmek; mak; birisi ile çıkmak; çıkarmak,
azaltmak, indirgemek, ayırmak; almak; ayrılmak, gitmek.
aşağı çekmek, sıyırmak.
take over v. devralmak, yönetimi ele
take down to v. birisine çocukmuş
almak; tartışmak. ör. Respiratory
gibi davranmak.
function must take over the role of
take effect bir ilaç olarak etkin, iş gö-
oxygenation of the blood. = Solu-
rür hale gelmek.
num işlevi kanın oksijenlenme rolü-
take five (or ten) (beş, on dakika gi-
nü devralmalıdır.
bi) kısa bir mola vermek.
take pains with ones's work işinde
take for varsaymak; dikkate almak;
özen göstermek.
birisiyle karıştırmak, yanlışlıkla ele
almak. take part in v. katılmak.
take for granted v. doğru varsaymak, take pity on acımak.
sorgusuz kabullenmek. take place meydana gelmek, olmak.
take good care of v. bakmak, dikkat take sb/sth in kalacak yer sağlamak;
etmek, özen göstermek. içermek; daraltmak; tam olarak an-
take in v. anlamak, emmek, kabul lamak; kandırmak.
etmek, düşünmek, kandırmak. take someone out of himself /
take into v. ikna etmek, inandırmak. herself üzgün birisini eğlendirmek.
take sth for granted 647 talk sb/sth down
take sth for granted varsaymak. talar adj. ayak bileği kemiği ile ilgili,
take sth out on sb başkalarını üzerek aşık kemiğina ait.
duygularını ifade etmek. talcosis n. silikozla bağlantılı akciğer
take sth over birşeyde sorumluluk sayrılığı.
almak. talent n. kazanılmış veya doğal yete-
take the chair başkan olarak görev nek.
almak, başkanlık etmek. talented adj. becerikli, hünerli, yete-
take the plunge v. farklı bir şey nekli.
yapmak, sonunda eyleme geçmek. talipedic adj. ayağın bükülerek yü-
take to başvurmak, meydana gelmek; kün topuğa bindiği anatomik bozuk-
güvenlik içinde gitmek. luğu olan; sopaya benzer oluşum
take to sb/sth hoşlanmak; bir alışkan- gelişmiş olan.
lığa başlamak; dinlenmek, gizlen- talipes n. aşık kemiği ile ilgili bir
mek, kaçmak üzere bir yere çekil- ayak bozukluğu.
mek. talk v. konuşmak, söylemek. n. ko-
take time off v. (okula, işe) ara ver- nuşma, söyleme, ele alma, görüşme.
mek, tatile çıkmak. know you are talking bir düşünce-
take to v. başlamak. yi kabul etmeyi belirtir, "iyi ki söy-
take up ilgilenmek, başlamak; sor- ledin; ne güzel".
mak; kullanmak; bir öneriyi kabul You can talk! / You are a fine one
etmek; devam etmek; başlamak; is- to talk! / Look who is talking!
tenmeyen bir tarzda kullanmak; tu- (Aynı durumda olduğu için hata bu-
tuklamak. ör. Inhaled M. leprae, lunamayacağı durumları belirtir.)
like M. tuberculosis, is taken up by “Konuşana bak!”, “Sen kendi haline
alveolar macrophages, disseminates bak.”
through the blood, but grows only talk down to sb önemli, zeki birisiy-
in relatively cool tissues of the skin miş gibi konuşmak.
and extremities. talk of the devil (adı geçen birisinin
take up arms silaha sarılmak. gerçekten geldiği durumuı belirtir.)
take up with sb arkadaş olmak, dost “iyi adam lafının üstüne gelir.”
olmak. talk out konuşarak başlamak.
taken up with çok meşgul. talk over doğrudan ve ciddi olarak
take-home n. dış çevreden eve taşı- konuşmak.
nan zehir veya diğer madde (bir iş- talk round fikir değiştirmeye ikna
çinin giysileri üzerinde eve taşınan etmek.
ağır metal tozları gibi). talk sb into sth (birisini birşey yap-
take-off kalkış, uçağın kalkışı; taklit maya) ikna etmek.
etme, gibi davranma. talk sb out of sth (birisini birşey
taking adj. bulaşıcı (sayrı); çekici, yapmamaya) ikna etmek.
alımlı, cazibeli. talk sb/sth down (uçağın, pilotun)
talalgia n. ayak bileğinde duyulan güvenle yere inmesine rehberlik
ağr, bilek ağrısı. etmek.
talk sth over 648 tape
talk sth over tam ve ciddi olarak ko- tang n. keskin tat veya koku.
nuşmak. tangent n. teğet, tanjant.
talk through one's hat aptalca şeyler tangerine n. mandalina.
söylemek. tangled adj. karışık, karmaşık.
talk to/with/about konuşmak, söz tangible adj. açık ve net; gerçek; so-
söylemek. mut; elle tutulur, dokunulabilir; ele
talk turkey bir iş konusunda ciddi ve gelir.
açık konuşmak. intangible adj. dokunmayla hissedi-
talkative adj. konuşkan, geveze. lemeyen, ele gelmeyen.
talker n. konuşan; ikna edici konuşan. tangle v. karmakarışık hale getirmek,
talking point konuşma konusu. karıştırmak, dolaştırmak. n. karışık,
talking to n. kızgın konuşma, aşağı- karışıklık, dolaşık; arapsaçı; küçük
lama, aşağılama. düzensiz yumru, boğum, düğüm.
talks n. resmi görüşmeler. tangy adj. keskin kokulu.
tall adj. yüksek, uzun boylu. tank n. sıvı toplamak ve saklamak
tallow n. koyun eti yağından eritile- için kullanılan araç, tank.
rek elde edilen yağ. Hubbart tank n. fizyoterapide sa-
talo- prefix. aşık kemiği, ayak bileği ğaltım amaçlı kullanılan, içi sıcak
kemiği anlamlarına önek. su dolu geniş kap, tank.
talus n. pl. tali ayak bileği kemiği, tannate n. tanik asit tuzu.
aşık kemiği. tannic acid ağaç kabuklarından yapı-
tame adj. evcil, ehlileştirilmiş, uysal, lan asit.
yumuşak huylu; tatsız, yavan. tannin n. ağaç kabuklarından yapılan
tamp v. bir deliği tıkamak; bastırmak, asit.
bastırarak sokmak. tantalize v. bir şeyi ulaşılamayacağı
tamper v. değişiklik yapmak, karış- yerde tutarak çok istenir hale getir-
tırmak, kurcalamak; kandırmak. mek.
tampering n. bir veriyi yasadışı yolla tantamount adj. aynı değer, güç veya
değiştirme, üzerinde oynama. etkide.
tampon n. tüp şeklinde kanamayı tantrum n. öfke nöbeti, çocuksu huy-
durdurmak için hazırlanmış pamuk suzluk, olağan üstü kızgınlık
tıkaç, tampon. tantum n. öfke; denetlenemeyen kız-
tamponade, tamponage v. tıkaç gınlık.
koymak; tıkamak; tamponla dur- tanyphonia n. vokal kasların gerili-
durmak. minden kaynaklanan ince, zayıf ses.
tamponing, tamponment n. tıkaç tap v. hafif fakat işitebilir şekilde
yerleştirme, tıkama. vurmak, dokunmak; sızdırmak; iğne
tan n. hafif sarımsı kahverengi renk. veya katederle bir boşluktan sıvı
suntan n. güneşlenmeyle derinin çekmek. n. hafif hafif vurma, hafif
aldığı kahverengi renk. darbe.
tandem n. birbirine bitişik bulunan tape n. şerit; bağ veya dikiş aracı ola-
polinükleik asitte aynı dizilişin çift rak kullanılan ince, düz tendon par-
kopyesi, tandem. çası veya yapay madde.
tapetum 649 teaching hospital
tapetum n. pl. tapeta zarımsı tabaka, tartrated adj. tartar veya tartarik asit-
örtü. le birleşmiş, tartar veya tartarik asit
tapeworm n. tenya, şerit, yassı solu- içeren.
can. ör. Tapeworms are parasites tartrazine n. sarı asit boyası.
that live in human intestines. task n. ödev, görev, iş.
taphephobia n. diri diri gömülme tastant n. duyu gözelerini uyaran
korkusu. kimyasal.
tapping n. serum, kan, irin v.d.’lerini taste v. tatmak, tadına bakmak, de-
çıkarmak için iğnenin vücuda so- nemek; algılamak, ayırt etmek. n.
kulması. tat, lezzet, çeşni.
tar n. katran. tastebud n. dil üzerindeki tat alma
tarantula n. ısırığı son derece acı ve- hücreleri.
ren büyük bir örümcek türü, tasteful adj. tatlı, lezzetli.
tarantula. (Yaygın inanışın tersine tasty adj. lezzetli, tatlı.
ısırığı insanlarda ölümcül değildir.) tattle v. dedikodu, başkalarının özel
tardiness n. gecikme, geç kalma. işleri hakkında konuşma.
tardive adj. gecikmiş, geç kalmış. tattoo v. iğne ile delerek cilt üzerine
tardy adj. gecikmiş, geç kalmış. resim yapmak, dövme yapmak. n.
tare n. burçak. bu şekilde yapılmış resim, dövme.
target n. hedef; amaç, erek. ör. Lungs tatty adj. dağınık, kötü durum.
are the major target of common taunt v. yüzüne vurmak, alay etmek,
outdoor air pollutants. dalga geçmek. n. alay.
targeting n. hedeflenme; belli göze- tax n. vergi.
sel alanlara belli proteinlerin yön- taxing adj. büyük çaba gerektiren.
lendirilmesi. taxoid n. kansere karşı ilaç grubun-
tarnish v. karartmak, donuklaştırmak; dan herhangi bir ilaç.
taxon n. pl. taxa canlı varlıkların ve-
lekelemek, sıkıcı hale gelmek. n. sı-
ya organizmaların dizgesel sınıflan-
kıcılık, matlık, donukluk, karartma.
dırılmasında belli bir düzey veya
adj. renksiz, mat.
küme
tarso-, tars- prefixes. ayakbileği; göz
taxonomy n. sınıflandırma.
kapağı anlamlarına önekler. ör. tar-
tea n. çay.
sal adj. ayakbileği veya gözkapağı
teabag n. küçük bir torba çay.
ile ilgili.
tea break çay molası, işe kısa süre
tarsen adv. Tarsus içinde.
ara verme, kısa dinlenme.
tarsus n. pl. tarsi ayak bileği; ayak tea caddy çay konulan kutu, vb.
kökü; gözkapağının kenarlarını tea-pot çaydanlık.
oluşturan tabaka, tarsus. teach v. öğretmek, okutmak, ders
tart adj. ekşi; asit tadında, keskin vermek.
tadlı. teaching n. öğretme, öğretim.
tartar n. diş üzerindeki kireç benzeri teaching hospital tıp öğrencilerinin
sarımsı beyaz madde; kötü huylu uygulama yaptığı hastane, uygula-
kişi. ma, eğitim hastanesi.
team 650 telergy
teniola n. ince yassı kurt, band şek- tera- (T), terato- prefies. trilyon; te-
linde bir yapı. ras anlamlarına önekler.
tennity n. dirençsiz, kolay kırılabilen. teras n. pl. terata eksik, gereksiz,
teno- , tenon- , tenont- , tenonto- yanlış konumlanmış, veya tamamen
prefixes. tendon anlamına önekler. şekil bozukluğu olan embriyo veya
tense adj. gergin, sıkı, katı, sert, sinir- fetüs; teras.
lilik gösteren; v. germek, gerilmek, teratic adj. terasla ilgili.
sıkılaştırmak. teratoid adj. terasa benzeyen.
tensed-up gergin, çok kızgın. teratoma n. içinde oluştuğu organda
tensiometer n. tansiyon ölçer. normalde bulunmayan doku içeren
tension n. gerilim, gerginlik, tansiyon. dokulardan oluşmuş ur, tümör.
arterial tension n. arter içindeki teratosis n. teras oluşturan anomali.
kan basıncı. terebration n. sıkıcı.
tissue tension n. dokular veya gö- teres, teretis n. pl. teretes yuvarlak
zeler arası denge, eşitlik. ve uzun kas.
tensile adj. gerilme, gerilim, gerilebilen. tergal adj. arkaya ait, arka ile ilgili,
tensor n. bir beden parçasını sıkılaştı- dorsal.
ran ve gerginleştiren kas. tergum n. arka, geri.
tent n. solunan havadaki okşijen yo- termagent n. adj. kavga, tartışma çı-
ğunluğunu ve nemi denetlemek için karan kadın; şirret.
çeşitli solunum sağaltımında kulla- term v. adlandırmak, ad vermek, eti-
nılan örtü, çadır, tente bir kanal ve- ketlemek. n. dönem, devre, süre; te-
ya sinüse sokulan emici silindir. v. rim, deyiş.
bir deri parçası veya dokuyu tente termi- prefix. son, uç anlamlarına
görünümü verecek şekilde çekmek önek.
veya kaldırmak. terminad adv. sona / sınıra doğru.
tentacle n. dokunaç. terminal adj. kol ve bacaklarla ilgili,
tentative adj. değişebilen, geçici, de- bir yapının sonuyla ilgili, ölüme ne-
neysel; belirli veya tespit edilmiş den olan, sonuncu, sonla ilgili. n.
olmayan, şüpheli. son, sonumlanma, sonlanma, bitme;
tentorium n. pl. tentoria zar-örtü, uç. ör. Each neuron has terminal
düz bölme, ince duvar. fibers.
tenterhooks n. sinirli, endişeli du- terminal cancer ölümcül kanser.
rumda; meraklı bir bekleyişte. terminate v. bitirmek, son vermek,
on tenterhooks meraklı bir bekle- sona erdirmek. ör. The treatment
yişte. terminated when the patient
tentigo n. alışılmamış cinsel istekler. regained use of his hand.
tenuous adj. hafif, önemsiz, ufak, za- termination n. son, sonlanma, uç, si-
yıf; duyarlı, hassas, ince. nir uçu; gebeliğin sonlanması.
tepid adj. ılık. terminus n. pl. termina sınır, son.
tepidity n. ılıklık. termolecular adj. üç moleküllü.
ter- prefix. üç anlamına önek. ör. terms n. koşullar, şartlar.
tercentenary n. üç yüz yıllık. by the terms of -ın gereğince.
ternary 654 tetrad
thoughtfully adv. saygı ile, düşünceli the threshold required to initiate the
bir tarzda. impulse.
thoughtless adj. düşüncesiz, saygısız, trio n. üçlü, üçlü grup, üç kişiden
bir fikri olmayan. oluşan oyuncu veya şarkıcı grubu.
thousand adj. bin. thrifty adj. azla yetinen, idareli, tu-
thousands adj. binlerce. tumlu.
thousandth adj. bininci, binde bir. thrill n. ani heyecan. v. heyecanlanmak.
thrash v. ezmek, yenmek; dövmek. thrive v. büyümek, gelişmek, yetiş-
thread n. tel, telcik, lif, iplik, ince di- mek. ör. Some bacteria thrive
kiş malzemesi; ipliğimsi bir yapı. mainly on the body’s surface layers.
