You are on page 1of 793

Medical Translation

Dictionary
Tıp Çeviri Sözlüğü

Ayfer AYDOĞAN
Sami AYDOĞAN
Ankara Üniversitesi Yayınları No: 385
Ankara Üniversitesi Yayınevi Yayın No: 3

Medical Translation Dictionary


Ayfer Aydoğan
Sami Aydoğan

Ankara Üniversitesi Yayınevi


Ankara Üniversitesi Tandoğan Yerleşkesi Öğrenme Merkezi,
Dögol Caddesi 06100
Tandoğan / Ankara / Türkiye
Tel: +90 (312) 223 5761
Faks: +90 (312) 213 95 32
Sertifika No: 25394

Birinci Basım: Kasım 2013

Genel Yayın Yönetmeni: Prof. Dr. Doğan Atılgan

Kapak Tasarımı ve Sayfa Uygulama : Ankara Üniversitesi Basımevi

© Ankara Üniversitesi Yayınevi

Tüm hakları saklıdır. Yayınevinden yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı
yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.

ISBN: 978-605-136-120-8

Baskı Yeri:
Ankara Üniversitesi Basımevi
İncitaşı Sokak No.10, 06510, Beşevler/ANKARA
Tel: 0312-213 66 55
Basım Tarihi: 15.11.2013
For our
dearly mothers:
Mediha Akay,
Satı Aydoğan
Teşekkür

Türkçe - İngilizce / İngilizce Türkçe Medical Translation


Dictionary - Tıp Çeviri Sözlüğü’müzün 1. basımı için değerli katkılarını
esirgemeyen Ankara Üniversitesi Rektörü sayın Prof. Dr. Erkan İbiş’e,
Ankara Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu müdürü sayın Prof.
Dr. Nevin Özkan’a, Ankara Üniversitesi Yayınevi koordinatörü sayın
Prof. Dr. Doğan Atılgan’a, Ankara Üniversitesi Basımevi müdürü sayın
Hakan Büyükçaylı’ya ve emeği geçen tüm basımevi çalışanlarına
teşekkürü borç biliriz.

Ayfer Aydoğan
Sami Aydoğan
CONTENTS / İÇİNDEKİLER

1. Preface / Önsöz ............................................................................................. ix


2. Türkçe-İngilizce Tıp Çeviri Sözlüğü’nde Kullanılan Kısaltmalar ...............xii
3. Türkçe - İngilizce Sözlük ............................................................................... 1
İngilizce - Türkçe Sözlük ........................................................................... 201
4. A Quick Guide to Using the Dictionary / Sözlüğü Kullanma Kılavuzu..... 202
5. Appendices ................................................................................................. 725
I. Medical Abbreviations /Tıbbi Kısaltmalar ......................................... 725
II. Language Functions / Hastalara Yöneltilen Güncel Sorular .............. 746
III. Language of Dentistry /Diş Hekimliği ile ilgili Bölüm ...................... 755
IV. Irregular Verbs / Kuralsız Eylemler ................................................... 759
V. Passive Voice / Edilgen Çatı .............................................................. 766
VI. Human Body / İnsan Vücudu ............................................................. 770
VII. Symbols .............................................................................................. 779
ÖNSÖZ

1995 yılında yayınlandığından beri alan sözlüğü olarak ilgi merkezi olan
Medical Translation Dictionary – Tıp Çeviri Sözlüğü’ müzün 2. baskısını 2006
yılında yayımladık. Her iki baskının da içeriği yalnızca İngilizce – Türkçe
yapılmıştı. Öğrencilerimiz tarafından Türkçe – İngilizce bir bölümün eksikliği
sürekli dile getirilmişti. Geçen süre içersinde doktorlarımızın ve
öğrencilerimizin önerileri doğrultusunda ilk baskılardaki sözcük sayısını hemen
hemen iki katına çıkardığımız, çok sık kullanılan sözcüklere örnek tümceler
eklediğimiz, tıp kitaplarında, araştırma-inceleme metinlerinde çok sık
karşılaşılan önek ve sonekleri de ekleyerek zenginleştirdiğimiz, Türkçe –
İngilizce geniş bir bölümü de sözlük kapsamına aldığımız bu yapıt yeni bir
kaynak, alanında bir ilk olma özelliğindedir.
1. ve 2. baskılardaki İngilizce – Türkçe bölümün temel çatısı korunmakla
birlikte geniş bir Türkçe – İngilizce bölümle nitelik olarak 1. baskı
diyebileceğimiz bu yapıtın kaynak taraması yapan, tıp ve sağlık bilimleri
alanlarında uzmanlığa hazırlanan, uzmanlık alanında makale yazan geleceğin
bilim insanlarının beklentilerini karşılayacağını ümit ediyor, başarılar diliyoruz.

Ayfer Aydoğan
Sami Aydoğan

ix
İngilizce-Türkçe I. baskıya
ÖNSÖZ
İnsan en derin biçimde anadilinde düşünür, yorumlar, tartışır ve iletişim
kurar. Bu, insan doğasının, insan evriminin tartışılmaz doğrularındandır.
Anadili kusursuz öğrenmek ve uygulamak her zaman temeldir. Anadilini
çok iyi kullanan bireyin zihinsel gelişiminin de buna koşut olarak geliştiği hiç
kimsenin yadsıyamayacağı bir gerçektir.
Yabancı dil öğrenmek insanın toplumsal ve kültürel gelişimine büyük
katkılarda bulunur. İnsanın çalışma yaşamında bakış açısını genişletir; yani
araştırma kaynaklarını daha kolay değerlendirmesine, geliştirilen teknik ve
yöntemleri daha rahat kullanmasına olanak sağlar. Dil, en etkin iletişim aracıdır.
İkinci, üçüncü dilleri öğrenmek başka toplumlarla iletişim sağlamayı kolaylaştırır.
Bir dilden başka bir dile çeviri yaparken karşılaşılan sıkıntı, her iki dili
ve kültürü iyi tanımayı, her iki dilde de hangi durumlarda hangi tümce yapısını
kullanacağını bilmeyi gerektirir. Bununla birlikte gelişmiş sözcük bilgisinin de
çeviri için kaçınılmaz olduğu bir gerçektir. Her iki dilde güncel, anlaşılır, alana
uygun sözcük ve deyimleri seçmek, çeviride temel kurallar arasındadır. Buradan
hareketle denilebilir ki, her iki dilde doğru karşılıklar, doğru çeviri yapmayı
getirecektir.
Yaklaşık 20 yıldır sürdürdüğümüz çeviri ve çeviri dersleri çalışmalarında
akademisyenlerin, araştırmacıların ve sanat yapıtlarını dilimize kazandırma
uğraşı içindeki çevirmenlerin sık karşılaştıkları binlerce sözcüğü bir yapıt
içersinde toplamanın yararlı olacağı kanısına vardık. Hazırladığımız bu yapıtı
akademik çalışma alanı çerçevesinde tutmaya özen gösterdik. Hem genel
çeviride sık geçen sözcükleri, hem de akademik alana uygun sözcükleri özenle
seçerek dar bir kapsamda, ancak bu alanın isteklerini karşılayacak zenginlikte
olmasına dikkat ettik. Doğaldır ki her İngilizce sözcüğü sözlüğe almadık.
Böylece Tıp, Biyoloji, Eğitim, Sosyoloji, Sanat Tarihi, Ekonomi, vb. alanlarda,
alanın temel gereksinmelerini karşılayacak, güncel, uygulamada işlevsel,
kullanışlı cep sözlükleri dizisi hazırladık.
Dizinin ilkini oluşturan Tıp Çeviri Sözlüğü genel çeviride sık geçen söz-
cüklerle birlikte tıp alanındaki binlerce sözcüğü de içermektedir. Bu yaklaşımla
tıp öğrencileri, doktorlar ve konuya yakın alanlardan akademisyenler genel
sözlüklerde bulamadıkları birçok deyim ve sözcüğü, açık anlaşılır karşılıklarıyla
bulabilecekler.
Ayrıca çeviride aşılması çok zor bir engel olan, birçok sözlüğün içerme-
diği, deyim ve deyişler olabildiğince eksiksiz sözlük kapsamına alınmıştır.
Yapıtın sonundaki tıp alanında kullanılan kısaltmalar, değişik durumlarda
doktorların hastalara yönelttiği sorular, Diş Hekimliği alanına ilişkin kısa bir
bölüm, kuralsız eylemler gibi ekler kullanana kolaylık sağlayacaktır.
Ayfer Aydoğan - Sami Aydoğan

x
İngilizce-Türkçe 2. baskıya
ÖNSÖZ

Tıp Çeviri Sözlüğü’müzün ilk baskısı taşınması kolay, cebe veya çantaya
sığacak boyutlarda hazırlanmıştı. Tıp fakültesi öğrencileri olan sizlerin ve
doktorlarımızın uzun süre kullandığınız, çeviri sıkıntılarınıza büyük ölçüde
yardımcı olabilen bu yapıtı kapsamını genişleterek ve masa sözlüğü boyut-
larında tasarlayarak yayınlıyoruz.
Yayınlandığından beri beğeni kazanan ve çeviri yaparken veya tıp
dalında bir metin ya da makale okurken yanlarından ayırmadıklarını her fırsatta
bize ileten kıymetli öğrencilerimizin bu özendirici tutumu bizi ikinci baskıyı ya-
yınlamaya cesaretlendirdi.
Uzmanlığa hazırladığımız öğrencilerimiz, uzmanlığa başladıktan sonraki
çalışmalarında sık karşılaştıkları, ancak sözlüğümüzde yer almayan pek çok
sözcük ve deyimi bize aktararak sonraki baskılarda bulunmasını önermişlerdi.
Hem bu önerilen sözcükleri hem de TUS, ÜDS, v.d. sınavlarda karşılaştığınız
birçok yeni sözcüğü de ekleyerek genişlettiğimiz bu ikinci baskının da
beklentilerinizi karşılayacağını ümit ediyor, başarılar diliyoruz.

Ayfer Aydoğan
Sami Aydoğan

xi
Türkçe-İngilizce Tıp Çeviri Sözlüğü’nde Kullanılan Kısaltmalar

a. ad/isim noun
arg. argo slang
ç. çoğul plural
e. eylem verb
ed. edat preposition
fiz. fizik physics
önek ön ek prefix
s. sıfat adjektive
sonek son ek suffix
ünl. ünlem exclamation, interjection
v.b. ve benzerleri etcetera
v.d. ve diğerleri etcetera
zf. zarf adverb
zm. zamir pronoun

xii
TÜRKÇE / İNGİLİZCE
A,a

a, a , a; ed. the letter of “a”; at, to, açık alan, open space.
towards, into, onto. açık fikirli, s. open-minded.
abanmak, e. to lean forward/over; to açık kalpli, s. open-hearted.
push against. açık oturum, a. panel discussion.
abartmak, e. to exaggerate; to açıkça, zf. clearly, frankly, plainly,
magnify, to overstate. openly
abes, s. useless, vain; nonsense, açıkçası, zf. to tell the truth; frankly
unreasonable, vain, useless. speaking.
abi, a. elder brother. açıkgöz, s. smart, clever, sharp,
abla, a. elder sister shrewd.
ablak, s. chubby, round; chubby/ açıklama, n. explanation, statement.
round faced. açıklamada bulunmak, e. to make a
abo (kan küme), a. abo system.
statement.
abone, a. subscription, subscriber.
açıklamak, e. to reveal, to disclose,
abone olmak, e. to subscribe.
abuk sabuk, zf. nonsensical, to make public; to explain
incoherent. açıklayıcı, s. explanatory.
acaba, zf. I wonder (if) …; oh, indeed! açıklık, a. clearness; gap, blank
acemi, s. untrained, inexperienced. space, opening.
acemice, zf. awkwardly, clumsily. açılış, a. opening.
acı, s. acrid, bitter, sour; pungent, açılış konuşması, opening speech.
biting, sharp; hot (pepper, etc.) -açım, -açımı, sonek. -tomy.
acı çekmek, e. to suffer, to be in pain. açından ölmek, e. to starve; to die of
acıklı, s. sad, touching; tragic. hunger.
acıkmak, e. to feel hungry. açlık, a. hunger, famine, starvation.
acılık, a. bitterness. açlık grevi yapmak, e. to go on a
acıma, a. compassion, pity. hunger strike.
acımak, e. to ache, to feel sore; to açlık grevi, hunger strike.
feel sorrow for; to become bitter. açmak, e. to open, to clear away; to
acımasız, s. pitiless, merciless. open up; to break in, to burgle; to
acımsı s. bitterish. open out, to uncover, to unfold. yer
acımtırak, s. bitterish ~ to make room for.
acıtmak, e. to hurt, to cause pain; to açmaz, a. difficult situation.
make bitter; to cause to turn bitter. ad, a. name, reputation, fame.
acil, s. urgent, immediate, prompt, ada, a. island.
pressing; hasty, speedy. adacık, a. islet.
acil servis, emergency adacıkgöze, a. islet-cell.
aç, s. hungry; greedy.
adacıkgözesi, a. islet-cell.
açgözlü, a. greedy, insatiable.
adale, a. muscle.
açı, a. angle.
açık, s. patent; open; naked; adalet, a. justice.
uncovered; public; clear, fine, adaletli, s. just.
cloudless; frank, plain; distinct; adaletsiz, s. unjust
vacant, unoccupied; deficit adaletsizlik, s. injustice.
adam 4 ağrılı yağlanma

adam, a. man, human being, person. ağının neden olduğu, toxicogenic.


aday, a. candidate. ağır, s. heavy, weighty; severe,
aday hekim, a. intern. dangerous; dull, slow, stupid, lazy.
adeleli, s. muscular. ağırlaşmak, e. to become heavier/
adet, a. number, sum; amount; slower/more difficult/more serious.
custom; habit. ağırlık, a. weight, heaviness;
adet görmek, e. to menstruate. slowness, stupidity; seriousness.
adet kesilmesi, a. menopause. ağısızlaştırma, a. detoxication.
adeta, zf. nearly, almost, as good as. ağıtutar, a & s. antitoxine; antitoxic.
adım, a. step, pace. ağız- , önek. stom- , stomat- , stomato.
adımlamak, e. to pace. ağız, a. orifice, mouth, opening,
adi, s. common, ordinary; habitual, entrance.
customary, everyday; vulgar. ağız ağrısı, a. stomatalgia,
adil, s. just, equitable. stomatodynia.
adlandırma, a. terminology. ağız doluluğu, a. saburra.
adlar dizini, a. nomen clature. ağız kokusu, a. foul breath.
adli, s. judicial, legal. ağız yangısı, a. stomatitis.
adli tıp, criminal medicine. ağız yarası, a. aphtha, ç. aphthae.
afyon, a. opium. ağızdan, s. oral, per os.
afyonkeş, a. opium addict. ağızla ilgili, s. stomatal.
ağ, a. reticulum; net. ağızlaşmak, e. to anastomose.
ağabey, a. elder brother. ağızsal, s. oral, stomatic.
ağaç, a. tree, wood, timber. ağkatman, a. retina.
ağaçtan, s. wooden. ağkatman sayrılığı, a. retinopathy.
ağartma, a. bleaching, whitening. ağkatman yangısı, a. retinitis.
ağartmak, e. to bleech, to whiten. ağlamak, e. to cry, to weep.
ağdamarsı, s. reticuloendothelial. ağrı- , önek. alge- , algesi- , algio- ,
ağdoku, a. reticular tissue. algo- .
ağgöze, a. reticulum celi, l. ağrı, a. pain, ache; throb, spasm.
ağı, a. toxine, poison, venom. -ağrı, - ağrısı, sonek. -algia, pain,
ağı- , önek. toxi-, toxico- , tox- , toxo-. painful condition.
ağı bağlantılı, s. toxicopathic. ağrı duyarlığı, a. algesia.
ağı etkisi olan, s. toxicoid. ağrı kesen, s. analgesic.
ağı karşıtı, s & a.antitoxic; antitoxin. ağrı kesimi, a. analgesia.
ağı kökenli sayrılık, a. toxicosis. ağrı oluşturan, s. algogenic,
ağı tutkunluğu, toxicomany. algesiogenic.
ağı üreten, s. toxicogenic. ağrıkeser, ağrı kesici, ağrı kesen, s.
ağıbilim, a. toxology. antivene, antivenin, painkiller,
ağılamak, e. to poison painkilling.
ağılanım, a. intoxication. ağrılı, s. painful, aching, algesic.
ağılanma korkusu, a. toxicophobia. ağrılı kasılım, a. spasticity.
ağılı, s. toxiferous, poisonous. ağrılı seyirce, a. trigeminal neuralgia.
ağılılık, a. toxicity. ağrılı yağlanma, a. adiposis dolorosa.
ağrımak 5 akılsızlık

ağrımak, e. to ache, to hurt, to throb akar, s. flowing, running.


with pain. akarca, a. fistula. ç. fistulae, fistulas.
… ağrısı, sonek. -algia. akaryakıt, a. liquid fluid.
ağrısız, s. without pain. akbenek, a. leukoma.
ağrıtmak, e. to hurt, to cause to ache. akciger, sol. p. sinister; left lung.
ağrıya duyarlılık, a. algesia, akciğer, sağ p. dexter; right lung.
algesthesis, algesthesia. akciğer- , önek. pulmo- , pulmonis- ,
ağsı, s. reticular. ç. pulmones.
ağtabaka, a. retina. akciğer, a. lung.
ahenk, a. harmony, accord, agreement. akciğer borusu, a. bronchus.
ahır, a. stable. akciğer boşluğu, a. cavum pleurae,
ahlak, a. morals, character, moral pleural cavity.
qualities, ethics, virtues. akciğer göbeği, a. hilus pulmonis,
ahlak bozukluğu, a. moral corruption. hilus of lung.
ahlak dışı, s. immoral. akciğer gözcüğü, a. alveolus. ç.
ahlakdışılık, a. amoralism. alveoli.
ahlaki, s. ethical, moral. akciğer gözcükleri, a. alveoli
ahlaksız, s. immoral, dissolute. pulmonum.
ahlaksızlık, a. immorality. akciğer kökü, a. root of lung, radix
ahmak, s. fool, stupid, silly, idiot. pulmonis.
ahmakça, zf. foolishly, stupidly. akciğer kömürlenimi, a. anthracosis,
ahmaklık, a. stupidity, foolishness. collier lung, miner’s lung.
ahşap, s. wood. akciğer sönüğü, a. atelectasis,
ahşaptan, s. wooden, made of wood pulmonary collapse.
ahtapot, a. octopus, polypus; cancerous akciğer tozancası, a. pneumoconiosis
ulcer. akciğer veremi, pulmonary
ahududu, a. raspberry. tuberculosis.
aile, a. family. akciğer yangısı, a. pneumonia.
aile hekimi, a. family doctor. akciğer yelpiği, a. bronchial asthma.
aile hukuku, a. family law. akça, s. whitish.
ailesel, s. familial. akderi, a. leukoderma, leukopathy.
ait, s. concerning, belonging to, akıbet, a. consequence, result,
pertaining to, relating to. outcome; end.
ait olmak, e. to belong to, to concern. akıcı, liquid, fluid; fluent, flowing.
ajan, a. agent. akıcılık, a. fluidity; fluency.
ak- , önek. leuc- , leuco- ; leuko- , akıl, a. intelligence, wisdom.
leuk- . akıl dişi, a. wisdom tooth.
ak, s. white; clean. akılcılık, a. rationalism.
akabinde, zf. subsequently, akıllı, s. wise, intelligent; clever,
immediately after. reasonable.
akaç, a. drain, pipe. akıllılık, a. cleverness, intelligence.
akademi, a. academy. akılsız, s. foolish, unreasonable.
akademik, s. academic, academical. akılsızlık, a. foolishness.
akım 6 alın

akım, a. current; trend. aksilik, a. contrariness; difficulty,


akımla pıhtılaştırım, a. electro- adversity.
coagulation. aksine, on the contrary; unfortunately.
akımla uyuşturum, a. electronarcosis. aksu, a. cataract; downrushing.
akınak, a. fistula. ç. fistulae, fistulas. akşın, a. albino.
akıntı, a. current, flow; rush, influx. akşınlık, a. albinism.
akış, a. current, flow, course. akşınlıkla ilgili, s. albinotic.
akışkan, s. fluid aktarım, a. transplantation; transfer.
akıtaç, a.drain. akyuvar, a. leukocyte.
akıtım, a.drainage. akyuvar artımı, a. leukocythemia.
akıtmak, e. to pour, to cause to flow, akyuvar azlığı, a. leucopenia.
to shed. akyuvar çokluğu, a. leukocytosis.
akilane, zf. intelligently, reasonably, akyuvar uru, a. leukemia.
akis, a. reflection; echo. akyuvara benzer, s. leukocytoid.
akit, a. agreement, treaty, contract. akyuvarla ilgili, s. leukocytic.
akit, a. contract, treaty. al- , önek. erythro- , erythr- .
akkan, a. lymph. alabilirlik, a. receptivity.
akkan- , önek. lymph- , lympho- . alan ürküsü, a. agoraphobia.
akkan damar uru, lymphangioma. albastı, a. puerperal fever.
akkan düğümü, lymph node. albumin işeme, a. albuminuria.
akkan göze, a. lymphocyte. aldı, a. intake.
akkan kökenli, s. lymphogenous. alem, a. universe.
akkan uru, a. lymphoma. aleni, s. public; openly done.
akkancıl, s. lymphatic. alet, a. tool, instrument.
akli, s. reasonable; mental. alev, a. flame.
akma, a. flow, current; flowing. alevlenmek, e. to increase in intensity.
akmadde, a. white matter. aleyhtar, a&s. opposed, anti; opponent.
akmak, e. to flow, to ooze, to drip, to aleyhtarlık, a. opposition.
leak aleyhte olmak, to be against to.
akne, a. acne. aleyhte, ed in opposition, against.
akraba, a. relative. algı, a. perception.
akrabalık, a. relationship, kinship. algılama, a. perception.
akrep, a. scorpion. algılamak, e. to perceive.
akrofobi, a. acrophobia. alıcı, a. receiver; customer.
aks, a. axle. alıcı, a.receptor.
aksak, s. lame. alık, s. silly, crazy, imbecile.
aksaklık, a. lameness. alıklaşmak, e. to become imbecile.
aksamak, e. to stall, to limp, to hitch. alıklık, a. stupidity, imbecility.
aksetmek, e. to be reflected. alıkoymak, a. to keep, to detain.
aksettirmek, e. to reflect. alım, a. attraction, attractiveness.
aksırık, a. sneeze. alımlı, s. attractive.
aksırmak, e. to sneeze. alımsız, s. plain, unattractive, ugly.
aksi, s. contrary, opposite; adverse alın, a. forehead, brow.
alıngan 7 ananevi

alıngan, s. easily offended, touchy. amaç, a. aim, target, object.


alınganlık, a. touchiness. amade, s. ready.
alınmak, e. to take offence at. ambar, a. store, storehouse
alıntı, a. quotation, citation. amca, a. paternal uncle.
alırlık, a. receptivity. amel, a. diarrhea; action, work,
alışık, s. accustomed to, used to. practice, performance.
alışılmış, s. habitual, customary. ameli, s. applied, practical.
alışkın, s. accustomed to, used to, ameliyat, a. operation, surgical
familiar. operation.
alışkın düşük, a. habitual abortion. ameliyathane, a. operating theatre,
alışmak, e. to get accustomed to, to operating room.
become familiar with, to get used amil, a&s. active, working; reason,
to. cause.
alıştırı, a. exercise. amip, a. ameba, ameoba. ç. amebae,
alıştırma, a. exercise. amebas.
alil, s. sick, diseased, invalid. amip sayrılığı, a. amebiasis.
alim, a. wise, scholar. amir, a. superior, chief.
alkol, a. alcohol. amiyane, zf. vulgarly.
alkolik, a.&s. alcoholic. amma, ama, bğl. still, yet, but.
almaç, a. receiver; receptor. amme, a. the common people, the
alt, a. bottom, underside, lower of a public.
ampul, a. ampulla; electric bulb.
thing; -sub.
an, a. moment
alt alta, one under the other.
ana, a&s. mother; fundamental,
alt dudak, a. lower lip.
principle, main, basic.
alt yazı, a. sub-title
ana atardamar darlığı, aortic stenosis.
altbölüm, a. subdivision. ana atardamar, a. aorta.
altçene, a. mandibula. ana atardamarla ilgili, s. aortic.
altgeçit, a. underground tunnel. ana yoksunluğu, a. maternal
altı, s. six. deprivation
altıda bir, one sixth. anaç, s. capable of becoming a
altıgen, a. hexagon. mother.
altın, a. gold. anaçlaşmak, e. to reach maturity.
altıncı, s. sixth. anadan doğma, congenital, naturally,
altından, s. golden from birth.
altinme, a. paraplegia. anadil, a. mother tongue.
altüst, zf. upside down. anaerkil, s. matriarchal.
altyutak, a. laryngopharynx. analiz, a. analysis.
altyüz, a. basis. analiz etmek, e. to analyze.
alyuvar, a. erythrocyte, red blood analjezi, a. analgesia.
cells. anamaya, a. enzyme.
alyuvar azalımı, a. erythropenia. anamayabilim, a. enzymology.
alyuvarla ilgili, s. erythrocytic. anane, a. tradition.
ama, amma, bğl. yet, still, but. ananevi, s. traditional.
anaokulu 8 ar

anaokulu, a. kindergarten. anlaşılmak, e. to be understood.


anastezi, a. anesthesia. anlaşma, a. agreement; treaty, pact.
anatomic, s. anatomical. anlaşmak, e. to come to an agreement.
anatomy, a. anatomy. anlaşmazlık, a. disagreement,
anca, bğl&zf. just, only; barely, hardly. misunderstanding.
ancak, bğl&zf. solely, merely, only, anlatım, a. explanation, description.
just; barely, hardly; however, on the anlatmak, e. to explain, to tell, to
other hand, but. describe.
andavallı, a. idiot, fool, imbecile. anlayış, a. understanding, intelligence.
anemi, a. anemia. anlayışlı, s. understanding, intelligent.
anfizem, a. emphysema. anlayışsız, s. lacking of consideration,
anı, a. memory. insensitive, inconsiderate.
anık, s. apt, ready. anlayışsızlık, a. inconsideration.
anıklamak, e. to prepare, to anlık, a. intellect.
reproduce memory. anlıkçılık, a. intellectualism.
anıklık, a. disposition, readiness, anmak, e. to remember, to call to
aptitude. mind, to mention, to think of.
anılmak, e. to be remembered, to be anne, a. mother.
thought of, to be mentioned. anneanne, a. grandmother.
anımsamak, e. to remember faintly. anomali, a. anomaly.
anıştırmak, e. to imply. anormal, s. abnormal.
ani, s. sudden, instantaneous, ansal, s. mental.
momentary; unforeseen. ansızın, zf. all of a sudden, suddenly.
aniden, zf. suddenly, all of a sudden, antipatik, s. antipathetic.
instantly, at once. antipaty, a. antipathy.
anjin, a. angina. antrenman, a. training, exercise.
anket, a. inquiry.
antrenör, a. trainer.
anlak, a & s.intelligence; mental.
antropoloji, a. anthropology.
anlak evrimi, mental evolution.
anut, s. stubborn, obstinate.
anlak gelişimi, mental development.
anüs, a. anus.
anlak geriliği, a. mental retardation.
apaçık, s. evident, quite clear, wide
anlak geriliği, hafif, a. debility.
open.
anlak ölçer, a. intelligence test.
apandis, a. appendix.
anlaksal, s. mental.
apandisit, a. appendicitis.
anlam, a. meaning, sense.
anlamak, e. to understand, to apansız, zf. suddenly, all of a sudden,
comprehend; to find out, to have quite unexpectedly, without warning.
knowledge of. apansızın, zf. all of a sudden.
anlamdaş, s. synonymous. apse, a. abscess.
anlamlı, s. meaningful. aptal, s. fool, stupid.
anlamsal, s. semantic. aptallaşmak, e. to become stupid.
anlamsız, s. meaningless. aptallık, a. foolishness, stupidity.
anlamsızlık, a. meaninglessness. ar, a. shame, shyness.
ara 9 arka-iç

ara, a. gap, interval; intermediate, s. araverme, a. remission.


intermediary. arayıcı, a. searcher, seeker.
ara sıra, from time to time, now and arayış, a. searching, seeking.
then. araz, a. symptom.
ara vermek, e. to cease, to make a ardı ardına, one after the other.
break, to pause. ardıl, s. consecutive.
arabeyin, a. diencephalons, interbrain. ardın, zf. backwards.
arabulucu, a. mediator, peacemaker. ardına, ed. behind.
aracı, a. mediator, go-between, ardında, ardından, from behind,
intermediary. after.
aracı, a. mediator. arı, a. bee, wasp; pure, clean.
aracılık, a. mediation. arık, s. lean, thin.
araç, a. tool; medium, means. arılaştırım, a. purification.
araçı, a. means of. arılaştırmak, e. purify.
araçlı, s. indirect. arılık, a. purity, cleanness.
araçsız, s. direct. arınık, s. sterile.
arada, ed. in between. arınıklaştırım, a. sterilisation.
arada sırada, from time to time, now arınıklık, a. sterility.
and then. arınmak, e. to be purified; to become
aralık, a. opening, gap, space; clean.
interval. arıtım, a. purification.
aralıklı, s. intermittent. arıtkan, s. antiseptic.
arama, a. search, exploration arıza, a. failure, defect, breakdown.
aramak, e. to look for, to seek; to arızalı, s. defective, out of order.
search; to miss, to long for; to arızasız, s. without defects,
demand, to ask for. undamaged.
arama-kurtarma, a. search-and- arızi, s. causal, accidental.
rescue. arka, a. posterior, back; beyond; rear,
-arası, önek. intermediary. back side, reverse, dorsal.
arasında, ed. between. arka arka, backwards.
arasından, ed. from between. arka arkaya, one by one, one after
arasız, s. continuous, continuously, the other.
uninterrupted. arka bağlanım, commissura posterior.
araştırıcı, a. investigator, explorer, arka bağlantı, commissura posterior.
researcher. arka bileşik, commissural posterior.
araştırma, a. research, investigation, arkada, zf. behind.
exploration. arkadan, zf. in the back, from behind.
araştırma yönetmek, e. to conduct a arkadaş, a. friend, colleague, comrade,
research. companion.
araştırmak, e. to investigate, to seek, arkadaş olmak, e. to become friends.
to search, to explore. arkadaşça, zf. in a friendly manner.
araştırma yapmak, e. to do research. arkadaşlık, a. friendship, comradeship.
araürün, a. intermediary product. arka-iç, posteriomedian.
arkası arkasına 10 aşağılamak

arkası arkasına, one by one, one asal, s. basal, fundamental.


after the other. asal düğümler, a. basal ganglia.
arkasına, zf. behind. asal yapım-yıkım, basal metabolism.
arkasında, ed. after, behind. asalak, a. parasite.
arkasından, ed. after, from behind asalakbilim, a. parasitology.
arka-yan, posterolateral asalaklık, a. parasitism.
armağan, a. present, gift. asaldoku, a. parenchyma.
armağan vermek, e. to give a aseton işeme, a. asetonuria.
present asgari, s. minimum, least.
armut, a. pear; arg. fool, imbecile ası, a. suspension.
armut şeklinde, s. pear-shaped. asıda kalmak, e. to be in suspense.
arpacık, a. sty, stye, sore swelling on asıl, s. original; real, true, essential.
the eyelid. asıl olarak, zf. essentially, originally.
art, s. behind, back, rear. asılı, s. suspended, hanging.
artalan, a. background. asılmak, e. to be hanged on.
artı, a. plus; positive. asılsız, s. unfounded, insubstantial.
artık, n. residue, remaining, left. zf. asistan, a. assistant.
no longer, any more, no more, any asistanlık, a. assistantship.
longer. asit, a. acid.
artıkkasım, a. extrasystole. askı, a. suspender, hanger.
artın, a. anion. asla, zf. never, by no means, under no
artırgan, a. adjuvant. circumstances.
artmak, e. to increase, to be in aslen, z. originally, fundamentally,
excess, to be left over. basicly, essentially.
artyetişim, a. background. aslında, zf. originally, essentially.
arz, n. demonstration, presentation, asli, s. principal, fundamental,
showing; the earth. essential.
arz etmek, v. to submit. asmak, e. to hang up, to suspend.
arzu, a. wish, request, demand, want; astar, a. lining.
longing, desire. astarlamak, e. to line.
arzu etmek, v. tom want, to wish for, astarlı, s. coated, lined.
to desire, to long for. astım, a. asthma.
arzulamak, e. to wish for, to desire, astımlı, s. asthmatic.
to long for. aşağı, a. the lower part, s. inferior,
arzulu, s. wishing, longing, desirous. lower; down, downwards; less.
asabi, s. nervous, irritable.; neural. aşağı almak, e. to bring down, to pull
asabileşmek, e. to be irritated, to get down.
nervous. aşağı görmek, to look down on/upon.
asabiye, a. neurology, neuropathology. aşağıda, zf. below, beneath.
asabiyeci, a. nerve specialist, aşağıdan, zf. from below.
neurologist, neuropathologist. aşağılamak, e. to lower, to treat as
asabiyet, a. nervousness, irritability. inferior, to despise.
aşağılık 11 atmak

aşağılık, s. vulgar, banal, ordinary, ata, a. ancestor.


mean. ata binmek, e. to ride a horse.
aşağıya, zf. down, downwards. ataerkil, s. patriarchal.
aşama, rank, degree. atak, a. rash; reckless, boastful.
aşı, a. vaccine, vaccination, inoculation. ataklık, a. courage, impudence.
aşı iğnesi, a. hypodermic needle. atalet, a. idleness.
aşı vurmak, v. to inoculate, to atamak, e. to appoint.
vaccinate. atanma, a. appointment.
aşı yapmak, e. to inoculate; to graft, atanmak, e. to be appointed.
to bud. atardamar, a. artery.
aşık, a. lover. atardamar akarcası, arteriovenous
aşık kemiği, a. anklebone. fistula.
aşık olmak, e. to fall in love with. atardamar işınçekimi, arteriography.
aşılama, a. vaccination, inoculation; atardamar onarımı, arterioplasty.
graft. atardamar sayrılığı, arteriopathy.
aşılamak, e. to vaccinate, to atardamar torbacığı, arteriovenous
inoculate; to graft, to bud. aneurysm.
aşılanmak, e. to be vaccinated, to be atardamar torbalaşımı, arteriovenous
inoculated. aneurysm.
aşılı, s. vaccinated, inoculated; grafted. atardamar yangısı, arteritis.
aşındırma, a. corrosion. atardamar yolu, ductus arteriosus.
aşındırmak, e. to wear out by ateş- , önek. pyro- .
friction. ateş, a. fever, febris, pyrexia,
aşınım, a. corrosion. temperature, vivacity; zeal, ardor;
aşınma, a. erosion, wear and tear. heat, fire.
aşınmak, e. to be roded, to be ateş düşürücü, a. antipyretic.
corroded, to be warn out. ateş yükseltici, a. pyrogenatılım, a.
aşırı- , önek. hyper- . ateşli, s. febrile, pyretic, fiery;
aşırı, s. excessive, extreme vivacious, fervent; having a fever,
aşırı derecede, extremely, excessively. connected with fever.
aşırı su içme, a. polydipsia. ateşsiz, s. afebrile, apyretic, apyrexial.
aşırıduyarlılık, n. hyper-sensibility. atıf, a. reference to, inclination.
aşırıduyu, a. hyperesthesia. atıl, s. inactive, idle, inert.
aşırılık, a. excess. atılım, a. rejection; dash, lunge.
aşırıoluşum, a. hyperplastia. atım, a. discharge, ejaculation;
aşırmak, e. to pass over a high place. pulsation, beat.
aşikar, s. clear, evident. atış, a. beat.
aşina, a. familiar, acquaintance. atlamak, e. to jump; to omit.
aşk, a. love, passion. atlatılmış düşük, missed abortion.
aşmak, e. to pass over, to go beyond; atlatmak, e. to recover from, to get
to exceed. over.
at, a. horse. atmak, e. to throe away/out.
atmık 12 ayrı ayrı

atmık, a. semen, sperm. ayı, a. bear.


atmosfer, a. atmosphere. ayık, s. sober, recovered from
atom, n. atom. fainting.
av, a. hunting, catching fish. ayıklama, a. screening.
aval, a. fool, stupid. ayıklama, a. selection.
avanak, a&s. simpleton; gullible. ayıklamak, e. to select; to sort.
avantaj, a. advantage. ayılmak, e. to come to, to recover
avcı, a. hunter. from strufor or drunkenness.
avlanmak, e. to hunt, to catch fish. ayıp, a. shame, disgrace; fault, defect.
avuç, a. palm; handful. ayıplamak, e. to find fault with, to
avuçlamak, e. to grip; to grasp. blame.
aya, a. palm, the palm of the hand. ayıraç, a. reagent.
ayağa kalkmak, to stand up. ayırdedim, a. identification.
ayak, a. foot. ayırıcı, s. differential.
ayak bileği, a. tarsus, ankle. ayırıcı tanı, differential diagnosis.
ayak parmağı, n. toe. ayırım, a. discrimination.
ayakta, s. standing, erect, ambulatory, ayırma, a. isolation.
ambulant. ayırma yetisi, a. discrimination.
ayakta bakım, ambulatory care. ayırmaç, a. characteristic, typical.
ayakta duramama, a. astasia. ayırmak, e. to divide, to part; to
ayakta durmak, to remain standing. choose; to discriminate.
ayakta sağaltım, ambulatory care ayırt etmek, e. to distinguish, to
ayarlama, a. adjustment. discriminate.
ayarlamak, e. to regulate, to set, to ayırtı, a. nuance.
fix, to adjust ayırtkan, s. characteristic.
aybaşı, a. menstruation; period. aykırı, s. contrary to, against;
aybaşı çevrimi, menstrual cycle. perverse; ill-tempered.
aybaşı kesilimi, menopause. aykırılık, a. opposition, contrariness,
aybaşı yokluğu, a. amenorrhea. contracton.
aydın, s. sparkling, luminous, bright; ayla, a. areola.
lucid, clear; intellectual, enlightened. aylak, a. unemployed, idle.
aydınlanma, a. illumination; aynen, zf. exactly; exactly the same.
clarification. aynı, s. identical, same.
aydınlanmak, e. to become luminous, aynı şekilde, likewise, in the same
to brighten up; to become clear. way.
aydınlatma, a. illumination; aynı zamanda, meanwhile, at the
clarification. same time, simultaneously.
aydınlatmak, e. to illuminated to aynıyle, textually, in exactly the same
explain, to clarify. way.
aydınlık, a. bright, luminous; clear; ayrı, s. apart, separate; different,
clearness. distinct.
aygıt, a. apparatus, instrument. ayrı ayrı, separately, one by one.
ayrı tutmak 13 azotlu

ayrı tutmak, e. to discriminate, to az çok, more or less.


make a distinction. az daha, nearly, almost, all but.
ayrıca, also, in addition, moreover, az gelmek, e. to be not enough.
further. az kaldı, nearly, almost, all but.
ayrıcalık, a. privilege. az kalsın, nearly, almost, all but.
ayrıkalan, a. isolate. aza, a. member, member of a society.
ayrıkalmış, as. isolate. azalım, a. involution.
ayrılık, separation, isolation; azalmak, e. to lessen, to become less,
difference. to diminish, to decrease, to reduce.
ayrılım, a. detachment, abruption. azaltmak, e. to reduce, to lessen, to
ayrılır, s. separable. decrease.
ayrılma, a. parting, seperation; split; azam, s. maximum, utmost, greatest,
breakup. to the full degree.
ayrılmak, e. to separate, to part; to azami dereced, to the utmost.
depart, to split. azami olarak, to the utmost.
ayrım, a. difference, discrimination, azap, a. pain; torture, torment.
seperation, distinction. azap vermek, e. to torment, to
ayrımlaşma, a. differentiation. torture; to cause to pain.
ayrımlaşma, a. to become -azgısı, sonek. -mania.
differentiated. azıcık, just a little bit.
ayrımlı, s. different. azımsamak, e. to regard as too little.
ayrımsal, s. differential. azınlık, a. minority.
ayrıntı, a. detail. azim, a. determination, resolution.
ayrıntılı, in detail. azimli, s. determined, resolute.
ayrışık, a. heterogeneity, s. in aziz, s. beloved, dear; holy, sacred;
different kind, separated, various. saint.
ayrışım, a. decomposition. azlık, a. scarcity, paucity; minority.
ayrışmak, e. to separate, to be azma, a. exacerbation. s. hybrid, half-
decomposed. bred.
ayrıştırım, a. analysis. azman, a. extra large specimen,
ayrıştırmak, e. to decompose. hybrid.
ayyaş, a. alcoholic, drunken. azmetmek, e. to decide firmly, to
ayyaşlık, a. dispomania. resolve upon.
az, s. & zf. few, a few, little, a little, azot, a. nitrogen.
not much, not enough, small; azotlu, s. nitrogenous.
seldom, scarcely, rarely.
B,b

baba, a. father, pa. bağıntılı, s. relative.


babaanne, a. paternal grandmother. bağırsak, a. intestine, intestinum.
babalık, a. paternity, fatherhood; bağırsak açımı, a. enterotomy.
stepfather. bağırsak ağızlaştırımı, a. enterostomy.
babasız, s. fatherless; n. illegimate bağırsak askısı, a. mesentery.
child, bastard. bağırsak solucanı, a. ascaris.
bacak, a. leg, knave; inferior bağırsak tıkanması, a. ileus.
extremity, lower limb, thigh. bağırsak yangısı, a. enteritis.
bacanak, a. brother-in-low, husband bağışık, s. immune.
of one’s wife’s sister. bağışıklık, a. immunity.
bacı, a. sister. bağışıklık yanıtı, immune response.
badem, a. almond. bağışıklıkbilim, a. immunology.
bademcik, a. tonsilla, ç. tonsillae. bağışıksal yanıt, immune response.
bademcik çıkarımı, a. tonsillectomy; bağışıksal yanıtlam, immune response.
tonsillotomy. bağıştıran, s. antigen. a. antigene.
bademcik syrılığı, a. tonsilopathy. bağıt, a. contract.
bademcik yangısı, a. tonsillitis. bağlaç, a. conjunction
bademcikle ilgili, s. tonsillar, bağlama, a. connection; tying;
tonsilary. coupling.
bademsi, s. almond-shaped. bağlamak, e. to tie, to bind, to fasten;
bağ, a. ligament; bond, tie; relation, to tie up, to bandage.
connection, link; bunch, bundle. bağlanım, a. commissura.
bağ doku, a. connective tissue. bağlanmak, e. to be attached to, to be
bağdaşık, s. harmonious, accorded, bound to.
homogenous. bağlantı, a. connection, tie; affiliation,
bağdaşım, a. harmony, accordance. comissura.
bağdaşmak, e. to get along with, to
bağlantılı, s. related, connected,
suit, to agree, to get on well with.
engaged.
bağdaşmaz, s. incompatible.
bağlantısız, s. disconnected.
bağdaşmazlık, a. incompatibility,
bağlaşmak, e. to get tied to one
discord, disagreement, incoherency.
bağıl, s. relative. another.
bağıllık, a. relativity. bağlı olmak, e. to depend on/upon, to
bağım, a. dependence. hindge on.
bağımlaşma, a. interdependence. bağlı, s. bound, fastened, tied;
bağımlı, s. dependent, subsidiary. dependent; attached to.
bağımlılık, a. dependence. bağlılık, a. correlation, attachment.
bağımsız, s. independent. bahar, a. spring.
bağımsızlaşmak, e. to become baharat, a. spices.
independent. bahsetmek, e. to mention, to talk
bağımsızlık, a. independence. about, to speak of.
bağıntı, a. correlation; relation. bakar, a. ocular; the eyepiece of a
bağıntıcılık, a. relativism. microscope.
bakıcı 15 barınak

bakıcı, a. nurse, attendant, guard, bakteriolog, a. bacteriologist.


keeper. bakterioloji, a. bacteriology.
bakıcılık, a. nursing. bal, a. honey.
bakım, a. care, upkeep, attendance, balarısı, a. honeybee.
maintenance. baldır, a. calf.
bakım, a. point of view, view point, baldır kemiği, a. fibula, tibia.
standpoint; respect, aspect. balgam, a. sputum, mucus, phlegm.
bakım evi, a. dispensary, nursing balgam atmak, e. to drop a malicious
home, polyclinic, sanctuary. hint.
(bir) bakıma, in one respect. balgam sökücü/söken, expectorant.
bakımcı, a. sootheasier. balgamlı, s. mucous, phlegmy.
bakımından, from the point of view, balık, a. fish.
because of. balık yağı, a. cod-liver oil; fish- oil.
bakımlı, s. well-kept, well cared for. balina, a. whale.
bakımsız, s. unhealthy, not cared for. balkımak, e. to glitter.
bakımsızlık, a. neglect, lack of care. ballı, s. honeyed.
bakınak, a. polyclinick. balözü, a. nectar.
bakınmak, e. to look around. balpeteği, a. honeycomb.
bakır, a. cooper. bana, to me, me.
bakış, a. glance, look.; view; care, bana gore, in my opinion, if you ask
attendance. me.
bakış açısı, point of view. bana gore hava hoş, I don’t care. It
bakışık, s. symmetric, symmetrical. doesn’t make any difference.
bakışım, a. symmetry. bana kalırsa …, as far as I am
bakışımsız, s. asymmetric, concerned …
asymmetrical. bana ne …, that doesn’t concern me,
bakışımsızlık, a. asymmetry. what is that to me?
bakışmak, e. to look at each other. bandaj, a. bandage.
baki, a. remnant, remaining; banmak, e. to dip into, to dunk.
everlasting. bant, a. band, tape.
baki kalmak, e. to survive, to remain banyo, a. bath, bathroom.
over. banyo yapmak, e. to bathe, to take a
bakir, s. untouched, virgin, virginal bath.
bakire, a. virgin, maiden. baraka, a. hut, hovel, shed.
bakirelik, a. virginity. barbar, s. barbarian, barbarous,
bakiye, s. remainder. barbaric.
bakla, a. bean. barbarca, zf. barbarously, brutally.
bakmak, e. to examine a patient, to barbarlık, a. barbarism; cruelty,
treat a patient; to look at, to pay brutality.
attention to, to consider; to look barbunya, a. red mullet.
into/for, to investigate. bardak, a. glass, mug, cup.
bakteri, a. bacterium. ç. bacreria. barınak, a. shelter.
barınmak 16 başı dönmek

barınmak, e. to shelter, to take baskı altında, under pressure.


shelter; to inhabit. baskı yapmak, e. to put pressure on.
barış, a. peace. baskın, s. dominant; overpowering,
barış yapmak, e. to make peace. superior, surpassing.
barışçı, a & s. peaceful, pacifist. baskın olmak, e. to surpass, to be
barışçıl, s. pacific. superior.
barışık, s. at peace, reconciled. baskül, a. weighing machine.
barışıklık, a. reconciliation; mutual basmak, e. to print; to step on.
peace. bastırılmak, e. to be suppressed.
barışma, a. reconciliation. bastırma, a. repression, suppression.
barışsever, a & s. peaceful, pacifist. bastırmak, e. to press, to push down,
barıştırmak, e. to reconcile, to make to bear down.
peace among. baston, a. walking stick.
bari, zf. at least. basur, a. hemorrhoids.
bariz, s. clear, evident, outstanding, baş, a. head, caput, caopitis. ç. capita.
prominent, manifest. baş ağrısı, a. headache, cephalalgy.
baryum, a. barium. baş dönmesi, a. giddiness.
basamak, a. stair, step; degree, baş göstermek, e. to appear, to arise,
grade. to break out.
basbayağı, s. ordinary, very common, baş yokluğu, a. acephalia, acephaly.
usual. başabaş, zf. entirely, completely.
bası, a. printing, impression. başa çıkmak, e. to succeed, to cope
basık, a. low; pressed down, with.
compressed. başak, a. grain, fruit: ear of grain.
basıklık, a. lowness. başardı, a. occiput, the back of the
basılı, s. printed. head.
basılmak, e. to be printed/pressed. başardı ile ilgili, occipital.
basım, a. printing, impression, edition. başarı, a. success, accomplishment.
basınç, a. tension; pressure. başarılı, s. successful.
basınç düşüren, s. antihypertensive. başarısız, s. unsuccessful.
basil, a. bacillus. başarmak, e. to be successful; to
basiret, a. insight, understanding, succeed.
discernment; attention, care. başasistan, a. chief assistant; chief
basiretsiz, s. lacking in perception. intern.
basiretsizlik, a. lack of perception, başat, s. dominant.
imprudence. başatlık, a. dominance.
basit, s. simple, easy, plain, ordinary. başdamar, a. arteria carotica.
basitleştirmek, e. to simplify. başdamar düğümcüğü, glomus
basitlik, a. simplicity, plainness. caroticum.
baskı, a. press; compression, başhekim, a. head physician/doctor.
repression, constraint, pressure, başhemşire, a. head nurse.
restraint; printing, edition, impression. başı dönmek, e. to feel dizzy.
başıboş 17 bayatlamak

başıboş, s. rambling, stray; untied, başsağlığı, a. condolence.


free, uncontrolled. başsal, s. cephalic.
başıboş bırakmak, e. to leave başta, at the top; first of all.
uncontrolled. baştan, from the beginning.
başıboş dolaşmak, e. to ramble, to baştan, zf. at the beginning, from the
wander. beginning; again.
başından savmak, e. to get rid of. baştan aşağı, from head to foot, from
başka, s. other, another; different; top to bottom.
other than, apart from, except. başucu, a. bedside; zenith.
başkaca, further; rather different; başucunda, at the bedside.
otherwise. başvurmak, e. to apply; to consult, to
başkalaşım, a. metamorphism; refer to.
metamorphosis. başvuru, a. application.
başkalaşmak, e. to differentiate, to başyazar, a. editor.
become different, to change, to başyazı, a. editorial.
alter. başyemek, a. main course/dish.
başkalık, a. diversity, change. başyutak uru, a. cranioxharyngioma.
başkan, a. president, chief, chairman. bataklık, a. moor, marsh, swamp.
başkanlık, a. presidency, chair- batı, a & s. west; western.
manship. batıcı, s. hurting, stinging, pricking.
başkent, a. capital city. batılı, a & s. western; westerner.
başlama, a. beginning. batın, a. abdomen; inside, interior;
başlamak, e. to begin, to start, to generation.
commence on, to embark on, to batırılmak, e. to be sunk.
initiate. batırmak, e. to submerge, to sink,; to
başlangıç, a. beginning, commen- ruin.
cement, start; onset, initiation; birth batış, a. sinking; ruin
origin, source. batmak, e. to penetrate, to sting, to
başlangıç noktası, starting point. prick; to hurt, to offend, to disturb,
başlatım, a. induction. to trouble; to sink, to go down, to
başlatmak, e. to start, to initiate, to go bottom
set off, to bring into. battanite, a. blanket.
başlayış, a. beginning. bavul, a. suitcase.
başlı başına, independent, separate; bay, a. mister, mr. , sir.
independently, on one’s own, on his bayağı, s. common, ordinary, plain;
own, by himself. vulgar, mean, banal.
başlıca, s. main, principal, chief; bayağılaşmak, e. to become vulgar.
mostly. bayağılık, a. vulgarity, meanness,
başlık, a. cap; heading, headline. banality.
başmakale, a. editorial. bayan, a. miss, mrs., lady.
başöğretmen, a. headmaster. bayat, s. stale.
başparmak, a. thumb, great toe. bayatlamak, e. to become stale.
baygı 18 bel ağrısı

baygı, a. coma. bedbaht, s. unfortunate, unhappy.


baygılı, s. comatose. bedbin, s. pessimistic.
baygın, s. unconscious, fainted. bedbinlik, a. pessimism.
baygınlık, a. unconsciousness, bedel, a. price.
blackout, faint. -e bedel, in exchange for, in place
baygınlık geçirmek, e. to feel faint. of, instead, in lieu of.
bayılma, a. syncope. beden, a. body, trunk
bayılmak, e. to faint, to feel faint, to beden eğitimi, physical education.
collapse, to lose consciousness. bedenen, zf. physically, in person,
bayır, a. slope. personally.
baykuş, a. owl. bedensel, s. bodily, corporal, physical.
baypas, a. by-pass. beğeni, a. taste, liking.
baytar, a. veterinarian, veterinary beğenmek, e. to approve of, to like;
surgeon. to admire; to select, to choose.
baz, a. base. beğenmemek, e. not to like, to
bazan, (bazen) zf. sometimes, disapprove.
occasionally, from time to time, begonya, a. begonia.
now and then. behemehal, zf. whatever happens, no
bazı, s. some, a few, certain; matter what happens, in any case,
sometimes. for sure.
bazı bazı, from time to time, now and beher, s. per, each.
then.
beis, a. harm.
bebe, (bebek) a. baby, doll.
beis yok, no harm! no matter! no
bebeğe değğin, s. infantile.
mind.
bebek ölüm oranı, infant mortality
bej, s. beige.
rate.
bekar, a. single, unmarried, bachelor
bebekle ilgili, s. infantile.
bekaret, a. maidenhood, virginity.
bebeklik, a. infancy.
bekarlık, a. bachelorhood,
bebeksi, s. infantile.
bebeksilik, a. infantilism. bachelorship.
becerememek, e. to fail. bekçi, a. guard, guardian, watchman,
beceri, a. skill, ability lookout, warder.
becerikli, s. skillful, capable, bekleme, a. waiting.
dexterous, clever, resourceful. beklemek, e. to wait for, to look for;
beceriklilik, a. skill, dexterity, to contemplate, to hope for; to
cleverness. guard, to watch over.
beceriksiz, s. incapable, clumsy, beklenmedik, s. unexpected.
maladroit, unskillful bekleyiş, a. waiting; expectation.
beceriksizlik, a. unskillfulness, bel, a. waist, loins, the small of the
clumsiness. back; sperm; pass in a mountain
becermek, e. to manage, to carry out ridge; spade.
successfully, to accomplish. bel ağrısı, a. lumbago, backache.
bel bağlamak 19 beniz

bel bağlamak, e. to trust on, to rely bellemek, e. to memorize, to learn by


upon,, to count on, to bank on. heart; to think, to suppose; to dig
bel bölgesi, a. lumbar region. with a spade.
bela, a. calamity, misfortune, plague, belli, s. clear, evident, obvious,
trouble, difficulty. known; definite, certain, given.
beldelimi, a. lumbar ponction. belli başlı, chief, notable, main,
belge, a. document, certificate. principal; definite, certain.
belgelemek, e. to document. belli belirsiz, hardly visible, vaguely,
belgelik, a. archives. dimly.
belgesel, s. documentary. belli etmek, e. to let see, to show, to
belgin, s. precise. reveal.
belginlik, a. precision. belli olmak, e. to become known/
belginsiz, s. imprecise. clear.
belgisiz, s. indefinite, vague. belli olmaz, you can never tell, one
belgit, a. receipt. never knows, that depends.
belirgin, s. clear, evident, manifest; bellisiz, s. uncertain, indistinct,
prominent, outstanding. unknown, imperceptible.
belirleme, a. determination. bellisizlik, a. uncertainty,
belirlemek, e. to determine, to define. indistinctness.
belirlenmezlik, a. undetermination. belsoğukluğu, a. gonorrhea.
belirli, s. definite, certain, determined; bembeyaz, s. snowwhite, pure white.
ben, a. mole, beauty spot, frecle
given.
ben, zm. I, myself.
belirmek, e. to become visible, to
bence, zf. according to me, as far as I
appear, to come out, to peep out.
am concerned, in my opinion, as for
belirsiz, s. uncertain, vague,
me.
indefinite, unknown, indistinct.
bencil, s. egoist, selfish.
belirsizlik, a. indistinctness, uncer-
bencillik, a. egoism, selfishness.
tainty, vagueness, indefiniteness.
benek, a. macula. ç. maculae.
belirti, a. symptom, sign; indication, benek, a. spot, freckle, blob, speck,
mark. speckle.
belirtisel, s. symptomatic. benek-kabartı, a. macula-papule.
belirtken, s. characteristics. benekliateş, a. typhus.
belirtme, a. determination. beni, zm. me.
belirtmek, e. to make clear, to point benim, s. my
out; to determine, to state, to benimki, zm. mine.
emphasize, to stress. benimle, with me.
belkemiği, a. spine, backbone. benimsemek, e. to adopt, to consider
belki, zf. perhaps, maybe. one’s own, to take up seriously, to
bellek, a. memory. appropriate to oneself.
bellek sapması, a. paramnesia. beniz, a. complexion, colour of the
bellek yitimi, a. amnesia. face.
benli 20 beslemek

benli, s. having a mole, spotted, berelemek, e. to bruise, to dent, to


freckled. batter.
benlik, a. self-respect, conceit; ego, berelenmek, e. to become bruised.
personality, pride. bereli, s. bruised, dented.
benzeme, a. resemblance. beri, a. this side of, the near side.
benzemek, e. to resemble, to be like, beri, zf. near, here, hither, hithermost
to look like, to take after, to seem like. …den beri, since.
benzer, s. analogous, similar, like, beri taraf, this side.
akin, resembling. beriki, s. this one, the nearer one, the
benzerlik, a. similarity, resemblance, nearest one.
likeness. berk, s. strong, hard, tight, firm.
benzersiz, s. unique, unequalled. berkitmek, e. to strengthen, to
benzeşik, s. homogenous. harden, to fortify, to render firm; to
benzeşim, a. assimilation. confirm, to support, to affirm.
benzeşim, benzetim, a. analogy. berklik, a. strongness, hardness,
benzeşlik, a. similarity. tightness, firmness.
benzeşme, a. assimilation. berrak, s. clear, brilliant, limpid.
benzeşmek, e. to resemble each other. berraklanmak, e. to become
benzetiş, a. imitation. clear/bright.
benzetme, a. imitation. berraklık, a. clearness, brilliance,
benzetmek, e. to like to, to liken, to limpidity.
compare to; to mistake for; to make bertaraf, zf. apart from, out of the
an imitation of. way, aside.
benzeyiş, a. similarity, resemblance. bertaraf etmek, e. to get rid of, to
benzin, a. gasoline, petrol, benzene. ward off, to do away with, to
eliminate.
beraber, zf. together, accompanying;
besbelli, s & zf. very clear, quite
equal, in a line, level, abreast;
obvious, quite evident; evidently,
beraberinde, together.
very clearly.
beraberlik, a. solidarity, cooperation,
besi, a. a fedding up, a fattening.
unity. besidüzen, a. diet.
berbat, s. spoiled, ruined, injured; besidüzen bilgisi, a. dietetics.
filthy, very bad, nasty, dreadful, besidüzensel, s. dietary.
disgusting. besin, a. food, foodstuff, aliment.
berbat etmek, e. to injure, to spoil, to besisuyu, a. sap.
ruin. besiye çekmek, e. to set to fatten.
bere, a. bruise, dent. besiyeri, a. culture medium.
bereket, a. abundance, plenty; fertility, besleme, a. alimentation, nourishment,
fruitfulness, blessing. feeding, nourishing, fattening
bereketli, s. abundant, fertile, fecund, beslemek, e. to feed, to fatten, to
fruitful, blessed. nourish; to provide for, to aliment;
bereketsiz, s. scanty, scarce; infertile, to rear, to foster; to nurse; to
barren, unfruitful. maintain, to fill up, to support.
beslenim 21 beyinsiz

beslenim, a. nutrition, alimentation. beyanname, a. declaration, written


beslenim yolu, digestive tube. statement, manifest.
beslenimsel, s. alimentary. beyaz, a & s. white; fair-skinned.
beslenme, a. nourishment, nutrition, beyazımsı, s. whitish.
alimentation. beyazımtırak, s. whitish.
beslenme, a. nutrition. beyazlanmak, e. to become white.
beslenme bozukluğu, a. malnutrition beyazlatmak, e. to whiten, to bleach.
beslenme uzmanı, a. nutriştionist. beyazlık, a. whiteness.
beslenmeci, a. nutritionist. beyazpeynir, a. soft white cheese.
beslenmek, e. to be nourished/fed. beygir, a. horse.
besleyici, s. nutrient. beygirgücü, a. horsepower.
besleyici, s. nutritive, nutritious, beyhude yere, unnecessarily.
nourishing. beyhude, s & z. vain; useless; in vain.
beş, s. five. beyhudelik, a. uselessness.
beşer, a. man, mankind. beyin, a. cerebrum, brain; mind,
beşer beşer, by fives intelligence.
beşeri, a. human; epidermal. beyin akım yazımı, a. electro-
beşeriyet, a. humanity, human being, encephalography
mankind. beyin dışzarı, a. pachymeninx, dura
beşgen, a. pentagon. mater.
beşinci, s. fifth. beyin dışzarı yangısı, a.
beşiz, a. quintuplet. pachymeningitis.
beşli, a & s. fivefold. beyin içzarı, a. leptomeninx.
beşte bir, one fifth beyin iç zarı yangısı, a.
bet, s. ugly, bad. leptomeningitis.
beter, a. worse. beyin incezarı, pia matter.
beter olmak, e. to get worse and beyin kabuğu, cerebral cortex.
worse. beyin kanaması, cerebral hemorrhage.
beti, a. form, figure. beyin keseleşimi, encephalocele.
betim, a. description. beyin sapı, a. brain stem.
betimlemek, e. to describe, to depict. beyin sertzarı, dura matter.
betimsel, s. descriptive. beyin yangısı, encephalitis.
bevliye, a. urology. beyincik, a. cerebellum.
bevliyeci, a. urologist. beyin-omurilik sıvısı, cerebrospinal
bexdirmak, e. to harass, to annoy, to fluid.
plague, to sicken, to weary. beyin-omurilik yangısı,
beyan, a. declaration, expression, encephalomyelitis.
announcement. beyin-omurilikle ilgili, cerebro-
beyan etmek, e. to declare, to spinal.
express, to announce. beyinsel, s. cerebral.
beyanat, a. declaration, statement, beyinsi, s. cerebroid.
speech. beyinsiz, s. stupid, brainless, silly.
beyinsizlik 22 bileç

beyinsizlik, a. stupidity. bıyık, a. moustache.


beyinzarı, a. meninx, meningis, ç. bızdık, a. child, kid.
meninges. bızır, a. clitoris.
beyinzarı uru, a. meningioma. biber, a. pepper.
beyinzarı yangısı, a. meningitis, ç. biberiye, a. rosemary.
meningitides. biberon, a. feeding bottle.
bez, a. gland, glandula, ç. glandulae. biçare, a. poor, helpless.
bez akkan uru, adenolymphoma. biçim, a. shape, form; manner, way;
bez uru, a.adenoma. sort.
bezcil virus, a. adenovirus. biçim bozukluğu, a. deformity,
bezdoku akkan uru, adenolymphoma. deformation.
bezdoku kötü huylu uru, biçimbilim, a. morphology.
adenocarcinoma. biçimbilimsel, s. morphological.
beze, a. an ınflamed gland, an biçimci, a. formalist.
indurated cyst; lymph node. biçimlendirmek, e. to shape, to give
bezel, adenoid. shape to, to form.
bezelye, a. pea, peas. biçimlenme, a. formalization.
bezgin, s. wearied, disgusted; biçimlenme, a. formation.
depressed. biçimlenmemiş, s. amorphous.
bezginlik, a. weariness, lethargy. biçimli, s. well-shaped.
bezmek, e. to feel fed-up, to be tired biçimsel, s. formal.
of, to become sick of/disgusted biçimsiz, s. ugly, ill-shaped,
with. deformed; awkward, improper
bıçak, a. knife. biçme, a. cut, cut out.
bıçaklamak, e. to stab. biçmek, e. to cut up/out; to saw; to
bıkkın, s. bored, tired of. cut down.
bıkkınlık, a. boredom, disgust, bidon, a. barrel, drum.
weariness. biftek, a. steak, beefsteak.
bıkmak, e. to get bored with, to be bilakis, zf. on the contrary.
tired of, to be fed up with, to be sick bildiğim kadarıyla, as/so far as I
of, to tire of. know.
bıktırıcı, s. tiresome, wearisome. bildik, a. acquaintance.
bıktırmak, e. to harass, to annoy, to bildirge, a. declaration.
plague, to weary. bildiri, a. communication;
bıldırcın, a. quail. declaration, notification.
bıngıldak, a. fontanelle. bildirim, a. declaration.
bırakılmak, e. to be left, to be bildirmek, e. to declare, to notify, to
abandoned. state, to inform, to announce.
bırakma, a. release, abandonment. bile bile, on purpose; knowingly.
bırakmak, e. to abandon, to leave, to …sa bile, even though, even if.
quit, to let go, to release; to give bile, zf. so much as, even.
up.; to put off, to postpone. bileç, a. diaphragm.
bilek 23 bineenaleyh

bilek, a. waist. bilinemezci, a. agnostic.


bileşek, a. comissura. bilinemezlik, a. agnosticism.
bileşen, a. component. bilinen, a & s. known.
bileşik, a. compound, composite. bilinmedik, a & s. unknown.
bileşim, a. composition. bilinmek, e. to be/become known.
bileşken, a. component. bilinmeyen, a &s. unknown.
bileşmek, e. to form a compound. bilinmez, s. unknown; uncertain.
bileştirme, a. synthesis. bilinmezlik, a. uncertainty.
bileştirmek, e. to compose; to bilirkişi, a. expert.
combine. biliş, a. knowing.
bilfiil, zf. actually. bilişim, a. informatics.
bilgi, a. knowledge, learning; billur, a. crystal, cut-glass, rock-
information; cognition. crystal.
bilgi edinmek, e. to obtain billurcisim, a. crystalline lens.
information, to be informed billurlaşma, a. crystallization.
bilgi vermek, e. to inform, to billurlaşmak, e. to crystallize.
enlighten. billursu, a. crystalloid.
bilgili, s. learned; well-informed. bilme, a. cognition, knowing.
bilgin, a. scholar, scientist. bilmece, a. puzzle, riddle.
bilgisayar, a. computer. bilmek, e. to know, to be aware of; to
bilgisiz, s. uninformed, unlearned, understand,; to recognize; to suppose,
ignorant. to consider, to believe; to appreciate
bilgisizlik, a. ignorance. bilmez, a. ignorant.
bilhassa, zf. especially, particularly, bilmezden gelmek, e. to pretend
above all, in particular. ignorance.
bilim, a. science. bilmezlik, a. ignorance.
bilim dışı, non-scientific. bilumum, zf. in general, all.
bilimsel, s. scientific. bin, s. thousand.
bilimsel olmayan, non-scientific. bina, a. building.
bilimsellik, a. scientism. bina etmek, e. to build.
bilinç, a. conscience, the conscious, binaen, on account of, in consequence
consciousness. of; based on.
bilinçaltı, s. subconscious. binde, per thousand.
bilinçdışı, s. unconscious. binde bir, thousandth; very rarely.
bilinçdışılık, a. unconsciousness. bindirim, a. increase.
bilinçlendirmek, e. to render. bindirme, a. superimposing,
bilinçlenmek, e. to become conscious. overlapping.
bilinçli, s. conscious. bindirmek, e. to run into, to collide,
bilinçlilik, a. consciousness. to ram, to embark; to overlap, to
bilinçsiz, s. unconscious. superimpose
bilinçsizlik, a. unconsciousness. bineenaleyh, zf. therefore,
bilinemez, s. unknownable. consequently.
bininci 24 birinci sınıf

bininci, s. thousandth. birbiri, zm. each other, one another


binlerce, thousands of. birbiri ardınca, one after the other.
binmek, e. to get on; to ride; to go birbirine, to one another, at each
up, to increase; to overlap. other.
bir, s. a/an, one; alike, same, equal; bircinsten, s. homogenous.
mere, only, just; once birçok, zf. a lot of, lots of, many.
bir an once, as soon as possible. birden, zf. at once, suddenly; at a
bir ara, for a moment. time, in one lot.
bir arada, all together. birdenbire, zf. all of a sudden,
bir aralık, for a moment. suddenly, all at once.
bir avuç, a handful. birebir, s. most efficacious.
bir bakıma, in one way/respect. birer, one each, one a piece.
bir başına, on one’s (his, her) own; birer birer, one by one, singly.
alone. birer ikişer, one or two each.
bir bir, one by one bireşim, a. synthesis.
bir daha, once more, once again, one bireşimli, s. synthetic.
more. birey, a. individual.
bir damla, a little. bireyci, a. individualist.
bir de, also, in addition. bireycilik, a. individualism.
bir defa, once. bireyleştirmek, e. to individualize.
bir defalık, for once only. bireylik, a. individuality.
bir derece, a certain degree. bireysel, s. individual.
bir dereceye kadar, to a certain bireyselleşme, a. individualization.
degree. biri, zf. one, someone, somebody; one
bir deri bir kemik, only skin and of them.
bones, very thin. biricik, s. the only, unique, single.
bir kat daha, twice as much.
birikici etki, cumulative action.
bir kere, for once.
birikici, s. cumulative.
bir kerecik, just for once.
birikim, a. accumulation; backing.
bir miktar, some, a little.
birikinti, a. mass, heap, drift;
bir parça, a little, a bit.
accumulation.
bir şey, something.
birikmek, e. to accumulate, to come
bir türlü, in one way or other,
together, to assemble, to collect.
somehow.
biriktirmek, e. to gather, to assemle,
bir vakitler/zamanlar, at one time.
bira, a. beer. to collect; to save up, to lay/set/put
birader, a. brother. by, to amass, to accumulate.
biraz, s. a little, some, somewhat. birim, a. unit.
biraz sonra, a little later. birinci, s. first, fist quality.
birazcık, s. a bit, just a little, a little birinci elden, at first hand.
bit. birinci gelmek, e. to be first.
birazdan, zf. in a moment, in a little birinci mevki, fist class.
while, by and by, soon, presently. birinci sınıf, first-class, first-rate.
birincil 25 bitmez tükenmez

birincil, s. primary. bitaraflık, a. neutrality.


birincilik, a. first place, first rank, bitek, s. fertile.
championship. biteksiz, s. infertile.
birinden biri, one of them. bitelge, a. fertility.
birisi, zf. one, someone, somebody, bitey, a. flora.
one of them, one person. bitik, s. exhausted, worn out, broken
birleşim, a. session, sitting. down.
birleşme, a. conjunction, combination, bitim, a. end, ending.
fusion; union, unification; merger. bitimli, s. finite.
birleşmek, e. to coalesce, to merge, bitimsiz, s. infinite.
to consolidate, ; to agree, to meet, to bitirmek, e. to finish, to complete, to
be reconciled, to combine, to unite, end, to terminate.; to achieve, to
to join together. accomplish; to wear out, to exhaust;
birleşmiş, s. united. to destroy, to kill, to put an end to.
birleştirici, a & s. joiner, unifier; bitiş, a. end, ending, finish.
combinative. bitişik, s & a. adjacent, contagious,
birleştirmek, e. to unite, to unify, to close, neighboring, touching;
fuse, to ally; to attach, to connect, to neighbor; joining, attached; next
join, to link; to associate, to door.
amalgamate, to consolidate, to bitişik-, syn- .
combine, to aggregate, to merge. bitişiklik, a. contiguity.
birlik, a. unity; association, union, bitişikparmaklılık, a. syndactyly,
corporation; identity, equality, syndactyle, syndactylia, syndactylism.
similarity; oneness, accord, bitişim, a. agglutination.
agreement. bitişken, s. agglutinative.
birlikte, zf. together, in company. bitişmek, e. to join, to become
contagious, to be adjoining, to adhere.
birörnek, a. uniform, of the same
bitki, a. plant.
pattern.
bitki-bilim, a. botany.
birsam, a. hallucination.
bitkibilimci, a. botanist.
birşey değil, don’t mention it.
bitkimsi, s. plant-like.
birşeyler, a lot of things.
bitkin, s. worn out, exhausted, broken
birtakım, a. a certain number of,
down, tired out.
certain, some.
bitkinlik, a. fatigue, exhaustion,
birtürlü, zf. by no means, in no way. weariness.
biryapımlılık, a. homogenousity. bitkisel, s. vegetal, vegetative.
bistüri, a. bistoury, a. surgeon’s knife. bitlenmek, e. to become lousy, to
bit, a. louse; ç. lice. clear oneself of lice, to get lice.
bitap, s. exhausted, feeble, worn-out. bitli, s. lousy; pediculous.
bitap düşmek, e. to be/get/feel bitlilik, a. pediculosis.
exhausted. bitmez, s. interminable.
bitaraf, s. neutral, impartial. bitmez tükenmez, s. inexhaustible,
bitaraflaştırmak, e. to neutralize. interminable, endless.
bitotu 26 borç

bitotu, a. lousewort. boğaz ağrısı, a. sore throat.


bittabi, zf. of course, certainly, boğaz yangısı, a. angina.
naturally. boğazı ağrımak, e. to have a sore
biyofizik, a. biophysics. throat.
biyografi, a. biography. boğazını tenizlemek, e. to clear the
biyografik, s. biographic, biographical. throat..
biyokimya, a. biochemistry. boğazlamak, e. to strangle, to
biyolog, a. biologist. slaughter, to throttle.
biyoloji, a. biology. boğmaca, a. whooping-cough,
biyolojik, s. biologic, biological. pertussis.
biyometri, a. biometry. boğmak, a. joint.
biyonik, s. bionic. boğmak, e. to strangle, to suffocate,
biyopsi, a. biopsy. to drown, to stifle, to choke.
biyosfer, a. biosphere. boğmaklı, s. articulated, jointed.
biz bize, by ourselves. boğucu, s. suffocating, stifling.
biz, zm. we. boğuk, s. hoarse, husky.
bizatihi, zf. by itself, in itself, in boğulmak, e. to be strangled, to be
himself. suffocated, to be choked.
bizden, zm. one of us, from us. boğulum, a. asphyxia.
bizi, bize, zm. us. boğum, a. node, joint, articulation.
bizim, zm. our. boğumlu, s. nodular, articulated,
bizimki, zm. ours. jointed, knotty.
bizimle, together with us, with us. boğuntu, a. suffocation, swindling.
bizler, zm. we. boğuşma, a. conflict, quarrel;
bizzat, zf. in person, personally, by struggle.
oneself. boğuşmak, e. to fight, to quarrel; to
blok, a. block. struggle.
bloke, s. closed, blocked. bok, a. feces, excrement, dung.
bloke etmek, e. to close, to stop, to bokböceği, a. dungbeetle.
block. bol, s. loose, wide; abundant,
bloknot, a. writing pad. copious, plentiful, ample.
bocalamak, e. to fluctuate, to act in a bol bol, zf. abundantly, generously,
confused manner, to falter, to amply
flounder. bollaşmak, e. to become wide/loose;
bodrum katı, a. basement. to brcome plentiful/abundant.
bodrum, a. cellar. bolluk, a. abundance, plenitude.
bodur, a. dwarf, short, squat. bombe, a. arch, convexitry.
bodurluk, a. shortness. bombeli, s. arched, convex.
boğa, a. bull. bomboş, s. quite empty.
boğak, a. croup. bonfile, a. sirloin steak.
boğaz, a. throat, gullet, esophagus; bora, a. storm, squall, temper.
mountain pass; straight. borç, a. loan, dept.
borç vermek 27 bozkır

borç vermek, e. to lend. boyaalmaz bez uru, chromophobe


borçlu, s. indepted. adenoma.
bordo, s. clearer red. boyahane, a. dye-house.
boru, a. pipe, tube. boyalamak, e. to cover with paint.
boş, s. hollow; empty, vacant; free, boyalanmak, e. to be covered with
unoccupied; at leisure; unemployed. paint, to be painted.
boş yere, zf. in vain, without any boyalı, s. painted, coloured, dyed.
reason, groundlessly. boyama, a & s. dying, painting,
boşalma, a. evacuation, discharge. coloring; painted.
boşalmak, e. to be emptied/poured boyamak, e. to paint, to dye, to
out. colour.
boşaltım, a. evacuation. boyanmak, e. to be dyed, painted/
boşaltımyolu-, urin- , urino- . coloured.
boşaltımyolu ışınçekimi, urography. boyasız, s. undyed, unpainted.
boşaltımyolu ile ilgili, urinary. boyatutmaz, s. achromatic.
boşaltma, a. discharge, evacuation. boybos, a. stature.
boşaltmak, e. to empty, to pour, to boylam, a. longitude.
discharge, to evacuate. boylu, s. tall; high.
boşamak, e. to divorse, to repudiate. boylu boslu, s. well-built, well-
boşanma, a. divorce. developed.
boşanmak, e. to be divorced; to boylu boyunca, at full length, from
get/break loose. end to end.
boşinanç, a. superstition. boynuz, a. horn.
boşlamak, e. to neglect, to abandon. boynuzcuk, a. cornicle.
boşluk, a. cavity, gap; blank; futulity, boynuzlu, s. horned.
vanity. boynuzsuz, s. hornness.
boşluk, a. sinus; cavum, cave. boysuz, s. short in stature.
boşu boşuna, zf. useless, in vain. boyun, a. neck; cervix.
boşuna, zf. in vain. boyun-, cervico-
boşver, don’t worry! nerver mind! boyun sayrılığı, a. nephropathy.
take it easy! boyuna, zf. longitidunally, lengthwise;
boşvermek, e. not to worry. for ever, continually, ceaselessly.
bot, a. boot; canoe, boat. boyunca, zf. throughout, during;
botanik, a. botany. along; lengthwise.
boy, a. height; length; size, stature; boyunla ilgili, s. cervical.
tribe, clan. boyut, a. dimension.
boya, a. paint, dye; colorant, pigment. boyutsal, s. dimensional.
boya vurmak/sürmek, e. to paint, to boz, s. grey.
dye. boz ayı, a. brown bear.
boyaalır, a. chromophilia. boz madde, a. grey matter.
boyaalmaz, a. chromophobe. bozkır, a. steppe.
bozkurt 28 bönleşmek

bozkurt, a. grey wolf. böbreküstü kabuğu, a. adrenal cortex.


bozma, a. spoiling, cancellation. böbreküstü kabuğu ile ilgili, s.
bozmak, e. to ruin, to spoil, to adrenocortical.
impair, to damage, to destroy; to böcek, a. insect, bug, beetle, vermin,
undo; to upset; to dearange; to cash, worm,
to change; to humiliate böcek öldürücü, a. insecticide.
bozuk, s. ruined, spoiled, destroyed, böcekbilim, a. entomology
out of order, out of repair, broken böcekçil, s. insectivorous.
down; gone bad, taited. böcekli, s. infested with vermin.
bozuk oluşum, a. malformation. böğür, a. side, flank.
bozukluk, a. defect, trouble, failure böğürtlen, a. blackburry.
to work, disorder, dearangement. böleşüstü, s. supradiaphragmatic.
bozulmak, e. to be spoiled, to be bölet, a. mediastinum.
damaged, to be impaired, to go to bölge, a. zone, district, region,
bad. section.
bozunum, a. deformity. bölgesel, s. regional.
bozuşmak, e. to fall out with. bölgesel uyuşturum, a. regional
böbrek-, ren- , renis- , ç. renes- .; anesthesia.
nephr- , nephro- . bölme, a. septum; compartment,
böbrek, a. kidney. partitition, division.
böbrek açımı, a. nephrotomy. bölmecik, a. septulum, ç. septula.
böbrek ağrısı, nephralgia. bölmek, e. to divide, to seperate.
böbrek boşluğu, renal sinus. bölüm, a. segment; chapter, part;
böbrek çıkarımı, a. nephrectomy. division, portion.
böbrek göbeği, a. hilus renale. bölümleme, a. classification.
böbrek iltihabı, a. nephritis. bölümlemek, e. to classify.
böbrek leğeni, a. pelvis renalis.. bölümleşme, a. segmentation.
böbrek oygusu, a. sinus renalis. bölünebilme, a. divisibility.
böbrek yangısı, a. nephritis. bölünen, a. dividend.
böbrek yumakçık yangısı, a. bölünme, a. fission; division.
glomerulonephritis. bölünmek, e. to be divided, to be
böbrekle ilgili, böbreksel, renal. disunited.
böbrek-leğen yangısı, a. bölünmez, s. indivisible.
pyelonephritis. bölünmezlik, a. indivisibility.
böbrektaşı sayrılığı, nephrolithiasis. bölüntü, a. part, section; graduation.
böbrektaşı, a. nephrolithiasis, renal bölüşmek, e. to share out, to divide
calculi. among themselves.
böbreküstü, s. adrenal. bölüt, a. segment.
böbreküstü bezi, a. adrenal gland. bölütleşme, a. segmentation.
böbreküstü bezi çıkarımı, a. bön, s. simple, imbecile, foolish,
adrenalectomy. silly.
böbreküstü içkatı, a. adrenal bönleşmek, e. to become simple/
medulla. imbecile/foolish.
bönlük 29 bulanık

bönlük, a. simplicity. budalaca, zf. stupidly, foolishly.


börüce, a. lupus. budalalık, a. foolishness, stupidity.
börülce, a. kidney-bean. budamak, e. to chop off, to prune, to
böyle, s & zf. so, such, this, in this trim, to lop.
way, in this manner. budanmak, e. to be pruned/trimmed.
böylece, zf. thus. bugün, zf. today.
böylelikle, zf. in this manner, thus. bugüne kadar, zf. until today/this
böylemesine, zf. in this way. day, to date, up to now, up to the
böylesine, zf. such as, this kind. present.
bronşit, a. bronchitis. bugünkü, today’s, of today.
bronz, a. bronze. bugünlerde, zf. nowadays, in these
brüt, s. gross. days.
brüt ağırlık, gross weight. bugünlük, for today.
bu, s. this. ç. these. buğday, a. wheat.
bu anda, at present. buğu, a. steam, vapour, fog; mist,
bu arada, in the mean time, dew.
meanwhile. buğulanmak, e. to be mist over/up,
bu bakımdan, in this respect, from to be steamed up.
this point of view. buğulaşım, a. evaporation.
bu cihetle, in this respect, from this buğulaştırıcı, a. evaporater.
point of view. buğulu, s. steamy, misty, dewy,
bu defa, this time, and now. fogged.
bu gibi, such, like this, of this kind. buhar, a. vapour, steam.
bu günden tezi yok, right away, buharlaşma, a. evaporation.
immediately. buharlaşmak, e. to evaporate, to
bu itibarla, consequently, therefore. vaporize.
bu kadar, this/that much, so many; buharlaştırıcı, a. evaporator.
that’s all. buharlı, s. vaporous, steamy.
bu kadarı da fazla, that is going too buhran, a. crisis.
far, that’s too much. buhran geçirmek, e. to have a fit of
bu kez, this time. nerves, to go through a crisis.
bu merkezde, in this sense, to this bukelemun, a. chameleon.
effect, more or less. buket, a. bunch, bunch of flowers.
bu münasebetle, on this occasion. bukle, a. curl, curl of hair, lock.
bu taktirde, in this case. bukleli, a. curly.
buçuk, s. half. ç. halves. bulamaç, a. thick soap made with
buçuklu, s. having halves/fractions. flour, butter and sugar.
budak, a. knot. bulamak, e. to smear, to besmear, to
budak deliği, a. knothole. bedaub, to cover with.
budaklanmak, e. to become knotty. bulandırmak, e. to blur, to dim, to
budaklı, s. knotty. cloud; to make muddy.; to nauseate.
budala, a & s. foolish, silly, imbecile, bulanı, a. flocculation.
crazy about, mad on; fool, idiot. bulanık, s. opaque.
bulanıklaşım 30 bununla birlikte

bulanıklaşım, a. flocculation. buluşmak, e. to meet, to get together.


bulanıklık, a. opacity, turbidness, buluşturmak, e. to bring together.
turbidity. bulut, a. cloud.
bulanmak, e. to become nauseated, bulutlanmak, e. to get/become
to become turbid/muddy; to be cloudy.
dimmed/smeared; to cloud over. bulutlu, s. cloudy.
bulantı, a. nausea. bulutsuz, s. cloudless.
bulaşıcı, s. infectious, contagious. bunak, s. senile, dotard.
bulaşık, a & s. infected, contaminated; bunaklık, a. senility, dotage.
tainted, soiled; contagious, infectious; bunalım, a. depression, crisis.
troublesome; dirty dishes. bunalmak, e. to be depressed/bored.
bulaşık yıkamak, e. to wash the bunaltı, a. anxiety, boredom.
dishes. bunaltmak, e. to stupefy; to suffocate.
bulaşım, a. contamination. bunama, a. dementia, dotage, second
bulaşımgideren, s. anti-infective. childhood.
bulaşımkıran, s. disinfectant. bunamak, e. to become senile, to
bulaşkan, s. sticky, viscous, dote.
adhesive; troublesome. bunca, s. this much, so much, so
bulaşma, a. contamination. many.
bulaşmak, e. to be infected, to be bunca zaman, zf. for such a long
spread; to become smeared/dirty; to time, so long a time.
stick, to pester; to be involved in. bundan, zm. from this, about this.
bulaşsızlaştırma, a. disinfection. bundan başka, zf. besides, moreover,
bulaştırmak, e. to infect; to spread; furthermore, further.
to involve in; to blur, to smear. bundan böyle, zf. henceforth, from
bulgu, a. finding; invention; discovery. now on, haraafter.
bulgur, a. boiled and pounded wheat. bundan dolayı, zf. tor this reason,
bulmaca, a. crossword puzzle. therefore, on account of this,
bulmak, e. to discover; to find out, to consequently.
invent; to attain, to reach. bundan sonra, zf. after this,
buluğ, a. puberty. henceforth, from now on.
buluğa ermek, e. to attain the age of bungun, s. sad, distressing,
puberty. oppressive.
bulundurmak, e. to have in stock; to bunlar, zm. these.
have something ready. bunun, zm. of this.
bulunmak, e. to exist, to be present; bunun için, zf. therefore, for this
to be found; to be located, to be reason.
situated. bunun üzerine, zf. thereupon.
bulunmaz, s. very rare. bununla beraber, zf. however,
buluş, a. discovery; invention; nevertheless, yet.
original thought. bununla birlikte, zf. however,
buluşma, a. meeting. nevertheless, yet.
bura 31 bütün

bura, zf. this place, this point, this, buruşmak, e. to be wrinkled/crumpled.


spot. buruşturmak, e. to wrinkle, to
burada, zf. here. crumple.
buradan, from here, hence. buruşuk, s. wrinkled, crumpled.
buralı, s. native of this place. but, a. thight, rump, leg of meat.
buram, this part of me. buymak, a. to freeze to death.
burası, herei this place. buyrultu, a. order.
buraya, zf. here buyurmak, e. to order, to commend.
buraya kadar, zf. thus far. buyurucu, s. commanding.
burçak, a. vetch. buz, a. ice.
burgaç, a. whirlwind. buzağı, a. calf. ç. calves.
burgu, a. drill, suger, gimlet; buzağılamak, e. to calve.
corkscrew. buzdağı, a. iceberg.
burgulamak, e. to drill; to bore with buzdolabı, a. refrigerator, fridge.
a gimlet. buzhane, a. icehouse.
burkmak, e. to sprain, to strain, to buzla, a. icefield.
twist, to wrench. buzlanmak, e. to cover with ice.
burkulma, a. sprain, distortion, buzlu, s. icy, iced.
torsion buzluk, a. ice box.
burkulmak, e. to be sprained/twisted. bücür, a. dwarf.
burnu tıkamak, e. to hold one’s büfe, a. buffet.
nose. büklüm, a. curl, twist, coil; fold.
burnu kanamak, e. to bleed at/from bükmek, e. to twist, to wrench; to
the nose. bend, to flex.
burnunu çekmek, e. to sniff. bükülmek, e. to be twisted/bent.
burnunun direği kırılmak, to be bükülüm, a. flexion.
suffocated with bad smell. büküm, a. twist, curl, fold, flexion
burs, a. scholarship, bursary.
bülbül, a. nightingale.
buruk, s. sprained, twisted.
bülten, a. bulletin.
burukluk, a. sourness.
büluğ, a. puberty.
burulmak, e. to be sprained/twisted.
bünye, a. structure.
burulu, s. twisted, screwed.
bürülü, s. wrapped, enveloped,
burun, a. nose.
enfolded.
burun boşluğu, a. nasal cavity.
bürüm, a. roll, fold; involucre.
burun deliği, a. nostril.
burun kanaması, a. epistaxis. bürümek, e. to cover up, to wrap, to
burun perdesi, a. nasal septum. enfold.
burun silmek, e. to blow one’s nose. bürünmek, e. to wrap onself up.
burun yan boşlukları, sinus büsbütün, zf. altogether, wholly,
paranasales. completely.
burun yan oyguları, sinus paranasales. bütçe, a. budget.
buruntu, a. colic, gripe of colic; bütün, s. whole, entire, complete,
tenesmus. total; all.
bütün bütün 32 büzülmek

bütün bütün, zf. completely; totally, büyülemek, e. to charm, to fascinate,


altogether. to capticate.
bütünleme, a. integration. büyülenmek, e. to be charmed/
bütünlemek, e. to integrate; to bewitched.
complete. büyültmek, e. to enlarge, to blow up.
bütünlük, a. integrity, totality; büyülü, s. enchanted, bewitched,
completeness, wholeness charmed.
büyü, a. magic, charm. büyüme etkeni, growth factor.
büyücü, a. witch. büyüme içsalgısı, a. somatotrpin.
büyük …, macro- . …büyümesi, -megaly.
büyük ölçüde, zf. on a large scale. büyümek, e. to grow, to grow up.
büyük, s. big, great, large; important, büyüteç, a. magnifying glass.
serious; older, elder. büzeç, a. spincter.
büyükanne, a. grandmother. büzgü, a. shirr, pleat, pocker.
büyükbaba, a. grandfather. büzgülü, s. shirred, smocked.
büyükdudaklar, a. labia majora. büzmek, e. to gather, to constrict, to
…büyüklüğü. -megaly. shirr.
büyüklük tutkusu, megalomany. büzülmek, e. to shrink, to contract, to
büyüklük, a. greatness. dwindle.
C,c

cahil, s. uneducated, illiterate; ignorant. cazip, s. alluring, attractive, appealing.


cam gibi, glassy. cefa, a. pain, suffering; ill-treatment,
cam, a. glass. cruelty.
camsı, s. hyaline, vitreous. cefa çekmek, e. to suffer.
can, a. spirit, soul; life; individual, cehalet, a. ignorance.
person; darling, dear; friend, brother. cehennem, a. hell.
can acısı, fearful pain. cenin, a. embryo; foetus.
can damarı, vital spot. ceza, n. punishment, penalty, fine;
can sağlığı, health. retribution, sanction
can sıkmak, e. to annoy, to bore. cezalandırılmak, e. to be punished.
can vermek, e. to die. cezalı, s. punished, penalized.
canan, a. sweetheart, beloved cılız, s. thin, weak.
(woman). cıva, a. mercury.
candan, s. sincere; zf. sincerely. ciddi, s. serious; important; real.
canı pek, s. tough, enduring, ciddiye almak, e. to take seriously.
canı sıkılmak, e. to be bored, to feel ciğer, a. liver; lungs.
dull, to be annoyed. cihan, a. universe, world.
canına kıymak, e. to kill oneself. cihaz, a. equipment, apparatus.
canına okumak, e. to ruin, to cihet, a. direction; aspect,
destroy, to kill off, to exterminate. consideration.
canını almak, e. to take someone’s cila, a. varnish, polish.
life, to kill. cilalamak, e. to polish., to varnish.
cani, a. murderer, criminal. cilalı, s. polished, varnished.
cankurtaran, a. ambulance; lifeguard. cilt, a. complexion, skin; volume.
canlandırma, a. animation. cilt hastalıkları, skin diseases.
canlandırmak, e. to refresh, to cimri, s. mean, stingy.
enliven cimrilik, a. meanness, stinginess.
canlanmak, e. to come to life. cin, a. spirit.
canlı, s. living, alive, living creature; cinayet, a. crime, murder.
active, full of life, lively. cingöz, s. clever.
canlı içi, in vivo. cinnet, s. insanity, madness.
canlıda, in vivo. cins, a. sort, variety, kind, brand,
canlılar, a. the living. type; species, genus;breed, stock,
canlılık, a. vitality; vivacity, liveliness; race.
vividness. cinsel, s. sexual.
cansız, s. lifeless, dead; inanimate; cinsel cazibe, sex appeal.
dull. cinsel ilişki, sexual relationship/
cansızda, in vitro. intercourse.
cansızlık, a. lifelessness; dullness. cinsel ilişkide bulunmak, to have
cazibe, a. charm, attraction, glamour, sex with someone, to have sexual
appeal. relations with someone.
cazibeli, s. attractive, appealing. cinsel sapık, a. perverted.
cinsi 34 cüzi

cinsi, s. sexual. cömert, s. generous, openhanded,


cinsiyet, a. sexuality. bounteous.
cinslik, a. sex, sexuality. cüce, a. dwarf.
cinslikbilim, a. sexology. cücelik, a. dwarfiness, nanism.
cinsliksiz, s. asexual. cümle, a. sentence, phrase; whole,
cisim, a. substance, body, matter. all.
cisimcik, a. corpuscle. cümlecik, a. clause.
civar, a. environment, surrounding, cümleten, zf. all together, wholly.
neighbourhood. cüret, a. boldness, courage,
civciv, a. chicken. impudence.
coşku, a. enthusiasm. cüret etmek, e. to dare, to venture.
coşkulu, s. enthusiastic, exuberant, cüretli, s. bold, insolent, daring.
ebullient; gushing, violent, vehement. cüretsiz, s. timid.
coşkunluk, a. enthusiasm, ebullience, cürüm, a. guilt, crime, fault; felony,
exuberance; vehemence, violence. offense.
coşkusal, s. emotional. cürüm işlemek, e. to commit a crime.
coşmak, e. to become enthusiastic/ cüsse, a. body, bulk; volume.
exuberant; to become violent, to cüsseli, s. bulky, big-bodied,
rise, to boil up. voluminous.
coşturmak, e. to make enthusiastic, cüzam, a. leprosy.
to enthuse. cüzamlı, s. leprous.
cüzi, s. insignificant, trifling, slight,
small; partial.
Ç,ç

çaba, a. effort, exertion, struggle, çalışkan, s. diligent, hard-working,


endeavour. laborious, industrious.
çabalama, a. effort. çalışkanlık, a. diligence,
çabalamak, e. to struggle, to strain, çalışma, a. study; work, working.
to strive, to scramble. çalışmak, e. to study; to work, to
çabucak, zf. quickly, instantly. strive, to try; to function, to run.
çabuk, s. fast, quick, hasty, swift; çalıştırmak, e. to employ; to run, to
quickly, speedily. operate.
çabuk olmak, e. to hurry. çalkalamak, e. to gargle, to wash out;
çabuklaştırmak, e. to speed, to to shake; to churn, to rinse.
accelerate, to precipitate. çalkantı, a. fluctuation; agitation.
çabukluk, a. quickness, rapidness, çalkantılı, s. restless, agitated.
speed; haste, agility. çalkar, a. purgative.
çağ, a. age, time period, era, epoch. çalma, a. stealing, act of stealing.
çağcıl, s. contemporary, modern. çalmak, e. to steal, to take/walk away
çağcılık, a. modernism. off/with
çağdaş, s. contemporary, modern. çam, a. pine tree.
çağdaşlaştırma, a. modernization. çamur, a. mud; dirt.
çağdaşlaştırmak, e. to modernize. çamurlu, s. muddy.
çağdışı, s. out-of date, outdated. çap, a. diameter; size, calibre.
çağıldamak, e. to bubble, to murmur, çapak, a. visvous crust forming
to gurgle. round the eyes; rheum from the
çağırma, a. call, calling. eyes; burr.
çağla, a. green almond. çapaklanmak, v. to be crusted.
çağrı, a. call; invitation. çapaklı, s. crusted, burred.
çağrılmak, e. to be called; to be çapraşık, s. complicated, entangled,
invited. intricate.
çapraz, s & zf. crosswise, transversal;
çağrışım, a. association.
transcersely.
çağrışımsal, s. associative.
çarçabuk, zf. very quickly.
çağırmak, e. to call; to invite; to call
çare, a. remedy, cureway out.
for/out.
çaresiz, s. incurable; inevitable
çakılı, s. fixed, stuck; nailed.
çarpıcı, s. impressive, striking.
çakışmak, e. to coinside; to fit into
çarpık, s. warped, distorted, crooked.
one another. çarpılma, a. distortion.
çakmak, a. lighter. çarpılmak, e. to become warped, to
çakmak, e. to pound, to drive in; to buckle.
make burn, to light, to strike; to dig; çarpınık, s. agitated
to deliver. çarpınma, a. agitation.
çalık, s. bent, crooked, slanting; çarpıntı, a. palpitation.
bevelled. çarpışma, a. clash, smash, collision.
çalınmak, e. to be stolen. çarpıtmak, e. to wrap, to buckle; to
çalıntı, s. stolen. distort.
çarpma 36 çelişmek

çarpma, a. beat; collision; stroke, çekinmeden, without hesitation.


blow. çekinmek, e. to abstain, to refrain
çarpmak, e. to beat, to pulse, to from, to avoid, to recoil, to shrink,
palpitate, to throp; to strike; to to blench; to hesitate.
bump, to run into; to paralize, to çekirdek, a. nucleus; seed, stone of a
distort; to collide; to clash. fruit.
çarpraz bulaşım, cross infection. çekirdek tıbbı, a. nuclear medicine.
çatallanım, a. bifurcation. çekirdekli, s. having seeds.
çatallanmak, e. to bifurcate. çekirdeksel, s. nuclear.
çatallaşma, a. dichotomy. çekirdeksiz, s. having no seeds.
çatallı, s.bifurcated. çekirge, a. grasshopper; cricket.
çatışma, a. clash, conflict; encounter. çekişme, a. dispute; competition.
çatışmak, e. to collide, to clash, to çekişmek, e. to dispute, to quarrel; to
overlap. compete, to contest.
çatlak, a. crack, fissure. çekişmeli, s. debatable.
çatlak, s. cracked, chapped; crazy, çekiştirmek, e. to pull about, to pull
dearanged; hoarse. at both ends; to criticize.
çatlamak, e. to crack, to split, to çekme, a. shrinkage; traction,
fracture; to burst; to break. aspiration; pulling.
çatlatmak, e. to crack, to split. çekmek, e. to pull, to draw; to attract;
çatmak, e. to strike, to run into, to to extract, to pull out; to absorb, to
come up against; to build, to set up. inhale; to suffer, to bear, to endure,
çay, a. tea; stream. to undergo
çayır, a. meadow. çekmez, s. unshrinkable.
çekerlik, a. affinity. çektirmek, e. to cause to suffer, to
çekici, s. alluring, attractive, appealing, torment; to cause to drag/pull.
charming. çelik, a. steel; cutting, short cut
çekicilik, s. charm, attractiveness, branch.
attraction. çelik gibi, very strong.
çekiç, a. melleus, ç. mallei; hammer. çelim, a. form, stature.
çekilir, s. bearable, endurable, çelimli, s. in good condition,
tolerable. gracefully shaped.
çekilme, a. regression; withdrawal. çelimsiz, s. weak, frail, puny, thin and
çekilmek, e. to shrink; to pull out; to ugly.
withdraw. çelimsizlik, a. puniness.
çekilmez, s. intolerable, unbearable, çelişik, s. contradictory.
insufferable. çelişiklik, a. contradictoriness.
çekim, a. attraction. çelişki, a. contradiction.
-çekim, sonek. -graphy. çelişkili, s. contradictory.
çekingen, s. shy, timid, reserved. çelişme, a. contradiction.
çekingenlik, a. shyness, timidity, çelişmek, e. to contradict, to contrast;
reservedness. to be in contradiction.
çelmek 37 çıbanlaşma

çelmek, e. to divert, to swerve, to çeşnili, s. flavoured, tasty.


deviate; to tempt, to dissuade; to çetin, s. hard, difficult, ardous,
turn up. strenuous.
çeltik, a. rice in the husk; rice field. çetinlik, a. hardness.
çember, a. ring, belt; hoop, flat ring çetrefil, s. confused, complicated;
of iron, rim of a wheel, metal stripe. incomprehensible.
çemen, a. cumin. çetrefilleşmek, e. to become
çemkirmek, e. to answer rudely. incomprehensible.
çene, a. jaw, chin. çevik, s. quick, agile, swift, brisk.
çene kasılması, a. trismus. çeviklik, a. swiftness.
çenealtı/tükürük bezi, a. glandula çeviri, a & s. translation; translated.
submendibularis. çevirici, a. translator.
çene-kemiği, a. jaw-bone. çevirme, a. translation, translating.
çengel, a. uncus; hook. çevirmek, e. to rotate, to spin, to
çengellemek, e. to hook, to fasten wind, to revolve; to turn, to turn
with a hook, to impale on a hook. around; to encircle, to surround: to
çengelli, s. hooked. convert, to turn into, to transform;
çentik, a. notch, slight incision. to translate into; to run, to manage.
çentiklemek, e. to notch. çevirmen, a. interpreter, translater.
çentiklenmek, e. to become notched. çevre, a. neighbourhood, surroundings,
çentikli, s. notched. environment, environs; periphery
çentmek, e. to notch, to hack, to nick, circuit.
to mince. çevre kirliliği. environmental pollution.
çepeçevre, zf. all around. çevrebilim, a. ecology.
çerçeve, a. frame. çevrebilimsel, s. ecological, ecologic.
çerçevelemek, e .to frame. çevrel, s. peripheral.
çerçeveli, s. framed. çevrelemek, e. to surround, to
çermik, a. spa, termal spring. encircle; to circumscribe.
çeşit, a. species, assortment, kind, çevresel, s. environmental; peripheral.
variety, sort, brand; sample. çevrili, s. surrounded.
çeşit çeşit, zf. of various sort. çevrilmek, e. to be surrounded/
çeşitgenlik, a. polymorphism, turned; to be translated.
pleomorphism. çevrim, a. cycle.
çeşitleme, a. variation, diversification. çevrimsel, s. cyclic.
çeşitlemek, e. to increase the variety; çeyrek, a. one fourth, quarter (on an
to diversify. hour).
çeşitli, s. assorted, different, çıban, a. abscess, boil, pustule,
miscellaneous, various. furuncle.
çeşitlilik, a. variation, assortment. çıban çıkarmak, e. to have a boil.
çeşme, a. fountain. çıban dökmek, e. to be covered with
çeşni, a. specimen, sample; flavour, boil, to develop many boils.
taste. çıbanlaşma, a. pustulation.
çığ 38 çırpınım

çığ, a. avalanche. çıkış, a. exit, way-out; going out;


çığır, a. path, way, track. start.
çığır açmak, e. to start a new çıkış noktası, a. starting point.
method, to open a new road, to çıkışmak, e. to rebuke, to scold, to
blaze a trail. reprehend; to suffice, to compete
çığırından çıkmak, e. to go off the with.
trails. çıkma, a. projecting, projection,
çığlık, a. scream, cry. promonotory; going out, exit.
çığlık atmak, e. to utter a loud cry, to çıkmak, e. to go out, to move out, to
scream. exit, to get out of; to leave; to set
çıkagelmek, e. to appear suddenly. off, to start on; to appear; to go up,
çıkan ana atardamar, a. aorta to increase; to originate, to ensue; to
ascendens. be dislocated; to crupt.
çıkan kalınbağırsak, a. colon çıkmaz, a. cul-de-sac.
ascendens. çıkmaz, a. dead end, deadlock;
…çıkarımı, -ectomy. dilemma.
çıkar, a. profit, advantage, interest. çıktı, a. output.
çıkar yol, a. way out. çıldırasıya, adv. madly.
çıkarcı, s. self seeking, selfish. çıldırı, a. psychossis, ç. psychoses.
çıkarım, a. deduction. çıldırmak, e. to go mad, to lose one’s
çıkarma, a. extraction, expulsion; mind, to be crazy about.
subtraction. çıldırmış, s. crazy, gone mad.
çıkarmak, e. to remove; to take out, çıldırtmak, e. to drive mad, to make
to brinng out, to extract, to expel; to wild.
send out, to emit; to eject, to throw çılgın, s. mad, insane, lunatic,
out, to throw off, to take off; to demented, frantic.
strike out, to deduce; to produce, to
çılgınca, s. madly, frantically.
put out, to bring out; to vomit, to
çılgınlık, a. madness, lunacy,
throw up, to bring up, to spew up;
insanity, frenzy.
to dismiss; to dislocate, to remove
çınar, a. plane tree.
out, to figure out.
çıplak, s. naked, nude, bare, uncovered.
çıkarsama, a. inference.
çıplaklaşmak, e. to become naked.
çıkartım, a. extraction.
çıplaklık, a. nakedness, bareness,
çıkık, a. dislocation, projection,
nudity.
protruding, sprain. s. dislocated, out
of joint; projecting. çırak, a. apprentice.
çıkık sarmak, e. to bandage a sprain. çıraklık, a. apprenticeship.
çıkıkçı, a. bonesetter. çırçıplak, s. stark naked.
çıkıntı, a. projection, prominence, çırılçıplak, s. stark aked.
projecting part, protuberance, jut, çırpınak, a. convulsion, seizure,
process, processus, prominentia. eclampsia.
çıkıntılı, s. protruding, projecting, çırpınak doğurucu, a. convulsant.
protrusive. çırpınım, a. fibrillation.
çırpınmak 39 çirkinlik

çırpınmak, e. to flap, to flatter; to çiftleşmek, e. to copulate, to mate, to


struggle, to have convulsions. couple.
çırpıntı, a. palpitation, agitation. çiftleştirmek, e. to breed, to mate.
çırpıştırmak, e. to do carelessly and çiğ, s. raw, uncooked; immature,
hastily. rough
çırpmak, e. to palpitate; to beat, to çiğdem, a. crocus, meadow saffron.
flutter; to clap çiğlik, a. rawness; crudity, crudeness,
çıt, a. cracking sound. tactlessness.
çıtı pıtı, s. graceful, dainty. çiğnemek, e. to chew, to champ, to
çıtır çıtır, zf. with a crackling sound. masticate; to tread under foot, to
çıtır çıtır etmek, e. to crackle. crush, to tramp; to run over.
çıtırdamak, e. to crackle, to crepitate. çiklet, a. chewing-gum.
çıtırdamak, e. to make a crackling çikolata, a. chocolate.
sound. çil, a & s. frecle, blotch, speckle,
çıtırtı, a. crepitation, crackling. spot; shiny, bright.
çıtkırıldım, s. fragile. çile, a. suffering, ordeal, trial.
çıtlamak, e. to crackle. çile çekmek, e. to suffer greatly.
çıtlatmak, e. to crack; to hint, to çilek, a. strawberry.
intimate, to break, to indicate. çilekeş, s. sufferer.
çiçek, a. small-pox, variola; flower, çileli, s. suffering, enduring.
blossom, bloom. çilli, s. freckled, blotchy.
çiçek açmak, e. to bloom, to çim, a. grass, lown.
blossom, to come into flower. çimdik, a. pinch.
çiçek aşısı, a. inoculation for çimdiklemek, e. to pinch.
smallpox. çimen, a. grass, meadow, lown, turf.
çiçek dökmek/çıkarmak, to have çimenlik, a. meadow, lawn.
smallpox. çimlenme, a. germination.
çiçek(sayrılığı), a. variola. çimlenmek, e. to sprout, to germinate;
çiçekbozuğu, s. pockmarked. to become covered with grass.
çiçektozu, a. pollen. çimmek, e. to bathe; to dip down in
çift, a & s. couple, pair; double; water.
dublicate. çinko, a. zinc.
çift çift, zf. in pairs, two by two, by çipil, s. bleary, gummy; blear-eyed.
pairs; even. çipura, a. seabream.
çift görme, a. diplopia. çirkef, a. filty water; filty/disgusting
çift parmaklılar, even-toed ungulates. person.
çift sayılar, even numbers. çirkin, s. ugly, hidous, unbecoming;
çifte, s. paired, double. improper, disgusting, distasteful.
çifter çifter, in pairs, two by two. çirkinleşmek, e. to become ugly.
çiftleşme, a. copulation, coitus, çirkinleştirmek, e. to disfigure, to
coition, pareunia, sexual intercourse, deface, to make ugly, to deform.
mating. çirkinlik, a. ugliness.
çiroz 40 çokbiçimli

çiroz, a. skinny person. çocuk ruh hekimliği, a. infantile


çiselemek, e. to drizzle. psychiatry.
çisenti, a. drizzle. çocukbilim, a. pediatrics.
çisentili, s. drizzly. çocukça, s. childish, child-like.
çiş, a. urine, piss. çocuklaşmak, e. to become childish.
çiş yapmak/etmek, e. to urinate, to çocukluk, a. childhood.
piss. çocuksu, s. childish.
çit, a. fence, hedge. çoğa kalmaz, zf. soon.
çit çekmek, e. to fence, to hedge. çoğa mal olmak, e. to cost too much.
çita, a. cheetah. çoğalım, a. proliferation.
çivi, a. nail. çoğalma, a. increase, multiplication,
çivi gibi, healthy. augmentation.
çivit, a. ashing blue, indigo, bluing. çoğalma, a. reproduction.
çiy, a. dew. çoğalmak, e. to increase, to multiply,
çizelge, a. list, table, scale. to grow.
-çizer, sonek. -graph. çoğaltmak, e. to increase, to
çizgi, a. line; stripe, bar, band; dash; propagate, to multiply, to augment.
scratch. çoğu, a & s. the majority, the greater
çizgi çekmek, e. to draw a line. part; mostly, most of.
çizgili, s. striped, lined. çoğu zaman, often, mostly.
çizgisel, s. linear. çoğul, a. plural.
çizik, a & s. scratch line; scratched. çoğulcu, a. pluralist.
-çizim(i), sonek. -graphy. çoğulculuk, a. pluralism.
çizim, a. drawing. çoğulluk, a. plurality.
çizmek, e. to draw, to scratch; to çoğunluk, a. majority
strike off, to cross out çoğunlukla, by the majority of votes.
çoğunlukta, in the majority.
çocuk- önek. ped- , pedi- , pedo- .
çok , -multy- , poly- .
çocuk, a. infant, child, human fetus;
çok, s & zf. many, much, too many, a
boy, kid.
lot of, plenty of, a great deal of;
çocuk aldırma, a. abortion.
very, often, the greater part.
çocuk aldırmak, e. to have one’s child
çok çok, at most, at the most.
aborted.
çok defa, frequently, often.
çocuk bakımevi, day nursery, crèche.
çok fazla, too much.
çocuk bakımı, child care.
çok geçmeden, before long.
çocuk beyin inmesi, cerebral palsy.
çok gelmek, e. to be too much.
çocuk bezi, a. diaper.
çok görmek, e. to consider too much.
çocuk diş hekimliği, pedodonty. çok heceli, s. polysyllabic.
çocuk doktoru, a. paediatrician. çok köşeli, s. polygonal.
çocuk düşürmek, e. to miscarry, to çok su içme, a. polydipsia.
abort. çok yaşa, long live! god bless you!
çocuk gibi, zf. childlike. çokbiçimli, s. polymorphic,
çocuk maması, a. baby dood. pleomorphic, multiform.
çokbiçimlilik 41 çöreklenmek

çokbiçimlilik, a. polymorphism. çorap, a. sock, stoking.


çokça, s & zf . a good many/deal, çorba, a. soup.
considerably. çökelek, a. precipitate, sediment;
çokçekirdekli, s. polynuclear, skim-milk.
multinuclear. çökelim, a. sedimentation.
çokdeğerli, s. polyvalent, multivalent. çökelme, a. precipitation,
çokişeme, a. polyuria. sedimentation.
çokkarılı, s. polygynous. çökelmek, e. to precipitate.
çokkarılılık, a. polygyny. çökelti, a. precipitate, deposit.
çokkocalı, s. polyandrous. çökelti, a. sediment.
çokkocalılık, a. polyandry. çökeltmek, e. to precipitate.
çoklu …, önek. multi- , multiple- , çökertmek, e. to make kneel down;
poly- . to break in, to collapse; to
çoklu sertleşim, multiple sclerosis. demoralize.
çoklu sinir yangısı, polyneuritis, çökkün, s. collapsed, broken down;
polyneuropathy. depressed
çokluk, a. abundance, affluence; çökkünleten, s. depressant.
majority. çökkünlük, a. breakdown, depression.
çokoluşculuk, a. polygenism. çökkünlük giderici, s. antidepressive.
çokparmaklılık, a. polydactyly çökkünlük gidericiler, a.
çoksesli, s. polyphonic. antidepressive agents.
çokseslilik, a. polyphony. çökme, a. broken down, fallen in,
çokşekilli, s. multiform. collapse, downfall; breakdown.
çoktan, zf. for a long time, a long çökmek, e. to collapse, to fall down
time ago. into sink, to drop; to decline, to
çoktan beri, zf. for/since a long time. descend; to precipitate, to subside.
çoktaraflı, s. multilateral. çökük, s. collapsed; sunk; prostrated,
çokterimli, s. polynomial. depressed.
çokuluslu, s. multinational. çöküm, a. collapse, sedimentation.
çokyanlı, s. multilateral. çöküntü, a. collapse, sinking, fallen
çokyeme, a. polyphagia. in; depression; sediment, deposit;
çokyüzlü, s. polyhedron. debris, ruin; subsidence.
çolak, s. one-armed/handed. çöküş, a. collapse, decline, falling in,
çolpantümseği, a. mons pubis, mons breakdown.
veneris. çömelmek, e. to crouch, to squat
çoluk çocuk, household. down.
çomakcan, a. bacterium, ç. bacteria. çömez, a. disciple.
çomakparmak, a. clubbed finger. çöp, a. garbage, litter, trash, rubbish,
çomaksı minican, a. bacillus. dust; chip, small stick, stalk.
çopur, s. pockmarked. çöp gibi, s. skinny, very thin.
çorak, s. barren, arid. çöp sepeti/kutusu, a. dustbin, ashbin.
çoraklık, a. barrenness, aridity. çöreklenmek, e. to be coiled up.
çözelti 42 çürütmek

çözelti, a. solution. çözüntü, a. downfall, disintegration,


çözgü, a. warp. breaking up, debacle.
çözgün, s. untied, unfastened. çözünüm, a. disassociation.
çözme, a. solving. çözünürlük, a. solubility.
çözmek, e. to untie, to undo, to çözüşmek, e. disassociate.
unfasten; to solve; to unravel. çubuk, a. stick, rod, bar; pipe; stripe.
çözücü, a. solvent. çubuk aşısı, a. grafting.
çözük, s. loose, untied, undone; çuha çiçeği, a. polyanthus.
solved. çuha, a. broadcloth.
çözülme, a. dissolution, downfall. çukur, a. hole, cavity, pit, allow;
çözülmek, e. to be untied, to come grave.
unfastened. çukur kazmak, e. to dig a hole.
çözülüm, a. dissolution. çük, a. penis.
çözülür, s. soluble. çünkü, bğ. because, for.
çözülürlük, a. solubility. çürük, s. decayed, rotten, putrid,
çözüm, a. solution. carious; spoiled; unsound; unreliable;
çözümleme, a. analysis. untenable, burised, discoloured.
çözümlemek, e. to analyse. çürüklük, a. rottenness; unsoundness.
çözümlemeli, s. analytic. çürüme, a. decay.
çözümleyici, s. analytic. çürümek, e. to decay, to rot, ; to
çözümsel, s. analytic. bruise, to become bruised; to
çözünme, a. dissolution, dissolving. mortify.
çözünmek, e. to be dissolved. çürütmek, e. to make rotten, to cause
çözünmez, s. insoluble. to decay; to bruise; to make putrid.
D,d

dağıtıcı, a. distributor. dalak yumuşaması, a. splenomalacia.


dağıtım, a. distribution. dalakla ilgili, s. splenic.
dağıtmak, e. to scatter, to distribute, dalamak, e. to bite; to sting, to prick;
to serve out; to dissolve; to break to to cauterize, to burn.
pieces. daldıraç, a. catheter.
daha, zf. more, further; still, yet; daldırım, a. catheterization.
again; plus; then; not yet. daldırmak, e. to immerse, to dip, to
dahi, a & s. genius, bğ. too, also, plunge.
even. dalga boyu, wave length.
dahice, adv. of genius. dalga, a. wave.
dahil, a. interior, inside, s. included, dalgalanım, a. undulation, fluctuation.
including. dalgalanma, a. undulation, fluctuation.
dahil olmak, e. to enter, to join; to be dalgalanmak, e. to undulate, to
included/inserted. wave, to become uneven.
dahilen, adv. internally, inwardly. dalgalı akım, alternating current.
dahili, s. interior, inner, inward. dallanım, a. remification.
dahiliye, a. internal diseases. dallantı, a. dendrite.
dahiliyeci, a. specialist in internal dallı, s. remified, branched.
diseases. dalmak, e. to dive; to become
daima, zf. for ever, always, perprtually. unconscious.
daimi, s. constant, permanent, constant. damağa benzer, s. platiform.
dair, zf. concerning, relating to, about. damak- , önek. palato- .
daire, a. circle, circumference; office, damak, a. palate.
department. damak eteği, a. soft palate.
dairesel, s. circular. damak kemiği, a. palatine bone.
dakik, s. punctual, exact, particular; damak şeklinde, s. palatiform.
accurate, precise, minute. damak yarılması, a. cleft palate.
dakika, a. minute. damakla ilgili, s.palatal.
dakikası dakikasına, punctually. damar …, önek. vas- , vasculo- ,
dal, a. branch, subdivision. vaso- .
dalak, a. spleen. damar atmak, e. to pulsate.
dalak … , önek. splen- , spleno- . damar büzücü, vasoconstrictor.
dalak absesi, splenelcosis. damar büzülmesi, vasoconstriction.
dalak anatomisi, splenetomy. damar genişlemesi, vasodilatation.
dalak büyümesi, splenomegaly, damar genişletici, vasodilator.
splenomegalia. damar sertleşmesi, a. arteriosclerosis.
dalak çıkarımı, splenectopy. damariçi, s. intravenous.
dalak kanaması, splenorrhagia. damarlaşma, a. vascularization.
dalak sayrılığı, a. splenopathy. damarsal, s. vascular.
dalak şeklinde, s. spleniform. damarsal, damarla ilgili, önek. angi-,
dalak şişmesi, a. splenoma. angio-.
dalak yangısı, a. splenitis. damıtık, s. distilled.
dalak yırtılması, a. splenorrhaphy. damıtma, a. distillation.
damıtmak 44 dayangaç

damıtmak, e. to distill. darılmak, e. to become angry with;


damızlık, a. stallion. to be offended.
damla, a. drop. darkafalı, s. narrow-minded.
damla (sayrılığı), a. gout; paralytic darlık, a. stenosis; narrowness;
gout. shortage, lack; scantiness.
damla damla, drop by drop, little by darmadağın, s. in a mess, in a
little. clutter, in utter confusion
damla inmek, e. to have a stroke. darmadağın olmak, e. to mess up; to
damlacık, a. droplet. be scattered, to be put into confusion.
damlalık, a. medicine dropper. davar, a. livestock; sheep or goats.
damlamak, e. to drip, to dribble, to davet, a. invitation; reception, party,
drop. feast, call.
damlatmak, e. to drip, to drop. davet etmek, e. to invite, to call
damar, a. vein, blood vessel. davetiye, a. (written) invitation.
damar onarımı, a. angioplasty. davetli, s. guest; invited.
damar uru, a. angioma. davranış, a. behaviour, attitude.
damar yangısı, a. angiitis, angitis. davranmak, e. to behave, to act; to
dan-, den-, sonek. from, out of; by, reach for, to make for; to rose to
through; than; due to because of. action.
dana, a. calf. davul, a. drum.
dana eti, a. veal. davul çalmak, e. to beat the drum.
danışım, a. consultation. dayak, a. beating, thrashing; support,
danışma, a. consultation. prop.
danışmak, e. to consult. dayak atmak, e. to give a beating/
danışman, a. adviser, consultant, thrashing.
counsellor. dayak vurmak, e. to prop, to put up
dar, a & zf. difficulty; narrowly, barely,
a prop.
s. narrow, tight; scant, scanty;
dayak yemek, e. to get abeating/
difficult; short.
thrashing.
dar açı, acute angle.
dayalı, s. based on; leaning against.
dar görüşlü, narrow-minded.
dayamak, e. to lean against, to rest
daraban, a. palpitation, pulsation.
on; to prop up; to base on; to hold
daracık, s. small and narrow.
against; to thrust into.
daralım, a. stenosis, ç. stenoses.
daralma, a. stenosis, ç. stenoses. dayanak, a. prop, support; mainstay.
daralmak, e. to shrink; to become dayanamamak, e. to be unable to
narrow; to become scanty. bear/resist; to break down, to
daraltmak, e. to make narrower. succumb, to buckle, to yield.
dargın, s. angry, cross, offended, dayandırmak, e. to reston, to base
irritated. on, to found on, to ground on, to
dargınlık, a. anger, irritability; falling build on.
out. dayangaç, a. resistance, endurance,
darılgan, s. easily hurt. firmness.
dayanık 45 değme

dayanık, a. resistance, endurance, değerlenmek, e. to gain value, to


firmness. increase/rise in value.
dayanıklı, s. resistant, enduring; değerli, s. precious, valuable, worthy.
strong, lasting. değerlik, a. valency.
dayanıklılık, a. strongness; resistance. değersiz, s. worthless; insignificant.
dayanıksız, s. unstable; weak, not değğin, s. concerning, relating, about.
resistant. değil, zf. not.
dayanılmaz, s. insupportable, değin, ed. till, until, up to.
unbearable; irresistible. değinim, a. contact.
dayanım, a. resistance, endurance, değinme, a. touch.
firmness. değinmek, e. to touch on; to attain, to
dayanışmaa, a. solidarity mention.
dayanışmacılık, a. solidarity. değirmen, a. mill, grinder.
dayanışmak, e. to act with solidarity, değiş, a. exchange.
to be in solidarity. değiş tokuş etmek, e. to exchange.
dayatmak, e. to insist; to cause to değişik, s. changed; varied; different.
lean against. değişiklik, a. change, alteration,
dayı, a. maternal uncle. variation.
dazlak, a. bald. değişim, a. change, variation.
dazlaklık, a. baldness. değişke, a. variant.
debelenmek, e. to struggle desperately. değişken, s. changing.
debi, a. (rate of) flow. değişken, s. variable, changeable.
dede, a. grandfather, grandpa. değişkenlik, a. variableness.
defa, a. time, turn; again, one more. değişkin, s. modified.
defetmek, e. to repulse, to repel, to değişme, a. changing, replacing;
drive away, to push back, to fend off. transformation, variation, change.
defin, a. burial, interment. değişmek, e. to change, to vary, to
defne, a. bay, laurel. become different, to become
defnetmek, e. to bury. altered; to exchange, to barter.
defo, a. defect, fault. değişmez, s. constant, stable,
defolmak, e. to clear out, to go away. permanent, invariable, fixed,
defolu, s. defective, faulty. unchanging.
defter, a. notebook. değişmiş, s. modified.
değdirmek, e. to touch. değiştirilmek, e. to be converted, to
değer, a & s. value, worth, price; be modified, to be changed.
merit, talent. değiştirilmiş, s. modified.
değer vermek, e. to appreciate, to değiştirme, a. alteration, conversion,
esteem. change.
değerbilir, s. grateful. değiştirmek, e. to alter, to vary, to
değerbilirlik, a. gratitude, appreciation. modify, to convert, to transform; to
değerlendirme, a. appreciation. exchange.
değerlendirmek, e. to appraise; to değme, a. contact, touch, s. every,
appreciate; to utilize. any, hardly any.
değmek 46 deney tüpü

değmek, e. to touch; to attain, to delip geçmek, e. to pierce through.


reach; to be worth/worthwhile. delirmek, e. to go/run mad.
değmez, … isn’t worth/worthwhile. delirtmek, e. to drive/send mad.
değnek, a. stick, rod. delme, a & s. piercing, perforation;
deha, a. genius. perforated, punched, pierced.
dehliz, a. ear-passage, vestibule; delmek, e. to make a hole in, to
corridor. pierce; to drill, to bore.
dehşet, a. terror, horror, dread, awe. delta, a. delta.
dehşete kapılmak, e. to be horrified delta kası, a. deltoid muscle.
dehşetli, s. awful, dreadful, terrible, demeç, a. speech, statement.
marvellous, formidable. demeç vermek, e. to make/give a
dejenerasyon, a. degeneration. speech.
dek, ed. till, until, up to, as far as. demek, bğ. so, thus, therefore, in this
dekan, a. dean. case, e. to tell, to say, to mention; to
dekar, a. decare. call, to name; to mean.
deldirmek, e. to have stg. pierced. demet, a. bunch, bundle, bouquet.
delege, a. delegate. demetlemek, e. to tie in bunches.
delegelik, a. delegation. demin, zf. just a moment ago, a
delgi, a. drill, gamblet. second ago, just now.
deli, s. insane, mad, maniac, idiot, demincek, zf. just a moment ago, a
fool, eccentric; fonf of, crazy about. second ago, just now.
deli etmek, e. to drive mad, to make deminden, zf. just a moment ago, a
s.o go mad, to distract. second ago, just now.
deli gömleği, jacket used for maniacs. demir, a. iron, bar.
deli olmak, e. to go mad. demir atmak, demirlemek, e. to cast
… delisi olmak, e. to be crazy/mad anchor, to anchor.
about.
demokrasi, a. democracy.
delice, zf. madly, crazily.
denek, a. subject.
delici, s. penetrating.
deneme, a. test, trial; essay.
delik, a. porus, orifice, hole, opening.
denemek, e. to test, to try, to
delik açmak, e. to drill, to make a
experiment; to attempt, to tempt.
hole.
denet, a. supervision, control.
delikanlı, a. adolescent, young man,
denetçi, a. superviser, controller;
lad.
auditor.
delikanlılık, a. adolescence,
youthfulness, youth. denetim, a. control, check, supervision,
delikli, s. perforated. inspection; audit; censure, censorship.
deliksiz, s. without a hole. denetlemek, e. to check, to control,
delil, a. evidence, proof, indication, to inspect, to oversee.
sign. denetmen, a. inspector.
delilik, a. insanity, madness, mania; deney odası, a. laboratory.
foolishness, eccentricity. deney, a. experiment, test.
delinmiş, s. perforated. deney tüpü, a. test tube.
deneyim 47 derice

deneyim, a. experimentation; depo, a. warehouse, store, depot.


experience. depo etmek, e. to store.
deneyimli, s. experienced. deprem, a. earthquake.
deneyimsiz, s. inexperienced. deprembilim, a. seismology.
deneyimsizlik, a. lack of experience, depresyon, a. depression.
inexperience. depreşmek, e. to relapse, to recur; to
deneylik, a. laboratory. be stirred.
deneysel, s. experimental. depreştirmek, e. to stir, to move.
deneyselcilik, a. experimentalism. derbeder, s. untidy, irregular, vagrant.
denge, a. balance, equilibrium. derde derman, a. cure, remedy.
dengelemek, e. to balance. dere, a. stream, creek, brook; valley.
dengeli, s. balanced. derece, a. degree, rank, grade; step;
dengesini bozmak, e. to unbalance, thermometer.
to diturb the equilibrium derece almak, e. to take the
dengesiz, s. out of balance, temperature.
unbalanced. derece derece, by degrees.
dengesiz yürüme, a. ataxia. … dereceye kadar, to a certain
dengesizlik, a. unbalance. degree.
deniz, a. sea, ocean. dereceli, s. graded.
deniz banyosu, a. sea bathing. dereotu, a. dill.
deniz kenarı, a. sea shore. dergi, a. magazine, periodical, review.
deniz yoluyla, by sea. dergin, s.compiled.
denizanası, a. jellyfish. derhal, zf. immediately, at once,
denizaşırı, overseas. promptly, right off.
denizcilik, a. navigation. deri, a. skin, hide; leather.
denize açılmak, e. to put out to sea. deri-, önek. derm-, derma-, dermo-,
denize düşmek, e. to fall overboard. dermat-, dermato- .
denize girmek, e. to go sea-bathing. deri ağrısı, a. dermatalgia.
denizkızı, a. mermaid. deri bağlamak, e. to heal.
deniztutması, a. seasickness. deribilim, a. dermatology.
denk, a & s. equal, equivalent, deri dökülmesi, a. dermatoneurosis.
match; suitable. deri irinlenimi, a. pyoderma.
denk olmak, e. to be equal. deri kalınlaşması, a. dermatome.
denkleşim, a. compensation. deri kisti, a. dermatocyst.
denkleştirim, a. compensation. deri sayrılığı, a. skin disease;
denklik, a. equivalence. dermatopathy.
denli, zf & s. so much, so, of a certain deri sertleşimi, a. pachyderma,
degree/sort; careful, serious. pachydermatosis.
denmek, e. to be said. deri yangısı, a. dermatitis, ç.
densiz, s. inconsiderable. dermatitides.
densizlik, a. inconsiderateness. derialtı yangısı, a. cellulites.
deopdolu, s. full up, chockfull. derialtı, s. subcutaneous.
deplasman, a. displacement. derice, s. dermatosis.
deriiçi 48 deveran

deriiçi, s. intradermal. dert yanmak, e. to complain.


deriiçi denemi, intracutaneous test. dertli, s. pained, sorrowful.
deriiçi denemi, a. intracutaneous test. dertop etmek, e. to gether together.
derikeser, a. dermatome. dertsiz, s. carefree, free from care,
derimsi, s. dermoid, dermatoid. untroubled.
derin, s. deep; profound derya, a. sea, ocean.
derinlemesine, in depth. desen, a. figure, design, pattern.
derinleşmek, e. to become deep. desenli, s. designed, figured.
derinleştirmek, e. to deepen. desise, a. plot, trick, intrigue, device.
derinlik, a. deepness, depth. deste, a. bunch, bundle, packet, quire.
derisel, s. dermal. destek, a. support, prop,
derişik, s. concentrated. destek koymak, e. to put a prop to.
derişme, a. concentration. destekdoku, a. stroma.
derişmek, e. to be concentrated. desteklemek, e. to support, to prop,
derleme, a. collecting. to stay; to boost, to back up, to
derlemek, e. to collect, to compile, to encourage.
gather. destekli, s. supported, propped.
derli toplu, neat, tidy. deşik, s. pierced.
derman, a. remedy, medicine, cure; deşilmek, e. to be opened up.
strength, energy, power. deşmek, e. to incise, to lance, to lay
derman aramak, e. to seek remedy. open.
derman bulmak, e. to find a remedy detay, a. detail.
for. detaylı, a. detailed.
derman olmak, e. to be a remedy, dev, a & s. giant, ogre; huge, gigantic.
cure for. dev gibi, gigantic, colossal.
dermansız, s. incurable, exhausted, deva, a. remedy, cure.
feeble, weak. devam, a. constancy, continuation,
dermansızlık, a. debility, weakness. duration; attendance.
derme, s. collected, gathered. devam etmek, e. to go on, to keep
dermek, e. to collect, to pick, to on, to continue, to last.; to attend, to
gather. persevere.
dernek, a.association, party; gathering. devamlı, s. continuous, continual,
ders, a. lesson, course, class; lasting, permanent, durable, sustained,
example, moral unbroken, uninterrupted; regular.
ders almak, e. to take lessons from, devamlılık, a. continuity.
to learn a lesson by. devamsız, s. discontinuous; inconstant,
ders çalışmak, e. to study. irregular.
ders vermek, e. to teach. devamsızlık, a. discontinuity;
derslik, a. classroom. abstenteeism.
dert, a. pain, disease, suffering, deve, a. camel.
malady, illness; trouble, sorrow, devedikeni, a. thistle.
aflication, woe, grief, worries; devekuşu, a. ostrich.
annoyance. deveran, a. sirculation.
devetabanı 49 dışderi

devetabanı, a. coltsfoot. devrimcilik, a. revolutionary spirit.


devim, a. motion, movement. devrolmak, e. to be transferred.
devinbilim, a. dynamics. devşirme, a & s. collecting,
devingen, s. mobile, dynamic. gathering; collected.
devingenlik, a. mobility. devşirmek, e. to collect, to pick, to
devinik, s. mobile. gather; to fold, to roll up
devinim, a. motion. deyim, a. expression, term; phrase;
devinir, s. mobile. idiom.
devinirlik, a. mobility, momentum. deyiş, a. manner; form; style of writing.
devinmek, e. to move. dımdızlak, s. naked, bare; destitute.
devinsel, s. kinetic. dırıltı, a. grumbling, squabble, snarling.
devir, a. period, era, epoch, age; dırıltı çıkarmak, e. to cause
cycle, turn, rotation, revolution, squabble.
tour; circuit, circumference. dırlanmak, e. to complain.
devirli, s. periodic. dış, a & s. outside, exterior; outer
devirmek, e. to knock down, to appearance; external, outer, outside;
overturn, to tip over, to turn over; to foreign.
throw down, to overthrow; to upset, dış-, önek. ecto-, ect-.
to capsize; to drink down, to toss dış lenf, a. perilymph.
off. dış plazma, a. ectoplasm.
devlet, a. state; government; power; dış yan, zf. lateral.
dış yürek zarı, a. pericardium.
dynasty; prosperity, fortune, good
dışaçeken, s. abductor.
luck; high rank.
dışaçekim, a. abduction.
devletçilik, a. state control, statism.
dışadönük, s. extrovert
devletleştirme, a. nationalization.
dışadönüklük, a. extroversion.
devletleştirmek, e. to nationalize, to dışarda, zf. outside, out-of-doors;
bring under state control. abroad.
devralmak, e. to take over. dışardan, from the outside.
devran, a. time, epoch. dışarı, zf. exterior, outside; out-of-
devre, a. term, period, epoch; doors; abroad
session; cycle, circuit; rotation. dışarı çıkmak, e. to go out; to go to
devretmek, e. to transfer, to devolve, the toilet, to defecate.
to convey, to turn over; to rotate, to dışarı gitmek, e. to go out, to go
revolve; to circulate. abroad.
devri, s. cyclic, periodic; periodical; dışarı uğramak, e. (eyes) to protrude,
pertaining to rotation. to rush out.
devrik, s. overthrown; inverted; dışarı vurmak, e. to show, to
turned back, folded, turndown. manifest.
devrilmek, e. to be overturned; to be dışarısında, ed. outside of.
overthrown. dışarıya, zf. out, outside, towards the
devrim, a. revolution. outside.
devrimci, a. revolutionary, dışasalak, a. ectoparasite.
revolutionist. dışderi, a. ectoderm.
dışında 50 dikkatsizce

dışında, outside of. dikenli tel, berbed wire.


dışınlı, s. extrinsic. dikenli, s. thorny, prickly.
dışkı a. feces. dikensi çıkıntı, a. processus spinalis.
dışkılık, a. cloaca. dikensi, s. thornlike, spinelike.
dışlamak, e. to externalize. dikensiz, s. without thorn, spineless.
dışmerkezli, s. eccentric. dikey, s. vertical, perpendicular.
dışmerkezlik, a. eccentricity. dikgen, zf. orthogonal.
dıştan, s & zf. external; externally. dikili, s. planted, set; erect, set up;
dışyüz, a. outer surface, outer sewn, stitched.
appearance. dikilmek, e. to be planted; to be
dızlak, s. naked, bald. erected, to be set up; to be sewn; to
didiklemek, e. to pick into fibers, to stand immobile, to post oneself at a
pull/tear to pieces. place.
didinmek, e. to strive, to toil, to dikiş, a. seam, stitch, stitching,
drudge, to grub, to slog. suture, sutura, sewing; planting.
didişken, s. quarrelsome. dikiş dikmek, e. to sew, to seam.
didişmek, e. to pull eachother about. dikiş yeri, stitch scars.
difteri, a. diphtheria. dikişli, s. stitched, sewed; spliced.
diftong, a. diphthong. dikişsiz, s. seamless.
diğer, s. other, the other, another; dikiz, a. glance, look, peep, observation.
different, next, succeeding. dikizlemek, e. to stare at, to peep, to
diğer biri, another, someone else. peek, to observe intently.
dik, s. perpendicular, vertical; straight, dikkat!, attention!, look out!, watch
upright, erect; steep; fixed, intent, out!,
penetrating, right. dikkat, a. attention, care.
dik açı, right angle. dikkat çekmek, e. to call/draw
dik bakışlı, sharp looking, staring
attention to.
angrily.
dikkat etmek, e. to pay attention (to),
dik başlı, obstinate, pig-geaded.
to take care, to be careful.
dik dik bakmak, e. to glare, to stare.
dikkat kesilmek, e. to be all ears, to
dik dörtgen, a. rectangle.
be all attention.
dik durmak, e. to stand upright/erect.
dikkate almak, e. to take into
dik söz, sharp/angry words.
consideration, to take note of.
dik tutmak, to hold straight, to hold
dikkatle, z. with care, attentively,
upright.
dik üçgen, a. right riangle. carefully.
dik yokuş, steep scent. dikkatli, s. careful, attentive,
dikelmek, e. to oppose, to bristle; to painstaking, observant.
streepen. dikkatlice, z. attentively, carefully,
diken, a. thorn; prickle; spine, thorny painstakingly.
plant. dikkatsiz, s. careless, inattentive,
diken dudu, a. blackburry. thoughtless.
dikenlenmek, e. to become thorny. dikkatsizce, zf. carelessly.
dikkatsizlik 51 direktif

dikkatsizlik, a. carelessness, inatten- dinçleşmek, e. to become vigorous/


tiveness, thoughtlessness, inattention, rebust
inadvertence. dinçleştirmek, e. to invigorate.
dikkatsizlikle, zf. inadvertently. dinçlik, a. robustness.
diklemesine, zf. vertically, perpen- dindar, s. pious, religious.
dicularly. dindarlık, a. piety; religiousness,
diklenmek, e. to oppose, to challenge, devotion.
to bristle, to be defiant. dindirmek, e. to calm, to quieten, to
dikleşmek, e. to become steeper, to lull; to stop; to satisfy.
steepen. dingin, s. calm, tranquil, exhausted.
dikmek, e. to sew, to seam, to stitch; dinlemek, e. to ascultate, to sound
to set up, to erect, to rear; to plant; with a stethoscope; to listen to, to
to fix. hear; to obey, to conform, to yield;
dil, a. tongue; language; dialect. to pay attention to; to overhear.
dilbilgisi, a. grammer. dinlendirici, s. restful.
dilbilim, a. linguistics. dinlendirmek, e. to refresh, to rest, to
dilek, a. wish, request, desire, petition, recreate.
demand. dinlenmek, e. to relax, to rest, to
dilekçe, a. application, petition. repose.
dilemek, e. to wish (for), to desire; to dinleyici, a. listener
ask for. dinleyiciler, a. the audience.
dilim, a. segment; slice, strip. dinmek, e. to stop, to cease, to pass
dilim dilim, in slices. off, to subside, to calm down, to
dilimlemek, e. to cut into slices. quiet down.
dilmaç, a. interpreter. dinsel, s. religious.
dilmaçlık, a. interpreting. dinsiz, a. atheist, s. irreligious,
impious.
dilmek, e. to cut up, to slice up, to cut
dinsizlik, a. impiety, atheism.
into slices.
dip, a. base, back, anus; bottom; foot,
dilsiz, s. dumb, mute.
the lowest part.
dilsizlik, a. dumbness.
diploma, a. diploma; degree.
dilyatağı gövdesi, a. corpus uteri.
diplomalı, s. graduate, qualified.
dimağ, a. brain, mind, intelligence.
diplomasız, s. unqualified, not having
dimdik, s. erect, bolt upright; very
a diploma.
steep, stiff.
dipnot, a. footnote.
dimdik durmak, e. to stand upright. dipsiz, s. bottomless; unfounded, false.
din (fiz), a. dyne. dirayet, a. ability, intelligence.
din, a. religion; belief, faith. dirayetli, s. able, capable, intelligent.
dinamik, s. dynamic; energetic. dirayetsiz, s. incapable.
dinamit, a. dynamite. direk, a. post, pole, pillar, mast,
dinamizm, a. dynamism. septum.
dinamo, a. dynamo. direktif, a. instructions, orders,
dinç, s. vigorous, robust, active. directive.
direngen 52 dişi oymak

direngen, s. obstinate. - azı dişi, a. molar tooth.


direngenlik, a. obstinacy. - köpek dişi, a. canine tooth.
direnim, a. obstinacy. - süt dişi, a. milk tooth, baby tooth.
direniş, a. resistance. - takma diş takımı, a. denture.
direnişçi, s. resistant. - takma diş, a. false teeth.
direnmek, e. to resist, to put one’s diş açmak, e. to serrate, to thread.
foot down, to insist. diş ağrısı, a. toothache.
direşken, s. persistant, enduring. diş bakımı, dental care.
direşmek, e. tom resist, to be diş çekmek, e. to extract/pull a tooth.
determined. diş çıkarmak, e. to pull out a tooth,
diretmek, e. to persist, to insist, to to cut a tooth.
obstinate. diş çukuru, a. dental alveolus.
diri, s. alive, living; lively, vigorous, diş çürüğü, tooth decay, caries.
energetic.; fresh; undercooked. diş doldurmak, e. to fill a tooth.
dirilik, a. liveliness, freshness, diş düzeltim hekimi, orthodontist.
vigorousness. diş düzeltimi ile ilgili, orthodontic.
dirilme, a. resuscitation, resurrection; diş düzeltimi, a. orthodontics.
dirilmek, e. to resurrect, to return to diş eti yangısı, gingivitis.
life, to be resuscitated, to come to diş fırçalamak, e. to brush one’s
life, to be revived, to gain fresh teeth.
vigor. diş fırçası, a. toothbrush, dentifrige.
diriltme, a. resuscitation; revivication. diş gelişimi/oluşumu, a. odonto-
diriltmek, e. to resuscitate, to bring genesis.
to life, to resurrect, to revive; to diş gıcırdatmak, e. to gnash the
reanimate, to vivify. teeth.
dirim, a. life. diş hekimi/doktoru, a. dentist, dental
dirimsel, s. vital.
surgeon.
dirimselcilik, a. vitalism.
diş kamaştırmak, e. to set the teeth
dirsek, a. elbow; bent, loop.
on edge.
dirsek çıkıntısı, a. olecranon.
diş kapanımı, dental occusion.
dirsek kemiği, a. ulna.
diş karıştırmak, e. to pick one’s
dirseklik, a. elbow guard.
teeth.
disiplin, a. discipline.
diş kemiği, a. dentine.
disiplinli, s. disciplined.
diş uru, a. odontoma.
disiplinsiz, s. undisciplined.
disk, a. discus. diş uyuşturumu, dental anesthesia.
dispanser, a. dispensary; a place diş yuvası, a. tooth socket, alveolus
where medicines are prepared and dentis.
given out. dişbükey, s. convex.
diş, a. any tooth-shaped thing; clove; dişçilik, a. dentistry.
a. tooth, ç. teeth; fang; clove. dişeti, a. gum; gingival.
diş …, dental. dişi, s. female, she, mate, feminine.
- akıl dişi, a. wisdom tooth. dişi oymak, e. to drill a tooth.
dişil 53 doğum

dişil, s. feminine. dogma, a. dogma.


dişilik, a. femininity, female sex. dogmacılık, a. dogmatism.
dişiorgan, a. pistil dogmatic, s. dogmatic.
dişlek, s. toothy. doğa, a. nature.
dişlemek, e. to bite, to nibble. doğa ötesi, a & s. metaphysics;
dişli, s. toothed; cogged, serrated; metaphysical.
serratus. doğacılık, a. naturalism, naturism.
dişözü, a. pulpa dentis. doğal olarak, zf. naturally.
dişsel, s. dental. doğalcı, a. naturalistr.
dişsiz, s. toothless. doğallık, a. naturalness.
diştacı, a. tooth crown; corona dentis. doğaüstü, s. supernatural.
divane, s. foolish, insane, ceazy, doğma, a & s. birth; by birth, born.
lunatic. doğmak, e. to be born; to rise.
divanelik, a. madness, foolishness. doğrama, a. cutting up.
diyabet, a. diabetics. doğramak, e. to cut into slices/
diyafram, a. diaphragm. pieces, to chop, to slice, to cut up.
diyalekt, a. dialect. doğranmak, e. to be cut into slices.
diyalog, a. dialogue. doğru, a. truth. ed. toward(s), s.
diyastaz, n. diastase, enzyme. correct, right, true; direct, straight;
diyare, n. diarrhoea. level; honest, loyal, zf. directly,
diye, bğl., thinking that, hoping that, straight.
for fear of, fearing that, pretending doğru akım, direct current.
that; saying; so as to; as. doğru çizgi, a. straight line.
diyet, a. diet. doğru denklem, linear equation.
diz, a. knee. doğru orantılı, straight proportunal.
diz ağırşağı, a. patella bone. doğruca, zf. directly, straight.
diz bağı, a. garter; tendon of the knee. doğruculuk, a. veracity.
diz boyu, knee deep doğrudan, s. directly.
dizanteri, a. dysentery. doğrulama, a. verification.
dizge, a. system. doğrulamak, e. to confirm, to
dizgesel, s. systematic. corroborate, to correct, to affirm, to
dizi, a. line, row; file, rank; series verify.
dizili, s. arranged in a row; set up; doğrultu, a. direction.
lined up, drawn up. doğruluk, a. honesty, rightness,
dizilmek, e. to be arranged in, to be straightness.
lined up, to be set up. doğrulum, a. tropism.
dizim, a. the work of the set up. doğrusal, s. linear.
dizin, a. index. doğrusu, to speak honestly.
dizkapağı, a. knee-cap. - daha doğrusu, to be more exact, or.
dizmek, e. to arrange in a row/series; to doğu, a & s. east; eastern.
line up, to rank, to range, top set up. doğubilim, a. orientalism.
docent, a. lecturer, assistant professor. doğum, a. delivery, labour partus,
doctor, a. doctor, physician. birth.
doğum öncesi 54 dolayı

doğum öncesi, antenatal, prenatal. doku ölümü, a. necrosis.


doğum günü, a. birthday. doku uygunluğu, a. histocompati-
doğum kontrolü, birth control. bility.
doğum oranı, birthrate. doku uyuşmazlığı, a. histoincompati-
doğum sancıları, labour pains. bility
doğum sonrası, postnatal. doku uyuşurluğu, a. histocompati-
doğum uyuşturumu, obstetrical bility.
anesthesia. dokudönüşümü, a. metaplasia,
doğum yapmak, e. to give birth to. metaplasis.
doğum yeri, a. birth place. dokundurma, a. allusion, implication,
doğumbilim, a. obstetrics. hint.
doğumbilimci, a. obstetrician. dokundurmak, e. to imply, to hint,
doğumevi, a. maternity hospital. to make/let touch.
doğumkaşığı, a. forcepts. dokunma, a. touching, contact, sense
doğurgan, s. fertile, prolific, fecund. of touch.
doğurganlık, a. fertility, prolificacy, dokunmak, e. to touch, to feel; to
fecundity. come in contact with; to upset, to
doğurma öncesi, ante partum. injure, to harm.
doğurma sonrası, post partum. dokunsal, s. tactile.
doğurma, a. parturition. dokunulamaz, s. intangible.
doğurmak, e. to give forth to, to dokunulmak, e. to be touched.
breed, to bring forth, to foal, to dokunulmaz, s. immune.
bear; to produce; to engender. dokunulmazlık, a. immunity.
doğurtmak, e. to deliver; to assist dokunum, a. sense of touch.
delivery of a child, to assist at child dokuz, s. nine.
birth. dokuzar, by nine, nine by nine, nine
doğuş, a. birth; rise.
each.
doğuştan, congenital, by birth.
dokuzuncu, a, bl, s, zf, zm. ninth.
doksan, s. ninety.
dolama, a. whitlow; winding.
doksanar, ninety each.
dolamak, e. to wind, to rap around.
doksanıncı, ninetieth.
dolambaç, a. cochlea, labyrinthus.
doksanlık, ninety years old;
dolanmak, e. to wind round in a
nonagenarian.
circle; to encircle, to surround, to
doktora çalışmaları, doctoral studies.
doktora tezi, medical thesis wander around, to revolve.
doktora, a. doctorate, doctor’s degree. dolaşık, s. intricate, confused.
doktorluk, a. medical profession. dolaşıklık, a. intricacy, intricateness;
doku, a. tissue. entanglement.
doku aktarımı, a. transplantation. dolaşıksız, s. direct, straight.
doku bilim, a. histology dolaşım, a. circulation.
doku ekimi, tissue culture. dolaşım çökmesi, circulatory collaps.
doku oluşumu, histogenesis, dolayı, zf. on account of, because of,
histogeny. due to, owing to.
dolayısıyla 55 döl

dolayısıyla, zf. in connection with, as dostça, z. in a friendly manner,


regards, by reasons, indirectly, friendly, amicably.
consequently. dostluk, a. friendship, amity.
dolaylı, s. indirect. dosya, a. file.
dolaysız, s. direct. dosyalamak, e. to file.
doldurma, a. filling. doygu, a. nutrition.
doldurmak, e. to fill, to fill in/up; to doygun, s. saturated, satiated,
complete; to load; to charge. contented.
dolgu, a. filling. doygunluk, a. saturation, satiation,
dolgun, s. filled, full, stuffed; contentedness.
abundant; high. doyma, a. saturation, satiety.
- mide dolgunluğu, indigestion, doymak, e. to become satiated with,
oppression of the stomach. to have enough of food; to be
dolgunluk, a. fullness, plantitude. satiated, to be full up.
dolmakalem, a. fountain pen. doymamış, s. unsaturated, un satiated.
dolu, a. hail, s. full, filled; plentiful, doymaz, s. greedy, insatiable.
in abundance; solid, not hollow. doymazlık, a. greediness, insatiability.
donakalan, s. cataleptic. doymuş, s. saturated, satiated, full.
donakalım, a. catatonia. doyum, a. satiety, satisfaction
donakalım tutması, a. catalepsy. doyunmak, e. to become satiated
donakalımlı, s. catatonic with, to satisfy oneself with food.
donantı, a. accessory. doyuran, s. saturant.
donatım, a. equipment, fitting. doyurmak, e. to satisfy; to saturate,
dondurma, a. ice-cream; frozen, to satiate; to nourish, to feed.
solidified. doyurucu, s. nourishing, satisfying;
donmak, e. to freeze, to feel extremely convincing.
cold, to become frozen; to solidify. doz, a. dose.
donmaönler, a. antifreeze. dozaj, a. dosage.
donmuş, s. frozen. dökme, a & s. pouring; casting; cast;
donuk, s. frozen, cold, frigid, torpid; in bulk.
dull; dim, mat. dökme demir, cast iron
donukluk, a. dullness, dimness. dökmek, e. to pour, to spill, to
donyağı, a. tallow. scatter; to emty, to throw away/out.;
doruk, a. peak, summit, top. to develop skin eruptions as
doruklamak, e. to heap up, to pile up. smallpox, measles.
dosdoğru, s & z. perfectly correct; döküm, a. pouring; casting;
honest; straight, straight ahead, enumeration
directly. döküntü, a. debris; remains,
dost, a. friend; lover, mistress, remainder, remnants, leavings;
paramour. straggler; rubbish, tresh, litter.
dost edinmek, e. to make friends. döl, a. generation, semen, seed, germ,
dost olmak, e. to become friends. fetus; progeny, race, offspring;
dostane, z. in a friendly manner. stock, origin; son, child.
döl almak 56 dönüşlülük

döl almak, e. to breed from an animal. dölyatağı boşluğu, a. cavum uteri.


döl dökümü, breeding season. dölyatağı boynu yolu, canalis cervicis.
döl döş, a. descendants, progeny, dölyatağı boynu, a. cervix, cervix
family, children. uteri.
döl vermek, e. to bring forth young. dölyatağı dışkatı, a. perimetrium.
dölek, s. dignified, serious. dölyatağı sayrılığı, a. metropathy.
döleş, a. placenta. dölyatağı yokluğu, a. ametria.
döleşi, a. afterbirth, placenta. dölyatağıiçi, a. intrauterine, within
dölet kesimi, a. embryotomy. the uterine.
döletbilim, a. embryology. dölyolu, a. vagina.
dölittorba suyu alımı, a. dömüşüm, a. metaplasia.
amniocentesis. döndürmek, e. to revolve, to rotate,
dölleme, a. fertilization, insemination, to reverse,; to turn round, to spin, to
fecundation. wind.
döllemek, e. to fertilize, to inseminate, döneç, a. rotor.
to fecundate. dönel, s. rotatory.
döllenim, a. conception. dönem, a. period; semester, term.
döllenme, a. fecundation, fertilization. dönemeç, a. curve, bend, corner;
döllük, a. uterus. turn.
dölörtüsü, a. chorion. dönemeçli, s. winding, curving.
dölörtüsü bez uru, a. choriadenoma. dönemli, a. periodical.
dölörtüsü kötü huylu uru, a. dönemsel, s. periodic.
chorionepithelioma. dönemsel olarak, zf. periodically.
dölsüz, s. childless. dönemsellik, a. periodicity.
dölsüz, s. sterile. döner eklem, a. trochoid.
dölsüzleştirme, a. sterilisation. döner, s. circulating; revolving, rotary,
dölsüzlük, a. sterility. turning, pivotal.
dölüt, a. foetus, fetus. dönme, a. rotation; conversion,
dölüt, a. placenta. version.
dölütle ilgili, dölütsel, s. foetal. dönmek, e. to turn, to swing; to
dölüttorba, a. amnion. trevolve, to pivot, to rotate.
dölüttorba incelenmesi, amnioscopy. - başı dönmek, e. to feel giddy.
dölüttorba suyu kaçması, amniorrhea. dönü, a. rotation.
dölüttorba suyu, a. amniotic liquid. dönücül, s. recurrent.
dölüttorba yangısı, a. amnionitis. dönücül ateş, recurrent fever.
dölüttorba zarı yırtılması, dönük, s. turned, changed, altered;
amniorrhexis. directed.
dölüttorbasal, s. amniotic, amnionic. dönüm noktası, a. turning point,
dölüttorbası, a. amnion. landmark.
dölyatağı, a. vagina; uterus, womb. dönüş, a. turning; return.
dölyatağı borusu, a. tuba uterine; dönüşlü, s. reversible.
uterine tube. dönüşlülük, a. reversibility.
dönüşme 57 durgun

dönüşme, a. transformation; döşek, a. bed, mattress.


decomposition. dövme, a. beating; tattoo: forging.
dönüşmek, e. to be changed, to dövmek, e. to beat, to flog, to trash;
convert to, to change into, to be to forge; to pound, to crush.
transformed into. dudak, a. lip, labium.
dönüşsüz, s. irreversible. dudak …, cheilo-; ceil-, chilo-; labio.
dönüşsüzlük, a. irreversibility. dudak içi açımı, a. cheilotomy.
dönüştürmek, e. to convert, to dudak yangısı, a. cheilitis, chilitis.
transform. dudak yeme/ısırma, cheilophagia,
dönüşül, s. critical. biting of the lips.
dönüşüm, a. transformation. duklavrat otu, a. burdock.
dönüşümcülük, a. transformism. dul, s & a. widowed; widow, widower.
dönüşümlü, s. alternate. dul kalmak, e. to become a widow.
dörder, four by four. dulluk, a. widowhood.
dörderli, in fours. duman rengi, a. dark grey.
dördül, a. square. duman, a. smoke, fume; mist, haze;
dördün, a. quarter. condensation; bloom (on a fruit);
dördüncü, s. fourth. opacity (in the eye).
dördüz, a. quadruplets. dumansız, s. smokeless,fumeless.
dört, s. four. dumur, a. atrophia.
dört gözle beklemek, e. to look dumura uğramak, e. to be atrophied.
forward to, to wait for eagerly. dur!, stop! wait!
dört kat, s. fourfold. durağan, s. fixed, stable, stationary,
dört katlı, s. four-storied; fourfold. static.
dört kenarlı, s. quadrilateral. durak, a. station, stop; break, pause,
dört taraftan, on all sides, from halt.
every sides. duraklama, a. pause; hesitation;
dört yanına bakmak, e. to look all standstill.
around. duraklatım, a. block.
dörtayaklı, s. quadrupedal. duraksama, a. hesitation.
dörtgen, a. quadrangle. duraksamak, e. to hesitate, to falter;
dörtkenar, a. quadrilateral. to break off.
dörtköşe, a & s. square; four – duraksız, s. ceaseless, without cease.
cornered. dural, s. static.
dört-köşeli, s. four-sided, four- duralamak, e. to pause; to hesitate.
cornered. durdurmak, e. to stop; to stem, to
dörtlü, n. foursome. stanch.
dörtlü, a & s. quartet; quadripartite. durgu, a. block; pause, intervene,
dörtlü inme, a. tetraplegia. interruption.
dörtte bir, one fourth. durgun, s. calm, calmy, still, quiet,
dörtyüzlü, s. tetrahedron. fatingued, tranquil; stagnant;
döş, a. breast, withers, bossom. stationary.
durgunlaşmak 58 duygusuz

durgunlaşmak, e. to be calmed down. durup dururken, zf. without any


durgunluk, a. calmness, stillnerss; reason, suddenly.
stagnation; dullness; amazement; duruş, a. attitude, pose, position;
stagnation. posture.
durklamak, e. to pause; to hesitate, dut, a. mulberry.
to falter; to come to a standstill. duvar, a. wall.
durma, a. stopping, halt. duvar gibi, stone-deaf.
durmadan, zf. continually, duy, a. socket.
continuously. duyar, s. sensible.
durmak, e. to stop, to cease, to duyarca, a. allergy.
pause, to stand still; to lie, to be; to duyarcalı, a. allergic.
stand; to stay, to continue to be, to duyarga, a. tentacle, antenna.
remain; to keep; to wait. duyargan, a. allergen.
- aç durmak, e. to stand hunger. duyarlaşma, a. sensitisation.
- ayakta durmak, e. to stand. duyarlaştırma, a. sensitisation.
- boş durmak, e. to remain idle. duyarlı, s. sensitive.
- hiç durmadan, zf. continuously. duyarlı kalınbağırsak, irritable colon.
- karşı durmak, e. to oppose, to duyarlık, a. sensitivity.
resist. duyarlılık, a. sensitivity.
- sıkı durmak, e. to hold fast. duyarsız, s. insensitive.
- sözünde durmak, e. to keep duyarsızlaşma, a. desensitisation.
one’s promise/word. duyarsızlaştırma, a. desensitisation.
- şöyle dursun!, let alone. duyarsızlık, a. insensitivity.
- uslu durmak, e. to keep quiet. duygu, a. sense, sensation; feeling,
…in üzerinde durmak, e. to insist emotion, sediment; perception.
on; to sum up the situation. duyguculuk, a. sentimentalism.
duygudaş, a. sympathy.
durmaksızın, zf. unceasingly.
duygudaşlık, a. sympathy.
duru, s. clear, limpid.
duygulamak, e. to effect.
duruk, s. static.
duygulandırmak, e. to affect, to
duruksamak, e. hesitate.
move, to touch.
duruksun, s. hesitant, irresolute.
duygulanım, a. affection, affectivity.
durulamak, e. to rinse.
duygulanımsal, s. affective.
durulmak, e. to clarify; to become
duygulanmak, e. to be affected.
clear; to settle down, to be calm, to
duygulu, s. sensitive, enotional,
become quiet. impressionable.
durultmak, e. to clarify. duygululuk, a. sensitivity.
durum, a. situation, state, condition. duygusal, s. sentimental, emotional,
durumu değerlendirmek, e. to sum affective.
up the situation. duygusallık, a. sentimentality,
durup dinlenmeden, zf. ceaselessly, sentimentalism.
continuously, without interruption. duygusuz, s. insensitive, impassive,
durup dinlenmeksizin, zf. unceasingly callous, apathetic, stolid, senseless.
duygusuzluk 59 düş kurmak

duygusuzluk, a. insensitivity, düğüm bağlamak, e. to tie a knot.


insensitiveness. düğüm çözmek, e. to untie a knot.
duymak, e. to hear; to feel, to düğüm noktası, a. vital/crucial point.
experience; to realize, to perceive, düğüm olmak, e. to become knotted,
to be aware of; to learn of. to becme a knot.
duymaz, s. insensitive; deaf; lacking düğümcük, a. nodule, nodulus, ç.
in perception. noduli, nodus, ç. nodi.
duymazlık, a. insensibility. düğümcükle ilgili, s. nodular.
duysal, s. sensorial, sensory. düğümcüksel, s. nodular.
duyu alanı, a. dermatome. düğümlemek, e. to knot, to tie in a
duyu(m) yitimi, a. anesthesia. knot
duyu, a. sensus. düğümlenmek, e. to become knotted,
duyulmadık, s. unheard-of, strange. to become a knot.
duyulmak, e. to be heard/felt; to be düğümlü, s. knotted.
known, to be made public, to be - kördüğüm, a. gordion knot.
heard of. düğün, a. wedding.
duyulur, s. sensible, perceptible. dümdüz etmek, e. to pull down, to
duyum, a. sensation flatten.
duyum eşiği, a. threshold of dümdüz, s. absolutely straight, quite
consciousness. smooth/level; plain, simple.
duyum ikiliği, a. synesthesia. dün, a. & zf. yesterday.
duyumcu, a. sensualist. dün akşam, yesterday/last evening.
duyumculuk, a. sensualism. dün değil evvelsi gün, zf. the day
duyumölçer, a. sensitivity-meter. before yesterday.
duyumsal, s. sensorial, sensual, dünden bugüne, in a short time.
sensory. dünden, zf. from yesterday.
duyumsamazlık, a. apathy; dünkü, zf. of yesterday, yesterday’s.
insensitivity. dünya, a. world, earth; everyone,
duyumsuz, s. senseless, insensitive, everybody.
without feeling. dürmek, e. to roll up, to fold.
duyurmak, e. to make heard/felt/ dürtmek, e. to incite, to stimulate; to
perceived; to make known. prod.
duyuru, a. decleration, announcement, dürtüklemek, e. to encourage, to
notice, proclamation; advertisement. incite.
duyusal, s. affective, sensitive. dürüst, s. honest, straightforward,
duyuş, a. impression, feeling. correct.
düğme, button; knob, pimple, switch. dürüstlük, a. honesty; straightness,
düğmelemek, e. to button up. uprightness; correctness, validity;
düğmelenmek, e. to be buttoned up. soundness, healtiness.
düğmeli, s. buttoned, buttoned up. düş, a. dream
düğüm, a. ganflion, nodus, node; düş görmek, e. to have a dream.
knot; bow; knotty problem. düş kurmak, e. to daydream.
düşey 60 düztabanlık

düşey, s. vertical. düzeltme, a. correction; adjustment.


düşkün, s. fallen; fallen on hard düzeltmek, e. to improve, to correct,
times, decayed; addicted to, devoted to rectify, to amend, e. to make
to, fond of, partial to. level.
düşkünlük, a. poverty, decay; düzen, a. order, regularity; tidiness;
addiction, passion for, fondness. trick, lie, ruse.
düşlem, a. fantasy. düzen vermek, e. to put in order.
düşman, a. enemy, foe. düzence, a. discipline.
düşmanlık, a. hostility, antagonism. düzenek, a. plan.
düşsel, s. imaginary, dreamy. düzengeç, a. regulator.
düşük, a. & s. abort, abortion; düzenlemek, a. to arrange, to put in
aborted, prolapsed; fallen, dropping, order.
low; loose, faulty. düzenleyici, a. regulator.
düşük basınç, hypotension. düzenli, s. in order, tidy; regular.
düşük başlangıcı, incipient abortion. düzenlilik, a. regularity.
düşüklük, a. ptosis, ç. ptoses; düzensiz, s. untidy, out of order.
looseness, faultiness. düzensizlik, a. disorder, untidiness,
düşünce, a. idea, thought, irregularity.
consideration, reflection; anxiety, düzey, a. level.
worry. düzgü, a. level.
düşünce durgusu, mental block. düzgülü, s. normal.
düşünceli, s. thoughtful, pensive, düzgün, s. smooth, level, in order,
preoccupied. regular.
düşüncelilik, a. pensiveness, thought- düzgüsel, s. normative.
fulness. düzgüsüz, s. abnormal.
düşüncesiz, s. inconsiderate, thought- düzine, a. dozen.
less. düzlem, a. plane.
düşüncesizlik, a. thoughtlessness, düzlemek, e. to smooth, to flatten, to
inconsiderateness. level.
düşünmek, e. to think, to think düzlemküre, a. planisphere.
of/about/over, to consider, to düzleşmek, e. to become flat.
reflect, to muse, to contemplate, to düzlük, a. flatness, smoothness,
mediate, to ponder over levelness; plainness, simplicity;
düşünü, a. idea, opinion. uniformity, evenness.
düşünür, a. thinker. düzme, s. false; made-up; counterfeit.
düşürücü, anti- … düzmek, e. to arrange, to compose, to
düz, s. smooth, flat, even, level; prepare, to bring together; to invent,
plain, simple; straight. to make up; to set; to make love to,
düze, a. dosage. to fuck, to frig.
düzelmek, e. to become better, to düztaban, s. flat-footed, pes planus.
improve, to be arranged, to pick up. düztabanlık, a. flatfootedness.
E,e

ebat, a. dimensions, sizes. edilgin bağışıklık, passive immunity.


ebe, a. midwife, obstetrician. edim, a. work; act.
ebegümeci, a. mallow. edimcilik, a. activism.
ebelik, a. midwifery, obstetrics. edimsel, s. actual.
ebelikle ilgili, s. obstetric, obstetrical. edimsizlik, a. apraxia.
ebeveyn, a. parents. edinilmek, e. to be acquired.
ebleh, s. idiot, embecile, stupid. edinim, a. acquisition.
eblehce, zf. stupidly, idiotically. edinmek, e. to get, to acquire, to
eblehlik, a. stupidity, idiocy. obtain, to procure.
ecdat, a. ancestors. edinsel, s. acquired.
ecel, a. death, time of death, natural edinti, a. attainment, acquirements.
death. editör, a. publisher, editor.
ecinni, a. evil spirit, genie. egzema, a. eczema.
eciş bücüş, s. shapeless, distorted, egzersiz, a. exercise.
crooked. egzoz, a. exhaust.
ecnebi, a. stranger, foreigner, alien. eğer, bğl. if, whether.
ecza, a. chemicals, drugs; ingredient, eğik, s. inclined, bent down, slant;
components, particles, parts. oblique.
eczacı, a. chemist, pharmacist, eğiklik, a. inclination.
druggist. eğilim, a. tendency, inclination, trend,
eczacılık, a. pharmacy, pharmacology. inclination; affection, liking.
eczalı, s. containing chemicals. eğilimli, s. inclined; very fond of.
eczane, a. drugstore, pharmacy. eğilmek, e. to bend, to incline, to
eda, a. air, tone, manner; effectation curve; to bend down; to lean, to
edalı, s. gracious, seductive, charming. bow.
edep, a. manners, modesty, politeness, eğim, a. inclination, slope.
breeding, decency, respect; rule. eğimli, s. inclined; sloping, oblique.
edepsiz, s. ill-manered, insolent, eğindirim, a. suggestion.
shameless, rude, impertinent, rascal. eğinmek, e. to incline.
edepsizce, zf. nasty, impertinently. eğirmek, e. to spin.
edepsizleşmek, e. to become ill- eğitbilim, a. pedagogy.
mannered. eğitici, a. trainer, educator, instructor.
edepsizlik, a. impertinence, rudeness, eğitim, a. training, education, teaching.
bad manner. eğitimci, a. trainer, educator,
edepsizlik etmek, e. to misbehave. pedagogue.
eder, a. price, cost. eğitimli, s. trained, educated.
edevat, a. instruments, tools, eğitimsel, s. educational.
implements. eğitmek, e. to train, to educate.
edilgen, s. passive. eğitmen, a. instructor, trainer,
edilgen çatı, passive voice. educator.
edilgi, a. passion, effect. eğitmenlik, a. teaching, instruction.
edilgin, s. passive; resulting. eğitsel, s. educational.
eğmek 62 eksilti

eğmek, e. to bend, to incline, to eklemek, e. to add, to join together,


curve, to bow; to persuade. to join on.
eğrelti out, a. fern, bracken. eklemlemek, e. to articulate.
eğri, a. curved line, curvature. eklemleri etkileyen, s. arthrotropic.
eğri, s. curved, crooked, bent, eklemli, s. articulated, jointed.
inclined; perverse, dishonest. eklemsel, s. articular.
eğri yüzey, curved surface. eklemzarı, a. membrane synovialis.
eğrilce, a. rachitism. eklemzarı yangısı, a. synovitis.
eğrili, s. curvilinear. eklenmek, e. to be added/joined.
eğrilik, a. curvature, crookedness; eklenti, a. accessory.
deviation. ekler, a. adnexa.
eğrilmek, e. to incline, to lean, to ekli, s. joined, subjoined; attached to,
warp. put together.
ehliyet, a. efficiency, competency, ekmek, a. bread.
capacity. ekmekçi, a. baker.
ehliyetli, s. talented, capable. eksen, a. axis, pivot; axle.
ehliyetsiz, s. incompetent, incapable. ekseri, s. most.
ehliyetsizlik, a. incapacity, ekseriya, zf. generally, usually,
disqualification. mostly, more frequently, for the
ek, a. scar, seam, knot; joint; patch; most part.
addition, supplement; appendix; ekseriyet, a. majority.
suffix, prefix; ending, termination. ekseriyetle, zf. generally, mostly,
ekbağırsak, a. appendix; appendicis, usually.
ç. appendices, appendixes. eksi, a.& s. minus; negative.
ekbağırsak çıkarımı, a. appendec- eksik, a. lack, defect, deficit,
tomy. deficiency.
ekbağırsak yangısı, a. appendicitis. eksik, s. absent, lacking, missing,
ekbağırsakla ilgili, s. appendicular. wanting; defective, deficient,
ekim, a. culture. incomplete, faulty, imperfect.
eklem …, articular eksik gelişim, a. maldevelopment.
eklem açımı, a. arthrotomy. eksik kemik oluşumu, osteogenesis
eklem ağrısı, a. arthralgia. imperfecta.
eklem kaynaşımı, a. ankylosis, eksikli, s. deficient, defective; poor,
fusion. needy.
eklem onarımı, a. arthroplasty. eksiklik, a. deficiency, defectiveness,
eklem sıvısı ile ilgili, s. synovial. faultiness; lack, absence.
eklem sıvısı, synovia. eksiksiz, s. & z. perfect, complete,
eklem yangısı, arthritis. permanent, never lacking; perfectly,
eklembacaklılar, a. arthropoda. completely.
eklemce, a. arthrosis; arthroartiritis. eksilme, a. decrease, diminution.
ekleme, a. & s. addition; added, joint, eksilmek, e. to decrease, to grow less.
joined, articulated. eksilti, a. ellipsis.
eksiltili 63 elem çekmek

eksiltili, s. elliptic, elliptical. - elde, zf. in hand, in possession.


eksiltme, a. reducing. - elden, zf. by hand.
eksiltmek, e. to reduce, to diminish. - elden çıkarmak, e. to get rid of,
eksiuç, a. cathode. to dispose of.
eksiz, s. seamless. - elden düşme, s. second-hand.
eksper, a. expert. - elden geçirmek, e. to review, to go
eksperlik, a. expertness. over.
ekspertiz, a. expertise. - ele almak, e. to tackle, to deal with.
ekstra, s. extra, additional. - ele geçirmek, e. to catch, to get hold
ekşi, s. sour, tart, acid. of, to come by.
ekşilik, a. sourness, tartness, acidity. - ele geçmek, e. to be caught.
ekşimek, e. to sour, to become sour; - ele vermek, e. to inform, to betray,
to ferment; to be upset (stomach). to give away.
ekşimsi, ekşimtrak, s. sourish. - eli açık, s. generous.
ekşit, a. acide. - eli ağır, s. slow-working.
ekşit yokluğu, a. anacidity. - eli işe yatmak, e. to be skilful.
ekşite-dirençli, s. acid-fast. - elimde değil, I can’t help it.
ekşitim, a. acidification. - elinden geleni yapmak, e. to do
ekşitlendirmek, e. acedify. one’s best; to be able to do.
ekşitlenik, s. acidotic. - elinden tutmak, e. to help.
ekşitlenim, a. acidifacion, acidose. el becerisi, a. manipulation.
ekşitlenmiş, s. acidotic. ela, a. hazel, light-brown.
ekşitleşim, a. acidification. élan, zf. at present, now; still.
ekşitleştirim, a. acidification. elastiki, s. flexible, elastic.
ekşitlik, a. acidity. elbet, elbette, zf. of course, certainly,
ekşitmek, e. to render/make sour. surely, decidedly.
ekşittutar, a. acidophil, acidohile.
elbirliği, a. cooperation; combination,
ekti, a. parasite.
union.
el, a. hand; forefoot; stranger; others.
elbirliği etmek, e. to cooperate.
- el çekmek, e. to withdraw from, to
elektron, a. electron.
give up.
elektrik, a. electricity.
- el çektirmek, e. to remove/suspend
- elekrik akımı, a. current.
from a post.
elektrikleme, a. to electrification.
- el çırpmak, e. to clap, to applaud.
- el değmemiş, s. intact, untouched; elektriklemek, e. to electrify.
virgin. elektriklenmek, e. to be electrified.
- el ele vermek, e. to cooperate. elektrolit, a. electrolyte.
- el ele, zf. hand in hand. elektroliz, a. electrolysis.
- el emeği, a. labour. elektromanyetic, s. electromagnetic.
- el koymak, e. to seize, to lay hands elektronik, a. electronic, electronics.
on. elem, a. pain, ailment, suffering,
- elde etmek, e. to attain, to obtain, affliction, grief, sorrow.
to procure, to gain, to acquire. elem çekmek, e. to suffer.
elem vermek 64 emniyetli

elem vermek, e. to give pain, to elvermek, e. to be enough, to suffice;


cause suffering, to ache. to suit, to be convenient, to be
eleman, a. element; staff, trained suitable.
worker. elyaf, a. fibers, flaments.
eleme, a. & s. elimination; selected, elyazısı, a. handwriting.
sifted. elyazması, a. muniscript.
elemek, e. to sieve, to sift, to screen; elzem, s. most necessary,
to select, to eliminate indispensable.
element, a. element. emare, a. indication; sign, mark,
elenmek, e. to be eliminated/sifted. token.
elerki, a. democracy. embriyon, a. embryo.
eleştiri, a. criticising, criticism. emcik, a. nipple, breast, tit.
eleştirici, a. criticiser, critic. emdirme, a. impregnation.
eleştirimcilik, a. criticism. emdirmek, e. to impregnate.
eleştirme, a. criticism. emek, a. labour, work, effort.
eleştirmeci, a. criticiser, critic. emeklemek, e. to crawl, to crawl/go
eleştirmek, e. to criticise. on all fours; to attempt, to creep.
emekli, s. retired, pensioner.
elezer, a. sadism.
emekli maaşı, a. pension.
elezerlik, a. sadism.
emekli olmak, e. to retire
eli uz, s. skilled.
emekliye ayırmak, e. to retire, to
eli yatkın, s. skilled.
pension off.
elim, s. painful, deplorable. emektar, a. veteran.
elle, zf. by hand. emici, s. absorbent, sucker, sucking.
elli, s. fifty. emik, a. bruise (produced by sucking).
ellilik, s. quinquagenarian, fifty years emilim, a. absorption.
old. emin, s. certain, safe, confident; safe,
ellinci, s. fiftieth. secure.; reliable, trusty.
ellişer, zf. fifty by fifty, fifty at a emin olmak, e. to be certain/sure; to
time, fifty each. make certain.
elma, a. apple, apple tree. emir, e. order, command.
elma şarabı, a. cider. emme, a. sucking, suction; absorption;
elmacık, a. high part of the cheek. aspiration.
elmacık kemiği, a. zygomatic bone, emmeç, a. aspirator, sucking pipe.
cheekbone. emmek, e. to absorb, to blot, to take
elmas, a. diamond. in, to suck.
elverişli, s. suitable, sufficient, emmi, a. paternal uncle.
favourable, convenient, profitable. emniyet, a. security, safety; trust,
elverişlilik, a. suitability, convenience. confidence; the police.
elverişsiz, a. unsuitable, inconvenient. emniyet etmek, e. to trust in.
elverişsizlik, a. unsuitability, emniyetli, a. reliable, trustworthy;
inconvenience. secure, safe.
emniyetsiz 65 enine boyuna

emniyetsiz, s. unreliable, untrust- endüstrileştirmek, e. to industrialise.


worthy; insecure, unsafe. endüstriyel, s. industrial.
emniyetsizlik, a. insecurity, untrust- enerji, a. energy.
worthiness, lack of confidence. enerjik, s. energetic.
emsal, a. equals, similars; example; enfarktüs, a. infarct.
co efficient. enfeksiyon, a. infection.
emsalsiz, s. peerless, unequalled, enfes, s. delightful, delicious.
unique. enflasyon, a. inflation.
emzik, a. baby’s feeding-bottle; nipple. enflüanza, a. influenza.
emzirmek, e. to give suck, sto suckle, engebe, a. unevenness, roughness,
to breast-feed. rough country, broken ground.
en, a. width, breadth, zf. most. engebeli, s. rough, uneven, hilly,
en aşağı, at least. steep and broken.
en az / azından, at least; minimum, engel, a. handicap, difficulty,
least. impediment, hitch, obstacle, barrier.
en başından, from the very beginning. engel çıkarmak, e. to raise
en evvel / once, first of all, in the first difficulties.
place. engel olmak, e. to hinder, to stop, to
en son, lastly, last of all. prevent, to onstruct, to deter, to
enayi, a. & s. fool, gull, idiot. impede, to block, to hemper.
enayilik, a. foolishness. engelleme, a. obstruction.
endam, a. shape, figure, stature, body. engellemek, e. to hinder, to prevent,
endamlı, s. well-proportionate, to obstruct.
graceful. engellenmek, e. to be hindered /
endamsız, s. ill-proportionate, prevented.
graceless, shapeless. engelsiz, s. without hindrance,
ender, s. & zf. very rare, seldom; unimpeded.
rarely. engerek, a. adder, viper.
endişe, a. care, anxiety, worry, engin, a. & s. wide, vast, open,
perplexity; fear, suspicion. boundless, immense; ordinary, low,
endişe etmek, e. to worry, to be cheap; mean, common.
anxious. enginar, a. artichoke.
endişelenmek, e. to be worried, to enginlik, a. immensity, vastness.
become anxious. enik, a. pup, puppy, cub.
endişeli, s. anxious, worried. enikonu, zf. quite, thoroughly, fully,
endişesiz, s. carefree, unworried, at length.
untroubled, calm. eninde sonunda, zf. at last, in the
endişesizlik, a. calmness. end, sooner or later.
endüksiyon, a. induction. enine, zf. in width, breadthwise,
endüstri bölgesi, industrial narea. broadways, crosswise, transversally
endüstri, a. industry. enine boyuna, zf. fully, in length and
endüstrileşme, a. industrialisation. breadth; tall and well-built.
enişte 66 ergöze

enişte, a. brother-in-law, sister’s / erbezi içsalgısı, a. testosterone.


aunt’s husband. erbezi ile ilgili, s. orchitic, denoting
enjeksiyon, a. injection. orchitis.
enjektör, a. injector. erbezi yangısı, a. orchitis, orchiditis.
enkaz, a. debris, ruins; wreckage. erbezi yokluğu, a. anorchia,
enlem, a. latitude. anarchism, absence of the testes.
enli, s. broad, wide. erbezi kanseri, a. orchioncus.
enlilik, a. breadth. erdem, a. merit, virtue.
ense, a. neck, nape, back of the neck. erdemli, s. virtious.
ensiz, s. narrow. erdemlik, a. virtue, ability.
enstitü, a. institute. erdemlilik, a. virtuosity.
enstrüman, a. instrument. erdirmek, e. to cause to attain/reach;
ensülin, a. insulin. to ripen.
entelektüel, a. intellectual. erdişi, a. intersex, hermaphrodite.
enteresan, s. interesting. erdişilik, a. intersex, hermaphroditism.
enternasyonal, s. international. erek, a. aim, goal, end, objective.
epey, epeyce, zf. pretty well, fairly, erekbilim, a. teleology.
considerably, a great deal, to some erekçilik, a. finalism.
extent. ereksel, s. final.
epidemik, a. epidemic. ereksel neden, the final cause.
epilasyon, a. epilation. erezyon, a. erosion.
epitelyum, a. epithelium. ergen, a. adult; bachelor, single.
er, a. man, male; early, soon. ergenlik, a. puberty, bachelorhood,
er önbeze, a. prostate. bachelorship, adolescence.
er önbeze …, prostate-. ergenlik sivilcesi, a. youthful acne,
er önbeze & mesane ile ilgili, s. acne vulgaris.
prostaticovesical. ergime, a. melting, fusion.
er önbeze & mesane yangısı, a. ergime noktası, a. melting point.
prostatocystitis. ergimek, e. to melt, to fuse.
er önbeze ağrısı, a. prostatalgia, ergin, s. mature, ripe, adult.
prostatodynia. erginleşmek, e. to mature, to ripen.
er önbeze büyümesi, a. prostate- erginlik, a. maturity.
megaly. ergöze, a. spermatozoon, spermatozoa.
er önbeze çıkarımı, a. prostatectomy ergöze önek. …, sperma-, spermato-,
er önbeze içi açımı, a. prostatomy, spermo-.
prostatotomy. ergöze yıkıcı, a. spermatocide.
er önbeze ile ilgili, s. prostateic. ergöze boşalımı, a. spermatorrhea.
er önbeze sıvı salımı, a. prostatorrhea. ergöze ile ilgili, s. spermatic.
er önbeze yangısı, a. prostatitis. ergöze oluşumu, a. spermatogenesis,
erbeze, erbezi …, orchid- , orchido- , spermatogeny.
orchio- . ergöze oluşumuyla ilgili, s.
erbezi, a. testicle, testis. ç. testes. spermatogenic, spermatogenetic,
erbezi açımı, a. orchiotomy. spermatogenous.
ergöze yıkıcı 67 eroin

ergöze yıkıcı, s. spermatocidal. eriyik, a. solution.


ergöze yıkım, a. spermatolysis. erk, a. power, influence; authority.
ergöze yıkımla ilgili, s. spermatolytic. erke, a. energy.
ergöze yitim korkusu, a. erkeçi, a. he-goat, male goat, billy-
spermatophobia. goat.
ergözebilim, a. spermatology. erkek, s. & a. man, male, manly,
ergözeye benzer, s. spermatoid. verile, masculine; reliable,
erguvan, a. judas-tree. courageous; man, husband.
erguvani, s. purple. erkek delisi, a. nymphomaniac
erik, a. plum. (woman).
erik ağacı, a. plum tree. erkek ürküsü, a. androphobia.
erik kurusu, kuru erik, prune. erkekçe, s. manly, virile, in a manly
eril, s. masculine. manner.
erillik, a. masculineness. erkekçil, s. hysteric, hysterical.
erim, a. range, resch. erkeklik, a. masculinity, manliness,
erime, a. melting, fusion, dissolution, virility; courage, bravery; male sex,
lysis. sexual potency.
erime noktası, a. melting point. erkeksi, s. tomboyish, masculine,
erimek, e. to melt, to fuse, to become manlike.
liquid, to dissolve, to liquefy. erken, zf. early.
erimez, s. insoluble, infusible. erken doğan, s. premature.
erimiş, s. melted, dissolved. erkence, zf. rather/somewhat/a little
erinlik, a. maturity. early.
erir, s. dissoluble, soluble, fusible. erkenci, a. early comer/riser.
erirlik, a. solubility, fusibility. erkenden, zf. early.
erişilebilir, s. accessible. erkin, s. free, independent.
erişilmek, e. to be attained / reached. erkinci, a. liberal.
erişilmez, s. inaccessible. erkincilik, a. liberalism.
erişim, a. communication. erkinlik, a. liberty.
erişkin, s. mature, adult. erkli, a. powerful, influencial.
erişkinlik, a. maturity, adulthood. erklik, a. potency.
erişme, a. attainment. erleşme, a. virilisation.
erişmek, e. to reach, to arrive, to erleştiren, s. androgenic, virilisant.
attain, to achieve, to compass; to erleştiren bez uru, virilizing adenoma.
ripen, to mature. erlik, a. masculinity, manliness;
eriten, s. solvent. courage, bravery.
eritken, a. flux. erlik içsalgısı, a. androgen.
eritmek, e. to dissolve, to melt; to erlik suyu, a. semen.
exhaust, to use up, to squander, to ermek, e. to attain, to reach, to
delete. achieve; to arrive at maturity, to
eriyebilir, s. soluble. ripen; to become a saint.
eriyebilirlik, a. solubility. eroin, a. heroin.
erse 68 esnasında

erse, a. intersex. esef etmek, e. to be sorry, to regret.


erselik, a. intersex. esefle, zf. regretfully.
ersıvı, a. semen. eseflenmek, e. to be sorry, to regret,
ersıvı keseciği, a. vesicular seminalis, to pity.
seminal vesicle. esen, s. healthy, well, sound, robust.
ersıvı torbacığı, vesicular seminalis, esenlenmek, e. to wish health and
seminal vesicle. happiness.
ersıvıl, ersıvı ile ilgili, s. seminal. esenlik, a. health, soundness.
ersuyu, a. semen. eser, a. work, work of art, written
ersuyu keseciği, vesicular seminalis, work; trace, mark, sign, hint;
seminal vesicle. monument, remains.
ersuyu torbacığı, vesicular seminalis, esin, a. inspiration.
seminal vesicle. esinlenmek, e. to be inspired.
ersuyu tümseği, colliculuc seminalis, esinlenmek, e. to inspire.
seminal colliculus. esinti, a. breeze, light wind.
erteleme, a. postponement, adjourn- esintili, s. breezy; unpredictable,
ment. capricious.
ertelemek, e. to postpone, to delay, to esirgemek, e. to protect; to spare; to
put of. withhold from.
ertelenmek, e. to be postponed/ eski, s. old, ancient, ex-veteran,
adjourned. former; worn-out, second-hand;
ertesi, s. next, following. out-of-date, old-fashioned.
ertesi gün, the following day, the eskiden, zf. in the old days, in the
next day, the day after. past, formerly.
erzak, a. provisions, stored food. eskileşmek, e. to become old.
es geçmek, e. to skip, to pass over. eskilik, a. oldness, ancientness;
esas, a. & s. foundation, basis, base, seniority.
principle, essence; fundamental, eskimek, e. to wear out, to become
principal, essential, basic. old, to be worn out.
esas olarak/itibariyle, in principle, eskitmek, e. to wear out.
as a matter of fact. esme, a. aura; blowing, happening.
esasen, zf. fundamentally, principally, esmek, e. to blow; to come to (one’s)
essentially, in principle; in fact, mind.
besides, as a matter of fact; anyhow. esmer, s. swarthy, darkskinned,
esaslı, s. authentic, true, reliable, sunborn, brunette, dark, brown.
sound, solid, concrete, radical, esmerleşmek, e. to become
fundamental, principal, main. darkskinned, to turn brown, to
esaslı biçimde, zf. radically; become sunburnt.
thoroughly. esna, a. time, course, moment,
esaslı surette, zf. thoroughly, radically. instant, interval.
esassız, s. unfounded, untrue, esnasında, zf. while, during, in the
baseless, false. caurse of.
esef, a. regret. - o esnada, at that moment.
esnek 69 eter

esnek, s. elastic, flexible. eşeysel, s. sexual, genital.


esneklik, a. flexibility. eşeysiz, s. asexual.
esneme, a. elasticity, resilience; eşgüder, a. coordinator.
yawning. eşgüdüm, a. coordination.
esnemek, e. to bend, to stretch; to eşik, a. threshold.
yawn. eşik altı, s. subliminal.
esrar, a. hemp, heroin, marijuana, eşit, s. equal, match, equivalent,
hashish; secrets, mystery. tantamount.
esrar çekmek, e. to smoke hashish. eşitçi, a. equalitarian.
esrarengiz, s. mysterious. eşitlemek, e. to equilise.
esrarkeş, a. & s. hashish addict. eşitlik, a. equality.
ester, a. ester. eşitsiz, s. unequal.
estetik, a. & s. aesthetics, esthetics; eşitsizlik, a. inequality.
aesthetic, esthetic. eşkenar, s. equilateral.
eş, a. husband or wife, spouse; mate; eşkenar üçgen, a. an equilateral
counteroart, one of a pair, partner; triangle.
colleagne, mate; match. eşleme, a. pairing, synchronisation.
eş-, önek. iso-, syn-; co, homo-, -equi. eşleme, a. synchronisation.
eş anamaya, a. co-enxyme. eşlemek, e. to pair, to match; to
eş özmaya, a. co-enzyme. synchronise.
eş zaman, a. synchronia, synchronism. eşleşmek, e. to pair, to couple, to
mate.
eşadlı, s. homonymious.
eşmek, e. to scratch, to dig up; to
eşanlamlı, s. synonymous.
search, to investigate.
eşanlamlılık, a. synonymity.
eşmerkezli, s. cocentric.
eşbasınçlılık, a. isotonicity.
eşzamanlı, s. synchronial; concurrent;
eşbasınç, a. isotonia. isochronal.
eşbasınçlı, s. isotonic. eşsesli, s. homonymous.
eşbiçimli, s. isomorphus. eşsiz, s. unique, unmatched,
eşbiçimlilik, a. isomorphism. unequalled; unpaired; incomparable.
eşcinsel, a. & s. homosexual. eşsizlik, a. matchlessness.
eşcinsellik, a. homosexuality. eşya, a. articles, objects, things;
eşdeğer, a. equivalence goods, belongings; luggage.
eşdeğerli, s. equivalent. eşyönlü, s. isotropic.
eşdeğerlik, a. equivalence. eşzamanlılık, a. synchrony.
eşetkin, n. synergy. eşzamansal, s. synchronic,
eşetkinlik, a. synergism. synchronous.
eşey, a. sex, sexuality. et, a. meat, flesh, body, pulp.
eşeygöze, a. gamete. et suyu, a. broth.
eşeygöze oluşumu, a. gamatogenesis. etan, a. ethane.
eşeyli, s. sexual. etap, a. stage.
eşeylik, a. sexuality. etçalığı, a. botulism.
eşeylik örgenleri, a. organa genitalia, etçil, a. carnivorous.
genital organs. eter, a. ether.
etiket 70 evrak

etiket, a. label, sticker, tag; etiquette. etrafına, etrafında, zf. round,


etiketlemek, e. to label. around.
etilen, a. ethylene. etraflı, zf. detailed; comprehensive,
etimoloji, a. etymology. exhaustive.
etimolojik, s. etymological. etraflıca, zf. in detail, fully.
etken, a. agent, motive, factor; active. etrafta, zf. in the neighbourhood.
etki, a. effect, influence, impact; etraftan, zf. from all around, from all
impression. directions.
etkilemek, e. to impress, to affect. etsiz, s. without meat, meatless;
etkilenirlilik, a. susceptibility. skinny, thin.
etkilenmek, e. to be influenced, to be ettirgen, s. causative.
affected. etüt, a. investigation, research, study.
etkileşim, a. interaction. etüt etmek, e. to study, to investigate,
etkileyici, a. activator. to examine, to scrutinise.
etkili, s. effective, effectual, ev, a. home, house, residence,
efficacious; impressive, influencial. dwelling; family, household.
etkililik, a. efficiacy, effectiveness. ev kadını, a. housewife.
etkime, a. action. ev sahibi (kadın), a. landlady.
etkimek, e. to act on. (erkek) landlord, house holder.
etkin bağışıklık, active immunity. evcil, s. domestic, domesticated, tame.
etkinlemek, e. activate. evet, zf. yes, certainly.
etkinlenim, a. activation. evham, a. apprehension, hypochon-
etkinleşim, a. activation. sions, suspicions.
etkinleştirilmiş, s. active. evhamlı, s. hypochondriac, suspicious.
etkinleştirme, a. activating. evil, s. married.
etkinleştirmek, e. to activate. evirmek, e. to change, to alter.
etkinlik, a. activity. evirtik, s. inverted.
etkisiz, s. ineffective, ineffectual, evirtim, a. inversion.
inefficacious, inefficient, passive, evirtmek, e. to invert, to reflect.
inoperative. evlat, a. child, children, son,
etkisizleşme, a. neutralisation. descendants.
etkisizleştirme, a. neutralisation. evlat edinmek, e. to adopt a child.
etkisizlik, a. inefficiacy, ineffective- evlatlık, a. foster child, adopted
ness, inefficiency. child.
etli, s. plump, fleshy, pulpy, meaty. evlendirmek, e. to marry, to give in
etmek, e. to do, to make¸ to cost, to marriage.
worth, to amount to; to deprive of. evlenme, a. marriage.
etmen, a. factor. evlenmek, e. to marry, to get married.
etobur, a. carnivorous. evlilik, a. marriage, conjugality.
etraf, a. sides, surroundings, evlilik dışı, illegitimate, extramarital,
environment; limbs, extremities; outside marriage.
relatives. evrak, a. documents, papers.
evre 71 ezmek

evre, a. phase, stage. eza çekmek, e. to suffer.


evreleme, a. staging. ezber, a. memorising, memorisation.
evren, a. universe, cosmos. ezbere, ezberden, zf. by heart.
evrenbilim, a. cosmology. ezberlemek, e. to learn by heart.
evrenbilimsel, s. cosmological. ezdirmek, e. to let be crushed.
evrensel, s. universal, worldwide. ezel, a. past eternity.
evrik, s. inverted, converse. ezeli, a. eternity.
evrim, a. evolution. ezgi, a. tune, note, melody, song.
evrimci, a. evolutionist. ezgin, s. crushed, smashed, oppressed,
evrimcilik, a. evolutionism. bruised.
evrimsel, s. evolutionary. ezginlik, a. feeling of faintness /
evrişik, s. converse. hunger.
evvel, zf. & a. first, before, earlier, ezici, s. crushing, overwhelming.
ago, back; beginning, the first part. ezik, s. crushed, bruised and squashed.
evvel zaman, zf. long ago, old times. eziklik, a. faintness, a sinking
- bir an evvel, as soon as possible. sensation.
evvela, zf. at first, in the first place, to ezilmek, e. to be crashed/squashed/
begin with. run over.
evvelce, zf. previously, formerly. ezinti, a. unpleasant sinking/fainting
evvelden, zf. previously, beforehand. sensation about the stomach/heart.
evvelki, zf. the former. eziyet, a. torture, torment, rack,
evvelki gün, zf. the day before cruelty; injury, pain, hurt, fatigue,
yesterday. suffering.
eylem, a. action, operation; verb. eziyet çekmek, e. to suffer pain/
eylemci, a. activist. fatigue.
eylemcilik, a. activism. eziyet etmek, e. to torture, to torment.
eyleme geçmek, e. to start action. eziyet vermek, e. to cause pain/great
eylemek, e. to make, to do. trouble.
eylemli, zf. active; fully appointed. eziyetli, s. painful, hard, vexatious,
eylemlilik, a. activeness. fatiguing.
eylemsiz, s. passive, inert. ezme, a. crushing.
eylemsizlik, a. passiveness, inertia. ezmek, e. to crush, to pound, to
eza, a. torture, torment, pain, suppress, to bruise, to run over, to
annoyance. oppress, to overwhelm.
F,f

faal, s. active. fasıl, a. chepter.


faaliyet, a. activity. fasıla, a. interval, interruption; pause.
faaliyette, zf. working, running. fasılalı, s. interrupted.
fabrika, a. factory, planet. fasılasız, s. continious, uninterrupted,
fahişe, a. prostitute, whore, trollop, non-stop.
harlot. favori, s. favourite.
fahişelik, a. prostitution. fayda, a. use, benefit, profit, gain.
fakat, bğl. but, however; only. faydacılık, a. utilitarianism.
fakülte, a. college, faculty, school, faydalanmak, e. to make use of, to
university. profit by.
falan, zm. so and so, such, such and faydalı, s. useful, advantageous.
such, and so on, and such like, so on faydası yok, it’s no use.
and so forth; approximately, about. faydasız, s. useless, of no use,
fare, a. rat, mouse, ç. mice. unprofitable, in vain.
fare kapanı, a. rat trap. faz, a. phase.
fare zehiri, rat poison. fazilet, a. virtue, merit, grace,
farenjit, a. pharyngitis. goodness.
fark göstermek, e. to discriminate. faziletli, s. virtious.
fark, a. difference, discrimination, fazla, a. & s. excess, spare, surplus,
distinction. remainder; superfluous, excessive.
farketmek, e. to distinguish, to zf. very much, too much, too many,
realise, to notice, to discern; to more than, a lot, plenty
differ, to make a difference. fazla çalışmak, e. to work overtime.
farketmez, it doesn’t make any fazla gelmek/kaçmak, e. to be too
difference. much, to overdo.
farkına varmak, e. to notice, to fazla olarak, zf. & bğl. furthermore,
realise, to become aware of. besides, moreover.
farkında olmak, e. to be aware of, to fazlalaşmak, e. to increase.
notice. fazlalık, a. surplus, excess, abundance.
farkında olmamak, e. not to notice / fazlasıyla, amply, abundantly.
be aware of. feci, s. painful, grievous, tragic;
farklı, s. different, dissimilar. terrible.
farklılaşma, a. differentiation. feda, a. sacrifice.
farklılaşmak, e. to differentiate. feda etmek, e. to sacrifice.
farklılık, a. difference, diversity. feda olmak, e. to be sacrificed.
farksız, s. equal, same, identical, fedakar, s. self-sacrificing; devoted,
without any difference, indistinct, loyal.
imperceptible. fedakarlık, a. self-sacrifice, sacrifice.
farksız olarak, zf. indiscriminately. felaket, a. disaster, calamity, scourge,
farz, a. obligatory act, supposition, catastrophe.
obligation. felakete uğramak, e. to meet with a
farz etmek, e. to suppose, to imagine. disaster.
felaketli 73 fevkalade

felaketli, s. disastrous, calamitous, ferah ferah, zf. amply, abundantly,


catastrophic. easily.
felaketzede, a. victim, sufferer. ferahlamak, e. to feel relieved, to
felce uğramak, e. to have a stroke, to clear up; to become cheerful.
be paralysed. ferahlatmak, e. to relieve.
felce uğratmak, e. to paralyse. ferahlık, a. relief; cheerfulness;
felç, a. seizure, hemiplegia, paralysis. spaciousness, airiness, roominess.
felç gelmek, e. to have a stroke. ferdi olarak, s. individually.
felçli, s. paralytic, paralysed. ferdi, s. individual; personal.
felsefe, a. philosophy. fermentasyon, a. fermentation.
felsefe yapmak, e. to philopsohise. fermuar, a. zipper, zip.
felsefeci, a. philosopher. fersiz, s. dull, lusterless, lifeless.
felsefi, s. philosophical, philosophic. fersizleşmek, e. to become lustreless.
feminism, a. feminism. fersizlik, a. lack of lustre.
feminist, a. feminist. fert, a. individual, person.
fen, a. science; technique. feryat, a. scream, cry; lamentation,
fena, s. evil, bad; sick, ill. wail.
fena etmek, e. to do something feryat etmek, e. to scream, to cry out,
wrong, to do evil; to treat harshly. to lament, to wail.
fena gitmek, e. to go badly. fesat, a. intrigue, malice, conspiracy,
fena halde, zf. badly. sedition, disorder; deprivation, plot,
fenalaşmak, e. to deteriorate, to get corruption.
worse. fesat çıkarmak, e. to conspire, to plot
fenalık, a. badness, evil, ill, malice, mischief.
wickedness, mischief; harm, injury; fesat karıştırmak, e. to intrigue.
a fainting. fesatçı, s. plotter, intriguer; seditious.
fenalık etmek, e. to harm, to injure, fesatlık, a. intrigue.
to do evil. feshetmek, e. to abolish, to cancel, to
fenalık geçirmek, e. to feel ill, to abrogate, to rescind, to annul, to
faint. repeal.
fenci, a. scientist. fesih, a. abolition, cancellation,
fener, a. lantern, lighthouse. dissolution, annulment.
- el/cep feneri, a. flashlight, torch. fetiş, a. fetish.
fenni, s. scientific, technical. fetişizm, a. fetishism.
fenomen, a. phenomenon. fettan, s. & a. alluring, seducing;
fer, a. radiance, luster, brightness. seducer.
feragat, a. self-dacrifice, abnegation; feveran, a. range, a flaring up;
renunciation, abandonment; eruption
abdication, cession, abjuration. feveran etmek, e. to flare up, to boil
feragat etmek, e. to renounce, to over; to erupt.
cede, to abandon, to abdicate from. fevkalade, s. & zf. exceptional,
ferah, s. spacious, open, wide, extraordinary; extraordinarily,
roomy; joy. excessively, exceptionally.
fevri 74 fikir

fevri, s. prompt, impulsive. fırsat vermek, e. to give an


feyiz, a. fertility, abundance, prosperity. opportunity.
feyiz almak, e. to profit by, to be fırsatçı, a. & s. opportunist;
enlightened by. opportunistic.
feyizli, s. abundant, prosperous, fırtına, a. storm, gale, tempest.
productive. fırtınalı, s. stormy, tempestuous.
feza, a. space. fırtınaya yakalanmak, to be caught
fıçı, a. barrel, cask, tube. in a storm.
fıkır fıkır, zf. with a bubbling noise. fısfıs, a. sprey.
fıkırdak, s. flirtatious, coquettish. fısıldamak, e. to whisper.
fıkırdamak, e. to flirt, to giggle; to fısıldaşmak, e. to whisper to
bubble. eachother.
fıkırtı, a. bubbling noise. fısıltı, a. whisper.
fıkra, a. anecdote; article, column; fıskiye, a. fountain, jet.
paragraph. fıstık çamı, a. pine.
fıldır fıldır, zf. (eyes) rolling. - yerfıstığı, a. groundnut.
fıldır fıldır bakmak, e. to look with fıstık, a. pistachio nut, peanut.
rolling eyes. fışırdamak, e. to make a splashing
fırça, a. brush. noise, to rustle.
fırçaboyası, a. paintbrush. fışırtı, a. a splashing noise, a rustling
fırçalamak, e. to brush. noise.
- diş fırçası, a. toothbrush. fışkı, a. manure, dung.
- diş(lerini) fırçalamak, to brush fışkırmak, e. to spurt out, to gush
one’s teeth. out, to jet, to squirt forth; to spring
fırdolayı, zf. all around, round about. out (plant).
fırın, a. oven; bakery; furnace; kiln. fıtık, a. rupture, hernia.
fıttırmak, e. to go mad.
fırıncı, a. baker.
fiat, fiyat, a. price.
fırınlamak, e. to bake, to kiln-dry.
fidan, a. sapling, young tree; plant;
fırlak, s. protruding, sticking out,
shoot.
prominent.
fidanlık, a. nursery-garden.
fırlamak, e. to fly out, to rush out, to
fide, a. seedling, seedling plant.
leap up, to burst out of; to protrude,
fidye, a. ransom.
to stick out.
figan, a. lamentation, wail.
fırsat, a. chance, opportunity, occasion.
figan etmek, e. to lament.
fırsat beklemek, e. to wait for an fihrist, a. table of contents, index,
opportunity. list.
fırsat bulmak, e. to find an fiil, a. predicate, verb; act, action
opportunity. fiilen, zf. really, actually, de facto.
fırsat gözetmek, e. to watch for an fiili, s. actual, real.
opportunity. fikir, a. opinion, mind, concept,
fırsat kaçırmak, e. to miss an thought, idea; advice, counsel;
opportunity memory.
fikir edinmek 75 fosil

fikir edinmek, e. to have/form an fiskos, a. whispering, insinuation.


opinion. fistül, a. fistula.
fikir vermek, e. to give an opinion. fitil, a. seton, tent, suppository.
fikir yürütmek, e. to put forward an fiyat, a. price, cost.
idea. fiyat takdiri, a. price appreciation.
fikir, a. thought, idea; opinion, mind. fizik, a. physics.
fikirsiz, s. thoughtless, unintelligent. fizikçi, a. physicist.
fikrimce, zf. in my opinion. fizikötesi, a. metaphysics.
fikrini açıklamak, e. to give an fiziksel, s. physical.
opinion fizyolog, a. physiologist.
fikrini almak, e. to ask someone’s fizyoloji, a. physiology.
opinion. fizyolojik, s. physiological.
fikrini söylemek, e. to state one’s fizyonomi, a. physiognomy.
opinion. fizyonomist, a. physiognomist.
fikriyle, zf. with the idea / intention fizyoterapi, a. physiotherapy.
of. flit, a. insecticide.
fil, a. elephant. flört, a. flirt.
fil sayrılığı/hastalığı, a. elephantiasis. flört etme, a. flirtation.
filan, s. & zm. so and so, such and flört etmek, e. to flirt, to philander.
such, and so on, and such like; flu, s. blurred.
about. flüor, a. fluorine.
filan falan, so and so, such and such. fobi, a. phobia.
filanca, a. someone or other. fokurdamak, e. to boil up, to bubble
fildişi, a. ivory. noisily.
fileto, a. loin, fillet. fokurtu, a. bubbling noise.
filhakika, zf. in fact, in truly, in truth. fol, a. nest egg.
filiz, a. bud, young shoot, tendril; ore. folluk, a. egg nest.
filiz sürmek, e. to shoot, to sprout. fon, a. fund, asset.
filizlenmek, e. to shoot, to sprout. fonetik, a. phonetics.
film, a. film, movie; x-ray. fonksiyon, a. function.
filmini çekmek, e. to x-ray; to film. fonksiyonel, s. functional.
filoloji, a. philology. form, a. shape, form.
filtre, a. filter. forma, a. form; uniform.
filtre kağıdı, a. filter paper. formalite, a. formality.
filtreli, s. filter tipped. formasyon, a. formation.
fire, a. loss, decrease, diminution. formül, a. formula.
fire vermek, e. to diminish, to suffer formüler, a. formulary.
from wastage. forum, a. forum.
fiske, a. pimple, blister; flip, fillip, forum yapmak, e. to hold a forum
flick. on.
fiske vurmak, e. to flick, to give a fosfat, a. phosphate.
flip. fosil, a. fossile.
fosilleşmek 76 füzyon

fosilleşmek, e. to fossilize. frengi, a. syphilis.


fosseptik, a. septic tank. frengili, s. syphilitic.
foto, a. photo. frenkinciri, a. prickly pear.
fotofobi, a. photophobia. frenküzümü, a. redcurrant.
fotoğraf, a. photograph. frenlemek, e. to brake; to restrain, to
fotoğrafçı, a. photographer. hold back, to bridle.
fotoğrafçılık, a. fhotography. friksiyon, a. friction, rubbing;
fotokopi, a. photocopy. massage.
fotokopi makinası, a. photocopier. früktoz, a. fructose.
fotokopi yapmak, e. to photocopy. fuar, a. fair.
fotosentez, a. photosynthesis. fuhuş, a. prostitution.
fototropizm, a. phototropism. fulya, a. jonquil.
fraksiyon, a. fraction. funda, a. heat, heater.
francala, a. roll, the white bread. fundalık, a. shrubbery, heathland.
frapan, s. attracting, striking, fuzuli, s. unnecessary, superfluous.
impressive. füsun, a. attraction, charm.
frekans, a. frequency. fütur, a. abatement; languor.
fren, a. brake. fütursuz, s. indifferent.
fren yapmak, e. to brake, to apply fütursuzca, zf. indifferently.
the brakes. füzyon, a. fusion.
G,g

gaddar, s. cruel, tyrannical, pitiless. garp, a. west.


gaddarca, zf. cruelly, tyrannical. gastrit, a. gastritis.
gaddarlık, a. cruelty, tyranny. gaye, a. aim, goal, object, purpose;
gaga, a. beak, bill. end.
gaga burun, a. squiline nose, hooked gayesiz, s. aimless.
nose. gayet, zf. very, extremely, quite,
gagalamak, e. to peck. greatly.
gagalı, s. beaked. gayret, a. energy, effort, persevarence,
gaip, s. absent, invisible; missing, ardour.
hidden, lost. gayret etmek/göstermek, e. to
gaklamak, e. to croak. endeavour, to try hard, to do one’s
galiba, zf. presumably, probably; I best, to strive, to make an effort, to
think, It seems that. strain.
galibiyet, a. victory, superiority, gayretli, s. hard-working, energetic,
triumph. persevering.
galip, a. & s. victor, winner; victorious, gayretsiz, s. effortless.
superior; prevailing, dominant. gayrı, zf. henceforth, no more, any
galip gelmek, e. to vin, to be more, no longer.
victorious. gayri, a. besides, apart from, other
gam, a. grief, anxiety, worry. than.
gam çekmek, e. to grieve, to be gayri, önek. im- , in- , un- , non- .
oppressed with anxiety. gayri meşru, illegitimate.
gamet, a. gamete. gayri muntazam, irregular.
gamlı, s. grieved, sorrowing, sad. gayri resmi, unofficial.
gamsız, s. carefree. gaz, a. oil, kerosene; gas.
gamze, a. dimple. gaz odası, a. gas chamber.
gangren, a. gangrene. gazlı, s. gaseous.
gangren olmak, e. to gangrene, to gazlı bez, a. gauze.
become gangrenous. gebe, s. pregnant.
garanti, a. & s. guarantee, guaranty; gebe bırakmak, e. to impregnate, to
certain, sure. cause to conceive, to make pregnant.
garanti etmek, e. to guarantee, to gebe kalmak, e. to become pregnant,
warrant. to conceive.
garantili, s. guarantied, assured. gebelik, a. pregnancy.
garaz, garez, a. rancour, grudge, gebelik önleme, a. contraception.
resentment, animosity, hatred; gebelik önleyici, s. contraceptive.
hostility; malice. gece, a. night.
gargara, a. gargle. - bu gece, tonight.
gargara etmek, e. to gargle. - bütün gece, all night long.
garip, a. & s. stranger, person away - dün gece, last night.
from home; odd, strange, curious, - gece bekçisi, night watch(man).
queer, peculiar; poor destitute, - gece gündüz, day and night.
needy. - gece işeme(si), nycturia/nocturia.
gecelemek 78 geçmek

- gece kuşu, owl, bat. geçirmek, e. to getrid of, to get over


- gece vakti, at night. (a disease); to cure; to infect, to
- iyi geceler, good night! pass on, to transmit; to undergo, to
gecelemek, e. to spend/pass the night. go through, to pass through, to
geceleyin, zf. at night, by night, experience; to pass; to spend (time).
during the night. - gözden geçirmek, e. to view, to
gecelik, a. & s. nightgown, nightdress; examine, to scrutinize.
overnight. - vaz geçirmek, e. to deter, to
geceyanıgı, a. (a kind of) skin dissuade.
eruption. - zihninden geçirmek, e. to ponder
gecikme, a. delay. over.
gecikmek, e. to delay, to be late. geçirmez, s. impermeable, impervious.
geciktirmek, e. to retard, to delay, to geçiş, a. transition.
detain, to hold up. geçişim, a. osmosis.
geç, s. & zf. late, tardy, tardive. geçişim dirençsizliği, osmotic fragility.
geç kalmak, e. to be late. geçişli, s. transitive.
geçe, zf. at … past … geçişme, a. osmosis
- 10:00’u 5 geçe, at five past ten. geçişmek, e. to to intermix, to
geçen, s. last, past. intermingle, to be diffused.
- geçen gün, the other daty. geçişsiz, s. intransitive.
- geçen hafta/ay/yıl …, last week/ geçiştirmek, e. to escape, to avoid, to
month/year … . survive; to pass over, to get rid of.
- geçen sefer, last time. geçit, a. passageway, passage.
geçenek, a. corridor. geçkin, a. & s. elderly, somewhat aged;
geçenlerde, zf. lately, recently. over, past; overripe, overmatured.
geçer, s. current, in circulation; valid, geçmek, e. to be transmitted, to be
in force; passing.
inherited, to be caught by/from
geçerli, s. current, valid, prevalent.
(disease) ; to penetrate into; to go
geçerlil/geçerlilik, a. validity.
through, to pass by/through/over, to
geçersiz, s. invalid, null, inoperative,
go by; to elapse, to roll; to be over,
no longer in force.
to expire, to lapse; to overtake; to
geçersizlik, a. nullity, invalidity.
be valid; to spoil; to be current; to
geçici, s. infectious, contagious;
skip; to occur.
temporary, provisional, temporal,
- adı geçen, the above mentioned.
passing.
geçici olarak, zf. temporarily. - ağrı geçti, the pain has passed off.
geçirgen, s. permeable. - aklından geçmek, e. to cross one’s
geçirgenlik, a. permeability. mind.
geçirimli, s. permeable. - başından geçmek, e. to happen to
geçirimlilik, a. permeability. one, to befall.
geçirimsiz, s. impermeable, impervious. - birbirine geçmek, e. to mash, to
geçirimsizlik, a. impermeablility, intertwine.
imperviousness. - çok geçmeden, before long.
geçmiş 79 gençleşmek

- ele geçmek, e. to be caught/ geliş, a. presentation, arrival, coming,


obtained. gait.
- geçip gitmek, e. to go away/by, to gelişigüzel, zf. & s. by chance, at
pass away, to roll by, to go past. random, carelessly, casually,
- iş işten geçmeden, before it’s too anyhow, as it comes; random,
late. causal, haphazard, haphazard,
- iş işten geçti, it’s all over, it’s too indiscriminate, deaultory.
late. gelişim, a. development, growth,
… den geçmek, e. to go over, to go progress, flourishing, evolution.
through, to pass, to cross; to gelişme, a. development.
renounce, to give up. gelişmek, e. to develop, to grow up,
geçmiş, s. past, bygone; passed away, to grow health, to progress, to
overripe. flourish, to prosper, to thrieve, to
geçmiş ola, It’s too late. burgeon.
geçmişte, in the past. gelişmiş, s. developed, grown-up.
gedik, a. gap, breach; pass; difficulty. az gelişmiş, s. under-developed.
gedik açmak, e. to make a breach in. geliştirmek, e. to develop, to
gedik kapamak, e. to fill up a gap. improve, to evolve, to expand, to
gedikleri tıkamak, e. to stop up the build up.
gaps. gelmek, e. to arrive, to come; to
geğirmek, e. to eructate, to belch; to occur, to befall; to happen; to
burp, to gurk. appear, to seem; to proceed from, to
geğirti, a. belch, eruction, eructation. derive from; to fit, to suit; to
gelecek, a. & s. future, prospects, tolerate, to endure, to bear.
lookout; coming, forthcoming, - … e gelince, as for, as/so far as I
future, next. am concerned.
- bana öyle geliyor ki .., It seems to
gelecek zaman, the future time.
me that… .
gelecekte, zf. in the future.
- gel gelelim, but, however, and yet,
gelen, s. coming.
unfortunately.
gelenek, a. tradition.
- gelip geçici, transient, passing.
gelenekçi, a. traditionalist.
- gelip gitmek, e. to come and go;
gelenekçilik, a. traditionalism.
to frequent.
geleneksel, s. traditional.
gen, son -angled, -side, -lateral, angular.
gelgeç, s. inconstant, fickle.
-gen, -gan, -ken, -kan, sonek. adjective
gelgelelim, bğl. but, however, forming suffix. ex. unutkan, atılgan,
nevertheless, and yet. çekingen.
gelgit, a. tide. gen, a. gene; broad, vast, wide,
gelgitli, s. tidal. spacious; abundant, wide, bountiful.
gelin, a. bride. gencecik, s. very young.
gelincik, a. poppy (botany); weasel genç, s. & a. young; a young man.
(zoology). gençleşmek, e. to become young, to
gelir, a. income, profit. be rejuvenated.
gençleştirmek 80 gerekseme

gençleştirmek, e. to rejuvenate; to genlik, a. amplitude.


make young again, to make look genlik, a. wideness; affluence.
younger. genzi tıkanmak, e. to have a stuffy
gençlik, a. youth, youthfulness; the nose.
young; younger generation. gerçek, s. & a. real, true, authentic,
gene de, bğl. in spite of, all the same, genuine; reality, truth.
yet. gerçekçi, a. realist; realistic.
gene, zf. again, moreover, still. gerçekçilik, a. realism.
genel, s. general. gerçekdışı, s. unreal.
genel olarak, zf. in general, by and gerçekdışılık, a. unreality.
large, broadly speaking. gerçeklemek, e. to confirm, to verify,
genel uyuşturum, a. narcosis. to ascertain.
genelleme, a. generalization. gerçekleşmek, e. to come/become
genellemek, e. to generalize. true, to turn out to be true, to
genelleşmek, e. to become general. materialize.
genelleştirmek, e. to generalize. gerçekleştirmek, e. to realize
genellik, a. generality. gerçeklik, a. reality.
genellikle, zf. generally, in general. gerçekten, adv. in fact, indeed;
genetic, a. genetics. actually, really, truly.
geniş, s. wide, broad,; vast, spacious, gerçeküstü, a. surrealist.
large, extensive; ample, abundant. gerçeküstücülük, a. surrealism.
- geniş açı, obtuse angle. gerçi, bğl. although, though, it is true
- geniş fikirli, broad-minded. that, albeit, despite the fact that.
- geniş ölçüde, on a large scale. gerdan, a. neck, front of the neck,
- geniş yürekli, generous. throat.
genişleme, a. dilatation. gerdanlık, a. necklace, neckband.
genişlemek, e. to widen, to broaden; gereç, a. equipment, instrument,
to extand, to expand, to dilate, to aterial.
become wide. gereği gibi, zf. properly, as is due.
genişlemiş, s. dilate. gereğince, zf. in accordancev with,
genişlenim, a. ectasia, dilation, according to,
expension. gerek, s., a. & zf. necessary, needed,
genişletmek, e. to widen, to dilate, to requisite; need, necessity; probably.
enlarge; to extend, to expand. bğl. whether … or … .
genişlik, a. width, breadth, amplitude, gerekirse, if necessary.
ampleness; tolarence, wideness. gerekli, s. necessary, needed,
spaciousness; easy of mind. required.
geniz, a. nasal passage, nasal fossae. gereklik, a. necessity.
genizden konuşmak, e. to speak … gerektir, it is necessary to.
through the nose. gerekmek, e. to be necessary/
genizsi, s. nasal. needed/required; to be lacking.
genleşme, a. dilatation, expension gerekseme, a. necessity, need, want.
gereksemek 81 gerilek

gereksemek, e. to consider necessary, - yerine getirmek, e. to fulfil, to


to feel the necessity of. carry out, to execute.
gereksinim, a. need, necessity, - yerine getirtmek, e. to cause to
requirement. be brought / imported / transported;
gereksinme, a. necessity, need, want. to send for; to import from; to
gereksinmek, e. to consider order.
necessary, to need, to require. geri çekilim, a. retraction.
gereksiz yere, adv. unnecessarily. geri çekilme, a. retraction.
gereksiz, s. unnecessary. geri çekilmek, e. to withdraw, to
gereksizlik, a. needlessness. recede; to retire.
gerektirmek, e. to require, to geri çekmek, e. to withdraw, to draw
necessitate, to determine, to entail, back.
to exact, to involve. geri çevirmek, e. to reject, to turn
gergedan, a. rhinoceros. back, to send back.
gergi, a. tonus. geri dönmek, e. to come back, to
gergi artımı, a. hypertonia. return.
gergi azalımı, a. hypotonia. geri durmak, e. to refrain, to abstain
gergi bozukluğu, a. dystonia.
from, to keep apart, to hang back.
gergi yitimi, a. atony.
geri gelmek, e. to come/get back.
gergili, s. tonic.
geri geri gitmek, e. to draw back, to
gergin, s. stretched, taut, tigh; tense;
walk backwards.
strained.
geri gitmek, e. to go back, to
gerginleşmek, e. to become tense.
gerginleştirmek, e. to tighten. retrogress, to retrograde, to
gerginlik, a. tighness, tension, retrocede, to decline, to recede.
tautness, tenseness. geri göndermek, e. to send back.
gergiölçer, a. tonometer. geri kalan, a. reminder, rest.
gergiölçüm, a. tonimetry. geri kalmak, e. to remain behind; to
gergisiz, s. atonic. be slow.
geri, zf., a. & s. back, backward, geri koymak, e. to put back.
behind; rear, hinder part; reminder, geri sayma, a. countdown.
rest; posterior, hinder; underdeveloped, geri taşma, a. regurgitation.
undeveloped geri tepmek, e. to push back, to kick
geri akış, a. reflux. back; to recoil.
geri almak, e. to recover, to get back; geri verme, a. feedback.
to set back, to put back; to geri vermek, e. to return, to give
withdraw, to take back. back.
geri bildirim, a. feedback. geri zekalı, mentally retarded.
geri çağırmak, e. to recall, to call gerici, a. tensor.
back. geride, zf. & ed. behind, at the back
- gidip getirmek, e. to fetch. of.
- meydana getirmek, e. to create, geriden, zf. from behind.
to bring into existence / being. gerilek, s. regressive.
gerileme 82 gezinmek

gerileme, a. recession; regression, gevezelik, a. babbling, chattering,


retrogression. indiscreet talk, gossip.
gerilemek, e. to recede, to go back, to gevezelik etmek, e. to chatter, to
draw back, to move backward; to babble; to be indiscreet.
retrogress, to retrograde, to warsen, geviş, a. rumination, chewing the cud.
to fall behind. geviş getirenler, a. ruminants.
gerileyici, s. regressive. geviş getirmek, e. to ruminate, to
gerileyim, a. involution. chew the cud.
gerili, s. tense, taut, tigh, stretched. gevrek, s. crisp, crackly, brittle,
gerilim, a. stress, tension, potential; friable.
frustration. gevreklik, a. crispness.
gerilim ölçer, a. potentiometer. gevremek, e. to become crisp/brittle/
gerilimli, s. tense. dry.
gerilme, a. tension. gevretmek, e. to embrittle.
gerilmek, e. to be stretched/ gevşek, s. loose, lax, slack; weak,
tightened; to become tense/taut/ soft, feeble.
tight/stretched gevşeklik, a. looseness, slackness,
gerinim, a. strain. weakness.
gerinmek, e. to stretch oneself. gevşem, a. diastole.
gerisaymak, e. to count down. gevşeme, a. loosening; relaxation.
gerisin geriye, zf. backwards. gevşemek, e. to loosen/slacken; to
gerisinde, zf. & ed. behind, at the diminish; to become loose/slack; to
back of. languish.
geriye, zf. back, backward. gevşemli, s. diastolic.
geriye doğru, zf. backwards; retro- . gevşetici, s. relaxant.
germe, a. stretch, a stretching; gevşetmek, e. to loosen, to slacken,
tension.
to weaken, to relax, to unbind; to
germek, e. to stretch, to tighten, to
neglect.
tense.
geyik, a. deer; stag.
getirgen sinirler, afferent nerves.
gezdirmek, e. to take out for a walk;
getirgen, s. afferent.
to take someone for a walk.
getirilmek, e. to be brought.
- göz gezdirmek, e. to run over, to
getirmek, e. to bring, to produce, to
run through, to scan, to survey, to
yield.
look through.
- cinnet getirmek, e. to go mad.
- dile getirmek, e. to mention. gezegen, a. planet.
gevelemek, e. to mumble, to chew, to gezer, s. mobile.
champ. gezer hasta, a. outpatient.
- evelemek gevelemek, to hum and gezici, s. migrating.
haw. gezici kurtçuk, a. larva migrans.
geveze, s. & a. talkative, loquacious, gezinmek, e. to wander about, to go
chatty, indiscreet, talky; babbler, for a walk; to rove, to stroll; to
chatterer. travel.
gezinti 83 giriş

gezinti, a. excursion, outing trip, gırtlak, a. larynx, ç. larynges, throat,


stroll, walk, pleasure trip; ambulatory; windpipe.
passage, corridor. gırtlak …, önek. laryng- , laryngo- .
gezmek, e. to go/walk/move about, to gırtlak açımı, a. laryngotomy.
strove, to move, to wander; to gırtlak aralığı, a. glottides.
inspect, to go over, to see inside. gırtlak bilimi, a. laryngology.
gıcığı tutmak, e. to have a tickle in gırtlak boşluğu, a. cavum larynges,
the rhroat. laryngeal cavity.
gıcık, a. tickling sensation in the gırtlak felci/inmesi, a. laryngoparalysis.
throat, tickle; irritation. gırtlak yangısı, a. laryngitis.
gıcık vermek, e. to cause to caugh. gırtlakla ilgili, s. laryngeal.
gıcıklamak, e. to cause an irritation gışa, a. tissue, membrane.
in the throat. gibi, zf. & ed. like, similar; as; just as.
gıcıklanmak, e. to have tickling - …imiş gibi, as though, as if.
sensation. - …sine gelmek, to seem, to appear.
gıcırdamak, e. to creak, to rustle, to - ne gibi?, what sort of?
grind, to squeak, to grate, to chatter, gider, a. expenditure, expense.
to crunch. giderayak, zf. at the last moment, just
gıcırdatmak, e. to grate, to make before leaving.
creak, to grit; to grind the teeth. giderek, zf. gradually, by degree,
gıcırtı, a. creak, rustling sound, more and more, little by little.
creaking noise. giderici, ön. e. anti- .
gıcırtılı, s. creaky. gidermek, e. to relieve, to cause to
gıda, a. nutriment; nourishmwent; cease, to remove; to make
food, diet, aliment. disappear; to satisfy; to settle.
gıdasız, s. undernourished; not gidici, a. goner, one who will die
nutritious. soon.
gidiş, a. departure, a going; gait,
gıdı, a. the lower part of the chin.
pace; conduct.
gıdıklamak, e. to feel tickling/
gidiş geliş, zf. a going and coming.
ticklish.
gidiş geliş/dönüş bileti, a. a return
gıdıklamak, e. to trickle.
ticket; a round trip ticket.
gıgalı, s. nutritious, nourishing
gidişat, a. development, course,
gına, a. sufficiency, contentment,
course of events; going-on.
wealth; satiety; disgust.
gidişmek, e. to itch, to feel itching.
gına gelmek, e. to have had enough girdap, a. whirlpool.
of. girdi, a. input.
gına getirmek, e. to be tired of, to be girdisi çıktısı, zf. income and
fed up with, to be sick of. expenditure, the ins and outs.
gıpta, a. envy. girift, s. intricate, complicated.
gıpta etmek, e. to envy. girinim, a. penetration.
gırıldamak, e. to rattle, to creak; to giriş, a. entrance, entry; introduction.
rumble. giriş, a. porta, ç. portae; port, portal.
giriş çıkış 84 göçebe

giriş çıkış, entrance and exit; a going gizli, s. hidden, secret, concealed;
in and out. confidential; occult.
girişik, a. complex, intricate. - gizli kapaklı, obscure, clandestine,
girişim, a. interference; undertaking, suspicious.
enterprise. - gizli sıtma, secret/dormant malaria.
girişken, s. pushing, enterprising. gizli tutmak, e. to keep secret, to
girişmek, e. to set about, to hide.
undertake, to attempt; to launch, to gizlice, zf. secretly.
attack; to mix up, to meddle. gizlilik, a. secrecy.
girit (sayrıl), a. sinus. glayöl, a. gladiolus.
girmek, e. to enter, to go in/into, to glikoz, a. glucose.
come in, to get in/into; to begin, to gliserin, a. glycerine, glycerol.
start; to participate, to join. glokom, a. glaucoma.
-araya girmek, e. to intervene, to gonca, a. bud.
mediate. goncagül, a. budding rose.
gitgide, zf. increasingly, gradually, goril, a. gorilla.
more and more. göbeği düşmek, e. to develop an
gitmek, e. to go; to depart, to leave umbiklical hernia.
for, to go away; to die; to drop off, göbeğini kesmek, e. to cut the
to fall asleep; to endure, to last; to umbilical cord.
lead; to go on, to continue; to suit; göbek, a. hilus, umbilicus, ç.
to be sufficient for, to be enough umbilici, navel; punch, potbelly;
for; to endure; to be lost, to die. center, central part, heart of; core.
gittikçe, zf. gradually, by degrees, göbek …, önek. omphal- , omphalo- .
more and more, increasingly. göbek bağı, a. umbilical cord;
giydirmek, e. to dress, to clothe funicle.
someone. göbek çıkarımı, a. omphalectomy.
giymek, e. to put on. göbek ile ilgili, omphalic, umbilical.
giyotin, a. guillotine. göbek şeklinde, s. umblicate,
giysi, a. clothes. umblicated, umbilicatus, of navel
giz, a. secret, mystery. shape, pitlike, dimpled.
gizem, a. mystery. göbek kordonu, a. umbilicalo cord.
gizemci, a. mystic. göbek ülseri, a. omphalelcosis.
gizemcilik, a. mysticism. göbek yangısı, a. omphalitis.
gizemli, s. mysterious. göbeklenmek, e. to become paunchy.
gizil, s. potential; latent. göbekleşme, a. umblication.
gizilgüç, a. potential. göbekli, s. pot-belly.
gizleme, a. hiding, concealment; göç, a. migration, emigration,
camouflage. immigration.
gizlemek, a. to hide, to conceal; to göç etmek, e. to migrate, to emigrate,
camouflage; to blot out, to veil. to immigrate
gizlenmek, e. to hide oneself, to lurk. göçebe, a. & s. nomad, nomadic.
göçebelik 85 gömmek

göçebelik, a. nomadism, nomadic göğüs tahtası, a. sternum, breastbone.


life; migration. göğüs zarı, a. pleura.
göçer, a. & s. migratory, nomadic. göğüs zarı ayırımı, a. thoracolysis.
göçmek, e. to migrate, to move off/to; göğüs zarı hava toplanımı, a.
to fall down, to subside; to die. pneumothorax.
göçmen, a. migrant, immigrant. göğüs zarı irin toplağı, empyema.
göçmenlik, a. migration, immigration. göğüs zarı sulu yangısı, a. pleurisy,
göçük, a. caved-in; collapsed, fallen pleuritis.
down, down. göğüslü, s. broad-chested, full-
göçünmek, e. to die. blossomed.
göçürmek, e. to transfer, to gobble göğüslük, a. apron, bib, pinafore;
up. breast-plate, breast harness.
göden, a. rectum. göğüssel, s. thoracic.
göden …, proct- , procto- . gök, a. sky.
göden ağrısı, a. proctalgia, gök gürlemek, e. to tunder.
poroctodynia, rectalgia. gök gürlemesi, a. thunder.
göden çıkarımı, a. proctectomy. gök mavisi, s. sky blue.
göden genişlemesi, a. proctectasia. gökbilim, a. astronomy.
göden sarkması, a. proctocele, gökbilimci, a. astronomer.
rectocele; prolapse or herniation of gökcismi, a. celestial body.
the rectum. gökçe, s. bluish.
göden uyuşturumu, a. rectal gökdelen, a. skyscraper.
anesthesia. gökfiziği, a. astrophysics.
göden yangısı, a. proctitis, rectitis. gökkuşağı, a. rainbow.
gödenbilim, a. proctalgia. gökküresi, a. celestial sphere.
göğüs, a. thorax, thoracis, ç. thoraces; göksel, s. celestial.
chest; breast, bossom. göktaşı, a. meteor, meteorite.
göğüs …, önek. thora-, thoraco-, göl, a. lake.
thoracico-. gölcük, a. puddle, pond.
göğüs açımı, a. thoracotomy. gölek, a. puddle, pool.
göğüs ağrısı, a. thoracalgia, gölge, a. shadow, shade.
thoracodynia. gölge etmek, e. to shade.
göğüs akkan yolu, a. ductus gölgelemek, e. to overshadow, to
thoracicus, thoracic duct. shade in.
göğüs ana atardamarı, aorta gölgeli, s. shady, shadowy, shaded.
thoracicus, thoracic aorta. gölgelik, a. shady spot, bower,
göğüs darlığı, a. asthma. arbour.
göğüs delimi, a. thoracantesis, gömlek, a. tunica, ç. tunicae, tunic,
thoracocentesis. layer, skin.
göğüs gözgülenimi, a. thoracoscopy. gömme, s. & a. embedded, buried;
göğüs harabiyeti, thoracyllosis. recessed, inlaid, inset; burial.
göğüs içi, s. intrathoracic. gömmek, e. to bury, to inter, to
göğüs ile ilgili, s. thoracic, thoracal. entomb.
gömü 86 görmek

gömü, a. buried. görevlendirilmek, e. to be charged


gömük, s. buried. with.
gömülmek, e. to be buried. görevlendirmek, e. to charge, to
gömülü, s. buried. entrust with.
gömüt, a. grave, tomb. görevlenmek, e. to be charged, to
gömütlük, a. graveyard, semetery. entrusted with.
gön, a. leather. görevli, s. charged, in charge of, on
gönderilmek, e. to be sent. duty; functionary.
gönderme, a. dispatch, shipment; görgeç, a. slide.
reference. görgü, a. experience, social
göndermek, e. to sand, to dispatch, to education, good manner.
send away, to see of. görgülü, s. experienced, of good
gönlü bulanmak, e. to feel sick/ manners.
nauseated. görgüsüz, s. inexperienced, ill-bred,
gönül, a. heart; feelings. without manners, unmannerly.
gönül bulanmak, e. to nauseate; to görgüsüzlük, a. inexperience,
arose suspicion. unmannerliness.
gönüllü, a. & s. volunteer; willing. gör-işit, s. audio-visual.
gönüllülük, a. willingness. görkem, a. splendour, magnificence,
gönülsüz, s. unwilling, reluctant, pomp.
disinclined. görkemli, s. pompous, splendid,
gönülsüzlük, a. disinclination, magnificent.
unwillingness, reluctance, half- görme, a. seeing; vision, sight.
heartedness. görme açısı, a. angle of vision.
gönye, a. setsquare. görme alanı, a. field of vision.
göre, ed. according to, as to, in görme güçsüzlüğü, a. asthenopia.
respect of, in accordance with, görme keskinliği, a. acuity,
suitable for. clearness, distinctness, sharpness.
görecelik, a. relativitism. görme organı, a. visual organ.
göreli, s. relative. görme ölçümü, a. optometry.
görelik, a. relation. görme siniri, a. optic nerve.
görelilik, a. relativity. görme yitimi, a. amblyopia.
görenek, a. custom; use, usage; görmek, e. to see, to perceive, to
routine. notice; to consider, to regard as, to
göreneksel, s. customary. deem; to undergo, to suffer, to
görev, a. duty, task; function; experience, to go/pass through; to
mission, assignment, service. accomplish, to perform, to do; to
görev almak, e. to appoint, to visit, to call upon; to meet, to come
nominate. across; to furnish; to witness.
görevden almak, e. to relieve of - hor görmek, e. to scorn, to look
duty, to remove. down on, to despise, to disdain.
görevden çıkarmak, e. to dismiss, to - hoş görmek, e. to tolerate, to
fire, to sack. overlook, to condone.
görmemezlik 87 göz

- küçük görmek, e. to underestimate, gösterge, a. indicator.


to underrate, to belittle. gösteri, a. display, show; manifestation,
görmemezlik, a. connivance. demonstration; performance.
görmemezlikten gelmek, e. to gösteri yapmak, e. to demonstrate, to
overlook, to ignore, to connive. make a demonstration.
görsel, s. visual. gösterim, a. performance; projection.
görmezlik, a. blindness. gösterimcilik, a. exhibitionism.
görü, a. view; eyesight, vision. gösteriş, a. display, show, affectation,
görünmek, e. to appear, to come in ostentation; demonstration;
sight, to be seen, to be visible, to appearance; eyewash.
come into view; to be seen, to seem. gösteriş yapmak, e. to show off; to
görünmez, s. invisible, unseen. make a demonstration.
görünmez olmak, e. to disappear. gösterişli, s. striking, charming,
görüntü, a. phantom, spectre; image, imposing, showy.
picture. gösterişsiz, s. simple, plain, modest,
görüntüleme, a. visualization. unimposing, poor-looking.
görüntülemek, e. to visualize. gösterme, a. designation.
görünüm, a. appearance, view, göstermek, e. to show, to point out,
aspect. to indicate, to designate; to exhibit,
görünür, s. apparent, visible, in sight, to display; to demonstrate; to prove;
seeming. to expose; to look, to appear, to
görünürde, zf. in appearance, in
seem.
sight.
göstermelik, a. sample, specimen;
görünüş, a. appearance, sight,
false.
spectacle; aspect; external view.
göt, a. buttocks, backside, behind,
görünüşte, zf. apparently, seemingly.
bottom, arse; posterior.
görüş, a. sight, view; point of view,
götürgen, s. efferent.
opinion, standpoint, viewpoint.
götürmek, e. to take away, to carry
- görüş açısı, angle of vision.
- görüş ayrılığı, difference of off/away, to bring away; to take
opinion, divergence, disparity of with; to conduct to, to lead; to
views. support, to endure, to bear; to
- görüş birliği, agreement of opinion. accompany; to kill.
görüşme, a. interview; meeting; gövde, a. body, trunk, truncus, stem;
conversation, discussion, negotiation. carcass.
görüşmek, e. to meet, to have an gövdeli, s. stout, corpulent, husky.
interview, to converse; to discuss, to göynük, a. decayed, putrid, rotten;
negotiate; to have relation with, to burned; pain, distress.
see eachother. göz, a. eye; compartment, section;
görüştürmek, e. to introduce to one drawer; glance, look; hole; source,
another, to let see one another, to spring.
arrange a meeting for. göz …, ocular, ophthalmic.
göz atmak 88 gözlüklü

göz atmak, e. to glance at. göze kalıtımbilimsel, s. cytogenic.


göz bankası, a. eye-bank. göze oluşturan, s. cytogenous.
göz banyosu, a. eye-bath. göze oluşumu, a. cytogenesis.
göz çukuru, a. orbit, orbita, ç. göze öldürücü, a. cytocide.
orbitae. göze ölümü ile ilgili, s. cytocidal.
göz gezdirmek, e. to cast an eye göze parçalanması, a. cytoclasis.
over. göze yutmak, e. phagocytose.
göz göre göre, zf. openly, knowingly, göze yutumu, a. phagocytosis.
publicly. gözebilim, a. cytology.
göz ışınkırımı, a. refraction. gözeiçi, s. intracellular.
göz kamaştırmak, e. to fascinate, to gözelerarası, s. intracellular.
dazzle. gözenek, a. stoma; pore.
göz kapağı, a. eyelid. gözesel, s. cellular; relating to/derived
göz karası, a. pupil of the eye. from/composed of cells.
göz titremi, a. nystagmus. gözesel bağışıklık, a. cellular
gözakı, a. sclera; the white of the eye. immunity.
gözbebeği, a. pupil, pupilla, ç. gözesel gerileme, a. anaplasia.
pupillae. gözetici, a. protector.
gözbebeği genişlemesi, a. mydriasis. gözetim, a. care, supervision.
gözbilim, a. ophthalmology. gözetleme, a. watch, observation.
gözcü, a. occulist; scout, observer, gözetlenmek, e. to observe.
watchman. gözetmek, e. to look after, to take
gözde, s. favourite, much liked, in care of, ; to protect, to guard; ; to
favour. consider, to respect, to regard.
gözden geçirmek, e. to look over, to gözevi, a. eye socket.
go over. gözeye benzer, s. cytoid.
gözden kaçmak, e. to be overlooked. gözezarı, a. cellular membrane.
gözden kaybolmak, e. to disappear. gözlem, a. observation.
göze, a. cell. gözlemci, a. observer.
göze …, cyt- , cyto- . gözleme, a. observation.
göze almak, e. to risk, to venture. gözlemek, e. to keep an eye on, to
göze bölünmesi, a. mitosis, ç. watch for, to wait for; to observe.
mitoses. gözlemevi, a. observatory.
göze dizilimi, a. cytoarchitecture. gözlemlemek, e. to observe.
göze ekimi, cell culture. gözlerini dikmek, e. to stare.
göze gerilemesi, a. anaplasia. gözleyici, a. observer.
göze görünmek, e. to be visible, to gözlük, a. eyeglasses, glasses,
show. spectacles.
göze içi şeker eksikliği, gözlük takmak, e. to wear glasses.
cytoglucopenia. gözlükçü, a. optician.
göze kalıtımbilim, a. cytogenetics. gözlüklü, s. wearing glasses;
göze kalıtımbilimci, a. cytogeneticist. spectackled.
göztaşı 89 günçiçeği

göztaşı, a. copper sulphate. güçlük çekmek, e. to have difficulty.


gözükmek, e. to become visible, to güçlük çıkarmak, e. to make
show oneself, to be seen; to appear. difficulties.
gözyaşı, a. tear. güçlükleri yenmek, e. to overcome
grafik, a. graphics, grap; diagram. all difficulties.
granül, a. granule. güçlüklerle karşılaşmak, e. to
grev, a. strike. experience /meet with difficulties.
gri, s. gray, grey. güçlülük, a. strength.
grip, a. influenza, flu. güçsüz, s. weak, feeble, impotent.
grup, a. group, section. güçsüzlük, a. weakness, feebleness,
gruplaşmak, e. to form groups. debility.
gudde, a. gland. güdeç, a. monitor.
guruldamak, e. to rumble. güdü, a. drive, motive, incentive.
gurultu, a. rumbling noise. güdük, s. deficient, incomplete, stump.
gurur, a. pride, vanity, conceit, güdük bırakmak, e. to stunt.
arrogance. güdük kalmak, e. to be incomplete.
gurur duymak, e. to feel proud of, to güdüleme, a. motivation.
take pride in. güdüm, a. leading, driving,
gururlanmak, e. to grow proud of. management, direction, guidance.
gururlu, s. conceited, vein. güdümlü, s. directed, controlled,
gut, a. gout. guided.
gübre, a. dung, manure, fertilizer. gül, a. rose.
gübrelemek, e. to fertilize, to dung, güldürmek, e. to make laugh.
to manure. güleç, s. smiling.
gübreli, s. fertilized, manured. gülme, a. laughing, laughter.
gücendirmek, e. to offend, to hurt. gülmek, e. to laugh.
gücenik, s. offended, hurt. gülümseme, a. smile, smiling.
güceniklik, a. offence, hurt; gülümsemek, e. to smile.
resentment. gülünç, a. ridiculous, funny, comical.
gücenmek, e. to be offended, to be gülüş, a. laughter.
hurt. gümbürdemek, e. to roar, to thunder,
gücü yetmek, e. to be strong enough. to boom.
gücüne gitmek, e. to hurt someone’s gümbürtü, a. roar, rumble, booming.
feelings. gümüş, a. silver.
güç, a. strength, force. s. difficult, gün, a. day, daytime; age, period,
ardous, hard. time; light, sun; happy/better days.
güçbela, zf. with great difficulty. gün/güneş tutulması, a. solar
güçişeme, a. dysuria, dysury, eclipse.
difficulty/pain in urination. günah, a. sin, guilt, crime, fault.
güçlü, s. strong, powerful; violent. günaşırı, zf. every other day.
güçlü kuvvetli, s. very strong and güncel, s. current, actual, topical.
healthy. günçiçeği, a. sunflower.
gündelik 90 güveni olmak

gündelik, s. daily, everyday; daily günlük ağacı, a. liquidambar tree.


fee/wages. günü, a. envy, jealosy.
gündelikçi, a. day-labourer. günübirlik, zf. a day visit.
gündelikçilik, a. day labour. günücü, a. envious, jealous.
gündem, a. agenda. güpegündüz, zf. in broad daylight.
gündeme almak, e. to put on the gür, s. dense, abundant, thick, bushy.
agenda. gürbüz, s. sturdy, healthy, robust.
gündüz, a. daytime. gürbüzlük, a. sturdiness.
gündüzcü, zf. on day duty. gürlemek, e. to thunder, to roar; to
gündüzleri, zf. in the daytime, during boom, to roll.
the day. gürlük, a. abundance, exuberance.
günebakan, a. sunflower. güruh, a. gang, band, mob, flock,
güneş, a. sun, sunshine. group, crew.
güneş banyosu, a. sun bath, sun gürül gürül akmak, e. to flow
bathing. abundantly, to flow with a gurgling
güneş batması, a. sunset. sound.
güneş çarpması, a. sunstroke. gürüldemek, e. to make a thundering/
güneş doğması, a. sunrise. loud noise.
güneş ışığı, a. sun light, sunshine. gürültü, a. noise, uproar, clamour;
güneş ışını, a. sunbeam, sun ray. fuss, confusion.
güneş sistemi, a. solar system. gürültü çıkarmak, e. to make a
güneş tutulması, a. solar eclipse. noise; to cause trouble.
güneş yanığı, a. sunburn, sunburnt, gürültücü, s. noisy, troublesome,
tan. rowdy
güneşlenmek, e. to sunbathe. gürültülü, s. noisy, tumulruous,
güneşli, s. sunny. clamorous.
güneşlik, a. sun shade; sunny place. gürültüsüz, s. noiseless, quiet, tranquil.
güneşsiz, s. sunless. gürültüsüzce, zf. noiselessly, silently.
güney, a. south, southern. güş yitimi, a. asthenia.
güney kutbu, a. south pole. gütmek, e. to drive, to tend; to nurse,
güneybatı, a. southwest, southwestern. to cherish, to nourish; to pursue.
güneydoğu, a. southeast, southeastern. güve, a. moth.
güneyli, s. southerner. güven, a. trust, confidence, faith,
günlü, s. dated. reliance
günlük, s. & a. daily. of the same güvence, a. security; deposit;
day; usual, for … days, of … days, assurance, guarantee.
… days old; diary; frankincense, güvenceli, s. guaranteed, secured.
incense, myrrh. güvenç, a. confidence, trust, reliance.
- günlük güneşlik, s. sunny place/ güvendirmek, e. to give someone
weather. confidence.
- üç günlük bebek, a three-day-old güveni olmak, e. to have confidence
baby. in.
güvenilir 91 güzün

güvenilir, s. trustworthy, dependable, güzel, s. beautiful, pretty, lovely, fair;


reliable. nice, fine; graceful; good. all right!
güvenli, s. reliable, confident; safe, well! dood!
secure. güzelavratotu, a. belladonna.
güvenlik, a. security güzelce, zf. pretty fair, fairly well,
güvenmek, e. to rely on, to trust in, to thoroughly.
confide in. güzelleşmek, e. to become beautiful.
güvenoyu, a. vote of confidence. güzelleştirmek, e. to beautify, to
güvensiz, s. distrustful. make beautiful/pretty, to adorn, to
güvensizlik, a. lack of confidence, embellish.
distrust. güzellik, a. beauty, fineness,
güvercin, a. pigeon. prettiness, goodness.
güvez, s. purplish red. güzellikle, zf. gently, softly.
güya, zf. as though, as if; reputedly; güzide, s. outstanding, distinguished,
supposedly; so-called, in word only. select; choice.
güz, a. antumn, fall. güzün, zf. in autmn.
H,h

haber, a. news, information, notice, hafifleşmek, e. to become flighty; to


message, knowledge; tidings, diminish.
rumour. hafifletici, s. palliative, alleviating,
haber alma, a. intelligence, extenuating.
information. hafifletmek, e. to lighten; to
haber almak, e. to receive information, alleviate, to palliate, to extenuate.
to make inquiry, to learn. hafiflik, a. lightness, slightness,
haber göndermek, e. to send a mildness, relief; flightiness.
massage, to send news. hafifsemek, e. to underestimate, to
haber vermek, e. to inform, to consider, to make light of, to make
notify, to report, to announce. unimportant; to take lightly.
haberci, a. messenger, ingformer, hafta, a. week.
forerunner. hafta arasında, zf. during the week.
haberdar, s. informed. hafta başı, zf. the first day of the
haberleşme, a. correspondence, week.
communication. hafta sonu, zf. week end.
haberleşmek, e. to correspond, to hak etmek, e. to deserve, to merit.
communicate. hakbilimci, a. folklorist.
haberli, s. informed. hakça, zf. just, justly, rightly.
habersiz, s. unaware, uninformed, hakçası, zf. in reality, truly.
unconscious; without warning. hakeza, bğl. also, likewise.
habis, s. malignant; wicked, hakikat, a. truth, reality.
abominable, vicious. hakiki, s. true, real, genuine; sincere.
hacet, a. & s. necessity, need, hâkim, a. & s. judge; ruler, governer;
requirement; necessary, needed, dominant, predominant; ruling,
required. prevailing, dominating; overlooking.
hacim, a. size, volume, bulk, capacity. hâkim olmak, e. to rule, to dominate.
hacimli, s. bulky, voluminous. hakir, s. insignificant, trifle, trifling;
had, a. degree, rank, extent, extremity; despicable, mean, low.
bounds, boundary, limit. hakir görmek, e. to despise, to scorn,
hadise, a. event, incident, occurence; to look down on.
accident. hakkında, ed. about, for, concerning,
hadise çıkarmak, e. to provoke an on, regarding, with regard to.
incident. hakkıyla, zf. properly, rightfully,
hadiseli, s. eventful. thoroughly.
hadisesiz, s. without event/incident, haklı, s. right, just; rightful, righteous,
calm, quiet. justifiable.
hafıza, a. memory. haklılık, a. rightness.
hafif, s. light, slight; easy; flighty, haksever, s. fair, just.
giddy, frivolous, light-minded. haksız, s. unfair, unjust, unjustifiable;
hafiflemek, e. to diminish; to lose illicit, unlawful.
weight; to become relieved. haksızlık, a. unfairness, injustice.
hal 93 harabe

hal, a. state, condition, situation, ham, s. immature, unripe, crude, raw;


status, case, state of affairs; troble, untrained, out of training; vain
bad situation; energy, strength; unreasonable; inexperienced
behaviour; solution; dissolving, hamam, a. bath; bathhouse;
melting; (covered) market-place. bathroom.
hal böyleyken, bğl. nevertheless, and hamamböceği, a. cockroach.
yet. hamile, s. pregnant.
hala, a. aunt, father’s sister. hamile kalmak, e. to become pregnant,
hâlâ, zf. yet, still. to conceive.
halat, a. rope, hawser. hamilelik, a. pregnancy.
halbuki, bğl. however, nevertheless, hamle, a. attack, assault, onslaught,
whereas, while. rush; dash, affort; lunge.
halden anlamak, e. to sympathize, to hamle yapmak, e. to attack; to make
be understanding. a great effort; to lunge at.
hale, a. areola. hamlık, a. immaturity, unripeness,
halel gelmek, e. to be harmed/injured. rawness; lack of experience.
halel, a. injury, defect, harm, damage, hammadde, a. raw material.
impairment, detriment. hamsi, a. anchovy.
halen, zf. now, at present, presently. hamur, a. dough, paste; pulp (paper).
halis, s. pure, unmixed; true, genuine, hamur gibi, s. soft, limp, doughlike.
choice, authentic, real; sincere. hamur işi, a. pastry.
halita, a. mixture, alloy, combination. hançere, a. larynx.
haliyle, bğl. naturally, consequently, hane, a. house, dwelling, building;
as a matter of course cell; compartment, chamber; column.
halk, a. people, common people, hangi, s. which, whichever, what.
folk, public, nation; population, hangimiz/hanginiz?, which one of
crowd. us/you?
halka ait, s. public. hangisi, which one?
halka, a. anulus, ring, hoop; chain; hanım, a. lady, woman, mrs, miss;
circle. wife.
halka olmak, e. to form a ring. hanımböceği, a. ladybug.
halkacık, a. annulus. hanımefendi, a. lady, madam.
halkalı, s. ringed; linked. hanımeli, a. honeysuckle.
halkbilim, a. folklore. hantal, s. clumsy, coarse, huge,
halkoyu, a. people’s vote. awkward.
halletmek, e. to solve, to work out; to hantallık, a. clumsiness, awkwardness.
analyse, to explain; to decipher; to hap, a. pill.
dissolve, to melt. hapçı, a. drug addict.
hallolmak, e. to be solved. hapşırık, a. sneeze.
halojen, a. halogen. hapşırmak, e. to sneeze.
halsiz, s. exhausted, weak, weary. hara, a. stud, stud farm, ranch.
halsizlik, a. exhaustion, weakness. harabe, a. ruin.
harap 94 hastalanmak

harap, s. ruined. harlı, s. burning in flames; hot-


hararet, a. heat, warmth; temperature, tempered.
fever; thirst; fervour, exaltation. has, s. particular, peculiar to, proper
harcama, a. expence, expenditure. to; unmixed, pure.
harcamak, e. to spend hasar, a. injury; damage, loss.
harç, a. expenses, expenditure, hasarlı, s. damaged.
outlay; tax, duty, cost, charge; hasarra uğramak, e. to suffer
ingredients, raw material. damage/loss.
hardal, a. mustard. hasat, a. harvest.
hareket, a. motion, movement¸ act, hasebiyle, ed. because of, by reason
action, deed; departure, start; of.
earthquake; behaviour. haset, a. envy, jealousy.
hareket etmek, e. to move, to act; to haset etmek, e. envy.
set out, to go off, to start, to leave hasetçi, s. envious, jealous.
for; to behave. hasisi, s. & a. mean, petty, vile;
harekete geçirmek, e. to bring into stingy, miser.
action. hasislik, a. stinginess, meanness,
harekete geçmek, e. to take action avarice, parsimony, niggardliness.
against. hasiyet, a. virtue, special quality.
hareketli, s. moving, active; vivacious, hasiyetli, s. useful to the health,
animated. beneficial.
hareketsiz, s. inactive, still, motionless; haslet, a. virtue, merit. to charge at,
inanimated, dull. to assail, to rush.
hareketsizlik, a. immobility, stillness. hassas, s. delicate, sensitive, scrupu-
harf, a. letter. lous, conscientious, susceptible,
harfiyen, zf. literally, word for word; touchy.
exactly. hassasiyet, a. sensitiveness, sensitivity,
harıl harıl, zf. continuously, susceptibility, touchiness.
incessantly; diligently, assiduously. hassaten, zf. specially, especially,
haricen, zf. externally, outwardly. particularly.
harici, s. exterior, external; foreign. hasta, s. & a. ill, sick, unwell,
hariciye, a. external diseases. invalid; patient.
hariciyeci, a. specialist in external - hasta arabası, a. ambulance.
diseases. - hasta etmek, e. to make ill.
hariç, a. & zf. outside, exterior; - hasta olmak, e. to get sick, to
abroad; excluding, except, but. become ill.
harikulâde, s. extraordinary, - hastası olmak, e. to be an addict to.
marvellous, unusual. - hastaya bakmak, e. to nurse a
haris, s. greedy, ambitious, avaricious, patient.
desirous. hastabakıcı, a. nurse.
harita, a. map. hastabakıcılık, a. nursing.
harlamak, e. to burn furiously, to hastalandırmak, e. to make ill.
flare up. hastalanmak, e. to become ill.
hastalık 95 hava kirlenmesi

hastalık, a. sickness, illness, ill- - hatırı için, because of, for the
health, ailment, affection; disease; sake of, out of regard for.
malady; addiction, passion, mania. - hatırı sayılır, s. respected, consi-
hastalıklı, s. unhealthy, diseased, derable.
sickly, ailing, morbid. - hatırım için, for my sake.
hastane, a. hospital. - hatırını kırmak, e. to hurt the
- hastaneye kaldırmak, e. to take feelings of, to offend.
to hospital. hâtıra, a. recollection, rememberance,
- hastaneye yatırmak, e. to hospiti- memory, reminiscence; souvenir.
lize, to place into hospital. - hatıra defteri, a. diary.
haste, a. envy, jealousy. hatırlama, a. remembrance,
haşarat, a. insects, vermin; mob, remembering.
rabble. hatırlamak, e. to remember, to
haşarı, s. naughty, mischievous, out recollect, to recall; to look back to.
of hand, wild, disorderly. hatırlatma, a. reminding.
haşarılık, a. naughtiness, unruly hatırlatmak, e. to remind, to call up;
behaviour. to evoke, to prompt; to call attention
haşere, a. insects. to.
haşhaş, a. poppy. hatırlı, s. influential, esteemed.
haşin, s. harsh, rude, bad-tempered, hatip, a. speaker, orator; preacher.
rough, brusque. hatmi, a. marshmallow, hollyhock.
haşinlik, a. harshness, rudeness, bad- hatta, bğl. even, so much so that, to
temper. the extent that.
haşlama, s. boiled. hatun, a. lady, wife, woman.
haşlamak, e. to boil; to scald, to hava, a. air, atmosphere; weather,
sting; to scold, to reprimand, to flay. wind, breeze, climate; sky; musical
haşlanmak, e. to be boiled/scalded. tune, melody; liking, desire; fancy,
haşmet, a. majesty, pomp, grandeur. whim; attraction, appeal.
haşmetli, s. magestic, grand. hava akımı, a. current of air.
hat, a. line, dash, stroke, sctratch, hava almak, e. to take the air in; to
mark; features; writing; railway go for a walk in the fresh air.
line. hava basıncı, a. air/atmospheric
hata, a. miatake, error, fault, blunder; pressure.
sin, crime, offence. hava boşluğu, a. atmospheric vacuum;
- hata ile, zf. by mistake. air pocket.
- hata işlemek, e. to commit a sin/an hava değişikliği, a. change of air.
error. hava geçmez/geçirmez, s. airtight.
- hata yapmak, e. to make a mistake. hava kabarcığı, a. hubble.
hatalı, s. faulty, wrong, errant; hava kaçırmak, e.to let air leak out.
errenous, mistaken. hava kaynaklı/kökenli, s. airborne.
hatır, a. memory, mind; idea, thought; hava kesesi, a. air bladder.
feelings; influence, consideration. hava kirlenmesi, a. air pollution.
hava köprüsü 96 hayran kalmak

hava köprüsü, a. air corridor. hayal kırıklığına uğramak, e. to be


hava raporu, a. weather report/ disappointed.
forecast. hayal kurmak, e. to daydream.
hava tıkacı, a. air embolus. hayalci, a. daydreamer.
hava tıkanısı, a. air embolism. hayalet, a. ghost, spectre, phantom,
hava yolları, a. airlines, airways. apparition, shadow.
havacı, a. aviator. hayali, s. imaginary, fantastic, utopian.
havacılık, a. aviation, aeronautics. hayalperest, a. dreamer.
havadar, s. airy. hayâsız, s. shameless, impudent.
havai fişek, a. fireworks. hayâsızlık, a. shamelessness,
havaküre, a. atmosphere. impudence.
havalandırma, a. ventilation. hayat, a. life, living, existence.
havalandırmak, e. to ventilate, to air, hayati, s. vital.
aerate. hayatiyet, a. vitality, liveliness.
havalanmak, e. to fly, to rise, to take hayatta, s. alive, living.
off; to be aired, to take in air; to haydi, ünl. hurry up, come on, come
become airborne. along.
havale, a. infantile convulsions. hayır, a. good, goodness, kindness;
havalı, s. airy, breezy; charming, prosperity, health; profit, advantage;
attractive; pneumatic. charity, benefaction.
havasız, s. stuffy, close; airless. hayır, zf. no.
havaya uçurmak, e. to blow up. hayız, a. menstruation, period.
havayla bulaşım, a. airborne. hayız görmek, e. to menstruate.
havayuvarı, a. atmosphere. hayızdan kesilmek, e. to reach
havlamak, a. barking. menopause.
havlamak, e. to bark. haykırış, a. shouting, cry, scream.
havlu, a. towel. haykırmak, e. to cry out, to shout, to
havsala, a. pelvis; comprehension, scream, to bawl.
intelligence. haylaz, s. & a. lazyidle; loafer, idler,
havsali, s. pelvic. vagabond.
havuç, a. carrot. haylazlık, a. idleness.
havuz, a. pool, pond, dock. hayli, s. many, much, a good deal of.
havuzcuk, a. calyx; pondlet. haylice, zf. considerably, fairly,
havyar, a. caviare. pretty.
havza, a. region, district, territory, - bir hayli, zf. somewhat, much,
site; river basin. considerably.
hayâ, a. shame, bashfulness, modesty. hayran, s. & a. amazed, filled with
haya, a. testicle. admiration; admirer, adorer, lover,
hayal, a. imagination, illusion, fancy; fan.
reflection, image; vision; phantom, hayran bırakmak, e. to strike/fill
spectre. with admiration.
hayal etmek/görmek, e. to imagine. hayran kalmak, e. to be struck/filled
hayal kırıklığı, a. disappointment. with admiration.
hayran olmak 97 helyum

hayran olmak, e. to admire, to be hazır etmek, e. to prepare, to get


perplexed/amazed. ready.
hayranlık, a. amazement, admiration, hazır olmak, e. to be ready/present,
love, adoration, appreciation. to make ready, to prepare onself.
hayranlık duymak, e. to feel hazırlama, a. preparation.
admiration for. hazırlamak, e. to prepare, to make
hayranlık uyandırmak, to evoke ready; to fix, to fit for.
admiration. hazırlanmak, e. to get ready, to be
hayranlıkla, zf. with admiration, prepared.
admiringly. hazırlık, a. preparation, readiness,
hayret, a. amazement, astonishment, arrangement.
surprise. hazırlıklı, s. prepared.
hayret etmek, e. to be astonished/ hazırlıksız, s. unprepared
bewildered at, to be perplexed/ hazin, s. sad, sorrowful, touching,
surprised at. pathetic, melancholy.
hayrette bırakmak, e. to astound, to hazmetmek, e. to digest; to assimilate.
strike, to bewilder. hazne, a. reservoir, tank; store-room,
hayvan, a. animal, beast; fool, stupid. store-house; vagina, womb.
hayvanat bahçesi, a. zoo. hazzetmek, e. to be pleased with, to
hayvanat, a. zoology. like, to rejoice, to fancy, to relish.
hayvanbilim, a. zoology. heba, a. waste, lost.
hayvanca, zf. bestially, rudely; stupidly. heba etmek, e. to waste, to spoil.
hayvani, s. bestial, carnal. heba olmak, e. to be wasted.
hayvanlık, a. bestiality, animality; hece, a. syllable.
stupidity; brutality. hecelemek, e. to syllable.
hayvanlık etmek, e. to act brutally/ heceli, s. syllabled.
stupidly. hedef, a. object, aim, objective;
hayvansal, s. animal. target.
haz, a. pleasure, delight, enjoyment. heder, a. waste, lost.
haz duymak, e. to be delighted, to heder etmek, e. to waste.
feel pleasure, to enjoy. hekim, a. physician, doctor.
hazan, a. autumn, fall. hekimlik, a. medical science, medicine.
hazım, a. digestion. helâ, a. water-closet, lavatory, toilet.
hazım cihazı, a. digestive system. hele, zf. above all, especially; at last;
hazımlı, s. patient, tolerant. at least; well!, just look!
hazımsız, s. indigestible; impatient, helecan, a. palpation, excitement,
intolerant. agitation.
hazımsızlık, a. indigestion; intolerance; helecanlanmak, e. to be excited/
irritability. agitated.
hazır, s. ready, prepared; ready- helezon, a. spiral, helix, ç. helices.
made; present, not absent; since, helezoni, s. spiral, helical, helicoids.
now that. helyoterapi, a. heliotherapy.
hazır bulunmak, e. to be present. helyum, a. helium.
hem 98 heyecansız

hem, bğl. and, and also, and besides; her ne kadar, bğl. though, although,
as well as; both … and.; too, and even though.
yet. her ne pahasına olursa olsun, at any
hem de, bğl. moreover. cost, at all costs, at whatever cost.
hemen, zf. immediately, at once, her ne zaman, bğl. whenever, every
instantly, promptly; right now, just time that, any time.
now, just; almost, about, nearly. her nedense, zf. for some reason or
hemen hemen, zf. almost, nearly, other.
very nearly, soon, all but. her nerede/nereye, bğl. wherever.
hemencecik, zf. right away, at once. her neyse, zf. anyhow, anyway.
hemofili, a. hempphilia. her şey, zm. everything.
hemoglobin, a. haemoglobin. her tarafta, zf. everywhere, on all
hemoroit, a. haemorrhoid, piles. sides, all around.
hemşire, a. sister, nurse. her taraftan, zf. from everywhere.
henüz, zf. still, yet, not yet; just, just her vakit/zaman, zf. always, every
now, a little while ago. time.
hep, zf. all, whole; wholly; always, all her yerinde, zf. all over.
the time. herkes, zm. everbody, everyone.
hep beraber, zf. all together heryerde/heryere, zf. everywehere.
hepsi, zf. all of it / them. hesaba katmak, e. to take into
hepsinden çok, zf. above all. account, to take into consideration.
hepten, zf. completely, entirely. hesap, a. calculation; account; bill;
her, s. each, every. arithmetic; plan, scheme; considering.
her an, zf. at any moment. hesap etmek, e. to calculate.
her bakımdan, a. in every respect. hesaplamak, e. to calculate, to
her bir, s. each, each one, every. estimate.
her biri, s. each one, anyone of. hesapsız, s. innumerable, imprudent;
her daim, zf. always. unplanned.
her defa/defasında, zf. each time. heterojen, s. heterogeneous.
her gün, zf. everyday, daily. heves, a. desire, whim, inclination,
her günkü, zf. everyday, daily. love; fancy; zeal.
her halde, zf. in any case, under any heves etmek, e. to feel a desire for.
circumstance, whatever happens, heveslenmek, e. to desire, to feel
apparently, probably. desire, to long.
her hangi, zm. whatever, whichever; hevesli, s. eager, keen, desirous.
any, whatsoever. hevessiz, s. unambitious, disinclined.
her hususta, zf. in all respects, heyecan, a. excitement; enthusiasm,
inevery way. emotion.
her kim, zm. whoever. heyecanlanmak, e. to get excited.
her nasılsa, zf. somehow or other. heyecanlı, s. exciting, thrilling; excited.
her ne, zm. whatever. heyecansız, s. unemotional, unexciting;
her ne halse, zf. anyway, anyhow. calm, unexcited.
heyet 99 hileci

heyet, a. commission; assembly; board. hiç değilse/yoksa, zf. at least.


hıçkırık, a. hiccup; sob. hiç kimse, a. nobody.
hıçkırık tutmak, e. to hiccup, to have hiç olmak, e. to become nothing.
the hiccups. hiç olmazsa, zf. at least.
hıçkırmak, e. to hiccup; to sob. hiç yoktan, zf. for no reason.
hımbıl, s. slack, silly, imbecile. hiçbir, zf. no, no one, not any.
hırıldamak, e. to snarl, to growl. hiçbir şekilde, bğl. by no means, in
hırıltı, a. growling, snarling. no way.
hırlamak, e. to growl, to snarl. hiçbir zaman, zf. never.
hırpalamak, e. to ill-treat, to hiçbiri, zm. none, not one of them.
maltreat, to maul; to misuse. hiçbirşey, zm. nothing, not anything,
hırpalanmak, e. to be ill-treated. nothing at all.
hırs, a. greed, ambition, passion, hiçbiryerde, zf. nowhere.
avidity; rage, anger, wrath. hiççi, a. nihilist.
hırsız, a. thief, burglar, robber. hiççilik, a. nihilism.
hırsızlık, a. theft, burglary, robbery. hiçten, zf. out of nothing.
hırslanmak, e. to lose one’s temper, hiddet, a. fury, anger, rage, passion,
to become/get angry. violence, impeuousity, wrath.
hırslı, s. ambitious, desirous; gredy; hiddetlendirmek, e. to get/make
furious, out of temper, angry. angry, to irritate, to anger.
hısım, a. relative, kin. hiddetlenmek, e. to become angry.
hısımlık, a. relationship, kinship. hiddetli, s. angry, furious, passionate.
hışıldamak, e. to make a wheezing/ hidrat, a. hydrate.
rustling noise. hidrofil, a. hydrophilie, absorbent.
hışıltı, a. rustling noise, wheeze. hidrojen, a. hydrogen.
hışım, a. anger, fury, rage, indignation hidrokarbon, a. hydrocarbon.
hışır, s. unripe; imbecile, stupid, hidroklorik asit, a. hydrochloric acid.
simpleton. hidroksil, a. hydroxyl.
hışırdamak, e. to rustle. hidroksit, a. hydroxide.
hışırtı, a. rustling. hidrolik, a. & s. hydrolics; hydrolic.
hıvzısıhha, a. hygiene. hidroliz, a. hydrolysis.
hıyar, a. cucumber. hidroloji, a. hydrology.
hız, a. speed, velocity, rate; rush, hidrometre, a. hydrometer.
dash, impetus. hidrosfer, a. hydrosphere.
hızlandırıcı, a. accelerator, catalyst. hidrostatik, a. & s. hydrostatics;
hızlandırmak, e. to accelerate. hydrostat.
hızlanmak, e. to accelerate, to speed hidroterapi, a. hydrotherapy.
up. hikaye, a. anamnesis; story, tale;
hızlı, s. rapid, fast, swift, quick, narration.
speedy; violent, strong; loud. hikaye etmek, e. to narrate, to tell.
hızlı vuru, a. tachycardia. hile, a. trick, ruse, cheating, fraud.
hiç, zf. & , a. not at all, never; no, hile yapmak, e. to cheat, to swindle.
none; nothing. hileci, s. tricky, deceitful.
hileli 100 hurma

hileli, s. tricky, deceitful, false. horlamak, e. to snore; to ill-treat, to


hilesiz, s. genuine. insult, to despise, to look down on.
hindi, a. turkey. horlanmak, e. to be despised.
hipermetrop, s. farsighted, hyper- hormone, a. hormone.
metropic. horoz, a. coch, rooster.
hipermetropi, a. hypermetropia, hortlak, a. ghost.
hyperopia. horuldamak, e. to snore, to gurgle.
hipertansiyon, a. hypertension. horultu, a. snore, snoring.
hipnotizm, a. hypnotism. hoş, s. & zf. pleasant, pleasing,
hipofiz, a. pituitary gland, hyphphysis. agreeable; nice, good, pretty,
hipotez, a. hypothesis. charming; strange, queer;
his, a. sense, perception; feeling, nevertheless, anyway, even; well.
sensation, sentiment. hoş geldiniz!, welcome!
hisli, s. sensitive, sentimental. hoş görmek, e. to condone, to
hissedilmek, e. to be felt/perceived. connive, to overlook, to tolerate.
hissetmek, e. to feel, to perceive, to hoş görmemek, e. to disapprove.
sense hoşgörüsüz, s. intolerant.
hissî, s. sentimental, sensible; sensorial, hoş/iyi geçinmek, e. get on well with.
perceptible. hoşgörü, a. tplerance.
hissiyat, a. sensations, feelings, hoşgörülü, s. tolerant.
sentiment. hoşlanmak, e. to like, to enjot, to
hissiz, s. insensitive, unfeeling, rejoice, to relish, to be pleased with.
callous; insensible. hoşlanmamak, e. to dislike.
hissizlik, a. insensibility. hoşluk, a. pleasentness; happiness,
histoloji, a. histology. queerness, quintness.
hiza, a. level, line. hoşnut, s. pleased, satisfied, contented.
hizip, a. clique. hoşnutluk, a. satisfaction, contentment,
hizmet, a. service, utility; function; pleasure.
care, attendance; work, duty, hoşnutsuz, s. displeased, discontented.
employment. hoşnutsuzluk, a. dissatisfaction,
hizmet etmek, e. to serve, to render discontentment.
service. hoşuna gitmek, e. to please, to relish.
hodbin, s. selfish, egoist. hububat, a. grain, creals.
hodbinlik, a. selfishness, egoism. hudut, a. boundary, border, frontier.
hohlamak, e. to breath upon. hukuk, a. law.
hol, a. vestibule; entrance, hall. hukukçu, a. jurist.
homojen, s. homogenous. hukukî, s. legal, juridical.
homolog, s. homologous. humma, a. fever.
homoseksüel, a. homosexual. hummalı, s. feverish.
homoseksüellik, a. homosezuality. hunhar, a. bloodthirsty.
homurdanmak, e. to mutter, to hurafe, a. superstition.
grumble, to grouch, to growl. hurda, a. junk, scrap.
homurtu; a. muttering, grumbling. hurma, a. date.
husumet 101 hydrostat

husumet, a. hostility, enmity, hükmen, zf. lehally.


antagonism, opposition. hükmetmek, e. to dominate, to rule,
husus, a. point, subject, matter, to command, to govern; to judge, to
question, case; connection. decide on, to sentence, to conclude;
hususi, s. special, private, personal; to think, to consider.
particular. hüküm, a. rule, authority; government;
hususiyet, a. particularity, character- sentence, judicial decision,
ristic, peculiarity. judgement; influence, effect
hususunda, zf. with reference to, in hüküm sürmek, e. to rule, to reign.
respect to, with regard to, as hükümlü, s. convict, sentenced,
regards. condemned.
huş, a. birch. hükümsüz, s. invalid, null, no longer
huy, a. temper, disposition, humour; in force, void, abolished.
habit. hükümsüzlük, a. invalidity, nullity.
huy edinmek, e. to form the habit of. hüner, a. skill, dexterity; ability,
huylandırmak, e. to make uneasy, to talent.
disturb. hünerli, s. skilful, dexterous; talented.
huylanmak, e. to become nervous; to hünersiz, s. unskilled; without talent.
feel suspicious. hüngürdemek, e. to sob.
huylu, s. suspicious, touchy; tempered. hünnap, a. jujube.
huysuz, s. bad-tempered, obstinate. hür, s. independent, free.
huysuzlanmak, e. to show bad- hürmet, a. respect; veneration,
temper. reverence; regard.
huysuzluk, a. bad temper, obstinacy. hürmet etmek, e. to respect, to
huzme, a. rays, beams. venerate.
huzur, a. peace, rest, quiet, ease; hürmetlerimizle, respectfully yours,
presence. with our respect.
huzurlu, s. in piece, at ease, tranquil. hürmetsizlik, a. disrespect, irreve-
huzursuz, s. uneasy, unquiet, troubled. rence.
huzursuzluk, a. unease, uneasiness, hürriyet, a. freedom, independence,
unrest, disorder, trouble, disquiet. liberty.
huzurunda, zf. in the presence of. hüviyet, a. identity.
hücre, a. cell, chamber, room; hüviyet cüzdanı, a. idendity card,
alcove, niche. birth certificate.
hücre özsuyu, a. celulary sap. hüzün, a. sadness, sorrow, grief,
hücreiçi, s. intracellular. melancholy.
hücrelerarası, s. intercellular. hüzünlü, s. sad, gloomy, melancholic,
hücum, a. attack, charge, assault; sorrowful, downcast, melancholy.
onset, rush. hydrostat, a. hydrostat.
hücum etmek, e. to attack, to set on,
I,ı

ıhlamur, a. linden tree, lime tree. ısı iletkenliği, a. thermal conductivity.


ılgın, a. tamarisk. ısı yalıtımı, a. thermal insulation.
ılıca, a. termal spring, thermal station, ısı yalıtkanı, a. heat insulator.
halth resort, hot spring, spa. ısıalan, s. endothermic.
ılıcak, s. tepid, lukewarm. ısıcıl, a. thermophil, thermophile.
ılık, s. tepid, lukewarm. ısıdenetir, a. thermostat.
ılıklaşmak, e. to become tepid/ ısıl, s. thermal, thermic.
lukewarm. ısıl değer, a. calorific value.
ılıklık, a. tepidity. ısılkimya, a. thermochemistry.
ılım, a. temperance, moderation. ısın, a. calorie.
ılımak, e. to grow lukewarm. ısıölçer, a. thermometer.
ılıman, s. mild. ısırık, a. bite, sting.
ılımlı, s. moderate. ısırılmak, e. to be bitten.
ılımlılık, a. moderation. ısırmak, e. to bite.
ılındırmak, e. to make tepid. ısıtma, a. heating, warming.
ılınmak, e. to grove tepid/lukewarm. ısıtmak, e. to heat, to warm.
ılıştırmak, e. to make tepid/lukewarm. ısıveren, s. exothermic.
ılıtmak, e. to make tepid/lukewarm. ısıverici, s. exothermic, calorific,
ıpıslak, s. soaked, very wet. producing heat.
ıra, a. character, natural disposition. ısıyla sağaltım, a. thermotherapy.
ırak, s. far, distant, remote. ıska, a. miss.
ıraklık, a. distance, remoteness. ıska geçmek, e. to miss; to disregard,
ıraksak, s. divergent. to ignote, to pay no attention.
ıraksama, a. divergence. ıskalamak, e. to miss.
ıraksamak, e. to deem unlikely. ıskarmoz, a. barracuda (fish).
ıralamak, e. to characterize. ıskarta, a. waste, scrap, discard.
ırasal, s. characteristic. ıskartaya çıkarmak, e. to scrap, to
ırgalamak, e. to shake., to move; to discard.
concern, to interest ıslah, a. improvement, reform,
ırk, a. race amelioration.
ırkçı, n. racist, racialist ıslah etmek, e. to ameliorate, to
ırkçılık, a. racism, racialism. improve.
ırksal, s. racial. ıslah olmak, e. to improve.
ırktaş, s. being in the same race. ıslah olmaz, s. incorrigible.
ırmak, a. river. ıslahat, a. reform, improvement.
ırz, a. chastity, purity, honour. ıslahatçı, a. reformer.
ırzına geçmek, e. to rape, to ravish, ıslahevi, a. reformatory.
to violate, to dishonour. ıslak, s. wet, drenched, soaked.
ıs, a. owner, master. ıslaklık, a. wetness, moisture.
ısı, a. & s. heat; hot, thermal. ıslanmak, e. to get wet.
ısı düzenleyici, a. thermoregulator. ıslatmak, e. to wet, to soak, to damp;
ısı iletimi, a. thermal conduction. to beat, to cudgel, to flog, to
ısı iletkeni, a. thermal conductor. trounce; to celebrate with drink.
ıslık 103 ıztırap

ıslık, a. whistle. ışıldamak, e. to shine, to gleam, to


ıslık çalmak, e. to whistle. sparkle, to flash, to twinkle.
ıspanak, a. spinach. ışıltı, a. gleam, twinkle, glitter, flash,
ıspazmoz, a. spazm, convulsion. brightness.
ısrar, a. insistence, persistence. ışıltılı, s. sparkling, glittering.
ısrar etmek, e. to insist on/upon, to ışıma, a. radiation.
persist in. ışımak, e. to radiate, to beam; to dawn.
ısrarla, zf. insistently, persistently, ışın- önek. radio- .
with insistence. ışın, a. ray, beam; radius.
ısrarlı, s. insistent, persistent. ışınbilim uzmanı, a. radiologist.
ıssız, s. lonely, deserted, desolate. ışınbilim, a. radiology.
ıssızlaşmak, e. to get desolated, to ışınbilimci, a. radiolologist.
become lonely. ışınçekim, a. radiography.
ıssızlık, a. loneliness, solitude, ışın-dirimbilim, a. radiobiology.
desolation. ışınetkin, s. radioactive.
ıstakoz, a. lobster. ışınetkin bulaşım, a. radioactive
ıstırap, a. distress, pain, affliction, contamination.
suffering, sorrow. ışınetkinlik, a. radioactivity.
ıstırap çekmek, e. to suffer. ışıngeçirmez, s. radio-opaque.
ıstıraplı, s. painful, sore; full of ışıngeçirmezlik, a. radio-opacity.
anguish/pain. ışınım, a. radiation.
ışığadoğrulum, a. phototropism. ışınkırım, a. refraction.
ışık, a. light. ışınla sağaltım, a. radiotherapy.
ışık saçmak, e. to radiate, to give out ışınlama, a. radiation.
rays. ışınlamak, e. to radiate.
ışık ürküsü, a. photophoby. ışınlanım, a. radiation.
ışıkbilim, a. optics. ışınlı, s. radiant.
ışıkbükülmesi, a. diffraction. ışınölçer, a. radiometer.
ışıkdağılması, a. dispersion of light, ışınölçüm, a. radiometry.
diffusion of light. ışınsağaltım, a. radiotherapy.
ışıkdemeti, a. beam. ışınsağaltım uzmanı, a. radiotherapist.
ışık geçirmez, s. opaque, light-proof. ışıtmak, e. to illuminate, to light up.
ışıkgözü, a. photocell. ıtır, a. perfume, fragrance, aroma.
ışıkgöçüm, a. phototaxy. ıtır çiçeği, a. geranium.
ışıkküre/ışıkyuvarı, a. photosphere. ıtırlı, s. perfumed, aromatic, fragrant.
ışıklandırmak, e. to light up, to ıtriyat, a. perfumery, perfumes.
illuminate. ıvır zıvır, a. unimportant, trifles,
ışıklı, s. lighted up, bright, illuminated. nonsense; rubbish.
ışıklılık, a. luminocity. -ıyla, sonek. with.
ışıkölçer, a. photometer. -ız, -iz, sonek. We are. ö. We are
ışıkölçüm, a. photometry. Turkish. /We are friends.
ışıl ışıl, s.& zf. sparkling, luminous; ızrar, s. harmful, harming.
shining brightly. ızrar etmek, e. harm.
ışıldak, e. projector, searchlight. ıztırap, a. pain, distress, anxiety.
İ,i

ibaret, s.composed of, consisting of. içeri, a. in, inside, interior, inner part.
ibaret olmak, e. to consist of. içeri girmek, e. to enter, to go in.
ibik, a. crest. içerik, a. & s. content; implicit.
ibikli, s. crested, cristate. içerisi, a. the interior of.
iblis, a. devil, demon, satan. içeriye, zf. to the interior.
icat, a. invention, innovation, creation. içerlemek, e. to be annoyed with, to
icat etmek, e. to invent, to contrive, resent.
to create; to make up, to fabricate. içerme, a. implication.
iç, a. interior, inside; stomach, guts, içermek, e. to include, to contain; to
intestines; pulp, kernel. s. internal, implicate, to imply.
interior, inner, inside. içeyerleşim, a. implantation.
iç- , önek. intra- . içgöreç, a. endoscope.
iç basınç, a. internal pressure. içgözleyim, a. endoscopy.
iç çekmek, e. to sob, to sigh. içgüdü, a. instinct.
iç geçirmek, e. to sigh. içgüdüsel, s. instinctive.
iç gıcıklamak, e. to stimulate. içi bulanmak, e. to feel nauseated.
iç hastalıklar, a. internal diseases. içi çekmek, e. to desire, to have a
iç kabuk, a. endocarp. longing for.
iç karartıcı, s. depressing. içi ezilmek, e. to feel hungry, to feel a
iç kulak, a. inner air. sinking sensation in the stomach.
iç organ, a. internal organ. içi geçmek, e. to doze, to drop off, to
iç örtü, a. endothelium, tunica mucosa. nod off; to become useless; to
iç sıkıcı, s. boring, tedious, wearisome. become overripe.
iç sıkıntısı, a. boredom. içi geçmiş, s. lethargic, worn out.
iç sıkmak, e. to annoy, to bore. içi gitmek, e. to desire strongly.
içağı, a. endotoxin. içi kararmak, e. to feel depressed.
içasalak, a. endoparasite. içi sıkılmak, e. to feel bored.
içe çeken, a. adductor. içi yanmak, e. to feel very thirsty, to
içe çekim, a. adduction. grieve deeply.
içe dönme, a. pronation. içiçe, s. concentric; one within the
içe itmek, e. to enject. other.
içebakışçılık, a. introspectionism. içilir, s. drinkable, potable.
içecek, a. drink, beverage. içilmez, s. undrinkable.
içedönük, s. introvert. içimli, s. pleasant to drink.
içedönüklük, a. introversion. için, ed. for, on account of; by reason
içedönüş, a. introversion. of; to, in order to; since, as,
içekapanık, s. autistic. because; so that.
içekapanım sayrılığı, a. schizophrenia. içinde, zf. inside, in, within.
içekapanış, a. autism. içindekiler, a. contents.
içekapanma, a. autism. içindelik, a. spontaneity.
içerde, zf. inside, within. içinden, zf. internally, inwardly; from
içerden, zf. from the inside. the inside.
içine almak 105 ifade

içine almak, e. to include, to contain, superintendence; ruling, governing,


to comprise, to comprehend, to administration; economy, econo-
embrace. mizing; office, bureau, government
içine kapanık, s. autistic. office.
içiter, a. injector. idare etmek, e. to manage, to
içitim, a. injection. administer, to direct, to conduct, to
içitmek, e. to inject. lead; to economize; to suffice, to
içken, s. alcoholic, drinker, drunk, enough; to drive; to put up with, to
drunkard. tolerate.
içki, a. drink, liquor. idareci, a. administrator, manager,
içki azgısı, a. dipsomania. organizer.
içki düşkünü, a. addicted to drink. idarecilik, a. administration.
içki tutkunluğu, a. alcoholism. iddia, a. claim, allegation, presumption.
içki tutkunu, a. alcoholic. iddia etmek, e. to claim, to assert; to
içkici, a. alcoholic, drinker, drunkard. maintain, to allege, to contend; to
içkili, s. drunk, intoxicated. insist.
içlek, s. moral, spiritual; virtual. iddiacı, a. assertive, dogmatic,
içlem, a. comprehension. persistent, obstinate.
içme, a. drinking; spa, mineralspring. iddialı, s. pretentious, arrogant,
içme suyu, a. drinking water. disputed.
içmek, e. to drink, to quaff; to smoke; iddiasız, s. unpretentious.
to absorb. idman, a. gymnastics, physical
içmerkez, a. intercentrum. exercise; drilling, training, practice.
içörtü uru, a. endothelioma. idmancı, a. sportman, athlete.
içrek, s. intrinsic. idmanlı, s. well-trained, in good
içsalgı, a. endocrine hormone. training.
içsalgıbilim, a. endocrinology. idrak, a. comprehension, under-
içsel, s. internal, interior. standing, perception, attaining.
içten, s. sincere, friendly, intimate, idrak etmek, e. to comprehend, to
frank; from within; intrinsic. understand, to apprehend, to
içtenlik, a. sincerity, frankness. perceive; to attain.
içtenlikle, zf. sincerely. idrar, a. urine.
içtepi, a. impulse, impulsion. idrar torbası, a. bladder, urinary
içtepisel, s. impulsive. bladder.
içyaprak, a. endoderm. idrar yolu, a. urethra.
içyerleştirim, a. implantation. idrar zorluğu, a. dysuria.
içyüz, a. inside; real truth, the inner ifa, a. fulfilment, performance,
meaning. fulfilling, performing, execution.
idam, a. capital punishment, execution. ifa etmek, e. to fulfil, to perform, to
idam etmek, e. to execute. execute.
idare, a. management, managing, ifade, a. expression, explanation;
direction, directing, superintending, statement.
ifade etmek 106 ikametgâh

ifade etmek, e. to express, to explain, ihtar, a. warning; reprimand,


to state. admonition.
ifraz, a. secretion. ihtar etmek, e. to warn, to admonish.
ifraz etmek, e. to secrete. ihtimal, a. , s. & zf. possibility,
ifrazat, a. secretion. probability, likelihood; probably,
iğ, a. spindle; pivot, axis, axle. most likely; possible, probable.
iğ anagöze, a. fibroblast. ihtimam, a. care, carefulness,
iğ anagözesel, s. fibroblastic. diligence; solicitute
iğde, a. oleaster. ihtimam göstermek, e. to take great
iğdiş, a & s. gelding; emasculated, care, to take pains, to pay attention
castrated. to.
iğdiş etmek, e. to geld, to castrate. ihtimamlı, s. attentive, very careful,
iğdişleme, a. castration. painstaking, solicitous, elaborate.
iğdokulaşma, a. fibrosis. ihtimamsız, s. careless.
iğdokusal, s. fibroid. ihtiras, a. ambition, passion, lust,
iğgöze, a. fibrocyt, fibroblast. greed.
iğne, a. syringe, injector; needle, pin; ihtiraslı, s. ambitious, passionate,
indicator, pointer; sting, torn. greedy.
iğne batırmak, e. to stick needle into. ihtisas, a. sentiment, sensation,
iğne olmak, e. to have an injection. affection; skill, expert, knowledge;
iğne yapmak, e. to give an injection. specialization.
iğne yemek, e. to have an injection. ihtisas kazanmak, e. to specialize.
iğrenç, s. hateful; disgusting, ihtisas yapmak, e. to specialize in.
loathsome, abominable. ihtişam, a. magnificence, grandeur,
iğrençlik, a. loathsomeness. splendour, glory.
iğrendirmek, e. to nauseate, to ihtişamlı, s. glorious.
sicken, to disgust. ihtiva, a. including, containing.
iğrenmek, e. to loathe, to be ihtiva etmek, e. to include, to
disgusted with, to feel repugnance; contain, to hold.
to hate, to disgust. ihtiyacı olmak, e. to be in need of.
iğrenti, a. disgust. ihtiyaç, a. need, necessity, want;
iğsi, s. fibroid, fusiform. poverty.
ihanet, a. betrayal, treason, treachery; ihtiyar, a. & s. old man, elder, older
indedelity, disloyality. person; aged, old.
ihanet etmek, e. to betray; to cheat, ihtiyarlamak, e. to grow old, to age.
to yard. ihtiyarlık, a. old age.
ihmal, a. negligence. ikamet, a. residence, residing,
ihmal etmek, e. to neglect, to be dwelling.
careless. ikamet etmek, e. to reside, to dwell,
ihmalci, a. negligent, neglectful, to stay.
careless. ikametgâh, a. residence, domicile,
ihmalcilik, a. neglect, neglectfulness. house, home.
ikaz 107 ilaçlamak

ikaz, a. warning. ikiyaşayışlı, s. amphibian, amphibious.


ikaz etmek, e. to warn, to caution, to ikiyüzlü, s. hypocritical, twofaced.
admonish. ikiyüzlülük, a. hypocrisy.
iken, zf. while, when; during; though, ikiz, a. & s. twin.
although; instead. ikiz kardeş , a. twin brother/sister.
iki, s. two, a couple of, double. ikizerrecikli, s. bimolecular.
iki- önek. bi- . ikizkenar, a. isosceles.
iki elden, s. bimanual. ikizkenar üçgen, a. isosceles
iki loblu, s. bilobular. triangle.
iki misli, zf. twofold, twice as much. ikizkenar yamuk, a. isosceles
iki unsurlu, s. binary. trapezoid.
ikiadlı, s. binominal. ikizler, a. the twins; Gemini.
ikibakarlı, s. binominal. ikizli, s. ambiguous, having twins;
ikici, a. dualist. double.
ikicinslilik, a. bisexuality. ikizlik, a. ambiguity.
ikideğerli, s. ambivalent. iklim, a. climate.
ikidilli, s. bilingual. iklim değişimi, a. climate change.
ikieşeyli, s. bisexual. iklimbilim, a. climatology.
ikieşeylilik, a. bisexuality. iklimleme, a. air-conditioning.
ikievreli, s. biphasic. iklimleme aygıtı, a. air conditioner.
ikigöreçli, s. binocular. iklimsel, s. climatic.
ikikatlı, s. two-layered; two-storied. ikna, a. convincing, persuation,
ikilem, a. dilemma. satisfaction.
ikilemek, e. to make two, to make a ikna etmek, e. to convince, to satisfy,
pair, to double. to persuade.
ikili kapakcık, a. bicuspid, mitral. ikna olmak, e. to be convinced, to be
ikili kapakçık darlığı, a. mitral satisfied.
stenosis. iktidar, a. power, capacity; ability.
ikilik, a. duality; difference, disunion, iktidarda olmak, e. to be in power.
division. iktidarlı, s. powerful, potent; capable
ikinci, s. second. of.
ikincil, s. secondary. iktidarsız, s. impotent, incapable.
ikincil sayrılık, a. secondary malaise. iktidarsızlık, a. impotence.
… ile beraber, bğl. although; instead iktisat, a. economy.
of; as soon as; no sooner than, iktisatçı, a. economist.
hardly when. ilâ, bğl. to, up to; until.
ikiodaklı, s. bifocal. ilaç, a. medicine, drug, medical /
ikisi, zf. both of them, two of them. chemical substance; remedy, cure;
ikişer, zf. two each, two at a time. means, device.
ikişer ikişer, zf. two by two, in twos. ilaçlamak, e. to medicate, to
ikiterimli, s. binominal. disinfect; to spray with a chemical
ikiyanlı, s. bilateral. substance.
ilaçlı 108 ilişik

ilaçlı, s. medicated, disinfected. iletişim, a. communication.


ilave, a. & s. addition, increase, iletken, a. conductor.
supplement, appendix; extra; iletkenlik, a. conductivity.
exaggeration; additional. iletmek, e. to send, to carry, to
ilave etmek, e. to add, to exaggerate transmit; to convey, to conduct; to
ilaveten, zf. in addition to. communicate.
ile, bğl. with, together with, and; ilgi, a. relation, connection; interest;
through; by; by means of. love, attachment; affinity.
ilelebet, zf. forever, eternally. ilgili, s. connected with, relevant, in
ileri, a. front, forward; future; connection with, concerning,
ileri, s. in advance, advances; interested.
forward; fast. ilginç, s. interesting.
ileri, zf. further; forward. ilginlik, a. affinity.
ileri doğru, zf. ahead. ilgisiz, s. unconcerned, indifferent,
ileri gelmek, e. to surpass, to come disinterested, apathetic.
forward. ilgisizlik, a. unconcern, indifference,
- … dan ileri gelmek, e. to stem disinterest, apathetic.
from, to result from, to arise from. ilham, a. inspiration.
ileri gitmek, e. to go forward, to ilham etmek, e. to inspire.
advance, to proceed. ilik, a. marrow, medulla.; buttonhole,
ileri gitmek, e. to go forward, to loop.
advance, to progress, to go too far. ilik- , önek. myel- , myelo- .
ileri sürme, a. assertion. ilik anagöze, a. myeloblast.
ileri sürmek, e. to put forward, to ilik gelişimi, a. myelogenesis.
allege. ilik gözesi, a. myelocyte.
ileri sürmek, to drive forward, to ilik uru, a. myelitis.
advance. ilik uyuşturumu, a. madullary
ilerici, s. progressive. anesthesia.
ileride, ilerde, zf. afterwards, later ilik yangısı, a. myelitis.
on, in the future, further on, ahead. ilikdoku, a. cubstantia medullaris,
ilerisi, zf. the further part. medulla, medullary substance.
ileriye almak, e. to bring forward. ilikgöze, a. myelocyte.
ileriyi görmek, e. to foresee. ilikli, s. containing marrow.
ilerleme, a. advance, progress. iliksel, s. myelo- .
ilerlemek, e. to advance, to go iliksi, s. medullary.
forward, to progress, to improve, to ilim, a. science.
proceed. ilinti, a. connection, interest, concern.
ileti, a. massage; decleration, ilintili, s. concerning, relating to;
announcement. blonging to, pertaining to.
iletici, a. messenger. ilişik, s. attached, enclosed; connected,
iletim, a. transmission, conduction. concerned, concerning, relating to,
iletim kesimi, a. blockage. related, in connection with.
ilişiksiz 109 inceleme

ilişiksiz, s. unattached, free, ima etmek, e. to imply, to allude to,


disinterested, unrelated. to hint at, to intimate.
ilişki, a. connection, relation; interest. imal etmek, e. to make, to
ilişkili, s. connected, interested; manufacture, to produce.
related. imal, a. manufacture, making,
ilişkin, s. concerning, regarding, production.
relating to. imalat, a. manufactured goods,
ilişmek, e. to touch lightly, to touch; products; production.
to catch on, to hold on, to be caught imalatçı, a. manufacturer.
at, to be fastened to; to interfere imalathane, a. workshop, factory.
with, to catch. imalı, s. allusive.
iliştirmek, e. to attach, to affix, to imbik, a. still, retort, condenser.
pin, to fasten. imbikleme, a. distillation.
ilk, s. first, initial, primary, imbiklenmiş, a. & s. distillate;
elementary, beginning; original. distilled.
ilk- , önek. prot- , proto- . imbikten çekmek, e. to distil.
ilk adım, zf. first step. imgelem, a. imagination.
ilk defa/kez, zf. for the first time. imgelemek, e. to imagine.
ilk fırsatta, zf. at the first imha, e. destruction, extermination.
opportunity. imha etmek, e. to destroy, to
ilk önce, zf. first of all, to begin with. exterminate, to obliterate, to
ilk örnek, a. archetype, first specimen. annihilate.
ilk sezi, a. apprehension. -imiş, -iymiş, -ıymiş, -ıymuş, -iymüş,
ilk söz, a. foreward, preface. sonek. was/were; said to be.
ilke, a. element, principle, basis. -imiz, -ımız, -umuz, -ümüz, sonek.
ilkel, s. elementary, primary, ör. Our house/Evimiz.
fundamental, primitive. imkân, a. possibility, probability,
ilkellik, a. primitiveness. feasibility, contingency; resources,
ilkin, zf. firstly, in the first place, at means.
first. imkansız, s. impossible.
ilksel, s. primary, preliminary, imkansızlık, a. impossibility.
primitive. imlâ, a. dictation, spelling.
ilkyardım, a. first aid. inat etmek, e. to be obstinate, to
illet, a. disease; defect; malady; persist.
reason, cause. inatçı, a. obstinate person.
illetli, s. diseased, ill; defective inatçılık, a. obstinacy, stubbornness.
ilmî, s. scientific. ince, s. thin, fine, slim, slender;
iltihap, a. infection, inflammation. delicate; subtle; sensitive.
iltihaplanmak, e. to become inflamed. ince bağırsak, a. small intestine.
im, a. sign, signal. ince hastalık, a. tuberculosis.
ima, a. hint, implication, innuendo, incecik, s. very slender, fine, thin.
allusion. inceleme, a. research, study.
incelemek 110 intikam almak

incelemek, e. to investigate, to study, inkâr, a. denial, refusal, negatiton.


toexamine, to scrutinize. inkâr etmek, e. to deny, to refuse, to
incelik, a. slenderness, slinmess, negate, to disclaim, to repudiate, to
thinness, fineness, refinement, disavow.
delicacy. inkişaf, a. development, growth.
incelmek, e. to become thin; to be inkişaf etmek, e. to develop, to grow,
refined. to improve.
inceltici, a. thinner. inlemek, e. to moan, to geoan, to
inceltmek, e. to thin; to refine. whine, to lamet.
incik, a. sprain, bruise. inme, a. paralysis, stroke, apoplexy;
incinmek, e. to be hurt, to be injured; landing, descending.
to be offended, to take offence. inme geçirmek, e. to have a stroke.
incir, a. fig. inmek, e. to descend, to come down,
incitici, s. injurious, touching. to step down, to fall down; to land;
incitmek, e. to hurt, to injure, to to get off; to subside, to diminish, to
sprain; to offend, to vex, to touch. abate.
indirgeme, a. reduction. inmeli, s. paralysed, apoplectic.
indirgemek, e. to reduce. insan, a. man, mankind, human,
indirgen, a. reducing agent. human being; humane.
indirgenme, a. reduction. insan hakları, a. human rights.
indirgenmez, s. irreducible. insan oğlu, a. man, mankind.
indirgeyici, a. reducer. insanca, zf. humanly; humane;
indirim, a. reduction, discount. properly, descently; fairly, kindly.
indirmek, e. to lower, to cause to insancıl, s. humanitarian; domestic.
descent, to let down, to take down; insani, s. human, humanly.
to drop, to set down; to reduce, to insaniyet, a. mankind, humanity.
bring down, to cut down; to land. insaniyetli, s. humane, kind.
indükleme, a. induction. insaniyetsiz, s. inhuman, cruel.
indüklemek, e. to induce. insanlar, a. mankind.
inek, a. cow. insanlık, a. kindness, humaneness;
infaz, a. execution, carrying out. humanity, mankind.
infaz etmek, e. to execute, to carry insanüstü, s. superhuman.
out. insiyak, a. instinct.
infilak, a. explosion. inşa, a. building, construction.
infilak etmek, e. to explode. inşa etmek, e. to build, to construct.
inildemek, e. to moan. inşaat, a. constructions, buildings.
inilti, a. moan, groan. intan, a. infection.
iniş, a. descent, descensus. intani, s. infectious.
iniş, a. descent; landing, decending; intihar, a. suicide.
slope. intihar etmek, e. to commit suicide,
iniş aşağı, zf. downwards, downhill. to kill oneself.
iniş çıkış, a. fluctuation, fall and rise, intikam, a. revenge, vengeance.
ups and downs. intikam almak, e. to take revenge.
intikamcı 111 irkilten

intikamcı, s. revenger, avenger; iri eşeygöze, a. macrogamet.


revengeful, vindictive. iribaşlı, s. megalocephal.
intizam, a. regularity, order; iribaşlılık, a. megalocephaly,
arrangement, tidiness. macrocephaly.
intizamlı, s. regular, orderly, tidy. irice, s. largish, sizeable, somewhat
intizamsız, s. irregular, disorderly, coarse.
untidy. iriçekirdek, a. macronucleus.
ip, a. rope, cord, string iridillilik, a. macroglossia.
ipek gibi, s. silky. irigörüm, a. macropsia.
ipek, a. & s. silk; silken, made of irigöze, a. macrocyte.
silk, silky. irileşim, a. hypertrophy.
ipekli, s. silky, of silk, silken. irileşmek, e. to grow huge, to become
iple çekmek, e. to look forward to. large.
iplik, a. thread, cord, flament, fiber, irili ufaklı, zf. large and small, fine
filum. and coarse.
ipnotize, s. hypnotized. irilik, a. largeness, bigness; coarseness.
ipnotize etmek, e. to hypnotize. irin, a. pus, filth.
ipnotizma, a. hypnotism. irin- , önek. E. pyo- .
ipnotizmacı, a. hypnotizer. irin oluşturan, a. & s. pyocyte;
ipnoz, a. hypnosis. pyogen, pyogenic, pyogenetic,
iptal, a. cancellation, invalidation, pyogenous, suppurative.
cancelling, annulment. irinlenim, a. purulence.
iptal etmek, e. to cancel, to irinlenmek, e. to suppurate, to fester.
invalidate, to annul. irinleşim, a. suppuration.
iptidai, s. primitive, primary, irinleşimli, s. suppurative.
preliminary, elementary. irinleşme, a. suppuration.
ipucu, a. clue, hint, indication. irinli, s. purulent; pyo- .
ipucu vermek, e. to give a clue. irinli deri, a. pyoderma.
irade, a. will, will-power; decree, irinşiş, a. abscess.
command. iriparmaklılık, a. macrodactyly,
irade dışı, s. non-voluntary, macrodactylia, megadactyly.
involuntary. iris, a. iris.
iradecilik, a. voluntarism. iris, s. hereditary; inherited.
iradeli, s. resolute, strong-willed, iriyarı, s. huge, big, strapping.
voluntary. iriyutargöze, a. macrophage.
iradesiz, s. weak, irresolute, iriyuvar, a. macrocyte.
involuntary. iriyuvarlı kansızlık, a. macrocytic/
iradi, s. voluntary, by free will. megalocytic anemia.
iri, s. large, huge, voluminous, big; irkilmek, e. to draw back, to be
coarse. startled; to be irritated; inflamed,
iri- , önek. macro- , megal- , megalo- . become irritated.
iri baş, a. tadpole. irkilten, s. irritant.
irs 112 iş

irs, a. inheritance. istemeyerek, zf. unwillingly,


irsiyet, a. heredity. reluctantly.
is, a. soot. istemli, s. voluntary.
isabetli, s. suitable; correct, right. istemli düşük, a. criminal abortion.
isabetsiz, s. unsuitable; incorrect, out istemsiz, s. involuntary
of place. istenç yitimi, a. abulia.
ise, zf. if; though, although; however; isteri, a. hysteria.
as for. isterik, s. hysterical.
ise, -se, -sa, bğl. however, where as, isteyerek, zf. voluntarily.
with regard to…, as for …, if. istidat, a. skill, talent.
ise de, zf. even if, although. istif, a. storing; stack, stacking,
ishal, a. diarrhea, diarrhoea. stowage.
ishal olmak, e. to have diarrea. istif etmek, e. to stow, to hoard.
isilik, a. rash, heat spots. istifa, a. resignation.
isilik olmak, e. to have heat spots. istifa etmek, e. to resign.
isim, a. name, title; noun. istifade, a. profit, gain; benefit.
isim vermek, e. to name, to give a istifade etmek, e. to take advantage
name. of, to profit by.
iskelet, a. skeleton; framework. istifadeli, s. advantageous, profitable.
iskete, a. finch. istiflemek, e. to stow, to hoar, to
iskorbüt, a. scurvy. pack.
islemek, e. to soot, to smoke (fish).
istikrar, a. stability, stabilization.
isli, s. sooty, smoked (fish).
istikrarlı, s. stable, stabilized,
islim, a. steam.
established, settled.
ismen, zf. by name.
istikrarsız, s. unstable, unstedy,
ismi geçen, s. above mentioned.
ispat, a. proof, evidence; unsettled.
confirmation, affirmation. istila, a. invasion, occupation
ispat etmek, e. to prove; to confirm. istila etmek, e. to invade, to occupy,
ispatlamak, e. to testify. to pervade.
ispinoz, a. chaffinch. istilacı, s. invader.
ispirto, a. spirits, alcohol. istim, a. steam.
istavrit, a. horse mackerel, scad. istismar, a. exploitation, exploiting.
istek, a. wish, desire, inclination; istismar etmek, e. to exploit.
demand, request; appetite. istismarcı, a. exploiter.
istekli, s. willing, desirous, keen on. istisna, a. exception.
isteksiz, s. unwilling, disinclined, istisnai, s. exceptional.
reluctant. istisnasız, s. enexceptionally, without
isteksizlik, a. unwillingness, exception.
disinclination, reluctance. istişare, a. consultation.
istem, a. request; volution; order. iş, a. work, labour; profession,
istemek, e. to wish, to desire, to want; occupation; action; service;
to ask for; to ned; to demand; to mission, duty; business; matter,
long for. affair.
işaret 113 itiraf

işaret, a. sign, mark, indication; signal. işlevbilimsel, s. physiologic, physio-


işaret etmek, e. to indicate, to point logical.
out. işlevcilik, a. functionalism.
işaretlemek, e. to make a mark. işlevsayrılık bilimi, a. physipatho-
işaretparmağı, a. forefinger. logy.
işçi, a. worker, labourer. işlevsel, s. functional.
işeme, a. urination. işlik, a. workshop.
işemek, e. to urinate, to make water, iştah, a. appetite, desire.
to piss, to pee, to micturate. iştah açıcı, s. appetizing.
işetici, a.& s. diuretic. iştah açmak, e. to whet the appetite.
işitbilim, a. acoustics. iştahlanmak, e. to crave, to have a
işitim, a. the sense of hearing. strong desire for.
işitme, a. hearing, audition. iştahlı, s. having an appetite, keen on,
işitmek, e. to hear; to learn of; to desirous.
listen. iştahsız, s. having no appetite, reluctant
işitölçer, a. audiometer. iştahsızlık, a. anorexia; lack of apptite.
işitölçüm, a. audiometry. iştirak, a. participation
işitsel, s. acoustic, auditory. iştirak etmek, e. to participate, to
işityazım, a. audiogramme. share.
işkembe, a. tripe, paunch. it, a. dog.
işkence, a. torture, torment. itaatli, s. obedient; dutiful.
işkil, a. doubt, suspicion. itaatsiz, s. disobedient.
işkillenmek, e. to suspect, to be itaatsizlik, a. disobedience.
suspicious, to mistrust. ithaf etmek, e. to dedicate.
işkilli, s. suspicious, doubtful, ithaf, a. dedication, dedicating.
mistrustful. itham, a. accusation, imputation,
işlek, s. busy. charge.
işlem, a. procedure, operation, itham etmek, e. to accuse, to indict,
treatment. to charge.
işlemek, e. to work, to operate, to iti, a. drive, motive.
run, to function; to process, to work itibaren, zf. from, dating from, as
up; to treat; to caltivate; to perform; from.
to commit; to suppurate, to fester; to itici, s. driving, motive.
penetrate. itina, a. care, attention.
işlenebilir, s. workable. itina etmek/göstermek, e. to take
işlenmemiş, s. unprocessed, raw. care of, to give close attention to.
işlenmiş, s. processed. itina ile, zf. carefully, elaborately.
işlev, a. function. itinalı, s. careful, painstaking,
işlev- , önek. physic- , physio- . attentive.
işlev yitimi, a. apraxia. itinasız, s. careless, inattentive.
işlevbilim, a. physiology. itinasızlık, a. inattentiveness,
işlevbilimsel uyum, a. physiologic carelessness.
adaptation. itiraf, a. confession, admission.
itiraf etmek 114 izolasyan

itiraf etmek, e. to confess, to admit. iz, a. print, mark; trace, track, trail,
itiraz, a. objection, disapproval. path.
itiraz etmek, e. to object, to argue izafe, s. joining, attaching.
against, to dispute. izafî, s. relative, nominal.
itki, a. impulse, impulsion. izafilik, a. relativity.
itme, a. push. izafiyet, a. relantivity.
itmek, e. to push. izah, a. explanation.
ittifak, a. agreement, alliance; izah etmek, a. to explain, to
accord, harmony. demonstrate, to bring out.
ivdireç, a. accelerator. izahat, a. explanation.
ivdirme, a. acceleration. izan, a. understanding.
ivedi, a. haste, hurry. izbe, a. hut, hovel, den; basement;
ivedilikle, zf. urgently, in haste. dark and dirty.
ivegen, s. acute. izdüşüm, a. projection.
ivme, a. acceleration. izdüşümsel, s. projective.
iye, a. owner, possessor. izi silinmek, e. to disappear
iyi, s. good, well, in good health; completely.
kind; beneficial. izin, a. permission, permit, consent,
iyicil, a. benign, benevolent, leave.
philanthropic. izin almak, e. to get permission.
iyice, s. convalescent; rather good, izinli, zf. on leave. s. with permission;
fair. on vacation.
iyicene, zf. properly. izinli gün, a. off day.
iyileştirici, s. curative. izinsiz, s. without permission;
iyileşme, a. recovery, amelioration. unauthorized.
iyileşmek, e. to improve, to recover izlem, a. observing; pursuing,
from illness, to get better. tracking.
iyileştirim, a. therapy. izlence, a. programme.
iyilik, a. goodness, kindness izlenimcilik, a. impressionism.
iyimser, a. & s. optimist; optimistic. izlemek, e. to track, to trace, to rail,
iyimserlik, a. optimism. to follow.
iyon, a. ion. izlenim, a. impression.
iyonlaşma, a. ionization. izo-, önek. similar.
iyot, a. iodine. izolasyon, a. isolation.
iyotlu, s. iodic.
J,j

jelatin, a. gelatine, jelly. jilet, a. safety-razor.


jeloz, a. agar. jinekolog, a. gynaecologist.
jeneratör, a. generator. jinekoloji, a. gynecology.
jenet, a. genet, genette. jöle, a. jelly.
jeo-, önek. geo-. jul, a. joule.
jeoloji, a. geology. jüri, a. jury.
jeotermal, s. geothermal. jüt, a. jute.
K,k

kaba, s. coarse, rough; spongy, puffy; kabuksal, s. popular, cortical.


rude, vulgar; common, gross. kabul, a.acceptance, admission.
kaba et, a. buttocks. kabul etmek, e.to accept, to admit.
kabaca, s. roughly, coarsely, grossly; kabullenmek, e. to accept.
rather bigger, biggish. kaburga, a. costa, ç. costae, rib, ribs.
kabahat, a. fault, blame, guilt, kâbus, a. nightmare, incubus.
offence; crime. kaçak, a. leakage.
kabahatli, s. faulty, at fault, guilty. kaçık, a. crazy, mad; eccentric,
kabahatsiz, s. faultless, blameless, abnormal.
innocent. kaçınılmaz, s. inevitable, unavoidable.
kabak, a. pumpkin. kaçınılmaz düşük, a. inevitable
kabakulak, a. mumps. abortion.
kabalaşmak, e. to become impolite/ kaçınma, a. avoidance, abstinence.
vulgar. kaçınmak, e. to avoid, to elude, to
kabalık, a. coarseness; vulgarity, evade.
roughness. kaçırmak, e. to kidnap, to abduct; to
kabarcık, a. bubble; blister; pustule, hijack; to miss, to let go, to skip; to
pimple. leak, to escape; to smuggle; to go
kabarık, s. swollen, puffy, blister, mad.
turgit; blister. kaçmak, e. to flee, to run away , to
kabarıklık, a. swelling, bulge, break away ; to go away, to run.
puffiness. kadar, ed. as … as, as much as, as
kabarmak, e. to swell; to blister; to many as; as long as; as far as; up to,
rise, to increase; to be erected; to till, unti , approximately, about.
bulge; to bristle. kadasızlık, a. stupidity.
kabartı, a. papule. kadavra, a. cadaver, corpse, carcas.
kabbilim, a. haematology.
kader, a. destiny.
kabız, s. constipated.
kadın, a. female, feminine; woman,
kabız olmak, e. to be constipated.
lady, matron.
kabızlık, a. constipation.
kadınca, s. feminine, womanly;
kabiliyet, a. capacity, capability,
woman like.
ability; talent, efficiency
kadınlık, a. femininity; womanhood,
kabiliyetli, s. talented, capable,
ladyship.
gifted; intelligent, skilful.
kabiliyetsiz, s. incapable, untalented. kadife, a. valvet
kabiliyetsizlik, a. inability, kafa, a. skull, head; brain, intelligence,
incapability, incapacity mind; mentality.
kabuk, a. cortex; scab; bark; husk, kafa- , önek. crani- , cranio- .
peel, skin, integument, rind. kafa ile ilgili, s. cranial, cranialis.
kabuk- önek. papulo-. kafa-beyinsel, s. craniocerebral.
kabukdoku, a. substantia corticalis. kafalı, s. intelligent; headed.
kabuklaşma, a. corticalization. kafasız, s. dull, stupid, bonehead.
kabuklaşma, a. papulosis. kafatası, a. skull, cranium.
kafaya yakın 117 kalkmak

kafaya yakın, s. craniad. kalınbağırsak çıkarımı, a. colectomy.


kafa-yüzsel, s. craniofacial. kalınbağırsak yangısı, a. colitis.
kâfi, s. enough, sufficient. kalınbağırsakla ilgili, s. colonic.
kâfi derecede, zf. sufficiently. kalınlık, a. thickness.
kâfi gelmek, e. to be sufficient, to be kalıntı, s. reminder, remnant, leftover,
enough, to suffice. residue, remains; trace, indication,
kağıt, a. paper. mark.
kahır, a. anxiety, distress, sorrow, kalıp, a. mould, form, model.
suffering. kalıt, a. inheritance.
kâinat, a. cosmos, universe. kalıtım, a. inheritance; heredity,
kaktüs, a. cactus. heritage.
kalabalık, a. & s. crowd; crowded, kalıtım iplikçikleri, a. chromosomes.
overpopulated. kalıtım yoluyla, zf. by inheritance, by
kalan, a. & s. remaining; rest, heredity.
reminder. kalıtımbilim, a. genetics.
kalay, a. tin. kalıtımsal, s. hereditary, inherited.
kalaylı, s. tinned. kalıtımtaşır, a. gene.
kalaysız, s. untinned. kalıtsal, s. hereditary, inherited.
kalbi atmak, e. to beat, to pulsate. kalıtsal yapı, a. genotype.
kalbi çarpmak, e. to throb, to kalifiye, s. qualified, skilled.
palpitate. kalite, a. quality.
kalbini kırmak, e. to hurt someone’s kaliteli, s. in good quality, of quality,
feelings, to break someone’s heart. qualified.
kalça, a. hip. kalitesiz, s.of poor quality.
kalça kemiği, a. hip bone. kalkan, a. shield.
kaldırmak, e. to raise, to elevate, to kalkan balığı, a. turbot.
lift; to erect; to remove, to take kalker, a. limestone.
away; to tolerate, to bear, to endure, kalkerli, s. calcerous.
to stand; to abolish. kalkık, s. risen, raised; erect.
kalem, a. pencil, pen; item, sort, kalkındırmak, e. to develop.
entry. kalkınma, a. development, progress;
kalıcı, s. permanent, lasting. reconstruction; recovery.
kalıç, a. sickle. kalkınmak, e. to develop, to make
kalık, s. remaining, left; incomplete, progress, to flourish.
defective. kalkış, a. departure; getting up.
kalıkdüşük, a. missed abortion. kalkışmak, e. to try, to attempt, to
kalımlı, s. permanent, lasting, stable. dare.
kalımlılık, a. stability. kalkmak, e. to get up, to stand up; to
kalımsız, s. transient. raise, to become erect; to depart, to
kalın, s. thick, stout; coarse. set out; to lift, to disappear; to be
kalın bağırsak, a. large intestine. cancelled, to be abondaned, to be
kalınbağırsak açımı, a. colostomy. cancelled.
kalma 118 kanerimeli

kalma, a. & s. remaining; left behind, kan kusma, a. hematemesis.


inherited. kan kümeleşimi, a. hemaggluti-
kalori, a. calory, calorie. nation.
kalp, a. heart; core, kernel, center. kan kümesi, a. blood group.
kalp ağrısı, a. heartache. kan muayenesi, a. blood examination.
kalp çarpıntısı, a. tachycardia. kan nakli, a. tranfussion, blood
kalp sayrılığı, a. heart disease. transfusion.
kalpsiz, s. heartless, merciless, cruel. kan okşijensizliği, a. anoxemia.
kalsiyum, a. calcium. kan sağlanımı, a. blood supply.
kamaşmak, e. to be dazzled. kan sağlantısı, a. blood supply.
kamaştırmak, e. to dazzle. kan sayımı, a. blood count.
kambur, a. & s. hump, humpback, kan şeker yüksekliği, a. hyper-
hunch, hunchback; hunchbacked, glycaemia.
warped. kan testi, a. blood test, blood analysis.
kamburla ilgili, s. kypotic. kan toplağı, a. hematoma.
kamburluk, a. kyphosis. kan tükürme, a. hemoptysis.
kamçı, a. flagellum, ç. flagella. kan yağlanımı, a. lipemia.
kamçı oluşumu, a. flagellation. kanaat, a. opinion, contentment,
kamçılılar, a. flagellate. conviction.
kamçısal, s. flagellar. kanal, a. canal, waterway.
kamış, a. penis; ; reed, cane, rod. kanama, a. bleeding.
kamış başı, a. glans penis. kanamak, e. to bleed.
kan, a. blood. kanamalı, s. hemorrhagic.
kan- , önek. haem- , hem- , hemat- , kanarya, a. canary.
hemato- . kanat, a. wing; fig; sail, vane, paddle.
kan ağılanımı, a. toxaemia. kanatçık, a. winglet.
kan aktarımı, a. blood tranfussion. kanatlanmak, e. to grow wings.
kan azlığı, a. ischemia. kanatlı, s. winged.
kan basımı, a. congestion. kanatmmak, e. to cause to bleed.
kan basıncu, a. blood pressure, kanatsız, s. wingless.
tension. kanayan, s. bloody, bloodshot.
kan çıbanı, a. furuncle, boil. kan-beyin engeli, a. blood-brain
kan çökelimi, a. sedimentation. barier.
kan çökümü, a. sedimentation. kanca, a. hook.
kan damarı, a. blood vessel. kancalı, s. hooked.
kan damlası, a. drop of blood. kancalı kurt, a. hookwarm.
kan dolaşımı, a. circulation, circulation kançöküm, a. sedimentation.
of blood. kandırıcı, s. convinsing, persuasive;
kan eritici, s. haemolytic. satisfying.
kan grubu, a. blood group, blood kandırmak, e. to mislead, to seduce;
type. to convince, to persuade; to saturate.
kan irinlenimi, a. pyemia. kanerimeli, s. haemolytic.
kanerimesi 119 kapı-

kanerimesi, a. hemolysis. kansızlık, a. anaemia; deficiency of


kangren, a. gangrene. blood.
kangren olmak, e. to gangrene. kansu, a. serum.
kanguru, a. kangaroo. kansu- , önek. sero- .
kanı, a. opinion, conviction. kansu ile ilgili, s. serous, serologic.
kanı dindirmek, e. to stanch/ staunch kansu sayrılığı, a. serum sickness.
blood. kansubilim, a. serology.
kanık, s. satisfied, content. kansüzdürüm, a. hemodialysis.
kanıklık, a. satisfaction. kanşeker azlığı, a. hypoglycaemia.
kanıksamak, e. to be satiated, to be kanşekeri, a. glycemia.
fed up with. kantaron, a. centaury.
kanış, a. persuation, persuading; kanun, a. rule, law, code.
seduction. kanyak, a. cognac, brandy.
kanıt, a. proof, argument. kanyıkımı, a. hemolysis.
kanıtlamak, e. to prove, to argue, to kanyıkımlı, s. haemolytic.
support by evidence. kaos, a. chaos.
kanıtlanmak, e. to be proved. kap, a. pot, vessel, container; cover.
kanıtlı, s. supported by evidence. kapak, a. valvula; lid, cover.
kanıtsamak, e. to take as evidence kapakçık, a. valvula, ç. valvulae.
of, proof of/for. kapakçık kesimi, a. valvulotomy.
kankan, a. cancan. kapakçık sayrılığı, a. valvular malady.
kanlamak, e. to stain with blood. kapakçıkla ilgili, s. valvate, valvular.
kanlanmak, e. to be satined with kapaklı, s. concealed.
blood; to become healthy. kapalı, s. shut, close, closed; obscure;
kanlanmış, s. bloosshot. reserved.
kanlı, s. bloody, bloodstained; kapamak, e. to shut, to close; to turn
sanguinary; bloodshot. off; to fill up;; to confine; to stop, to
kanlı basur, a. dysentery. bar, to block; to cover up.
kanmak, e. to believe, to be kapan, a. trap.
persuaded; to be misled, to be kapanık, s. confined, shut in; dark,
seduced, to be duped, to be claudy, overcast; withdrawn, shy,
deceived; to be satiated with drink, unsociable.
to be satisfied. kapanık, s. shy, unsociable,
kanser, a. cancer. withdrawn; confined, shut in,
kanser olmak, e. to become gloomy; dark, claudy, overcast.
cancerous. kapanmak, e. to shut, to close, to
kanserli, s. cancerous. shut down.
kansıvı, a. plasma. kapatmak, e. to close, to shut; to
kansıvı göze, a. plasmocyte. tunn off, to shut off; to keep.
kansız, s. bloodless; anaemic. kapı, a. porta, ç. portae, hilum,
kansızlaşmak, e. to be/become intraventricular foramen; door, gate.
anaemic. kapı-, önek. portal-.
kapı ile ilgili 120 karantinaya almak

kapı ile ilgili, s. portal-. karaciğer açımı, a. hepatotomy.


kapılgan, s. easily carried away, karaciğer büyüklüğü, a.
easily mislead. hepatomegaly, hepatomegalia.
kapısal, s. portal. karaciğer büyümesi, a. hepato-
kapısal toplardamar, a. vena portae. megaly.
kapkara, s. pitch-black, pitch-dark. karaciğer gözesi ölümü, a.
kaplak, a. capsule. hepatonecrosis.
kaplam, a. extension. karaciğer ile ilgili, s. hepatic.
kaplama, a. & s. coating, covering; karaciğer kökenli, s. hepatogenic,
plating, crowning; planking; coated, hepatogenous.
covered, lined, crowned. karaciğer ödyolu, a. ductus hepaticus.
kaplamak, e. to cover; to coat, to karaciğer sayrılığı uzmanı, a.
line; to invade. hepatologist.
kaplan, a. tiger. karaciğer sayrılığı, a. hepatopathy.
kaplı, s. covered, coated, plated. karaciğer uru, a. hepatophyma.
kaplıca, a. hot spring, health resort, karaciğer yangısı ile ilgili, a.
thermal station. hepatitic.
kaplumbağa, a. turtle, tortoise. karaciğer yangısı, a. hepatitis.
kapmak, e. to catch, to grasp, to snap karaciğer yumuşaması, a. hepato-
up, to seize, to snatch; to carry off. malacia, softening of the liver.
kapris, a. fancy, caprice, whim. karaciğer zehirlenmesi, a.
kaprisli, s. fanciful, capricious, hepatotoxemia.
whimsical. karaciğere benzeyen, s. hepatoid.
kapsam, a. content; range, scope, karaciğere doğru, s. hepatopetal.
coverage, comprehensiveness. karaciğeri yıkımlayan, s. hepato-
kapsamak, e. to contain, to comprise, pathic.
to include, to involve, to comprehend, karafatma, a. black beetle, cockroach.
to embrace. karağı, a. blindness.
kapsül, a. medical capsule. karahumma, a. typhus.
kar, a. snow. karakabarcık, a. anthrax.
kara-, önek. melan- , melano- . karakter, a. character.
kara, s. black; brunet, dark; bad, karakteristik, s. characteristic,
unlucky, gloomy; ill-omened; land, characteristics.
shore, mainland. karalık, a. blackness.
karaağaç, a. elm. karamsar, s. pessimistic.
karabasan, a. incubus, nightmare. karamsarlık, a. pessimism.
karabatak, a. cormorant. karanlık, a. dark, darkness; blackness;
karabiber, a. black pepper. obscurity.
karaboya, a. melanin. karanlık oda, a. dark room.
karaca, a. roe deer. karantina, a. quarantine.
karaciğer, a. liver, hepar, hepatis. karantinaya almak, e. to put in
karaciğer- önek. hepat- , hepato- . quarantine.
karar 121 karışıklık çıkarmak

karar, a. decision, resolution, karga, a. crow.