thready adj. lif lif, tel tel, iplik gibi, thrix n. saç.
zayıf, incecik. throat n. boğaz.
threat n. davranma, davranış; tehdit. sore throat n. boğaz ağrısı.
v. tehdit etmek, tehlikeye sokmak. throb v. zonklamak, düzenli olarak
threaten v. tehdit etmek, uyarmak. şiddetle atmak, vurmak. n. zonkla-
threatening adj. tehdit edici. ma, atma, vurma.
life-threatening adj. yaşamı tehdit throbbing adj. zonklayıcı.
edici. ör. Gullian-Barre syndrome throes n. ani şiddetli ağrılar.
is one of the most common life- death throes ölümcül ağrılar.
threatening diseases of the thrombo- thromb- prefixes. pıhtı an-
peripheral nervous system. lamına önekler. ör. thrombosis n.
three n. üç. pıhtı, kan pıhtısı.
three-dimensional, 3D, adj. üç bo- thrombocyte n. platelet, çekirdeksiz
yutlu. küçük kan gözesi, kan pulcuğu,
threefold adj. üç katı, üç misli; üç trombosit.
katlı. ör. Unopposed estrogen thrombosis n. pl. thromboses pıhtı
therapy increases the risk of oluşumu veya varlığı, pıhtılaşma. v.
endometrial carcinoma threefold to pıhtılaşmak, pıhtı oluşturmak. ör.
sixfold after 5 years of use. Hemorrhoids sometimes thrombose,
threepenny adj. değersiz; üç penilik. and in the distended state, they are
three-phase adj. üç fazlı. prone to ulceration. = Hemoroid
threescore adj. altmış. bazen pıhtı oluşturur, ve bu şişkin
threepiece adj. üç parçada, üç parça- durumda, ağrılı ülserleşme eğilimi
dan oluşan. gösterir.
threequarter adj. üç çeyrek, dörtte üç. thrombus n. pl. thrombi pıhtı, kan
threesome n. üçlü ekip, grup, takım. pıhtısı. ör. Thrombi in the legs tend,
threshold n. stimulusun ilk duyumu on the whole, to arise insidiously
ürettiği nokta; bir uyarıyı algılama- and to produce in the early stages
nın en düşük sınırı; bir yapının he- few signs or symtoms. = Bacaklar-
yecanlanmasını sağlayan en küçük daki pıhtılar genel olarak, sinsice
uyarı; eşik, başlangıç. ör. The nevre ortaya çıkmak ve ilk aşamalarda
impulse is transmitted unless the birkaç bulgu ve semptom üretmek
stimulus is strong enough to reach eğilimindedirler.
throng 660 thrust
throng n. kalabalık. v. kalabalık oluş- throw good money after bad iyi bir
turmak, bir yere birikmek. sonuç alınamayacağı belli bir işe
be thronged with bir yere dolmak, para yatırmak.
doluşmak. throw off v. rahatsız etmek, şaşırt-
throttle v. sıkmak, boğazını sıkmak, mak, terk etmek.
boğazını sıkarak boğmak. throw one’s hat into the ring katıl-
through prep. arasından, içinden, bir mak ve yarışmak.
baştan öbür başa, yoluyla, aracılı- throw one’s weight about / around
ğıyla. adv. baştan başa, baştan sona emir vermek.
kadar. throw oneself at (birisinin) üstüne
all through sürekli, her zaman. gitmek; sevgisini kazanmaya çalış-
be through with bitmek. mak.
go through with bitinceye dek sür- throw oneself into isteyerek ve etkin
dürmek. bir şekilde bir iş içinde yer almak.
see sth through with bir şeye so- throw out v. çıkarmak, yaymak; ra-
nuna dek yardımcı olmak. hatsız etmek, şaşırtmak.
through and through her yönden, throw sb over bir ilişkiye son vermek.
her bakımdan, tamamen. throw sb/sth back on sth bir şeye
throughout prep. adv. baştan başa, bağımlı hale getirmek.
her yerinde, her tarafında, her kıs- throw sb/sth off kurtulmak; iyileş-
mında, tamamiyle. ör. At birth, all mek; sağalmak; kaçmak; yolunu şa-
the marrow throughout the skeleton şırtmak.
is active and is virtually the sole throw sb/sth out başından atmak; -
source of blood cells. = Doğumda, den kurtulmak; reddetmek; yadsı-
iskeletin her tarafında bulunan bü- mak; sonucuna bakmadan konuş-
tün ilik aktiftir ve kan hücrelerinin mak; şaşırmak.
gerçekten tek kaynağıdır.
throw sth (back) in one’s face biri-
throughput n. belli bir sürede yapı-
sinin hatasını yüzüne vurmak.
labilecek test sayısını belirlemede
throw sth away başından savmak;
kullamılan analitik araç..
atmak; -den kurtulmak; boşa har-
throw v. atmak, fırlatmak, şaşırtmak,
camak; aptalca kaybetmek.
uzatmak, altüst etmek. n. atma, fır-
throw sth in birşeye ek olarak fiyat
latma.
attırmadan vermek.
throw about v. dağıtmak, saçmak.
throw sth open halka açık tutmak.
throw away v. atmak, çar çur etmek.
throw back v. geri atmak, püskürt- throw up durdurmak; çıkarmak,
mek, sürmek. kusmak; üretmek, meydana getir-
throw caution to the winds bir dav- mek; terk etmek, vaz geçmek.
ranışın kötü sonuçlarına ilgi gös- thrush n. bulaşıcı ağız hastalığı,
termemek; bilerek riski göze almak. ağızda mantar sayrılığı, pamukçuk.
throw cold water on cesaretini kıra- thrust v. dürtmek, itmek, batırmak,
cak şekilde konuşmak, iptal etmeye saplamak; sıkıştırmak, sokmak. n.
zorlamak. saplama, sokma, dürtme; dürtüş, itiş.
thrust into 661 t. i. d.
tidal adj. dalgaya benzeyen, dalgalar- until prep. ...e kadar, ...a kadar, ...e
la ilgili, alçalıp yükselme ile ilgili; dek, değin.
dalgalı, dalgası olan. tilt n. eğiklik, eğrilik.
tide n. dalga; gel-git; inme ve çıkma; tilth n. toprağı işleme, sürme; çiftçilik.
alçalma ve yükselme, azalma ve timber n. kereste.
artma. time n. zaman, vakit; defa, kere, kez,
tidbit n. çok lezzetli lokma. esna, an, saat, mevsim; devir, çağ
tidy adj. düzenli, düzgün, temiz, derli about time zamanında, beklenen
toplu, tertipli. v. düzenlemek, derle- zamandan önce.
yip toparlamak. after a time bir süre sonra.
untidy adj. dağınık, tertipsiz, dü- against time belirli bir zamanda bir
zensiz. işi bitirme; dar vakit.
tidily adv. düzenli olarak, tertipli bir ahead of time beklenenden önce,
şekilde. vaktinden önce, erken.
tidiness n. tertiplilik, temizlik, düzen- all the time sürekli; geçen zaman
lilik. süresince.
tie v. düğümlemek, bağlamak, iliştir- as times go bu günlerde.
mek, bağlanmak, düğümlenmek; as time went by zaman geçtikçe.
berabere kalmak. n. bağ, düğüm; at all times daima, her zaman.
ilişki, bağ, bağlantı; ayak bağı, en- any time her zaman, her ne zaman.
gel; sayı eşitliği, beraberlik. at any time her an, her hangi bir
tie sb down özgürlüğünü kısıtlamak; zamanda.
birşey yapmaya zorlamak. at no time hiç bir zaman.
tie in with yakın ilişkisi olmak; karşı- at one time bir defada; önceleri, bir
lamak; karşılık gelmek. zamanlar, vaktiyle.
tie sth up işe para yatırmak; paranın at other time başka zamanda, baş-
serbest kullanımına sınırlama ge- ka bir fırsatta.
tirmek; bağlamak; birleştirmek, ser- at the present time şu anda, şimdi.
best hareketini sınırlamak. one at a time birer birer.
tie-in n. ilişki. two at a time ikişer, ikişer, iki tane
tier n. kuşak, bağ. birden.
tie-up n. trafik tıkanıklığı; grev nede- at the same time bununla birlikte,
niyle çalışmaya ara verma, iş bıra- yine de, aynı zamanda.
kımı. at the time o anda.
tiger n. kaplan. at times bazen.
tight adj. dar, sıkı, gergin, gerilmiş. behind the times eski, köhne.
tighten v. kasmak, sıkmak, germek. behind time gecikmiş, geç.
tightly adv. sımsıkı, sıkıca. between times bazen, arada bir, ara
tightness n. gerginlik, sıkılık. sıra.
a tight corner içinden çıkılması by the time …dığında, … dığı za-
güç durum. man.
till prep. ...e kadar, ...a kadar, ...e dek, by this time şimdi.
değin. v. kazmak, işlemek, sürmek. every time her zaman.
time 663 tin
every time I see her onu her gör- many times sık sık.
düğümde. next time gelecek sefere.
for a time kısa bir süre için. on time dakik; programa uygun,
for the time being şu anda, şimdi; tam vaktinde.
şimdilik, geçici olarak. out of time düzensiz, temposuz.
for time out of mind çok uzun bir small time küçük çaplı, önemsiz,
süre için. ikincil.
from this time bundan sonra. take a long time to çok vakit al-
from that time o zamandan beri. mak, bir işi çok uzatmak.
from time to time bazan, çok sık this time last year geçen sene bu
değil, ara sıra, arada bir. zamanda, bir yıl önce.
have a good time hoş vakit geçir- this time five months beş ay sonra.
mek. up to the present time şimdiye ka-
have a lot of time for hoşlanmak dar, şu ana dek.
ve saygı duymak. waste time zaman geçirmek.
have no time for hoşlanmamak, What’s the time? What time is it?
birlikte zaman geçirmeye isteksiz Saat kaç?
olmak. work against time zamana karşı
in a month's time bir aylık süre yarışmak, az zaman kaldığından çok
içinde, bir ayda. hızlı çalışmak.
in due course of time zamanında, time after time sürekli, tekrar tekrar,
kararlaştırılan zamanda. defalarca.
in good time uygun zamanda, tam time and again tekrar tekrar, sürekli.
zamanında. time and time again sürekli.
in no time hemen, derhal, çarçabuk, time is up! Süre doldu. Vakit tamam.
göz açıp kapayıncaya kadar. times without number tekrar tekrar.
in no time at all çok çabuk. timeless adj. sonsuz.
in time verilen süre içinde, verilen time-saving adj. saman kazandıran.
süre bitmeden, vaktinde; erkence; time-table n. tarife, çizelge, ders
en sonunda, nihayet. proğramı.
in a week’s time bir haftada, bir haf- timing n. zamanlama.
ta içinde, bir haftalık süre zarfında. timely adj. tam zamanında, tam ye-
it’s time … zamanı. rinde.
it’s high time tam zamanı. timid adj. korkak, cesaretsiz, kendine
just in time tam zamanında. güveni olmayan, utangaç, çekingen,
keep time doğru çalışmak, istenen sıkılgan.
zamanlarda bulunmak. timidity n. utangaçlık, çekingenlik,
keep good time (saat) doğru çalış- ürkeklik.
mak. timorous adj. ürkek, korkak, çekin-
keep up with the times zamana gen, kendine güveni olmayan.
ayak uydurmak. tin n. konserve, teneke kutu; kalay. v.
loose time zaman yitirmek. konserve yapmak; kutuyu kapatarak
many a time sık sık, birçok defa. korumak.
tinct 664 tittle
tinct abv. L. tinctura, alkol içindeki the tip of the iceberg büyük bir so-
çözelti anlamına kısaltma. runun/durumun açıkta olan kısmı,
tinctable adj. boyanabilir. buzdağının yüzeydeki kısmı.
tinction n. boya, boya preperatı; bo- tip off n. uyarı.
yama. tip toe n. parmak ucu. v. parmak ucu-
tinctorial adj. boyama veya renklen- na basarak yürümek.
dirme ile ilgili. tip-top mükemmel, en kaliteli.
tinctura n. pl. tincturae alkol içinde- tipple v. içkiye düşkün olmak.
ki çözelti, tentür. tipsy adj. çakırkeyif, hafif sarhoş.
tincture n. tentür. tirade n. uzun eleştirel konuşma.
tine n. ince, sivri uç; deri içine antijen tire v. bitkin düşürmek, bitirmek,
yerleştirmek üzre kullanılan alet. yormak; bıktırmak, usandırmak;
tinea n. saç, deri, veya tırnakların çekmek, bıkmak, yorulmak, usan-
keratin bileşiminde görülen bulaşıcı mak.
mantar enfeksiyonu; tinea. tire out v. bitmek, tükenmek, bitkin
tinfoil n. son derece ince kalay yap- düşürmek, bıktırmak, mecalsiz bı-
rağı, ince tabaka halindeki kalay. rakmak, yormak, usandırmak.
ting v. çınlamak. tired adj. yorgun, bitmiş, tükenmiş,
tinge v. renk vermek. usanmış.
tingibility n. boyanabilirlik. be tired of bıkmak, usanmak.
tingible adj. boyanabilir, boyanma tireless adj. yorulmak bilmez, yorul-
özelliği olan. maz, usanmaz.
tingle v. metalik ses çıkarmak, çınla- tiresome adj. yorucu, usandırıcı, sıkı-
mak, karıncalanmak, sızlamak, tit- cı, bıkkınlık verici.
remek, yanmak. n. çınlama, çıkarı- tiring adj. yorucu, yorgunluk verici,
lan metalik ses. yıpratıcı.
tingling n. şiddetli ağrı. tissue n. doku.
tinned adj. konservelenmiş. tissue paper hafif ince kağıt.
tinnitus n. kulakta duyulan uğultu, tissue of lies tamamen yalan.
kulak çınlaması, bu çınlamanın ver- tissular adj. dokuyla ilgili, dokuya
diği rahatsızlık. ait.
tint n. hafif renk, soluk renk. v. tissues n. kağıt mendil.
hafifce renklendirmek. tit n. meme, meme ucu; yumruk.
tiny adj. ufacık, minicik, küçücük, titan n. dev.
önemsiz; ucuz ve kötü yapılmış; te- titanic adj. dev gibi.
neke gibi. titchy adj. son derece küçük, minicik.