determination. kargaşa, a. confusion, trouble,
karar almak, e. to make a decision. disorder, tumult.
karar vermek, e. to come to a kargaşalık, a. confusion, disorder;
decision, to decide. dispute, quarrel.
kararlı, a. determined, resolute, bent karı, a. wife, spouse, woman.
on, decided. karı koca, a. wife and husband,
kararlılık, a. determination, stability. married couple.
kararma, a. darkening. karılık, a. wifehood.
kararmak, e. to become black/dark/ karılmak, e. to be mixed, to be
obscure. mingled..
kararmak, e. to go/grow dark, to go karın, a. abdomen, belly; stomach. s.
black, to darken; to fade out abdominal, ventral.
kararsız, s. undecided, irresolute, karın-, önek. abdomin- , abdomino- .
perplexed, hesitating. karın ağrısı, a. stomachache.
kararsızlık, a. indecision, hesitation; karın boşluğu, a. abdominal cavity,
instability. cavum abdominalis.
karartma, a. blackout. karınca, a. ant.
karartmak, e. to make dark/obscure, karınca asidi, a. formic acid.
to blacken, to darken; to black out, karıncalanmak, e. to have/feel pins
to shade. and neeles, to thingle, to prickle, to
karasinek, a. common housefly. become blowholed.
karasu, a. glaucoma. karıncalı, s. blowholed.
karatavuk, a. blackbird. karıncık, a. ventricle, ventriculus.
karaur, a. melanoma. karıncık çırpınımı, a. ventricular
karayanık, a. anthrax of sheep.
fibrillation.
karbon, a. carbon.
karıncıkiçi, s. intraventricular.
karbonat, a. carbonate.
karıncıklararası, s. interventricular.
kardeş, a. brother or sister, brothers
karıniçi, s. intra-abdominal.
or sisters.
kardeşçe, s. brotherly, sisterly; karınsal, s. abdominal, ventral.
fraternal. karınzarı, a. peritoneum.
kardeşlik, a. brotherhood or karınzarı-, önek. peritoneal- .
sisterhood; fraternity, friendship. karınzarı ardı, a. retroperitoneum.
kardiyograf, a. cardiograph. karınzarı ile ilgili, s. peritoneal.
kardiyografi, a. cardiography. karınzarı yangısı, a. peritonitis.
kardiyogram, a. cardiogram. karışık, s. mixed, adulterated; not
kardiyolog, a. cardiologist. pure, confused, in disorder;
kardiyoloji, a. cardiology. complicated, complex.
kare, a & s. square. karışıklık, a. confusion, tumult;
karekök, a. square root. disorder, trouble, agitation.
kareli, s. cross-lined; squared, karışıklık çıkarmak, e. to cause
quadratic. disorder/trouble/agitation.
karışım 122 kas güçsüzlüğü

karışım, a.mixture, mix, medley, karşılıklı olarak, zf. mutually,


complication. correspondingly, reciprocally.
karışma, a. interference, intervention. karşılıklılık, a. reciprocity.
karışmak, e. to mix with, to get karşın, ed. despite, in spite of;
mixed up with, to be mingled; to although, though.
interfere, to intervene. karşısında, zf. in front of, opposite,
karıştırıcı, a. mixer; intriguer; facing.
confusing, complicating, misleading. karşıt, s. adverse, contrary, counter,
karıştırmak, e. to mix, to blend; to opposite.
muddle. karşıt - , önek. anti- , counter- .
karides, a. shrimp. karşıt anlamlı, s. antonymous.
karlı, s. snowy. karşıtağı, a. antidote.
karma, s. mixed karşıtçı, a. opponent, opposed.
karmak, e. to mix. karşıtdeğerli, s. ambivalent.
karmakarışık, s. in complete karşıtdeğerlilik, a. ambivalence.
confusion, in utter disorder, in a karşıtduygu, a. antipathy.
mess. -karşıtı, sonek. anti- .
karmaşa, a. disorder karşıtetkin, a. antagonist.
karmaşık, s. complex. karşıtetkinlik, a. antagonism.
karmaşıklık, a. complexity. karşıtlaşmak, e. to oppose.
karnabahar, a. cauliflower. karşıtlık, a. contrast.
karpuz, a. watermelon. karşıtten oluşumu, a. antibody
karşı, s. & ed, a. opposite, contrary, formation.
against; facing; opposite side. karşıtten, a. antibody.
karşı çıkmak, e. to oppose.
kart, s. tough, hard, not fresh or
karşı koymak, e. to withstand, to
tender.
resist, to oppose.
kartal, a. eagle.
karşıda, z.f. across, on the opposite
kartalmak, e. to loose its freshness.
side.
karşılaşmak, e. to meet, to encounter, kartlaşmak, e. to loose its freshness,
to come up against. to grow old, to become tough.
karşılaştırma, a. comparison, kartlık, a. lack of freshness; senility,
confrontation. oldness, toughness.
karşılaştırmak, e. to to compare, to karton, a. cartoon, pasteboard.
confront, to contrast; to deal. kartuş, a. cardridge.
karşılaştırmalı, s. comperative. karyokinez, a. karyokinesis.
karşılık, a. reply, answer; return, kas, a. muscle, musculus, ç. musculi.
recompense; equivalent; respond. kas- , önek. muscular.
karşılık olarak, zf. in reply to, in kas ağrısı, a. myalgia, myodynia,
return for. muscular pain.
karşılıklı, s. opposite, facing one kas gözesi, a. myocyte.
another; mutual, reciprocal; kas güçsüzlüğü, a. myasthenia,
corresponding. muscular weakness.
kas katılığı 123 katılaşmış

kas katılığı, a. muscular rigidity. kasıt, a. aim, intention, purpose,


kas sayrılığı, a. myopathy. endeavour, premeditation.
kas uru, a. myoma. kasiçi, s. intramuscular.
kas yangısı, a. myosititis. kaskatı, s. rigid, very hard.
kas yangısıyla ilgili, s. myositic. kaslı, s. muscular.
kasavet, a. anxiety, sorrow, pain. kasörtü, a. tunica muscularis,
kasdoku, a. mucular tissue. muscular layer.
kasık, a. groin, inguen. kas-sinir, a. myoneural.
kasık bağı, a. truss for hernia. kasten, z. intentionally, on purpose,
kasık biti, a. crab louse, pubic louse. deliberately.
kasık çatlağı, a. hernia, rupture. kastetmek, e. to intend; to mean.
kasık fıtığı, a. inguinal hernia. kasti, s. intentional, deliberate,
kasık ile ilgili, s. inguinal, muscular. purposeful.
kasıksal, s. inguinal. kastiyle, z. aiming at, with the
kasıl, s. muscular. intention of, in order to.
kasılduyumlar, a. muscular senses. kasvet, a. depression, sadness, gloom.
kasılım, a. spasm, spasmus, kasvet basmak, e. to become
contracture, contraction. depressed.
kasılım oluşturan, s. spasmogenic. kasvetli, s. depressing, oppressive,
kasılım oluşturucu, a. spasmogen. gloomy, sad.
kasılımca, a. tetany. kaş, a. eyebrow, brow.
kasılımla ilgili, s. spasmo- ; kaşık, a. forceps; spoon.
spasmodic. kaşıkla beslemek, e. to spoon-feed.
kaşımak, e. to itch, to scratch
kasılımlı, s. spastic.
oneself.
kasılma, a. contraction.
kaşımak, e. to scratch.
kasılmak, e. contract, to be stretched
kaşındırmak, e. to irritate.
tight.
kaşınma, a. itching.
kasım, a. systole.
kaşıntı, a. itching, pruritus.
kasım öncesi, a. presystole.
kaşıntılı, s. itchy.
kasımlı, s. systolic.
kat, a. layer, stratum, ç. strata; storey,
kasımpatı, a. chrysanthemum.
floor.
kasınç, a. spasm, convulsion, cramp.
katarakt, a. cataract.
kasınçlı, s. spastic.
kategori, a. category
kasınçlı inme, a. spasmodic paralysis.
katgüt, a. catgut.
kasınma, a. spasm, convulsion,
katı, s. rigid, stiff; hard; solid, tough;
spasmodic contraction of a muscle.
violent.
kasınmak, e. to contract, to become
katıksız, s. unmixed, pure.
spasmodic
katılaşma, a. solidification.
kasıntı, a. a tightening.
katılaşmak, e. to harden, to become
kasırga, a. whirlwind, cyclone,
hard, solid, stiff; to coagulate.
hurricane.
katılaşmış, s. hardened.
katılaştırmak 124 kayalık

katılaştırmak, e. to solidify, to katmanlaşma, a. stratification.


harden. katmanlaşmak, e. to stratify.
katılgan doku, a. conjuctive tissue. katot, a. cathode.
katılık, a. rigidity, rigor, rigidness, katra, a. drop.
stiffness, solidity, hardness; katran, a. tar.
severity. katranlı, s. tarred, tarry.
katılma, a. participation, joining. katsayı, a. coefficient, quotient.
katılmak, e. to be added/mixed. katyuvarı, a. stratosphere.
katım, a. adding, mixing. kauçık, a. rubber.
katışık, s. mixed, adulterated. kavak, a. poplar.
katışıksız, s. unmixed, pure. kavi, s. strong, solid, robust.
katışmak, e. to mix with. kavis çizmek, e. to describe a curve.
katıştırmak, e. to add, to mix. kavis, a. curve, bend, bow, arch.
kati, s. decisive, definite, definitive, kavlak, s. pealed off, risen in blisters,
absolute. barkless.
kati olarak, zf. definitely, decisively, kavlamak, e. to peel off, to scale off,
absolutely, for certain. to rise in blisters.
katil, a. assassin, killer, murderer; kavlanma, a. desquamation.
murder, assassination, killing. kavram, a. concept, conception, idea,
katileşmek, e. to become definite. notion.
katiyet, a. definiteness, decisiveness. kavrama, a. comprehension,
katiyyen, zf. absolutely, definitely, by conception.
no means. kavramak, e. to comprehend, to
katkı, a. additive, addition, contribution.
conceive, to perceive, to understand,
katkıda bulunan, a. contributor.
to compass; to grasp, to seize, to
katkıda bulunmak, e. to contribute.
grip, to grab.
katkılı, s. adulterated, mixed.
kavramcılık, a. conceptualism.
katkısız, s. unmixed, unadulterated,
pure. kavramsal, s. conceptual.
katlak, a. chart. kavrayış, a. conception,
katlamak, e. to fold, to pleat, to comprehension, apprehension.
double. kavrayışlı, s. quick at understanding,
katletmek, e. to kill, to murder, to quick-witted.
assesinate. kavrayışsız, s. dull, thick-witted.
katlı, s. folded, pleated. kavşak, a. junction, crossroad.
katliam, a. massacre. kavun, a. melon.
katma, a. & s. addition, appendage, kavurma, a. & s. frying, roasting;
adding; subsidiary, additional, fried.
supplementary. kavurmak, e. to fry, to roast
katmak, e. to add, to join, to mix, to kay etmek, e. to vomit.
pool, to blend in. kay, a. vomiting,
katman, a. stratum, layer, tunic, kaya, a. rock.
tunica, ç. tunicae. kayalık, s. rocky.
Kayalık Dağlar… 125 kekrelik

Kayalık Dağlar lekeli ateşi, a. kaynaşık, s. fused, ankylotic,


Pock/Rocky Mountain spotted ankylosant, welded.
fever. kaynaşıkkemik, a. synoptosis.
kaybetmek, e. to lose. kaynaşıkeklem, a. synarthrosis, ç.
kaydetmek, e. to enrol, to register, to synarthroses.
note down. kaynaşım, a. ankylosis.
kaydırmak, e. to slide. kaynaşım yapan, s. ankylosant.
kaygan, s. slippery. kaynaşımlı, s. ankylosant.
kayganlık, a. slipperiness. kaynaşma, a. fusion, coalescence.
kaygı, a. anxiety, grief, care. kaynatmak, e. to boil, to welt; to
kaygılanmak, e. to worry. burn.
kaygılı, s. anxious, worried. kaz, a. goose; silly, fool.
kaygın, s. slippery, polished. kaza, a. accident, mishap, casualty,
kaygısız, s. carefree. mischance.
kaygısızlık, a. carefreeness. kaza ile, kazara, zf. accidentally, by
kayın, a. beech. chance, by accident.
kayıp, s. lost. kazıklıhumma, a. tetanus.
kayısı, a. apricot. kazıma, a. scraping.
kayıt, a. registration, enrolment, kazımak, e. to scrape, to scratch.
enlistment. kazıntı, a. scraping, erasure.
kayıtlı, s. registered, recorded, kazmak, e. to dig, to excavate.
enlisted, inscribed. keçi, a. goat.
kayıtsız, s. unregistered, unrecorded; keder, a. sorrow, grief, affliction.
indifferent, carefree; careless; keder çekmek, e. to suffer from
apathetic. grief.
kayıtsızlık, a. indifference, unconcern; kederlenmek, e. to become sorrowful.
apathy, carelessness. kederli, s. sorrowful, grieved,
kaymak, e. & a. to slide, to slip, to grievious.
glide; to blink, to squit; cream. kedersiz, s. free from grief.
kaymaklı, s. creamy. kefal, a. gray mullet.
kaynak, a. spring, fountain; source, kefen, a. shroud.
origin; weld; reference. kefene sarmek, e. to wrap/wind in a
kaynakça, a. bibliography. shroud.
kaynaklanmak, e. to result from, to keke, a. stuttering, stammering.
arise from, to stem from, to kekelemek, e. to stutter, to stammer,
originate in. to fumble.
kaynama, a. & s. boiling, ankylosis; kekeme, a. stammerer.
boiled. kekemelik, a. stuttering, stammer.
kaynamak, e. to boil, to ferment, to kekik, a. thyme.
effervesce; to burn, to sour. keklik, a. partridge.
kaynarca, a. hot spring, thermal kekre, s. acrid, harsh, sour, pungent.
spring. kekrelik, a. acridness, acrimony.
kekremsi 126 kendibeslek

kekremsi, s. somewhat acrid. kemikanagöze, a. osteoblast.


kel, s. bald. kemikbaşı, a. apophysis, ç. apopyses.
kelaynak, a. ibis, geronticus eremita. kemikbilim, a. osteology. Osteologia.
kelebek, a. butterfly. kemikbilimci, a. osteologist.
kelime, a. word. kemikçe, a. osteopathy.
kelle, a. head. kemikdoku, a. bone tissue.
kellik, a. balness, favus. kemikeklem sayrılığı, a. ostoarthrosis.
kem, s. bad, evil, malicious. kemikeklem yangısı, a. osteoarthritis.
kemer, a. arc, arcus. kemikerimesi, a. ostolysis.
kemik, a. bone; os, ossi, ç. ossa. kemikeriten, s. osteolytic.
kemik …, osseo- , ossi- , ost- , oste- , kemikkesici, a. osteotome.
osteo- . kemikkıkırdak uru, a.
kemik ağrısı, a. ostealgia, osteochondroma.
osteodynia. kemikkıkırdak yangısı, a.
kemik ayırımı, a. osteodiastasis. osteochondritis.
kemik gelişimi, a. ostogenesis, kemikleşme, a. ossification.
osteogeny, osteosis. kemikleşmek, e. to ossify, to become
kemik iliği yangısı, a. ostomyelitis. very hard.
kemik iliği, a. bone marrow. kemikli, s. bony, having bone.
kemik kesimi, a. osteotomy. kemiksi, s. osteoid.
kemik kötü huylu lezyonu, a. kemiksiz, s. boneless.
osteofibroma. kemikyıkan göze, a. osteoclast.
kemik kötü huylu uru, a. osteogenic kemikzarı altı, a. subperiostal.
sarcoma. kemikzarı ile ilgili, s. periosteal;
kemik oluşturan, a. osteogen. periosteo- .
kemik oluşumu, a. osteogenesis, kemikzarı yangısı, a. periostitis.
ostoegeny, osteosis. kemirgen, a. rodent.
kemik oluşumuyla ilgili, s. osteogenic, kemirgenler, a. rodentia, gnawing
osteogenetic. animals.
kemik oluşumuyla ilgili, s. osteogenic, kemirici, a. rodent, corrosive,
osteogenetic. gnawing.
kemik onarımı, a. osteoplasty, bone kemirmek, e. to gnaw, to corrode.
grafting. kemlik, a. malice, badness.
kemik sayrılığı, a. osteopathy, kenar, a. side, edge, border, verge,
osteopathia. margin, brink.
kemik sertleşimi, a. osteoclerosis. kendi, s. own. zm. self, oneself.
kemik sertleşimiyle ilgili, s. kendi başına, by oneself, by himself,
osteosclerotic. of one’s own, independent.
kemik yangısı, a. osteitis. kendi kendime, by myself, to myself.
kemik yangısıyla ilgili, s. osteitic. kendi kendisine, by himself, to
kemik yumuşaması, a. osteomalacia. himself, all alone.
kemik zarı, a. periosteum, ç. kendibeslek, a. self-feeding,
periostea. autotrophe.
kendileri 127 kesip-çıkarım

kendileri, zm. themselves. kesemantar, a. ascomyecetes.


kendiliğinden, by oneself, by kesici, s. incisive, cutting.
himself/herself/itself, of one’s own; kesicidiş, a. incisor, cutting tooth.
spontaneously, automatically. kesif, s. dense, thick.
kendiliğinden türeme, a. abiogenesis, kesik, s. cut through/off, broken off;
spontaneous generation. curdled, coagulated.
kendim, zm. myself. kesik süt, curdled sour milk.
kendimiz, zm. ourselves. kesikli ateş, a. remittent fever.
kendinden, zf. by itself. kesikli, s. remittent, discontinued,
kendinden geçmek, e. to lose one’s discontinuous, interrupted.
self control. kesiklik, a. remittance, languor,
kendine gelmek, e. to regain lassitude.
consciousness, to become conscious kesiksiz, s. continous, continued.
again, to come round. kesiksizlik, a. continuity.
kendini dinlemek, e. to be afflicted kesilmek, e. to subside /(fear, pain),
with unfounded illness. to remit, to quiet down; to be
kendini kaybetmek, e. to faint, to exhausted; to end, to cease, come to
become unconscious, to be enraged, an end, to calm down.
kendiniz, zm. yourselves. kesim, a. section; cut; cutting.
kendir, a. hemp. kesim- sonek. -tomy.
kene, a. tick. kesim-ayırım, a. dissection.
kenevir, a. hemp. kesim-çıkarım, a. resection.
kepek, a. dandruff, scurf; bran. kesimi, önek. -tomy.
kepekçe, a. pityriasis. kesin olarak, zf. certainly, for certain.
kepeklenmek, e. to become scurfy. kesin, s. decisive, definitive; certain,
kepekli, s. branny; scurfy. definite.
kere, a. time, times. kesinkes, zf. definitely, decisively.
kereviz, a. celery. kesinlemek, e. to specify.
kerkenez, a. kestrel. kesinleştirmek, e. to make decisive/
kertenkele, a. lizard. definitive.
kese, a. sac, a small sac, bursa, kesinlik, a. decisiveness, definitive-
vesicle, vesicula, ç. vesiculae ness.
kese çıkarımı, a. vesiculectomy. kesinlikle, zf. definitively, definitely,
kese ile ilgili, s. vesicular, vesiculo- . blankly.
kese oluşumu, a. vesiculation. kesinliksiz, s. indefinite, indecisive,
kese ödyolu, a. ductus cysticus uncertain.
kese yangısı, a. vesiculitis, bursitis. kesinti, a. cut, cutting, clipping;
kesecik, a. vesicle, acinus, ç. acini. deduction.
keseciksi, a. aciniform. kesintili, s. discontinuous, interrupted.
keselek, a. cyst. kesintisiz, s. continuous, uninterrupted;
keseleşmek, e. to become vesicular, net.
vesiculate. kesip-çıkarım, a. resection.
kesir 128 kırkayak

kesir, a. fraction. kıl, a. hair.


kesişmek, e. to intersect, to concur. kılavuz, a. guide, pilot, leader.
kesit, a. section, cross-section, crosscut. kılavuzluk, a. guidance, pilotage.
keskin, s. acute, severe, pungent, kılcal, s. capillary.
sharp. kılcal boru, a. capillary tube.
keskinleşmek, e. to become pungent/ kılcal damar, a. capillary vessel.
sharp. kılcal geçirgenlik, a. capillary
keskinlik, a. sharpness, pungency. permeability.
kesme, a. & s. cutting; cut-out, cut. kılçık, a. fishbone, fishpine; awn;
kesmek, e. to cut, to cut off, to clip; string.
to slaughter, to kill; to interrupt; to kılçıklı, s. bony; awned; stringy.
stop, to discontinue; to give up; to kılçıksız, s. without bones.
deduct from. kılgı, a. practice.
kesmik, a. curd. kılgılı, s. practical.
kestane, a. chestnut. kılıçbalığı, a. swardfish.
kestirme, s. short, decisive, direct. kılıf, a. sheath, tunic; cover, case.
kestirmek, e. to have/get cut; to kılkuyruk, a. pintail.
estimate, appreciate; to doze, to kıllı, s. hairy, shaggy.
snooze, to have a snap. kımıldamak, e. to stir, to move.
keş, a. gullible, foolish, idiot. kımıldatmak, e. to move, to stir, to
keşfetmek, e. to discover, to explore. agitate.
keşif, a. discovery, exploration. kımıltı, a. motion, movement.
keşke, bğl. wish; Would that…!, if kın, a. vagina; sheath.
only…! kın yangısı, a. vaginitis, ç. vaginitides.
ket, a. obstacle. kınsal, s. vaginal; vagin- , vagino- .
ket vurmak, e. to hinder, to impede. kıpırdanmak, e. to keep on moving.
keten, a. linen, flax. kırgınlık, a. physical weariness.
ketum, s. discreet, reticent. kırık, a. & s. break, fracture; fragment;
ketumluk, a. discretion, reticence. cracked, fractured, broken;
keyif, a. health; amusement, pleasure, indisposed.
enjoyment. kırılgan, s. fragile, brittle, breakable.
kez, a. time, times. kırılganlık, a. fragility.
keza, bğl. also, as well, too; likewise, kırılım, a. refraction.
thus. kırılma, a. refrection, retraction;
kıkırdak, a. cartilage, cartilago, ç breaking, brake.
cartilagines, chondrus. kırılmak, a. to be hurt, to take
kıkırdak benzeri, s. cartilaginoid, offense; to break, to fracture, to be
chondroid. brokem; to be ruined/killed.
kıkırdak doku, a. cartilage tissue. kırım, a. slaughter, carnage.
kıkırdak yapıcı, s. cartilaginous, kırk, s. forty.
chondral. kırkar, a. forty each.
kıkırdakzarı, a. perichrondrium. kırkayak, a. centipede, millipede.
kırkıncı 129 kıymak

kırkıncı, s. fortieth. kısırlık, a. infertility, sterility,


kırlangıç, a. swallow. barrenness.
kırma, a. & s. fracture, friction; fold, kısıtlama, a. restriction, limitation.
pleat; half-breed. kısıtlamak, e. to restrict, to limit.
kırmak, e. to bruise, to hurt, to kısıtlayıcı, a. & s. inhibitor; restrictive.
injure; to destroy, to split; to crack; kısıtlı, s. restricted, limited.
to break, to fracture. kıskaç, a. forceps; pliers, pincers;
kırmızı, s. red. claw (of a crab)
kırmızılaşmak, e. to redden, to go kıskanç, s. jealous, envious.
red. kıskançlık, a. jealousy, envy.
kırmızılık, a. redness. kıskanılmak, e. to be envied.
kırmızımsı, s. reddish, somewhat red. kıskanmak, e. to envy, to be jealous
kırmızımtırak, s. reddish, somewhat of.
red. kısmak, e. to cut , to cut down, to
kırpmak, e. to clip, to shear, to trim; reduce; to squeeze, to pinch; to
to wink, to blink (eye). screw up, to narrow; to turn down.
kısa, s. short; brief, concise, succinct. kısmen, zf. partly, in part, partially.
kısaca, zf. briefly, shortly, in short. kısmi, s. partial.
kısacası, zf. briefly, in a word. kısrak, a. mare.
kısacık, s. tiny, very little, short and kıstas, a. criterion.
little. kış uykusu, a. hibernation.
kısalık, a. shortness, brevity. kış, a. winter.
kısaltma, a. abbreviation, abridgement. kışkırtıcı, s. inciting, provocative.
kısaltmak, e. to shorten, to shrink in kışkırtma, a. incitement, provocation,
length; to abbreviate. instigation.
kısık, s. hoarse, choked; narrowed, kışkırtmak, e. to excite, to provoke,
screwed up; squeezed up, pinched; to instigate, to incite.
turned down. kıt, s. little, few, scarce, scanty,
kısıklık, a. hoarseness. sparse.
kısılmak, e. to be cut, to be reduced, kıtlık, a. shortage, lack, scarcity;
to be curtailed; to become hoarse. famine, dearth.
kısım, a. part, piece, portion; section, kıvam, a. consistence, consistency,
division. right degree.
kısıntı, a. restriction, limitation; kıvılcım, a. spark.
cutting down, curtailment. kıvırcık, s. curly, crisp.
kısır, s. infertile, sterile, unproductive, kıvrık, s. bent, crooked; curled.
barren. kıvrık bağırsak, a. ileum.
kısırlaşmak, e. to become infertile/ kıvrım, a. plica, fold.
sterile. kıyas, a. comparison.
kısırlaştırma, a. sterilization. kıyasal düşük, a. criminal abortion.
kısırlaştırmak, e. to render sterile, to kıyım, a. chopping up, cutting up.
remove sex organs. kıymak, e. to chop up.
kıymet 130 klorofil

kıymet, a. cost, price; value worth. kimyasal element, a. chemical element.


kıymetli, s. precious, valuable. kimyasal eşdeğer, a. chemical
kıymetsiz, s. worthless, valueless. equivalent.
kıymık, a. splinter. kimyasal işlem, a. chemical operation.
kız, a. girl; daughter; virgin, maiden. kimyasal meddeler, a. chemical
kızamık, a. measles, rubeola. substabnces, chemicals.
kızamıkçık, a. German measles, kimyasal sağaltım, a. chemotherapy.
rubella. kimyasal tepkime, a. chemical
kızamıklı, s. having measles, reaction.
suffering from measles. kimyasalçekim, a. chemotaxis.
kızanık çıkarmak, e. to have the kimyasal ilgi, a. chemical affinity.
measles. kir, a. dirth, filth.
kızarmak, e. to turn red, to redden. kiraz, a. cherry.
kızartı, a. erythema. kireç, a. lime, chalk.
kızdırmak, e. to excite, to irritate, to kireçlenim, a. calcification.
make angry. kireçlenme, a. calcification.
kızgın, s. furious, angry, enroged; kireçlenmek, e. to calcify, to become
hot, red- hot. calcerous.
kızıl, a. scarlet fever, scarlatina; red, kireçsizlendiren, s. decalcifying.
scarlet. kireçsizlenim, a. decalcification.
kızılağaç, a. adler. kireçsizlenmek, e. decalcify.
kızılca, s. reddish. kireçsizleşme, a. decalcification.
kızılcık, a. cornelian cherry, dogwood. kireçtaşı, a. limestone.
kızıllık, a. redness, red colour. kiriş, a. tendon.
kızlık zarı, a. hymen. kiriş yangısı, a.tendonitis.
kızlık, a. virginity, maidenhood. kirişkını çıkarımı, a. tenosynectomy.
kızmak, e. to get angry. kirişkını yangısı, a. tenosynovitis.
ki, bğl. who, which, that; in order to, kirli, s. dirty, filthy, soiled; foul,
in order that, since, so that. tainted.
kieçli, s. chalky, calcerous. kirlilik, a. dirtiness, filthiness, pollution.
kil, a. clay, argil. kirpi, a. hedgehog.
killi, s. claycy. kirpik, a. eyelash.
kim, zm. who, whoever. kist, a. cyst.
kimlik, a. identity. kişi, a. individual, human being,
kimse, zm. somebody, someone; person; one.
anybody, anyone; nobody, no one. kişilik, a. personality.
kimya, a. chemistry. kişisel, s. personal.
kimyacı, a. chemist. kitle, a. mass, heap, block,
kimyager, a. chemist. kleptoman, a. kleptomaniac.
kimyasal, s. chemical. klinic, a. & s. clinick; clinical.
kimyasal bileşim, a. chemical klor, chlorine.
composition. klorofil, a. chlorophyll.
kloroform 131 köken

kloroform, a. chloroform. koltukaltı, a. axilla.


klostrofobi, a. claustrophobia. koma, a. coma.
kobalt, a. cobalt. konak, a. host; scurf.
kobay, a. guinea pig. konakçı, s. host.
kobra, a. cobra. konca, a. bud.
koç, a. ram. kopekdişi, a. canine tooth.
kod, a. code. kopma, a. avulsion.
kodein, a. codeine. kopmak, e. to break off, to snap; to
kodlamak, e. codify. burst; to ach violently.
korkusuyla, zf. for fear of. kopuk, s. ruptured, broken off.
kofana, a. large bluefish. kordon, a. cord.
kokain, a. cocaine, cocain. korkak, a. coward.
koklama, a. smell. korkmak, e. to be frightened, to be
koklamak, e. to smell, to sniff. afraid of, to apprehend.
kokmak, e. to smell; to go bad, to korku, a. fear, scare, dread,
spoil; to stink. apprehension.
kokmuş, s. rotten, spoiled, putrid, bad. korkunç, s. awful, fearful, terrible,
koku, a. odour, aroma, scent, perfume. dreadful, terrific, terrifying.
kokulu, s. odourous, scented, aromatic, kornea, a. cornea.
perfumed. koruma, a. prevention.
kokusuz, s. scentless. koruma, a. protection, prevention.
kokuşma, a. putrification. korumak, e. to defend, to protect, to
kokuşmak, e. to go bad, to be shield.
spoiled, to fester, to putrify. korunma, a. defence.
kokuşuk, s. fetid. koruyucu, a. & s. protector;
kol, a. arm, superior extremity, preventive, protective.
brachium, ç. brachia. koruyucu hekimlik, a. preventive
kol ile ilgili, s. brachial. medicine.
kola, a. starch. koşmak, e. to run, to go in haste, to
kolağrısı, a. brachialgia, pain in the race; to harness.
arm. koşul, a. condition.
kolalamak, e. to starch. kovuk, a. cavity, hollow.
kolalı, s. starched. koymak, e. to place, to put, to set.
kolay, s. easy. koyu, s. thick, dense; deep, dark;
kolaylık, a. easiness. extreme.
kolera, a. cholera. koyu boyalı, a. & s. hyperchromia,
kolesterol, a. cholesterol. hyperchromatism; hyperchromatic.
kolit, a. colitis. koyun, a. sheep.
kolon, a. colon. kök, a. radix, radicis, ç. radices; root,
kolsal, s. brachial. base, origin.
koltuk, a. armpit. kök yangısı, a. radiculutis.
koltuk değneği, a. crutch. köken, a. origin, source, root.
kökle ilgili 132 kudretsizlik

kökle ilgili, s. radicul- , radiculo- . kötücül ur, a. adenocarcinoma,


köklü, s. rooted, having roots. cancer.
köknar, a. fir. kötücül, s. malignant, malicious,
köksel, s. radicular. malevolent
köksüz, s. rootless. kötüleşim, a. deterioration.
kökten, s. radical. kötüleşmek, e. deterioraste.
köpek, a. dog, canine. kötülük, a. wickedness, badness.
köpekbalığı, a. shark, dogfish. kötümser, a. pessimistic.
köpekdişine benzer, s. caniniform. kötümserlik, a. pessimism.
köpük, a. foam, froth. kötürüm, a. & s. cripple; crippled,
köpüklü, s. foamy, frothy. paralysed.
kör, s. blind, blunt. kötürüm olmak, e. to be paralysed.
körbağırsak, a. appendix, kötürümlük, a. patralysis.
appendicis, ç. appendices, caecum, kramp, a. cramp.
cecum, ç. ceca. krem, a. cream.
körbağırsak yangısı, a. cecitis, krema, a. cream.
inflammation of the cecum, kreş, a. nursery, nursery for infants.
typhlitis, typhloenteritis. kreten, a. cretin.
körelim, a. atrophy, atrophia, a kriminolog, a. criminologist.
wasting of tissues, organs or the kriminoloji, a. criminology.
entire body. kristal, a. crystal.
körlük, a. amaurosis, blindness; kristalleşme, a. crystallization.
bluntness. kriter, a. criterion.
körlükle ilgili, s. amaurotic. kritik, a. & s. critique, criticism;
körpe, s. young and fresh. critical.
körpelik, a. freshness, tenderness. kriz, a. crisis, heart attack.
köruzantı, a. diverticulum, ç. krizalit, a. chrysalid, chrysalis.
deiverticula. krizantem, a. chrysanthemum.
köruzantı çıkarımı, a. krom, a. chromium.
diverticulectomy. kromoplast, a. chromoplast.
köruzantı yangısı, a. diverticulutis. kromozom, a. chromosome.
köse, s. beardless, sparse bearded. kronik, s. chronic.
köskötürüm, s. completely paralysed. kubbe, a. dome.
kösnü, a. sensuality, lust. kubbli, s. domed.
kösnül, s. lusty, lustful. kucak, a. breast, embrace, lap.
köstebek, a. mole. kudret, a. power, might, strength,
köşe, a. corner, angle, nook. capacity; wealth.
köşegen, s. diagonal. kudretli, s. powerful, capable;
kötü, s. bad, wicked, ill, evil. wealthy, rich.
- çok kötü, s. appalling. kudretsiz, s. powerless, feedly,
kötü emilim, a. malabsorption. incapable.
kötü gelişim, a. maldevelopment. kudretsizlik, a. feebleness.
kudurgan 133 kurşun

kudurgan, s. furious, enraged, kulakzarı, a. tympanic membrane,


raging, violent, fierce. membrane tympani.
kudurmak, e. to be infected with kulakzarı açımı, a. tympanotomy,
rabies, to become as rabid as a mad typanostomy, myringotomy.
dog; to go mad. kulakzarı onarımı, a. typanoplasty.
kudurmuş, s. rabid, raging, mad, kullanım, a. use, usage.
furious. kullanış, a. use, usage.
kuduruk, s. mad, rabid, raging, kullanışsız, s. not practical, unhappy.
furious, enraged. kullanmak, e. to use, to employ, to
kuduz, a. & s. rabies, hydrophobia; utilize, to make use of; to
rabid, mad. manipulate; to treat.
kuğu, a. swan. kullanuşlı, s. practical, handy,
kulak, a. ear. serviceable.
kulak …, ot- , oto- , auri- . kuluçka, a. incubation.
kulak ağrısı ile ilgili, s. otalgic. kuluçka dönemi, a. incubation period.
kulak ağrısı, a. earache, otalgia, kulunç, a. cramp; lumbago.
otodynia. kum, a. sand.
kulak bezi yangısı, a. parotitis. kumlu, s. sandy.
kulak bezi, a. parotid gland. kumral, s. reddish-yellow, light
kulak erimi, a. earshot. brown.
kulak ile ilgili, s. otic, aural, kumru, a. turtledove.
auricular. kumsaati mide, a. cascade stomach.
kulak iltihabı, a. otitis. kurak, s. dry, arid.
kulak iltihabı, orta, a. otitis media. kuraklık, a. aridity, drought.
kulak kiri, a. ear wax. kural, a. rule.
kulak memesi, a. ear lobe. kuraldışı, s. exceptional, anomalous.
kulak-burun boğaz bilimi, a. kurallı, a. regular.
otorhinolaryngology, otolaryngology. kuralsız, s. irregular.
kulak-burun-boğaz uzmanı, a. kuram, a. theory.
aorist, ear specialist. kuramcı, a. theoretician, theorist.
kulakçı, a. aurist, ear specialist. kuramsal, s. theoretical.
kulakçık, a. atrium, ç. atria, auricula. kurbağa, a. frog, toad.
kulakçık çırpınımı, a. auricular kurbağacık, a. ranula, sublingual
fibrillation. cyst, ranine tumour.
kulakçıklararası, s. interauricular. kurbağagiller, a. amphibian.
kulakdavulu, a. tympanum, ç. kurdeşen, a. urticaria, rash, nettle-
tympana, tympanuma, tympanic rash.
membrane, membrane tympani, kurdeşenle ilgili, s. urticarial.
eardrum. kurmak, e. to establish, to found, to
kulakkepçesi, a. auricula, ç. auriculae, set up, to erect; to form, to make up.
auricle, the external ear. kursak, a. stomach; crop/craw (of a
kulaklık, a. audiophone; earflap; bird).
receiver, headphones. kurşun, a. lead.
kurt 134 küçük düşmek

kurt, a. warm, maggot; wolf. kusmuk, a. vomit, vomitus, puke.


kurt yemiş, s. wormeaten. kusturmak, e. to induce vomiting, to
kurtarma, a. saving, resque; salvage. cause to vomit.
kurtarmak, e. to save, to resque, to kusturucu, s. emetic.
liberate, to redeem, to retrieve. kusuntu, a. vomited matter.
kurtçuk, a. larva, ç. larvae. kusur, a. fault, failing, defect;
kurtçuk içeren, s. larviparous. deficiency, imperfection.
kurtçuk yiyen, s. larviphagic. kusur bulmak, e. to find fault with.
kurtçukkıran, s. larvicide. kusurlu, s. deficient, incomplete;
kurtçuklu, s. larvaceous, larvate. defective, faulty.
kurtçuköldüren, s. larvicide, larvicidal. kusursuz, s. faultless, impeccable,
kurtdöken, s. anthelmintic. irreproachable, perfect, complete,
kurtdüşürücü, a. anthelmintic. without defect.
kurtlanmak, e. to become magotty. kusursuzluk, a. perfection, impecca-
kurtlu, s. wormy, magotty. bility
kurtmantarı, a. puffball. kuş, a. bird.
kurtulmak, e. to give birth; to get kuş gribi, a. avian flu.
free, to escape, to be redeemed/ kuşak, a. generation; belt girdle;
saved. band, track; zone.
kuru, s. dry, dried, withered, dead kuşku, a. doubt, suspicion, misgiving.
(plant); bare, mere, useless; thin, kuşku duymak, e. to suspect, to
skinny, lean. mistrust, to feel nervous/suspicious.
kurucu, s. founder. kuşkucu, s. suspicious.
kurul, a. board, concil, committee. kuşkulanmak, e. to suspect, to have
kurulmak, e. ro be set up/founded/ a suspicion.
established. kuşkulu, s. suspicious, doubtful,
kurulu, s. founded, set up, established. mistrustful.
kuruluk, a. dryness; thinness, kuşkusuz, s. unsuspecting, without
leanness; drought. suspicious.
kuruluş, a. establishment, foundation. kuşlarla ilgili, s. avian.
kurum, a. establishment, foundation, kuşpalazı, a. diphtheria.
institution. kuşpalazı ile ilgili, s. diphtherial,
kurumak, e. to dry, to become dry; diphtheritic, diphtheric.
to become thin; to become kuşpalazına benzeyen, s. diphtheroid.
paralysed/withered. kuşüzümü, a. currants.
kuruntu, a. illusion, unfounded kuyruğa doğru, s. caudad, caudalis.
suspicion; misgiving; melancholy. kuyruk, a. cauda, ç. caudae, tail.
kuruntulu, s. hypochondriac, kuyrukla ilgili, s. caudal.
neurotic, melancholic, suspicious. kuyruklu, s. caudate, tailed, possessing
kurutmak, e. to dry. a tail.
kusma, a. vomiting, vomition. küçük, a. & s. child; small, little;
kusmak, e. to vomit, to disgorge, to young, younger; insignificant, petty.
bring up, to throw up, to spew. küçük düşmek, e. to feel humiliated.
küçük düşürmek 135 kütüphaneci

küçük düşürmek, e. to humiliate. küçültücü, s. humiliating.


küçük düşürücü, s. humiliating. küf, a. mould.
küçük görmek, e. to despise, to küf tutmak, e. to become/get mouldy.
belittle. küflü, s. mouldy, musty, fusty.
küçükdil, a. uvula. kükürt, a. sulphur.
küçükdoz, a. microdose. kül, a. ash, cinders.
küçükdudaklar, a. labia minora. kültür, a. culture.
küçükgöze artımı, a. microcythemia, kültürel, s. cultural.
microcytosis. küme, a. mass, heap, pile; group.
küçükgöze, a. microcyte. kümelenmek, e. to agglomerate.
küçükkist, a. microcyst. kümeleşim, a. agglomeration.
küçüklük, a. smallness, littleness; küp, a. cube.
childhood. kür, a. health cure.
küçükyuvar, a. microcyte. küre, a. sphere, globe.
küçükyuvarlı kansızlık, a. microcytic küresel, s. spherical, global.
anemia. kürtaj, a. abortion, curettage, curetting.
küçülmek, e. to shrink, to be küt, s. paralysed; blunt, not pointed.
reduced., to lessen. kütle, a. mass, body.
küçültme, a. reduction, diminution. kütüphane, a. library.
küçültmek, e. to diminish, to redyce; kütüphaneci, a. librarian.
to humiliate, to belittle.
L,l

laboratuvar, a. laboratory, lab. leylak, a. lilac.


lacivert, s. dark blue, navy blue. leylek, a. stork.
lakin, bğl. but; still; yet; however, leziz, s. delicious, tasty.
nevertheless. lezzet, a. taste, flavour.
laktoz, a. lactose. lezzetli, s. delicious, savory.
lale, a. tulip. lezzetsiz, s. tasteless.
lastik, a. rubber; tire, tyre. lif, a. fibre, fiber.
lastikli, s. flexible; mede of rubber. lifcam, a. fibreglass.
lav, a. lava. lifli, s. fibrous.
lavabo, a. washbasin. liken, a. lichen.
lavaj, a. enema; washing, bathing. -lik, -lık, -luk, -lük, 1. ad oluşturan
lavaj yapmak, e. to treat with an sonek. -age, -(al)ity, -(an)cy, -dom,
enema, to wash. -hood, -ing, -ism, -ness, -ship, -tion,
lavanta, a. lavender. -ty.
lavman, a. enema. 2. uygunluk ve sayısal içerik
lavta, a. obstetric forceps. belirten sonek. ör. satılık, limonluk,
layık, s. deserving; fitting, suitable; askılık.//yetmişlik, 3 günlük,
worthy. ondalık, 2 saatlik.
lazer, a. laser. likit, a. fluit.
lazım, s. necessary; required. likör, a. liqeur.
lazım olmak, e. to be necessary. limon, a. lemon.
lazımlık, a. chamber pot. limonata, a. lemonade.
leğen, a. pelvis; basin. lisan, a. language; tongue.
leğen bağırsağı, a. pelvic colon. litre, a. liter, litre.
leğen boşluğu, a. pelvic cavity, lityum, a. lithium.
cavum pelvis. local, s. local.
lehçe, a. dialect; speech. loğusa, a. woman in child-bed, lying-
leke çıkarmak, e. to remove a stain. in woman, woman after childbirth.
leke, a. stain, spot, mark, blot. lokmanruhu, a. eter.
lekeli, s. stained, spotted. lop, s. round and soft.
lekeli humma, a. typhus fever, lopçuk, a. lobule.
spotted fever. lor, a. curd of milk.
lekesiz, s. stainless, spotless. losyon, a. lotion.
lenf, a. lymph. loş, s. dark, dim, gloomy.
lenf boğumları, a. lymph nodes, lösemi, a. leukaemia.
lymph glands. lumbago, a. lumbago.
lenf düğümleri, a. lymph nodes, lüfer, a. bluefish.
lymph glands. lüks, a. & s. luxury; luxurious.
lens, a. lens. lüzum, a. need, necessity.
lepra, a. leprosy. lüzumlu, s. necessary, required.
leş, a. carcass, carrion. lüzumsuz, s. unnecessary.
leterji, a. lethargy. lüzumsuz yere, zf. unnecessarily.
levrek, a. sea bass. lüzumsuzluk, a. uselessness.
M,m

maada, ed. besides, except; other malul, a. & s. infirmity, disability;


than, in addition to. diseased, ill, invalid, defective,
maalesef, zf. with regret, unfortunately, disabled, invalid.
unluckily. mandıra, a. dairy farm, sheep pen,
macun, a. medicated tuffy, electuary; cawshed.
paste, cement. manen, zf. virtually, morally; in truth.
-madan, -meden, sonek. without; manevi, s. spiritual, moral, virtual.
before. mani, a. mania.
madde, a. substance, matter, material; mantar, a. fungus, ç. fungi; mushroom;
element; article, paragraph, item. cork.
maddesel, s. physical; material. mantar- , önek. myco- , mycet- .
madem, mademki, bğl. as, since, mantar benzeri, s. fungoid.
now that; while. mantar enfeksiyonu, a. fungemia.
maden, a. mine; ore; mineral; metal. mantar gelişimini engelleyen (ajan),
madensi, s. metalloid. a. fungistat.
madensuyu, a. mineral water. mantar gelişimini engelleyici, s.
mafsal, a. joint, articulation. fungistatic, mycostatic.
magnezyum, a. magnesium. mantar öldüren, s. fungicidal.
mahcubiyet, a. shyness, modesty, mantar öldürücü, a. fungicide;
bashfulness. fungotoxic.
mahcup, s. shy, ashamed, bashful. mantar sayrılığı, a. mycosis, ç.
mahluk, a. creature. mycoses.
mahlukat, aa. creatures. mantar şeklinde, a. fungiform,
mahrum, s. deprived, destitute. fungiliform.
mahrum etmek, e. to deprive of. mantarbilim, a. mycology.
mahsul, a. product. mantarbilimci, a. mycologist.
mahvetmek, e. to destroy, to ruin, to mantarla ilgili, s. fungal, fungous,
blast, to kill off. mycotic.
mahvolmak, e. to be ruined/ mantarlaşma, a. suberization.
destroyed. mantarlaşmak, e. to become
mahzun, s. depressed, sad, gloomy. suberized.
mahzunluk, a. sadness, gloominess. mantarlı, s. prepared with mashrooms.
makale, a. article. mantık, a. logic, reasoning faculty.
makas, a. scissors. mantıkçı, a. logician.
makat, a. anus, rear, the behind. mantıkdışı, s. alogical.
makbul, s. accepted, acceptable, mantıklı, s. illogical, unreasonable.
esteemed, liked. mantıksız, s. illogical, unreasonable.
maket, a. sketch, model; outline. mantıksızlık, a. illogicality, un-
makine, a. engine, machine. reasonableness.
makro- , önek. macro- . manyak, s. maniac.
maksadıyla, zf. with the intention of. manyakça, zf. maniacally.
maksat, a. aim, object, purpose, manyetik, s. magnetic.
intention. manyetit, a. magnetite.
manyetizma 138 memebaşı yangısı

manyetizma, a. magnetism, mesmerism mayasıl, a. piles, hemorrhoids;


manyeto, a. magneto. chilblain.
manyezi, a. magnesia. mayasız, s. unfermented, unleavened.
manzara, a. view, sight, spectacle, maydanoz, a. parsley.
panorama. mayhoş, s. tart, sourish, acidulous.
maraz, a. disease, sickness, illness; mayhoşluk, a. tartness, sourish taste.
pain, worry; evil. maymun, a. ape, monkey.
marazi, s. pathological, morbid, mazarrat, a. injury, harm.
pertaining to illness. mazeret, a. excuse, apology.
marazlı, s. sick, ailing, diseased; mazohist, a. masochist.
morbid, depressed. mazohizm, a. masochism.
marifet, a. skill, talent. mazot, a. fuel oil, diesel oil.
marifetli, s. talented, skilled, mecal, a. strength, power.
ingenious. mecbur, s. compelled, constrained,
marmelat, a. marmalade. forced.
martı, a. gull, sea-gull. mecbur olmak, e. to be compelled/
marul, a. lettuce. forced.
maruz, s. exposed to. meclis, a. assembly, council
maruz kalmak, e. to be subjected to. meczup, s. crazy, mad.
masaj, a. massage. meğer, bğl. but, however; unless, and
masaj yapmak, e. to massage. yet; provided that
masajcı, a. masseur. meğerse, zf. and all the while.
maske, a. mask. melankoli, a. melancholia.
maskeli, s. masked. melankolik, a. melancholic.
masraf, a. expenditure, expense. melek, a. angel.
masturbasyon, a. onaism, masturbation. melez, s. hybrid, half-breed, cross-
masum, s. innocent, guiltness. bred
masumiyet, a. innocence. melezlemek, e. to cross.
mat, s. dull (colour). melezleşmek, e. to become cross.
matematik, a. mathematicks. melhem, a. ointment, salve.
matematikçi, a. mathematician. meme, a. breast, mamma, ç. mammae.
material, a. material. meme …, önek. masto- , mast- ,
maun, a. mahagony. mammo- , mazo- .
mavi, s. blue. meme ağrısı, a. mastodynia.
mavileşmek, e. to turn blue. meme başı, a. nipple, teat, papilla, ç.
mavili, s. dressed in blue. papllae.
mavilik, a. blueness, blue colour. meme emmek, e. to suckle, to suck
mavimsi, s. bluish. milk.
mavimtırak, s. bluish meme gözesi, a. mast cell, mastocyte.
maya, a. ferment, leaven, yeast; virus. meme ile ilgili, s. papillo- ; papillary.
mayalanma, a. fermentation. meme vermek, e. to breast-feed, to
mayalanmak, e. to ferment, to leaven. suckle.
mayalı, s. fermented, leavened. memebaşı yangısı, a. papillitis.
memebaşımsı 139 mısır

memebaşımsı, s. papillary, papillate, meşguliyet, a. occupation.


papilliform. meşru, s. lawful, legal, legitimate.
memecik, a. papilla. meşruiyet, a. legality, legitimacy.
memeden kesmek, e. to wean. meta, a. goods, merchandise.
mememsi, s. papillary; mastoid, metabolizma, a. metabolism.
mastoidal, breast-shaped. metafaz, a. metaphase.
menekşe, a. violet. metafizik, a. metaphysics.
menenjit, a. meningitis. metal, a. metal.
meni, a. sperm, semen. metalbilim, a. metallurgy.
menopoz, a. menopause. metamorfoz, a. metamorphosis.
merak, a. hypochondria, melancholy, methodology, a. methodology.
depression; anxiety; curiosity, metil, a. methyl.
passion, hobby, great interest. metilen, a. methylene.
merak etmek, e. to be anxious/ metin, a. text; firm, tough; solid.
curious about. metot, a. method, system.
meraklanmak, e. to be anxious, to metre, a. meter, metre.
get curious. metric, s. metric.
meraklı, s. curious, inquisitive; mevcudiyet, a. presence, existence.
sensitive; interested in, fond of; mevsim, a. season.
meticulous. mevsimlik, s. seasonal.
meraksız, s. uninterested, indifferent, mevzu, a. topic, subject.
insensitive; careless. mey, a. wine.
meraksızlık, a. indifference, lack of meyil, a. inclining; inclination;
interest. deviation; affection, liking.
mercek, a. lens. meyilli, s. inclined, leaning.
mercek şeklinde, s. lentiform. meyletmek, e. to incline; to deviate.
merceksi, s. lenticular. meyve, a. fruit.
merhem, a. ointment, unguent, salve. meyve şekeri, a. fructose.
merkez, a. center. meyvesiz, s. fruitless.
merkezi, s. central. meziyet, a. merite, excellence, virtue;
merkezileşmek, e. to centralize. talent, ability, value.
merkeziyet, a. centralisation. meziyetli, s. excellent, virtuous,
mesafe, a. distance, space, interval. capable.
mesane, a. bladder. mezoderm, a. mesoderm.
mesela, bğl. for example, for instance. mezun, s. graduated.
meslek, a. profession. mezuniyet, a. graduation.
mesleki, s. professional. mıknatıs, a. magnet.
mesleksel, s. professional. mıknatıslı, s. magnetic.
mest, s. intoxicated, drunk. mırıldamak, e. to murmur, to mutter,
meşe, a. oak. to grumble.
meşgul, s. busy, occupied. mırıldanmak, e. to murmır, to mutter.
meşgul etmek, e. to keep busy. mısır, a. corn.
mide 140 mor

mide, a. stomach. mikron, a. micron.


mide ağrısı, a. gastralgia, gastrodynia, mikroorganizma, a. microorganism.
stomach ache. mikrop, a. microbe, germ.
mide ağzı kasıncı, a. cardiospasm. mikrop öldürücü, a. germicide.
mide ağzı, a. cardia. mikroplanmak, e. to become
mide borusu, a. esophagus. infected.
mide bozukluğu, a. indigestion. mikroplu, s. infected; microbic.
mide bulantısı, a. nausea. mikropsuz, s. disinfected, sterilized,
mide çıkarımı, a. gastrectomy. clean.
mide ekşimesi, a. acidity of the mikropsuzlaştırmak, e. to disinfect,
stomach. to sterilize.
mide ekşitliği, a. gastric acidity. mikroskop, a.microscope.
mide ile ilgili, s. gastric, gastricus: mikser, a. mixer.
gastro- , gastr- . miktar, a. quantity, amount; portion,
mide iltihabı, a. gastritis. part; proportion; dose.
mide kapısı onarımı, a. pyloroplasty. mil, a. probe; style, stylus; clay; mile.
mide kapısı, a. pylorus. mildiyu, a. mildew.
mide onarımı, a. gastroplasty. mili- önek. milli- .
mide özsuyu yokluğu, a. gastric milibar, a. millibar.
achylia. milligram, a. milligram.
mide özsuyu, a. chyle, gastric juice. millimetre, a. millimetre, millimeter.
mide yangısı, a. gastritis. mine, a. enamel.
mide-bağırsak yangısı, a. gastro- mini- , önek. micro- ; bacterio- ,
enteritis. bacteri-.
mide-bağırsak yolu ile ilgili, s. minican, a. microbe, bacterium, ç.
gastrointestinal, gastroenteric. bacteria.
mide-bağırsak yolu iltihabı, a. minicankıran, a. bactericide.
gastroenteritis. minicanla ilgili, s. bacterial.
midekapısı açımı, a. pylorotomy. minigöreç, a. microscope.
midekapısı kasıncı, a. pylorospasm. miniyuvar, a. coccus, ç. cocci.
midesel, s. gastric, gastricus. misal, a. example.
midesi bulanmak, e. to be nauseated. miyop, s. shortsighted, nearsighted.
midesi kaldırmamak, e. unable to mizaç, a. mood, humour, whim;
digest. temperament, disposition.
midye, a. mussel. mizah, a. joking, joke.
mihrak, a. focus, ç. foci. molekül, a. molecule.
mika, a. mica. molekül ağırlığı, a. molecular weight.
mikro-, önek. micro- . moleküler, s. molecular.
mikrobik, s. microbic. molibden, a. molybdenum.
mikrobiyoloji, a. microbiology. moment, a. momentum.
mikrokok, a. micrococcus. monogami, a. monogamy.
mikrometre, a. micrometer. mor, s. purple, violet.
moral 141 müzminleşmek

moral, a. spirit, morale. muhtemelen, zf. probably, possibly.


moramık, a. purpura. muhteşem, s. majestic, magnificient,
morarım, a. basophilia, cyanose. splendid; glorious.
morarmak, e. to become bruised, to muhteva, a. contents.
become black and blue, to become mukoza, a. mucosa.
purple. muktedir, s. able, capable; powerful.
morartı, a. bruise, contusion. mum, a. wax; candle.
morfin, a. morphine. mumlamak, e. to wax.
morfinman, a. morphine addict, mumlaşım, a. cirrhosis.
morphinomaniac. mumlu, s. waxed
mortutar bez uru, a. basophilic mutlak, s. absolute.
adenoma. mutlaka, zf. absolutely, certainly.
morumsu, s. purplish. mutlu, s. fortunate, happy, lucky.
morumtırak, s. purplish. mutluluk, a. happiness.
motivasyon, a. motivation. mutsuz, s. unhappy.
muadil, s. equal, equivalent, alike, mutsuzluk, a. unhappiness.
similar. muz, a. banana.
muaf, s. immune; exempt, free from. müdahele, a. interference; intervention.
muafiyet, a. immunity; exemption. müdahele etmek, e. to interfere.
muallak, s. hung, hunging, müdavi, s. curing, treating.
suspended; uncertain. müddet, a. periot, duration, interval,
muallakta kalmak, e. to remain in time.
suspense, to remain suspended/ müfettiş, a. inspector.
uncertain. mühendis, a. engineer.
muayene, a. examination; inspection. mühendislik, a. engineering.
muayene etmek, e. to examine; to mühim, s. important.
inspect mükemmel, s. excellent, perfect.
muayene ücreti, a. examination fee. mükemmellik, a. perfection.
muayenehane, a. consulting room. mümkün, s. possible.
muazzam, s. great, tremendous, mürekkep, a. & s. ink; composed of.
colossal, enormous. müsaade, a. permission.
mucit, a. inventor. müshil, a. purgative, laxative.
mucize, a. miracle. müstesna, s. exceptional, extra-
muğlak, s. obscure, confused. ordinary.
muhakeme, a. judgement, discernment. müthiş, s. awful, terrible, fearful,
muhakkak, s. certain, sure; certainly, enormous; extraordinary; excessive.
withut doubt. müzmin, s. chronic.
muhtemel, s. possible, probable, müzminleşmek, e. to become
likely. chronic.
N,n

naaş, a. corpse, body. nedenleme bilimi, a. etiopathology.


nabız atışı, a. pulsation. nedense, zf. somehow or other, for
nabız, a. pulse; pulsation. some reason or other.
nabzını saymak, e. to feel someone’s nedensel, s. etiopathic.
pulse. nedensiz, zf. having no reason.
nadir, s. rare, unusual, uncommon, nedenyapısal, s. etiogenic.
scarce. nefes, a. breath.
nadiren, zf. rarely, seldom. nefes almak, e. to breathe, to inhale,
nane, a. mint, peppermint. to take breath.
narin, s. slender, slim; tender, nefes borusu, a. trachea.
delicate. nefes darlığı, a. asthma.
narinlik, a. slenderness, slimness. nefes vermek, e. to exhale.
narkotik, a. narcotic. nefesi kokmak, e. to have a bad
narkoz, a. narcosis. breath.
narkoz vermek, e. to narcotize, to nefesini tutmak, e. to hold one’s
anaesthetize. breath.
nasıl ki, zf. jus as. nefeslemek, e. to breath on a sick
nasıl, zf. how. person.
nasılsa, zf. in any case, somehow or nefeslenmek, e. to cure breathing on
other. someone.
nasır, a. callus. nefis, s. excellent, exquisite, fine,
nasır bağlamak, e. to become delicious.
nefret, a. discust, loathing.
callous.
nefrit, a. nephritis.
nasırlaşmak, e. to become callous/
neft, a. naphta.
calloused, to become thick-skinned.
negative, s. negative.
nasırlı, s. callous.
nekahet, a. convalescence.
nasihat, a. advice.
nem, a. moisture, dampness
nasihat vermek, e. to give advise.
nemlendirmek, e. to moisten.
ne, zm. & zf. what, whatever; how. nemlenmek, e. to become damp.
ne … ne … , bğl. neither .. nor. nemli, s. humid, moist, damp.
ne vakit?, bğl. when? nemlilik, a. moistness, dampness.
ne zaman?, bğl. when? at what time? neoplazma, a. neoplasm.
neden, zf. & a. why? , what for?, For nerde, zf. where.
what reason?; reason, cause. nere, zf. what place? what part?
neden …, etio- . nerede ise, zf. presently, before long.
neden olmak, e. to cause, to bring on, nerede, zf. where, wherever.
to induce, to give rise to. nereden, zf. from where? Whence?
nedenbilim, a. etiology. neren, zf. what part of your body?
nedenbilimsek, s. etiologic. neresi, zf. what place? What part?
nedeniyle, zf. that is why, for this nereye, zf. where? To what place?.
reason. nergis, a. narcissus.
nesil 143 numara

nesil, a. generation. nikotin, a. nicotine.


nesne, a. thing, anything; object. nikris, a. gout.
nesnel, s. objective. nilüfer, a. water lilly.
nesnelci, a. & s. objectivist, nispet, a. ratio, proportion; comparison,
objectivistic. relationship, relation.
nesnelcilik, a. objectivism. nispet etmek, e. to compare.
nesnelleştirme, a. objectivation. nispeten, zf. in proportion, in
nesnelleştirmek, e. to objectivate, to comparison.
objectify, to objectivize. nispetle, zf. in comparison with, in
nesnellik, a. objectiveness, objectivity. proportion to, relatively.
neşter, a. lancet. nispi, s. relative.
net, s. distinct, clear. nişasta, a. starch.
netameli, s. ill-omened, eminous, nitekim, bğl. just as, besides; thus, as
sinister. a matter of fact.
netekim, bğl. thus, even so, just as, as nitel, s. qualitative.
a matter of fact. nitelik, a. quality.
netice, a. consequence, result, nitric asit, a. nitric acid.
conclusion; outgrowth, offspring nitric, s. nitric.
neticelendirmek, e. to conclude, to nitrogliserin, a. nitroglycerine.
come to a conclusion, to terminate, nitrojen, a. nitrogen.
to bring to an end. nitroselüloz, a. nitrocellulose.
neticelenmek, e. to end in, to result
niye, zf. why? What for?
in, to come to a conclusion.
niyet, a. resolve, intention, purpose.
neticesiz, s. useless, futile,
nobelyum, a. nobelium.
inconclusive.
noksan, s. deficient, defective, missing
nevralji, a. nevralgia.
nokta, a. spot; dot.
nevrasteni, a. neurasthenia.
norm, a. norm.
nevrastenik, s. nevrasthenic.
normal, s. normal, usual.
nevroloji, a. neurology.
nöbet, a. fit, attack; paroxysm, a
nevropat, s. neuropathic.
nevroz, a. neurosis. sharp spasm or convulsion.
nezle, a. influenza, cold, bad cold. nöbet gelmek, e. to have a fit.
nezle olmak, e. to catch cold. nöbetsel, s. paroxysmal.
nezleye yakalanmak, e. to catch nörolog, a. neurologist.
cold. nöroloji, a. neurology.
nışadır, a. ammonia. nöron, a. neuron.
nicelik, a. quantity. nötr, s. neutral.
niçin, zf. why, for what? nötrleşme, a. neutralisation.
nihayet, a. & zf. end, extremity; nötürlemek, e. to neutralize, to make
finally, at most, at last. neutral.
nikel, a. nickel. numara, a. number.
numune 144 nüzullü

numune, a. sample, pattern; example, nükleer tıp, a. nuclear medicine.


instance, model. nükleer, s. nuclear.
numunelik, a. specimen, sample, nüks, a. relapse.
pattern. nüksetmek, e. to relapse, to recur.
nüfuz, a. penetration, permeation; nüve, a. nucleus, focus, center.
influence. nüzul, a. stroke, apoplexy.
nüfuz etmek, e. to go into, to nüzullü, s. apoplectic.
penetrate, to permeate.
O,o

o, zm. he, she, it, that. okyanus, a. ocean.


o anda, zf. at once, at that moment, olabilir, s. possible, perhaps.
immediately, instantly. olabilirlik, a. possibility, probability.
o bu, zm. everybody. olacak, s. possible, feasible.
o halde, zf. than, in that case. olagelmek, e. to be, to become, to
o kadar, bğl. &zf. so …; so much; continue, to happen.
that’s all. olağan, s. usual, common, frequent;
o kadar ki, bğl. so much so that. ordinary; probable, possible.
o taktirde, zf. in that case. olağandışı, s. abnormal, unusual.
objektif, s. objective. olağanlaşma, a. normalization.
obur, s. greedy, gluttonous; voracious. olağanlaşmak, e. to become normal,
oburca, s. greedily. to normalize.
oburlaşmak, e. to become gluttonous. olağanüstü, s. extraordinary,
oburluk, a. greediness, gluttony; exceptional.
voracity. olağanüstülük, a. extraordinariness.
odak, a. focus. olamaz, s. impossible.
odaksal, s. focal. olanak, a. possibiity
odyometre, a. audiometer. olanak vermek, e. to make possible,
oftalmoloji, a. ophthalmology. to enable.
oftalmoskop, a. ophthalmoscope. olanaklı, s. possible.
oğalamak, e. to rub, to scrub. olanaksız, s. impossible.
oğdurmak, e. to cause to rub. olanaksızlık, a. impossibility.
oğlan, a. boy, youngster. olanca, s. utmost, to the full, all
oğmak, e. to massage, to rub. possible.
oğul, a. son; swarm of bees. olası, s. possible, probable, reasonable,
oksijen, a. oxygen. likely.
oksijen çadırı, a. oxygen tent. olasılı, s. probable, contingent.
oksijen maskesi, a. oxygen mask. olasılık, a. probability, contingency,
oksijenkli, s. oxygenous, oxygenic. likelihood.
oksijenleme, a. oxygenation. olay, a. event; phenomenon;
oksijenlemek, e. to oxygenate. occurrence, incidence.
oksijenli su, a. hydrogen peroxide. olaylı, s. eventful., full of events.
oksit, a. oxide. olaysız, s. eventless.
oksitleme, a. oxidation. oldukça iyi, zf. pretty well.
oksitlemek, e. to oxidize. oldukça, zf. rather; quiet, fairly.
oksitleyen, a. oxidizing agent. oldurgan, s. causative.
oksitlenme, a. oxidation. olgu, a. phenomenon, ç. phenomena,
okşamak, e. caress, fondle; flatter. symptom, occurrence; fact, event.
okul, a. school. olgucu, a. positivist.
okuma, a. reading. olguculuk, a. positivism.
okumak, e. to read; to study, to learn. olgun, s. mature, ripe.
okutman, a. lecturer, instructor. olgunlaşma, a. maturation.
olgunlaşmak 146 ondalık

olgunlaşmak, e. to mature, to omurgayla ilgili, s. vertebral, spinal.


maturate, to ripen. omurilik, a. spinal marrow, spinal
olmak, e. to be; to exist; to take cord, medulla spinalis; myel-,
place, to happen, to occur; to get, to myelo- .
become; to catch (sickness), to fall omurilik içi, s. intraspinal.
ill, to be taken ill, to have; to ripen, omurilik kanalı, a. medullary canal.
to mature; to fit, to be suitable; to be omurilik kovuğu, a. medullary
prepared, to be cooked. cavity.
olmamış, s. immature, unripe. omurilik kuyruğu, a. cauda equine.
olmayacak, s. unlikely, impossible, omurilik merkez kanalı, a.
unsuitable, unseemly. ependymal canal.
olmaz, s. impossible. omurilik soğanı, a. spinal bulb.
olmazlı, s. absurd. omurilik yangısı, a. myelitis.
olmazlık, a. absurdity. omurilik yangısı ile ilgili, s. myelitic,
olmuş, s. mature, ripe; completed. spinal, spondylitic.
oluk, a. sulcus, ç. sulci, groove, omuriliksel, s. myel- , myelo- .
furrow; gutter pipe. omurönü, s. prevertebral.
oluk şeklinde, s. sulciform. omuz, a. shoulder, scapula, ç.
olukcuk, a. sulculus, ç. sulculi. scapulae.
olukla ilgili, s. sulcal. omuz başı, a. point of the shoulder.
oluklaşmış, s. sulcate. omuz genişliği, a. breadth of
oluklu, s. sulcate, grooved, channelled. shoulder.
olumlama, a. affirmation. omuzla ilgili, s. scapular, scapulo- .
olumlu, s. positive. omuzlu, s. shouldered.
olumluk, a. background (of a person). on, s. ten.
olumluluk, a. positiveness. ona, zm. to him/her/it.
olumsal, s. contingency, possibility. onama, a. approvement, approval.
olumsuz, s. negative. onamak, e. to approve.
olumsuzluk, a. negativeness, negation. onanizm, a. onanism, masturbation.
oluş, a. genesis; formation. onar, s. ten each, ten at a time.
olut, a. occurrence, fact, event. onar onar, zf. by tens, ten by ten.
omur, a. vertebra. onarım, a. repair, restoration.
omur deliği, a. spinal foramen. onarımcı, a. repairman.
omur yangısı, a. spondylitis. onarmak, e. to repair, to restore, to
omur yanı, s. paravertebral. mend.
omurga, a. vertebral column, onca, zf. according to him/her, in
columna vertebralis, spinal column, his/her opinion, as far as he/she
spine, vertebrarium, backbone. concerned; soo much, so many.
omurga …, önek. vertebro-, spondyl-, onda, s. tenth.
spondylo- . onda bir, zf. one tenth.
omurgalı, s. vertebrate. ondalık, a. & s. ten per cent, tenth;
omurgalılar, vertebrate, vertebrates. decimal.
ondalık kesir 147 ortogenez

ondalık kesir, a. decimal fraction. orası, zf. that place.


ondan, zm. & zf. from him/her/it; oraya, zf. there, to that place.
about him/her/it; therefore, thence, oraya kadar, zf. up to that place.
for that reason. organ, a. organ.
on defa, zf. ten times. organ nakli, a. transplantation.
ongen, s. decogen. organic, s. organic.
onikiparmak bağırsağı, a. duodenum. organic madde, a. organic substance.
on kez, zf. ten times. organizma, a. organism.
onkoloji, a. oncology. organlaşmak, e. to become a living
onlar, zm. they. organism, to form organs.
ontogenez, a. ontogeny. orgasm, a. orgasm.
ontoloji, a. ontology. original, s. original.
onu, zm. him, her, it. orijinallik, a. originality.
onun için, zf. that is why, therefore, orkide, a. orchid.
for that reason. orkinos, a. tunny fish.
onun, zm. his, her, its. orman, a. forest, wood.
onunki, zm. his, hers. orta, a. & s. middle, midst, center;
operasyon, a. operation. medium, mean; medium, middle,
operator, a. operator, surgeon. intermediate, average; medial,
optic, a. & s. optics; optical. medius, medialis.
ora, a. that place. orta ile ilgili, s. medial.
orada, zf. there, at that place. orta parmak, a. middle finger.
orada burada, zf. here and there. orta yaş, a. middle age.
oradan, zf. from there. ortabeyin, a. mesencephalon,
orak, a. sickle. midbrain.
orak hücre/göze, a. sickle cell. ortabeyin yangısı, a. mesencep-
oralarda, zf. at those places. halitis.
oraları, zf. those parts, those places. ortabeyinle ilgili, s. mesencephalic.
oran, a. ratio, rate; proportion, ortaderi, a. mesoderm.
quotient. ortak, a. & s. partner; common, in
oranla, zf. in proportion to. common, shared.
oranlama, a. comparison, approximate, ortaklık, a. partnership.
estimation. ortakyaşam, a. symbiosis.
oranlamak, e. to measure, to ortalama, a. & s. average, medium,
calculate, to evaluate, to estimate; to mean.
compare. ortalıkta, zf. in sight.
oranlı, s. measured, proportioned. ortam, a. medium; environment,
oransız, s. disproportionate, out of milieu, circle.
proportion, asymmetrical. ortaya doğru, zf. median.
oransızlık, a. disproportion. ortayaprak, a. mesoderm.
orantı, a. ration. ortayutak, a. oropharynx.
orantılı, s. proportional. ortogenez, a. ortogenesis.
ortopedi 148 ozon

ortopedi, a. orthopedics. ovdurmak, e. to cause to rub, to


ortopedik, s. orthopedic. cause to massage.
ortopedist, a. orthopaedist. ovma, a. massage.
oruç, a. fast, fasting, abstinence. ovmak, e. to rub with the hand, to
oruç tutmak, e. to fast. massage.
osteoloji, a. osteology. oy, a. vote.
ot, a. grass, herb, weed. oygu, a. sinus.
otçul, s. herbivorous. oygu çıkarımı, a. sinusotomy.
otizm, a. otism. oygu ile ilgili, s. sinusoidal.
otoerotizm, a. autoerotism. oygu yangısı, a. sinusitis.
otokritik, a. self-criticism. oyguya benzer, s. sinusoid.
otoplast, a. autoplasty. oynak, s. loose, shifting.
otopsi, a. autopsy, post mortem oysa, bğl. whereas, while; however,
examination. but, yet.
otorite, a. authority; control, influence. oysaki, bğl. whereas, while; however,
otosist, a. otocyst. but, yet.
otsu, otsul, s. herbaceous. oyuk, a. & s. cavity, pit, hollow;
oturum, a. session, sitting. grooved.
otuz, s. thirty. ozmos, a. osmosis.
ovalamak, e. to rub; to crumble. ozon, a. ozone.
Ö,ö

öbek, a. heap; group; clause, phrase; öfkesiz, s. calm, not easily irritated.
population. öğe, a. element.
öbür, s. the other, next. öğrenci, a. student, pupil.
öbürkü, öbürü, zm. the other one, öğrenim, a. education, instruction.
that one. öğrenim görmek, e. to have
öd, a. bile, gall. education.
öd akarcası, a. biliary fistula. öğrenme, a. learning.
öd boyası, a. bilirubin. öğrenmek, e. to learn, to study; to be
öd işeme, a. biliuria, choleuria, familiar with; to be informed of.
choluria. öğreti, a. doctrine.
öd kesesi çıkarımı, a. cholecy- öğretici, s. didactic, instructive;
stectomy. informative.
öd kesesi ile ilgili, s. biliary. öğretim, a. education, instruction.
öd kesesi yangısı, a. cholecystis. öğretme, a. teaching.
öd kesesi, a. gallbladder, vesica öğretmek, e. to teach, to instruct.
fellea; bili- . öğretmen, a. teacher, instructor.
ödev, a. obligation; duty; homework. öğürmek, e. to retch, to heave.
ödsüz işeme, a. acholuria. öğürtü, a. retching.
ödsüz işemeli, s. acholuric. öğüt vermek, e. to give advise.
ödsüz, s. acholic. öğüt, a. advice
ödsüzlük, a. acholia. öğütmek, e. to mill, to grind.
ödtaşı çıkarımı, a. cholelithotomy. ökçe kemiği, a. heel bone.
ödtaşı sayrılığı, a. cholelithhiasis. öksürmek, e. to cough, to have a
ödtaşı, a. cholelith, gallstone. cough.
ödyolcuğu, a. cholangiole. öksüz, s. orphan.
ödyolcuk yangısı, a. cholangiolitis. öküz, a. ox.
ödyolu ışınçekimi, a. cholan- ölçek, a. scale, measure.
giography. ölçme, a. measuring.
ödyolu uru, a. cholangioma. ölçmek, e. to measure; to weigh.
ödyolu yangısı, a. cholangitis, ölçü, a. measurement, dimension;
angiocholitis. quantity; proportion.
ödyolu, a. bile duct, ductus biliaris. ölçülü, s. measured; well-balanced,
öfke nöbeti, a. fit of anger. well-proportioned.
öfke, a. rage, fury, anger, wrath. ölçüsüz, s. unmeasured; excessive.
öfkelendirmek, e. to make angry, to ölçüt, a. criterion.
anger, to enrage, to infuriate, to öldürmek, e. to kill, to murder.
irritate. öldürme, a. killing.
öfkelenmek, e. to grow angry, to öldürücü, s. mortal, lethal, fatal,
become angry. deadly.
öfkeli, s. angry, irritated, furious, ölesiye, zf. mortally.
wrathful, impetuous; hot-tempered, ölgün, s. faded, withered.
irritable. ölme, a. dying.
ölmez 150 önermek

ölmez, s. deathless, immortal, undying, öncelik, a. priority, precedence.


eternal. öncelikle, zf. firstly.
ölmüş, s. dead, lifeless; faded. öncü, a. vanguard.
ölü, s. dead, diseased. öncül, a. premise, premises.
ölü- , önek. necr- , necro- . öncül döleş, a. placenta previa.
ölü aşkı, a. necrophilia. öncülük, a. leadership.
ölü gibi, s. corpslike. önde, zf. ahead, before, in the front.
ölü ile ilgili, s. necrogenic, önden, zf. from the front.
necrogenous. öndölüt, a. embryo, embry-, embryo- .
ölü nokta, a. dead point. öndölüt bilimi, a. embryology.
ölüaçımı, a. necrotomy, dissection. öndölüt büyümesi, a. embryogeny.
ölüdoğan, s. stillborn. öndölüt çıkarımı, a. embryotomy.
ölük, a. cadaver, a dead body. öndölüt içeren, s. embryonate.
ölükle ilgili, s. cadeveric. öndölüt oluşumu, a. embryony.
ölüler, a. the dead. öndölüt sayrılığı, a. embryopathy.
ölüler listesi, a. necrology. öndölüt uru, a. embryoma, embryonal
ölülük, a. morgue. tumour.
ölüm, a. death, necrosis. öndölüte benzeyen, s. embryoid,
ölüm korkusu, a. fear of death. embryonoid.
ölüm öncesi, zf. ante mortem.
öndölütle ilgili, s. embryonal.
ölüm sıklığı, a. mortality.
öndölütsel, s. embryogenic,
ölüm sonrası, zf. post mortem.
embryogenetic.
ölümcül, s. mortal, lethal, fatal, deadly.
öne, zf. to the front.
ölümlü, s. mortal.
ölümlülük, a. mortality. öne bükülüm, a. anteflexion.
ölümsü, s. deathlike, mortal. öne dönüklük, a. anteversion.
ölümsüz, s. immortal. öne kamburluk, a. lordosis, hollow
ölümsüzlük, s. immortality. back, saddle back.
ölüye benzeyen, s. cadaverous. önek, a. prefix.
ömür, a. life, existence, lifespan. önem vermek, e. to attach importance
ön, a. & s. front, fore, forepart; chest, to.
breast; previous, before, previously; önem, a. importance, prominence.
foremost; ante-. önemli, s. important.
ön-arka, s. antero-posterior. önemsiz, s. unimportant, insignificant,
önbağlam, a. comissura anterior. trivial, trifling, petty.
önbağlantı, a. comissura anterior. önemsizlik, a. unimportance,
önbelirti, a. prodrome, prodromus. insignificance, triviality, pettiness.
önbileşik, a. comissura anterior. öneri, a. suggestion, proposal,
önbili, a. prognosis. proposition, offer.
önce, zf. first, at first; before, back, önerme, a. proposition.
ago. önermek, e. to suggest, to propose, to
öncel, a. predecessor. offer.
öngörmek 151 öz-bulaşım

öngörmek, e. to put forward, to örselenim, a. trauma, ç. traumata,


submit, to bear in mind, to consider. traumatisation.
öngörü, a. foreseeing, prudence, örselenme, a. traumatisation,
farseeing, foresight. traumatism.
öngörülü, s. farsighted, farseeing, örseleyici, s. traumatic.
prudent. örsenti, a. injury, lesion.
ön-iç, s. antero-interior. örtkal, a. plaster.
önkol, a. forearm. örtmek, e. to cover, to conceal, to
önkol kemiği, a. radius. veil, to hide, to cloak, to shut.
önkoruma, a. prophylaxis, ç. örtü, a. tunica, cover, wrap.
prophylaxes. örümcek, a. spider, cobweb.
önksüz yapı, a. achromatin. örümceksi, s. arachnoid, cobweb-
önkyapı, a. chromatin. like.
önleme, a. prevention, prophylaxis. östaki borusu, a. eustachian tube.
önlemek, e. to prevent, to ward off, to öt, a. look; öd.
obviate, to forestall. öte göçmek, e. metastasize.
önlenemez, s. inevitable. ötedeğişim, a. metamorphosis.
önlenemez düşük, a. inevitable öteduyu, a. telepathy.
abortion. ötegöç, a. metastasis, ç. metastases.
önleyici, s. preventive; anti- . ötegöçen, s. metastatic.
önoluşum, a. preformation. ötegöçümlü, s. metastatic.
ötmek, e. to sound; to ring, to echo;
ön-orta, s. antero-median.
to chatter.
önortaya doğru, s. anteromedial.
öttürmek, e. to blow, to sound.
öntakı, a. preposition.
ötürü, ed. by reason of, on account
öntasım, a. presupposition.
of, because of.
önünden, zf. in front of, ahead of. öykence, a. pneumonia.
ön-üst, s. anterosuperior. öyle, s. & zf. so, in that manner; such,
ön-yan, s. anterolateral. like that.
önyargı, a. prejudice. öyle … ki, zf. so … that.
öpme, a. kiss, caress. öyle ise, zf. in that case, if so, than.
öpmek, e. to kiss. öyle ki, zf. so much, so that.
ördek, a. duck. öylelikle, zf. thus, in that manner.
örgencik, a. organelle. öz, a. & s. pulpa; kernel, essence,
örgensel, s. organic. marrow, pith; own, self; real,
örneğin, zf. for example, for instance. genuine, pure; essential.
örnek, a. sample, specimen, example, öz-, önek. auto-.
pattern, model. özağılanım, a. auto-intoxication.
örnekdışı, a & s. atypia, atypism, özaşı, a. autovaccine.
atypical. özaşılama, a. autovaccination.
örnekleme, a. sampling. özbağışıklama, a. auto-immunity.
örseleme, a. traumatisation. öz-bulaşım, a. auto-infection.
özçözümleme 152 özsu

özçözümleme, a. autoanalysis. özezerlik, a. masochism.


özdeş yama, a. homograft, allograft. özge, s. other, another; common,
özdeş, s. identical. different.
özdeşim, a. identification. özgelik, n. characteristic.
özdeşleme, a. identification. özgen, a. enzyme.
özdeşlik, a. identity. özgü, s. special, peculiar, particular;
özdevim, a. automatism. characteristic, specific.
özdışı, s. extrinsic. özgüç, a. capasity, ability.
özeğindirim, a. autosuggestion. özısı, a. specific heat.
özek, a. center, main. özgül, s. specific.
özekdoku, a. parenchyma. özgül ağırlık, a. specific weight.
özeksel, s. central. özgüllük, a. specifity.
özeksel sinir dizgesi, a. central özgün, s. original.
nervous system. özgür, s. free, independent.
özel, s. private, personal.; special. özgürce, zf . freely.
özeleştiri, a. self-critisism. özgürleştirmek, e. to liberate, to set/
özelik, a. speciality, quality, property. make free.
özellik, a. peculiarity, characteristic, özgürlük, a. freedom, independence.
property. özgüven, a. self-confidence.
özellikle, zf. especially, particularly, özindüleme, a. self-induction.
in particular. özişlerlik, a. automatism.
özen, a. care; pains. özkan aktarımı, a. autotransfusion.
özen göstermek, e. to take great özlem, a. yearning, longing, strong
pains. desire.
özenli, s. careful, painstaking; özlemek, e. to miss, to long for, to
elaborate. yearn for, to wish for.
özenmek, e. to try hard, to take pains; özleştirme, a. purification.
to desire ardently; to try to imitate. özleştirmek, e. to purify.
özensiz, s. careless; superficial; not özlü, s. juicy, pulpy.
elaborate. özlük, a. marrow, essence, pith,
özerime, a. autolysis. substance.
özeriten, s. autolytic. özmaya, a. enzyme.
özeritir, a. autolysin. özmayabilim, a. enzymology.
özerk, s. autonomous, independent. özne, a. subject.
özerk sinir dizgesi, a. autonomous öznel, s. subjective.
nervous system. öznelcilik, a. subjectivism.
özerklik, a. autonomy. öznellik, a. subjectiveness.
özet, a. abstract, summary. özonarım, a. autoplasty.
özetleme, a. abstraction. özsaygı, a. self-respect.
özetlemek, e. to summarize, to sum özsever, a. narcissist.
up. özseverlik, a. narcissism.
özezer, a. masochist. özsu, a. juice, pulp, sap.
özsu yokluğu 153 özyiti

özsu yokluğu, a. achylia, absence of özür, a. defect, impediment; apology,


gastric juice. excuse, hindrance.
özten, a. autosome. özürlü, s. defective, faulty.
özten ile ilgili, s. autosomal. özürsüz, s. faultnes.
öztensi, s. autosomal. özveri, a. sacrifice, self-sacrifice.
özümleme, a. assimilation. özyama, a. utograft.
özümlemedokusu, a. assimilation özyapı, a. character.
tissue. özyapısal, a. characteristic.
özümlemek, e. to assimilate. özyaşlanma, a. self-aging.
özümsemek, e. to assimilate. özyiti, a. absence.
özünlü, s. intrinsic.
P,p

pal, a. a species of pigeon. Parkinson sayrılığı, a. paralysis


palamut, a. bonito, short-finned agitans, Parkinson disease.
tunny; valonia oak. parlak, s. brilliant, shining, bright;
palamutlular, a. beech family. successful; beautiful, pretty.
pamuk, a. cotton. parlaklık, a. brilliance, brightness.
pamukçuk, a. candidiasis, candidosis, parlamak, e. to shine, to beam, to
thrush, aphtha. glow, to glint; to flare up.
pamuklanmak, e. to be covered with parmak, a. finger, digitus, ç. digiti,
a thin coat of mold or mildew. digit, finget, toe.
pancar, a. beet. parmak kemiği, a. phalanx, ç.,
pancar yaprağı, a. beet top. phalanges, bones of digitis.
paniğe kapılmak, e. to panic. pars, a. leopard.
panik, a. panic. pas, a. rust; tarnish, dirt; fur(on
panik yaratmak, to cause to panic. tongue).
pankreas, a. pancreas. pas giderici, a. rust remover.
pansuman, a. dressing. pasif, s. passive.
pansuman yapmak, e. to dress (a paslanmak, e. to become rusty.
wound). paslı, s. rusty; furred.
panzehir, a. antidote. pasmantarı, a. uredo.
papatya, a. daisy. pastil, a. pastille, lozenge.
paraffin, a. paraffin wax. pastörize, s. pasteurized.
parallel, a. & s. parallel. pastörize etmek, e. to pasteurize.
parazit, a. parasite. patates, a. potato.
parazitoloji, a. parasitology. patlama, a. explosion, bursting;
parça, a. fragment, segment, part, blowout, puncture.
piece, bit. patlama!, ünl. wait a moment!, be
parça alma, a. biopsy. patient!.
parçacık, a. particle. patlamak, e. to explode, to burst; to
parçalamak, e. to break into pieces; blow out, to burst out, to blurt out,
to cut up, to cut into pieces. to break out, to crack, to crackle; to
parçalanma, a. fission, fragment- burst open.
ation. patlatmak, e. to cause to burst; to
parçalanmak, e. to break up, to be puncture; to make someone furious,
cut into pieces. to infuriate.
parçalı, s. in parts; patched, pieced. patlayıcı, s. explosive.
parçalı çekirdekli, s. polymorphonu- patlıcan, a. aubergine, eggplant.
clear. patojen, s. pathogen.
parelelkenar, a. parallelogram. paylamak, e. to scold.
parıl parıl, zf. brilliantly. pazı, a. upper arm muscle, brachium,
parıldamak, e. to gleam, to glitter, to arm, biceps, muscle; strenghth.
twinkle, to sparkle. pedagoji, a. pedagogy.
parıltı, a. gleam, glitter, sparkle. pedagojik, s. pedagogic, pedagogical.
pedegog 155 plastic cerrahi

pedegog, a. pedagogue. pıhtılaşabilir, s. coagulable.


pekdoku, a. collenchyma. pıhtılaşma, a. coagulation.
pekiştirim, a. reinforcement. pıhtılaşma süresi, a. clotting time.
pekiştirme, a. reinforcement. pıhtılaştırma, a. coagulation.
peklik, a. constipation. pıhtılaştırmak, e. to clot, to curdle,
pekmez, a. boiled grape juice. to change from a liquid to a solid/
pekmez şekeri, a. molasses. gel.
pelte, a. jelly. pıhtımaya, a. thrombokinase.
pelte gibi, s. jelly-like. pıhtıönler, s. anticoagulant.
peltek, a. & s. stutterer, lisper; stutter, pıhtıteli, a. fibrin.
lisper, lisping. pıhtıteli erimesi, a. fibrinolysis.
peltek konuşmak, e. to lisp, to pınar, a. fountain, source, spring.
stamper. pırasa, a. leek.
pelteleşmek, e. to become jellified. piç, a. bastard, illegitimate child.
pembe, s. pink, rose-coloured. pipet, a. pipette.
pembeleşmek, e. to turn pink. pire, a. flea.
pembelik, a. pinkness. pireli, s. full of fleas.
pembemsi, s. pinkish. pirinç, a. rice; brass.
pepe, s. stutterer, stammerer. pis, s. dirty, messy, foul, filthy.
pepelemek, e. to stutter, to stammer. pis kokmak, e. to stink.
pepelik, a. stammer, stutter. pislik, a. dirt, mass, filthiness,
performans, a. performance. dirtyness.
perhiz, a. diet; continence, pişirme, a. cooking; baking.
abstinence. pişirmek, e. to cook; to bake; to
perhiz yapmak, e. to diet; to abstain. ripen; to cause a sore(sweat)
perhizli, s. on a diet, fasting. pişkin, s. well-cooked, well-baked;
peri sayrılığı, a. epilepsy; hysteria. mature, ripe.
pericik, a. epilepsy; hysteria. pişman, s. regretful, sorry.
perikart, a. pericardium. pişmanlık, a. regret, penitence.
perikart iltihabı, a. pericarditis. pişmek, e. to be cooked/baked.
periton, e. peritoneum. piton, a. python.
periyodik, s. periodical, periodic. piyore, a. piorrhea.
periyot, a. periot. plaka, a. plate, plaque.
peroksit, a. peroxide. plan, a. plan, design, scheme.
petek, a. honeycomb. plan yapmak, e. to make a plan.
petrol, a. oil, petroleum. planlama, a. planning.
peynir, a. cheese. planlamak, e. to plan, to schedule.
peynir kurdu, a. cheese mite. planlı, s. planned.
pıhtı, a. coagulum, ç. coagula, clot, plasenta, a. placenta.
curd. plaster, a. sticking-plaster, plaster.
pıhtıçözer, a. anticoagulant. plastic, s. plastic.
pıhtıgöze, a. thrombocyte, platelet. plastic cerrahi, a. plastic surgery.
plastic madde 156 pyüri

plastic madde, a. plastic material. protein, a. protein; prot- , proteo- .


platin, a. platinium. protein işeme, a. proteinuria.
plazma, a. plasma. proteinli, s. proteinaceous.
plevra, a. pleura. protez, a. prosthesis.
plutonium, a. plutonium. psikasteni, a. psychasthenia.
poli- , önek. poly- . psikiyatri, a. psychiatry.
poliklinik, a. policlinic. psikoanaliz, a. psychoanalysis.
polimor, a. polymer. psikolog, a. psychologist.
polip, a. polyp. psikoloji, a. psychology.
pomat, a. pomade. psikopat, a. psychopath.
pompa, a. pump. psikopati, a. psychopathy.
pompalamak, e. to pump; to psikopatoloji, a. psychopathology.
intensify, to incite. psikopatolojik, s. psychopathological.
popo, a. posterior, buttocks; butt. psikoterapi, a. psychotherapy.
porsuk, a. badger. psikoz, a. psychosis.
posa, a. sediment, dregs. pul, a. scale, squama, ç. squamae
potansiyel, a. & s. potential. pullu, s. squamous, scally; squamo- .
pozitif, s. positive. puma, a. mountain lion, cougar,
pörsük, s. shrivelled up, withered. puma.
pörsümen, e. to shrivel up, to pus, a. mist, haze.
become withered. pusula, a. compass.
pratisyen, a. practician. püskül, a. tassel, tuft.
pratisyen hekim, a. general püsküllü, a. tasselated.
practitioner. püskürme, a. eruption.
premature, s. premature. püskürmek, e. to spray (liquid), to
prensip, a. principle. blow out water from the mouth; to
prezervatif, a. sheath, condom. erupt.
priz, a. socket. püskürteç, a. pulverisator.
prizma, a. prism. püskürtme, a. pulverise.
prostat, a. prostate, prostate. Look püskürtmek, e. to spray; to belch; to
erbezi. pulverise.
prostat yangısı, a. prostatitis. püskürtü, a.aerosol.
prostatla ilgili, s. prastatic. pyelit, a. pylitis.
protein benzeri, s. proteinaceous. pyüri, a. pyuria.
R,r

rağmen, ed. despite, in spite of. renkkörlüğü, a. colour-blindness,


rahat, a. & s. ease, rest; comfort; achromatopsy, achromatopsia.
tranquil, at ease. renklenmek, e. to colour, to get
rahatça, zf. comfortably. colour.
rahatlama, a. to feel relieved, to renkli, s. coloured.
have no more anxiety; to become renkölçer, a. colorimeter.
comfortable. renkölçüm, a. colorimetry.
rahatlık, a. ease; comfort; tranquillity. renksiz, s. colourless, achromic.
rahatsız, s. uncomfortable, uneasy, resim, a. picture, photograph;
anxious; unwell, ill; unquiet. drawing, design; illustration.
rahatsızlık, a. discomfort, uneasiness, resim yapmak, e. to paint, to draw.
illness. resimlemek, e. to illustrate.
rahatsızlık vermek, e. to bother, to resimli, s. illustrated.
disturb, to annoy. resmi, s. official; formal.
rahim, a. uterus, ç. uteri, womb. ressam, a. artist, painter, designer.
Look dölyolu. ret, a. refusal, rejection, ecpuision.
rahimle ilgili, s. uterine; uter- , utero- , revir, a. informary
hyster- , hystero- . rica, a. request.
rakam, a. number, figure. rica etmek, e. to ask, to request.
rakamlamak, e. to numerate. roka, a. rocket.
rapel, a. booster shot. rol, a. role, part.
romatizma, a. rheumatism.
rapor, a. report, statement; medical
romatizmalı, s. rheumatic.
certificate.
röntgen, a. X-ray.
rapor vermek, e. to report on, to
röntgen çekmek, e. to take an X-ray.
make a report.
röntgenci, a. X-ray specialist.
raportör, a. reporter.
ruh, a. soul, spirit.
rasyonel, s. rational.
ruh …, önek. psych- , psyche- ,
raşitik, s. rachitic.
psycho- .
raşitizm, a. rachitism, rickets. ruh hekimi, a. psychiatrist.
rectum, a. rectum. ruh hekimliği, a. psychiatry.
reçete, a. prescription, recipe. ruh sağaltım, a. psycottherapy.
red, a. rejection, denial, refusal. ruh sağlığı, a. mental health.
reddetmek, e. to refuse, to reject. ruh sayrılığı, a. mental maladie/
rehabilitasyon, a. rehabilitation. malady.
rehber, a. guide, leader. ruhani, s. spiritual, clerical,
rehberlik, a. guidance, leadership. immaterial.
rehberlik etmek, e. to guide, to lead. ruh-bedensel, s. psychosomatic.
rencide, s. injured, hurt, pained; ruhbilim, a. psychology.
annoyed. ruhçözümleme, a. psychoanalysis.
rencide etmek, e. to hurt; to annoy. ruhçözümlemeyle ilgili, s. psycho-
renk, a. colour, hue. analytic.
ruhçözümleyici 158 rüzgarlı

ruhçözümleyici, a. psychoanalyst. ruhsuz, s. spiritless, inanimate,


ruhötesi, a. telepathy. inactive.
ruhsağaltım, a. psyhotherapy. ruhsuzluk, a. spiritlessness.
ruhsağaltım uzmanı, a. psycho- rutubet, a. moisture, humidity.
therapist. rutubetlenmek, e. to become damp/
ruhsağaltımcı, a. psychotherapist. wet/moist.
ruhsal, s. mental, psychic. rutubetli, s. humid, damp, moist,
ruhsal köken, a. psychogenesis. wet.
ruhsal kökenli, s. psychogenetic, rüşeym, a. embryo; germ.
psychogenic. rüya, a. dream.
ruhsal sayrılık, a. mental maladie/ rüya görmek, e. to dream, to have a
malady. dream.
ruhsal uyum, a. psychologic rüzgar, a. wind, breeze.
adaptation. rüzgarlı, s. windy, breezy.
ruhsal-bedensel, s. psychosomatic.
S,s

-sa, sonek. if. ör. If he/she looks, - sağalmak, e. to recover, to become


Bakarsa,… . well, to be cured.
sabah, a. morning. sağaltıcı, s. therapeutic, curative,
sabır, a. patience, endurance, healing.
forbearance. sağaltım, a. therapy, medical treatment.
sabırlı, s. patient, forebearing. sağaltım bilimi, a. therapeutics.
sabırsız, s. impatient. sağaltımbilim, a. therapeutics.
sabırsızlanmak, e. to grow impatient. sağaltımla ilgili, s. therapeutic.
sabırsızlık, a. impatience. sağaltımsal düşük, a. therapeutic
sabit, s. permanent, constant; fixed, abortion.
stationary. sağaltmak, e. to cure, to heal, to
sabretmek, e. to be patient, to endure. make well.
sabun, a. soap. sağaltman, a. therapist.
sabunlamak, e. ro soap. sağda, zf. on the right, on the right
sabunlanmak, e. to be soaped. side.
sabunlu, s. soapy. sağda solda, zf. right and left, on the
saç, a. hair. both sides.
saç dökülmesi, a. alopecia, baldness, sağda yürek, a. dextrocardia.
calvities, pelade. sağdan, zf. from the right side.
saç dökülmesiyle ilgili, s. alopecic. sağdan soldan, zf. from all
saçak, a. fimbria, ç. fimbriae, fringe, directions.
pilus. sağduyu, a. common sense.
saçaklanmak, e. to get fringes. sağgörü, a. insight; prudence;
saçaksı yapı, a. fimbria. foresight.
saçmak, e. to scatter. sağgörülü, s. prudent, farsighted,
sade, s. mere, simple, unmixed; pure, farseeing.
plain.
sağır, s. deaf.
sadece, zf. merely, simply.
sağır etmek, e. to deafen.
sadeleşmek, e. to become plain/simple.
sağır ve dilsiz, a. deaf and dumb.
sadeleştirmek, e. to simplify.
sağırlık, a. deafness.
sadelik, a. simplicity, plainness,
sağkalım, a. survival.
simpleness.
sağlam, s. intact, sound; in good
sadık, s. loyal.
health, healthy; healthful; secure,
safra, a. bile, gall.
safe, sure.
safra ile ilgili, s. bilious, bilary; bili- .
safra kesesi, a. gall bladder. sağlamak, e. to obtain, to get, to
safralı, s. billous, biliary, biliferous. secure; to supply; to make safe.
sağ, a. & s. the right, the right-hand sağlamlamak, e. to make safe/sure,
side; right, right-hand; alive, healthy, to secure.
in good health; dextr-, dextro- . sağlamlaşmak, e. to become safe/
sağ kalınbağırsak dirseği, a. right sound/firm/sure.
colic flexure, flexura coli dextra. sağlamlık, a. safety; soundness;
sağa, zf. to the right. health, sureness; firmness, solidity.
sağlantı 160 sanrı

sağlantı, a. supply. saldırmak, e. to attack, to to rush at,


sağlığına kavuşmak, e. to recover. to dash at.
sağlık, a. health. saldırmazlık, a. nonaggression.
sağlık bilgisi, a. hygiene. salgı, a. secretion.
sağlık koruma, a. hygiene. salgılama, a. secretion.
sağlıkevi, a. sanatorium. salgılamak, e. to secrete.
sağlıkla ilgili, s. sanitary. salgılanım, a. secretion.
sağlıklaştırım, a. sanitation. salgılanma, a. secretion.
sağlıklı, s. healthy, in good health, salgın, a. & s. epidemic, contaion;
healthful, hygienic. epidemic, contagious, infectious.
sağlıksız, s. unhealthy salgınlık, a. epidemicity.
sakat, s. invalid, crippled, disabled; salgınlıkbilim, a. epidemiology.
defective, unsound. salım, a. emission.
sakatlamak, e. to injure, to damage, salınım, a. oscillation.
to matriculate, to mutulate. salıveri, a. release.
sakatlanmak, e. to be injured/ saman, a. straw.
damaged/mutilated. saman nezlesi, a. hay fever.
sakatlık, a. defect, infirmity, blemish. samaryum, a. samarium.
sakınca, a. objection, drawback. samimi, s. cordial, sincere, frank.
sakıncalı, s. inconvenient; disapproved. samimiyet, a. cordiality, sincerity,
sakıngan, s. timid, cautious, prudent. frankness.
sakınganlık, a. timidity. samimiyetle, zf. sincerely.
sakınma, a. caution; avoidance, samimiyetsiz, s. insincere.
abstention. samimiyetsizlik, a. insincerity.
sakınmak, e. to abstain from, to samimiyetsizlikle, zf. insincerely.
avoid, to forbear; to be cautious. sana, zm. to you.
sakırga, a. tick. sanal, s. imaginary.
sakız, a. chewing gum, mastic. sanatorium, a. sanatorium, sanitarium.
sakız çiğnemek, e. to chew gum. sancı, a. ache, pain, colic; labour
sakin, s. quiet, motionless, stationary, pain.
calm, tranquil. sancılanmak, e. to have ache/pain, to
sakinleşmek, e. to become quiet, to have an internal pain, to have labour
calm down. pain, to have a stomach-ache.
saklamak, e. to hide, to conceal; to sancılı, s. having ache/pain/colic.
keep secret; to preserve. sancımak, e. to ache.
saklı, s. hidden, concealed, preserved. sanı, a. imagination, supposition;
saksağan, a. magpie. suspicion.
salata, a. salad; lettuce. saniye, a. second.
salatalık, a. cucumber. sanki, zf. as if, as though, supposing
saldırgan, a. & s. aggressor; aggressive. that.
saldırganlık, a. aggressiveness. sanmak, e. to think, to suppose, to
saldırı, a. aggression, attack, assault; deem; to imagine.
offence. sanrı, a. hallucination.
sansür 161 satmak

sansür, a. censorship. sarhoş edici, s. intoxicating.


santigram, a. centigram, centigramme. sarhoş etmek, e. to intoxicate.
santigrat, a. centigrad. sarhoş olmak, e. to be/become
santilitre, a. centilitre. drunk, to get intoxicated.
santim, a. centimetre. sarhoşluk, a. drunkness, intoxication.
santimetre, a. centimetre. sarı, s. yellow.
sapak, a. & s. bifurcation; abnormal. sarı cisim, a. corpus luteum.
sapaklık, a. anomaly. sarı humma, a. yellow fever.
sapık, s. pervert, perverted; crazy, sarıbenek, a. macula, yellow spot.
lunate, eccentric, aberrant. sarılgan, s. climbing; winding.
sapıklık, a. perversion, aberration. sarılı, s. wound, fastened, surrounded;
sapınç, a. deviation. wearing yellow; coloured yellow.
sapıtma, a. aberration; raving. sarılığa benseyen, s. icteroid.
sapıtmak, e. to go astray, to go off sarılık, a. icterus, jaundice; yellowness.
one’s head. sarılık incesi, s. preicteric.
sapkı, a. perversity. sarılık yapıcı, s. icterogenic.
sapkın, s. aberrant, abnormal. sarılıkla ilgili, s. icteric, ictero-.
sapkınlık, a. aberration, anomaly. sarılmak, e. to hug, to embrace.
saplanma, a. fixation. sarım, a. bandage.
saplantı, a. fixed idea. sarımsı, s. yellowish.
saplı, s. stalked, having a handle, sarımtırak, s. yellowish.
pediculate, pedicellate, pedinculate. sarışın, a. & s. blond, fair, fair hair;
sapma, a. deviation. blond, blonde.
sapmak, e. to deviate, to diverge; to sarışınlık, a. blondness.
swerve. sari, s. epidemic, contagious.
sapsız, s. sessile, without a handle, sarkan ur, a. polyp.
stemless. sarkık, s. pendulous, suspended.
saptaç, a. monitor. sarkom, a. sarcoma.
saptama, a. fixation, establishment. sarmak, e. to wrap; to wind.
saptanmak, e. to be fixed, to be sarmal, s. spiral; helicoidal cyme.
established. sarmaşan, s. winding.
saptayıcı, s. fixative. sarmaşık, a. ivy, hedera.
saptırmak, e. to divert. sarmısak, a. garlic.
sara nibeti, a. epileptic fit. sarsılmak, e. to shake, to be shaken
sara, a. epilepsy. by; to be upset; to be weakened; to
saralı, s. epileptic. be shocked.
sararmak, e. to grow pale, to turn sarsıntı, a. shake, shock, jerk, jolt.
yellow. sarsıntılı, s. shaky.
sarası tutmak, e. to be in a fit of sarsıntısız, s. smooth; even, regular.
epilepsy. sarsma, a. shaking.
sardunya, a. gerendium. sarsmak, e. to shake; to give a shock;
sargı, a.bandage. to agitate; to upset; to weaken.
sarhoş, s. drunk, intoxicated. satmak, e. to sell.
sav 162 seksen

sav, a. thesis, allegation, assertion. sebebiyle, ed. due to, owing to, by
savaş, a. war, battle; fight, struggle. reason of, because of, on account of.
savaşım, a. struggle. sebep, a. cause, reason; means;
savunma, a. defence. occasion.
savunmak, e. to defend. sebepsiz, s. without any reason.
savunmasız, s. defenceless. sebze, a. vegetable, greens, green
savunucu, s. defensive. plants.
sayaç, a. meter. seciye, a. character.
saydam, s. translucent, transparent. seçici, s. selective.
saydamlaşmak, e. to become seçik, s. distinct, clear.
transparent. seçilmek, e. to be selected/chosen.
saydamlık, a. transparency. seçilmiş, s. selected, chosen.
saygı, a. regard, esteem, respect. seçim, a. choise, preference; election,
saygı duymak, e. to respect. polls; selection.
saygı göstermek, e. to show respect. seçkin, s. outstanding, distinguished,
saygıdeğer, s. esteemed, excellent. choice, select.
saygılı, s. respectful, considerate. seçme, a. & s. choice; choosing;
saygısız, s. disrespectful. selected.
saygısızlık, a. lack of respect. seçmeci, s. eclectic.
sayı, a. number; issue. seçmek, e. to select, to elect, to
sayıboncuğu, a. abacus. choose.
sayıklama, a. delirium. seda, a. voice, sound; echo; cry.
sayılı, s. counted, numbered. sedef, a. rue.
sayısız, s. innumerable, countless. sedef sayrılığı, a. psoriasis.
sayrı, a. ill, sick, ailing. sedeflenme, a. iridescence.
sayrı bakımı, a. patient care. sedefotu, a. rue.
sayrı ile ilgili, s. pathologic, path- , sedimentasyon, a. sedimentation.
pathy- , patho- , pathic. sedye, a. stretcher.
sayrıevi, a. hospital. sedyeci, a. stretcher-bearer.
sayrıl, s. pathologic, pathological. sefalet, a. poverty, misery, indigence.
sayrılanma oranı, a. attack rate. sefil, s. poor, miserable, indigent.
… sayrılığı, -sis. sefillik, a. poverty, misery.
sayrılık, a. illness, sickness, disease. seğirmek, e. to tremble; to twitch
sayrılık kalıntısı, a. sequela, ç. nervously, to flicker.
sequelae. sekiz, s. eight.
sayrılık oranı, a. morbidity. sekizer, zf. eight each, eğith at a time.
sayrılık öyküsü, a. anamnesis. sekizgen, a. octagon.
sayrılık ürküsü, a. pathophobia, sekizinci, s. eighth.
nosophobia. sekizli, s. having eight.
sayrılıkbilim, a. pathology. sekizyüzlü, s. octahedron.
sayrılıklı, s. morbid., pathologic, sekmek, e. to hop; to run in a series
diseased. of jumps.
sayrılıköyküsüyle ilgili, s. anamnestic. seksen, s. eighty.
seksener 163 ses ötesi

seksener, zf. eighty each, eighty at a serpeç, a. pyulverisator.


time. serpik, s. disseminated; sporadic.
sekseninci, s. eightieth. serpinti, a. fallout; drizzle, dispersion,
seksenlik, s. octogenarian. spray; repercussions, aftereffects.
sel, a. flood. serpinme, a. dispersion.
selüloid, s. celluloid. serpiştirmek, a. sprinkle.
selüloz, a. cellulose. sersem, s. stunned, bewildered,
selvi, a. cypress. stupefied, unconscious; silly, stupid,
semender, a. salamander. foolish.
seminer, a. seminar. sersemlemek, e. to be stunned/
semiyoloji, a. semiology. stupefied/bewildered.
semizotu, a. purslane. sersemletici, s. stunning.
sempati, a. sympathy. sersemletmek, e. to bewilder, to stun,
sempati duymak, e. to sympathize, to stupefy, to daze.
to feel sympathy for. sersemlik, a. stupidity, silliness:
sempatik, s. sympathetic; attractive, confusion.
likable, congenial. sert damak, a. hard palate, palatum
sempatik sinir sistemi, a. sympathetic durum.
nervous system. sert, s. severe, harsh, sharp, stern;
sempatik siniri, a. sympathetic pungent, violent; potent; hard, rough;
nerve. sertkatman, a. sclera, ç. scleras,
sempozyum, a. symposium. sclerae.
semptom, a. symptom. sertleşim, a. sclerosis, ç. scleroses,
sen, zm. you. induration.
sence, zf. according to you, in your sertleşim, a. sclerosis, ç. scleroses.
opinion. sertleşimli, s. sclerosant.
sendeleme, a. stagger, totter. sertleşmek, e. to become
sendelemek, e. to stagger, to totter, to harden/violent, severe; to harden.
stumble, to reel. sertleşmeli, s. sclerosant.
sendrom, a. syndrome. sertleştirici, a. sclerosant.
seni, zm. you. sertleştirmek, e. to harden.
senin, zm. your, of you. sertlik, a. sclerosis, induration;
seninki, zm. yours. hardness, severity, harshness,
sentetik, s. synthetic. sharpness; potency, violence;
sentez, a. synthesis. roughness; sclera- , sclero- .
septic, a. & s. septic; sceptical. seryum, a. cerium.
sera, a. greenhouse. ses, a. sound, voice.
serçe, a. sporrow. ses dalgası, a. sound wave.
seri, a. & s. series, set; quick, rapid, ses duvarı, a. sonic wall, sonic
swift, speedy. barrier.
serin, s. cool, chilly. ses kıvrımı, a. vocal fold, plica
serinkanlı, s. cool-blooded. cocalis.
serinlik, a. coolness, chilliness. ses ötesi, s. ultrasound.
ses yitimi 164 sıkıntı

ses yitimi, a. aphonia. sezaryenle doğum, a. caesearean


ses yitimiyle ilgili, s. aphonic, section.
aphonous. sezmek, e. to perceive, to feel, to
sesbilim, a. acoustics; phonology. discern.
sesgeçirmez, s. soundproof. sezyum, a. cesium.
sesle ilgili, s. acoustic. sıcak, s. warm, hot.
seslendirmek, e. to voice. sıcak tutmak, e. to keep warm.
seslenim, a. phonation. sıcakkanlı, s. amiable; lovable.
sesli, s. having a … voice; noisy. sıcaklık, a. warmth, heat.
sesötesi, a. ultrasound. sıcakölçer, a. thermometer.
sesötesi ile ilgili, s. ultrasonic. sıçan, a. rat, mouse, ç. mice.
sessiz, s. silent, quiet; voiceless, sıçanotu, a. arsenic.
soundness. sıçramak, e. to leap, to spring, to
sessizlik, a. silence, quietness. jump; to splash.
sesteli, a. vocal fold, plica vocalis. sıfır, a. zero, naught; nothing.
set, a. obstacle, barrier, dam. sığ, s. superficial; shallow.
set çekmek, e. to obstruck, to bar, to sığa, a. capacity.
hinder. sığır, a. cattle, buffalo.
sevgi, a. love, affection; compassion. sığırcık, a. starling.
sevi, a. love. sıhhat, a. health.
sevici, a. lesbian. sıhhatli, s. healthy, fit, in good
sevicilik, a. lesbianism. health.
sevimli, s. lovable, charming. sıhhi, s. sanitary, hygienic.
sevimsiz, s. unattractive, unlikeable sıhhiye, a. public health, sanitary
sevinç, a. joy, pleasure, delight. matters.
sevinçli, s. joyful; happy, glad. sık sık, zf. frequently, often.
sevinmek, e. to be glad/pleased. sık, s. dense, thick, close; frequent,
sevişmek, e. to make love, to have
often.
sex with; to like one another, to
sıkça, s. frequent, often.
love one another.
sıkı, s. severe, strict, rigorous, fast,
seviye, a. level, rank, degree;
firmly driven in; compact, dense;
equality.
close, fine.
seviyeli, s. of good standing.
sıkıcı, s. dull, boring, tiresome,
seviyesiz, s. of no standing.
tedious.
sevmek, e. to love, to like.
seyirce, a. tic. sıkılgan, s. shy, bashful.
seyrek, s. & zf. infrequent, rare, sıkılganlık, a. shyness.
sparce; rarely, sparcely, infrequently. sıkılmak, e. to be bored/annoyed/
seyrekleşmek, e. to become infrequent. ashamed.
seyreklik, a. rarity, infrequency. sıkılmaz, s. shameless, impudent.
seyreltme, a. dilution. sıkıntı, a. distress, discomfort,
seyreltmek, e. to dilute. bother, worry, distress, hardship,
sezaryen, a. caesarean. difficulty.
sıkıntılı 165 sidik yokluğu

sıkıntılı, s. uneasy, troublesome; sıtmayla ilgili, s. malarious.


depressive; annoyance, embarrass- sıvı, s. liquid, fluid.
ment. sıvı birikimi, a. effusion.
sıkışma, a. compression. sıvı içitimi, a. perfusion.
sıkıştırma, a. compression. sıvıksı, s. mucinous.
sıkıştırmak, e. to press, to squeeze; sıvıksu, a. mucin; humor, humoris.
to put pressure on; to oppress. sıvıksulu, s. mucinous.
sıkişeme, a. urinary frequency, sıvıksuya benzeyen, s. mucinoid,
pollakiuria. mucoid.
sıklık, a. frequency; density. sıvılaşım, a. liquefaction.
sıklıkla, zf. frequently, often. sıvılaşmayla ilgili, s. liquefactive.
sıkma, a. squeezing, pressure. sıvılaştırıcı, s. liquefacient.
sıkmak, e. to squeeze, to press; to put sıvıölçer, a. aerometer.
pressure on; to cause annoyance. sıvısal, s. humoral.
sınam, a. test. sıvışkan, s. sticky.
sınav, a. examination., exam. sıyırmak, e. to peel of; to strip off, to
sıngın, s. shy; broken; defeated. skin, to scrape; to tear off.
sınır, a. boundary, limit, border. sıyrık, a. & s. abrasion, abraded
sınır koymak, e. to limit. wound, scratch; skinned, peeled,
sıra, a. raw, rank; order, sequence, abraded.
series; regularity. sıyrılmak, e. to be peeled/skinned.
sıraca, a. scrofula. sızdırmak, e. to leak out, to cause, to
sıracalı, s. scrofulous. ooze out.
sıralamak, e. to arrange in a raw, to sızı, a. ach, pain.
set up in order. sızım, a. infiltration.
sıralı, s. in a raw. sızıntı, a. oozing, leakage.
sırasız, s. out of order; inconvenient, sızlamak, e. to ache, to smart; to
ill-timed. suffer sharp pain.
sırf, s. & zf. pure, mere; purely, sızlanma, a. complaint, complaining.
merely. sızlanmak, e. to complain, to lament;
sırt, a. back. to groan, to moan with pain.
sırtağrısı, a. backache. sızlatmak, e. to pain.
sırtlan, a. hyena. sızma, a. transudation.
sırtüstü, zf. on the back, on one’s sızmak, e. to leak, to ooze, to seep, to
back. exude,
sıska, s. thin and weak, puny; dropsy. sidik, a. urine, urin- , urino- .
sıskalaşmak, e. to become thin and sidik borusu, a. ureter.
weak. sidik söktürücü, s. diuretic.
sışrayış, a. jumping, springing. sidik söktürüm, a. diuresis.
sıtma, a. malaria. sidik tutulması, a. retention of urine.
sıtmaya bağlı, s. malarial. sidikyolu, a. urethra.
sıtmaya karşı, s. antimalarial. sidik yokluğu, a. anuria.
sidikyolu ağrısı 166 sirke asidi

sidikyolu ağrısı, a. urethralgia. sinir anagözesi, a. neuroblast.


sidik yoluyla ilgili, s. urethral. sinir argınlığı, a. neurasthenia.
sidikli, s. incontinent. sinir bağlanımı, a. synapsis.
sidiktorbası, a. urinary bladder. sinir bağlanımıyla ilgili, s. synaptic.
sidiktorba yangısı, a. cystitis, ç. sinir düğümü, a. ganglion.
cystites. sinir etkinliği, a. nerveous activity.
sidiktorba taşı, a. cystolithiasis. sinir gözesi, a. neuron.
sidikyolu çıkarımı, a. urethrectomy. sinir kavşağı, a. synapse, ç. synapses.
sidikyolu soğanı, a. bulb of penis, sinir kökenli, s. neurogenic,
bulbus urethrae. neurogenetic.
sidikyolu yangısı, a. urethritis. sinir oluşumu, a. neurogenesis.
sidikzoru, a. difficulty in passing sinir sayrılığı, a. neuropathy.
water. sinir teli, a. nerve fiber, neurofibra, ç.
sifilis, a. syphilis. neurofibrae.
sigara içmek, e. to smoke. sinirbilim, a. neurology.
sigara, a. cigarette. sinirdoku, a. nerve tissue.
siğil, a. wart. sinirgi, a. psychoneurosis.
simetri, a. symmetry. sinirgin, s. psychoneurotic.
simetrik, s. symmetric, symmetrical. sinirgöze, a. neuron.
simge, a. symbol. sinir-kas ile ilgili, s. neuromuscular.
sincap, a. squirrel. sinirkas kavşağı, a. neuromuscular
sindirici, s. digestive. junction.
sindirilmek, e. to be digested. sinirlendirmek, e. to irritate.
sindirim, a. digestion. sinirlenim, a. innervation.
sindirim aygıtı, a. digestive system. sinirlenmek, e. to become
sindirim güçlüğü, a. indigestion, irritated/nervous.
dyspepsia. sinirli, s. nervous, irritable; nervy.
sindirimbilim, a. gastroenterology. sinirlilik, a. nervousness.
sindirimbilimci, a. gastroenterolo- sinirsel, s. neural, nervous.
gist. sinirsel bozukluk, a. nervous disorder.
sindirimle ilgili, s. peptic. sinirsel etkinlik, a. nerve activity.
sindirimsel yara, a. peptic ulcer. sinirsel iletim, a. nerve conduction.
sindirimsel, s. peptic. sinirsel itki, a. neural impulse.
sindirimsizlik, a. dyspepsy. sinirsel tepi, a. neural impulse.
sindirmek, e. to digest. sinus, a. sinus, ç. sinus, sinuses.
sinek, a. fly. sinus yangısı, a. sinusitis.
sinestezi, a. synesthesia. sinyal, a. signal.
singin, s. shy, nervous, broken. sirayet, a. contagion.
sinir, a. nerve, nervus, ç. nervi, snew, sirayet edici, s. contagious.
fiber; neur- , neuri- , neuro- . sirayet etmek, e. to spread.
sinir ağrısı, a. neuralgia. sirke, a. vinegar, acetate.
sinir anagöze uru, a. neurolastoma. sirke asidi, a. acetic acid.
sirkeleşmek 167 soluk durması

sirkeleşmek, e. to become sour. soğuk, s. cold, chilly; frigid.


sirkülasyon, a. circulation. soğuk algınlığı, a. cold, chill.
sis, a. fog, mist. soğuk almak, e. to catch old.
sisli, s. foggy, misty, hazy. soğukkanlı, s. cool-headed, calm,
sistit, a. cystitis. cold-blooded.
sitoloji, a. cytology. soğukla sağaltım, a. cryotheraphy.
sitoplasma, a. cytoplasm. soğukluk, a. coldness, chilliness.
sitric asit, a. citric acid. soğumak, e. to become cold, to cool.
sivilce, a. acne, pimple, pustule. soğurma, a. absorbtion.
sivilceli, s. pimpled. soğurmak, e. to adsorb, to absorb.
sivilvemsi, s. acneform, acneiform. soğurucu, a. adsorbant.
sivri, s. pointed, tapering, sharp. soğurum, a. adsorbtion.
sivri kafalılık, a. acrocephaly, soğutma, a. refrigeration, cooling.
acrocephalia. soğutmak, e. to refrigerate, to cool,
sivri uç, a. cusp. to chill, to make cold.
sivridiş, a. fang. sokmak, e. to insert, to introduce, to
sivrisinek, a. mosquito. poke, to put in, to thrust into; to
siyah, s. black; dark. bite, to sting; to drive into; to let in.
siyahımsı, s. blackish. sol, a. & s. left, left side; lefty.
siyahlaşmak, e. to turn black. solak, s. left-handed.
siyahlık, a. blackness. solaklık, a. left-handedness.
siyanojen, a. cyanogens. solda, zf. on the left.
siyanür, a. cyanide. solgun, s. faded, pale, pallid.
siyatik, a. sciatica. solgunluk, a. paleness.
siyek, a. urethra. solmak, e. to fade, to become pale.
siz, zm. you. solucan, a. warm, ascarid, helminth.
-siz, sonek. -less, without. solucan düşürücü, a. ascaricide,
sizce, according to you, in your vermifuge.
opinion. solucan sayrılığı, a. ascarisiosis,
size, zf. to you. helminthiasis.
sizi, zm. you. solucanbilim, a. helminthology.
sizin, zm. your. solucanla ilgili, s. helminthic,
sizinki, zm. yours. helmintic.
-sizlik, sonek. -a, -ie. soluk, a. breath; panting; trache-,
skleroz, a. sclerosis. tracheo- .
soda, a. soda water. soluk, s. pale, faded, withered.
sodium, a. sodium. soluk alma, a. inspiration, inhalation.
soğan, a. bulb, bulbus, ç. bulbi, soluk almak, e. to inspire, to inhale,
bulbo- ; onion to breathe, to take breath in.
soğancık, a. medulla oblongata. soluk borusu, a. trachea.
soğansı, s. bulb-shaped, bolboid, soluk darlığı, a. dyspnea.
bulbar. soluk durması, a. apnea.
soluk durmasıyla… 168 sorumsuz

soluk durmasıyla ilgili, s. apneic. sonra, zf. & a. then, hereafter,


soluk verme, a. expiration. afterwards, later, after, in future; a
soluk vermek, e. to breath out, to later time, the future.
expire, to exhale. sonradan, zf. later.
solukborusu açımı, a. trachectomy. sonraki, zf. that happens later, who
solukborusu yangısı, a. tracheitis. comes later, next.
solukborusuyla ilgili, s. tracheal. sonraları, zf. later.
soluma, a. inhalation, pant, gasp. sonrasızlık, a. eternity.
solumak, e. to inhale, to pant, to sonsuz, s. eternal, infinite, endless.
gasp. sonsuzlaştırmak, e. to eternize.
solungaç, a. gill, branchia. sonsuzluk, a. infinity, endlessness,
solunum, a. respiration, breathing. eternity.
solunum aygıtı, a. respirator, sonuç, a. offsipring, outgrowth,
respiratory system, apparatus production, consequence, result,
respiratorius. outcome, end, conclusion.
solunum dalcığı, a. bronchiole, sonuçlandırmak, e. to bring to an
bronchiolus, ç. bronchioli. end, to conclude, to bring to a
solunumborusu açımı, a. trachectomy. conclusion.
solunumborusu yangısı, a. tracheitis. sonuçlanmak, e. to come to a
solunumborusu, a. trachea. conclusion, to conclude; to end in,
solunumdalcığı yangısı, a. to result in.
bronchiolitis. sonuçsuz, s. futile, vain, fruitless,
solunumdalı, a. broncus. ineffective.
solunumdalı, a. bronchiole. sonuncu, s. latter, last, final.
solunumdalı akarcası, a. bronchial sonunda, zf. finally, in the end.
fistula. sonunu getirmek, e. to succeed, to
solunumdalı yangısı, a. bronchitis. accomplish, to carry out successfully,
solunumla ilgili, s. respiratory. to bring to an end, to bring to a
somut, s. concrete. successful conclusion.
son, a. & s. afterbirth, placenta; end, sorgu, a. inquiry, question,
result, issue; last, ultimate, final, interrogation.
latter. sorguç, a. crest.
son defa/kez, zf. for the last time. sorgun, a. moringa, ben-tree.
son derece, zf. most, utmost, sorguya çekmek, e. to interrogate, to
extremely, to the last degree. question, to cross-examine.
sona ermek, e. to come to an end, to sormak, e. to ask, to inquire.
be over, to finish, to end. soru, a. question, interrogation.
sonar, a. sonar. sorum, a. responsibility; liability.
sonbahar, a. autumn, fall. sorumak, e. to suck.
sonda, a. catheter, probe. sorumlu, s. responsible for.
sondenetim, a. supervision. sorumluluk, a. responsibility.
sonek, a. suffix. sorumsuz, s. irresponsible.
sorumsuzluk 169 staj

sorumsuzluk, a. irresponsibility. sökmek, e. to undo; to pull down; to


sorun, a. matter, question, problem; rib open; to make out; to break
concern, affair. through; to surmount.
soruşturma, a. investigation. söküp almak, e. to eradicate.
soruşturmak, e. to investigate, to sömestr, a. term, semester.
inquire. söndürmek, e. to put out, to
sos, a. sauce. extinguish.
sosis, a. sausage. sönmek, e. to put out, to go out, to be
sosyal, s. social. estinguished, to be deflated.
sosyalleştirme, a. socialization. sönük, s. extinguished, deflated, dim;
sosyalleştirmek, e. to socialize. obscure, undistinguished
sosyo- , önek. socio- . sönüklük, a. extinguishment, dimness;
sosyokültürel, s. sociocultural. obscurity, obscureness.
sosyolog, a. sociologist. söylemek, e. to tell, to say; to speak;
sosyoloji, a. sociology. to pronounce; to utter, to declare.
sosyolojik, s. sociological. söz, a. word, speech, talk; promise;
soy, a. family, race; descendants, remark.
lineage; ancestors. söz anlamak, e. to be reasonable.
soyaçekim, a. heredity. söz anlamaz, s. obstinate.
soyaçekimsel, s. hereditary. söz gelişi, zf. for example, for
soyadı, a. surname, family name. instance; supposing that.
soyağacı, a. pedigree, family tree. söz vermek, e. to promise.
soydan, s. familial. söz yitimi, a. aphasia.
soydaş, a. & s. of the same race, söz yitimiyle ilgili, s. aphasiac,
fellowman; consanguineous. aphasic.
soydeğişim, a. mutation. sözcük, a. word.
soykırım, a. genocide. sözleşme, a. contract, agreement;
soylu, s. of good family, noble. appointment.
soyluluk, a. nobility. sözlü, s. verbal, oral, in words.
soymak, e. to peel off, to undress, to sözlük, a. dictionary.
disrobe, to strip; to pare, to peer, to sözsüz, s. without speech.
shuck, to pod. spazm, a. spasm.
soysal, s. racial. sperma, a. sperm, semen.
soysuz, s. degenerate. spermatozoid, a. spermatozoid.
soyut, s. abstract. spiral, a. & s. spiral.
soyutçuluk, a. abstractionism. spiritualizm, a. spiritualism.
soyutlama, a. abstraction. spontane, s. zf. spontaneous;
soyutlamak, e. to abstract. spontaneously.
soyutluk, a. abstractness. stafilokok, a. staphylococcus.
söğüş, a. boiled meat, cold meat. staj, a. training, apprehension,
söğüt, a. pillow. probation.
staj yapmak 170 süreksizlik

staj yapmak, e. to be under training. sülfirik, s. sulfiric.


stajyer, a. apprehentice, probationer. sülfirik asit, a. sulphuric acid.
stajyerlik, a. probation, apprentice- sülük, a. leech.
ship. sülün, a. pheasant.
steril, s. sterile. sümbül, a. hyacinth.
sterilizasyon, a. sterilisation. sümkürmek, e. to blow one’s nose.
sterlize, s. sterile, sterilized. sümük, a. mucus, snot.
sterlize etmek, e. to sterile. sümükdoku, a. mucosa.
steteskop, a. stethoscope. sümüklü, s. mucous, snotty.
streptokok, a. streptococcus. sümüklüböcek, a. snail.
streptomisin, a. streptomycin. sümüksü salgı, a. mucus.
stres, a. stress. sümüksü zar, a. mucous membrane,
su, a. water; sap, juice; fluid. membrane mucosa.
su ürküsü, a. hydrophobia. sümükzar, a. mucous membrane,
su yitimi, a. dehydration, deprivation membrane mucosa.
of water. sünger, a. sponge.
su yitirmek, e. to dehydrate, to lose sünnet, a. circumcision.
water. sünnet derisi, a. prepuce, preputium,
suçiçeği, a. varicella, chickenpox, ç. preputia.
herpes zoster. sünnetli, s. circumcised.
sulak, s. atery; marshy. sünnetsiz, s. uncircumcised.
sulama, a. watering, irrigation. süprüntü, a. rubbish, sweepings.
sulamak, e. to water, to irrigate. süpürge, a. broom, brush.
sulandırılmış, s. dilute, diluted. süpürmek, e. to sweep, to brush.
sulandırma, a. dilution.
süpürücü, a. sweeper.
sulandırmak, e. to dilute.
sürdürüm, a. maintenance.
sulusürgün, a. cholera.
sürdürüm düzesi, a. maintenance
super, s. superior, excellent, first-
dose.
rate.
susak, s. thirsty; imbecile, stupid. süre, a. time, period.
susam, a. sesame; iris. süreç, a. process.
susamak, e. to be thirsty. süregelen, s. continual, lasting.
susamış, s. thirsty. süregelmek, e. to continue, to happen.
susamsı kemikler, a. sesamoid bone, süreğen, s. chronic; continued, lasting.
ossa sesamoidea. sürek, a. duration.
susuz, s. anhydrous, waterless, dry, sürekli, s. prolonged, continuous,
arid. lasting.
susuzluk, a. thirst, aridity. süreklilik, a. continuality, continuity,
suyla sağaltım, a. hydrotheraphy. permenance.
sübap, a. valve. süreksiz, s. transient, transitory;
sülale, a. descendants; family, line, discontinuous; irregular.
lineage. süreksizlik, a. transitoriness;
sülfat, a. sulphate. discontinuity.
süreli 171 system

süreli, s. periodical, fixed for a sütana/sütanne, a. wet-nurse, foster


certain period. mother.
sürerli, s. stable. sütçü, a. milkman.
sürerlilik, a. stability. sütçülük, a. dairying.
süresiz, zf. indefinitely. sütdişi, a. milk tooth, baby tooth.
sürgen, s. pulgative. sütebenzeyen, s. lactescent, milky,
sürgün, a. diarrhoea; shoot; exile. resembling milk.
sürmek, e. to drive; to rub on; to süthane, a. dairy.
push forth; to plaugh; to go on, to sütkızı, a. foster daughter.
last, to continue. sütlaç, a. rice-pudding.
sürpriz, a. surprise. sütle bulaşan, s. milk-borne.
sürtmek, e. to scrape, to rub against. sütle ilgili, s.lactic.
sürtünme, a. friction; rubbing. sütleğen, a. spurge, suphorbia.
sürtünmek, e. to creep. sütlü, s. milky, lacteal, lactinated.
sürtünüm, a. friction. sütoğlu, a. foster son.
sürü, a. flock, herd; gang; crowd. sütsü karışım, a. emulsion.
sürüklemek, e. to drag. sütsüz, s. having no milk, without
sürüngen, a. reptile. milk.
süt, a. milk; lact- , lacti- , lacto- . sütsüzlük, a. lack/absence of milk.
süt asidi, a. lactic acid. sütun, a. column, pillar.
süt gözeneği, a. milk pore, porus süzdürüm, a. dialysis.
lactiferous. süzgeç, a. filter, strainer.
süt sağmak, e. to milk. süzme, a. & s. filtration; filtered,
süt sayrılığı, a. lactimorbus. strained.
süt şekeri içeren, s. lactinated. süzmek, e. to filter, to drain, to strain,
süt şekeri, a. lactose, milk sugar. to scan.
süt verici, s. lactigenous, lactiferous, süzücü, a. filtering.
yielding mil. süzük, s. filtered, strained.
süt vurgunu, s. suffering from poor süzülme, a. filtration.
milk. süzülmek, e. to be filtered, to be
süt yapıcı, a. lactogen. strained.
süt yapımıyla ilgili, s. lactogenic. süzüntü, a. filtrate.
süt yapma/üretme, a. lactogenesis. system, a. system. Look dizge.
süt yolları, a. lactiferouc duct, ductus
lactiferi.
Ş,ş

şafak, a. dawn. şekerbilimi, a. diabetology.


şahdamarı, a. aorta; carotid artery. şekerdüşürücü, s. antidiabetic.
şahıs, a. individual, person. şekerin neden olduğu, s.
şahin, a. falcon. diabetogenous.
şahsen, zf. personally. şekerle ilgili, s. diabetic.
şahsi, s. personal, private. şekerpancarı, a. sugar beet.
şahsiyet, a. personality, character. şekil, a. form, shape, figure, plan,
şakak, a. temple. diagram.
şakayık, a. peony. şekilbilim, a. morphology.
şalgam, a. turnip. şekilci, a. formalist.
şamfıstığı, a. pistachio nut. şekilcilik, a. formalism.
şampanya, a. champagne. şekildeğişimcilik, a. transformism.
şampuan, a. shampoo. şekildeğişimi, a. transformation.
şap, a. alum. şekillendirmek, e. to form, to shape.
şapşal, a. imbecile, silly. şekillenmek, e. to take form/shape.
şapşallık, a. silliness. şekilsiz, s. shapeless, formless,
şarap, a. wine. amorphous.
şarbon, a. anthrax. şeklen, zf. in form.
şart, a. condition. şema, a. diagram.
şartlı, s. conditional. şematik, s. diagrammatic.
şartsız, s. unconditional. şempanze, a. chimpanzee.
şaşırmak, e. to be confused/ şen, s. cheerful, merry, joyous.
bewildered. şer, a. harm, injury; suffering; evil,
şaşkı, a. surprise, astonishment. wickedness.
şaşkın, s. bewildered, confused. şey, a. thing.
şaşkınlaşmak, e. to become şeytan, a. devil, satan.
bewildered. şımarık, s. spoilt, spoiled, impertinent.
şaşkınlık, a. bewilderment, stupidity. şımarıklık, a. impertinence.
şaşmak, e. to be bewildered/surprised. şımarmak, e. to get spoilt.
şayet, bğl. if; lest. şıpırdamak, e. to drip, to dripple.
şebboy, a. wallflower, stock. şıpırt, a. splash.
şebeke, a. network. şırınga, a. syringe, injection.
şebnem, a. dew. şiddet, a. violence, vehemence;
şecere, a. pedigree, family tree. strength, intensity.
şeffaf, s. translucent, diaphanous; şifa, a. recovery, healing.
transparent. şikayet, a. compliant, complaining.
şeftali, a. peach. şimdi, zf. now, at present.
şehvet, a. lust, sexual desire. şimdiden, zf. henceforth, from now
şehvetli, s. lustful. on, already, at this very moment.
şeker, a. sugar, candy. şimdiki, zf. the present.
şeker sayrılığı, a. diabetes. şimdilik, zf. at present, for the time
şeker yapıcı, s. diabetogenic. being, for the present.
şimdiye kadar 173 şüphesizlik

şimdiye kadar, zf. up to now, up to şöylece, zf. in this manner.


this moment, until now, up to the şöylelikle, zf. thus, in this way.
present; as yet. şöylesine, zf. in this manner.
şiryan, a. artery. şu, s. that.
şiş, a. & s. swelling, bulge; tumour; şu halde, zf. then, in that case.
swollen, swelling. şu kadar ki, bğl. only, but.
şişe, a. bottle. şu kadar, zf. so much, so many.
şişen, s. expanding. şu var ki, bğl. only, but.
şişirmek, e. to inflate, to blow up, to şua, a. ray.
distend. şunca, zf. such a degree; so much, so
şişkin, s. swollen. many.
şişkinlik, a. distension. şunlar, zm. those.
şişman, a. fat, obese. şurada, zf. there.
şişmanlamak, e. to get/grow fat. şuradan, zf. from here; hence.
şişmanlık, a. fatness, obesity. şurası, zf. this place.
şişme, a. swelling; turgescence. şurup, a. syrup.
şişmece, a. emphysema. şuur, a. conscience, mind.
şişmek, v. to swell, to become şuuraltı, s. subconccious.
inflated, to become swollen, to be şuurlu, s. conscious.
distended; to expand, to grow fat. şuursuz, s. unconscious.
şişmeli, s. emphysematous. şuursuzluk, a. unconsciousness.
şive, a. accent. şüphe, a. doupt, suspicion; uncertainty.
şizofren, a. schizophrenic. şüphelenmek, e. to have a suspicion,
şizofreni, a. schizophrenia. to doubt, to suspect.
şok, a. shock. şüpheli, s. doubtful, suspicious;
şoke olmak, e. to be shocked. uncertain.
şokla sağaltım, a. shock therapy, şüphesiz, s. doubtless, sure; zf.
shock treatment. certainly, of course, assuredly.
şöyle, zf. so, just, like that; such. şüphesizlik, a. certainty.
şöyle böyle, zf. so so.
T,t

ta, ed. even unto, even until, until, as tahsil, a. education.


far as. tahtakurusu, a. bug.
ta ki, zf. so that, in order that. takat, a. strength, power.
taba, s. tobacco-coloured. takdir, a. appreciation.
tabak, a. plate, dish. takım, a. set; team.
tabaka, a. stratum, ç. strata, layer; takma, s. artificial.
sheet; class, rank; fold, course. takriben, zf. approximately.
taban, a. sole, heel; base, floor. takribi, s. approximate.
tabiat, a. nature; character, temper. talep, a. demand.
tabiat kanunu, a. law of nature. talim, a. teaching, instruction.
tabiatıyle, zf. naturally. talimat, a. instructions, directions.
tabiatüstü, s. supernatural. talimat vermek, e. to give
tabii, s. & zf. natural, normal; instructions.
naturally, normally, of course. tam, s. & zf. entire, complete, whole;
tabiilik, a. naturalness, normality. exact.; exactly, completely.
tabip, a. physician, doctor. tamam, a. & s. complete, finished;
tablet, a. tablet. ready; whole; entire.
tablo, a. picture. tamamen, zf. entirely, completely
tabu, a. taboo. perfectly, fully.
tabut, a. coffin, bier. tamamıyla, zf. wholly, fully, totally,
taciz, a. disturbance; harassing, entirely.
bothering. tamamlamak, e. to accomplish, to
taciz etmek, e. to disturb, to annoy, achieve, to complete.
to harass, to bother. tamir, a. repair, restoration.
taç, a. crown, corolla, crest (of a tamir etmek, e. to repair, to restore.
bird). tampon, a. wad, plug; buffer.
taçdamar, a. coronary artery, arteria tane, a. grain, seed, pip, berry.
coronaria. tanı, a. diagnosis.
taçdamar yangısı, a. coronaritis. tanım, a. definition.
taçdamarla ilgili, s. coronary. tanıma, a. diagnosis; recognition,
taçdamarsal, s. coronary. acknowledgement.
taçsal, s. coronary. tanıma yitimi, a. agnosia.
taçyaprağı, a. peral. tanımak, e. to diagnose; to know, to
taflan, a. cherry laurel. recognize, to be acquainted with.
tahammül, a. patience, endurence. tanımlama, a. definition.
tahıl, a. creals. tanımlamak, e. to define.
tahmin, a. estimation. tanımsız, s. indefinite.
tahminen, s. approximately. tanınmış, s. well-known.
tahmini, s. approximate. tanısal, s. diagnostic.
tahrik, a. stimulation, excitation, tanıt, a. evidence, proof.
excitement; provocation. tanıtlamak, e. to prove.
tahriş, a. irritation. tanıtmak, e. to introduce.
tanıtsal 175 tehlikeli

tanıtsal, s. pathognomonic. taşlı, s. stony.


tarama, a. scanning; search, research. taşma, a. overflowing.
taramak, e. to scan; to search through. taşmak, e. to overflow.
tarım, a. agriculture. tat, a. taste.
tarımcı, a. agriculturist. tatlı, s. sweet; tasty.
tarımsal, s. agricultural. tatlılık, a. sweetness.
tarif, a. definition, description; recipe. tatmak, e. to taste.
tarif etmek, e. to define, to describe. tatsız, s. tasteless, insipid.
tartı, a. weigh, balance, scale, tavır, a. mode, manner; attitude.
measure. tavşan, a. rabbit.
tartı aleti, a. weighing machine. tavuk, a. hen.
tartılı, s. weighed, balanced. tavukçuluk, a. poultry.
tartısız, s. unweighed. tavukkarası, a. nyctalopia, night
tartma, a. weighing. blindness.
tartmak, e. to weigh, to balance, to tavus, a. peacock.
scale. tay, a. colt, foal.
tasa, a. grief, anxiety, worry. taze, s. new, fresh; recent, young,
tasa etmek, e. to worry. inexperienced.
tasalı, s. worried, anxious, grieved. tazelemek, e. to renew, to freshen up.
tasarı, a. project, scheme, plan. tazelik, a. freshness; recentness;
tasarlamak, e. to plan, to project. youth.
tasasız, s. carefree. tazı, a. greyhound.
taş, a. calculus, tartar; stone, rock. tebeşir , a. chalk.
taş oluşumu, a. lithiasis. tebrik, a. congratulation.
taşıl, a. fossil. tebrik etmek, e. to congratulate.
taşıma, a. transport, conveyance, tecavüz, a. offensive, aggression,
carrying. attack; rape, violation.
taşımacı, a. transporter, remover. tecavüz etmek, e. to attack, to
taşımak, e. to transport, to convey; to exceed; to rape, violate.
sustain, to support. tedricen, zf. by degree, gradually,
taşınma, a. transfer, move. little by little.
taşıyıcı, a. carrier, porter. tedrici, s. gradual.
taşıyıcı yol, a. deferent duct, deferent teftiş, a. inspection, investigation.
canal, ductus deferens. teftiş etmek, e. to inspect, to
taşkı, a. mania. investigate.
taşkın, s. maniac. tehdit, a. threat, menace.
taşkınlık, a. mania. tehdit etmek, e. to threat, to menace.
taşkınlıkla ilgili, s. maniacal, manic. tehir, a. delay, postponement.
taşkıran, a. lithotome. tehir etmek, e. to delay, to postpone,
taşkırımı, a. lithotomy, a cutting to defer, to adjorn, to put off.
operation for the removal of a tehlike, a. danger, risk, peril.
calculus. tehlikeli, s. dangerous, perilous.
tehlikesiz 176 terbiyeli

tehlikesiz, s. without danger. tembel, s. lazy.


tehlikesizce, zf. safely. tembelleşmek, e. to grow lazy.
tehlikeye atmak, e. to court danger. tembellik, a. laziness.
tek, s. & z. unique, single; solitary, temel, a. & s. foundation, base;
alone, merely, only. fundamental, basic, essential.
tek- , önek. mono- , proto- , uni- . temelli, s. founded, fundamental, for
tek başına, zf. on one’s own, by ever.
himself, alone. temiz, s. clean, pure.
tek toplardamar, a. azygos vein, temiz tutmak, e. to keep clean.
vena azygos. temizlemek, e. to clean, to cleanse, to
tek tük, zf. here and there. clear away/up.
tekbencilik, a. solipsism. temizlik, a. purity, pureness, clean-
tekbiçim, a. uniform. liness.
tekçekirdekli, s. mononuclear. ten, a. body, flesh, skin.
tekdeğerli, s. univalent. tepe, a. apex; top, peak, summit;
tekdeğerlikli, s. univalent. crest; hill.
tekdüze, s. monotonous. tepecik, a. stigma.
tekdüzelilik, a. monotony. tepel, s. apical.
tekeklemsel, s. uniarticular. tepeli, s. crested; hilly.
tekel, a. monopoly. tepi, a. impulse.
tekelcilik, a. monopolism. tepke, a. reflex.
tekgözeli, s. unicellular. tepki, a. reaction.
tekgözeliler, a. protozoa. tepkici, s. reactionary.
tekhücreli, s. unicellular. tepkili, s. resctive.
tekil, s. singular. tepkime, a. reaction.
tekli-, önek. mono- . tepkimek, e. to react, to recoil.
tekli göze, a. monocyte.
tepkin, s. reactive, reagent.
tekli inme, a. monoplegia.
ter, a. perspiration, sweat.
teklif, a. offer, proposal.
ter gözeneği, a. sweat pore, porus
teklif etmek, e. to offer, to propose.
sudoriferus.
teklik, a. uniqueness.
terapi, a. therapy.
teknik, a. & s. technique; technical.
terazi, a. balance, scale.
teknisyen, a. technician, mechanic.
terazilemek, e. to balance.
tekodaklı, s. unifocal.
terbiye, a. education, training,
tekrar, a.& zf. recurrence, repetition;
repetedly, again. upbringing; good manner, good
tekrar etmek, e. to repeat. breeding.
tekyanlı, s. unilateral. terbiye etmek, e. to educate, to train,
tel, a. wire, fiber, fibre, string. to upbring.
telafi, a. compensation. terbiyeci, a. educator, trainer,
telafi etmek, e. to compensate, to pedagogue.
make up. terbiyeli, s. educated, well brought
telcik, a. fibril, fibrilla. up; polite.
terbiyesiz 177 tıbben

terbiyesiz, s. iil-mannered, rude, tertibat, a. apparatus, device.


impolite. tesir, a. effect, influence, impression.
terbiyesizlik, a. impoliteness, rudeness. tesir etmek, e. to effect, to influence,
tercih, a. preference, choice. to impress.
tercih etmek, e. to prefer. tesirli, s. efficient, impressive;
tercihan, zf. preferably. touching, moving.
tercihli, s. preferential. tesirsiz, s. ineffective, inefficient.
tercüman, a. interpreter, translater. tespit, a. fixation, stabilization,
tercüme, a. interpretation, translation. establishing, fixing.
tercüme etmek, e. to translate. tespit etmek, e. to fix, to stabilize; to
terdeliği, a. sweat pore, porus determine.
sudoriferus. test, a. test.
tere, a. cress. testere, a. saw.
tereddüt, a. hesitation, indecision. teşebbüs, a. effort, initiative, attempt.
terim, a. term. teşebbüs etmek, e. to attempt.
terk, a. desertion, abandonment. teşhir, a. exhibition, display; exposure.
terk etmek, e. to leave, to desert, to teşhir etmek, e. to display, to expose,
abandon; to quit, to give up, to exhibit.
torelinguish. teşhirci, a. exhibitionist.
terkip, a. composition, compound. teşhircilik, a. exhibitionism.
terkip etmek, e. to compose, to teşhis, a. diagnosis; recognition,
compound. identification.
terleme, a. perspiration, sweating. teşhis etmek, e. to diagnose; to
terlemek, e. to sweat, to perspire. recognize, to identify.
terlemezlik, a. anhidrosis. teşkil, a. formation, constitution.
terletici, s. sudoforic. teşkil etmek, e. to form, to constitute.
terli, s. sweaty, covered with sweat,
teşkilat, a. organisation.
sweating, perspiring.
teşvik, a. encouragement, incitement.
termal, s. thermal.
teşvik etmek, e. to encourage, to
termik, s. termal, termic.
incite.
terminoloji, a. terminology.
tetanus, a. tetanus.
termit, a. termite, white ant.
tetkik, a. investigation, study,
ters, s. adverse; opposite, reverse;
examination.
inverted, introverted; upside down;
tetkik etmek, e. to investigate, to
contrary, peevish.
tersinir, s. reversible. study, to examine.
tersinirlik, a. reversibility. teyze, a. aunt.
tersinmek, e. to revert, to turn back. tez, s. quick, prompt; thesis.
tersinmez, s. irreversible. tezat, a. contrast, contradiction,
tersinmezlik, a. irreversibility. opposition.
terslik, a. contrariness, peevishness. tezduyarca, a. anaphylaxis.
tertemiz, s. absolutely clean, pure, tezlik, a. haste, quickness.
immaculate. tıbben, zf. medically.
tıbbi 178 top

tıbbi, s. medical. tikağacı, a. teak.


tıbbiye, a. medical school/faculty. tiksindirici, s. nauseating, sickening,
tıbbiyeli, s. medical student. disgusting, revolting.
tıkaç, a. embolus, ç. emboli; gag, tiksindirmek, e. to nauseate, to
stopper. sicken, to disgust, to make sick.
tıkalı, s. plugged, stopped up. tiksinti, a. nausea, disgust, loathing.
tıkamak, e. to gag, to plug. tilki, a. fox.
tıkanı, a. emboly. timsah, a. alligator, corocodile.
tıkanık, s. embolic. tin, a. spirit, soul.
tıkanıklık, a. embolism; suffocation. tince, a. neurosis, ç. neuroses.
tıkanım, a. obstruction, occlusion. tinsel, s. psychic; spiritual, moral.
tıkanma, e. obstruction, occlusion. tinsel kökenli, s. psychogenic.
tıkanmalı, s. obstructive. tinselci, a. & s. spiritualist; spiritu-
tıkaş şeklinde, s. emboliform. alistic.
tıkız, s. compact. tinselcilik, a. spiritualism.
tıknaz, s. fat, plump. tip, a. type.
tıknefes, a. & s. asthma; asthmatic, tipik, s. typical.
short of breath. tirildemek, e. to shiver, to quiver.
tıksırık, a. suppressed sneeze. titrek, s. trembling, shaky; tremulous.
tıksırmak, e. to sneeze. titreme, a. tremor; trembling, shaking;
tıp, a. medicine. vibration.
tıp gereçleri, a. medical material, titremek, e. to tremble, to shiver, to
material medica. quiver, to vibrate, to quake.
tıpa, a. plug, cork, stopper. titrenti, a. clonus.
tıpatıp, zf. exactly, absolutely. titrentili, s. clonic.
tıpkı, zf. just like, exactly like in just titrentililik, a. clonicity.
the same way. titreşim, a. vibration.
tırmanmak, e. to climb. titreşmek, e. to shiver, to tremble, to
tırnağa benzeyen, s. onychoid. quake together.
tırnak, a. fingernail, toenail; onych-, tiz, s. sharp, high-pitched.
onycho-. to, zf. even, even as for as, even until.
tırnak ağrısı, a. onychalgia. tohum, a. semen, germ; eggs of an
tırnak çıkarımı, a. onychectomy. insect; family, lineage; seed, grain.
tırnak kırılması, a. onychoclasis. tohumlanmak, e. to go to sed, to
tırnak yokluğu, a. anonychia, become seed.
anonychosis. tohumlu, s. seeded.
tırnakbilim, a. onychology. tok, s. satisfied, full, filled.
tırnakyatağı yangısı, a. onychia. toksin, a. toxin.
tırtıl, a. caterpillar. tolerans, a. tolerance.
tifo, a. typhoid (fever). tombul, s. fat, plump.
tiftik, a. mohair. tomurcuk, a. bud.
tifüs, a. typhus. top, a. ball.
topal 179 tutulmak

topal, s. lame, cripple. tortulu, s. turbid, containing


topallamak, e. to limp. sediment.
toplam, a. total. torun, a. grandchild.
toplama, a. addition, summing up; toryum, a. thorium.
collection, gathering. tosbağa, a. tortoise.
toplamak, e. to collect, to gather up; toz, a. dust.
to pick up; to sum up. tozlu, s. dusty.
toplantı, a. meeting, gathering, tozşeker, a. granulated sugar.
assembly. travma, a. trauma.
toplardamar, a. vein, vena, ç. venae. tuberkulin, a. tuberculin.
toplardamar genişlemesi, a. varix, ç. tuhaf, s. strange, odd, queer, bizarre,
varices. curious, peculiar.
toplardamar yangısı, a. phlebitis. tulumcuk, a. utricle.
toplu, s. collective; tidy; collected, in tulyum, a. thulium.
a mass. tunç, a. bronze.
topluluk, a. community; assembly. turp, a. radish.
toplum, a. community, society. turşu, a. pickle.
toplum çalışmanı, a. social worker. turuncu, a. & s. orange (colour).
toplumbilim, a. sociology. tutarık, a. epilepsy.
toplumbilimci, a. sociologist. tutarık önleyici, a. anticonvulsant,
toplumbilimcilik, a. sociologism. anticonvulsive, antiepileptic.
toplumbilimsel, s. sociological. tutarıklı, s. epileptic.
toplumsal, s. social. tutarlı, s. consistent, coherent.
toplumsallaşma, a. socialisation. tutarlık, a. chorence, consistency.
toplumsallaştırma, a. socialisation. tutarsız, s. inconsistent, incoherent.
toplumsallaştırmak, e. to socialize. tutarsızlık, a. inchorence, inconsis-
tency.
toprak, a. earth, soil, graund; land,
tutkal, a. glue, adhesive.
territory, country.
tutkalsı, s. colloidal, colloid.
toptan, zf. altogether, collectively; in
… tutkunluğu, a. -mania.
gross, in bulk.
tutku, a. passion, rage.
topuk, a. heel.
tutkulu, s. passionate.
torba, a. cyst, scrotum; vesicle,
tutmak, e. to attack one; to keep, to
vesicula, ç. vesiclae.
retain, to detain; to hold; to contain.
torba-kın akarcası, a. vesicovaginal
tutmazlık, a. incontinence.
fistula. tutu, a. uptake.
torbalaşım, a. aneurysm. tutuk, s. stuttering, tongue-tied;
torbalı iğdokuca, a. cystic fibrosis. embarrassed; shy, timid; lame, stiff;
tortu, a. sediment; residue, dregs, paralysed.
deposit. tutukluk, a. shyness, diffidence.
tortul, s. sedimentary. tutulma, a. affection.
tortulaşma, a. sedimentation. tutulmak, e. to be stiff, to become
tortulaşmak, e. to deposit sediment. stiff; to fall in love with.
tutum 180 tüysüz

tutum, a. attitude, conduct. tümleç, a. complement.


tuz, a. salt, sal, ç. sales. tümlemek, e. to complete.
tuza dönüştürmek, e. to salify, to tümler, s. complementary.
convert into a salt. tümör, a. tumour.
tuza dönüştürülebilen, s. salifiable. tümsayı, a. composite number.
tuzlu, s. salty, salted, saline. tümsek, a. colliculus, ç. colliculi.
tuzluca, s. saltish, somewhat salty, tümsek çıkarımı, a. colliculectomy.
saltily. tümük yangısı, a. mastoiditis.
tuzluluk, a. salinity, saltiness. tümük, a. mastoid, mastoidal, breast-
tuzruhu, a. hydrochloric acid. shaped..
tuzsuz, s. saltless, unsalted, insipid. tümyürek yangısı, a. pancarditis,
tuzul, a. base. endoperimyocarditis.
tuzultutarlık, a. basophilia. tüp, a. tube.
tuzultutarlıkla ilgili, s. basophilic. tür, a. species, genus, kind, sort.
tüberküloz, a. tuberculosis. tür özgüllüğü, a. species specifity.
tükenmek, e. to be used up, to be türdeş, s. homogeneous.
exhausted, to run out, to drain away, türe özgül, s. species specific.
to come to an end. türeme, a. derivation.
tükenmez, s. inexhaustible. türemek, e. to appear, to spring up, to
tüketici, a. & s. consumer; tiring out, come into existence; to derive.
exhausting. türetmek, e. to originate, to derive,
tüketim, a. consumption. to, to bring into existence, to
tüketmek, e. to use up, to exhaust, to produce.
consume, to spend. türev, a. & s. derivative.
tükürme, a. expectoration. türlü, a. variety, kind, sort.
tükürme, a. salivation, expectoration. türüm, a. creation, genesis.
tükürmek, e. to salivate, to tütmek, e. to smoke, to give out
expectorate, to spit out. smoke, to fume.
tükürtücü, a. salivant, salivator. tütsü, a. fumigation, fumigant.
tükürük, a. saliva, spittle. tütsüleme, a. fumigation.
tükürük bezi, a. salivary gland. tütsülemek, e. to fumigate, to smoke.
tükürük salgılama, a. salivation. tütsülü, s. fumigated, smoked.
tükürükle ilgili, s. salivary. tütün, a. tobacco.
tükürüklemek, e. to wet with saliva. tütün içmek, e. to smoke.
tülyum, a. thulium. tüy, a. feather.
tüm, a. & s. whole, entire. tüylü, s. downy, feathered.
tümce, a. sentence, phrase. tüysü, s. pennate.
tümdengelim, a. deduction. tüysüz, s. hairless, featherless.
tümel, s. universal.
tümevarım, a. induction.
U,u

ucaylama, a. polarisation. uğultu, a. humming.


uç, a. extremity, end; tip, point; acro-. ulama, a. linking; addition, supplement.
uç ağrısı, a. acrodynia. ulamak, e. to add, to join, to link
uç uca, zf. end to end. together.
uç vermek, e. to sproud. ulaşım, a. communication.
uçdamar genişlenimi, a. telangiectasia. ulaşmak, e. to arrive at, to reach, to
uçderi sertliği, a. acroscleroderma, attain.
acrosclerosis. ulaştırma, e. communication;
uçirileşim, a. acromegalia, acromegaly. conveyance.
uçirileşimle ilgili, s. acromegalic. ulaştırmak, e. to convey, to commu-
uçkesim, a. amputation. nicate.
uçmak, e. to fly; to evaporate, to ulu, s. great, large, big, very big.
volatilize; to disappear, to fade umma, a. expectation, hope.
away. ummak, e. to expect, to hope.
uçmorarım, a. acrosyanosis. umum, a. people in general, the
uçmorarımsal, s. acrocyanotic. public, all.
uçucu, s. volatile. umumi, s. public, general.
uçuçböceği, a. ladybird. umut, a. expectation, hope.
uçuğa benzeyen, s. herpetiform. umutlandırmak, e. to encourage, to
uçuk, a. herpes; pale, faded. give hope to.
uçukla ilgili, s. herpetic. umutlu, s. hopeful.
ufak, s. small, little; insignificant; umutsuz, s. hopeless.
micro-. umutsuzluk, a. hepelessness.
ufakbaşlı, s. microcephalic. un, a. flour.
ufakbaşlılık, a. microcephaly, unutkan, s. forgetful.
microcephalia, microcephalism. unutmak, e. to forget, to neglect.
ufakdolaşım, a. microcirculation. unvan, a. title.
ufakgörüm, a. microscopy. ur, a. tumour; wen.
ufaklık, a. smallness. ur ilacı, a. antineoplastic agent.
ufakyuvar, a. micrococcus, ç. … uru, -oma.
micrococci. ur oluşumu, a. oncogenesis.
ufalmak, e. to decrease, to lessen, to uranyum, a. uranium.
become smaller. urbilim, a. oncology.
uğrantı, a. accident. urbilim uzmanı, a. oncologist.
uğrantısal, s. accidental. uryapan, s. oncogenous, oncogenic.
uğraşı, a. occupation. us, a. mind, intelligence, wisdom.
uğraşı sağaltımı, a. occupational usa vurma, a. reasoning.
therapy. usa vurmak, e. to reason.
uğraşı sayrılığı, a. occupational usanç, a. boredom, weariness, tedium.
disease. usanç gelmek, e. to be bored.
uğraşısal, s. occupational. usandırıcı, s. boring, tedios.
uğraşmak, e. to struggle, to try hard. usandırmak, e. to bore.
usanmak 182 uykusuz

usanmak, e. to become bored. uyarılmış, s. excited.


usare, a. sap, juice. uyarım, a. stimulation, excitation.
usdışı, s. irrational. uyarınca, zf. in accordance with.
uskumru, a. mackerel. uyarma, a. stimulation; warning.
uslamlamak, e. to reason. uyarmak, e. to stimulate, to excite; to
uslu, s. well-behaved. warn; to wake, to awake; to arouse.
uslu durmak, e. to keep quite. uyartı, a. stimulus.
uslu oturmak, e. to sit still. uyartılmış düşük, a. induced abortion.
ussal, s. rational; mental. uydurmak, e. to make up, to invent.
usta, a. master. uygar, s. civilised.
ustalık, a. proficiency. uygarlaşmak, e. to be civilized.
ustalıkla, zf. cleverly. uygarlık, a. civilization.
usul, a. manner, style, way; system, uygu, a. correspondence, convenience;
method. proposition.
usullü, s. methodical, systematic. uygulama, a. application, practice.
usulsüz, s. irregular. uygulamak, e. to apply, to enforce, to
usulsüzlük, a. irregularity. carry out.
utanç, a. shame, modesty; bashfulness. uygulamalı, s. practical, applied.
utandırmak, e. to wither, to make uygulayım, a. technics, technique,
ashamed. method.
utangaç, s. bashful, shy. uygulayımbilim, a. technology.
utangaçlık, a. bashfulness, shyness. uygun, s. proper, appropriate, suitable,
utanmak, e. to be/feel ashamed. fitting, consistent, conformable,
utanmaz, s. shameless, impudent. pertinent.; reasonable; favourable,
utanmazca, zf. shamelessly. agreeable.
utanmazlık, a. impudence, shameless- uygun düşmek, e. to be suitable.
ness. uygunluk, a. suitability, properity,
uyandırıcı, s. stimulating; arousing, appropriateness, fitness; accordance,
awakening. conformity.
uyandırmak, e. to excite, to evoke; uygunsuz, s. inappropriate, unsuitable,
to wake, to arouse. improper.
uyanık, s. awake. uyku, a. sleep, nap.
uyanıklık, a. being awake. uyku sayrılığı, a. sleeping sickness.
uyanmak, e. to wake up, to awake; to uyku yitimi, a. insomnia.
start growing. uykuda, s. a sleep.
uyaran, a. stimulant. uykuda yürüme, a. sleepwalking,
uyarı, a. stimulus, ç. stimuli; somnambulism.
excitement. uykuda yürüyen, a. sleepwalker,
uyarıcı, a. & s. stimulant, stimulating, somnambulist.
excitant, exciting, stimulator, uykulu, s. sleepy, drowsy.
stimulative. uykululuk, a. somnolence, sleepiness.
uyarılmak, e. to be stimulated. uykusuz, s. sleepless.
uykusuzluk 183 uzaklık

uykusuzluk, a. insomnia, sleepless- uyuşturucu madde, a. narcotics,


ness. narcotic drug.
uykusuzluk çekmek, e. to suffer uyuşturum, a. anesthesia, anestheti-
from insomnia. zation.
uylaşım, a. convention. uyuşturumbilim, a. anaesthesiology
uyluk, a. thigh, femur. uyuşturumbilimci, a. anaesthesiolo-
uylukla ilgili, s. femoral. gist.
uyluksal, s. femoral. uyuşturumlu çözümleme, a. narco
uyma, a. adaptation. analysis.
uymak, e. to suit, to fit; to be proper, uyuşuk, s. indolent, lazy; insensible;
to harmonize; to conform, to agree numbed.
with; to listen to, to obey, to comply uyuşukluk, a. indolence, laziness,
with; insensibility, numbness.
uysal, s. easygoing, flexible, compliant, uyutma, a. narcosis, ç. narcoses,
amenable, facile, docile, pliable. sopor.
uysallaşmak, e. to become uyutmak, e. to cause to sleep, to lull
amenable/docile. asleep, anaesthetize; hypnotize.
uyuklama, a. somnolence, lethargy. uyutucu, s. soporific, hypnotic, causing
uyuklama sayrılığı, a. narcolepsy. sleep, somnifacient, somnific,
uyuklamak, e. to doze, to drowse, to somniferous, soporiferous.
snooze. uyutum, a. hypnosis.
uyum, a. adaptation, observance, uyutumla ilgili, s. soporous.
(göz) accommodation; harmony. uyuz, a. & s. itch, scabies, mange (in
uyumak, e. to sleep, to go to sleep. dogs); scab (in cattle); scabby,
uyumla ilgili, s. adaptive. mangy.
uyumlu, s. in accord, in tone, uyuzböceği, a. itch mite.
harmonious. uyuzotu, a. scabious.
uyumsal, s. adaptive. uz, s. good, excellent; skilful.
uyumsuz, s. out of tune, discordant, uzadevim, a. telekinesis.
inharmonious. uzaduyum, a. telepathy.
uyumsuzluk, a. maladjustment, uzagörüm, a. television.
discord, lack of harmony. uzağı gören, s. farsighted, farseeing.
uyuşku, a. torpor, torpidity; uzak, s. distal; distant, remote, far
dormancy, inactivity, sluggishness. off.
uyuşmazlık, a. incompatibility. uzakgörmezlik, a. myopia.
uyuşturmak, e. to anesthetize, to uzakgörmezlikle ilgili, s. myopic.
narcotise. uzaklaşmak, e. to go/be far away, to
uyuşturu, a. narcosis. recede.
uyuşturucu, a. & s. anesthetic, uzaklaştırıcı, a. abductor.
narcoleptic (drug) ; narcotic. uzaklaştırmak, e. to remove, to take
uyuşturucu madde alışkanlığı, away; to indispose.
drug/narcotic addiction. uzaklık, a. distance; remoteness.
uzakölçüm 184 uzviyet

uzakölçüm, a. telemetry. uzatmak, e. to prolong; to extent, to


uzakta, zf. in the distance, at a stretch out.
distance. uzgörür, s. prudent, farsighted.
uzaktan, zf. from far off. uzluk, a. cleverness, ability;
uzaktan uzağa, zf. far away, very goodness, excellence.
distant. uzman, a. specialist; expert.
uzam, a. space, ample, extensive. uzmanlık, a. speciality; expertness.
uzama, a. elongation, protraction, uzun, s. long; tall.
lengthening. uzun yaşam, a. longevity.
uzamak, e. to lengthen, to grow uzunluk, a. length, lengthiness,
longer; to be prolonged, to extend. tallness.
uzanmak, e. to lay down, to stretch uzunyaşarlık, a. longevity.
out; to extend; to reach. uzuv, a. organ, limb, body member.
uzantı kemik, a. exostosis, ç. uzvi, s. organic.
exostoses. uzviyet, a. organism.
Ü,ü

-ücü, -ici, -ıcı, sonek. killing. ör. üniversal, s. universal.


ısıtıcı, yırtıcı, öldürücü, kesici. üniversite, a. university.
üç, s. three. ünlü, s. famous.
üç ayaklı, a. tripod. üre, a. urea.
üç boyutlu, s. three dimensional. üreğen, s. prolific, productive.
üç düzlemli, s. three-planed. üreme, a. reproduction, generation,
üçer, zf. three each, three at a time. procreation.
üçer üçer, zf. by threes, three by üremek, e. to breed, to cause to
three. reproduce, to propagate; to produce.
üçgen, a. triangle. üremek, e. to breed, to propagate; to
üçleme, a. triple, three fold. increase; to multiply.
üçlü, zf. triple, threefold, consisting üremi, a. uremia.
of three. üreteç, a. generator.
üçlü inme, a. triplagia. üretici, a. & s. breeder, producer;
üçlü kapak, a. tricuspid valve, productive.
valvule, tricuspide. üretim, a. production.
üçlü kapakçık, a. tricuspid valve, üretken, s. productive.
valvule, tricuspide, valvula üretkenlik, a. productivity.
tricuspidalis. üretme, a. breeding.
üçüncü, s. third. ürik asit,a. s. uric acid.
üçüncül, s. third degree. ürkek, s. shy, timid, fearful.
üçüncülük, a. third place. ürkeklik, a. shyness, timidity.
üçüz, a. & s. triplets, tridymus. ürkmek, e. to be frightened, to be
üfleç, a. blow-pipe, blow-torch. scared.
üfleme, a. blowing. ürküntü, a. panic, phobia.
üflemek, e. to blow up, to blow out, … ürküsü, -phobia.
to puff, to pant. ürkütmek, e. to scare, to frighten.
üfleyici, a. blower. ürolog, a. urologist.
üfürmek, e. to blow into, to puff, to üroloji, a. urology.
cure by breathing on. ürperme, a. shiver, shudder.
üfürük, a. breathing on a sick person ürpermek, e. to shiver.
to cure. ürperti, a. shiver, shudder.
üfürüm, a. soufflé. ürtiker, a. urticaria.
ülser, a. ulcer. ürün, a. product, crop, produce.
ültrason, a. ultrasound. üryan, s. nake, bare.
ümit etmek, e. to hope, to expect. üs, n. base, basis, foundation.
ümit, a. hope, expectation. üslup, a. manner, style, method,
ümitli, s. hopeful. mode, fashion.
ümitsiz, s. hopeless, desperate. üst, a. & s. upper surface, top,
ümitsizlik, a. despair, desperation, superior surface; upper, uppermost,
hopelessness. superior.
üniforma, a. uniform. üstçene, a. maxilla, upper jaw.
üstdenetim 186 üzüntüsüz

üstdenetim, a. supervision. ütopik, s. utopistic, a. utopian.


üstdenetmen, a. supervisor. ütopya, a. utopia.
üstderi, a. epidermis. ütopyacı, a. utopist, utopian.
üstderimsi kötücül ur, a. epidermoid üvey ana, a. stepmother.
carcinoma. üvey, s. step.
üstdudak, a. upper lip, labrum. üvey baba, a. step father.
üste, zf. to the top; further, in üvey evlat, a. step child.
addition. üvey kardeş, a. step brother, stepsister.
üstel, s. exponental. üvey kız, a. stepdaughter.
üsteleme, a. relapse; repetition, üvey oğul, a. stepson.
confirmation. üye, a. organ; member.
üstesinden gelmek, e. to cope with. üyelik, a. membership.
üstsınıf, a. superclass. üzere, ed. just about to, on the point
üstte, zf. above, on top. of, on the verge of; on condition of,
üstten, zf. from the top, superficially. for the purpose of, in order to,
üsttürek, a. epiphysis. according to.
üstün, s. superior, dominant, üzeri, a. upper surface, outside
predominant. surface, top.
üstünde, zf. on, on the top of, over. üzerine, ed. on, on top of, onto, over;
üstüne, ed. & zf. on to, over, about. about.
üstünkörü, zf. superficially. üzgü, a. cruelty, oppression.
üstünlük, a. superiority. üzgülü, s. hard, painful.
üstüste, zf. successively; one on top üzgün, s. anxious, worried.
of the other. üzgüsüz, s. easy, without trouble.
üstyapı, a. superstructure. üzmek, e. to afflict, to bother, to hurt,
üstyutak, a. nasopharynx. to worry, to treat with harshness.
üşengeç, s. lazy, slothful. üzücü, s. sad, painful, afflicting,
üşengeçlik, a. laziness. distressing.
üşengen, s. lazy, slothful. üzülmek, e. to be sorry/worried.
üşenmek, e. to be too lazy to do, to üzüm, a. grape.
do with reluctance. üzüntü, a. anxiety, worry.
üşümek, e. to be/get cold, to catch üzüntülü, s. anxious, worried, tedious.
cold, to shiver with cold. üzüntüsüz, s. carefree, easy,
üşütmek, e. to cause to feel cold, to comfortable.
catch cold.
V,v

-v sonek. suffix forming noun. ör. -vari, sonek. -ian, -ish; similar to…,
sınav. like… .
vaat, a. promise. varies, a. varix, ç. varices, varicose
vaat etmek, e. to promise. vain.
vahim, s. serious, dangerous, critical, varincaya kadar, ed. to, up to.
grave. varise benzeyen, s. varicoid,
vahşet, a. wildness, wilderness, variciform, cirsoid.
savageness.; fear, terror; savagery. varisli, s. varicouse:
vahşi, s. wild, savage; fierce, varlık, a. presence, existence; being;
ferocious. wealth.
vahşice, zf. in a brutal way, savagely. varmak, e. to reach, to attain, to
vahşileşmek, e. to become wild/ arrive at, to get to; to approach, to
brutal. approximate; to end in.
vahşilik, a. wildness, brutality, varolmak, e. to exist.
ferocity. varoluş, a. existence.
vaka, a. case, incident; event, varoluşçu, s. existentialist.
occurrence. varsanı, a. hallucination.
vakar, a. dignity, solemnity, gravity. varsayım, a. hypothesis, supposition.
vakarlı, s. dignified, solemn, sober. varsayımımsal, s. hypothetical.
vakit, a. time, hour, season, period, varsaymak, e. to suppose.
age. vasat, a. & s. middle, medium; average
vakit geçirmek, e. to pass/spend the vasıta, a. vehicle; means, intermediary.
time. vasıtalı, s. indirect.
vakit kazanmak, e. to gain time. vasıtasıyla, bğl. by means of, through.
vakit öldürmek, e. to kill time. vasıtasız, s. direct.
vakit vakit, zf. at times, from time to vasiyet, a. will, testament.
time. vaşak, a. lynx.
vakitli, zf. timely, well-timed, done at vazgeçirmek, e. to discourage, to
the right time. deter from.
vaktinde, zf. at the right time, on vazgeçmek, e. to give up, to dispense
time. with, to cease from, to abandon.
vaktini kaybetmek, e. to lose time. vaziyet, a. situation, position; attitude.
vakum, a. vacuum. ve, bğl. and.
valf, a. valve. veba, a. plague, pestilence.
vana, a. valve. vebalı, s. plague-stricken.
vanilya, a. vanilla. vefat, a. death.
vantus, a. sucker. vehim, a. illusion; fear.
var, s. present, existent, available, at vejeteryen, a. vegetarian.
hand; there is/are. vejetaryenlik, a. vegetarianism.
var etmek, e. to create, to bring into vekil, a. representative.
being. velayet, a. trusteeship, sanctity.
vargı, a. coclusion, reason. velet, a. progeny, child.
ventilator 188 vücutça

ventilator, a. ventilator. virüs ilacı, a. antiviral agent,


verem, a. tuberculosis. virucide, viricide.
veremli, s. tuberculous. virüs taşıyıcı, s. viruliferous.
verev, s. & zf. diagonal. virüsbilim, a. virology.
veri, a. datum, ç. data. virüse benzeyen, s. viroid, virusoid.
verici, a. donor. virüse karşı, s. antiviral, virucidal.
verim, a. output, yield, produce, vişne, a. sour cherry.
profit, return. vizite, a. medical visit; doctor’s fee.
verimli, s. productive, profitable. vokal, s. vocal.
verimlilik, a. productivity. vuku, a. event, happening, occurrence.
verimsiz, s. unprofitable, unfruitful, vuku bulmak, e. to occur, to happen.
fruitless, infertile. vurgu, a. stress, accent, emphesis.
verimsizlik, a. fruitlessness, vurgun, a. struck, hit.
unproductiveness; infertility. vurma, a. strike, hit.
verit, a. dose. vurmak, e. to pulsate, to beat, to beat
vermek, e. to give, to deliver; to pay; down on; to strike, to hit, to knoch;
to offer. to kick.
vermut, a. vermouth. vuru, a. pulse, stroke, pulsus.
vernik, a. varnish. vurucu, a. & s. pulsator; pulsatile,
verniklemek, e. to varnish. pulsating, throbbing.
veroluşçuluk, a. existentialism. vurum, a. pulsation.
vesait, a. vehicles, means. vurumölçer, a. pulsometer, pulsimeter.
vesile, a. opportunity, occasion; vuruş, a. blow, knock, hit.
pretext, means. vücut, a. human body.
vesilesiyle, zf. by this means. vücutça, s. bodily, physically.
virüs, a. virus.
Y,y

Y kromozomu, a.Y chromosome. yağlanma, a. adiposis, lipomatosis,


ya, bğl. either, or. liposis, lipidosis, ç. lipidoses,
ya … ya da … , bğl. either … or . lipemia, steatosis.
yaban, a. desert, wilderness; wild; yağlı, s. adipose; fatty.
stranger. yağlı dışkı, a. steatorrhea, stearrhea,
yabancı, a. & s. foreigner, stranger; fat indigestion.
foreign. yağlı madde, a. adipocere, lipocere.
yabancıl, s. exotic. yağlı sürgün, a. steatorrhea, sprue.
yabancılamak, e. to regard as a yağlıkist, a.steatocysoma.
stranger. yağlılık, a. adiposity, obesity.
yabanıl, s. wild, primitive. yağlımadde ile ilgili, s. lipoceratous,
yabani, s. untamed, wild; unmannerly, adipoceratous.
boorish, rough. yağmak, e. to rain.
yabanilik, a. wildness, boorishness. yağmur, a. rain.
yabansı, s. odd, strange. yağmur kuşağı, a. rainbow.
yabansılık, a. oddness, strangeness. yağyokluğuyla ilgili, s. lipogenic.
yağ, adipo-, adip-, lipo-, lip-, steato-. yakar ağrı, a. causalgia.
yağ, a. fat; oil; butter. yakıcı, s. caustic; burning; biting.
yağ emilimi, a. lipophagy. yakın akraba, a. close relative.
yağ gözesi, a. lipoblast, adipocyte. yakın görmezlik, a. hypermetrophia.
yağ işeme, a. adiposuria. yakın, s. & zf. proximal, near, close
yağ taşıyan, s. lipoferous. by, nearby.
yağ tıkanısı, a.fat embolism. yaklaşık, s. approximate.
yağ uru, a. lipodermoid. yaklaşık olarak, zf. approximately.
yağ yapımı, a. adipogenesis, lipognesis. yaklaşım, a. approach.
yağ yapımıyla ilgili, s. adipogenic, yaklaşmak, e. to approach, to draw
lipogenic, adipogenous, lipogenous. near; to approximate.
yağ yığınısıyla ilgili, s. atheromatous. yaklaştırıcı, a. abductor.
yağ yığıntısı, a. atheroma. yakmak, e. to burn; to light; to set on
yağ yıkıcı, s. lipocatabolic. fire.
yağ yokluğu, a. lipopenia. yakut, a. ruby.
yağ yumrusu, a. atheroma. yalama, a. licking.
yağ yutan, a. lipophagic. yalamak, e. to lick.
yağ yutma, a. lipophage, lipophagy. yalan, a. & s. lie, untruth, falsehood;
yağa benzeyen, s. lipomatous. untrue, false; pseudo- .
yağdokusu, a. adipose tissue. yalancı …, pseudo-, imitation;
yağemilimiyle ilgili, s. lipophagic. deceitful, false.
yağgöze uru, a. lipoblastoma. yalancı eklem, a. pseudarthrosis.
yağgöze yayılımı, a. lipoblastomatosis. yalancı şeker sayrılığı, a. diabetes
yağış, a. rainfall. insipidus.
yağlama, a. lubrication. yalancıayak, a. pseudopod,
yağlamak, a. to lubricate. pseudopodium.
yalayıcı 190 yapışıklık

yalayıcı, s. licking. yanıt, a. response, answer.


yalaz, a. flame. yanıtlam, a. response.
yalım, a. flame. yanıtlamak, e. to answer.
yalın, s. naked, bare; single, simple. yani, bğl. that is, that is to say,
yalıtık, s. isolated. namely.
yalıtım, a. isolation, insulation. yaninmesel, s. hemiplegic.
yalıtım sargısı, a. insulating tape. yankı, a. reflection, echo.
yalıtkan, s. insulating, a. insulator. yankılanmak, e. to echo.
yalıtkanlık, a. insulation. yanlış, a. & s. mistake, error; false,
yalıtmak, e. to isolate, to insulate. incorrect, wrong.
yalnız, s. & zf. lonely, alone, yanlışlık, a. mistake, error.
lonesome; only, solely, merely. yanmak, e. to burn, to be burnt, to
yama, a. graft, flap, implant, catch fire.
transplant. yansı, a. reflex, reflection, inversion.
yamuk, a. & s. trapezium; trapezoid; yansıma, a. reflection.
crooked, bent, twisted. yansımak, e. to reflect.
yamyam, a. cannibal. yansıtaç, a. projector, reflector,
yamyamlık, a. cannibalism. epidiascope.
yan, a. & s. side; lateral. yansıtaç, a. reflector.
yan etki, a. adverse effect. yansıtıcı, a. reflector.
yan inme, a. hemiplegia. yansıtma, a. projection.
yan yana, zf. side by side. yansız, s. neutral, impartial.
yana büklüm, a. lateroflexion. yansızlık, a. neutrality, impartiality.
yana dönme, a. lateroflexion. yan-ürün, a. by-product.
yana eğrilik, a. scoliosis. yapağı, a. wool.
yana kamburluk, a. scoliosis. yapay, s. artificial.
yanak, a. cheek. yapı, a. building, structure,
yanal, s. lateral. construction.
yanaşık, s. contagious, adjacent. yapıbilim, a. morphology.
yanaşıklık, a. contiguity. yapıcı, s. constructive.
yandal, s. collateral. yapılı, s. built, constructed.
yangeçi, a. bypass. yapım, a. anabolism.
yangeçiş, a. bypass. yapım, a. fabrication, manufucture.
yangeçit, a. shunt. yapımsal, s. anabolic.
yangı, a. inflammation, infection. yapım-yıkım, a. metabolism.
yangı giderici, s. antiinflammatory. yapım-yıkım durduran, a.
yanık, s. burn, scald; burned, scorched. antimetabolite.
yanıkmak, e. to complain. yapım-yıkım ürünü, a. metabolite.
yanılgı, a. mistake, error. yapıntı, a. fiction.
yanılmak, e. to make a miatake, to go yapısal, s. structural.
wrong, to miss. yapışık, s. joined together, attached,
yanılmaz, s. unfailing. adhering, adhesive, stuck on.
yanıltıcı, s. misleading. yapışıklık, a. adhesion, accretion.
yapışıkparmaklı 191 yarılanımla ilgili

yapışıkparmaklı, s. syndactylous. yaramaz, s. useless; naughty (child).


yapışıkparmaklılık, a. syndactyly, yaramazlık, a. uselessness;
syndactylism. naughtiness.
yapışım, a. adhesion. yarar, a. use, advantage; capable,
yapışkan, s. adhesive, sticky. useful.
yapışkanlık, a. adhesiveness, yararlanmak, e. to profit by, to make
stickiness. use of.
yapıştırıcı, s. adhesive. yararlı, s. useful, profitable.
yapıştırmak, e. to glue. yararlılık, a. usefulness.
yapıt, a. work of art/literature. yararsız, s. useless.
yapıtaşı, a. building stone. yarasa, a. bat.
yapma, s. false, imitation, artificial. yaraşık, a. suitability.
yapmak, e. to construct, to build; to yaraşıklı, s. suitable.
make; to do. yaraşıksız, s. unsuitable, unpleasing.
yaprak, a. leaf, ç. leaves. yaraşmak, e. to be suitable.
yara, a. wound; sore, cut; boil; scar; yaratıcı, a. & s. creator; creative.
sorrow, pain; hurt, injury; ulcer, yaratıcılık, a. creativeness.
ulcus, ç. ulcera; cicatrix, ç. yaratık, a. creature.
cicatrices. yaratış, a. creation, creating.
yara açmak, e. to wound, to hurt, to yaratmak, e. to creat, to give
injure. existence to.
yara çıkarımı, a. cicatrectomy, yardım, a. aid, help, assistance.
excision of a scar. yardım etmek, e. to aid, to help, to
yara dokusu, a. scar tissue. assist.
yara ile ilgili, s. ulcerative. yardımcı, a. & s. assistant, helper;
yara izi, a. cicatrice. accessory.
yara kesimi, a. cicatricotomy, yardımlaşmak, e. to help one another.
cicatrisotomy, cutting a scar. yarı, a. & s. half, one-half, partly;
yara oluşturmak, e. ulcerate, to form semi- .
an ulcer. yarı inme, a. hemiplegia, payalysis
yara yapan, s. ulcerogenic, ulcer- of one side of the body.
producing. yarı inmesel, s. hemiplegic.
yaraiziyle ilgili, s. cicatricial. yarıbilinçli, s. semiconscious.
yaralamak, e. to wound. yarıçap, a. radius.
yaralanma, a. injury. yarık, a. & s. hiatus, an opening or
yaralanmak, e. to be wounded. foramen; crack, fissure, split; cleft,
yaralaşım, a. ulceration. split.
yaralaşmalı, s. ulcerative. yarık damak, a. cleft palate.
yaralı, s. ulcerated, wounded, sore, yarıkla ilgili, s. hiatal.
marked, scarred. yarıküre, a. hemisphere.
yaramak, e. to be useful, to be yarılanım, a. meiosis.
suitable. yarılanımla ilgili, s. meiotic.
yarılanımlı çoğalma 192 yavanlık

yarılanımlı çoğalma, a. meiosis. yaşlanma, a. aging.


yarılmak, e. to crack; to split. yaşlanmak, e. to grow old, to age.
yarım, s. half. yaşlı, s. old, aged.
yarımaysı, s. semilunar. yaşlı düşkünlüğü, a. gerontophilia.
yarın sabah, zf. tomorrow morning. yaşlı sağaltımı, a. gerontotherapeutics.
yarın, a. & zf. tomorrow. yaşlı sayrılığı sağaltımı, a.
yarısaydam, s. semitransparent. gerontotherapy.
yas, a. mourning. yaşlı ürküsü, a. gerontophobia.
yas tutmak, e. to be in mourn. yaşlılık, a. senility, old age; senescence;
yasak, a. & s. prohibition; prohibited, gero- , geront- , geronto- .
forbidden. yaşlılık bilimi, a. gerontology.
yasaklamak, e. to prohibit, to forbid, yaşlılık hekimliği, a. geriatrics.
to inhibit. yaşlılıkbilimi uzmanı, a. gerontologist.
yasaklayıcı, s. prohibitive, inhibitory. yaşlılıkla ilgili, s. geriatric.
yaslı, s. in mourning. yaşlılıkla ilgili, s. senile.
yassı, s.flat. yatak, a. mattrea; bed, couch; base.
yassılmak, e. to become flat. yataksı çıkıntı, a. clinoid process,
yassıkurt sayrılığı, a. cestodiasis. processus clinoideus.
yassıkurtlar, a. cestoda, cestodaria, yatalak, a. & s. bedridden.
cestode, cestoid yatar durumda, zf. decubitus, ç.
yassılaşmak, e. to become flat. decubitus.
yassılık, a. flatness. yatarlık, a. clinic.
yastık, a. pad; pillw, cushion. yatarlık, s. decubitus, ç. decubitus.
yaş, a. & s. age; wet, damp, moist; yatay, s. horizontal.
fresh. yatık, s. leaning to one side.
yaşam, a. life. yatırmak, e. to put to bed; to lay
yaşama, a. living. down.
yaşamak, e. the way of living; yatışmak, e. to subside, to calm
experience. down, to settle down, to cool down.
yaşamak, e. to live. yatıştırıcı, a. & s. tranquilizer;
yaşamöyküsü, a. biography. soothing, calming, quieting.
yaşarmak, e. to become wet/moist; to yatıştırmak, e. to soothe, to
become teary. tranquilize, to calm.
yaşartıcı, s. lachrymose, tearful. yatkın, s. susceptible, predisposed,
yaşatmak, e. to keep alive, to bring inclined; apt; skilled at; leaning to
back to life. one side.
yaşayış, a. life; way/manner of living. yatkınlık, a. susceptibility,
yaşdönümü, a. (of women) predisposition, inclination, aptness.
menopause; (of men) andropause. yatmak, e. to be bedridden, to go to
yaşla ilgili, s. gerontal, senile, bed; to lie down, .
relating to the old age. yavan, s. insipid, tasteless; dry, plain.
yaşlanan, s. senescent, growing old. yavanlık, a. insipidness.
yavaş 193 yerde

yavaş, s. slow; soft, low; gentle, mild; yeğnik, s. milt (attack), abortive.
brady- . yeğnileşim, a. attenuation.
yavaş vuru, a. bradycardia. yeğnileşmek, e. to attenuate, to
yavaşça, s.slowly, gently. dilute, to weaken, to reduce, to thin,
yavaşlamak, e. to slow down, to to diminish.
become slower. yeğnilik, a. attenuation.
yavaşlık, a. slowness; mildness, yeğnilmek, e. to become lighter.
gentleness. yeis, a. despair.
yavru, a. young. yekinlik, a. perfection.
yaygın, s. diffuse; widespread. yel, a. rheumatism; flatulence, gas in
yaygın beyin sertleşimi, a. diffuse the intestines; wind.
cerebral sclerosis. yellenmek, e. to fart, to break wind.
yaygın köruzantıca, a. diverticulosis. yelölçer, a. anemometer.
yaygınlık, a. prevalence. yelpik, a. asthma.
yaygınlık oranı, a. prevalence. yeni, s. & zf. new, fresh.; recent; raw,
yayılım, a. diffusion, invasion. inexperienced; just, recently.
yayınım, a. diffusion. yenidoğan, a. neonate, newborn.
yayma, a. smear. yenidoğan hekimligi, a. neonatology,
yaymak, e. to diffuse, to spread, to neonatal medicine.
propagate. yenidoğan uzmanı, a. neonatologist.
yayvan, s. spreading, broad. yenidoğanla ilgili, s. neonatal.
yaz, a. summer. yenik, a. & s. chancre, hard sore,
-yazar, sonek. -graph. hard ulser, syphilic ulcer; worm-
-yazı(sı), sonek. -gram. hole, place gnawed by insects;
-yazım(ı), sonek. -graphy, -grapho. defeated, conquered, overcome;
yazma yitimi, a. agraphia. corroded.
yazmak, e. to write, to inscribe; to yenilemek, e. to renew, to renovate.
enrol; to register. yenilik, a. novelty, newness.
yedek, a. & s. substitute, spare. yenioluşum, a. neoplasm.
yedek parça, a. spare part. yenmek, e. to overcome, to defeat, to
yedi, s. seven. conquer; to win.
yedi kat, zf. sevenforld. yepyeni, s. brad-new.
yedigen, a. heptagon. yer, a. locus, ç. loci, a place, a
yedili, s. having seven parts. specific place; space, place, room;
yedinci, s. seventh. floor, ground; site; seat; earth;
yedirmek, e. to feed, to give to eat. position, situation, employment.
yedişer, zf. seven each, seven at a yer almak, e. to take place.
time. yer etmek, e. to impress; to leave a
yeğ, s. better, profitable. mark.
yeğane, s. sole, unique. yeraltı, s. underground.
yeğen, a. nephew, niece. yerçekimi, a. gravity.
yeğni, a. attenuant, light, slight, easy. yerde, zf. on the ground/earth.
yerdeğişim 194 yetkili

yerdeğişim, a. transposition. yeşillik, a. greenness.


yerden yere, zf. here and there. yetenek, a. capacity, talent, gift,
yerel, s. local. aptitude, endowment.
yerel uyuşturucu, a. local anaesthetic. yetenekli, s. gifted, talented,
yerel uyuşturum, a. local anesthesia. qualified, skilled, capable, efficient.
yerelleşmiş, s. localised. yeteneksiz, s. incapable, inefficient,
yerelleştirim, a. localisation. unskilled.
yerelması, a. Jeruselam artichoke. yeteneksizlik, a. incapacity,
yerey, a. ground, land. inefficiency.
yerfıstığı, a. peanut. yeter, s. enough, sufficient.
yerince, a. substitute. yeter ki, bğl. if, only if, providing
yerinde, s. & zf. to the point, that, provided that, on condition
appropriate, suitable; in its place. that.
yerine geçmek, e. to replace, to yeterince, zf. sufficiently.
substitute. yeterli, s. adequate, efficient, qualified.
yerine getirmek, e. to fulfil, to carry yeterlik, a. adequacy, capacity,
out, to perform, to enforce, to efficiency, competence, proficiency,
redeem. qualification.
yerine koymek, e. to replace, to yetersiz, s. inadequate, insufficient,
substitute. inefficient, incompetent.
yerine, zf. instead of, in place of; in yetersizlik, a. inadequacy, insuffi-
behalf of, in the name of. ciency; inefficiency, incompetence.
yerini tutmak, e. to replace, to yeti, a. faculty, power.
substitute for. yetişkin, s. adult, grown-up; ripe,
yerleşik, s. endemic, settled, mature.
established. yetişmek, e. to arrive, to reach, to
yerleşim, a. localisation. attain; to catch up with, to catch, to
yerleşme, a. settlement. overtake; to suffice, to be enough;
yerleşmek, e. to settle down, to settle to grow up, to attain maturity; to be
in; to become established. trained, to be brought up.
yerleştirme, a. settlement, inhabiting. yetişmiş, s. mature, grown-up; trained;
yerleştirmek, e. to place, to settle. arrived.
yerli, s. native; local.; permanent; yetiştirici, a. producer.
domestic. yetiştirme, a. production, breeding.
yersiz, s. inept, untimely; homeless. yetiştirmek, e. to produce; to grow,
yersolucanı, a. earthworm. to raise; to train, to bring up; to
yeryüzü, a. world, the earth’a complete; to send.
surface. yetke, a. authority.
yeşermek, e. to sprout, to bloom; to yetki, a. authority, power; qualification,
become green. competence.
yeşil, s. green; fresh; unripe. yetkili, s. authorized; competent,
yeşilimi, s. greenish. qualified.
yetkin 195 yiyesizlik

yetkin, s. perfect. yıl, a. year.


yetkisiz, s. unauthorized, having no yılan, a. snake.
authority. yılan balığı, a. eel.
yetmek, e. to suffice, to be enough; to yılancık, a. erysipelas.
reach, to attain. yılankavi, s. winding, spiral.
yetmiş, s. seventy. yıldız, a. star.
yetmişinci, s. seventieth. yıldız şeklinde, s. asteroid.
yetmişlik, s. septuagenarian, seventy yıldızgöze, a. astrocyte.
years old. yıldızgöze uru, a. astrocytoma.
yığılakalım, a. cataplexy. yılgı, a. phobia, dread, awe, horror,
yığılı, s. piled up, heaped. terror.
yığılma, a. agglomeration, crowding yılgın, s. frightened, daunted, cowed.
together. yılışık, s. sticky, importunate,
yığılmak, e. to accumulate, to heap obtrusive.
up; to mass, to crowd together; to yılışıklık, a. stickiness.
collapse. yılışmak, e. to grin unpleasantly.
yığın, a. mass, heap, pile. yıllık, s. yearly, annual.
yığıntı, a. accumulation, heap, yılmak, e. to dread, to be afraid of, to
agglomeration. be sick of.
yığışık, s. crowded. yıpranmış, s. burnt out.
yığışmak, e. to crowd together. yıpratıcı, s. exhausting, trying,
yığmak, e. to pile up, to accumulate, toilsome.
to mass, to concentrate, to yıpratmak, e. to wear out.
conglomerate. yırtıcı, s. ferocious, rapacious.
yıkaç, a. irrigator. yırtık, a. & s. laceration; torn, rent;
yıkama, a. lavage. tattered, ragged.
yıkamak, e. to wash. yırtılmak, e. to be torn.
yıkıcı, s. destructive. yırtmak, e. to lacerate, to tear.
yıkık, s. ruined, demolished, fallen yineleme, a. repetition.
down. yinelemek, e. to repeat.
yıkılım, a. deterioration. yinelemeli, s. repeated.
yıkılış, a. destruction, ruin, fall. yirmi, s. twenty.
yıkılmak, e. to collapse, to fall down, yirmi yaş dişi, a. wisdom tooth.
to be destroyed. yirminci, s. twentieth.
yıkım, a. catabolism; demolition, yirmişer, zf. twenty each, twenty at a
ruin. time.
yıkımlı kansızlık, a. haemolytic yitik, s. lost.
anemia. yitim, a. loss.
yıkımsal, s. catabolic. yitirmek, e. to lose.
yıkıntı, a. debris, ruin. yitmek, e. to be lost; to go satray, to
yıkıt, a. catabolite. disappear.
yıkmak, e. to knock down, to pull yiyecek, a. food, edibles.
down, to demolish, to ruin; to hurt. yiyesizlik, a. anorexia.
yiyesizlik sayrılığı 196 yöntemsiz

yiyesizlik sayrılığı, a. anorexia yoksunum, a. abstinence.


nervosa. yoktan yere, zf. without reason.
yiyici, s. greedy, glutton; sharp, yokumsamak, e. to deny.
corrupt. yol, a. ductus, tractus, tract; road,
yiyicilik, a. corruption. street; canal, channel; means,
yoğun, s. thick, dense. medium; manner, method; rule.
yoğun bakım, a. intensive care. yol vermek, e. to make way for; to
yoğunlaşım, a. concentration, discharge, to dismiss.
condensation. yola çıkmak, e. to set out.
yoğunlaşmak, e. to become thick/ yolunda, zf. for the shake of.
dense. yonca, a. clover, trefoil; lucerne.
yoğunlaştırmak, e. to condense. yonga, a. chip.
yoğunluk, a. thickness, density. yorgun, s. fatigued, tired.
yoğunlukölçer, a. densimeter. yormak, e. to fatigue, to weary, to
yoğurmak, e. to knead. tire; to interprete, to attribute.
yok, s. & zf. lacking, missing, non yorucu, s. exhausting, tiring,
existent, absent; no, there is not. wearisome, toilsome.
yok etmek, e. to exterminate, to yorum, a. comment, commentary;
destroy, to eliminate, to eradicate, interpretation
to obliterate, to remove. yosun, a. moss.
yok olmak, e. to disappear, to vanish. yozlaşım, a. degeneration.
yok yere, zf. without reason, in vain. yozlaşma, a. degeneration.
yokedim, a. eradication. yozlaşmak, e. to degenerate.
yoklama, a. checking, examination, yön, a. direction; aspect; side.
test; inspection. yönden, zf. in respect of, regard to.
yoklamak, e. to feel with the fingers yöndeş, s. corresponding.
or hand; to examine, to search, to yönelim, a. orientation.
inspect; to test, to try; to visit. yönelim bozukluğu, a. disorientation.
yokluk, a. lack, absence, non- yönelme, a. orientation.
existence. yönelmek, e. to tend, to incline, to
… yokluğu, a- , -ie. turn towards.
yoksa, bğl. or, or else; otherwise; if yönetim, a. management,
not. administration, direction.
yoksul, s. indigent, destitute, poor, in yönetmek, e. to manage, to aminister,
need of. to direct, to run.
yoksullaşmak, e. to grow poor. yönlendirmek, e. to direct, to orient;
yoksullaştırmak, e. to make poor. to canalize.
yoksulluk, a. poverty, destitution, yönseme, a. tendency.
indigence. yöntem, a. method, way; process.
yoksun, s. deprived of. yöntembilim, a. methodology.
yoksun bırakmak, e. to deprive of. yöntemli, s. methodological.
yoksun kalmak, e. to be deprived of. yöntemsiz, s. irregular.
yudum 197 yürek çarpıntısı

yudum, a. sip, sup, mouthful. yuva, a. niche, nidus, ç. nidi; nest,


yudumlamak, e. to sip. home; socket; nursery school,
yufka, s. thin, weak. kindergarten.
yukardan, zf. from above. yuvalanma, a. nidation.
yukarı, a. & zf. top; abobe, up, yuvar, a. corpuscle.
towards; upper. yuvarlak, s. round, spherical.
yukarı, zf. above; upstairs. yüceltme, a. sublimation.
yukarıdaki, zf. above, above- yüceltmek, e. sublimate.
mentioned. yük, a. load, burden; weight.
yulaf, a. oats. yükleme, a. loading; charge, charging.
yumru, a. lump, bump. yüklemek, e. to load.
yumruayak, a. clubfoot. yüklü, s. loaded; pregnant.
yumruluk, a. swelling; roundness. yüksek, s. high, elevated; tall; loud;
yumuk, s. plump, soft. superior, eminent; hyper- .
yumurta akı, a. the white of an egg. yüksek basınç, a. high pressure.
yumurta, a. egg, spawn. yüksek kan basıncı, a. hypertension.
yumurtalık, a. ovarium. yüksüz, s. neutral.
yumurtalık askısı, a. mesovarium. yüksüzleşme, a. neutralization.
yumurtalık göbeği, a. hilum of yüksüzleştirme, a. neutralization.
ovary, hilus ovarii. yüküm, a. obligation, liability;
yumurtamsı delik, a. oval foramen. burden.
yumurtlamak, e. to spawn, to lay yükümlülük, a. obligation, liability.
eggs. yükün, a. ion.
yumuşak damak, a. soft palate, yün, a. wool.
palatum molle. yünlü, s. woollen.
yumuşak yara, a. soft chancre. yüreği bayılmak, e. to feel faint.
yumuşak, s. soft; mild. yüreği ezilmek, e. to feel sudden
yumuşaklık, a. softness; mildness. hunger.
yumuşamak, e. to soften, to become yüreği kabarmak, e. to feel
soft. nauseated.
yumuşatıcı, s. laxative. yüreğine inmek, e. to be struck with
yumuşatmak, e. to soften. great fear.
yutak, a. pharynx, gullet. yürek, a. heart.
yutak kasıncı, a. pharyngismus. yürek akımyazar, a. cardiograph.
yutakla ilgili, s. pharyngeal. yürek akımyazımı, a. cardiography,
yutamama, a. aphagia. electrocardiography,
yutargöze, a. phagocyte. electrocardiogramme.
yutkunmak, e. to gulp, to swallow yürek akımyazısı, a. cardiogramme.
one’s spittle. yürek aldısı, a. cardiac intake.
yutma güçlüğü, a. dysphagia, yürek atımyazısı, a. ballistocardio-
dysphagy. graphy.
yutmak, e. to engulf, to swallow, to yürek çarpıntısı, a. palpitation of the
gulp down. heart.
yürek durgusu 198 yüzyıl

yürek durgusu, a. cardiac block. yüz, a. & s. face; surface; hundred.


yürek güçlendiren, s. cardiotonic. yüz kızartıcı, s. shameful.
yürek içzar yangısı, a. endocarditis. yüzde, a. percentage; per cent; rate.
yürek önüyle ilgili, s. precordial. yüzde bir, s. hundredth.
yürek sayrılığı, a. cardiopathy. yüzde on, a. ten percent.
yürek sayrılıklı (kişi) a. cardiopath. yüzde yüz, zf. a hundred per cent.
yürek üstörtüsü, a. epicard. yüzdelik, a. percentage.
yürek verdisi, a. cardiac output. yüzden, zf. on the surface.
yürek yangısı, a. carditis. yüzer, zf. a hundred each, by the
yürek yelpiği, a. cardiac asthma. hundreds.
yürekbilim, a. cardiology. yüzergezer, s. amphibious.
yürek-damarsal, s. cardio-vascular. yüzerme, a. adsorption.
yürekle ilgili, s. cardiac. yüzey, a. surface.
yüreklendirmek, e. to courage. yüzeysel, s. superficial.
yürekleracısı, s. heartbreaking. yüzlerce, zf. hundreds of.
yürekönü, a. precordium. yüzleşmek, e. to meet face to face, to
yüreksel, s. cardiac. be confronted with one another.
yüreksel-damarsal, s. cardiovascular. yüzmek, e. to swim, to float.
yürektutulması, a. cardioplegia. yüzsüz, s. shameless, impudent,
yürekyazımı, a. cardiography. brazen-faced.
yürekzarı yangısı, a. pericarditis. yüzü asık, s. sulky, sullen.
yürekzarı, a. pericard. yüzü kızarmak, e. to be ashamed, to
yürümek, e. to walk; to move, to blush.
march; to make progress, to advance. yüzükoyun, zf. prone, pronely, face
yürütme, a. carrying out, execution. downwards.
yürütme kurulu, a. executive council. yüzünden, zf. on account of, for the
yürütmek, e. to cause to walk; to shake of, because of, due to,
carry out, to enforce, to execute. through.
yürütüm, a. carrying out, execution. yüzünü buruşturmak, e. to grimace.
yürüyemezlik, a. abasia. yüzyıl, a. century.
yürüyüş, a. walk, walking, march.
Z,z

zaaf, a. weakness, feableness, zatülcenp, a. pleuricy.


infirmity. zatürre, a. pneumonia.
zahmet, a. difficulty, distress; zavallı, s. wretched, poor, unlucky,
fatigue, invonvience, pains, bother. unfortunate, miserable; incapable.
zahmet etmek, e. to go a lot of zayıf, s. weak, feeble; lean, thin,
trouble, to take pains, to bother. meagre.
zahmetli, s. painful, troublesome, zayıflamak, e. to become weak/thin.
difficult, fatiguing. zayıflık, a. weakness, thinness.
zahmetsiz, s. free from trouble; easy. zedelemek, e. to bruise; to damage;
zahmetsizce, zf. easily, without trouble. to maltreat.
zalim, s. cruel, tyrannical. zedelenmek, e. to become bruised, to
zaman, a. time, period; era; epoch; be damaged.
tense. zehir, a. poison, venom, toxin; toxi- ,
zaman zaman, zf. occasionally, from toxico- .
time to time. zehir sayrılığı, a. toxicosis.
zamanında, zf. at the right time. zehir üreten, s. toxinogenic,
zamanla, zf. in the course of time. toxicogenic.
zambak, a. lily. zehirle ilgili, s. toxinic.
zar, a. membrane, integument; skin. zehirli, s. poisonous, toxiferous,
zar çıkarımı, a. membranectomy. enomous.
zar yapısında, s. membranate. zehirsiz, s. non-poisonous.
zar zor, zf. hardly, with difficulty, zeka, a. intelligence.
barely. zeki, s. intelligent, clever.
zara benzeyen, s. membranous, zemin, a. earth, ground; background.
hymenoid. zencefil, a. ginger.
zarar, a. injury, harm, damage, zenci, a. negro.
detriment; loss. zengin, s. productive, fertile, rich;
zarar görmek, e. to suffer harm/ wealthy, opulent.
injury. zenginlik, a. richness, wealth.
zararlı, s. harmful. zerdali, a. wild apricot.
zararsız, s. harmless, innocent. zerk, a. injection.
zarcık, a. membranelle. zerk etmek, e. to inject.
zarf, a. envelope. zerre, a. atom, particle, trace, mute,
zarfında, zf. during; within. spark, bit, whit.
zarif, s. graceful, elegant, delicate, zevk, a. pleasure, enjoyment;
dainty. amusement, fun.
zariflik, a. elegance, grace. zıt, s. adverse, contrary, opposite.
zarkanatlılar, a. hymenoptera. zıtlık, a. contrariness.
zat, a. person, individual. zift, a. tar.
zaten, zf. essentially; already; in any zihin, a. intelligence, mind; intellect,
case; as a matter of fact. memory.
zina 200 zürriyet

zina, a. fornication. zor, s. strength, force; obligation,


zincir, a. chain. constraint; hard, ordous, difficult.
zincirli, s. chained. zorlamak, e. to force, to oblige, to
zinde, s. lively, alive, active, compel.
energetic. zorlaşmak, e. to become difficult/
zira, bğl. since, because, inasmuch harder.
as, for. zorluk, a. difficulty.
ziraat, a. agriculture. zorunlu, s. obligatory, compulsory,
ziraatçı, a. agriculturist. indispensable.
zirai, s. agricultural. zümre, a. group, party; class.
zirve, a. peak, apex, top, summit. zümrüt, a. emerald.
ziyan, a. damage, harm, loss. zürafa, a. giraffe.
ziyaret, a. visit. zürriyet, a. offspring, descendants,
ziyaret etmek, e. to visit. progeny.
zona, a. shingles.
İNGİLİZCE / TÜRKÇE
Tıp Çeviri Sözlüğü’nü Kullanma Kılavuzu
1. Harf sırasına göre dizilen sözcüklerin yaygın kullanılan ad veya eylem bi-
çimi asıl olarak alınmıştır. Bu kök altına sözcüğün önekleri ve sonekleriyle
oluşan diğer biçimleri alt başlıklar olarak koyu harflerle sıralanmıştır. Ör.
ichor sözcüğünün altına -oid, -ous, -rea gibi ad, sıfat, zarf, vb. sonekler
eklenerek (ichoroid, ichorous, ichorrea) Türkçe karşılıkları verilmiştir.
2. Aynı zamanda sözcüğün in-, ir-, un-, vb. zıt anlamlarını veren öneklerle
birlikteki biçimleri de asıl olarak alınan sözcüğün altına sıralanmıştır. Ör.
mature sözcüğünün altına immature, immaturity sözcükleri eklenmiştir.
3. Birçok sözcüğün genel anlamının dışında, bileşik sözcükler sıralanmıştır.
Ör. rate sözcüğünün altına at any rate, birth rate, first rate yer-
leştirilmiştir.
4. Genel olarak İngilizce’de kullanılan önekler ve soneklerle birlikte tıp ala-
nındaki tüm ön ve sonekler sözlük kapsamına alınmış, örneklerle
zenginleştirilmiştir. Ör. onco- : oncogenous, oncogenic, oncology. -ic, -
ical : alcoholic, pelvic.

Tıp Çeviri Sözlüğü’nde Kullanılan Kısaltmalar


abv. abreviation kısaltma
Am.E American English Amerikan İngilizcesi
adj. adjective sıfat
adv. adverb zarf
adv of degree adverb of degree derece anlatan zarf
adv of manner adverb of manner tavır/tarz anlatan zarf
bio gen. biogenetic biogenetik
Br.E British English İngiliz İngilizcesi
comp. comparison karşılaştırma
conj. conjunction bağlaç
det. determiner belirteç
F French Fransızca
L. Latin Latince
mod. (aux.) Modal (auxiliary) Modal yardımcı eylem
n. noun ad
ör. example örnek
p past geçmiş zaman
phr v. phrasal verb deyim
pl. plural çoğul
pron. pronoun adıl/zamir
prep. preposition öntakı
r root kök
sb. somebody birisi/bir kişi
sth. something bir şey/her hangi bir şey
UK United Kingdom Birleşik Krallık (İngiltere)
US United States Birleşik Devletler (Amerika)
v. verb eylem/fiil
A,a

A argon, adenine, alanine, A-z test gebelik testi; gebe kadının


angstrom, absorbance anlamlarına idrarının incelenmesiyle yapılır.
kısaltma. A.B.C Process ABC işlemi; şap, kum
a. accomodation, ampere, anode, ve odun kullanımıyla su veya kana-
anterior, aqua, arteria, ante, area, lizasyon atıklarının temizlenmesi.
auris anlamlarına kısaltma. a.k.a, also known as ...diye de bili-
a absorbtivity, activity anlamlarına nen.
kısaltma. ab- , abs- prefixes. 1. –den uzakta;
a-, an- 1. bir, herhangi bir anlamları- uzağında; yok, yokluk, eksiklik,
na belgesiz sıfat. 2. her, herbiri an- ...yokluğu; 2. belirli bir vücut parça-
lamlarında kullanılan edat. ör. once sından alınan; belirli bir vücut par-
a month ayda bir kez. 3. -sizlik, çasının karşısında anlamlarına önek-
...yitimi, ...yokluğu, karşıt anlamla- ler. ör. aboral.
rında kullanılan önek. ör. atypical ab extra adv. dışardan, hariçten.
tipik olmayan. anhydrous su içer- ab initio adv. başlangıçtan beri.
meyen, susuz. 4. içinde, üstünde, ab intra adv. içinden, içerden.
yönünde, -e doğru anlamlarına aback adv. geri, geriye.
önek. ör. aboard gemide. 5. üste, abacterial n. abakteriel, minicansız,
üstüne, dışarıya, uzağa anlamlarına arınık, steril.
önek. ör. arise v. yükselmek, doğ- abaissement n. yatak.
mak. 6. -den, -dan, içinden anlamla- abalienated adj. zihinsel olarak ra-
hatsız.
rına önek. ör. anew yeniden, tekrar.
abalienation n. zihinsel rahatsızlık.
afresh yeniden, tekrar, baştan.
abandon v. bırakmak, terk etmek,
AA, aa amino acid, aminoacyl an-
vazgeçmek.
lamlarına kısaltma.
abandoned adj. terkedilmiş; utan-
aa arteries, arteriae anlamlarına kı-
maz, ahlaksız.
saltma. abandonment n. vazgeçme, terk et-
Ââ ana, of each = her birinden anla- me; doktorun mantıklı bir neden
mına kısaltma. gösterilmeksizin hastayı izlemekten
Aad α-aminoadipic acid anlamına alınması.
kısaltma. abapical adj. apeksin karşı tarafında.
AAR antigen antibody reaction = abarognosis n. kilo tahmin duyusu
antijen antikor tepkisi anlamına kı- yitimi.
saltma. abarthrosis n. eklem çıkıklığı.
AASH adrenal androgen-stimulating abarticular adj. eklemden uzakta;
hormone anlamına kısaltma. eklemle ilişkisi olmayan.
AAV adeno-associated virus anla- abarticulation n. eklem çıkıklığı.
mına kısaltma. abase v. azaltmak, düşürmek.
AB abv. abortion = düşük anlamına abash v. şaşırtmak.
kısaltma. abashed adj. şaşırmış, utanmış.
Ab abv. antibody = antikor anlamına abasia n. yürüyemezlik, yürüyeme-
kısaltma. me.
abasic 204 ablity trait

abasic, abatic adj. abasia'dan et- mental aberration n. mantıksız dü-


kilenmiş; abasia ile ilgili, yürü- şünce, mantıksız inanç.
yemeyen. abet v. özendirmek, cesaretlendir-
abate v. azaltmak, bastırmak, din- mek, teşvik etmek.
dirmek, indirmek. abevacuation n. yarım boşaltma, tam
abatement n. ağrı azalması. olarak ayrılamama.
abaxial adj. merkezden uzak; eksen abeyance n. geçici işlev yitimi, geçici
üzerinde olmayan. işlevsizlik.
abbreviate v. kısaltmak. abfraction, n. bırakma, terk etme, ay-
abbreviation n. kısaltma. rılma.
abdomen n. karın; vücudun sindirim abhor v. tiksinmek, nefret etmek.
sistemi organlarını içeren bölümü. abhorence n. tiksinme, nefret.
abdominal adj. karın, karınla ilgili,
abhorent adj. tiksindirici, iğrenç.
karınsal.
abide v. sabırla beklemek; katlanmak,
abdominalgia n. karın ağrısı.
tahammül etmek, çekmek, dayanmak;
abdominally adv. karınla ilgili ola-
rak. tolere etmek; devam etmek, sürtün-
abdomino-, abdomin- prefixes. ka- mek; oturmak, kalmak; sonucunu
rınla ilgili, karınsal anlamına önek- beklemek.
ler. ör. abdominovaginal adj. karın abidance n. süreklilik; katılma, ya-
ve döl yatağı ile ilgili. pışma; şikayet.
abdominocyesis, a. (ikincil) karınsal abide by uymak, razı olmak, çerçe-
gebelik. vesi içinde kalmak.
abdominogenital, s. karın ve üreme abiding adj. katlanan, çeken; kalıcı,
organlarıyla ilgili. sürekli.
abduce v. uzaklaştırmak. abidingly adv kalıcı olarak, sürekli
abducent adj. uzaklaştırıcı, uzak- olarak.
laştıran. abient adj. uyarı kaynağından uzak-
abduct v. uzaklaştırmak; adam ka- laşma eğiliminde olan.
çırmak. ability 1. yetenek, yeti; beceri. 2. ya-
abduction n. uzaklaştırma, orta hat- pabilme gücü.
tan uzaklaşma. -ability, -ibility suffixes. sıfatlardan ad
abductor n. dışaçeken, uzaklaştıran, türeten sonekler.. ör. manageability,
uzaklaştırıcı. suitability.
aberrance n. sapınç, sapma, sapkın- ability focused goal n. yetenek odak-
lık. lı erek/amaç.
aberrancy n. sapma, anormallik. ability requirements model n. yete-
aberrant adj. sapkın, sapık, aberan. nek gereklilikleri modeli/örneği.
aberration n. sapkınlık, sapıklık, ability test n. beceri sınavı, yetenek
yoldan çıkma, sapıtma, zihinsel has-
testi.
talık (geçici). ör. Genetic aberrations
ablity trait n. beceri özelliği, yetenek
may involve whole chromosomes or
ayırıcı özellik.
parts of chromosomes.
abiotrophy 205 abominably

abiotrophy n. dokunun işlevini yi- ablucent adj. temizleyici, deterjan.


tirmesi; doku yıkımı. abluent adj. temizleyici, temizleme
abiogenesis n. kendiliğinden türeme, özellikleri olan. n. temizleme mad-
dirimdışı türeme. desi, deterjan.
abiology n. cansız varlıkların araştı- ablution n. temizleme, yıkama; vü-
rılması. cudu yıkama.
abionarce n. delilik, cinnet; akıl has- abnegate v. reddetmek, yadsımak;
talığı, ruhsal rahatsızlık. teslim olmak.
abiosis n. canlılığını yitirmiş, canlı abnegation n. kendisini yadsıma.
olmayan. abnerval adj. sinirden uzakta bulu-
abiotic adj. cansız. ör. Tempereture, nan.
light, and water are abiotic factors abneural adj. sinirden uzak; sinir ek-
that affect living organisms. seninden uzak.
abirritate v. tahrişi kaldırmak, abnormal adj. anormal, olağandışı,
iritasyonu önlemek. kural dışı, doğaya aykırı, düzensiz,
abirritant adj. tahriş giderici, ya- sapık, sapkın. ör. The abnormal
tıştırıcı, azaltıcı. functioning of a part of the body
ablactation n. sütten kesme, meme- can cause many problems.
den kesme. abnormal behaviour n. sapkın dav-
ablate v. hareket ettirmek; uzaklaş- ranış.
tırmak, almak; işlevini yok etmek. abnormal psychology n sapkın psi-
ablatio n. ayrılma, uzaklaşma. kolojisi, anormal psikolojisi.
ablation n. vücudun bir parçasının abnormality n. sapkınlık, anormallik,
cerrahi kesisi veya işlevinin yıkımı. kural dışılık, olağan dışılık, düzen-
able yapma gücü veya araçları olan. sizlik, bozukluk. ör. The rubella
-able, suffix. yetenekli, zeki anlamlarına virus causes severe abnormalities in
sonek. ör. washable, knowledgeable. a fetus.
zarflarda -ably, -ibly biçiminde kul- abnormally adv. doğaya aykırı ola-
lanılır. rak, anormal olarak, sapıkça.
able-bodied adj. fiziksel olarak güçlü ABO system ABO kan sistemi, ABO
ve sağlıklı. kan kümesi
ably adv. beceri ile, maharetle, ya- abolish v. yok etmek, ortadan kal-
pabilir bir şekilde, yapabilecek ko- dırmak, iptal etmek, lağvetmek, son
numda. vermek.
be able to (do) yapabilme, yapa- abolition n. iptal etme.
bilme gücü. abominate v. tiksinmek, iğrenmek;
enable v. olası kılmak, güç vermek. nefret etmek.
unable adj. beceriksiz, gücüyetmez, abomination n. iğrenme, tiksinme.
yeteneksiz. abominable adj. nefret verici, tik-
ablepsia, ablepsy n. görme kaybı, sindirici.
körlük. abominably adv. iğrenç şekilde, kor-
abloom adj. açan, çiçek veren. ku verici şekilde.
aborad 206 absent

aborad, aboral adj. ağızdan uzakta, aboveboard adj. dürüst.


ağızın zıt yönünde. abrachia n. doğuştan kolsuzluk; kol-
aboriginal adj. asıl, asıl olarak var suz, doğuştan kolu olmayan.
olan, gerçek, sahi; yerli. abrade v. aşındırmak, sıyırmak, sıy-
abort v. çocuk düşürmek; durdurmak, rılmak.
önlemek, son vermek abrasion n. yüzeğen yaralanma, sıy-
abortion n. çocuk düşürme, düşük, rık. ör. Skin abrasions are bandaged
kürtaj; durdurma, son verme. ör. to prevent infection.
Chromosome aberrations cause many abrasive adj. aşındıran, aşındırıcı.
spontaneous abortions. abreaction n. tepki yenilenmesi.
to have an abortion çocuk düşür- abreast adv. yan yana.
mek. abreast of / with, ph v. farkında ol-
procure an abortion çocuk aldırma, mak; geride kalmamak; yan yana
kürtaj bulunmak.
abortionist n. çocuk düşürtücü, ço- abridge v. kısaltmak.
cuk düşüren, çocuk düşürten (kişi). abridgement n. kısaltma.
abortus n. düşük. abroad, n. yurtdışı.
abortifacient adj. çocuk düşürten; abrosia n. açlık.
düşürtücü, düşük yapıcı özellikleri abrupt adj. ani.
olan. n. düşük yapıcı madde. abruptly adv. aniden. ör. In the
abortigenic adj. çocuk düşürtücü. classic case, a young child abruptly
abortive adj. çocok düşürtücü; ba- develops malaise, fever, nausea,
şarısız; tam olarak gelişemeyen. oliguria, and hematuria (smoky or
abouchement n. küçük kan damarı- cocoa-colored urine) 1 to 2 weeks
nın küçük kan damarıyla birleşmesi. after recovery from a sore throat.
abound in v. …ile dolup taşmak, çok abscess n. irin birikimi, abse. v. irin
sayıda olmak, bol miktarda bulun- biriktirmek, abse yapmak.
mak. abscise v. almak, kesip çıkarmak.
abound with bol miktarda bulunmak. abscissa n. yatay eksen.
aboulia n. istenç yitimi. abscission n. alma, kesip çıkarma.
about prep. hakkında, konusunda, et- absence n. yokluk, özyiti; unutkanlık,
rafında, ait, dair. adv. hemen he- eksiklik; işe gitmeme, . ör. Absence
men, aşağı yukarı, yaklaşık olarak. (agenesis) of the esophagus is
about to hemen hemen hazır, ...ya extremely rare.
hazır. in the absence of yokluğunda, ek-
above adv. üzerinde, üstünde, -den sikliğinde. ör. In the absence of
yukarı, -den fazla. ör. In normal leukocytic infiltration, mesangial cells
breast, only a double layer of may initiate inflammatory responses
myoepithelial and epithelial cells is in the glomerulus.
present above the basement absence of mind n. dalgınlık.
membrane. absent adj. var olmayan, yok.
above all her şeyden önce. absent minded adj. dalgın.
absenteeism 207 abstraction

absenteeism n. işe gitmemezlik, de- absorption n. emme, içme, emilim,


vamsızlık. içine çekme, yutma, soğurma. ör.
absolute adj. kesin, tam; mutlak, salt; Most absorption of food marerials
yetkin. ör. Type I diabetes mellitus occurs in the small intestines.
results from a severe, absolute lack absorptive adj. emici, emen, soğu-
of insulin caused by a reduction in ran.
β-cell mass. absorptive phase n. emilim devresi,
absolute amount n. mutlak miktar. emilme fazı.
absolute deviation n. mutlak sapma. absorptivity, n. emme, emebilme.
absolute difference model n. mutlak abstain (from) v. -den kaçınmak, sa-
fark modeli. kınmak, -den çekinmek, uzak dur-
absolute dispersion n. mutlak dağı- mak.. ör. People should abstain
lım. from smoking and drink for health
absolute mean deviation n. mutlak reasons.
ortalama sapma. abstinence n. kendini (özellikle al-
absolute perceptual span n. mutlak kollü içkilerden) uzak tutma; belirli
algı uzamı, mutlak algısal uzam. şeyleri yiyip içmeme; yoksunluk.
absolute scaling n. mutlak/tam ölçek- abstinence syndrome n. yoksunluk
leme. belirtisi, yoksunluk sendromu.
absolute sensitivity n. mutlak duyar-
abstemious adj. az yemek yiyen, az
lılık/duyarlık.
içen; kanaatkar.
absolute threashold n. mutlak eşik.
abstergent adj. temizleyici özelliği
absolute value n. mutlak değer.
olan. n. temizleyici.
absolutely adv. kesin olarak, ta-
abstract v. özetlemek; soyutlamak;
mamen.
çıkarmak, ayırmak. adj. kuramsal,
absolutely delicious son derece lez-
soyut, güç anlaşılır. n. soyutluk, so-
zetli.
absolutism n. mutlakçılık. yut düşünce; özet.
absorb v. (katı bir yüzey tarafından) abstract attitude n. soyut tutum.
gaz, buhar veya çözülmüş bir mad- abstract intelligence n. soyut zeka.
deyi emmek; içine çekmek; içmek. abstract learning n. soyut öğrenme.
ör. To be effective, a drug must be abstract thinking n. soyut düşünme.
absorbed from its site of abstract words test n. soyut söz-
administration into the systemic cük(ler) testi.
circulation. abstract working memory n. soyut
absorbance n. emme; içine çekme, çalışma belleği.
soğurma. abstracted adj. soyutlanmış, ayrı;
absorbate n. emilen madde. dalgın.
absorbent adj. emebilen, emici, so- abstractedly adv. dalgın bir şekilde,
ğurgan. n. emme özelliği olan madde. dalgın dalgın.
absorbing adj. çok ilginç; birinin bü- abstractedness n. dalgınlık.
tün ilgisini üstünde toplayan; ilgi abstraction n. ayırma, çıkarma, özet-
çekici. leme, soyutlama.
abstractly 208 acatalepsy

abstractly adv. soyut olarak, yalın abusive behaviour n. kötüye kullanı-


olarak. cı davranış.
abstriction, n. mantarlarda aseksüel abut v. -e bitişik olmak; sınırlı olmak;
spor oluşumu. dayanmak.
abstruse adj. anlaşılması zor, kavra- abutment n. -e bitişik; sınırlı, dayalı
nılması güç. olan, destek.
absurd adj. saçma, anlamsız, mantık- academic adj. akademiyle bağlantılı,
sız, gülünç, abes. akademiye değin, akademik.
absurdity n. saçmalık, anlamsızlık. academic aptitude n. akademik ye-
abterminal adj. sondan merkeze doğ- tenek.
ru. academician n. akademi üyesi.
abtorsion n. eklem sertliği; bir orga- acalculia n. hesap yapma bozukluğu,
nın sertleşmesi. aritmetik beceri yitimi.
abulia n. hastanın karar vermekte acampsia n. eklem sertliği.
güçlük çektiği ruhsal durum; istenç acantho- , acanth- , prefix.. diken,
yitimi; yeti yitimi, istemli davranış dikensi çıkıntı; omurga anlamlarına
gösterememe veya karar verememe. önekler.
abulic adj. istemli davranış göste- acantha, n. tırnak, tırnağımsı çıkıntı.
remeyen, karar veremeyen. acanthoid, adj. omurga şeklinde.
abundance n. bolluk, bereket; her acapnia n. kanda karbon dioksit
gözede makromoleküllerin ortalama azalması.
sayısı. acapsular adj. kapsül veya kılıfı ol-
abundant adj. bol, çok, bereketli. mayan; kapsülsüz; çevre dokuya
abundantly adv. bolca, bol miktarda. yayılmış tümör.
abuse v. kötüye kullanmak; birisi acarbia n. kanda bikarbonat azal-
hakkında kötü, kırıcı, kaba sözler ması.
söylemek. ör. Ethanol is the most
acardia n. fetüsün kalpsiz doğması,
widely used and abused agent
doğumsal olarak kalbin olmaması,
throughout the world. n. kötüye kul-
sıklıkla ikizlerde ve üçüzlerde görü-
lanma, istismar etme, istismar,
lür.
suistimal. ör. Candida is directly
acardiac, adj. kalpsiz.
introduced into the blood by
acardius, n. kalbi olmayan ikizlerden
intravenous lines, catheters,
biri.
peritoneal dialysis, cardiac surgery,
or intravenous drug abuse. acariasis, n.. akarların neden olduğu
abuse relationship n. suistimale da- bir sayrılık, uyuz.
yanan ilişki. acaricide, n.. kene öldürücü ajan.
abuser n. kötüye kullanan kişi, istis- acarid n. kene.; uyuz böceği.
marcı, istisma edici davranış göste- acaroid, adj. akarlara benzeyen.
ren kişi. acarpous adj. meyve vermez, ürün
abusive adj. kötüye kullanan, kötüye vermez, kısır.
kullanma ile ilgili; bozuk, yolsuz; acatalepsy n. zihinsel yeteneğin bo-
kanser yapıcı, yıkıcı. zulması.
acathexia 209 accomodating

acathexia n. vücut salgılarını tuta- accessibility n. ulaşılabilirlik.


mama. accession n. ekleme; ekleyerek art-
acathexis n. gerçekten çok önemli tırma.
olan birşeye ilgi duymama. accessory n. eklenti, eklenmiş; genel
acaudal adj. kuyruksuz (insan ve iri etkiye yardımcı; donantı.
maymunlar için kullanılır). accident n. kaza, uğrantı. ör. Car
acaulescent adj. köksüz. accidents occur in bad weather.
accede (to) v. aynı görüşte olmak, an- by accident rastlantısal olarak, ka-
laşmak; ulaşmak, varmak.. zara
accelerans, n. hızlandırıcı. accident-prone sakar, kaza eğilimli,
accelerate v. hızlandırmak, ivme kazaya yatkın. ör. Accident-prone
vermek. children often hurt themselves while
accelcerated adj. hızlandırılmış, hızlı. playing.
accelcerated longitudinal design n. accident-proneness n. kazaya yatkın-
yaşıt kümelerini uzunlamasına araş- lık, sakarlık.
tırma deseni. accident repeaters n. kazayı tekrar-
acceleration n. hızlandırma, ivdirme, layanlar.
yönünü değiştirme. accident simulation n. yapay kaza.
accentuate v. şiddetlendirmek, art- accident type n. kaza tipi.
tırmak; abartmak. accidental adj. kazara, rastlantısal,
accentuation n. şiddetlendirme, art- uğrantısal. ör. Careless use of
tırma, abartma. medication may lead to accidental
accept v. almak, kabul etmek. death.
acceptable adj. tatmin edici. accidental reinforcement n. rastgele
acceptance n. kabul, kabul ediş, pekiştirme.
onaylayış. accidentally adv. istemeyerek, kaza
acceptance and commitment therapy ile, rastlantısal olarak.
n. kabul ve yükümlülük terapisi. acclaim v. kutlamak, onaylamak.
acceptance and rejection method n. acclimate v. çevreye, koşullara, ik-
kabul ve red yöntemi. lime alışmak, alıştırmak.
accepted adj. kabul edilmiş, kabul acclimation n. iklime alıştırma.
görmüş, benimsenmiş. acclimatize v. koşullara alıştırmak,
acceptor n. kabul eden, alan. uydurmak.
generally accepted genel kabul acclimatization n. yeni koşullara
görmüş. alışma, uyma.
access n. yaklaşma aracı, geçit; yak- accommodate v. tamamlamak, bi-
laşma; girme izni. tirmek, uzlaştırmak, uydurmak, yer-
accessible adj. kolayca yaklaşılır, ko- leştirmek.
lay girilir; kolay elde edilir, ula- accomodating adj. yardımcı; uygun,
şılabilir; dostça, sosyal. elverişli; uysal, sıkıntı yaratmayan.
accessible information n. ulaşılabilir accomodating style n. uyum sağlama
bilgi. tarzı.
accomodation 210 accumulate

accomodation n. uyma, uyuşma, leave out of account görmezlikten


uyum sağlama; tamamlama; yatacak gelmek; önemsememek.
yer. of great account büyük önemi olan.
accompany v. eşlik etmek, birlikte of no account hiç önemi olmayan,
olmak, katılmak. önemsiz, yararsız.
accomplish v. başarmak, bitirmek, of some account biraz önemli; bi-
tamamlamak, uygulamak. ör. raz önemi olan.
Diagnosis of a genetic disorder can on account of -den dolayı, nede-
be accomplished by either the direct niyle, sebebiyle; yüzünden.
or the indirect approach. on every account her bakımdan.
accomplishment n. başarma, başarı, on no account hiç bir surette, hiçbir
bitirme, tamamlama. koşulda, asla, katiyyen.
accord v. razı olmak, anlaşmak, uz- on one’s own account kendi yara-
rına; kendi başına.
laşmak.
on someone’s account (birisinin is-
accordance n. uygun olma, uygunluk.
teğiyle) hesap dışı.
accorded to -e göre, uygun olarak, take account of hesaba katmak.
uyarınca. take into account dikkate almak,
according uygun olarak. hesaba katmak.
according as ... oranında. to (good) account yarar/çıkar sağ-
according to -e göre lamak.
accordingly adv. bu nedenle, bundan accountability n. sayılabilirlik, açık-
dolayı., ona göre, uygun olarak. lanabilirlik; sayışım sorumluluğu.
in accordance with uyum içinde, accountable adj. sayılabilir, açıkla-
…e göre, uygun olarak, uyarınca. nabilir; sorumlu.
of one’s own accord gönüllü, iste- accountant n. sayman, muhasebeci,
yerek. sayışman.
accouchement n. doğum, çocuk do- accrete v. büyümek, çoğalmak, bir-
ğurma. leşmek, kaynaşmak.
account v. anlatmak, hesap etmek; accretion n. yapışma, ekleme, büyü-
düşünmek. me, çoğalma; bir bölümde madde
account for açıklamak, sorumlu ol- birikimi.
mak, hesap vermek, doyurucu bir across prep. çapraz, çaprazlamasına,
neden göstermek, oluştumak. ör. genişliğine. adv. enine, karşıya, kar-
Varicose veins and phlebothrombosis şıdan, ortasından, bir yandan bir yana.
and thrombophlebitis together accrue v. artmak; çoğalmak, ek gelir
account for at least 90% of clinical olarak almak. n. ek.
venous disease. = Varikoz venler ve acculturate v. bir grubun kültü-
plebotromboz ve tromboplebit bir- rel/ekinsel özelliklerini benimseme.
likte klinik venöz hastalığın en az accumulate v. toplamak, biriktirmek,
%90’ından sorumludur. yığmak, yığılmak, miktar veya sayı
bring/call sb to account (for) açık- bakımından artmak. ör. If toxins
lama yapmaya zorlamak; cezalan- accumulate in the blood, the patient
dırmak. will become critically ill.
accumulated 211 achromatic

accumulated adj. birikmiş, yığılmış. acetate n. asetik asit tuzu.


accumulation n. birikme, birikim, acetic, adj. ekşi.
toplama, yığma, yığılma. acetify, v. ekşitmek, mayalamak, sir-
accurate adj. kesin, doğru, tam. keleşmek, sirke yapmak, fermen-
accuracy n. kesinlik, doğruluk. tasyona neden olmak.
accuracy of decisions n. kararların acetone n. renksiz, kolay alev alan bir
doğruluğu. çözücü; aseton.
accurately adv. doğru olarak, kesin acetous, s. ekşi tatlı, sirke ile ilgili.
olarak, kusursuz olarak. acetum, pl aceta, n, L. sirke.
inaccurate adj. yanlış. acetylcholine (ACh) n. asetilkolin.
inaccurately adv. yanlış bir şekilde, ache v. acımak, ağrımak, sızlamak;
yanlış olarak. çok arzulamak; çok özlemek. n. ağ-
accuse v. suçlamak, suçlandırmak. rı, sızı. ör. bellyache karın ağrısı.
accuse of ile suçlamak. headache baş ağrısı.
accusation n. suçlama. achieve v. başarmak, bitirmek, ger-
accustom v. alışmak, alışık hale gel- çekleşmek, tamamlamak.
mek. achievement n. başarı.
accustomed adj. alışık olunan, bili- achievement attribution model n.
nen, her zamanki. başarı yükleme modeli.
acedia n. zihinsel deprasyon. achievement behaviour n. başarı
acellular adj. hücresi olmayan, göze- davranışı.
siz. achievement goal n. başarı hedefi.
acentric adj. merkezi olamayan, achievement goal theory n. başarı
merkezde olmayan. hedef kuramı.
-aceous suffix. –e bağlı, -e ait; benzer, achievement motivation n. başarıya
yapısında anlamlarına sonek. ör. güdülenme.
sebaceous, farinaceous. achievement motive n. başarı güdüsü.
acephalous adj. başsız, belirli bir başı achievement need n. başarı gereksi-
olmayan. nimi.
acephalia, acephalism, n. başsızlık. achievement oriented style n. başarı
acephalus, n. başşız fetüs. yönelimli tarz.
acephaly, n. başsızlık, doğuştan başı achievement related characteristics
olmama. n. başarıyla ilişkili özellikler.
acerate adj. iğne uçlu. achievement test n. başarı testi.
acerb adj. ekşi; keskin tatlı; asit. acholia n. safra salgısı yokluğu.
acerbity n. ekşilik. acholic, s. safrasız.
acerbate v. rahatsız etmek; huysuz acholuria, n. belirli sarılık vakalarında
yapmak; sabrını tüketmek. idrarda safra pigmentleri yokluğu.
acerbic adj. acı, buruk. achor n. vücudun kıllı bölümlerin-
acescence adj. ekşi, ekşimiş. deki hafif deri kabarması.
acet- , aceto- , prefixes. asetik asitin achroma n. renksizlik.
iki karbon parçası anlamına önekler. achromatic adj. renksiz.
achromatic 212 across

achromatic afterimage n. renksiz acquired achievement n. kazanılmış


ardimge. başarı, edinsel başarı.
achromatic colors n. renksiz renkler, acquired disorder of reading n.
akromatik renkler (siyah, beyaz, gri). edinsel okuma bozukluğu.
achromatopsia n. siyah-beyaz körlüğü. acquired drive n. kazanılmış dürtü.
acicular adj. iğne şeklinde. acquired dyslexia n. kazanılmış oku-
acid n. asit, ekşi tat, keskin tat. ma güçlüğü.
acid test kesin (kalite) testi. acquired immunity n. kazanılmış
acidic adj. asitleşme eğilimi gösteren. bağışıklık, edinsel bağışıklık.
acidify ekşitme, aside çevirme. acquired response n. edinsel tepki.
acidity n. asitlik, ekşilik, ekşime. acquisition n. kazanma, edinme, ka-
acidosis n. kanda yüksek oranda asit zanım, edinim.
bulunma durumu. acquisitus adj. edinilmiş; edinik.
acidulate v. asitleştirmek. acquit of aklamak, suçsuzluğunu be-
acknowledge v. doğruluğunu kabul lirtmek
etmek. acral adj. kol ve bacakları tutan, kol
acknowledged adj. kabul edilmiş, ve bacakları etkileyen, kol ve ba-
tanınmış. caklarla ilgili.
acme n. kriz; zirve, doruk; bir sayrı- acrid adj. rahatsızlık verici, irite edi-
lığın en ağır/yoğun aşaması. ci, yakıcı, keskin; acı, buruk, sert,
acne n. sivilce, ergenlik, akne. çürük.
acneform adj. sivilceye benzer. acridity n. burukluk, acılık, keskin-
acolous, s. kolsuz, bacaksız. lik, sertlik.
acomous adj. kel, başında saç olma- acro- prefix. kol veya bacak, uç, son,
yan. en uzak, en üst, en iç, en yüksek an-
acoria n. doymak bilmezlik, oburluk. lamlarına önek .ör. acroagnosis kol
acousia n. istemsiz davranış. veya bacakta duyu yitimi;
acoustic adj. işitme ile ilgili, işitsel. acroarthritis el veya ayak eklemle-
acoustic aphasia n. işitsel afazi. ri yangısı.
acoustic encoding n. işitsel kodlama. acromania n. delilik; cinnet.
acoustics n. sesbilim. acromegaly n. devleşme, fiziksel ola-
acquaintance n. tanıdık, bildik; ta- rak olağan üstü büyüme.
nışma; bilgi; iş arkadaşı, çalışma acronyx n. tırnağın içe doğru büyü-
arkadaşı. mesi.
acquaintance rape n. arkadaş teca- acrophobia n. yükseklik korkusu.
vüzü. across adv. karşıdan karşıya, ortasın-
acquaintanceship n. iş arkadaşlığı. dan, çapraz, çaprazlayarak; karşı-
acquire v. kazanmak, edinmek. sında, öbür tarafında, ötesinde,
acquired adj. kazanılmış, edinilmiş, çprazlayarak.
edinik, edinsel. ör. Toxic and come across v. karşılaşmak, -e rast-
acquired metabolic diseases are lamak.
relatively common causes of across fiber pattern principle n. lif-
neurologic illnesses. ler arası örüntü ilkesi.
act 213 actualization

act v. rol oynamak, hareket etmek, activator, n. bir tepkimeyi veya süre-
davranmak, etkilemek, yapmak. ci hızlandırıcı madde.
act out v. hareketlerle göstermek. active adj. etkin, aktif.
act psychology n. eylem psikolojisi. active avoidance n. etkin kaçınma.
acting adj. işlev gören, rol alan, çalı- active coping n. aktif başa çıkma.
şan. active element n. aktif/etkin öge.
acting-out n. dışavurma davranışları, active euthanasia n. kendi isteği ile
eyleme vurma davranışları. yaşamına son verdirme, aktif ötenazi.
actino- prefix. ışık, ışın anlamlarına active ideas n. etkin düşünceler.
önek. ör. actinomycosis actinomyces active imagination n. etkin imgele-
minicanlılarının neden olduğu insan me, etkin hayal etme.
veya sığır sayrılığı active listening n. etkin dinleme.
action n. iş, eylem, etkinlik. active practice n. etkin uygulama.
action identification theory n. eylem active relationship n. etkin ilişki.
tanıma kuramı. active subvocal rehearsal n. içsel
action learning n. eylem/faaliyet öğ- yineleme, sessizce kendi kendine
renme. yineleme, içinden sessizce tekrar-
action potential n. aksiyon potansi- lama.
yeli, eylem gizilgücü. active touch n. etkin dokunma.
activate v. aktive etmek, etkinleştir- active transport n. etkin ileti.
mek, ışın-etkinleştirmek. ör. Gastrin active verbal memory n. etkin sözel
presumably activates a gastrin bellek.
receptor. activities of daily life n. günlük ya-
activated adj. etkinleştirilmiş. şam etkinlikleri.
activating effect n. eyleme geçirme activity n. etkinlik, eylem, faaliyet.
etkisi, aktif hale gelme/getirme etkisi. activity based costing (ABC) n. et-
activating stimulus n. eyleme geçiri-
kinliğe dayalı maliyet hesabı.
ci uyarıcı, eyleme geçme uyarısı.
activity need n. etkinlik gereksinimi.
activation n. eylem, faaliyet, aktif ha-
activity rate n. etkinlik oranı.
le gelme, eyleme geçirme, etkinleş-
activity theory n. etkinlik kuramı,
tirme. ör. Activation of certain
hareketlilik teorisi.
genes in embryonic cells leads to
actor observer difference n. aktör-
the development of specific structures.
gözlemci farkı.
deactivation n. bir süreci durdurma,
actor observer effect n. aktör-
engelleme. ör. Deactivation of genes
is probably due to regulator genes. gözlemci etkisi.
activation of figural semantic actual adj. gerçek, asıl, hakiki, şim-
features n. şekilsel semantik özel- diki, var olan.
liklerin eylemi/faaliyeti. actual self n. gerçek benlik.
activation spreading n. eylemin ya- actuality n. gerçek, gerçeklik.
yılması. actualization n. gerçekleştirme.
activation trigger scheme theory n. actualization striving n. gerçekleş-
eylem/faaliyet başlatıcı şema kuramı. tirme çabası.
actualization 214 adaptive

actualization tendency n. gerçekleş- ad., advertisement reklam


tirme eğilimi. a.d. L. auris dextra sağ kulak.
actually adv. aslında, gerçekte, ger- ad interim, ad int L. aynı zamanda.
çekten, halen. ad libitum L. laboratuvar ortamında
actuarial approach n. sayısal yakla- deney hayvanlarına yiyecek veya
şım. suyun serbest olması.
acuity n. açıklık, kesinlik; keskinlik. ad libitum weight n. yiyecek veya
aculeate, adj. sivri uçlu, keskin iğne- suyun serbest olması durumunda
lerle kaplı. alınan kilo.
acuminate, adj. sivri, uca doğru siv- adacrya n. gözyaşı yokluğu/eksikliği.
rilen. adactylous adj. el/ayak parmağı ol-
acupuncture n. sayrılık veya belirti mayan/bulunmayan.
alanlarına uygulanan iğne ile sağal- adamant adj. kararlı, sert, sıkı.
tım, akupuntur. adamantly adv. istemeyerek, kesin-
acus, n. cerrahi şırınga/iğne. likle, şiddetle.
acusis, n. normal işitim/işitme. adapt v. alıştırmak, uydurmak, uyar-
acute adj. akut, ivegen; hızlı; kısa; lamak, uygulamak, çevresel değişik-
ani; şiddetli. liklere uyum sağlamak.
acute alcoholic hallucinations n. adaptable adj. uyarlanabilir.
akut alkol sanrıları. adaptability n. uyum yeteneği.
acute disconnection syndrome n. adaptation n. uygulama, uyarlama,
akut bağlantı kopması sendromu. çevresel değişikliklere uyum sağla-
acute depression n. akut baskılama, ma. ör. Some mutations make
ani deprasyon. adaptation to a new environment
acute illness n. ani sayrılık. easy for the mutant organism.
acute leukemia n. akut kan kanseri, adaptation level n. uyum düzeyi.
akut lösemi. adaptation level phenomenon n.
acute pain n. ani ağrı. uyum düzeyi fenomeni/olgusu.
acute paranoid disorder n. akut adaptation stimulus n. uyum uyarısı,
paranoid bozukluk. uyum sağlayan uyarıcı.
acute post traumatic disorder n. adaptive adj. uyum, uyumsal, uyum-
travma sonrası ani stres bozukluğu. la ilgili, uyum gösteren.
acute renal failure şiddetli böbrek nonadaptive adj. değişmeyen, de-
yetmezliği.
ğişime uyum sağlayamayan. ör.
acute schizophrenia n. akut şizofreni.
Nonadaptive organisms may be
acyesis n. kısırlık.
unable to adjust to environmental
acystia n. doğuştan mesane olma-
ması/yokluğu. changes.
ad- , prefix. çoğalma, artma, yapışma; adaptive advantage n. uyum sağla-
-e doğru, yönünde; yakınında; çok ma üstünlüğü.
anlamlarına önek. adaptive behaviour n. uyumlu dav-
-ad, suffix -e doğru anlamına sonek. ranış.
ör. caudad kuyruğa doğru, kuyruk adaptive learning n. uyumsal öğ-
yakınında. renme.
adaptive 215 adequate

adaptive testing n. uyumsal sınama. additive mixture n. eklemeli karışım.


adapter, adaptor n. birleştirici, bağ- additivity n. eklenebilirlik.
layıcı; elektrik akımını düzenleyici additivity theory n. eklenebilirlik ku-
add v. eklemek, katmak, toplamak. ramı, ekleme kuramı.
add up v. toplamak, yekun tutmak; addle v. karıştırmak; bozmak; kar-
mantıklı olmak, doğru sonucu bul- maşıklaştırmak; birisini düşünemez
mak. hale getirmek.
add up to v. göstermek, anlamına add-on n. ek parça, ilave parça, daha
gelmek. ileri kullanım için eklenen parça.
addict n. alkol, narkotik maddeler address n. adres; nutuk, konuşma. v.
veya diğer uyuşturucuları kullanan; adres yazmak; hitab etmek, ko-
alkol, uyuşturucu bağımlısı kişi, ba- nuşmak.
ğımlı. v. bağımlı hale getirmek, adduce v. kanıt göstermek, kanıt bil-
uyuşturucuya alıştırmak. dirmek.
addicted adj bağımlı, düşkün. adduct v. asıl eksene doğru çekmek;
addiction n. uyuşturucuya veya al- vücudun bir bölümünü, özellikle kol
kole bağımlı olma, bağımlılık. ör. veya bacağı ortaya doğru çekmek.
Cocaine addiction is a complex n. ek ürün.
problem with economic, social, and adduction n. asıl ekesene çekme.
health implications. adductor n. merkeze doğru çeken
addictive adj bağımlılık yapan. kas.
addictology n. alkol veya uyuşturucu -ade suffix. tadlandırılmış içecek an-
bağımlılığı ile ilgilenen tıp dalı. lamına sonek. ör. lemonade limo-
addition n. ekleme, katma, toplama. nata.
in addition ayrıca, ek olarak, bun- adenalgia n. her iki gözün içe dön-
dan başka, dahi, kadar. mesi.
in addition to bundan başka, ayrı- adeno-, aden- suffixes. bez, bezler
ca, ek olarak, üstelik. ör. In addition anlamına önekler. ör. adeno-
to neurons, the nervous system carcinoma, adenoide.
contains glial cells. = Nöronlara ek adenectomy, n. bez çıkarımı.
olarak, sinir sistemi glial hücreler adenoid, adj. beze benzeyen, bez gö-
içerir. rünümlü.
additional adj. ek, çok, eklenen, faz- adenoma, n. iyi huylu deri kanseri.
la, ekstra, ilave, üstüne konan. adenomegaly, n. bez genişlemesi.
additive adj. katkı maddesi, katkısal. adenose, adj. bezle ilgili, bez gibi.
additive color mixing n. eklemeli adeps, adipis, adipes, n. yağ, yağ
renk karıştırma. dokusu.
additive correlation n. eklemeli bağ- adermia, n. doğuştan deri yokluğu.
lantı. adept adj. çok becerikli, yeterli, üs-
additive effect n. eklemeli etki, top- tün, yeterliği olan. n. uzman.
lamalı etki. adequacy n. yeterlik, uygunluk.
additive law of probability n. top- adequate adj. yeterli, elverişli, uy-
lamalı/eklemeli olasılık ilkesi. gun.
adequately 216 adorable

adequately adv. doyurucu şekilde, admedial, admedian adj. merkeze


yeterli olarak, layıkiyle. yakın olan.
adhere v. yapışmak, yapıştırmak. ör. admiculum n. pl. admicula. destek
In sickle cell anemia, the abnormal yapı.
red blood cells adhere to each other. administer v. vermek, ilaç vermek,
adhere to v. bağlı kalmak, sadık ilaç olarak uygulamak, yönetmek.
kalmak. administration n. ilaç verme; yöne-
adherence n. yapışma. ör. Candida tim, yönetme.
has molecules on its surface that admire v. takdir etmek, hayran olmak.
mediate its adherence to tissues. admiration n. hayranlık.
adherent adj. yapışkan, yapışık. in admiration hayranlıkla.
adhesion n. yapışma, tutunma. admission n. kabul, girme, hastaneye
adhesive adj. yapıştırıcı, yapıştırma giriş; itiraf.
özelliği olan; n. tutkal, yapışkan, admit v. kabul etmek, itiraf etmek.
yapıştırıcı madde. admitance n. kabul.
adiaphanous adj. ışık geçirmeyen; admited adj. kabul edilen, benim-
donuk. senen, benimsenmiş.
adip-, adipo- prefix. yağ, yağlı, yağ admix v. karıştırmak.
doku anlamlarına önekler. ör. admixture n. karıştırma, karışım.
adipic adj. yağ ile ilgili.. admonish v. ihtar etmek, uyarmak.
adipose adj. yağlı, yağ doku ile ilgili. adnate adj. doğumsal olarak başka
adipose tissue n. yağ dokusu. bir parçayla veya organla birleşen,
adiposity n. şişmanlık; yağlılık. kaynaşan.
adipsia n. susamama, su içmekten adnauseam L. kusma noktasında; iğ-
uzak durma.
renç derecede; gülünç.
aditus n. pl. adituses giriş.
adneural adj. sinire doğru.
adjacent adj. bitişik, komşu, yakın,
adnexum n. pl. adnexa eklenti, ikinci
yapışık. ör. After surgery, adjacent
derecede, alt yapı.
organs may adhere to one another.
adjoin v. yakın olmak, bitişiğinde adnexal adj. eklentiyle ilgili, eklenti-
olmak, bitişmek, birleşmek, eklen- sel.
mek. ado n. rahatsızlık; soran; gürültü; te-
adjoining adj. komşu, bitişik. laş; patırtı.
adjourn v. ertelemek. adolescent adj. ergen, ergenlik ça-
adjust v. uymak, uydurmak, düzelt- ğında olan, adolesan.
mek, düzene koymak. adopt v. kabul etmek, benimsemek,
adjustable adj. düzeltilebilen, uydu- kendi çocuğu olarak ailesine almak,
rulabilen. evlat edinmek.
adjustment n. düzeltme, uydurma. adoption n. benimseme, kabul, aileye
adjuvant adj. yardımcı; yardım eden. alma, evlat edinme.
n. bir ilacın etkisini arttırmak için adore v. tapmak, taparcasına sevmek.
verilen ek madde, bir ilacın formü- adorable adj. tapılacak, tapmaya de-
lüne eklenen madde. ğer; çekici, sevilir, hoş.
adoral 217 adversive

adoral adj. ağıza doğru/yakın olan. adulteress n. evlilik dışı cinsel iliş-
adorally adv. ağıza yakın olarak. kide bulunan kadın.
adorbital adj. göz çukuruna yakın adulthood n. erginlik, yetişkinlik. ör.
olan; yörünge civarında bulunan. Achalasia usually becomes manifest
adren-, adrenal- , adreno- , prefixes. in young adulthood but may appear
böbrek yakınında, böbrek üstü, böb- in infancy or childhood.
rekle ilgili anlamlarında kullanılan adumbral adj. gölgede.
önekler. ör. adrenal.. adv. abv. L. adversum against.
adrenic adj. böbrek üstü beziyle ilgili. advance n. ilerleme, gelişme. v. iler-
adrenotoxin, n. böbrek üstü bezleri lemek, ileri gitmek, gelişmek.
için zehirli olan bir madde. advanced adj. ilerlemiş, yüksek, ileri,
adrift adj. yalnızca rüzgar ve suyla gelişmiş.
çalışan. advancement n. ilerleme, gelişme.
ad sat, abv. L. ad saturatum doy- in advance önceden, evvelden.
gunluğa. advantage n. yarar, üstünlük, avantaj.
adscititious adj. asıl olmayan; elzem take advantage of -den yararlan-
olmayan; türemiş. mak.
adsorb v. emerek içine almak; em- advent n. büyüme, ortaya çıkma,
mek. gelme.
adsorbate n. emilerek alınan madde. adventive adj. geçici olarak var olan;
adsorbent adj. emme yeteneğinde yerli olmayan; yabancı.
olan; emici. with the advent of ortaya çıkma-
adsorption, n. emme, soğurma. sıyla.
adult n. yetişkin, erişkin. ör. The adventitia n. bir organın, özellikle
term myxedema is applied to kan damarının dış örtüsü.
hypothyroidism developing in the adventitious adj. doğal olmayan, ka-
older child or adult. zara edinilen, şans eseri alınan,
adulterate v. içine bir madde karış- edinik, beklenmeyen bir biçimde
tırmak; bozmak; kalitesini düşür- büyüyen, dış kaynaklı, alışılmadık
mek. bir yerde veya tarzda meydana ge-
adulterant adj. bozucu, karışan, katı- len.
lan. n. karıştırılan madde. adverse adj. ters, zıt, aksi, kötü,
adulterine adj. yapay; sahici olma- olumsuz, karşıt; elverişsiz; onayla-
yan. mayan. ör. Physicians can help
adulterous adj. karıştırma, bozma ile patients identify specific
ilgili; evlilik dışı cinsel ilişki ile il- environmental and occupational
gili. hazarda that may cause adverse
adultery n. evli bir kişinin istemli health effects.
olarak eşi dışında birisiyle cinsel adverse effects yan/ters etkiler.
ilişkide bulunması. adversity n. bela, felaket, sıkıntı.
adulterer n. evlilik dışı cinsel ilişkide adversive adj. ( göz, kafa veya gövde
bulunan erkek. ile ilgili olarak) tek tarafa dönen.
advertent 218 affined

advertent adj. özenli, dikkatli. afar adv. belli bir mesafeden; belli bir
advertisement, ad., n. reklam. mesafede, mesafeye; uzakta.
advice n. nasihat, öğüt. afeard adj. korkmuş, ürkmüş.
advise v. fikir/düşünce vermek, öğüt afebrile adj. ateşsiz.
vermek. affable adj. kolay konuşulur, kolay
advisability n.. uygunluk. yaklaşılır; yumuşak huylu, kibar,
advisable adj. önerilir, tavsiye edilir, uyumlu.
makul, uygun. affair n. yapılan iş, yapılacak iş; me-
advised adj. düşünülmüş, ele alınmış. sele, olay.
advisedly adv. dikkatlice, kasıtlı ola- affect v. etkilemek, yapmak, değiş-
rak. tirmek; ilgi duymak, sevmek. ör.
adviser n. yol gösteren, danışman. Congenital hypertropic pyloric
ill-advised adj. akılsız, önlem al- stenosis is uncountered in infants as
mamış. a disorder that affects boys three to
well-advised adj. akıllı, önlemini four times more often than girls.
almış, tedbirli. affected adj. etkilenmiş, bir hastalığı
advocate v. haklı görmek, savunmak; veya bozukluğu olan. ör. In the
önermek. n. savunucu, savunan, ta- inheritance of diabetes, homozygous
raftar. recessice offspring are affected.
aer-, aero- hava, gaz, atmosfer, uçak unaffected adj. olağan, etkilenme-
anlamlarına önek. ör. aerate gaz miş, değişmemiş; sayrılık veya bo-
sağlamak, gaz vermek, hava gön- zukluk göstermeyen. ör. In X-linked
dermek.; aerogram, aerodynamics inheritance, the female is unaffected
havada hareket etme bilimi. unless she has two recessive genes
aeration n. radyolojide, özellikle ak- for the trait.
ciğerde şişme; havalanma. affecting adj. dokunan; devinen; sev-
aerobe n. okşijenli ortamda yaşayabi- gi gösteren.
len ve büyüyebilen bir organizma. affection n. sevgi, dostluk, düş-
aerobic, adj. havada yaşayabilen. künlük, şevkat; hastalık, illet.
aerobiosis, n. okşijen içeren atmos- affective adj. etkili, etkin.
ferde yaşama, var olma. afferent adj. merkezi bir organa veya
aerocolpos, n. dölyolunun gazla şiş- kısıma doğru giden, içe doğru götü-
mesi. ren. ör. Afferent neurons carry
aerogen, n. gaz üreten mimicanlı. impulses to the brain and spinal
aerogenesis n. (minicanlılar tarafın- cord from other parts of the body.
dan) gaz üretimi. affiliation n. yakınlık, benzerlik.
aerogenic , aerogenous adj. gaz ya- affinity n. çekme gücü, çekicilik, ya-
pıcı; gaz üreten. kınlık, benzerlik; evlilik ilişkisi; bir
aerophil adj. yaşamı havanın varlı- başka maddeyle birleşme eğilimi.
ğına bağlı olan; açık havada bulun- ör. Hemoglobin has an affinity for
maktan hoşlanan. oxygen.
aerosis, n. dokularda gaz üretimi. affined adj. sınırlı, bağlı.
affirm 219 agenesis

affirm v. doğrulamak. afterpains n. doğumdan sonra süren


affirmation n. doğrulama. ağrılar.
afflict v. acı vermek. afterwards adv. sonra, daha sonra,
affliction n. acı, ağrı, sızı, şikayet, sonradan.
ızdırap. after- prefix. daha sonra olan anlamı-
affluence n. bolluk, varlık. na önek. ör. aftershave, aftercare.
affluent adj. bol, çok, zengin, bol again adv. tekrar, yine, yeniden, öte
miktarda; serbestçe akan. yandan, bundan başka, bir daha.
afflux n. akma. again and again sık sık, tekrar tekrar.
afford v. vermek; para olarak alacak as much again o kadar daha.
güçte olmak. now and again arasıra, bazen.
afire adj. yanan, alev almış; ilgili, il- once again yeniden, birkez daha.
gilenen, ateşli. over and over again çok sık; tekrar
aflame adj. yanan, alev almış, ilgili, tekrar; arka arkaya.
ilgilenen, ateşli. against prep. karşı, zıt, karşıt, karşı-
aflame with a desire to learn öğ- sında.
renme arzusuyla yanan. agalactica n. süt verememe; süt
aflutter adj. sinirli ve heyecanlı. salınımında rahatsızlık.
afoot adj. yürüyen, ayakta. agamic adj. eşeysiz üreyen.
afore adv. önceden. -age suffix. 1. eylemden ad oluşturan
aforementioned adj. önceden be- sonek. ör. tonnage toplam ton sa-
lirtilen, önceden sözedilen. yısı, tonaj. 2. -lik, -lık, topluca, iliş-
aforetime adv. önceden. ki, durum, koşul, ücret, yer belirten
afraid adj. korkmuş; üzülmüş. sonek. ör. leafage, parentage,
aft adv. (bir damarın) kökünde, kö- cleavage, marriage, postage,
küne, köküne doğru, köküne yakın. orphanage.
adj. kökte, kökün yanında bulunan; age adj. yaş; yaşlanmak; olgunlaş-
-den sonra. mak. n. çağ, dönem, evre.
after prep. ardından, arkasından, ardı aged adj. yaşlı, yaşlanmış.
sıra, -dan sonra; -e göre, tarzında. at the age of … yaşında.
adv. sonra, sonradan. for ages yıllarda, yıllarca.
after all herşeye karşın; -ise de , -e in the age of çağında.
rağmen. aging n. yaşlanma, yaşlanan kişi.
after that daha sonra. ageless adj. yaşlandığı belli olmayan;
afterbirth n. doğumdan sonra vaji- sonsuza dek var olan.
nadan gelen madde. age-limit yaş sınırı.
aftercare n. ameliyat sonrası sağal- agency n. etki, çalışma, güç.
tım. agenesia n. kısırlık.
afterdamp n. kömür madenlerinde agenesis n. eksik gelişme; tam geli-
sıkca bulunan zehirli gaz. şememe, bir organı veya organın bir
aftereffect n. bir ilaç veya uyarıcıya parçasını oluşturamama; organ yok-
karşı vücudun gösterdiği geç tepki. luğu.
agent 220 aggressive

agent n. ajan, etken. ör. Bacteria are agnoad n. erbezi olmayan kişi.
agents that cause disease. agnogenic adj. belirsiz kökenli, kö-
chemical agent n. kimyasal, kim- keni bilinmeyen.
yasal madde, kimyasal ajan. agnosia n. kişi veya nesneleri tanıma
ageusia n. tat duyusu yokluğu, tat yetisi yitimi; tanıyamama.
alamama. ago adv. önce, önceden, geçen, geçmiş.
agglomerate v. yığılmak, birikmek. long ago çok eskiden.
agglomeration n. yığılma, birikme, -agog, -agogue suffixes. götüren,
birikim. önayak olan, uyaran; uyarıcı anlam-
agglutinate v. yapışmak, biraraya larına sonekler.
toplanmasına neden olmak. agonad n. cinsiyet bezleri olmayan
-agra suffix. akut ağrı atağı anlamına bir kişi.
sonek agonadal adj. cinsiyet bezleri olma-
agraffe n. bir yaranın kenarlarını bir- masıyla ilgili.
leştirmede kullanılan araç, kıskaç, agonize v. can çekişmek, şiddetli acı
yara kıskacı. çekmek.
aggravate v. ağırlaştırmak, kötüleş- agony n. ağrı, acı; ıstırap, şiddetli acı,
tirmek, tahriş etmek. can çekişme.
aggravation n. ağırlaşma, kötüleşme, agree v. kabul etmek, aynı görüşte
tahriş. olmak, uyuşmak.
aggregate v. birikmek, birleşmek, agree about v. bir konu üzerinde an-
kaynaşmak; toplamak, birleştirmek, laşmak.
demet haline getirmek; kötü bir du- agree to v. razı olmak, kabul etmek.
rumu daha da kötüleştirmek. ör. agree with v. anlaşmak, aynı görüşte
Platelets aggregate in the glomerulus olmak.
during immune-mediated injury. agreeable adj. çekici, hoş, uygun.
aggregation n. toplanma. ör. The agreement n. anlaşma, sözleşme.
aggregation of red blood cells in disagree v. uygun olmamak, aynı
certain sera is observed during blood görüşte olmamak.
typing. in agreement with ile uyum içinde.
aggression n. saldırma, tecavüz. aggrieved adj. hasarlanmış, zarar
aggrieve v. üzmek; incitmek; üzülmek. görmüş,
aggrieved adj. üzülen; incinen; yap- agress v. bir saldırı veya atak başlat-
tığı hatadan ötürü üzüntü çeken. mak; düşmanca yaklaşmak, saldır-
agitate v. sıkıntı vermek; kışkırtmak, mak.
ajite etmek. aggression n. saldırı; düşmanca dav-
agitation n. akıl hastalığı; huzursuz- ranış.
luk; ileri dercede duygusal bozukluk. aggressive adj. saldırgan, yıkıcı; zeki,
aglutition n. yutma güçlüğü. girişimci. ör. Inverted Papilloma is
aglycemia n. kanda şeker eksikliği. benign but locally an aggressive
agmen, pl. agmina n birikme, top- neoplasm occuring in both the nose
lanma. and the paranasal sinuses.
agriculture 221 albeit

agriculture, agr. n. tarım, ziraat, airless adj. havasız; dar, basık.


çiftçilik. by air uçakla; hava yoluyla.
agricultural adj. tarımsal. in the air dışarda, ev dışında; genel,
agro- prefix. tarımla ilgili anlamına herkese açık; planlanmamış; belirsiz.
önek. off the air yayını durdurmuş, kesmiş.
ahead adv. ilerde, ileriye, öne. on the air (radyo, TV) yayında.
-aholic suffix. bırakamayan; belli bir take the air temiz hava almak; yü-
şeyi kullanan anlamına sonek. ör. a rüyüşe çıkmak.
workaholic, a computaholic. airway n. solunum için kullanılan
ahypnia n. uykusuzluk. araç; solunum yollarını açık tutan
aid v. yardım etmek. n. yardım. alet. ör. The term upper airways is
first aid ilk yardım. used to include the nose, pharynx,
aidoi-, aidoio- prefixes. üreme organ- and larynx and their related parts.
larıyla ilgili anlamına önekler. ajar adj. kısmen açık, yarı açık.
AIDS insan imünyetmezlik virüsü akalamathesia n. anlama/kavrama
(HIV-1) ile bulaşan gözesel bağışık- güçlüğü.
lık yetmezliği. akin adj. ilgili; benzer, eş.
ail v. çekmek, muztarip olmak, ağrıya -al suffix. adlardan sıfat oluşturan so-
neden olmak, hasta etmek, sorun nek. ör. trial deneme, deney. coastal,
yaratmak. political.
ailment n. hastalık, rahatsızlık, sayrı- ala pl. alae n. kanata benzer yapı;
lık. kanatımsı oluşum.
aim n. erek, amaç. alacrity n. istek, isteksizlik, heveslilik.
aim at v. gayret etmek, çalışmak, kas- alae nasi n. burun delikleri.
tetmek. alalia n. konuşamama; konuşma ye-
aim to v. amaç edinmek. tisi yitimi.
aimless adj. amaçsız, ereği olmayan. alalic adj. konuşamamayla ilgili.
air n. hava. alant- , alanto- prefixes. sucuk şek-
air flow n. hava akımı. linde anlamına önekler.
air pollution n. hava kirliliği. alar adj. kanatlı, kanatla ilgili.
air-borne adj. havayla bulaşan, hava alarm v. şaşırtmak, korkutmak,
yoluyla geçen. uyarmak. n. uyarı.
air-cool adj. hava akımı ile serinle- alastrim n. çiçek sayrılığının hafif
yen/serinleten. formu.
air-dry hava ile kurutmak. alba adj. beyaz, beyaz madde.
air-sickness n. seyahat sırasında yük- albedo L. beyazlık, ödem veya en-
sek basıncın neden olduğu rahatsız- farktüsten kaynaklanan, retinada
lık. beyaz alan.
air-tight adj hava geçirmez; sıkı; albeit conj. karşın, ise de, -dığı halde,
mükemmel. rağmen. ör. Regeneration of
airily adv. zarifçe, hafifce, kibarca. peripheral nevre axons occur, albeit
airiness n. hafiflik; zariflik, nezaket. slowly.
albidus 222 all

albidus L. beyaz, beyazımsı. alien n. yabancı; başka bir ülke veya


albicans, pl albicantia L. adj. beyaz. ırka ait; farklı karakterde/ yapıda.
albinism n. pigmentsizlik, pigment alienate v. yabancılaştırmak, kopar-
yokluğu; melanin pigmenti yokluğu mak, soğutmak, uzaklaşmak.
albino n. deride pigment yokluğu. alienist n. psikolog, ruhbilimci.
albumen n. bir protein türü, albümin. aliform adj. kanat şeklinde, kanata
albus L. beyaz. benzer.
alcohol, alc., n. alkol. alight adj. yakıcı; yanmış; yanan.
alcoholic adj. alkollü, alkole bağımlı. align v. dizilmek, sıralanmak.
alcoholism n. içki düşkünlüğü; alko- alignment n. dizi, diziliş, sıra, sıralanış.
lizm. ör. The alignment of chromosomes
alert v. uyarmak, dikkatini çekmek. during mitosis and meiosis occurs
adj. dikkatli, gözü açık, uyanık; hız- at the equator of the cell.
lı; canlı. ör. An understanding of the alike adj. aynı, benzer, farksız.
genetic basis of heart disease would aliment L. n. besin/gıda maddesi.
alert high-risk patients to the alimentary adj. besinle ilgili, besle-
danger of heart disease. yici.
alertly adv. uyanık olarak. alimentary tract n. sindirim borusu;
aletness n. göz açıklığı, uyanıklık. sindirim yolu.
alethia n. unutamama; bir kişinin alinasal adj. burun delikleriyle ilgili.
geçmiş olaylar üzerinde yeterinden alive adj. canlı; yaşamını sürdüren;
fazla durması. yaşam dolu; etkin; hala iş gören; ha-
alexia n. okuyamama, okuma yetisi la anımsanan.
kaybı; sözcük körlüğü. all adj. bütün, tamamen, hepsi, her,
alge- , algesi- , algio- , algo- prefixes. tek, yalnızca. pron. her, herbiri.
ağrı anlamına önekler. ör. after all ne de olsa, yine de.
algometer, algonoglia. all at once aniden, uyarmadan.
algesia n. ağrıya duyarlılık, ağrı hissi.
all but hemen hemen; çok yakın, yak-
algesic adj. ağrı verici, ağrılı.
laşık olarak; neredeyse, -mek üzere.
algetic adj. ağrı verici, ağrılı.
all in all hesaba katılan herşey; bütün
-algia suffix. ağrı, ağrılı bir durum an-
olarak; genel olarak, bütünüyle, so-
lamına sonek.
nuç olarak.
algid adj. soğuk, serin.
all of a sudden aniden, uyarısız, bek-
algogenic adj. ağrı verici; ateş düşü-
lenmeksizin.
rücü.
algology n. ağrı bilimi. all-or-nothing ya tamamen etkin olan
algophobia n. ağrı korkusu, acıya ya da hiç etkisi olmayan. ör.
karşı duyulan korku. Increasing the strength of a stimulus
algor n. üşüme, üşütme; üşüme duyusu. beyond the threshold level does not
ali- prefix. kanat, kanat şeklinde an- increase the transmission of a nevre
lamlarına önek. impulse since it is an all-or-nothing
alible adj. besleyici, besin değeri olan. response.
all out 223 almost

all out olası her çaba ile; bütün gü- allergenic adj. duyarlı, alerjik.
cüyle. allergic adj. alerji ile ilgili; alerjisi olan.
all over bitmiş, tamamlanmış; her allergy n. herhangi bir maddeye karşı
yerde. duyarlılık.
all right tatmin edici; doğru; çok iyi; be allergic to duyarlı olmak, alerjisi
yaralanmamış. olmak.
all-round anlaşılır alleviate v. hafifletmek, azaltmak; ağ-
all the same buna karşın, bununla rıyı dayanılır hale getirmek.
birlikte, yine de. alleviation n. hafifleme, azalma.
all the time olduğu sürece alleviative adj. rahatlatıcı.
all told herşey dahil allo-, all- prefixes. karşıtlık, farklılık
all up (with) bitmiş, tükenmiş; yıkıl- belirten önekler. ör. allopatric.
mış, harap olmuş. allocate (to) v. ayırmak, tahsis etmek.
at all tamamen. allocation n. ayırma, tahsis etme.
for all karşın, ise de. allochronism n. renk değişikliği.
in all bütünüyle, tamamiyle; büs- allodromy n. düzensiz kalp ritmi.
bütün, tam olarak. allogamy n. bir başkasının spermiyle
not all that çok değil. bir kişinin cinsiyet gözesinin döl-
(not) all there ruhsal olarak sağ- lenmesi.
lıklı; zeki. allograft n. aynı türün genetik olarak
all- prefix. 1. yalnızca birşeyden olu- özdeş olmayan bireyleri arasında
şan, meydana gelen, ör. an all-wool nakledilen aşı; graf.
dress / an all-male club. 2. bütün, allot v. bölüştürmek, dağıtmak, pay
ör. an all-day event / an all-night etmek.
party /an all-night cafe. allow v. izin vermek.
allay v. yatıştırmak, azaltmak. allow for v. düşünmek; hesaba katmak.
allegation n. iddia, ileri sürme, sav. allowable adj. izin verilebilir.
allege n. iddia etmek; belirtmek. allowance n. düşünme; (birşey için
allele n. belli bir özelliği belirleyen ayrılmış) para.
gen., alel. ör. The heterozygote has alloy n. iki veya daha fazla metalin
one dominant allele an done recessive bileşimi; alaşım.
allele for a particular trait. allude v. anıştırmak, ima etmek, kas-
multiple alleles n. belli bir özellik tetmek.
için ikiden fazla farklı gen. ör. The allure v. çekmek, cezbetmek; kan-
inheritance of ABO blood types is dırmak. n. albeni, cazibe, çekicilik.
controlled by multiple alleles IA, IB, allurement n. çekme; çekici, çekicilik.
and i. allusion n. çekme; cazibe.
silent allele n. etkisi olmadığı bilinen allusive adj. çekici.
bir gen çeşidi. ör. It is difficult to ally n. pl. allies dost, müttefik.
identify a genetic pattern if a silent almost adv. yaklaşık, hemen hemen.
allele is present. ör. Almost any type of virulent
allergen n. alerji yapan, alerjiye ne- bacterial species can cause
den olan. pneumonia.
almost all 224 amaurosis

almost all hemen hemen, tamamen, = Mendelci bozukluklar tek gen içe-
tamamiyle, yaklaşık, hepsi. ren değişikliklerden kaynaklanır. //
aloe n. mühsil olarak kullanılan bitki. An alteration in the sequence of
alogia n. sözcük oluşturamama; du- nucleotides is called point mutation.
yusuzluk; duyusuz davranış. altered adj. değişmiş, steril hale gel-
alogous adj. mantıksız, nedensiz. miş. ör. Altered phenotypes result
alone adj. ayrı, yalnız, tek başına. from chromosomes or gene mutations.
along adv. boyunca. alternate n. değişen.
along with boyunca. alternately adv. aksi halde, öte yandan.
all along baştan beri; baştanbaşa; alternative adj. değişik, diğer.
daima. alternatively adv. veya, ya da.
be along gelmek, ulaşmak, yetişmek. although conj. karşın, ise de, -dığı
get along anlaşmak, geçinmek; ba- halde, -mekle birlikte; yine de. ör.
şarmak; yaşamını sürdürmek. Muscle is generally divided into 3
alongside adv. (birşeyin) yanında, types, skeletal, cardiac, and smooth,
yakınında, yöresinde. although smooth muscle is not a
aloof adj. insanlarla ilişkide soğuk; homogenous single category. Düz
uzak; farklı. kasın tek başına homojen bir kate-
alopecia n. kellik. gori olmamasına karşın, kas genel
aloud adv. yüksek sesle, seslice. olarak 3 kümeye ayrılır: iskelet ka-
alpha and omega ilk ve tek; birşeyin sı, kalp kası, ve düz kas.
en önemli parçası. altitude n. yükseklik.
alphosis n. deri pigmenti yokluğu. altogether adv. tamamen, hepsi, ta-
already adv. zaten, önceden. mamı.
also adv. aynı zamanda, dahi, de; ek alveus, pl. alvi n. kanal.
olarak, ayrıca. alvine adj. karın veya barsaklarla il-
alt..hor. abv. L. alternis horis, iki sa- gili.
atte bir. always adv. her zaman, daima. ör.
alter v. değiştirmek, değişiklik yap- Occlusions of the pulmonary
mak. ör. Arterial hypertension arteries by blood clot are almost
occurs when changes that alter the always embolic in origin.
relationship between blood volume alysmus n. huzursuzluk.
and total peripheral resistance a.m, ante-meridiem L. adv. gece ya-
develop. = Kan miktarı ve total rısı ile öğlen arasındaki zaman dili-
peripherel direnç arasındaki ilişkiyi mi, sabah.
değiştiren değişiklikler geliştiğinde amain adv. zor ve şiddetle; aceleyle;
arteriel hipertansiyon meydana gelir. bolca, bol olarak.
alterative adj. n. değişen amalgamate v. birleştirmek.
alterable adj. değiştirilebilir. amalgamation n. birleştirme.
alteration n. değiştirme, değişiklik. amass v. biriktirmek, bir araya ge-
ör. Mendelian disorders result from tirmek, toplamak.
alterations involving single genes. amaurosis n. körlük.
amaze 225 among

amaze v. şaşırtmak, hayrette bırakmak. ambulate v. gezdirmek, ayağa kal-


amazement n. şaşkınlık, hayret. dırmak.
amazing adj. tuhaf, garip, şaşılacak. ambulatory n. gezen, ayakta.
amazingly adv. şaşılacak şekilde. ambustion n. yanma, yanık.
amazingly good at sth ...de son de- amein adv. aceleyle; şiddetle.
rece yetenekli. ameliorate v. iyileşmek, düzelmek,
ambi- , ambo- prefixes. herikisi, her düzeltmek.
taraftan, her yandan, çevresinden amelioration n. düzelme, iyileşme.
anlamlarına önekler. ör. ambiversion. amenable adj. yatkın, elverişli
ambidextrous adj. her iki eli de etkin amenia, amenorrhea n. normal
olarak kullanabilme. ör. Although menstrual period'un durması; adet
some people are ambidextrous, most görememe.
are either right- handed or left- amentia n. zihinsel rahatsızlık.
handed. amid prep. ortasında, arasında, çevrili.
ambience n. çevre, yöre. amido- prefix. tek, değerli, radikal
ambient adj. çevresel, yerel, yöresel; anlamlarına önek.
çevreleyen, saran. ör. Heat stroke is amidst prep. ortasında.
associated with high ambient aminergic adj sinir gözeleri ve lifle-
temperatures and high humidity. = riyle ilgili.
Sıcak çarpması yüksek çevre ısısı ve amino- prefix. radikal içeren bir bile-
yüksek nemle ilişkilidir. şik anlamına önek.
ambient temperature n. çevre ısı. amnesia n. hafıza kaybı.
ambiguity n. belirsizlik. amnio- prefix. embriyoyu çevreleyen
ambiguous adj. belirsiz, şüpheli; sıvı dolu zar anlamına önek.
farklı yoruma yatkın. ör. In the amniocentesis n. belli kromozomal
early stages of development, bozuklukların prenatal tanısında
embryonic tissue is ambiguous. kullanılan, sıvının bir kısmını almak
ambilyacusia n. işitme donukluğu, üzere amnion içine iğne sokulması.
kolay algılayamama. ör. Amniocentesis has been successful
ambit n. dış çember, dış döngü. in detecting chromosome defects in
ambition n. amaç, arzu, erek, hedef, the fetus.
tutku, büyük istek, hırs. amnion n. dölyatağındaki embriyoyu
ambitious adj. iddialı, hırslı, tutkulu. çevreleyen zara benzer kese.
ambitiously adv. hevesle, isteyerek. amniotic adj. amnionla ilgili. ör.
ambly- prefix. belirsiz, bulanık, loş, Amniotic fluid protects the fetus
donuk, kör; belirsizlik, loşluk, bula- during its development.
nıklık anlamlarına önek. amoeb- prefix amip anlamına önek.
amblygeustia n. tat alma duyusunda among prep. arasında. ör. Among the
azalma. several known chemical carcinogens
amblyopia n. beynin görsel alanla- produced by plants and micro-
rındaki anormal gelişme nedeniyle organisms, the potent hepatic
oluşan görme bozukluğu. carginogen aflotoxin B1 is most
ambulant adj. yürüyen. important.
amorphous 226 anamnesis

amorphous adj. şekilsiz. -ana, -iana suffixes. önemli kişilerin


amount n. miktar, tutar. özelliklerini içeren resim, not ve
amount to kadar. günce gibi çeşitli malzemenin bile-
amph- , amphi- , ampho- prefixes. şimi anlamına gelen sonekler, -e ait,
her iki tarafta, her iki uçta; her yan- -le ilgili.
da, çevreleyen anlamlarına önekler. ana- prefix. yukarıya doğru ilerleme,
ör. amphipod. geriye dönme, yenileme, … e göre,
amphibian n. hem karada, hem suda tekrar, geri anlamlarına önek. ör.
yaşayan, kurbağa, vb. canlı. anabolism, anaplasia, anabasis,
amphibious adj. hem karada, hem analogy, anaphora.
suda yaşayan. anabolic adj. yapımsal.
ampl.abv L. ampulus, geniş anlamına anabolism n. yapım.
kısaltma. anabolite n. yapım ürünü.
ample adj. bol, çok; yeterli; geniş, anadipsia n. yoğun susuzluk.
büyük. anaesthesia n. duyu kaybı, anestezi.
ampleness n. bolluk, çokluk. anaesthetic n. ağrıyı kesmek üzere
amplitude n. büyüklük; hacim olarak kullanılan ilaç veya gaz; ağrı kesici.
genişlik; doluluk; bolluk. anal adj. anüse ait, anüsle ilgili, anü-
ampulla n. pl. ampullae dar bir se yakın, anüs bölgesinde.
geçitin geniş açılımı; açılımı geniş- analeptic adj. uyarıcı.
leyen dar geçit, bir kanalın kese gibi analgesia n. bilinçli konumda ağrı
genişlemesi. duymama.
amputate v. kesmek. analgesic n. ağrı kesici, ağrıyı ra-
amputation n. kesme, uçkesim. hatlatmak üzere kullanılan ilaç.
amputee, n bir veya daha fazla kol analogous adj. benzeyen.
veya bacağı kısmen veya tamamen analogue n. benzer; bir organın veya
kesilmiş bir kişi. yapının işlevine benzer işlevi olan
amuse v. eğlendirmek. yapı.
amyasthenic n. kas zayıflığı. analysand n. psikoanaliz uygulanan.
amylo-, amyl- prefixes. nişasta anla- analyse v. çözümlemek, ayrıştırmak,
mına önekler. ör. amylolsis nişasta- yapısını belirlemek, bir birimi oluş-
nın şekere enzimsel dönüşümü. turan parçalar arasındaki bağlantıyı
amyloid nişastaya benzer madde. belirlemek. ör. Geneticists analyse
amylum n. nişasta. pedigrees to determine a pattern of
amyous, adj kas dokusu veya kassal inheritence.
güç eksikliği/yokluğu. analysis n. çözümleme, ayrıştırım,
amyxia n. mukus yokluğu. tahlil, yorum.
-an, -ian suffix. -li, -e ait, ait olan, analytic adj. çözümleyici.
benzeyen anlamlarına ad oluşturan anemia n. bir tür kan yetmezliği say-
sonek. ör. statistician istatistikle uğ- rılığı, anemi. ör. A person with anemia
raşan kişi. Italian İtalyan. has a low red-blood cell count.
an- prefix. -siz, -sız, yokluk belirten anamnesis n. öykü, sayrılık öyküsü,
önek. ör. anaerobe, anosmia. anamnez; hafıza.
anandrous 227 anemophobia

anandrous adj. erkeklik organı ol- acyly- , ankylo- prefixes. eğri, eğril-
mayan. miş; birleşmiş, kaynaşmış; sabit,
anandria n. erkeklik özellikleri gös- kapalı anlamlarına önekler.
termeme. and conj. 1. ve; de, dahi; kadar. 2.
anaphia n. dokunma duyusu yokluğu. sonra, daha sonra. 3. bir sonuç veya
anaphrodisia n. cinsel istek yokluğu. açıklamayı belirtir. 4. bir işin sür-
anasarca n. deri altında veya vücut düğünü anlatır: They ran and ran.
boşluklarında yaygın sıvı birikimi. We studied for hours and hours. 5.
anastattis n. kan durdurucu ilaç. after, come, go, v.d. sonra “to” ye-
anastole n. çekilme. rine kullanılır: Come and have
anastomose v. kan damarlarını bir- coffee with me. 6. sayılarda kullanı-
leştirmek. lır: 253, two hundred and fifty three.
anastomosis n. kan damarlarının bir- 7. yiyecek ve içecek servislerinde:
leşmesi; iki veya daha fazla içi boş bread and butter / a gin and tonic /
organın birleşmesi. cheese and bread.
anatomy n. 1. hayvan vücutlarının and ... alike hem ... hem de
veya vücut parçalarının incelenme- and so on/forth ve diğerleri; ve ben-
si; anatomi. 2. insan veya hayvan zerleri, vesaire.
vücudu veya vücut parçaları. 3. in- and/or her biri / her ikisi.
celemek üzere insan veya hayvan andro-, andr- prefixes. erkek, erkek
bedeninin kesilmesi. cinsiyeti anlamlarına önekler. ör.
anatomist n. anatomi ile uğraşan insan. androgeneous erkek yavru doğur-
anatomical adj. anatomi ile ilgili. ma ile ilgili. androgynous erkeklik
-ance, -ence suffix. eylemlerden ad ve dişilik özellikleri birarada bulu-
oluşturan sonek. ör. appearance, nan.
performance. -andr- erkek anlamına ortaek. ör.
ancestor n. soy, ata, dede. polyandry aynı anda birden fazla
ancestry n. soy, köken, bir bireyden kocası olan; çok kocalı.
sonra gelen aile kuşağı. ör. android , andromorphous adj. insan
Thalessemia, a blood disorder, ia özellikleri olan, insan biçiminde.
common in people of greek an andropause, n. artan yaşla birlikte,
Italian ancestory. erkek erbezi işlevinde azalma, and-
anchor v. tutturmak, bağlamak. ropoz.
ancient adj. eski, antik. androphobia n. erkek korkusu, erke-
ancillary adj. ikincil, tali, yardımcı. ğe karşı duyulan korku.
ancipital adj. iki kenarlı. anemia n. kansızlık, anemi
ancon n. dirsek. anemic adj. kansızlıkla ilgili, kansız-
anconad, adj. dirseğe doğru. lık özellikleri gösteren
anconal, anconeal adj. dirseğe ben- anemometer, n. akım şiddetini ölçen
zeyen. araç.
-ancy, -ency suffixes. eylemlerden ad anemophobia, n. rüzgar ürküsü, rüz-
oluşturan sonekler. ör. expectancy, gara karşı duyulan korku, rüzgar
hesitancy. korkusu.
anenterous 228 announce

anenterous, adj. bağırsağı olmayan. anhydrous adj. su içermeyen.


anephric, adj. böbreği olmayan. anhypnosis n. uykusuzluk.
anepia n. konuşamama. anility n. yaşlı bir kadın gibi dav-
anergic, adj. enerji ile ilgili. ranma.
anesthesia n. duyu yitimi, uyuşturma, animal n. hayvan.
anestezi. animate v. canlı tutmak; yaşam ver-
aneuploidy n. kromozom sayısında mek; heyecanlandırmak, canlandır-
düzensizlik, kromozom sayısında mak; etkinleştirmek. adj. canlı; ya-
olağanüstü artış veya düşüş. ör. şamsal.
Aneuploidy results in more than or animated adj. yaşam dolu; diri, canlı;
less than 46 chromosomes in the heyecanlı.
human. animation n. canlılık.
aneuria n. sinirsel enerji yokluğu. anion n. negatif olarak yüklü atom.
anew adv. yine, tekrar; yeni bir bi- ör. When an aton gains electrons, it
çimde, farklı bir tarzda. forms an anion.
anfractuous adj. büzüşmüş; içe aniso- prefix. eşit veya benzer olma-
dönmüş. yan, benzemeyen anlamlarına önek.
anger n. öfke, kızgınlık. v. öfkelen- ör. anisomerous.
dirmek, kızdırmak anisomastia n. göğüslerin birbirinden
angina pectoris kalpte şiddetli ağrı farklı olması; bir göğsün küçük di-
atağı. ğerinin büyük olması.
angio- , angi- prefixes. lenf veya kan anisotonic adj. tansiyonu eşit olma-
damarı ile ilgili; kaplama, kap an- yan , eşit olmayan ozmotik basınç.
lamlarına önekler. ör. angioblastoma ankle n. topuk, ayak bileği.
kan damar dokularında oluşan kötü ankylosis, n. eklem sertleşmesi, ek-
huylu tümör. lem sertliği.
angioid adj. kan damarlarına benze- anlage n. pl. anlagen Psikoanalizde,
yen. belli bir özelliğe veya kişilik özelli-
angioma n. şişlik, ur, tümör. ğine genetik yatkınlık. ör. Defective
angioplasty n. kan damarı sayrılığı. closure of the diaphragmatic anlage
angitis n. damar şişliği. leads to wekness or partial-to-total
angle n. açı. absence of a region of the
angry adj. hiddetli, kızgın, öfkeli. diaphragm, usually on the left.
angrily adv. öfke ile. anlyroid adj. çengele benzer, çengel
anguish n. çok büyük acı, ızdırap, gibi.
keder. annectent adj. bağlayıcı, bağlayan.
anguished adj. acılı, kederli. annex v. eklemek, birleştirmek, tut-
angulation n. açı oluşumu; bir or- turmak.
ganda anormal açılaşma, bükülme. annexation n. ekleme, birleştirme.
anhelation n. solunum darlığı. annihilate v. yok etmek, kökten ka-
anhematosis n. bozuk kan oluşumu. zımak, ortadan kaldırmak.
anhydro- prefix. suyun alınması, çı- annihilation n. yıkım, yok etme.
karılması anlamına önek. announce v. bildirmek, haber vermek.
announcement 229 anteflexion

announcement n. bildirme, açıklama; anoxia n. oksijensizlik, anoksi. ör.


açıklanan. Artificial respiration is used to
annoy v. canını sıkmak, rahatsız et- prevent anoxia.
mek. ansa n. kavisli kıvrımlı herhangi bir
annoying adj. rahatsız edici. anatomik yapı.
annual adj. yıl, yılda, yıllık. answer v. yanıt vermek, karşılık ver-
annually adv. yıllık, yılda, yıllık ola- mek. n. yanıt, karşılık, cevap.
rak. ör. B. pertussis infects tens of answerable adj. sorumlu; güvenilir;
millions of children and causes uygun; karşılayan, karşı gelen.
hundreds of thousands of deaths ant n. karınca.
annually in the developing world. -ant, -ent suffixes. -yapıcı, yapan an-
annul v. iptal etmek, yürürlükten kal- lamına gelen eylemlerden ad ve sı-
dırmak. fat oluşturan sonelkler. ör. resistant
annular adj. halka şeklinde. dirençli. determinant belirleyen,
annulus adj. yuvarlak, açıklık, daire- belirleyici.
sel açıklık. antabuse n. alkolizmin sağaltılma-
anodal, adj. anod gibi, anoda ait. sında kullannılan ön ilaç.
anodyne n. ağrı giderici. antacid n. asitleri nötralize eden
anoia n. zihinsel gerilik. madde.
anoksia n. oksijen yetersizliği, okşijen antagonism n. karşıt, karşıtlık, karşıt
yetmezliği. etkinlik.
anomaly n. sapma, sapkınlık, anor- antagonist n. karşıt, etkin, muhalif.
malite. ör. Polycystic kidney disease antagonize v. karşı çıkmak, karşı
(a congenital anomaly that becomes koyma, karşı etki göstermek. ör.
apparent in adults) is responsible Movement of limbs is accomplished
for 10% of chronic renal failure in by muscle pairs that antagonize one
humans. another.
anopsia n. görme bozukluğu. ante- prefix. önce, öncesi, -den önce,
anorchism n. erkekte testis olmaması önceki anlamlarına önek. ör. an-
durumu. tenatal doğum öncesi. antedate
anorexia n. iştahsızlık. -den önce gelmek, -den önce olmak.
anoscope n. rektal incelemede kulla- ante-partum adv. doğum öncesi,
nılan alet. doğumdan önce.
anoscopy n. anüs muayenesi. antecede v. önde gitmek; önceden
anosmia n. koku alma duyusu yokluğu. olmak.
anostosis n. bozuk kemik oluşumu. antefebrile adj. ateş meydana gelme-
another adj. ek, bir fazla; birinciden den önce, ateş öncesi. ör. If
açıkca farkı olan; farklı fakat aynı antefebrile symptoms are treated,
karakterde olan. pron. farklı; ek; the patient may not develop a high
aynı türden biri. temperature.
anoxaemia n. kanda oksijen eksik- anteflexion n. öne, ileriye doğru
liği. eğilme.
antemortem 230 antiseptic

antemortem adv. ölümden önce. anticipate v. beklemek, ummak, ön-


antenatal adv. doğumdan önce. lemek; öngörmek, önceden tahmin
anterior adv. ön, ön taraf; erkenden, etmek. ör. The light-requiring steps
önce, önceden, önde, ön tarafta. ör. of photosynthesis anticipate the
The root of the tongue is found energy-requiring steps of respiration.
anterior to the epiglottis. anticipation n. beklenti, bekleyiş,
antero- prefix. önde, önce, önceden umma.
anlamlarına önek. in anticipation önceden, peşin ola-
anterosuperior adv. ön-üst, ön-üstte rak.
yerleşik, ön-üstte bulunan. ör. The in anticipation of sth göz önüne
cerebrum is anterosuperior to the alarak, ilerisini hesaba katarak.
cerebrum and medulla. anticodon n. mesajcı RNA kodonu-
antho- prefix. çiçek anlamına önek. nun karşıtı olan aktarıcı/transfer
ör. anthocyanin. RNA üçlüsü. ör. As each anticodon
anthologize v. bir antoloji içinde top- matches its codon in a massenger
lamak. RNA molecule, one more amino acid
anthophobia n. çiçek korkusu, çiçeğe is added to the polypeptide chain.
duyulan korku. anticus adv. ön, önceki; eski, önce-
anthorisma n. şişlik. den meydana gelen.
-anthous suffix. çiçek anlamına antidote n. bir zehire karşı etki gös-
sonek. ör. ananthous. teren ilaç.
anthropo- prefix. insanla ilgili, insa- antiemetic n. kusmayı önleyici ilaç.
na benzer, insan gibi anlamlarına antigen n. duyarlılık veya bağışıklık
önek. ör. anthropoid insana benze- yanıtı veren bir madde, antikor ya-
yen. anthropomorphic insan şek- pan madde; antijen.
linde; insan özellikleri olan. antigenic adj. antijen özelliği olan.
-anthropus sufix. insan anlamına antilemic adj. vebaya karşı etkili.
sonek. ör. meganthropus. antimony n. karşıtlık, zıtlık.
anti-, anta, ant- prefixes. karşıt, kar- antipathy n. yoğun hoşnutsuzluk;
şıtı, karşı etki gösterici; giderici, dü- beğenmeme; antipati.
şürücü, önleyici, -kıran anlamlarına antipyretic adj. ateş düşürücü.
önekler. ör. antitoxin zehir giderici. antiquity n. ortaçağdan önceki za-
antibiotic antibiyotik; bakteri öldü- man; çok eski; uzun zaman önce;
rücü. antibody kanda bulunan bak- çok eskilere uzanan.
teriyi etkisiz kılan veya yıkan mad- of great antiquity çok eski; çok es-
deler; antikor. kilere giden; çok eskiye uzanan.
antibacterial, adj. minican/bakteri antirabic n. kuduza karşı etki göste-
gelişimini önleyici, bakteri öldürü- ren ilaç.
cü, bakteriel gelişimi yok edici. ör. antiseptic adj. mikrop öldürücü. n.
Antibacterial sprays are useful in mikrop öldürücü olarak kullanılan
preventing infections from cuts and madde. ör. Since the use of
scrapes. antiseptics, many serious infections
antibechic adj. öksürük giderici. have been prevented.
antitussive 231 aphtha

antitussive adj., öksürük kesici/ ra- anywhere adv. hiçbir yer, hiçbir yer-
hatlatıcı, n. öksürüğün şiddetini de, bir yere, bir yerde, her hangi bir
azaltan ilaç. yer, her hangi bir yerde. ör. Solitary
antivenom n. yılan zehirine karşı kul- insulinomas are usually small and
lanılan ilaç. are encapsulated, pale to red-brown
antixerotic n. kuruluk önleyici. nodules located anywhere in the
antokinesis n. istemli davranış. pancreas.
anuria n. idrar yapamama, idrar çı- apandria n. erkeklerden hoşlanmama.
karamama. apart adv. ayrı, ayrı tarafta, ayrılmış.
anus, n. pl. ani sindirim kanalının en apart from -nın dışında, -den başka,
alt noktası, makat, anüs. ayrıca, üstelik.
anxietas n. endişe, yersiz korku. apathic adj. duygusuz, hissiz.
anxiety n. korku, kaygı, endişe, endi- apathy n. ilgi yokluğu, ilgisizlik, ka-
şelenme; çok isteme; hevesli olma; yıtsızlık.
bir iş yapmaya istekli olma. ape n. maymun; iri, kuyruksuz may-
anxious adj. endişeli, üzüntülü; is- mun.
tekli. naked ape n. çıplak maymun; insan
anxiously adv. merakla, sabırsızca. oğlu; insan soyu.
any adj. hiç; her; her hangi, bir, her aperiant adj. yumuşatıcı, müshil.
bir, bazı. pron. her hangi bir, her bir, apertura n pl. aperturae, aperture
her sayıda, herhangi miktarda. adv. açıklık, giriş; ağız.
belirli bir dereceye kadar, belirli öl- apex, apicis, n pl. apices. doruk, te-
çüye kadar. ör. Any condition that pe, dar sivri uç, zirve; kalp veya ak-
destroys part or all of the pituitary ciğer gibi konik veya pramidal bir
gland, such as ablation of the yapının en uç noktası. ör. There are
pituitary by surgery or radiation, triplets at the apex of each U-
can result in an empty sella. shaped loop of t-RNA.
at any rate en azından. apical adj. tepel, tepeyle ilişkili, te-
in any case ne olursa olsun. pede.
anybody birisi, bir kişi; herkes, kim aphagia n. yutma güçlüğü, yutamama.
olsa. aphasia n. sözcük oluşturma güçlüğü,
anyhow adv. nasıl olursa, her nasılsa. sözcük çıkaramama.
any longer artık. aphephobia n. dokunma, dokunulma
anymore artık, daha fazla. korkusu.
anyone pron. hiç kimse, her hangi bir aphonia n. konuşamama; konuşma
kimse. güçlüğü; ses çıkaramama.
anything her şey; herhangi bir şey; aphrasia, n. konuşamama.
hiçbirşey. aphrodisiac n. cinsel coşku uyandı-
anytime herhangi bir zaman. ran ilaç.
anyway adv. her halde, ne olursa ol- aphtha n. pl. aphthae beyaz nokta,
sun, nasıl olsa, bir biçimde, yine de, küçük ülser, kökeni bilinmeyen ağız
neyse. yaraları.
apico- 232 application

apico- prefix. tepe, zirve, doruk an- appeal v. başvurmak, hitabetmek,


lamlarına önek. cezbetmek. n. cazibe, çağrı, istek.
apiculate, adj. küçük bir noktayla son appealing adj. alımlı, çekici.
bulan. appear v. görünmek, ortaya çıkmak,
apiculus, n. bir mantarın birleşme olmak meydana gelmek; gibi gö-
noktasının bir ucundaki kısa, sivri rünmek. ör. In the human embryo,
uzantı. clusters of stem cells, called blood
apivorous adj. arıobur, arı ile besle- islands, appear in the yolk sac in
nen. the third week of fetal development.=
aplasia n. bozuk doku veya organ ge- İnsan embriyosunda, kan adacıkları
lişimi; doğuştan var olan eksik ve olarak adlandırılan kök hücre de-
yetersiz doku ve organ gelişimi. metleri, fetal gelişmenin 3. haftasın-
apnea, apnoea n. geçici solunum da vitellu kesesi içinde ortaya çıkar.
durması, apne. appearence n. görünme, ortaya çıkma.
apo-, ap- prefix. uzak, uzakta, ayrı, appease v. yatıştırmak, teskin etmek.
eksik, az anlamlarına önekler. ör. append v. eklemek; bağlamak; yedek
aphelion, apogamy, apocarpous. olarak eklemek.
apogee n. bir hastalığın en şiddetli appendage n. eklenen, eklenti; ana
evresi. yapıya eklenmiş ek işlev veya ölçü-
apophysis, n. pl. apophyses kemik- sü olan herhangi bir parça; bitki ve-
ten (dışa doğru) uzantı, büyüme. ya hayvan bünyesinde ortaya çıkan
apoplexy n. herhangi bir doku kana- farklı madde, farklı gelişme. ör.
ması (özellikle beyin dokusu); ka- There are literally hundreds of
nama nedeniyle bedenin iş göremez benign neoplasms arising from
hale gelmesi. cutaneous appendages.
apoplectic adj. apopleksi ile ilgili; appendant adj. ekli, asılı; birlikte
apopleksiden şikayetçi. olan, eşlik eden.
apostasis n. abse. appendicitis, n. körbağırsak yangısı.
apothecary n. eczacı. appendico- prefix. körbağırsak anla-
appal v. korkutmak. mına önek. ör. appendicular kör-
appalling adj. korku verici, korkunç. bağırsakla veya bir eklentiyle ilgili.
apparatus n. alet, aygıt, cihaz; birkaç appendix, appendicis, n. pl.
parçadan oluşmuş alet; özel bir appendices, appendixes apandis,
amaçla biraraya getirilmiş alet gu- körbağırsak.
rubu; bazı işlevlerin yerine getiril- appetite n. istek; iştah.
mesiyle ilgili bez, kanal, kan damar- appliance n. alet; apere.
ları, kaslar veya diğer anatomik ya- applaud v. beğenmek, taktir etmek;
pılar gurubu/dizgesi. alkışlamak.
apparent adj. açık, aşikar, ortada, apply v. uygulamak, kullanmak, yü-
besbelli; görünür, net. ör. Most rütmek, ilgilenmek.
ichthyoses become apparent either applicable adj. uygulanabilir.
at or around thr time of birth. application n. başvuru, baş vurma, is-
apparently adv. açıkca, görünürde. tek; uygunluk; uygulama; merhem.
applied 233 arch

applied adj. uygulamalı. hide, dikiş için iki ucu uygun yakın-
appoint v. atamak, tayin etmek, sap- lığa getirme.
tamak, randevu vermek.. apsychia n. bilinçsizlik.
appointment n. buluşma, randevu; apt adj. elverişli, uygun, olası.
atama, tayin. apt to -e eğilimli; -e yatkın.
apportion v. bölmek, bölüştürmek. aptitude n. yetenek, eğilim.
appraise v. değerlendirmek. aptitude test yetenek testi.
appraisal n. değerlendirme. aptitudeness n. uygun olma, uygun-
appreciate v. taktir etmek, kıymetini luk.
bilmek, beğenmek. aptyalism n. tükrük olmaması.
appreciation n. algılama, anlama, apyretic, adj. ateşsiz, nöbeti olma-
değerlendirme, beğenme, kıymetini yan, nöbetsiz.
bilme, taktir. apyrexia, n. ateş olmaması, ateş yok-
appreciable adj. önemli oranda, hatı- luğu, apireksi.
rı sayılır; takdir yeteneğinde olan, apyrexial, adj. ateşsiz.
kıymet bilen. aq. abv. L. , aqua su.
underappreciate v. kıymet bilme- aq.bull. abv. L. , aqua bulliens, kay-
mek, taktir etmemek, küçümsemek. nayan su anlamına kısaltma.
apprehend v. korkutmak, endişelen- aq.dest. abv. L. , aqua distillata da-
dirmek. mıtılmış su.
apprehension n. kavrama, kavrayış; aq.ferv. abv. L. , aqua fervens sıcak su.
endişe, şüphe. aq.frig. abv. L. , aqua frigida soğuk su.
apprehensive adj. endişeli, korkulu, aqua- prefix. su, deniz, suyla ilgili
korku içinde. anlamlarına önek. ör. aquatic suda
approach n. tarz, tavır, teknik, yön- yaşayan. aquaous sulu, su içeren.
tem, yaklaşım, yaklaşma. v. yak- aquaphobia, a. su ürküsü.
laşmak. aquatic, adj. suyla veya suda yaşayan
therapeutic approach tedavi yak- bir canlı organizmayla ilgili.
laşımı, sağaltımsal yaklaşım. aqueduct, n. kanal.
appropriate adj. uygun, elverişli. -ar suffix. yapısında, ait anlamında sı-
appropriately adv. uygun olarak. fat yapımında kullanılan sonek. ör.
approve v. beğenmek, uygun gör- polar.
mek. arachnoid n. ince doku; beyni ve
approval n. beğenme, uygun görme, omuriliği saran zar.
onay, geçerlilik, taktir. arbitrary adj. keyfi, göreli, rastgele.
approximate adj. ortalama, yaklaşık. arbor, n. pl. arbores anatomide dal-
approximal adj. yakın. ları olan agaçımsı yapı.
approximately adv. yaklaşık olarak. arborization, n. dallanma.
ör. Approximately 70 genetically arborize, v. dallanmak.
distinct types of HPV have been arc, n. kavis, eğri.
identified. arcade, adj. eğrilmiş, kavislenmiş.
approximation n. kesin olarak doğru arcate adj. kavisli, eğrili.
olmayıp amaca yeterli sonuç; cerra- arch, n. kavis, eğri.
arch- 234 arrival

arch- , arche- , archi- prefix. en yük- arise (from) v. çıkmak, ortaya çık-
sek sınıftan; en yüksek dereceden; mak, görülmek, -den ileri gitmek,
asıl; temel; esas anlamlarına önek. doğmak, kaynaklanmak, köken al-
ör. our archenemy asıl düşmanı- mak. ör. The most frequent childhood
mız; en kötü düşmanımız. cancers arise in the hematopoietic
archepyon n. çok koyu irin. system, nervous tissue, soft tissues,
-archy suffix kural; yasa; devlet an- bone, and kidney. = En sık çocukluk
lamlarına ad yapım soneki. ör. kanserleri hematopoietik sistem, si-
anarchy, monarchy, oligarchy. nir dokusu, yumuşak dokular, kemik
-ard suffix kötü nitelikte anlamına ad ve böbreklerde ortaya çıkar.
yapım soneki. ör. drunkard. Aritamic Acid n. C vitamini, askorbik
arcus n. L. kavis, eğri. asit.
ardent adj. hararetli, ateşli, gayretli. -arium prefix. yer, ev, evi anlamlarına
arduous adj. güç, çetin. sonek. ör. planetarium, terrarium.
area n. alan, bölge, saha. arm n. kol, dal.
areate, areatus adj. yamalı alanlarda armistice n. ateşkes, mütareke.
olan, sınırlı alanlarda meydana ge- aroma n. çok güçlü güzel koku; belli
len. bir niteliği gösteren görünüm, duy-
areflexia n. refleks yitimi. ör. Areflexia gu veya belirti.
is a common result of injury to the around adv. etrafında, etrafına, her
spinal cord. yanında, her yanına; bir yerden baş-
arenoid adj. kum gibi; kuma benzer. ka bir yere, oraya buraya; yaklaşık,
areola n. pl. areolae belirli bir bölge- sularında, civarında. prep. her ya-
de renk halkası, areolar dokuda bir nından, çevresinden, dört bir yanın-
alan; küçük alan. dan.
argentation, n. gümüş tuzuna batırma. arouse v. harekete/eyleme geçirmek.
argentic adj. gümüş içeren. arrange v. düzelmek, sıraya koymak,
argentine, adj. gümüşe benzeyen, düzenlemek, hazırlamak.
gümüş içeren, gümüşle ilgili. arrangement n. düzenleme, sıraya
argentum, n. L. , pl. argenti gümüş. koyma, hazırlık.
argue ( about/over ) v. tartışmak, iti- array v. dizmek, sıralamak, sıra dizi.
raz etmek, fikir ileri sürmek. arrears n. geri kalan iş, ödenmemiş
argue ( into/out of ) birisini bir şey borç.
yapmaya ikna etmek/edememek. arrest v. yakalamak, tutmak. n. dur-
argueable adj. olası, tartışılabilir. ma, tutulma.
argument n. tartışma. cardiac arrest kalp durması.
-arian suffix. belirli birşeye inanan arrhythmia n. normal ritim bozuklu-
veya belirli birşeyle ilgili anlamla- ğu.
rına sonek. ör. a vegetarian et ye- arrive v. varmak, ulaşmak, gelmek;
meyen bir kişi. a librarian kü- başarmak.
tüphane görevlisi. arrival n. gelme, geliş, varma, ba-
arid adj. kuru, cansız, yavan. şarma.
arsenic 235 as a result of

arsenic n. atom numaraso 33 olan articulation n. birleşme; eklem.


metalik element, arsenik. artificial adj. yapay, yapma, taklit.
arteria n. pl. arteriae, arteriaa kan artificial insemination yapay döl-
damarı, arter. leme.
arterial adj. arterle ilgili. artificial respiration yapay solunum,
arterialize v. kirli kanı temizlemek. suni teneffüs.
arteriola, arteriole, n. pl. arteriolae. artificially adj. yapay olarak.
küçük kan damarı. artropathy n. eklem rahatsızlığı, ek-
arteriolo- prefix. küçük kan damarı lem sayrılığı.
anlamına önek. ör. arteriology kan
-ary ...ile ilgili anlamına sonek. ör.
damaro anatomisi.
arteriovenous adj. hem arter hem de customary geleneksel. planetary
venlerle ilgili. bodies gezegenler.
arteritis, n. kan damarı yangısı. as conj. gibi, kadar, olarak, -için,
arteroid n. küçük kan damarı. -diği için, -dikçe, -diğinden, çünkü,
artery n. kalpten kan taşıyan damar, -den dolayı, iken, ...mekle beraber.
arter, atardamar. ör. As tumors of the mmune system,
artery, n. kalın-duvarlı, kassal, atıcı, lymphoid neoplasms tend to disrupt
kalpten kan taşıyan kan damarı; ar- normal regulatory mechanisms. =
ter. Bağışıklık sistemi tümörleri olarak,
arthr- , arthro- prefixes. eklem an- limfoid kanserler normal düzenleyi-
lamına önekler. ör. arthralgia ek- ci mekanizmaları bozma eğilimin-
lemde ağrı. arthromere kenenin ti- dedirler.
pik vücut segmentlerinden birisi. as (adj/adv) as kadar. ör. How and
arthralgia n. eklem ağrısı. why autoreactive B cells and T cells
arthritis n. eklem yangısı. develop is as mysterious in the
arthrocace n. eklem ülseri. inflammatory myopathies as it is in
arthrolith, n. bir eklem içinde gevşek other presumed autoimmune diseases.
bir cisim. = Otoreaktif B hücreleri ve T hüc-
arthrology n. eklem-bilim.
relerinin nasıl ve niçin geliştiği di-
arthropathy a. eklem rahatsızlığı,
ğer varsayımsal otoimün hastalık-
eklem sayrılığı
arthrophyma n. eklem şişliği. larda olduğu kadar yangılı
arthropyosis n. eklem irinlenimi, ek- miyopatilerde (de) anlaşılmazdır. //
lemlerde irin birikimi. The skeletal system is as vital to life
arthrosclerosis n. eklem sertliği. as any organ system because it
arthrosis n. kemikler arasındaki bir- plays an essential role in mineral
leşme; bir eklemde görülen bozuk- homeostasis.
luk. as a consequence sonuçta, sonuç ola-
article n. yazı, makale. rak.
articular adj. eklemsel, oynak. as a matter of fact aslında, doğrusu,
articulate v. birleşmek; ifade etmek; zaten.
konuşmak. adj. açık, anlamlı, anla- as a result of sonuçta, sonucu olarak.
şılır. ör. In the standing position, as a
as a rule 236 ascendancy

result of the effect of gravity on the cases, perhaps in as many as 70%,


blood, the mean arterial blood marrow failure results from
pressure in the feet of a normal inhibition of stem cell proliferation
adult is 180-200 mm Hg and venous and differentiation by activated T
pressure is 85-90 mm. =Ayakta du- cells.= En son çalışmalar, vakala-
rur konumda, yer çekiminin kan rın büyük bölümünde, belki de
üzerindeki etkisinin sonucu olarak, %70’e kadarında, aktive edimiş T
normal bir yetişkinin ayaklarındaki hücreleriyle ilik eksikliğinin kök
ortalama arterial kan basıncı 180- hücre üreme ve farklılaşmasından
200 mm civa ve venöz basınç 85-90 kaynaklandığını akla getirir.
mm civadır. as much böyle, böylece, böylelikle.
as a rule genellikle, çoğunlukla. as much as kadar.
as against karşılaştırıldığında. as near as kadar yakın.
as at/of ...tarihinde, -de. as of/from -den beri, -den itibaren;
as far as kadar, kadarıyla. -den başlayarak.
as far as ... (I am) concerned (bana) as one man beraber, birlikte.
kalırsa, bence, vb. as opposed to aksine, tersine.
as far as I can elimden geldiği kada- as regards -e gelince; konusunda.
rıyla. as ... (so) ... oldukça ... olur.
as far as I know bildiğim kadarıyla. as soon as -ince, -unca, ...er ...mez, ...
as far as possible mümkün olduğu olur olmaz, yapar yapmaz.
kadar uzak, olabildiğince uzak. as such nedenle, nedeniyle.
as follows şöyle ki, aşağıdaki gibi. as to -e gelince, hakkında, ilgili ola-
as for -e gelince, ilgili olarak. rak.
as good as hemen hemen, yaklaşık. as the name implies adından anla-
as if / though sanki, gibi, güya, -mış şılacağı gibi.
gibi. as usual herzamanki gibi.
as is olduğu gibi, bir değişiklik ol- as well dahi, de.
maksızın. as well as ayrıca, bir de, üstelik, ek
as is well known çok iyi bilindiği gi- olarak, yanı sıra; kadar, gibi. Sör.
bi. ör. As is well known, glycogen is The entire mucosal surface as well
a storage form of glucose. = Çok iyi as the lining of the gastric pits is
bilindiği gibi, glikojen glükozun composed of surface faveolar cells.
depolenmış şeklidir. as yet şimdiye dek; şimdiye kadar, şu
as it is aslında, gerçekte. ana dek.
as it were bir bakıma, deyim yerin- so as to -mek için, -mak için.
deyse, denebilir ki. such as gibi, örneğin.
as known bilindiği gibi. the same as gibi.
as long as –dığı sürece, -den dolayı, ascariasis n vücudun yuvarlak kurt-
ise. larla sarılması.
as many as kadar. ör. Recent studies ascend v. çıkmak, yükselmek.
suggest that in a large proportion of ascendancy n. üstünlük.
ascending 237 associate with

ascending adj. çıkan, yükselen. aspiration is less invasive and more


ascendant adj. çıkan, yükselen, yuka- rapidly performed than are needle
rıya doğru giden. ör. The ascending biopsies.
colon rises on the right side of the aspirator n. emerek sıvıları çekmede
body. kullanılan araç, aspiratör, emici,
ascertain v. doğrulamak, belirlemek. emmeç.
ascites (dropsy) n. karında vücut sı- aspire v. heveslenmek.
vısı birikimi. aspiring adj. hevesli, istekli, aç göz-
ascribe to v. atfetmek, vermek, bağ- lü; sabırsız.
lamak. asplenia, n. doğuştan veya sonradan
asepsis n. enfeksiyon veya patojenik dalak yokluğu.
maddenin bulunmaması, mikrop bu- asplenic, adj. dalağı olmayan.
lunmaması, mikropsuzluk; asepsi. asporous, adj. spor üretemeyen.
aseptic, adj. mikropsuz, steril. assail v. saldırmak.
asexual adj. cinsiyetsiz, eşeysiz; sek- assasinate v. katletmek, öldürmek.
se arzu, ilgi duymayan. assasination n. tasarlayarak öldürme.
ash n. kül. assault v. saldırmak, hücum etmek;
ashen adj. kül rengi; kül gibi. tecavüz etmek.
ashamed adj. mahcup, utanmış, uta- assay v. ölçmek; muayene etmek. n.
nan. saflık testi, deneme.
aside adj. kenar, bir taraf. assemble v. birleştirmek, biraraya ge-
aside from -den başka.
tirmek.
asiderosis n. demir eksikliği.
assembly n. birleştirme.
asitia n. yiyeceklerden hoşlanmama.
assert v. savunmak; ileri sürmek.
ask v. sormak, istemek.
assertion n. ileri sürme, savunma,
ask after v. bilgi sormak.
ifade.
ask for v. istemek, sormak.
assess v. değerlendirmek.
ask out v. birisine çıkmayı önermek.
ask over v. evine davet etmek. assessment n. değerlendirme.
asleep adj. uykuda; işlevsiz; ölü. assets n. mal, servet, varlık.
aspect n. görünüş, taraf, cephe. assign v. atamak, tayin etmek, ver-
aspermatism n. sperm oluşamama mek.
durumu. assignment n. atama, tayin; ödev.
asphyxia n. solunum yolları tıkanık- assimilate v. özümsemek, benzemek,
lığı nedeniyle solunumun durması. kaynaşmak, sindirmek.
aspirate v. emmek, çekmek, içine assimilation n. özxümseme.
çekmek, içine çekerek uzaklaştır- assinine adj. aptal; alık.
mak. n. içe çekilen yabancı cisim, assist v. yardım etmek.
yiyecek, tükürük içeren mide içeriği assistance n. destek, yardım.
veya sıvısı. associate v. birleştirmek.
aspiration n. soluk alma; emme, associate with v. bağlantılı olmak,
çekme; arzu, özlem. ör. Fine-needle ilişkili olmak.
associated 238 at a stroke

associated adj. birleşik, birleşmiş, astonishment n. şaşkınlık, hayret.


bağlantılı. ör. Cholesteatomas astound v. şaşırtmak, hayrete düşür-
associated with chronic otitis media mek.
are not neoplasms, nor do they astral adj. yıldızlarla ilgili.
always contain cholesterol. astro- prefix. yıldızlar, gezegenler,
association n. toplaşım, birleşme, uzay anlamlarına önek. ör. astro-
bağlantı, birlik; kurum; çağrışım; physics yıldız bilimi.
topluluk. ör. As with other immune astroid adj. yıldız şeklinde.
diseases, Sjögren syndrome shows astringent adj. büzücü, salgıyı dur-
association with certain HLA durucu; kasılmaya ve salgının dur-
alleles. = Diğer otoimün hastalık- masına neden olan.
larla olduğu gibi, Sjögren sendromu asymmetry n. oransızlık.
belirli alellerle bağlantı gösterir. asynergy n. iletişim eksikliği, ileti-
assort v. ayırmak; türüne göre grup- şimsizlik.
lara bölmek. at prep. 1. yer belirtir: at the station /
assortment n. ayırma. at the door / at my house. We
assuage v. azaltmak, hafifletmek; arrived at the air-port. 2. zaman
tatmin etmek. olarak tam bir noktayı verir: at 9
assume v. varsaymak; halini almak. o’clock. 3. zaman süresini verir: She
assuming that varsayalım ki. ör. often works at night. 4. yönelim be-
Assuming that a genetic susceptibility lirtir: He shot at the rabbit, but
predisposes to autoimmune missed it. Look at this. He shouted
destruction of islet cells, what at the girl. 5. bir eylem veya duy-
triggers the autoimmune reaction? gunun nedenini belirtir: She
assumption n. varsayma, varsayım. laughed at his joke. I was pleased at
assure v. temin etmek, güvence altına her behaviour. 6. birisinin bir iş ko-
almak, ikna etmek. nusundaki yeteneğini belirtir. She is
astasia n. ayakta duramama. good at languages. She is clever at
asterixis n. istemsiz seğirme eylemleri. arranging things. I am bad at math.
asteroid adj. yıldız şeklinde. 7. belirli bir işi, süren bir etkinliği
asthenia n. güç yitimi, güçsüzlük. gösterir: I never shout at school.
asthma n. solunum güçlüğü, astım. Those two countries are at war. 8.
asthmatic adj. solunum güçlüğü çe- fiyat, oran, düzey, yaş, hız, v.d. gös-
ken, astımlı, astımla ilgili. terir: to drive at 120 km an hour. I
astomatous adj. ağzı olmayan, girişi saw her at a distance. Sold at 10
olmayan. cents each. 9. sıfatların üstünlük de-
astomia n. doğuştan ağzı/girişi ol- recelerini belirtirken kullanılır: at
mama. least / at worst.
astonish v. hayrete düşürmek, şaşırt- at a loss boşuna; şaşkın.
mak. at a profit kârla.
astonishing adj. şaşırtıcı, hayrete dü- at a stroke tek bir eylemle; tek bir
şürücü. kararla.
at a time 239 athirst

at a time her defasında. at the drop of a hat alelacele, ça-


at a/at ... yalnızca birisinin sonucu bucak, hazırlanmadan.
olan. at the end sonunda.
at all hiç, hiç bir surette, katiyyen, as- at the expense of hasar veya kay-
la. bıyla, mal olmasına karşın.
at all costs ne olursa olsun. at the moment şu anda.
at all events her durumda. at the same time ancak, aynı za-
at all times her zaman. manda.
at any rate en azından, her nasılsa, at the time being şu anda, şimdilik.
her halde. at the top en üstte.
at best en iyimser görüşle. at the usual time her zamanki gibi.
at ease rahat sakin, sinirli olmayan, at times ara sıra, bazan, zaman za-
içi rahat. man.
at fault hatalı, hata, yanlış. at will (as wished) istenirse, isten-
at first önce, ilk olarak. diğinde.
at first sight ilk görüşte; ilk bakışta. at work işte.
at hand yakında; eli kulağında. atactitia n. dokunma duyusu yitimi.
at last sonunda. ataraxia, a. sakinlik, rahatlık.
at least (most) nasıl olsa, nasıl olur- ataxia n. sinir sistemi rahatsızlığının
sa, nasılsa, herhalde, ne ise; en neden olduğu koordine hareket yi-
azından. timi, ataksi.
at leisure boş zamanda.
-ate suffix. 1. sahiplik; şeklinde, gibi;
at length en sonunda; ayrıntılarıyla.
genel özellikleri olan; türetilmiş bir
at most en fazla.
madde anlamlarına sonek. ör.
at no time asla, katiyyen.
nervate, lyrate, latinate, stearate,
at once adv. aniden, ansızın, derhal,
nitrate. 2. -landırmak anlamına ge-
hemen.
len eylem yapım eki. ör. aerate,
at one time geşmişte bir zamanda.
at peace barışta. pollinate. 3. sıfatlardan ad türeten
at present günümüzde. şimdi; şu anda. sonek. ör. associate. 4. ad ve sıfat-
at random rastgele. lardan eylem türeten sonek. ör.
at sea şaşırmış. aggregate, conjugate.
at sight görünürde. athero- prefix. yumuşak anlamına
at that bununla birlikte; bunun ya- önek. ör. atheroma, atherosis.
nında; ...den başka; ayrıca; ek ola- atheroma n. kan damarı iç tabaka-
rak; bundan başka; bunu izleyerek; sında yağ birikimi, damar sertleş-
aşağıdaki; bunun sonucu olarak. mesi.
at that point o aşamada, o noktada. atherosclerosis n. bir tür arter sert-
at that / this rate bu koşullarda. leşmesi, daralması.
at the best of times en elverişli ko- athetosis n. yineleyici, istemsiz ha-
şulda. reket yavaşlığı.
at the bottom en altta. athirst adj. aç; istekli, arzulu.
Athlete’s Foot 240 attribute to

Athlete's Foot n. ayakta mantar has- attain v. varmak, ulaşmak.


talığı. attainment n. başarma, ulaşma, ver-
-athon suffix. belirli bir şeyi çok uzun me.
süre yapan anlamına sonek. ör. a attempt v. çalışmak, girişmek, dav-
swimathon, a talkathon. ranmak. n. çaba, girişim, kalkışma,
athrombia n. bozuk kan pıhtılaşması. girişme, deneme, çalışma.
-ation –suffix. me, -lik anlamlarına ad attend v. devam etmek, gitmek.
yapım soneki. ör. examination, attend to v. dikkat etmek, özen gös-
combination. termek.
-ative suffix. hoşlanan, eğiliminde attendant n. eşlik eden, refakatci,
olan anlamlarına sıfat yapım soneki. bakmayı üstlenen.
ör. talkative, imaginative. attending adj. eşlik eden, katılan.
atmo- prefix. buhar, buharlı, buharla attention n. dikkat, özen. v. dikkat
ilgili anlamlarına önek. ör. atmos- pay attention v. dikkat etmek. özen
phere. göstermek.
atocia n. dişilerde kısırlık. attentive adj. dikkatli, ilgili, dü-
atopy n. alerji. şünceli, uyanık.
atopic adj. alerjik. attentively adv. dikkatle, özenle.
-ator suffix. yapan, meydana getiren, attenuation n. zayıflama, incelme;
üreten anlamlarına sonek. ör. a azaltma, seyreltme.
generator, a narrator attest to v. doğrulamak, kanıtlamak,
atoxic adj. zehirli olmayan. iddia etmek.
atrichia n. tüy, kıl bulunmaması, kıl- attitude n. davranış, duruş, eğilim,
lanma olmaması. tavır, vaziyet.
atrophy n. normal gelişmiş organ ve- attract v. çekmek. n. çekme. ör. The
ya dokuda büyüme. v. bozmak; git- sudden infant death syndrome
tikçe zayıflamak, eriyip bitmek. ör. (SIDS), in which apparently healthy
A muscle that is not used may infants are found dead, often in
atrophy. // Eighth nevre deafness their cribs, has attracted a great
and optic nevre atrophy develop deal of attraction. Açık olarak sağ-
secondary to meningovascular lıklı görülen bebeklerin, karyolala-
syphilis. rında sıklıkla ölü bulunduğu ani be-
attach v. birleştirmek; bağlamak. ör. bek ölüm sendromu çok dikkat çek-
Benign mesothelioma is a localized mektedir.
growth that is often attached to the attraction n. çekme, çekim, cazibe;
pleural surface by a pedicle. albeni.
attachment n. bağ, bağlantı, bağlılık. attractive adj. çekici, çeken, alımlı.
be attached to bağlı, -e bağlı. attractively adv. çekici, cazip.
attack v. saldırmak, tecavüz etmek. n. attribute v. bağlamak; -e yormak. n.
saldırı, tecavüz; (var olan hastalı- nitelik, özellik.
ğın) alevlenmesi, şiddetlenmesi. ör. attribute to v. -e bağlamak, -e ver-
anginal attack. mek.
attributable 241 avascular

attributable adj. bağlanabilir, atfe- author n. yazar.


dilebilir. ör. More than 95% of the authoress n. kadın yazar.
biliary tract disease is attributable authorize v. yetkili kılmak.
to cholelithiasis (gallstones). authorities n. doğru bilgi kaynağı.
attribution n. yorma, bağlama. authority n. otorite, erk.
attune v. alıştırmak, uydurmak. authorized adj. yetkili.
atypical adj. bir tipin bilinen şeklinde autism n. bir tip çocukluk şizofrenisi;
olmayan, atipik. otizm; içe kapanma.
auction off v. açık arttırma ile sat- autistic n. içe kapanan, otistik.
mak. auto- prefix. öz, kendi anlamına önek.
auburn n. kırmızımsı kahverengi. ör. autogermic kendi kendine üre-
audacious adj. cesaretli, atılgan. yen. autoimmunity öz bağışıklık.
audible adj. duyulabilir, işitilebilir. autovaccine özaşı.
audibility n. işitebilme, işitilebilme autoclave n. kısırlaştırıcı.
yeteneği. autodigestion n. kendi kendini do-
audient adj. işiten, dinleyen. yurma.
audile adj. işitme ile öğrenebilen; autoerotism n. kendi kendini tatmin.
uyarıcı, uyaran. autointoxication n. vücutça oluştu-
auditive adj. işitsel, işitme duyusu ile rulan toksinlerle zehirlenme.
ilgili. autokinesis n. istemli hareket.
auditory adv. işitsel, işitmeyle ilgili. automatic n. istemsiz davranış.
audio- prefix. ses ve işitme anlamla- autonomic adj. eylemde veya işlevde
rına önek. ör. audiometer. bağımsız.
audiology n. işitme bilimi. autopsy n. ölüm nedenini bulmak
auditorium n. toplantı salonu. üzere ölümden sonra vücudun
augment v. çoğaltmak, artırmak. ör. muayenesi, otopsi.
Insulin augmernts the absorption of autosome n. cinsiyeti belirlemeyen
kromozom. ör. The information for
amino acids from the blood into
determining sex is not present on
body cells.
the outosomes.
augmentation n. çoğaltma, arttırma,
autotoxin n. vücutta oluşan zehir.
artış.
auxesis n. hacim olarak genişleme.
aura n. bir sayrılık öncesi belirti du-
auxiliary adj. yardımcı.
yusu.
available adj. hazır, elde edilebilir,
aural adj. kulakla ilgili.
elverişli, kullanılabilir; elde/mevcut
auris n. kulak. olan. ör. With knowledge of the
aurum n. altın elementi. nature of mutations available at the
auric adj. altınla ilgili. DNA level, diagnosis of a mutation
auscultate v. dinlemek, oskülte et- is aimed at direct examination of an
mek. individual’s DNA.
auspice n. destek, koruma. avalvur adj. kapaksız.
authentic adj. gerçek, doğru, inanılır, avascular adj. kansız; çok az kan
otantik. damarı olan.
avenge 242 azymic

avenge v. öç almak; acısını çıkart- award v. vermek.


mak; birisini yaptığı kötülükler ne- aware adj. farkında.
deniyle cezalandırmak. awareness n. farkındalık, farkında
aver v. doğrulamak, onaylamak, doğ- olma.
ru olduğunu bildirmek. away adv. uzak, uzakta, ötede, öteye,
average n. ortalama; yaklaşık, aşağı -den, -dan.
yukarı, vasat, orta. be away uzakta olmak.
on the avarage ortalama olarak. be away on holiday tatilde olmak.
averse adj. isteksiz. awe n. korku.
avert v. önlemek. awful adj. berbat, çirkin, korkunç.
avian adj. kuşlarla ilgili. awfully adv. berbat şekilde.
avid of/for adj. istekli, hevesli. awfully nice olağanüstü güzel.
avidly adv. havesle, can atarak, çok awkward adj. beceriksiz, sakar, han-
isteyerek, hırsla. ör. About 95% of tal; biçimsiz; zor, güç, tehlikeli.
secreted bile salts is avidly awkwardly adv. beceriksizce, kaba
reabsorbed in the intestines, primarily saba.
in the işleum, and returned to the axis n. eksen. ör. The earth’s axis
liver by portal blood. extends through the North and
avidity n. isteklilik, heveslilik. South poles.
avitaminic acid n. vitamin C; axite n. akson'un uç liflerinden biri.
askorbik asit. axo- eksen anlamına önek. ör.
avitaminosis n. vitamin yetmezliğin- axoaxonic, axofugal.
den kaynaklanan sayrılık. azo-, az- prefixes. nitrojen grubu var-
avoid v. sakınmak, kaçınmak, yap- lığını gösteren önekler. ör. azole,
mamaya çalışmak. azo-benzene.
avoidable adj. kaçınılabilir, önlene- azoic adj. canlı hiçbirşey içermeyen;
bilir. organik yaşam belirtisi olmayan.
avoidence n. geri durma, kaçınma, azoospermia n. semende sperm bu-
sakınma. lunmaması; sperm yokluğu.
avoirduposis n. ağırlık; kilo. azotemia n. nitrojen.
avow v. açıkca söylemek, beyan et- azotized adj. nitrojen içeren.
mek. azoturia n. idrarda ileri dercede üre
avulsion n. bir parçanın yırtılıp düş- azalması.
mesi; zorla ayırma; yırtıp atma; do- azygous adj. çift oluşturmayan; tek
kunun yırtılması. başına meydana gelen; tek.
awake adj. uyanık. azymic, azymous adj. enzim içer-
awaken v. uyanmak, uyandırmak. meyen; fermente olmamış.
award v. ödüllendirmek. n. ödül.
B,b