-tion suffix. ad yapım soneki. ör. titillate v. gıdıklamak.
provocation. title n. kitap, tablo veya oyuna verilen
tip n. sivri uç, uç, nokta, ince uçlu ad; başlık; unvan.
uzantı; bahşiş. v. hafifce itmek. titter v. aptal aptal gülmek, kıs kıs
on the tip of one's tongue hemen gülmek.
anımsanamayan, dilinin ucuna gelip titties n. göğüsler.
anımsanamayan. tittle n. zerre; nokta.
titubate 665 to
catch the plane. 7. too+adj (sı- tolerant adj. katlanan, hoş gören.
fat)+to-v kalıbında kullanılır, olum- intolerant adj. tahammül etmeyen,
suzluk belirtir: It is too cold to go katlanamayan, hoş görmeyen.
out. 8. adj (sıfat)+enough+to-v ka- tolerantly adv. hoş görerek.
lıbında kullanılır, olumlu anlam be- tolerate v. dayanmak, katlanmak, ta-
lirtir: It is cold enough to snow. 9. hammül etmek; hoş görmek. ör. In
söze girişlerde kullanılır: To be general, the anterior pituitary
honest, I haven't got any information tolerates ischemia reasonably well.
about it. To put it another way, do tolerize v. katlanmak.
you love her? 10. There -tome suffix. kesici alet, parça, kısım,
is/are+n+to-v kalıbında kullanılır: bölüm, kesim, tomografi, cerrahi,
There are plenty of things to eat. kesi, kesme anlamlarına sonek.
toast v. ekmek kızartmak; şerefe iç- tomentum, tomentum cerebri n. be-
mek. n. kızarmış ekmek; şerefe içme. yin korteksi ile beyin-omurilik ince
tobacco n. tütün. zarı arasından geçen son derece ince
tobacosis n. nikotin zehirlenmesi. kan damarları.
toco- prefix. doğum, çocuk doğurma tomography n. X ışınlarıyla beden
anlamlarına önek. parçalarını ince kesitler halinde gö-
tocology n. kadındoğum; gebelik ve rüntüleme, tomografi.
doğumu konu alan bilim dalı. -tomy suffix. kesme işlemi, cerrahi
tocophobia n. çocuk doğurmaya karşı anlamlarına sonek.
duyulan korku. tone n. ton, perde, nüans; tonüs; din-
toddle v. (çocuk) sıralayarak yürü- lenme halindeki kasın gerginliği;
mek. dokunun sıkılığı; tüm organların
toe n. ayak parmağı. normal işlevi.
toe-drop n. parmak inmesi nedeniyle tone sth down birşeyin şiddetini
parmakları hareket ettirememe. azaltma.
toenail n. ayak parmağı tırnağı. toneless adj. canlılık belirtisi göster-
together adv. beraber, birlikte, bir meyen, sıkıcı.
arada, bir araya. ör. In asphyxia tongue n. dil.
produced by occlusion of the tongue-swallowing n. boğulmaya
airway, acute hypercapnia and neden olan dil yutma.
hypoxia develop together. = Hava tonic adj. sağlıklı, güç verici; sürekli
yolunun tıkanmasıyla meydana ge- kasılma gösteren.
len aspikside, akut hiperkapni ve tonicity n. kas ve organların gerginliği.
hipoksi birlikte gelişir. tono- prefix. gerginlik, tonüs, bası,
toilet n. doğumdan sonra gebe hasta- baskı anlamlarına önek.
nın temizliği; ameliyat sonrası yara tonsil n. bademcik.
yüzeyinin temizlenmesi; diş hekim- tonsilar adj. bademcikle ilgili
liğinde, çürüğün temizlenmesi. tonsilitis n. bademcik yangısı.
tolerable adj. katlanılır, dayanılır. tonsillo- prefix. bademcik anlamına
tolerance n. hoş görme, katlanma. önek.
tonus 667 touch on/upon
touch sb for sth birisini para vermeye toxic adj. zehirli. ör. A toxic
ikna etmek. condition results from taking too
touch sb/sth up ufak değişiklerle ge- many drugs.
liştirmek; birisine cinsel olarak uy- toxicity n. zehirlilik. ör. The site of
gunsuz bir biçimde dokunmak. toxicity is frequently the site where
touch sth off v. başla(t)mak; neden metabolism or excretion of toxic
olmak; patlatmak. metabolites occur.
touch on v. belirtmek, konuşmak, uğ- toxin n. zehir.
raşmak. toxicant adj. zehirli. n. zehir.
touch-and-go adj. riskli; sonucu be- toxicoid adj. zehir etkisi gösteren;
lirsiz. geçici olarak zehirleyici.
touched adj. iyilik bilen; minnettar toxicosis n. zehir kökenli herhangi bir
olan; hafif çatlak; kaçık. sayrılık; sistemik zehirleyen (et-
touching adj. acıma, sempati; iç par- ken).
çalayıcı; dokunaklı, duygulandırıcı. toxiferous adj. zehirleyici, zehirli.
touchstone n. ölçüt. toxinosis n. zehir etkisiyle ortaya çı-
tough adj. sert, güç, çetin, dayanıklı; kan bir semptom veya sayrılık.
inatçı, zorlu. toxoid n. zehirleme gücü kimyasal iş-
toughen v. sertleştirmek, sertleşmek. lemle giderilmiş fakat antigenite
toughness n. sertlik, dayanıklılık, özelliğini koruyan toksin, toksoid.
sağlamlık. toxipathy n. zehirlenmeden kaynak-
tour v. gezmek, dolaşmak. n. gezinti, lanan sayrılık.
dolaşma. toy n. oyuncak.
on a tour turda, seyahatte. trabecula n. pl. trabeculae bölmecik,
tourniquet n. kanamayı durdurmak küçük süngerimsi kemik maddesi;
için kol veya bacağı sımsıkı sarma- iki veya daha fazla göze genişliğin-
da kullanılan araç, turnike. de kanserli doku bandı; trabekül.
tousle v. dağıtmak, karıştırmak. trace v. araştırmak, incelemek, izle-
tow v. çekmek. mek, izinden gitmek. n. iz, eser, be-
tow away v. çekerek uzaklaştırmak. lirti.
towards prep. –e doğru, yönünde; için. traceble adj. izlenebilir.
towel n. havlu. trachea n. pl. trachea soluk borusu,
tox-, toxi-, toxico-, toxo- prefixes. trake.
zehir, ağı, toksin anlamlarına önek- trachelo-, trachel- prefixes. boyun
ler. anlamına önekler.
toxanemia n. kan zehirlenmesinden tracheo-, trache- prefixes. soluk bo-
kaynaklanan anemi. rusu anlamına önekler.
toxemia n. sistemdeki organizmalar- trachitis n. soluk borusu yangısı.
dan emilen zehirlenmelere bağlı bir trachoma n. trahom.
sayrılık; kan zehirlenmesi. tracing n. elekreiksel veya mekanik
toxemic adj. kan zehirlenmesine bağlı. kardiovaskular olayları gösteren
toxenzyme n. zehirli bir enzim. grafik gösterge.
track 669 transducer
track n. bir amaca hizmet eden organ kan basıncı düzeyi çoklu genetik,
dizgesi; iz, yol, patika, geçit, hat. v. çevresel ve nüfus faktörlerinin kar-
izlemek, -e gitmek. şılıklı ilişkisiyle saptanan karmaşık
track down v. avlamak, ele geçirmek, bir özelliktir.
izlemek, keşfetmek, yakalamak. trample v. ezmek; ayak altında çiğ-
tract n. sistem, dizge, aygıt, cihaz. ör. nemek.
The digestive tract is a continuous tramp v. yürümek.
tube from the mouth to the anus. trance n. kendinden geçme, etrafta
traction n. çekme, çekilme; kol veya olup biteni farkedemeyecek kadar
bacağa uygulanan çekme gücü. dalma, trans, geçki.
tractor n. bir organ veya yapı üzerin- tranquil adj. sakin, sessiz, dingin,
de çekme gücü oluşturan alet. durgun.
tractotomy n. beyinkökünde veya tranquilize v. (ilaçlarla) yatıştırmak,
omur ilikte sinir hattının çıkarılması. durgunlaştırmak, sakinleştirmek.
tractus n. yol, iz, demet, kordon, şerit. tranquilizer n. yatıştırıcı, sakinleşti-
tradition n. gelenek, görenek. rici ilaç.
traditional adj. geleneksel. trans- prefix. öte, ötesinde; arasında
traditionally adv. geleneksel olarak. anlamlarına önek. ör. transpolar
traffic n. araç gidiş gelişi, araç seyri, kutup ötesinde bulunan. transatlantic
trafik. atlantiğin öbür kıyısında bulunan.
traficking adj. ilerleyen. transact v. yapmak, yapıp bitirmek,
tragus n. pl. tragi dış kulak yolu boş- görmek.
luğu önünde oluşan dile benzer transaction n.iki veya daha fazla ki-
uzantı, tragus. şinin karşılaşmasından kaynaklanan
trail n. iz, eser. v. izlemek, arkasın- etkileşim, karşılıklı etkileşim; iş
dan gitmek, sürüklenmek. yapma, yönetme.
transaudient adj. ses dalgalarını ge-
train v. eğitmek, öğretmek, yetiştirmek.
çiren.
trained adj, eğitim almış, yetiştirilmiş.
transcend v. (bir sınırı) aşmak, geç-
trained nurse n. diplomalı/yetişmiş
mek.
hastabakıcı.
transcontinental kıtayı geçen.
trainee n. öğrenci, stajyer.
transcription n. bir DNA molekülü
trainer n. yetiştirici, eğitmen.
tarafından mesajcı RNA molekülü
trainers n. pl. spor ayakkabıları.
üretimi. ör. During transcription,
training n. yetiştirme, eğitim; rehber-
one strand of the DNA molecule
lik, öğretim; talim, idman, hazırlık produces a single-stranded
çalışması. messenger RNA molecule.
trait n. özellik. ör. The blood pressure transduce v. viral enfeksiyonla hüc-
level in any individual is a complex reden hücreye genetik materyal ta-
trait that is determined by the şınmasını etkilemek.
interaction of multiple genetic, transducer n. enerjiyi bir formdan
environmental, and demographic diğerine dönüştürmek üzere tasar-
factors. = Herhangi bir bireydeki lanmış alet, transduser.
transduction 670 translucency
translucent adj. ışık geçiren, yarı ge- ma, nakil; kendinden geçirme, coş-
çirgen. turma.
transmembrane adv. zar içinden, zar transportation n. taşıma, nakil; taşı-
arasından. ma aracı.
transmissible adj. kişiden kişiye ge- transporter n. taşıyıcı; aktif taşımayı
çirilebilen. gerçekleştiren protein kompleksi.
transmission n. ulaştırma, geçirme, transpose v. bir organ veya dokuyu
nakletme, taşıma. ör. Transmission bir başkasının yerine aktarmak; dü-
of communicable diseases can be zenini veya konumunu değiştirmek.
direct or indirect. // The transmission transposition n bir yerden diğerine
of inherited characteristics from taşıma, nakletme; vücut içinde yan-
parent to offspring is studied in lış yerde bulunma; genom içinde
genetics. yeni bir alana hareket etme.
transmit v. aktarmak, iletmek geçir- transsection n. çapraz kesi.
mek, göndermek, yaymak. ör. transsegmental adj. segment içinden,
Rabies is transmitted to humans by segment aracılığıyla.
the bite of a rabid animal, usually a transsexual n. cerrahi yollarla cinsi-
dog, although various wild animal yet değiştirmiş kişi.
populations form natural reservoirs. transude v. sızmak, terlemek.
transmural adj. vücut, kist veya her- transudation n. terleme, sızma.
hangi bir içi boş yapı duvarı yoluyla transverse adj. enine, enlemesine,
olan. çaprazlama. ör. The tube-within-a-
transmutation n. değişiklik, değişim, tube body plane is clearly seen in a
dönüşüm, transmutasyon. transverse section through the ab-
transparency n. saydamlık, geçirgen- domen of an earthworm.
lik. transversely adv. çarprazlamasına,
transparent adj. geçirgen, saydam. enine.
transpiration n. sızma, sızdırma, ter- transvestism n. karşıt cinsin giysile-
leme, vücuttan deri yoluyla ter veya
rini giyme isteği.
gaz atma/çıkarma. ör. The skin acts
transvestite n. karşı cinsin giysilerini
as an organ of excretion through
giymekten tatmin olan kimse,
the process of transpiration.
transvest.
transpire v. sızmak, sızdırmak, bı-
trap n. kapan, tuzak. v. yakalamak,
rakmak, çıkarmak, driden ter sız-
tuzağa düşürmek, kapana kıstırmak,
dırmak.
tutmak.
transplant v. yerini değiştirmek; bir
dokuyu/organı başka bir alana taşı- set a trap tuzak kurmak.
mak. trapezium, trapezia, n. pl.trapezium
transplantation n. nakil, organ nakli. yamuk.
transport v. biyolojik sistemlerde bi- trapezoid adj. yamuğa benzeyen
yokimyasal maddeleri taşımak, nak- trash v. zarar vermek, hasar vermek,
letmek, kendinden geçirmek, coş- kirletmek. n. düşük kaliteli, düşük
turmak, başını döndürmek. n. taşı- değerli.
trauma 672 trichology
typhinia n. ateşin neden olduğu uyku typing n. kan tipine göre sınıflandır-
hali, uyuşukluk. ma; kan tiplemesi.
typewriter n. yazı makinesi, daktilo. typus n. tür, çeşit, tip.
typhlo-, typhl- prefixes. körbağırsak, tyran n. zalim, gaddar, tiran.
çekum; körlük anlamlarına önekler. tyrannic, tyranical adj. gaddarca, za-
typhlon n. kör bağırsak, çekum. limce; gaddar, zalim.
typhlosis n. körlük. tyranise v. ezmek, zulmetmek.
typho- prefix. tifüz, tüfüse benzeyen; tyranism n. gaddarlık, zalimlik.
tifo anlamlarına önek. tyranny n. gaddarlık, zorbalık, zu-
typhoid adj. tüfüse benzeyen, ateşten lüm; zorbalık iktidarı, zulüm yöne-
kaynaklanan uyuşukluk özelliği timi.
gösteren; tifoya benzeyen. n. tifo. tyrant n. despot, zorba hükümdar.
typhoid fever n. tifo, tifo basilinin tyre, tire n. tekerlek, otomobil, bisik-
neden olduğu bulaşıcı ve ateşli say- let lastiği.
rılık. tyremesis n. yenidoğan kusmuğu.
typhoidal adj. tifo ile ilgili, tifoya tyro n. deneyimsiz (kişi).
benzeyen. tyrogenous adj. peynirden kaynakla-
typhus n. tifüs. nan, peynir kökenli.
typhous adj. tifüsle ilgili. tyroid adj. peynirimsi, kazeöz.
typhogenic adj. tifüs yapan. tyroma n. peynirimsi ur.
typlosis n. körlük. tyrosis n. yenidoğan kusmuğu; yu-
typical adj. türe uygun, tipik, örneğe muşama, peynir görünümü alma.
uyar, tipe özgü. tzetze n. çeçe sineği.
typically adv. belirgin olarak.
typify v. bir türün belirgin örneği ol-
mak, simgesi olmak, temsil etmek,
simgelemek.
U,u
unsparing adj. haşin, sert, acımasız; unsuccesful adj. başarısız; boş, so-
cömert, bol; yorulmayan. nuçsuz, etkisiz.
unspeakable adj. iğrenç, çok kötü, unseuccesfully adv. başarısız bir şe-
ağza alınamaz; tarif edilemez. kilde, başarısızlıkla.
unspecialized adj. özel işlevi olma- unsuitable adj. uymayan, yakışma-
yan; uzmanlaşmamış. yan, uygunsuz, yakışıksız.
unspoiled adj. bozulmamış; şımar- unsullied adj. temiz, lekesiz.
mamış. unsurpassed adj. benzersiz, eşsiz,
unspoken adj. söylenmemiş. emsalsiz.
unspotted adj. beneksiz, lekesiz. unsuspected adj. şüphe uyandırmayan.
unstable adj. sabit olmayan, dalgalı, unsuspecting adj. kuşku duymayan.
değişken, dengesiz; psikolojik ola- unsuspicious adj. kuşkusuz.
rak değişiklik gösteren, uyum sağ- unsuspiciously adv. kuşku duymadan.
layamayan. unswerving adj. devamlı, sağlam;
unsteady adj. düzensiz, dalgalı, de- sapmaz, değişmez.
ğişken, sabit olmayan. unsymmetrical adj. benzer olmayan,
unstick v. ayırmak. benzemeyen, asimetrik.
unstinted adj. sınırsız, bol. unsympathetic adj. anlayişsız, kayıt-
unstinting adj. çok cömert. sız, sevimsiz, soğuk.
unstitch v. sökmek. untamed adj. yabani, evcil olmayan.
unstop v. açmak, tıkacını çıkarmak, untangle v. açmak, çözmek, düzelt-
tıkanıklığını gidermek. mek.
unstressed adj. vurgulanmamış, vur- untaught adj. eğitim almamış, cahil,
gusuz. eğitimsiz; doğal.
unstratified adj. belirli tabakaları untenable adj. savunulamaz.
olmayan. unthinkable adj. düşünülemez.
unstriated adj. çizgili olmayan, çiz- unthrifty n. hayvanların sayrılık ne-
gisiz. ör. Unstriated or smooth deniyle büyüyememesi, gelişeme-
muscle is characteristic of the mesi, sayrılık nedeniyle gelişememe.
stomach wall and diaphragm. untidy adj. dağınık.
unstring v. çözmek. untie v. çözmek.
unstructured adj. özel anlamı olma- untamed adj. uygar olmayan, vahşi.
yan. until prep. -e dek, -e kadar, -e değin,
unstrung adj. siniri bozulmuş, sinirli; conj. -inceye kadar, kadar, dek.
gevşetilmiş. untimely adj. yersiz, zamansız.
unstudied adj. doğal, işlenmemiş; untiring adj. yorucu olmayan.
kendiliğinden; çalışılmamış, öğre- untitled adj. adsız, adı olmayan.
nilmemiş, incelenmemiş. untold adj. açıklanmamış, açığa vu-
unsubstantial adj. güçsüz, zayıf; rulmamış, söylenmemiş.
asılsız; soyut; besleme değeri olma- untouchable adj. dokunulmaz, doku-
yan. nulamaz.
unsuccess n. başarısızlık. untouched adj. dokunulmamış.
untoward 690 up
a song. The money’s all used up. çalışır konumda; çalışan. 4. mah-
10. küçük parçalar halinde; küçük kemede.
parçalara ayrılmış: She tore up the up4 n. çıkış, yokuş; başarı.
document. They divided up the up against uğraşan; yüz yüze gelen.
money. 11. sıkıca, sımsıkı; kapalı, up and about yürüyebilen.
örtülü: The man nailed up the door up for niyetli.
so they couldn’t open it. 12. birlikte, What’s up? hoş olmayan, hoş karşı-
beraber: Please add up these lanmayan bir şey için: Ne oluyor?
figures. We collected up the fallen Olan biten nedir?
oranges. 13. tepede, üstte: We up-and-up gelişen; başaran; dürüst.
turned the boat right side up. 14. up to date adj. güne uygun; en son
dikkat çekme; hesaba katma: Their bilgi, düşünce veya buluşu kulla-
report has thrown up a lot of nan; en son bilgiyi içeren, eksiksiz.
unexpected problems. update v. güncel hale getirmek; yeni
up to ...kadar; -e dek, -e bağlı; -i içe- bilgi sağlamak.
ren: Up to twelve people can study upbraid v. azarlamak.
in this room. upbringing n. çocuk yetiştirme, ço-
upside down başaşağı, altüst, tepe- cuk eğitimi.
taklak. upchuck v. çıkarmak, kusmak.
up-and-down yukarı aşağı. upcoming adj. olası, olmak üzere,
ups and downs iniş çıkışlar;inşli çı- muhtemel.
kışlı, aşağı yukarı. update v. güncel hale getirmek, son
It is up to you. Sen karar vermelisin. değişiklikleri vermek, güncellemek,
Sana bağlı. güncelleştirmek.
up (with) benimsiyoruz; kabul ediyo- upend v. dikine durmak, dikine çe-
ruz: Up the students. virmek.
2
up prep. 1. yükseğe; yüksekte; up-front adj. belirgin, açık, dikkat
...aracılığı ile yukarıya: She climbed çeken, göze batan; dürüst.
up the ladder. 2. en üstte; tepeye; en up-grade n. yokuş.
üst tarafa; üst uca; tepede: They live on the up-grade gelişmekte, ilerle-
just up the main street. His office is mekte, iyileşmekte.
up those stairs. 3. akımın, akışın upheaval n. kargaşa, karışıklık.
karşı yönünde: Sailing up the uphold v. arka çıkmak, tutmak, des-
Bosphorus. 4. -e, -a; yukarı, yukarı- teklemek, uygun bulmak, onaylamak.
ya: We are going up North End upkeep n. bakım.
tonight. uplift v. kaldırmak, yükseltmek. n.
up yours! birisine ileri derecede anti- kalkınma, kalkındırma, yükseltme.
pati bildirir; birisinden ileri derece- upon üzerine, üzerinde, hakkında,
de rahatsızlık duymayı anlatır: “De- konusunda.
fol!” live upon v. … ile yaşamak, … ile
up3 adj. 1. -e giden; -e yönelen: They beslenmek.
caught up the train. 2. onarımda. 3. upper adj. üst, üstteki, yukardaki.
uppermost 692 uriniparous
uppermost, upmost adj & adv. en ureal adj. idrarla ilgili, sidik içeren.
yüksek, en güçlü konumda. uredo n. deride yanma hissi.
upish adj. kibirli, kendini beğenmiş. uresis n. idrar yapma, işeme.
upraise v. yukarı kaldırmak. ureter n. idrar borusu, üreter. ör. As
upright adj. dik, dikey, dimdik; dü- urine is produced in the kidneys, it
rüst, açık yürekli. passes through the ureters into the
uproot v. kökünden kazımak; kökünü bladder.
söküp almak. ureteral adj. idrar borusuyla ilgili.
upset v. bozmak, canını sıkmak, ra- uretero- prefix. idrar borusu anlamı-
hatsızlık vermek, şaşırtmak, üzmek, na önek.
yıkmak, keyfini kaçırmak, tedirgin urethra n. mesaneden çıkan, idrar
etmek; yenmek. n. bozukluk, rahat- atılımını sağlayan geçit, siyek, idrar
sızlık, sorun. yolu, üretra.
upshot n. netice, sonuç. urethro-, urethr- prefixes. üretra an-
upside n. üst kısım; altüst. lamına önekler.
upstanding adj. dik. urge v. cesaret vermek, özendirmek,
upsurge n. ani şişlik, ani kabarma. ısrar etmek, sevk etmek, zorlamak,
upswing v. yükselmek. n. yükselme. itmek. n. ısrar, itme, dürtü.
uptake n. anlayış, kavrayış, anlama, urgent adj. acil, acele, ivedi, önemli,
kavrama; tutku; soğurulma, emilme, hemen yapılması gereken, tez, zo-
bir organizmayla birleşme. ör. runlu.
Hypoxia is an insufficient uptake of urgency n. acelelik, evginlik, acillik,
oxygen into the blood. ivedilik; zorunluluk; çok şiddetli id-
uptight adj. sinirli, sinirleri gergin. rar yapma istemi.
up-to-date adj. şimiki zamana kadar uri-, uric-, urico-, uro- prefixes. sidik
gelen. asiti, ürik asit anlamlarına önekler.
upturn v. tersine çevirmek. uric adj. idrarla ilgili.
upward adv. üst üste, yukarı, yukarı- urin-, urino- prefixes. idrar, sidik an-
ya, yukarıya doğru. adj. yukarıya lamlarına önekler.
giden, yukarıya dönük. urinal n. içine idrar yapılan kap, idrar
-ur- r. böbreklerle ilgili anlamına kök. kabı ördek; işeme yeri, hela.
ör. micturition = işeme, idrar yap- urinalysis n. idrar tahlili, idrar mua-
ma. yenesi.
urban adj. kentle ilgili, kente ilişkin; urinary adj. idrarla ilgili.
kentsel. urinate v. idrar çıkarmak, idrar yap-
urbane adj. ince, kibar, görgün. mak, işemek, su dökmek.
urano-, uranisco- prefixes. damak urination n. idrar yapma, işeme.
anlamına önekler. urine n. idrar, sidik.
urate n. ürik asit tuzu. uriniferous adj. idrar taşıyan.
ure-, urea-, ureo- prefixes. idrar, si- urinific adj. idrar üreten.
dik, ürin anlamlarına önekler. uriniparous adj. idrar üreten, idrar
urea n. idrar, sidik. yapıcı, idrar çıkaran.
urinogenous 693 utricle
urinogenous adj. idrar yapıcı, idrar It’s no use. Yararı yok; boşuna.
çıkarıcı; idrar kökenli. make use of sth yararlanmak.
urinoma n. üriner kist. of use yararlı.
urinometry n. idrarın özgül ağırlığı- of no use yararsız.
nın saptanması. out of use kullanılmıyor, kullanıl-
urinous adj. idrar içeren, idrara ben- mamakta.
zeyen; idrarla ilgili. what’s the use ? yararı ne?
uriposia n. idrar içme sayrılığı. use up v. tamamen kullanmak, kulla-
urocele n. idrar kesesine fazla idrar nıp bitirmek, tüketmek.
salınımı. used adj. kullanılmış, yeni olmayan.
urochesia n. anüsten idrar çıkarma. used to mod. (Geçmiş alışkanlık bil-
urocrisia n. idrar muayenesi sonucu- diren modal yardımcı eylem. Ör. He
na dayalı tanılama. used to come home late.
urocyst n. mesane, idrar kanalı. be used to alışık olmak. Ör. He is
urocystic adj. mesane ile ilgili. used to get up early.
urodynia n. idrar yapma sırasında useful adj. yararlı.
duyulan ağrı. useless adj. yararsız.
urologist n. ürolog. user n. kullanıcı, kullanan kişi.
urology n. genitoüriner yol sayrılıkla- ustion n. yanık.
rının incelenmesi, tanısı, ve sağal- ustus adj. yanmış.
tımı ile ilgilenen tıp dalı; üroloji. usual adj. olağan, her zamanki, alışı-
uropathy n. üriner yolu tutan bir say- lan, alışılmış.
rılık; ürüner yol sayrılığı. usually adv. genellikle, çok kere, ço-
uroschesis n. idrar tutma. ğu kez.
urous adj. idrara benzeyen. unusual adj. olağan dışı.
urticant adj. kaşıntı veren. unusually adv. beklenmeyen bir şe-
urticaria n. kurdeşen, ürtiker. kilde.
urticarial adj. ürtikerle ilgili, kurde- uterine adj. uterusla ilgili.
şenle belirgin. utero-, uter- prefixes. dölyatağı, ra-
urticate v. kaşındırmak. him, uterus anlamlarına önekler.
urtication n. kaşınma ve yanma hissi; uterus n. pl. uteri döl yatağı, rahim.
ürtiker. utile adj. yararlı.
urticle n. kesecik; küçük kese. utilitarian adj. yararcı; elverişli, uy-
us pro. bizi, bize. gun.
usable adj. kullanılabilir. utility n. yararlılık, kullanışlılık; ya-
usage n. kullanma, kullanış. rar, fayda.
use v. kullanmak, yararlanmak. n. ya- utilization n. kullanım.
rar, kullanım, kullanırlık, alışıklık; utilize v. kullanmak, kullanıma sok-
gerek. mak.
be in use kullanılmak. utmost adj. en uzak; uç; en büyük, en
come into use kullanılmak. yüksek, son derece.
fall/go out of use artık kullanılma- utricle n. küçük kese, kesecik, küçük
mak. torba.
utriculus 694 uxorious
utriculus n. pl. utriculi küçük kese, uvula n. pl. uvuli dil şeklinde olu-
küçük torba, kesecik. şum, dilcik, küçük dil, uvula.
utter v. anlatmak, konuşmak, söyle- uvulectomy n. dil şeklindeki yapıla-
mek, telaffuz etmek, ağıza almak; rın çekarılması.
dile getirmek. adj. bütün, tam, ke- uvular adj. küçük dil şeklindeki bir
sin, mutlak, tüm. yapıyla ilgili.
utterance n. söz, ifade, konuşma, uvulo-, uvuli- prefixes. dilcik, uvula
söyleyiş. anlamlarına önekler.
utterly adv. bütün bütün; tamamen, uvulotomy n. dil şeklindeki yapıların
tam; düpedüz. çıkarımı.
uttermost adj. en uzak, en çok, son uxorial adj. (kadın) eş ile ilgili; eşe
derece. ait.
uvea n. gözün damarlı tabakası, uvea. uxoricide n. (kocası tarafından) eşin
uveal, uveatic adj. gözün damarlı ta- öldürülmesi.
bakası ile ilgili. uxorious adj. eşe ait, eşine adanmış,
uviofast adj. güneş ışınlarına daya- eşine düşkün.
nıklı, ultraviyole ışınlarına maruz
kaldığında zayıflamayan veya
yıkımlanmayan.
V,v
virtual adj. gizil güç olarak var olan, vissera. ör. The stomach and
gerçekte var olan, düşünsel olarak intestines are part of viscera of the
var olan; gerçekte, aslında. digestive system.
virtuality n. gerçekte var olma. viscerad adv. iç organlara doğru.
virtually adv. gerçekte, gerçek ola- visceral adj. iç organlarla ilgili.
rak; hemen hemen, tamamen; tam viscero- prefix. iç organlar anlamına
olarak olmasa da, tamamına yakın. önek.
ör. Virtually any type of protein viscerotropic adj. iç organları etkile-
may be affected in single-gene yen.
disorders and by a variety of viscid adj. koyu, kesif, yapışkan.
mechanisms. = Gerçekte, her prote- vicidity n. yapışkanlık.
in tek-gen bozukluklarından veya viscose adj. yapışkan, sıvak.