B. temel, esas, baz, ABO kan grubun- back n. arka; bakan kişiye göre arka
dan bir insan kan tipi v.b. anlamına cephe; önün karşıtı, geri; sırt. v. ar-
gelen kısaltma. ka çıkmak, desteklemek; geri gö-
b. kan; iki kez anlamlarına kısaltma. türmek; bahis oynamak; pusulaya
babble v. anlamsız sesler çıkarmak; göre yön değiştirmek. adj. önceki;
saçma sapan konuşmak. n. anlam- arka, arkasında, arkada, arkaya. adv.
sız, saçma konuşma; lakırtı, geveze- yeniden, tekrar; geriye, geri.
lik; sürekli mırıltı sesi. at one's back hemen arkasından iz-
babe n. bebek; yenidoğan. leyen; destekleyen.
baboon n. genus Papio türü birkaç at the back of gerisinde, arkasında.
asal Afrika maymun ailesinden her- back ache sırt ağrısı.
hangi biri. back down bırakmak, vazgeçmek.
baby n.yenidoğan, bebek, küçük ço- back off geri çekilmek, vazgeçmek.
cuk, infant. back out of bir iş bitmeden çekilmek,
blue baby siyanozlu doğmuş çocuk. geri çekilmek, sözünden dönmek.
blueberry muffin baby mor renkli back to back sırt sırta.
deri lezyonyla doğmuş çocuk. back to front önü arkaya gelmiş; ters
collodian baby doğuştan açık kırmı- giyilmiş; tersyüz; bütün olarak; ba-
zı, parlak, saydam derili çocuk. şından sonuna.
test-tube baby yapay döllenme ile back up v. desteklemek, tarafını tut-
doğmuş çocuk. mak. n. destek. adj. ekstra; yedek,
yardımcı.
baby talk n. bebeğin ilk konuşmaları;
backbone n. omurga, belkemiği.
çocuk mırıltıları; yüzeysel konuş-
backbreaking adj. ileri derecede fi-
ma.
ziksel çaba gerektiren; yorucu; bık-
baby tooth n. süt dişi.
tırıcı; bezginlik verici, ezici.
babyish adj. bebek gibi; çocuksu; ol-
backdoor adj. gizlice yapılan; gizli.
gunlaşmamış.
backer n. birisini destekleyen kişi.
babysit v. çocuğa bakmak.
backflow n. geri akış.
bacca n. böğürtlen vb. çekirdeksiz, background bir kişinin geçmiş dene-
sulu, küçük boyutlu meyve. yimi, bilgisi ve eğitimi; geçmiş; ar-
baccate adj. böğürtlen şeklinde. takalan; artyetişim.
bacciferous adj. böğürtlen şeklinde. backing destekleme; destek.
bachelor n. evlenmemiş erkek; bekar. backseat n. geri, arka sıra; ikinci sı-
bacillary adj. bacillus bakterisi ile il- rada; arkada; yardımcı, ek konum-
gili; ona benzeyen; çubuk şeklinde. da; arka planda.
bacillemia n. kanda basil varlığı. backside n. bir nesnenin arka kısmı.
bacilliform adj. basil şeklinde; çubuk backstage adj. halka açık olmayan;
şeklinde. gizli; saklı.
bacilluria n. idrarda basil varlığı. backward(s) geriye doğru, arkaya
bacillus n. pl. bacilli çubuk şeklinde- doğru, başlangıç noktasına doğru;
ki mikroplar; basiller. gelişmesi yavaş; aptal.
backwards 244 balance

backwards and forwards ileri geri. act in bad faith dürüst davranma-
behind one's back birisinin bilgisi mak; sözünü tutmayacak şekilde
veya onayı olmadan; arkasından. davranmak.
get one's back up kızdırmak, inatçı badly adv. kötü bir şekilde; kötü bir
kılmak. tavırla.
go back on sözünü tutamamak. badly mistaken kötü biçimde yanıl-
have/with one's back to the wall mış.
birisinin kaçamayacağı umutsuz bir badness n. kötülük.
durumda; çok güç durumda. bad-tempered adj. aksi, huysuz.
in back of arkasında. get bad v. bozulmak, çürümek.
keep back alıkoymak, saklamak. go bad v. bozulmak, kötüleşmek.
on one's back yatalak, yataktan go from bad to worse giderek kö-
kalkamaz durumda. tüleşmek.
pay back v. geri vermek. go to the bad kötü yola sapmak.
put one’s back into çok sıkı çalış- have/get bad name saygınlığını yi-
mak. tirmek.
put one’s back up birisini rahatsız in a bad sense kötü anlamda; kötü
etmek. bir anlam yükleyerek.
turn one's back on kızgınlıkla dö- in a bad way çok hasta; ciddi soru-
nüp gitmek; yardımdan kaçınmak. nu var.
bacteria n. bakteriler; mikroskopla in bad zor durumda; kötü durumda.
görülebilen canlı organizmalar, not half bad, not so bad nispeten
minicanlılar. iyi; göreceli olarak kötü olmayan.
bacteremia n. kanda bakteri bulun- bag n. kese; çanta; çuval; torba. v.
ması. çuvala doldurmak; sarkmak; şişmek.
bactericide n. bakteri öldüren (ilaç). bag of waters dölyatağında fetüsü
bactericidal adj. bakteri öldüren/yı- çevreleyen sıvı.
kan. ör. Bactericidal agents prevent bag-worm n. Psychidae ailesinden
many bacterial infections. birkaç güvenin herhangi birisinin
bacteriuria n. idrarda bakteri varlığı. larvası (bitki yaprakları ile beslenir).
bacterio-, bacteri-, bacter- prefixes. baggy adj. gevşek; sarkık; serbestçe
bakteri, bakteriel etkinlik, bakteri- sarkan; dökülen.
lerle ilişki anlamına önekler. ör. bagassosis n. akciğer sayrısı.
bacteriophage n. bakteri öldüren bail out v. boşaltmak, serbest bırak-
mikroskopik, genellikle viral bir mak.
canlı organizma. bacteroid adj. n. bake v. fırında pişirmek, fırınlamak.
bakteriye benzeyen; bakteri şeklinde. balance n. denge, tartı aleti. v. den-
bacteriosis n. minican bulaşımı. gede tutmak, dengelemek.
bad n. olması gerektiği gibi olmayan; balance out v. dengelemek.
kötülük. adj. kötü; zararlı, hasta, el- acid-base b. asit-baz dengesi.
verişsiz, yaralı, hatalı. adv. kötü bir fluid b., water b. su alım ve su
şekilde. kaybı dengesi.
balanitis 245 basiphobia

balanitis n. penis veya klitoris ucu bare adj. boş; çıplak; düz.
yangısı. barely adv. ancak, zorlukla; açıkça,
balano- , balan- prefix. kamış/penis net olarak; basit olarak, temel ola-
başı anlamına önek. rak.
balanus n. penis veya klitoris ucu. bargain v. pazarlık etmek, ticaret
balbuties n. kekeleme; kekeleyerek yapmak. n. pazarlık.
konuşma; peltek konuşma. bark v. havlamak. n. ani, keskin ses;
balanopreputial adj. penis ucu ile il- kabuk; ağaç kabuğu.
gili. barking adj. havlar tarzda.
bald adj. saçı olmayan, kel; düz, çıplak. baro- prefix. ağırlık veya basınç an-
balding adj. kelleşen; düz, çıplak ha- lamına önek. ör. baroreceptor,
le gelen. baroscope.
baldness n. kellik. barren adj. üretken olmayan, çorak,
baleful adj. kötü, zararlı. kısır; çocuksuz.
balk v. bozmak; engellemek; önüne barrier n. tıkaç; engel.
geçmek; ilerlemeyi reddetmek; ani- bary- prefix. ağır anlamına önek. ör.
den geri çevirmek; kaçırmak. n. en- baryphonia, baryta.
gel. baryecosis n. sağırlık, duymama.
ball n. top; yuvarlak; küre. basal adj. temel, asıl.
balloon n. balon. v. balon gibi şişmek. basal metabolic rate bir organizma-
ballooning n. bir vücut boşluğunun nın enerji kullanım hızı.
şişmesi. basal metabolism bir organizmanın
balm n. yatıştırıcı merhem. dinlenme halinde yaşamsal işlevle-
balmy adj. hoş davranışlı; hafif ve rini sürdürmek için gerekli en düşük
hoş. enerji miktarı; asal yapımyıkım.
balneotherapy n. banyo uygulanarak base, basis v. kurmak; dayandırmak;
yapılan sağaltım.
dayanak noktası olarak almak, oluş-
ban v. yasaklamak. n. yasak.
turmak, yapmak. n. ana bölüm; te-
band n. bağ. v. bağlamak, birleştirmek.
mel. adj. baz oluşturan.
bandage n. yaraları bağlamada kulla-
baseless adj. dayanaksız, tabansız,
nılan bez, bandaj, sargı. v. sargıyla
sarmak, bağlamak, sargılamak. temelsiz.
bang n. ani, yüksek bir gürültü çı- base on destek noktası olarak almak.
karmak. basi- , basio- , baso- prefix. temel,
bank on v. güvenmek. esas, ana anlamlarına önek.
bar v. tıkamak, engellemek, yasakla- basic adj. asıl olan, esas olan, ana,
mak. n. çubuk, demir çubuk, baro. başlıca; asitin tersi; baz, bazla ilgili.
barba n. sakal. basically adv. temel olarak, asıl olarak.
barber's itch sycosis diye de bilinen, bashful adj. utangaç.
sakallı bölgede görülen enfeksiyon. basi-, baso- prefix. 1. baz, alt bölüm,
barbiturate n. uyku verici olarak alt kısım. ör. basipetal. 2. bir kim-
kullanılan ilaç, yatıştırıcı olarak kul- yasal baz, anlamlarına önek.
lanılan barbitrük asit türevi, barbütrat. basiphobia n. yürüme korkusu.
basophil 246 be for

basophil n. beyaz kan hücresi / göze- 9. konum veya zaman bildirir:


si tipi Where is he?-He is at home/in the
bastard n. gayrımeşru çocuk; piç. garden. 10. bir kimsenin belli bir
bath v. yıkanmak, banyo yapmak; te- meslek grubu içinde bulunduğunu
davi olarak banyo yaptırmak. n. te- veya niteliği olduğunu belirtir: She
mizleme yöntemi; banyo. is a dentist. Snow is white. 11.
bathe v. banyo yapmak, banyo yap- There ile birlikte kullanılır: There is
tırmak, yıkanmak. a hole in your jacket. 12. ad ve za-
batho-, bathy- prefix. derinlik anla- mirlerle kullanılır: A dog is an
mına önekler. ör. bathochromic, animal. They are hers. 13. ad öbek-
bathoflore. leriyle kullanılır: Tom is at home.
bathophoia n. yüksek nesnelere du- We are in the classroom. 14. sıfat-
yulan korku. larla kullanılır: Mary isn’t ready.
battarism n. kekeleme. We are happy.
battered adj. berelenmiş, ezilmiş, ya- be about to konusunda; üstünde:
ralı. They said they were about to study
battle v. dövüşmek, mücadele etmek, a skeleton.= Bir iskelet üzerinde ça-
savaşmak. n. dövüş, mücadele, sa- lıştıklarını söylediler.
vaş. be accustomed to alışık olmak, alış-
bawl out v. şiddetle azarlamak. kın olmak, alışmak.
be v. 1. süreklilik bildiren zamanlarda be after istemek; aramaya çalışmak:
kullanılır: I was reading when she What are you after?-I am after a
phoned. 2. edilgen çatıyı (passive good job. = Ne arıyorsun?-İyi bir
voice) oluşturur: She was told about iş.
it last week. Smoking is not allowed. be against karşı olmak.
The house is being redecorated. 3. be behind gecikmiş, geç, geç kalmış:
bir kural veya ilkeyi belirtir: The student is behind with his work.
Everybody is to leave when the bell be down for girmek. I am down for a
rings. 4. gelecek hazırlıkları belirtir: place at medical school.
They are to be married in July. 5. be down on hoşlanmamak. I am
olması olanaksız durumları anlatır: down on him, he has such silly
She looked and looked, but the ideas.
bracelet was no where to be found. be of Pr. is/am/are of Past: was/
6. önceden meydana gelenleri açık- were of sahip, var. ör. Although
lar: The latest discovery was to have molecular methods are not the
a major affect on the treatment of primary modality of cancer diagnosis,
renal diseases. 7. koşul tümcelerin- they are of considerable value in
de kullanılır: If it were to rain selected cases.// Stones are of
tomorrow, what would you do all importance when they obstruct
day? 8. öznenin nesne ile aynı şey urinary flow or produce ulceration
olduğunu bildirir: It’s me. Lack of and bleeding.
knowledge is our biggest problem. be for taraftar olmak.
be off 247 beautify

be off 1. gitmek, ayrılmak, terketmek: anlamlarında kullanılır. ör. belittle,


I am off now, it’s getting late. 2. bo- befriend, bespectacled.
zulmak: Ugh! This meat’s off. 3. ta- beaker n. geniş ağızlı kap.
tilde, çalışma saati dışında; mesaisi beam n. ışık demeti, ışın.
yok: The nurse is off at 6 o’clock. 4. bean n. fasulye.
ertelemek: The manager’s meeting bear v. kaldırmak, dayanmak, taşı-
is off until tomorrow. mak, yüklemek.
be on to bulmak, keşfetmek, ortaya bear down v. çabalamak, sıkıştırmak.
çıkarmak: The student was on to a bear in mind akılda tutmak; hesaba
good thing when he got a research katmak.
grant. bear on/upon ile ilgisi olmak.
be out for aramak: That pretty nurse bear out desteklemek, doğrulamak.
is out for a good time. bear up (güçlüklere karşın devam
be out of 1. uzakta; ayrı: The ederek) cesaretini göstermek.
consultant is out of the country at bear with sabırlı davranmak; sabret-
the moment. 2. bitmek; tükenmek: mek.
He couldn’t finish the experiment as bearable dayanılabilir.
he was out of nitric acid. bearing bağ, bağlantı,ilişki, etki.
be over bitmek: The worst of the bearing down doğumun ikinci aşa-
exams are over now, we can relax. masında kadının çocuğu dışarı it-
be that as it may doğru olsa bile; mesi.
karşın, ...ise de, rağmen. beast n. hayvan, şeytan, yaratık.
be up 1. (yataktan) kalkmak: Is Susan beat v. çarpmak, dövmek, vurmak,
up yet? 2. olmak, meydana gelmek: atmak, yenmek. n. atım, vurum.
What’s up? 3. bitmek: Hand your beat down fiyatını düşürmeye razı
exam papers in now, the time is up. etmek.
be up against karşılaşmak, yüzyüze beat off önlemek; geri çekmek; geri
gelmek: I am up against a difficult çekilmek.
problem. beat out vurarak ses çıkarmak.
be up and about iyileşmek: Mr beat up fena halde dövmek, vurarak
Brown is up and about again after yaralamak.
her operation. heart-beat kalp atışı.
be up to 1. yapmak: What are you up beautify v. son derece mutlu kılmak,
to? 2. uygun olmak: Are you up to sevindirmek.
the long journey after your illness? beauty n. güzel görünüm, hoş görü-
3. sorumluluğunda olmak: It’s up to nüm, güzellik.
you to decide, it’s your life. beauteous adj. güzel.
be used to alışık olmak, alışkın ol- beautiful adj. güzel, güzel görünüm-
mak, alışmak. lü, hoş.
be- eylem yapım eki. 1. olmak, yap- beautifully organized çok güzel dü-
mak. 2. belirli birşeyi giymek. 3. zenlenmiş.
tamamen, tamamiyle, bütün olarak beautify v. güzelleştirmek.
becalm 248 behind

becalm v. sakinleştirmek, durulmak. befool v. aptal yerine koymak; aptal


because conj. ...nedeniyle, zira, -den, varsayarak davranmak; kandırmak;
-dan, -diğinden, -dığından, -dığı hile yapmak.
için, -diği için. before adv. önce, önceden, ilkin,
because of -den dolayı, nedeniyle, önünde. conj. -den önce, -den ileri, -
yüzünden. ör. Smell and taste are den evvel.
generally classified as visceral senses beforehand adv. (daha) önceden, ev-
because of their close association velden.
with gastrointestinal function. = before everything her şeyden önce,
Gastro-intestinal işlevle yakın ilişki- başta.
leri nedeniyle koku ve tat genel ola- before long çok geçmeden, yakın
rak visseral duyular olarak adlan- zamanda.
dırılır. before this bundan önce.
because of the fact that ... nedenle, beforetime adv. önceden.
nedeniyle, -den dolayı, yüzünden. beg v. yardım olarak istemek; yal-
become v. olmak, -e dönüşmek varmak.
laşmak, haline gelmek. begin v. başlamak, meydana gelmek.
becoming adj. uygun, uygunluk. beginner n. başlayan, öğrenen.
bed n. üstünde uyunacak veya dinle- beginning başlangıç.
nilecek her şey; yatak; temel. v. ya- in the beginning başlangıçta.
tırmak. to begin with ilk önce; evvela.
bed time yatma zamanı. beguile v. kandırmak, ayartmak, aklı-
bedfast adj. yatalak. nı çelmek.
bedpan n. sürgü, ördek. beguiling, adj. çekici, ilginç.
bedraggle v. ıslak ve yumuşak hale behalf n. taraf; taraftar.
getirmek. on behalf of tarafında, taraftar,
bedridden adj. hastalık nedeniyle ya-
yandaş; adına, birisi adına, birisi
takta kalan; yatalak.
için, nedeniyle.
bedroom n. yatak odası.
behave v. davranmak. ör. In the
bedside n. hastanın yatağının etrafın-
child, differential mature teratomas
daki boşluk.
may be expected to behave as
bedside manner doktorun hastaya
benign tumors, and almost all these
güven verici davranışları.
patients have a good prognosis.
bedsores n. yatalak hastalarda görü-
behave theraphy davranışı değiştir-
len yaralar.
bedwetting n. yatağını ıslatma. mek suretiyle sağaltım.
beef n. sığır eti; sığır. behaviour n. davranış, hareket, tavır.
befall v. olmak, meydana gelmek. behind adv. arkada, arkasında.
befit v. uygun olmak. behindhand adv. arkadan, arkasın-
befitting adj. uygun; elverişli. dan.
befittingly adv. uygun olarak. behind time gecikmiş, geç
befog v. sisle kaplamak; sislendir- behind the time eskimiş, modası
mek; karışıklığa neden olmak. geçmiş.
being 249 best

being n. yaşam; var olma, varlık, can- beneficially adv. yararlı bir şekilde;
lı varlık. yararlı olarak.
come into being ortaya çıkmak. beneficient adj. yararlı.
for the time being şimdilik. give benefit to yararlanmak, çıkar
human being insan, insanoğlu. sağlamak, yarar görmek.
belch v. ağız yoluyla mideden gaz çı- benevolent adj. iyi huylu.
karmak; geğirmek. n. geğirme, püs- benign adj. iyi huylu; tehlikeli olma-
kürtme, salgılama. yan, selim, sağaltılabilir. ör.
believe v. gerçek olarak kabul etmek, Although some are cancerous, many
inanmak. ör. With an estimated tumors are benign.
frequency of 1%, von Willebrand benignant adj. yinelemeyen, tekrar
disease is believed to be one of the etmeyen, iyi huylu.
most common inherited disorders of benignity n. selimlik; iyi huyluluk.
bleeding in humans. = Tahmini beriberi n. B1 vitamini eksikliği say-
%1’lik görülme sıklığıyla von rısı; beriberi.
Willebrand hastalığının insanlarda berserk adj. çılgın; çıldırmış; duygu-
en yaygın kalıtsal kanama hastalık- ları tamamen denetimden çıkmış.
lardan birisi olduğuna inanılır. beryllosis n. berilyum oksit tozuna
belief n. inanç; gerçek olarak kabul- bağlı akciğer yangısı.
lenme. beside prep. ek olarak; yanında, kar-
belladona n. kasılmayla ortaya çıkan şılaştırıldığında; -nın dışında.
rahatsızlıklara yardımcı olan ilaç. besides üstelik, bir de, ek olarak, ay-
bell n. çan, çıngırak, zil. rıca; aksi halde.
dump-bell n. kum saati. besotted adj. sarhoş, uyuşmuş.
belly n. mide; karın. best1 adv. 1. en iyi şekilde. 2. en bü-
belong (to) v. ait olmak, üyesi olmak, yük derecede; en çok.
parçası olmak. ör. Infectious agents as best one can birisinin yapabile-
that can enter the human host ceği kadar.
(endoparasites) belong to a wide had best öğüt bildirir; -meli, -malı;
range of classes. -sa iyi olur.
below adv. altta, altında, aşağıda, best2 adj. yetenek, etkinlik veya nite-
yerde, -den aşağı, -den aşağıda. lik olarak en yüksek olan.
bend v. bükmek, bükülmek; eğmek, the best part of çoğu.
eğilmek. n. kavis; eğim, eğri. best3 n. 1. en iyi, elden gelen en iyi
bends n. baskı azalması rahatsızlığı. şey. 2. en iyi kişi/şey. 3. birisinin
beneath adv. altına, altında, altta, yer yapabileceği en iyi şey; en iyi konum.
altında; aşağı, -in aşağısında, -den ör. Candida grows best on warm,
aşağı. moist surfaces and so frequently
benefit n. yarar, çıkar. causes vaginitis (particularly during
beneficial adj. yararlı, faydalı, iyi, iyi pregnancy), diaper rash, and oral
bir etki meydana getiren. ör. thrush.
Beneficial mutations may lead to all the best! ayrılıklarda kullanılır:
evolution of a new species. Sana başarı ve mutluluklar dilerim!
bestial 250 binaural

at best en elverişli konumda. bibulous adj. emici; emen.


have/get the best of kazanmak; ba- bicameral adj. iki boşluğu olan.
şarmak. bicellular adj. iki hücreden oluşan.
make the best of elverişsiz bir du- biceps n. üst kol kası.
rumda olabileceğin en iyisini yap- bicornuate adj. iki boynuzlu veya iki
mak. boynuza benzer şekilde.
make the best of a bad job zor bir bicuspid n. ön azı diş; kalpteki ka-
işi seve seve kabul etmek pakçık.
bestial adj. hayvanla ilgili; hayvana bifid adj. ikiye ayrılmış; ikiye bö-
ait; vahşi. lünmüş.
bestiality n. hayvanlık; hayvanla cin- bifocal adj. iki odaklı.
sel ilişki. bifurcate adj. çatallı.
Betalin S n. yapay B vitamini. bifurcation n. iki dala ayrılma.-, ça-
betray v. aldatmak, ele vermek, iha- tallanma.
net etmek. big adj. büyük; yetişkin.
better adj. daha çok istenen, arzu edi- bigamy n. iki eşlilik.
len; daha iyi nitelikli, daha üstün. v. bigeminal adj. ikiz; çift.
iyileşmek, düzelmek. bilateral adj. iki taraflı, çift yönlü.
better still daha da iyi, daha iyisi. ör. One lung and one kidney found
get better iyileşmek, hastalıktan sa- internally both the right and left
ğalmak. sides of the body indicates bilateral
between prep. arasında. symetry.
between ... and ... ... ile ... arasında. bilaterally adv. iki taraflı olarak.
bewail v. ağlamak, feryat etmek. bile n. safra; karaciğer salgısı.
bewilder v. şaşırtmak, hayrete dü- biliation n. safra salma.
şürmek. bili- prefix. safra, safra ile ilgili an-
bewildered adj. şaşırmış, şaşkın. lamlarına önek.
bewitch v. çekmek, cezbetmek. biliary adj. safra ile ilgili. ör. Disorders
bex n. öksürük. of the biliary tract affect a
beyond prep. ötesinde; daha sonra; significangt portion of the world’s
daha çok. population.
beyond doubt su/şüphe götürmez. biligenesis n. safra yapımı/üretimi.
bezoar n. ruhsal olarak dengesiz kişi- bilious adj. hasta, sayrılı.
lerin bol miktarda yediği midede biliousness n. baş ağrısı, bitkinlik ve
bulunan, sindirilememiş saç ve ben- peklikle kendini gösteren bir semp-
zeri maddeler yumağı. tom.
bi-, bin- prefix. iki anlamına önek. ör. bilirubin n. safra pigmenti.
bilingual, bifocal, biceps. bill n. fatura; tasarı, yasa tasarısı.
bias n. eğilim, önyargı. billuria n. idrarda safra varlığı.
biased adj. önyargılı. binary adj. çift, ikiz, ikili.
biblio- prefix. kitaplarla ilgili anlamı- binary fussion ikili bölünme.
na önek. ör. bibliophile kitapsever. binaural adj. her iki kulakla ilgili.
bind 251 bipolar

bind v. bağlamak; bağlanmak. ör. biparaous adj. ikiz doğuran, bir de-
Bacterial adhesins that bind bacteria fada iki doğum yapan; iki dalı olan.
to host cells are limited in type but biped adj. iki ayaklı.
have a broad range of host cell biro n. tükenmez kalem.
specificity. bird n. kuş; genç kadın.
binder n. bağlayıcı. (strictly) for the birds değersiz;
binding n. bağlayıcı. aptal.
binder n. geniş sargı. a bird in the hand elde; elde edil-
bio-, bi- prefixes. yaşam anlamına miş; elde edileceği kesin; elde bir.
önekler. ör. biology yaşam bilimi, birds of a feather aynı tipte insanlar.
dirimbilim. do bird cezaevinde kalmak.
biochemistry n. biokimya. give someone the bird kaba sesler
biodegradable adj. canlı organizma- çıkarmak; hoşnutsuzluk bildirmek.
ların proçesleriyle ayrışabilen. ör. kill two birds with one stone bir
Bacteria break down the taşla iki kuş vurmak.
biodegradable materials in the trash the bird has flown gerekli olan/
people throw away. aranan kişi kaçtı.
bioenergetics n. canlı organizmalarda the birds and bees cinsellikle ilgili
generji konusunu araştıran bilim da- bilgiler.
lı, bioenerjetik. ör. Bioenergetics is birth n. doğum, doğma; başlangıç,
concerned with the energy flow of köken. ör. The mother gave birth to
cellular reactions. a healthy child.
biologicals n. sayrı önlenmesinde ve- at birth doğumda.
ya sağaltımında kullanılan tıbbi stillbirth n. ölüdoğum.
preparatlar. birth canal dölyatağı; doğum sıra-
sında fetüsün geçtiği kanal.
biolytic adj. yaşamı yıkma gücünde
birth control doğum kontrolü.
olan; öldürücü.
birth injury doğumda bebeğin yara-
bion n. canlı organizma.
lanması.
bionomy n. yaşamsal işlevlerle ilgi-
birth trauma doğum sırasında
lenen bilim dalı.
yenidoğanın bedensel veya ruhsal
biopsy n. incelemek üzere canlı bir olarak yaralanması.
kişiden doku alma. birth-mark vücutta doğuştan var
biosis n. (genel anlamda) yaşam, ha- olan leke, doğum lekesi, iz.
yat. birthrate doğum oranı (yüzde veya
biostatistics n. yaşamsal sayılama binde).
bilgisi. give birth to doğurmak.
biotic adj. canlı organizma yasası ile biped adj. iki ayaklı. n. iki ayaklı
ilgili. hayvan.
biotomy n. bilimsel araştırma için bipolar, adj. iki ucu, iki kutbu, veya
canlı bir hayvanın vücudunun ke- iki kol veya bacağı olan. ör. Leprosy
silmesi. is a bipolar disease, determined by
bipara n. iki doğum yapmış kadın. the host cellular immune response.
biramous 252 blister

biramous adj. iki dallı. blank adj. boş, açık; beyaz; anlamsız.
bis- prefix. iki, iki kez anlamlarına -blastic suffix. tomurcuk, filiz, büyüme
önek. ör. bisaxillary, bisexual. anlamlarına sonek. ör. diplo-blastic.
bisect, v. bir organı veya vücut parça- blasto- prefix. büyüme, tomurcuk-
sını ikiye bölme, kesme, ayırma. lanma, sürme anlamına önek. ör.
bisection n. ayırma, bölme, kesme. balstoderm, balstowel.
bisexual adj. her iki cinsiyetle ilgili; blastoma n. tümör.
hem dişilik hem erkeklik organları blaze v. alevlendirmek, ışık saçmak,
olan. n. bir kişide her iki cinsiyetin aydınlatmak.
birlikte var olması; hem erkek hem bleach v. beyazlatmak, ağartmak.
dişilik özelliği gösteren kişi. blear-eye n. göz kapağı kenarlarının
bisexuality n. iki eşeylilik. kronik yangısı.
bistoury n. ameliyat bıçağı. bleb n. kabarcık.
bit n. küçük parça, kırıntı. bleed v. kanamak; kanatmak; kan al-
a bit hafif, hafifçe; biraz, bir parça. mak.
bite v. ısırmak. n. ısırık, yara. bleeder n. hemofili rahatsızlığı olan;
biting adj. acı, ısıran, keskin, soğuk. cerrahi bir işlem sırasında kesilmiş
bite off v. ısırmak, ısırıp koparmak, kan damarı., şiddetli kanama sayrısı.
parçalamak. bleeding adj. kanayan. n. kanama,
bite off more than one fazla sorum- kan kaybetme. ör. Esophageal
luluk almak lacerations account for 5 to 10% of
bitter adj. acı, kekre. upper gastrointestinal bleeding
biventer, adj. iki karınlı, iki şişkin episodes.
parçadan oluşan. bleeding time bir kesiden gelen ka-
bizarre adj. garip, tuhaf. namanın durması için gerekli olan,
black adj. siyah. yaklaşık 3 dk. süren kanama süresi.
Black Death veba. blend v. karışmak; karıştırmak, har-
Black Widow Kara Dul (örümcek). man etmek.
blackblood kirli kan. blenna n. balgam, sümük.
blackout ani bilinç ve görme yitimi; blennagenic adj. balgam üreten.
geçici görme kaybı. blenno-, blenn- prefix. mukusla ilgili
Blackwater Fever bir tür sıtma. anlamına önekler. ör. blennogenic,
blackmail v. şantaj yapmak. blennoid.
bladder n. mesane. blepharo- , blephar- prefix. gözka-
blame v. suçlamak, sorumlu tutmak, pağı anlamına önekler.
ayıplamak. n. kabahat, sorumluluk, blepharon n. gözkapağı.
suçlama. blind v. kör etmek; adj. iyi görme-
blameless adj. masum, suçsuz. yen; kör.
blanch v. ağarmak, ağartmak. blindness n. körlük.
bland adj. yatıştırıcı, hafif; ılımlı; the blind körler.
yumuşak, donuk. blink v. göz kırpmak.
bland diet hafif diyet, baharatsız di- blister n. deri altında sıvı birikimi;
yet. abse, kabarcık, kist, püstül.
blistering 253 blot

blistering adj. kabarcıklı, sıvı birik- blood flow kan akışı.


miş, sıvı toplayan, kabarcıklı, püs- blood fluke kan kurdu.
tüllü. ör. Pemphigus is an blood groups insan kanının sınıflan-
autoimmune blistering disorder dırıldığı kan grupları.
resulting from loss of the integrity blood hound n. opak madde, kontrast
of normal intercellular attachments madde.
within the epidermis and mucosal blood poisoning kan zehirlenmesi.
epithelium. blood pressure (B.P.) kan basıncı,
bloated adj. normal ölçüden daha şiş tansiyon.
olan. blood red kan kırmızısı, kan rengi.
block v. tıkamak, engellemek, bloke blood shed kan dökme, katliam.
etmek. n. durgu, duraklatım. blood sucker kan emici, sülük.
block out v. görünümü kapatmak. blood stained kanla lekelenmiş, kan-
blockade, n. anestetik madde uygula- la boyanmış.
yarak sinirsel iletimi durdurma; fiz- blood stream kan akışı.
yolojik işlevi önleme. blood supply kan sağlantısı, kan
blockage n. engel, pıhtı, tıkaç, tıkan- sağlanımı, kan miktarı.
ma, tıkama, tıkanıklık; normal akış- blood test kan testi, kandaki alkol
ta tıkanıklık. ör. Blockage of the miktarı testi.
main portal vein may be insidious blood thirsty cani, hunhar, kana su-
and well tolerated, or it may be samış.
blood transfusion kan nakli, kan
catastrophic and potentially lethal
verme.
event.
blood type kanı farklı gruplara ayırma.
block-out n. balmumu veya taş tozuy-
blood typing kan tipini belirleme;
la doldurarak altkesileri yok etme.
kan tiplendirme.
blocker, n. tıkaç.
blood vessel kan damarı.
blockhead n. aptal.
blood-brain barrier kan-beyin engeli.
blood n. kan.
blood-group/type kan kümesi, kan
bloodless adj. hasta, kansız, hisset- tipi; kan grubu.
meyen. blooddonor n. kan verici.
blood bank kan bankası. blooded adj. kanlı, kan içeren.
blood-borne adj. kandan köken alan, warm-blooded adj. sıcak kanlı.
kan kaynaklı, kan yoluyla geçen. ör. bloodletting kan alma, hacamat.
The staging of cancers is based on bloodshot n. bir bölgenin kanla dolu
the size of the primary lesion, its olması.
extent of spread to regional lymph bloodworm n. kan kurdu; kanda yer-
nodes, and the presence or absence leşik parazit.
of blood-borne metastases. bloody adv. kanlı.
blood clot kan pıhtılaşması. Bloody Flux dizanteri.
blood count kan sayımı, kandaki al- blot v. lekelemek, kirletmek. n. leke,
yuvar ve akyuvar sayısı. kir; nokta.
blow 254 body cavities

blow v. üflemek, esmek, vurmak. n. blow up patlatmak; patlatarak yok


esme; fırtına; silah veya elle vurulan etmek; havayla doldurarak sıkılaş-
darbe; umutlara, güvene ve başarıya tırmak.
indirilen darbe. blue adj. mavi.
blow away esip götürmek. blue baby genellikle kalp defektine
blow down rüzgar şiddetiyle yıkmak. bağlı olarak çocuğun derisinin mavi
blow hot and cold (about) düşünce- renkli doğması.
de değişkenlik göstermek; kararsız blue ointment cıvalı merhem.
davranmak. blues n. depresyon veya hüzün hali.
blow in beklemeksizin gelmek; (pet- blunt v. küntleştirmek.
rol) üretime başlamak. bluntly adv. açıkça, net olarak
blow one’s brains out tek kurşunla blur v. bulandırmak, puslandırmak.
beyninden vurup öldürmek, beyni blurred n. bulanık.
dağıtmak. blush v. yüzü kızarmak; akan suyla
blow one’s mind birisini meraklan- veya tuzlu eriyikle yarayı temizle-
dırmak. mek.
blow one’s nose sümkürmek. blushing n. aniden yüze kan hücum
etmesi.
blow one’s own trumpet/horn ken-
boar n. domuz.
dini övmek.
board n. tahta, levha, pano; yönetim
blow one’s top/sack çok kızmak; te-
kurulu; daire. v. döşemek, kapla-
pesi atmak; kızgınlıktan kontrolünü
mak.
kaybetmek.
bobbing n. aşağı-yukarı devinim, ha-
blow out üfleyip söndürmek; patla- reket.
mak (lastik), şiddetli öfkelenmek. bulletin board n. ilan panosu/tahtası.
blow over (fırtına) bitmek; dinmek; boast v. abartmak, böbürlenmek,
durulmak, son bulmak, yok olmak. öğünmek.
blow sb away silahla vurup öldür- body n. fiziksel olarak insan; gövde;
mek. vücut; cisimcik.
blow someone a kiss birisine kendi -bodied cüsseli hacimli.
elini öpüp el sallayarak öpücük a foreign body yabancı cisimcik.
göndermek. a wide-bodied jet iri cüsseli jet
blow sth down devirmek. (uçak).
blow sth sky high birşeyi patlayıcı big-bodied iri cüsseli.
koyarak tamamen yok etmek. body builder vücudu güçlendiren
blow up çok kızmak, patlamak; ge- ilaç.
nişlemek. body cavities (göğüs, karın vb.) vü-
blow sth up genişletmek; olduğundan cut boşlukları.
daha ciddi veya önemli göstermek. in a body/in one body birlikte; top-
blow the gaff bir gizi açıklamak. luca.
blow the whistle on istenmeyen keep body and soul together ya-
birşeyi genel dikkati üstüne çekerek şam için yeterli para, gıda v.d. elin-
durdurmak. de olmak.
body stuffing 255 both

body stuffing n. vücuda yasa dışı çek defteri, v.d.) v. ayırtmak; reserve
ilaç/uyuşturucu alımı. etmek; cezaya uğramak.
bogey n. mantıksal nedeni olmayan, according to/by the book kurallara
korku duyulan nesne; var olmayan göre.
kötü ruh. bring someone to book birisini açık-
boggy adj. ıslak, çamurlu. lama yapmaya zorlamak; cezalan-
boil v. kaynamak; kaynatmak. n. çı- dırmak.
ban, pistül, tümör, ur, yumru; pişik, in one’s book birisinin kendi dü-
isilik; deri enfeksiyonu; kaynama. şüncesine göre.
boil away kaynayarak bitmek; yok in my book “benim kitabımda...”
olmak. book in otelde yer ayırtmak.
boil down kaynayarak azalmak. book sth up (birisi için oda, masa,
boil over kaynayarak kabarmak ve v.d.) ayırtmak, rezerve etmek.
taşmak; dökülmek. bookable adj. önceden ayırtılabilir.
boil up gelişip tehlikeli bir düzeye bookbinding n. kitap kaplama.
ulaşmak. bookcase n. kitaplık; içine kitap ko-
boiling hot son derece sıcak; kayna- nulan raflı mobilya.
ma derecesinde sıcak. booking n. ayırma; ayırtma; reserve
boiling point kaynama noktası. etme; bir gösteri veya hizmet ver-
bold adj. atılgan, cesur, cüretli; küstah. meye söz verme.
boldly adv. atılganlıkla, cüretle; küs- bookish adj. okumaya düşkün; kitap
tahça. kurdu.
boldness n. atılganlık, cüret; küstahlık. booklet n. kitapçık.
bolster v. desteklemek, takviye etmek. boom n. büyüme, gelişme.
bolus n. yuvarlak kütle; ilaç; çiğneye- boost v. artırmak, yükseltmek. n. des-
rek yutmaya hazırlanan yiyecek, tek, özendirme, teşvik.
lokma; bir defada verilen ilaç.
border n. sınır. v. sınırlamak, kenarı
bond n. bağ, bağlantı, ilişki. v. bağ-
olmak.
lamak.
bore v. delmek; usandırmak, can
bonding n.anne/baba – çocuk, karı –
sıkmak, rahatsız etmek.
koca, aşıklar arasındaki yakın ilişki,
boring adj. can sıkıcı.
bağlanma.
bone n. kemik. born adj. doğmuş.
bonelet n. küçük kemik. be (am, is, are, was, were) doğmak.
bony adj. kemikli, kemiksel. ör. About 10% of all persons are
bone wax n. kemik kanamasını dur- born with potentially significant
durmak üzere kemiği sarmak için melformations of the urinary system.
kullanılan materyal. borrow v. ödünç almak, borç almak,
bones n. kalsiyum ve elastik dokudan borçlanmak.
oluşan vücut çatısı. borrowing borçlanma.
book n. kitap; alıştırma kitabı; öde- boss n. çıkıntı, yumru, şişlik.
melerin kaydedildiği defter; birbiri- both her ikisi.
ne yapıştırılmış şeyler (bilet, kibrit, both ... and hem ... hem de.
bother 256 break

bother v. rahatsız etmek, üzmek, ca- bow v. eğmek, eğilmek, bükmek, bü-
nını sıkmak, sıkıntı vermek. külmek.
botheration n. iritasyon; rahatsızlık. bowel n. bağırsak.
bothersome adj. sorun yaratan; brachium n. pl. brachia kol, kola
iritasyona neden olan. ör. Palmar, benzer bir anatomik yapı.
plantar, and penile fibromatoses, brachy- prefix. kısa anlamına önek.
more bothersome than serious ör. brachymelia oransız kol veya
lesions, constitute a small group of bacak kısalığı.
superficical fibromatoses. bradycardia n. yavaş kalp atımı.
bottle n. şişe; biberon; ördek. brady- prefix. yavaşlık anlamına
bottle-feed biberonla beslemek; bibe- önek. ör. bradylexia n. ileri dere-
ronla beslenmek. cede okuma yavaşlığı. brady-tocia
bottom n. alt, en alt, taban. n. yavaş gelişen doğum.
bottomless adj. dipsiz, sınırsız. braidism n. uyutma, hipnotize etme.
at bottom temel olarak; gerçekten. brain n. beyin.
bottoms up adj. en alt; en aşağı; te- brain damage n. beyin hasarı. ör.
mel. The fetus is especially susceptible to
-bound sınırlı; alıkonulmuş; belirli methylmercury; the consequences of
bir biçimde denetim altına alınmış metarnal exposure are fetal brain
anlamlarına sonek. ör. fog-bound damage, mental retardation, and
airplane sis nedeniyle çalışması death.
olanaksız uçak. snow-bound karla Brain Fever n. meninjit.
kaplı, çevrili. brain stem n. beyin sapı.
bound v. sıçramak, zıplamak; sınır branch n. dal, kol, uzantı, çıkıntı.
çizmek. n. sıçrama, atlama, zıplama; branny adj. kepekli.
sınır. brassy adj. prinçsi, bronz gibi.
bound to emin olmak. breach n. bozma, kırma, yarma. ör.
boundary n. sınır, kenar. When the mucosal barrier is
bounding pulse sıçrayıcı nabız. breached, the muscularis mucosa
to be bound up with/in bağlantılı, limits injury.
ilgili, ilişkili; ayrılmaz şekilde bağlı; bread n. ekmek.
tamamen adanmış. a loaf of bread bir somun ekmek.
boundless adj. sınırsız, sonsuz. two loaves of bread iki somun ek-
bout n. hastalık nöbeti; nöbet, sıra. mek.
ör. Chronic pancreatitis is a disease a slice of bread bir dilim ekmek.
characterized by repeated bouts of brave adj. cesur, yiğit. v. karşı gel-
mild to moderate pancreatic mek, meydan okumak.
inflammation, with continued loss of bravely adv. cesurca, yiğitçe.
pancreatic parenchyma and bravery n. cesaret, kahramanlık.
replacement by fibrous tissue. break v. kırmak, bozmak; kırılmak,
a bout of flue grip nöbeti. kopmak, koparmak; ara vermek,
bovine n. sığır tipi. mola vermek. n. kırıklık; ara, mola.
break away 257 breech delivery

break away kaçmak; bağlantısını, breakage n. kırılma, kırma; kopma,


ilişkilerini koparmak. koparma; çatlama.
break away from bir alışkanlığı breakaway n. kaçma; kaçan kişi, ka-
terketmek, ayrılmak; bir başka yere çak; bulunduğu grup, gelenek,
gitmek. v.d.’den ayrılan; bağımsız davranış
break down çökmek, yıkmak, yıkıl- yeteneği olan.
mak. n. çöküntü, yıkılma. breakbone fever n. akut, bulaşıcı,
break even bir işte ne kazanmak ne ateşli viral bir sayrı.
de kaybetmek. breakdown n. bölünme, parçalanma;
break in belirli amaçlar için eğitmek; başarısızlık. ör. During digestion,
koşullara uydurmak. energy is released in the breakdown
break in/on/upon mücadele etmek; of food molecules.
aniden başlamak. breakfast n. kahvaltı.
break into zorla, aniden veya yasa breakneck tehlikeli.
dışı olarak girmek, kırıp girmek; breakthrough n. gelişme, ilerleme.
soymak. breakup dağıtma; denetimi yitirme;
break off alışkanlıkları, ilişkileri yıkım; bölünme, kopma.
v.b.’lerini bırakmak. take a break ara / mola vermek.
break off aniden bitirmek, son ver- without a break sürekli; durmaksı-
mek, koparmak. zın.
break one’s promise sözünden dön- breast n. göğüs, meme.
mek. breast fed göğüsten beslenmiş.
break out başlamak, çıkmak; kaç- breast-feed memeyle beslemek; me-
mak, patlamak. meyle beslenmek; emmek; emzir-
break out in aniden bir şeyle kap- mek.
lanmak; bir şey tarafından sarılmak. breath n. soluk; solunum, solunum
break sb of sth kötü bir alışkanlığı süresince alınıp verilen hava.
sağaltmak, düzeltmek, geçirmek. breathe v. solumak; hava alıp ver-
break the ice soğukluğu kaldırmak mek.
break through başarmak, girmek, breathe heavily v. güç soluk almak.
nüfuz etmek; yenmek, üstesinden breathe in/out v. soluk alıp vermek.
gelmek; zorla yol açmak; çıkış yolu breathy adj. işitilebilir bir sesle soluk
bulmak; yeni bir keşifte bulunmak; alıp veren.
yeni gelişim sağlamak. breathless adj. soluksuz.
break up kötüleşmek; bozulmak; bi- breathing n. vücuda hava alıp dışarı-
tirmek, birlikteliğe/bir ilişkiye son ya karbon dioksit çıkarma; soluma.
vermek, yok etmek; parçalamak; kı- breathtaking adj. korku verici; heye-
rıp parçalayarak bitirmek, sona canlandırıcı, nefes kesici.
ulaşmak; tatile çıkmak; çok eğlen- breech n. insan vücudunun alt kısmı;
mek. kıç; kalça.
break with ayırmak, bitirmek, bir breech delivery çocuğun ayakları
ilişkiyi koparmak, son vermek. veya kalçası önce gelerek yapılan
breakable adj. kırılabilir. doğum.
breed 258 broaden

breed n. çoğalma, üreme; cins, soy, bring into the world doğurmak;
tür. v. yetiştirmek, üretmek. dünyaya getirmek.
breeding n. üretme, çoğalma, ço- bring off başarmak, gerçekleştirmek,
ğaltma, yetiştirme. ulaşmak.
brevity n. kısalık. bring on v. -ile sonuçlanmak, neden
brew v. mayalamak, fermente etmek. olmak; geliştirmek, ortaya çıkar-
bridge n. köprü. mak.
bridging n. köprü kurma; bağlama. bring out v. açıklamak, açığa çıkar-
brief adj. kısa. mak; göstermek, vurgulamak; bas-
in brief kısaca; birkaç sözcükle. mak, yayımlamak.
to be brief kısaca, özetle. bring over v. yenmek; düşüncesini
briefing n. kısaca anlatma; özetleme; değiştirmek.
özetleyim. bring sb out in deride döküntüye ne-
briefly adv. kısaca. den olmak.
bright adj. parlak¸zeki. bring sb up short aniden durdurmak.
brighten v. parlatmak, aydınlatmak, bring sth down on sb kötü birşeyin
canlandırmak. olmasına neden olmak.
Bright's Disease n. böbrek sayrısı. bring sth off başarmak; güç bir işi
brilliant adj. parlak, parıltılı. başarıyla bitirmek.
brilliantly clever son derece zeki, bring sth on/upon sb istenmeyen bir
çok yetenekli. şeyin meydana gelmesine etken ol-
bring v. getirmek. mak.
bring about v. oluşturmak, hasıl et- bring through v. bir hastayı kurtar-
mek, neden olmak, sebep olmak, mak; kurtulmak, yaşamını sürdür-
yol açmak. mek.
bring around/round v. bir düşünceyi bring to v. kendine getirmek.
benimsetmek.
bring up v. yetiştirmek, büyütmek;
bring back geri döndürmek; kusmak;
eğitmek, dikkat çekmek; konuyu
anımsamak, hatırlamak.
konuşmaya sokmak; çıkarmak,
bring down v. değerini düşürmek,
kusmak.
indirmek, çökertmek, cesaretini kır-
brink, n. sınır, üst sınır, tehlike sınırı;
mak.
kenar, uç.
bring down on v. neden olmak.
on the brink of tehlike sınırında,
bring forth v. yükseltmek, etkilemek,
meydana getirmek; doğurmak, ileri sınırda, kenarda, uçta.
sürmek, vermek. brisk adj. canlı, hareketli, uyanık.
bring forward v. sunmak, ileri sür- bristle v. dikeltmek; dik tutmak. n.
mek; göstermek. sert kıl.
bring in v. vermek; üretmek; sunmak; brittle adj. gevşek, kolay kırılır.
içeri sokmak; kazanmak, gelir/yarar brittleness n. duyarlılık, kırılabilirlik;
sağlamak. gerginlik.
bring into being başlamak, başlat- broad adj. geniş, enli, yaygın.
mak. broaden v. genişle(t)mek.
broadly speaking 259 bugger

broadly speaking genel olarak, ge- bubby n. kadın göğsü.


nellikle. Bubonic Plague veba; öldürücü bir
broil v. kızartmak, kavurmak. enfeksiyon sayrısı.
bromidrosis n. itici vücut kokusu. bucca n. pl. buccae yanak.
bromural adj. yatıştırıcı ve hipnotize buccal adj. yanakla ilgili. ör. Recurrent
edici. herpetic stomatitis takes the form of
bronch-, bronchi-, broncho- prefixes.. groups of small vesicles frequently
bronş anlamlarına önekler. on the lips, about the nasal orifices,
bronchus L. n. pl. bronchi bronş, so- or on the buccal mucosa.
luk borucukları. bucco- prefix. yanak anlamına önek.
bronchiole n. akciğerdeki en küçük ör. buccogingival yanak ve dişetiy-
solunum borusu. le ilgili.
brood v. kuluçkaya yatırmak. n. be- buccula n. çene altında yağlı şişlik,
lirli hayvanların aynı zamanda do- ikinci çene, gerdan.
ğan yavruları; bir ailedeki çocuklar. buckle v. bükülmek, eğrilmek.
broth n. etin içinde kaynatıldığı su; et bud n. embriyo, döl, tomurcuk, yav-
suyu. ru. v. tomurcuklanmak.
bruise v. berelemek, incitmek; rahat- budding adj. büyüyen, gelişen, umut
sız etmek, üzmek, kırmak. n. yara; verici.
bere, çürük, şişlik. budget n. bütçe.
bruit n. anormal ses, anormal mırıltı. bufa- , bufo- prefixes. Kurbağa, bitki
brumal adj. kış ile ilgili; kış özellik- ve hayvanlardan çıkarılan zehirli
leri ile ilgili. maddeler anlamlarına önekler.
brush v. fırçalamak. buffer n. tampon, tıkaç; asit ve bazla-
brush aside v. küçümsemek. rı nötürleştirebilen bir madde v.
brush off v. cesaretini kırmak, red- tampon koymak; nötürleştirmek..
detmek; kirini çıkarmak. ör. Buffers are added to aspirin to
brush up on v. çalışmak, gözden ge- prevent it from harming stomach
çirmek, tazelemek. lining. // Hydrogen ions in the blood
brutal adj. hayvanca, canavarca; are buffered by plasma protein and
gaddar, zalim. inorganic phosphates.
brutality n. gaddarlık, canavarlık, buffer zone tampon bölge.
vahşilik. bug n. küçük kanatsız böceklerin her
brute n. herhangi bir hayvan; cana- biri; böcek; sayrılık oluşturan her-
var; canavar ruhlu kişi, hayvan, ya- hangi bir mikroorganizma, enfeksi-
ratık; zalim. adj. hayvanlarla, cana- yon, hastalık, mikrop, virüs; tahta-
varla ilgili; hayvan. kurusu, bit vb. böcek.
brutify v. canavarlaşmak. buggery n. anal seks; anüs yoluyla
brutish adj. vahşice; hayvanca; kaba. yapılan cinsel ilişki.
bubas n. şişlik. bugger n. anal seks yapan; beğenil-
bubo n. bir veya daha fazla lenf dü- meyen kişi; kötü ünlü. v. anal yolla
ğümünün yangılı şişliği. cinsel ilişkide bulunmak.
build 260 burn

build v. inşa etmek. bumpy yumrulu.


build up v. gelişmek, artmak, birik- bunch n. demet.
mek, çoğalmak, toplanmak, kendine bunch up v. kümelenmek.
gelmek. bundle n. lif demeti.
building n. bina, yapı. bunion n. ayak parmağı üzerinde deri
building block n. yapı taşı. kalınlaşması; nasır.
building stone n. temel taşı. buoy up v. desteklemek, özendirmek,
bulbous adj. ampül gibi; şiş, şişkin. yüreklendirmek.
bulb n. şiş, şişkinlik. bur n. dönerek kesici bir alet, korne-
bulbar, adj. şiş, soğan görünümlü; aya yapışık pasları almada kullanı-
şişlikle ilgili, arka/yumuk beyinle lan bir alet.
ilgili. burden n. endişe, kaygı, sorun; yük.
bulbo- prefix. şiş, şişlik anlamlarına burgeon v. hızlı gelişmek, çabuk bü-
önek. ör. bulboid adj. soğan görü- yümek.
nümlü, soğana benzer. burgeoning adj. hızlı gelişen, çabuk
bulbus n.pl bulbi- şiş, şişkinlik. adj. büyüyen.
soğan görünümlü, soğansı bir kök- burn v. yanmak; yakmak; ısı, ateş,
ten büyüyen. kimyasal maddeler, radyasyon, veya
bulesis n. irade, istenç; arzu, istek. güneş ışınları ile yaralamak. n. ya-
bulge v. şişmek. nık. ör. Acids can burn the skin. /
bulge out v. çıkıntı yapmak, fırlamak. Severe burns must be treated by a
bulging adj. şişme, şişlik. ör. In doctor.
women, urethral inflammation is bunsen burner n. alev çıkaran la-
less prominent, whereas abscesses boratuar aleti. ör. Bunsen burners
frequently cause bulging of are used to heat chemicals in the
Bartholin and Skene glands. laboratory.
burn down v. yanıp yıkılmak.
bulimia n. doyurulamayan açlık.
burn out v. bitkin kalmak, iş göre-
bulk n. hacim, oylum.
mez olmak.
bulky adj. cüsseli, iri, kocaman. ör.
burn up v. yakmak, yakıp yok etmek;
The uterine choriocarcinoma does
öfkelendirmek.
not clasically produce a large, bulky burn one’s boots/bridges geri veya
mass. ileri gitmemesi için bütün araçları
in bulk çok miktarda, toptan. yok etmek.
bull. abv. for L. bulliens, bulliant burn one’s fıngers/get one’s fıngers
kaynama. burnt aptalca davranışın istenme-
bulla n. pl. bullae deri altında iri şiş- yen sonuçlarına katlanmak.
likler halinde sıvı birikimi. burn the candle at the ends durup
bump v. çarpmak, çarpışmak, vur- dinlenmeksizin çalışmak; çok erken
mak, sarsmak, sarsılmak. n. çarpma, saatte çalışmaya başlayıp çok geç
sarsılma, sarsıntı, vurma; çıkıntı, saatte bitirmek.
yumru. burn the midnight oil geç vakte ka-
bump into v. çarpışmak; karşılaşmak. dar çalışmak.
bursa 261 by far

bursa n. kese. ör. Herniation of busybody başkalarının işine karışan.


synovium through a joint capsule or but conj. fakat, ancak.
massive enlargement of a bursa but for prep. ... olmaksızın.
may produce a synovial cyst. butcher v. doğramak, kesmek. n. ka-
bursal adj. keseye benzer, keseyle il- sap.
gili, keseye ait. butt in/on v. müdahele etmek, sözünü
burst v. patlamak. n. çıkma, çatlama, kesmek.
patlama, yarılma. butter n. tereyağı.
burst in/on/upon v. aniden gelmek, butyric adj. tereyağı ile ilgili.
müdahele etmek. butyroid adj. tereyağlı; tereyağına
burst into v. aniden başlamak. benzer.
burst out v. aniden ağlamaya/gül- butyrous adj. tereyağına benzer yo-
meye başlamak.
ğunlukta doku veya bakteriel geliş-
bury v. gömmek. ör. Small tubular
me ile ilgili.
channels (ducts of Luschka) are
buttock n. kalça.
sometimes found buried within the
gallbladder wall adjacent to the button v. düğmelemek. n. düğme.
liver. buttonhole n. vücut boşluğu duva-
business n. ticaret; alıveriş; iş; uğraş, rında kesik.
meslek; işyeri; görev, sorumluluk; buzz v. vızıldamak. n. vızıltı.
ilgi; iş konusu. by prep. -ile, aracılığıyla; -den, tara-
get down to business en önemli fından, yoluyla; -e göre, miktarında,
konuya gelmek. derecesinde; sonucu olarak. adv.
like nobody’s/no one’s business yakında, yanda, yanında; -e kadar,
çok hızlı ve iyi. yanısıra; -geçmişte, geçmişe; -erek,
mind your own business seni ilgi- -arak; -e dek, -e doğru; -le, ile; tara-
lendirmeyen işlere karışma; kendi fından.
işine bak. all by oneself yalnız başına.
none of your business seni ilgilen- by all means elbette; tabii.
dirmez. by and by ilerde, az ilerde, gelecekte,
not in the business of ...amacıyla yakın gelecekte.
değil. by and large genelde, genellikle; bü-
out of business işi kapatmak; artık tün olarak.
iş görmemek; bir işi bir daha yap- by birth doğuştan.
mamak üzere kapatmak. by day gündüz.
busy adj. meşgul; yapacak çok işi by degrees derece derece.
var; etken olarak iş yapar; dolu; kul- by doing this/that bunu yapmakla,
lanım halinde, çalışır durumda; yo- bunu yaparak.
ğun, işlek. v. meşgul etmek; kendi- by error/mistake yanlışlıkla, hatayla.
sine uğraş bulmak; kendisine iş
by far fazlasıyla, büyük farkla.
vermek.
by far the most fazlasıyla, büyük
as busy as a bee/as bees arı gibi ça-
farkla, en çok, en fazla.
lışkan; başı işle dolu.
by force 262 bysma

by force zorla. by then ondan sonra.


by hand elle. by this time şimdiye dek.
by heart ezberden by ... time tam zamanında, daha geç
by land kara yoluyla. değil, -dığında.
by luck şans eseri. by virtue of nedeniyle, sonucu ola-
by making use of aracılığıyla, vasıta- rak, -den dolayı.
sıyla by way of yoluyla, aracılığıyla.
by marriage evlilik yoluyla. bypass v. atlamak, es geçmek; n.
by means of aracılığıyla yangeçiş, yangeçi, baypas.
by mistake yanlışlıkla. by-product türev, yan ürün.
by no means hiçbir şekilde, kesinlik- bygone geçmiş, önceden meydana
le, asla, katiyyen. gelmiş.
by now şimdiye dek. by-, bye- ikinci dereceden önemli;
by oneself tek başına. daha önemsiz; yan; tali anlamlarına
by the same token aynı şekilde, bun- önekler. ör. by-product
dan başka. byhtus n. alt karın bölgesi.
by the time –dığında, -dığı zaman. bysma n. tıkaç; tampon.
by the way sırası gelmişken.
C,c

C.,c. Calorie, cathode, centigrade, caffeine n. kahvede bulunan uyarıcı


centimeter, congius anlamlarına madde; kafein.
kısaltma. cage v. kafese koymak, hapsetmek. n.
C. carbon karbon simgesi. kafes.
Ca. calcium kalsiyum simgesi. cagy adj. sır tutan, sır vermez; dikkatli.
CA., cancer, carcinoma kanser an- cainotophobia n. yeni şeylere karşı
lamına kısaltma. duyulan korku, ürküntü.
cabalistic adj. gizli bir anlamı olan; cajole v. tatlı sözler söyleyerek kan-
gizli, gizemli. dırmak.
cabalistically adv. gizemli olarak; caked breast n. sütle dolmuş ve sert-
gizlice. leşmiş meme.
cabbage n. lahana. calamity n. afet, felaket; çok kötü
cac- , caci- , caco- prefixes. kötü, has- olay, yıkım.
ta, sayrılı anlamlarına önekler. ör. calcemia n. kemikte çok miktarda
cacogeusia kötü tat. kalsiyum bulunması.
cacation n. temizleme; boşaltma. calcaneo- prefix. topuk kemiği anla-
cachet n. kapsül. mına önek.
cachexia n. açlık veya ciddi bir sayrı- calcaneus adj. topuk kemiği.
lığın son aşamasında görülen genel calcareous adj. kireçli; kalsiyum içe-
vücut bitkinliği; ileri derecede za- ren.
yıflık; süreğen bir hastalık sırasında calcify v. kireçlendirmek, sertleşmek.
vücudun genel çöküntü göstermesi. calcification n. kireçlenme, kireçlenim.
cachectic adj. bitkinlik/zayıflık ile calcinosis n. deri ve deri altı dokular-
ilglili; bitkinlik/zayıflıkla belirgin; daki kalsiyum tabakası; mermer to-
kaşektik. zu nedeniyle oluşan akciğer yangısı.
cachinnate v. kahkaha atarak gül- calcium n. kalsiyum elementi.
mek. calculate v. hesaplamak, saymak,
cachinnation n. isterik gülüş. tahmin etmek.
cackle v. gıdıklamak. calculable adj. hesaplanabilir, tah-
cacoethes n. kötü alışkanlık; bir tür min edilebilir, olabilir, olası.
mani. calculation n. hesaplama, tahmin.
cactus n. kaktüs. calculus n. L. pl. calculi taş.
cacumen, n. pl. cacumina anatomic calf n. pl. calves bacağın diz altında
bir yapının ucu, tepesi. arka kısmı; baldır; buzağı, dana.
cad n. kaba; aşağılık; terbiyesiz. calfbone n. baldır kemiği.
cadaver n. ceset, ölü. calibrated adj. ölçekli, taksimatlı.
cadeverous adj. cesede benzer; ceset calicle n. çanak, kesecik.
gibi. calicular adj. kesecik şeklinde.
caducous adj. erken dökülen; kısa calix, calyx n. pl. calyces çanak şek-
ömürlü; geçici. linde oluşum, böbrek çanağı, çanak.
caesarean n. sezeryanla yapılan ame- ör. There are about 12 minor
liyat. calyces in the human kidney.
caliculua 264 canalis cervicis

caliculua, calyculus n. pl. caliculi callus L. nasır.


çanak şeklinde yapı, çanakçık. calm adj. sakin, durgun, yatışmış;
call n. çağırma; uğrama; davet, çağrı; devinimsiz.
bağrış, ses. v. çağırmak; uğramak; calm down v. sakinleşmek, sakinleş-
adlandırmak. tirmek, yatış(tır)mak.
call at v. uğramak, ziyaret etmek. calmant adj. yatıştırıcı.
call back anımsamak; sürekli telefon- calmative adj. yatıştırıcı; sakinleştiri-
la aramak, telefonla aramaya yanıt ci. n. yatıştırıcı ilaç.
vermek; yeniden gelmek, geri ça- calorie n. ısı birimi; kalori. ör. High-
ğırmak. calorie foods contain more energy
call box telefon kulubesi. than low-calorie foods.
call by geçerken uğramak. calorimeter n. ısı ölçer.
call down azarlamak, haşlamak, kı- calorimetry n. ısıölçme, ısıölçümü,
namak. bir maddenin saldığı ısının ölçümü.
call for gerektirmek; uğrayıp almak; ör. The amount of energy stored in
gitmek, gidip getirmek; istemek; food can be measured by directy or
uygun olmak. indirect calorimetry.
call forth çağırmak, davet etmek; calpatatis n. dölyatağı yangısı.
anımsatmak. calvaria n. pl. calvariae kafatsının
call girl tele kız, sokak kadını. kubbemsi üst kısmı.
call in ödemeyi toplamak; içeriye ça- calvarium n. see calvaria.
ğırmak. calvities n. kellik.
call into being yaratmak; var etmek. calyx n. çanak.
call into question şüphelenmek. camel n. deve.
call off geri çekmek, iptal etmek. camellia n. kamelya.
call on/upon -e başvurmak; ziyaret camouflage v. örtmek, maskelemek;
etmek; yardımını istemek; konuş- kamufle etmek.
masını istemek. n. başvuru, ziyaret. camp v. konaklamak. n. kamp, çadır.
call out bağırmak; bağırarak çağır- can mod. -edebilmek; yeteneğinde
mak, duyurmak. olmak, gücü yetmek.
call to stool dışkı yapma dürtüsü. can n. konserve; kutu.
defekasyon dürtüsü. canned adj. konservelenmiş.
call up telefon etmek; aklına getir- canning n. konserve yapma; konser-
mek; anımsatmak. veleme.
call sb up/call up sb birisini telefonla can opener n. konserve açacağı.
aramak, telefon etmek. canal n. kanal, geçit, yol.
call the roll yoklama yapmak. canaliculus n. , pl. canalicului. kü-
on call istendiğinde hazır durumda. çük kanal, kanalcık.
within call ulaşılabilir; kolay bulu- canalis n. pl. canales kanal.
nabilir. canalia analis n. anal kanal.
callous adj. nasırlı, sert; duyarsız, katı, canalis cervicis n. dölyatağı boynu
kaba. yolu; boyun yolu.
canalization 265 capture

canalization n. doku içinde yeni ka- cap n. kap, başlık, herhangibirşeyin


nal oluşumu. üstünü sımsıkı kaplayan örtü. abv.
canalize v. kanalize etmek; yönlen- kapsül anlamına kısaltma.
dirmek. capable adj. yeterlikli, muktedir,
cancel v. iptal etmek, ortadan kaldır- ebilen, birşeyi yapabilme gücünde
mak. olan.
cancellate adj. süngerimsi. capability n. beceri; yetenek, yeti;
cancellous adj. süngerimsi. güç.
cancer n. ur, yumru; kötü huylu ur; capacious adj. bol miktarda alabilen;
kötü huylu bezdoku uru; tümör; geniş.
kanser. capacitate v. olası kılmak; nitelikli
cancerous adj. kanserli. hale getirmek.
cancroid adj. kansere benzer. n. bir capacity n. yetenek; sığa; kapasite,
tümör; deri kanseri türü. güç, etkinlik, yeterlik; bir maddeyi
candid adj. açıksözlü, dürüst, saf. alma veya soğurma yeteneği. ör.
The capacity of a cell to store
candidate n. aday.
energy is increased by the presence
candour n. açıksözlülük, dürüstlük,
of molecules of ATP.
saflık.
capillary n. kılcal damar; ince kan
candle n. mum.
damarı.
candy n. şeker, şekerleme; şekerden
capital adj. baş, büyük, önemli.
yapılmış tatlı. capitate adj. baş şeklinde; başa ben-
cane n. kamış. zer.
canine n. köpek tipi. adj. köpekle il- capping n. kaplama, kapatma.
gili; köpek dişi ile ilgili caprine adj. keçilerle ilgili, keçiye
canister n. kutu. benzeyen.
cannabis n. haşhaş; marijuana. caprice n. birdenbire gelen heves;
canthus n. pl. canthi alt ve üst göz kapris.
kapaklarının birleşmesiyle oluşan capricious adj. kaprisli; değişken.
köşe, kantus. caprizant, adj. vuran, atan, nabız gibi
canties n. gri, ağarmış saç. atan/vuran.
canker n. ağızda oluşan yara; ağız ül- capsid n. bir virüsün protein kılıfı,
seri. virion.
cannibal n. kendi türünü yiyen; yam- capsize v. alabora olmak devirmek,
yam. devrilmek, ters dönmek.
cannibalism n. kendi türünün üyele- capsula, capsule n. pl. capsulae kap-
rini yeme; yamyamlık. sül; kaplak.
cannule n. kanül. capsulation n. bir kapak içinde kapalı
cannulate v. kanül sokmak. kalma.
canny adj. becerikli, kurnaz, açıkgöz. captivate v. büyülemek, çekmek.
cantankerous adj. huysuz, kavga çı- capture v. zaptetmek; yakalamak, ele
karan, kavgacı. geçirmek, tutsak etmek.
caput 266 carminative

caput n. baş. cardioid, adj. kalbe benzeyen.


carbohydrates n. nişasta, şeker ve cardiology n. yürek bilim; kardiyoloji.
selüloza verilen bilimsel ad. cardiopath n. kalp sayrılığından ra-
carb- , carbo- prefixes. karbon anla- hatsız olan kişi, halp hastası.
mına önekler. cardiopathy n. kalp sayrılığı.
carbon n. karbon; odun kömürü. cardiospasm n. mide ağzı spazmı;
carbuncle n. çıban; apse. mide ağzı kasıncı.
carcas n. kesilmiş hayvan; leş. cardiotonic n. yürek güçlendiren,
carcass n. ceset, kadavra, kalıntı, ölü; kalp kasını güçlendiren.
ölü hayvan cesedi. carditis n. yürek yangısı.
carcin- , carcino- prefixes. kanser, care v. bakmak; itina etmek; dikkat
kötü huylu gelişme anlamlarına etmek; endişelenmek; özen göster-
önekler. ör. carcinoma n. kanser. mek; umursamak. n. bakım, dikkat,
carcinogen n. kanser yapıcı madde gözetim, özen, endişe, kaygı, üzüntü.
veya organixma. ör. Saccharine is a careful adj. dikkatli.
suspected carcinogen. care about v. ilgilenmek; başkaları-
carcinolytic adj. kanserli gözeleri yı- nın sorunlarını umursamak.
kıcı, yok edici. care for v. sevmek, hoşlanmak, iste-
carcinomagenic adj. kanser yapıcı, mek; geçindirmek, bakmak, koru-
kanserli. mak.
carcinomatous adj. kanserli, kansere career n. meslek, meslek yaşamı.
ilişkin, kanser yapıcı. take up a career v. bir mesleğe baş-
carcinosis n. çok yaygın kanser. lamak.
cardboard n. karton, mukavva. carefree adj. kaygısız, üzüntüsü ol-
cardi- , cardio- prefixes. kalple ilgili mayan, mutlu.
anlamına önekler.. ör. cardiograph. careful adj. dikkatli.
carefully adv. dikkatlice; özenle.
cardiac adj. kalple ilgili; yürekle ilgi-
carefulness n. özen, dikkat.
li; kalbe ait.
careless adj. dikkatsiz.
cardiac block kalp durması, yürek
carelessly adv. dikkatsizce, kayıtsız-
durgusu.
lıkla.
cardiac intrice yürek aldısı.
carelessness n. dikkatsizlik, kayıtsız-
cardiac output yürek verdisi, kalbin
lık, umursamazlık.
tek bir vurumda attığı kan hacmi.
take care of v. bakmak özen göster-
cardinal adj. asıl, en önemli, baş. ör.
mek, ilgilenmek.
Abdominal pain is the cardinal with care dikkatle, özenle.
manifestation of acute pancreatitis. caress v. okşamak, öpmek. n. sevme,
cardio-vascular kalp-damarla ilgili, okşama.
yürekdamar; yüreksel-damarsal. caries n. diş çürümesi; diş çürüğü;
cardiogramme n. yürek akımyazısı; çürük.
kardiyogram. carious adj. çürük; bozulmuş.
cardiography n. yürek sayrılığı; kalp carminative adj. gaz çıkarıcı; karın
hastalığı. ağrısını giderici.
carnage 267 cast

carnage n. katliam. carve v. oymak.


carnal adj. vücutla ilgili. cascade v. hızla dökmek, saçmak,
carnal knowledge cinsel bilgi; cinsel akıtmak.
ilişki. case n. hasta, olgu, vaka, yaralı; du-
carnivorous adj. etobur. rum, hal; örnek; kutu; kasa; çerçe-
carpal adj. bilekle ilgili. ve; kap, kaplık, yapı. v. kaplamak,
carpus n. pl. carpi bilek. örtmek.
carpal adj. bilekle ilgili. in any case her halde; ne olursa ol-
carry v. götürmek, taşımak. sun.
carrier n. taşıyıcı; hastalık bulaştıran; in case öyle ise; ...diye, ...mesi ola-
heterozigot, taşınabilen gizli çekinik sılığına karşı.
geni olan. ör. Carriers exprerss the in case of ...dığı takdirde,
dominant phenotype but can transmit ...durumunda.
a recessive gene to offspring. in no case katiyyen; hiç bir zaman.
carry away v. coşturmak; coşmak; in that case o halde; öyleyse.
götürmek; alıp götürmek. in this case o taktirde.
carry forward v. ilerlemek; bir top- caseate n. doku yıkımı.
lamı bir başka yere taşımak. casein n. sütte bulunan protein.
carry off v. ölümüne neden olmak; caseous adj. peynirimsi, peynir gibi.
başarıyla yerine getirmek; kolayca cash v. paraya çevirmek; ödemek. n.
yapmak; bitirmek. nakit; hazır para, peşin para.
carry on v. devam etmek; sürdürmek, cash in v. kazanç elde etmek; yarar-
yönetmek; vermek. lanmak.
carry out v. uygulamak; yerine ge- in cash nakit.
tirmek, yürütmek; bitirmek, tamam- casing n. kap; kaplama.
lamak, yapmak; başarmak; etkile- cask n. fıçı, varil.
mek. ör. The lungs are ingeniously
cassava n. nışasta, manyok.
constructed to carry out their
cast v. atmak, dökmek; fırlatmak;
cardinal function, the exchange of
yönlendirmek.. n. atma, atış, dök-
gasses between inspired air and the
me.
blood. = Akciğerler doğal olarak
cast a bollot v. oy vermek.
solunan hava ve kan arasındaki gaz
cast about (for) aramak; araştırmak.
alışverişini sağlamak olan birincil
cast anchor (gemi) demir atmak.
görevlerini yürütmek üzere tasar-
lanmıştır. cast aside bir tarafa atmak; yararsız-
carry over bir başka yere taşımak; lığı nedeniyle ayırmak.
ertelemek. cast away atmak.
carry sth through v. bitirinceye dek cast back (geçmiş birşeye) baş vur-
yapmak. mak; atasına benzemek.
carrying n. taşıma. cast down aşağıya/içe eğim göster-
carryover sonrası için saklamak; ge- mek, alçaltmak, düşürmek; gözleri-
lecekte kullanılmak üzere ayırmak. ni veya başını eğmek; üzmek, ke-
cartilage n. kıkırdak. derlendirmek; cesaretini kırmak.
cast 268 cateminia

cast in one's lot with birisinin kade- kan madde, katabolit. ör. The
rini paylaşmak. catabolites produced in the
cast light upon -e ışık tutmak. breakdown of glucose are
cast off atmak; kaldırıp atmak; kesip carbondioxide and water.
atmak. catabolit adj. yıkan, yıkıcı.
cast out zorla çıkarmak; zorla atmak; catamenia n. adet kanaması.
sürüp çıkarmak. catamitous adj. belalı, felaketli.
cast up kusmak; çıkarmak; artırmak, cataract n. göz lensindeki opak bölge
eklemek, toplamak. (kısmi veya tam körlüğe neden
casting n. dökme, döküm. olur); katarakt.
cast iron dökme demir. cataractous adj. kataraktla ilgili.
castle n. şato, kale. catastrophe n. felaket, terslik, yıkım.
castrate v. iğdiş etmek, kısırlaştırmak, catastrophic adj. yıkıcı, felaket geti-
erkeklik/dişilik organını almak. rici. ör. Neoplasms are essentially
castration n. hadım etme, burma, parasites. Some cause only trivial
kesme; iğdişleme, iğdişlenme. mischief, but others are catastrophic.
casual adj. kazara, şanseseri, plansız, catatonia n. hareket yitimi ile belir-
rastgele, rastlantısal. gin şizofreni türü.
casually adv. dikkatsizce, şans eseri. catch v. tutmak, yakalamak, yaka-
casualty n. yaralanma; kaza, kazaya lanmak.
uğramış kişi; kayıp, yitik. catch at yakalamaya çalışmak.
fatal casualty ölümcül kaza; ölüm- catch on anlamak, kavramak; ünlen-
le sonuçlanan kaza; ölüm. mek, popüler olmak, tutmak, tutul-
casualty ward ilk yardım merkezi. mak.
cat n. kedi. catch on to anlamak, öğrenmek.
let the cat out of the bag bir gizi catch one's breath bir işe devam
ağzından kaçırmak; bir sırrı farkına edebilmek için kısa bir mola ver-
varmadan vermek. mek.
it rains cats and dogs sicim gibi catch out v. hatalı olduğunu göster-
yağmak, bardaktan boşanırcasına mek.
yağmak, şiddetli yağmak. catch sight of v. görmek, gözüne
cata- prefix. 1. bir süreci değiştirme; çarpmak.
2. aşağı; indirgeme, azaltma anlam- catch up yakalamak; kıskıvrak tutmak.
larına önek. ör. cataplasia, cataphyll. catch up on v. bir işi tamamlamak
catabolic adj. kompleks moleküllerin üzre çalışmak.
basit birimlere yıkımı ile ilgili, catch up with v. ulaşmak, yetişmek.
katabolic. ör. Catabolic processes n. tutma, yakalama. adj. hileli; dik-
release energy when the bonds of kat çekmek üzere tasarlanmış.
complex molecules are broken. category n. sınıf; tip; kategori.
catabolism n. yıkım, şiddetli değişim. categorize v. bir kümeye, sınıfa, bö-
catabolite n. kompleks moleküllerin lüme yerleştirmek.
basit birimlere yıkımıyla ortaya çı- catemenia n. ilk adet kanaması.
catenate 269 cavum pelvis

catenate v. zincirleme olarak birbiri- blood pressure, dizziness, dimness


ne bağlamak. of vision, and even fainting. = Bazı
cater for/to v. karşılamak, sağlamak. bireylerde, ani ayağa kalkma kan
caterpillar n. kurtçuk; tırtıl. basıncında düşüşe, baş dönmesine,
catgut n. katküt; ameliyatlarda kulla- görme bulanıklığına ve hatta bayıl-
nılan koyun bağırsağından yapılmış maya neden olur.
ip. a cause for worry üzüntü nedeni,
catharsis n. temizleme. üzüntü kaynağı.
cathartic adj. temizleyici. make common cause with ortak
catheter n. kateder; daldıraç; sonda. çalışmak, birlikte hareket etmek.
ör. A catheter may be inserted to cause and effect neden ve sonuç.
administer medication or to caustic adj. yakıcı, irite edici; kesici;
withdraw fluid. yok edici.
catheterize v. sondalamak. cauterize v. yakmak, dağlamak,
cathode n. eksi kutup. koterize etmek.
cation n. pozitif elektrik yüklü atom, cautery n. dokuyu yok etmek üzere
katyon, pozitif iyon. ör. Sodium yakıcı veya çok soğuk ajan uygula-
forms cations in water. ma, yakma.
cattle n. büyük baş hayvan, sığır. cauterization n. yakma, dağlama.
catty adj. kin tutan, kinci, sinsi, hain caution n. önlem, uyarı, uyarma,
(kadın). ikaz. v. önlemek, uyarmak, ikaz et-
cauda L. n. pl. caudae kuyruk. mek.
caudad adv. kuyruğa doğru. cautious adj. ihtiyatlı, çok dikkatli.
caudal kuyruğa doğru, kuyrukla ilgili. cautiously adv. dikkatli olarak, dik-
caudally adj. kaudal olarak; kuyruk katlice.
sokumundan kaynaklanan; arkada; cavea n. kafes.
kuyruğa yakın. caveola n. pl. caveolae kesecik.
caudate adj. kuyruklu. cavern n. boşluk, kavite.
causal adj. nedensel; nedene ilişkin. caverna n. pl. cavernae boşluk.
causality n. nedensellik. cavernous adj. boş bir alan içeren;
causalty n. kayıp, kaza, ölü, yaralı. boşluğu olan, boşlukla ilgili, derin.
causation n. neden, neden olma. ör. cavil v. yersiz itirazda bulunmak; ge-
Several DNA viruses have been reksiz olarak karşı çıkmak. n. yersiz
associated with the causation of karşı çıkış.
cancer in animals. cavitas n. pl. cavitates boşluk, kavite.
causative adj. neden olan; ettirgen. cavity n. boşluk, delik, çukur, kovuk,
causative agent neden etkeni; sebep oyuk.
amili. cavum L. boşluk, çukur, oyuk,
cause n. dürtü, neden, sebep; ilişki. v. kovuk.
neden/sebep olmak; etki meydana cavum abdominis karın boşluğu.
getirmek. ör. In some individuals, cavum larynx gırtlak boşluğu.
sudden standing causes a fall in cavum pelvis leğen boşluğu.
cavum pleurea 270 cephal-

cavum pleurea akciğer zarı boşluğu. cellular hücresel, gözesel, göze; hüc-
cavum uteri dölyatağı boşluğu. reli.
cc., a cubic centimeter santimetre cellular immunity gözesel bağışıklık.
küp. cellularity n. gözesellik.
cease v. durmak, dinmek, kesilmek, cellulicidal adj. göze yıkıcı/öldürücü.
durdurmak, son bulmak, bitmek. cellulifugal adj. bir gözeden uzağa
ceaseless adj. sürekli, devamlı, dur- doğru giden, uzaklaşan, genişleyen.
maksızın; inatçı, ısrarlı. cellulose n. bitki nışastası. ör.
ceco- , cec- prefixes. körbağırsak an- Cellulose makes up plant cell walls.
lamına önekler. cement n. alçı, çimento. v. güçlen-
cecum L. n. pl. ceca kalın bağırsağın dirmek, perçinlemek.
ilk kısmı; körbağırsak, çekum. cemetary n. mezarlık, gömütlük.
cede v. bırakmak; teslim olmak; vaz- ceno- , coeno- prefixes. ortak anlamına
geçmek. önekler.
cel n. hız birimi (saniyede bir cm.). censor v. denetlemek, kontrol etmek.
-cele suffix. şişlik; yırtık anlamlarına censure v. eleştirmek, denetlemek;
sonek. şiddetli eleştiri yöneltmek; suçla-
celebrate v. kutlamak. mak.
celebration n. kutlama census n. nüfus sayımı.
celebrity n. ünlü bir kişi; ün. take a census v. nüfus sayımı yap-
celerity n. çabukluk, hız. mak.
celestial adj. göksel; gökle ilgili. center v. yoğunlaşmak, toplamak. n.
celiac adj. karın bölgesi ile ilgili. orta; orta bölüm; önemli; önemli
celibacy n. bekarlık. olan.
celibate n. bekar; evlenmemiş. in the center of ortasında.
celio- , cello- prefixes. karın; boşluk, centi- (c) prefix. yüz, yüzüncü anlam-
yırtık anlamlarına önekler.
larına önek. ör. a centipede yüz
cellitis n. karın bölgesi yangısı.
ayaklı (böcek). a centimeter.
cell n. yaşam birimi; hücre; göze.
central adj. orta, en önemli, merkezi,
cell culture hücre kültürü; göze ekimi.
ana, temel, asıl.
cell cultuve göze ekimi, hücre kültürü.
centralize v. merkezileştirmek; tek
cell mediate hücre aracı; hücresel.
kontrol altına almak.
cell-mediated hücre aracı, gözesel,
centrally adv. merkezi olarak.
hücresel. ör. Both cell-mediated and
humoral immunity can have centri- prefix. merkez anlamına önek.
antitumor activity. centrifugal merkezkaç, merkezden
cell mediated immunity gözesel ba- uzaklaşıcı.
ğışıklık. centripetal merkezcil, çevreden mer-
cella n. pl. cellae göze, hücre, oda. keze doğru yönelen.
cellar n. mahzen. centrum n. pl. centra merkez.
cellicolous adj. göze içinde yaşayan. centum ( c ) n. yüz.
cellula n. pl. cellulae küçük bölme, cephal- , cephalo- prefixes. baş, kafa
göze, küçük bölüm. anlamlarına önekler. ör. cephalopod.
cephalad 271 chain

cephalad adv. başa doğru. cerumen n. kulak kiri.


cephalalgia n. başağrısı. cervi- , cervic- prefixes. boyun; döl-
cephalic adj. baş, kafa.. ör. yatağı anlamlarına önekler.
orthocephalic. cervical adj. boyun, boyunla ilgili,
cephaloid adj. baş şeklinde. boyuna ilişkin; döl yatağı ile ilgili.
cephalous adj. başlı. ör. Cervical spine injuries are often
cera n. balmumu; balmumuna benzer treated by wearing a neck brace.
herhangi bir madde. cervical scoring döl yatağı açılımı,
cerat- , cerato- prefixes. boynuzumsu döl yatağını genişletme, serviks
doku anlamına önekler. dilatasyonu.
circus n. pl. cerci sert saçabenzer yapı. cervico- prefix. boyun; dölyatağı an-
cereal n. ürün, tahıl ürünü. adj. ürün- lamlarına önek.
le ilgili. cervix, cervicis L n. pl. cervices bo-
cerebellar adj. beynin arka bölümüyle yun; dölyatağı boynu; boyna benzer
ilgili. organ yolu, döl yatağı, serviks. ör.
cerebellum n. beynin kas eşgüdümü- The cervix of the uterus leads into
nü sağlayan bölümü, beynin arka the vagina.
bölümü. cesarean n. açımlı doğurtma, sezaryan.
cerebello- prefix. beynin arka bölümü cesarean operation açımlı doğurtma;
anlamına önek. çocuğun ameliyatla gebe kadının
cerebral adj. beyinle ilgili, beyinsel, döl yatağından alınması.
beyin. ceseate v. peynirleşmek; peynirimsi
cerebral palsy n. beyin felci. bir maddeye dönüşmek.
cerebrate v. beyinsel etkinlik gös- ceseation n. belirli sayrılıkların sonu-
termek, düşünmek. cu olarak dokunun peynirimsi bir
cerebro- , cerebr- , cerebri- prefixes. hale dönüşmesi.
cessation n. bırakma, durdurma;
beyin anlamına önekler.
durma, son verme; kesilme; bitme.
cerebrum n. beyin.
ör. Focal cerebral ischemia follows
certain adj. kesin, muhakkak, emin,
reduction or cessation of blood flow
şüphesiz; belli, bazı; belirli çok de-
to a localized area of the brain due
ğil. ör. Cancer of the female breast
to large-vessel disease or to small-
is rarely found before the age of 25 vessel disease.
years except in certain familial cession n. bırakma; vazgeçme, teslim
cases. olma.
for certain mutlaka, şüphesiz. cestoid adj. şerite benzeyen; yassı
certainly adv. mutlaka, şüphesiz, el- kurda benzeyen; şerit şeklinde.
bette, kesin olarak. chafe v. ovmak, ovalamak; kızdırmak.
certainty n. kesin; geçerlilik, kesinlik. chaff n. hububat kabuğu; tahıl ürünle-
certify v. onaylamak, doğrulamak; ri kabuğu; kabuk, saman, çöp.
yasalara uygun olarak bir hastayı chain n. zincir; halka; bağ; silsile;
akıl hastanesine yatırmak. birbiriyle ilgili düşünce, olgu ve
certitude n. kesinlik, şüphesizlik. olay serisi. v. bağlamak.
chalcosis 272 chasten

chalcosis n. kronik bakır zehirlenmesi. characterized adj. nitelenen; karak-


chalk n. yumuşak kireçtaşı; tebeşir. terize.
challenge v. meydan okumak; mec- be in character with -e uymak;
bur bırakmak; zorlamak; çağırmak. uyum sağlamak.
chamber n. bölme; bölüm, kapalı charge n. dolu, yüklü; suçlama. v.
alan. doldurmak; yüklemek, yükletmek;
champ v. ısırmak; çiğnemek. yönetmek; yönlendirmek.
chance n. fırsat; şans; talih; kısmet; be in charge of sorumlu olmak; gö-
bir şeyin olması veya yapılması için revli olmak.
uygun zaman. charge off kayıp varsaymak.
by chance tesadüfen; rastgele. charge with ile suçlamak.
chance on aniden meydana gelmek; get a charge out of hoşlanmak,
kazara olmak. zevkini çıkarmak.
chandro-, chandr-, chandri- prefixes. charisma n. kişiyi yüceleştiren özel
kıkırdak anlamına önekler. ör. nitelikler; karizma.
chandroma, chondrify. charismatic adj. özel nitelikli; say-
change n. değişiklik; değişme. v. de- gın.
ğişmek; değişik hale gelmek; başka- charitable n. hayırsever.
laşmak; farklılaşmak; yerini almak; charity n. hayırseverlik; yardım.
değiştirmek. charlatan n. yalancı doktor, şarlatan,
change into v. para değiştirmek. yararsız işlemlerle, gizli ilaçlarla,
change up/down v. (arabada) vites değersiz tanısal sağaltım araçlarıyla
değiştirmek. bir sayrılığı sağaltacağını iddia eden
change over köklü dönüşüm. tıp düzenbazı.
changeable adj. değişebilen; değiş- charm n. çekme; alım; albeni; cazibe,
meye yatkın. çekim; büyü; sihir. v. çekmek; bü-
changeful adj. sık değişen; değişken. yülemek; hoşa gitmek.
channel n. kanal, yol, geçit, oluk; charmed adj. büyülenmiş.
akarsu yatağı. v. kanalize etmek, charming adj. büyüleyici; alımlı; çe-
yönlendirmek. kici, hoş, sevimli.
chaos n. karışıklık, kargaşa. chart n. çizelge; tablo; harita; şema.
chaotic adj. karmakarışık, düzensiz, charting n. çizelgelerle hasta kaydı
altüst olmuş. tutma.
chap v. soğuk nedeniyle çatlamak; chartaceous adj. kağıda benzer kağı-
yarılmak. n. çatlak; yarık. dımsı.
chapter n. bölüm; kısım. chary adj. özenli, önlemini almış,
char v. yakıp kömür haline getirmek, dikkatli, tehlikelerden sakınan.
kömürleştirmek. chase v. izlemek; kovalamak.
char-coal n. odun kömürü; mangal chasm n. uçurum, derin yarık.
kömürü. chaste adj. dokunulmamış, temiz, el
character n. karakter; yapı; özyapı; değmemiş.
ıra; nitelik; özellik. chasten v. iyileştirmek, ceza vererek
characteristic adj. özellik; nitelik. kendine getirmek.
chastise 273 chielfy

chastise v. suçlamak, cezalandırmak. checklist n. dizin, liste.


chat v. konuşmak, söyleşmek. n. söy- checkered adj. damalı, kareli, ekose.
leşi. cheek n. yanak; yüzsüzlük; arsızlık.
chatter v. gevezelik etmek. n. geve- cheeky adj. yüzsüz; utanmaz.
zelik. cheer v. neşelendirmek.
chatty adj. konuşkan, konuşmayı seven. cheer up v. neşelendirmek.
cheap adj. ucuz; basit, bayağı. cheerful adj. neşeli, hoş, hoş sohbet.
cheat v. aldatmak; kandırmak; hile cheery adj. neşeli, şen.
yapmak; dolandırmak. n. dolandırıcı. cheese n. peynir.
check n. denetleme, kontrol. v. denet- cheesy adj. peynirimsi.
lemek, kontrol etmek, bakmak, yok- cheilo- , cheil- prefixes. dudak anla-
lamak, frenlemek, durdurmak. mına önekler.
check in/out kayıt yaptırmak; gelişi- cheiro- , cheir- prefixes. el anlamına
ni/gidişini bildirmek (otele, havaa- önekler.
lanına, v.d.’ne); kayıtlı bir şeyi chelate v. yapışmak, bağlamak, bağ-
(özellikle kitapları) (kütüphaneye) lanmak; kenetlemek.
geri götürmek. chelate agents kenetleme ajanları.
check in with v. adını yazdırmak, chem.- , chemo- prefixes. kimya an-
(uçak seferine, otele, v.d.lerine) lamına önekler.
kaydını yaptırmak, -e görünmek, is- chemistry n. kimya.
temek. chemical adj. kimyasal. n. kimyasal
check off v. listesini çıkarmak, sıra- madde.
lamak. chemist n. kimyager, kimyacı.
check out (faturayı ödeyerek otelden) chemotherapy n. ilaçla sağaltım,
ayrılmak. kimyasal sağaltım.
check sth off listede işaret etmek; (bir cherish v. çok değer vermek; akılda
ad veya madde ile ilgili olarak) lis- tutmak.
tede bağlantı kurulduğu yolunda cherished adj. saygın, değerli.
işaret koymak. cherry n. kiraz. adj. kiraz rengi.
check out v. değerlendirmek, sına- chest n. gögüs, gögüs kafesi.
mak, test etmek. chestnut adj. kestane renginde. n.
check sth out soruşturmayla doğru- kestane; kestane ağacı.
luğunu saptamak; doğru olduğunu chew v. çiğnemek.
soruşturma yaparak belirlemek; ka- chiasm, chiasma n. pl. chiasmata iki
yıtlı bir şeyi (özellikle kitapları) hattın, iki tendonun, iki sinirin
ödünç almak. kesişme noktası
check over v. sınamak, test etmek. chicken n. civciv, piliç, tavuk eti.
check sth over (doğruluğunu belir- chicken out v. cesaretini kırmak.
lemek üzere) incelemek. chicken pox n. su çiçeği, varicella.
check up n. kontrol, yoklama, baştan chief n. esas, temel, bellibaşlı, en
sona hasta muayenesi, sağlık kont- önemli, esaslı, asıl.
rolü. chiefly adv. asıl olarak; çoğunlukla;
checking n. yoklama. herşeyin üstünde; özellikle.
chilblains 274 chromatosis

chilblains n. soğukta kalmanın chloroplast n. klorofil içeren bitki


neden olduğu, ağrılı parmak veya gözesi yapısı, kloroplast. ör.
kulak şişmesi. Photosynthesis occurs in the
child n. pl, children çocuk. chloroplasts of plant cells.
childbearing n. gebelik. choice n. seçim.
childbirth n. doğum, çocuk doğurma. choke v. boğazı tıkanmak, soluğu ke-
childhood n. çocukluk. ör. Burkitt silmek. n. tıkama, boğma, soluğunu
lymphoma is a neoplasm of B kesme; farenks veya özefagus tı-
lymphocytes that is the most common kanması.
childhood tumor in Central Africa choke up/with tıkanmak, tıkamak.
and New Guinea. chole-, chol- cholo- prefixes. safra ile
childish adj. çocuksu. ilgili anlamına gelen önekler. ör.
childlike adj. çocuk gibi; masum. cholecyst, choline, cholecystectomy
n. safra kesesinin ameliyatla alın-
chill v. ürpermek, üşümek; soğutmak.
ması. cholecystitis n. safra kesesi
n. vücudun ani üşümesi; üşüme, so-
yangısı. cholelith n. safra kesesinde
ğuk algınlığı. taş oluşumu.
chilly adj. soğuk; uzak; dostça olma- cholemia n. kanda safra bulunması.
yan. cholera n. kolera.
chimney n. baca. choleric adj. irite edici; huysuz.
chin n. çene. cholic adj. safrayla ilgili.
chincough n. boğmaca. cholorosis n. bir tür anemi.
chink n. çatlak, yarık. chondro- , chondrio- prefixes. kıkır-
chip v. ince ince kesmek; kırmak, bir dak anlamına önekler.
parça koparmak. n. çizik, yarık; choose v. seçmek.
parça. chop v. kesmek, ince parçalara ayır-
chip in (on/for) v. eşlik etmek, katıl- mak. n. ince parça; küçük kemikli et
mak. parçası; kesici darbe; ani tek vuruş.
chirurgery n. ameliyat; cerrahi. chop sth down keserek düşürmek.
chloasma n. vücudun herhangi bir chop off v. kesip atmak, koparmak.
yerinde görülen deride kahveren- chop out v. kesip almak/ayırmak.
gimsi renk değişimi; özellikle bazı chop sth up keserek ince parçalara
gebe kadınlarda belirgindir. ayırmak; kıymak.
chlor- , chloro- prefixes. yeşil anla- get the chop işten atılmak; aniden
mına önekler. durdurmak.
chloremia n. kanda hemoglobin ve chord- prefix. kordon anlamına önek.
kırmızı cisimcik azalması. chorda n. pl chordae kordon, tendon.
chloroform n. yoğun, berrak, renksiz, chrom-, chromat-, chromato, chrom
uyutucu olarak kullanılan sıvı; klo- prefixes.. renk, renkli anlamına ge-
roform. len önekler. ör. chromaffin.
chlorophyll n. bitki hücrelerinin yeşil chromatelopsia n. renk körlüğü.
pigmenti, klorofil. ör. Leaves of chromatic adj. renk ile ilgili.
green plants are green due to the chromatosis n. pigmentasyon, deride
presence of chlorophyll. renk maddesi yitimi.
choromocyte 275 cite

chromocyte n. renk değiştirmiş göze. lamlarına önekler. ör. a cine-


chromosome n. hücre çekirdeğinde camera, cinefluoroscopy.
gen içeren yapı; renkli cisimcik. ör. circinate adj. dairesel; halka şeklinde.
The chrosomes contain genetic circle v. daire; çember. v. çevrele-
information responsible for inherited mek; çevirmek; etrafını sarmak.
traits. circlet n. küçük daire.
chronic adj. aralıksız, süreğen; kronik. circular adj. yuvarlak, dairesel.
chrono-, chron- prefixes. zaman an- circuit n. döngü.
lamına önekler.ör. chronaxy, chro- circulate v. dolanmak; devretmek.
nometer zaman ölçer. circulation n. devir, döngü; dolaşım;
chrys- , chryso- prefixes. altın anla- kan dolaşımı.
mına önekler. circulatory adv. dolaşımsal; döngüsel.
chump n. aptal. circulus n. pl. circuli daire, çember.
churlish adj. huysuz, kaba. circum- prefix. her taraf anlamına
chylo- , chyl- prefixes. kimüs anlamına önek. ör. to circumnavigate the
önekler. world dünyanın etrafında seyahat
chylosis n. kimüs oluşumu. etmek.
circumanal adj. anüsü çevreleyen.
chylous adj. kimüsle ilgili.
circumarticular adj. bir noktayı çev-
chyme n. midede sindirlen besin; ki-
releyen, saran.
müs.
circumcise v. sünnet etmek.
chymous adj. kimüsle ilgili.
circumscribe v. çevrelemek, sınırla-
chymus n. kimüs. mak.
chytide n. deri buruşukluğu, deri kırı- circumduction n. vücudun bir parça-
şıklığı. sını dairesel bir yönde devindirmek.
cicatrix n. pl. cicatrices yara izi; iz; circomocular adj. göz etrafında olan.
skar. circumstance n. durum, etken, hal,
cicatrize v. nedbeleşmek, skatrisleş- vaziyet, koşul, olgu.
mek; iyileşmek, sağalmak. circumstantial adj. duruma bağlı;
-cid, -cide, -cidal suffixes. öldürme, kazara.
yıkım öldüren, öldürücü anlamlarına circumstantion n. durumla ilgili; ay-
ad oluşturan sonekler. ör. genocide rıntılı; olgusal.
soykırım. in circumstances bu durumda.
ciliary adj. kirpiksi; siliyer. in no circumstances asla, hiç bir
ciliastatic adj. siliyer hareketleri ön- zaman, hiç bir şekilde.
leyici. under no circumstances asla,
ciliated adj. siliya içeren. katiyyen; hiçbir zaman.
ciliates n. kirpiksiler, siliyalar. under these circumstances bu du-
cilio- , cili- prefixes. kirpiksi, siliya; rumlarda.
kirpik anlamlarına önekler. cissy, sissy n. kadınsı tavırları olan
cilium n. pl. cilia kirpik. erkek çocuk. adj. kadınsı.
cine-, cin- prefixes. eylem, hareket, cite v. anmak, atıfta bulunmak, be-
film ve film yapım endüstrisi an- lirtmek, göstermek, sözünü etmek.
citizen 276 clear

citizen n. vatandaş, yurttaş. classification n. bölme, sınıflama, sı-


citrus adj. turunçgillerden, turunçgil- nıflandırma.
lerle ilgili. clastic adj. parçalanan, parçalanma
civilize v. uygarlaştırmak. veya bölünme eğiliminde olan.
civil adj. uygar; sivil; sivillerle ilgili, claudication n. azalmış kan akışı ne-
vatandaşlarla ilgili. deniyle oluşan aksaklık; topallama,
civil rights vatandaşlık hakları. aksak yürüme.
civil servant devlet memuru. clause n. tümcecik, cümlecik.
civil service devlet hizmeti. claustrophobia n. kapalı yerlerde bu-
civil war iç savaş. lunma korkusu. ör. People suffering
civilian n. sivil kişi; kibar, nazik. from claustrophobia often do not
civility n. kibarlık. like to enter elevators or closets.
civilization n. uygarlık. clavicle n. köprücük kemiği.
civilized adj. uygar. clavicula n. pl. claviculae köprücük
clabber n. ekşimiş, kesilmiş süt. v. kemiği.
ekşimek. clavus n. pl. clavi nasır.
clad adj. kaplı, örtülü, giyinmiş. claw n. pençe, hayvan tırnağı. v. tır-
claim v. iddia etmek, ileri sürmek. n. naklamak; pençesiyle vurmak.
iddia; istek. clay n. kil.
clam up v. bir konuda konuşmamak. clean n. temiz. v. temizlemek.
clammy adj. ıslak; nemli; yapışkan; clean off v. tertemiz etmek.
soğuk ve nemli. clean out v. biryerden gereksiz mal-
clamp v. penslemek, klampe etmek, zemeyi boşaltmak.
sağlamlaştırmak, sıkıştırmak. n. bir clean up v. düzeltmek, temizlemek,
bölümü veya yapıyı sıkıştırmada tertemiz etmek.
kullanılan alet, kenet, kıskaç, kelepçe. cleanse v. arıtmak, silmek, temizle-
clap n. belsoğukluğu; gonorrhea. mek.
cleansing adj., n. temzleyici.
clarify v. arıtmak; durultmak; aydın-
cleanly adj. temiz bir biçimde.
latmak; açıklamak, anlaşılır hale ge-
clear adj. açık; aydınlık; temiz; ber-
tirmek, anlaşılabilir kılmak; netleş-
rak; şüphesiz; duru; açık; meydan-
tirmek. ör. Understanding the
da. v. açığa çıkarmak; aydınlatmak;
structure of the DNA molecule helps
temizlemek; berraklaştırmak; arıtmak.
to clarify its function in protein
clear away v. almak, ortadan kaldır-
synthesis.
mak, uzaklaştırmak.
clarity n. açıklık, belirginlik, duruluk, clear off çabucak bir yerden ayrıl-
anlaşılırlık; netlik. mak, başka yere gitmek, uzaklaş-
class n. sınıf; bölüm; kat; tabaka. mak.
classify v. sınıflandırmak, bölmek, clear out v. temizlemek; kapalı bir
ayırmak. ör. Hormones can be yeri hızla terketmek.
classified into several broad clear sth out temizleyip istenmeyen
categories, which act on different nesneleri atmak; kiri, pası, v.d.’ni
types of receptors. söküp atmak; boşaltmak.
clear up 277 close

clear up açıklamak; netleştirmek; dü- climate n. iklim.


zene sokmak; düzenlemek, sınıflan- climatic adj. iklimsel.
dırmak; bitirmek; bitmek; daha za- climax n. en şiddetli dönem; bir say-
rarsız hale gelmek, uzaklaştırmak. rılık gelişiminde görülen en şiddetli
clear-cut kesin; kati; ayırt edici; açık; evre; cinsel birleşme sırasında du-
çok iyi tanımlanmış. yulan en yüksek doyum noktası, or-
clearance n. kandan bir maddenin çı- gazm; doruk, tepe, zirve.
karılması; temiz alan; klerans; aç- climb v. tırmanmak; yükselmek; tır-
ma, temizleme; boşaltma; aralık, manarak gitmek; (bitki) tırmanarak
boşluk, açıklık. (duvarın, v.b.’ nin) üstüne çıkmak.
clearly adj. açıkca. climb down hatasını kabul etmek.
clearness n. berraklık; açıklık. climb into/out of giysileri giyin-
cleavage n. göze bölünmesi, yarılma, mek/çıkarmak.
yarık, çatlama, ayrılma. ör. The go climbing bir spor olarak dağa
cleavage of the bond between tırmanmak.
adjacent amino acids in a protein clinch v. pekiştirmek, sağlamlaştır-
molecule releases energy. mak; sıkılaştırmak.
cleft adj. yarılmış; ayrılmış; yarık; n. cling to v. -e yapışmak; sarılmak;
oluk; çatlak, ayrılmayla meydana asılmak; tutunmak, bağlanmak.
gelen boşluk/aşıklık. ör. The clinic n. klinik; yatarlık.
synaptic cleft is the space between clino- prefix. eğilme, eğilim, meyil
the end of one neuron and the anlamlarına önek.
beginning of the next. clip v. kesmek, kırpmak.
cleft-like çatlak benzeri; yarık benzeri. clipping n. kırpma, kesme, kırpıntı,
cleido- , cleid- , clide- , clid- prefixes. parça.
köprücük kemiği anlamına önekler. clitoris n. kadın cinsel organında bu-
ör. cleido-mastoid muscles. lunan küçük sertleşme özelliği olan
cleidal adj. köprücük kemiği ile ilgili. organ; klitoris; bızır.
clench v. (yumruğunu, dişini) sıkmak; clivus n. pl. clivi eğimli yüzey.
kapatmak. clockwise adv. saat yönünde.
clerk n. katip, memur, büro elemanı. clog v. dolmak. n. pıhtı; engel.
clever adj. zeki, becerikli. clonic adj. titrentili.
click v. çıtlamak; tıklamak. clonus n. titrenti.
cliff n. uçurum, yar, dik kaya. close adj. kapalı; yakın. v. bitirmek;
climacteric n. yaşam içinde insanlarda kapatmak; biraraya getirmek. adv.
varsayımsal olarak ruhsal değişik- yakın; yakında.
liklerin meydana geldiği dönem; (sail) close to the wind uygunsuz
menapoz dönemi; herhangi bir kritik davranışta bulunmak üzere; dürüst
dönem. olmayan davranış göstermek üzere.
climacterical adj. kritik bir dönem close down v. (fabrika, şirket vd.) ka-
veya aşama ile ilgili. patmak.
climactic adj. zirve, doruk; en üst dü- close in/on/upon v. tehdit edercesine
zey; en üst düzeyle ilgili. etrafını çevirmek/yaklaşmak.
close on 278 coalescent

close on hemen hemen; yaklaşık. clunis n. kalça; kıç.


close sth out satarak bütün malların- cluster v. kümelenmek. n. küme; de-
dan kurtulmak. met. ör. A cluster of embryonic cells
close to yaklaşık; hemen hemen; ya- can develop into an adult organ by
kın. repeated mitotic divisions.
close to home (acı) gerçeğe yakın. clutch n. kavrama, tutma, tutuş.
close up yakınlaşmak; yaklaşmak, in the clutches of elinde, pençesin-
bitişmek; (yara) iyileşip kapanmak; de, denetiminde.
tıkamak. clutter v. alt üst etmek, karmakarışık
close with anlaşmak; bir görüşü pay- hale getirmek, birbirine katmak,
laşmak, kabul etmek; karşılaşmak; hızlı ve anlaşılmaz konuşmak. n.
savaşa başlamak. dağınıklık.
closed adj. kapalı. cluttering n. hızlı konuşmayla belir-
closely adv. yakın olarak. gin konuşma bozukluğu.
closeout n. satıp kurtulma; elden çı- -clysis suffix. enjeksiyon anlamına
karma. sonek.
closure n. yaranın iyileşmesi; dur- cm, centimeter n. santimetre.
durma, kapatma, kesme. cnemial adj. bacakla ilgili.
clot n. pıhtı, kanın pıhtılaşması. v. cnemis n. incik kemiği.
pıhtılaşmak; pıhtılaştırmak. co-, col-, con- prefixes. birlikte, bera-
clotted adj. pıhtılaşmış; pıhtılı. ber, çok, tam anlamlarına önekler.
clotting time pıhtılaşma süresi. ör. co-worker (birisiyle) birlikte ça-
cloud v. bulandırmak; bulanıklaştır- lışan kimse, collaborate.
mak. n. bulut. coagulant n. pıhtılaştırıcı ajan.
cloudy adj. bulanık. n. bulutlu. coagulate v. pıhtılaşmak; pıhtılaştır-
club n. çomak, sopa; kulüp, topluluk. mak.
v. sopa ile dövmek. coagulation n. pıhtılaşma.
clubbed adj. çomaklaşmış; kütük- coagulative adj. pıhtılaştırıcı.
leşmiş. coagulum n. pl. coagula pıhtı.
club-shaped adj. çomak şeklinde. ör. coal n. kömür.
Coronaviruses are pleomorphic a lump of coal bir topak/parça kö-
enveloped viruses that have large mür.
club-shaped projections (crowns). charcoal n. odun/mangal kömürü.
clue n. belirti, ipucu; bir sorunun ve- coal-black n. simsiyah kömür karası.
ya gizin çözümünü sağlayan her- coalesce v. bileşmek, kaynaşmak. ör.
hangi birşey. Cutaneous lesions consist of itchy,
clump n. küme; demet, deste; yığın. violaceous, flattopped papules that
v. kümelenmek; yığılmak. may coalesce focally to form plaques.
clump together yığmak; biraraya coalescence n. kaynaşma, birleşme;
toplamak. parçaların kaynaşması.
clumsy adj. sakat; beceriksiz; korkak. coalescent adj. birleşen, kaynaşan.
clumsily adv. kabaca. ör. Acute prostatitis may appear as
coapt 279 cold sore

minute, disseminated abscess; as coexist v. aynı zamanda var olmak,


large, coalescent focal areas of bir arada bulunmak. ör. Acne is
necrosis; or as a diffuse edema, divided into noninflammatory and
congestion, and boggy suppuration inflammatory types, although both
of the entire gland. may coexist.
coapt v. birleşmek, kapanmak. coexistant n. birlikte bulunan.
coarct v. sınırlamak, sıkıştırmak. coffin n. tabut.
coarctation n. sıkma, daraltma, büz- cogent adj. inandırıcı.
me; stenoz. cogency n. inandırıcılık.
coarse adj. kaba, iri taneli; terbiyesiz, cognition n. algılama, anlak, bilişim,
kaba. bilme; farkında olma, kavrama.
coat v. kaplamak, örtmek. n. örtü. cognitive adj. bilişsel.
coating n. örtü, kaplama; bir yüzeye cohabitation n. kadınla erkeğin bir-
yayılmış bir madde tabakası. likte yaşaması.
coaxial adj. ortak eksenli. coherent adj. birbirini tutan, tutarlı;
coccyx, coccygis n. pl. coccyges uyumlu; yapışık.
omurganın sonundaki küçük kemik; coherence n. bağdaşıklık, tutarlılık,
kuyruk sokumu kemiği. uygunluk.
cochlea n. iç kulak boşluğu. cohesion n. bağlılık, birbirini tutma,
cockroach n. hamamböceği. birlik; yapışma, birleşme. ör. Water
cocktail n. birkaç ilacı içeren karışım. molecules stick to one another
cocto- prefix. kaynamış, ısıyla deği- because of the process of cohesion.
şime uğramış anlamına önek. coil v. dolamak; dolanmak.
cod-liver-oil n. balıkların karaciğe- coincide v. aynı zamana rastlamak; eş
rinden elde edilen, D-vitamini ba- zamanda olmak.
kımından zengin yağ çeşidi. coincidence n. kaza, rastlantı, tesa-
code v. şifrelemek. n. şifre, kod. düf.
codeine n. yatıştırıcı ilaç. coincident adj. eşzamanda olan.
codon n. bir DNA veya RNA mole- coincidental adj. eş zamanlı; rastlan-
külünde bir amino asidi kodlayan üç tısal.
ardışık baz. ör. Each codon is coitus n. cinsel birleşme; cinsel ilişki;
specific to a transfer RNA molecule çiftleşme.
which attracts a particular amino cold adj. soğuk, donuk. n. soğuk, nezle.
acid. colds n. burun tıkanıklığı, öksürük ve
coefficient n. katsayı. ateş yapan, insanlarda görülen yay-
coel- prefix. vücutta veya bir organda gın virüs enfeksiyonu; soğuk algın-
bulunan boşluk anlamına önek. ör. lığı.
coelentrate. cold bag n. buz torbası.
coelum n. karın boşluğu. cold sore n. soğuk algınlığı sırasında
coerce v. zorlamak. ortaya çıkan dudak enfeksiyonu. ör.
coercion n. zorlama. Cold sores cause pain when eating
coeur n. kalp, yürek. or drinking.
colectomy 280 come about

colectomy n. kalın bağırsağın bir change colour sararmak; gözü kı-


kısmının alınması. zarmak.
coleo- prefix. kılıf; kın, dölyolu, vajin color blindness n. renk körlüğü.
anlamlarına önek.ör. coleoptosis. colorblind n. renk körü.
colic n. şiddetli karın ağrısı, kolik. colored adj. renkli.
adj. kalın bağırsakla ilgili. colorless adj. renksiz.
colicky adj. kolik ağrıya benzeyen. loose color rengi atmak; sararmak.
colitis n. kalın bağırsak yangısı. with flying colors büyük bir başa-
collaborate v. katılmak, ortak çalış- rıyla.
mak. colostrum n. doğumdan sonra anne-
collaboration n. birlik, ortaklık, ortak nin memesinden gelen ilk süt.
çalışma, katılma. colpalgia n. uterus ağrısı; dölyatağı
collapse v. çökmek. n. dolaşım çök- ağrısı.
mesi; çökme, çöküm, yıkılma. colpo-, colp- prefixes. dölyatağı, va-
collateral adj. yardımcı; yan; yandal; jina anlamlarına önekler. ör.
ikincil. colpocele, colpoctesis, colpoplasty.
colleague n. iş arkadaşı, meslektaş. column n. sütun.
collect v. birikmek; biriktirmek; (kan, columnar adj. direksi, sütun şeklin-
idrar) almak; derlemek. de, sütunumsu.
collection n. toplama; biriktirme; top- com- con- prefixes. ile, beraber, bir-
lanma; birikme; birikim; (kan, idrar likte, bağlantılı, çok, tam anlamlarına
birikimi). önekler. ör. compassion sempati.
collective adj. ortak, toplu. coma n. uzamış bilinç kaybı; koma;
collectively adv. topluca, toplu ola- baygı. ör. Simultaneous use of
rak. ör. Sarcomas collectively make barbiturates and ethanol is
up 5% or less of uterine tumors. potentially lethal, causing coma and
collide v. çarpışmak..
cardiopulmonary arrest.
colliquation n. aşırı sıvı çıkarımı.
comatose n. koma halinde bulunma;
collision n. çarpışma.
komada kalma.
collusion n. danışıklı iş, gizli anlaşma.
comb v. düzeltmek; toplamak; tara-
collum n. pl. colla boyun.
mak; baştan sona aramak. n. tarak.
colon n. kalın bağırsak.
comb out sb/sth (gereksiz şeyleri ve-
colonic adj. kalın bağırsakla ilgili.
ya kişileri) bulmak ve başından
colonize v. yerleşmek, işgal etmek.
savmak.
ör. Toxic shock syndrome toxin is
secreted by S. aureus colonizing the combat v. savaşmak, mücadele etmek.
vagina of women using tampons combine v. birleştirmek, biraraya ge-
and causes shock by mechanisms tirmek.
similar to those of S. aureus combination n. birleşme, birikme.
entereotoxins. combustion n. yanma.
colony n. küme; kümeç. come v. gelmek; ulaşmak.
color, colour n. renk. v. renk vermek; come about v. olmak; oluşmak; orta-
renklendirmek. ya çıkmak, meydana gelmek.
come across 281 come together

come across v. rastlamak; karşılaş- come in for v. almak; elde etmek;


mak, olmak; çarpışmak. edinmek.
come again v. geri dönmek. come in on görev almak; katılmak.
come along v. başarıya ulaşmak; come in useful yararlı olmak.
doğmak, gelişmek; ilerlemek; acele come into v. elde etmek; kalıtsal ola-
etmek; iyileşmek. rak almak; miras kalmak, servete
come apart v. ayrılmak, dökülmek, konmak.
dağılmak; parçalanmak, yırtılmak. come into affect v. yasalaşmak, yü-
come around/round v. iyileşmek; rürlüğe girmek.
anlaşmaya başlamak. come loose çözülmek; gevşemek; ye-
come at v. ulaşmak; elde etmek, rinden oynamak.
edinmek; keşfetmek, bulmak. come off v. ayrılmak; başarmak,
come away (kopup) elinde kalmak. meydana gelmek; olmak; sonuca
come back belleğine gelmek; akla varmak, sonucu olmak; başarmak.
gelmek; anımsamak; hatırlamak; come on v. başlamak, büyümek, ge-
dönmek; eski yerine veya konumu- lişmek, ilerlemek; düzelmek; "hay-
na geri dönmek. di!", "çabuk ol".
come between v. ayrılmaya neden come out v. açıklamak; duyurmak;
olmak; ayırmak, parçalamak; ya- çıkmak; sonuçlanmak; çiçek açmak;
bancılaşmak. grev yapmak.
come by v. edinmek; elde etmek; come out with v. açıklamak, bildir-
geçmek. mek, belirtmek, doğrulamak, ifade
come down v. bozulmak, düşmek, etmek, söylemek.
inmek; çökmek; toplumsal olarak come over v. meydana gelmek; sahip
bulunduğu konumu yitirmek; -den olmak; taraf değiştirmek; ziyaret
kalmak. etmek; görüş değiştirmek.
come down on/upon v. inmek; biri- come round görüş değiştirmek; ken-
sinin üstüne çullanmak; saldırmak; dine gelmek; ayılmak, düzelmek,
cezalandırmak. iyileşmek; olmak; ziyarette bulun-
come down to ... anlamına gelmek; mak.
indirgenmek. come through v. ziyaret etmek; ba-
come down with (bir hastalığa) yaka- şarmak, tamamlamak; sağalmak;
lanmak, sayrılanmak, hastalanmak. iyileşmek.
come for üstüne atılmak; saldırmak. come to v. düzelmek, iyileşmek, ken-
come forward v. birisinin işini yap- dine gelmek, ayılmak; bilincine ka-
maya istekli olmak, gönüllü olmak; vuşmak.
ortaya çıkmak; aday olmak. come to a head v. ciddileşmek, kritik
come from ...den çıkışlı olmak; ...lı bir noktaya gelmek.
olmak. come to terms v. anlaşmak, savaş-
come in v. girmek, görünmek, ortaya maya son vermek.
çıkmak; ulaşmak, varmak; kazan- come together v. birleşmek, bir araya
mak; seçilmek. gelmek.
come to pieces 282 community

come to pieces paramparça olmak. comminution n. küçük parçalara bö-


come under sınıflandırılmak; diye lünme.
ayrılmak; birisinin otoritesi altına commissura n. pl. commissurae açı,
girmek. göz veya dudak köşesi.
come up v. ileri sürülmek, ortaya commit v. işlemek, yapmak, bağla-
çıkmak; yükselmek, yaklaşmak; mak. n. bağlantı, söz, yüklenme.
kusmak, çıkarmak. common adj. ortak, müşterek, ola-
come up against v. ... ile karşılaş- ğan, basit; yaygın.
mak, çatmak; zorlukla yüz yüze common cold n. soğuk algınlığı, so-
kalmak. lunum yollatı viral enfeksiyonu. ör.
come up to v. ulaşmak; uzanmak; There is no known cure for the
karşılaşmak; birisine yaklaşmak; common cold.
belli bir düzeye denk olmak. common sense sağduyu; aklıselim.
come up with v. çözüm bulmak, dü- far more common çok daha yaygın.
şünmek, önermek; üretmek. ör. The genetic diseases associated
come upon v. kazara karşılaşmak, with karyptypic changes involving
aniden bir yere varmak; üzerine the sex chrosomes are far more
gelmek; saldırmak. common than those related to
how come? Niçin? (kızgınlık veya autosomal aberrations. = Seks kro-
rahatsızlık belirtir). mozomlarını ilgilendiren karyotipik
comedo n. deri bezlerinde görülen si- deişimlerle bağlantılı genetik hasta-
yah, yağlı noktalar. lıklar otozomal anomalilerle bağ-
comfort v. rahatlamak. lantılı olanlardan çok daha yaygın-
comfortable adj. rahat, sıkıntısız, sa- dır.
kin, kayifli. in common with -le beraber olarak,
confortably adv. rahat şekile, keyifli -le birlikte.
commonly adj. çoğunlukla.
olarak.
commonness n. bayağılık, basitlik,
command v. kumanda etmek, em-
çokluk, sıradanlık.
retmek, hakim olmak. n. kumanda,
commotion n. kargaşa, karışıklık.
emir, komuta, idare, hakimiyet.
commun adj. ortak, birlikte, yaygın,
commence v. başlamak, başlatmak.
paylaşılan.
commencement n. başlama.
communicable adj. bulaşıcı., kolay
commensal adj., n. ortak yaşam.
bulaşan, kolay taşınan. ör.
comment v. yorum yapmak; fikir be- diseases pass
Communicable
yan etmek; düşüncelerini açıkla- quickly from one person to another.
mak. n. görüş, düşünce. communicate v. iletişim kurmak; ha-
commerce n. ticaret, tecim. berleşmek; bulaştırmak.
commercial adj. ticari, tecimsel. community n. topluluk, ortak çıkarla-
commercially adv. ticari olarak, te- rı olan insanların yaşadığı toplumsal
cimsel şekilde. alan, yerleşke; bir ilacın denendiği,
comminuted adj. birkaç parçaya ay- aşısının yapıldığı insan kümesi. ör.
rılmış, bölünmüş. Health centers in the community
compact 283 compliant

provide medical care for people competent adj. ehliyetli, yeterlikli.


who live in the area. = Toplumsal competition n. müsabaka, rekabet,
alanlardaki sağlık merkezleri böl- yarışma.
gede yaşayan insanlara tıbbi bakım competitor n. rakip, yarışmacı.
verirler. competitive adj. rekabetçi, yarışmacı,
compact n. katı, sıkı, sıkıştırılmış, dar yarışsal, rekabetle ilgili.
bir alanda yoğunlaşmış, sıkıca bir- compile v. derlemek, toplamak.
leştirilmiş. ör. Blood vessels are complacent adj. hoşnut, memnun.
found in compact masses in the complain v. yakınmak, şikayet etmek.
walls of the uterus. complaint n. hastalık, sayrılık, rahat-
company n. dost, arkadaş; dostluk, sızlık, şikayet.
arkadaşlık; konuk; ortaklık, şirket. complement n. tamamlayıcı şey,
compare v. karşılaştırmak. tümleç; tayfa.
comparable adj. benzer, karşılaştırı- complementary adj. tamamlayıcı,
labilir. tümleyici; nükleik asit telcik çiftle-
comparative adj. göreceli, karşılaş- rini tamamlayan parçayla ilgili. ör.
tırmalı, nispi. The base, uricil, in RNA is
compare to -e benzemek. complementary to adenine in DNA.
compare with ile karşılaştırmak. complementing adj. tamamlayıcı.
compartment n. bölme, bölüm. complete adj. tam, tamam, bütün,
compassion n. acıma, merhamet. mükemmel. v. tamamlamak.
compatible adj. bağdaşır; uyuşur, completely adv. tamamen, tam olarak.
uygun; bağdaşık. ör. Unilateral completely finished bütünüyle biti-
agenesis of the kidney is an rilmiş; tam olarak bitmiş.
uncommon anomaly that is completion n. yerine getirme, ta-
compatible with normal life,if no mamlama.
other abnormalities exist.
incomplete adj. eksik, tam olma-
compel v. zorlamak.
yan.
compulsion n. zorlama, zorunluk.
complex adj. karışık, karmaşık, güç,
under compulsion baskı altında,
zor. ör. carbon dioxide unites with
zorunlu olarak.
haemoglobin to form the complex
compulsive adj. zorlayıcı.
known as carbamino-hemoglobin.
compulsorily adv. zorunlu olarak,
complexity n. karışıklık, karmaşıklık,
zorla.
güçlük, zorluk.
compulsory n. zorunlu, mecburi.
compensate (for) v. ödünlemek; tela- complexion n. cild, ten, ten rengi,
fi etmek; karşılamak; tamamlamak; yüz rengi. ör. People with light
yerine koymak. complexions sunburn more easily
compensation n. tamamlama, telafi than people with darker complexions.
etme, yerine koyma. compliance n. uysal olma, uysallık.
compensatory adj. ödünleyici, telafi compliant n. uysal, baş eğen.
edici, tamamlayıcı. in compliance with -e göre, -e uy-
compete v. rekabet etmek. gun olarak.
complicate 284 concern

complicate v. karıştırmak, güçleştir- compromise n. uzlaşma, ödün. v. uz-


mek, zorlaştırmak. ör. Not knowing laşmak.
the cause of a disease complicates compulsive adj. zorunlu, zorlayıcı.
its prevention. compulsory adj. zorunlu.
complicated adj. karışık, karma karı- conceal v. gizlemek, maskelemek,
şık hale gelmiş, karmaşık. ör. örtmek, saklamak..
Diagnosis of the disease was concede v. itiraf etmek; vermek; tes-
compicated because of the many lim etmek; uygun görmek; terket-
symptoms. mek.
complication n. anlaşmazlık, karma- conceive v. anlamak, idrak etmek;
şa, karışıklık, karışma, karıştırma. gebe kalmak; düşünmek, akla uy-
ör. The hydatiform mole is a common gun bulmak.
complication of gestation. conceivable adj. akıl alır, akla gelebi-
complicative adj karıştıran. lir, düşünülebilir.
uncomplicated adj. kolay, karışık conceivably adv. olasılıkla.
olmayan. concentrate v. bir yere toplamak, bi-
comply v. razı olmak, onay vermek, riktirmek, yoğunlaştırmak.
tamamlamak, uymak.. concentration n. toplama, birikme,
comply with -e razı olmak, -ile uyum biriktirme, yoğunluk. ör. When the
sağlamak; uymak, uygun davranmak. concentration of water is higher
component n. bileşen, parça, öge, un- outside a cell membrane than insi-
sur. de, the water will enter the cell.
compose (of) v. oluşturmak, düzen- concentric adj. eş/ortak merkezli, eş
lemek, teşkil etmek; düzeltmek; eksenli, konsentrik.
yazmak; bir araya getirmek; yarat- concentrically adv. eş merkezli ola-
mak. rak, sarmal olarak.
composite adj. oluşmuş, bileşik, bile- concentricity n. eş merkezlilik, eksen
şim, çeşitli parçalardan oluşan. birliği.
composition n. bileşim, düzenleme, concept n. kavram; fikir; düşünce.
kompozisyon, oluşturma, yaratma. conception n. gebe kalma, gebelik,
be composed of -den oluşmuş. dölleme; düşünce, kavram.
compound adj. bileşik. conceptive adj. algılanabilir.
comprehend v. kavramak, anlamak. conceptual adj. düşünce ile ilgili.
comprehensible adj. anlaşılır. conceptus n. zigottan gelişen tüm ya-
comprehension n. kavrama, anlama. pılar, plasenta, fetüs gibi döllenme
comprehensive adj. anlayışlı, kavra- ürünleri.
yışlı; kapsamlı. concern n. bağlantı, ilgi, ilişki. v. il-
compress v. sıkmak, baskılamak, sı- gilendirmek; endişelendirmek.
kıştırmak. as far as I am concerned bana ka-
compression n. sıkma, baskılama. lırsa, bence.
comprise v. içermek, kapsamak, den be concerned about birşeyden en-
oluşmak. dişe etmek, endişelenmek.
concerned 285 conduplicate

be concerned with ilişkili olmak, condemn v. ayıplamak, mahkum et-


ilgili olmak, ilgilenmek, karışmak, mek, kınamak.
meşgul olmak.. condense v. kısaltmak, yoğunlaştır-
concerned adj. ilgili, endişeli. mak.
concerning adj. ilgili, ilişkin, konu- condensation n. yoğunluk; yoğun-
sunda, hakkında; hususunda. laşma.
doesn’t concern ... ... ilgilendirmez. condensed adj. yoğunlaştırılmış, ko-
concession n. ayrıcalık, imtiyaz, yulaşmış, pıhtılaşmış, azalmış.
ödün. condenser n. gazı sıvıya, sıvıyı katıya
concise adj. kısa, öz. dönüştüren alet.
concha n. pl conchae midyeye ben- condition n. durum, hal; koşul. v. et-
zer organ. kilemek, koşullandırmak, koşula
conclude v. sonuçlandırmak, bitirmek. bağlamak.
conclusion n. sonuç. conditional adj. şarta/koşula bağlı.
in conclusion kısaca, özetle. conditioned adj. şartlanmış, şartlı.
conclusive adj. kati, kesin, nihai. conditioning n. koşullandırma.
concoct v. karıştırmak; uydurmak; pi- conditions n. durum; şartlar, koşullar.
şirmek. in condition formda, iyi durumda,
concoction n. karışım; karıştırma. beklenen koşulda.
concomitant adj. eşlik eden, birlikte on condition that koşuluyla.
olan, katılan. n. katılan/eşlik eden on no condition asla; hiçbir şekil-
kişi, katılan olgu. ör. Pharyngitis de; hiç bir koşulda.
and tonsillitis are frequent well-conditioned iyi koşulda, iyi
concomitants of the usual viral upper durumda.
respiratory infections. condole v. acısını paylaşmak, taziyet-
concordance n. doğal çiftlerde görü- te bulunmak.
len veri tiplerinde uyum; hasta
condom n. gebeliği önlemek için tüm
doctor arasındaki uyum, bir özelliğin
penisi saracak şekilde kullanılan
ikizlerin her ikisinde de görülmesi.
plastik kılıf; kondom; koruyucu.
ör. Concordance is greater in
condone v. göz yummak.
monozygotic twins than in dizygotic
conduce v. neden olmak.
twins.
conducive adj. neden olan; yol açan,
concordant adj. uyum gösteren.
etken.
concrete adj. somut.
conduct v. iletmek, uygulamak, yö-
concur with v. ile aynı zamanda olmak.
concurrent adj. aynı zamanda olan, netmek, taşımak. n. yönetme, yöne-
uyum içinde olan, eş zamanlı. tim; davranış, hareket.
concurrently adv. eş zamanlı olarak. conduction n. iletim.
concuss v. sarsmak. conductive adj. iletken; yararlı, özenli,
concussion n. şiddetli sarsıntı, başa üretken.
vurulan darbenin neden olduğu ser- conduit n. kanal, yol.
semlik; bayin gibi yumuşak bir ya- conduplicate adj. uzunlamasına üst
pının hasarlanması. üste kıvrılmış.
condyloma 286 confused

condyloma n. pl. condylomata anüs confine to v. ile sınırlamak, -e bağ-


veya genital organların çevresinde lamak.
görülen siğilimsi kabartı. confinement n. doğum yapma, çocuk
cone n. koni; kozalak. doğurma; yatağından çıkamama;
confection, confectionis n. pl. kapatma, hapsetme.
confectiones bir ilacın bal veya şu- confines n. sınır, hudut.
rupla karıştırılmış olduğu bir preparat. confirm v. doğrulamak, onaylamak,
confer v. danışmak, sunmak, vermek. teyit etmek.
confertus adj. yakın olarak düzenlen- confirmation n. destek, doğrulama,
miş, kaynaşmış, kaynaşan, birleşen. onay.
confess v. itiraf etmek. confiscation n. el koyma, müsadere
confide v. açıklamak, kabul etmek, etme.
güvenmek. conflict n. çelişki, zıtlık, birbirini
confidence n. güven; sır; gizlilik. tutmama. v. çelişmek, çatışmak.
confident adj. kendine güvenen, gü- conflict with v. anlaşamamak, çatış-
venli; emin; cüretkar. mak, karşı olmak, -e zıt olmak, sa-
confidential adj. gizli; mahrem. vaşmak.
confidently adv. güvenle; güven conflicting adj. zıt, çelişkili.
içinde. confluent adj. aynı yere akan, birlikte
confiding adj. güvenli; şüphe götür- oluşan.
mez. confluence n. birlikte akma, aynı yere
have confidence in someone biri- akma, iki veya daha fazla akıntının
sine güven duymak. birleşmesi ve tek bir akıntı oluştur-
tell in confidence gizlice söylemek. ması. ör. The confluence of the
take someone into your confidence biliary tree is the common bile duct.
bir kimseye sır vermek; birisini sır- confluent adj. birleşen, birlikte akan.
rına ortak etmek. conform (to/with) v. uygulamak,
configuration n. bir organ ve parça- uymak.
ları; bir molekül içinde atomların conformable adj. benzer, uygun.
dizilişi. conformation n. şekil; yapı; uygula-
confine v. çevirmek, sarmak, sınırla- ma, uyma.
mak, kapatmak, kuşatmak, hapset- conformity n. benzerlik, mutabakat,
mek. uygunluk.
be confined v. çocuk dünyaya ge- in conform with uygun olarak, aynı
tirmek, loğusa olmak. şekilde.
be confined to … ile sınırlı olmak. confound v. aklını karıştırmak; şa-
ör. The common pituitary adenoma şırtmak.
is a soft, well-circumscribed lesion confront v. karşılaşmak, karşısına
that may be confined to the cella çıkmak. ör. Many special problems
turcica. confront the technologist in his/her
be confined to bed v. sayrılık ne- efforts to obtain an EEG.
deniyle yatağa bağlı kalmak, yatak- confuse v. karıştırmak, şaşırtmak.
tan çıkamamak. confused adj. karışık.
confusion 287 conscienceless

confusion n. düzensizlik, kargaşa, ka- conjugation n. genetic madde alışve-


rışıklık, yanlış anlama. rişi için birleşme, tek hücreli iki or-
in confusion karışık, karışık du- ganizmanın birleşmesi, yeni bir
rumda. madde oluşturmak üzre bir madde-
congenital adj. doğuştan, doğuştan nin başka bir madde ile birleşmesi.
gelen, doğumdan beri var olan. ör. ör. Conjugation is a form of sexual
Doctors examine newborn infants reproduction.
for congenital diseases.//Congenital conjunctiva n. pl. conjunctivae göz-
disorders result from genetic yuvarının ön ve göz kapağının arka
defects or problems during delivery yüzeyini kaplayan mukoz membran.
of a child. conjuctive adj. birleşen, kaynaşan;
congested adj. kanlanmış, kanlı, kan- birleştirici, kaynaştırıcı.
la dolu. connect v. bağlamak, birleştirmek.
congestion n. kan basımı, kanlanma, connected adj. bağlantılı, ilgili, birle-
kanla tıkanma, kanla doluluk. ör. şik.
Pulmonary congestion occurs when connected with -e bağlı; … ile bağ-
the lungs are filled with fluid. lantılı; … ile ilgili.
congestive adj. kanlanmayla ilgili. connecting adj. bağlayan, ilgi kuran.
conglobate adj. tek bir yuvarlak küt- connection n. bağ, ilgi, bağlantı.
leden oluşmuş. connective adj. bağlayıcı, birleştirici.
conglobation n. bir çok parça- in connection with nedeniyle, do-
nın/partikülün tek bir kütle içinde layısıyla, ... ile ilgili/ilişkili/bağlan-
birikmesi. tılı olarak.
conglomerate adj. bir kütle içinde sı- connexus n. birleşme, bağlanma; bağ,
ralanmış birkaç parçadan oluşmuş. bağlantı.
conglutinate v. kaynaştırmak, yapış- connive v. göz yummak, görmezlik-
tırmak.
ten gelmek.
conglutinant adj. yapıştırıcı, birleşti-
conquer v. fethetmek, yenmek,
rici (yaranın kaynaşması gibi)
zaptetmek.
congratulate on v. kutlamak, tebrik
consanguineous adj. akrabalıkla, kan
etmek.
bağı olan, kan bağı ile ilgili. ör.
conic, conical adj. koni ile ilgili.
Consangıineous marriages, or
conidium n. pl. conidia eşeysiz man-
marriages between close relations,
tar sporu.
result in an increased incidence of
conjecture v. tahmin etmek; öngör-
mek. genetic defects.
coniosis n. tozun neden olduğu her consanguinity n. akrabalık, ortak ata-
hangi bir sayrılık. lardan kaynaklanan kan bağı.
conjectural adj. tahmini; öngörülen. conscience n. vicdan.
conjugate adj. birlikte çalışan, bir- in all conscience doğrusu.
leşmiş, bileşik, çift. v. birleşmek. ör. with a clear conscience vicdanı ra-
Carbonic acid is the conjugate acid hat olarak.
of the base, bicarbonate. conscienceless adv. vicdansız.
conscientious 288 constantly

conscientious adj. çalışkan, dikkatli, considerate adj. hatır bilir, saygılı,


titiz. insaflı.
conscientiously adv. dikkatlice. considerately adv. düşünceli tarzla,
conscious adj. bilinçli, kendinde, saygılı şekilde.
kendine gelmiş, ayık. consideration n. önem, düşünce, dik-
consciously adv. bilinçli olarak. kat, saygı.
consciousness n. bilinçli olma, ken- take into consideration v. önem
dine gelmiş olma; bilinç, anlayış, vermek, göz önünde tutmak, dikkate
idrak, şuur. almak.
consecutive n. zincirleme, ardışık, sı- consist v. oluşturmak, ibaret olmak.
ralı, art arda gelen. consist of -den oluşmak. ör. The
consecutively adv. art arda, üst üste. gastric wall consists of mucosa,
consent v. razı olmak. submucosa, muscularis propria, and
conservative n. köktenci karşılığı serosa.
olarak, aşamalı, sınırlı veya iyi sap- consist in -e dayanmak, -e bağlamak.
tanmış işlemlerle yürütülen sağal- consistence n. tutarlılık, yoğunluk.
tım; adj. tutucu. consistency n. tutarlık; koyuluk, ke-
consequence n. sonuç; önem; etki. safet, yoğunluk.
consequent adj. bir etkiye veya so- consistent adj. tutarlı, yoğun, uygun.
nuca bağlı; ardışık, birbirini izleyen. consistently adv. boyuna, sürekli ola-
consequential adj. sonuçta ortaya çı- rak; tutarlı şekilde.
kan; önemli. console v. teselli etmek.
consequently adv. bu nedenle, bun- consolidant n. iyileşme veya birleşti-
dan dolayı; sonuçta, sonuç olarak. rici madde.
in consequence bu nedenle. consolidate v. birleştirmek, sert-
in consequence of -in sonucunda. leş(tir)mek.
conservative adj. muhafazakar, tutu- consolidation n. sertleştirme, katılaş-
cu, konservatif. tırma.
conserve v. korumak, muhafaza et- consonant adj. uyumlu, tutarlı¸sessiz
mek; konserve yapmak. harf, ünsüz.
conservation n. koruma, korunma. conspecific adj. türdeş.
consider v. düşünmek, dikkate almak, conspicuous adj. dikkat çeken, göze
göz önünde tutmak. çarpan; çarpıcı. ör. Dermal ridges
considerable adj. epey, hatırı sayılır. are conspicuous on the fingertips.
önemli, büyük. conspire v. birlikte planlamak
considerably adv. epeyce, oldukça, constant adj. sabit, sürekli, değişmez.
önemli ölçüde. ör. The structure of inconstant adj. değişken; devam-
renal tubular epithelial cells varies sız; kararsız.
considerably at different levels of constancy n. süreklilik; devamlılık;
the nephron, to a certain extent, değişmezlik; karar.
correlates with function. constantly adv. sürekli olarak; de-
considerably cheaper son derece ğişmeksizin, devamlı olarak. ör.
ucuz. During active reproductive life, the
constipate 289 content

endometrium is constantly engaged consulting room n. doktorun hastayı


in the dynamics of shedding and muayene ettiği oda, muayene odası.
regrowth. consume v. tüketmek, harcamak, bi-
constipate v. kabız etmek, peklik tirmek.
yapmak. consumable adj. yenilebilir, tüketile-
constipated adj. kabız. bilir.
constipation n. kabızlık, peklik. consumption n. tüketim.
constitute v. oluşturmak, koymak, contact v. temas etmek, ilişki kur-
yığmak, kurmak. ör. Reduction in mak. n. bir sayrılık taşıyan kişi ile
platelet number constitutes an ilişkisi olan kişi. ör. Infectious
important cause of generelized agents can contact or enter host
bleeding. = Platelet sayısında azalma cells and directly cause cell death.
yaygın kanamanın önemli bir nede- in contact with ... ile ilişkili, bağ-
nini oluşturur. lantılı.
constituent adj. oluşturan, içerik, un- contagion n. bulaştırma, doğrudan
sur. temasla bir enfeksiyonu başkasına
constitution n. yapı, bünye; anayasa. geçirme; sayrılık bulaştırıcı ajan.
constitutional adj. yapısal, bünyesel, contagious adj. bulaşıcı, geçici.
bir bütün olarak bir dizgeyle ilgili; contagiousness n. bulaşıcılık.
genel; anayasal. contagium n. bulaştırma; sayrılık
constrain v. zorlamak, baskılamak. ajanı.
constraint n. zorluk, zorlama. contain v. içermek, kapsamak.
constrict v. daral(t)mak, büz(ül)-mek. containment n. bulaşıcı bir sayrılığın
constriction n. daral(t)ma, büzülme, yerel veya küresel olarak önlenme-
sıkma, sıkıştırma. ör. Constriction si, yok edilmesi.
of blood vessels decreases the flow contaminant n. enfeksiyon yapan
of blood. ajan, kirletici/bulaştırıcı madde.
construct v. yapmak, kurmak, inşa contaminate v. kirletmek, bulaştır-
etmek mak, enfekte etmek. ör. Many types
of bacteria contaminate food and
construction n. yapı, yapım.
make it dangerous to eat.
constructive adj. yapıcı.
contamination n. bulaşma, kirlenme,
consult v. baş vurmak, danışmak.
kirletme; enfeksiyon.
consultant n. uzman doktor, danış-
contaminated adj. hastalık bulaşmış;
man; birine öğüt/tavsiye veren uz-
enfekte. ör. If a patient develops
man doctor; bir hastadan tamamen
botulism, he/she must have eaten
sorumlu olmayan ancak sorumlu
contaminated food.
uzmana yardım eden uzman doctor. contemplate v. düşünmek, tasarla-
consultation n. bir hastanın sorunu mak, niyet etmek.
üzerinde iki veya daha fazla doctor contemporary adj. çağdaş.
veya cerrahın değerlendirme yapıp content n. içerik, nitelik, hacim, mik-
tanı, seyir ve sağaltım yöntemlerini tar. adj. doymuş; yeterinden fazla-
saptaması, konsültasyon; öğüt verme. sını istemeyen.
contentious 290 contrite

contentious adj. tartışmalı. contraction n. büzülme, çekilme, da-


contest n. mücadele, müsabaka, ya- ralma.
rışma. v. mücadele etmek, savaş- contracture n. kasılma, kasılım, kas
mak, yarışmak. kısalması.
contiguous adj. bitişik, komşu; do- contradict v. tersini söylemek, yalan-
kunan. lamak, çelişmek.
continence n. idrar veya dışkısını contradiction n. karşıtlık, çelişme,
tutma yetisi; ılımlılık; cinsel ilişki- çelişki, yadsıma, yalanlama, zıtlık.
den uzak olma contradictory adj. zıt; karşıt.
continent adj. perhizli, cinsel perhizli, contraindication n. bir ilacın etkisini
kendini cinsel ilişkiden uzak tutan. engelleme, engelleyen semptom;
contingency n. rastlantı, olasılık, te- karşı etki yapma.
sadüf. contralateral adv. karşı tarafta.
contingent adj. olası, kesin değil. contrary adj. çelişik, zıt, karşı, aksi.
continue v. sürmek, devam etmek. by contraries beklenene karşılık
continually adv. sürekli olarak. olarak.
continued adj. süren, sürekli, kesinti- contrarily adv. aksine, tersine.
siz. contrary to -e karşı olarak; aksine,
continuing adj. süren, sürekli, devam karşın, tersine.
eden, kesintisiz. on the contrary aksine, tersine.
continuity n. süreklilik, devamlılık. to the contrary aksine, tersine.
continuous adj. sürekli, kesintisiz. contrast n. zıtlık, çelişki. v. karşı
to be continued bitmedi, arkası var, çıkmak.
sürecek. contrast medium n. opak madde; x-
contort v. bükmek, burkmak, çarpıt- ray gözleminde vücudun iç organla-
mak. rını daha iyi görebilmek için verilir.
contour n. dış yüzey. v. bir dişin dış contrasting karşıtlık, zıtlık.
yüzeyini onarmak, bir protezin dış contrastive adj. karşılaştırmalı.
biçimini vermek. contravene v. karşı gelmek, itiraz
contra- prefix. 1. belli birşeyi önleyi- etmek, tersini söylemek, çelişmek.
ci. ör. contraceptive devices gebe- contrecoup n. yaralanma; karşı tara-
liği önleyici araçlar. 2. karşıt, karşı, fın yaralanması; beyin yaralanması.
zıt anlamlarına önek. ör. plants in contrectation n. cinsel ilişki öncesi
contradistinction to animals. aşk oyunları.
contraception n. gebeliği önleme. cont.rem. abv. L. continuenter remedia
contraceptive adj. gebelik önleyici. = ilaca devam ediniz anlamına kı-
contract v. kısaltmak, büzmek, da- saltma.
raltmak. contribute v. katılmak, eşlik etmek;
contracted adj. büzülmüş, daralmış, yardım etmek. ör. Certain promoters
kısalmış. may contribute to cancers in humans.
contractile adj. kısaltıcı, büzücü, da- contribution n. katılım, yardım.
raltıcı. contrite adj. üzgün, pişman.
contrive 291 cooling

contrive v. başarmak, becermek; dü- convergent adj. ortak noktaya doğru


zenlemek, geliştirmek. yönelen.
control n. olagana dönüştürme, dene- converse v. konuşmak. adj. ters.
tim, denetleme; kontrol, düzenleme. conversly adv. aksine, diğer taraftan,
v. denetlemek, düzenlemek. ör. tersine.
Some diseases are controlled by conversion n. değiş(tir)me, dö-
immunization through drugs. nüş(tür)me.
controversy n. çelişki, zıtlık; tartış- convert to/into v. değiştirmek, dö-
ma, anlaşmazlık. ör. Shock is a nüşmek, dönüştürmek. ör. It
syndrome about which there has appears that asymptomatic patients
been a great deal of confusion and convert to symptomatic ones at the
controversy. = Şok, hakkında pek rate of 1% to 3% per year, and the
çok yanlış anlama ve çelişki bulu- risk diminishes with time.
nan bir sendromdur. convertible adj. dönüştürülebilir,
controversial adj. zıt, çelişkili, çeli- çevrilebilir.
şik; tartışmalı. ör. The role of conversation n. çevirme, konuşma,
postmenopausal hormone replace- sohbet.
ment therapy or oral contraceptives convex adj. dışbükey.
as risk factors for developing breast convexity n. dışbükeylik, dışbükey
cancer remains controversial. bir yapı.
contuse v. berelemek, yaralamak, convey v. taşımak, sevketmek, aktar-
çizmek.
mak, iletmek.
contusion n. deriyi parçalamadan ha-
convince v. ikna etmek, inandırmak.
sar verme; çizme, çizik; deri altında
convincing adj. ikna edici.
kanama; ekimoz.
convincingly adv. ikna edici şekilde.
conular adj. konik, koni şeklinde.
convolute adj. kıvrımlı, sarılmış,
convalescence v. iyileşmek, nekahat
büklüm haline gelmiş, eğri, kıvrık.
bulmak, güç kazanmak, sağalmak.
convolution n. büklüm, bir organın
n. nekahat, iyileşme, sağalma.
convalescent n. iyileşen kişi. adj. kıvrılması veya bükülmesi.
nekahatte olan; sağalan; iyileşen. convulsant n. çırpınmaya neden olan
convection n. ısıtılmış partiküllerin madde, çırpınak.
devinimiyle sıvı veya gazların için- convulsion n. yüz, gövde veya kol ve
deki ısıyı iletme. bacaklarda kasılma, şiddetli spazm,
convene v. topla(n)mak. çırpınma, çırpınak.
conveniance n. uygunluk, kolaylık. convulsive adj. epileptik.
convenient adj. uygun; rahat; elverişli. cook v. pişirmek. n. ahçı.
conveniently adv. uygun olarak. cooker n. fırın.
conventional adj. geleneksel. cool adj. soğuk, serin.
convergence n. iki veya daha fazla cool off v. serinletmek, soğumak, so-
nesnenin ortak bir noktaya doğru ğutmak.
yönelmesi. cooling n. soğutcu; soğutma.
cooperate 292 correlate

cooperate v. birlikte çalışmak, birlik- corium n. pl. coria epidermis altın-


te iş yapmak, ortak çalışmak, işbir- daki deri tabakası.
liği yapmak, yardımlaşmak. cork n. mantar. v. mantarla tıkamak.
cooperation n. ortaklık. corn n. ayakta bulunduğu yere göre
cooperative adj. işbirliği yapan, yar- sert veya yumuşak olabilen deri
dımlaşıcı; kooperatif. sertleşmesi; nasır.
coordinate v. düzenlemek, koordine cornea n. gözü kaplayan saydam zar.
etmek, eşgütmek. corneum n. derinin dış tabakası.
coossification n. kemik oluşumuyla corniculate adj. boynuza benzeyen,
birleşme. boynuz veya boynuza benzeyen
coordination n. eşgüdüm; birlikte iş parçaları olan.
görme, organ veya sistemlerin uyum cornified adj. boynuzlaşmış, kornifiye;
içinde çalışması. ör. Coordination keratinize olmuş.
of physiological processes is cornu, cornus n. pl. cornua bir orga-
controlled by the nervous and nın boynuz şeklindeki kısmı, uzan-
endocrine systems. tısı.
cope (with) v. bakmak; ilgilenmek; corollary adj. sonuç, doğal sonuç.
özen göstermek; -ile başa çıkmak; corona n. pl. coronae taç.
uğraşmak, üstesinden gelmek, yen- coronaritis n. koroner arter yangısı.
mek. corpse n. ceset, ölü beden.
coping n. ince metal kaplama, kap; corpulence, corpulency n. şişmanlık.
fizyolojik veya psikolojik durumla- corpulent adj. şişman.
rın üstesinden gelme, bu gibi du- corpus, corporis n. pl. corpora göv-
rumlarla baş etme, yenme. de; bir organın temel bölümü.
copious adj. çok, bol. corpuscle n. küçükkütle, cisimcik;
kan gözesi.
copro- prefix. dışkı, gaita anlamlarına
corpusculum n. pl. corpuscula ci-
önek. ör. coprophilia mini-
simcik.
canlıların dışkı maddesine iligisi.
correct v. düzeltmek, sağaltmak. n.
copula n. iki yapıyı bağlayan dar bir
doğru.
parça; döllenmiş göze, zigot. correction n. düzeltme, hataları azalt-
copulate v. çiftleşmek. ma, elverişsiz nitelikleri yok etme.
copulation n. cinsel birleşme; çift- corrective adj. düzeltici, onarıcı, kar-
leşme; döllenmeden sonra ayrılan şı tepki verici, zararlı olanı değişti-
iki göze arasındaki çiftleşme. rici. n. bir ilacın zararlı etkilerini
cor- prefix. -ile, birlikte, beraber an- gideren başka bir ilaç.
lamlarına önek. ör. corrolate v. bir- correlate v. bağlantı kurmak; tutarlı
leştirmek. olmak, uymak. ör. Particular
cor n. kalp; yürek. chromosomal abnormalities correlate
coraliform adj. mercan şeklinde. with the clinical setting in which the
cord n. kordon, şerit, bağ. tumor occurs. = Belirli kromozomal
corded adj. bağlanmış. anormaliteler tümörün ortaya çıktı-
cordate adj. kalp şeklinde. ğı klinik alanlarla bağlantılıdır.
correlated 293 countercurrent

correlated adj. tutarlı, uygun, uyan. costogenic adj. kaburgadan köken


correlation n. ilişki, bağlantı. alan.
correspond v. uymak, karşılık olmak. costotome n. kaburga kesmekte kul-
correspondingly adv. karşılık olarak, lanılan bıçak/araç.
uygun olarak. cot n. yatak, çocuk yatağı; beşik.
corrigent adj. düzeltici, onarıcı. cot-death nedensiz çocuk ölümü; be-
corrigible adj. düzeltilebilir. şikte çocuk ölümü.
corroborate v. desteklemek, doğru- cough v. öksürmek. n. öksürük. ör.
lamak. People with colds cough and spread
corrode v. çürümek, çürütmek, aşın- the cold virus through the air.
mak, aşındırmak. counsel v. öğüt vermek; danışmanlık
corrosion n. aşınım, aşınma, çürüme, yapmak.
erime, erezyona uğrama. counseling n. danışmanlık, psikotera-
corrosive adj. aşındırıcı, kemirici, pi.
paslandırıcı, yıkıcı. counselor n. danışman.
corrupt v. bozmak, çürümek, çürüt- count v. saymak. n. numaralandırma.
mek. counting hesaba katarsak, sayarsak.
corruption n. çürüme, bozulma, count in hesaba katmak; içermek,
çökme. kapsamak, ortak olmak.
cortex , cortices L., n. pl. cortices count off sayarak gruplara ayırmak;
kabuk; beyin veya diğer organların ayırmak, hariç tutmak.
dış tabakası. ör. Eggs are produced count on v. güvenmek.
in the cortex of the ovary. count out v. çalışmadan hariç tutmak,
cortisone adj. adrenal bezlerin üretti- çıkarmak.
ği bir hormon. counter- prefix. karşıt, zıt anlamları-
coryza n. soğuk algınlığı. na önek.
cost v. mal olmak. counter v. direnmek, karşı koy-
cost an arm and a leg v. çok pahalı- mak/çıkmak, karşıt davranış gös-
ya mal olmak. termek. ör. The acidity of the blood
costly adj. pahalı. resulting from the formation of
cost effective fiyatı yararı ile aynı carbonic acid is countered by the
olan. bicarbonate.
cost effectiveness fiyat ile yararın counteract karşı etki; karşı etki gös-
aynı olması. termek, ters etkide bulunmak, karşı
costa n. pl. costae kaburga. etkide bulunmak. ör. Some
costal adj. kaburgalara ait. medications counteract one another
costiform adj. kaburga şeklinde. and should never be taken at the
costive adj. kabızlıkla ilgili, kabızlığa same time.
yol açan, peklik yapan. counterbalancing n. dengeleme.
costiveness n. kabızlık, peklik. countercurrent n. zıt/karşıt akım, bir
costo- prefix. kaburga anlamına önek. akımın karşıt yönünde seyreden
ör. costochondral. akım.
counterpart 294 credit

counterpart n. benzer, kopye; karşı- -cracy prefix. hükümet biçimi; yöne-


lık. tilen toplum; güçlü toplumsal sınıf
country n. ülke; kır, kırsal kesim/ anlamlarına gelen ad oluşturan so-
alan. nek. ör. bureaucracy, democracy.
couple v. çiftleşmek; birleştirmek. n. -craft prefix. 1. belli bir araç türü. ör.
iki, çift; birleşme, çiftleşme. aircraft, spacecraft. 2. belli bir
coupling n. çiftleşme, birleşme; cin- alanda gösterilen beceri anlamına
sel ilişki. ör. A coupling device gelen, ad oluşturan önek. ör.
connects the ends of two adjacent stagecraft.
parts or objects. cramp n. ağrılı kasılma, kramp.
course n. gidiş, akış, yön, seyir; ders. crani- , cranio- prefixes. kafatası an-
v. seyretmek, gitmek, ilerlemek. lamına önekler.
in due course doğru zamanda; uy- craniad adj. kafatasına yakın olan.
gun düzende. cranial adj. kafatası ile ilgili
in the course of esnasında, sırasında. craniectomy n. kafatasının bir bölü-
course of the disease hastalığın münün kesilerek çıkarılması.
seyri/gidişi. cranium n. pl. crania kafatası, kafa-
of course şüphesiz, elbette. tası kemikleri.
courteous adj. kibar, nazik. crank adj. huysuz, tuhaf, aksi, ters.
courteously adv. kibarca, nazikçe, crapulent, crapulous adj. sarhoş.
nezaketle. crass adj. kaba, aptal, duygusuz.
covalent adj. iki çekirdek arasında crater n. ülserin en çok etkilenmiş
elektronların paylaşıldığı kimyasal bölümü, merkez kısmı.
bağla ilgili, kovalent. ör. Carbon is craving n. tutku, özlem, özellikle
uyuşturucu veya seks tutkusu.
capable of forming covalent bonds
crawl v. sürünmek, emeklemek.
with other molecules of carbon as
crawling sensation üzerinde böcek
well as with different elements.
geziniyormuş hissi.
cover v. sarmak, örtmek, kaplamak;
craze v. kızdırmak, çıldırtmak. n. çıl-
gizlemek; örtü, kılıf. gınlık.
coverage n. kapsam. crazy adj. deli, çılgın, kaçık; -e düşkün.
covering n. örtü, örten tabaka, kap- cream n. 1. sütün üstünde oluşan yo-
lama. ğun yağlı tabaka, kaymak, krema 2.
covered with ... ile örtülü/kaplı. krem.
cover up v. gerçeği söylememek, giz- crease v. buruşmak, buruşturmak,
lemek, örtbas etmek. katlamak. n. kat, kırma, yatkı, buru-
covert adj. kapalı, örtülü, gizli. şukluk, kıvrım, pli.
coxa n. kalça, kalça eklemi. create v. yaratmak.
coxitis n. kalça yangısı. creative adj. yaratıcı.
coxodynia n. kalça eklemi ağrısı. creature n. yaratık.
crack v. çatla(t)mak, yar(ıl)mak. n. credit v. güvenmek, inanmak; hesaba
çatlak, çatırtı. katmak. n. inanç, inan, güven; say-
crackle v. çatırdamak. gınlık, onur; dikkat, övgü, ilgi.
credible 295 cross

credible adj. güven duyulur, ina- cri du chat n. bebeğin kedi miyavla-
nılır. ması gibi sesler çıkararak ağlaması,
credibility güvenirlik. kaltsal kromozom anomallisi.
credit v. doğru olması güç bir şeye cribration n. eleme, kalburdan ge-
inanmak. n. eğitimin başarıyla ta- çirme.
mamlanmış birimi. cribriform adj. kalbur şeklinde; elek
credit sb with sth phr v. Birisine gü- şeklinde.
ven duymak, m ösel nitelikleri ol- cribrum n. pl. cribra kalbur şeklinde
duğunu varsaymak, birisinin iyi plaka.
birşeyden sorumlu olduğunu bil- cricoid adj. halka şeklinde.
dirmek. crime n. cinayet, cürüm, suç.
buy/sell on credit krediyle/veresiye criminal adj. suçlu, cürümsel.
almak/satmak. cripple v. sakat bırakmak. n. sakat,
gain credit v. onur/ saygınlık ka- kötürüm, topal.
zanmak. crippled adj. felçli, nuzul kalmış, sa-
give credit v. borç vermek, kredi kat, kötürüm.
açmak; inanmak. crippling adj. sakat/sekel bırakıcı.
on credit veresiye. crisis n. pl. crises nöbet, buhran, bu-
take on credit v. kredi ile/veresiye nalım, kriz.
almak. crisp adj. gevrek, kolay kırılır.
credit card kredi kartı. crisply adv. keskin olarak.
credit with doğruluğunu belirtmek, crispy adj. gevrek; kıvırcık.
inanmak. crista n. pl. cristae ibik; zirve, doruk.
creditable adj. saygın, onur verici. criterion n. pl. criteria ölçüt.
creep v. sürünmek, emeklemek, so- critic n. kritik, ciddi, korku verici.
kulmak. critical adj. tehlikeli, ciddi. ör.
Coordinated motor function is
cremaster n. testisleri yukarı çeken
critical to proper function of the
kas.
esophagus.
cremation n. ölüyü yakma; ceset
critically adv. ciddi olarak, yaşamsal
yakma.
olarak; yakın olarak; öznel olarak.
crena n. pl. crenae V-şeklinde kesi.
crochet v. tığ ile örmek. n. örme, tığ
crepitate v. çatırdamak.
örgüsü.
crepitating adj. çatırdayan.
crooked adj. çarpık, eğri; hilekar.
crepitation n. çatırdama.
crop n. ürün, mahsül.
crescent n. yarımay. cross v. birleşmek, eşleşmek, çiftleş-
cress n. tere. mek çaprazlamak; üremek, çoğal-
crest n. kemik üzerinde ortaya çıkan mak; geçmek n. ölüm simgesi ”†”
kabartı; bir kuşun kafası üzerindeki (haç sembolü). ör. The cross symbol
tüyler, ibik; zirve, doruk. is often seen in medical reports. //
crevice n. küçük yarık; çatlak. When two different parents are
crew n. pl. tayfa, mürettebat, ekip, ta- crossed, the offspring usually
kım. resembles only one parent.
cross-breed 296 crypt

cross-breed adj. melez. crucify v. çarmıha gererek öldürmek;


cross-breeding n. melezleştirme. çarmıha germek.
cross-dressing n. karşı cinsin giysile- crude adj. ham, işlenmemiş, çiğ; ka-
rini giyme. ba.
cross-section n. çapraz kesi. crudely adv. kabaca.
cross infection çapraz bulaşım. cruel adj. acımasız, insafsız, zalim;
cross-eye şaşılık, bir veya iki gözün acı veren, çekilmez, dayanılmaz.
içe dönük konumu. ör. Exercises cruelly adv. insafsızca; zalimce; da-
may correct the weak muscles yanılmaz şekilde.
which cause cross-eye in children. cruelly disappointed acı verecek ka-
cross-eyed adj. şaşı. dar hayal kırıklığına uğramış.
cross sb/sth off üstünü çizerek (bir cruelty n. acımasızlık, eziyet, zulüm.
listenin) dışında tutmak; (listeden) cruise n. deniz gezisi. v. dolaşmak,
çıkarmak; silmek. gezmek, seyretmek.
cross sth out (bir yazının) üstünü çi- on a cruise deniz gezisinde.
zip yeniden yazılmasını istemek, çi- crural adj. bacağa, uyluğa benzeyen.
zerek düzeltmek. crus, cruris n. pl. crura bacak, baca-
cross up v. ihanet etmek, kandırmak, ğa benzer bir yapı. ör. Hiatal hernia
kötüye kullanmak. is characterized by separation of the
cross with adj. kızgın; huysuz. diaphragmatic crura and widening
crotch n. çatal, çatal dal. of the space between the muscular
crouch v. çömelmek. crura and the esophageal wall.
croup n. öksürük ve solunum güçlü-
crush v. ezmek. n. iki katı cisim ara-
ğü ile belirgin bir çocuk sayrılığı;
sında sıkmaktan kaynaklanan ezik,
krup.
bere.
croupous adj. krupla ilgili.
crushing adj. ezici, bunaltıcı.
crow n. karga.
crust v. kabuklaşmak. n. kabuk.
crowd n. halk, kalabalık, kitle, yığın.
crusta n. pl. crustae kabuk.
v. kalabalık etmek. ör. A crowd of
people transmits many disease- crusty adj. kabuklu.
causing organisms. crustacean n. kabuklu (deniz hayvanı).
crowded adj. dolu; kalabalık. ör. An crutch n. koltuk değneği.
epidemic can start on a crowded crux n. pl. cruces kavşak, bağ yeri.
bus. cry v. ağlamak, bağırmak. n. bağırma,
crown n. taç. çığlık.
cruciate adj. haç şeklinde, haça ben- crying need (birşeye) duyulan büyük
zer. gereksinim.
crucial adj. can alıcı, ciddi, çok cryo- , crymo- , cry- prefixes. don-
önemli, kritik, kesin, yaşamsal. durma, soğuk, dondurucu anlamına
crucially adv. ciddi olarak, kesin ola- önekler. ör. cryobiology, cryogenics.
rak, can alıcı şekilde. crypt n. küçük boşluk; küçük kese;
cruciate adj. çapraz. kesecik.
crypto- 297 curtail

crypto- , crypt- prefixes. gizli, giz- cuniculuc n. pl. cuniculi deride bu-
lenmiş, saklı anlamlarına önekler. lunan uyuz akarları oyuğu.
ör. cryptography kod çözme ça- cup n. kupa, fincan; fincana benzer
lışması. bir yapı, oyuk yapı v. kupa içine
crystal n. kristal, billur. yerleştirmek, koymak; kupa şekli
crystalline adj. kristalimsi, kumsu. vermek.
cube n. küp. cupped adj. oyuk, fincan şeklinde.
cubical adj. kübik. cupping n. oyuk oluşumu.
cubital adj. dirsekle/ön kolla ilgili. cupula n. pl. cuppulae fincana ben-
cubitus n. pl. cubiti dirsek, önkol. zer yapı, kubbe şeklinde bir yapı.
cuboid adj. kübik, küp şeklinde. curable adj. sağaltılabilir.
cue n. işaret, ipucu. curage n. parmakla yapılan kürtaj.
cuff n. bazı uzantıları kaplayan yapı, curative adj. iyileştirici, sağaltıcı, sa-
kılıf, kaf. ğaltma eğiliminde olan. ör. No form
cuirass n. göğüs kafesinin ön yüzü. of cancer better documents the
cul-de-sac n.pl. culs-de-sac kese, dibi remarkable effects of prevention,
kapalı boşluk, kuldesak. early diagnosis, and curative
culicidal adj. sivrisinek öldürücü. therapy on the mortality rate than
culicide n. sivrisinek öldürücü madde. does cancer of the cervix.
culicifuge adj. sivrisinek kovucu. n. curb v. engellemek.
sivrisinek ısırmasını önleyici madde. cure v. iyileştirmek, tedavi etmek,
culminate v. doruğuna ermek. sağaltmak. n. iyileştirme, tedavi,
cult n. dogma, dinsel öğreti. sağaltım.
cultivate v. toprağı işlemek, sürmek; cured adj. iyileşmiş, sağalmış.
geliştirmek, yetiştirmek. curet(te) v. kazımak.
cultivable. adj. işlenebilir, sürülebilir. curettage n. bir vücut boşluğu-
cultivated adj. işlenmiş, sürülmüş. nun/özellikle döl yatağının iç yüze-
cultivation n. toprağı işleme, sürme; yinin kazınması; kürtaj.
yetiştirme, minicanlı çoğalması, bir curette n. ölü dokuları kazıyıp almak
ortamda çoğalan minicanlı kütlesi, üzere kullanılan kaşık şeklinde bir
göze çoğalımı. alet; küret.
cultivator n. işleyen, çiftçi. curious adj. meraklı.
culture n. bir organizmanın uygun current adj. geçerli, güncel. n. akım.
ortamda üremesi; uygun ortamda currently adv. şimdi, şu anda, gücel
çoğalan minicanlılar/bakteriler. olarak, günümüzde.
cum L ile, birlikte. in current use güncel olarak kulla-
cumbersome adj. hantal, iri, hacimli. nılan, güncel kullanımda.
cumulative adj. toplu, toplanma eği- curriculum n. öğretim proğramı.
liminde olan. curriculum vitae meslek yaşam öy-
cumulus n. pl. cumuli göze birikimi. küsü; mesleksel özgeçmiş.
cuneate adj. kama şeklinde. cursory adj. yüzeysel, gelişigüzel.
cuneiform adj. kama şeklinde. curtail v. azaltmak, indirgemek.
curtain 298 cyst

curtain v. perde ile örtmek. n. perde. cutaneous adj. cilde ait, deri ile ilgili.
draw the curtains perdeyi çekmek. ör. In addition to causing cutaneous
raise the curtains perdeyi açmak. lesions, HSV – 1 is the major
curvarura n. pl. vurvaturae eğrilik, enfectious cause of corneal blindness.
eğrilme. cuticle n. kemiksi, ince dış tabaka.
curvature n. eğrilik, eğrilme. ör. The cuticula n. pl. cuticulae deri, dış ta-
greater the curvature of a lens, the baka.
greater its refrective power. = Bir cutlery n. çatal-bıçak takımı.
lensin eğriliği ne kadar büyükse -cy prefix. eylemlerden ad oluşturan
yansıtma gücü (de) o kadar büyük- sonek. ör. accuracy doğruluk.
tür. cyano- , cyan- prefixes. mavi anlamı-
cushion, n. yastığa benzer yapı. na önekler.
cusp n. diş üzerindeki çıkıntı; kalp cyanemia n. kanın koyu mavi bir gö-
kapakçıkları üzerindeki yaprakçık- rünüm alması, kanda mavilik. ör.
lardan biri. Cyanemia occurs when the
custodian n. kapı görevlisi, koruma, haemoglobin is unsaturated with
bekçi. oxygen.
cut n. kesme, kesi, yara, darbe. v. ke- cyanopsia n. mavi görme, herşeyin
sip çıkarmak; kesmek, biçmek, mavi görüldüğü durum.
yarmak. cyanosis n. derinin koyu mavi, mor
cut across sth kısa yoldan gitmek; bir görünüm alması, siyanoz. ör.
karşıt olmak. Cyanosis is often present in patients
cut back v. azaltmak, düşürmek, in- with serious heart defects.
dirgemek. cyanuria. n. idrarda mavilik.
cut down miktarını azaltmak; mikta- cycle n. döngü, çevrim.
rını indirmek. cyclic adj. döngüsel.
cut down on v. azaltmak, düşürmek, cyclo- , cycl- prefixes. döngü anlamı-
indirgemek, kısmak.
na önekler.
cut in v. bir konuşmayı kesmek, sö-
cyl. abv. silindir anlamına kısaltma.
zünü kesmek, müdahele etmek.
cylinder n. silindir, böbrek üzerinde
cut off v. kesip ayırmak, ameliyetla
silindire benzeyen veya çubuğa
almak; sona erdirmek, bağlantısını
benzer minican kümesi.
koparmak; yalıtmak; zihinsel olarak
cylindiric adj. silindir şeklinde.
izole etmek.
cyclus n., L. döngü, çevrim.
cut out uygun olmak; kesip çıkar-
mak; keserek almak; birşeyi kul- menstrual cyclus aybaşı çevrimi,
lanmayı bırakmak, durdurmak, iptal menstural döngü.
etmek, son vermek. cyesis n. gebelik.
cut out for v. eğilimi olmak, niteli- cynophobia n. köpek korkusu; köpe-
ğinde olmak. ğe karşı duyulan korku.
cut up v. bölmek, kesmek, kıymak, cyst n. gaz, sıvı veya yarıkatı madde
yaralamak, duygusal olarak rahatsız ile dolu, vücudun herhangi bir ye-
olmak; üzülmek. rinde bulunan kesemsi çıkıntı; kist.
cystitis 299 cytouria

cystitis n. mesane yangısı. cytophagy n. fagositlerce diğer göze-


cysto- , cysti- , cyst- prefixes. kist- lerin yıkımı.
leşmiş kanal, kist, mesane anlamla- cytoplasm n. çekirdek dışında göze
rına önekler. ör. cystocarcinoma içinde bulunan madde; sitoplazma.
kistik düzensizliğin görüldüğü kan- cytopoiesis n. göze/ hücre oluşumu.
ser tipi. cytotaxis, cytotaxia n. hücrele-
cyto-, cyt- prefixes. göze, hücre an- rin/gözelerin birbirini çekmesi.
lamına önekler. ör. cytocide göze cytothesis n. göze onarımı; hücre res-
öldürücü bir madde. torasyonu.
cytology n. sitoloji, hücrebilimi, gö- cytotoxic adj. göze öldürücü, hücre
zebilim, gözesel biyoloji. yıkıcı.
cytolysis n. göze çözülmesi; hücrenin cytozoic adj. göze içinde yaşayan.
bozulması. cytouria n. idrar içinde olağandan
cytolytic adj. göze çözülmesi ile ilgili. fazla göze çıkarılması.
cytopathic adj. hasta hücre ile ilgili;
bir gözenin sayrılıklı konumu ile il-
gili.
D,d

D deuterium anlamına kısaltma. daintily adv. ince bir şekilde.


D., d. day, days, dead, density, dairy n. mandra, süthane, sütçü dük-
detur, dexter, died, diopter, distal, kanı.
dorsal, dose, duration anlamlarına daisy n. papatya.
kısaltma. dam n. baraj, set.
-d, -ed prefixes. 1. İngilizce’de ey- damage v. tahrip etmek; zarar ver-
lemlerin past (-di’li geçmiş) halini mek; hasara uğratmak, bozmak. n.
ve past participle (miş’li geçmiş) zarar, ziyan, hasar.
halini oluşturan sonekler. ör. closed, demarcation n. ayrım, ayrışma, fark-
wanted, walked, slipped. 2. sıfat lılaşma.
yapan sonek. ör. bearded man sa- dame n. kadın, bayan.
kallı adam. damp adj. nemli, rutubetli. n. nem,
D&C uterusun genişletilmesi ve ka- rutubet, ıslaklık.
zınması; uterus kürtajı. dampen v. nemlendirmek.
dab v. hafif hafif vurmak; nemli bir dampish adj. nemli.
maddeyle kaplamak. n. az bir mik- damply adv. nemli olarak.
tar; elle hafif vuruş. dampness n. nem, rutubet.
dacnomania n. öldürme dürtüsü. dance n. beyin hasarına bağlı istem-
dacryo-, dacry- prefixes. gözyaşı, siz devinimler.
gözyaşı bezi veya kanalı anlamları- dander n. deride kabuklaşma; öfke,
na önekler. ör. dacryorrhea n. ileri kızgınlık. v. kızmak, öfkelenmek.
derecede gözyaşı salınımı. dacryops get one's dander up kızmak; çile-
n. gözde çok miktarda gözyaşı bu- den çıkmak, kızdırmak, çileden çı-
lunması. kartmak.
dactylo-, dactyl- prefixes. el parmağı, dandruff n. kepek.
(seyrek olarak) ayak parmağı anla- danger n. tehlike.
mına önekler. ör. dactylitis n. bir dangerous adj. tehlikeli.
veya daha fazla parmağın iltihap- dangerously ill tehlikeli biçimde has-
lanması. dactylogy n. konuşmada ta; ölüm tehlikesinde.
parmak a b c 'sinin kullanılması; dangle v. asılı kalmak, sarkmak.
şiroloji; işaret dili. dank adj. ıslak, nemli, rutubetli.
dactylus n., L. pl. dactyli el parmağı; dare v. cesaret etmek, cüret etmek.
ayak parmağı. daring adj. cüret, ataklık, cesaret, yi-
dad n. baba. ğitlik.
daddy, n. pl. daddies baba; babacı- dark adj. karanlık, koyu, esmer.
ğım. darken v. karartmak.
daffodil n. nergiz çiçeği, zerrin. darkling adv. karanlıkta olan; karan-
daffy adj. aptal, salak, kaçık. lıkta; belirsiz.
daft adj. çılgın, kaçık; sapık; deli. darkly adv. karanlıkta meydana ge-
dahlia, n. yıldız çiçeği len; belirsiz bir tavırla; gizemli bir
daily adj. günlük; günlük olarak. tarzda; hafifçe.
dainty adj. ince, narin ve çekici; lez- darkness n. karanlık, renk olarak ko-
zetli. yuluk.
darksome 301 dead

darksome adj. karanlık; belirsizce. dawn adj. tan, şafak; başlangıç. v.


in the dark bilgisiz; karanlık; karan- (gün) ağarmak, (şafak) sökmek.
lıkta. day n. gün, zaman.
keep somebody in the dark bilgi- all day long bütün gün, tüm gün.
siz bırakmak; bilgi vermemek. day after day günlerce, uzun zaman.
darling n. sevgili. day by day günden güne.
dart v. ani ve hızlı davranmak; fırla- day in, day out durmaksızın; sürekli.
mak; atmak, fırlatmak; çarpmak. n. daylight n. gündüz, gün ışığı.
ani, hızlı davranış. daylong n. bütün gün.
dash v. hızla çarparak kırmak; yık- daytime n. gündüz.
mak, bozmak; yok etmek; aceleyle, off day n. izin (günü).
hızla fırlayıp gitmek; hızla koşmak. in the last few days son birkaç gün
n. kırma, yıkma, bozma; fırlama, içinde.
atma; hızla gitme. the other day gecen gün.
dash at v. (birisine) saldırmak. day-break adj. şafak, tan sökmesi,
dash along/away ayrılmak, çekip günün ağarması.
gitmek. daydream n. düşlemleme, düş gör-
dash in aniden girmek. me, güzel şeyler düşünme, güzel
dash off hızla ayrılmak/uzaklaşmak. şeyler kurma. v. düş kurmak.
dash out aceleyle dışarı fırlamak. daze n. sersemlik, şaşkınlık. v. ser-
dash out sb’s brains (birisinin) bey- semletmek; şaşırmak.
nini patlatmak. dazzle v. gözünü kamaştırmak; şa-
make a quick dash aceleleyle git- şırtmak; şaşkınlıkla beraber hayran
mek. bırakmak.
datum n. L. pl. data veri; veriler, dazzling adj. göz kamaştırıcı, çok
belgeler, ayrıntılar. ör. Clinical data parlak.
are invaluable for optimal pathologic
de- prefix. 1. karşıtlık, zıtlık belirten
diagnosis of a neoplasm.
ad ve eylem yapım eki. ör.
date v. tarih vermek, gün vermek. n.
depopulated area tamamen veya
tarih, gün.
kısmen terkedilmiş bölge. 2. almak,
to date şimdiye dek.
kaldırmak, belirli bir konumdan
dated adj. tarihli; üstünde tarihi olan;
uzaklaştırmak anlamına eylem ya-
modası geçmiş, kullanılmaz.
pım eki. ör. dethrone a king bir
outdated adj. modası geçmiş.
kralı tahtından indirmek. 3. azalt-
dates back tarihine kadar gider, tari-
hine kadar dayanır. mak, indirgemek anlamına eylem
dating from -den beri, itibaren. yapım eki. ör. devolute v. değerini
daughter n. kız, kız evlat. düşürmek. 4. uzakta, uzak, uzaklaş-
daunt v. yıldırmak, cesaretini kırmak, tırılmış.
gözünü korkutmak. de facto L. aslında, gerçekte; gerçek.
daunted adj. yılmış yılgın, gözü dead adj. ölü, cansız, ölü gibi.
korkmuş. a dead sleep derin uyku.
dauntless adj. korkusuz, gözüpek. the dead ölüler.
dead centre 302 debacle

dead centre ölü nokta. dealer n. satıcı.


dead end çıkışı olmayan yol. dealer showroom n. galeri.
dead heat berabere biten yarış. dealings n. iş, alışveriş.
dead line bir işin bitiş tarihi. dealbation n. ağartma.
dead slow çok yavaş. dean n. dekan.
dead straight doğruca, dosdoğru, dearangement, n. bozukluk, rahatsız-
şaşmadan. lık, sayrılık.
dead tired çok yorgun, bitkin. dearly adv. oldukça, çok; bir hayli.
dead-head uyuşuk, tembel, cansız, dearly loved çok sevilen.
miskin. dearterialization n. arterlerdeki kanı
dead-lock çıkmaz. venöz kana çevirme.
dead-pan boş boş bakma; renk ver- dearth n. yokluk, eksiklik, kıtlık.
meme; tavrını veya durgusunu be- death n. ölüm. ör. Agenesis of the
lirtmez bir tavır koyma. kidney is often associated with
dead-wood işe yaramaz kişi veya many other congenital disorders
nesne. and leads to early death.
deaden v. hafiflemek, uyuşturmak, death bed ölüm döşeği.
duyarsızlaştırmak; ses almaz hale death blow ölüme neden olacak ka-
getirmek; renksizleştirmek; ölü ha- dar ağır yumruk; öldürücü darbe;
line getirmek; ölmek. ölüm yumruğu; herhangi bir öldü-
deadly adj. öldürücü, ölümcül. ör. rücü olay.
Malignant melanoma is a relatively death certificate ölüm belgesi; bir
common neoplasm that not long ago ölümün resmi kayıtlara geçirilerek
was considered almost uniformly belgelenmesi.
deadly. death cub zehirli bir mantar türü.
deaf n. sağır. death point ısı, nem veya radyasyon
deaf-mute sağır-dilsiz. yayılım alanı sınırı (bu sınırı aşmak
deaf-mutism sağır-dilsizlik; işite- ölüme neden olabilir).
meme ve konuşamama. death rate ölüm oranı.
deafness n. sağırlık. death rattle ölüm halindeki bir kim-
the deaf sağırlar. senin boğazından çıkan hırıltı.
deal v. iş yapmak, muamele etmek. n. death struggle can verme sırasında
miktar; iş, alışveriş. görülen kasılma, büzülme hareket-
a great deal pek çok, çok miktarda. leri.
ör. Renal diseases are responsible death trap ölü kapanı, ölüm tuzağı;
for a great deal of morbidity but, yangına elverişli, güvensiz bina ve-
fortunately, are not major causes of ya yapı.
morbidity. deathful ölümcül; öldürücü.
deal in ilgilenmek; alışveriş yapmak. deathless adj. ölümsüz.
deal out v. dağıtmak. deathly adv. öldürücü, ölümcül, ölü-
deal with ilgilenmek, uğraşmak. ye benzeyen.
dealing n. iş; iş ilişkisi. debacle n. ani yıkım; çöküntü.
debar 303 decided

debar v. ayrı tutmak; önlemek, engel- decalcify v. kemik veya dişlerden kireç
lemek; yasaklamak. veya kalsiyum tuzlarını çıkarmak.
debase v. karakter, nitelik veya değer decalvant adj. kelliğe neden olan; saç
açısından alçaltmak; aşağılamak, döken, saç dökücü, kelleştirici.
küçük düşürmek. decant v. bir varil içindeki sıvının
debate n. tartışma, münakaşa. v. tar- üstteki temiz kısmını, tortusunu ge-
tışmak. ride bırakarak, dökmek.
debatable adj. tartışılabilir. decantation n. bir sıvının temiz üst
debilitant adj. zayıflatıcı, güçsüz bı- bölümünü dökme.
rakıcı, zayıflığa neden olan. decapitate v. başını koparmak.
debilitate v. zayıflatmak, güçsüz bı- decay v. bozulmak, çürümek. n. bo-
rakmak. zulma, çürüme, yıpranma.
debilitated adj düşkün, zayıf; güçsüz; decayed adj. bozulmuş, çürümüş.
yıpranmış. ör. Invasive aspergillosis decease v. ölmek.
is an opportunistic infection confined deceased adj. yaşamayan; ölü. n. öl-
to immunosuppressed and debilitated müş kişi.
hosts. deceive v. aldatmak, kandırmak.
debilitating adj. zayıflatıcı, güçten deceit n. aldatma, hile, kandırma,
düşürücü, güçsüz bırakıcı. ör. In the sahtekarlık, yalan.
homozygote, sickle cell anemia is a deceitful adj. yalancı, hilekar, aldatıcı.
debilitating disorder. deceitfully adj. hile ile, hilekarlıkla.
debilitative adj. güçsüz bırakıcı; yıp- decelerate v. yavaşlamak, yavaşlat-
ratıcı; zayıflatıcı. mak; hızını kesmek, hızından dü-
debility n. bitkinlik, güçsüzlük, zayıf- şürmek.
lık. deceleration n. yavaşlatma, hız kesme.
debouch v. bir başka bölüme açıl- decennial adj. on yıl süren; on yılda
mak/boşalmak. bir meydana gelen.
debouchment n. bir başka bölüme decennium n. on yıl; on yıllık zaman.
açılma/boşalma. decent adj. mazbut, doğru, dürüst,
debridement n. bir yaradan ölmüş uygun, yeterli.
doku veya yabancı cismi (keserek) decency n. incelik, nezaket, dürüst-
alma. lük; uygunluk.
debrief v. bilgi toplamak, bilgi almak. deception n. aldatma, aldatmaca, ya-
debris n. kalıntı, döküntü, birikinti, nıltma, hile.
artık. deceptive adj. yanıltıcı, aldatıcı.
debt n. eksiklik; yatkınlık; borç. decerebration n. beynin ameliyatla
deca- (da) prefix. on anlamına önek. alınması.
ör. decade n. on yıl, on yıllık za- deci- prefix. onda bir anlamına önek.
man süresi. decathlon n. on değişik ör. decibel, decimeter.
dalda yapılan spor yarışmaları. decide v. karar vermek, kararlaştırmak.
decagram 10 gram. decide on/upon v. seçmek.
decalcification n. kemiğin normal decided adj. kati, kesin, kararlaştırıl-
mineral tuzu içeriğinde azalma. mış.
decidedly 304 deem

decidedly adv. kesinlikle, kesin olarak. decongestive adj. doku şişliğini


decidu v. saçmak, etrafa yaymak, kan azaltma özelliğinde olan.
akıtmak, dökmek; çıkarıp atmak, decorous adj. uygun, elverişli, doğru;
-den kurtulmak. edepli.
decidua n. gebe kadında uterus mu- decrease v. azalmak, inmek, küçült-
kozası. ör. The doctor must be sure mek. n. azaltma, küçültme.
the decidua is completely shed after decreasing adj. azalan, küçülen.
delivery of a baby. = Doktor bebe- decreasingly adv. giderek azalan;
ğin doğumundan sonra uterus mu- azalan bir şekilde.
kozasının tamamen atıldığından decrement n. azalma. ör. Coal
emin olmalıdır. Workers’ Pneumoconiosis (CWP) is
deciduous adj. gebe olmayan; geçici, usually a benign disease that causes
yapraklarını atan, belli bir dönemde little decremernt in lung function. =
bulunduğu yerdan çıkan, ayrılan, CWP genellikle akciğer işlevinde
dökülen. n. süt dişi. ör. Deciduous çok az azalmaya neden olan
teeth are often called baby teeth iyihuylu bir sayrılıktır.
because they are lost in childhood. decrepit adj. yaşlı; eli ayağı tutma-
decimal adj. onlu, ondalık. yan; halsiz, takatsiz, mecalsiz; za-
decimal system ondalık sistem, onda- yıf; güçsüz.
lık dizge. decubation n. bir sayrılıkta iyileşme
decimate v. büyük ölçüde azaltmak; dönemi.
onda birini çıkarmak. decubitus n. L. yatar pozisyon;
decision n. yargı, karar. uzanma, yatma.
decisive adj. kesin, kati, kesin olarak. decussate v. çapraz koymak, çapraz
declare v. açıklamak; beyan etmek, kavuşturmak.
ifade etmek. decussatio n. pl. decussationes çapraz
decline n. çökme, düşme, inme, al- birleşme, kavuşma.
çalma, batma, bozulma, kötüleşme. dedicate v. adamak, vermek.
v. kuvvetten düşmek, zayıflamak, dedicated adj. kendini adamış;
azalmak, çökmek. adanmış, dürüst, sadık. özverili.
decode v. şifreyi çözmek. dedication n. çaba, özveri; adama,
decompensate adj. telafi edilmeyen. ayırma, vakfetme.
decompose v. ayırmak, ayrılmak, çü- dedolation n. kesici bir aletle yara-
rütmek. lama.
decomposed adj. ayrılmış, ayrışık, deduce v. sonuca varmak, sonuç çı-
çürümüş, çürük. karmak.
decomposition n. ayrılma, bozulma, deduct v. indirmek, çıkarmak, azalt-
çürüme; bazal elementlere ayırma; mak.
zayıf; halsiz. deduction n. azaltma, sonuç çıkarma,
decompress v. baskıyı, azaltmak. indirme, indirgeme.
decompression n. basıncın kaldırıl- deem v. düşünmek; görüşü olmak;
ması. varsaymak.
deep 305 deflection

deep adj. derin, derinde, dipsiz; gizil. defer v. ertelemek, geciktirmek; saygı
ör. Small papillomas occur deep duymak.
within the breast and are often deference n. erteleme; saygı, riayet
associated with the other changes of etme, uyma.
proliferative breast tissue. deferent adj. aşağı, dışarı götüren
go off the deep end öfkelenmek, (damar, sinir, kanal).
aniden çileden çıkmak. defiant adj. küstah, saygısız.
in deep water ciddi sıkıntıda. defiance n. saygısızlık, küstahlık.
deep freeze derin dondurucu. defiantly adv. küstahça; saygısızca.
deep-laid adj. gizlice planlanmış. deficiency n. eksiklik, yetmezlik. ör.
deep-seated derinde yerleşik, kök The significance of a specific
salmış. enzyme deficiency is best understood
deepen v. derinleştirmek, koyulaş- from the perspective of the normal
mak. metabolism of glycogen. = Spesifik
deeply adv. bolca, ciddi olarak, de- enzim yetmezliğinin önemi en iyi
rinden. glikojenin normal metabolizma
deeply hurt derinden yaralanmış. perspektifinden anlaşılır.
def abv. çürümüş, bozulmuş, çıkarıl- deficiency diseases yetmezlik hasta-
mış, doldurulmuş anlamlarına kı- lıkları/sayrılıkları.
saltma. ör. def caries. deficient adj. eksik, kusurlu; olma-
defame v. adı kötüye çıkmak, adını yan; yeterli miktarda bulunmayan.
deficit n. açık, eksik, eksiklik, yokluk.
lekelemek.
defile v. kirletmek, bozmak; koparmak.
defatigation n. zayıflık, zafiyet, şid-
define v. tanımlamak, belirtmek,
detli yorgunluk.
açıklamak, tarif etmek.
defatiguble adj. kolay yorulan, çabuk
(well) defined tanımlanmış, belli.
yorulan.
defined adj. belirli, tanımlanan.
defeat v. yenmek; başarısız kılmak,
defining adj. belirten, açıklayan.
bozmak.
definition n. tanımlama, açıklama;
defecate v. dışkı çıkarmak, dışkıla- optik’te bir lensin kesin bir görüntü
mak. verme gücü.
defecation n. dışkı çıkarma. definite adj. belirli, kati, kesin.
defect n. bozukluk, eksiklik, sakatlık, definitely adv. kesinlikle, kesin olarak,
kusur; hata, yanılgı. şüphesiz.
defective adj. eksik, kusurlu. definitely mistaken kesin olarak ya-
defectively adv. kusurlu şekilde. nılmış.
defection n. melankoli. definitive adj. kesin, kati; son.
defemination n. kadın cinsiyet özel- definitively adv. kesinlikle, kesin ola-
liklerinin yitimi ve erkek cinsiyet rak.
özelliklerine sahip olma varsanısı. deflate v. söndürmek, havasını almak.
defend v. savunmak. deflect v. saptırmak, çevirmek.
defence n. savunma. deflection n. bir tarafa devindirme.
deflexion 306 deliberately

deflexion n. eğrilme, bükülme, sapma. to a certain degree belli ölçüye ka-


defloration n. bekaretini yitirme; kız- dar, belli dereceye kadar.
lık zarının yırtılması. to some degree belli ölçüye kadar
deflower v. bekaretini bozmak. degustation n. tatma; tat alma.
defluvium n. L. aşağıya doğru akma, dehisce v. patlamak.
saçın aşağıya doğru dökülmesi. dehiscence n. doğal veya dikilmiş bir
defluxion n. aşağıya/dışarıya akma; hattın parçalanması, patlayıp açıl-
sıvı boşaltımı. ması veya ayrılması.
deform v. bozmak, biçimi bozmak, dehydrate v. suyu azaltmak, suyunu
şeklini bozmak, deforme etmek. boşaltmak; kurutmak.
deformation n. bozma, bozulma, de- dehydration n. su kaybı, suyu azalt-
ğiştirme. ma, suyunu alma, suyunu boşaltma;
deformity n. sakatlık, biçimsizlik. giderme. ör. Severe dehydration
defrost v. buzu çözmek, buzu eritmek. may lead to coma and eventual
deft adj. usta, hünerli, becerikli, eli death.
işe yatkın. dejavu n. bir yerde daha önce bulun-
defurfuration n. derinin pul pul dö- duğunu duyumsama.
külmesi. deject v. kederlendirmek.
defuse v. yatıştırmak, zararsız hale dejected adj. kederli; üzgün.
getirmek. dejection n. melankoli; keyifsizlik;
defy v. karşı çıkmak, karşı koymak, vücuttan atılan madde.
karşı gelmek; meydan okumak, cü- dejecta n. dışkı.
ret etmek. delamination n. ayrı tabakalara bölme.
degasify v. gazını çıkarmak, gazını delay v. fizyolojik işlev bozukluğu
gidermek. veya klinik nedenlerle geciktirmek;
degenerate v. bozulmak, yozlaşmak. gecikmek; ertelemek.
degeneration n. bozulma, yozlaşma. delayed adj. gecikmiş, ertelenmiş.
ör. Degeneration of muscles is a delead v. kemikten veya diğer doku-
direct result of paralysis. larda birikmiş kurşunu şıkarmak.
degenerative adj. kötüleştirici, bozu- delectation n. sütten kesilme; bebe-
cu, yozlaştırıcı. ör. Older people ğin sütten kesilmesi.
often suffer from degenerative delete v. silmek, ortadan kaldırmak,
diseases. kazımak.
deglut. abv. yutma anlamına kısaltma. deleterious adj. zararlı; yıkıcı, yara-
deglutition n. yutma; yutma eylemi. layıcı.
degrade v. indirmek, alçaltmak, dü- deletion n. alma, çıkarma, hariç tut-
şürmek, bozmak, bozulmak. ma; kayıp. ör. The deletion of
degradation n. alçaltma, indirme. genetic material produces partial
degraded adj. düşürülmüş, indirilmiş. monosomy.
degree n. derece, aşama; miktar. deliberate adj. tasarlanmış, kasıtlı,
by degree yavaş yavaş, derece dere- planlanmış, istemli, kasti.
ce, giderek. deliberately adv. bilerek, kasıtlı ola-
minor degree az miktar. rak, kasıtlı, bile bile.
delicate 307 dendriform

delicate adj. ince, duyarlı, nazik, yu- deme n. yerel, küçük, yakın akraba
muşak. topluluğu.
delicately adv. incelikle, nezaketle, dement v. bunamak.
zarif olarak. demented adj. bunak, bunamış, deli.
delicacy n. incelik, duyarlık, ciddilik; dementia n. bunama.
nezaket, zarafet. demi- prefix. yarım, yarı anlamlarına
delicious adj. tatlı, lezzetli, nefis. örnek. ör. demisemiquaver çok kı-
delimit v. sınırlamak. sa (müzik) notası. demi-god yarı
delinquent adj. suçlu, kabahatli. insan yarı tanrı.
delinquency n. toplumsal olarak be- demise n. çökme, ölüm, son bulma.
nimsenmeme. demolish v. harap etmek, yıkmak,
deliquescence n. atmosferden su tahrip etmek.
emerek nemlenme demolition n. çöküntü, yıkım.
delirium n. zehirli ilaçların etkisinde demon n. kötü ruh.
veya bazı bulaşıcı sayrılıkların sey- demoniacal adj. kötü ruhlarla ilgili.
rinde görülen zihinsel rahatsızlık; demonstrate v. göstermek, açıkla-
deliryum. mak; kanıtlamak; gösteri yapmak;
deliver v. doğurmak, doğum yapmak; ör. Pasteur demonstrated that
kapalı bir yerden çıkarmak; vermek. infectious illnesses were caused by
n. doğurma, çocuk doğurma; verme. particular bacteria, many of which
delivery n. doğum; kapalı bir yerden could be eliminated by moderate
çıkarma; dağıtma, verme. heating pasterurization) of milk and
special delivery replay acele posta other liquids. = Pasteur bulaşıcı
servisi (aps), özel ulak. sayrılıkların çoğu süt ve diğer sıvı-
delivery unit n. (hastanenin) doğum ların orta derecede ısıtılmasıyla
birimi. (pastörizasyon) yok edilebildiği bel-
deliverance n. doğurma, kurtarma. li bakteriler tarafından oluşturuldu-
delouse v. bitten arındırmak; bitten ğunu gösterdi.
temizlemek. demonstrable adj. göstrilebilir.
deltoid adj. üçgen şeklinde; üçgenle demonstration n. gösterme, açıkla-
ilgili. n. omuz eklemini tutan kas. ma, gösteri; kanıt.
delusion n. aldanma, aldatma, dalgı, demorphinization n. yavaş yavaş
gaflet, hayal, yanlış inanç. azaltma yoluyla morfin kullanma
delve (into) v. araştırmak. alışkanlığını sağaltma.
demand v. istemek, talep etmek. n. demos n. insanlar, kitle, insan kitlesi,
gereksinim, istek, istem, talep. halk.
demarcate v. ayırmak, sınır çizmek. demulcent adj. yatıştırıcı, rahatlatıcı;
ör. On histologic examination, n. yatıştırıcı bir madde.
seborrheic heratoses are exophytic demur v. kabul etmemek, karşı çık-
and demarcated sharply from the mak, duyarsızlaştırmak.
adjacent epidermis. dendriform adj. ağaç şeklinde, dal-
damarcation n. ayırma, sınırlama. lanmış.
denervate 308 deplete

denervate v. sinirsizleştirmek, sinir- dentistry n. dişçilik, diş hekimliği.


siz hale getirmek. dentition n. diş; dişlerin damağı yarıp
denervation n. sinirsizleştirme. çıkması.
denial n. reddetme, ret, inkar, yadsı- denture n. diş, doğal diş; diş dizisi;
ma, tanımlamama, tarif etmeme. yapay diş protezi, takma diş.
denigrate v. karalamak; kötülemek. denude v. sıyırmak, soymak, çıplak
denigration n. kararma, karartma; bırakmak; yoksun bırakmak.
kötüleme. deny v. pl. denies tanımlamamak, ta-
denote v. göstermek, belirtmek, ifade rif etmemek; reddetmek; yadsımak.
etmek. ör. A false diverticulum deodorant n. koku giderici.
denotes an outpouching of mucosa deoxyribonucleic acid (DNA) n. pro-
and submucosa only. tein sentezi için bilgi içeren karma-
denovo adj. yeni. şık molekül. ör. Chromosomes are
dens n. pl. dentes diş. composed of long strands of DNA
dense adj. yoğun, sıkı, kesif. molecules which control protein
synthesis.
densely adv. yoğun olarak.
depart v. ayrılmak; sapmak.
denseness n. yoğunluk, sıkılık, kesif-
departed adj. geçmiş, eski.
lik.
department n. dal, kol, bölüm, şube.
denser adj. daha yoğun, daha sıkı. ör.
departure n. ayrılma; yola çıkma.
Most neoplasms grow as solid depend (on) v. bağlı olmak; bel bağ-
masses and are radiologically lamak, güvenmek.
denser than the intermingled dependable adj. güvenilir.
connective and adipose tissue of the dependence n. bağımlılık.
normal breast. dependent (on) adj. bağlı, bağımlı,
density n. yoğunluk. göreli, güdümlü; zayıf; sarkık. ör.
dentagra n. dişağrısı. Entry into epithelial cell is
dent- , denti- , dento- prefixes. diş, dependent on an interaction between
dişle ilgili anlamlarına önekler. ör. a bacterial surface and epithelial
dentalgia diş ağrısı. cell receptors.
dental adj. dişle ilgili, dişsel. depending on bağlı olarak.
dentate adj. diş şeklinde, dişli. depersonalization n. kişiliksizleştirme.
denticular adj diş şeklinde. depict v. göstermek, tarif etmek; be-
denticulate, denticulated adj. dişli; timlemek.
küçük dişleri olan. depration n. tarif, betimleme, tanım-
dentiform adj. diş şeklinde. lama; gösteri.
dentifrice n. diş temizlemede kullanı- depilate v. vücutta kılları yok etmek.
lan her hangi bir preparat. depilatory adj. kılları yok edici. n.
dentigerous adj. diş kaynaklı, dişle kılları yok eden madde.
ilgili. deplarable adj. acı, acıklı.
dentine n. diş kemiği. deplete v. azaltmak, bitirmek, tüket-
dentinum n. diş. mek, boşaltmak. ör. External
dentist n. diş hekimi. hemorrhage depletes the reserves of
depletion 309 dermal

iron. = Dış kanama demir rezervle- deprive (of) v. yoksun bırakmak,


rini tüketir. // Such depletion may mahrum etmek.
occur from the gastrointestinal depth n. derinlik.
tract, the urinary tract, or the in depth tam olarak, baştan başa.
genital tract. = Bu gibi (demir) depuration n. saflaştırma, atık ürün-
kaybı gastrointestinal yol, üriner lerin veya kötü kokuların çıkarılma-
yol, veya genital yolda meydana ge- sı/alınması.
lir. depurative adj. arılaştırıcı, saflaştırıcı
depletion n. tüketme; vücutta ileri de- derange v. bozmak, karıştırmak, dü-
recede sıvı, kimyasal madde veya zenini değiştirmek, altüst etmek, ça-
doku yitimi. ör. Some medications lışmaz hale getirmek.
produce depletion of potassium. deranged adj. bozulmuş, bozuk, dü-
depletive adj. tüketici. zensiz.
deposit n. çökelti, tortu, bırakım. v. derangement n. düzensizlik, bozuk-
çökertmek. ör. Articular crystal luk; rahatsızlık; cinnet, akıl bozuk-
deposits are associated with a luğu.
variety of acute and chronic joint to become mentally deranged v.
disorders. deli olmak, çıldırmak.
deposition n. yerinden çıkarma. deride v. alay etmek.
deprave v. baştan çıkartmak; ayart- derision n. alay; küçümseme.
mak; bozmak; ahlakını bozmak. derisive adj. alaycı.
depraved adj. ahlakı bozuk; baştan derivation n. türetme, çıkarma.
çıkmış; bozuk, çürük. derivative adj. türev; türemiş; çıka-
depravity n. bozulma, çürüme. rılmış. ör. Flavin mononucleotide is
deprecate v. karşı çıkmak, itiraz et- a derivatve of riboflavin.
mek, kabul etmemek. derive v. üretmek, çıkarmak, çıkmak;
depress v. alçaltmak, bastırmak, in- türemek, köken almak. ör. The
dirgemek; neşesini kırmak. ör. In major lipida in atheromas (plaques)
some cases of acute obstruction or are cholesterol and cholesterol
in terminal disease when the esters derived from the plasma. =
patient’s normal reflex mechanisms Atheromelardaki (plaklardaki) te-
are depressed, the bladder may mel yağlar plasmadan çıkarılan ko-
become extremely dilated. lesterol ve kolesterol esterleridir.
depressant adj. yatıştırıcı ilaç. derived adj. türemiş.
depressed adj. baskılanmış, baskı al- der-- , derma-, dermat- , dermato-
tında; kederli, yıkılmış, yoksun. prefixes. deri, cilt anlamlarına önek-
depressing adj. sıkıntı verici, iç ka- ler. ör. dermabrassion.
rartıcı. -derm, -derma suffixes. deri , cilt an-
depression n. baskılama, bunalım; lamlarına sonekler. ör. endoderm,
durgunluk. echinoderm,
depridement n. cansız/ölü dokunun dermad adv. dış deriye doğru.
alınıp yaranın temizlenmesi. dermal adj. deri ile ilgili, derisel.
dermatitis 310 despite

dermatitis deri yangısı, ekzema. ör. desiccant adj. kuruma, kuruluğa ne-
Dermatitis may be caused by an den olma. n. nem emici/kurutucu
allergy to soap. ajan.
dermatology n. deri sayrılıkları bilimi. desiccate v. kurumak, kurutmak.
dermatoplasty n. hasarlı veya yıkıma dessication n. kurutma.
uğramış derinin cerrahi onarımı. ör. desiccant n. kurutucu ilaç; kurutma
Dermatoplasty is required to eğilimi.
replace severely burned areas of the desiccation n. kurutma.
skin. design v. tasarlamak, düzenlemek.
derogatory adj. küçük düşürücü, ka- designate n. göstermek, belirtmek,
ba, saygısız, küçültücü. ifade etmek, adlandırmak; atamak,
desalinate v. tuzunu çıkarmak, tuzu- görevlendirmek, seçmek. ör. In ge-
nu gidermek, tuzunu ayırmak. neral, benign tumors are designated
descend v. inmek, alçalmak. by attaching the suffix –oma to the
descendant n. evlat; soyundan. cell of origin. = Genel olarak, benin/
descendent adj. inen. iyi huylu tümörler orijinal hücreye
descending adj. inen, aşağıya doğru –oma soneki eklenerek belirtilir.
giden. ör. The descending colon desire n. isteme, hoşa gitme, beğen-
leads downward to the rectum on me. v. istemek, beğenmek.
the left side of the body. desirable adj. beğenilen, hoşa giden.
descensus n. yüksekten düşme. desired adj. istenen, arzulanan.
descent n. fetüsün doğum kanalına desirous adj. isteyen, arzulayan; iste-
düşmesi. ğini, dileğini belirten.
describe v. tanımlamak, anlatmak, desist v. vazgeçmek, -den uzak kalmak.
betimlemek. ör. Congenital heart desmo- , desm- prefixes. lifsel bağ-
disease is a general term used to lantı, ligament anlamlarına önekler.
desolate adj. ıssız, terkedilmiş, çıp-
describe abnormalities of the heart
lak, yaşanmaz; yalnız, kimsesiz.
or great vessels that are present
despair v. umudunu kesmek. n. çare-
from birth.
sizlik; umutsuzluk.
description n. açıklama, tanımlama,
desperate adj. tehlikeli, umutsuz; za-
tarif, betim, betimleme.
rarlı, şiddetli, çılgın, tükenmiş.
descriptive adj. betimlemeli, betim-
desperation n. umutsuzluk, yılgınlık,
sel, tanımlayıcı.
çaresizlik.
desensitize v. duyarsızlaştırmak.
despicable adj. bayağı, basit, alçak.
desert v. ayrılmak, terketmek, bo- despise v. küçümsemek, hor görmek,
şaltmak; bırakmak. n. çöl. değersiz görmek.
deserve v. hak etmek, layık olmak. despite prep. –dığı halde, -ise de,
deserved adj. haketmiş; kazanmış. karşın, -e rağmen. ör. Despite its
deserving adj. hak eden; kazanan. low communicability, leprosy
desex v. üreme organlarının tamamını remains endemic among an
veya bir kısmını ameliyatla almak; estimated 10 to 15 million people
hadım etmek, iğdiş etmek. living in poor tropical countries.
despite 311 deteriorate

despite the fact that conj. karşın, in every detail her bakımdan, her
rağmen, -dığı halde, ise de. noktada.
desquamate v. dökülmek; pul pul detach v. ayırmak.
dökülmüş. detachment n. ayırma, ayrı durma,
dessert n. tatlı. tarafsızlık.
destine v. önceden belirlemek. detain v. alıkoymak, tutmak.
destination n. ulaşılacak yer. detention n. alıkoyma, tutma.
destined adj. yönelmiş; yönelik. detect v. araştırmak, bulmak, meyda-
destiny n. yazgı. na çıkarmak.
destitute adj. aç, kimsesiz, mahrum, detection n. bulma, meydana çıkar-
yoksul. ma, keşif. ör. Toxicology is the
destroy v. yok etmek, tahrip etmek, scientific discipline that studies the
yıkmak. detection, effects, and mechanisms
destruct n. yok etme; bozma; yıkma. of action of poisons and toxic
destruction n. yıkım, yok etme, im- chemicals.
ha. ör. During the invasive phase of deter v. caydırmak; engel olmak.
trichinosis, cell destruction can be deterrant adj. caydırıcı, engelleyici.
widespread but is rarely lethal. detergent (from) adj. temizleyici
destructive adj. zararlı, yıkıcı. ör. özelliği olan. n. temizleyici madde.
Cerebral abscesses are destructive, deteriorate v. bozmak, bozulmak,
and patients almost invariably kötüleşmek.
present clinically with progressive deterioration n. bozma, bozulma, kö-
focal deficits. tüleşme.
destructiveness n. yıkıcılık, zararlı- determinant adj. saptayan, belirle-
lık, tahrip edicilik. ör. The yen; türev.
development of cell-mediated, or determinating adj. saptayıcı.
typr IV, hypersensitivity to the determination n. karar, belirtme,
tubercle bacillus probably explains saptama; belirleme; kararlılık, azim
the organism’s destructiveness in ör. Determination of the
tissues and also the emergence of pathogenesis of psoriasis is one of
resistance to the organisms. the most important challenges in
desultory adj. gelişigüzel, dağınık, dermatopathologic research.
amaçsız. determine v. karar vermek, sapta-
det. abv. L detur vermek. mak, belirlemek.
detach v. ayırmak, ayrılmak. determined adj, azimli, kararlı.
detachment n. ayrılma. detest v. hoşlanmamak, nefret etmek.
detail n. ayrıntı. v. ayrıntılarıyla (ele) detestable adj. iğrenç, tiksindirici.
almak. deter v. cesaretini kırmak, engelle-
detailed adj. ayrıntılı. mek.
detailing adj. ayrıntılarıyla (ele) alan. deterrent n. güçlük, önleyici, tıkayıcı.
in detail ayrıntılı olarak; ayrıntıla- deteriorate v. bozmak, bozulmak,
rıyla. kötüleşmek.
deterioration 312 diabetes

deterioration n. bozulma, çözülme, of the uterus is called a “tipped


çürüme. uterus”.
detoxify v. zehirsizleştirmek, zehrini device n. alet, cihaz, düzen, düzenek,
almak. ör. The liver detoxifies the makine.
blood. devious adj. dolaşık; dürüst olmayan,
detract (from sth) v. azaltmak, kü- hileci.
çültmek. devise v. tasarlamak; planlamak;
detraction n. azaltma. bulmak.
detriment n. hasar, yaralanma; zarar. devitalize v. öldürmek; canlılığını
detrimental adj. yıkıcı, zararlı. ör. yok etmek.
Most mutations are detrimental but devitalized adj. ölü.
a few are useful to the mutant devious adj. hileci, yalancı.
organism. devoid adj. -den yoksun, -sız. ör. The
detritus n. atık madde; çürümüş, prostrate is a retroperitoneal organ
kangrenleşmiş madde. encircling the neck of the bladder
tetrusor n. aşağıya basınç uygulayan and urethra and is devoid of a
vücut parçası. ör. Activation of the distinct capsule.
detrusor muscle of the bladder wall
devote v. adamak, hasretmek.
results in micturition.
devoted adj. sadık, seven, aşık; ken-
detumescence n. bir ur, şişlik veya
dini adamış.
tümörün küçülüp yokolması.
devotion n. adama, bağlılık, düşkün-
devascularization n. kan damarı tı-
kanıklığı. lük, fedakarlık.
devastate v. yıkmak, harap etmek. devour v. emmek, yiyip bitirmek,
devastating adj. öldürücü, tahrip edi- yutmak.
ci. yıkıcı, harap edici; çekici. dew n. nem, çiğ.
devastation n. yıkma, yıkım, harap dewy adj. nemli, çiğ düşmüş.
etme. dexter adj. sağda; sağ tarafta bulunan.
develop v. gelişmek; geliştirmek. dexterity n. el ve vücudu kullanmada
developed adj. gelişmiş. ustalık; hüner, beceriklilik.
development n. gelişim, geliş(tir)me. dexterous adj. zeki; becerikli, usta.
developmental adj. gelişimsel, geli- dextrad adv. sağa doğru.
şime bağlı, gelişimle ilgili. ör. dextrogyration n. sağa bükülme.
Although developmental defects in dextrotropic adj. sağa dönen.
the esophagus are uncommon, they di- prefix. iki, iki kez, çift anlamlarına
must be corrected early, since they önek. ör. dicotyledon.
are incompatible with life. dia-, prefix. 1. içinden, arasından; 2.
developing adj. gelişmekte olan. baştan başa, tamamen, her tarafın-
devest v. mahrum etmek. da; 3. üzerinde; 4. karşıdan karşıya;
deviate v. ayrılmak; sapmak. 5. zıt yönlerde, farklı yönlerde an-
deviant adj. sapkın. lamlarına önek. ör. dia-chronic,
deviation n. sapma, ayrılma, ayrılık. diatropism, diamagnetic.
ör. Deviation from the normal axis diabetes n. şeker, şeker sayrılığı.
diabetic 313 diestrus

diabetic adj. şeker sayrılığı olan, şe- diathesis n. bir kişinin belli bir sayrı-
ker hastası, şekerle ilgili. lığa yatkın olma hali.
diabolical adj. sıkıcı, tatsız; şeytanca. dicelous adj. iki boşluğu olan, iki
diagnose v. sayrılığı saptamak, tanı- kaviteli.
mak; tanılamak. dicho- prefix. iki parça, ikiye bölün-
diagnosis n. tanı; yorum. me anlamlarına önek. ör. dicho-
diagnostic adj. tanısal. tomy n. iki ayrı parçaya bölünme.
diagram n. şekil, şema, grafik. dichromatic adj. yalnızca iki esas
dial n. saate benzer bir alet. rengi görebilen.
dialectic n. tartışma yöntemi, eytişim, dick test n. hastanın kızıla yatkın ol-
diyalektik. ma veya bağışık olma durumunu
dialogue n. karşılıklı konuşma, ikili saptamak üzere yapılan test; deri
konuşma. testi.
dialysis n. süzdürme, süzdürüm. dicta- prefix. 200 anlamına önek.
dialyze v. süzdürmek; süzdürüm. dictate v. emretmek, buyurmak; (ya-
diamelia n. iki kol veya bacağın yok- zılmak veya kaydedilmek üzere)
luğu. yüksek sesle söylemek; söyleyerek
diameter n. çap. yazdırmak.
dianoetic adj. düşünsel; nedensel, dictation n. yüksek sesle söyleme;
sebepleme ile ilgili. emretme, buyurma.
diaphanous adj. saydam, yarı şeffaf, didactic adj. öğretici.
ışığı geçiren. didym- , didymo- prefixes. erbezi,
diaphoresis n. terleme; ter salınımı testis anlamlarına önekler.
diaphoretic adj. terletici. die v. ölmek; yok olmak.
diaphragm n. zar, ayırıcı zar, diyaf- die away yavaş yavaş sönmek, azal-
ram. ör. In the demale, the urinary mak.
and generative openings are
die down v. yatışmak; inmek, sön-
seperated by the urogenital
mek, şiddetini azaltmak.
diaphragm.
die for v. ülkesi için ölmek.
diaphysis n. uzun bir kemiğin gövdesi.
die from v. yaralanma nedeniyle öl-
diarrhea n. diyare, ishal.
mek.
diarticular adj. iki eklemle ilgili.
die of v. hastalıktan/sayrılıktan öl-
diastalsis n. bağırsak içeriğinin ileri
mek.
hareketi.
die out v. bitmek, son bulmak, yok
diastasis n. ayrılma, normalde birle-
şik olan parçaların ayrılması. olmak; giderek terkedilmek.
diastema n. pl. diastemata iki bitişik dieb.alt. abv. L. diebus alternis iki
diş arasındaki boşluk; çatlak, yarık. günde bir, gün aşırı anlamlarına kı-
diastole n. gevşem, yürek gevşemesi; saltma.
kanla dolduğu sırada kalbin din- diener n. morgun bakımından ve
lenme dönemi; diyastol. otopsinin gerçekleştirilmesinde yar-
diathermy n. ısı kullanımıyla hastalık dımcı olan laboratovar çalışanı.
sağaltımı. diestrus n. cinsel hareketsizlik dönemi.
diet 314 dine out

diet n. besin, gıda, yiyecek; perhiz; diffusal adv. yaygın.


kilo vermek üzre kalori alımının diffusely adv. yaygın olarak.
azaltılması. v. perhiz yapmak, rejim diffusible adj. yayılabilen.
yapmak. diffusion n. yayılım, yayınım.
dietary adj. besidüzensel. dig v. kazmak, çukur açmak.
dietary management diet tedavisi, dignity n. mükemmellik, önem, vakar.
besidüzensel sağaltım. digastric adj. iki karınlı.
be/go on a diet diete girmek, perhiz digest v. sindirmek, öğütmek, haz-
yapmak. metmek.
dietetics n. perhizle sağaltın uygula- digestion n. sindirim, sindirme.
ması. digestive adj. sindirimle ilgili, sindi-
dietitian n. besinle sağaltım uzmanı, rimsel.
dietisyen. digit n. parmak.
differ v. farklı olmak, benzememek. digital adj. parmakla ilgili, parmaksal.
difference n. anlaşmazlık, ayrılık, digitalis n. kalp sayrılıklarının sağal-
fark. tımında kullanılan ilaç.
different adj. ayrı. dilate v. genişletmek, büyütmek. ör.
differential adj. ayrışık, ayrıl, ayırıcı, dilatation, dilation n. genişleme.
ayırt edici. Dilation of the bronchial tubes
differentiate v. ayırt etmek, fark et- relieves the dspnea present in
mek. ör. Two types of benign, asthma.
noninvasive moles – complete and dilator n. genişletici.
partial- can be differentiated by dilemma n. ikilem; zor durum, güç-
histologic, cytogenetic, and flow lük, zorluk; iki şıklı durum.
cytometric studies. diligent adj. gayretli, titiz, dikkatli.
differentiation n. farklılaşma, dilute v. sulandırmak, seyreltmek; in-
ayrımlaşım; ayrışma, benzeşmezlik.
celtmek.
ör. Disorders of sexual
dilution n. seyreltme, sulandırma.
differentiation, such as virilization,
dim adj. bulanık, loş, donuk, silik,
may be caused by by primary
belirsiz, sönük, soluk.
gonadal disorders and several
dimension n. boyut.
primary adrenal disorders.
dimensional adj. boyutlu, oylumlu.
difficult adj. zor, güç.
dimensions n. boyut, büyüklük, oy-
difficulty n. zorluk, güçlük, sıkıntı.
have difficulty v. güçlük çekmek. lum.
diffident adj. utangaç, çekingen, diminish v. küçültmek, azaltmak,
mahcup; kendine güveni olmayan. azalmak.
diffuse v. yayılmak. adj. dağınık, ya- diminished adj. azalmış.
yılmış. ör. The thyroid gland is diminutive adj. çok küçük.
usually symetrically enlarged dimple n. gamze; yanak veya çenede
because of the presence of diffuse bulunan küçük çukur.
hypertrophy and hyperplasia of dingy adj. paslı, soluk.
thyroid follicular epithelial cells. dine out v. lokantada yemek yemek.
dinner 315 disastrous

dinner n. akşam yemeği. koyma: ör. distrain. 6. uzakta,


dionism n. eşcinsellik. dışarda, farklı yönde: ör. dismiss,
dip v. dalmak, daldırmak. n. çözelti; disseminate; 7. çıkarma, alma: ör.
içine daldırılan madde. dissident, dis-parage, dismantle,
diphasic adj. iki evreli. disturb; belirten önek.
diphteria n. difteri; kuşpalazı. disable v. sakat bırakmak, hasar ver-
diplegia n. iki kolun, bacağın felç mek.
olması. disability n. sakatlık, yeteneksizlik;
diploid n. benzerlerin her ikisi. ör. güçsüzlük.
The normal chromosome state in disabled adj. hasta, düşkün, sakat.
complex organisms is diploid. disabling adj. düşkün bırakıcı,
diploplia n. çift görme. düşkünletici, hasta edici, sakatlayı-
diplosmia n. birbirine bitişik doğan cı. ör. Leprosy, or Hansen disease,
ikizler, bitişik ikizler. ör. Surgical is a slowly progressive infection
separation is not possible in some caused by Mycobeacterium leprae,
cases of diplosmia. effecting the skin and peripheral
dipole n. elektriksel yük çifti, dipol. nerves and resulting in disabling
dipsomania n. içki içmeye karşı ileri deformities.
derecede istek duyma; alkol bağım- disaccharide n. iki şeker biriminden
lılığı. oluşan molekül. ör. Sucrose is an
dire adj. korkunç; çok büyük; korku example of a disaccharide, one of
verici. the classifications of carbohydrates.
direct v. yönetmek, salık vermek, çe- disagree v. anlaşamamak, uyuşama-
virmek. adj. doğrudan; dolaysız, mak.
aracısız. disagree (with) v. -ile anlaşamamak.
directly adv. doğrudan, aracısız, der- disagreement n. uyuşmazlık, anlaş-
hal. ör. Some infectious agents or mazlık.
their products can be directly disappear v. ortadan kaybolmak, yok
observed in hematoxylin and eosin- olmak.
stained sections. disappoint v. hayal kırıklığına uğra-
direction n. yönetme, yön, doğrultu. mak.
director n. yönetici, yöneten.
disappointment n. hayal kırıklığı, al-
dirt n. pislik, kir; toprak.
danma.
dirty adj. kirli, pis.
disapprove v. onaylamamak, reddet-
dirtiness n. pislik, kirlilik.
mek, beğenmemek.
dis- prefix. önek. 1. yokluk, eksiklik,
disarrange v. bozmak, dağıtmak, ka-
geçersizlik: ör. distrust, disuse; 2.
rıştırmak.
zıtlık, terslik: ör. disapprove, dis-
disarrangement n. düzensizlik; ra-
unite; 3. alma, uzaklaştırma, kal-
dırma: ör. disbud, disbar, dis- hatsızlık; karışıklık.
card; 4. olumsuz bir eylemin ta- disaster n. felaket, bela, talihsizlik.
mamlaması veya yoğunlaştırılması: disastrous adj. felaket getirici, fela-
ör. disannul; 5. ayırma; bir tarafa ketli.
disc 316 discreet

disc n. daire; yuvarlak; disk; tabağa discontent n. beğenmezlik, hoşnut-


benzer yapı veya organ. suzluk.
disciform adj. disk şeklinde. discontended adj. beğenmez, hoşnut-
discard v. atmak, vazgeçmek; yen- suz.
mek, bertaraf etmek. discontiguous adj. yan yana olma-
discern v. farkına varmak; görmek; yan, bitişik olmayan.
seçmek; ayırt etmek; zorlukla gör- discontinue v. durdurmak, kesmek,
mek. vazgeçmek.
discernible adj. farkedilebilir, görü- discontinuity n. devamsız olma, de-
lebilir, seçilebilir. vamsızlık, kesiklik.
discerning adj. anlayışlı, zeki. discontinuous adj. devamsız, sürekli
discharge v. boşaltmak, serbest bı- olmayan.
rakmak; salgılamak, taburcu etmek, discord n. kişiler, gruplar veya nesne-
çıkarmak, salmak. n. boşaltma; ta- ler arasındaki uyumsuzluk; anlaş-
burcu etme; salgılama. ör. mazlık, çekişme.
Chemicals are discharged at the discordance n. ikizlerden yalnızca bi-
telodendria. risinde belli bir özelliğin ortaya
disclaim v. kabul etmemek, üstüne çıkması. ör. Discordance is
almamak, üstlenmemek. commonly found in dizygotic twins
disclose v. açıklamak, söylemek, or- because they do not have identical
taya çıkarmak. ör. The chest genomes.
radiograph may disclose a discordant adj. uyumsuz; zıt; çelişkili.
pulmonary infarct, usually 12 to 36 discount v. dikkate almamak, özen
hours after it has occured. = Göğüs göstermemek, paysınmamak; indi-
rim yapmak. n. indirim.
ragyografisi, genellikle oluşumun-
discount store n. indirim yapan ma-
dan 12 – 36 saat sonra pulmöner
ğaza.
enfarktüsü gösterebilir.
discourage v. cesaretini kırmak.
disclosure n. açıklama, söyleme.
discouragement n. cesaretini kırma;
discolor v. soldurmak, rengini boz- bozma.
mak. ör. A bruise causes the skin to discover v. bulmak, keşfetmek, mey-
become discolored. dana çıkarmak; anlamak. ör. A lung
discomfort n. ağrı, bozukluk, rahat- hamartoma is a relatively common
sızlık. v. rahatsız etmek, bozmak. lesion usually discovered as an
discomfortable adj. rahat olmayan; incidental, rounded focus of
sıkıntı verici. radiopacity on a routine chest film.
discompose v. bozmak. discovery n. bulma, keşif.
discomposure n. bozukluk, bozulma. discredit v. saygınlığını yitirmek,
disconcert v. endişelenmek, kuşku inandırıcı olmamak. n. güvensizlik,
duymak; huzuru kaçmak, sinirlen- saygınlığını yitirme; leke.
mek. discreditable adj. ayıp, utanç verici.
disconnect v. bağlantısını kesmek, discreet adj. ihtiyatlı, tedbirli, önlem
ayırmak. almış.
discretion 317 dislocate

discretion n. dikkat, ihtiyat. disgusting adj. iğrenç, iğrendirici,


discrepancy n. fark; çeşitlilik, farklı- tiksindirici, nefret verici.
lık, çelişki; uygunluk gösterememe, dish n. tabak; yemek.
uyumsuzluk, ayırım. dish out v. servis yapmak/vermek.
discrete adj. sınırlı, belirgin. ör. dishearten v. cesaretini kırmak,
Adenomas of the thyroid are umutsuzluğa düşürmek.
discrete, solitary masses. dishevelled adj. dağınık, perişen.
discretely adv. belirgin bir şekilde. dishonest adj. dürüst olmayan, onur-
discriminate v. ayırt etmek. suz.
discrimination n. algılama; ayırt et- dishonour n. onursuzluk; utanç.
me, fark gözetme; girme. dishonorable adj. onursuz; utanç ve-
dicriminative adj. ayırt edici. rici.
discursive adj. tutarsız. disillusion n. hayal kırıklığı.
discuss v. tartışmak, hakkında ko- disinclined adj. gönülsüz, isteksiz.
nuşmak. disinfect v. mikroptan arındırmak;
discussion n. görüşme, tartışma. dezenfekte etmek.
disdain v. hor görmek, küçümsemek, disinfectant n. mikroptan arındırıcı,
küçük görmek. dezenfekte edici madde. ör.
disease n. hastalık, sayrılık. ör. Disinfectants are used to destroy
Diseases of the respiratory system disease causing viruses and
include pneumonia and tuberculosis. bacteria.
diseased adj. hasta, hastalıklı, sayrılı, disinfection n. mikroptan arındırma,
kırgın, rahatsız .ör. Surgical dezenfekte etme.
removal of diseased tissue can be disintegrate v. çözmek, çözülmek,
direct cause of recovery. dağıtmak, dağılmak, küçük parçala-
disembodied adj. bedenden ayrı, be- ra ayırmak, parçalamak.
denden ayrılmış; ruhsal. disinterested adj. bencillikten uzak,
disengagement n. dölyatağı kanalın- dürüst, açık.
dan dölütün dışarı çıkması; serbest disjoin v. ayırmak, parçalamak.
bırakma, serbest bırakılma. disjunction n. kromotitlerin veya
disfavour n. saygınlığını yitirme, homolog kromozomların ayrılması.
gözden düşme. ör. Disjunction during meiosis
disfigure v. çirkinleştirmek. produces monoploid gametes.
disgorge v. kusmak, boşaltmak. nondisjunction n. mitoz veya
disgrace v. saygınlığını yitirmek, meyoz sırasında kromotinlerin veya
gözden düşürmek, rezil etmek. n. homologların ayrılamaması. ör.
utanç, rezalet, yüz karası, ayıp. Meiotic nondisjunction can result in
disgruntled adj. hoşnutsuz, sinirleri either trisomy or monosomy.
bozuk, keyfi kaçmış. dislike v. beğenmemek, hoşlanmamak.
disguise v. gizlemek, gizlenmek, sak- dislocate v. çıkarmak, (yerinden) oy-
lamak. natmak; rahatsız etmek. ör. The
disgust v. iğrenmek, nefret etmek, basketball player dislocated her
tiksinmek. knee during the game.
dislocated 318 dispersion

dislocated adj. çıkık, çıkmaz. dysfunction is implicated in the


dislocation n. çıkık, kalça çıkıklığı. genesis of Zenker diverticulum.
dislodge v. yer değiştirmek, yerinden disorderly adv. bozuk, bozuk olarak,
çıkartmak. düzensiz bir şekilde.
disloyal adj. sadık olmayan, sadakat- disorganize v. karışıklığa sürükle-
siz, vefasız. mek, düzenini bozmak, karıştırmak.
disloyalty n. sadakatsizlik, vefasızlık. disorient v. kafasını karıştırmak.
dismal adj. kederli, kasvetli, sefil. disoriented adj. kafası karışık; zihin-
dismantle v. ayırmak, almak. sel olarak bulanık; çevrenin farkın-
dismay v. korkutmak, cesaretini kır- da olmayan.
mak, yıldırmak. n. korku, kaygı, disorientation n. kafası karışma; çev-
yılgınlık. renin farkında olmama.
dismember v. parçalamak, ayırmak, disown v. reddetmek, sahip çıkma-
vücudu parçalamak. mak.
dismemberment n. kol veya bacağın disparate adj. çok taraflı, ayrı.
kesilmesi; amplitasyon. disparity n. ayrım; eşitsizlik, oransız-
dismiss v. ekarte etmek, bertaraf et- lık.
mek, atmak, yenmek; işten çıkar- dispassionate adj. sakin.
mak, işten atmak; zihinden çıkar- dispatch v. ayırmak, göndermek; öl-
mak, bir yana atmak. dürücü darbe indirmek, öldürmek.
dismount v. düşürmek, indirmek. n. ayırma, gönderme, yollama; öl-
disobey v. uymamak, söz dinlememek. dürme.
disobedient adj. dikkafalı, kendi de- dispel v. dağıtmak, gidermek, yok
diğine giden, bildiğini okuyan. etmek.
disobediance n. dikkafalılık, söze dispensary n. dispanser, ilaçların
gelmeme. karşılıksız veya çok ucuz olarak ve-
disorder n. bozukluk, düzensizlik, rildiği yer; bakımevi.
hastalık, sayrılık; karışıklık. ör. dispense v. ilaç ve diğer gereksinim-
Xerostomia refers to dry mouth; this lerini karşılamak, ilaç vermek, ilaç
manifestation is a major feature of hazırlamak.
the autoimmune disorder Sjörgen dispensation n. ilgilenme, uğraşma,
syndrome in which it is usually dağıtma.
accompanied by dry eyes. dispermy, dispermia n. bir osit’e iki
effective disorder manik-depresif spermin girişi.
psikoz. disperse v. dağıtmak, dağılmak,
behaviour disorder organik bağ- yaymak, seyreltmek, inceltmek. ör.
lantısı olmayan zihinsel, duyusal In a colloid, the particles are
veya davranış bozukluğu; zihinsel dispersed evenly throughout the
rahatsızlık. solution.
disordered adj. düzensiz; fiziksel ve- dispersion n. dağıtma, dağılım, yay-
ya zihinsel olarak rahatsız. ör. ma, inceltme, seyreltme; eriyik, so-
Disordered cricopharyngeal motor lüsyon; serpinme, serpinti.
dispersive 319 dissociate

dispersive adj. ayırıcı, ayıran, dağıt- mak. ör. Malfunction of the


ma eğilimi olan. pancreas disrupts the balance of
dispersal n. dağıtma, yayma, sey- blood sugar levels.
reltme, inceltme. disruption n. bozulma, kesilme.
dispirit v. cesaretini kırmak, keyfini disruptive adj. bozucu, parçalayıcı,
kaçırmak. yıkıcı; engelleyici.
displace v. yerini değiştirmek, yerin- dissatisfy v. tatmin olmamak; mem-
den çıkarmak. nun olmamak.
displacement n. yerini değiştirme, dissect v. kesmek; küçük ayrıntılarla
yerinden çıkarma. incelemek.
display v. göstermek, sergilemek, or- dissection n. kesme; ayrıntılarıyla in-
taya koymak. n. gösteri, sergi. ör. celeme.
Certain diseases display an atypical disseminate v. dağıtmak, yaymak,
mode of inheritance because they sermek. ör. Granulomas of
result from mutations in secondary tuberculosis most often
mitochondrial DNA. occur in the apex of the lungs but
displease v. gücendirmek, rahatsız may be widely disseminated in the
etmek. lungs, kidneys, meninges, marow,
dispose v. düzenlemek; düzene sok- and other organs.
mak; istekli olmak. disseminated adj. dağınık, yayılmış.
dispose of katılmak; hazırlamak; ba- dissemination n. dağıtma, yayma,
şından atmak, kurtulmak. serme.
disposable adj. bir kez kullanıldıktan dissent n. görüş ayrılığı, anlaşmazlık.
sonra atılacak. dissepiment n. ayırıcı doku, bölüm
disprove v. çürütmek, yanlışlığını veya ara bölme, septum.
kanıtlamak. dissident adj. karşı çıkan, karşıt.
disproportion n. eşitsizlik, oransızlık. dissimilar adj. benzemeyen, benze-
disproportionate adj. eşitsiz, oransız. mez, farklı. ör. Although the
disproportionately, adj. oransız ola- genotypes of the two patients were
rak. dissimilar, they express the same
dispute v. itiraz etmek, uyuşmamak, phenotype.
tartışmak. n. uyuşmazlık, tartışma. dissimulation n. bir hastadan sayrılı-
disputable adj. tartışmalı, tartışma ğını saklama, hastaya sayrılığını
götürür, şüpheli. söylememe.
disregard v. gözardı etmek, aldır- dissipate v. parçalamak, dışarı atmak.
mamak. n. aldırmama, önemseme- ör. If energy is not transferred to
me, kulak asmama, saygısızlık. chemicals within the cells, it is
disreputable adj. kötü ünlü, rezil; dissipated and lost from the cell.
berbat; tartışmalı, tartışma götürür. dissociate v. bileşiklerine ayırmak.
disrespect n. saygsızlık; kabalık. ör. Carbonic acid dissociates to
disrupt v. bozmak, çatlatmak; altüst form bicarbonate ions and
etmek, kesmek, sayrılığa neden ol- hydrogen ions.
dissolution 320 distract

dissolution n. bir bileşiğin kendisini distinction n. ayrım, ayrılık, farklılık;


oluşturan bileşenlere ayrılması; çö- özgünlük.
zülme, erime. ör. Dissolution of distinctive adj. ayırt edici; kendine
water by electrolysis releases free özgü; belirgin. ör. The late-
hydrogen and oxygen. occuring form of congenital syphilis
distad adv. dışa doğru. ör. In the is distinctive for the triad of
face, the ears are distad to the nose interstitial keratitis, Hutchinson
but the eyes are not. teeth, and eighth nevre deafness.
distal adj. vücudun merkezinden distinguish v. tanımak; ayırt etmek;
uzakta bulunan, gövdeye uzak. ör. ayırmak; belirlemek. ör. Some
Bronchogenic carcinomas cause colour-blind individuals are unable
related anatomic changes in the to distinguish certain colours,
lung substance distal to the point of whereas others have only a colour
bronchial involvement. weakness. = Bazı renk-körü bireyler
distance n. uzaklık; aralık, mesafe. belli renkleri ayırt edemezler, oysa
in the distance uzakta. diğerlerinin yalnızca renk kusuru
distant adj. ırak, uzak, uzaktan gelen vardır.
(ses); belli belirsiz (ses). distinguishable adj. ayırt edilebilir.
distend v. şişmek, genişlemek, geniş- indistinguishable adj. ayırtedile-
letmek. meyen. ör. Severe factor IX
distensible adj. gerilebilir, şişme deficiency is a disorder that is
özelliği olan. ör. The normal clinically indistinguishable from
esophagus is a hollow, highly hemophilia A. = Ciddi faktör IX
distensible muscular tube that yetmezliği klinik olarak hemofili
extends from the pharynx to the A’dan ayırtedilemeyen bir bozuk-
gastrointestinal junction. luktur.
distensibility n. gerilme, gerilim distinguished adj. üstün, tanınmış,
özelliği. seçkin, ünlü, önemli
distension n. şişme, genişleme. ör. distinguishing adj. ayırt edici.
Severe distention of the urinary distomolar n. fazla diş, üçüncü azı
bladder leads to discomfort or dişin yanından çıkan diş. ör. The
injury. eruption of distomolars is often
distill v. damıtmak; damıtma yoluyla prevented by insufficient space in
saflaştırmak. the jaw.
distillate n. damıtılan madde. distort v. bozmak, çarpıtmak; değiş-
distillation n. damıtma. tirmek.
distinct adj. belirgin, açık; farklı, ay- distortion n. bozma, çarpıtma, çar-
rı. ör. The adrenal medulla is pılma, değiştirme; bükülme. ör.
developmentally, functionally, and Architectural distortion is a rarely
structurally distinct from the adre- seen alteration in the normal
nal cortex. parenchymal pattern.
distinctly adv. açıkça, açıklıkla, açık distract v. şaşırtmak; dikkatini başka
seçik. yöne yöneltmek.
distraction 321 dizzy

distraction n. dikkat toplama güçlü- diverse adj. farklı, ayrı, değişik. ör.
ğü; şaşırtma, şaşkınlık, çılgınlık, Chemicals that initiate
dikkatini başka yere yöneltme. carcinogenesis are extremely
distress n. acı, ızdırap, sıkıntı, dert, diverse in structure and include
kaygı; güçlük, zorluk, tehlike. v. sı- both natural and synthetic
kıntı vermek, acı vermek, kaygılan- products.= Karsinogenesisi başla-
dırmak. tan kimyasallar sonderece farklı
disstressing adj. acı verici, üzücü, sı- yapıdadırlar ve hem doğal hem de
kıntı verici. yapay ürünleri içerir.
distribute v. dağıtmak, yaymak, saç- diversify v. değiştirmek.
mak. diversion n. sapma.
distribution n. arter veya sinir dalla- diversely adv. farklı olarak, farklı şe-
rının organ ve dokulara dağılımı; kilde.
bölünme, dağıtma, yayma, saçma. diversity n. benzemezlik, çeşit, çeşit-
district n. bölge. lilik, değişiklik, farklılık. ör.
distrix n. saçların ucundan kırılması. Mutations result in increased
distrust v. güvenmemek, şüphelen- diversity in a population.
mek. n. güvensizlik, kuşku. divert v. başka yöne çevirmek.
disturb v. bozmak, karıştırmak, ra- diverticulum n. pl. diverticula cep,
hatsız etmek. ör. A number of kese şeklinde uzantı. ör. A
processes may disturb the normal diverticulum is an outpouching of
activity of the endocrine system. the alimentary tract that contains
disturbance n. bozukluk, rahatsızlık, all visceral layers.
hastalık, karışıklık; üzüntü. divide v. bölmek, ayırmak.
disturbed adj. sıkıntılı, rahatsız. divided adj. ayrılmış, bölünmüş.
disturbing adj. bozucu, karıştırıcı, div. in p. aeg abv. L. divide in partes
aequales = eşit parçalara böl anla-
rahatsız edici.
mına kısaltma.
disuse n. kullanmama.
divisible adj. bölünebilir.
fall into disuse kullanılmaz duruma
division n. bölme, bölünme, bölüm.
düşmek.
ör. Chromosomes are equally
ditch n. hendek.
distributed during cell division, or
diuresis n. olagandan bol idrar yapma.
mitosis.
diuretic n. idrar akışını arttıran ilaç.
divorce v. boşamak, boşanmak.
divagation n. kolay anlaşılmayan ko- divulse v. yırtmak; koparıp ayırmak;
nuşma. parçalamak.
dive v. dalmak. divulsion n. yırtma; koparıp ayırma;
diverge v. ayrılmak; farklılık göster- parçalama.
mek, uyuşmamak. divulsor n. üretra veya başka bir ka-
divergence n. ayrım. nalı genişletmekte kullanılan bir
divergent adj. ayrı, farklı, ayırt edici; alet.
farklılık gösteren, farklı yönlere gi- dizzy adj. sersem; başı dönmüş; ha-
den, yayılan. fifmeşrep.
dizziness 322 dominance

dizziness n. baş dönmesi. doctor n. doktor, hekim, sağaltman.


dizygotic adj. iki farklı döllenmiş doctorate v. doktora yapmak.
yumurtadan türeyen, özdeş olma- doctrine n. öğreti.
yan, aynı yumurtadan olmayan. ör. document n. belge. v. belgelemek,
Sometimes it is hard to know kaydetmek. ör. Even therapeutic
whether twins are identical irradiation has been documented to
(momozygotic) or fraterna be carginogenic.
(dizygotic). documented adj. belgelenmiş, kanıt-
dL. abv. desilitre anlamına kısaltma. lanmış.
do v. yapmak. documentary adj. belgesel.
could do with hoşlanmak, beğen- doddering adj. zayıf; ağır davranan,
mek, gereksinim duymak. sendeleyen.
do away with birşeyi kaldırmak, öl- dodgy adj. riskli, tehlikeli.
dürmek, yıkmak, yoketmek; intihar dogma n. inak, doğru olduğu sorgu-
etmek. lanmayan kuram, doğma.
do by ilgilenmek; davranmak. dol n. ağrı birimi.
do down eleştirmek. dole n. keder.
do for bir evi temizlemek; ev içi iş doleful adj. kederli, hüzün verici.
yapmak. dolicho- prefix. uzun anlamına önek.
do in bitmek, tükenmek; öldürmek, dolichocephalic, dolichocephalous
öldürülmek. adj. uzun kafalı.
doll n. bebek, çekici genç kadın.
do out temizlemek, düzenlemek, dü-
dolorific adj. ağrı veren; ağrıya ne-
zene sokmak.
den olan.
do out of kandırmak. dolour n. keder.
do over düzelterek yeniden yapmak. dolourous adj. acıklı, kederli.
do right doğru yapmak. -dom suffix. ad yapan sonek. ör.
do to birşey yapmak. freedom, kingdom.
do up bağlamak; yenilemek, elden dome n. kubbe.
geçirmek, onarmak, sıkıca sarmak. domatophobia n. bir evde buluna-
do well başarmak. mama korkusu.
do with bağlantılı olmak, ilişkili olmak. dominate v. egemen olmak, hakim
do without -sız idare etmek; olmak, hükmetmek. ör. Liver
meksizin (bir işi) yürütmek; çekin- damage in acute graft-versus-host
mek, vazgeçmek. diseaseis dominated by direct attack
do wonders harikalar yaratmak. of donor lymphocytes on epithelial
do wrong yanlış yapmak, hata yapmak. cells of the liver.
doer n. yapan, etken; etken ajan. dominance n. üstünlük, başatlık.
done with -ile bitirmek. incomplete dominance n. genin
have to do with ilgili olmak, ilişkili döllenmiş yumurtada başat olama-
olmak; bağlantısı olmak, bağlı olmak. ması. ör. In incomplete dominance,
undo v. açmak, çözmek, bozmak. the offspring exhibit a phenotype
docile adj. uysal, uslu; eğitilebilir; iş- intermediate to both homozygous
lenebilir. parents.
dominant 323 downgrowth

dominant adj. üstün, baskın, hakim, dorsum n. L., dorsi pl. dorsa sırt, ar-
başat, kontrol etkisi gösteren. ör. ka, geri.
Dominant genes are always dose n. doz. v. birim ölçüsünde ilaç
expressed when present in an vermek.
offspring. dosage n. miktar, doz.
dominantly adv. baskın olarak, temel lethal dose n. ölüme neden olacak
olarak. ölçüde fazla doz, ölümcül doz.
donee n. alıcı, alan; kan ve kemik, dossier n. hasta öyküsünün toplandığı
kıkırdak veya deri graftı alan. dosya.
donor n. başkalarının kullanması için dot n. benek, nokta.
kan veya bedensel doku veren kişi; on the dot tam zamanında.
kan/organ veren; verici; hibe eden dotage n. bunaklık; geçkinlik, önceleri
(kişi). tam olan zihinsel güçlerin bozulması.
dope n. doktor izniyle alınan ilaç; ya- dotard n. bunak kimse
tıştırıcı veya depresan ilaç; aptal, double adj. iki misli, çift, iki kat.
budala. v. ilaç vermek. doubt v. şüphe etmek. n. şüphe.
dope fiend uyuşturucu alan; uyuştu- doubtful adj. şüpheli, kararsız.
rucu bağımlısı. doubtfully adv. şüphe ile.
doping n. bir kişiye, özellikle bir atle- doubtless adj. şüphesiz.
te, yabancı bir madde verme. undoubtfully adv. şüphesiz olarak.
doraphobia n. hayvan derisine do- douche n. vücut boşluğuna veya tüm
kunmadan korkma. vücuda şırıngayla veya tazyikli suy-
dormant adj. uyku halinde, uyuyan. la sıvı verme.
ör. Some individuals become doula n. doğum sırasında ve sonra-
reinfected with mycobacteria, sında anne ve bebeğin tıbbi bakımı-
reactivate dormant disease, or na yardım eden kadın, ebelik ve ba-
progress directly from the primary kım görevini üstlenen bakıcı.
mycobacterial lesions into dowel n. doğal diş köküne yapay taç
disseminated disease. geçirmede kullanılan mil.
doromania n. armağan vermeyle be- down adv. aşağı, aşağıya. n. in-
lirgin ruhsal rahatsızlık. ce/yumuşak tüy; yumuşak kıl, saç.
dors(o) n. sırt. upside down altüst, tepe taklak.
dorsad adv. sırta doğru. downer n. yatıştırıcı, barbütrat, yatış-
dorsal adj. arka tarafa ait. tırıcı ilaç; sıkıntı verici durum,
dorsalgia n. sırt ağrısı. deprasyon. ör. Barbiturates are
dorsalis n. arka, sırt. circulated illegally and are known
dorsiduct v. geriye doğru çekmek. as downers.
dorsispinal adj. omurganın arka gö- downgrowth n. aşağıya doğru büyü-
rünümüyle ilgili. me. ör. Epithelial cystic are cmmon
dorsilateral adj. arka ve yanla ilgili. lesions, formed by the downgrowth
dorsiflexion n. ayak ve ayak parmak- and cystic expansion of the epider-
larının, el ve el parmaklarının yuka- mi sor of the epithelium forming the
rı doğru devinimi. hair follicle.
downward(s) 324 dream up

downward(s) adv. aşağıya, aşağıya drape v. ameliyat yapılacak veya


doğru. ör. When seborrheic muayene edilecek alan dışındaki
keratoses involve the epithelium of vücut bölümlerini örtmek.
hair follicles, they may grow in an drastic adj. köklü, şiddetli, sert, kesin.
endophytic (downward) fashion. drastically adv. çok sert şekilde, şid-
down- prefix. 1. azaltmak anlamına detle.
eylem ve ad yapım öneki. ör. to draw v. çekmek; emmek; öne doğru
downgrade a job bir işin önemini akıtmak; akmak.
azaltmak. a downpour şiddetli draw attention dikkat çekmek.
yağmur. 2. dibe, aşağıya, sona doğ- draw away uzaklaşmak, uzaklaştır-
ru anlamına sıfat ve zarf yapım mak.
öneki. ör. downstairs alt kat, aşağı- draw back geri çekilmek.
sı, aşağıya, alt kata. 3. alt, daha aşa- draw off akıtmak.
ğı veya en kötü kısma doğru anla- draw on/upon yararlanmak; yaklaş-
mına sıfat ve zarf yapım öneki. ör. mak; iş vermek, kullanmak, sigara-
downmarket alt toplumsal grupla- sından biraz duman çekmek.
rın isteklerini karşılayan. draw out uza(t)mak, uzanmak.
doze v. uyumak, uyuklamak. draw some money out (bir miktar)
dozen n. düzine, oniki parçadan olu- para çekmek.
şan. draw up v. hazırlamak, düzenlemek;
dozy adj. uykulu, uyuşuk, sersem. yazmak; (bir yere kadar) gidip dur-
dozily adv. uykulu olarak. mak, durdurmak.
doziness n. uykulu olma. drawer n. çekmece.
draft, draught n. tek dozda verilen drawing n. resim; resim çizme.
sıvı ilaç; kapalı bir yerdeki hava drawing pin raptiye.
akımı. drawl v. yavaş yavaş konuşmak. n.
drag v. sürüklemek, sürümek, tara- yavaş yavaş konuşma.
mak. drawback n. eksiklik, engel, kusur,
drag on v. yavaş ilerlemek. sorun.
dragee n. iri, şekerle kaplı hap; draje. dread n. korku, dehşet. v. -den kork-
drain v. boşaltmak, akıtmak, drene mak. adj. iğrenç, korkunç; korku
etmek. n. su yolu, mecra, akıntı. verici.
drainage n. yaralardan veya vücut dreaded adj. korku verici, korkunç,
boşluklarından sürekli sıvı çekme; korkulan, dehşet verici. ör..
drenaj. horiocarcinoma, once a dreaded
dramatic adj. belirgin, dikkat çeken; and uniformly fatal complication, is
acıklı, heyecenlı. ör. Scurvy in a now highly responsive to
growing child is far more dramatic chemotherapy.
than in an adult. = Gelişmekte olan dreadful adj. korkunç, müthiş, berbat.
bir çocukta (görülen) skorbüt yetiş- dreadfully late çok geç.
kinden çok daha belirgindir. dream v. rüya görmek, hayal kurmak,
dramatically adv. belirgin şekilde, düş görmek n. rüya, düş, düşlem.
önemli olarak. dream up v. bulmak, icat etmek.
dregs 325 drowning

dregs n. posa, tortu. drivel n. saçma sapan konuşma, saç-


dress v. pansuman yapmak, yarayı ma söz; salya.
sarmak. drizzle v. ince ince yağmak, çisele-
dress up v. resmi ve şık giyinmek. mek. n. ince yağmur.
dresser n. pansuman yapan, pansu- -drome suffix. belirli amaçlar için
mancı. kullanılan büyük bir alan anlamına
dressing n. pansuman; iyileşme süre- sonek. ör. aerodrome havaalanı.
cine yardımcı olması için yara üze- drone v. vızıldamak. n. vızıltı; arı.
rine yerleştirilen koruyucu; sargı; droop v. sarkmak, öne doğru eğilmek.
sargı malzemesi. drop v. damlamak; düşmek, düşür-
dribble v. damlamak, damlatmak; mek, salıvermek, indirmek, terket-
salyası akmak; idrar kaçırmak. mek. n. damla; sıvı ilaç.
dried adj. kuru, kurutulmuş. a drop of water su damlası.
drift v. sürüklemek; birikmek, top- drop (sb) a line v. mektup göndermek.
lanmak. n. akım, akıntı; birikme, bi- drop by v. beklenmedik bir zamanda
rikinti. ziyaret etmek.
drill v. delmek; kemik veya benzeri drop in on v. beklenmedik bir za-
sert madde içinde delik açmak; oy- manda ziyaret etmek.
mak, matkapla delmek. n. delgi; de- drop off/away v. miktarını, değerini
lik açan alet; matkap; alıştırma; ça- azaltmak, düşürmek, indirgemek.
lışma, eğitim. drop out of v. bir yere gitme-
drill-out n. delik, delme. yi/katılmayı bırakmak.
drink v. içmek; alkol almak. n. içme; drop out katılmayı, yer almayı bı-
alkollü içki; içecek sıvı. rakmak; bir topluluğa katılmayı
drinker n. alkolik, içici. reddetmek, geri çekilmek, vazgeçmek.
drinking n. içme. droplet n. damlacık, çok az miktar-
drink in özümlemek; tam olarak kav- daki sıvı. ör. Many viruses are
ramak. present even in small droplets of
drink to ...in (şerefine, onuruna) içmek. mucus.
drunken, drunk adj. içki içmiş, içkili, dropper n. damlalar halinde sıvı
sarhoş. vermek için kullanılan tüp.
drip v. damlamak. n. damlama; alık, dropsy n. vücut boşlukları ve dokula-
sıkıcı kimse ahmak. rında yaygın sıvı birikimi ile belir-
drip-feed damla damla beslemek. gin patolojik durum.
drive v. sürmek, hareket ettirmek, rain drops yağmur damlaları.
döndürmek, dürtmek. n. dürtü. dross n. kirli madde; cüruf.
drive at v. amaçlamak, kastetmek, drought n. kuraklık, susuzluk; yokluk.
niyet etmek. drown v. suda boğmak, suda boğul-
drive away v. uzaklaş(tır)mak; ara- mak, batmak. ör. It is possible to
bayı sürerek gitmek. drown in a small amount of water.
drive off v. defetmek, geri püskürtmek. drowning n. boğulma. ör. Because
drive sb mad (bir kimseyi) çıldırt- she was a good swimmer, she was
mak, çileden çıkartmak. able to save the child from drowning.
drowsiness 326 dur dolor

drowsiness n. uyuklama, uyuşukluk. insufficiency due to inadequate


ör. At high doses, sedatives such as ventilation, mechanical respirators
diazepam can cause drowsiness, are available. = Yetersiz havalandır-
dizziness, and coma. madan kaynaklanan kronik solunum
drowsy adj. uyku getirici, uyku veri- yetmezliğinin sağaltımı için meka-
ci, sersemletici; uykulu, uyuklayan. nik solunum aygıtları mevcuttur.
drug n. ilaç, uyuşturucu ilaç. duipara n. iki çocuğu olan kadın.
be on drugs uyuşturucu ilaç kul- dulcet adj. hoş, tatlı.
lanmak. dulcin n. şeker kamışından elde edi-
druggist n. eczacı. len şekerden 200 kat daha tatlı, şe-
drug store n. eczane. ker yerine alınan madde.
drusen n. optik diskte ve retinada gö- dull adj. künt; sıkıcı, kasvetli, neşesiz,
rülen küçük, parlak yapılar. sıkıntılı, donuk, durgun, sıkıcı, ka-
dry adj. kuru. v. kurumak, kurutmak, palı. v. sersemletmek, küntleştirmek.
kurulamak. dullness n. sersemlik, sıkıcılık.
dryness n. kuraklık, kuruluk. dumb n. dilsiz; konuşamayan kişi;
run dry v. kurumak, suyu çekilmek. konuşmak istemeyen kişi; korku ve
dual n. çift, iki. adj. çift yanlı, çift, şok nedeniyle geçici olarak konu-
ikili. ör. In both sexes, the gonads şamayan kişi.
have a dual function: the production dumbfound v. şaşırmak, hayretten
of germ cells (gametogenesis) and dona kalmak.
the secretion of sex hormones. dump v. boşaltmak, (yere) bırakmak.
= Her iki cinsiyette de, gonadların n. çöp, çöplük, çöp yığını; pis. adj.
ikili işlevleri vardır: germ hücrele- aptal, sersem, sessiz.
rinin üretimi (gametogenesis) ve dumpy adj. tıknaz, kısa boylu ve
cinsiyet hormonlarının salınımı. tombul, bodur.
duality n. ikilik, çift yanlılık. dunce n. ahmak, yavaş öğrenen.
dubious adj. belirsiz, kararsız, şüpheli. dupe v. kandırmak, aldatmak. n. alık,
duct n. damar, kanal. ör. Sweat ahmak, aptal.
glands have ducts that excrete douden-, duodeno- prefixes. duodenum,
sweat through openings near the duodenal anlamına önekler.
surface of the skin. duodenum n. onikiparmak bağırsağı.
ductus n. pl. ductus. damar, kanal. duplicate adj. birşeyin aynısı, benze-
ductless adj. kanalsız. ri, sureti. v. iki katına çıkarmak, iki
dud adj. yararsız, yapay, sahte. misli yapmak; benzerini yapmak.
due adj. uygun, doğru, düzgün; bek- duplication n. iki misli yapma, iki
lenen, gelmesi umulan, gereken; katına çıkarma. ör. Duplication of a
ödenmesi gereken, borçlu olunan. n. portion of a chromosome results in
hakkını yememe, hakkını verme. partial polysomy.
due to conj. -den dolayı, -den kay- durable adj. kalıcı, sağlam, dayanık-
naklanan, nedeniyle, yüzünden, lı, devamlı.
-dığı için, -den ötürü. ör. For dur. dolor. abv. L duarte dolare, ağrı
treatment of chronic respiratory sürerken anlamına kısaltma.
dura mater 327 dysversion

dura mater n. beynin dış örtüsü, be- dysentery n. ishal, dizanteri.


yin ve omuriliği örten en dışta bu- dysfunction n. işlev bozukluğu; bir
lunan zar. organın normal işlevini yerine geti-
dural adj. beyin dış zarı ile ilgili. rememesi. ör. The precise nature of
duration n. devamlılık; süre. the osteoclast dysfunction in most
during prep. boyunca, esnasında, sı- cases is unknown.
rasında, zarfında, süresince. dysgenesis n. bir organın normal ge-
dusk n. alacakaranlık. lişememesi.
dusky adj. gölgeli, karanlık. dysgraphia n. yutma güçlüğü.
dust v. toz almak, tozunu silmek. n. toz. dysjunction n. parçaların veya yapı-
dust count n. havadaki toz zerrecik- ların ayrılması.
lerinin sayımı. dyskinesia n. istemli hareket güçlüğü.
dusty adj. tozlu. dyslexia n. okuma güçlüğü.
duty n. görev, ödev, hizmet, iş. dysmenorrhea n. ağrılı adet görme.
on duty görevde, iş başında. dysomia n. uykusuzluk.
off duty serbest. dysopsia n. görme bozukluğu/defekti.
dwarf n. cüce; boyu normalden kısa dyspareunia n. cinsel ilişki sırasında
olan kişi; bodur. kadının duyduğu acı.
dwarfism n. cücelik; bodurluk. dyspepsia n. hazımsızlık, sindirim
dwell v. bir yerde oturmak; bir yerde güçlüğü.
bulunmak, ikamet etmek, kalmak; dyspeptic adj. hazımsızlıkla ilgili.
var olmak. dysphagia n. yutma güçlüğü.
dwell on v. hakkında yoğun biçimde dyspnea n. solunum güçlüğü. ör. A
düşünmak, odaklanmak. patient suffering from dyspnea is
dwelling n. ev; barınak, mesken. unable to obtain sufficient air.
dwindle v. azalmak, küçülmek; bo- dyspraxia n. herhangi bir organın
zulmak, çürümek, yıkılmak. bozuk iş görmesi veya ağrılı çalış-
dwindling adj. azalan, küçülen. ması.
dye v. boyamak. n. boya. dysstasia n. ayakta durma güçlüğü.
dying for çok istemek. dystithia n. memeden besleme güç-
dynamia n. enerji; erk. lüğü.
dynamo- prefix. güç, enerji anlamla- dystopia n. duruş bozukluğu.
rına önek. ör. dynamogenesis n. dystopic adj. bulunması gereken yer-
kassal veya sinirsel enerji üretimi. de olmayan.
dys- prefix. kötü, zor anlamlarına dystocia n. zor doğum.
önek. ör. dysphia n. dokunma du- dystrophy n. yanlış beslenme; yeter-
yusu bozukluğu. siz beslenme; beslenme bozukluğu.
dysarthria n. kekemelik. dystropy n. normal olmayan davra-
dysartrosis n. çıkıklık; eklem çıkıklığı. nış.
dysbasia n. yürüme güçlüğü. dysuria n. ağrılı idrar yapma; idrar
dysbulia n. istenç/irade zayıflığı. yapma güçlüğü.
dyschezia n. dışkılama güçlüğü. dysversion n. her yöne dönebilme.
dysemesia n. ağrılı kusmuk çıkarma.
E,e

E Einstein, eye, emmetropia anlam- earnestly adv. ciddi olarak, ciddi ta-
larına kısaltma. vırla.
e electron anlamına kısaltma. earnest-looking ciddi görünümlü.
ea, each adj. pro. her, her bir, her biri. earnings n., pl. kazanç, hazanılan para.
each other birbirine, birbirini. earplug n. tıkaç, kulak tıkacı.
eager adj. hevesli, istekli; açgözlü, earpiece n. kulağa ses iletmek üzere
sabırsız. yerleştirilen bir aletin bir parçası.
eagerly adv. hevesle, isteyerek, gö- earring n. küpe.
nüllü. earshot n. işitme mesafesi.
eagle n. kartal. earsplitting adj. sağırlaştıran, sağır-
eagle-eyed adj. kartal bakışlı, keskin laştırıcı.
bakışlı. earth n. toprak, kara, yeryüzü. v. top-
eaglet n. yavru kartal. rakla kaplamak; toprak altına sak-
-ean suffix. -e ait, -den kaynaklanan lamak.
anlamlarına sonek. ör. caesarean. down to earth duyarlı, gerçekçi.
ear n. kulak. earth science dünyanın kökeni, yapısı
all ears bütün dikkatiyle dinleme. ve fiziksel olgusu ile ilgili jeolojik
external ear dış kulak. bilimlerden her biri; doğa bilimleri.
fall on deaf ears ihmal edilmek, earthborn adj. topraktan çıkan, top-
görmezlikten gelinmek. raktan köken alan.
give/lend on ear dinlemeye istek- earthbound adj. toprağa bağlı; yara-
sizlik göstermek. tıcı olmayan, sıradan.
inner ear iç kulak. earthen adj. topraktan yapılmış.
middle ear orta kulak. earthling n. bir toprak parçası üze-
up to one's ears bir işe tamamen rinde yaşayan (kişi); insanoğlu.
karışmış; gırtlağına kadar gömülmüş earthly adj. dünyaya ait; maddesel,
dünya ile ilgili.
earache n. kulak ağrısı.
earthquake n. deprem, zelzele.
eardrum n. kulak zarı.
earthshaking adj. çok büyük miktar-
earlier adj. daha erken, erkenden.
da, dev boyutta, çok önemli.
earlobe n. kulak memesi.
earthward adv. toprağa doğru. adj.
earlop n. dış kulak; dış kulak lobu.
toprağa yönelmiş; toprağa bağlı.
early adj. erken, erkenden.
earthworm n. toprağı havalandırıp
early ambulation cerrahi operasyon-
zenginleştiren çeşitli lumbricidae
dan sonra bir iki gün içinde yatak-
ailesinden kurtcuk; toprak kurdu.
tan kalkmak. (Dolaşımı düzeltmek earthy adj. topraktan oluşan, toprağa
ve kan pıhtılaşmasını önlemek için benzeyen; bu dünya ile ilgili; kaba,
yapılır.) işlenmemiş; boş, üstünde insan ol-
early detection erken gelişim evre- mayan.
sinde sayrılığı saptama. run to earth avlanmak.
earn v. kazanmak. earwax n. kulak kiri.
earnest adj. ağırbaşlı, ciddi, gayretli; ease v. gevşetmek, hafifletmek, yatış-
içten, hevesli; gerçek. tırmak.
east 329 ecstasy

east n. doğu. echino- , echin- prefixes. iğne, diken


eastern adj. doğu, doğu ile ilgili, do- anlamlarına önekler .ör. echinocyte,
ğusal. echinulate adj. iğneli, dikenli.
easy adj. kolay; güç olmayan. echo n. yansıma; yankı.
go easy on dikkatli kullanmak, echolalia n. başkalarınca söylenen
normal kullanmak; nazik davran- sözlerin anlamsız yinelenmesi.
mak; duyarlı olmak. eclampsia n. hem anne hem de çocu-
take it easy v. aldırma, kafanı yor- ğun yaşamını tehlikeye sokan, ciddi
ma; hiddet ve şiddetten kaçınmak. bir zehirlenme durumu olan, gebeli-
easy as pie çok basit, çok kolay. ğin sonuna doğru görülen bir sayrı-
easily adv. kolayca. lık; eklampsi.
easiness n. rahatlık, kolaylık. eclectic adj. n. seçici, seçmeci, seç-
easygoing adj. fazla ilgisi olmadan meli.
yaşayan; rahat; tembel ve dikkatsiz; eco- prefix. çevre anlamına önek.
aldırmaz; istekleri olmayan. ecogenetic adj. çevresel ve genetic
eat v. yemek. etmenlerin bileşiminden kaynakla-
eat in v. yemeği evde yemek. nan.
eat out v. yemeği lokantada yemek. ecology n. çevrebilim, ekoloji; yaşa-
eat up v. tamamen yemek, yiyip tü- dıkları çevre ile organizmanın iliş-
ketmek. kisini araştıran bilim dalı.
eat one's heart out acı çekmek, Economo’s disease beyin yangısına
ümitsizliğe düşmek, özlemek. sekonder olan uyku sayrılığı.
eat one's words sözünden dönmek. economy n. ekonomi, iktisat; tutum-
eatable adj. yenilebilir. luluk, savurgan olmama. adj. idare-
eating n. yeme; yiyecek. li, ucuz.
ebullition n. kaynama, kaynatma. economic adj. ekonomik, ekonomi ile
eburnation n. diş veya kemik sert- ilgili; ekonomiye ait; maddesel var-
leşmesi.
lığın üretimi, gelişimi ve yönetimi
ecaudate adv. kuyruksuz.
ile ilgili; finans/para sorunları ile il-
ecbolic adj. doğumu hızlandırıcı veya
gili; yaşamın gerekleri ile ilgili.
düşük yaptırıcı.
economical adj. savurgan olmayan,
eccentric adj. merkezden uzakta bu-
fazla harcamayan.
lunan, ortada olmayan; olağandışı;
economics n. iktisat bilimi, ekonomi.
acaip, tuhaf, garip. n. kaçık, tuhaf
ekonomist n. iktisatçı, ekonomist.
kimse.
ecchymosis n. çürük; ekimoz; ezik. economize v. tutumlu kullanmak; gi-
eccrine n. deri bezlerinden ter akışı. derleri kısmak; ekonomi pratiği
accrisis n. atık madde/ürün, atık ürün yapmak.
çıkarımı. ecouvillonage n. bir yara veya boşlu-
eccysesis n. uterus dışı gebelik; dış ğun temizlenmesi.
gebelik. ecphuma n. dışa doğru büyüme.
ecdemic adj. dışarıdan bölgeye taşı- ecstasy n. neşelenerek kendinden
nan sayrılıkla ilgili. geçme; coşkunluk.
ecstatic 330 eerie

ecstatic adj. coşkun. eczematiod adj. egzemaya benzeyen.


ecstatically adv. coşkun bir şekilde; ör. Candida causes cutaneous
coşkunlukla. eczematoid lesions in most areas of
ectad adv. dışa doğru. the skin.
ectal adj. dış; dışarısı. eczematous adj. egzemalı; egzema
ectasia n. pl. ectasis tüpsel bir dama- ile ilgili, egzemaya benzeyen.
rın genişlemesi. edea n. dış üreme organları.
ectiris n. irisin dış tabakası. edema n. ileri derecede doku sıvısı
ecto- , ect- prefixes. dışarı, dış, dış ta- birikimi; ödem.
rafta, dış yüzey anlamlarına önek- edentate n. dişsiz.
ler. ör. ectoderm, ectoplasm. edentulous adj. dişsiz, dişi olmayan.
ectocardia n. kalbin normal yerleşimi edge n. kenar, bıçak ağzı, sırt.
dışında, başka bir yerde bulunması. edged adj. keskin.
ectoderm n. gelişen bir embriyoda en edgy adj. keskin ağızlı; sinirli.
dış tabaka. ör. Embryonic ectoderm on edge sinirli.
forms hair, nails, and sense organs. edible adj. yenebilir, yenilir, zararsız.
ectogenous adj. konakçı dışında bü- edition n. baskı, bası.
yüyebilen. editor n. yazı işleri müdürü.
ectogeny n. bedensel bir parçanın do- editorial adj. başmakale.
ğuştan gelen yokluğu. educate v. eğitmek, yetiştirmek,
ectomorphic adj. yağlı ve hafifce okutmak.
kaslı. educated adj. okumuş, öğrenim gör-
-ectomy suffix. bir parçanın cerrahi müş.
education n. eğitim, öğretim, yetiş-
yolla alınması anlamına sonek. ör.
tirme.
tonsillectomy.
educational adj. öğretici, eğitsel.
ectopia n. bir organın, doğumsal ola-
uneducated adj. okumamış, cahil.
rak, bulunması gereken yer dışında
educt n. öz, ekstre.
bulunmaması, çıkıklığı; ektopi edulcorant adj. tatlandırıcı.
ectopic adj. bir organın veya vücut edulcorate v. tatlandırmak.
parçasının farklı bir yerde bulunma- -ee suffix. 1. bir eylemin alıcısı; 2. ti-
sı, olağan bölgenin dışında bulunan; pik olarak küçük anlamlarına sonek.
dış gebelik. ör. In an ectopic ör. addressee, endorsee, bootee.
pregnancy, the embryo develops in eel n. yılan balığı.
the oviduct or abdominal cavity. -eer suffix. sonek. 1. birlikte çalışan,
ectoplasm n. hücre kapsülünün dış ... ile ilgili. ör. auctioneer,
tabakası. rocketeer. 2: yapan, besteleyen. ör.
ectotic pregnancy dış gebelik. balladeer, profiteer; anlamlarına
ectro- prefix. bedensel bir parçanın sonek.
doğuştan yokluğu anlamına önek. eerie adj. açıkca tehdit etmeden kor-
ectropion n. dışa dönme, göz kapağı- ku veren; doğa üstü görünümlü ve-
nın dışa dönmesi. ya doğa üstü yapıda; tekin olmayan,
eczema n. deri yangısı; egzema. gizemli.
effable 331 either

effable adj. sözcüklerle ifade edilebi- efficient adj. ehliyetli, etkin, elverişli,
lir, sözcüklerle betimlenebilir. verimli; uzman, yeterlikli.
efface v. silmek; silerek rengini sol- efficiently adv. etkili bir şekilde, ve-
durmak. rimli olarak.
effacement n. doğumdan hemen once effluence n. akma; akış; öne veya dı-
veya doğum sırasında serviksin in- şarı akan madde.
celmesi. effluent adj. akma, akış. n. akıcı
effect n. güç, etki; sonuç. madde, akan madde.
effective adj. etkili. effluvium n. L. pl. effluvia kötü ko-
effectively adv. etkili bir şekilde, ve- kulu gaz vb. madde; vücut kokusu.
rimli olarak. effort n. gayret, çaba, çabalama.
effects n.pl. fiziksel mallar; sahip effuse adj. dağınık, dağılan, yayılan.
olunan nesneler. effusion n. dağılma, akma, taşma,
in effect gerçekte, aslında. dökülme.
take effect etkin hale gelmek; etkin effusive adj. bol, taşkın, taşmış, coş-
güç elde etmek; neden olmak; sonuç kun.
vermek. eg. (L. exempli gratia, for example)
effectual adj. yeterli; üretken. sözgelimi, örneğin, varsayalım an-
effectuate v. neden olmak; meydana lamlarına kısaltma.
getirmek. egesta n. sindirim kanalından salınan
effemination n. erkekte kadınsı nite- emilmemiş besin kalıntıları, atık,
likler bulunması. salgı.
efferent adj. belli bir organdan dışa- egg n. ovum; yumurta.
rıya doğru sıvı veya sinir içtepisi ta- ego n. ben; benlik, özne.
şıyan, merkezden çevreye ileten, egoism n. kendini beğenme, bencillik.
merkezden çevreye giden. egoist n. kendini beğenen, bencil.
effervesce v. küçük gaz kabarcıkları egocentric adj. herşeyi kendi çevre-
çıkarmak; bir sıvının içinden ortaya
sinde varsayan; bütün gücünü ken-
çıkmak; canlılık, coşkunluk göster-
disine yönlendiren, bencil, kendini
mek; kaynamak; köpürmek.
düşünen.
effervescence n. kaynama, kabarcık-
egomania n. ileri derecede kendini
lar çıkarma, coşkunluk gösterme,
beğenme.
coşma.
egotism n. ileri derecede kendini be-
effervescent adj. kaynayan, kabarcık-
ğenme; kendini beğenmişlik.
lar çıkaran; coşkulu, coşkun, içi içi-
ne sığmayan; köpüren. egress n. çıkış, çıkış yolu. ör. The
effete adj. kısır; doğuramayan, meyve egress of biocarbonate ions from a
veremeyen; bitkin; gücü, etkinliği cell is balanced by the ingress of
veya canlılığı tükenmiş; verimsiz, chloride ions.
eskimiş. eiloid adj. kıvrımlı; kıvrılmış şekilde
efficacy n. etkinlik, yararlılık. olan.
efficiency n. ehliyet, kudret, yetenek, either pron. ikisinden biri, her iki, her
yeterlik; üretkenlik, verimlilik. ikisi, biri veya öteki, ya o ya bu.
either…or 332 elegantly

either ... or conj. ya ...ya da, gerek ... elderliness n. yaşlılık.


gerekse. ör. All storage of iron is in elderly adj. daha yaşlı, oldukça yaşlı;
the form of either ferritin or yaşlanan.
hemosiderin. = (Vücuttaki) tüm de- the elderly yaşlılar. ör. The elderly
mir deposu ya ferritin ya da often have restricted diets with little
hemosiderin formundadır. meat for economic reasons or
ejaculate v. aniden çıkarmak, aniden because of poor dentition. = Yaşlı-
boşalmak. n. ani boşalan meni. lar ekonomik nedenlerle veya diş
ejaculation n. ani boşalma, dışarı at- bozukluğu nedeniyle sınırlı gıda
ma, fırlatma, penisten meni fışkır- alırlar.
ması. elect v. seçmek. adj. seçilmiş.
eject v. çıkarmak, atmak, fışkırtmak, election n. seçim.
salmak. elective adj. seçici.
ejecta n. boşalma, atma, fırlatma. electively adv. seçimle, seçici olarak.
ejection n. salgı, atma, çıkarma, fış- electricity n. elektrik.
kırtma. electric adj. elektirk üreten; elektrikli,
ekiri n. akut, zehirleyici dizanteri. elektrikle çalışan.
elaborate v. ayrıntılarıyla işlemek, electrical adj. elektrikli, elektrikle il-
özenle hazırlamak, dikkatle hazır- gili.
lamak. ör. Pituitary adenomas may electrify v. elektrikle çalışır hale ge-
elaborate more than one hormone. tirmek; içinden elektrik geçirmek;
adj. ayrıntılı, dikkatle hazırlanmış, coşturmak.
özenilmiş, özenli. electro- prefix. elektrik anlamına
elaborately adv. incelikli olarak, önek.
özenle. electrochemical adj. elektrik etkisiy-
elaboration n. aözenle hazırlama, ay- le üretilen kimyasal değişiklikle il-
rıntılarıyla işleme. ör. β-Cell tumors gili. ör. The nerve impulses is an
(insulinomas) are the most common electrochemical change along the
of islet cell tumors and may be nerve fibers.
responsible for the elaboration of electrocute v. bedene elektrik
sufficient insulin to intrıduce uyguluyarak öldürmek.
clinically significant hypoglycemia. electromyogram n. kaslara elekriksel
elapse v. (zaman) geçmek. iletim kaydı. ör. An electromyogram
elastic adj. esnek. determines the loss of nerve
elasticity n. esneklik. ör. The vagina stimulation to muscles due to spinal
returns to normal width after cord injury.
childbirth, due to its natural electuary n. bir ilaç veya preparatın
elasticity. bal veya şekerle karışımı.
elation n. coşkunluk; coşma. elegance n. incelik, zerafet.
elated adj. coşkulu, neşeli. elegancy n. incelik, zerafet.
elbow n. dirsek. elegant adj. ince, zarif.
elder n. büyük, yaşlı. elegantly adv. kibarca, zarif şekile.
element 333 emanate

element n. eleman, öge, madde, öz, elixir n. aktif tıbbi madde içeren al-
unsur. kollü içecek.
elemental adj. madde, elemanla ilgi- elliptical adj. elipse benzer, elips bi-
li; temel, asıl. çiminde; eksiltmeli.
elementary adj. yalın, basit, kolay; elm n. karaağaç.
temel, temel konu, başlangıç. elongate v. uzatmak.
elevate v. kaldırmak, yükseltmek. elongated adj, uzamış.
elevation n. yükseklik, yüksel(t)me; elongation n. uzama.
yükselti. else adj. daha, başka, yoksa; ek ola-
elevator n. askı; organları asmak ve- rak; ayrıca; üstelik. adv. başka bir
ya çevre dokudan ayırmak için kul- zamanda, yerde, tavırla; farklı bir
lanılan cerrahi aletler. biçimde; aksi halde; ya da, veya.
elicit v. meydana çıkarmak, ortaya çı- elsewhere adv. başka yere, başka
karmak. ör. Antigens that elicit an yerde. ör. Tumors of the extrinsic
immune response have been connective tissue of the breast
demonstrated in many experimentally include the same type of brnign and
induced tumors and in some human malignant lesions elsewhere in the
cancers. body.
eligible adj. uygun, elverişli, yapıla- elucidate v. aydınlatmak, açığa çı-
bilir, yakışır. kartmak.
eligibly adv. uygun olarak. elucidation n. aydınlanma.
eligibility n. uygunluk, elverişlilik. elude v. -den kurtulmak, başından
eliminate v. ortadan kaldırmak, berta- savmak, sıyrılmak.
raf etmek, elemek; atmak. ör. In elusive adj. ele alınamaz, ele geçmez,
short-lived inflammation, if the tutulamaz, yakalanması güç.
irritant is eliminated, macrophages elution n. bir maddeyi diğerinden yı-
eventually disappear (either dying kayarak ayırma, antikorları uzaklaş-
off or making their way into the tırma.
lymphatics and lymph nodes. = Kı- em-, en- prefixes. sıfatlardan eylem
sa ömürlü yangıda, tahriş edici oluşturan önekler. ör. embitter,
madde ortadan kaldırılırsa, makro- enlarge, enrich.
fajlar sonuç olarak (ya ölerek ya da emaciate v. zayıflamak.
lenfatiklere ve lenf nodüllerine iler- emaciated adj. sıska, son derece zayıf.
leyerek) yok olurlar. emaciation n. bir kişinin ileri derece-
elimination n. çıkarma, eleme, de- de kilo kaybına uğraması.
fetme, ortadan kaldırma, savma; emanate v. doğmak, çıkmak, köken
sindirilemeyen, atıkmaddelerin vü- almak, kaynaklanmak. ör. The
cuttan atılması. clinical manifestations of bronchial
elite n. seçkinler; belirli bir toplumsal carcinoids emanate from their
grubun en iyileri, en beceriklileri. intraluminal growth, their capacity
elitism n. seçkinler tarafından yöne- to metastasize, and the ability of
tilme; seşkin bir gruba üye olma; some of the lesions to elaborate
seçkincilik. vasoactive amines.
emanation 334 emotional

emanation n. bir kimyasal maddeden emedulate v. iliğini çıkarmak; iliksiz


yayılan gaz, sıvı veya buhar, yayıl- bırakmak.
ma, yayılım, radyasyon. emerge v. belirmek, ortaya çıkmak,
emasculation n. testislerin alınması; doğmak, görünmek.
kısırlaştırma. emergence n. belirme, ortaya çıkma;
embark on v. başlamak, girişmek. bayılma durumundan normal işleve
embalm v. çürümesini önlemek için dönme, iyileşme.
cesedi ilaçlamak. emergent adj. aniden ve beklenmek-
embalming n. bozulmaya karşı cese- sizin ortaya çıkan, doğan, beliren.
din ilaçlanması. emesis n. kusma.
embarrass v. utandırmak, sıkıntıya emetic adj. kusmaya neden olan; kus-
sokmak. turucu. n. kusturucu bir ajan.
embarrasment n. sıkıntı, bozuntu. emetine n. terlemede ve balgam
embed v. gömmek, yerleşmek, yer- çıkarmada kullanılan ilaç; vücudun
leştirmek, oturtmak. ör. Soft tissue bir parazitten kurtulması için veri-
is embedded in wax before it is len ilaç.
sliced for microscopic examination. -emia, -aemia, -hemia suffixes. kan
embedded adj. gömülü, gömülmüş. anlamına önekler. ör. leukemia.
embitter v. üzüntü vermek, üzmek; emiction n. idrar çıkarma; işeme.
kızdırmak, içerlemek. emigrate v. göç etmek.
embody v. cisimlendirmek, ifade et- emigration n. göç, göç etme.
mek, temsil etmek; birleştirmek, eminent adj. ileri fırlamış, kolay gö-
rülen, diğerlerinin üstünde olan;
içermek, tanımlamak.
seçkin; dikkate değer.
embodiment n. bir araya toplama, bir
eminence n. yükseklik, yükselti, tepe.
araya getirme.
eminently adv. göze batar şekilde,
embolism n. kan damarının, dammar
itibarlı olarak: çok büyük ölçüde;
duvarından kopan ve kan akımında
ileri fırlamış bir şekilde.
serbestce sürüklenen küçük pıhtı emit v. çıkarmak, dışarı vermek, at-
veya yabancı cisimcikle tıkanması; mak, salmak, yaymak.
tıkanıklık. emission n. dışarı çıkarma; dışarı
embolus n. pl. emboli tıkanıklık. akıtma; meninin dışarı atılması.
embrace v. Kabul etmek; benimse- emmenia n. adet kanaması.
mek; kucaklamak; kapsamak, içer- emmenology n. adet görme bilgisi.
mek; -den yararlanmak. ör. Eczema emmenagogue n. adet kanamasını
is a clinical term that embraces a uyarıcı madde.
number of pathogenetically different emollient n. rahatlatıcı; yatıştırıcı
sonditions. ilaç.
embryo- , embry- prefixes. 4-8 hafta- emotion n. duygu; coşku; heyecen.
lık gebelik ürünü, embriyo anlamla- emotional adj. duygusal; duyarlı,
rına önekler. coşkulu.
embryogeny n. embriyonun kökeni unemotional adj. duygusal olma-
ve gelişimi. yan; duyarsız.
emotionally 335 encode

emotionally adv. duygusal/duyarlı oluşturan; -laştırmak, ...haline ge-


olarak. tirmek, dönüştürmek anlamına so-
emotive adj. duygusal. nek. ör. ripen v. olgunlaştırmak.
empathy n. başkalarının duygularını strengthen v. güçlendirmek. dar-
anlayabilme. ken v. karartmak.
emphatic adj. etkili, çarpıcı, özenli, enable v. olası kılmak, muktedir kıl-
vurgulu. mak; yetki, güç, hak vermek.
emphasize v. önem vermek, vurgu- enamel n. diş minesi; dişi kaplayan
lamak, belirtmek. ve koruyan sert beyaz madde.
empiric n. deneyime dayanan; dene- enantio- prefix. karşıt, zıt anlamlarına
yimin bilginin kaynağı olduğuna önek.
inanan kişi. encapsulate v. kapsül içine koymak,
empirical adj. deneye dayalı; gözlem kapatmak.
sonucu elde edilen, görgül. encapsulated adj. kapsül içine ko-
employ v. iş vermek, görevlendirmek, nulmuş; sıkıştırılmış.
çalıştırmak, kullanmak; enerji tü- encase v. örtmek, kapatmak.
ketmek, zaman sarfetmek, geçir- -ence, -ency prefix. sıfatlardan ad tü-
mek. ör. A variety of diagnostic retmede kullanılan önek. ör.
tests have been employed to reference.
separate benign from malignant encelialgia n. karın bölgesinde duyu-
thyroid nodules, including lan ağrı.
radionuclide scanning and fine- encephalic adj. beyinle ilgili, beyine
needle aspiration. ait.
employment n. iş, hizmet, görev. encephalo-, encephal- prefixes. beyin
employee n. ücretli iş gören; çalışan. anlamına önekler.
employer n. işveren. encephalon n. beyin.
empty adj. boş, kuru, aç. v. boşaltmak. enchain v. zincirle bağlamak, zincir-
emptiness n. açlık, boşluk, kuruluk. lemek.
empyema n. bir bedensel boşlukta enchant v. kendinden geçirtmek,
irin varlığı. zevkten çıldırtmak, büyülemek.
empyeme n. akciğerde irin birikimi. enchanting adj. büyüleyici.
emulgent adj. dışarı atmaya yardım encircle v. çevrelemek, kuşatmak.
eden; boşaltıcı; atıcı. enclose v. kuşatmak, sarmak, çevre-
emulsify v. duyarlı kalmak; sıvılaş- lemek.
tırmak. enclosure n. kapatma, içine alma, ku-
emulsion n. ışığa duyarlı; birbiri şatma, çevirme.
içinde çözülmeyen sıvı, bir sıvının encloth v. giydirmek.
içinde asılı duran küçük sıvı kürecik- encode v. şifrelemek, şifre ile yaz-
lerinden oluşan karışım; emülsiyon. mak, kodlamak. ör. Herpesviruses
-en prefix. 1. -den yapılmış anlamına are large encapsulated viruses that
sıfat oluşturan sonek. ör. a golden have a double-stranded DNA
crown altın taç. a wooden spoon genome that encodes approximately
tahta kaşık. 2. sıfatlardan eylem 70 proteins.
encompass 336 endelctic

encompass v. sarmak, kuşatmak, et- end product n. sistemden atılan son


rafını çevirmek. ör. Thyroiditis, or salgı ürünü.
inflammation of the thyroid gland, end result n. bir dizi olgunun veya
encompasses a diverse group of uzun bir sürecin sonucu; sonuç. ör.
disorders characterized by some Chronic renal failure, characterized
form of thyroid inflammation. by prolonged symptoms and signs of
encounter v. karşılaşmak, yüz yüze uremia, is the end result of all
gelmek; çarpmak. ör. Dysphagia is chronic renal diseases.
encountered both with deranged end-stage adj. son aşama. ör. The
esophagel motor function and with kidneys from patients with end-
diseases that narrow or obstruct the stage renal disease who have
lumen. undergone prolonged dialysis
encourage v. özendirmek, cesaret sometimes exhibit numerous
vermek; desteklemek, yüreklendir- cortical and medullary cysts.
mek. end up v. beklenmedik bir zamanda
encouragement n. destekleme, özen- varmak; bitirmek.
dirme. end-organ sinirin herhangi bir uç ya-
encouraging adj. cesaret verici, des- pısı.
tekleyici, yüreklendirici. ending n. bitim, son, sonlanma, so-
encranial adj. kafatası içinde bulu- nuç.
nan. endless adj. sonsuz, uçsuz bucaksız.
encrust v. kabuk tutmak; kabukla endlessly adv. sonsuz olarak, sürekli;
kaplamak. bitip tükenmeksizin.
encumber v. ayak bağı olmak, yük at the end sonunda.
olmak; engel olmak, yavaşlatmak. come to an end son bulmak, son-
-ency, -ancy suffixes. ad oluşturan lanmak.
sonekler. ör. tendency. from beginning to end baştan sona;
encyst v. bir kapsül veya kılıfla kap- başından sonuna kadar.
lanmak. ör. When tapeworm eggs gain one’s ends amacına ulaşmak.
are ingested, the larvae hatch, in the end sonunda, sonuç olarak,
penetrate the gut wall, disseminate sonuçta.
hematogenously, and encyst in the no end of sonsuz.
central nervous system. odds and ends ufak tefek şeyler.
encysted adj. bir kapsül veya kılıfla on end dikey, dik; sürekli, arka ar-
kaplı; kılıf, kese, kist veya mesane kaya, aralıksız, ardışık.
içinde. ör. Encysted bacteria are put an end to son vermek.
resistant to bacteriocides. endanger v. tehlikeye sokmak.
end n. uç, son. v. bitirmek, sonlan- endangium n. kan damarlarını döşe-
dırmak, sona erdirmek, son vermek. yen zar.
end in v. ... ile sonuçlanmak. endeavour v. çalışmak, çabalamak,
end pleasure n. cinsel birleşmede uğraşmak, gayret etmek.
duyulan en yüksek haz. endelctic adj. semptomatik.
endemir 337 enlargement

endemic adj. yöresel yaygın hastalık; energy n. bir işi yapma gücü; güç;
bir bölgede sık görülen sayrılık, kuvvet.
salgın, yayılmış, yaygın. ör. energetic adj. yorulmaz; zinde, enerjik.
Coronaviruses cause diarrhea and enervation n. zayıflık.
upper respiratory tract infections enforce v. zorlamak; yasayı uygula-
and are usually endemic rather than mak; güç vermek, desteklemek; zor-
epidemic. la yaptırmak.
endergonic adj. serbest enerji girimi engage v. çekmek, katılmak, tutmak,
gerektiren. ör. An endergonic bağlamak, meşgul etmek; görevlen-
reaction will not proceed unless dirmek, işe almak.
energy is available. engaged adj. meşgul; nişanlı.
endermic adj. deri yoluyla verilen; engagement n. buluşma; nişan; söz
deriye emdirerek verilen. verme; çatışma.
endo-, end- prefixes. iç, içinde, içe- engaging adj. tatlı, hoş, hoşa giden.
ren, emen anlamlarına önekler. ör. englut v. oburca yemek; yutmak.
endocardium n. kalbin iç yüzeyini engorge v. (kanın aniden hücum et-
döşeyen ince zar. mesi şeklinde) dolmak; tıkanmak;
endobiotic adj. konakçı içinde parazit yutmak.
olarak yaşayan. engorgment n. tıkanma, kanla dolma.
endoblast n. göze çekirdeği; hücre engorged adj. dolu; tıka basa yemek
çekirdeği. yemiş; tok.
endocrine adj. vücut içine salgı ya- engraft v. aşılamak.
pan bezlerle ilgili. ör. Endocrine engulf v. yemek, yutmak. ör. White
glands secrete hormones directly blood cells engulf bacteria, thus
within the body. preventing many infections.
endogenous adj. içinde büyüyen, iç enhance v. yükseltmek, arttırmak,
çoğaltmak.
kaynaklı; bir organ içinde oluşan.
enhanced adj. artmış, çoğalmış; dü-
endometrium n. uterus/dölyatağı içi-
zelmiş.
ni döşeyen zar. ör. If fertilization
enigma n. giz, gizem, bilmece.
does not occur, the endometrium
enigmatic adj. gizemli, anlaşılması
disintegrates and is removed during
güç.
menstruation.
enjoy v. hoşlanmak.
endorse v. doğrulamak, imzalamak.
enjoyable adj. zevkli, eğlenceli.
endow v. vermek, bağışta bulunmak.
enjoyment n. haz, zevk.
endure v. çekmek, dayanmak, kat- enlarge v. büyümek, genişlemek.
lanmak, tahammül etmek. enlarging adj. büyüyen. ör. Follicular
endurable adj. dayanılır, çekilir. carcinomas present as slowly
endurance n. dayanma, dayanıklılık; enlarging painless nodules.
tahammül. enlargement n. büyüme genişleme.
enema n. rektal yolla kalın bağırsağa ör. Plague causes lymph node
sıvı verme. enlargement, pneumonia, or sepsis,
enemy n. düşman. all with a striking neutrophilia.
enlighten 338 entomology

enlighten v. aydınlatmak. enter v. girmek, girişmek.


enlightened adj. aydın, aydınlanmış, entrance n. girme, giriş, duhul.
bilgili, eğitimli; ön yargısız. entry n. giriş.
enlist v. kaydetmek. enteric adj. bağırsağa giren.
enliven v. canlandırmak. entero- , enter- prefixes. bağırsak an-
enomania n. ileri derecede alkol düş- lamına önekler.
künlüğü; alkol bağımlılığı. enteron n. bağırsak.
enormous adj. çok büyük, iri, muaz- entertain v. eğlendirmek.
zam, müthiş. enthetic adj. dışardan sokulan;
enostosis n. kemik içinde çoğalan dışardan giren; dışardan sağlanan.
kemik doku kütlesi. enthrall v. hayran bırakmak, büyü-
enough adj. yeter, yeteri kadar, yeter- lemek.
li. n. yeter miktar. adv yeteri kadar, enthrallment n. hayran bırakma, bü-
yeterince; oldukça. ör. To help yüleme.
prevent nutrition, it is important to enthuse v. hayranlık duymak.
get enough vitamins in one’s diet. = enthusiasm n. hayranlık, heyecan,
Beslenme bozukluğunu önlemek coşkunluk, istek, heves.
için, bireyin diyeti içinde yeterli vi- enthusiastic adj. ateşli, coşkun, he-
tamin alması önemlidir. vesli, istekli.
enrage v. öfkelendirmek, çok kızdır- enthusiastically adv. büyük bir istek,
mak. ilgi ve hayranlıkla, coşkunlukla, he-
enrapture v. kendinden geçirmek, vesle, tutkulu şekilde.
sevindirmek, çok mutlu etmek. entice v. ayartmak, kandırmak, baştan
enrich v. beslemek, geliştirmek, zen- çıkartmak.
ginleştirmek. entire adj. tam, bütün, tüm.
enroll v. askere yazılmak, asker ol- entirely adv. tam olarak, tamamen.
mak; deftere kaydetmek.
entirely responsible bütünüyle so-
enrollment n. askere kaydolma; kay-
rumlu.
detme, deftere yazma.
entitle v. ad vermek/koymak, başlık
en route F. yolda.
koymak, hak kazandırmak.
enstrophe n. içe dönme.
entity n. olma, oluş, var olma, varlık,
ensue v. ortaya çıkan, ortaya çıkacak;
şey. ör. The gene is the functional
doğan, doğacak.
entity of information.
ensure v. sağlamak; güvence vermek.
ento- ent- prefixes. iç, içinde, içerde
-ent, -ant prefixes. eylemden ad ve sı-
fat oluşturan sonekler. ör. referent. anlamlarına önekler. ör. entozoa.
entad adv. içe, iç kısma doğru. entomo- prefix. böcek anlamına önek.
entail v. neden olmak, gerektirmek; ör. entomologize böcek toplamak;
görev olarak vermek; yol açmak. böcekleri incelemek.
ental adv. iç, içerde, içerisiyle ilgili. entomoeba n. insanlarda yaşayan tek
entangle v. karıştırmak, karmakarışık gözeli parazit.
hale getirmek, dolaştırmak; güçlüğe entomology n. böcekleri konu alan
düşmek, engelle karşılaşmak. bilim dalı; böcek bilimi.
entopic 339 equilibrium

entopic adj. uygun yere yerleştirilen. epidemiology n. sayrılıklatrı araştıran


entrap v. yakalamak, tuzağa düşür- bilim dalı. ör. Epidemiology is
mek. ör. Mucus in the respiratory concerned with the spread of
system cleans the air by entrapping diseases among people in a
foreign particles. community.
enucleate v. bir organı veya tümörü epidermis n. derinin dış tabakası. ör.
bulunduğu yerden almak. The epidermis forms a protective
enumerate v. saymak, sıralamak. waterproof covering for the body.
enuresis n. yatak ıslatma; istemsiz id- epilation n. kılların kökünden alın-
rar yapma; idrar kaçırma. ması.
envelop v. sarmak, kaplamak, kuşat- epilepsy n. sara.
mak. n. zarf; zar; bir organı saran, epileptic adj. aralı, sarayla ilgili.
çevreleyen herhangi bir yapı. epiotic adj. kulak üzerinde bulunan.
environment n. çevre. epiphora n. sürekli gözyaşı salgılama.
environmental adj. çevresel. episiotomy n. doğum sırasında yır-
envisage v. göze almak, gözünde can- tılmayı önlemek için dölyatağı du-
landırmak, düşlemek, öngörmek. varının kesilmesi.
envy v. gıpta etmek; kıskanmak. n. episode n. olay, vaka, nöbet, bölüm;
gıpta etme. olayların akışı.
enviable adj. imrenilen, gıpta edilebi- epistasis n. batması gerekirken yüze-
len, istenen. ye çıkan madde.
envious adj. gıpta eden, imrenen. epistaxis n. burun kanaması.
enviously adv. gıpta ederek, imrenerek. epithelioma n. deri kanseri.
ephelis n. çil. epithelium n. bedeni içten döşeyen
ephemeral adj. kısa süren, kısa süreli,
ve dıştan kaplayan gözeler. ör.
uçucu.
Epithelium lines the digestive organs.
ephidrosis n. ileri derecede terleme.
epithelium n. pl epithelia gözesel
epi- prefix. 1.üstünde, üzerinde; 2. et-
mukoz zar ve deri maddesi.
rafında, saran; 3. yanında, bitişiğin-
de, -e doğru; 4. ayrıca, üstelik, bun- epoch n. dönem, çağ.
dan başka; 5. -den sonra; 6. arasında equal adj. eşit, denk; v. denk olmak,
anlamlarına önek. ör. epicenter, eşit olmak.
epicardium, epicalyx, epigenesis, equality n. eşitlik.
epizootic. equally adv. aynı şekilde, eşit olarak.
epicene adj. her iki cinse ait; kadı- equalize v. dengelemek, eşitlemek.
nımsı; kadın gibi davranan erkek. equally adv. eşit olarak, aynı derecede.
epicrisis n. krizden sonraki sayrılı equator n. iki kutbun tam ortası, ek-
dönem. vator. ör. During mitosis, the
epidemic adj. bir bölgede hızla yayı- chromosomes line up at the equator
lan,salgın. n. pek çok insanı etkile- of the cell.
yen bir sayrılık. ör. an influenza equilibrium n. denge. ör. The cell
epidemi .ör. Many people become maintains equilibrium between itself
ill at the time during an epidemic. and its environment.
equi- 340 ersatz

equi- prefix. eşitlik bildiren önek. ör. ergasiatrics n. ruhbilim; psikiyatri.


equiangular adj. bütün kenarları ergo- prefix çalışma, iş anlamlarına
eşit olan. equilateral. önek.
equine adj. at cinsi ile ilgili, at cin- ergogenic adj. çalışmayı arttırma eği-
sinden, at gibi. liminde olan.
equip v. donatmak, hazırlamak. ergophobia n. çalışmaya karşı duyu-
equipment n. donatma; araç, gereç. lan ürküntü
equitable adj. adil. ergot n. tahıl ürünlerinde görülen, ta-
equivalence n. denk olma, denklik, nenin içini boşaltan bir mantar has-
eşitlik, eşdeğerlilik. talığı; bu mantardan türetilen mig-
equivalent adj. eşdeğer. ren giderici ilaç; doğumdan sonra
equivalently adv. benzer şekilde, eşit dölyatağının kasılması ve kanama-
olarak. nın kontrol altında tutulması için
equivocal adj. belirsiz, müphem, kullanılan ilaç.
şüpheli; iki anlamlı, yanıltıcı. ergotamine n. migren sağaltımında
equivocally adv. belirsiz olarak, be- kullanılan ve dölyatağı kasılmasını
lirsiz şekilde. sağlayan madde.
-er suffix. 1. eylemden ad oluşturan erode v. aşındırmak, kemirmek.
sonek. ör. transmitter taşıyıcı. 2. erogenous adj. cinsel istek uyandıran.
sıfat ve zarfların karşılaştırma du- eros n. yaşama içgüdüsü.
rumlarını belirten sonek. ör. hotter, erosion n. bir maddenin bulunduğu
taller, faster, harder. yerden alınması; aşındırma; erozyon.
era n. çağ, dönem. erosive adj. aşındırıcı.
eradicate v. yok etmek, söküp atmak, erotic adj. cinsel istek uyandıran; cin-
kökünü kazımak, ortadan kaldırmak. sellikle ilgili; cinsel olarak çekici.
eradication n. (hastalığın) kökünü erotically adv. cinsel istek uyandırır
kazıma, yok etme; söküp atma. şekilde.
erasion n. kazıma; bir dokuyu kazı- erotogenic adj. cinsel istek uyandı-
yarak alma. ran; cinsel isteklerden kaynaklanan.
erect v. dikmek, kurmak. adj. dik, erotogenic zones vücutta uyarılması
dimdik. cinsel duyguları teşvik eden alanlar.
erectile adj. kanla dolarak dikilen ve erotophobia n. cinsel aşka karşı du-
sertleşen. yulan korku.
erection n. dimdik durma ve sertleş- erratic adj. sabit ve düzenli seyir iz-
me; penisin dimdik durması ve sert- lemeyen; tutarsız, düzensiz; sapkın.
leşmesi. erratically adv. düzensizce, tuhaf şe-
eremophobia n. yalnız kalmaya karşı kilde.
duyulan korku. errhine adj. hapşırmaya ve burundan
erepsia n. bir bağırsak enzimi; erepsin. akıntıya neden olan; hapşırtan.
erg n. enerji birimi; iş birimi. error n. hata.
ergasia n. etkinlik, mental etkinlik: erroneous adj. hatalı, yanlış.
bireyin toplu etkinlikleri ve tepkileri. ersatz adj. yapay.
erst 341 estimate

erst adv. önce; önceki. adj. ilk; birinci. -escent suffix. olmaya başlayan veya
erstwhile adj. önceki. adv. ilk olarak. göstermek anlamına sonek. ör.
erubescence n. vücudun kızarması. limunescent.
eruct v. mideden gaz çıkarmak; ge- eschar n. yanık sonucu oluşan kabuk.
ğirmek. esculant adj. yenilebilir.
eructation n. geğirme. -ese prefix. 1. ad ve sıfat oluşturan
erudite adj. eğitimli, kültürlü, tam sonek. ör. Japanese, Chinese,
olarak öğrenmiş. Vienn-ese. 2. belirli bir alanda kul-
erudition n. derin ve yoğun öğrenme; lanılan dil anlamına sonek. ör..
derin bilgi edinme; tam olarak öğ- officialese resmi dil. journalese ga-
renme. zetecilik anlamındaki yazım dili.
erupt v. fışkırmak, çıkmak, patlamak, esophagus n. mideyi boğaza bağla-
püskürmek, (kızamık v.b. ) dökmek. yan boru; yemek borusu.
eruption n. fışkırma, çıkma, döküntü, especially adv. özellikle, başlıca.
(kızamık v.b.) dökme. -esque suffix. . -in tarzında anlamına
-ery, -ry suffixes. eylemlerden veya sonek. ör. Kafkaesque F. Kafka
adlardan ad oluşturan sonekler. ör. tarzında. 2. ...gibi anlamına gelen
bakery, husbandry, slavery. oluşumlarda kullanılan sonek. ör.
erythr-, erythro- prefixes. kırmızı, picturesque resim gibi; bakmaya
kırmızı kan gözesi anlamlarına değer.
önekler. -ess suffix. adlarda kadın anlamına
erythema n. derinin kızarması. gelen oluşumlarda kullanılan sonek.
erythrocyte n. olgunlaşmış kırmızı ör. an actress, a waitress.
kan gözesi. ör. Oxygen is essay n. makale.
transported by the hemoglobin of essence n. asıl, cevher, öz, esas;
the erythrocytes. önem.
erythroderma n. deride anormal kı- essential adj. başlıca, öz, asıl, esaslı,
zarıklık. ör. Erythroderma may be elzem, çok gerekli.
caused by an allergy to food or essentially adv. aslında, esas olarak.
clothing. -est suffix. sıfatların üstünlük hallerini
-es suffix. adları çoğul yapan sonek. belirten sonek. ör. coldest, shortest,
ör. ladies, glasses, busses. whitest.
Esbach's method idrarda albumin establish v. saptamak, tanı koymak;
miktarını saptamada kullanılan bir kurmak, yerleştirmek, onaylamak.
yöntem. establishment n. saptama, tanı koy-
escape v. kaçmak, kurtulmak. ör. ma; kurma, yerleştirme; onaylama.
Hookworm larvae pass through the esthesio- prefix. algılama, duyma, his
blood to the lungs, where they anlamlarına önek.
escape into alveoli and are coughed estimate v. değer biçmek, tahmin et-
up and swallowed. mek, kararlamak. ör. It is estimated
-escense suffix. başlayan veya devam that 15 to 20% of the general
eden bir durumu belirten sonek. ör. population eventually develop
limunescense. varicose veins in the lower legs.
estimation 342 evasion

= Genel nüfusun % 15-20’sinin so- eunuch n. kısır edilmiş erkek; hadım.


nuç olarak bacakların alt kısımla- eupepsia n. hazmetme, sindirme.
rında varisli damar geliştirdiği euphenics n. iyileştirme, ıslah;
tahmin ediliyor. // It is necessary to genetic bozukluk semptomlarını sa-
estimate the amount of medication a ğaltarak normal birey üretme çalış-
patient should be given. = Sıklıkla ması. ör. Euphenics is practiced in
bir hastaya verilmesi gereken ilacın the treatment of diabetes and
miktarını tahmin etmek gereklidir. hempphilia.
estimation n. itibar, kanı, saygı, tah- eupnea n. normal solunum.
min. eupopsia n. normal sindirim.
estrogens n. dişi cinsiyet hormonu. Euro- prefix. Avrupa’lı anlamına
et al L. ekip/çalışma arkadaşları. önek. ör. Eurocommunism.
etc., et cetera L. ve benzerleri, ve sai- eury- prefix. geniş anlamına önek.
re, vb., ve diğerleri, vd. eusitia n. normal iştah.
ethic n. davranış kuralları, doğru veya euthenics n. bitki, hayvan, ve insan-
iyi kullanım kuralları, ahlak ilkeleri. ların asgari yaşama koşullarını sap-
ethical adj. doğru mesleki kuralları tamayla ilgili bilim dalı.
uygulama ile ilgili; yalnızca mesleki eutopic adj. uygun yerde bulunan.
tıp bilgisi yoluyla bir preparatı ha- eV, ev abv. electron-volt anlamına kı-
zırlama. saltma.
ethics n. ahlaki tutarlılık; ahlak bili- evacuate v. atmak, boşaltmak, sal-
mi; bir meslek üyelerini yönetme mak, bırakmak, dışkılamak.
kuralları ve standardı; tutarlılık, uy- evacuation n. boşaltma, salma, dışkı-
gunluk. lama. ör. The treatment of
ethnic adj. ırksal, etnik; halklar ve trophoblastic neoplasms depends on
ırklarla ilgili. the type and stage of tumor and
etiolate v. solmak, soldurmak.
includes evacuation of the contents
-ette suffix. 1. ad oluşturan, küçük an-
of the uterus, surgery, and
lamında kullanılan sonek. ör.
chemotherapy.
kitchenette küçük mutfak. snackette
evade v. sakınmak, kaçınmak, kaç-
çok küçük yemek; azık. 2. dişi an-
mak, -den kurtulmak.
lamına sonek. 3. yapay, taklit anla-
evaginate v. tersyüz etmek; çıkıntı
mına gelen sonek. ör. chairs
yapmak.
covered with leatherette.
evagination n. (dokunun) çıkıntı
eu- prefix. iyi, güzel anlamlarına önek.
eugenic n. genleri iyileştirme konu- yapması.
sunda araştırma yapma. evaluate v. değerlendirmek, tartmak,
eugenics n. kalıtım özelliklerini araş- değer biçmek.
tıran bilim dalı, kalıtım bilim; seçici evaluation n. değerlendirme.
üremeyle toplumda daha iyi genetic evanescent adj. kısa süreli.
oluşum üretme çalışması. ör. evaporate v. buharlaşmak.
Eugenics is practiced in the evaporation n. buhar; buharlaşma.
breeding of race horses and cattle. evasion n. kaçma, sakınma.
even 343 evolve

even adj. düz, eşit, düzenli. adv. hat- ever lasting bitmez; daima var olan;
ta, bile. ör. Clinically, anorexia is a çok dayanıklı.
common problem in patients with ever more -den beri
cancer, even in those who do not ever since -den beri.
have mechanical obstruction caused ever so çok
by gastrointestinal tumors. ever so after sık sık; sıklıkla.
even if/though -ise de, -se de, karşın, ever to son derece; pek çok.
rağmen, ... olsa bile. evert v. dışa dönmek.
even so hatta, böyle olsa da. every adj. her, her bir.
even then öyle ise de, o zaman bile. every now and then ara sıra, ara ara,
evenly adv. düzenli olarak, eşit olarak. bazen.
evenness adv. düzen içinde, eşitlik. every other day gün aşırı, her iki
unevenness adv. düzensizlik, eşit- günde bir.
sizlik. everybody herkes.
event n. vaka, olay. everyday hergün, hergünkü.
at all events her halde. everyone herkes.
in the event of ... takdirde, olduğu everything herşey.
takdirde. everywhere her yer, her yerde, her
eventful adj. maceralı, olaylarla dolu; nereye.
önemli. evidence n. kanıt.
eventual adj. sonuçta, sonuç olarak. evident adj. açık, belirgin, meydanda,
ör. Obstruction to the bladder neck net, ortada. ör. It should be evident
is of major clinical importance, not that functional adrenal neoplasms
only for the changes induced in the may be responsible for any of the
bladder but also because of its various forms of hyperadrenalism.
eventual effect on the kidney. evidently adv. açıkca, belirgin olarak,
eventually adv. en sonunda, sonuç
görünür şekilde.
olarak.
evil adj. aksi, kötü, fena, uğursuz, za-
ever adv. daima, her vakit, durmadan;
rarlı.
hiçbir zaman.
evince v. göstermek.
forever daima, ebediyen, sonsuza
evoke v. anımsatmak, çağırmak;
dek.
uyarmak, uyandırmak. ör. Bacterial
for ever and ever sonsuza dek.
invasion of the lung parenchyma
hardly ever hemen hemen hiç, güç
evokes exudative solidifaciion of the
bela.
whatever her ne, herhangi. pulmonary tissue known as
whenever her ne zaman. bacterial pneumonia.
wherever her nerede, her nereye. evolve v. geliştirmek, gelişmek, dö-
whoever her kim. nüşmek; evrilmek, yaratmak, mey-
evergreen adj. her mevsimde yeşil dana getirmek. ör. Thiamine
olan. deficiency may result in the slowly
ever after -den beri. evolving clinical disorder beri-
ever and ever arasıra. beri.
evolution 344 exceptionally

evolution n. evrim, gelişme; orga- excavate v. kazmak.


nizmaların ayırtedici özellikler ka- excavation n. kazı, boşluk, kavite.
zandığı süreç. ör. Sexual reproduction exceed v. aşmak, geçmek, haddini
produces the variability necessary aşmak; üstün olmak. ör. When
for evolution to occur. cholesterol concentrations exceed
evolutional adj. evrimsel, evrime ait. the solubilizing capacity of bile
evulsion n. zorla çıkarma/çekme. (super-saturation), cholesterol can
ex- prefix. 1. önceki; eski; 2. no longer remain dispersed and
biryerden alma; kesip çıkarma; 3. - nucleates into solid cholesterol
nın dışında, uzakta, uzağında, -sız; - monohydrate crystals.
den uzak, fazla, bol anlamlarına exceedingly adv. son derece, aşırı de-
önek. ör. explant, expire, recede, çok ötesinde. ör. Pancreatic
expropriate, exegesis. carcinoid tumors producing
exacerbate v. şiddetlendirmek, alev- serotonin and an atypical carcinoid
lendirmek, azdırmak, kötüleştirmek, sendrome are exceedingly rare.
ağırlaştırmak. exceedingly good olağanüstü derece-
exacerbation n. şiddetlendirme, az- de iyi; son derece iyi; muhteşem.
dırma, azma. excel v. üstün olmak, geçmek.
exact adj. tam, doğru, tamam, kesin, excellent adj. mükemmel, üstün.
kati. except v. hariç tutmak, dışında tut-
exactly adv. tam olarak, tamamen, tı- mak; -den başka, -nın dışında, hariç.
patıp, aynen. excepting -den başka.
exaggerate v. abartmak, önemini bü- except for dışında, hariç. ör. Except
yütmek. for possible mild symmetric
exageration n. abartı. enlargement, the thyroid appears
exam n. inceleme, gözden geçirme, normal on gross inspection.
sınav. except if -dıkça, medikçe.
examination n. inceleme, gözden ge- except that dışında, hariç, bir yana.
çirme, muayene; sınav. excepting prep. -nın dışında.
examine v. incelemek, muayene et- exception n. ayrı, hariç, istisna, kural
mek, gözden geçirmek. dışılık. ör. Preoperative diagnosis
example n. örnek. of carcinoma of the gallbladder is
for example örneğin. the exception rather than the rule,
exanguinate v. kanını akıtmak, kan- occurring in less than 20% of
sız bırakmak. patients.
exanguination n. kanını akıtma, kan- exceptional adj. ender, fevkalade, bu-
sız bırakma. lunmayan, eşsiz, olağanüstü; kural
exanthema n. deri üzerinde meydana dışı, istisnai.
gelen kızarıklık; deri üzerindeki dö- exceptionally adv. istisnai olarak.
küntülerle belirgin ve ateşli herhan- with the exception of ayrı olarak,
gi bir sayrılık. ayrıca, haricinde, dışında.
exasperate v. öfkelendirmek, çileden without exception istisnasız, ayrı-
çıkarmak; şiddetlendirmek. calıksız, ayrım göstermeksizin.
excarebration 345 examplary

excerebration n. beynin kafatasından known causes of increased


çıkarılması. pulmonary pressure excluded. =
excess n. çok, fazla, fazlalık, ifrat, öl- Seyrek olarak, artmış pülmöner ba-
çüsüzlük. sıncın tüm bilinen nedenlerinin he-
excessive adj. yeterinden fazla, aşırı, saba katılmadığı hastalarda
ölçüsüz. ör. By far the most pülmöner hipertansiyon görülür.
common problem is the occurrence excluding hariç, dışında, -den başka.
of excessive bleeding during or exclusion n. ekarte etme, hariç bı-
between menstrual periods. rakma, hariç tutma.
excessively adv. fazlasıyla, son dere- exclusive adj. özel, tek, seçkin, ayrı;
cede. ayrıca.
exchange v. değiştirmek, alıp ver- exclusively adv. ayrıca, sadece,
mek, yerine koymak. yalnıca. ör. Cholesterol stones arise
in exchange for -e karşılık olarak. exclusively in the gallbladder and
exciscate v. kurutmak. contain cholesterol contents ranging
excise v. kesip çıkarmak. from 100% down to around 50%.
excisable adj. kesip çıkarılabilir. excoriate v. derisi sıyrılmak.
excision n. kesip çıkarma. ör. excoriation n. derinin sıyrılması, sıy-
Odontomas are probably hamar- rık.
tomas, rather than true neoplasms excrete v. vücuttan dışarı atmak, sal-
and are cured by local excision. mak, salgılamak, atmak, dışkı çı-
excitability n. uyarılabilirlik, bir uya- karmak. ör. C. psittaci is excreted
rıya tepki vermeye hazır olma. ör. from infected birds and inhaled with
Responses are rapid when a nerve dust particles.
cell is in the state of excitability. excrement n. dışkı.
excitation n. uyarma, uyarılma. excretion n. salgı, salgılama; vücut-
excite v. uyarmak, uyandırmak, heye- tan dışarı atma; dışkı. ör. The skin,
canlandırmak. kidneys, and lungs are organs of
excited adj. uyarılmış, heyecanlanmış. excretion.
ör. Electrons are easily removed
excretory adj. boşaltıcı, boşaltım.
from excited chlorophyll molecules.
excuse v. affetmek, bağışlamak, ma-
excitedly adv. heyecanlı şekilde.
ruz görmek. n. mazaret, bahane.
excitement n. heyecan.
excused adj. özürlü, mazeretli.
exciting adj. uyarıcı, heyecanlı, heye-
can verici. excuse me affedersiniz, bağışlayınız.
exclaim v. aniden çığlık atmak, ani- make excuses özür dilemek, maze-
den konuşmak. ret göstermek.
exclude v. hariç tutmak, ekarte etmek, execute v. cezayı çektirmek, yerine
içeri almamak, kabul etmemek, çı- getirmek; infaz etmek, idam etmek,
karmak; önlemek, engel olmak; he- öldürmek.
saba katmamak. ör Uncommonly, execution n. yerine getirme, yürütme;
pulmonary hypertension is ölüm cezasını infaz etme, idam.
encountered in patients in whom all examplary adj. örnek, ibret verici.
exemplify 346 exogen

exemplify v. bir şeyin örneği olmak, exhibit v. sergilemek, göstermek. ör.


bir şeyi temsil etmek. The ovary in the pregnancy may
exempt v. muaf olmak; muaf tutmak. exhibit microscopic nodular
exemption n. muaf; muafiyet, bağı- proliferations of teca cells in
şıklık. response to gonadotropins.
exemt from hariç, muaf. exhibition n. sergi.
exenterate v. bir organın içindekileri exhibitionist n. genital organlarını
boşaltmak; tersyüz etmek. karşı cinse göstererek tatmin olan
exentration n. boşaltma; tersyüz etme. kişi; teşhirci.
exenteration n. iç organların ameli- exhigent adj. acil; acil ilgi veya ilaç
yatla alınması. gerektiren.
exercise v. kullanmak, uygulamak, exhilarant adj. neşe verici.
alıştırmak. n. alıştırma. exhilarate v. neşelendirmek, sevin-
exergonic adj. serbest enerjinin dirmek; canlandırmak, coşturmak.
salınımına eşlik eden. ör. Exergonic exhilaration n. neşe, sevinç; sevin-
reactions provide free energy for me, sevindirme.
other cell processes. exhile n. ayırma, yasaklama; sürgün.
exert v. dışarı atmak, dışarı çıkarmak; exhort v. çok güçlü öğüt vermek, rica
harcamak, ileri sürmek; kullanmak; etmek.
sarf etmek, normalden daha fazla exhortation n. şiddetle öğüt verme,
enerji, çaba, veya güç kullanmak; rica etme.
uygulamak, göstermek. ör. The exhortative adj. öğütleme niyetinde
dyspneic patient must exert great olan; güçlü öğüt verme ile ilgili.
effort to obtain sufficient air. exist v. var olmak, yaşamak.
exerted adj. dışarı çıkmış. existence n. mevcudiyet, var oluş,
exertion n. kullanma, uğraş, uğraşma, varlık.
çabalama, efor. existing adj. var, var olan, yaşamını
exertional adj. uğraşla, eforla ilgili. sürdüren.
exfoliate v. (ince ince, pul pul) dö- exit v. çıkmak. n. çıkış.
külmek. exitus n., L. ölüm; ölü; çıktı, çıkış.
exhalation n. akciğerlerden hava çı- exo- prefix. dışında, dışından, -den
karma. başka, ötesinde anlamlarına önek.
exhale v. soluk vermek; gaz, bukar, ör exovcarp, exoskeleton.
veya koku çıkarmak. exocardia n. kalbin normal konumu
exhalation n. soluk verme, üfürük. dışında bir yerde bulunması.
exhaust v. bitmek, bitirmek, tüken- exocrine adj. bedenin dışına madde
mek, boşalmak. salgılayan bezlerle ilgili, ekzokrin.
exhausted adj. bitmiş, tükenmiş, bo- ör. Sweat and sebaeous glands are
şalmış, boş, bitkin. exocrine glands.
exhausting adj. bitkinlik verici, yıp- exodontia n. diş çekimi; diş çekimi
ratıcı, yorucu, boşaltıcı. ile ilgili diş hekimliği dalı.
exhaustion n. bitkinlik, aşırı yorgunluk. exogen adj. dıştan büyüyen.
exogeneous 347 explicitly

exogeneous adj. dıştan büyüyen, dış- experience n. deneyim. v. denemek,


sal. görüp geçirmek, katlanmak.
exostosis n. kemik yüzeyinde anor- experienced adj. deneyimli.
mal büyüme. experiential adj. deneyim ve uygu-
exotic adj. olağandışı, tuhaf. lamaya dayalı, deneyim ve uygulama
expand v. büyümek, genişlemek, ge- ile igili.
nişletmek, yaymak, yayılmak, gen- experiment n. deney; deneme. v. de-
leşmek. nemek.
expanding adj. genişleyen, genleşen, experimental adj. deneysel.
yayılan. ör. Adult polycystic kidney experimentally adv. deneysel olarak.
disease is a hereditary disorder ör. The role of specifically sensitized
characterized by multiple expanding cytotoxic T cells in experimentally
cysts of both kidneys that ultimately induced tumors is well established.
destroy the renal parenchyma and experimentalism n. deneye güven-
cause renal failure. me, deney yapmanın yararı, deney-
expanse n. açılma, yayılma, alan, ge- sellik.
nişlik. experimentally adv. deneysel olarak.
expansible adj. genişleyebilir, geniş- experimentation n. deneme.
leyebilen. expert n. usta, uzman, bilirkişi, bece-
expansion n. büyüme, genişleme, rikli.
genleşme. expertise n. inceleme, uzmanlık.
expect v. umut etmek, ummak, olası expiration n. soluk verme.
kılmak, beklemek. n. umut, bekle- expiratory adj. soluk vermekle ilgili.
me, beklenti, umma, umu. expire v. solumak, soluk vermek;
expectancy n. bekleme, ümit, umma. bitmek, son bulmak; ölmek. ör.
expectation n. bekleme, umut etme. Carbon dioxide and water are
expectorate v. balgam çıkmasını ko- excreted when a person expires.
laylaştırmak, balgam sökmek. explain v. açıklamak, anlatmak, tarif
expectorant adj. balgam çıkartıcı, etmek, izah etmek.
balgam sökücü. explainable adj. açıklanabilir.
expedite v. çabuklaştırmak, kolaylaş- explained adj. açıklanmış, tanımlan-
tırmak, hızlandırmak. ör. Glucagon mış.
expedites the conversion of glycogen explanation n. açıklama, anlatma,
to glucose, therefore increasing the izah, tarif.
blood sugar level. explanatory adj. açıklanabilen.
expel v. çıkarmak; dışarı atmak, sür- explant n. vücuttan alınan ve yapay
mek, söküp çıkartmak; vücuttan at- ortamda büyütülen doku. ör. Explants
mak. of germinal cells cannot be situated
expellant adj. atma eğiliminde olan; to undergo meiosis.
söktürücü; atıcı. explicit adj. açık, kesin.
expend v. harcamak. explicitly adv. açıkca kesin olarak,
expence n. gider, masraf. net olarak.
explode 348 extent

explode v. patlamak, patlatmak. expurgate v. ayıklamak, temizlemek.


explosion n. infilak, patlama, tutuşma. exsanguine adj. kansız.
explosive adj. patlayıcı. exscind v. kesip çıkarma, yok etme.
exploit v. sömürmek. exsect v. kesmek.
exploitation n. sömürme, yarar sağ- exsection n. kesme.
lama. extant adj. yıkılmamış; hala ayakta
explore v. araştırmak, incelemek. kalan.
exploration n. araştırma, inceleme, extend v. uzatmak, uzanmak, ekle-
keşif. mek, genişletmek, yaymak. ör.
explorative adj. araştırıcı. When damage extends into the
exploratory adj. araştırmayla ilgili. submucosa, weks are required for
expose v. karşı karşıya bırakmak, ma- complete healing.
ruz bırakmak, açıkta bırakmak, extending adj. uzatılabilir, açılır.
meydana koymak. ör. Women extension n. büyüme, uzatma, geniş-
exposed to therapeutic radiation or le(t)me.
after atom bomb exposure have a extensive adj. geniş, yaygın.
higher rate of breast cancer. extent n. alan, aşama, derece, geniş-
exposure n. (güneşe, soğuğa, vb.) lik, miktar, sınır. ör. The clitoris is
maruz kalma; açığa vurma, meyda- located at the anterior extent of the
na çıkarma; poz. ör. Use of tobacco urogenital vestibule.
products, including cigarettes, to a certain/some extent belli öl-
cigars, pipes, and snuff, is çüye kadar, bir dereceye kadar,
associated with more mortality and kısmen. ör. To some extent, the
morbidity than any other personal, pattern of inheritance of the disease
environmental, or occupational is related to the kind of protein
exposure. affected by the mutation. = Bir de-
receye kadar, hastalığın kalıtım
express v. anlatmak, belirtmek, ifade
modeli mutasyonla etkilenen protei-
etmek, dışa vurmak. bio. gen. taşı-
nin türü ile bağlantılıdır.
mak. ör. Dominant genotypes are
to a considerable extent önemli öl-
always expressed in the phenotype.
çüde, önemli bir orana kadar. ör.
expressible adj. ifade edilebilir, anla-
The prognosis of disseminated
şılabilir.
intravascular coagulation (DIC) is
expression n. anlam, görünüm, ifade;
highly variable and depends, to a
deyim.
considerable extent, on the
expressive adj. anlamlı, anlam dolu. underlying disease. = Yaygın damar
extensive adj. geniş, yaygın. ör. içi pıhtılaşma (DIC)’nın prognozu
Leiomyomas of the uterus, even son derece değişkendir ve önemli
when they are extensive, may be ölçüde, altta yatan hastalığa bağlıdır.
asymptomatic. to a large/great extent büyük ölçü-
expulsion n. çıkarma, dışarı atma, dı- de. ör. The amount of the heat lost
şarı itme, defetme, kovma; terketme. from the body is regulated to a
expulsive adj. (dışarı) atıcı, itici. large extent by varying the amount
exterior 349 extrude

of blood flowing through the skin. = uterus dışında. extravasafe damar


Vücuttan kaybedilen ısının miktarı dışına sızma.
büyük ölçüde deri içinde akan kanın extracellular adj. göze dışı, hücrenin
miktarını değiştirerek düzenlenir. dışında olan. ör. The normal cell
to the extent of / that çapında, öl- responds to extracellular changes
çüsünde. by adaptation of its chemical
to such an extent that çapında, öl- activities.
çüsünde. extract v. koparmak, çekip çıkarmak;
to what extent hangi ölçüye kadar? çıkartmak; bir ilacın etken kısmını
ne/neye kadar ... ? almak. ör. Cocaine is an alkaloid
exterior adj. dış, dış taraf, hariç; extracted from the leaves of
dışardan kaynaklanan; dışarda kul- Erythroxylon coca.
lanılması uygun olan. n. dışarda bu- extraction n. çekme, çıkarma.
lunan bir parça veya yüzey; dış gö- extraordinary adj. fevkalade, olağa-
rünüş, dış cephe; açık hava. nüstü.
exterior angle dış açı. extraordinarily adv. şaşırtıcı/garip
exterior ear dış kulak. şekilde.
exterminate v. yok etmek, öldürmek, extrapolate v. bilinen durumları göz-
imha etmek. lemleyerek bilinmeyen durumları
extern n. hastanede ilaç veya cerrahi yansıtmak. ör. When several points
bakıma yardım eden son dönem öğ- are plotted on a straight line graph,
rencisi veya yeni mezun olmuş tıp it is possible to extrapolate to
öğrencisi. obtain additional data.
external adj. dış; dış tarafta; harici; extravagance n. fazlalık, saçmalık,
yüzeysel; dışarısını etkileyen. savurganlık.
externally adv. dıştan, haricen. extreme adj. son derece, şiddetli.
extinct adj. yok olmuş, bitmiş. extremely adv. son derece, çok, yo-
extinction n. yok etme, yok olma, sö- ğun olarak, pek çok, çok şiddetli.
nüp gitme. extremely interesting son derece ilgi
extima n. kan damarının dış tabakası. çekici.
extinguish v. söndürmek, bastırmak, extremis n. ölüm noktasında olan kişi.
ortadan kaldırmak, bitirmek. extremitas n. kol veya bacak.
extirpate v. sökmek, çıkarmak, kesip extremity n. son, uç; kol veya bacak.
atmak, kökünü kurutmak; bir parça- extricate v. çıkarmak, kurtarmak,
yı ameliyatla söküp çıkarmak. ayırmak.
extirpation n. sökme, kesip çıkarma, extrication n. kurtarma, çıkarma,
kökünü kurutma. ayırma.
extortion n. gaspetme, şantaj, zorla extrinsic adj. dış kaynaklı, dıştan gelen.
alma. extrude v. çıkarmak, sıkıp çıkarmak,
extra- prefix. çok, fazla, ilave, -nın söküp atmak. ör. After the second
dışında anlamlarına önek. ör. meiotic division, the three polar
extracellular hücre dışı. extraspecial bodies are extruded from the
çok özel, olağanüstü. extrauterine mature egg.
extrusion 350 eyewitness

extrusion n. çıkarma; çıkarılan madde. eyeball n. göz küresi, göz yuvarlağı.


exuberate v. coşmak, taşmak. ör. In some individuals, the eyeball
exuberant adj. bol, coşkun, taşkın. is shorter than normal and parallel
exuberance n. coşkunluk, taşkınlık. rays of light are brought to a focus
exudate n. doku veya kapillerden sı- behind the retina.= Bazı bireylerde
zan sıvı veya yarı katı madde, göz küresi normalden daha dardır
eksuda. ve parelel ışık şuaları retinanın ar-
exudation n. sızma, sızdırma; sızıntı. kasındaki bir odağa getirilir.
exudative adj. sızıcı, sızan. ör. In eyebrow n. kaş.
acute human infections, L eye ground n. gözün iç görünümü.
monocytogenesis evokes an eyelashes n. pl. kirpikler.
exudative pattern of inflammation eyelid n. gözkapağı.
with numerous neutrophils. eyesight n. algılama, görme, görüş,
exude v. sızmak, sızdırmak. gözlem.
-ey suffix. –li, -lı anlamına sıfat yapan eyesore n. çirkinlik.
sonek. ör. clayey soil killi toprak. eyestrain n. güz yorgunluğu.
eye n. göz. eyewash n. göz banyosu, göz banyo-
naked eye n. lens yardımı gerek- sunda kullanılan çözelti.
tirmeyen göz, olağan konumdaki eyewitness n. tanık; kendi gözleri ile
göz. ör. Microorganisms cannot be gören kişi.
seen with the naked eye.
F,f