çeşitli mekanizmalardan etkilenebi- viscosity n. yapışkanlık, sıvaklık.
lir. viscous adj. tutkalımsı, kesif ve ya-
virtue n. doğruluk, dürüstlük. pışkan; kolay akmayan; yarı katı ya-
virtuous adj. dürüst, lekesiz, mü- rı sıvı. ör. Circulation is slowed
kemmel, namuslu. down if the blood becomes
virtuously adv. dürürst bir şekilde. excessively viscous.
virtousness n. dürüstlük. viscus n .pl. viscera mide, bağırsak,
virucidal adj. virüs kırıcı/öldürücü. karaciğer v.d. iç organlardan her-
virucide n. virüs enfeksiyonlarını hangi biri.
yoketmede etkin madde. vise n. mengene.
virucopria n. dışkıda virüs varlığı. visibility n. görünebilirlik, görünür-
virulence n. bir patojenin hastalık- lük.
uyandırıcı şiddeti; şiddet, sertlik, visible adj. gözle görülür, görünen,
keskinlik; zehirli olma, zehirlilik; görülebilir.
yaşamı tehlikeye sokma. ör. There vision n. görme, görüş, görme duyu-
are mobile genetic elements that su; düş, hayal.
encode bacterial virulence factors. field of vision görüş alanı.
virulent adj. son derece zehirli veya visionary adj. hayali; hayalperest,
patojenik, son derece hasta, zehir- hayal gören.
lenmiş. visit v. ziyaret etmek. n. ziyaret; dok-
viruliferous adj. virüs taşıyan. tor görünümü; vizit.
viruria n. idrarda virüs varlığı. visitor n. konuk, ziyaretçi.
virus n. pl. viruses virüs, bazı sayrı- visualise v. göz önüne getirmek, ha-
lara neden olan ajan. yal etmek, görsel olarak algılamak.
-virus suffix. virüs anlamına sonek. visual adj. görsel.
vis n. pl. vires enerji, güç, erke. visual aids görmek için gerekli olan
visage n. görünüm, çehre, yüz. araçlar; görsel araçlar.
vis-a-vis adv. yüz yüze. visually adv. görsel olarak.
viscera n. kalp, akciğerler, mide, ba- vista n. açık alan, görünüm, manzara.
ğırsak gibi geniş çaplı iç organlar; visualize v. görünür hale getirmek.
vital 705 vocational
vulgar adj. basit, bayağı, edepsiz, kaba. vulva n. kadın dış cinsel organı, dişi-
vulgaris adj. bayağı, kaba, sıradan. lik organı, dış cinsiyet organı, vaji-
vulgarism n. bayağılık, kabalık. na ağzı, mons pubis, vulva.
vulgarity n. bayağılık, adilik, kaba- vulvar, vulval adj. kadın dış cinsiyet
lık. organı ile ilgili.
vulgarize v. bayağılaştırmak, basit- vulvectomy n. kadın dış cinsiyet or-
leştirmek. ganının bir bölümü veya tamamının
vulgarly adv. basit bir şeklide, bayağı ameliyatla çıkarılması.
bir şekilde. vulvismus n. cinsel birleşmeye engel
vulnerable adj. kolay incinir, savun- olan ağrılı vajina spazmı.
masız, yaralanabilir; duyarlı, hassas; vulvitis n. vulva yangısı.
kolay yararlanılan. ör. The vulvo- prefix. kadın dış cinsel organı,
pecularities of the blood supply to vulva anlamlarına önek.
the renal medulla render them vulvocrural adj. vulva ve klitorisle
especially vulnerable to ischemia. ilgili.
vulnerability n. kolay yaralanma, ko- vulvodynia n. yanma ve yüzeysel
lay incinirlik; duyarlılık, hassasiyet. iritasyon şikayetiyle belirgin kronik
vulnerary adj. yara veya yaranın iyi- vulva rahatsızlığı.
leşmesiyle ilgili. vulvouterine adj. döl yatağı ve kadın
vulsella, vulsellum n. dokuyu tutma- dış cinsiyet organları ile ilgili.
ya yarayan cerrahi araç, volsella. vulvovaginal adj. vulva ve vajina ile
vulnus n. yara. ilgili.
vulpine adj. tilkiyle ilgili, tilkiye ait, vulvovaginitis n. vulva ve vajina
tikiye benzeyen; kurnaz. yangısı.
vulture n. akbaba; aç közlü insan.
W,w
wall sb/sth up bir açıklığı duvarla -ward suffix. yer, yön belirten sonek:
kapatmak. -e doğru, -e, -a. ör. a homeward
wall sth off duvarlarla ayırmak, ka- journey, a downward movement.
patmak. warden n. bekçi, muhafız, yönetici.
walls have ears "Yerin kulağı var"; -wards suffix. (zarflarda) yer, yön be-
birisi duyabilir. lirten sonek: -e doğru, -e, -a. ör.
wall-eye n. kornea leukomasında ve- northwards, earthwards.
ya iris’trenk yokluğu. -ware ev eşyaları, gıdaların hazırlan-
wally n. bir işe hayrı olmayan, aptal. dığı yer, bilgisayar parçaları an-
wallet n. cüzdan. lamlarına gelen sonek. ör.
walnut n. ceviz. glassware, silverware, ovenware,
walrus n. mors. software, liveware.
wamble v. (mide) bulanmak, sende- warm adj. sıcak, ılık. v. ısınmak,
lemek. ısıtmak.
wan adj. zayıf ve yorgun, ölgün, üz- warm up bir işe hazırlamak, hazır-
gün; mutsuzluk, rahatsızlık veya lanmak, ısındırmak.
yorgunluk gösteren; soluk, sarı be- warm up to v. arkadaş olmak.
nizli. warm-blooded sıcak kanlı.
wander v. ayrılmak, dolaşmak, yü- warm-hearted dost; sıcak davranan,
rümek, gez(in)mek. adj. başıboş do- iyi yürekli.
laşan, evsiz. warmed-over bayat.
wandering n. yürüyüş, gezinti. warmly adv. sıcak bir şekilde, sami-
wane v. azalmak, batmak, eksilmek. mi olarak.
wangle v. hile ile elde etmek, kan- warmth n. sıcaklık; samimiyet.
dırmak. warn v. uyarmak, önceden haber
wanker n. aptal, bir işe yaramaz, bir vermek.
işe hayrı olmayan. warning n. ihtar, tembih, uyarı.
want v. istemek; -den mahrum olmak, warp v. bükmek, bükülmek.
muhtaç olmak, eksiği olmak; canı warrant v. gerektirmek, hak vermek,
istemek, arzulamak; gerektirmek; izin vermek, izin vermek, sağlamak.
aramak; hoşlanmak. n. noksanlık, n. yetki, izin.
eksiklik, gereksinim, yoksulluk. wart n. siğil, verruka.
wanting adj. eksik olan, gereksinim wartpox n. çiçek hastalığı/sayrılığı.
duyulan, olmayan, eksik, kusurlu, warty adj. siğille kaplı, siğille ilgili.
noksan. prep. … sız. wary adj. dikkatli, tehlikeyi dikkate
wanton adj. haklı nedeni olmayan, alan, uyanık, önlem alan.
nedensiz, düşüncesiz; iffetsiz. n. warily adv. dikkatle, sakınarak.
sekse düşkün kadın. wash v. yıkamak, yıkanmak. n. yıka-
war n. savaş. ma, yıkamada kullanılan sıvı, eriyik.
warble n. larva içeren çıban. in the wash yıkanıyor.
warbles n. yüzeysel kistik yapılar. wash down baştan aşağı yıkamak;
ward n. hastane odası, koğuş; bölge, yemek veya ilacı sıvı yardımıyla
semt. içmek.
wash out 710 waxy
wash out suyun etkisiyle önlemek, is- water n. su. v. ıslatmak, sulamak, su-
tenmeyen bir şeyden kurtulmak. landırmak.
wash up bulaşık yıkamak. above water sorunsuz.
washable adj. hasar vermeden yıka- by water botla, su yoluyla.
nabilir. hold water tutarlı olmak, mantıklı
washed out fazla yıkamaktan rengi olmak.
atmış. in deep water büyük sıkıntı içinde
washing n. yıkama. bulunmak.
wasp n. eşekarısı. make/pass water tuvalete çıkmak,
waste v. boşa harcamak, yararsız bir idrar yapmak.
işe harcamak, heba etmek, heder water works kentin su taşıma sistemi.
etmek, israf etmek, ziyan etmek. n. waterborne suyla taşınan. ör. Water-
boşa harcama, israf, ziyan; atık, borne viruses involved in epidemic
çöp. adj. ıskartaya çıkarılmış, atıl- outbreaks include hepatitis A and E
mış, terkedilmiş, yıkılmış. viruses, poliovirus, and rotavirus.
wasteful adj. tutumsuz, müsrif. water brash n. kusma şeklinde mide
waste product atık ürün. sıvıları veya tükürük çıkarma.
wasting adj. yavaş yavaş çöken, gide- waterfall n. şelale, çağlayan.
rek bozulan, eriyen, bedensel olarak waterpipe n. su borusu.
eriyen, güç veya enerji yitiren, vü- waterproof adj. su geçirmez.
cutta bazı maddeleri eriyen; eritici, waters n. amniotik sıvı.
gücünü alıcı, yıkıcı, kaşektik. watershed n. marjinal kan akış böl-
wasting diseases yorucu, yıpratıcı gesi; havza.
sayrılıklar; kaşektik hastalıklar. watertight adj. su sızdırmaz.
watch v. gözetlemek, bakmak, izle- watery adj. sulu.
mek, seyretmek, dikkat etmek, bek- wave n. dalga; eğilim, şişme. v. dal-
lemek, gözlemek. n. gözetleme, iz- galanmak; el sallamak.
leme, seyretme. waveform, waveshape n. dalga bi-
watch by v. hastanın başında beklemek çimi; basınç veya ses, elektriksel
watch for v. gözlemek, beklemek. uyarı veya nabız formu.
watch out v. dikkat etmek, uyanık wavy adj. dalgalı.
olmak. wavelength n. dalga boyu.
watch over v. bakmak, başında bek- wavenumber n. santimetrede dalga
lemek. sayısı.
watchful adj. dikkatli, uyanık, tetikte. wax n. balmumu; kulak kiri. v. bü-
watchfully adv. tetikte olarak, bütün yümek, genişlemek. adj. mumlu,
dikkatiyle, uyanık bir şekilde. mumdan yapılmış. v. giderek bü-
be on the watch gözetlemek. yümek, -laşmak.
keep watch gözetlemek, bekçilik waxen adj. hasta gibi soluk; balmu-
etmek. mundan yapılmış.
water- prefix. su ile bileşik ad oluştu- waxing, waxing-up n. balmumu ile
ran önek. ör. water-melon karpuz. sarma.
water tank su deposu. waxy adj. bal mumu gibi.
way 711 weariness
way n. yol; taraf, yön; tarz, usul, yak- weak-minded adj. zeki olmayan, ko-
laşım, yöntem; adet, huy; hal, gidiş. lay ikna edilen, kolay kandırılan.
adv uzak. weakly adj. zayıf bir şekilde; ince; kı-
by the way aklıma gelmişken, sırası rılabilir; hasta bir şekilde.
gelmişken. weakness n. güçsüzlük, halsizlik, za-
by way of yoluyla, aracılığıyla, yıflık, takatsizlik. ör. Direct ethanol
içinden. toxicity can also injure skeletal
give way to -e yol verme; -e kapıl- muscles, leading to muscle weakness,
mak; aynı görüşü paylaşmak. pain, and breakdown of myoglobin.
have a way with ilgilenmek, uğ- weal n. beden üzerinde darbe izi, bere.
raşmak. wealth n. bolluk, servet, varlık, zen-
in a bad way kötü biçimde. ginlik.
in a way bir bakıma. wealthy adj. varlıklı, servet sahibi,
in the way engelleme, tıkama ko- varsıl, zengin.
numunda olma. wean v. sütten kesmek, memeden al-
make way for v. yol vermek, yol mak; meme (anne) sütünün olma-
açmak. ması nedeniyle bebeği biberonla
on one’s way to -e giderken, -in yo- beslemek; bir hastayı yaşamsal bir
lunda. destekten veya bakımdan kesmek;
out of the way engelleyici durumda zararlı bir madde veya etkinlikten
bulunmama. uzaklaştırmak, veteriner hekimlikte
yavruyu anadan ayırmak.
pave the way for hazırlamak, ko-
weaning n. memeden alma; ayırma,
laylaştırmak, uygun hale getirmek.
kesme, uzak tutma.
see one's way (clear) to bir işi
weanling n. memeden henüz kesilmiş
yapmaya istekli olmak.
bebek veya hayvan yavrusu.
underway ilerleme, ileri doğru ge- weapon n. silah.
lişme. wear v. takmak, takınmak, giymek;
ways- prefix. yönünde anlamına so- aşınmak, aşındırmak, eskimek, bo-
nek. ör. sideways. zulup, yıpranmak, yıpratmak; da-
wayward adj. kötü davranan, kont- yanmak. n. yıpranma, bozulma, kö-
rolsüz davranan. tüleşme, sürtünmeden kaynaklanan
weak adj. bitkin, düşkün, güçsüz, za- bozulma veya yıpranma.
yıf, sağlıksız, dayanıksız, halsiz, wear away aşındırmak.
mecalsiz; hafif. wear down azaltmak.
make sth weak seyreltmek, sulan- wear off güçsüz hale gelmek, yavaş
dırmak; zayıflatmak. yavaş gözden kaybolmak, yok olun-
weaken v. azaltmak, zayıflamak, za- caya dek azalmak.
yıflatmak; gücü kesilmek, gücünü wear on sürmek, yavaş yavaş geçmek.
kesmek. wear out kullanmak, tüketmek; es-
weak-kneed adj. rahatsız, karar ve- kimek, yıpranmak.
remeyen; korkakça davranan. weariful adj. yorucu, yorgunluk verici.
weakling n. fiziksel olarak güçlü ol- weariness n. yorgunluk, bezginlik,
mayan, zayıf. usanç.
wearing 712 well away
work out halletmek, yapıp bitirmek, wormy adj. kurtçuk gibi, kurda ben-
hesap etmek, yerinden oynatmak; zer; kurtlu, içinde kurt olan; (kurt
üretmek; evrilmek. yemiş gibi) delikleri olan, oyuklu.
work over yinelemek, ikinci kez worn adj. eskimiş, aşınmış, yıpran-
yapmak. mış, giyilmiş.
work overtime belirli süreden çok worn out adj. sürekli kullanılmaktan
çalışmak, fazla mesai yapmak. aşınmış, eski, yıpranmış.
work up artmak, çoğalmak, yüksel- worry n. dert, endişe, sıkıntı, üzüntü,
mek, ilerlemek, geliştirmek, üret- tasa, merak. v. endişelenmek, üzül-
mek. mek, tasalanmak, canını sıkmak,
workable adj. işlenebilir, uygulan- kaygılanmak, merak etmek.
ması kolay, pratik. worrying adj. endişe verici.
workaholic adj. çalışma düşkünü. worried adj. endişeli, üzüntü verici.
worker n. işçi. worrisome adj. endişe verici.
working n. çalışma, iş görme, işleme. worse adj. daha kötü.
adj. çalışan, iş gören. worsen v. kötü hale sokmak, kötü-
working class n. işçi sınıfı. leş(tir)mek.
workman n. işçi, amele. worsening n. bozulma, çürüme, kötü-
works n. fabrika, yapımevi, işlik. leşme.
workshop n. işlik, yapımevi. worst adj. en kötü.
world n. dünya, cihan. worth prep. değer, eder, kıymet; ya-
worldwide adj. dünya çapında. rarlılık; hak eden.
worm n. kurt, solucan, kurt parazitler. be worth değerinde olmak, değ-
hookworm n. kancalı kurt. mek.
pinworm n. kılkurt. it’s worth ... ... yapmaya değer.
roundworm n. yuvarlak kurt, solu- worthy adj. değerli, yakışır, layık.
can. worthless adj. değersiz, yararsız, işe
wormbark n. asalak kurt döktürücü yaramaz.
olarak kullanılan Andira inermis unworthy adj. yakışmayan, layık
bitkisi kabuğu. olmayan.
worm-eaten adj. (kurt yemiş gibi) trustworthy adj. güvenilir.
delikli, oyuklu (ahşap malzeme). untrustworthy adj. güvenilmez.
adj. eski ve kullanılmayacak du- worthwhile adj. değer, işe yarar, ya-
rumda. rarlı.
wormseed n. asalak kurt döktürücü it isn’t wirthwhile ... yapmaya
olarak kullanılan Chenopodium değmez.
ambrosoides bitkisinin meyvesi. would mod. aux. modal yardımcı ey-
wormwood n. tonik olarak kullanı- lem. –ardı, -erdi. ör. The children
lan, fazlası başağrısı, titreme veya would go swimming every afternoon
epileptik nöbete neden olabilen last summer. = Çocuklar geçen yaz
Artemisia absinthium bitkisinin her öğleden sonra yüzmeye gider-
yaprakları. lerdi.
would-be 720 wryness
would-be adj. sözde, sözüm ona. wriggle out of v. zor bir durumdan
would like to istemek. kurtulmak.
would love to çok istemek. -wright suffix. yapan, yazan anlamla-
wound n. yara, bedensel dokulara ve- rına sonek. ör. a playwright.
rilen hasar, cerrahi kesi; acı. v. hasar wring v. burmak, bükmek, boynunu
vermek, kesmek, yara açmak, yara- bükerek kırmak.
lanmak, incitmek; gönlünü kırmak. wrinkle v. kırış(tır)mak, buruş(tur)-
incised wound keskin bir aletle açı- mak. n. kırışık, buruşuk.
lan yara, delik. wrinkled adj. kırışık, buruşuk, bu-
puncture wound ince uçlu bir alet- ruşmuş.
le açılan delik. wrist n. bilek, el bileği.
wound probe n. yara sondası, yara write v. yazmak.
mili. write down v. kaydetmek, yazmak.
wounded adj. yaralı. write in v. yazılmış olana eklemek.
wrap (up) v. sarmak, ambalaj yap- write off v. feshetmek, iptal etmek,
mak, paketlemek, sonlandırmak. n. silmek; bozmak, yıkmak.
örtü, koruyucu kılıf. write out v. göndermek üzere yaz-
wrath n. gazap, öfke. mak, tamamını yazmak.
wrathful adj. öfkeli. write up v. tam olarak tanımlamak,
wrathfully adv. öfkeli bir şekilde. tamamını yazmak.
wreak v. öfke ile yapmak, şiddetle writer n. yazar.
yapmak. writhe v. acı ile kıvranmak.
wreath n. kıvrılmış bir banda veya writing n. yazı, el yazısı; yazı yazma;
demete benzeyen bir yapı. yapıt, eser.
wreck n. enkaz, harabe. v. kazaya uğ- writing paper n. yazı kağıdı.
ramak, bozmak, harabeye çevirmek, wrong adj. hatalı, yanlış; ters; haksız.
adv. yanlış şekilde; yanlışlıkla. n.
kırmak.
haksızlık.
wreckage n. kalıntı, enkaz.
wrongdoing n. kötü, yasal olmayan
wrench v. bükmek, burmak, burkul-
davranış.
mak, çevirmek; sökmek, söküp çı-
wrongful adj. haksız.
karmak. n. burkma, burkulma, sök-
wrongheaded adj. hatalı, yanlış dü-
me.
şünceli, inatçı, aksi.
wrest v. bükmek, sökmek, zorlamak.
wroth adj. öfkeli, kızgın.
wrestle v. uğraşmak, mücadele et-
wrought adj. yapılan, işlenen, işlen-
mek; güreşmek. miş.
wretch n. zavallı, şanssız ve mutsuz wrought-up adj. sinirli ve heyecanlı.
insan. wry adj. hoşnutsuzluk ifadesi; hatalı,
wretched adj. çok mutsuz, sefil. eğri, çarpık.
wrick v. burkmak. n. bükülme, bur- wryneck n. boyun kaslarının kasıl-
kulma. ması, torticollis.
wriggle v. kıvrılmak, kıvrılarak hare- wryness n. çarpıklık, eğrilik; asık
ket etmek. yüzlülük.
X,x
yolk sac n. vitellu kesesi; embriyoya yours adj. & pron. seninki.
bağlı, embriyonun beslenmesini yourself pron. pl. yourselves kendi
sağlayan kese benzeri oluşum. kendine, yalnız başına.
you pro. sen, siz. youth n. gençlik.
you’ll = you will. … …acaksınız, … youthful adj. genç, dinç, taze.
…eceksiniz. you’ve = you have.
young n. genç, yavru. yowl v. (kedi) miyavlamak, (köpek)
youngster n. genç insan. ulumak.
youngling n. genç insan, bitki veya yr., yr n.pl. yrs yıl, sene.
hayvan. yucky adj. son derece.
your adj. sana ait, senin. yummy adj. tatlı, lezzetli.
you’re = you are.
Z,z
zany n. budala (insan), soytarı; buda- zonular adj. küçük dar alanla ilgili.
laca davranan (insan). zonule n. küçük dar alan.
zap n. canlılık, enerji. v. yıkmak, sal- zoo-, zo- prefix. hayvan veya hayvan
dırmak; vurmak, öldürmek. yaşamı ile ilgili anlamlarına önek.
zeal n. heves, gayret, istek, şevk. ör. zoology, zoogeography, zoid.
zealot n. gayretli, hevesli kişi. zooblast n. hayvan gözesi, hayvan
zealous adj. gayretli, hevesli, istekli, hücresi.
tutkulu. zoogenesis n. hayvan türlerinin üre-
zein n. mısırda bulunan bitkisel protein. mesi ve gelişimi.
zenith n. doruk, tepe, zirve. zoological adj. hayvanlara ait, hayvan
zero n. , pl. zeros, xeroes sıfır. bilimi ile ilgili.
zest n. zevk, haz; tat, lezzet, çeşni. zooid adj. hayvana benzer, hayvan
zig-zag n. yılankavi; zik-zak. v. dola- gibi; organik hücre ( kuduz ve sıtma
na dolana gitmek. gibi).
zinc n. çinko. zoom n. hızlı, ani hareket. v. (gürültü-
zincferous adj. çinko içeren. lü bir sesle) hızla gitmek; aniden ve
zincoid adj. çinko ile ilgili, çinkoya hızlı bir şekilde artmak.
benzeyen. zoosadism n. hayvanları incitmekten
zo-, zoo- hayvan anlamına önek. ör. alınan cinsel zevk; zoosadizm.
zootoxin hayvan kökenli zehir. zoosis n. hayvanlardan insana geçen
zoanthropy n. kişinin kendisini hay- hastalık.
van sandığı inanç. zoster n. herpes zoster (hastalığı).
zoetic adj. yaşamla ilgili. zygal adj. boyunduruk şeklinde.
zona pl. zonae n. bölge; parça; çevre- zygo-, zyg- prefixes. birleşme, birlik;
leyen veya kuşağa benzer iç veya döllenmiş yumurta anlamlarına
dış yapı; herpes zoster sayrılığı. önekler. ör. monozygotic,
zona facilalis yüzü etkileyen herpes dizygotic, homozygous.
zoster. zygote n. zigot; döllenmiş göze.
zonal adj. bölgesel, küçük; kuşaklara zygotic adj. döllenmiş gözeyle ilgili.
ait. -zygous suffix. belirli zigota benzer
zonary adj. çevreleyen yapı veya ku- oluşumları gösteren sonek. ör.
şak gibi saran yapı ile ilgili; kuşağa heterozygous.
benzer. -zyme suffix. enzim anlamına sonek.
zonate adj. bölgeleri olan; kuşaklı, ör. lysozyme.
çizgili, halkalı, halka şeklinde. zyme n. mayalanabilen madde.
Zondal-Aschheim Test gebelik testi. zymo-, zym- prefixes. mayalanma,
zone n. bölge, alan; parça. mayalanma ile ilgili anlamlarına
zonesthesia n. bel çevresinde gergin- önekler. ör. zymolysis n. mayala-
lik hissi. ma, fermentasyon. zymosis n. ma-
zonked adj. alkol veya uyuşturucu yalanma, fermentasyon; enfeksiyon
etkisinde olan; son derece yorgun. alma durumu.
zonula n pl. zonulae . küçük dar alan.
725
APPENDICES
Appendix I
B
B brother
B’sp bronchospasm
b.d., b.i.d. twice a day
Ba.E. barium enema
Ba.M: barium meal
BB bed bath; blanket bath
BBA born before arrival
BBD baby born dead
BC bone conduction
BCG bacille Calmette Guerin
BD borderline dull
Bé Baumé
BF breast fed
727
BI bone injury
bid bis in die (Latin) twice a day
BID brought in dead
BIPP bismuth iodoform and paraffin paste
BM bowel movement
BMA British Medical Association
BMR basal metabolic rate
BNA Basle Nomina Anatomica
BNF British National Formulary
BNO bowels not opened
BO body odour; bowels opened
BOD biological oxygen demand
body wt. body weight
b.p boiling point
BP blood pressure; British Pharmacopoeia
BPC British Pharmaceutical Codex
BPD bi-parietal diameter
Br. bronchitis; brown
BRCS British Red Cross Society
BS breath sounds
BSR blood sedimentation rate
Btu British thermal unit
BUN blood urea nitrogen (US)
BWt birth weight
C
C carbon; cathode; centigrade; (temperature scale); Celsius;
certificate; cervical; consultation; head presentation
c with
c- centi- (10¯² )
C’p chickenpox
C of H circumference of head
C-section cesarean section (US)
c. circa (Latin) about
c.c. cubic centimetre
c/o complains of
C1, C4, C13 intermediate certificate for 1, 4, 13 weeks
Ca. cancer, carcinoma
ca. circa ( about )
CAD coronary artery disease
cal; gm cal calorie, small
Cal; keal, kg cal calorie, large
calc. calculate
728
Caps. capsules
Capt. head presentation
CAT coaxial or computerised axial tomography
CAVG coronary artery venous graft
CBC complete blood count (US)
CC chest clinic
CCF congestive cardiac failure (UK)
cd candela
CD casualty department
CE chloroform and ether mixture
cm² , sq cm centimetre, square
cm³, cc, cu cm centimetre, cubic
Cen, cm centimetre
CF cardiac failure; counts fingers; final certificate (UK)
Cf first certificate (UK)
CFT complement fixation test
Cgh. cough
cgs centimetre-gram-second
Ch child; children; chronic
ch.B chronic bronchitis
Chem. chemical(ly)
CHF chronic heart failure; congestive heart failure (US)
Chlor chloramphenicol
Cho/Vac cholera vaccine
Chr.CF chronic cardiac failure
Ci curie
CI colour index
Circ circulation; circumcision
cm centimetre
CNS central nervous system
CO casualty officer (UK)
c/o complains of
COAD chronic obstructive airways disease (UK)
coeff. coefficient
Comp complemented
compd. compound
compn composition
conc. concentrate, concentrated, concentration
Conj conjunctivitis
const. constant
COP change of plaster
COPD chronic obstructive pulmonary disease (US)
cor. corrected
cos cosine
729
coul. coulomb
CP colour perception, chemically pure
cpm; counts/min counts per minute.
cpm; cycles/min cycles per minute
cps; counts/sec counts per second
cps; cycles/sec cycles per second
CP private certificate
creps crepitations (UK) (râles US)
cryst. crystalline
C-section cesarean section (US)
CSF cerebrospinal fever; cerebrospinal fluid
CSM cerebrospinal meningitis
CSSD Central Sterile Supply Depot (UK)
CSU catheter specimen of urine
CT cerebral tumour; coronary thrombosis
cu cubic ( cu centimetre, foot, meter, etc. )
CV cardiovascular; cervical vertebra; colour vision;
conversational voice
CVA cardiovascular accident; cerebrovascular accident
CVS cardiovascular system; cerebrovascular system; central
venous system
cwt hundredweight
Cx cervix
CXR chest X-ray
Cyl cylinder
Cz coryza
D
D divorced; died; dispensing patient; dull; duration
D diffusion coefficient
D,d density
D&C dilatation and curettage
D&D drunk and disorderly
D&V diarrhoea and vomiting
d. deci- (10¨¹) , density; dioptre; dorsal; dose
D/- daily total in divided doses
DA dental anaesthetic
da deca- (10¹)
DAH disordered action of the heart
DAO Duly Authorised Officer
db decibel
d.c. direct current
DD dangerous drugs; definitely dull
730
Dup duplicate
DV domiciliary visit
DVT deep venous thrombosis
DXR deep X-ray radiation
DXT deep X-ray therapy
Dysm dysmenorrhoea
Δ diagnosis
E
E electrolytes; evening
E electrode potential, extinction coefficient
EBS emergency bed service
E-C ether-chloroform mixture
EC executive council
ECF extracellular fluid
ECG/EKG (US) electrocardiogram
ECT electroconvulsive therapy
ED erythema dose
EDC expected date of confinement
EDD expected date of delivery
EDM early diastolic murmur
EEG electroencephalogram
e.g. exempli gratia, for example
elec. electric, electrical(ly)
emf electromotive force
emu electromagnetic unit
ENT ear, nose and throat
EENT eyes, ears, nose and throat
EOM external ocular movement
EOU epidemic observation unit
Ep epileptic
EPR electron paramagnetic resonance
Eq; eq; equiv. equivalent
equil. equilibrium(s)
erg. spell out
ES enema saponis
ESN educationally sub-normal
ESR electron spin resonance, erythrocyte sedimentation rate
est. estimate
esu electrostatic unit
et al. et alii ( and others )
etc. et cetera ( and so forth )
732
F
F Fahrenheit (temperature scale); faraday, farad,
Father, female; ♀ ; O
Fı , etc., filial generations
f femto
f.m. fiat mistura (Latin) make a mixture
FA fatty acid
fb finger breadth
FB foreign body
FBC full blood count (UK)
FH foetal heart
FHH foetal heart heard
FHNH foetal heart not heard
Fib fibrositis; fibula
fl femtolitre
FMF foetal movement felt
FMFF foetal movement first felt
FMP first menstrual period
fn. P. ; fu. P. fusion point
f.p. freezing point
FP food poisoning
FPC family planning clinic (UK)
FSU family service unit
ft foot, feet
ft² , sq ft foot, square
ft³ , cu ft foot, cubic
ft-c foot-candle
FT formal toxid; full term
FTAT flourescent treponemal antibody test
FTBD fit to be detained; full term born dead
FTM fractional test meal
FTND full term normal delivery
FUO fever of unknown origin
FW forced whisper
733
G
g gram(s); gramme(s)
g gravity, centrifugal.