F fluorine, Fahrenheit, fellow, field facioplasty n. yüzün derisinde ve deri


of vision, formula anlamlarına kı- altı dokusunda yapılan plastik cer-
saltma. rahi işlem.
F faraday, Faraday constant, force, facioplegia n. yüz felci.
free energy anlamlarına kısaltma. facet n. kemik veya kemik gibi sıkı
f respiratory frequency, fugacity, yapılar üzerindeki küçük, düz yüzey.
formyl, fumarose form, function facient neden olma, sebep olma,
anlamlarına kısaltma. meydana getirme anlamına gelen
fabric n. dokuma; kumaş; insan iliş- sonek. ör. absorbefacient.
kilerinden oluşan yapı; düşünce, an- facile adj. kolay; az çaba veya güçle
latım, duygu vb.'den oluşan yapı. yapılan; akıcı; çaba gerektirmeden
fabricate v. hazırlamak, yapmak; ta- işleyen, konuşan, davranan; yüzeysel.
mamlanmış parçaları bitiştirmek; facilitate v. kolaylaştırmak. ör.
tasarlamak; uydurmak. Insulin facilitates the absorption of
fabrication n. uydurma; kasıtlı olarak glucose from the blood.
olmayan bir şeyi gerçek gibi anlat- facilitation n. doğal bir süreci hızlan-
ma; gerçek olmayan semptom veya dırma.
hastalık gösterme; yalandan hasta- facilities n. araç-gereçler; olanaklar.
facility n. kolaylık; olanak; yetenek,
lanma.
beceri.
fabulate v. konuşmak; gevezelik et-
facio- prefix. yüz, yüzle ilgili anlam-
mek; gerçekle gerçek üstünü karış-
larına önek. ör. faciobrachial yüz
tırmak.
ve kolla ilgili.
fabulation n. gerçekle gerçek üstünü
fact n. olgu, olmuş bir iş, gerçek, ger-
karıştırma; gevezelik etme. çeklik.
fabulous adj. çok büyük, inanılmaz, as a matter of fact doğrusu, as-
muazzam. lında, gerçekte (konuşma sırasında
face n. yüz, çehre. v. yüz yüze gel- bilgi verirken sözleri güçlendirmede
mek, karşı karşıya gelmek. kullanılır).
face up to v. kabul etmek, ele almak, in fact doğrusu, aslında, ona ba-
ziyaret etmek. karsan, zaten.
face presentation doğum sırasında the fact that -mesi, -ması.
henüz doğmamış çocuğun vajina fact-finding n. olguların veya doğru
çıkışında yüzünün dışarıya uzandığı bilgilerin saptanması.
durum (Bu konumda doğumun çok factitious adj. yapay.
zor olduğuna işaret eder.) factor n. etken, öge, etmen.
face to face yüz yüze. factual adj. olgusal, gerçeğe ilişkin,
facelift n. yüzünü gerdirme. gerçekle bağlantılı.
facial adj. yüz, yüzle ilgili. facultative adj. isteğe bağlı, değiş-
facies n. pl. facies yüz, çehre; yüzey; ken, bir iş yapma veya yapmama
ifade, yüz ifadesi. yetisi olan. ör. In contrast to
facing n. örtü, astar. viruses, which can infect a broad
faculty 352 fall away

range of host cells, facultative rol etmede neden başarısız kaldık-


intracellular bacteria infect mainly ları bilinmiyor.
cells, macrophages, or both cell failure n. eksiklik, yetersizlik, nok-
types. sanlık, başarısızlık, bozukluk, ça-
faculty n. kalıtsal güç; yetenek; insan lışmama.
beyninin sahip olduğu güç veya ye- heart failure kalp yetmezliği.
teneklerden her biri; bir üniversiteyi renal failure böbrek yetmezliği.
oluşturan birimlerden birisi; fakülte. unfailing adj. tükenmez, şaşmaz,
fad n. delilik, öfke; kısa süreli ilgi, emin.
geçici ilgi. unfailingly adv. daima.
faddist n.. ilgi gösteren kişi. without fail mutlaka.
faddy adj. ilgili, ilgilenen. faint v. bayılmak. n. bayılma, bilinç
faddily adv. delice. kaybı, bilinç yitimi, baygınlık; adj.
fade v. solmak, rengi uçmak. n. yüz zayıf, belli belirsiz.
renginin sararması. fainting n. bayılma, baygınlık.
fade away/out v. kaybolmak, ortadan faintly adv. zayıfça, hafifçe, belli be-
yok olmak. lirsiz bir şekilde.
fade in v. yavaş yavaş ortaya çık- fair adj. oldukça iyi; güzel; hoş; doğ-
mak/çıkartmak. ru, dürüst, tarafsız; düzenli; olası. n.
fade out v. yavaş yavaş kaybol- güzellik; fuar, pazar yeri, panayır.
mak/kaybetmek. fairly adv. yeterli derecede, oldukça,
fading n. kaybolma; gözden yitme; epeyce, çoğunlukla; haklı olarak,
yok olma. adj. azalan, solan. dürüstçe.
faecal adj. dışkı ile ilgili. faith n. inan, vefa.
faeces n. dışkı, gaita. faithful adj. sadık, vefalı.
fag n. yorucu iş. fake n. uydurma, sahte, yapay, uydu-
fagged adj. bitkin, yorgun, yorulmuş. ruk, yalan.
Fahrenheit n. İngiltere ve A.B.D. de falcate adj. orak şeklinde, orağa benzer.
kullanılan bir ısı gösterge dizgesi. falcial adj. orak şeklinde; kıvrımlı.
Bu dizgede su 32°’de donar ve falciform adj. orak şeklinde.
212°’de kaynar, normal insan beden falcular adj. orak şeklinde.
ısısı 98.6°’dir. fall v. düşmek; dökülmek; çökmek;
fail v. başarısızlık göstermek, ba- azalmak; yığılmak; meydana gel-
şaramamak, becerememek, yetersiz mek. n. düşüş, yağış; sonbahar.
olmak. ör. Although it is clear that fall among rastlantısal olarak bir gru-
antivirus antibodies control the ba katılmak; bir grup insan arasına
disease in most cases, it is not düşmek.
known why some individuals fail to fall asleep uykuya dalmak; uyuya
control the virus. = Antivirüs anti- kalmak.
korlarının çoğu olgularda sayrılığı fall away zayıflamak; çökmek, kötü-
kontrol etmesinin açık olmasına leşmek; inmek; batmak; azalmak;
karşın, bazı bireylerin virüsü kont- desteğini çekmek.
fall back 353 famished

fall back geri çekilmek. fallopian tubes yumurtalıkları döl


fall back on/upon geri çekilmek, ri- yatağına bağlayan tüpler.
cat etmek; bakmak, dönmek, -e fallout n. radyoaktif toz; döküntü.
başvurmak. false adj. yanlış, sahte, yalancı, uy-
fall behind yetişememek; geride durma.
kalmak; yıkılmak. false ribs n. kostaların alt beş çifti.
fall down başarısız kalmak; yere falsehood n. sahtelik, yalan.
düşmek, yıkılmak. falsely adv. uydurma olarak, sahte bir
fall flat bekleneni yapmada başarısız şekilde.
kalmak. falseness n. sahtelik, yalan.
fall for kabul etmek, yutmak; aşık falsify v. bozmak, yanıltmak.
olmak; vurulmak. falter v. cesaretini kaybetmek; sende-
fall foul/afoul çökmek; işlevini yi- lemek; bocalamak; kekelemek, (di-
tirmek. li) sürçmek.
fall guy v. kurban etmek. falx, pl. falces, n. orak şeklinde yapı.
fall in yerine yerleşmek; yerini al- fame n. ün, nam, şöhret.
mak; çökmek, yıkılmak. fames L. açlık.
fall in with anlaşmaya varmak; rast- familiar (with) adj. bilinen, tanınan,
lantısal olarak karşılaşmak; katılmak. alışık olunan, olağan, ortak, bildik,
fall off düşmek, çökmek; zayıflamak; tanıdık.
azalmak, daralmak. familiarity n. içtenlik, yakınlık.
fall on/upon aniden saldırmak. familiarly adv. içtenlikle, dostça.
fall out kavga etmek, tartışmak, arası family n. aile, soy, cins. ör. Many
açılmak. genetic patterns are determined by
fall out with kavga etmek, tartışmak. examination of family trees.
fall over devrilmek. familial adj. ailesel. ör. Although
twinning seems to be familial, no
fall short elde edememek; ele geçir-
definite genetic pattern has been
mede başarısız kalmak; yetersiz
determined.
kalmak.
familial disease aynı ailenin birkaç
fall through başarısız kalmak; çök-
üyesinde bulunan, çoğu kalıtsal olan
mek, yıkılmak; boşa çıkmak, suya
sayrılık.
düşmek.
familial tendency birkaç kuşaktan
fall to başlamak, girişmek.
aynı aile üyeleri arasında bir sayrı-
fall under bir sınıf içinde olmak; bir
lık veya rahatsızlığın görülme eği-
grup içinde bulunmak; bir etki veya limi.
güç çerçevesinde meydana gelmek. family doctor aile hekimi; uzmanlık
fallacious adj. asılsız, temelsiz, aslı gerektiren sayrılıklar dışındaki bir-
olmayan, çürük. çok sayrılığı sağaltmak üzere ye-
fallacy n. hata, yanlış, yanılgı; yanlış tişmiş pratisyen hekim.
uslamlama. famine n. yoklu, kıtlık, açlık.
fallible adj. yanılabilir, hata yapabilir. famished adj. açlık çeken, yokluk
falling sickness sara, epilepsi. çeken, aç.
famous 354 fascia

famous adj. ünlü. far and away pek çok; kesin olarak;
fanatic adj. bir şeye çok bağlı; bir şe- şüphesiz..
ye çok düşkün; bağnaz, fanatik. far and near heryerde.
fancy v. düşlemek, hayal etmek. far and wide dışarda; her yerde, bir-
fancied adj. düşsel; düşsel olarak ya- çok uzak yerde.
ratılan; gerçek olmayan. faraway adj. uzak; dalgın, zihni bu-
fancier n. düş gören kişi. lanık
fanciful adj. gerçek olmayan; düşsel; far be it from me istemem.
şüpheli, tuhaf. far beter çok daha iyi.
fang n. uzun, sivri diş; diş kökü; yıla- far-flung adj. uzaklara yayılmış.
nın zehirli dişi. far gone adj. çok hasta, kritik dere-
fantasy n. düşlem; gerçeğe uymayan cede sayrılı.
düşünce. far more adj. çok daha. ör.
death fantasy n. ölüm düşlemi. Obviously, cancers are far more
fantastic adj. gerçek olmayan; düşsel. threatening to the host than benign
far adj. (farther, farthest) uzak; öte, tumors are.
ötedeki, daha uzaktaki, öbür. adv. far off adv. uzakta, uzak mesafede.
uzak, uzakta. adj. öte; çok uzak. far-off adj. çok uzak.
a far cry from aynı değil. far point adv. bir gözün görebileceği
as far as kadar. en uzak nokta.
as far as I know bildiğim kadarıyla. far-reaching adj. geniş kapsamlı, bir
beter by far çok daha iyi, pek iyi. çok kişiyi etkileyen.
by far belirli bir dereceye kadar, far-seeing adj. uzak görüşlü, ileriyi
besbelli. ör. Candidiasis is by far gören.
the most common fungal infection in far-sighted adj. uzak görüşlü, ileriyi
debilitated or immunosuppressed gören; uzakları gören.
patients or during broad-spectrum
farcy n. kronik.
antimicrobial therapy.
farflung adj. yaygın; geniş dağılım
from far uzakta, uzaktan.
gösteren.
go far v. başarılı olmak; tamamla-
farina n. yemek; lezzet, tat.
mak; uzun sürmek; güçlü eğilim
farm n. çiftlik.
göstermek; yatkın olmak.
farmland n. çiftlik alanı/arazisi.
how far? Ne kadar uzakta?
far-reaching çeşitli alanlarda.
in so far as, insofar as ...dıkça, -e
kadar. farsighted adj. uzak nesneleri gören;
few and far between nadir, sık ol- uzağı gören.
mayan. farsightedness n. uzak görüşlülük;
so far şimdiye dek; şu ana kadar. uzağı görme.
so far as -dıkça, -e kadar, -dığı öl- farther comp. daha uzak, daha uzakta.
çüde, -dığı derecede. fascia n. pl. fasciae, fascias bedenin
so far as to -e kadar, -dıkça. deri altı, kas arası ve kan damarları
so far so good şu ana kadar her şey veya sinirlerin etrafı gibi çeşitli yer-
iyi, şimdiye dek her şey yolunda. lerinde bulunan bağ dokusu.
fasciculus 355 fauna

fasciculus n. L. pl. fasciculi lif deme- fate n. talih, kader, mukadderat, yazgı.
ti; genelde kas veya sinir lifleri de- father n. baba.
meti. father-in-law n. kayınpeder; eşlerden
fascinate v. hayran bırakmak, çekmek. herbirinin babası.
fascio- prefix. bağ doku, fasya anlam- fatherhood n. babalık; baba olma
larına önek. konumu.
-fashion suffix. tarzında, biçiminde fatherless adj. babasız.
anlamına sonek. ör. Indian-fashion. fatherly adj. baba ile ilgili; baba
fashion n. şekil, tarz; moda. özellikleri gösteren. adv. baba tav-
fast v. aç kalmak, aç bırakmak, perhiz rıyla.
yapmak. adj. hızlı, çabuk; dayanık- fatigue n. yorgunluk, halsizlik, bit-
lı, değişime dirençli. kinlik.
fasting n. açlık, perhiz. fatiguing adj. yorucu.
fastidious adj. titiz, zor beğenir. fatigability n. yorgunluk; bitkinlik.
fastigium n. zirve, en üst nokta; akut fatigable adj. kolayca yorgunluk ve-
bir sayrılığın en ileri evresi. ren; en ufak çabada yoran.
fat n. yağ. adj. yağlı, şişman. fatuity n. kendini övmenin, tatmin
fat-soluble adj. yağda çözünen. ör. olmanın verdiği aptallık; ahmaklık.
Vitamins are lost in a fat-free diet fatuous adj. ahmakça, akılsızca; ken-
because some vitamins are fat- disini kandıran; ahmak; boş, saçma.
soluble. fauces n. boğaz.
fatal adj. öldüren, öldürücü, ölümcül; faucal adj. boğaz ile ilgili.
yıkıcı, zararlı; kaçınılmaz. ör. fault n. hata, kusur.
Myasthenia gravis is a serious and faultless adj. kusursuz, mükemmel.
sometimes fatal disease in which elecrical fault elektrik kontağı.
skeletal muscles are weak and tire faulty adj. bozuk, hatalı, kusurlu, ek-
easily.= Ağır miyasteni ciddi ve ba- sik, sakat.
zen da iskelet kaslarının zayıf ve ko- favour v. lehinde olmak, kayırmak,
lay kırılabilir olduğu öldürücü bir tutmak.
sayrılıktır. // Although polyploidy is favourable adj. uygun, elverişli,
visible in plants and some animals, olumlu. ör. Bacteria synthesize
it seems to be fatal in humans. their own DNA, RNA, and proteins
fatal disease, F.D., n. öldürücü sayrı- but depend on the host for
lık/hastalık. favourable growth conditions.
fatality rate ölüm oranı. favourably adv. uygun bir şekilde.
fatally adv. öldürücü/ yıkıcı bir şekil- favourite adj. en çok beğenilen, en
de; ölüme/yıkıma neden olarak. çok tercih edilen.
fatless adj. yağsız do sb a favour iyilik yapmak.
fatten v. şişmanla(t)mak. in favour of (bir kimsenin veya bir
fattening adj. kilo aldırıcı, şişmanla- şeyin) lehinde.
tıcı. fauna n. bir kıta, ülke, bölge veya dar
fattish adj. yağlı. bir alandaki hayvanlar topluluğu,
fatty adj. yağlı. doğay.
favus 356 fell

favus n. bulaşıcı deri sayrılığı; kellik fecundate v. gebe bırakmak, dölle-


yapan sayrılık. mek.
fear v. korkmak, çekinmek. fecund adj. üretken; doğurgan; yavru
fearful adj. korkulu, korkunç. doğurma yeteneğinde olan.
fearfully confused kötü biçimde ka- fecundation n. dölleme, gebe bırakma.
fası karışık. fecundity n. doğurganlık, döl üretme
fearless adj. yılmaz, korkusuz. yetisi.
fearlessly adj. yılmadan, korkmadan. feeble adj. zayıf, dermansız, takatsız.
fearsome adj. korku verici, korkunç. feeble-minded adj. ebleh, alık; istenci
for fear of sakınmak, kaçınmak güçsüz.
için; endişesiyle, korkusuyla. feeble-mindedness n. eblehlik, alıklık.
for fear that diye, endişesiyle. feebleness n. dermansızlık, zayıflık.
fear reaction korku tepkisi; tehlike feebly adv. dermansız bir şekilde, ta-
ile yüz yüze kalmama isteğinin ne- katsizce.
den olduğu sinirsel bir durum. feed v. beslemek, beslenmek.
feasible adj. geçerli, yapılabilir, uy- feedback n. geri bildirim; besleyici
gulanabilir, yakışır, yaraşır. yankı; geri verme, geriden beslen-
feature n. özellik. me, geriden itilim. ör. The lack of a
febrifuge adj. ateş düşürücü. n. ateş specific protein in a cell acts as
düşürmede kullanılan bir ilaç. feedback in the production of
febricant adj. ateş düşürücü. additional protein molecule.
febrifacient adj. ateş yapan. n. ateş feeding n. beslenme.
yükselmesine neden olan ajan. fed up (with) v. bıkmak. adj. bıkmış,
febriferous adj. ateşin yükselmesine usanmış, kanıksamış, umutsuz.
etken olan. feel v. hissetmek, duymak, yoklamak.
febrifugal adj. ateş düşürme ile ilgili. n. dokunma hissi, dokunum, yokla-
febrile adj. ateşli, ateşle ilgili. ma, duygu, his.
febris n. ateş. feel like v. arzu etmek, istemek.
fecal adj. dışkı ile ilgili. ör. Fecal feel up to v. kendini bir şeye uygun
material is eliminated from the body hissetmek.
12 hours after eating a large meal. feeling n. his, duygu, duyarlılık.
fecalith n. (bağırsakta) katılaşmış fel, fellis L. safra.
dışkı, fesalit. felicitate v. kutlamak; sevindirmek;
fecaloid adj. gaydaya benzer, dışkıya mutlu etmek.
benzer. felicitation n. kutlama; sevindirme.
feces n. dışkı, gaita. felicitious adj. uygun; has; doğru se-
fecula n. nişasta. çilmiş.
feculent adj. dışkı olarak atılan; dış- felicity n. büyük mutluluk; uygun tavır.
kıya benzer, dışkı içeren, dışkı ile feline adj. kedilerle ilgili.
ilgili; kötü koku veren. ör. Disease fell v. düşürmek; kesmek, kesip dü-
may be transmitted by the şürmek; testere ile kesmek. adj.
organisms found in feculent water. vahşi; vahşice davranma yapısında
fellatio 357 fettle

olan; kötü; öldürücü. n. hayvan de- ferocious adj. yırtıcı, vahşi; hunhar.
risi. ferociously adv. vahşice; hunharca.
fellatio n. penisin ağız yoluyla uya- -ferous prefix. içeren, üreten, taşıyan
rılması; erkek cinsiyet organının anlamlarına sonek. ör. crystalliferous.
ağıza alınarak uygulandığı cinsel ferri-, ferro-, ferr-, prefixes. demir
birleşme şekli. anlamına önekler. ör. ferricyanide.
fellator n. ağız yoluyla penisi uyaran ferric adj. demirle ilgili; demir içeren.
erkek. ferriferous adj. demir içeren.
fellatrice, felletrix n. erkeklik orga- ferriginous adj. demirle ilgili; demir
nını ağza alarak uyaran kadın. içeren.
fellow n. arkadaş, dost. ferrous adj. demirle ilgili.
felon n. dolama; parmak ve tırnak ferrule n. dişi güçlendirmek için uy-
yangısı. adj. kötü; cani; uğursuz; şer. gulanan metal bant.
feltwork n. fibroz doku ağı; sinir lif- ferrum n. demir.
lerinin yakın pleksusu. fertile adj. verimli, bereketli, doğurgan.
female adj. dişi, kadın, kız; yumurta fertility n. bereket, verimlilik, doğur-
üreten ve yavru doğuran cins ile il- ganlık. ör. Chronic ethanol use
gili; kadına özgü. leads to testicular atrophy and
feme n. eş; kadın. decreased fertility in both men and
feme covert evli kadın. women.
feme sole dul, boşanmış veya hiç ev- fertilize v. döllemek.
lenmemiş, eşi olmayan kadın.
fervid adj. son derece sıcak; yakıcı.
feminine adj. kadın cinsi ile ilgili;
fester v. abse oluşturmak, irin akıt-
kadınsı.
mak, irin salgılamak, iltihaplanmak,
femininity n. kadınlık; kadın özelliği;
ülserleşmek. n. abse, ülser.
kadınlar; dişi cinsi.
festinant adj. hızlı, çabuk, acele; hız-
feminism n. kadınların erkeklerle eşit
landırıcı.
hak ve fırsatlara sahip olması gerek-
fetal adj. doğmamış çocukla ilgili.
tiğini savunan düşünce; feminizm.
fetation n. gebelik.
feminist n. kadınların erkeklerle eşit
feticide n. doğmamış çocuğu henüz
hak ve fırsatlara sahip olması gerek-
dölyatağı içindeyken öldürme.
tiğini düşünen kimse; feminist.
fetch v. gidip alıp gelmek; gidip ge-
femur n. uyluk kemiği; femür.
tirmek; ...kadar (fiyat) etmek.
femoral adj. femürle ilgili.
fetid n. kötü koku. adj. kötü koku çı-
fenestration n. belirli sağırlık tiplerini
sağaltmak üzere uygulanan ameliyat. karan, kötü kokulu.
ferment v. mayalamak. fetish n. tapınılan şey; put; fetiş; cin-
fermentation n. mayalama, fermen- sel haz verdiği için çekici olan nesne.
tasyon. fetor n. tiksindirici koku.
fermentable adj. mayalanabilir. fetor oris n. nefes kokusu, soluğun
fermentative adj. mayalanabilen; kötü kokması.
mayalanma yeteneğinde olan. fettle n. ruhsal konum, durum.
fetus 358 filum

fetus n. pl. fetuses doğmamış çocuk, fight sth off v. kaçınmak, sakınmak;
fetüs. uzak tutmak.
fever n. ateş, humma, hararet. figuratus n. belirli deri lezyonlarını
feverish adj. ateşli, hummalı, hararetli. tanımlamada kullanılan bir terim.
feverishly adv. ateşli bir şekilde. figure n. şekil, rakam; vücut.
few adj. az. ör. Varicella-zoster virus figure on v. beklemek, niyet etmek,
is one of the few that produce ummak.
lesions in the peripheral nervous figure out v. anlamak, çözmek.
system. filament n. ince, ipliğe benzer yapı;
fewer adj. daha az. iplikçik.
fiber n. lif, fibrin. filamentous adj. ipliksi; iplikten
fibril n. küçük lif. oluşmuş.
fibrilla n. pl. fibrillae küçük lif. filamentum, n., pl. filamenta iplik;
fibrillation n. belirli sinir, kas ve kalp ipliğe benzer oluşum.
sayrılıklarında görülen kas liflerinin filar adj. küçük life benzer, ipliksi.
titremesi. file n. delme, kesme, düzgünleştirme-
fibrin n. lif. de kullanılan bir araç; dosya, belge,
fibro- , fibr- prefixes. lif anlamına sıra, dizi.
önekler. filial adj. yavru ve anne-baba arasın-
fibroid n. bağ dokudan oluşan; sert, daki lişkiyle ilgili.
bağ dokusundan oluşmuş dölyatağı filiform adj. ipliksi, saça benzer.
uru. fill v. doldurmak, dolmak; doyurmak;
fibrous adj. lif içeren, lif bulunduran. sağlamak.
fickle adj. değişken; güvenilmez. fill in v. tamamlamak, yanıtlamak,
-fid suffix. parçalara veya loblara ay- doldurmak; yerini almak.
rılma anlamına sonek. ör. pinnatifid. fill out v. doldurmak, yanıtlamak.
field n. alan, saha. fill up v. tamamen doldurmak.
fierce adj. azgın, şiddetli, kızgın, haşin. filling n. dolgu, diş dolgusu.
fiercely adv. şiddetle, azgınlıkla, ha- full adj. dolu, dolgun, tok.
şin bir tavırla. fully grown tam büyümüş, tam ola-
fierceness n. kızgınlık, haşinlik, şiddet. rak yetişmiş.
fiery adj. kızgın, öfkeli; ateşli. fully satisfied bütünüyle tatmin ol-
fifteen n. on beş. muş.
fifth n. beşinci. filter v. süzmek, süzülmek. n. süzgeç,
one-fifth beşte bir. filtre. ör. The scientist filtered the
fiftieth n. ellinci. solution to obtain a sample of
fifty n. elli. bacteria.
fight v. dövüşmek, savaşmak. n. dö- filtrate n. filtreden geçen sıvı; süzül-
vüş, savaş. müş sıvı; filtrat.
fight back v. kendini savunmak. filtration n. süzme; filtreden geçirme.
fight off v. geri sürmek, püskürtmek, filum, pl. fila n. iplik veya ipliğe
yenmek. benzer bir oluşum; ipliksi yapı.
fimbria 359 fistula

fimbria n. L. pl. fimbriae parmağa at first hand adv. doğrudan, aracısız.


benzer her hangi bir yapı. at first sight adv. ilk bakışta, ilk
final adj. son, nihai, kesin, kati. görüşte.
finally adv. son olarak, sonunda, so- from the first adv. baştan beri,
nuçta. başlangıştan beri.
find v. bulmak, keşfetmek, fark et- from first to last adv. baştan sona,
mek, öğrenmek. ör. Cysticerci may başından sonuna kadar.
be found in any organ, but in the first place adv. ilkönce, en
preferred locations include the başta.
brain, muscles, skin, and heart. first aid ilk yardım.
find out v. keşfetmek, ortaya çıkar- first-aid kit ilk yardım çantası.
mak, öğrenmek. ör. The level of first and foremost adv. ilk, ilkönce,
transferin receptors in the serum her şeyden önce. ör. Reflux of
has been found to be an excellent gastric contents into the lower
test for the diagnosis of iron esophagus is the first and foremost
deficiency. = Serum içinde transfe- cause of esophagitis.
rin reseptörlerinin düzeyinin demir first and last adv. her şeyi düşüne-
eksikliği tanısı için mükemmel bir rek, her şeyi hesaba katarak, her şey
test olduğu bulunmuştur. dahil.
finding n. bulgu; bulma, buluş. first of all ilk önce, ilk olarak, her
fine adj. ince, güzel, zarif, mükemmel. şeyden önce, en önce.
finely adv. incelikle, zariflikle. first or last adv. er ya da geç, er geç.
finger n. parmak. first-born ilk doğan (çocuk).
finger nail tırnak. first-class en iyi; birinci kalite.
fingermark parmakizi. first-fruit ilk ürün, turfanda.
finger print parmakizi. first-hand adj. & adv. ilk elden.
finish v. bitirmek, tamamlamak; par-
firstling n. ilk doğan yavru, ilk ürün;
latmak, cilalamak.
ilk yapılan iş.
finish up v. tamamen bitirmek.
firstly adv. her şeyden önce; ilk önce,
fire n. ateş. v. ateş yakmak, ateş et-
ilk olarak; başlamak gerekirse.
mek; işten çıkarmak.
first-rate adj. birinci sınıf, en kaliteli;
put the fire out ateşi söndürmek.
mükemmel.
set fire to tutuşturmak, ateşe vermek.
first-string adj. brinci sınıf.
firm adj. sert, katı, sağlam; şirket,
fission n. bölünme.
firma, kurum.
firmly adv. sıkıca, sağlam şekilde. fissiparous adj. bölünmeyle çoğalan.
firmness n. sıkılık, sağlamlık. fissura n. pl. fissurae yarık, çatlak.
first adj. ilk; birinci; en iyi; baş, baş- fissural adj. çatlak veya yarıkla ilgili.
ta. adv. önce, ilkönce, her şeyden fissure n. çatlak, yarık, füssur.
önce; başta, en önde, en ileride; ilk fist n. yumruk.
kez olarak. fistula n. pl. fistulae, fistulas bir
at first adv. ilkönce; başlangışta, epitel yüzeyden diğerine uzanan ge-
önceleri. çit, fistül.
fit 360 flawless

fit v. uygun hale getirmek, yerleştir- flake out v. uyuyakalmak; bilinç yi-
mek, hazırlamak; uymak, tam gel- timine uğramak. n. bitkin düşerek
mek. n. ani atak; bir sayrılığın veya uyuyakalma; yorgunluktan sızma.
duygusal durumun aniden ortaya flame n. alev. v. alev almak.
çıkması; bilinç yitimi; sara, sara nö- burst into flame tutuşmak, alev
beti; diş hekimliğinde, dişle ilgili bir almak.
uygulamayı yerine oturtma. adj. flaming adj. ateşli; alev alarak yanan.
sağlıklı ve güçlü. flank n. (vücudun sağ veya sol tara-
fit the bill v. uymak. fında) en alttaki kaburga kemiği ile
fitful adj. düzenli olmayan, sürekli
kalça kemiği arasındaki boşluk;
olmayan, başlayıp biten; rahatsız,
huzursuz. yan; böğür.
fitness n. uyumluluk; sağlık. flap n. kısmen sarkan doku kütlesi.
fitting adj. uygun, doğru. n. düzenek, flare n. yangı, yangılı. v. alevlendir-
dizge. mek, yaymak, yayılmak, alev alev
five n. beş. yanmak.
fix v. yerleştirmek, sabitleştirmek, flare-up döküntü; kızarıklık; ani ışık
tespit etmek; hazırlamak, yapmak, veya alev çıkması.
onarmak. flash n. ışıltı, ani ışık.
fix up v. kararlaştırmak, neden ol- hot flash menapoz döneminde ka-
mak, planlamak. dınlarda görülen, arkasından yoğun
fixation n. başlama, sabitleştirme, terlemenin meydana geldiği yüksek
tespit etme; saplantı; ileri derecede ısı dalgası.
düşkünlük. flat adj. düz, yassı. n. daire, bir blok-
fixative adj. (mikroskopik araştırma taki her yerleşim birimi.
için) dokuları korumada kullanılan flat foot düz taban.
bir madde. flatly adv. düz olarak.
fixed adj. sabit, belirli; tespit edilmiş. flatness n. düzlük; yassılık.
flabby adj. yumuşak, sarkık, gevşek. flatten v. yassılaşmış; yassılaştırmak.
flabbily adv. gevşekçe, gevşek ola-
flatulence n. mide veya bağırsaklarda
rak, sarkık bir şekilde.
bulunan gaz.
flaccid adj. gevşek, sarkık, yumuşak.
flaciddity adv. gevşeklik; baygınlık. flatus n. mide veya barsak gazı.
flag n. bayrak, sancak. flavedo n. derinin sarya dönüşmesi.
flagellatte v. vurmak, kamçılamak. flavour n. lezzet, çeşni, tat. v. tat
adj. kamçılı. vermek, lezzet vermek.
flagellated adj. kamçılı. flavourful adj. tatlı; lezzetli.
flagellation n. kamçılama; kırbaçla- flavouring n. tad veren, lezzet veren
ma; cinsel isteklerini doyurma aracı nesneler (tuz, baharat, vb.)
olarak kırbaçlama, kırbaçlanma. flavourless adj. tatsız, lezzetsiz.
flagellum n. pl. flagella uzun, kamçı- flavus n. L. sarı.
ya benzer çıkıntı; kamçı. flaw n. çatlak; hata, eksiklik, bozuk-
flake n. düz, ince tabaka; ince kat. v. luk. v. bozmak.
düz/ince tabakalara ayırmak. flawless adj. mükemmel; hatasız.
flawy 361 fluo-

flawy adj. hatalı; eksik. flooding n. özellikle doğumdan sonra


flax n. grimsi sarı; keten. döl yatağından gelen ileri derecede
flaxen adj. yeşilimsi sarıdan yapıl- kanama.
mış; yeşilimsi sarıya benzer; uçuk floor n. açık bir alanın veya içi boş
sarı; ketenden yapılmış. bir organın iç alt yüzeyi; yer, taban,
flaxy adj. ketenimsi, keten gibi. bazel.
flay v. derisini yüzmek, soymak. flora n. özel bir bölge veya dönemde
flea n. pire. yetişen bitki; bitey.
flea-bite pire ısırığı, pire yeniği. floral adj. çiçeklerle ilgili.
flea-bitten pire ısırıklarıyla dolu. florid adj. parlak renkli, özellikle be-
fleck n. benek, nokta. lirli deri lezyonlarına işaret eder;
fledge v. tüylenmek, tüylendirmek. sağlıklı, tam gelişmiş.
fledged adj. tüylü, tüylenmiş. floss n. diş aralarını temizlemede kul-
flee v. uzaklaşmak, kaçmak, sıvışmak. lanılan ipekten yapılmış iplik; flos.
flesh n. ten, vücut; et. flossy adj. göz alıcı, gösterişli.
flex v. eğmek, bükmek. flour n. un.
flexible adj. bükülebilir, bükülür, bü- floury adj. unlu.
külgen, değişken; esnek, elastiki. flourish v. gelişmek, ilerlemek.
flexion n. eğilme, bükülme. flow v. akmak. n. akım, akıntı, akma,
flexor n. bükücü kas. akış; vücuttan sıvı akışı; dalga.
flexura n. pl. flexurae eğilme, bü- blood flow kan akışı.
külme. overflow taşma.
flexure n. eğilme, bükülme. flower n. çiçek. v. çiçek vermek.
flicker n. titreme, titreşim. v. titremek, flu n. grip, influenza.
yanıp sönmek, pırıltılı yanmak. flucrylate n. cerrahide doku yapıştırıcı
flicks n. gözün hızlı, istemsiz sabit- madde.
leme devinimleri. fluctuate v. dalgalanmak.
flinch v. zorluk, tehlike veya acıdan fluctant adj. dalgalı, sabit olmayan;
kurtarmak; çekinmek, sakınmak. düzensiz.
flip v. sessizce ayrılmak; sıyrılıp çık- fluctuation n. dalgalanma, inip çıkma.
mak; atmak. fluency n. akıcılık.
flip over v. çevirmek. fluent adj. akıcı.
float v. yüzmek, yüzdürmek, havada fluid n. akışkan madde, sıvı, akar
durmak. madde; su, gaz, buğu.
floating adj. gezen; normal konu- fluid balance bedenin sıvı dengesi.
munda bulunmayan; havada asılı fluidity n. akışkanlık.
duran. fluke n. kurt, parazit.
flock n. yığın, küme, sürü. flumen n., L. pl. flumina akıntı.
flood n. bol menstrual akıntı; sel, tu- flunk v. başaramamak, başarısız ol-
fan, su basması. mak.
flood of violence öfke seli; ileri dere- fluo- prefix. akıntı anlamına önek. ör.
cede şiddet. fluocortolone.
fluoresce 362 fomentation

fluoresce v. parlamak, parıldamak. fold v. katlamak, katlanmak, kıvrıl-


ör. The glowing light seen in some mak. n. bir membran veya bedensel
lakes results from the presence of parçanın katlanması veya kıvrılması.
bacteria which fluoresce. folded adj. kıvrımlı.
fluorescence n. ışınım. folie n. delilik; psikoz; ruhsal sayrılık.
fluorescent adj. ışınır. folium n. pl. folia geniş, ince, yaprak
flush v. akan su ile temizlemek; kı- şeklinde bir yapı.
zarmak,; kanlanmak, yüzüne kan follicle n. küçük, salgı yapan bez ve-
hücum etmek. ya kese, küçük başluk, kavite; küre-
flute n. oluk, yiv. ye benzer hücre kütlesi. ör. Each
fluted adj. oluklu, yivli. human egg develops within an
flutter v. çırpınmak, titremek. ovarian follicle.
flux v. fışkırmak, hızla akmak. n. vü- folliculus n. pl. folliculi küçük kese,
cut yüzeyinden veya bir kaviteden kesecik.
bol miktarda sıvı salınımı. follow v. eşlik etmek, izlemek, peşin-
fluxion n. akma, fışkırma. den gitmek, arkasından gelmek
fly v. uçmak; hızla geçmek (zaman). follow out v. zorla çıkarmak.
n., pl. flies sinek. follow sth up devam etmek, sürdür-
foam n. köpük; ağızdan gelen köpük- mek.
lü akıntı. v. köpürmek, köpüklen- follow through v. başarmak, tamam-
mek, köpük çıkarmak. lamak.
focal adj. odaksal, odakla ilgili, loka- follow up v. gözden geçirmek, güç-
lize bir alanla ilgili. lendirmek.
focus, n. pl. foci, odak. v. odaklanmak, follow-up ayakta hasta takibi.
yönelmek. ör. The development of follow sth out sonuna kadar uygula-
the definitive metanephros may mak.
occur in ectopic foci, usually at as follows aşağıda gösterildiği gibi.
abnormally low levels. following prep. –den sonra, sonrasında,
focus in on v. odaklanmak. aşağıdaki. ör. Following illnesses in
focus on v. dikkatini tek bir şeye children, there is a period of
vermek, bir şeye odaklanmak. “catch-up growth” during which
focal adj. odaksal. the growth rate may be as much as
fodder n. yem, gıda. v. beslemek. 400% above normal. = Çocuklarda,
fog n. sis. hastalık sonrasında, büyüme hızının
foggy adj. sisli. normalin %400 kadar üzerinde ola-
foil v. bozmak, engellemek. n. ince, bildiği “hızlı büyüme” dönemi vardır.
bükülebilen, katlanabilen metal ta- the following aşağıdaki, aşağıdakiler.
baka. folly n. yanlışlık; aptallık, budalalık.
-fold suffix. ...katı, ...kez daha... an- fomentation n. sıcak uygulaması;
lamlarına sonek. ör. twofold, sayrılık sağaltımında sıcak ve nem
fourfold. uygulaması.
fomes 363 forbidden fruit

fomes, fomite n. pl. fomites bir sayrı- under foot yerde; ayak altında.
lık ajanına konakçı olan ve olasılık- foot-and-mouth disease bazan insa-
la da bu ajanı bulaştıran çamaşır, na da geçebilen, bulaşıcı virütik bir
bez, havlu gibi eşya. hayvan sayrılığı.
fondle v. okşamak; sevmek. footdrop ayağı büken, adale felci ne-
fondly adv. sevgiyle. deniyle ortaya çıkan ayak çökmesi.
fontanelle n. bebek başındaki yumu- footmark n. ayak izi.
şak bölge, bıngıldak. footnote n. dipnot.
fonticulus n. pl. fonticuli bıngıldak. foot path n. keçiyolu.
food n. besin, gıda, yiyecek. footstep n. ayak izi, ayak sesi.
food additives n. gıda katkı maddele- for prep. için, zarfında, müddetçe;
ri. çünkü, zira. conj. nedeniyle.
food allergy yenilen bir gıdaya karşı for a change değişiklik olsun diye.
bedenin duyarlılığı; gıda alerjisi. for all -ise de, karşın.
food analysis n. besin kimyası, besin for all that -mesine karşın.
ayrıştırması. for ever adv. sonsuza dek, daima.
food-borne adj. gıda kaynaklı, gıda- for example örneğin.
lardan köken alan. ör. Salmonella for fear of endişesiyle, korkusuyla.
are flagellated, gram-negative for good sonsuza dek.
bacteria that cause a self-limited for instance örneğin.
food-borne and water-borne for one thing birincisi.
gastroenteritis. for once bir kez.
food chemistry n. besin kimyası. for rent kiralık.
food comsumption n. besin tüketimi. for sale satılık.
food poisoning n. gıda zehirlenmesi. for the most part genellikle.
food stuffs n. gıda maddeleri. for the purpose of amacıyla, için,
fool adj. budala, enayi, ahmak, aptal. -mek için.
v. aptallaştırmak. for this reason bu nedenle.
foolery n. ahmaklık. foramen, n. pl. foramina . vücutta
foolish adj. aptalca; aptallıktan kay- özellikle kemik içinde görülen de-
naklanan. lik; geçit.
fool around v. aptalca davranmak; foraminulum n. pl. foraminula kü-
rahat davranmak. çük delik, küçük geçit.
make fool of sb (birisini) budala foray n. akın, ani saldırı.
yerine koymak. forbear v. sabretmek; kendini tut-
foot, pl. feet n. ayak. mak.
on foot ayakta, yaya, yaya olarak. forbearance n. sabır.
put one's foot down ayak diremek; forbearing adj. sabırlı.
ısrar etmek. forbid v. yasaklamak.
put one's foot in one's mouth ko- forbidden adj. yasak; yasaklanmış.
nuşurken gaf yapmak; konuşma sı- forbidden fruit istenilen fakat yasak
rasında patavatsızlık etmek; çam olan herhangi bir nesne; yasak
devirmek. meyve.
forbidence 364 foreworn

forbidence n. yasaklama; yasak. foregone adj. geçmiş; ayrılmış; daha


forbiding adj. yasaklayıcı, engelleyi- önceden tamamlanmış.
ci; anlaşılmaz. forehead n. alın; alın bölgesi.
force n. kuvvet, güç; baskı, etki, şid- foreign adj. yabancı.
det. v. zorlamak, mecbur etmek. ör. foreign matter n. yabancı cisim, ya-
Force is required to move an object bancı cisimcik.
from one place to another. foreleg n. ön bacak.
enforce v. zorla yaptırmak. foremost adj. en önce, en başta, en
force feedback n. laboratuarda direnç önemli.
gücü geliştirme. forensic adj. yasa ile ilgili; yasal.
forcible adj. zorla. forensic medicine n. adli tıp; tıbbın
forcibly adv. zorlu, zor kullanarak. hukukla ilgili dalı.
forceps n. pl. forceps, forcepses foreplay n. cinsel birleşmeden önceki
pens, penset, kıskaç, çekici. uyarıcı etkinlik, aşk oyunları.
forcipate adj. pens/kıskaç şeklinde. forepleasure n. cinsel birleşme önce-
fore adj. önde bulunan; öne yerleşti- si etkinliklerden duyulan zevk.
rilmiş olan. n. önde bulunan nesne; foresaid adj. önceden belirtilen.
ön kısım. foresee v. önceden görmek, öngör-
fore- prefix. 1. ön; (zaman olarak) mek, sezmek, tahmin etmek.
önde, önce; 2. ön kısım, ilk kısım, forseen adj. beklenen, öngörülen, se-
birinci bölme, anlamlarına önek. ör. zilen.
foresight, foreskin. foresight n. önceden görme.
forearm n. ön kol; kolun bilek ile foreskin n. sünnette kesilen deri;
dirsek arasındaki kısmı. sünnet derisi; penis ucunda bulunan
forebear n. ata; cet. deri.
forebode v. tehlikesine işaret etmek; forespeak v. öngörmek; tahmin et-
uyarmak.
mek.
forecast v. öngörmek; kestirmek;
forest n. orman.
tahmin etmek; önceden hesaplamak.
forestall v. önlemek.
foreconscious n. beynin belleği depo-
foretell v. önceden haber vermek;
layan ve bazı koşullarda bilince
öngörmek, tahmin etmek.
ulaştıran kısmı.
forethought n. kasıt; önceden plan-
forefather n. pl. forfathers n. ata,
lama.
dede; soy, cet.
forefinger n. işaret parmağı. foretime n. geçmiş; geçmiş zaman.
forefoot n. hayvanın ön ayaklarından foretooth n. ön diş; kesici diş.
birisi. forever adv. daima; sürekli; sonsuza
forego, forgo v. vazgeçmek; bırak- dek.
mak; -den mahrum bırakmak; önce- forevermore adv. sürekli.
den olmak; zaman olarak önce foreverness n. süreklilik.
meydana gelmek. forewarn v. önceden uyarmak.
foregoing adj. geçmiş; önceki; önce- foreword n. önsöz, giriş.
den söylenen ve yazılan. foreworn adj. bitkin, yorgun.
forger 365 forward

forger n. düzenbaz, sahtekar. formulate v. açıkça anlatmak, biçim-


forgery n. düzenbazlık, sahtekarlık. lendirmek, formüle etmek.
forget v. unutmak, ihmal etmek. fornicate v. zina yapmak; evli olma-
forgetful adj. unutkan. dan cinsel ilişkiye girmek.
forgetfulness n. unutkanlık. fornicate v. cinsel ilişki kurmak.
forgive v. bağışlamak. fornication n. evli olmayan kadın ve
forgivable adj. bağışlanabilir. erkeğin cinsel ilişkisi; zina.
forgo v. vazgeçmek. fornicator n. zina yapan erkek.
fork n. çatal. fornicatrix n. zina yapan kadın.
form n. şekil, biçim, tarz. v. oluştur- fornix, fornicis n. pl. fornices kub-
mak, şekil vermek, kurmak. bemsi yapı.
formation n. yapı; şekil; oluşum. ör. forth adv. zaman, yer veya düzen
Cholesterol gallstone formation olarak ilerde, ileri doğru, ...dışarı;
involves a tetralogy of simultaneous dışarı, dışarıya doğru; yurtdışı,
defects. yurtdışına; bir yerden uzağa, ileriye.
format n. boyut, biçim. and so forth ve benzeri, vb., ve di-
formative adj. oluşan; oluşma yete- ğerleri.
neğinde olan; ilk gelişim evresi; back and forth ileri geri.
oluşum, gelişim ve büyüme ile ilgili. forthcoming adj. yakın gelecekte,
formal adj. usule uygun, resmi. yakında; yaklaşan, gelen, yapılacak
formality n. resmiyet, formalite. olan; hazır, gerektiğinde el altında.
informal adj. resmi olmayan. forthright adj. doğrudan; açık sözlü,
informally adv. resmi olmayan bir dürüst; çekinmeden, dürüstçe.
şekilde. forthwith adv. derhal, hemen, ge-
forme fruste bir sayrılık veya duru- cikmeden, gecikmeksizin.
mun belirgin olmayan, sınırlı veya fortify v. güçlendirmek; güç vermek;
henüz tamamlanmamış evresi; ilk yüreklendirmek, cesaret vermek.
evre. fortification n. cesaret verme, yürek-
former adj. önceki, evvelki. lendirme, güç verme.
formerly adv. evvelce, eskiden, ön- fortitude n. cesaret, yüreklilik.
ceden. fortnight n. iki hafta; on beş gün,
the former önceki, ilki, birincisi, onbeş günlük süre.
ilk sözü edilen. fortuitous adj. kazara meydana ge-
the latter sonraki, son sözü edilen. len; şans eseri olan; rastlantısal olu-
formic adj. formik asitle ilgili; karın- şan; planlanmamış, geçici; tesadüfi.
cayla ilgili. fortuity n. şans.
formication n. derinin içinde kurtçuk fortunate adj. kısmetli, şanslı, talihli.
veya böcek sürünmesi şeklinde algı- fortune n. yazgı, kısmet; talih, şans.
lanan duyu. forward adj. önde; öne ait; ön; öne
formidable adj. korkunç, yenmesi doğru ilerleyen; ilerleyici; ilerici;
güç. gelişmiş.
formula n. pl. formulas, formulae look forward to çok istemek, dört
çözüm yolu, formül. gözle beklemek.
forwards 366 fray

put one's best foot forward iyi bir fowl n. kümes hayvanı; kuş.
ilk etki bırakmak; iyi bir başlangıç fox n. tilki.
yapmak. foxy adj. tilki gibi; sinsi.
forwards adv. ileri, ileriye doğru, öne fraction n. kırma, kırılma; kesin.
doğru. fractionate v. kırmak, parçalamak.
backwards and forwards ileri geri. fractination n. kırma, parçalama.
forwhy adv. niçin; çünkü. fracture n. çatlak, kırık, özellikle
fossa n. pl. fossae çukur. kemik veya kıkırdak kırığı. v. çat-
fossette n. küçük çukur, oyuk. lamak, kırılmak, kırmak.
fossil n. taşıl, fosil. fractious adj. huzursuz, sinirli, huysuz.
fossiliferous adj. taşıl içeren. fragile adj. kolay kırılır.
fossula n. pl. fossulae küçük çukur, fragility n. kırılganlık, kolay kırılabi-
oyuk; ince çizik. lirlik, kırılmaya yatkınlık.
fossulate adj. çukur, çukurlaşmış. fragment n. parça, bölüm.
foster v. bakmak, beslemek, büyüt- fragmentary adj. bağlantısız, parça-
mek; yetiştirmek; cesaretlendirmek; lar halinde, dağınık.
teşvik etmek. adj. anne-baba bakımı fragmentation n. parçalara ayrılma;
gören. dağılma, parçalama.
foster- prefix. anne-baba bakımı gö- frail adj. narin, zayıf.
ren, veren anlamlarına önek. ör. frame n. çerçeve, çatı, yapı. v. kur-
foster-mother, foster-son, foster - mak, çatmak.
home. framework n. çatı, yapı, çerçeve.
foul adj. kirli, iğrenç, pis, bozuk. v. frame of mind ruhsal durum; tutum;
düşünüş biçimi.
bozmak, kirletmek, pisletmek, pis-
Franco- prefix. Fransa, Fransız an-
lemek.
lamlarına önek. ör. Francophile,
foul up v. karışıklığa neden olmak.
the Franco-Belgian border.
foully adv. iğrenç bir şekilde, iğrenç
frank adj. yanılmaz; doğru sözlü;
halde. açık, belirgin.
found v. kurmak, temelini atmak. frankly adv. açıkça.
foundation n. kurma, temel, ana, fraternity n. kardeşlik, kardeşler ara-
esas, kurum, kuruluş. sı ilişki.
fovea n. pl. fovea beden veya kemik fraternal adj. kardeş gibi, kardeşlikle
yüzeyindeki herhangi bir doğal çö- ilgili.
küntü. fraud n. yapay, taklit, sahte; sahtekar,
fovate, fovated adj. çıkur, çukurlaş- düzenbaz, sahtekarlık, düzenbazlık,
mış, çopur, çopurlaşmış. ahlaksızlık.
foveation n. çopurlaşma; çiçek ve su fraudulent adj. yapay, sahte, aldatıcı.
çiçeğinde görüldüğü gibi çukurlaşma. fraught adj. kaygılı, canı sıkılan; bir
foveola n. pl. foveolae küçük çukur, şeyle dolu, bir şey yüklü.
çukurcuk. fray v. parça parça olmak; yırtılıp da-
foveolate adj. küçük çukur içeren, ğılmak; yıpranmak. n. kavga, tar-
çukurlu. tışma, çekişme.
freak 367 friendship

freak n. olağan dışı veya garip bir frenzy n. çılgın; çılgınlık; delilik;
oluşum veya yaratık; anormal mani.
oluşmuş bir organizma veya canlı. frequent adj. sık, sık meydana gelen,
adj. doğal olmayan, olağandışı, garip. sık görülen. ör. Respiratory tract
freakish adj. doğal olmayan, olağan- infections are more frequent than
dışı, garip, tuhaf. infections of any other organ and
freaky adj. olağandışı. account for the largest number of
freckle n. çil. workdays lost in the general
-free suffix. -sız, -sı olmayan, population. = Solunum yolu
...bulunmayan anlamlarına sonek. anfeksiyonları her hangi bir organ
ör. effusion-free effüzyonsuz. salt- enfeksiyonlarından daha sık görülür
free diet tuzsuz yemek. trouble- ve toplumda en büyük işgünü kay-
free journey sorunsuz seyahat. bından sorumludur.
free adj. serbest, özgür; parasız, be- frequency n. sıklık.
dava. v. serbest bırakmak, salıvermek. frequently adv. sık sık, çok kere; sık
freedom n. serbestlik. aralıklarla. ör. Common epidermal
free-living adj. kendi başına varlığını tumors occur most frequently in
sürdüren, bağımsız. ör. Some middle-aged or older individuals.
insects depend on a host during fresh adj. taze.
stages of larval development; others freshreflex n. emme ve çiğneme de-
are free-living. vinimleri.
freshwater n. tatlı su, tuz içeriği dü-
freely adv. serbestçe, özgürce.
şük su. ör. Freshwater fish are
freeway n. otoban.
found in lakes and rivers.
freewill adj. gönüllü; istekli; isteyerek.
fretful adj. huysuz, somurtkan.
freeze v. donmak, dondurmak, buz
fretfullness n. huysuzluk, somurtkan-
kesilmek.
lık.
freeze over v. göllerde, nehirlerde
friable adj. kolay kırılabilen.
olduğu gibi donmak.
friction n. sürtme, sürtünme, ovma,
freeze up v. kötü bir şey nedeniyle ovuşturma.
dona kalmak. fridge n. buzdolabı.
freezing adj. dondurucu, buz gibi. n. friend n. dost, arkadaş.
donma; soğuk ortamda tutarak sert- friendless adj. kimsesiz, dostu olma-
leştirme. yan.
freezing point donma noktası. friendliness n. dosluk, güleryüzlülük.
frenetic adj. çok heyecanlı, şaşkın, friendly adv. dostça, arkadaş canlısı.
şaşırmış. unfriendly adv. düşmanca, hasmane.
frenulum n. pl. frenula küçük kıvrım. -friendly suffix. sıfat oluşturan sonek;
frenum n.pl. frena, frenums bir or- -ması zor olmayan; -e yardımcı. ör.
gan veya yapının hareketini sınırla- user-friendly computer kullanıcı-
yan küçük deri veya mukoz sına kolaylık sağlayan bilgisayar.
membran veya deri kıvrımı. friendship n. dostluk, arkadaşlık.
fright 368 -ful

fright n. korku, ani korku. lık ve sertlik durumu; vücudun bu-


frighten v. korkutmak, ürkütmek. run, el veya ayak parmağı gibi kı-
frightening adj. korkutucu, ürkütücü. sımlarının donması, kangren, doku
frightful adj. korkunç, müthiş. yıkımı.
frigid adj. son derece soğuk; duygu- froth n. köpük. v. köpürmek.
suz; cinsel ilişkiye ileri derecede frothy adv. köpüklü, köpürmüş.
soğuk olan, cinsel ilişkiye karşılık frottage n. ovma, sürme; masaj.
vermeyen. frown v. onaylamamak, uygun gör-
frigidity n. kadında cinsel istek ol- memek; kaşlarını çatmak.
maması; cinsel soğukluk. frozen adj. donmuş.
frigorific adj. soğutan; soğuk oluşturan. fructo- prefix. fruktoz anlamına önek.
frisk v. neşeyle atlayıp sıçramak; bir fructuous adj. üretken, meyve veren.
kişinin üstünü aramak (silah vb. frugivorous adj. meyve ile beslenen,
kontrol etmek için). meyve yiyen.
frisky adj. enerjik, neşeli, yaşam do- fruit n. meyve, yemiş; sonuç.
lu, canlı. fruitful adj. verimli, bereketli.
frivolity n. ciddiyetsiz; ciddiyetsizlik; unfruitful adj. verimsiz.
aptallık, saçmalık. frustrate v. engellemek, işini boz-
frivolous adj. önemsiz, ciddiyetsiz; mak, hayal kırıklığına uğratmak,
aptalca, saçma. yenmek.
frizzy adj. kıvır kıvır; kıvırcık (saç). frustration n. engelleme; yılgınlık.
fro adv. uzağa; arkaya. fry v. kızartmak.
to and fro şuraya buraya, öteye be- fried adj. kızarmış.
riye. fuel n. enerji üretmek üzere kullanı-
frog n. kurbağa. lan herhangi bir nesne; canlı bir or-
from prep. -den, -dan, itibaren. ganizma tarafından metabolize edi-
from ... to ... dan … ya. len besin maddesi.
from A to Z baştan sona. fuel-efficient adj. yakıtta verimli, ta-
from beginning to end baştan sona. sarruflu.
from time to time zaman zaman. fugacious adj. çabuk yok olan; çabuk
frondescent adj. yapraklı. yayılan.
frons , frontis n. alın. fugitive adj. geçici; gezen, dolaşan.
front n. ön, yüz, cephe. -ful suffix. 1. sıfat oluşturan sonek; ...
in front of önünde. ile dolu, ... niteliğinde, -e neden
frontad adv. öne foğru. olan. ör. an eventful day olaylarla
frontal, frontalis adj. önde; önde bu- dolu bir gün. Is it painful? Ağrı ve-
lunan; alınla ilgili. riyor mu? shouting cheerfully ne-
frontmost en ön. şeli bir şekilde bağıran. 2. ad oluştu-
frost n. donma; don, kırağı; soğuk ran sonek; -ı kadar, ... dolusu, ... lık.
davranış. ör. three cupful of milk üç kupalık
frost bite n. soğuk ısırması; şiddetli süt. an armful of flowers kucak do-
soğuğa maruz kalmanın neden ol- lusu çiçek. a roomful of people oda
duğu, deride görülen şişme, kızarık- dolusu insan.
fulcrum 369 furcal

fulcrum n. pl. fulcra, fulcrums bir fumigation n. temizleme; dezenfekte


kaldıracın, levyenin üstünde döne- etme.
bildiği nokta, dayanak. fuming adj. bukar çıkaran.
fulfil v. yerine getirmek, tamamla- function n. iş, görev, işlev.
mak, yapmak, gerçekleştirmek, so- functional adj. işlevsel, iş görür. ör.
nuca ulaştırmak. Pituitary carcinomas are quite rare,
fulfilment n. yerine getirme, tamam- and most are not functional.
lama, yapma, infaz. fund n. özel yatırım, fon.
fulgurant adj. delici, kesici. fundament n. ana, temel, esas; kıç.
fulgurating adj. delici, kesici. fundamental adj. ana, esas, temel;
fulgurate v. ani ışık parıltıları çıkar- asıl; belli başlı; başlıca. ör. The
mak; dokuyu elektrik akımı ile magnitude of the arterial pressure
yakmak. depends on two fundamental
fulguration n. sağaltım amacıyla do- hemodynamic variables: cardiac
kunun elektrik akımı ile yakılması. output and total hemodynamic
fuliginous adj. dumanlı, isli. variables: cardiac output and total
full adj. dolu; tam; bol. peripheral resistance. = Arteriel
full blood saf kan. basıncın büyüklüğü iki temel
full blooded saf kan. hemodinamik değişkene bağlıdır:
full blown açmış; tam olarak gelişmiş. kardiyak atış ve peripherel direnç.
full term normal gebelik. fundus n.pl. fundi içi boş bir organın
full up dolu; tam olarak dolu; dopdolu. veya bir kesenin taban kısmı.
fulling n. ovma, yoğurma.
fungate v. (mantar gibi) hızla yayılmak.
fullness n. dolgunluk.
fungal adj. mantarlarla ilgili.
fully adv. tam olarak, tamamen.
fungucide n. mantar yok eden ajan,
in full tamamen.
mantar öldürücü.
to the full tamamen, tam olarak.
fungiform adj. mantar biçiminde,
fulminate v. eleştirmek, gürlemek,
mantar şeklinde.
patlamak.
fulminant adj. aniden gelen (hasta- fungoid adj. mantara benzeyen.
lık), hızlı ilerleyen (hastalık). fungous adj. mantarla ilgili.
fulminating adj. şiddetli ve hızlı iler- fungus, n. pl. fungi mantar.
leyen (hastalık). funic adj. göbek bağı/kordonu ile il-
fume v. kötü gaz veya duman çıkar- gili.
mak; tütsülemek. n. duman, buhar, funicle n. bağ, kordon.
gaz. funiculus n. pl. funiculi kordon, bağ.
fumble v. beceriksizce yapmak, dü- funiform adj. kordon şeklinde.
şürmek, tutamamak. funis n. göbek kordonu.
fumble for sth (el yordamıyla) ara- funnel n. huni, huni şeklinde boru.
mak, araştırmak. fur n. dil üzerinde oluşan pas; kürk,
fumble for words kekelemek. hayvan postu.
fumigant adj. temizleyici. furcal adj. çatallı, çatal biçiminde.
furcation 370 -fy

furcation n. çatallanma, çatal biçi- fused adj. birleşmiş, kaynaşmış, kay-


minde uzantı. naşık.
furfur n. pl furfures kepek. fusibility n. eriyebilme konumu; eri-
furfuraceous adj. kepekli, pullu; ke- yebilirlik.
pek veya pula benzer. fusible adj. eriyebilen.
furnace n. ocak, fırın. fusion n. erime, eritme, birleşme, bir-
furnish v. cilalamak; döşemek, do- leştirme, kaynaştırma. ör. Fusion of
natmak; sağlamak. the upper or lower poles of the
furor n. öfke; kızgınlık; şiddetli kidneys produce a horseshoe-
heyecen; genel düzensizlik. shaped structure continuous across
furrow n. oluk. the midline anterior to the great
further adj. daha ileri, daha çok, da- vessels.
ha uzak, ayrıca, diğer, ek olarak. fusiform n. iğ şeklinde. ör. Muscle
daha geniş, zaman ve derece olarak spindles are fusiform structures that
daha geniş kapsamlı. adv. daha faz- respond to stretch in muscles and
la; belirli bir dereceye kadar; ayrıca have a role in maintaining tone.
üstelik. v. ilerlemek; ileri götürmek. fustigation n. ince çubuklarla masaj
furthermore adv. üstelik; zaten; bir yapma; ince çubuklarla yapılan ma-
de; bundan başka; ayrıca, ek olarak. saj.
furthermost adj. en ileri, en uzak. fussy adj. fazla titiz, mız mız, telaşçı,
furuncle n. çıban; içi irin dolu şişlik. yaygaracı.
ör. Furuncles are most frequent in futile adj. başarısız, boş, beyhude, ya-
moist, hairy areas, such as the face, rarsız.
axillae, groin, legs and submammary futility n. amaçsızlık, boşluk, yarar-
folds. sızlık.
furunculosis n. çıban oluşması. future n. gelecek.
fury n. öfke; hiddet. futurity n. gelecek, gelecek durum,
furious adj. azgın, şiddetli, kızgın, gelecek olay.
öfkeli. fuzzy adj. belirsiz, bulanık.
furunculus n. pl. furuncili çıban. -fy suffix. yapma, oluşturma anlamla-
fuscus L. koyu; loş; karanlık. rına sonek. ör. reify, nutrify.
fuse v. birleşmek, birleştirmek, kay-
naşmak, kaynaştırmak; erimek.
G,g

G, g General genel. Gram gram. gallstone n. safra kesesinde görülen,


Gravity ağırlık, çekim gücü anlam- kalsiyumdan oluşan taş benzeri olu-
larına kısaltma. şum.
gab v. önemsiz konular konuşmak; galling adj. akut iritasyona veya ra-
gevezelik etmek. n. gevezelik, laf. hatsızlığa neden olan.
gabble v. anlamsız, tutarsız ve hızlı gallop v. acele etmek, dört nala gitmek.
konuşmak. n. hızlı/ anlamsız/ tutar- gallop rhythm n. kalbin dört nala gi-
sız konuşma der gibi vuruş ritmi.
gad v. başıboş/avare dolaşmak. galvanism n. kesilmeyen elektrik
gadget n. alet, araç. akımı.
gag v. kusmaya çalışmak, öğürmek; galvenization n. doğru akım uygula-
susturmak, konuşmasını önlemek n. ması.
ağızda veya boğazda cerrahi işlem galvano- prefix. elektrik, doğru akım
sırasında ağzı açık tutmak için ağıza anlamlarına önek.ör. galvanometer
konulan nesne; susturmak için ağıza elektrik akımının gücünü ölçen saat.
konan tıkaç. game n. maç; yarışma.
gage n. ölçü aleti, ölçü, ölçüt. gambol v. coşarak oynayıp sıçramak.
gaiety n. neşe; eğlence. gamete n. yumurta veya sperm; emb-
gaily adv. sevinçle, neşeyle. riyo oluşturmak üzere birleşmiş cin-
gain v. edinmek, elde etmek, kazan- siyet hücreleri/gözeleri. ör. Gametes
mak, varmak. n. kâr, kazanç, fayda, are formed during the process of
yarar. meiosis.
gait n. gidiş, yürüyüş. gameto- prefix. gemet, sperm veya
galactacrasia n. anne sütünün anor- yumurta anlamlarına önek.
mal bileşimi. gametogenesis n. üreme gözesi üre-
galactagogue n. süt salınımı ve akışını timi. ör. During gametogenesis in
arttıran madde. the female, mature egg cells are
galactic adj. sütle ilgili; sütlü. formed.
galactischia n. süt salınımının baskı- gammacism n. g ve k seslerinin yan-
lanması. lış telaffuzu.
glactorrhea n. fazla süt salınımı. gamic adj. cinsel birleşmeden kay-
galacto-, galact- prefixes. süt, sütlü naklanan, cinsel birleşmeyle ilgili.
anlamlarına önekler. ör. galactose gamo- prefix. birleşme, kaynaşma,
bir basit şekerlerden biri. cinsel birleşme anlamlarına önek.
galea n. başı kaplayan bandaj/sargı. ör. gamogenesis, gamo-petalons.
galeophobia n. kedilere karşı duyulan gamogenesis n. eşeysel üreme.
korku; kedilerden duyulan ürküntü. gamophobia n. evlenme korkusu; ev-
gall n. safra; sıyrık, aşınma. liliğe karşı duyulan ürküntü.
gallbladder n. safra kesesi. ör. -gamous, -gamy suffixes. evlenme,
Inflammation of the gallbladder cinsel birleşme anlamlarına sonek-
may be acute, chronic, or acute ler. ör. cleistogamous, dichogamous,
superimposed on chronic. allogamy çupral döllenme.
gang 372 geminate

gang n. arkadaş grubu; çocukların ge- are inflamed, the condition is called
lişim evresindeki sokak grubu; çete. gastroenteritis.
gangliate, gangliated adj. düğümlü. gastrointestinal tract n. mide-barsak
gangliform adj. düğümlü, düğüm bi- yolu.
çiminde. gastroplasty n. mide onarımı.
ganglion n. düğüm, sinir düğümü; gastroptosis n. mide düşüklüğü.
tendon kılıfında veya eklem bölge- gather v. toplamak, toplanmak, birik-
sinde görülen kist benzeri şişlik; ur. tirmek, biraraya getirmek.
gangrene n. kan eksikliği nedeniyle gatophilia n. kedilere gösterilen fazla
doku ölümü, gangren. ilgi.
gap n. boşluk, boğaz, ara, aralık, gatophobia n. kedilere karşı duyulan
açıklık. korku.
gapes n. parazit kurtların neden olduğu gauge n. ölçü aleti; ölçüt, örnek.
tavuk sayrılığı. gauntlet n. el bandajı.
garbage n. çöp, atık. gavage n. ağızdan sindirim borusu
garble v. karıştırmak, karma karışık yoluyla mideye uzatılan bir tüple
etmek. besin verme; tüple besleme. v. tüple
gargle v. ağız ve boğaz temizliği beslemek.
yapmak; gargara yapmak. n. garga- gay n. eşcinsel (erkek); neşeli; parlak.
ra; gargara sesi. gauge v. değerlendirmek, ölçmek.
garlic n. sarımsak. gauze n. gazlı bez; cerrahi yaraları
garlicy adj. sarımsaklı, sarımsak ta- sarmak veya ameliyat sırasında ya-
dında. raları silmek için kullanılan bez.
gas n. gaz. gaze v. gözünü dikerek bakmak.
gas gangrene n. enfekte dokuda gaz gel n. jel, katı veya yarı-katı çözelti.
varlığıyla karakterize olan gangren. gelatin n. ilaç kapsülü yapımında kul-
gaseous adj. gaz ile ilgili, gaz halinde lanılan, katı haldeki bir tür protein;
var olan, gazlı, gaz gibi. jelatin.
gasiform adj. gaz halinde. gelatinize v. jelatin haline dönüştür-
gasify v. gaza dönüştürmek. mek; pelteleştirmek; jelatinle kap-
gassy adj. gazlı. lamak.
gash v. kesmek, yaralamak. gelatinous adj. yapışkan; jelatine
gaster n. mide. benzeyen; jelatinle ilgili; jelatin içe-
gastric adj. mide ile ilgili, midede. ren.
gastralgia n. mide ağrısı. gelation n. soğutarak veya dondura-
gastritis n. mide yangısı. rak katılaştırma; pelteleştirme.
gastro- , gastr- prefixes. mide, karın gelosis n. katı, şiş kütle.
anlamlarına önekler. ör. gelotolepsy n. kendiliğinden olan,
gastrocardiac mide ve kalple ilgili. normal kas gerilim kaybı.
gastrobrosis n. mide delinmesi. gemellogy n. ikizliği araştıran tıp dalı.
gastroenteritis n. mide-barsak yangısı. geminate v. iki katına çıkarmak. adj.
ör. When the stomach and intestines çift, çift oluşturan.
gemmation 373 geniculum

gemmation n. çoğunlukla bitki ya- generous adj. bol, bereketli, cömert.


şamında görülen, sürgün verme yo- genes n. kalıtımdan sorumlu olan bi-
luyla üreme. rimler; genler.
gen- prefix. doğan, üreyen, olan an- lethal genes n. ölüme yol açan gen-
lamlarına önek. ler.
-gen, -gene suffixes. üreten, meydana genesis n. köken, yaratılış.
getiren, üremiş anlamlarına sonek- -genesis suffix. üreme, türeme anlam-
ler. ör. oxygen oksijen. antigen anti- larına sonek. ör. biogenesis, par-
jen. agenesis.
gen, gene n. gen; kalıtımsal özellikleri genetic adj. kalıtım bilimi ile ilgili.
taşıyan biyolojik birim; kalıtım ta- genetic code n. bir DNA molekülünde
şır. adj. gen veya kalıtımla ilgili. v. nükleotid dizilimi. ör. The genetic
üretmek. code has information for the
lethal genes n. ölüme yol açan genler. production of specific protein
gena n. yanak. molecule.
genal adj. yanaklarla ilgili. genetic load n. halk arasındaki zararlı
-genarian suffix. ad ve sıfat oluşturan genlerin toplamı, zararlı genetic ge-
sonek; ..yaşında olanlar, ...kuşağı. çiş. ör. Euphenics increases the
ör. octogenarian 80-89 yaş kuşa- genetic load by decreasing the
ğında olan kişi. death rate of genetically abnormal
gender n. cinsel kategori; erkek veya individuals.
dişi. genetic template n. özgün m-RNA’nın
general adj. genel, herkese açık, yay- yapısını belirleyen tek bir DNA teli.
gın. ör. DNA serves as the genetic
generalized adj. genelleşmiş, genel template for m-RNA molecules and
olarak konulmuş. thus controls protein synthesis.
generally adv. genel olarak, çoğun- geneticist n. kalıtımbilimci. ör.
lukla. Geneticists study the way in which
in general genelde, genel olarak. characteristics are passed from one
generalist n. pratisyen hekim, aile generation to the next.
doktoru. genetics n. kalıtımbilim, kalıtım bili-
generate v. çoğaltmak, üretmek, do- mi, genetik. adj. kalıtsal.
ğurmak. ör. A substantial number of genial adj. çene ile ilgili, çeneye ait;
pituitary adenomas generate no dostça tavırları olan, sıcak davranış-
detectable hormonal product and ları olan.
are designated null cell adenomas. geniality n. dostluk.
generation n. çoğalma, meydana -genic suffix. üreten, oluşturan; oluş-
gelme, üreme, türeme; soy; yaş, yaş muş, üremiş anlamlarına sonek.
grubu. ör. Several successive genicular adj. dizle ilgili; dize ait.
generations are studied over time to geniculate ganglion n. yüzdeki sinir
determine a pattern of inheritance. sistemi.
generic adj. ayırt edici; genus'la ilgi- geniculum n. pl. genicula dize benzer
li, genus'a ait. bir yapı; düğüme benzer bir yapı.
genio- 374 gestation

genio- prefix. çene anlamına önek. ör. genus n. biyolojik sınıflandırma, tür,
geniohyoid muscle çene altı kası. cins, bölüm.
genioplasty çenede plastik ameliyat. -geny gelişim veya köken belirten so-
genious n. deha, zeka; yetenek, yeti. nek. ör. otogeny.
genital adj. biyolojik üreme ile ilgili; geo- prefix. yer, dünya, toprak anlam-
eşeysel; cinsel organlarla ilgili. ör. larına önek. ör. geocentric yerin
Bowen disease occurs in the genital merkezi ile ilgili, yermerkezli.
region of both men and women, geology n. jeoloji, yerbilim.
usually in those over the age of 35 geophagy n. toprak yeme; toprak,
years. gübre, çamur vb. yeme alışkanlığı.
genitalia n. üreme organları. ör. geriatric adj. yaşlılıkla ilgili, yaş-
Lymphogranuloma venereum causes lanmaya ait.
a small epidermal vesicle at the site geriatrics n. tıbbi yaşlılık araştırması,
of infection on the genitalia. yaşlılıkla ilgili tıbbi çalışma; yaşlı-
genitourinary, G.U. adj. üreme ve lık hastalıklarını araştıran bilim dalı.
idrar organları ile ilgili. germ n. insanları enfekte eden mikro
genius n. deha; yaratıcı güç; çok zeki organizma/minican; mikrop; gelişen
insan, dahi. embriyonun ilkel hali; tohum, öz;
genocide n. bir soy veya ırkın bir organizmaya dönüşme yeteneği
toplukırımı; jenosit, soykırım, olan göze kümesi. ör. In human, the
toplukıyım. germ cells are the egg and the
genome n. haploid kromozom takı- sperm.
mında tam bir gen takımı/kümesi. germicide n. mikrop öldürücü.
ör. The combination of parental German Measles n. kızamıkçık.
genomes increases variability in the germinal adj. üreme hücreleriyle ilgi-
offspring. li, yavruya taşınan. ör. Germinal
mutations increase the genetic load
genophobia n. cinsel ilişkide bulun-
of the population.
maya karşı duyulan ileri derecede
germinate v. bir tohum veya hücre-
korku.
den büyümek; sürmek, filizlenmek,
genotype n. kalıtsal yapı. ör. A
gelişmek; spordan (bakteri) türemek.
genotype describes the genes for a
gero-, geront-, geronto- prefixes.
characteristic.
yaş, yaşlılık anlamlarına önekler.
genu, genus n pl. genua . diz, dize
ör. gerodontics.
benzer yapı.
geroderma n. deri buruşması, derinin
genual adj. dizle ilgili. kırışması.
genucubital position diz ve dirsekler gerontal adj. yaşlılıkla ilgili.
üzerinde duruş şekli. gestation n. gebelik, hamilelik, ku-
genupectoral position diz-göğüs du- luçka, olgunlaşma. ör. Chronic
ruş şekli (sıklıkla rektum muayene- renal disease can be hereditary but
sinde kullanılır). is most often the result of an
genuine adj. gerçek, halis, sahi, sahi- acquired developmental defect that
ci; samimi. arises gestation.
gestosis 375 get to

gestosis n. gebelik zehirlenmesi. get in over one’s head v. çok fazla


get v. almak, elde etmek, edinmek, sorumluluk almak.
sağlamak, ulaşmak, varmak. get in the way v. yolunu tıkamak.
get a kick out of v. bir şeyi yapmak- get the hang of sth v. nasıl yapılaca-
tan tat almak, hoşlanmak. ğını öğrenmek.
get about/around dolaşmak; seyahat get in touch with v. bağlantı kurmak,
etmek; toplumsal olaylara katılmak. iletişim kurmak.
get across v. aktarmak, taşımak; anla- get in/into girmek, binmek; giymek.
şılır hale getirmek. get it anlamak; azarlanmak, cezalan-
get ahead v. başarılı olmak, ilerle- dırılmak.
mek, ulaşmak. get nowhere başaramamak, ilerleye-
get ahead of v. geçmek; üstün çık- memek.
mak. get off v. ayrılmak, ayırmak, gitmek,
get along v. başarmak, ilerlemek. inmek.
get along/on with v. iyi ilişkileri ol- get off the ground v. başarılı olmaya
mak, iyi geçinmek. başlamak.
get around v. kandırmak. get on v. bir araca binmek; başarmak,
get at saptamak, doğrulamak; bul- ilerlemek.
mak, ulaşmak, çıkış yolu bulmak; get on one’s nerves v. rahatsız et-
katılmak, başvurmak; kastetmek; mek, sinirlendirmek.
eleştirmek; etkilemek. get on to v. bağlantı kurmak, ilişki
get away kaçmak, ortadan yok ol- kurmak.
mak, uzaklaşmak. get on with v. devam etmek, sürdür-
get away with v. ceza almadan bir mek.
şeye ulaşmak, başarmak. get out dışarı çıkmak, inmek; bilin-
get back geri gelmek, dönmek. mek, tanınmak.
get back at intikam almak, hıncını get out of sakınmak, kaçınmak, göz-
çıkarmak. den uzaklaşmak; kaçmak, sorumlu-
get one’s own back v. öcünü almak. luktan kaçınmak; bir araçtan) inmek.
get better iyileşmek. get out of hand v. kontrolden çık-
get by dikkat çekmeden (bir yerden) mak, ele avuca sığmamak.
çıkmak; başarmak; yaşamını sür- get over iyileşmek, düzelmek, sayrı-
dürmek. lığı atlatmak, yenmek.
get carried away v. çok fazla satın get over with v. bitirmek.
almak, çok şey yapmak, çok uzağa get rid of v. başından savmak, -den
gitmek. kurtulmak.
get down tüm dikkatini vermek; yo- get round v. ikna etmek, kandırmak,
ğunlaşmak; üzmek, yutmak. yenmek.
get in v. girmek, toplanmak, ulaşmak, get through bitirmek, tamamlamak,
varmak. tüketmek; ulaşmak; geçirmek.
get in one’s blood v. alışkanlık haline get tired yorulmak.
getirmek. get to (a place) (bir yere) ulaşmak.
get together 376 give way

get together v. birikmek, birleşmek, give v. vermek; çözülmek.


toplanmak, biraraya gelmek. at a given time belirli zamanda,
get under way v. başlamak. belli bir anda, her an.
get up v. artmak, çoğalmak, doğmak, give a good account of iyi bir edim
kalkmak, ayağa kalkmak. göstermek.
get up to v. planlamak, ulaşmak. give a hand v. alkışlamak; yardım
get used to mod. v. alışmak. etmek, yardımcı olmak.
get warm ısınmak. give a wide berth to -den sakınmak,
ghastly adj. korkunç; korku veren. kaçınmak.
ghost n. hayalet. give away v. ele vermek, ihanet et-
ghostly adj. hayalete benzeyen, haya- mek; elden çıkarmak, harcamak.
let gibi. give back v. borcu ödemek, geri
giant n. dev, iriyarı, koskocaman. vermek; dönmek.
giantism n. anormal derecede iri cüs- give birth to doğurmak; üretmek.
selilik. give cause haklı görmek.
gibbous adj. kambur. give cold shoulder v. görmezden
gibbus n. kambur. gelmek, göz ardı etmek.
gibbosity n. kamburluk give forth bildirmek, yayımlamak,
giddy adj. sersem, başı dönmüş; ser- salıvermek, çıkarmak.
semlik yaratan, baş döndürücü. give in (to) v. boyun eğmek, pes et-
gift n. armağan; yetenek. mek, teslim olmak.
gifted adj. akıllı, yetenekli, zeki. give on to v. bir yere açılmak, cephesi
giga-(G) prefix. milyon anlamına olmak.
önek. give off atmak, salıvermek, çıkarmak,
gigantic adj. çok büyük, kocaman, boşaltmak, göndermek, yaymak.
dev. give out açıklamak, bildirmek, yayın-
giganto- prefix. dev, çok büyük an- lamak; çıkarmak, salmak, yaymak,
lamlarına önek. dağıtmak; bozmak, başarısız kal-
giggle v. kıkırdamak, kıkır kıkır gül- mak.
mek. give over v. bir şey yapmayı bırakmak.
gingiva n. pl gingivae dişin çevresini give rise to v. neden olmak, yol aç-
saran doku; dişeti. mak. ör. Occasionally, mitotic
gingival adj. diş etiyle ilgili. errors in early development give
gingivitis n. diş eti yangısı. rise to two or more populations of
gingivo- prefix. diş eti anlamına önek. cells in the same individual. = Na-
Ginve's Disease n. gözlerin dışarı fır- diren, erken gelişmedeki mitotic ha-
lamasıyla birlikte artmış tiroid bezi talar aynı bireyde iki veya daha faz-
çalışması. la hücre popülasyonuna neden olur.
girdle n. çevreleyen yapı, çevreyapı, give up v. bırakmak, durdurmak, tes-
kuşak, bölge. lim olmak, vazgeçmek.
gist n. öz, bir konunun özeti. give way çekilmek; yer açmak; çök-
gister n. parıltı. v. parlamak. mek, bozulmak.
given 377 glomerulus

given adj. belirli, düşünerek, hesaba glaucoma n. gözde sıvı artışının be-
katarak. lirgin olduğu bir göz sayrısı.
gizzard n. taşlık. gleam n. ışın. v. ışık saçmak.
glabella n. kaşlar arasındaki boşluk. gleet n. kronik belsoğukluğunda gö-
glabrous adj. düz; tüysüz; kılsız; kel. rülen urethra'dan gelen akıntı.
glad adj. mutlu, memnun, neşeli. glia n. neuroglia; merkezi sinir siste-
gladly adv. kıvançla. mi destek dokusu.
glamorous adj. göz alıcı, hayranlık glial adj. merkezi sinir sistemi destek
yaratıcı. dokusuyla ilgili. ör. The posterior
glance n. kısa bakış. v. göz atmak. pituitary is composed of modified
gland n. bez; bir madde salgılayan glial cells.
organ veya yapı; salgı bezi. ör. glib adj. çabuk, hazır.
sublingual gland dilaltı (tükrük) glide v. kaymak; akmak. n. kayma.
bezi. submandibular gland çene- glimmer v. çok hafif ışık vermek.
altı (tükrük) bezi. glandilemma n. glint n. ışın, pırıltı, parlaklık. v. parıl-
bir bezin dış örtüsü. glandula, damak.
glandule n. küçük bez. glandular glioma n. sinir hücre yumrusu.
adj. bezel; bezle ilgili; beze ait; be- glisten v. parlamak, parıldamak.
ze benzeyen. glitter n. parıltı, ışıltı. v. parlamak.
glanders n. bulaşıcı bir at sayrısı; ruam. gloaming n. alacakaranlık.
glandula n. pl. glandulae bez. globe n. dünya, yer küre.
glans n. pl. glandes penis veya klito- global adj. tam, tüm, bütün, genel,
ris ucunu oluşturan koni şeklindeki toplu; küresel, küre şeklinde.
yapılar. globular adj. küresel.
glans penis L. n. penis başı, kamış globulate n. damlacık; küçük damla.
başı, kamış ucu. globule n. damlacık.
glans clitoritis L. n. klitoris ucunda globus L. n. pl. globi yuvarlak, yu-
küçük dik durabilir doku kütlesi; varlak cisimcik.
klitoris ucu. glomerate adj. yuvarlak bir yapı
glanular adj. penis başıyla ilgili. oluşturan; yumak şeklinde.
glare v. kızgınlıkla bakmak; dik dik glomerul adj. yumak şeklinde.
bakmak. n. kızgın bakış; parlak ışık, glomerular adj. yumak şeklindeki
göz kamaştıran ışık, parıltı. küçük oluşumlarla ilgili, glömerülle
glaring adj. göz kamaştırıcı; belirgin, ilgili. ör. Glomerular filtration
apaçık. produces urine continually in a
glass n. bardak, cam. healthy kidney.
glasses, eye-glasses n. görmeye yar- glomerulitis n. glömerül yangısı. ör.
dım eden lensler; gözlük. Glomerulitis is often caused by
glass-fiber cam lifi/pamuğu. bacterial infection.
class house ser, limonluk; camlı glomerulus n. böbreğin işlevsel biri-
köşk, cam fabrikası. mi, glömerül. ör. Urine is produced
classware cam eşya. by each glomerulus.
gloom 378 go

gloom n. karanlık; keder, sıkıntı, dert. gluteus muscles n. uyluk kasları.


gloomy adj. oldukça karanlık; sıkıntılı, glutinous adj. yapışkan.
ümitsiz. glutton n. obur, çok yiyen.
glory n. ün, başarı, onur; güzellik; gluttonous adj. obur.
övgü. gluttony n. oburluk; çok yeme; aşırı
glorify v. abartmak, göklere çıkarmak, yeme.
yüceltmek. glycemia n. kanda şeker varlığı.
glorious adj. parlak; ünlü. glyco-, glyc- prefixes. şeker, glikojen
gloss n. parlaklık. v. parıldamak, par- anlamlarına önekler. ör. glycine,
lamak. glycogenesis.
glossa n. dil. glycogen n. karaciğerde depolanan
glossalgia n. dil ağrısı. nışasta, glikojen. ör. Glycose is
glossitis n. dil yangısı. stored by the body in the form of
glossary n. bir yapıtın sonuna ekle- glycogen.
nen, o yapıtta geçen özel sözcük, glycogenic adj. glikojen üreten. ör.
deyim ve anlamları kapsayan sözlük. The liver contains glycogenic
glosso- , gloss- prefixes. dil anlamına enzymes.
önekler. ör. glossodynia dil ağrısı. glycogenolytic adj. glikojenin glükoz
glossoncus n. dil üzeride şişlik. birimlerine parçalanması. ör.
glottis n. ses telleri arasındaki boşluk. Glycogenolytic enzymes digest
glow n. kızıllık, kızarma, ateş, kızartı. glycogen, releasing glucose units.
v. ışık ve hararet saçmak, parlamak. glycolysis n. şeker sindirimi.
glowing adj. ateşli, hararetli; çok is- glycosuria n. idrarda yüksek düzeyde
tekli. şeker bulunması; idrarla birlikte
glow-worm n. ateş böceği. normalin üstünde şeker salınımı. ör.
gluco- prefix. şeker, şekerle ilgili an- Glycosuria is a symptom of diabetes.
gm. (gram) gram.
lamlarına önek.
gnarled adj. boğumlu, budaklı.
gluconeogenesis n. şeker oluşumu.
gnathic adj. çene ile ilgili, çeneye
ör. The liver and kidneys are
bağlı.
capable of gluconeogenesis.
gnatho- , gnath- prefixes. çene ile il-
glucohemia n. kanda şeker varlığı.
gili anlamına önekler.
glucosuria n. kanda şeker bulunması.
-gnathous suffix. çene anlamına
ör. Glucosuria is a symptom of
sonek. ör. prognathous.
diabetes.
gnaw v. kemirmek.
glue n. tutkal. gnosia n. algılama ve tanıma yeteneği.
glum adj. asık suratlı, somurtkan. -gnosis bilgi veya tanı anlamına gelen
glumous adj. zarflı, etrafında zar sonek. ör. psychognosis.
olan. go v. gitmek.
glut n. bolluk, çokluk, doygunluk. v. from the word go taa başından (be-
çok doldurmak; tıka basa doldur- ri).
mak; ağzına kadar doldurmak. on the go iş üstünde; meşgul; çok
gluteal adj. kalçalarla ilgili. devingen.
go about 379 -gon

go about meşgul olmak; dolaşmak. bir düşünceye katılmak; sönmek;


go after arkasından gitmek, elde et- (modası) geçmek, solmak.
mek için uğraşmak. go over muayene etmek, incelemek,
go against -e karşı gelmek, -e karşı araştırmak; taramak, yinelemek; ta-
gitmek. raf değiştirmek.
go ahead önden gitmek, girişmek, go overboard v. çok fazla şey al-
başlamak, sürmek. mak/yapmak.
go along anlaşmak, aynı görüşte ol- go round v. hastayı kontrol etmek.
mak; sürmek, devam etmek, ilerle- go through incelemek, araştırmak;
mek. şikayetçi olmak, çekmek; -e uğra-
go around yayılmak; gezinmek, do- mak, -den geçmek; tamamen tüket-
laşmak. mek; kabul görmek.
go at saldırmak. go through the roof çok kızmak, te-
go away uzaklaşmak, ayrılmak, çe- pesi atmak.
kilmek, gitmek, yok olmak. go to bir durumu yaşamak; başından
go back ayrılmak, geri dönmek, geçmek.
terketmek. go together anlaşmak, uygun gelmek;
go back on reddetmek, tanımamak. uymak.
go bad bozulmak. go under batmak, çökmek, yıkılmak.
go by akmak, geçmek, izlemek, göz- go up yükselmek, artmak, çoğalmak.
lemek. go with birlikte bulunmak; uymak.
go down batmak; alçalmak, çökmek, go without v. mahrum olmak, yoklu-
düşmek, inmek, yıkılmak. ğunu çekmek, yokluğuna katlan-
go easy on v. ciddi olarak cezalan- mak, yoksun olmak; anlaşmak, eşlik
dırmak. etmek, uymak.
go far v. başarmak. go without saying v. açık/net olmak.
go for v. almak, edinmek, elde etme- go wrong ters gitmek, yanlış gitmek.
ye çalışmak, getirmek; saldırmak. going n. gidiş, ayrılış. adj. çalışan, is-
go for a walk yürüyüşe çıkmak. teyen.
go in for v. benimsemek, katılmak, goad v. cesaret vermek, teşvik etmek.
seçmek. goal n. amaç, erek.
go into araştırmak, incelemek. goggle v. şaşkınlıkla bakmak.
go mad çıldırmak, delirmek. goiter n. tiroid bezinin büyümesi.
go off ayrılmak; karşı çıkmak, özel goitrogenic adj. tiroid bezi büyüme-
bir tarzda meydana gelmek; bozul- sine neden olan.
mak, patlamak. gomphiasis n. dişlerin gevşek du-
go off well iyi sonuç vermek. rumda olması.
go on v. devam etmek, sürmek, sür- gon- prefix. meni; çekirdek anlamla-
dürmek; geçmek; sürekli konuşmak; rına önek.
yararlanmak, kullanmak. -gon ad oluşturan sonek; ... şeklinde;
go out v. ayrılmak, karşı cinsten birisi .. kenarlı anlamlarına gelir. ör.
ile arkadaşlık etmek; bir yerde za- hexagon altıgen. polygon çok ke-
man geçirmek için evden çıkmak; narlı.
gonad 380 grad

gonad n. üreme organı, yumurtalık good will dostluk; dostça davranış.


veya erbezi. ör. The presence of a Y good-looking çekici, hoş görünümlü.
chromosome in the embryo results good-natured iyi yaradılışlı.
in the development of male gonads. goodish adj. belirli ölçüde iyi, geniş;
gonadal adj. erbezi veya yumurta ile daha iyi.
ilgili, cinsiyet bezleri ile ilgili. goodly adj. iyice, hoşça.
gonado- , gonad- prefixes. yumurta- goodness n. iyilik.
lık veya erbezi anlamlarına önekler. goods n. mal, meta.
gonadotropic adj. üreme organlarını gooey adj. yapışkan.
uyarıcı. ör. Gonadotropic hormones goof off v. aptal aptal gezinmek, vakit
are produced by the pituitary gland. öldürmek.
gonadotrophin n. yumurtalık veya goof up v. ilişkisi kopmak, kesilmek.
erbezini uyaran hormon. gore n. pıhtılaşmış kan; pıhtı.
gonaduct n. meni veya dölyatağı tüpü. gorge v. tıka basa yemek, oburca ye-
gonagra n. dizde nakris varlığı. mek.
gonalgia n. diz ağrısı. gorgeous adj. çok güzel, muhteşem,
gone v. (p.p. form of verb go) göz alıcı.
goner n. ölmesi beklenen hasta; gidici. gormless adj. akılsız, aptal.
gonio- prefix. açı anlamına önek. ör. gory adj. kanlı; vahşice.
goniopuncture. gospel, gospel truth n. tüm gerçek;
gonorrhea n. belsoğukluğu. kesin gerçek.
gonococcus n. belsoğukluğuna neden gossamer n. duyarlı, ince, zarif;
olan mikrop. örümcek ağı.
good adj. iyi, güzel, elverişli, uygun. gouge n. kemik kesmede kullanılan
as good as pratik olarak, uygulana- alet.
gout n. damla sayrılığı; gut; eklem
bilir olarak; gerçekte; hemen he-
ağrısına neden olan, ürik asit me-
men, yaklaşık olarak.
tabolizmasında rahatsızlık yapan
come to no good kötü sonuçlan-
sayrılık.
mak; değersizliğini kanıtlamak.
gouty adj. damla sayrılığı ile ilgili.
for good sürekli, daimi, sonsuza govern v. yönetmek, idare etmek.
dek süren. governer n. vali.
It’s no good. Yararı/faydası yok. government n. hükümet.
make good başarmak; yerine ge- GP., General Practitioner pratisyen
tirmek; kanıtlamak. hekim.
no good değersiz, elverişsiz. grab v. kapmak, kavramak.
to the good çıkarına, yararına; en grace n. incelik, zarafet.
iyisi için. graceful adj. ince, hoş, nazik, zarif.
good and çok; tamamen. gracious adj. ince, zarif; dostane, dü-
good at başarılı olmak. şünceli.
good for belirli bir süre için yararlı ve gracile adj. ince, zarif.
elverişli. grad. abv. L. gradatim, derece dere-
good tempered iyi, iyi huylu. ce, yavaş yavaş, aşama aşama.
gradatim 381 grass

gradatim adj. yavaş yavaş, derece Grand Mal n. epilepsi atağı.


derece. grant v. vermek, ihsan etmek, bağış-
-grade suffix. ilerleme anlamına so- lamak.
nek. ör. retrograde. granular adj. küçük parçalarla ilgili,
grade n. derece, sıra, basamak. tanelenmiş, kristal şeklinde.
low-grade düşük dereceli. granulated adj. tane tane ayrılmış,
high-grade yüksek dereceli. tanelenmiş, kristal.
graded seçilmiş, sınıflanmış. granulatio n. pl. granulationes tane-
gradient n. ısı, basınç, manyetik alan leşme.
ve benzerlerinin değişim oranı. granulation n. küçük parçalara ay-
grading adj. sınıflama. ör. Grading rılma, taneleşme; yaranın iyileşme
of a cancer is based on the degree süreci.
of differentiation of the tumor cells granule n. tane, tanecik; çok küçük
and the number of mitoses within parça, tohum; küçük hap; bakteri
the tumor. veya mantar kümesi.
gradual adj. yavaş yavaş, azar azar, granulo- prefix. tane, tanecik anlam-
gittikçe, aşamalı, derece derece; larına önek.
ılımlı, ölçülü. granulocyte n. olgunlaşmış beyaz
gradually adv. yavaş yavaş, azar kan hücresi/gözesi.
azar; aşamalı olarak. ör. Mental granulocytopenia n. kanda savunma
retardation may develop gradually hücrelerini, beyaz kan gözeelerini
and may not be evident for a few azaltan sayrı.
months. granuloma n. sert küçük yumru.
graduate v. mezun olmak; derece de- granum n. tohum, tane, ürün.
rece bölmek, yavaş yavaş değiştir- grape n. üzüm.
mek. grapelike adj. üzüm şeklinde, üzüm
graduation n. mezun olma; yavaş
gibi. ör. Staphylococcus aureus
yavaş değiştirme.
organisms are pyogenic, nonmotile,
graft v. aşılamak, çeliklemek, yapış-
gram-positive cocci that tend to
tırmak, nakletmek. n. aşı, aşılama,
form grapelike clusters.
çelik.
grape-vine n. asma.
grain n. tane.
-graph suffix. -yazar, -çizer anlamla-
granular taneli, tanecikli.
rına sonek. ör. telegraph, sismo-
gram (g) n. ağırlık birimi.
graph.
-gram suffix. 1. -yazı, -yazısı, -çizim,
çizimi; yazılan, çizilen anlamlarına grapho- prefix. yazı, tanım anlamla-
sonek. ör. diagram, telegram. 2. rına önek.
metrik dizgede kullanılan gram an- -graphy suffix. -yazım, -yazımı; -
lamına sonek. ör. kilogram. çizim, -çizimi; -çekim, -çekimi an-
grand adj. en önemli, temel, ana; lamlarına sonek. ör. cacography,
görkemli; ulu, yüce, dev cüsseli, planography.
heybetli; bütün, tam, genel; baş; çok grasp v. yakalamak, sımsıkı tutmak.
iyi, mükemmel. grass n. ot, çim, çimen.
grass-hopper 382 grow into

grass-hopper n. çekirge. greasy adj. yağlı; kaygan.


grateful adj. değer bilir, düşünceli, great adj. büyük, iri, kocaman; mü-
minnettar. kemmel, muhteşem; ünlü.
gratify v. memnun etmek; doğurmak; greatly impressed çok etkilenmiş.
tatmin etmek, haz vermek. green adj. yeşil.
gratification n. haz, memnuniyet, grid n. üzerinde yatay ve dikey çizgi-
tatmin. ler bulunan levha.
grattage n. bir yarayı temizleme. grief n. hüzün, keder.
grave n. gömüt; mezar. adj. ağır, teh- grieve v. hüzünlenmek, kederlenmek.
likeli, çok ciddi; endişe verici. ör. grievious adj. kederli, acılı.
Despite continuous improvement in grim adj. sert, haşin; korkunç, tehli-
therapy, any burn exceeding 50% of keli.
the total budy surface, whether grimy adj. kirli, paslı.
superficial or deep, is grave and grimace v. yüzünü buruşturmak.
potentially fatal. = Sağaltımdaki sü- grind v. öğütmek.
rekli gelişmelere karşın, toplam vü- grind up v. paramparça olmak,
cut yüzeyinin %50’sini aşan her ya- unufak olmak.
nık, ister derin ister yüzeysel olsun, grippe n. influenza, grip, halsizlik;
çok ciddidir ve potensiyel olarak bir tür virüs kaynaklı sayrı. v. sıkıca
ölümcüldür. yakalamak, kavramak.
gravely ill ciddi olarak hasta. gristle n. kıkırdak.
graveyard n. gömütlük; mezarlık. groan n. inleme. v. inlemek.
gravy n. pişirilen etten çıkarılan yağlı groin n. uyluk ve karın arasında kalan
su, bu suyla yapılan sos. bölge; kasık.
Grave's Disease n. gözlerin dışa doğ- groove n. oluk.
ru fırlamasıyla birlikte artmış tiroid gross adj. toplam, toptan.
bezi çalışması. ground n. toprak, zemin, yer; neden,
gravid adj. gebe, hamile. sebep; bazal.
gravida n. gebe kadın. groundless nedensiz.
gravidic adj. gebelikle, gebe kadınla on grounds of nedeniyle.
ilgili. on the ground of nedeniyle, ötürü,
gravidity n. bir kadının geçirdiği ge- yüzünden.
belik sayısı. on/with the grounds that nedeniy-
gravitation n. iki cisim arasındaki le, sebebiyle, yüzünden.
çekim gücü. group n. küme, grup, topluluk. v.
gravity n. ağırlık; yerçekimi; ciddi- kümelere ayırmak, gruplamak.
yet, önem. grouping n. kümeleme, grup haline
gray adj. gri, kurşuni. getirme.
gray matter kahverengimsi gri sinir grow v. büyümek, gelişmek, yetiş-
dokusu. mek, yetiştirmek. ör. Children grow
grease n. yenilmeyen yağ, makine rapidly during the first year of life.
yağı, gres. grow into v. yeterince büyümek.
grow out of 383 gyn-

grow out of v. içine sığmamak, kü- guillotine v. giyotinle (başını) kes-


çülmek. mek; giyotinle idam etmek. n. giyo-
grow up v. erişkin olmak, yetişkin tin; idam cezasında başı gövdeden
olmak. ayırmak için kullanılan, iki direk
growing adj. büyüyen, gelişen. arasından aşağıya inen ağır, keskin
slow-growing adj. yavaş gelişen. bıçak.
ör. Basal cell carcinomas are gullet n. mideye uzanan, boğaz ve
common, slow-growing tumors that sindirim borusundan oluşan geçit;
rarely metastasize. boğaz; yemek borusu.
grown büyümüş, gelişmiş. gulp n. yudum, yutma. v. yutmak,
growth n. büyüme, gelişme. ör. yutkunmak.
Growth of cancer cells is rapid. gum n. diş eti; yapıştırıcı, tutkal.
growth factor büyüme etkeni. gumboil n. diş kökü absesi nedeniyle
grumble v. söylenmek, mırıldanmak, ağızda görülen şişlik.
homurdanmak. gumma n. frenginin son aşamasını
grumous adj. pıhtılı, pıhtı birikmiş; gösteren, vücudun çeşitli bölgele-
kesif ve yumrulu, koyu, hantal. rinde görülen şişlik.
G-spot n. vajina içinde olduğuna ve gustation n. tad alma duyusu.
dokunulduğunda cinsel hazzı arttır- gustatory adj. tad alma duyusu ile il-
dığına inanılan küçük bölge. gili.
gt. abv. bir damla anlamına kısaltma. gusty adj. esintili, fırtınalı, rüzgarlı.
GU. , genitourinary adj. üreme or- gut n. barsak; ince bağırsak.
ganlarıyla ilgili. gutta n. pl. guttae damla.
guard v. korumak, savunmak. n. ko- guttat. Abv. L. guttatim damla damla.
runma. guttate adj. damlaya benzer, damla
to be on one's guard uyanık bu- gibi.
lunmak; uyanık/tetikte olmak. guttur n. boğaz.
on guard nöbetçi. guttural adj. boğazla ilgili.
guarding n. yaralanma veya sayrılı- guy n. adam, herif; tuhaf giyimli
ğın etkilediği alanlarda devinimi en adam.
aza indirgeyen kas kasılması. gym, (gymnastics) jimnastik, beden
guess v. öngörmek, tahmin etmek. eğitimi.
guest n. konuk. gymandromorphism n. bir bireyde
guidance n. rehberlik, kılavuzluk. hem erkeklik hem de kadınlık özel-
guide v. yol göstermek, rehberlik/kı- liklerinin bulunması.
lavuzluk etmek. gymnophobia n. çıplak vücuda karşı
guilt n. suç. duyulan korku.
guiltily adv. suçlu bir tavırla. gyn-, gyne-, gyneco-, gyno- prefixes.
guiltless n. suçsuz. kadın, dişi anlamlarına önekler. ör.
guilty adj. suçlu. gynaecology kadın hastalıkları sa-
gullible adj. aptal, şüphe düşünme- ğaltımı; kadın hastalıkları ile ilgili
yen. tıp dalı.
gynatrisia 384 gyrus

gynatrisia n. dölyatağına giriş yolu -gynous suffix. kadın, dişi; dişilik or-
olmama durumu. ganı anlamlarına sonek. ör.
gynecic adj. kadınla ilgili. monogynous, perigynous.
gynecoid adj. kadın gibi. gyrate adj. kıvrımlı, halka şeklinde.
gynecologist n. kadın sayrılıkları uz- v. bir merkez veya eksen etrafında
manı. dönmek.
gynecology n. kadın sayrılıkları bilimi. gyration n. dönme, dairesel döngü.
gynecomastia n. erkek göğüslerinin gyro- prefix. dairesel devinim, sarmal
büyümesi. anlamlarına önek. ör. gyroplane he-
gynoplasty n. kadın genital organları likopter benzeri uçak. gyroscope.
plastik cerrahisi. gyrus n. pl. gyri beyin kıvrımı.
H,h

H hydrogen hidrojen simgesi. hair-like saça benzer, saç gibi, tü-


H ısı, manyetik alan gücü simgesi. yümsü.
habit n. alışkanlık, otomatik davra- hair-raising adj. korkunç, tüylerini
nış; tavır; yatkınlık. diken diken edici.
h hecto- , height, hour hekto- , yük- hairless adj. çok az saçı olma; saçsız
seklik, saat simgesi. olma, kellik.
hv photon eneri simgesi. hairy adj. tüylü, kıllı, saçlı; saça ben-
habena n. pl. habenae bağ, band; zer, tüyümsü.
sargı. halazone n. içme suyu temizleyicisi
habenal adj. bağla ilgili, sargıyla ilgili. olarak kullanılan beyaz renkli toz.
habenula n. pl. habenulae bağ, bant; halcyon adj. durağan, durgun.
pienal bez sapı. half n. pl. halves bölüm, yarım, yarı;
habit n. alışkanlık. iki yarım, yarımlar.
habitable adj. yaşanabilir, oturulabi- and a half çok kaliteli, çok önemli.
lir, kalınabilir. by halves kısmen; bitmemiş olarak.
habitual adj. alışkanlıkla, alışkanlık go halves v. bir şeyi eşit olarak pay-
olarak, alışılmış, geleneksel, her laşmak.
zamanki. half a dozen 6 adet, altı tane, yarım
habitual abortion n. alışkın düşük. düzine.
habitually adv. alışık olunduğu gibi. half and half yarı yarıya; iki şeyin iki
habituation n. alışkanlık haline ge- eşit parçası.
tirme; bir şeye alışma. half as much again bir buçuk katı.
habitat n. bir bitki veya hayvanın do- half baked adj. aptalca, iyi planlan-
ğal yaşama alanı, yetişme yeri, yurt. mamış, iyice düşünülmemiş (dü-
habitus n., L. görünüş, görünüm; do- şünce, öneri, vb.)
ğal görünüm; insanın doğal yapısı. half board n. yarım pansiyon; yatak,
hack v. kabaca kesmek, yontmak,
kahvaltı ve akşam yemeği/öğlen
çentmek, yarmak.
yemeği içeren.
hacking cough n. kuru öksürük.
half measures n. çok etkin olmayan
haem- , hem- , hemato- prefixes. kan
önlemler; bir güçlüğü aşma yetene-
anlamına önekler.
ğinde olmayan önlemler.
haema n. kan.
half sister n. üvey kız kardeş.
hag n. kötü huylu kadın; kocakarı.
half-breed n. anne-babası farklı ırk-
haggard adj. yorgun bitkin.
lardan olan kişi.
hail n. dolu.
hair n. saç. half-brother n. üvey erkek kardeş.
hairbreath adj. son derece yakın; so- half-caste n. melez; anne-babası fark-
luğu ensesinde. lı ırklardan olan kişi.
a head of hair gür ve güzel saç. half-hearted adj. gerçekten ilgi gös-
get in one's hair birisini rahatsız termeyen, az çaba gösteren, isteksiz,
etmek. gönülsüz; yarı-gönüllü.
hair follicle n. saçın yetiştiği küçük half-length adj. insan vücudunun
kese. (belden) üst kısımda kalan yarısı.
half-light 386 hands up

half-light n. yarı aydınlık; alaca ka- at second/third/fourth hand birin-


ranlık. ci, ikinci, üçüncü, dördüncü kişiden.
half-truth n. yarı doğru; yalan. at someone's hands birisinden, bi-
halfway adj. yarı yolda; az miktarda. risi nedeniyle.
halfwit n. budala, ahmak (kişi). by hand insanla, insan eliyle;
not half çok; pek çok; oldukça çok. makina ile olmayan.
on the half hour buçuklarda, her do sth by hand elle yapmak.
yarım saatte. give someone a free hand bir kişi-
halitosis n. solurken kötü koku çık- nin birşeyi kendi istediği gibi yap-
ması; kötü soluk kokusu. masına izin vermek.
halitous adj. nemli. hand back v. elden teslim etmek, el-
halitus n. soluk, nefes, buhar çıkarma. den vermek.
hall n. salon; büyük toplantı salonu; hand down çocuklara bırakmak;
koridor. genç nesillere bırakmak, bağışla-
hallex n. pl. hallices ayak başparmağı. mak, transfer etmek, vermek; du-
hallway n. koridor. yurmak, ilan etmek.
hallmark n. işaret, gösterge. ör. hand in elden vermek; bırakmak, ba-
Tissue destruction is one of the ğışlamak, dağıtmak, vermek.
hallmarks of chronik inflammation. hand in glove (with) özellikle kötü
= Doku yıkımı kronik yangının gös- bir amaç için birisi ile sıkı ilişki
tergelerinden biridir. // The içinde olmak.
hallmark of gastric physiology is hand in hand el ele; birlikte ve yakın
secretion of hydrochloric acid. = ilişki içinde meydana gelen.
Gastrik fizyolojinin göstergesi hand made adj. elle yapılmış;
hidrklorik asit salınımıdır. makinalarla yapılmamış.
hallucination n. varsanı; yanıltıcı al- hand maid/maiden n. bayan hizmetçi.
gılama. hand out v. dağıtmak, vermek.
hand over v. sunmak, vermek.
halucinosis n. inatçı varsanı.
hand over/fist el hareketi ile, munta-
hallux n. ayak başparmağı.
zam ve hızla ilerleyerek; çok çabuk
halt v. durmak, durdurmak. n. durma,
ve büyük miktarda.
duraklama.
handedness n. tek eli kullanma eği-
halting adj. duraksayan; belirsiz, ka-
limi.
rarsız gibi durup başlayan.
handle v. ellemek, ele almak, kul-
ham n. uyluk.
lanmak, yönetmek.
hammer n. çekiç; orta kulak kemiği. hands up interj. Eller yukarı!; Elleri-
hamular adj. çengel şeklinde. ni başının üstüne koy!
hamulus n. pl. hamuli çengel, çengel in good, safe, etc. hands birisinin
şeklinde yapı. koruması, sorumluluğu altında olmak.
hand n. el. in hand hazır, el altında, kullanıla-
a dab hand n çok becerikli. cak veya yapılacak halde.
at first hand doğrudan, ilk elden; on every hand her yandan, her ta-
ilk kişiden. raftan.
handicap 387 hard

on hand kullanmaya hazır durum- hanker v. çok güçlü arzu duymak; is-
da; gerektiğinde hazır durumda, ko- temek; özlemek.
lay ulaşılabilir. hap- prefix. yarı, yarım anlamlarına
on the one/other hand bir taraf- önek.
tan... öte taraftan..., bir yandan... öte haphazard adj. dikkatsiz, düzensiz,
yandan... (karşılaştırmalarda kulla- rast gele.
nılır). haphiphobia n. dokunma korkusu.
out of hand derhal ve üstünde fazla haplo- prefix. basit, tek anlamlarına
düşünmeden. önek.
hear first hand v. doğrudan bilgi haploid adj. bir türde bulunan kro-
edinmek. mozomların yarısı, tek kromozom
take/have in hand kontrol altında takımı. ör. The fusion of two
tutmak. haploid gametes during fertilization
handicap v. engel olmak, engelle- restores the normal number of
mek. n. engel, yük, geliştirmeyi ön- chromosomes.
leyen her şey. happlotype n. birbirine kenetlenmiş
handicapped adj. engelli, sakat, ak- alel veya gen kümesi. ör. The
sak, özürlü. arrangement of haplotypes in each
handwriting n. el yazısı. generation produces great variety
handwritten adj. elle yazılmış; ba- in a species.
sılmamış. happen v. olmak, meydana gelmek.
handy adj. yararlı ve kullanılması ko- happening n. olay.
lay; ellerini kullanmada becerikli; happy adj. mutlu, memnun; neşeli;
yakında, kolay ulaşılacak yerde; uygun, yerinde.
uygun, elverişli, hazır. happily adv. mutlulukla, sevinçle.
come in handy yararlı olmak. happiness n. mutluluk.
handyman n. elinden kolayca iş ge- haplo- prefix. basit, tek anlamlarına
len kimse; hünerli kimse. önek.
hang v. asmak, sallandırmak, takmak. haploid adj. erbezi veya yumurtalıkta
hang around/out v. aptal aptal ge- kromozom sayısının yarısına sahip
zinmek; dışarıya asmak. olan.
hang on v. beklemek, sabırlı olmak. haptic n. dokunma duyusu ile ilgili.
hang up v. askıya asmak; yerine hapten n. antijenik bir molekülle bir-
koymak. leşebilen bir molekül, hapten.
hang up on v. telefonla konuşmayı hard adj. sert, sıkı, katı, zor, güç, yo-
aniden kesmek. rucu. adv. zor kullanarak, zorla; çok
hangnail n. şeytan tırnağı. fazla.
hangover n. çok fazla alkol alımın- be hard done by haksızlığa uğra-
dan sonra duyulan başağrısı ve ra- mak.
hatsızlık; daha önceki bir olaydan be hard hit by kayba uğramak.
veya durumdan kaynaklanan yeni be hard on bir şeyi kolayca ve ça-
durum. bucak giymek.
hard at it 388 hatch

do sth the hard way bir şeyi zor bir harelip n. yarık dudak, tavşan dudak.
deneyim geçirerek öğrenmek. harm n. hasar, zarar, ziyan, yaralan-
hard at it bütün gücüyle çalışan; ma; kötülük. v. hasar vermek,
elinden geldiğince iş gören. hasarlamak, zarar vermek, zararı
hard by adv. çok yakın, çok yakında. olmak. ör. The harm caused by loud
hard drink n. alkol derecesi yüksek noise can include deafness.//
içki. Degenerative diseases may harm
hard on the heels of hemen arkasın- muscles.
da; soluğu ensesinde. harmful adj. yıkıcı, zararlı, zarar ve-
hard to come by v. bulması zor olmak. rici, hasarlayıcı. ör. Smoking is
hard up adj. yeterince (parası) olma- harmful to one’s health.
yan. harmless adj. zararsız, hasar verme-
hard upon prep hemen sonra; hemen yen, masum. ör. Drugs used to
arkasında, soluğu ensesinde. destroy cancer must be harmless to
hard-and-fast adj. sabit ve değiştiri- health tissues.
lemez. harmlessly adv. zararsızca, zararsız
hard-working adj. çalışkan. şekilde.
harden v. sertleştirmek, katılaştırmak. harmony n. uygunluk, uyum.
hardening n. sertleşme, dokunun harmonious adj. uyumlu.
sertleşmesi. harsh adj. sert, acı, haşin, merhametsiz.
hardheaded adj. iş alanında pratik, harshly adv. sertlikle, şiddetle.
ciddi ve dürüst. harshness n. sertlik, haşinlik.
hardhearted adj. sempati duymayan; harvest v. ürün almak, hasat yapmak,
taş yürekli. biçmek. n. harman, hasat; ürün. ör.
hardhitting adj. zorlayıcı. The tumor-infiltrating lymphocytes
hardly adv. zorlukla, güçlükle; he- can be harvested and expanded in
men hiç, ancak, güç bela. vitro and reinfused into the
hardly ... when yapar yapmaz (bir autologous host.
işin bitiminden hemen sonra başka haste n. acele etme, acele, acillik, ça-
bir şeyin başladığını belirtir.) bukluk.
hardness n. haşinlik, sertlik, katılık, hasten v. acele etmek, acele ettirmek.
soğukluk, şiddet, zorluk. hastily adv. acele, çabucak.
hardnosed adj. bir şeyi elde etmede hasty adj. acele, çabuk, aceleci.
kararlı; inatçı ve pratik. in haste aceleyle.
hardship n. güçlük. make haste acele etmek.
hard-wearing adj. dayanıklı, sağlam. hat n. şapka.
hardy adj. güçlü; soğuğa ve sıkı ça- hatch v. yumurtadan çıkmak; sonuç
lışmaya dayanıklı. vermek; ince çizgilerle taramak, ta-
take (it) hard derin üzüntü duy- rama resmi yapmak. n. yumurtadan
mak; çok yoğun acı çekmek. çıkan civciv; sonuç, netice; tarama.
take some/a few hard knocks acı ör. Hookworm eggs are passed in
bir deneyim, kötü talih, büyük güç- the feces, hatch in the soil, and
lük yaşamak. infect people through the skin.
hate 389 head off

hate n. nefret, kin. v. nefret etmek. haw v. konuşurken duraksamak. n.


hateful adj. nefret verici. konuşmada duraksama.
hatefully adv. nefretle. Hay Fever n. saman nezlesi; belirli
haunch n. kalça. polenlere karşı yüksek duyarlılığın
haunt v. bir yere sık sık gitmek, sık neden olduğu alerjik sayrılık.
ziyaret etmek hazard n. tehlike, risk. ör. The most
haunted adj. tekin olmayan, perili. serious aspect of achalasia is the
haunting adj. akıldan çıkmayan, ka- hazard of developing esophageal
faya takılan. squamous cell carcinoma.
hautmal n. en ileri epilepsi nöbeti. hazardous adj. tehlikeli, riskli, zararlı,
haustorium n. pl. haustoria besinleri zor.
emen organ. haze n. sis, pus.
haustrum n. pl. haustra boğum, kese. hazily adv. belirsiz olarak, sisli/puslu
haustus n. ilaç, içilecek ilaç, sıvı ilaç. olarak.
have v. sing. has var olmak, sahip hazy adj. belirsiz, sisli, puslu.
olmak, bulundurmak. he pron. erkek kişi adılı.
have a big mouth v. sır saklayamamak. he- prefix. erkek (hayvan) anlamına
have a heart v. merhamet göstermek. önek. ör. he-goat erkek keçi.
have a hunch v. yakın duyguları ol- head n. baş, kafa.
mak. head for v. hedeflemek, yönelmek.
have a tea, dinner ... etc. çay içmek, head off v. durdurmak, engellemek.
akşam yemeği yemek v.d.. a/per head kişi (kişi başı mali-
have a shower, bath, swim ... etc.. yet).
banyo yapmak, duş almak, yüzmek above someone's head çok zor; an-
v.d.. laşılması güç; bir kişinin kavrama
have a word with sb v. birisiyle kısa yeteneğinin çok üzerinde.
konuşmak.
bang/hit/knock one's head against
have at saldırmak.
a brick wall boşa çabalamak; boşu-
have had it bedensel ve zihinsel ola-
na gayret tüketmek; olanaksız bir
rak tükenmek, çok yorulmak.
şeyi yapmayı deneyerek kendisine
have hands full v. çok meşgul olmak.
zarar vermek.
have on giyiyor olmak.
bring/come to a head karar aşama-
have sb on v. hile yapmak.
sına getirmek.
have sth back v. geri almak, geri ge-
tirtmek. eat/talk/shout, etc., one's head off
have sth on v. giyiyor olmak. uzun süre, gürültülü bir şekilde ye-
have sth out v. çıkarttırmak. mek, konuşmak, bağırmak, vb.
have the time of v. çok eğlenmek, get it into your head anlamak.
mükemmel zaman geçirmek. give someone their head özgürce
have to do with ilgili olmak, ilişkili davranmasına izin vermek.
olmak. go to someone's head sarhoş et-
to have an illness hastalığı olmak, mek; aklını başından almak; kibir-
bir hastalığı var olmak. lendirmek.
-head 390 hearing loss

have one's head in the clouds ya- fountainhead çeşmenin ağzı, fıski-
şamın gerçeklerinden uzakta olmak; yenin ağızı.
bulutlarda gezinmek; ayakları yere heal v. sağalmak, sağaltmak, iyileş-
basmamak; uygulanması olanaksız mek, yarayı iyileştirmek, düzelmek.
olmak. ör. Bacrerial pharyngitis heals
have one's head screwed on duyar- without sequelae, whereas untreated
lı ve pratik olmak. acute bacterial inflammation of a
have/bury one's head in the sand joint can destroy it in a few days.
hoş olmayan bir durumu düşünmeyi heal up/over v. (yara) kapanmak.
yadsımak; kafasını kuma gömmek. healable adj. iyileşebilir, iyileştirile-
head and shoulders above çok da- bilir, sağaltılabilir.
ha iyi (olmak). healing n. iyileşme, düzelme, sağal-
head over heels tam olarak; kontrol ma. adj. iyileştirici. ör. Contraction
edilemez şekilde. in the size of a wound is an
headache n. başağrısı. important part in the normal
heads will roll belirli insanlar ceza- healing process. = Yaranın boyu-
landırılacak. tunda daralma olağan iyileşme sü-
headway v. bir sorunu çözmede recinde önemli bir parçadır.
ilerleme kaydetmek. healer n. iyileştirici, sağaltıcı, şifa ve-
keep a cool/clear head soğukkanlı ren.
davranmak; kendini kontrol etmek. health n. sağlık.
keep one’s head above water yal- healthful adj. sağlam, sağlığa yararlı.
nızca kendi geliri ile yaşayabilmek; healthgiving adj. sağlığa kavuşturan;
yalnızca çalışabilmek, varlığını sür- sağaltan.
dürebilmek. healthily adv. sağlıklı olarak, sağlam
not be able to make head or tail of olarak.
anlayamamak; şaşırmak. healthy adj. besleyici, iyi, sağlıklı,
off one’s head deli, çılgın, akılsız. sağlığa yararlı; sağlam, gürbüz.
out off one's head alkol veya uyuş- be in good health sağlıklı olmak.
turucunun etkisiyle çılgınca davra- heap n. birikme, yığın, küme. v. yığ-
nışlar gösteren. mak, kümelemek, kümelenmek.
over one's head birinin kavrama heaped adj. tam tamına dolu.
yeteneğinin ötesinde; çok zor; anla- hear v. duymak, işitmek; haber almak.
şılamayan. hear about (of) -den söz edildiğini
put your/their heads together duymak, biri hakkında haber almak.
başkalarıyla bir plan üzerinde dü- hear from v. (haber, mektup) almak.
şünmek. hear of v. bilmek; dikkat etmek.
take it into someone's head (yan- hear sb out v. sonuna dek dinlemek.
lış, aptalca) karar vermek. hearable adj. duyulur, işitilir.
turn one's head birini aşık etmek; hearing n. işitme.
birini kibirlendirmek. hearing aid n. işitme cihazı.
-head suffix. ad oluşturan sonek. ör. a hearing impairment n. işitme yitimi.
pithead maden ocağının ağzı. a hearing loss n. işitme yitimi/kaybı.
heart 391 heliopathy

heart n. kalp, yürek. heat wave n. sıcak hava dalgası.


at heart esas olarak, temel olarak. heavy adj. ağır, şiddetli, sıkıntılı, güç.
break one's heart birisini üzmek. heavily adv. şiddetle, ağır şekilde.
by heart hafıza ile; yürekten. heaves n. kronik tıkayıcı akciğer has-
do one's heart good sevindirmek. talığına benzer bir at hastalığı.
take to heart ciddiye almak; etki- heaviness n. ağırlık, sıkıntı, keder.
lenmek. hebetic adj. gençlikle ilgili, ergenlikle
with all one's heart büyük bir is- ilgili, ergenlik döneminde oluşan.
tekle, memnuniyetle. hebiatrics n. gençlik, ergenlik.
heart attack kalp yetmezliği/ krizi. hebetude n. zihinsel yavaşlık; aptallık.
heart beat n. kalp vurumu, kalp vu- hectic adj. telaşlı, heyecanlı; tüberkü-
ruşu, kalp atışı. lozlu olanlarda ateş yükselmesi ve
heart block atrium'dan ventriküle yanakların kızarması; alışkanlık ola-
kalp atımı iletim bozukluğu; kalp rak.
bloku. hectic cough tüberkülozlu kişilerde
heart break derin üzüntü. görülen öksürük.
heart failure kalp yetmezliği. hecto- prefix. yüz (100), yüz kat, 100
heart murmur kalpten gelen anor- kez anlamlarına önek. ör. a hec-
mal ses. tometer=100 metre.
heart rate dakikada kalp kasının ka- hedge n. engel, çit. v. engellemek, et-
sılma sayısını ölçme oranı; dakika- rafını çevirmek.
da kalp vurum sayısı. hedonism n. zevke düşkünlük.
heart sounds kalp kası kasılıp gevşe- heed v. aldırmak, dikkat etmek, kulak
diğinde işitilen ses; kalp sesi. vermek. n. aldırış, dikkat.
heartache n. derin üzüntü. heel n. topuk.
heartbreaking adj. üzücü, elem verici. height n. yükseklik; tepe, zirve; boy.
heartbroken adj. kalbi kırık.
heighten v. yükseltmek, arttırmak.
heartburn n. karnın üst kısmı veya
the height of folly deliliğin son
göğsün alt bölümüyle ilgili sindirim
aşaması.
bozukluğu; mide yangısı, mide ek-
helcoid adj. yaraya benzeyen, yaraya
şimesi.
benzer.
hearten v. yüreklendirmek, cesaret
helcomenia n. (kadınlarda) adet ka-
vermek.
naması sırasında ülser oluşumu,
heartily adv. içten, yürekten, samimi,
helkomeni.
sağlam.
heat v. ısıtmak, ısınmak, hararetlen- helcosis n. ülser oluşumu.
dirmek, hararetlenmek; kızmak, helical adj. sarmal oluşumla ilgili.
kızdırmak. n. sıcaklık, ısı, hararet. helicine adj. sarmal.
heated adj. ısınmış, sıcak, hararetli; helio- prefix. güneş, güneşle ilgili an-
kızgın. lamlarına önek. ör. heliograph,
heating adj. ısıtıcı, ısıtma. heliotrope.
heatstroke n. ısı çarpması. heliopathy n. güneş ışınlarına maruz
heater n. ısıtıcı. kalmadan kaynaklanan yaralanma.
heliophobia 392 hemicrania

heliophobia n. güneş ışığına karşı hemanalysis n. kimyasal yöntemlerle


duyulan korku. kan analizi, kan incelenmesi.
heliosis n. güneş çarpması. hemangiectasis n. kan damarlarının
heliotherapy n. güneş ışığıyla veya genişlemesi.
ultra viole lamba ile sağaltım. hemangio- prefix. kan damarları an-
heliotropism n. bir organizmanın gü- lamına önek.
neş ışığına dönme eğilimi. hemarthrosis n. eklemde kan birik-
helix n. pl. helices sarmal oluşum, dış mesi.
kulak kenarı. hemase n. kan enzimi.
helminth n. bir tür bağırsak kurtçuğu, hematemesis n. kan kusma.
helmint. hematic adj. kanla ilgili, kana benzer.
helminthiasis n. vücutta parazit kurt- hematid n. kırmızı kan gözesi.
çukların varlığı. hematischesis n. kanamanın durması.
helminthology n. parazit kurtçukların hemato- , hem- , hemat- , hemo-
araştırılması. prefixes. kan anlamına önekler.
heloma n. duyarsızlık; nasır. hematocele beden boşluğuna veya bir
helotomy n. nasırın cerrahi yöntemle kanala bol miktarda kan dolması, iç
alınması. kanamanın neden olduğu; kan biri-
help v. yardım etmek. n. yardım, yar- kimiyle oluşan kütle veya tümör.
dımcı. ör. Doctors help the sick by hematocolpus n. dölyatağında kan
prescribing treatment. birikmesi.
can’t help birşeyi elinde olmadan hematocryal adj. soğukkanlı.
yapmak, birşeyi yapmaktan kendini hematoid adj. kana benzer.
hematologist n. kan ve kan sayrılık-
alamamak.
ları uzmanı.
help out v. yardım etmek, yardımcı
hematology n. kan araştırma bilimi;
olmak.
hematoloji.
helper n. yardımcı.
hematoma n. bir darbenin neden ol-
helpful adj. yardımcı, yararlı, işe ya- duğu, içinde pıhtılaşmış kan bulu-
rar. ör. Medicine is helpful in curing nan şişlik; kan toplağı.
illnesses. hematonosis n. kan sayrılığı.
helpless adj. çaresiz, gücü yetmez, eli hematuria n. kan işeme; idrar içinde
kolu bağlı, savunmasız, zayıf. ör. kan çıkması.
Sick people are often helpless in heme n. hemoglobinde bulunan demir.
protecting themselves from further hemeralopia n. gündüz körlüğü.
infection. hemi- prefix. yarı, yarım anlamlarına
helplessness n. çaresizlik, güçsüzlük, önek. ör. hemicycle yarım daire.
acizlik. hemiplegia yarı felç; yarı inme.
hemafacient n. kan üreten ajan. hemisphere n. yarıküre; yarım kü-
hemagogue n. kan akışını hızlandıran re; beynin sağ yada sol yarısı.
ajan. hemic adj. kanla ilgili.
hemal adj. kan veya kan damarları ile hemicrania n. migren; başın bir ya-
ilgili. nında görülen ağrı.
hemifacial 393 herbicide

hemifacial adj. yüzün bir yanını etki- hemotherapy n. bir sayrılığı sağalt-
leyen. mada kan kullanılması; kanla sağal-
hemiplegia adj. yüzün bir tarafının tım.
felç olması. hemothorax n. akciğerler ve göğüs
hemocidal adj. kan hücresini yıkan. duvarında kan birikmesi.
hemocyte n. kan gözesi. hemotoxic, hematotoxic, hematoxic
hemocytology n. kan-göze bilimi. ör. adj. kan zehirlenmesine neden olan.
Hemocytology is successful in hemp n. kendir, kenevir.
determining the cause of many hempoxis n. kan pıhtılaşması.
blood-related disorders. hen n. tavuk.
hemoglobin, H.B., n. kırmızı kan hence adv. bu nedenle, bundan dola-
hücrelerinde bulunan bir protein tü- yı, buradan; şu andan, şimdiden iti-
rü; kandaki kırmızı pigment, kanın baren; buradan ilerde.
okşijen taşıyan pigmenti. ör. henceforth, henceforward adv.
Weakness and fatigue are symptoms bundan böyle, bundan sonra; şu an-
of lack of hemoglobulim. dan itibaren.
hemoid adj. kana benzer. henpecked adj. kılıbık.
hemolysis n. kan elementleri yıkımı. hepar n. karaciğer.
hemopasia n. vücuttan kan alma; kan heparin n. kan pıhtılaşmasını önleyici
çekme. madde.
hemopathy n. kan sayrılığı. hepat- , hepato- prefixes. karaciğer
hemopericardium n. kalp kesesinde anlamına önekler.
kan toplanması. hepatic adj. karaciğerle ilgili, karaci-
hemopexin n. kanı pıhtılaştıran enzim. ğere ait, karaciğerde olan; karaciğer
hemopexis n. kan pıhtılaşması. renginde.
hemophilia n. kanama sayrılığı; he- hepatitic adj. karaciğer yangısıyla il-
mofili. gili.
hemophobia n. kandan hoşlanmama; hepatitis n. karaciğer yangısı.
kan görme korkusu/ürküsü. hepatogenic adj. karaciğerde oluşan.
hemophoris n. kan taşıyan. hepatoma n. karaciğer kökenli yumru.
hemorrhage n. kanama. hepatomegaly n. karaciğer büyümesi.
hemorrhagenic adj. kanamaya neden hepatopathy n. karaciğer sayrılığı.
olan. hepta- yedi anlamına önek. ör.
hemorrhoids n. rektumun alt kısmın- heptad yedi nesneden oluşan, yedi
da ve anüs çevresindeki venlerin nesnenin toplamı, yedilik. heptagon
genişlemesi; basur memesi oluşu- yedi köşeli, yedi kenarlı. heptal ye-
mu; basur. di köşeli.
hemostasis n. kanamanın durması. herald v. haber vermek.
hemostat n. kan akışını durduran herb n. bitki, ot, yararlı ot.
madde, kanamayı durduran alet, herbage n. yeşillik, ot, otlar.
kıskaç. herbal adj. otlarla ilgili.
hemostatic adj. damar içinde kan herbicide n. bitki yok eden madde,
akışını önleyici. bitkileri öldürücü.
herd 394 Hg.

herd n. belli bir bölgede bulunan in- herniated adj. yırtılmış, yırtık.
san veya hayvan topluluğu, sürü; hernio- prefix. yırtık anlamına önek.
avam, güruh. hernioplasty n. bir yırtığı dikme
here adv. burada, buraya. ameliyatı.
here and now hemen, derhal. heroin n. eroin, morfin özü.
here and there şurada burada. heroinism n. eroin kullanma eğilimi.
hereabouts buralarda, bu civarda. herpes n. uçuk.
hereafter bundan sonra, hemen sonra. herpetic adj. uçukla ilgili, uçuğa
herebefore bundan önce. benzer.
hereby adv. bu nedenle, böylelikle, herpetiform adj. uçuğa benzer.
bundan dolayı; şimdi. hesitancy n. idrar salınımında gecik-
heredo- prefix. kalıtım anlamına me, idrar yapamama; çekingenlik.
önek. ör. heredotaxia. hesitant n. çekinen, tereddüt eden,
herein bunun içinde. duraksayan.
hereinafter ilerde, gelecekte; (bir ya- hesitate v. çekinmek, duraksamak,
zılı metin içinde) aşağıda. şüphelenmek.
hereinto bunun içinde, bunda; bu ko- hesitation n. kararsızlık, duraksama.
nu, durum, koşul veya yerde. hetero-, heter- prefixes. benzemeyen,
hereof bununla ilgili, buna ait. benzemez, başka, diğer anlamlarına
hereto buna; bu yere, bölgeye veya önekler. ör. heterogeneity benze-
konuma. mezlik, ayrışık.
heretofore şimdiye dek. heterogenous adj. farklı; benzemez;
hereupon bundan sonra, bunun üstüne. ayrı.
herewith bununla birlikte; bu araçla, heterosome adj. genetikte, iki türde
bununla. de farklı olan kromozom çifti.
hereditary adj. kalıtımla gelen, kalı- heterotrophic adj. başka organizma-
tımsal, kalıtsal. ör. Hemophilia A is lara bağlı beslenerek besin alan. ör.
the most common hereditary All animals are heterotrophic since
disease with serious bleeding. = they depend on other organisms for
Hemofili A ciddi kanamalı en yay- food.
gın kalıtsal hastalıktır. heterozygote n. belli bir özellik için
heredity n. kalıtım. iki farklı geni (bir dominant ve bir
heritage n. kalıt, kalıtsal olarak gelen. çekinik) olan döllenmiş yumurta.
hermaphrodite n. hem erkek, hem ör. The heterozygote usually
dişi. possesses one dominant and one
hermetic adj. hava geçirmez, hava recessive gene.
geçirmez şekilde kapalı. hexa- , hex- prefixes. altı anlamına
hermetically adv. hava geçirmez şe- önekler. ör. hexagon altı kenarlı, al-
kilde. tı köşeli. hexal altıgen şeklinde.
hernia n. pl. herniae. yırtık, herni, hexa-vaccine n. altı farklı organiz-
rüptür, fıtık. ma içeren aşı.
herniate v. yırtmak. Hg., mercury cıva.
hiatus 395 histoblast

hiatus n. boşluk, aralık, açıklık, delik; hilarity n. neşe, kahkaha.


eksiklik. hill n. tepe.
hibernal adj. kışa ait, kışla ilgili. hillock n. küçük tepe, tepecik, yüksel-
hibernate v. kış uykusuna yatmak. ti, kabartı; ovioum’un konik alanı.
hibernation n. kış uykusu. hillside n. dağ eteği, yamaç.
hiccup n. diyaframın kasılmasının hilltop n. dağ, tepe gibi yükseltilerin
neden olduğu, keskin solunum sesi; en üst kısmı.
hıçkırık, ani diyafram kasılması. hilly adj. tepelerle dolu; tepelik arazi.
hide v. saklamak, saklanmak, gizle- hilum, hilus L. n. pl. hila bir organın
mek, gizlenmek. sinir ve damarlarının girdiği ve çık-
hidden adj. saklı, gizli. tığı parçası.
hiding adj. saklanma, gizlenme. hilus pulmonis L. akciğer göbeği.
hideous adj. iğrenç, korkunç, çok hilus renalis L. böbrek göbeği.
çirkin. hilus ovarii L. yumurtalık göbeği.
hideously ugly son derece çirkin; him pron. onu, ona.
korkunç çirkin. himself pron. kendi kendine.
hiding n. dayak, sopa. hind n. arka, geri. adj. arkada; arka
hidro- , hidr- prefixes. ter anlamına kısmı oluşturan.
önekler. ör. hidrosis n. terleme, bol hindgut n. embriyonik bağırsağın son
terleme. bölümü.
high adj. yüksek, yüksekteki, yukarı. hindmost adj. en arkada.
height adj. yüksek derecede, son de- hinder v. engel olmak, engellemek,
rece. önlemek.
highly adv. oldukça, epeyce; çok fazla. hinderence n. engelleme, engel.
highly intelligent son derece zeki. hindsight n. bir olayın nedenlerini ve
high-pitched sound n. yüksek tonda/ nasıl meydana geldiğini sonradan
perdede (ses). ele alma; değerlendirme.
high-powered adj. enerjik, saldırgan. hint v. ima etmek.
-high suffix. sıfat oluşturan sonek; hip n. kalça.
yükseklik belirtir: The wall was hircus n. pl. hirci koltukaltı kokusu.
about chest-high. = Duvar göğüs hire v. kiralamak.
yüksekliğindeydi. // A 1680-meter- hirsute adj. kıllı, tüylü.
high mountain. = 1680 metre yük- hirsutism n. ileri derecede saç büyü-
sekliğindeki dağ. mesi.
hijack v. zorla el koymak, kaçırmak. hirtellous adj. ince kıllara/ince tüyle-
hijacker n. korsan, zorla el koyan. re benzeyen.
hike v. kent dışında, zevk için yürü- histamine n. doku yıkımıyla ortaya
yüşe çıkmak. n. kent dışında yapılan çıkan, çoğu dokuda bulunan madde.
yürüyüş. histio-, histo- prefixes. doku anlamına
hiking n. yürüyüş. önekler.
hilarious adj. neşe dolu; neşeli, gü- histoblast n. doku gözesi, doku oluş-
lünç. turan göze.
histology 396 hold it against

histology n. dokubilim. HIV abv. imün yetmezlik virüsü an-


histologic adj. dokubilimsel. lamına kısaltma.
histoma n. doku uru/tümörü. hives n. ürtiker, kurdeşen.
history n. öykü, anamnez; kayıt, has- HNO3 nitrik asit.
tanın şimdiki ve geçmiş sayrılık hoarse adj. boğuk sesli, kısık sesli.
kaydı. hoarseness n. boğukluk, kısıklık, ses
hit v. çarpmak, darbe indirmek, döv- kısıklığı; konuşma güçlüğü; ses bo-
mek, vurmak n. vuruş, darbe. zukluğu; sesin boğuk çıkması. ör.
hit back v. karşılıklı alıp vermek; bir Carcinoma of the larynx manifests
saldırıya şiddetle karşılık vermek, itself clinically by persistent
öç almak. hoarseness.
hit hard v. acı çektirmek, acı vermek, hoax n. yalan, hile aldatmaca, kan-
vurmak. dırma. v. kandırmak, aldatmak.
hit it off (with) v. arkadaş olmak, iyi hobble v. topallamak; seke seke yü-
ilişkileri olmak, iyi anlaşmak, dost rümek.
olmak, uyuşmak. hobby n. merak, zevk olarak yapılan
hit on/upon rastlantısal olarak bul- uğraş.
mak, keşfetmek. hold v. tutmak, yakalamak, kavra-
hit out against/at sert ve kesin bir mak, dayanmak, içermek. n. tutuş,
dille tavır koymak, karşı çıkmak, tutma, dayanak, erk.
eleştirmek, saldırmak. get hold of bulmak ve yararlanmak.
hit someone where it hurts (most) hold all the cards çok güçlü avantaj-
bir kişiye en zayıf noktasından sal-
ları olmak, bütün kartları elinde
dırmak; birisine en güçlü olduğuna
tutmak.
inandığı noktalarından vurmak.
hold back bir şeyi yerinde, kendi de-
hit the bottle çok fazla alkollü içki
netimi altında tutmak; çekinmek, er-
içmek.
telemek, yasaklamak.
hit the ceiling çok kızmak, cinleri te-
hold court bir grup içinde hayranlık
pesine çıkmak.
hit the deck aniden geriye uzanmak. kazanmak.
hit the hay/sack yatmak. hold down a job uzun süre aynı işte
hit the headlines önemli haber konu- kalmak.
su olmak; gazetelerde birinci sayfa- hold forth düşüncelerini ayrıntılarıy-
da haber konusu olmak. la açıklamak; uzun süre konuşmak.
hit the jackpot büyük bir başarıya hold good doğru olmak; doğru kal-
ulaşmak. mak.
hit the nail on the head söz veya ey- hold hand (with) sevgi belirtisi ola-
lem olarak doğru/tutarlı olmak. rak birisinin elini tutmak.
hit the road ayrılmak; gitmek, yolcu- hold in v. alıkoymak, tutmak.
luğa çıkmak. Hold it! Kıpırdama! Dur! Öylece kal!
hit the roof çok kızmak, tepesi atmak. hold it against v. yapmaktan kaçın-
make a hit (with) başarılı olmak. mak.
hold off 397 homogeneous

hold off gelişmesini önlemek; belirli on hold telefonda beklemede; ge-


bir uzaklıkta kalmasını sağlamak, cikmiş.
geciktirmek. hole n. delik, çukur.
hold on (telefonda) beklemek; güç- make a hole in çoğunu kullanmak.
lüklere karşın devam etmek, da- holiday n. tatil.
yanmak, direnmek, tutmak. hollow adj. içi boş, oyuk, çukur. ör.
hold one's head high zor durumlarda The urinary bladder is a hollow or-
kendine güven göstermek; başını gan that stores urine temporarily.
dik tutmak. holo-, hol- prefixes. tüm, bütün, tam
hold one's own bir saldırı durumunda anlamlarına önekler. ör. holocord
kendi konumunu sürdürmek; zayıf- tüm spinal kord.
lık göstermemek; kendini tutmak. holocrine adj. salgı yapıldığında yok
hold out v. uzatmak, vermek; devam olan. ör. Sabaceous glands are
etmek, sürmek. termed holocrine since the gland
hold out for sth ısrarla istemek ve el- cells disintegrate when the oil is
de etmek üzere beklemek. released.
hold out on bilgi veya destek verme- hologynic adj. X kromozomunda ta-
yi reddetmek. şınan, tamamen dişiden kalıtlanan,
hold on to v. kıskıvrak yakalamak. hologinik. ör. Hemophilia is a
hold sth against sb (birşeyi birisinin) hologynic disorder, transmitted
yüzüne vurmak. from mother to son.
hold sth back gizli tutmak. homeothermic adj. sürekli sabit bir
hold sth down düşük düzeyde tut- ısıda olan, sıcakkanlı. ör. The
mak; özgürlüğünü kısıtlamak veya internal temperature of a
denetim altına almak. homeothermic animal such as a
hold sth off geciktirmek, gecikmek; horse remains the same in different
uzak kalmak. temperatures.
hold sth over ertelemek. homicide n. adam/insan öldürme.
hold still v. hareket etmemek. homicidal adj. adam öldürme eğili-
hold the fort her şeye dikkat etmek, minde olan, adam öldürmeye yatkın.
her şeyle ilgilenmek. hominid n. insan.
hold to sadık kalmak; uymak. homo L. insan.
hold together birlik olmak; bir arada homoeo-, homeo-, homo-, homoio-
tutmak. prefixes. aynı, benzer, -deş anlamla-
hold up geciktirmek; soymak; örnek rına önekler.
olarak göstermek; desteklemek. homocentric tek merkezli.
hold water doğru, anlaşılır, inanılır homogeneity aynı türden olma, ho-
görünmek. mojenlik.
hold with anlaşmak, onaylamak; aynı homogeneous aynı türden olan, ho-
görüşte olmak (olumsuz tümcelerde mojen, benzeyen, benzeşik. ör.
kullanılır) There is no separation of materials
hold your horses v. yavaşlamak. in a homogeneous solution.
homologue 398 host

homologue n. aynı özelliği control hooked adj. kancalı.


eden kromozom çiftlerinden her bi- hookworm n. kancalı kurt. ör.
ri. ör. The Y chromosome is not a Hookworms may harm the intestines.
homologue of the X chromosome, hope v. ümid etmek, ummak.
since it does not contain the same hopeful adj. ümitli, ümit verici, ümit
alleles. dolu.
homologous adj. yapı, konum veya hopeless adj. ümitsiz.
köken olarak benzer olan, benzeşen, hopelessly adv. ümitsiz bir şekilde,
benzer. ör. The female clitoris is ümitsizce.
homologous to the male penis. horrid adj. kaba; berbat, iğrenç, kor-
nonhomologous adj. farklı özellik- kunç.
ler için genleri olan. ör. The X and horridness n. kabalık.
Y chromosomes are nonhomologous horror adj. korku; nefret, yoğun tik-
chromosomes. sinti.
homozygous adj. bağdaşık, eş yu- horrible adj. korkunç, korku verici.
murtadan olan; belli bir özellik için horrify v. korkutmak, dehşet vermek.
aynı genden iki taneye (iki domi- horrific adj. dehşet verici, korkunç.
nant veya iki çekinik gene) sahip horizon n. ufuk.
olan. ör. When an organism is horizontal adj. yatay, düz, ufki.
homozygous dominant, it has two horn n. boynuz.
dominant genes. horny adj. boynuza benzeyen, boy-
nuz gibi, boynuzdan.
homogamy n. akrabalar arasında ya-
horror n. korku, dehşet.
pılan evlilik, akraba evliliği; yakın
horse n. at.
akrabalar arasında kız ve erkek kar-
horse around v. aptal aptal gezinmek.
deş olarak çoğalma. ör. Homogamy
hor. som. abv. L.. hora somni, uyku-
increases the incidence of defective
dan önce, yatma zamanında anlam-
offspring. larına kısaltma.
homograft n. aynı türden doku akta- hose n. iki ucu açık, esnek boru/tüp.
rımı. ör. In the human, homografts hospice n. ölümcül hastalara, özellikle
of skin tissue are most successful kanser hastalarına hizmet veren has-
when taken from a close relative. tane.
homophones n. pl. aynı sesle telaffuz hospital, hosp., n. hastane, sayrıevi.
edilen sözcükler. hospitalist n. temel bakım doktoru;
homosexual adj. eşcinsel. başlıca görev alanı yalnızca hastane
homosexuality n. eşcinsellik. olan hekim.
honest adj. doğru, dürüst. hospitalization n. hastaneye yatırma.
honestly adv. dürüstçe, açıkça. hospitalize v. hastaneye yatırmak.
honey n. bal. host n. konakçı, parazitin içinde/üs-
honk n. ybani kaz sesi; korna sesi. tünde yaşadığı organizma; ev sahibi.
honour n. onur, namus, şeref. ör. Viral proteins on the surface of
-hood suffix. addan ad türeten sonek. the host cell are recognized by the
ör. childhood, likelihood, manhood. immune system, and host lymphocytes
hook n. çengel, kanca. attack the virus-infected areas.
host cell 399 hunchback

host cell n. konakçı hücre. howl v. bağırmak. n. çocuk bağırması,


hostage n. rehine, rehin alınan kişi. inlemek.
hostile adj. düşmanca. hue n. renk.
hostility n. düşmanlık. huge adj. pek büyük, dev, dev gibi,
hot adj. sıcak, kızgın, acı. iriyarı, koskocaman.
heat n. sıcaklık, ısı, hararet. hugeness n. irilik, büyüklük.
hot and bothered endişeli, ne yapa- hum n. alçak tonda, sürekli çıkarılan
cağını bilemez konumda. ses.
hot-headed adj. öfkeli, sert, çabuk human n. insan. adj. insana ait, in-
kızan. sanla ilgili.
hot on the heels of izleyen, hemen human being insan oğlu.
sonra olan. human race insan soyu; insanlık.
hot under the collar kızgın, heye- human rights insan hakları.
canlı ve tartışmaya hazır. humanities (dil, psikoloji, yazın, ta-
in hot pursuit of çok yakın ve is- rih, vb.) insanı konu alan bilimler.
tekli bir şekilde. humanity n. insanlık.
make it (too) hot for someone biri- humankind n. insanoğlu, insan soyu.
sini zor ve rahatsız bir konuma humanoid adj. insan şeklinde; insan
sokmak. nitelikleri olan.
not so hot çok iyi değil; beklenildi- humanosis n. hayvanlara da geçebi-
ği gibi değil. len insan sayrılığı.
hottentotism n. anormal kekemelik. humble adj. alçak gönüllü.
hour n. saat. humectant adj. nemlendirici. n. nem-
on the hour saat başı. lendirici etki gösteren bir madde.
hourly adv. saatte bir, bir saatte; sık; humectation n. sağaltımsal nem uy-
sürekli. gulaması; ham ilacı sulu preparat
house n. ev, barınak, hane. v. yerleş- içine seyreltme.
tirmek, barındırmak. humerus n. pl. humeri kol kemiği.
household n. ev bark, ev halkı, aile humid adj. nemli.
bireyleri. humidifier n. bir odanın havasındaki
houseman, house physician/surgeon nemi arttırmak için kullanılan alet.
n. sayrıevinde kalan ve her an yar- humidity n. nemlilik, havadaki nem
dıma hazır/sürekli olarak hastanede oranı.
bulunan doktor. humor n. vücut sıvısı.
house staff n. bir hastanede sürekli humour n. mizah, mizaç, huy.
kalan personel, intörn doktorlar ve humorous adj. gülünç, eğlenceli.
bir kısım doktorlar. hump n. kambur, hörgüç; tümsek, te-
how adv. nasıl, ne şekilde, ne halde. pecik.
howbeit adv. ... ise de; her nasılsa. - humpback n. kambur.
conj. karşın. hunch n. kambur; yumru. v. kambur-
however adv. her ne kadar, her nasılsa, laştırmak.
bununla birlikte, ...ise de, ancak. hunchback n. kambur.
hungry 400 hydrotherapy

hungry adj. aç. hydrate v. su ile birleşmek, su ile bir-


hunger n. açlık. leştirmek, su eklemek. ör. Carbon
hungrily adv. aç açına. dioxide is hydrated to form
hunger strike açlık grevi. carbonic acid in the blood plasma.
hunt v. avlanmak, avlamak; incele- hydration n. su ile birleşme. ör. The
mek, izini sürmek. hydration of carbon dioxide is
hunter n. avcı. catalysed by carbonic anhydrase.
hurricane n. şiddetli fırtına, kasırga. hydroa n. içi sıvı dolu, kese şeklinde
hurry v. acele etmek, çabuk olmak; döküntü/oluşum.
acele, telaş. hydrocarbon n. hidrojen ve karbonun
in a hurry acele ile. oluşturduğu bileşik; hidrokarbon.
hurt v. incitmek, zarar vermek, canını hydrocephalus n. kafatasında olağa-
nın üzerinde sıvı toplanması, hidro-
yakmak.
sefali. ör. Hydrocephalus is treated
hush up v. sessiz olmak.
by implanting a shunt in the skull to
husk n. kabuk, kılıf. drain the excess fluid.
husky adj. kabuklu; boğuk, kısık; hydrocyst n. sıvı içerikli kist.
dinç, güçlü, gürbüz, iriyarı, kuvvetli. hydrogen n. hidrojen.
hyaline adj. camsı; geçirgen görü- hydrogenate v. su ile birleşmek.
nümlü, geçirgen, şeffaf, saydam. hydrology n. su bilimi.
hyalo- , hyal- prefixes. cam, cam gi- hydrolysis n. suyun eklenmesiyle
bi, cama benzer anlamlarına önek- kimyasal bağların parçalanması,
ler. ör. hyalogens. hidroliz. ör. One molecule of water
hybrid n. melez, karışık, saf olma- is inserted at the bond between each
yan; farklı genotiplerden olan döl, pair of amino acids in the
farklı türlerden annebabanın yavru- hydrolysis of protein.
ları. ör. The mule is a hybrid of a hydrolyze n. enzim etkisi ve suyun
horse and a donkey. eklenmesiyle moleküllerin sindiril-
dihybrid n. iki özellikte farklılık mesi/yutulması veya birimlere par-
gösteren annababadan olan yavru. çalanması. ör. Proteins are
ör. In dihybrid crosses, two traits hydrolyzed into amino acid units.
are studied at the same time. hydrophilia n. su emme; su emme
trihybrid n. üç özellikte farklılık gücü.
gösteren annebabadan olan yavru. hydrophobia n. deliliğe sebep olan
ör. Three traits are studied together (özellikle köpeklerde görülen) bula-
in a trihybrid cross. şıcı sayrılık; kuduz; su korkusu. ör.
Dogs suffering from rabies exhibit
hybridize v. melezleştirmek; melez
hydrophobia.
doğuma neden olmak.
hydrops n. vücut boşluklarında su bi-
hydatid n. dokularda oluşan kist. rikimi.
hydro- , hydr- prefixes. hidrojen, su, hydrotherapy n. bir sayrının su yo-
su ile ilgili anlamılarna önekler. luyla sağaltımı. ör. Hydrotherapy is
hydrarthrosis n. eklemde sıvı biri- beneficial in the treatment of muscle
kimi. spasms.
hygiene 401 hypno-

hygiene n. sağlık kuralları, sağlık bil- hyperhydrosis n. aşırı terleme.


gisi. hypermastia n. bir kişide anormal
hygienic adj. sağlıkla ilgili, sağlığa derecede büyük meme olması; bir
yaralı; saf, temiz. kişide iki memeden daha fazla meme
hygienically adv. sağlıklı olarak. olması.
mental hygiene zihinsel sağlığın hypermotility n. aktivite artması; aşırı
korunması ve gelişimi. hareketlilik.
oral hygiene ağız ve dişlerin uygun hyperphagia n. fazla yeme, olağan-
bakımı. dan çok yeme. ör. Hyperphagia,
hygric adj. nemle ilgili. accompanied by weight loss, is a
hygro- , hygr- prefixes. nem, nemli symptom of diabete.
anlamlarına önekler. hyperpnea n. hızlı solunum; solunum
hymen n. dişi cinsel organının giri- derinliğinin artmasıyla birlikte gö-
şinde bulunan zar; kızlık zarı. rülen hızlı soluma.
hymenal adj. kızlık zarı ile ilgili. hyperpresia n. bir kişide anormal de-
hymeneal adj. evlilikle ilgili. recede yüksek kan basıncı olması.
hymenoectomy n. kızlık zarının ame- hypersensitive adj. duyarlı, aşırı du-
liyatla alınması. yarlı.
hypacusia n. işitme yeteneğinin hypersensitivity n. alerji; aşırı duyar-
azalması.
lılık.
hypalgesia n. ağrıya karşı duyarlılı-
hypertension n. yüksek kan basıncı;
ğın azalması.
hyper- prefix. olağanın üstünde, aşırı, kan basıncı yüksekliği, hipertansiyon.
çok, fazla anlamlarına önek; çok iri, hyperthermia n. vücut ısısının anor-
üstünde, yüksek, hiper. mal derecede yüksek oluşu.
hyperacidity n. midede fazla asit sal- hyperthymia n. son derece yüksek
gılanması, fazla asitlilik. ör. Milk is duygusallık hali.
helpful in decreasing hyperacidity hyperthyroidism n. tiroid bezinin
in the stomach. aşırı salgı yapmasının neden olduğu
hyperacuity n. görme duyusunun ile- bir durum.
ri derecede keskin olması. hypertrichosis n. aşırı kıllanma;
hyperacusia n. işitme duyusunun ile- normalden fazla kıl çoğalması.
ri derecede keskin olması. hypertrophy n. genişleme, fazla bü-
hyperbulia n. aşırı bencillik. yüme. ör. The sweat glands of the
hyperemia n. bir organda olağandan armpit undergo hypertrophy on the
fazla kan toplanması. ör. Hyperemia onset of the puberty.
is relieved by donating blood hypnagia n. uyku sırasında duyulan
frequently. ağrı.
hyperemesis n. normalden fazla hypnagogic adj. uykuya neden olan;
kusma; kusma anomalisi. uyku verici ilaç.
hyperglycemia n. fazla kan şekeri, hypno-, hypn- prefixes. uyku; uyutma,
kanda yüksek düzeylerde şeker bu- uyku ile ilgili, hipnoz anlamlarına
lunması. ör. Hyperglycemia occurs önekler. ör. hypnoanalysis, hypnoid.
when insulin production is disturbed. hypnology n. uyku bilimi.
hypnogenetic 402 Hz.

hypnophobia n. uyku uyuyamama hyponoia n. zihinsel gerilik.


korkusu. hypnosis n. yapay uyutma, hypophrenia n. eblehlik, alıklık.
hipnoz. hypoplasia n. yetersiz doku gelişimi.
hypnogenetic adj. uyku verici, uyku hypopraxia n. bir kişinin hareketinde
getirici. ağırlaşma hali; kişide devinim is-
hypnotherapy n. yapay uyutma yo- teksizliği.
luyla sağaltım. hypothesis n. varsayım.
hypnotize v. uyutmak. hypotonia n. ileri derecede güç dü-
hypo- , hyp- prefixes. eksik, az, aşa- şüklüğü hali; tonüs azalması.
ğı, alt, alışılmışın altında, olagandan hypoxemia n. kanda yetersiz okşijen
küçük anlamlarına önekler. ör. bulunması, hipoksemi. ör.
hypoacidity Decreased oxygen saturation of the
hypobaropathy n. düşük hava basın- blood is termed hypoxemia.
cında kalmanın neden olduğu sayrılık. hypoxia n. oksijen azlığı, düşük
hypocalcia n. kalsiyum eksikliği. okşijen konsantrasyonu, hipoksi. ör.
hypochrondia n. sağlığından gerek- Hypoxia is common at high
siz yere endişe duyma; olmayan bir altitudes due to the decreased
sayrılık varsayımıyla rahatsızlık concentration of oxygen in the air.
çekme. hypoxic adj. okşijen azalmasıyla ilgili.
hypocritical adj. iki yüzlü. hypsi-, hypso- prefixes. yüksek, yük-
hypodermic adj. deri altına uygula- seklik anlamlarına önekler. ör.
nan/verilen; deri altında bulunan. hypsicephaly.
ör. The drug was given by hypsiloid adj. Y şeklinde.
hypodermic injection. hysterectomy n. rahmin tamamının
hypoglossal adj. dil altında; dil altı veya bir kısmının ameliyatla alın-
siniri ile ilgili. ması.
hypoglubulia n. kanda kırmızı kan hysteria n. sinir bozukluğu, isteri.
hücresi sayısının ileri derecede hysterical adj. çılgın, heyecanlı, isterik.
azalması. hysterics n. sinir bozukluğu, sinir
hypoglycemia n. kanda şeker düzeyi- buhranı, isteri.
nin ileri derecede azalması, kanda hystero- , hyster- prefixes. 1. sinir
düşük şeker düzeyi. ör. bozukluğu, isteri. 2. döl yatağı. 3.
Hypoglycemia occurs when too daha sonra, sonraki, izleyen. anlam-
much insulin is released by the larına önekler. ör. hysterogenic is-
pancreas. terik tepkilere neden olan.
hypogonadism n. testis veya hysterosalpingectomy n. rahim ve
ovaryumun yetersiz salgı yapması; fallop kanatlarının ameliyatla alın-
cinsiyet bezlerinin bozukluğu. ması.
hypomastin n. göğüsün anormal de- hysterotomy n. döl yatağının cerrahi
recede küçük olması. olarak çıkarılması.
hypomonorrhea n. aybaşı kanamasının Hz. abv. hertz hertz anlamına kısaltma.
düzensiz oluşu, normalden az olması.
I,i

I iodine anlamına kısaltma. -ibility suffix. ad yapan sonek. ör.