GA general anaesthetic; general attention
gal gallon
G and A gas and air
GB gall bladder
GC general condition; gonococcus
GCFT gonococcal complement fixation test
GI gastro-intestinal; globulin insulin
G- giga-
GIT gastro-intestinal tract
Gm; g gram
GOT glumatic oxaloacetic transaminase
GP General Practitioner (UK); guinea pig
GPC general physical condition
GPI general paralysis of the insane
GPT glutamic pyruvic transaminase
gr grain
gr. sp. gravity, specific.
GTN glyceril trinitrate
GTT glucose tolerance test
GU gastric ulcer; genitourinary; gravitational ulcer
GUS genito-urinary system
Gyn. gynaecology
H
H hospital; hydrogen
h- hecto-
H of F height of fundus
H&P history and physical examination
Hb/Hgb haemoglobin
HBP high blood pressure
HC head circumference; hydrocortisone
Hct haematocrit
HDL high density lipoprotein
HF Hageman factor
HI head injury
hm hectometre
HM head movements
hp horse power
HP House Physician (UK)
HPU has passed urine
hr hour
734
HR heart rate
hrs hours
2 hrly once every two hours
HS heart sounds; Heart Surgeon
Ht heart; height
HVL half-value layer
HVT half-value thickness
I
I iodine
i.c. intracutaneous(ly)
ICF intracellular fluid
ICS intercostal space
ID infectious disease, infective dose
IM, i.m. intramuscular(ly)
Impr improved
IN initial dose
inorg. Inorganic
insol. Insoluble
IOFB intra-ocular foreign body
IP in-patient; interphalangeal; insurence patient
i.p. intraperitoneal(ly)
IQ intelligence quotient
ir infrared
IRL infra-red light
irradn. irradiation
IRU industrial rehabilitation unit
ISQ in statu quo
IU international unit
IV, i.v. intravenous(ly)
IVC inferior vena cava
IVP intravenous pyelogram
IVU intravenous urogram
IZS insulin zinc suspension
J
J Jaeger type, joule
JVD jugular venous distention (US)
JVP jugular venous pressure (UK)
K
K Kelvin
k- kilo-(10³)
kc kilocycle
735
L
L left; litre; Lambert
l litre
l- , levo levorotory
LA left atrium; local anaesthetic; local authority
Lab laboratory
LAD left axis deviation
lat. lattitude
lb pound (of weight)
LBP low back pain; low blood pressure
LD lethal dose, median
LDA left dorso-anterior position of the foetus
LDH lactic dehydrogenase
LDP left dorso-posterior position of the foetus
LE left eye
LE cells lupus erythematosus cells
Lf flocculation equivalent(s)
LFA left fronto-anterior position of the foetus
LFTS lung function tests
LHA Local Health Authority (UK)
LIF left iliac fossa
LIH left inguinal hernia
Liq. liquid
LKS liver, kidney and spleen
LLL left lower lobe
LLQ left lower quadrant
LMA left mento-anterior position of the foetus
LMC local medical committee
LMN lower motor neurone
LMP last menstrual period; left mento-posterior position of
foetus
LOA left occipito-anterior position of foetus
log ; ln logarithm
736
long. longtitude
LOP left occipito-posterior position of foetus
LP lumbar puncture
LRI lower respiratory infection
LSCS lower segment Caesarean section
LUA left upper arm
LUQ left upper quadrant
LV left ventricle; lumbar vertebra
LVA left visual activity
LVE left ventricular enlargement
LVF left ventricular failure
LVH left ventricular hypertrophy
M
M male; ♂; □ ; malignant; minim; morning; mother
M mega-
m metre
m melts at, melting at
m²; sq m meter, square
m³ ; cu m meter, cubic.
m molal
m- milli-
м;M;M mole ( unit of mass)
mA milliampere
math. mathematical(ly)
max. maximum
M and CW maternity and child welfare
Mci millicurie(s)
Meq; mEq milliequivalent
meV million electron volts
M/F; M/W/S male / female; married / widow(er) / single
MCD mean corpuscular diameter
MCH mean corpuscular haemoglobin
MCHC mean corpuscular haemoglobin concentration
MCL mid-clavicular line
MCV mean corpuscular volume
MD doctor of medicine; mentally deficient
MDM mid-diastolic murmur
mEq milliequivalent(s)
mg milligram
mg./day milligrammes per day
mho mho ( reciprocal ohm )
μ micro-
μCi microcurie
737
μf microfarad
μg microgram
μl microlitre
μm micrometre
μμg micromicrogram (picogram)
μμ micromicron
mм micromolar; millimolar (units of concetnration)
μmole micromole
μ micron
μU microunit
μV microvolt
μW microwatt
MHO Medical Health Officer
MI mitral incompetence insufficiency; myocardial infarction
min minimum, minute (angular measure)
misc miscarriage; miscellaneous
mixt. mixture
ml millilitre
MLD minimum lethal dose
mm millimetre
mm² ; sq mm millimetre, square
mm³; cu mm millimetre, cubic
mμ millimicron
mmole millimole
MMR mass miniature radiography
MO Medical Officer (UK)
MOH Medical Officer of Health (UK)
mo month
mol. molecule, molecular
mol wt molecular weight
MOM milk of magnesia
MOP medical out-patient
mOsmole milliosmole
mOsм milliosmolar
m.p. melting point
MPNI Ministry of Pensions and National Insurance (UK)
MR manual removal
MRC Medical Research Council (UK)
MRU Mass Radiography unit
MS mitral stenosis; multiple sclerosis; musculo skeletal
MSU mid-stream urine
MSSU mid-stream specimen of urine
MSW Medical Social Worker (UK)
mµ millimicron(s)
738
mV millivolt
mV –sec millivolt-second
MVP mitral valve prolapse
MWO Mental Welfare Officer
MXR mass X-ray
µ micron
µg microgram(s)
N
N Newton
N;N normal ( concentration )
η viscosity ( lower case Greek eta)
N&T nose and throat
N&V nausea and vomiting
NA not applicable;National Assistance
NAD no abnormality detected;
NAH not at home
n nano-
ng nanogram
nm nanometre
NBI no bone injury
ND normal delivery; nervousdebility; not diagnosed; not done
NE not engaged; not enlarged
Neg. negative(ly)
NFV no further visit
NG new growth; no good
NGU non-gonococcal urethritis
NI National Insurance
NIC National Insurance Certificate (UK); National Insurance
Contributions
NIL not in labour
NK not known, natural killer
NMR nuclear magnetic resonance
NND neo-natal death
no. number
nocte at night
NOTB National Ophthalmic Treatment Board
NP not palpable; nomen proprium
NPU not passed urine
NS nervous system; not seen
NSA no significant abnormality
NSPCC National Society for the Prevention of Cruelty to Children
(UK)
NYD not yet diagnosed
739
O
O/E, OE on examination; otitis externa
OA on admission; osteo-arthritis
OAP old age pensioner
OBS organic brain syndrome
obsd. observed
Occ occasionally
OD overdose
O.D. optical density
oed. oedema
OM otitis media; osteomyelitis
Op operation
opt. optimal
OR operating room (US)
ORD optical rotatory dispersion
org. organic
oS osmole
OT operating theatre (UK); occupational therapy
oz ounce
oxidn. oxidation
P
P pulse; protein; patient; poison; private; prescribing; pulse
p,P probability
PA pernicious anaemia; postero-anterior; pressure area
Para. 2+1 full term pregnancies 2, abortions 1
Paed paediatric
PAT paroxysmal atrial tachycardia
PBI protein bound iodine
PBX phenylbutazone
p.c. after food; after meals
PD paralysis, median.
PDA patent ductus arteriosus
PE physical education
Pen penicillin
per se alone not in connection with other things; in, of, by itself;
as such
PERLA pupils equal and reactive to light and accomodation
PET pre-eclamptic toxaemia
peV peak electron volts
pg picogram ( micromicrogram )
PH public health
pH symbol for expression of hydrogen ion concentration
ph. D Doctors of Philosophy (US)
740
Q
q.d.s./q.i.d. quater in die (Latin) four times a day
qual. qualitative(ly)
quant. quantitative(ly)
R
R right; red; respiration; roentgen
r röntgen
R recipe (Latin) take (used in prescriptions)
RA rheumatoid arthritis; right atrium
rad radian, radiation
RAD right axis deviation
RBC red blood cell count; red blood corpuscles
RBS random blood sugar
RCA right coronary artery
RD reaction of degeneration; respiratory disease
RE right eye
redn reduction
RES reticuloendothelial system
resp. respective(ly)
rf radiofrequency
ref. refer, reference
reg. regular
rem roentgen equivalent man.
REM rapid eye movement
Rep roentgen equivalent physical
Rh. Rhesus factor; rheumatism
RHA Regional Health Authority (UK)
RI respiratory infection
RIF right iliac fossa
RIH right inguinal hernia
RLL right lower lobe
RLQ right lower quadrant
RMO Regional or Resident Medical Officer (UK)
ROA right occipital anterior
ROM range of motion
ROO Resident Obstetric Officer
ROP right occipital posterior
rpm; rev/min revolutions per minute
Rpt repeat; report
742
RQ respiratory quotient
RS respiratory system
RSO Resident Surgical Officer
RTA road traffic accident
RTC return to clinic
RTI respiratory tract infection
RUA right upper arm
RUQ right upper quadrant
RVA right visual acuity
RVE right ventricular enlargement
RVH right ventricular hypertrophy
S
S schedule eg. S 4 -- schedule iv Poisons; single dose; sister;
single; sugar; Svedberg unit
s , sec second ( time ) , secondary
s sedimentation coefficient
SAE stamped addressed envelope
SAH subarachnoidal haemorrhage
sapon. saponifacation
sat. saturation
Sat satisfactory
SB still-born
SBE sub-acute bacterial endocarditis
s.c. subcutaneous(ly)
Sed. sedimentation
S.E. standard error
SEN State Enrolled Nurse (UK)
sep. Separated, separate(ly)
SG specific gravity
SHO Senior House Officer (UK)
SI sacro-iliac; schedule 1; soluble insulin; statutory
instrument
sig. signa (Latin) label (in prescriptions)
sin sine
s.l. sublingual
SM systolic murmur
SMO Senior Medical Officer
SMR sub-mucous resection
SN student nurse (UK)
SNO Senior Nursing Officer
Sn Snellen test type
SOB short of breath
SOBOE short of breath on exertion
743
sol. soluble
soln solution
SOP surgical out-patients
SOS supplementary ophthalmic device
sp. specific
spec. gr. specific gravity
spt. spirit; sputum
sq square
sr steradian
S(R) single dose -- usually repeated 2 or 3 times in the day
SRN State Registered Nurse (UK)
SROM spontaneous rupture of membranes
St. stone (of weight)
Sub. subsequent dose
Sulpha. Sulphonamide
std. standard
S.D. standard deviation
ST’s sanitary towels
STS serum test for syphilis
SVC superior vena cava
SVD simple vertex delivery
SWD short wave diathermy
Sy. Syphilis
sym. symmetrically
Syph. syphilis
T
T temperature; term; treatment
T- tera-
TA triple antigen
tabs tablets
T&A tonsils and adenoids
TAB typhoid-paratyphoid A and B vaccine
TAB/Cho typhoid-paratyphoid A+B vaccine + cholera vaccine
TABC typhoid-paratyphoid A,B and C vaccine
TABT typhoid-paratyphoid A and B vaccine with tetanus toxoid
TAF toxoid-antitoxin floccules
tan tangent
TB tuberculosis
TBM tuberculous meningitis
TCA 3(7) to come again in three (seven) days
TCD tissue culture dose
tech. technical
t.d.s. / t.i.d. three times daily
744
temp. temperature
tert tertiary ( with alkyl groups only)
Tet. tetanus, tetracycline
Tet/Ser tetanus antitoxin
Tet/Vac tetanus toxoid
Tet/Vac FT tetanus toxoid
Th.V thoracic vertebra
tid ter in die (Latin) three times a day
TI tricuspid incompetence
TIA transient isotemic attack
TMJ temporo mandibular joint
TN temperature normal
TNS transcutaneous nerve stimulator
TOP treponemal immobilisation test; termination of pregnancy
TPI treponemal immobilisation test
TPR temperature, pulse, respiration
TPV triple polio vaccine
TR temporary resident (UK)
TS tricuspid stenosis
TT tetanus toxoid; tuberculin tested
TTC triphenyl tetrazolium chloride
TV trichomonas vaginalis
TUR transurethral prostate resection
U
U urea; unit
U&E urea and electrolytes
UG urogenital
UGS urogenital system
UGT urogenital tract
UMN upper motor neurone
URI upper respiratory infection
URTI upper respiratory tract infection
USP United States Pharmacopeic
uV ultraviolet
UVL ultra-violet light
V
V volt, visit
V10 visit in 10 days
VA visual acuity
Vac vaccination
Vag vaginitis
VCG vector cardiogram
745
VD venereal disease
VDH valvular disease of the heart
VDRL venereal disease research laboratory
VDRT venereal disease reference test
VE vaginal examination; varicose eczema
VI virgo intacta
vol volume
VP venous pressure
VSD ventricular septal defect
VU varicose ulcer
VV varicose vein(s)
v/v volume for volume
Vx. vertex
W
W watt; widow(er); weekly dose
WBC white blood cell count; white blood corpuscles
WC water closet = lavatory; whooping cough
wk week
WNL within normal limits
WR Wassermann reaction
WSB water soluble base
wt weight
WVS Women’s Voluntary Service
w/v weight per volume
w/w weight for weight
X
X multiple
XR X-ray
Y
YOB year of birth
yr. year
Z
ZA Zondek-Ascheim
ZN Ziehl-Neelsen
746
Appendix II
LANGUAGE FUNCTIONS
Casetaking
Present illness
What’s brought you along today? Bugün sizi buraya getiren nedir? / Ne
rahatsızlığınız var? / Rahatsızlığınız nedir?
What can I do for you? Sizin için ne yapabilirim?
What seems to be the problem? Sorunun ne olduğunu düşünüyorsunuz?/
Size göre sorun ne?
How can I help? Nasıl yardımcı olabilirim?
How long have they / has it been bothering you? Sizi ne zamandır rahatsız
ediyor?
How long have you had them / it? Ne kadar zamandır var?
When did they / it start? Ne zaman başladı?
Have you taken anything for it? Bunun için herhangi bir şey/ilaç aldınız mı?
Did (the tablets) help? İlaç/hap/tablet yardımcı oldu mu?
Apart from your (headaches) are there any other problems? (Baş ağrınız)
dışında herhangi bir sorununuz var mı?
How have you been keeping up to now? Bugüne kadar ki sağlık durumunuz
nedir?
748
Family history
Are your parents alive and well? Anne-babanız yaşıyor mu, sağlık durumları
nedir?
What did he/she die of? Neden öldü? (Ailenizde kalp, şeker, yüksek tansiyon,
kanser gibi herhangi bir hastalık var mı?)
How old was he/she? Kaç yaşındaydı?
Does anyone else in your family suffer from this problem? Ailenizden herhangi
birinde de bu rahatsızlık var mı?
Have you any trouble with (passing water)? (İdrar yaparken) bir sorununuz
oluyor mu?
Any problems with (your chest)? (Göğüsünüzle) ilgili her hangi bir sorununuz
var mı?
What’s (your appetite) like? İştahınız nasıl? (İyi mi kötü mü?)
Have you noticed any (blood in your stools)? Gaitanızda/büyük abdestinizde hiç
kan gördünüz mü/farkettiniz mi?
Do you ever suffer from (headaches)? (Başınız) ağırır mı?
Do (bright lights) bother you? (Parlak ışık) sizi rahatsız eder mi?
Have you (a spit)? Balgam çıkardığınız oluyor mu?
To rephrase if the patient does not understand, try another way of expressing the
same function, for example:
What caused this? Buna sebep olan nedir? / Hastalığınıza ne sebep oldu?
What brought this on? Hastalığınızın nedeni nedir?
Was it something you tried to lift? Kaldırmaya çalıştığınız birşey mi neden oldu?
Examination
I’m just going to (test your reflexes). Yalnızca (reflekslerinizi) kontrol edeceğim.
I’d just like to (examine your mouth). Yalnızca (ağızınızı) muayene etmek
istiyorum.
Now I’m going to (tap your arm). Şimdi (kolunuza hafifçe vuracağım).
749
I’ll just check your (blood pressure). Yalnızca (kan basımcınızı) kontrol
edeceğim.
Commenting / reassuring
Investigations
Explaining purpose
I’m going to (take a sample of your bone marrow) to find out what’s causing
your anaemia). Aneminize neyin neden olduğunu bulmak üzere
(kemik iliğinizden bir örnek) alacağım.
Reassuring
It won’t take long. Uzun sürmeyecek.
It won’t be sore. Ağrımayacak.
I’ll be as quick as I can. Olabildiğince hızlı olacağım/davranacağım.
750
Warning
You may feel (a bit uncomfortable). Kendinizi (biraz rahatsız) hissedebilirsiniz.
You’ll feel a (jab). (Batma) hissedeceksiniz.
Discussing investigations
Making a diagnosis
Discussing certainty
Simple definition
The (disc) is a (little pad of gristle between the bones in your back). (Disk
omurlarınız arasında bulunan kıkırdak dokudur.)
If we bend the knee, tension is taken off the nerve. Dizimizi bükersek, sinirlerin
gerginliği kalkar.
When we straighten it, the nerve goes taut. Düzelttiğimizde sinirler gerilir.
Treatment
Advising
Expressing regret
I’m afraid that (the operation has not been successful). Korkarım (ameliyat
başarılı olmadı).
I’m sorry to tell you that (your father has little chance of recovery). Üzgünüm,
babanızın iyileşme şansı yok. / Babanızın iyileşme şansı
olmadığını belirttiğim için üzgünüm.
BLOOD
Have you had any lose of blood? Hiç kan kaybettiniz mi?
Have you noticed any blood in your motions/in your sputum/when you pass
water? Dışkınızda/balgamınızda/idrar yaptığınızda hiç kan
farkettiniz mi?
Have you noticed any clots of blood? Hiç kan pıhtısı farkettiniz mi?
Was the blood bright or dark in colour? Kan açık renkli miydi yoksa koyu renkli
miydi?
752
BREATHING
Have you had any difficulty with your breathing? Hiç soluma güçlüğünüz oldu
mu?
Do you get short of breath? Solunum darlığınız olur mu?
Do you get short of breath when your run for a bus or climb stairs? Otobüsün
arkasından koştuğunuzda veya merdiven çıktığınızda solunum
darlığı çekermisiniz?
Do you get any pain on breathing? Solurken ağrı duyarmısınız?
Take a deep breath, hold your breath and then breath out slowly. Derin bir
soluk alın soluğunuzu tutun ve derin bir soluk alın.
COUGH
How long have you had a cough? Ne zamandır öksürüğünüz var?
Did anything special bring it on? Özel birşey mi öksürüğe neden oldu?
What kind of cough is it? Ne tür bir öksürük?
When do you get it? Ne zamanlar öksürüyorsunuz?
Do you bring anything up? Öksürüğünüzle birlikte herhangi birşey
çıkarıyormusunuz?
Do you get a pain in your chest when you cough? Öksürdüğünüzde göğüsünüz
ağrıyormu?
DISCHARGE
How long have you had this discharge from your ear/nose/vagina?
Kulağınızdan/burnunuzdan/dölyatağınızdan bu akıntı ne
zamandır geliyor?
How often do you get it? Ne kadar sık oluyor?
How much is there? Ne kadar akıntı var?
What colour is it? Ne renk? / Akıntınız ne renk?
Does it contain casts, clots, mucus, pus? Pıhtı, irin, sümük veya herhangi bir
birikim içeriyor mu?
FAECES
How often do you have your bowels opened? Kaç kez/ne sıklıkla tuvalete
çıkarsınız?
Do you ever have diarrhoea or constipation? Hiç ishaliniz veya pekliğiniz olur mu?
Do you ever have any pain on passing your motions? Dışkı çıkarırken hiç
ağrınız olur mu?
Have you ever seen any blood in your motions? Dışkınızda hiç kan gördünüz mü?
What do your motions look like? Dışkınız neye benziyor?
Do they float on the water after flushing? Dışkı çıkardıktan sonra su yüzeyinde
mi kalıyor?
Do you have to go in a hurry? Aceleyle mi dışkı çıkarırsınız?
Can you hold your motions? Dışkınızı tutabilirmisiniz?
753
PAIN
How long have you had this pain? Ne zamandır bu ağrı var / bu ağrıyı
çekiyorsunuz?
Where do you get the pain? Show me exactly where you get the pain. Ağrınız
nereden geliyor? Kesin olarak ağrının geldiği yeri bana
gösteririmisiniz?
What kind of pain is it? Ne çeşit bir ağrı?
Did it come on slowly or suddenly? Yavaş yavaş mı yoksa aniden mi geliyor?
When do you get the pain? Ağrıyı ne zaman duyuyorsunuz?
Does it wake you up at night? Gece sizi uykunuzdan uyandırıyor mu?
Does anything special bring it on? (emotional disturbance, exercise, food,
position, etc). Ağrınızın özel bir nedeni var mı? (duygusal
rahatsızlık, egzersiz, yiyecek, vücut duruşu, v.b.)
Does anything special make it worse? Özel birşey ağrınızı daha da
kötüleştiriyor mu?
Does it spread anywhere else? Yayılıyor mu?
Does anything relieve it? (Drugs, exercise, food, heat, position, rest). Herhangi
birşey ağrınızı rahatlatıyor mu? (ilaç, egzersiz, yiyecek, ısı,
vücut duruşu veya dinlenme)
PULSE
Do you get palpitations? Çarpıntılar geliyor mu?
SPUTUM
Do you bring up any phlegm? Hiç balgam çıkarırmısınız?
How much do you bring up? Ne kadar balgam çıkarırsınız?
When do you bring it up? Ne zaman çıkarırsınız?
What colour is it? Balgamınız ne renktir?
Have you noticed any blood? Hiç balgamınızda kan farkettiniz mi?
Is it frothy, watery, etc? Balgamınız köpüklü/sulu mu?
Is there a lot of blood or just streaky with blood? Balgamınızda çok kan var mı
yoksa damar damar kanlı mı?
URINE
Do you have any difficulty in passing your water? İdrar yapma güçlüğünüz var
mı?
Is the difficulty when you start passing your water, throughout or afterwards?
Güçlük idrar yapmaya başladığınızda mı, idrar sırasında mı
yoksa idrardan sonra mı?
Does your water gush? İdrarınız fışkıracak kadar çok olur mu?
Does your water dribble? İdrarınız damlar mı?
Does it come away when you strain? Zorlandığınız zaman mı gelir?
How often do you pass water? Ne kadar sık idrar yaparsınız?
754
Do you have to get up in the night (to pass water)? İdrar yapmak için gece
kalkmak zoruında kalırmısınız?
Has the amount of water you pass increased? Çıkardığınız idrarın miktarı
artıyor mu?
How much urine do you pass each time? Her tuvalete gidişinizde ne kadar
idrar çıkarıyorsunuz?
Have you noticed any change in the colour of your water? İdrarınızın renginde
hiç değişiklik farkettiniz mi?
Have you seen any blood in your water? İdrarınızda hiç kan farkettiniz mi?
Do you have any pain when you pass your water? İdrar yaparken hiç ağrınız
olur mu?
Does your water burn or sting? İdrarınız yakıcı mı yoksa ağrı verici mi?
I’d like to have a specimen (sample) of your water. İdrar örneğinizi almak
istiyorum.
I’d like to have mid-stream specimen. Orta idrar örneğinizi almak istiyorum.
VOMITING
How long have you been sick? Ne zamandır hastasınız?
Do you feel better after being sick (or after vomiting)? Kustuktan sonra
kendinizi daha iyi hissediyormusunuz?
How often do you vomit? Ne kadar sık kusarsınız?
How much do you vomit? Ne kadar kusuyorsunuz?
Have you noticed any coffee grounds, bile, blood in your vomit? Kusmuğunuzda
kahve zerreleri, safra parçacıkları veya kan farkettiniz mi?
When do you vomit? Ne zaman kusarsınız?
Is it related to eating? Yemekle ilgili mi?
What colour is the vomit? Ne renk? / Kusmuğunuz ne renk?
Do you feel sick before you vomit or does it just happen? Kusmadan önce
kendinizi hasta hissediyormusunuz veya sadece kusuyor
musunuz?
Do you retch? Kusmaya çalışır mısınız?
755
Appendix III:
Language of Dentistry
This section deals with the language used by patients when speaking about
their teeth and the instructions the dentist gives. It is
divided into four sections: (1) useful questions to patients;
(2) colloquial language used by patients; (3) instructions to
patients and explanations of procedures; (4) terms used in
dentistry.
How long have you had the pain? Ne zamandır ağrınız var?
How long does the pain last? Ağrınız ne kadar sürüyor?
Is it worse at night or in the day? Geceleri mi yoksa gündüzleri mi daha kötü
ağrıyor?(Kendiliğinden gelen) gece ağrınız var mı?
Where do you feel the pain most? Ağrıyı en çok nerenizde duyuyorsunuz?
Have you pain in the temple or the ear? Ağrı şakağınızda mı yoksa
kulağınızda mı?
Do you feel the pain when you touch your tooth with your tongue? Diliniz
dişinize değdiği zaman mı ağrı hissediyorsunuz?
Do you get more pain with cold or hot water? Sıcak su ile mi yoksa soğuk su
ile mi daha çok ağrı duyuyorsunuz?
Is the pain more severe when I press here or here? Ağrı dokunduğum hangi
noktada daha belirgin?
Do your gums bleed when you brush your teeth? Dişlerinizi fırçaladığınızda
diş etleriniz kanıyor mu?
Have you a feeling of weight in your tooth? Dişinizde bir ağırlık hissediyor
musunuz?
Have you ever had: rheumatic fever, kidney disease, chest or lung diseases?
Hiç romatizma, böbrek rahatsızlığı, göğüs veya akciğer
rahatsızlığı geçirdiniz mi?
Have you any allergies—particularly penicillin allergy? Herhangi birşeye
alerjiniz var mı? özellikle penisilin alerjisi?
Have you been in hospital for anything? Herhangi bir nedenle hastaneye
yattınız mı?
Are you attending your doctor at present? Düzenli olarak doktor kontrolünüz
yapılır mı?
Are you taking any medicine? Herhangi bir ilaç alıyor musunuz?
Do you bleed a lot after extraction? Çekim sonrası kanamanız oluyor mu?
756
Local anaesthesia
Generally called: needle in the gum
prick in the gum.
You’ll just feel a little prick in the gum. Lokal anestezi yapacağım.
General anaesthesia
Generally called: gas (inhalation anaesthesia)
prick in the arm (intravenous anaesthesia).
Sometimes referred to as ‘go-to-sleep anaesthesia’. Anestezi olmak.
Questions to patients
When did you last eat or drink? En son ne zaman yediniz/içtiniz?
Have you anyone with you? Yanınızda biri var mı? / Size eşlik eden var mı?
Are you driving a car? Araba kullanıyor musunuz?
758
Dentures
Appendix IV
Irregular Verbs
INFINITIVE PAST PAST PARTICIPLE
abide .................. abode, abided ...................... abode, abided/abidden
arise ................... arose .................................. arisen
awake ................. awoke, awaked ................... awaked, awoke
Appendix V
1 3 4
2
Infinitive or Past Present
Past
present Participle Participle
Irregular eat(s) ate eaten eating
break(s) broke broken breaking
drink(s) drank drunk drinking
take(s) took taken taking
The verb has three functions, that is,it can be used as:
(1) an adjective:
She bought some cooking apples.
Never buy stolen goods.
(3) a tense:
He was cooking.
He is cooking.
He wil lbe cooking.
He has been cooking.
767
An event in each of the above three categories of past, present and future, is
seen as:
(a) Something occupying only a point in time: She wrote him a letter.
(b) Something going on at a time when another event took place: She was
writing him a letter (when the telephone rang).
(c) Something completed before another event: She had written the letter
before the telephone rang.
Form (a) is a simple tense, form (b) continuous tense, and form (c) perfect
tense.
We have these three tense forms (simple, continuous and perfect) in the past,
in the present and the future,both in the Active and the Passive voice, e.g.
ACTIVE PASSIVE
1. Teachers correct their students' 1. Students' mistakes are corrected
mistakes. by teachers.
2. She is cooking them a meal. 2. A meal is being cooked for them.
3. Someone has stolen the car. 3. The car has been stolen.
768
1 2 3
TENSE
PAST PRESENT FUTURE
1.Simple cooked cook(s) will cook
is
2.Continuous was cooking am cooking will be cooking
were are
Thus we have 3x3=9 basic tenses in English. The above 9 tenses are in the
ACTIVE VOICE
PASSIVE VOICE
TIME
TENSE 1 2 3
PAST PRESENT FUTURE
1.Simple is
was am cooked will be cooked
were cooked are
2.Continuous was is
were being cooked am being cooked NOT USED
are
3.Perfect has
had been cooked have been cooked will have been
cooked
769
In the Passive Voice, the main (finite) verb invariably takes the Past
Participle form.
We have a fourth form of tense, the Perfect continuous:
This form, the perfect continuous, is commonly used in the present, but less
frequently in the past and the future.
Thus, the various tense forms (each distinct from the others) are :
2.Continuous was is
were +..ing am + ..ing will be +…ing
are
3.Perfect had + pp1 has
have + pp will have + pp
4.Perfect had been has will have been +
continuous + ..ing have been +..ing ..ing2
ı pp=past participle 2 not in common use
PASSIVE
The above forms in the passive would be
Appendixx VI
A
771
skeleton
(iskelet)
772
skeleton
(iskelet)
773
osteology of skull
(kafatası kemikleri)
774
heart
(kalp)
775
teeth
(diş)
776
teeth
(diş)
777