-i, -is suffies. belli bir bölgede (özel- invincibility.
likle Asya'da) kişi veya dil bildiren -ible suffix. sıfat oluşturan sonek. ör.
ad ve sıfat yapım soneki. ör. the irreversible.
Israeli people. Speakers of Nepali. -ic, -ical suffixes. 1. –e ait ...ile ilgili,
Three Pakistanis. ...gibi anlamına sıfat oluşturan so-
i iso- simgesi. nek. ör. photographic, icteric,
-ia suffix. olağandışı bir durum bildi- pelvic; historical. 2. etkilenen, et-
ren, anormal veya patolojik bir has- kisinde kalan anlamına ad yapım
talık ve rahatsızlık adı oluşturmada eki. ör. an alcoholic.
kullanılan sonek. ör. diftheria difte- -ically suffix. zarf oluşturan sonek. ör.
ri. hysteria isteri. photographically.
-ial suffix. birşeye ait olma, birşeyle ice n. buz. v. buzla soğutmak, don-
karakterize olma belirten sonek. ör. durmak.
residential belirli bir süre kalınan. ice-bag/ice pack n. su geçirmez buz
-ian suffix. 1. bir şeye ait olma, torbası; vücudun şiş bölümlerini in-
birşeye benzeme veya birşeyle ka- dirmek veya ateşi düşürmek için
rakterize olma belirten sonek. ör. kullanılan buz torbası, buz kesesi.
Parisian Paris’li. 2. bir kişiyi veya ice box n. buzdolabı.
düşünceyi benimseme, bir konuda ice cream dondurma.
uzmanlaşma belirten sonek. ör. ice milk buzlu süt, süt ürünleri ve şe-
librarian. kerden yapılan bir tür soğuk tatlı.
-iana, -ana suffixes. ...ile ilişkili eşya, ice-bound buz kaplamış, buzla çevri-
belge v.b. yığını anlamına sonekler. li, donmuş, buz bağlamış.
ör. Shakespeariana. ice-cold adj. buz gibi soğuk; son de-
-iasis suffix. patolojik bir durum gös- rece soğuk.
teren, sağlıksız bir durum bildiren iceberg n. buzdağı.
sonek. ör. teniasis. the tip of the iceberg buzdağının
-iatric, -iatrics suffixes. ilaç ve he- çoğu su yüzeyinde kalan kısmı.
kimlikle ilgili, tıbbi, medikal; özel iceberg lettuce yaprakları çok sıkı sa-
bir tıbbi sağaltımla ilgili anlamları- rılı lahanaya benzer bir tür marul.
na sonekler. ör. geriatrics. iced adj. buzla kaplı.
iatric adj. tıpla, hekimle veya sağaltı- ichnogram n. ayak izi.
cıyla ilgili. ichor n. bir yara veya ülserden gelen
iatro- prefix. tıpla, ilaçla, doktorla il- sulu akıntı.
gili anlamına önek. ör. iatrogenic. ichoroid adj. ince, sulu akıntıya ben-
iatrogenic disease n. hekim hatasın- zer; böyle bir sızıntı gibi.
dan kaynaklanan durum. ichorous adj. ince, sulu akıntıya ben-
-iatry suffix. tıbbi sağaltım anlamına zer.
sonek. ör. psychiatry. ichorrea n. bol miktarda ince, sulu
ibid, ibidem dipnotlarda ve akıntı olması.
bibliografyada kullanılan, bir önce ichthyism, ichthymus n. bayat balık
adı geçen yapıtı belirten sözcük. yemekten kaynaklanan zehirlenme.
ichthyo- 404 identify

ichthyo-, ichthy- prefixes. balık an- -id, -ide suffixes. 1. kimyasal bileşik
lamına önekler. ör. ichthyic balıkla oluşturan sonekler; 2. bir familya-
ilgili. ichthyoid balık şeklinde, ba- nın üyesi anlamına sonekler. ör.
lıkla ilgili, balığa benzeyen. hominid, chloride. 3. deri duyarlı-
ichthyophagous adj. balıkla besle- lığını gösteren sonekler. ör: syphilid.
nen, balık yiyen. ichthyosis n. kuru- 4. küçük, genç, yavru, örnek anla-
luk ve kalınlaşmayla karakterize de- mına sonekler. ör. spermatid.
ri sayrılığı, "balıkcildi" sayrılığı di- idea n. düşünce, fikir.
ye de adlandırılır. flight of idea belirli ruh hastalıkla-
ichthyol n. deri sayrılıklarının sağal- rının özelliği olarak birbirini tutma-
tımında kullanılan kömür katranı tü- yan, hızlı konuşma; fikir uçuşması.
revi. ideal adj. mükemmel, kusursuz, ideal.
-ician suffix. belirli bir alanda uzman- ideate v. düşünce oluşturmak, kavra-
lık yapmayı gösteren sonek. ör. mak, düşünmek, hayal etmek.
mortician. technician. ideation n. düşünce/fikir oluşturma;
-icide, -cide suffixes. öldüren, öldürü- düşünme.
cü anlamlarına ad oluşturan sonek- ideational adj. fikir oluşumu ile ilgili.
ler. ör. insecticide, suicide. idea fixe sabit fikir; değişmez düşün-
icily adj. buz gibi bir tavırla. ce; saplantı, endişe.
icono- prefix. benzerlik, görüntü an- -idea suffix. zoolojide hayvanları sı-
lamlarına önek. ör. iconolatry. nıflandırmayı göteren sonek. ör.
iconologny n. heykel veya resimlerin hominidea insanın da içinde bulun-
doğurduğu cinsel istek. duğu tür.
-ics suffix. ... bilimi, ... çalışmaları an- ideal adj. her bakımdan mükemmel;
lamına sonek. ör. graphics, poetics; çok uygun; ideal. n. en mükemmel
hysterics, athletics. örnek; en mükemmel standard.
idealize v. mükemmel varsaymak;
ictal adj. nöbet veya inme ile ilgili,
ideal olarak görmek.
nöbet veya inmenin neden olduğu.
ideally adv. mükemmel bir şekilde,
icteric adj. sarılıkla ilgili, sarılığı
mükemmel olarak.
olan. n. sarılık ilacı.
identic adj. özdeş.
ictero- prefix. sarılık anlamına önek.
identical adj. aynı, benzer, özdeş, eş,
icterogenic adj. saılık yapan.
tıpkı. ör. Monozygous twins are
icteroid adj. sarılığa benzeyen; sarılık
called identical twins.
gibi.
identical twins eş yumurta ikizleri.
icterus n. sarılık. identify v. kimliğini saptamak, belir-
ictus n. atak, nöbet, kriz; vuruş, vurum; lemek, tanımak, tanımlamak. ör.
atım; ani saldırı, fiske, yumruk. Although the precursors of virtually
icy adj. buzlu, buz gibi, buz tutmuş, all amyloid proteins have been
soğuk, kaygan. identified, several aspects of their
id n. güdü; beynin bilinçsiz fakat is- origins still are not clear. = Ger-
tek ve arzuları olan bölümü; çekte tüm amiloid proteinlerin ön-
süperego. cülerinin saptanmış olmasına karşın
identifiable 405 ileac

bunların kökenlerinin birkaç yönü idleness n. tembellik, haylazlık.


hâlâ açık değildir. idrosis n. ileri derecede terleme.
identifiable adj. tanımlanabilen, sap- idyll, idyl n. yaşamın mutlu bir anı.
tanabilir, tanınabilir. idylic adj. çekici, neşeli, sakin.
identification n. kimlik saptama, ta- i.e., id est, L. yani; demem şu ki.
nımlama, belirleme. if conj. eğer, ise; şayet, koşuluyla.
identified adj. belirlenmiş, saptanmış. as if sanki, -miş gibi, güya, gibi.
identity n. kimlik; aynılık, farksızlık, ifs and buts gecikmenin nedenleri.
özdeşlik, tam olarak benzeme. if it hadn’t been for ... masa ... olurdu.
identity card, I.D., kimlik, kimlik if it weren’t for ... olmasa ... olur.
kartı. if ... not/only if -medikçe.
ideo- prefix. fikir, düşünce anlamına if only keşke, isterim ki.
önek. ör. ideogram, ideology dü- iffy adj. onursuz; utanılacak; alçak,
şünce, inanç ve eğilim dizgesi, ideo- rezil; belirsizliklerle dolu.
loji. -iform suffix. … şeklinde; ... gibi an-
idio- prefix. tek, özel, ayrı, ayırtedici, lamlarına sıfat oluşturan sonek. ör.
-e özgü anlamlarına önek. ör. idiolect cruciform.
bir dili veya lehçeyi konuşan kişi. -ify suffix. eylem türeten sonek. 1.
idiom n. deyim, terim. yapmak, olmak. ör. to purify saf-
idiosyncrasy n. bir kişinin diğerinden laştırmak. to clarify netleştirmek. 2.
farklılıklarını gösteren kendine özgü ... ile doldurmak. ör. to terrify kor-
özellikler. kutmak.
idiocrasy n. kendine özgülük; tuhaf- ignipedites n. ayak tabanlarında ya-
lık. kıcı ağrı.
idiocy n. budalalık; aptalca davranış. ignis n. ateş; ısı; yakma; dağlama;
idiopathic adj. nedeni bilinmeyen. dağlamada kullanılan alet.
idiopathy n. nedeni bilinmeyen bir
ignoble adj. alçak, rezil.
sayrılık.
ignobleness n. alçaklık.
idiophrenic adj. yalnızca beyin ile il-
ignobly adv. alçakca, onursuzca.
gili, beyne ait olan, refleks olmayan.
ignominous adj. yüz kızartıcı, utanı-
idiot adj. aptal, budala, sersem, ahmak,
lacak.
alık, bön, ebleh, zihinsel özürlü.
ignore v. görmezden gelmek, önem
idiotic adj. aptalca, aptal gibi, buda-
vermemek.
laca.
ignorance n. önemsememe.
idiotrophic adj. kendi yiyeceğini
seçme yeteneğinde olan. ignorant adj. bilinçsiz, eğitimsiz, cahil.
idiotropic adj. içe dönen, içe dönük. il- prefix. olumsuzluk bildiren önek.
idiotypic adj. kalıtımla ilgili. ör. illegal yasal olmayan. illogical
idle adj. tembel, işsiz, boş, aylak. v. mantıksal olmayan, temelsiz.
zamanını boşa geçirmek, tembellik -ile suffix. birşeye ilgi, benzerlik veya
etmek, haylazlık etmek. yetenek belirten sonek.
idler n. tembel, haylaz. ileac adj. ince barsağın alt kısmı ile
idly adv. tembel tembel, haylazca. ilgili; ileuma ait.
ileum 406 illusive

ileum n. ince barsağın alt bölümü. ill-looking adj. şeytan yüzlü; çirkin.
ileitis n. ince barsak alt bölümünün illness n. hastalık, sayrılık, sayrı, ra-
yangısı. hatsızlık.
ilecolitis n. ince barsak alt bölümü ve ill-starred adj. kötü talihli, bahtsız,
kalın barsak yangısı. şanssız.
ileo- prefix. kalça kemiği anlamına ill-tempered huysuz, hırçın; aksi, si-
önek. ör. ileocolic kalça kemiği ve nirli.
kalınbağırsakla ilgili. ill-treat v. yanlış tedavi uygulamak;
ileus n. bağırsak tıkanıklığı. kötü davranmak.
iliac adj. kalça kemiği ile ilgili, iliuma ill-treated adj. yanlış tedavi edilmiş.
ait. ill-treatment n. hasar, kötü davranış,
ilium n. pl. ilia kalça kemiğinin üst zarar.
kısmı. ill-use v. kötüye kullanmak; kötü kul-
illinition n. merhemin emilimini ko- lanmak.
laylaştırmak için bir yüzeyin ovul- ill-will n. nefret, düşmanlık.
ması. illusage n. kötü kullanma.
ill adj. (worse, worst) rahatsız, hasta, illy adj. kötü bir şekilde, kötü bir ta-
sayrılı, marazlı; kötü; uğursuz; acı, vırla.
zararlı. adv kötü bir şekilde; canice; illegal adj. yasadışı.
hoş olmayan bir şekilde; iyi, yeterli illegitimate adj. yasal olmayan, ya-
olmayan; güç bela olmuş. saya aykırı, yolsuz, yasaya karşı
illness n. bozukluk, hastalık, sayrılık, olan; gayrı meşru çocuk, piç.
sayrı, şikayet. illhumored adj. rahatsız; huysuz,
be taken ill v. aniden rahatsızlan- kızgın.
mak. illiberal adj. dar görüşlü, kaba.
fall ill v. hastalanmak; sayrılanmak; illicit adj. yasal olmayan, yasa dışı,
bir hastalıktan şikayet etmeye baş- yasak.
lamak. illimitable adj. sınırlanamayan; son-
ill at ease huzursuz, rahatsız; utangaç. suz, sınırsız.
ill-assorted adj. birbirine uymayan, illiterate adj. okuma-yazma bilme-
çelişen, uyumsuz. yen; cahil.
ill-boding adj. şeytani. illeteracy n. cahillik, cehalet.
ill-bred adj. kötü yetişmiş, kötü tavırlı, illogic n. mantıksızlık.
nezaketsiz, saygısız, görgüsüz, kaba. illogical adj. mantıksız, mantık dışı;
ill-fated adj. bahtsız, talihsiz, şanssız. mantığa aykırı.
ill-favoured adj. çirkin; kabul edil- illuminate v. aydınlatmak, ışık saç-
mez, karşı çıkılan. mak; anlaşılır hale getirmek, açık
ill-feeling kıskançlık, kızgınlık v.b. hale koymak.
duygular. illumination n. aydınlatma; açılma.
ill-gotten adj. hile ile elde edilen. illusion n. düş, hayal; yanıltıcı görüş,
ill health n. rahatsızlık durumu; genel aldanma, kuruntu.
olarak hastalık hali. illusive adj. yanıltıcı, aldatıcı.
illusory 407 imminent

illusory adj. aldatma eğilimli. imbrue v. emdirmek; doyurmak; bo-


illustrate v. resimlemek, tanımlamak, yamak.
tasvir etmek, örneklemek. imbrute v. boya ile doyurmak, em-
to illustrate örneğin. dirmek; tamamen ıslatmak, bulaş-
illustrated adj. açıklayıcı, örnek ve- tırmak.
rici. imitate v. benzemek, benzetmek, tak-
illustration n. resim; örnek; tasvir. lit etmek; örnek almak.
illustrative adj. açıklayıcı, aydınlatıcı. imitation n. sahte, taklit, yapay.
illustrious adj. parlak, seçkin, ünlü. imitative adj. taklit edici; asıl olma-
im- prefix. olumsuzluk bildiren önek; yan, kopya, taklit, türemiş, yapay.
“-in” önekinin "b,m,p" den önce immaculate adj. saf, temiz, lekesiz;
kullanılan şekli. ör. impossible ola- hatasız, eksiksiz.
naksız. immobilize sabitleştirmek. immanent adj. içinde bulunan, içinde
ima L. en düşük, en az. var olan; kalıtsal.
image n. görüntü, şekil, suret, tasvir, immaterial adj. ilişkisiz, önemsiz,
heykel, düşünce, hayal. ufak.
imaginable adj. düşünülebilir, inanı- immature adj. genç, olgunlaşmamış,
labilir, olabilir, olası. ham, tam olarak gelişmemiş. ör.
imaginal adj. görüntü ile ilgili. The immature lungs are grossly
imaginary adj. düşsel, var olmayan. unexpanded, red, and meaty.
imagination n. imgelem, hayal. immediate adv. acil, hemen olan, iz-
imaginative adj. canlı, düş gücü yük- leyen, yakın.
sek, yaratıcı. immediacy n. yakınlık, doğrudan
imagine v. düşünmek, hayal kurmak. olurluk.
conj. … ise, koşuluyla. immediately adv. derhal, gecikmek-
imago n. pl. imagines yetişkin böcek, sizin, hemen, tez elden, doğrudan
bir böceğin gelişiminde son aşama. doğruya.
imbalance n. dengesizlik, denksizlik, immedicable adj. iyilleştirilemeyen;
oransızlık. sağaltılamayan.
imbecile n. ebleh, budala, alık, ahmak. immense adj. dev, iri, çok büyük,
imbecility n. ahmaklık, eblehlik, bu- koskoca, kocaman, engin.
dalalık, alıklık. immensely adv. yeterinden çok.
imbed v. gömmek; içine yerleştir- immensity n. büyüklük, genişlik, en-
mek. ginlik.
imbibe v. emmek, içine çekmek; immerse v. sıvı içine daldırmak, sıvı
(özellikle) alkol almak. içine batırmak.
imbibition n. bir sıvının emilmesi; immersion n. daldırma, batırma.
bir sıvının içe çekilmesi. immigrate v. göç etmek.
imbricate, imbricated adj. üst üste immigration n. göç.
gelen, cerrahide üst üste dikilen. imminence n. olması yakın olan.
imbrication n. üst üste dikme, yarala- imminent adj. beklenen, olması ya-
rı kapamadaki cerrahi işlem. kın görülen, olmak üzere.
immiscible 408 impassive

immiscible adj. karıştırılamayan; ka- immunologist n. bağışıklık alanında


rışmaz. ör. Oil and water are uzman doktor.
immiscible because oil is insoluble immunology n. vücudun mikroplara
in water. karşı savaştığı alanla ilgili olarak
immittance n. orta kulak tıkanıklığı- çalışan tıp dalı; imünoloji.
nın ölçümü. immuno- prefix. bağışık, bağışıklık,
immobile adj. hareket etmeyen, ha- sayrılığa veya vücuda yabancı pro-
reket edemeyen, sabit, hareketsiz. teinlere dirençli anlamlarına önek.
immoblization n. sabitleştirme, tespit ör. immuno-chemistry.
etme, hareketsiz kılma. immunogenetics n. sayrılığa direç
immobilize v. devinimsiz bırakmak, göstermeye neden olan genetic
yerinde tutmak, eylem yapamaz ha- factörleri araştıran bilim dalı; sayrı-
le getirmek. lıklara karşı kalıtsal direnç. ör.
immoderate adj. belirli sınırlarda tu- Research in immunogenetics has
tulamayan, mantıksal sınır içinde determined a link between ABO
tutulamayan. blood types and stomachdisorders.
immodest adj. kendini yüksek gören; immunosupression n. bağışıklık tep-
açık saçık giyinen, cinsel albenisini kisinin gelişimini önleme. ör.
açıkça kullanan. Immunosupression is necessary in
immoral adj. haksız; ahlak dışı, tinsel successful organ transplants.
olmayan, fena, kötü. immutable adj. değişmez, değişmeyen.
immorality n. ahlak dışı davranış. impact v. etkilemek, itmek, pekiştir-
immortal adj. ebedi, ölümsüz, sonsuza mek, sıkıştırmak, şiddetle çarpmak.
dek yaşayan, sonsuz. -n. sıkıştırma, etki, çarpışma; önem.
immortality n. ölümsüzlük. impaction n. sıkıca tespit etme, bir
immortalize v. ölümsüzleştirmek, yere sıkıca yerleştirme.
ölümsüz kılmak. impair v. bozmak, zayıflatmak, hasar
immovable adj. hareket edemez, sa- vermek, zarar vermek.
bit, değişmez, kımıldamaz, kararlı. impairment n. bozukluk, rahatsızlık;
immune adj. bağışık, dirençli, güvenli, hasar, zarar.
korunman; muaf. impalpable adj. ele gelmeyen, doku-
immunifacient adj. belli bir sayrılık- nunca hissedilmeyen; hissedileme-
tan sonra bağışık kılan. yecek kadar hafif, ince, zayıf.
immunitas L. bağışık. impar adj. eşit olmayan.
immunity n. bağışıklık, direnç, ko- impart v. vermek, geçirmek; açıkla-
ruma. ör. One attack of measles mak, duyurmak, eşlik etmek, katıl-
usually gives a person immunity to mak.
the disease. impartial adj. açık görüşlü, tarafsız,
immunize v. bağışık kılmak, bağışık- yansız, taraf tutmaksızın, önyargısız.
lık aşılamak. impassioned adj. heyecanlı, heyecan-
immunization n. bağışık kılma, ko- lanmış.
ruma. ör. Breast feeding provides impassive adj. sakin, serin kanlı,
immunization for infants. mantıklı.
impatience 409 imply

impatience n. sabırsızlık. impervious adj. geçirmez, içine gi-


impatient adj. sabırsız. rilmez; etkilenmez.
impeccable adj. günahsız, masum. impetigo n. irinli deri sayrılığı, isilik.
impedance n. akışı/akımı durdurma. impetious adj. çabuk kızan, hiddetli;
impede v. tıkamak, engellemek. ör. coşkun.
Loss of muscle tone impedes the impetus n. dürtü, iti, itme gücü, sü-
normal ability of the bladder to rükleyici güç; şiddet.
contract. impinge v. etkilemek.
impediment n. engelleme, tıkama. impious adj. saygısız.
impel v. zorlamak. implacable adj. yatıştırılamayan, sa-
impellent adj. zorlayıcı. kinleşmeyen; tatmin olmayan.
impend v. olmasını beklemek. implant v. aşılamak, içine girmek,
impending adj. gelen, olması bekle- içine sokmak. ör. After fertilization,
nen, yakın, yaklaşan. the developing embryo moves down
impenetrable adj. girilemez, girile- the oviduct and implants itself in the
meyen. uterine wall.
imperative adj. kontrol ve yönetim implausible adj. gerçek dışı gözüken,
gücünde; elzem, zorunlu; zorunda; mantıksız gözüken.
ısrarlı. implement n. araç, alet. v. yerine ge-
iperception n. zihinsel görüntü oluş- tirmek, uygulamak.
turamama. implicate v. göstermek, birşeyin kap-
imperceptible adj. eser, küçük, ufak; samında olduğunu belirtmek, so-
kabul edilemez rumlu tutmak, ima etmek. ör.
imperfect adj. bozuk, hasarlı, kusur- Virtually all the inflammatory
lu, tam olmayan; ya stameni ya da chemical mediators have been
pistili olan. implicated in glomerular injury.
imperforate adj. açıklığı olmayan, implication n. anlam, çıkarım, sonuç.
deliği olmayan.
ör. The anatomy of renal vessels
imperial adj. büyük, muhteşem.
has several important implications.
impermanent adj. sürekli olmayan.
implicit adj. kesin; ima edilen.
impermeable adj. geçirmez, geçir-
implode v. içeriye patlamak.
meyen, geçirgen olmayan. ör. The
implosion n. içeriye patlama.
cell membrane is impermeable to
implore v. dilemek, yalvarmak.
proteins and polysaccharides.
imply v. ima etmek, dolaylı anlatmak,
ipermeant adj. yarı geçirgen bir zar-
dan geçemeyen. demek istemek, anlamına gelmek;
impersistence n. kısa sürme, geçici var içermek, kapsamak, gerektirmek;
olma; geçici olarak meydana gelme. göstermek. ör. Blast injury
impertinence n. ilgisizlik. obviously implies a violent increase
impertinent adj. kaba, kötü tavırlı, in pressure either in the atmosphere
nezaketsiz; ilgisiz, ilintisiz. or in water. = Patlama yaralanması
imperturbable adj. aldırmaz, umur- açıkça ya atmosferde ya da suda
samaz; soğukkanlı, şaşmaz. şiddetli basınç artışı anlamına gelir.
implication 410 imputation

implication n. ima. impression n. etki, farkındalık, izle-


impolite adj. kaba, nezaketsiz, saygısız. nim.
important adj. önemli. impressionable adj. kolay etkilenen.
importance n. önem. ör. Renal impressive adj. çarpıcı, etkileyici,
disease has special importance to heyecan verici.
the clinician because so many of the impressively adv. etkileyici bir şekilde.
deaths occur in young people. iprint v. basmak; iyice yerleştirmek,
importantly adv. önemli bir şekilde. sokmak.
impose v. empoze etmek, yüklemek, iprinting n. yaşamın ilk birkaç
telkin etmek; üzerine koymak, ka- satinde olan öğrenme tarzı; türe öz-
bul ettirmek, aldatmak, yararlan- gü tanıma davranışını belirler.
mak; uyandırmak. imprison v. hapsetmek.
imposition n. güçlük, yük, yükleme. improbable adj. inanılmaz; belirli
imposing adj. çok büyük, dev gibi. olmayan; şüpheli, şüphe götürür.
impossible adj. olanaksız. ör. improper adj. elverişli olmayan,
Differentiation between congenital uyum içinde olmayan, yanlış, yersiz.
and acquired atrophic kidneys may improperly adv. elverişsiz bir şekilde,
be impossible, but a truly hypoplastic yersizce.
kidney should show no scars and improve v. düzelmek, düzeltmek, iyi-
should possess a reduced number of leştirmek; ilerlemek.
renal lobes pyramids: six or fewer. improvement n. düzelme, gelişme,
impossibility n. olanaksızlık. ilerleme.
impossibly adv. olanaksız bir şekilde, imprudent adj. aceleci, dikkatsiz.
inanılmaz derecede. impudent adj. saygısız, düşüncesiz,
impotence n. iktidarsızlık; zayıflık, kaba.
cinsel yetersizlik. impulse n. itici güç, sevk, tahrik; dü-
impotent adj. güçsüz, cinsel yetersiz. şünmeden yapılan; aniden birşeyi
impotently adv. güçsüz olarak, yeter- yapma isteği.
sizlikle. ipulsion n. belli bir etkinliği yapma
impracticable adj. uygulanamaz, dürtüsü.
pratik olmayan. impulsive adj. itici, düşünmeksizin,
impractical adj. pratik olmayan. içten gelen; atılgan.
imprecise adj. belirsiz, tahmini. impulsively adv. ani olarak, birden
impregnate v. batırmak, daldırmak; bire.
gebe bırakmak. impure adj. kirli, kirliliğe bulaşmış,
impregnation n. batırma, daldırma; pis, kötü kokulu, karışık; ahlaksız.
gebe bırakma; dölleme; doygunluk. impurity n. kirlilik.
ör. İmpregnation occurs when the impute v. bağlamak, yüklemek, üstü-
sperm penetrates an egg cell. ne atmak, sorumlu tutmak, atfet-
impress v. etkilemek. n. etkileme. mek, isnat etmek.
ipressio n. pl. impressione izlenim, imputation n. bağlama, yükleme, at-
etki, farkındalık. fetme, sorumlu tutma.
imputative 411 in

imputative adj. bağlanabilir, yükle- business. 6. giyinmiş: a girl in blue /


nebilir. dressed in silk / in fur coat. 7. yön
imus adj. en düşük. bildirir: She drove of in the wrong
intracardiac adj. kalp içinde. direction. The wind is in the North.
-in suffix. bileşik, enzim ve ilaç adı 8. kendini tanımlamada kullanılır;
oluşturmada kullanılan sonek. ör aracılığıyla, ile: Write it in Turkish /
glubilin, pancreatin, penicillin, in pencil. Doğa called out in a loud
aspirin. voice. 9. belli zaman aralıklarıyla:
in- prefix. 1. yokluk, eksiklik; olma- sırasında, esnasında, süresince: in
yan, yok; -sız anlamlarına önek. ör. March / in Fall / in 1977 / in the
insensitive duyarsız. inattention il- night. 10. (belli zaman süreleriyle)
gisiz. inaction eylemsiz. 2. içine ...lık zaman içinde: in five weeks.
içeriye, içeriye doğru anlamında 11. -den sonra; ...sonunda: It is one
kullanılır. ör. intubation tüp geçir- o’clock, Çağan will come in two
me. infest zarar vermek, etrafını hours. It will be completed in ten
sarmak. 3. güçlü etki anlamında minutes. 12. bir işin oluşunu veya
kullanılır. ör. impress, implant, oluş biçimini gösterir: in fun/in
inosculate. 4. "meydana gelmesine secret/in public. 13. birisinin veya
neden olmak", "içine koymak" an- birşeyin durumunu gösterir: in dan-
lamına gelir. ör. intenerate, ger / in difficulties / in a hurry / in
implant, inosculate. good health / in tears. 14. ilişki ve-
in-and-in adv. aynı, ilişkili, yakın. ya oran gösterir; her: One boy in
in-patient yatar hasta. sixteen suffers from this disease.
in1 prep. 1. içinde, içersinde; ...ile The students left in small numbers.
çevrili; ...sınırlarında, daha ötede 15. bölme, ayrılma veya düzenleme
değil: We keep milk in a bottle. bildirir; ...olarak, ...halinde: Pack
Lying in bed. Ateş Tuna came into them in tens / in rows / in groups.
the room. Children in the garden. 16. miktar, nicelik veya sayı göste-
Cars in the street. 2. (ülke, deniz, rir: in part / in large numbers. 17.
kent, köy adlarıyla) içinde; dışında ilgili olarak, konusunda: Better in
değil: We live in Ankara / in Italy. most ways. Blind in one eye. Weak
An island in the sea of Marmara. 3. in judgement. 18. bir ... olarak; yo-
(bir çalışma ile ilgili yer adıyla) bel- luyla; ile: What did Özge give her in
li bir amaçla katılma bildirir: Özlem return? 19. kim olduğunu ve ne
is in the hospital with a broken leg. demek istediğinizi tanımlarken kul-
Barış Çınar is in school studying. 4. lanılır: Yiğit has a good friend in
(bir oyunun, yazının, hatanın bölü- me. Extraordinary ability in such a
mü olarak) içinde, dahil: A mistake young child. 20. in+V-ing; -dığı
in a sentence. A character in a zaman; -dığında; ---iken: In
novel. An article in yesterday’s studying other languages, you can
paper. 5. çalışma ve etkinlik alanını learn more about your own.
gösterir: He is in politics / in
in 412 in an ugly manner

in2 adv. 1. içerilen, çevrili, çevrelen- in and out (of) bazan içerde bazan
miş; içerde; dışardan etkilenmemiş: dışarda: He has been in and out of
Open the wallet and put the money prison for many years.
in. The water was so warm that I in3 adj. 1. yönelik; -e doğru; içeriye
jumped in. Strong walls to keep the göndermede kullanılır: She found
prisoners in. A cup of coffee with the letter in her in box. 2. modaya
sugar in. 2. içerde, burada, bir çatı uygun: The new restaurant is the in
altında; var: I’m afraid Mrs. place to go now. 3. özel; yalnızca
Widowson is out, but she’ll be in birkaç kişinin bildiği: an in joke / an
again soon. Some thieves broke in in affair. 4. (ateş) yanar durumda;
while we were away. The train isn’t yanma halinde: Is the fire still in?
in yet. 3. içeriye, içeriye doğru: in a body birlikte; grup halinde.
There was a loud explosion and the in a differential manner ayırdedici
walls fell in. 4. her taraftan, her yer- bir tarzla.
den, her yönden, bir çok insandan: in a fundamental way temel olarak,
Letters of support have been coming asıl olarak.
in from everywhere. 5. ekleme, iste- in a jam başı dertte; sıkıntıda.
neni kaydetme anlamında: Fill in in a jiffy derhal, hemen, zaman ge-
your name and address on the form. çirmeksizin.
6. maçta bir tarafın vuruş yapmasını in a moment bir anda, bir an içinde,
belirtir: Our side were in. 7. iktidar- biraz sonra, birazdan.
da, seçilmiş: Do you think the libe- in a nutshell kısaca, özetle.
ral party will get in? 8. moda: Long in a row sırasında, üst üste, ard arda,
hair for men came again. 9. kıyıya, ardışık.
karaya, sahile: When does the tide in a way bir bakıma; belirli bir dere-
come in? The ship sailed back in. ceye kadar.
be in at (bir olay) içinde olmak: I in absentia, i.a., L. yokluğunda yok-
want to be in at the meeting. ken.
be in for (sorun, kötü birşey) mey- in accordance with uygun olarak,
dana gelecek: They are in for some uyarınca.
trouble. in addition (to) ayrıca, bundan başka,
be in with arkadaş olmak; dost ol- üstelik, bir de, buna ek olarak. ör. In
mak: She’s well in with the addition to causing cell injury,
administrators. viruces induce cell proliferation
be/get in on yer almak; rol almak; and transformation, which result in
paylaşmak: She wants to be in on neoplastic growth.
the discussion too. in advance of evvelden, önceden
go/be in for girmek; listeye adını in all topluca; toplu olarak; birlikte,
yazdırmak. toplam.
have (got) it in for someone biri- in an endevour to -mek amacıyla.
sinden hoşlanmamak ve zarar ver- in an ugly manner uygunsuz bir şe-
me niyetinde olmak. kilde.
in any case 413 in respect to

in any case her halde, ne olursa olsun. in defiance of görmezden gelerek.


in any event ne olursa olsun. in detail ayrıntılarıyla.
in appearence görünüşte. in excess of -den çok.
in as far as derecede, oranda. in exchange for karşılık olarak.
in as much as madem ki, kadarıyla; - in extremis ölüm noktasında, ölüm
den dolayı, nedeniyle, -diğinden; -i sınırında.
derecesine kadar. in face of karşısında, -e göre.
in association with … ile bağlantılı in fact aslında, gerçekte.
olarak, … ile ilişkili olarak. ör. in favour of lehinde, tarafında.
Inflammation of the gallbladder, in in form şeklinde, şeklen.
association with stones, generates in front of önünde.
pain. in general genellikle, genelde.
in attempt to -mek için, -mek ama- in hand elde.
cıyla. in hot water başı dertte.
in between aradan, arada, arasında, in its due turn sırası gelince.
arasındaki. in itself başlı başına, tek başına.
in black and white yazıyla, yazarak. in keeping with ile uyum içinde ol-
in brief kısaca. mak, ile tutarlı olmak.
in case (of) … ise, o halde, şayet, -si in line with aynı doğrultuda, uyarınca,
halinde, -si durumunda. aynı görüşte.
in charge of sorumlu olmak. in no time çabuk, kısa zamanda.
in cold blood soğukkanlılıkla, kasıtlı in many cases çoğunlukla, genellikle.
olarak. in order düzen içinde.
in compliance with uygun olarak. in order to -mek için, -mak için, için,
in conclusion kısaca, özetle, sonuçta, -sın diye.
sonuç olarak. in order for için.
in order that böylece, böylelikle.
in conformity with uygun olarak.
in order to -mek için, -mek üzere.
in connection with ilişkili olarak,
in other words başka bir deyişle.
ilişkin.
in particular özellikle.
in consequence of -in sonucunda, so-
in person şahsen, kişisel olarak, yüz
nuçta.
yüze.
in contrast to -e karşın, aksine, tersi-
in place of yerine.
ne. ör In contrast to the lymphoid
in plain English anlaşılır bir dille.
neoplasms and acute myelogenous
in practice uygulamada.
leokemia (AML), the pathologic in principle ilke/kural olarak.
findings in the chronik in proportion to ilişkili olarak, ilişkin.
myeloproliferative disorders (MPDs) in pursuit of arayışıyla, doğrultusunda.
are not specific. = Lenfoid kanser- in regard to bakımından.
lerin ve AML’nin aksine, kronik in question söz konusu.
MPD’lerde patolojik bulgular spe- in reply to yanıt olarak.
sifik değildir. in respect to bakımından, -le ilgili
in deep water sıkıntıda. olarak.
in return for 414 in vitro

in return for karşılık olarak, karşılı- in the doghouse gözden düşmek, iti-
ğında. barını yitirmek.
in reverse proportion to -le ters in the dumps üzgün, mutsuz.
orantılı olarak. in the event of -dığı taktirde, olursa.
in reverse relation to -le ters orantılı in the event that –dığı taktirde, olursa.
olarak. in the face of karşısında.
in short kısaca. in the first place ilk olarak, ilk sırada.
in situ L. yerinde; bulunması gereken in the future gelecekte.
yerde; kendi yerinde, bulunduğu in the jug hapsedilmiş.
yerde, köken aldığı yerle sınırlı, in the limelight çekici olmak, çekim
olağan bölgesinde. ör. In situ merkezi olmak.
malignancies are easier to control in the long / short run kısa/ uzun sü-
than those which have spread to rede, sonunda.
surrounding organs. in the mean time bu arada, bu sırada.
in so far adv. kadarıyla. in the opposite case aksi halde.
in so far as derecede, oranda. in the past geçmişte.
in so much (as that) o kadar ki; hat- in the ratio of oranında.
ta; belli dereceye kadar, belli ölçüye in the same way aynı şekilde.
kadar. in the same boat aynı durumda, aynı
in spite of -e karşın, rağmen, ise de, - konumda.
dığı halde. in the same direction aynı doğrultuda.
in the wake of hemen arkasından.
in spite of that ancak, fakat.
in the same way aynı şekilde.
in such a manner that şöyle ki.
in the way tıkamak, engellemek, so-
in store gelecekte.
run yaratmak.
in succession art arda, ardışık. in the way of açısından. bakımından.
in summary kısaca, özetle. in the wind ortada birşeyin olması,
in that nedeniyle, -diğinden, -dığı söylenti olması.
için, çünki; yönüyle, -mesinde, ba- in this connection bu bağlamda.
kımından, yüzünden. ör. Diseases in this way böylece, böylelikle, bu
originating in the perinatal period yolla.
are important in that they account in time beklenen zamanda, daha geç
for significant morbidity and değil.
mortality in the region. = Perinatal in toto L. toplam olarak, hep birlikte,
evrede ortaya çıkan sayrılıklar hepsi.
önemlidir çünki bunlar bölgede dik- in turn sırayla, sırasıyla.
kat çekici hastalık ve ölümlerden in vain boşuna, boş yere, sonuçsuz.
sorumludur. in view of hesaba katarak, nedeniyle.
in that case öyleyse, o halde. in vitro L. canlı organizma dışında,
in the beginning başlangıçta. yapay ortamda; laboratuvarda, test
in the course of gidişinde, seyrinde. tüpü içinde uygulanan (işlem veya
in the dark haberi olmamak, bilgisi tepkime). ör. Activated macrophages
olmamak, habersiz kalmak, karan- exhibit somewhat selective cyroroxi-
lıkta, karmaşık. city against tumor cells in vitro.
in vivo 415 inattention

in vivo L. canlı organizma içinde; inalienable adj. başkasına devredi-


canlı doku veya organizma içinde lemez, kalıtsal, sabit, tam.
olan. inalterable adj. değiştirilemez.
inability n. yeteneksizlik, yetersizlik, inalterability n. değişmezlik.
iktidarsızlık. inane adj. anlamsız, akılsız, aptalca
inaccessible adj. varılamaz, erişile- boş, saçma.
mez, ulaşılamaz, uzak, yalıtılmış. inanely adv. anlamsız bir şekilde,
ör. Microbs that propagate in the akılsızca.
lumen of the intestine or inanity n. anlamsızlık; boşluk; ah-
gallbladder are inaccessible to the maklık.
host immune defenses, including inanimate adj. cansız, donuk, ölü,
secretory immunoglobulin. ölü görünümlü, soluk, sıkıcı, sön-
inaccesibility n. erişilemezlik, ulaşı- müş, tükenmiş. ör. Water, soil, and
lamazlık. light sre inanimate factors in the
inaccuracy n. yanlışlık. environment of living organisms.
inaccurate adj. yanlış, hatalı. inanimately adv. cansız bir şekilde.
inaccurately adv. hatalı bir şekilde, inanimateness n. cansızlık, işlevsizlik.
yanlış olarak. inanition n. besinsizlik, gıdasızlık
inaction n. eylemsizlik, etkisizlik. veya neoplastik sayrılık nedeniyle
inactive adj. etki göstermeyen, tem- duyulan şiddetli yorgunluk ve zayıf-
bel, etkisiz; çalışmayan, hareketsiz, lık; boşluk.
eylemsiz. inapparent adj. belirgin olmayan;
inactively adv. etkisiz bir şekilde. klinik tanı eşiğinin altında. ör. An
inactivity n. etkisizlik. inapparent infection.
inadequacy n. yetersizlik. inappetence n. iştahsızlık.
inadequate adj. yetersiz, az, eksik. inapplicable adj. yersiz, uygunsuz,
inadequately adv. yetersiz bir şekilde. uygulanamaz.
inadmissable adj. girilemez, girile- inapposite adj. uygun olamayan, uy-
meyen; ilişiksiz, kabul edilemez, gunsuz.
uygun olmayan. inappreciable adj. önemsiz, değersiz.
inadmissibility n. girilemezlik. inapproachable adj. yaklaşılmaz.
inadmissibly adv. girilemez bir şe- inappropriate adj. uygun olmayan,
kilde. yakışıksız, yersiz.
inadvertent adj. dikkatsiz, düşünce- inapt adj. uygun olmayan, uygunsuz,
siz, kazara yapılan. ör. Surgically yakışıksız; yeteneksiz, beceriksiz.
induced hypoparathyroidism occurs inarticulate adj. konuşamayan; söz-
with inadvertent removal of all the süz; anlaşılmaz, ifade edilmemiş,
para-thyroid glands during belirtilmeyen; eklemsiz.
thyroidectomy. inasmuch as conj. –diğinden, -dığı
inadvisable adj. aptalca, doğru olma- için, nedeniyle, yüzünden, çünki.
yan, uygun olmayan, önerilmeyen. inattention n. dikkatsizlik, saygısız-
inadvisability n. uygunsuzluk. lık.
inattentive 416 incision

inattentive adj. dikkatsizlik gösteren, incarnadine n. kan renkli.


dalgın, hayalci, kayıtsız, saygısızlık incense v. hiddetlendirmek, öfkelen-
eden. dirmek.
inaudible adj. işitilemez. incensed adj. hiddetli, öfkeli.
inborn adj. kalıtsal, doğal, doğuştan/ incentive n. dürtü, özendirme, teşvik.
doğumdan beri olan. ör. Porphyria inception n. başlangıç.
refers to a group of uncommon inceptive adj. başlayan.
inborn or acquired disturbances of incertitude n. belirsizlik; güvensizlik,
porphyrin metabolism. şüphe; dengesizlik.
inbound adj. giren, gelir olarak alınan. incessant adj. aralıksız, arkası kesil-
inbreath v. (içeriye) çekmek, içine mez, devamlı, sürekli, bitmeksizin,
hava almak; solumak. kesintisiz.
inbreed v. içerde büyümek, içinde incest n. akrabalar arası cinsel ilişki.
büyümek. incestuous adj. akrabalar arası cinsel
inbred adj. içerde oluşan, içerde bü- ilişki ile ilgili; bu ilişkide bulunan;
yüyen; doğal, doğuştan, kalıtsal. bu ilişkiden doğan.
inbreeding yakın akraba bireyleri inch n. uzunluk birimi (2.5 santimetre).
arasındaki evlilik; bu tür ilişki ile inch along v. yavaşça hareket etmek.
çoğalma. inch by inch karış karış.
inburst v. içinde patlamak, içine pat- inchmeal adv. azar azar, yavaş yavaş;
lamak. giderek.
incalculable adj. hesaplanamayan, inchoate adj. ilk evrede, ilk aşamada,
öngörülemeyen; belirsiz. başlangıçta.
incandescence n. sıcak bir nesne ta- inchoation n. başlangıç, köken.
rafından görülen ışığın emilmesi; inchoative adj. başlayıcı, başlatıcı,
emilen ışık; büyük parlaklık, coşku başlangıçta olan.
incidence n. derece, miktar, oran; sık-
ve yoğunluk.
lık; olay, olgu, bir olgunun oluş sık-
incandescent adj. emen, ışık emen;
lığı; kapsam; etki; sonuç; çarpma,
parlak, çok parlak, akkor halinde.
vurma. ör. The incidence of lung
incapable adj. aciz, güçsüz, gücü
cancer is increasing.
yetmez, yetersiz, yeteneksiz.
incident n. rastlantı, olay, vaka.
incapability n. yetersizlik, yetenek-
incidental adj. arada bir yapılan, ola-
sizlik.
sı, rastlantısal, önemsiz.
incapacitate v. güçsüz bırakmak, ye- incidentally adv. rastlantısal olarak,
tersiz bırakmak. sırası gelmişken.
incarcerate v. kapatmak, çevresini incipient adj. başlayan; ortaya çık-
sarmak, kuşatmak, sınırlamak. mak üzere olan.
incarcerated adj. sarılı, kuşatılmış, incisal adj. kesici, kesici dişle ilgili.
sınırlı. incise v. bıçakla kesmek; keserek aç-
incarnant adj. bir yaranın kabarık- mak, yarmak.
laşması ile ilgili. incision n. kesme, kesik, açma, deş-
incarnate adj. insan şeklinde; somut. me, yarma.
incisive 417 inconsiderable

incisive adj. kesici, keskin, sert, yarı- incomparable adj. benzersiz, emsal-
cı; acı, dokunaklı; zeki. siz, eşsiz, mükemmel, karşılaştırı-
incised adj. kesilmiş, yarılmış, yarık. lamayan, üstün.
incisor n. kesici diş. incompatibility n. tutarsızlık, uyum-
incisura n. pl. incisurae oyuk, çentik. suzluk.
incisure n. oyuk, çentik. incompatible adj. aykırı, bağdaşmaz,
inclement adj. şiddetli, acımasız, in- tutarsız, uyuşmaz, uyumsuz.
safsız, sert; soğuk, fırtınalı. incompetent adj. beceriksiz, ehliyet-
inclinatio n. pl. inclinations eğim, siz, yeteneksiz, yetersiz.
eğilim; yatkınlık. incomplete adj. tam olmayan, eksik,
incline v. eğilmek, eğilim göstermek, bitmemiş, kusurlu, yetersiz.
yatkın olmak; etkilemek. incomprehensible adj. akıl almaz,
inclinable adj. eğilimli, eğilimi olan, akıl ermez, belirsiz, anlaşılamaz.
yatkın olan. incomprehension n. anlamazlık, an-
inclination n. eğilim. lamama, kavrayamama.
inclined adj. eğilimli, yatkın. incomprehensive adj. anlaşılamayan,
include v. içermek, içine almak, kap- kavranamayan.
samına almak. incompressible adj. baskı altında tu-
be included in -in içinde düşünül- tulamayan.
mek, -in kapsamında olmak. incomputable adj. hesaplanamaz, he-
including adj. içeren kapsayan, ek saplanamayan.
olarak, ayrıca, yanısıra. inconceivable adj. inanılmaz; düşü-
inclusion n. göze, doku veya organ nülmeyen.
içinde bulunan herhangi bir hetero- inconclusive adj. belirsiz, ikna etme-
jen madde. yen, sonuç vermeyen, sonuçsuz,
inclusive adj. kapsamlı, kapsayan, belli bir sonucu olmayan; etkisiz,
içeren, tam. yetersiz. ör. Tests may be
inclution n. kapsamına alma, içerme. inconclusive concerning the cause
incognitant adj. düşüncesiz, düşün- of an illness.
meyen, farkında olmayan. incongruous adj. aykırı, karşıt, uy-
incoherence n. tutarsızlık, düzensiz- gunsuz, uyumsuz, tutarsız, zıt.
lik, bağlantısızlık. inconsequential adj. sonuçsuz; az,
incoherent adj. anlamsız, tutarsız, küçük, önemsiz, ufak. ör. Benign
düzensiz, bağlantısız; düşünemeyen. epithelial neoplasms are cmmon and
incombustible adj. yanmaz. usually biologically inconsequential,
income n. gelir; giriş, geliş. although they may represent
incoming adj. gelen, giren, yaklaşan, significant sources of psychologic
yeni. discomfort for the patient.
incommunicable adj. iletişim kuru- inconsiderate adj. dikkatsiz, düşün-
lamayan. cesiz, hoşgörüsüz, kaba.
incommunicative adj. iletişim kuru- inconsiderable adj. dikkate değmez,
lamayan, konuşulamayan. önemsiz, çok küçük.
inconsistency 418 indecisive

inconsistency n. tutarsızlık. incorrigable adj. adam olmaz, dü-


inconsistent adj. aykırı, bağdaşmaz, zelmez, iyileşmez, düzeltilemez,
çelişkili, kararsız, tutarsız. onarılamaz; umutsuz.
inconsolable adj. avutulamaz, kalbi incorrupt adj. bozulmamış, çürüme-
kırık, teselli edilemez. miş.
inconspicuous adj. düz, farkedilmez, incorruptible adj. bozulmaz, çürü-
göze çarpmaz, önemsiz. mez, dayanıklı; dürüst.
inconsumable adj. tüketilemez, boşa increase v. artmak, artırmak, çoğal-
harcanamaz. mak, çoğaltmak. n. artma, çoğalma.
inconstant adj. düzensiz. n. anatomi- increased adj. artmış, çoğalmış.
de, sinir veya kan damarı gibi var incredible adj. akıl almaz, inanılmaz,
olabilen veya olmayan bir yapı. şaşırtıcı.
incontestable adj. şüphe edilemez. incredulous adj. inanılmaz, şüphe
incontinence n. idrar veya gaydayı götürür.
tutamama; cinsel isteklerini tutmada increment n. artma, artış.
duyulan güçlük. ör. Stress incretion n. iç salgı.
incontinence is caused by strain on incrustation n. yara kabuğu; kabuk
the bladder spincter during oluşumu.
coughing or sneezing. incubate v. kuluçkaya yatmak, ku-
incontrovertable adj. apaçık, kesin, luçkaya yatırmak.
tartışılmaz, yadsınamaz. incubation n. kuluçka evresi.
inconvenient adj. elverişsiz, sakınca- incubus n. karabasan.
lı, tuhaf, zamansız; uygun olmayan, incur v. maruz kalmak, uğramak,
rahatsızlık verici. karşılaşmak, bir sayrılığa veya bir
inconvertable adj. değişmez, değişti- enfeksiyona tutulmak. ör.
rilemez. Overweight people may incur heart
inconvinsible adj. inanılmaz. disease more often than thin people.
incorporate v. kapsamak, içermek; incurable adj. iyileşmez, düzelmez,
birleştirmek. ör. The visceral sağaltılamaz, çaresiz, ölümcül,
epithelium is incorporated into and umutsuz.
becomes an intrinsic part of the incurious adj. ilgisiz, merak etmeyen.
capillary wall separated from incurve v. içe doğru eğilmek, içe
endothelial cells by a basement dönmek.
membrane. incurvation n. içe dönme.
incorporated adj. birleşik, birleşmiş. in d. abv. L. in dies günlük, günlük
incorporation n. birleşme, maddele- olarak.
rin birbiriyle birleşmesi. ör. The indepted adj. borçlu, minnettar.
incorporation of energy into ADP indecency n. yakışıksız, çirkin, edepsiz.
produces the energy-rich molecule indecent adj. edepsiz, uygunsuz, ya-
ATP. kışık almayan, yersiz; çirkin.
incorrect adj. hatalı, eksik; yanlış; indecisive adj. kararsız, kesin olma-
uygun olmayan. yan, sonuçsuz; belirsiz, şüpheli.
indecision 419 indisposed

indecision n. kararsızlık, tereddüt. genellikle beden demir deposundan


indeed adv. aslında, gerçekten, sahi- çıkarıldoğı için, (plazma ferritin)
den; doğrusu, gerçekte. düzeyi beden demir deposunun iyi
indefectable adj. sürekli, süren. bir göstergesidir.
indefinable adj. tanımlanamaz, ayrış- indict v. suçlamak, sorumlu tutmak.
tırılamaz. indifference n. ilgisizlik, umursamaz-
indefinite adj. belirisiz, karışık, şüp- lık.
heli; sınırsız, sonsuz. indifferent adj. aldırmaz ilgisiz, ka-
indefinitely adv. belirsiz bir şekilde, yıtsız umursamaz.
belirsizce, hafif hafif. indifferently adv. ilgisiz bir şekilde.
indelible adj. çıkmaz, sabit, silinmez. indigenous adj. doğal olarak bulu-
indelicate adj. kaba, nezaketsiz, nan; belirli bir bölgede oturan, ye-
utanç verici. rel, yerli. ör. The oral mucosa is
indent v. yırtmak, kesmek. highly resistant to its indigenous
indentation n. yırtma, kesme; yırtık, flore.
kesik. indigestion n. sindirim işlevinin yeri-
independence n. kendine yetme, ne getirilememesi; hazımsızlık.
kendine yeterlik; bağımsızlık. indignant adj. içerlemiş, kızgın, öf-
independent adj. etkilenmemiş, keli.
kontrol altında olmayan; bağımsız, indignation n. kızgınlık.
erkin. indignity n. hakaret.
indescribable adj. anlatılamaz, ta- indigo n. çivit; mavi boya maddesi.
nımlanamaz. indigoblue adj.. çivit mavisi.
indestructible adj. dayanıklı, yıkıl- indirect adj. dolaylı. ör. Communicable
maz, yok edilemez. diseases may be spread by indirect
indeterminate adj. belirsiz, kesin means.
olmayan. indiscernible adj. ayırt edilemez,
index, indicis n pl. indices, indexes. fark edilemez, seçilemez.
dizin, çizelge, cetvel. indiscreet adj. düşüncesiz, patavat-
index finger n. işaret parmağı. sız, aptalca.
indicant adj. işaret eden, gösteren.
indiscrete adj. ayrılmaz, tek tek par-
indicate v. işaret etmek, göstermek,
çalara bölünemez; tek vücut halde
belirtmek.
bulunan.
indication n. belirti, iz, işaret, kanıt,
indiscriminate adj. amaçsız, ayırım
uyarı.
yapmayan, gelişigüzel, özensiz,
indicative adj. akla getirici, belirtici,
dikkat edilmeden yapılmış.
gösterici; belirti.
indispensable adj. çok gerekli, el-
indicator n. gösterge, göstergeç; gös-
terici, bildirici. ör. Since the plasma zem, zorunlu.
ferritin is derived largely from the indispose v. isteğini kırmak, soğut-
storage of body iron, its level is a mak, isteksizleştirmek.
good indicator of the adequacy of indisposed adj. isteksiz; hasta, keyif-
body iron stores. = Plazma ferritini siz, rahatsız.
indisposition 420 inelastic

indisposition n. rahatsızlık; sayrılık; inducement n. özendirme, sevketme,


hastalık. neden olma, uyarma, ikna etme.
indisputable adj. kesin, şüphesiz, tar- induction n. özendirme, sevketme;
tışılmaz. çıkarım, sonuç, bağlama, kurma.
indistinct adj. solgun, belirsiz, seçi- inductive adj. özendirici; indükleyici;
lemez. etkileyici, uyarıcı, ikna edici.
indistinctively adv. belirsiz olarak. indulge v. hoşgörmek, göz yummak;
indistinguishable adj. ayırt edilemez, isteklerini karşılamak; isteklerine
ayırt edilemeyen. razı olmak; şımartmak; -e kapılmak.
individual n. kişi, birey, fert. indulgence n. anlayış, cömertlik,
individuality n. bireylik, teklik, özellik. hoşgörü; isteklerini karşılama; şı-
individually adv. bireysel olarak. martma.
individualize v. kişiselleştirmek. indurate v. sertleşmek, katılaştırmak.
indocile adj. öğrenme eğilimi olmayan. indurated adj. sertleşmiş, katılaşmış.
indolent adj. tembel. induration n. sertleşme, katılaşma.
indolence n. tembellik. indusium n. pl. zar tabaka, örtü.
indomitable adj. yenilmez. industrious adj. çalışkan, gayretli,
indoor adj. ev içinde meydana gelen, meşgul, sebatlı.
ev içinde uygulanan, eviçi ile ilgili; indwell v. oturmak, ikamet etmek.
kapalı yerde olan. -ine suffix. 1. ait, -e bağlı anlamına
indoors adv. içeriye doğru sonek. ör. ursuline, sistine. 2. ben-
indraft n. içeri doğru itmek, içeri zer, benzeyen anlamına sonek. ör.
doğru akım. opaline, petaline. 3. -den yapılmış.
indrawn adj. içeri akan, içeri giren. ör. crystalline.
indubitable adj. şüphe götürmez. inebrient adj. sarhoş edici, zehirleyici.
indublicate adj. uçları içe dönük n. sarhoşluk veren.
olan. inebriated adj. alkolden etkilenmiş,
induce v. özendirmek, birşey yapma- çok içmiş, ayyaş, sarhoş. ör.
ya cesaretlendirmek, neden olmak, Patients with hypoglycaemia are
yol açmak.; uyarmak; sonuç çıkar- sometimes considered inebriated.
mak, tüme varmak; indüklemek; ikna inebriation n. sarhoş etme, zehirleme.
etmek. ör. Environmental influences, inebriety n. sarhoşluk.
such as viral infections, drugs, and inedible adj. yenmez; zararlı, zehirli.
irradiation, to which the mother ineffective adj. etkisiz.
was exposed during pregnancy may ineffectual adj. boşuna; etkisiz, hare-
induce malformations in the fetus ketsiz, uyuşuk, yavaş, güçsüz.
and infant. = Gebelik sırasında an- inefficacious adj. etkisiz.
nenin maruz kaldığı enfeksiyon, ilaç inefficacy n. etkisizlik.
ve radyasyon gibi çevresel etkiler inefficient adj. ehliyetsiz, yetersiz;
fetüs ve yenidoğanda sakatlıklara etkisiz; boşuna enerji, zaman ve
yol açabilir. malzeme harcanan.
induced adj. uyarılmış; dolaylı uya- inelastic adj. elastik olmayan; uygu-
rıyla meydana gelmiş. lanamaz.
inelegant 421 infarct

inelegant adj. kaba, saygısız. inexpedient adj. öğütlenemez, öneri-


ineligible adj. yeterli olmayan, yeterli lemez.
görülmeyen, yetersiz. inexpensive adj. ucuz, düşük değerli.
ineloquent adj. akıcı veya canlı ol- inexperienced adj. deneyimsiz.
mayan; ölgün. inexpert adj. uzman olmayan, nite-
ineluctable adj. kaçınılmaz. liksiz.
inept adj. uygun olmayan, elverişsiz, inexplainable adj. açıklanamayan.
yersiz; ahmakça, anlamsız, duygu- inexplicible adj. açıklanamayan,
suz, aptal; korkak. açıklanamaz.
ineptitude n. elverişsizlik, uygunsuz- inexplicit adj. belirsiz.
luk, korkaklık. inexpressable adj. tanımlanamaz, an-
inequality n. eşitsizlik; düzensizlik; latılamaz.
değişkenlik. inexpugnable adj. içine verilemeyen,
inequitable adj. haksız, haksız yere doyurulamayan; döllenemeyen.
olan. inextirpable adj. kökünden çıkarıla-
inequity adj. haksızlık. mayan, kazınıp alınamayan, sökü-
ineradicable adj. kökünden çıkarıla- lemeyen.
mayan, sökülemeyen. inextremis ölüm noktasında, ölüm
inerrant adj. hata yapmayan, yanıl- derecesinde.
mayan. inextricable adj. çözülemeyen çıkarı-
inert adj. devinimsiz, cansız, etkisiz, lamayan.
uyuşuk, yavaş. infallible adj. şaşmaz, yanılmaz; gü-
inertia n. uyuşuk kalma eğilimi, ey- venilir.
lemsizlik, güçsüzlük. infamous adj. kötü ünlü, rezil.
inertial adj. uyuşuklukla ilgili. infamy n. kötü ünlü kişi, rezil adam.
inextremis adv. ölüm noktasında. infancy n. bebeklik, çocukluk. ör.
inescapable adj. kaçınılmaz, sakını- Cretinism refers to hypothyroidism
lamayan. developing in infancy or early
inessential adj. çok gerekli olmayan. childhood.
inestimatable adj. tahmin edileme- infant n. bebek, 1 yaş altı çocuğu.
yen, paha biçilemeyen, hesaplana- infanticide n. bebek öldürme; bebek
mayan. öldüren kişi.
inevitable adj. gerekli, kaçınılmaz. infantile adj. çocukla ilgili, bebeklik-
inexact adj. doğru veya kesin olma- le ilgili, çocukça davranış, çocuksu;
yan, hatalı, yanlış. olgunlaşmamış.
inexactitude n. yanlışlık, hata. infantile paralysis n. çocuklukta ge-
inexcusable adj. bağışlanamaz. çirilen felç, çocuk felci.
inexhoustible adj. yorulmaz; bitmez, infantile mortality rate bebek ölüm
tükenmez. oranı.
inexistent adj. yok, yok olan. infantilism n. gelişememe.
inexorable adj. acımasız, amansız. infarct n. dammar tıkanıklığı, tıkan-
inexorableness n. acımasızlık. ma bölgesi.
infarction 422 inflammation

infarction n. damar tıkanıklığı. infertile adj. çorak, üretken olmayan,


infatuate v. aptalca davranmaya ne- kısır.
den olmak; (aşk ile) çılgına dönmek. infertility n. kısırlık; doğurma yete-
infatuated adj. çılgın. neği yitimi.
infatuation n. çılgınlık. infest v. istila etmek, etrafını sarmak;
infeasible adj. geçersiz, uygulanamaz. zarar vermek.
infect v. bulaştırmak, geçirmek, infested adj. istila olmuş, her taraf-
enfekte etmek, enfeksiyon sokmak; tan sarılmış.
kirletmek; zehirlemek. ör. Influenza infiltrate v. sızarak girmek, süzülerek
viruses of type A infect humans, girmek, gizlice girmek.
pigs, horses, and birds and are the infiltration n. süzülüp girme, sızma;
major cause of pandemic and sokulma.
epidemic influenza infections. infiltrative adj. giren, sızan. ör.
infected adj. enfekte, bulaşmış, kir- Hypothyroidism can follow thyroid
lenmiş. surgery or radiation, be drug
infecting adj. enjekte edici; bulaştırıcı. induced, or occur as a result of an
infection n. bulaşma, şirayet etme, infiltrative disorder.
zararlı minicanlı işgali; infeksiyon, infinite adj. sınırsız, sonsuz; tam. ör.
intan. ör. Medication is often Every person dies because the
prescribed to fight infection. human does not have an infinite life
infectious adj. bulaşıcı, bulaşan, ge- span.
çici, hastalığa neden olan. ör. infinity n. sonsuzluk, sınırsızlık.
People with measles and diphtheria infirm adj. dermansız, güçsüz, zayıf,
are isolated from healthy people çelimsiz, sayrılı; güvensiz, rahatsız.
because these diseases are infectious. infirmary n. bir okulda hasta bakı-
infective adj. enfekte edici, bulaştırıcı, mevi, revir; sayrıevi; hastahane.
bulaşıcı. infirmity n. zayıflık, zaafiyet; hasta-
infecundity n. kısırlık. lık; sayrılı olma durumu.
infelicity n. uygun olmayan, hoş ol- infix v. bağlamak, bir diğerine tespit
mayan. etmek.
infer v. sonucuna varmak, anlamak, inflame v. tutuşturmak, alevlendir-
sonuç çıkarmak, mek, inflimasyon meydana getirmek.
inferable adj. sonucuna varılır. inflammable adj. çabuk yanan, alev-
inference n. sonucuna varma, sonuç lenen, heyecanlanan.
çıkarma; sebepleme yoluyla sonuç inflamed adj. ağrılı, enfekte, şiş, ze-
çıkarma. hirlenmiş.
inferential adj. sonucuna varılır. inflammation n. mikroplara maruz
inferior adj. altta, altında bulunan; alt kalındığında canlı dokularda mey-
derecede olan; ikinci derecede olan, dana gelen değişiklikler: örneğin
alt, aşağı. kızarıklık, şişme, ağrı ve ateş; yan-
inferiority n. aşağılık, altta olma, iyi gı; iltahap. ör. Injury to the
olmama, önemsizlik. esophageal mucosa with inflammation
infernal adj. çok kötü, iğrenç. is common worldwide.
inflammatory 423 ingestive

inflammatory adj. yangılı, iltihapla- sonra, -den sonra anlamına önek. ör.
nabilen; alevlenen; heyecanlanan. infrared kızıl ötesi.
inflammed adj. yangılı, iltihaplı, infract v. bozmak, ihlal etmek, çiğ-
alevlenmiş. nemek; kırmak.
inflate v. gazla şişmek; şişirmek, şiş- infracture n. kırık.
mek, genişlemek. infrangible adj. kırılamaz, bozula-
inflated adj. şişmiş. maz.
inflation n. şişme, şişlik, şişkinlik. infrequent adj. seyrek, nadir; sabit
inflect v. içe doğru bükmek. olmayan, düzensiz.
inflection n. içe bükülme. infringe v. çiğnemek, bozmak, ihlal
inflexed adj. içe veya alta doğru bü- etmek.
külmüş. infringement n. çiğneme, bozma.
inflexible adj. katı, sert, eğilmez, bü- infundibular adj. koni şeklinde, fa-
külmez. nus şeklinde.
inflexibility n. katılık, sertlik, eğil- infundibulium n. pl. infundibula fa-
mezlik. nus şeklinde beden pasajları veya
inflict v. başına kötü bir iş getirmek, beden parçaları; üterin tüpü.
acı vermek; -e uğratmak, canını infuriate v. kızdırmak, öfkelendirmek.
yakmak. infuse v. vermek, vücuda vermek,
infliction n. acı verme, canını yakma, aşılamak, içine vermek; damıtmak,
başına iş getirme. damla damla vermek; doldurmak.
inflow n. içe akım; içe akma, içeriye infusion n. verme, damla damla ver-
akış. me, aşılama.
influence n. etki; nüfuz. v. etkilemek, -ing suffix. -erek, -me anlamı veren
sözünü geçirmek, nüfuzu altında sonek.
tutmak. ingenious adj. usta, becerikli, elinden
influential adj. baskın, etkileyici, et- iş gelen, düş gücü yüksek, yaratıcı,
kili, güçlü; nüfuzlu, sözü geçer. zeki.
influent adj. içe akma, içeriye akan. ingeniously adv. ustaca.
influenza n. nezle, grip. ingenuity n. ustalık, zekilik.
influx n. içeriye akış, giriş. ingenuous adj. karmaşık olmayan;
inform v. bildirmek, bilgi vermek. açık, dürüst, güvenilir; masum, sa-
information n. bilgi. mimi.
informative adj. bilgi sağlayıcı; eği- ingest v. ağız yoluyla almak, yemek,
tici, öğretici, yapıcı. yutmak. ör. Food is ingested by the
informed adj. bilgili, eğitim almış, mouth and esophogus.
düşük, daha küçük, ötesi. ingesta n. vücuda alınan katı veya sıvı
infra- prefix. 1. alt, altında, altta an- besin maddeleri.
lamına önek. ör. infracostal adj. ingestion n. yeme, yutma.
kaburganın altında. inframaxillary ingestive adj. sindirimle ilgili, ye-
adj. çene altında bulunan. 2. daha mekle ilgili.
inglorious 424 inimitable

inglorious adj. utanç verici. inhalator n. solunum yolu ile ilaç


ingoing adj. giren; yeni; başarılı. vermede, vücuda hava vermede kul-
ingrain v. sabitleşmek, içine girmek, lanılan alet.
kökleşmek, yer etmek; lifin içine iş- inhale v. içine çekmek, solumak. ör.
lemek, boyamak. -adj. kökleşmiş, Crysptococcus neoformans is
içine yerleşmiş. present in the soil and in bird
ingravescent adj. giderek kötüleşen; (particularly) pigeon droppings and
yavaş yavaş şiddetlenen. infect patients when it is inhaled.
ingredient n. içerik, birşeyi oluşturan inharmonic adj. uygun olmayan,
maddeler. uyumlu olmayan.
ingress n. girme, giriş, giriş yolu. ör. inharmonous adj. uyum içinde ol-
The ingress of oxygen in the lungs is mayan, uyumsuz.
inhere v. doğal olarak var olmak.
prevented by the presence of excess
inherent adj. doğal olarak var olan;
fluid.
kendine özgü, kendinde, doğuştan,
ingressive adj. giren, girişle ilgili.
kalıtsal; ayrılmaz.
ingrow v. içeri doğru büyümek, içine inherit v. kalıtsal olarak almak, doğal
büyümek. olarak almak.
ingrowing adj. içeride büyümüş, vü- inheritable adj. kalıtsal olarak alına-
cut içinde büyümüş. bilir.
ingrowth n. içeri doğru büyüme. inheritance n. kalıtım, kalıt, kalıntı;
inguinal adj. kasıkla ilgili, kasıkta miras.
bulunan. inherited adj. kalıtsal olarak alınmış.
inguitous adj. kötü, kötülüklerle dolu. inhibit v. önlemek, yasaklamak. ör.
inguity n. kötülük. Viruses inhibit host cell DNA, RNA,
ingurgitate v. çok yemek, oburluk or protein synthesis.
etmek; büyük miktarlarda yutmak. inhibitive adj. önleyici, yasaklayıcı.
ingurgitation n. aç gözlülükle, oburca inhibition n. önleme, yasaklama.
yeme. inhibitor n. önleyici madde.
inhabit v. oturmak, ikamet etmek. inhouse adj. bir organizmadan gelen,
inhabitancy n. oturma. bir organizmadan olan.
inhabitant n. oturan kişi. inhuman adj. insanca olmayan, in-
inhabited adj. içinde insan olan, otu- sanlık dışı.
rulan (yer). inhumane adj. insanca olmayan;
inhalant adj. solunum yoluyla alınan acımasız, insafsız, canice.
(ilaç). inhumanely, adv. canice, insanlık dı-
inhalation n. soluma, solunum yoluy- şı bir şekilde.
la içine alma. ör. The primary phase inhumanity n. acımasızlık, canilik.
of M. tuberculosis infection begins inhumation n. gömme.
inhume v. gömmek.
with inhalation of the mycobacteria
inimical adj. zararlı, ters; düşmanca.
and ends with a T cell-mediated
inimitable adj. eşsiz, tek; benzeri ol-
immune response.
mayan.
initial 425 innumerable

initial adj. ilk, birinci, ilk sıradaki, inkling n. ima, seziş, şüphe.
baştaki, başlangıç. ör. Tertiary inlay n. diş çürüğünü doldurma; dolgu.
syphilis occurs years after the inlet n. giriş; girme.
initial infection and most frequently inmost adj. & adv. en derin, en gizli,
involves the aorta, the central en iç, en içte, en içteki, en içe.
nervous system, and the liver, innards n. iç organlar, bedenin iç or-
bones, and testes. ganları; iç parça, içerde bulunan her
initially adv. başlangıçta, ilk. parça; mide ve barsaklar.
initiate v. başla(t)mak. innate adj. doğuştan var olan; do-
initiation n. adım atma, başlatma, ğumsal; kalıtsal olarak alınan.
başlama, girme. inner adj. iç, içerdeki, gizli.
initiative adj. girişim; başlatma gücü innermost adj. en içte, en içte bulunan.
ve yeteneği. innervate v. vücut parçalarını sinir-
initiatory adj. başlatıcı, başlatan. lerle desteklemek; inerve etmek; bir
initis n. kassal doku yangısı. siniri veya beden parçasını uyarmak.
inject v. şırınga etmek, iğne yapmak, innervation n. bir organ içine sinir
enjekte etmek; içine doğru itmek; dağılımı; bir organın aldığı sinir
vücuda sıvı vermek. miktarı.
injectable adj. vücuda verilebilir, en- innerve v. sinirsel enerji vermek;
jekte edilebilir. uyarmak.
injection n. içeriye verme, içitim, en- innidiation n. sapkın göze büyümesi
jekte etme, ilaç verme, iğne yapma, ve çoğalması.
zerk; innocence n. suçsuzluk, suçsuz, dü-
injudicious adj. hesapsız, hesap rüstlük, masumiyet, saflık; ters etkisi
edemeyen; önlem almayan. olmayan.
injure v. incitmek, sakatlamak, sakat innocuous adj. zararsız. ör.
bırakmak, zarar vermek, kötülük Endocervical polyps are relatively
yapmak, gücendirmek. innocuous, inflammatory tumors
injury n. sakatlama, yaralama, yara; that occur in 2% to 5% of adult
hasar, zarar. women.
injurious adj. incitici, onur kırıcı; za- innominatal adj. kalça kemiğiyle il-
rarlı, yıkıcı. gili.
injuriously adj. zarar verecek şekil- innominate adj. adsız.
de, inciterek. innovate v. başlamak, yeni birşey
injustice n. haksızlık; insafsızlık; sunmak, yenilik yapmak, yaratıcı
adaletsizlik. olmak.
ink n. mürekkep. innovation n. yenileme, yenilik.
inky adj. mürekkepli, mürekkep gibi, innovative adj. ilerici, yaratıcı, yeni-
simsiyah. likçi.
write in ink/biro/pencil mürek- innoxious adj. zararsız.
kep/kurşunkalem/tükenmez kalemle innumerable adj. çok sayıda, sayı-
yazmak. lamayacak kadar çok, sayısız.
innutrition 426 inseperable

innutrition n. besinsizlik, gıdasızlık. ins and outs ayrıntılar.


ino- , in- prefixes. lif, lifsel, lifle ilgili insalivate v. çiğneyerek besinle tükü-
anlamlarına önekler. rüğü karıştırmak.
inobstrusive adj. dikkat çekmeyen. insalubrious adj. sağlığa zararlı.
inocculate v. aşılamak, aşı yoluyla insane adj. deli, ruhsal olarak rahatsız.
vücuda (virüs) vermek. insanity n. delilik, cinnet, ruhsal ra-
inocculable adj. aşı ile geçen; aşı ile hatsızlık.
geçen hastalıklara duyarlı olan. insanitary adj. sağlığa zararlı.
inocculation n. aşılama, aşı, bağışıklık. insatiate adj. doymak bilmeyen,
inoculum n. aşı; aşılamada kullanılan doymayan, açgözlü.
madde. insatiable adj. doymayan, doymak
inodorous adj. kokusuz. bilmeyen, doyumsuz, inatçı, ısrarlı,
inoffensive adj. zararsız. açgözlü.
inoperable adj. ameliyat edilemeyen; inscribe v. kesmek; kaydolmak, yaz-
ameliyata yatkın olmayan. mak.
inoperative adj. bozuk, çalışmayan, inscription n. reçetenin, içeriklerin
etkisiz, geçersiz, işlev görmeyen, ad ve miktarını belirten kısmı.
yararsız. inscrutable adj. anlaşılmaz, belirsiz.
inopportunate adj. zamansız, yersiz. insect n. böcek, haşere.
inordinate adj. belirli sınırları aşan; insecta n., pl. böcekler.
düzensiz, dağınık; çok fazla para insectarium n. canlı böceklerin için-
harcayan. de tutulduğu yer.
inordinately adv. çok miktarda; aşırı insect-eater n. böcek yiyen, böcekle
derecede. beslenen.
inorganic adj. cansız, madensel, ya- insecticide n. böcek öldürücü.
pay. insectivorous adj. böcek yiyen, bö-
inosculate v. birleştirmek; birbirine cekle beslenen.
eklemek, ulamak; birbirine açılmak. insecure adj. güvensiz, kesin olma-
inpatient n. yatar hasta; hastanede yan.
yatarak tedavi gören hasta. insecurity n. korunmasızlık duygusu,
inphase adj. aynı evrede olan. güvende hissetmeme.
input n. giriş; doldurma, besleme. inseminate v. döllemek, tohumlamak.
inquest n. ölüm nedenini belirlemek insemination n. dölleme.
üzere bir cesedin tıbbi muayenesi; insensate adj. duyusuz; duyarsız; bi-
araştırma, inceleme; inceleme işini linçsiz.
yürüten jüri. insensible adj. duymayan, duyarsız;
inquire v. araştırmak, soruşturmak. bilincini yitirmiş.
inquiry n. araştırma, soruşturma. insensitive adj. bağışık, dirençli, du-
inquiring adj. araştırıcı, soruşturucu. yumsuz, duyarsız, uyuşmuş.
inquisitive adj. meraklı. insentient adj. duyarsız, bilinçsiz.
inrush n. döküntü; aniden içeri doğru inseperable adj. ayrılmaz, parçalan-
adım atma; geriye akış. maz, koparılmaz.
insert 427 inspire

insert v. girmek, sokmak; içine veya insincere adj. yapay, iki yüzlü, sa-
arasına yerleştirmek. ör. Viral proteins mimi olmayan.
insert into the host cell’s plasma insinuate v. sezdirmek, ima etmek.
membrane and directly damage its insinuating adj. ima edici.
integrity or promote cell fusion. insinuation n. ima, sezdirme.
inserted adj. bir başka parça ile bir- insipid adj. ilgisiz, tatsız, tuzsuz; ya-
leşmiş. van.
insertion n. sokma, içine girme; ek- insipidience n. akılsızlık.
leme, dercetme. ör. The insertion of insist (on) v. diretmek, ısrar etmek.
an identical segment of DNA into a insistence n. ayak direme, ısrar.
gen is known as duplication. insistent adj. ısrarlı, ısrar eden, tedir-
inset v. sokmak, içine yerleştirmek. ginlik veren, zorlayan.
insheathed adj. saran; içine koyan; insolate v. güneş ışığına maruz bı-
kuşatan. rakmak, güneşlendirmek.
inside n. iç, iç taraf, içerisi, orta yer. insolation n. güneş ışığına maruz bı-
adj. iç, içerdeki. prep. içine, içersi- rakma, güneşlendirme.
ne, içersinde. adv. içeriye, içerden. insolence n. küstahlık.
insides n. mide; insan midesi, insolent adj. küstah.
barsaklar, karın, mide ve barsakların insolently adv. küstahca.
bulunduğu alan. insoluble adj. çözünmez, erimez; çö-
inside out baştan sona aramak; ayrın- zülmez.
tılarıyla taramak; çok derin bilgisi insolvable adj. çözülemez.
olmak, tam bir bilgisi olmak. insolvency n. çözülemezlik.
inside of içinde, içersinde. insolvent adj. çözülemeyen.
insidious adj. aldatıcı, hain, sinsi, iç- insomnia n. uykusuzluk.
ten pazarlıklı, göründüğünden tehli- insomniac n. uykusuzluk çeken kimse.
keli; erken belirtiler vermeyen (say-
insonciance n. ilgisizlik, kayıtsızlık.
rılık) ör. Lung cancer is one of the
insonciant adj. ilgisiz, kayıtsız.
most insidious and aggressive
inspect v. incelemek, yoklamak, mu-
neoplasms in the whole realm of
ayene etmek.
oncology.
inspection n. inceleme, yoklama,
insidiously adv. sinsice, tehlikeli şe-
muayene.
kilde.ör. Addison disease begins
inspector n. kontrol görevlisi, müfet-
insidiously and does not come to
attention until at least 90% of the tiş, denetçi, denetmen.
cortex of both glands is destroyed inspective adj. araştırıcı, gözlemci.
insight n. anlama, farkındalık, kav- inspersion n. sıvı veya tuz serpme;
rama, birşeyin gerçek yapısını kav- serpinti.
rama yeteneği. inspire v. havayı içine çekmek, içeri
insignificance n. önemsizlik. çekmek, soluk almak; esinlenmek,
insignificancy n. önemsizlik. uyandırmak, ilham etmek; cesaret-
insignificant adj. küçük, önemsiz, lendirmek. ör. The diaphragm is
ufak. lowered when a person inspires.
inspiration 428 insufferably

inspiration n. soluma, içine (hava) instauration n. yenileme; kurma.


çekme. instead adv. yerine, yerinde.
inspiratory adj. soluma ile ilgili. instead of -in yerine, -den çok.
inspissate v. katılaştırmak, yoğunlaş- instigate v. başlatmak; kışkırtmak;
tırmak. şevketmek.
inspissated adj. katılaşmış; yoğun- instill v. yavaş yavaş vermek, aşılamak;
laşmış; sertleşmiş. damıtmak, damla damla dökmek.
instable adj. dengesiz, kararsız, oynak. instillation n. damıtma, yavaş yavaş
instability n. dengesizlik, kararsızlık. verme; aşılama.
install v. bağlamak, döşemek, yerleş- instillment n. yavaş yavaş verme;
tirmek, takmak, monte etmek. aşılama; bir sıvıyı damla damla
installation n, yerleştirme, takma. verme, damıtma.
installment n. yerleştirme, takma. instinct n. duyma, eğilim, içgüdü.
instance n. örnek; rica, istek; kere, instinctive adj. doğal, doğuştan ge-
defa, kez. len, içgüdüsel.
at the instance of -ın ısrarı ile, -ın instinctively adv. iç güdüsel olarak.
isteği üzerine. institute v. kurmak, başlatmak, ku-
at sb's instance birisinin isteği ne- rum açmak. n. kurum, kuruluş, ens-
deniyle. titü, cemiyet, dernek.
at the instant yapar yapmaz. institution n. kurum, kuruluş.
for instance örneğin. institutional adj. kurumsal.
in many instances çoğu kez, birçok
institutionalize v. kurmak, kurum ha-
kez. ör. In many instances, excess
line getirmek, kuruma bağlamak.
production of anterior pituitary
instruct v. öğretmek, eğitmek, ders
hormones is caused by the presence
vermek; talimat vermek, yönetmek,
of an adenoma arising in the anterior
lobe kuralları bildirmek, emir vermek.
in the first instance ilkönce, ilk instruction n. öğretme, eğitme, ders
olarak. verme.
in the instance bu kez, bu defa, bu instructive adj. öğretici, eğitsel, ders
sefer. verici.
in the present instance bu kez, bu instructor n. öğretmen, eğitmen, ders
defa, bu sefer.SS veren.
instancy n. acillik. instrument n. alet, gereç, çalgı.
instant n. an, lahza. adj. acil, hemen, instrumental adj. çalgı ile çalınan;
derhal. aletli.
instantly adv. hemen, çabucak, anında. insubordinate adj. kurallara uyma-
instantaneous adj. hemen, birden, yan, asi.
acele, çabuk, anında, anlık, ani. ör. insubstantial adj. gerçek olmayan,
A large pulmonary embolus is one aslı olmayan; güçsüz.
of the few causes of virtually insufferable adj. çekilmez, katlanıl-
instantenous death. = Büyük bir maz, kabul edilemez, dayanılamaz.
pulmoner emboli ani ölümün ger- insufferably adv. dayanılmaz bir de-
çekten nadir sebeplerinden birisidir. recede.
insufficiency 429 intentional

insufficiency n. yetersizlik, yetmez- intranuclear inclusions that contain


lik, eksiklik. ör. Ischemic necrosis intact and disrupted virions and
of the anterior pituitary is an push darkly stained host cell
important cause of pituitary chromotin to the edges of the
insufficiency. nucleus.
insufficient adj. yetersiz, yetmez, az, intake n. alım, alma, giriş, vücuda
eksik. alınan sıvı vb.'nin miktarı.
insufflate v. (içine, üstüne) hava sodium intake sodyum alımı, alı-
vermek, hava üflemek. nan sodyum miktarı.
insufflation n. hava verme, üfleme. intangible adj. ele gelmez, soyut, tu-
insulate v. yalıtmak, ayırmak, izole tulamaz.
etmek. integer n. tam birim, tam sayı.
insulated adj. yalıtılmış. integral adj. bütün, tam, tamam; tek
insulating adj. yalıtkan, yalıtıcı. parça; asal.
insulation n. yalıtma. integrate v. bütünleşmek, bütün haline
insulator n. yalıtkan, yalıtıcı. gelmek, birleşmek.
insulin n. pankreasın vücut içindeki integration n. bütünleşme, birleşme.
glükoz metabolizmasıyla ilgili iç integrity n. bütünlük.
salgısı. integument n. örtü; bir organı kapla-
insult v. hakaret etmek, onurunu kır- yan zar; hayvanın derisi, tohumu
mak. n. hakaret, onurunu kırma. kaplayan dış kabuk.
insulting adj. onur kırıcı. intellect n. us, akıl; bellek, kavrama
insuperable adj. yenilmez. yeteneği, kavrama yetisi.
insupportable adj. dayanılmaz, kat- intellectual adj. usla, zeka ile ilgili;
lanılmaz. ussal; üstün zekalı.
insuppressible adj. baskılanamaz, intellectualize v. mantığa dayandır-
baskı altında tutulamaz. mak, duygusallıktan uzaklaştırmak.
insure v. sağlamak, güvence altına intelligence n. us, zeka, akıl; haber
almak, sigorta etmek. alma.
insurance n. koruyucu önlem, koru- intelligently adv. zekice.
yucu alet; sigorta, kapsam, koruma. intelligent adj. zeki, üstün zekalı.
insurgence n. isyan.
intelligible adj. anlaşılır, açık.
insurgent adj. isyan eden, başkaldı-
intemperance n. taşkınlık, ölçüsüz-
ran, asi.
lük; şiddet.
insurmountable adj. yenilmez, üste-
intemperate adj. taşkın, ölçüsüz,
sinden gelinmez.
hiddetli.
insusceptible adj. duyarsız.
intend v. niyet etmek, niyetlenmek,
int- ilgi, iç, uluslararası, vb. anlamla-
kastetmek.
rına önek.
intact adj. tam, sağlam, zarara uğra- intention n. niyet, maksat.
mamış, dokunulmamış, yerinde. ör. intentional adj. bilerek yapılan, ka-
All HSV lesions are marked by sıtlı olarak yapılan.
formation of large, pink to purple unintentional adj. bilmeden yapılan.
intentionally 430 interested

intentionally adv. bilerek, kasıtlı ola- intercede v. araya girmek, aracı ol-
rak. mak.
intended adj. planlı, kasıtlı; gelecek. intercellular adj. hücreler arası, hüc-
intenerate v. yumuşatmak. reler arasında bulunan. ör. Fluid is
intense adj. çok kuvvetli, derin, son found in the intercellular spaces of
derece, yoğun, şiddetli. tissues.
intensely adv. şiddetli bir şekilde, intercept v. durdurmak, müdahale
yoğun olarak. etmek, kesmek.
intensity n. koyuluk, şiddet, yoğunluk. interchange v. değiştirmek.
intensify v. yoğunlaştırmak, şiddet- interchangeable adj. değiştirilebilir,
lendirmek. birbirinin yerine konur.
intensive adj. yoğun, kapsamlı, koyu, intercommunicate v. karşılıklı ileti-
kesif, şiddetli. şim kurmak.
intensively adv. yoğun olarak, kap- intercommunication n. karşılıklı ile-
samlı bir şekilde. ör. The possible tişim.
effect of environmental toxins on interconnect v. birbiriyle bağlanmak.
breast cancer risk is being interconnection n. birbiriyle bağ-
intensively investigated. lanma, birbiriyle bağlantısı olma.
intent n. amaç, kasıt, niyet. intercostal adj. kaburgalar arasında
intention n. amaç, erek, niyet, kasıt, bulunan.
plan. intercourse n. insanlar arası ilişki,
intentional adj. bile bile yapılan, ka- iletişim; cinsel ilişki. ör. Some
sıtlı diseases are transmitted by sexual
intently adv. dikkatli olarak. intercourse.
inter. orta anlamına kısaltma. intercurrent adj. araya giren; bir
inter- prefix. 1. arasında, arası, arasına hastalık varlığında oluşan.
anlamlarına önek. ör. international
interdental adj. dişler arasında bulunan.
uluslararası. 2. karşılıklı anlamına
interdepend v. birbirne bağlı olmak.
önek.
interdependence n. birbirine bağlılık.
interact v. karşılıklı etkilemek, birbi-
interdependent v. biribirine bağlı.
rini etkilemek.
interdict v. yasaklamak.
interaction n. karşılıklı ilişki, karşı-
interdigitate v. parmak şeklindeki
lıklı etkileşim; iki veya daha fazla
uzantılarla iki parçayı birleştirmek,
kişi veya yapı tarafından tamamla-
kenetlemek. ör. When tissues
nan iş. ör. Protein synthesis results
from the interaction of DNA and interdigitate, this can be observed
RNA. under the microscope.
interalia L. diğer nesneler arasında. interest n. ilgi, önem; uğraş; çıkar,
interalios L. diğer insanlar arasında. kar. v. ilgilenmek, ilgilendirmek.
interbreed v. çaprazlamak; başka bir interesting adj. ilgi çekici, ilginç.
türle eşleştirmek, melezleştirmek. interested adj. ilgili, ilişiği olan, he-
interbreeding n. melezleştirme; vesli; çıkarı olan.
çarprazlama. be interested in ... ile ilgilenmek.
interfere 431 interrelated

interfere (with) v. engellemek, ilgisi intermix v. karıştırmak.


olmayan birşeye karışmak, müdaha- intermixture n. karıştırma, karışım.
le etmek. ör. Glomerular disease intern n. son sınıfta veya henüz me-
that interferes with blood flow zun olmuş öğrenci; uzmanlık öncesi
through the glomerular capillaries çalışmalara katılan asistan doktor.
has profound effects on the tubules. internal adj. iç; vücut içinde bulunan,
interfere in karıştırmak, karışmak. içsel.
interference n. karışma, engelleme, internal ear iç kulak.
müdahale. internal medicine yetişkinlerde cer-
interfering adj. karışan. rahi olmayan yapısal sayrıların araş-
interfertile adj. çaprazlama yetene- tırılması ve sağaltımı.
ğinde olan, melezleştirilebilen. internal secretion doğrudan kana bo-
interfluent adj. birbiri içine akan. şalan bir endokrin bez salgısı.
intergrade v. belli aşamalarda birbi- internist n. dahiliye/iç hastalıklar
rine karışmak, biribiri içinde büyü- uzmanı hekim.
mek. n. geçici aşama. internus adj. iç; dahili; içerisi ile ilgili.
interim n. bu ara, bu sıra, geçici. interpenetrate v. tam olarak içine
interior adj. dahili, iç, iç taraf, içer- girmek; arasına girmek, arasına
deki; bir kişinin ruhsal durumu. sokmak.
interject v. araya girme, müdahale interphase n. hücre çekirdeğinin iki
etme (konuşurken). mitotik bölünmesi arasındaki aşa-
interlace v. örerek birbirine bağlamak. ma, interfaz, ardışık iki göze bö-
interlock v. sıkıca birleşmek, kenet- lünmesinin arasındaki zaman. ör.
lenmek. During interphase, the chromosomes
interlude n. ara, fasıla, gecikme. are not distinguishable under a
intermediate adj. arada, aracı, ara, microscope.
orta, ortada. ör. When neither allele interplay v. etkileşmek.
dominates, the heterozygote exhibits interpolate v. (birkaç şeyin arasına)
an intermediate phenotype. sokmak; doldurmak; bir okuma par-
intermediary n. ara, aracı; araç, ara çasına ek materyal yerleştirmek.
aşama. interpose v. arasına girmek, araya
interminable adj. sonsuz. koymak; (önlemek üzere) müdahale
intermingle v. karıştırmak. etmek; arasında gelmek, engellemek.
intermission n. ara, aralık, fasıla. interpret v. açıklamak, tanımlamak.
intermit n. durdurmak, geçici olarak yorumlamak; çevirmek.
kesmek, kesilmek. interpretation n. yorum.
intermission n. kesme, ara verme. interpreter n. yorum yapan, yorum-
intermittent adj. aralıklı, kesintili, layan; çevirmen.
ara verip başlayan, aralıklı çalışan. interpretative adj. açıklayıcı.
intermittent claudication n. kısa interrelate v. karşılıklı ilişki kurmak.
alıştırmalardan sonra kan dolaşı- interreltion n. karşılıklı ilişki.
mındaki bir bozukluğun neden ol- interrelated adj. karşılıklı ilişki ha-
duğu bacak ağrısı. linde olan.
interrogate 432 intraabdominal

interrogate v. araştırmak, sorguya intervertebral spaces in the


çekmek, sorgulamak. backbone.
interrogation n. sorgulama. interview v. görüşmek. n. görüşme.
interrogative adj. sorgu. intervolve v. birbirine geçirmek, bir-
interrupt v. ara vermek, sürekliliğini birini sarmak.
kesmek, kesintiye uğratmak; sözünü interweave v. birbirine örmek, birbi-
kesmek. rine geçirmek.
interrupted adj. kesintiye uğramış. interwine v. örmek, birbirine geçirmek.
interruption n. kesme, akışını kesme, intestine n. bağırsak.
sözünü kesme, kesintiye uğratma. intestinal adj. bağırsakla ilgili, bağır-
ör. Any interruption of blood flow sak içinde.
through the umbilical cord (such as intima n. bir doku veya organın en iç
constricting knots or compression) kısmı; lenf damarı, arter veya bir
will be lethal to the fetus. damarın duvarı.
intersect v. kesişmek; üst üste gelmek. intimacy n. sıkı dostluk, yakınlık.
intersection n. bağ yeri, kesişme nok- intimate v. bildirmek, ima etmek.
tası; kesişme. adj. samimi, içten, yakın; çok özel,
gizli; en önemli, en içte.
intersexual adj. cinsler arasında mey-
intimacy n. yakınlık; çok yakın dost-
dana gelen; erkek ve kadın cinsleri
luk; cinsel ilişki.
arasında cinsel özellik gösteren.
intimately adv. çok yakın olarak; çok
interspace v. arada bulunmak, arada
yakından.
yer almak. n. ara.
intimidate v. korkutmak.
intersperse v. dağıtmak, serpmek. into prep. içine, içeriye doğru, -e
interspersed adj. serpiştirilmiş, dağı- doğru, -e, karşı, -e, -ye, içeri.
tılmış. intolerable adj. dayanılmaz, katla-
interstice n. bir doku veya yapı içeri- nılmaz; hoş görülmez.
sinde bulunan boşluk. intolerance n. hoşgörmezlik, daya-
interstitial adj. boşluğu dolduran, nılmazlık.
çatlağı dolduran. intolerant adj. hoşgörüsüz; dayanıl-
interstratify v. başka bir tabaka ile maz, katlanılmaz.
değiştirmek. n. ara, aralık, iki nesne intoxicate v. sarhoş etmek; sevinçten
arasındaki boşluk; iki olay arasın- çılgın hale getirmek.
daki boşluk. intoxicant n. sarhoş edici madde.
interval n. aralık, bekleme, duraksama. intoxicated adj. sarhoş.
intervascular adj. kan damarları ara- intoxicating adj. sarhoşluk verici,
sında bulunan. sarhoş edici; heyecan verici, uyarıcı.
intervene v. araya girmek, arasına intoxication n. sarhoşluk; zehirlenme.
girmek, müdahale etmek; aracılık intra- prefix. içinde, içinden, içine
etmek. anlamlarına önek. ör. intra-
intervention n. araya girme, müdahale. muscular kas içi, kas içine.
intervertebral adj. iki omur arasında. intraabdominal adj. karın içinde bu-
ör. Cartilage discs maintain the lunan; karın içi.
intraarticular 433 intrusive

intraarticular adj. eklem içi, eklem administered intravenously when a


içine. patient is unable to take
intracartilaginous adj. kıkırdak içi nourishment bu mouth.
kıkırdak içine. intravital adj. yaşam süresince olan;
intracellular adj. göze içinde, hücre yaşam içinde görülen.
içi, gözesel, hücresel. ör. Rapid intrepid adj. cesur, cesaretli; korku-
intracellular metabolism occurs in suz; zeki.
the organelles. intricate adj. girift, karmaşık.
intracostal adj. kaburga içinde veya intrigue v merak uyandırmak; ilgi
kaburga iç yüzeyinde. çekmek.
intracranial adj. kafatası içinde. intriguing adj. ilginç.
intractable adj. yönetilmesi güç, intrinsic adj özgü, doğuştan, doğal,
inatçı; iyileştirilmesi veya tedavisi içten; kalıtsal; yalnızca tek bir vücut
güç. parçasında bulunan.
intrad adv. içeriye doğru. intro- prefix. içine, içinde anlamları-
intramolecular adj. molekül içinde. na önek. ör. introvert L. içine, içine
intramural adj. bir organ veya kavite doğru.
duvarları içinde. introduce v başlatmak, sokmak,
intramuscular adj. kas içi, kas içine, sunmak; ileri sürmek.
adele içine. introduction n. başlama, başlangıç,
intransigent adj. uzlaşma, uymaz, giriş, içeri sokma.
uyuşmaz. intrology n. tıp bilimi.
intranuclear adj. çekirdek içi, çekir- intromission n sokma; sunma; kabul
dek içinde. etme.
intrauterine adj. dölyatağı içinde, intromit v içeriye göndermek, içine
rahim içi. ör. Many drugs can cause koymak; kabul etmek.
damage during the intrauterine life introrse adj içe dönmek, içine doğru
of a fetus. dönmek.
intrauterine device, IUD, dölyatağına introspect v kendi duygularını göz-
yerleştirilen gebelik önleyici alet; lemek, içe dönmek.
spiral. introspection n içgözlem.
intravaginal adj. vajin/rahim içinde. introspective adj kendi kendisini in-
intravasation n. kan damarına ya- celeyen, gözleyen.
bancı madde girişi. introversion n içe dönme, kendi ken-
intravascular adj. damar içi, kan dini gözleme.
damarı içinde. introvert v kendisini incelemek, bü-
intravenation n. ven içi, ven içinde. tün yoğunluğunu kendisine çevirmek.
intravenous adj. kan damarı içinde intrude v izinsiz girmek, zorla gir-
bulunan. mek, tecavüz etmek.
intravenously, i.v., adv. damar yo- intrusion n zorla girme, tecavüz.
luyla; damardan. ör. Fluids, intrusive adj zorla giren, tecavüz
nutrients, and medication can be eden; rahatsızlık verici, istenmeyen.
intubate 434 invertebrate

intubate v. (bir organa) tüp geçirmek, invalidate v. iptal etmek, geçersiz


tüp yerleştirmek. kılmak, çürütmek.
intuit v. sezgi yoluyla öğrenmek. invalidity n. geçersizlik, iptal.
intuition n. sezgi. invaluable adj. çok değerli, paha bi-
intuitive adj. doğal, içgüdüsel; sezgi- çilmez.
sel, sezme ile ilgili. invariable adj. değişmez, sabit, sürekli.
intuitively adv. sezgisel olarak. invariably adv. değişmez şekilde, sü-
intuitional adj. sezgisel. rekli olarak. ör. Tuberculosis almost
intumesce v. şişmek, genişlemek. invariably begins in the epididymis
intumescence n. şişme; şişmiş organ. and may spread to the testis.
intumescent adj. şişen. invariant adj. değişmeyen, sabit.
intussuscept v. içe dönmek, içe doğru invariability n. değişmezlik.
kıvrılmak. invasion n. istila, işgal, saldırı, teca-
intussusception n. içe dönme, içe vüz, zorlama.
kıvrılma, bir bağırsağın diğeri içine invasive adj. işgal eden; sağlıklı do-
girmesi. kulara yayılma eğilimi gösteren. ör.
inunction n. bir merhemle ovma; Ameloblastoma is commonly cystic,
merhem sıvı. slow forming, and locally invasive
inundate v. suyla kaplama, sel altında but has a benign course in most
kalma; çok su altında kalma. cases.
in utero L. döl yatağında, rahim için- invent v. bulmak, icadetmek; uydur-
de, henüz doğmamış. ör. The mak.
severity of the mental impairment in invention n. bulma, buluş, icat; uy-
cretinism appears to be derectly durma, yaratı.
influenced by the time at which inventive adj. yaratıcı; bulmada hü-
throid deficiency occurs in utero. nerli.
inutile adj. yararsız. inveracity n. gerçek olmayan, doğru
invade v. işgal temek, istila etmek, olmayan; gerçek dışı, yapay.
zorla girmek. ör. Salmonella invade inverse adj. ters, tersine dönmüş, zıt,
intestinal epithelial cells as well as çelişik.
tissue macrophages. inversely adv. ters olarak.
invaginate v. içe dönmek, içine gir- inversion n. tersine çevirme, ters
mek. ör. The apical membrane of döndürme. ör. In an inversion of the
the parietal cell is invaginated, uterus, the fundus, or upper region,
forming an extensive intracellular is forced through the cervix into the
canalicular system complete with vagina.
microvilli. sexual inversion n. eşcinsellik.
invagination n. içe dönme, içine girme. invert v. tersine döndürmek, tersine
invalid n. geçersiz, geçmez; yetersiz. çevirmek.
adj. sayrılık veya yaralanma sonucu invertebrate adj. omurgasız. ör.
sakat kalmış; sakat, marazlı; hasta; Invertebrates – for example, the
sakat, zayıf; mantıksız, yanlış hare- sponge – do not exhibit a definite
ketlere dayalı; haksız. shape because they lack a backbone.
invest 435 ion

invest v. kuşatmak, giydirmek, çevre- involved in ...ile ilgisi olan; -e karış-


lemek; (para) yatırmak. mış bulunan.
investigate v. incelemek, araştırmak. involvement n. ilgi, katılım; karışma,
investigator n. araştırmacı. karıştırılma, sokma, sokulma, sar-
investigation n. araştırma, inceleme, ma, sarılma, tutma, tutulma, tutu-
soruşturma. lum. ör. Sometimes amyloid
inveterate adj. sıkıca yerleşmiş, uzun deposits are limited to a single or-
süre kalmış, kökleşmiş, derine kök gan or tissue without involvement of
salmış; alışkanlık haline gelmiş. any other site in the body. = Bazen
invidious adj. kırıcı, üzücü; ayırtedici. amiloid birikimi vücutta başka hiç-
invigilate v. sınavlarda gözcülük et- bir bölgenin tutulumu olmaksızın
mek. tek bir organ veya dokuyla sınırlıdır.
invigilation n. sınavlarda gözcülük invulnerable adj. saldırıya bağışık,
etme, gözetleme. girilemez; yaralanmaz; hasar gör-
invigorate v. güçlendirmek, canlan- mez, metin, sağlam.
dırmak. involution n. genişlemiş bir organın
invincible adj. yenilmez, yenilmesi olağan haline dönmesi; içe dönme
olanaksız. inward adj. içte bulunan, içerde olan,
inviolable adj. güvencede, koruma al- gizli; akılda var olan; bilinen, alışık
tında; gizli; dokunulmaz, bozulamaz. olunan. adv. içte, içeriye doğru,
invisible adj. gözle görülmez; gizli; merkeze doğru. n. iç kısım, merkez
dikkat çekmez; var olmayan. bölüm.
invisibility n. gözle görülmezlik. inwards adv. içeriye doğru.
invite v. çağırmak, davet etmek. inwardly adv. içten, içinden, içeriye
invitation n. çağrı davet. doğru, içerden, içerisinden, içinde,
inviting adj. çekici, albenisi olan. içte; özel, özel olarak.
invoice n. fatura.
iodate v. iyotla işlem yapmak; iyotla
invoke v. başlatmak, yardıma çağır-
birleştirmek.
mak; baş vurmak.
iodide, iodine n. iyot.
involuntary adj. istemsiz, istemeye-
iodism n. iyot veya iyot bileşikleriyle
rek, istem dışı.
zehirlenme.
involurum n. kaplayıcı kılıf, zar.
iodize v. iyotla birleştirmek, iyotla iş-
involute adj. karmaşık; içe bükülmüş,
lem yapmak.
kenarları içe dönük.
-ion suffix. davranış, süreç, bir davra-
involve v. içermek; işin içine çekmek,
dahil etmek; karıştırmak, dolandır- nış veya sürecin sonucu; durum; -lik
mak, sarmak. ör. A great variety of anlamlarında kullanılan sonek. ör.
organisms are involved in wound the completion of the task,
and abscess infections.= Yara ve volcanic eruptions.
abse enfeksiyonlarıyla pek çok or- ionic adj. yüklü atomla ilgili, yüklü
ganizma ilgilidir. atoma bağlı. ör. Ionic compouds
involved adj. tutulmuş tutulu; karma- can conduct electricity.
şık, karışmış, içine girmiş; şaşırmış. ion n. yüklenmiş atom, iyon.
ionize 436 irreproachable

ionize v kısmen veya tamamen iyonla ironbound demirle bağlı; sert.


kaplamak, bir maddeyi yüklü iyon- irradiate v. yaymak, ışın saçmak;
larına ayırmak, iyonlaştırmak. ör. radyasyona maruz bırakmak, rad-
Salt is ionized in water into positive yasyon uygulamak.
and negative ions. irradiation n. yayma, ışın saçma;
iophobia n. zehirlere karşı duyulan radyasyonla tedavi etme; radyasyon
ileri derecede korku. tedavisi.
iota adv. ufak, eser miktarda. irrational adj. mantıksız, akıl dışı,
iotacism n. konuşma bozukluğu. akla uymayan.
ipsilateral adj aynı tarafta bulunan. irrationality n. mantıksızlık.
ipso facto L. olgusal, olgunun kendisi irreconciable adj. çelişik, çelişkili.
ile. irrecoverable adj. geri alınamaz,
IQ, intelligence quotient zeka katsa- ele geçmez, düzelmez, eski durumu-
yısı. na getirilmez.
ir- prefix. olumsuzluk bildiren önek. irrecusable adj. yadsınamaz, yalan-
ör. ir-regular. lanamaz.
irascible adj kolay kızan, kızgınlık irredeemable adj. iyileştirilemez, sa-
göstermeye yatkın; kızgınlık sonucu ğaltılamaz.
olan. irreducable adj. azaltılamaz, indirge-
irate adj kızgın, öfkeli, hiddetli, ce- nemez, eski konumuna getirilemez.
lallenmiş. irrefragable adj. yadsınamaz.
ire n kızgınlık. irrefrangible adj. kırılmaz, bozulmaz.
ireful adj kızgın, gazap dolu. irrefutable adj. çürütülemez, kesin,
iridectomy n. gözün irisinin cerrahi tartışılmaz, yadsınamaz.
ile alınması. irregular adj. kuralsız, düzensiz.
iridescence n. gökkuşağı renginde. irregularity n. düzensizlik.
iridescent adj. gökkuşağı renginde irrelative adj. bağlantısız, ilişkisi ol-
olan. mayan.
iris n. pl. irides iris. irrelevant adj. ilgisiz, yersiz.
iridic adj. gözün iris kısmı ile ilgili. irrelevance n. ilgisizlik, bir bağlantısı
iridial adj. irisle ilgili. olmama.
iritic adj. iris yangısıyla ilgili. irremeable adj. geri dönülemez.
iritis n. iris yangısı. irremediable adj. sağaltılamaz, ona-
irk v. bıktırmak, sıkıntı vermek, üz- rılamaz, düzeltilmez.
mek, usandırmak. irremissible adj. hoşgörülmez.
irksome adj. bıktırıcı, sıkıntı verici, irremovable adj. çıkartılamaz, alı-
üzücü, usandırıcı. namaz, kaldırılamaz.
iron n. demir; ütü. adj. demirden ya- irrepairable adj. onarılamaz.
pılmış, demir gibi. irreplaceable adj. yerine konulamaz,
iron out v. çözümlemek, düzeltmek, karşılanamaz.
güçlüğü aşmak. irrepressible adj. baskı altında tutu-
iron lung n. solunumu kolaylaştıran lamaz, kontrol edilemez.
araç; respiratör. irreproachable adj. yaklaşılmaz.
irresistible 437 isolation

irresistible adj. çekici, kaçınılmaz, irritate v. tahriş etmek; sinirlendir-


karşı konulamaz, dayanılmaz. mek; gücendirmek, canını sıkmak;
irresoluble adj. çözülemez. alevlendirmek, ağırlaştırmak, ka-
irresolute adj. kararsız; çözümsüz. şındırmak; irkiltmek.
irresolvable adj. çözülemez; ayrıştı- irrupt v. zorla girmek, istila etmek,
rılamaz. üşüşmek; düzensiz sayıda çoğalmak.
irrespective adj. hesaba katmaksızın. irruptive adj. zorla giren; istila edici;
irrespective of hesaba katmaksızın, düzensiz çoğalan.
-e bakmaksızın. ischuria n. idrar birikimi.
irrespirable adj. solunum yoluyla islet n. ada, adacık.
almaya uygun olmayan; solunamaz. islets of Langerhan Langerhan ada-
irresponsible adj. sorumsuz, düşün- cıkları.
cesiz, güvenilmez. -ise suffix. -leşmek, -leştirmek, haline
irresponsibility n. sorumsuzluk, dü- dönüştürmek, konumuna getirmek
şüncesizlik. anlamlarına sonek.
irresponsive adj. karşılık vermez, sa- -ish suffix. gibi, benzer, -imsi, -trak
ğaltıma yanıt vermez. anlamlarına sonek. ör. childish ço-
irretrievable adj. yerine konulamaz, cuksu. womanish kadınsı, kadınca.
elegeçmez, düzeltilemez. selfish bencil.
irreversible adj. tersine döndürüle- -ism suffix. -lik, -cilik, durum, nitelik,
mez, geriye çevrilemez, onarılamaz; konum, bir kuram belirten sonek.
devam eden. ör. parallelism koşutluk. heroism
irrevocable adj. değiştirilemez, geri- kahramanlık. individualism birey-
ye döndürülemez. sellik. expressionism ekspresyonizm.
irriconcible adj. bağdaşmaz, uyuşmaz. iso-, is- prefixes. eşitlik, benzerlik,
irrigate adj. sulamak; su veya ilaçlı aynılık belirten önekler. ör. isobar
eşbasınç. isocellular adj. eş göze-
sıvı ile yıkamak; canlandırmak, ve-
lerden oluşan. isochromatic
rimli hale getirmek, doğurganlaş-
eşrenkli. isochronous eşzamanlı.
tırmak.
isogonic eş açılı.
irrigation n. sulama, bedensel bir
ısoelectric adj. elektrik potansiyeli
boşluğu veya bir yarayı sıvıy-
eşit olan. ör. Isoelectric solutions
la/suyla yıkama.
will not conduct an electric current.
irritable adj. çabuk kızan, duyarlı;
isolate v. ayırmak, ayrı tutmak, tecrit
huysuz, öfkeli, sinirli; titiz.
etmek, yalıtmak. ör. In hospitals,
irritability n. duyarlılık; kızgınlık. patients with communicable diseases
irritant adj. tahriş edici, sinirlendirici. are isolated.
irritative adj. tahriş edici. isolable adj. yalıtılabilir.
irritation n. tahriş etme; sinirlendirme. isolation n. yalıtım, yalıtma, ayırma;
ör. Acute calculous cholecystitis yalnız kalma, yalnız bırakma. ör.
results from chemical irritation and Isolation of smallpox patients
inflammation of the obstructed prevents the spread of this
gallbladder. communicable disease.
isomerous 438 IVF

isomerous adj. eşit parçaları olan. iteral adj. iterle ilgili; geçite ait, ge-
isotonic adj. zarın her iki tarafında da çitsel.
eşit olan. ör. Water molecule will iterate v. yinelemek, tekrarlamak.
not cross the cell membrane if the -itic suffix. -e ait, -e bağlı anlamlarına
cell contents and the cell’s sonek.
environment are isotonic. -itis suffix. pl. itides yangı veya yan-
issue v. çıkarmak, yaymak, yayınla- gılı sayrı anlamlarına sonek. ör.
mak. n. çıkarma, yayma, yayınlama, bronchitis bronşit. laryngitis laren-
baskı; sonuç; evlat; yavru, döl; ko- jit.
nu, mesele; dokuda yabancı cisim- -itol suffix. alkol anlamına sonek. ör.
cikler tarafından açık tutulan irinli mannitol mentol.
yara. -ity suffix. durum veya nitelik belirten
in the issue sonuçta. sonek. ör. fatality öldürücü, ölüm-
-ist suffix. ad ve sıfat yapım son eki. cül; uğursuzluk.
1. bir düşüncenin savunuru. ör. A it pron.(cansız varlıklar hakkında kul-
Buddhist. His socialist view. lanılan şahıs zamiri). o, onu, ona.
2. belli bir alanda çalışan, araştıran, i.t. (in transit). transit olarak, nakil
üreten. ör. A chemist. A novelist. halinde, devinen.
A guitarist. A machinist. 3. ... ne- ital. abv for italics italik harfler an-
deniyle insanlar arasında gereksiz lamına kısaltma.
ayırım yapan. ör. a very sexist it’s (it is or it has). o ... dur, o’nun
remark kadın erkek ayırımı yapan. var.
isthmus n. pl. isthmi, isthmuses bir it’s because that nedeniyle.
organın boynu veya dar kısmı. its poss adj. onun.
isuprel n. bronşiyal astımda spazmı itself pron. kendi, kendisi, kendisini;
rahatlatmada etkin bir ilaç. kendi kendine. ör. Bone is unique in
itch n. kaşıntı, tahriş, ekzema gibi de- its ability to repair itself.
ri rahatsızlıkları; uyuz sayrılığı. v. by itself kendi kendine, tek başına,
kaşınmak; yalnız, yardım almaksızın.
itching n. kaşıntı. ör. Malignant in itself aslında.
melanomas of the skin is usually of itself kendiliğinden.
asymptomatic, although itching may i.u.d., intrauterine device n. gebeliği
be an early manifestation. önlemek amacıyla dölyatağına yer-
itchy adj. kaşıntı verici. leştirilen alet.
-ite suffix. aynı yapıda; benzeyen , bir -ium suffix. bir element veya kimya-
organ veya vücudun parçası anlam- sal grubu işaret eden sonek. ör.
larına sonek. barium baryum.
itemize v. liste haline getirmek, mad- i.v., I.V intravenously adj. & adv.
de madde yazmak. damar yoluyla; damardan.
iter n. bir anatomik parçadan diğerine IVF abv. L. in vitro fertilization ya-
uzanan yol; geçit; pasaj. pay döllenme anlamına kısaltma.
-ive 439 -ize

-ive suffix. -e eğimli , eğiliminde an- -ize suffix. -leşmek, -leştirmek, haline
lamlarına sonek. ör. degenerative dönüştürmek, maruz bırakmak, etki-
bozulma eğiliminde olan. disruptive lemek, konumuna getirmek anlam-
kopma, ayrılma eğiliminde olan. larına sonek. ör. hospitalize v. has-
ixodiasis n. kene ısırmasından kay- taneye yatırmak. legalize v. yasal
naklanan deri lezyonu. hale getirmek, yasallaştırmak.
ixodic adj. kenelerle ilgili; keneye
bağlı.
J,j

J enerji birimi jül simgesi. jaywalk v. dikkatsizce yoldan karşıya


jab v. saplamak, dürtmek; kısa mesa- geçmek.
feden hızla çarpmak. n. saplama, jealous adj. kıskanç, hasetçi.
dürtme, itme. jealously adv. kıskançlıkla, hasetle.
jabber v. çabuk ve anlaşılmaz söz- jealousy n. kıskançlık, haset.
cüklerle konuşmak. jecur n. karaciğer.
jack n. atların ayağında sık görülen jejuno- , jejun- prefixes. jejunum an-
kronik sayrılık; ağır bir nesneyi lamına önekler.
yerden kaldırmada kullanılan alet; jejune adj. çocuksu; sıkıcı, kuru, ya-
kriko. van, bunaltıcı.
jack sth in durdurmak, bırakmak, jejunum n. ince barsağın orta bölümü.
vazgeçmek. jejunitis n. jejunum yangısı.
jack sth up kriko ile kaldırmak. jelly n. pelte; kalın, homojen kütle.
jackass n. aptal. jellyfish n. denizanası.
jacket n. 1. ceket; kapak, kap, kitap jeopardize v. riske atmak, tehlikeye
kabı.2. göğüs boşluğunu kaplayan sokmak.
örtü; omurgayı tespit etmek için jeopardy n. tehlike.
kullanılan deri bandaj; Paris plaste- jerk n. ani ve keskin çekme veya bü-
ri. 3. (diş hekimliğinde) yapay taç. külme, seğirme; ani kas devinimi. v.
jactitation n. ileri derecede rahatsız- aniden çekmek veya bükmek, fır-
lık ve ateş nedeniyle hastanın yatak- latmak, itmek, kasmak, kasılmak,
ta sürekli sağa sola dönmesi. seğirmek.
jaded (with) adj. bitkin, bitmiş, bık- jerky adj. şiş, yumrulu.
mış, usanmış. jet n. kan hızının çok yüksek olduğu
jagged adj. dişli, sivri uçlu. bölge, jet.
jail fever n. tifüs. jig v. hoplatmak, zıplatmak.
jam v. sıkışmak, sıkıştırmak, sıkmak, jiggle v. kısa, hafif ve hızlı hareket-
tıkamak. n. reçel; yığınlaşma, izdi- lerle bir taraftan diğer tarafa sal-
ham. lanmak.
janiceps n. yüzleri zıt yönlere baka- jitter n. önemli veya zor bir durum-
cak şekilde başları bitişik doğan dan önce duyulan ileri derecede si-
ikizler. nirlilik hali; heyecan, sinirlilik. v.
janitor n. kapı görevlisi. sinirlenmek, sinirden titremek.
january, Ja., Ocak, ocak ayı. jockey strap n. asılı kalabilen skrotum
jar n. kavanoz; sarsıntı, titreme, gıcır- desteği.
tı, kulakları tırmalayan ses. jog v. dürtmek, itmek, canlandırmak.
jargon n. bozuk konuşma; anlaşılmaz join (in) v. birleşmek, birleştirmek,
söz; özel bir alanda kullanılan dil. katmak, katılmak, eklemek, bitiş-
jaundice n. sarılık. tirmek, eşlik etmek. n. ek, ek yeri;
jaw n. çene, çene kemiği. eklem.
jawbone n. her iki çene kemiğinden join the club v. başkalarıyla aynı so-
biri. runu olmak.
joint 441 jungle rot

joint n. eklem; ek yeri, birleşme yeri. judical n. akıllı, mantıklı.


adj. birkaç kişi tarafından paylaşılan. judicious adj. akıllı, mantıklı.
jointed adj. eklemeli; birbirine ek- judgement n. hüküm, muhakeme, us-
lenmiş. lamlama.
ankle joint n. ayak bileği eklemi. jug n. sürahi.
elbow joint n. dirsek eklemi. jugal adj. kemikle, özellikle elmacık
wrist joint n. el bileği eklemi. kemiği ile ilgili.
joke n. şaka, latife; şakalaşmak. jugular adj. boyun veya boğazla ilgili.
joke around v. boş boş gezinmek. jugular veins n. kafadan kalbe kan
jolly adj. sevinçli, neşeli, mutlu; hoş. taşıyan damarlar.
adv. oldukça; çok. jugulate v. (bir şeyin) gelişmesini ön-
jollification n. zararsız neşe ve eğ- lemek.
lence. jugulo- prefix. boyun veya boğazla
jolly well adv. kesinlikle; gerçekten. ilgili, jugular venlerle ilgili anlamla-
jolt v. güçlü bir şekilde sarsmak; şid- rına önek.
detle sarsılmasına neden olmak. n. jugulum n. boğaz.
şiddetli sarsıntı. jugum n. pl. juga iki noktayı bağla-
jostle v. (birisini) kabaca itmek, ite- yan sırt, bağ, boyunduruk; kabartı;
lemek. bir tür pens, kıskaç.
jot n. en küçük parça, en ufak miktar. juice n. sıvı, özsu, özsuyu; vücut sal-
joule n. enerji birimi, jül. gısı.
journal n. günlük kayıt; gazete, dergi. juiciness adj. sulu olma hali, sulu, su-
journalism n. gazetecilik. luluk.
journalist n. gazeteci, gazete veya juicy adj. sulu, özlü.
dergi basma işi ile uğraşan kişi. jumble v. karıştırmak; şaşırtıcı bir ka-
journey n. yolculuk. v. yolculuk rışım.
yapmak. jump v. atlamak, sıçramak, zıplamak,
jovial adj. neşeli, sevinçli; dostça. hoplamak, irkilmek. n. atlama, sıç-
jowl n. çenenin alt bölümü; alt çene. rama, zıplama.
joy n. neşe, sevinç, zevk. jump the conclusion v. yeterli kanıt
joyful adj. hoşnut, memnun, mutlu, olmadan düşünce oluşturmak.
neşeli, sevinçli. jumpy adj. gergin, sinirli, ürkek.
joyfully adv. neşeyle, sevinçle. junction n. bağ, bağlantı, ek; bağla-
joyous adj. neşeli, sevinçli, neşe dolu. ma bölgesi, eklem, kavşak.
jubilant adj. (bir başarının sonucu junctional adj. bağlama ile ilgili,
olarak) büyük bir coşkuyla dolu. bağlantısal.
jubilation n. büyük sevinç. junctura n. pl. juncturae bağlam,
judder v. titremek, şiddetle sarsmak. bağlantı; bağ noktası, eklem, kavşak.
juddering adj. titreyen. juncture n. eklem yeri, eklem, bağ
judge v. karar vermek, hüküm ver- noktası; konuşmaya ek, ayırt edici
mek, yargılamak, muhakeme etmek. anlam kazandıran hece birleşmesi.
n. hakim, yargıç. jungle rot n. tropik mantar sayrısı.
junkie 442 juxtaposition

junkie, junky n. eroin bağımlısı. justify v. hak vermek, haklı çıkar-


just adv. tam, henüz, ancak, hemen, mak, temize çıkarmak.
biraz önce, güçbela; adil, doğru; ke- justification n. mazeret, haklı neden,
sinlikle, tam; yalnızca, tek, daha haklı çıkarma.
fazla değil. adj. adaletli, doğru, dü- injustice n. adaletsizlik.
rüst, insaflı. justo major L. normalden büyük.
just about hemen hemen, olasılıkla. justo minor L. normalden küçük.
just as tam ... iken, tam tamına. juvenile adj. genç, gençlik. ör.
just in time tam zamanında. Acanthosis nigricans occurs rarely
justice n. adalet, doğruluk, dürüstlük; as a genetically determined disease
yargı; aynı koşulları taşıyan herke- in juveniles and adults.
sin benzer şekilde davranılmasını juxtapose v. yan yana dizmek, yan
gerektiren etik ilke. yana koymak.
juxta- prefix. bitişik, yapışık anlamı- juxtaspinal adj. spinal kolonun ya-
na önek. ör. juxtacolic kolona ya- nında.
kın/bitişik. juxtaposition n. yakınlık, yan yana
just now tam şu anda. bulunma, yakın anatomik ilişki; iki
just so kesinlikle. yapının birbirine bitişik olduğu du-
justice n. hak, adalet. rum.
justifiable adj. anlaşılabilir, hak veri-
lebilir, savunulabilir.
K,k

K. potasium potasyum simgesi. karyo-, caryo- prefixes. canlı göze


K., k., constant sürekli, sabit anlam- çekirdeği anlamına önekler. ör.
larına kısaltma. karyogamy, caryopsis;
k kilo- metrik birimde kilo anlamına karyogenesis n. göze çekirdeğinin
kısaltma. oluşumu ve gelişimi.
Kahler's disease n. plazma gözeleri- karyokinesis n. mitoz sırasında çe-
nin belirli tiplerinin ileri derecede kirdeğin bölünmesi. ör. Karyokinesis
büyüdüğü yaygın kemik iliği sayrı- results in two identical and separate
lığı; multiple myeloma diye adlandı- nuclei.
rılan bir tümör durumu. karyomorphism n. göze çekirdeğinin
Kahn test n. damardan alınan kana şekli.
uygulanan frengi testi; kanın çeşitli karyon n. göze çekirdeği.
öğelerinin ölçümüne dayalı olarak karyotype n. bir bireyde bulunan
yapılan bir kanser testi. kromozomlar. ör. Karyotypes are
kaif n. ilaçların verdiği rahatlık du- examined for chromosome
rumu; uyuşturucuların bıraktığı din- abnormalities.
ginlik hali. karyotyping n. çekirdek dizileme.
kainophobia n. yeni şeylere karşı kata- prefix. aşağı, aşağıya doğru;
duyulan korku. düşüş, iniş, yıkılış, çökme anlamla-
kakosmia n. kötü koku. rına önek. ör. katabolism metabo-
kakotrophy n. beslenme bozukluğu. lizmada çökme.
kal- , kali- prefixes. potasyum anla- keel n. kemiksi çıkıntı.
mına önekler. ör. kalemia kanda po- keen (on) adj. ilgili, istekli, arzulu,
tasyum varlığı. hevesli; keskin, şiddetli.
kala azar n. belirgin kilo kaybı ve be keen on sth birşeye istekli olmak.
anemi, karaciğer ve dalak büyümesi keenly adv. istekle, şiddetle, keskin
ve ateşle kendini gösteren, tropik bir şekilde.
bölgelerde görülen bir parazit sayrı- keenly competitive çok iddialı.
lığı. keenness n. istek, şiddet, canlılık,
kaleidoscope n. renkli cam parçaları keskinlik.
ve iki ayna içeren tüp. (döndüğünde keep v. korumak, elde tutmak, sakla-
sürekli değişen kalıplar gösterir.) mak, önlemek, tutmak, alıkoymak;
kaleidoscopic adj. sürekli değişen. beslemek.
kali n. potas, kalya. keep a promise sözünü tutmak.
kalium n. potasyum. keep abrest of bilgisini almak.
kaolin n. yaralarda kullanılan güçlü keep after sürekli anımsatmak.
aliminyum silikat tozu. keep an eye on gözetlemek, bakmak,
kappacism n. ‘k’ ünlüsünün hatalı izlemek, özen göstermek.
teleffuzu. keep an eye out aramak.
karezza n. boşalma olmaksızın uzun keep at çalışmayı sürdürmeye zorla-
süren cinsel birleşme. mak, sürdürmek, tamamlamak.
keep away 444 ketosis

keep away kaçınmak, sakınmak, tutmak; uykusuz bırakmak, uyut-


uzak durmak. mamak; iyi durumda tutmak.
keep back alıkoymak, saklamak; ge- keep up appearences birisi güçlük
ciktirmek; sessiz kalmak, söyleme- içindeyken sıradan davranış gös-
mek, konuşmamak, gizlemek, sak- termek, ilgilenmemek.
lamak. keep up with ayak uydurmak yetiş-
keep down denetlemek, artmasını ön- mek.
lemek; ağızdan boğaza gıda geçişini keep up with the Joneses komşula-
önlemek. rıyla yarış içinde olmak, özellikle
keep from birisine bir şey hakkında komşularının aldığı yeni şeyleri al-
bilgi vermemek; işitilmesini önlemek. mak için yarış halinde olmak.
keep in içerde kalmaya zorlamak. keeping bakım, gözetim.
keep in mind akılda tutmak. keloid n. yara bölgesinde oluşan
keep in with (kendi çıkarları için) hiperplastik, fibröz veya bağ dokusu
dost kalmak. kütlesi.
keep off gelmesini veya olmasını en- keno- prefix. boş anlamına önek. ör.
gellemek, uzak durmak. kenophobia n. boş yerlere karşı du-
keep on (bir şey yapmayı) sürdür- yulan korku.
mek, devam etmek; iş vermeyi, elde kephyr n. ekşimiş süt.
tutmayı sürdürmek. keratitis n. kornea yangısı.
keep on at/about sürekli konuşmak; kerato- , kerat- prefixes. kornea;
izlemek. boynuzumsu doku veya göze olu-
keep one's hair on sakin kalmak, so- şumu anlamlarına önekler. ör.
ğukkanlılığını korumak. keratocyte.
keep one's head zor veya acil durum- keratoma n. deride görülen boynu-
larda soğukkanlılığını korumak. zumsu uzantı.
keep one's shirt on soğukkanlılığını keratosis n. pl. keratoses boynuzum-
yitirmemek. su uzantıların gelişmesine neden
keep out dışında tutmak, sokmamak, olan deri sayrılığı.
dışarıda kalmasını sağlamak, girişi kernel n. öz, çekirdek.
engellemek. keto- prefix. keton kümesi içeren bi-
keep to yakından izlemek, kendisini leşik anlamına önek.
sınırlamak; belli bir konumda veya ketogenic adj. metabolizmada keton
yerde kalmak, başkalarına söyle- cisimcikleri oluşturan
memek, kendisine saklamak. ketonemia n. kanda olağandan çok
keep track of nerede olduğunu bil- keton cicimcikleri varlığı, ketonemi.
mek. ör. Ketonemia results when insulin
keep sth. under control denetim al- production is decreased.
tında tutmak. ketosis n. vücut dokusunda ve sıvı-
keep up devam etmek, düşmesini ve- sında keton cisimcikleri toplanması,
ya başarısız kalmasını önlemek; ketosiz. ör. Ketosis results when fat
sürdürmek, sürmek; aynı düzeyde metabolism is abnormal.
ketotic 445 knee

ketotic adj. keton cisimcikleriyle ilgili. unkindly adv. zalimce, nezaketsizce.


key n. anahtar. unkindness n. katı yüreklilik.
kick v. ayakla vurmak, tekmelemek. kindle v. alev almak, ateş almak,
n. tekme, vurma; çevik mekanik alevlenmek; tahrik etmek, uyandır-
uyarı. mak.
kick out of v. atmak, dışarı çıkarmak. kinematics n. devinim bilimi, devin-
kid n. çocuk; genç insan. v. şaka bilim, kinematik.
yapmak, eğlence olsun diye kan- kinesi- , kinesio- , kineso- prefixes.
dırmak; birisini gerçek olmayan bir devinim, eylem anlamlarına önek-
şeye inandırmak. ler.
kid around v. aptal aptal gezinmek. kinemia n. kalpten çıkan kan miktarı.
kidnap v. (birisini zor kullanarak) kinesis n. devinim.
kaçırmak; çalmak. kinetic adj. devinimle veya eylemle
kidney n. böbrek. ilgili.
artificial kidney yapay böbrek. kink n. bükülme, kıvrılma.
Forman's kidney ileri derecede kinsman, kinswoman n. akraba.
böbrek büyümesi. kino- prefix. devinim anlamına önek.
kill v. öldürmek, katletmek, kesmek. kinship n. akrabalık.
kill time v. önemsiz şeylerle zaman kion n. dilcik, dil şeklinde oluşum.
geçirmek. kion- , kiono- prefixes. dil şeklinde
killing adj. öldürücü; son derece yor- oluşum, dilcik anlamlarına önekler.
gunluk verici. n. cinayet, adam öl- kiss v. öpmek.
dürme. kiss off atmak; başından savarak kur-
kilo- (k) prefix. bin anlamına önek. tulmak.
ör. kilogram(me), kilocalorie, ki- kiss-off atma; başından savma.
lo-watt. kissing n. öpüşme. ör. Epstein-Barr
-kin suffix. küçük anlamına sonek. ör. Virus is transmitted by close human
bodkin, lambkin. contact, frequently with saliva
kin n. aile, akrabalar. during kissing.
kin- , kine- prefixes. devinim, eylem kissing bug n. uyuyan kişinin dudak-
anlamlarına önekler. larını ısıran ve şiddetli ağrıya neden
kindling n. uzun süren epileptojenik olan böcek.
değişiklikler. kleptomania n. kişide gereksinim
kindred n. aile, akrabalar, akrabalık duymadığı halde çalma eğilimi;
ilişkisi. adj. aynı gruba ait; ilgili, kleptomani.
bağlantılı, ilişkili. kleptomaniac n. çalma eğilimi göste-
kind n. tür, çeşit, tip. adj. kibar, dost, ren (kişi).
dostça, candan, iyi yürekli, sevecen. kleptophobia n. kişide hırsızlığa kar-
kindly adv. nezaketle, dostlukla, şef- şı duyulan korku.
katle. knack n. özel yetenek veya beceri.
kindness n. iyilik, iyi kalplilik. knead v. yoğurmak.
unkind adj. zalim, nezaketsiz, kötü. knee n. diz.
kneecap 446 knowledge

kneecap n. dizkapağı. knock someone’s block off birisine


knee jerk, K.J., diz seğirmesi, diz çok şiddetli bir şekilde vurmak.
kasılması. knock someone cold bilinçsiz hale
kneel (down) v. diz çökmek. getirmek; uyutmak; yararsız kılmak.
knife n. pl. knives. bıçak. knock someone sideways / for six
knismogenic adj. gıdıklama hissi ve- birisini şaşırtmak ve yanıt veremez
ren. hale getirmek.
knit v. örmek, sıkıca birbirine ekle- knock spots off kolayca yenmek; çok
mek, yapıştırmak. Kırık kemikleri daha iyi olmak.
birbirine bağlamak, yaranın uçlarını knock the bottom out of birşeyin
dikmek. dayandığı desteği çekmek.
knob n. yumru, çıkıntı. knock up aceleyle yapmak; uyandır-
knobby adj. çıkıntılı, pürtüklü. mak; (teniste) maçtan önce çalış-
knock about v. dolaşmak, yürümek, mak; gebe bırakmak.
vurmak, çalmak, çarpmak, zarar knot n. düğüm, bağ; nodülcük; nodü-
lümsü yapı. v. düğümlemek, bağla-
vermek.
mak.
knock about/around bir köşede dik-
knotty adj. düğümlü, boğumlu.
kat çekmeden kalmak; aktif olmak,
know v. bilmek, bilgisi olmak, anla-
sürekli seyahat etmek; birisiyle bir-
mak, tanımak. ör. Doctors know
likte görülmek, birisiyle cinsel iliş-
how to prevent many diseases. =
kisi olmak; kaba davranmak, vur- Doktorlar birçok hastalığı nasıl ön-
mak. leyeceklerini bilirler. // Single-gene
knock back çabuk ve çok miktarda disorders are known to cause
içmek; pahalıya mal olmak; sürpriz relatively rare forms of hypertension
yapmak, şoka uğratmak. through several mechanisms. =
knock down yıkmak, çökertmek, de- Tek-gen bozukluklarının birkaç me-
virmek; azaltmak; düşük fiyatla kanizma aracılığıyla hipertansiyo-
satmak; vurup düşürmek. nun göreceli olarak nadir formuna
knock into birisine zorla öğretmek. neden olduğu bilinir.
knock off fiyatını düşürmek; bir işi know like the back of one’s hand v.
yapmayı durdurmak; çabuk veya çok çalışmak, çok bildik olmak.
çok kolay üretmek; bitmek, son knowing adj. bilgili, bilen; zeki;
bulmak. planlı, kasıtlı.
knock out bilinçsiz hale getirmek; knowingly adv. bilerek.
uyutmak; yenmek ve yarışmadan knowledge n. bilgi. ör. Knowledge of
elemek; başarısız hale getirmek, ya- the role of the bacteria in
rarsız hale sokmak; hayranlıkla dol- contagious diseases has led to the
durmak; nakavt etmek. development of vaccines. = Bulaşıcı
knock over yıkmak, çökertmek, de- sayrılıklarda bakterilerin rolü (hak-
virmek; arabayla birisine vurup dü- kındaki) bilgi aşıların geliştirilme-
şürmek. sine yol açmıştır.
knowledgeable 447 kyphosis

knowledgeable adj. bilgi edinilebilir, kraurosis n. deri kuruluğu ve sert-


bilgi alınabilir, bilgili ve akıllı. leşmesi.
known adj. bilinen. kreotoxism n. et zehirlenmesi.
known as … olarak tanınan, tanın- kuru n. Yeni-Gine yaylalarında yaşa-
mış, ... diye bilinen. ör. Benign yanlarda görülen titreme sayrılığı,
tumors of fat, known as lipomas, öldürücü virütük sayrılık.
are the most common soft tissue kwashiorkor n. diyette protein eksik-
tumor of adulthood. liğinden kaynaklanan sayrılık.
well known adj. ünlü, herkesçe ta- kyllosis n. ayakta görülen şekil bo-
nınmış, bilinen. zukluğu.
knuckle n. el eklemleri. kymoscope n. kan basıncı değişimle-
kolp- prefix. dölyatağı anlamına rini ölçmede kullanılan alet.
önek. ör. kolpitis n. dölyatağı yan- kyogenic adj. gebeliğe neden olan.
gısı. kyphos n. kambur.
kopiopia n. göz yorgunluğu. kyphosis n. kamburluk.
L,l

l left, left eye, leucyne, leucyl, libra, labyrinth n. iç kulak, iletişim boşlu-
lethal, liter, lumbar vertebrae sol, ğu; labirent.
sol göz, litre, öldürücü vb. anlamla- lac, lactis n. süt, süte benzer beyaz
rına simge. her hangi bir madde.
La grippe n. inflüenza, grip. lace n. şerit, bağ.
lab., laboratory n. laboratuvar. lacerable adj. yırtılabilir, yırtılmaya
label n. etiket, yafta. v. etiket koy- yatkın.
mak, yafta yapıştırmak, etiketle- lacerate v. şiddetle yırtmak, kabaca
mek, yaftalamak; sınıflandırmak. yırtmak.
labia, labium n. dudak. lacerated adj. yırtık, yırtılmış, sıyrık;
labial adj. dudaklarla ilgili. yaralı.
labially adv. dudaklara doğru. laceration n. yırtma, yırtılma, yara-
labia majore L. n. büyük dudaklar. la(n)ma, kesilme, zedelenme.
labia minora L. n. küçük dudaklar. lacerative adj. yırtıcı, yaralayıcı.
labiatry n. konuşma bozukluğunu lacertus n. kasla ilgili lifsel band/
araştıran bilim dalı. demet
labile adj. değişebilen, değişken; bo- lachrimate v. ağlamak, gözyaşı salgı-
zulur, bozulma eğilimli. lamak.
lability n. değişkenlik. lachrimation n. ağlama.
labio- prefix. dudak anlmına önek. ör. lachrymal glands n. gözyaşı kesecik-
labiodental adj. dudak ve dişlerle leri; gözyaşı bezi.
ilgili. lachrymose, s. sık ağlayan, çok ağla-
labiology n. dudak hareketlerini araş- yan; gözü yaşlı.
tıran bilim dalı. lack (of) v. eksik olmak, noksan ol-
labiomancy n. dudak harketlerinden mak, bulunmamak, yoksun olmak.
çıkarılan sözcüğü anlama. n. noksan, eksik, bulunmama, yok-
luk. ör. Bacterial cells are
labium , labil n. pl. labia dudak, du-
prokaryotes that lack nuclei and
dak şeklinde oluşum/yapı.
endoplasmic reticulum.
labor induction yapay doğum sancı-
lack for nothing gereksinim duyduğu
sı.
her şeyi olmak.
labor, labour n. çocuk doğurma, do-
lacking n. eksiklik, yokluk bulun-
ğum; emek, iş, çalışma, işçilik v.
mama, mahrumluk, noksanlık, yok-
doğum yapmak, doğurmak; uğraş-
sunluk. adj. eksik, kusurlu.
mak, çalışmak, emek vermek, çaba-
laconic adj. kısa, kısa ve özlü, veciz.
lamak; lacrimal adj. göz yaşı, gözyaşı salgı-
laborious adj. çalışkan, yorucu, uğ- sı, salgı bezleri ve boşaltım aygıtı
raştırıcı. ile ilgili.
laboriously adv. çalışkanlıkla, uğra- lacrimation n. olağandan çok gözyaşı
şarak, emek vererek. salgılama.
laboured adj. zor, zorlu, güç. lacto-, lact- , lacti- prefixes. süt an-
labrum n. pl. labra dudak, dudak lamına önekler. ör. lactoprotein,
şeklinde oluşum; kenar, yan. lactone.
lactate 449 lamellar

lactate v. süt salgılamak. lad n. genç, delikanlı.


lactation n. (anne memesinden) süt ladder n. taşınabilir merdiven.
salgılama, süt verme, süt üretme. lag n. geri kalma; uyarıtepki arasın-
lactational adj. süt salgılamayla ilgili. daki süre. v. çok yavaş gitmek, ge-
lacteal adj. sütle ilgili, süte benzeyen; ride kalmak.
sütlü n. lenf kanalları lagena n. pl. lagenae omurgalılarda
lacteous adj. süte benzeyen. iç kulaktaki üç labirentten biri; me-
lactescence n. süte benzeme. melilerde kohlea karşılığı.
lactescent adj. süte benzeyen, sütlü. lagging n. göğüsün tutulu bölgesinde
lactic acid n. ekşi sütte oluşan renksiz azalmış veya yok olmuş solunum
asit. devinimleri.
lactic adj. sütle ilgili, sütten çıkarıl- laid-back adj. makul, sakin, serin
mış. kanlı.
lactiferous adj. süt üreten, süt salgı- lake n. küçük sıvı boşluğu.
layan veya süt taşıyan; lateks veya laked adj. kanın koyu kırmızıya dö-
benzer bir sıvı salgılayan. nüşmesi ve saydamlaşması.
lactifuge n. süt salınımını durduran laking n. kanın sıvı bölümüne
ajan. hemoğlabin dağılımı.
lactigenous adj. süt salgılayan. lalia n. konuşma yetisi.
lactimorbus n. süt sayrılığı. laliatry n. konuşma bozukluğu araş-
lactin n. şeker, laktoz. tırma ve sağaltım çalışması.
lactinated adj. süt şekeri içeren, süt lallation n. yeni doğanların çıkardığı
şekerinden yapılmış. anlaşılmaz sesler.
lactogen n. süt ütretimini veya lalling n. konuşmanın anlaşılamaz
salınımını uyaran madde. olabildiği kekemelik biçimi.
lactogenesis n. süt salgılama, süt lalognosis n. konuşmayı anlama.
üretme. lalopathy n. konuşma bozukluğu.
lactogenic adj. süt salınımını uyarıcı. laloplegia n. konuşma mekanikleriyle
lactoglobulin n. süt içinde bulunan ilgili kasların tutulumu.
protein. lalorrhea n. ileri derecede konuşma
lactolin n. yoğunlaştırılmış süt. düşkünlüğü; çok konuşma.
lactose n. süt şekeri. ör. Babies take lambda n. kafatası arkasında, kemik-
in carbohydrates in the form of lerin birleştiği L-şeklindeki alan.
lactose. lame adj. topal, ayağı sakat; tutul-
lactotherapy n. süt diyetiyle tedavi; muş, kusurlu, özürlü, inandırıcı ol-
sütle sağaltım. mayan, tatmin etmeyen. v. aksamak,
lacuna n. pl. lacunae küçük açıklık; topallamak, tatmin etmemek.
küçük boşluk. lamella n. pl. lamelae ince tabaka,
lacunar adj. küçük boşlukla ilgili. ince kat, alt tabaka; ilaçlı tıbbi jela-
lacunule n. çok küçük boşluk. tin şeklindebir preperat, lamel.
lacus n. pl. lacus küçük sıvı boşluğu, lamellar adj. ince tabakalar şeklinde
göl, gölcük. hazırlanmış; lamel ile ilgili.
lameness 450 lassitude

lameness n. topallayarak yürüme, lapsus n. kayma.


anormal yürüme. lapsus lingue n. dil kayması.
lament v. üzülmek, ağlamak. lapsus memoriae n. bellek, hafıza
lamentation n. büyük üzüntü. kayması.
lamina n. pl. laminae ince zar, taba- lard n. domuz yağı.
ka, katman, kat. large adj. geniş, bol, büyük, iri; cö-
laminar adj. tabaka veya plaka şek- mert, eli açık.
linde hazırlanmış/dizilmiş; katman- largely adv. çoğunlukla, genellikle;
la ilgili. büyük ölçüde; genel olarak.
laminated adj. tabakalara bölünmüş, largely altered büyük ölçüde değişti-
tabaka halinde. rilmiş.
lamp n. lamba, aydınlanma aracı, ışık larva n. kurtçuk, tırtıl.
kaynağı. larval adj. kurtçuk biçiminde, kurt-
lana n. pl. lanae yün. çukla ilgili.
lance v. kesmek; keserek ayırmak. n. larvate adj. kaplı, kaplanmış; belirti-
neşter. leri atipik veya gelişmemiş bir say-
lancet n. iki uçlu cerrah bıçağı, neşter rılığı işaret eder.
lancinating (pain) n. ani, bıçak gibi, larvicidal adj kurtçuk öldürücü.
şiddetli (ağrı). larvicide n. kurtçuk öldüren.
land v. karaya çık(ar)mak/in(dir)mek. larviparous adj. kurtçuk içeren.
n. kara, toprak parçası. larviphagic adj. kurtçuk yiyen.
langour n. yorgunluk, bitkinlik. laryng- , laryngo- prefixes. gırtlak
language n. dil; iletişim sağlamak anlamına önekler.
amacıyla dil, konuşma, yazma ve laryngeal adj. gırtlakla ilgili. ör.
diğer simgelerin kullanımı. Laryngeal tumors may produce
laniary adj. yırtmaya yatkın. n. kö- pain, dysphagia, and hemotysis.
larynx n. pl. larynges gırtlak.
pek dişi.
lascivious s. kösnül, şehvet düşkünü,
lanolin n. merhem ve kozmetik ya-
şehvetli; şehvet uyandıran.
pımında kullanılan, yapağıdan elde
lase v. bir maddeyi kesmek, ayırmak
edilen ilaç.
veya çözeltmek; bir anaromik yapı-
lanugo n. doğumdan önce bebeği sa-
ya lazer ışını uygulamak.
ran ince tüyler.
laser n. yoğun bir ışığı güçlendirme-
lap v. çevrelemek, katlamak, çarp-
de kullanılan alet.
mak; içmek, şapırdatmak, yalamak.
lasering n. bir maddeyi kesmek, böl-
n. kucak, diz üstü. mek veya çözeltmek için lazer ışın-
lapactic adj. temizleyici, boşaltıcı. larını kullanma.
laparo- prefix. karın, karın duvarı an- laser plume n. lazer uygulamasıyla
lamlarına önek. ör. laparoscope. duman üretimi (ameliyat edilen kişi
lapis n. taş. için) solunum güçlüğü yaratabilir).
lapse v. kaymak, düşmek, geçmek; lash, eyelash n. kirpik.
sapmak. n. anormallik, bozukluk, lassitude n. zayıflık, güçsüzlük,
kusur, kayma. yorgunlık, bitkinlik.
last 451 lay emphasise on

last adj. son, sonuncu, geçen, bir ön- the latter sonraki, son söz edilen,
ceki. v. sürmek, devam etmek, da- ikinci.
yanmak. lattissimus adj. en geniş.
at last sonunda. latus, latum n. pl. lata geniş.
breath one's last ölmek. latus, lateris n. pl. latera yan, taraf,
last word tartışmada son söz; en son kanat, cenah, böğür.
şey. laudable adj. sağlıklı, normal.
lasting adj. süren, devam eden, kalıcı, laugh v. gülmek.
dayanıklı, devamlı, sürekli. launch v. göndermek; fırlatmak; baş-
late adj. geç, gecikmiş, geç kalmış, latmak, işe koşmak, girişmek.
geç vakit. lavage n. özellikle mide veya kalın
at the latest en geç. barsak gibi bir organı temizlemek.
lately adv. geçende, yakında, son za- lavish adj. çok, bol; serbest.
manda, bu günlerde. law n. düzen, kural, tüze, yasa, hu-
later daha sonra. kuk.
later on sonra, sonradan, daha sonra. against the law yasa dışı, yasaya
latero- prefix. yan, yan tarafa, bir ta- karşı.
rafa anlamlarına önek. lawbreaker n. suçlu, suç işleyen.
lateroduction n. gözün bir yöne doğ- lawful adj. yasal, yasaya uygun.
ru devinimi. ör. Poor lateroduction lax adj. gevşek; az ilgi gösteren; ih-
may be corrected by exercises to mal eden.
strengten the eye muscles. laxation n. bağırsak hareketi.
latest en son. laxative adj. yumuşatıcı, bağırsakları
latent adj. altta yatan, gizli, gizil, gevşetici
saklı; var olup etken olmayan. ör. lay v. 1 yatırmak;. yerleştirmek. 2.
Viral infection can be abortive, with düzenlemek. 3. hazırlamak. 4. dur-
incomplete viral replicative cycle; durmak; ortadan kaldırmak. 5. (kuş,
latent, in which the virus (e.g., böcek v.d.) yumurta üretmek; yu-
herpes zoster) persists in a cryptic murtlamak. 6. parasını (yarışta, ba-
state within the dorsal root ganglia histe) riske atmak. 7. ciddi, resmi
and then presents as painful veya açık olarak bildirmek; açıkla-
shingles; or persisten, in which mak. 8. cinsel ilişkide bulunmak.
virions are synthesized continuously lay about vahşice saldırmak.
with or without altered cell lay aside ertelemek; depolamak; bir
function. süre için kullanmayı bırakmak.
lateral adj yan, yanal, yandan, yana lay down kullanmamak üzere alet, si-
ait. lah vb. bırakmak; başkalarına yar-
latex n. bitki veya ağaç özsuyu; kau- dımcı olmak; inşa etmeye başla-
çuk hammaddesi. mak; bildirmek, belirtmek; depola-
lathe n. torna. mak; saptamak.
latter adj. daha sonra, sonradan, yak- lay emphasise on önemini belirtmek,
laşan, son. vurgulamak.
lay in 452 leaky

lay in birikmek, topla(n)mak, depo- laziness n. tembellik, uyuşukluk.


lamak. leaching n. suyla yıkama.
lay into fiziksel olarak veya sözle lead v. önderlik etmek, önden gitmek,
saldırmak. kılavuzluk etmek, yol göstermek,
lay off bırakmak, işten çıkarmak; yönetmek, sevk etmek, götürmek. n.
durdurmak, vazgeçmek. kurşun.
lay on sağlamak; sorumluluk aldır- mislead v. yanıltmak, şaşırtmak,
mak, vermek. yanlış yola götürmek.
lay open açmak; duyurmak; yarala- lead off (with) başla(t)mak.
mak, kesmek; düzenlemek, tasarla- lead on doğru olmayan bir şeye inan-
mak; (birisine) vurup devirmek; dırmak; birisini yapılmaması gere-
(para) harcamak. ken bir şeyi yapması için etkilemek,
lay out göstermek, sergilemek. kandırmak.
lay over gecik(tir)mek. lead to v. yol açmak, neden olmak;
lay sb/sth flat tek yumrukla yere öncülük etmek, kılavuzluk etmek;
sermek; boylu boyunca yıkmak. sonuçlanmak.ör. Lungs are highly
lay sth on the ground bir olguyu zor- susceptible to radiation-induced
la belirtmek; açıkça bildirmek; açı- injury, leading to acute lung injury
ğa çıkarmak; netleştirmek; riske and delayed radiation pneumonitis.
sokmak. = Akciğerler, akut akciğer yara-
lay to durdurmak, hareketini engel- lanmasına ve gecikmiş radyosyon
lemek. zatürresine yol açan, radyasyon
lay up gelecekte kullanmak üzere de- kaynaklı yaralanmalara son derece
polamak, saklamak; (hastalık nede- duyarlıdır.
niyle) evde veya yatakta kalmak; lead up to önce olmak; bir şeyle so-
(onarılmak üzere) kullanmayı bı- nuçlanmak, yaklaşmak.
leader n. baş, önder, lider.
rakmak.
leadership n. önderlik.
lay waste yıkmak; tahrip etmek.
leading adj. baş, önde, en önemli,
layabout n. tembel, işten veya sorum-
başlıca. ör. Trachoma is the leading
luluktan kaçan kişi.
infectious cause of blindness
layer n. tabaka, kat, katman; kalınlık,
worldwide, causing 6 million cases
kat, şişlik.
of vision impairment and 3 million
double-layered adj. çift katmanlı,
cases of blindness.
iki tabakalı. ör. The double-layered
leaf, n. pl. leaves, yaprak.
membrane surrounding a cell can leaflet n. yaprakçık, broşür; ince,
be observed under the electron yassıltılmış nesne veya yapı.
microscope. leak (out) v. sızmak, sızdırmak; du-
lazaret, lazaretto n. karantina istas- yurmak. n. sızıntı, delik, çatlak, ya-
yonu; bulaşıcı sayrılık sağaltım rık, kaçak.
merkezi. leakage n. sızıntı, çatlak, kaçak.
lazy adj. tembel, uyuşuk, atıl. leaky adj. çatlakları olan; sızıntı
lazily adv. tembel tembel. yapma eğilimi gösteren.
lean 453 lens

lean n. yağsız et. adj. etsiz, yağsız, leech n. suda bulunan, kan emici kurt;
zayıf; kıt. v. eğilmek, sarkmak, da- sülük.
yanmak. left adj. sol, sol taraf; solda, solu des-
lean on v. güvenmek. tekleyen. n. sol, sol taraf, sol elle
leap v. atlamak, sıçramak. vuruş. adv. sola, sol tarafa, sola
learn v. öğrenmek; ezberlemek. ör. doğru.
Much has been learned about the left-handed adj. solak.
origins of prostatic hyperplasia. left-handedness sol elini kullanma
learning n. öğrenme. eğilimi; solaklık.
learn the ropes v. alışmak, tanıdık leftside, adv. sol taraf.
hale gelmek. leg n. bacak.
learned adj. eğitim görmüş. long-legged uzun bacaklı.
learning n. eğitim, öğretim. short-legged kısa bacaklı.
least adv. daha az. det. , pron. en az legal adj. yasal, yasalara uygun, ge-
sayı, en az miktar; en küçük. çerli.
at (the) least hemen hemen, yakla- legality n. yasallık.
şık olarak; en azından. ör. Most of legally adv. yasal olarak.
us have at least a few moles and illegal adj. yasal olmayan.
probably regard them as mundane illegally adv. yasalara aykırı olarak.
and uninteresting. illegible adj. açık, okunaklı.
in the least tam olarak. -legia suffix. okuma anlamına sonek.
least by all özellikle değil. legislative adj. yasa yapan, yasama.
least of all özellikle değil. legitimate adj. gerçek, kabul edilebi-
not least kısmen; oldukça önemli lir, uygun.
olarak. leio- prefix. düz anlamına önek.
to say the least (of it) en hafif bir leisure n. boş zaman/vakit, boşa har-
deyişle. canacak zaman; dinlenme.
leave v. ayrılmak, gitmek, terketmek, at leisure boş, serbest.
bırakmak. lemic adj. salgın sayrılıkla ilgili.
leave alone v. rahatsız etmemek. lemology n. salgın sayrılıklarla ilgile-
leave behind v. geride bırakmak. nen bilim dalı.
leave for v. (bir yere gitmek üzere lemon n limon.
bulunduğu yerden) ayrılmak. lemon yellow n. limon sarısı.
leave it to v. sorumlu kılmak. lend v. eklemek, katmak; ödünç ver-
leave off v. devam etmemek, durdur- mek.
mak; son vermek. length n. uzunluk, boy; mesafe.
leave out v. çıkarmak; atmak; göz ar- at full length boylu boyuna.
dı etmek. lengthen v. uzamak, uzatmak.
left terkedilmiş, bırakılmış. lenient adj. bağışlayıcı, hoş görülü,
lechery n. cinselliğe aşırı düşkünlük. merhametli.
lechropyra n. çocuk doğum humması. lens n. mercek, büyütücü cam; göz
lecture n. konuşma, konferans. v. pupilasının arkasında saydam yu-
konferans vermek. murta şeklindeki göz merceği.
lenticular 454 lethal

lenticular adj. mercek görünümlü, -let suffix. küçük, -çık anlamlarına


mercek şeklinde. önek. ör. booklet, droplet.
lentiform adj. mercek şeklinde, mer- let v. izin vermek, bırakmak.
ceğe benzer. let alone bir yana, kendi haline
lentitis n. göz yangısı. terketmek, -den başka, -yı belirtme-
lentigo n. pl. lentigines çil, ben. den, hariç; şöyle dursun.
leper n. cüzamlı. let sb alone rahatsız etme, yalnız bı-
lepidic adj. pullu, pullarla kaplı tabaka. rak.
lepra, leprosy n. verem mikrobuna let down v. indirmek, alçaltmak; tat-
benzer bir mikrobun neden olduğu, min edememek, doyuramamak; ha-
deri ve sinirleri tutan kronik bir say- yal kırıklığına uğratmak. n. indirme,
rılık; cüzzam, leprosi. düşürme, alçaltma; hayal kırıklığı.
leprous adj. cüzzamlı. let go v. salmak, serbest bırakmak.
-lepsis, lepsy suffix. felç/nuzul anla- let in v. almak, kabul etmek.
mına sonekler. ör. narcolepsy. let off v. bağışlamak; çıkarmak, sal-
lepto-, lept- prefixes. ince, zayıf, mak, yaymak.
narin anlamlarına önekler. ör. let on binmesine izin vermek.
leptocephalus, lepton. let out v. açığa vurmak, ihanet etmek,
leptophonia n. ses zayıflığı; ince ses- kabaca ve şiddetle belirtmek; bil-
lilik. dirmek; genişletmek, bitirmek; git-
leptophonic adj. ince sesli. mesine izin vermek.
leptosome n. ince, zarif vücutlu kişi. let sb in for denemesini, edinmesini
leresis n. yaşlılkta çok konuşma. sağlamak.
lesbien n. eşcinsel kadın. let sb in on paylaşmasına izin vermek.
lesbienism n. kadın eşcinsellik. let sb/sth in girmesine izin vermek;
lesion n. yaralanma, incinme; lezyon; kabul etmek.
tümör, vücutta zararlı değişiklik. let sb/sth off (cezasını) bağışlamak;
less adj. daha az, daha küçük; eksik. (bir aracın) gitmesine izin vermek;
adv. daha az derecede. patlatmak.
lessen v. azaltmak, indirgemek. let up azaltmak, durdurmak, yatıştır-
lesser adj. daha az, daha küçük. mak.
less and less daha da az. let up on daha hafif davranmak.
more or less aşağı yukarı, yaklaşık. let's ... haydi ... yapalım.
much/still less kesin olarak değil. lethal adj. öldürücü, ölümcül, ölüme
-less suffix. adlardan sıfat yapım eki. neden olan, tehlikeli, ölümle ilgili.
ör. merciless merhametsiz, acıma- ör. It is believed that monoploidy is
sız. lethal in humans.
lesson n. ders. nonlethal adj. ölümcül olmayan,
lest conj. -mesi endişesiyle, korku- ölüne neden olmayan. ör. Although
suyla, -mesin diye, olmasın diye. ör. it is nonlethal, the trisomy 21
Every new growth requires careful syndrome causes serious
appraisal lest it could be cancerous. abnormalities in the fetus.
lethargy 455 lien

lethargy n. devinimsizlik; unutkanlık. lichenification n. derinin sertleşmesi.


letter n. harf, mektup. lick v. tatmak, yalamak.
leukemia n. ileri derecede beyaz kan licorice n. tıpta kullanılan kurutulmuş
gözesi üretimi ile kendini gösteren kökler.
öldürücü bir sayrılık; lösemi. lid n. kapak.
leuko- , leuk- prefixes. beyaz, beyaz eyelid n. gözkapağı.
kan gözesi anlamlarına önekler. lidded adj. kapaklı.
leukoblast n. olgunlaşmamış beyaz lie, lay, lain, lying, lies v. yatmak,
kan gözesi. uzanmak; bulunmak, durmak; var
leukocyte n. beyaz kan gözesi. olmak; yer kaplamak; bulunmak;
leukocythemia n. lösemi. yaymak, sermek, döşemede yatır-
leukorrhea n. dölyatağından gelen mak, koymak; gömmek; yapmak;
beyazımsı akıntı. indirmek. ör. Renal pelvic tumors
leukous adj. beyaz, ak. usually become clinically apparent
level n. düz, düzlük; düzey, seviye. within a relatively short time
lever n. kaldıraç. because they lie within the pelvis
leverage n. kaldırma, kaldırma gücü. and, by fragmentation, produce
levitation n. düşlerde sık görülen bir noticeable hematuria.
tür halisünasyon; kişinin kendisini lie down v. uzanmak, uzanıp dinlen-
(düşte) uçarken görmesi. mek.
levo- prefix. sol, sola, sol tarafa an- lie down on the job yapabileceğin-
lamlarına önek. den daha az iş yapmak.
levorotation n. sola dönme. lie in doğum yapmak üzere yatmak,
levoversion n. sola dönme. loğusa olmak.
levulose n. meyve şekeri. lie in wait pusuya yatmak, yatıp bek-
-lexis, -lexy suffixes. konuşma anla- lemek.
mına sonekler. lie low kendisini veya düşüncelerini
liable adj. duyarlı, eğilimli, yatkın, gizlemek, gizlenmek, saklamak,
olası; sorumlu. saklanmak.
liability n. görev, sorumluluk, yük; lie over ilerde bir zamana dek bekle-
yatkınlık. mek.
liberal adj. cömert, bol, çok; serbest, lie with birisine bağlı olmak; birisiyle
açık düşünceli. cinsel ilişkide bulunmak.
liberate v. serbest bırakmak, salmak. lie-down (dinlenmek üzere) yatmak;
liberality n. serbestlik, bolluk, cö- yatağa uzanmak.
mertlik, açık düşüncelilik. lie, lied, lying, lies v. yalan söylemek.
libidinous adj. sapkın; şehvete düş- n. yalan.
kün; cinsel ilgiyi uyandırıcı. give the lie to birisini yalan söyle-
libido n. güdüsel yaşam enerjisi; ge- mekle suçlamak.
nellikle cinsel enerji anlamına gelir. lie detector n. yalan makinası.
lice n. pl. louse bit. lief adv. kolayca; isteyerek.
lichen n. deri sayrılığı. lien n. dalak.
lien- 456 light

lien- , lieno- prefixes. dalak anlamına tract infections and meningitis in


önekler. young children.
lienal adj. dalakla ilgili. life style n. yaşam tarzı.
lienectomy n. dalağın cerrahi yön- life time n. bir kişi veya aracın yaşam
temlerle alınması. veya çalışabilirlik süresi, ömrü.
lienitis n. dalak yangısı. life work n. yaşam boyu süren çalışma.
lientery n. sindirilmemiş gıdanın bo- life-like adj. canlı gibi görünen; canlı
şaltımıyla birlikte görülen ishal. bir şeye benzeyen.
life n. yaşam, ömür. life-line cankurtaran sicimi.
(as) large as life gerçek; karıştırı- life-long ömür boyu süren.
lamaz. lifeless adj. cansız.
a matter of life and death ölüm lifespan n. ömür, yaşam süresi.
kalım meselesi/sorunu. life-threatening adj. yaşamı tehdit
for dear life zarardan sakınmak için eden. ör. Esophagitis and hiatal
elinden gelen en iyi şeyi yapmak. hernias are far more frequent and
for the life of one birisinin tüm ça- rarely life-threatening.
balarına karşın. lively adj. canlı, neşeli.
life belt n. can kurtaran kemeri. not on your life kesinlikle/kesin
life blood n. sürekli güç ve direnç ve- olarak değil.
ren; candamarı. take one's own life intihar et-
life boat n. cankurtaran kayığı. mek/kendini öldürmek.
life buoy n. cankurtaran kemeri. take someone's life birisini öldür-
life cycle n. yaşam döngüsü. mek/canını almak.
life expectancy n. ömür; yaşam süresi. to the life kopyası.
ör. Human life expectancy has lift v. kaldırmak, yükseltmek.
increased since the development of ligament n. eklem bölgesinde kemik-
antibiotics. leri bir arada tutan lifli bant; bağ.
life events n. yaşamda strese neden ligamentous adj. lifli bağlarla ilgili.
olan olaylar.
ligamentum n. pl. ligamenta bağ.
life guard n. can kurtaran.
ligate v. bağlamak.
life imprisonment yaşam boyu, çok
ligation n. iplikle bağlama.
uzun süreli tutukluluk.
ligature n. damarları bağlamada kul-
lifelong adj. dayanıklı, ömür boyu sü-
lanılan iplik; bağlama.
ren, sürekli, sabit.
light adj. hafif. n. ışık. v. yakmak,
life jacket n. cankurtaran (ceketi).
aydınlatmak, ışık vermek, ışıklan-
life preserver n. cankurtaran.
life span n. ömür, yaşam. dırmak.
life story yaşam öyküsü. according to one's own lights kişi-
life-threatening adj. yaşamı tehdit nin kendi yanlış veya doğrularına
eden. ör. H. influenza is a göre, bir kişinin kendi düşün-
pleomorphic, gram-negative organism celerine göre.
that is a major cause of life- alight adj. yanar halde, yanar du-
threatening acute lower respiratory rumda.
light 457 limpid

daylight n. gündüz ışığı. liken v. karşılaştırmak.


go out like a light derin uykuda likewise adv. bunun gibi, buna benzer
olmak, bilinçsiz olmak. şekilde.
in the light of ışığında, hesaba kata- -like suffix. benzerlik belirten sonek.
rak, göz önüne alınırsa. ör. lifelike, childlike, ladylike.
light at the end of the tunnel hoş lily n. nilüfer, zambak.
olmayan veya zor bir konumda so- lily-white bembeyaz.
nucun yaklaştığını belirten işaretler. limb n. kol, bacak; kol, bacak, kanat,
light year ışık yılı. vb organlar.
light-headed adj. ateşli sayrılık veya limber adj. çevik, kıvrak, oynak, eği-
ileri derecede alkol alma durumun- lir bükülür.
da düşünemeyen veya ayakta dura- limbic adj. kenarla, sınırla ilgili.
mayan; duyarsız, ciddi olmayan. limbus n. pl. limbi kenar, sınır, saçak.
light-hearted adj. neşeli, mutlu; çok limbus n. sınır; ayırt edici kenar.
ciddi olmayan. lime n. kireç.
lighten v. hafifletmek. limen n. pl. limina giriş; bir kanal
lightening n. hafifleme, gebe kadının veya boşluğun dış açılımı.
karın gerginliğinde azalma hissi. limerence n. aşk heyecenı
lightly adv. hafifce. limes n. pl. limites engel, sınır, eşik.
lightly cooked hafif pişmiş. limestone n. kireçtaşı.
lightness n. hafiflik. liminal adj. eşiğe ait; bir dokuyu, si-
lightning n. şimşek. niri veya kası uyandıracak kadar
lightning strike n. aniden kararlaştı- güçlü bir uyarıyla ilgili.
rılmış grev. limit n. sınır, son. v. sınırlamak.
lights n. koyun, domuz, vb.' nin akci- limitation n. kapatma, sınırlama, tı-
ğerleri. kama; sınır.
lightweight olması gereken kilodan
limited adj. sınırlı.
daha zayıf olan kimse.
limiting adj. sınırlayıcı.
throw/shed light on açıklamak.
limitless adj. sınırsız.
lightening n. doğumun ilk aşamasında
unlimited adj. sınırsız.
infantın başının annenin pelvisine
within limits belirli bir noktada,
düşmesi; hafifleme.
daha ötede değil.
ligneous adj. sert, odunumsu; bir or-
limitaus adj. sınırlayıcı.
ganın sertliği.
limitaneous adj. bir organ veya yapı-
like adj. benzer, gibi. v. hoşlanmak,
sevmek, beğenmek, zevk almak. nın kenarları ile ilgili.
unlike adj. -dan farklı, benzeme- limnemia n. kronik sıtma.
yen, benzemeksizin. limnemic adj. kronik sıtmalı.
unlikely adv. olanaksız. limon, limonis n. limon.
likely adv. olası. ör. The larger the limp n. topallama. v. topallamak, ak-
calculi, the less likely they are to samak, aksak yürümek.
enter the cystic or common ducts to limpid adj. açık, berrak, duru, şeffaf,
produce obstruction. geçirgen.
lincyure 458 lip

lincyure, linctus n. koyu, şuruba linen n. keten, keten bezi.


benzer ilaç. linger v. ayrılamamak, gecikmek,
line n. sıra, dizi; çizgi, doğrultu, hat, kalmak.
yol; kat. v. sıralamak, dizmek, kap- lingism n. eksersizle sağaltım.
lamak, astar koymak, astarlamak, lingua L. n. pl. linguae dil.
döşemek. ör. Serous tumors, the lingual adj. dil ile ilgili.
common cystic neoplasms, are lined linguiform adj. dil şeklinde.
by tall, columnar, ciliated epithelial lingula n. pl. lingulae dil şeklinde
cells anda re filled with clear uzantılar.
serous fluid. linguo- prefix. dil anlamına önek. ör.
(reach) the end of the line (başarı- linguodistal.
sızlık durumunda) yolun sonu(na) liniment n. ağrı ve adale kramplarını
(varmak). gidermek üzere deriye sürülen yağlı
all along the line başından beri her madde.
yerde. lining n. astar, iç kaplama, bağırsak
down the line tam olarak, tama- mukozası.
men, bütün bütün. link n. bağ, bağlantı. v. bağlamak,
fall into line önce karşı çıkıp sonra bağlanmak, birleştirmek, ilişki kur-
aynı çizgiye dönmek. mak. ör. Genes are linked end to
hold the line, please! lütfen telefo- end on the chromosomes.
nu kapatmayın! linkage n. alaka, bağ, bağlantı, ilişki.
in line for elde etme olasılığı olan. linkage group n. tek bir kromozom
in line with aynı düzeyde, uygun. üzerinde yerleşik tüm genler. ör.
keep sb in line birisini aynı çizgide The linkage group includes all
tutmak. genes present on the same
on the line ciddi tehlikede olan. chromosome.
on the right lines doğru yöntemleri linked adj. bağlı; genetik bağlantı
izleyen ve başarma olasılığı olan. gösteren iki genetik odak. ör.
outline ana hat, dış şekil. Linked genes are inherited together
step out of line anlaşamamak, fark- because they are located on the
lı düşüncede olmak. same chromosome.
underline v. altını çizmek, üstünde Sex-linked adj. cinsiyet
ısrarla durmak. ktomozomu üzerinde yerleşik tüm
line up sıralamak, sıralanmak, diz- genler. ör Sex-linked genes are
mek, düzenlemek. located on the X or Y chromosome
linea n. pl. lineae sıra, dizi; çizgi, hat. in the human.
lineage n. bir kaynaktan bir hat bo- X-linked adj. X kromozomu üze-
yunca inme; soy, sülale. rinde yerleşik tüm genler. ör. X-
linear adj. çizgisel, doğrusal, hat şek- linked genes are transmitted from
linde; çizgiye benzeyen; iki noktayı fathers to daughters on the X–
doğrudan bağlayan. chromosome.
lined adj. örtülü. lip n. dudak.
lip-reading 459 live on

lip-reading dudak devinimini izleye- lith- , litho- prefixes. taş, taş oluşumu
rek konuşmayı anlama yöntemi. anlamlarına önekler.ör. lithotomy.
lipid n. yağ, yağa benzer madde. lithiasis n. vücutta taş oluşumu.
lipo- , lip- prefixes. yağlı, yağ anlam- litter n. atık, çöp, kirlilik; sedye. v.
larına kısaltma. kirletmek.
lipocyte n. yağ gözesi. little adj. küçük; az, önemsiz; az mik-
lipogenic adj. yağ üreten. tar; zayıf, güçsüz; dar görüşlü; kısa.
lipoma n. genellikle iyi huylu yağ ör. Little is known about the causes
tümörü. of prostatic cancer.
liposarcoma n. gelişmemiş yağ göze- a little biraz.
lerinden oluşan kanser tümörü. a little beter biraz daha iyi.
liquefacient adj. sıvıya dönüştürme. for a little azıcık, az bir süre.
liquescent adj. sıvıya dönüşen. little by little yavaş yavaş, azar azar.
liquid n. sıvı, mayi; sıvı biçiminde, not a little epey, epeyce, bir hayli.
erimiş. littleness n. küçüklük.
liquefy v. sulandırmak, eritmek. live adj. canlı, diri, yaşayan. v. yaşa-
liquidize v. sıvılaştırmak, sıvı hale mak, oturmak.
getirmek. alive adj. canlı, yaşayan.
liquor, liquoris n. pl. liquores sıvı, enliven v. canlandırmak.
vücut sıvısı. live and learn şaşırtıcı bir şeyi öğ-
liquorrhea n. sıvı akışı. renmiş.
lisp v. düzensiz konuşmak, peltek ko-
live and let live başkalarının davranı-
nuşmak.
şını benimsemek; başkalarına anla-
lisping n. konuşma bozukluğu nede-
yışlı davranmak.
niyle zor çıkarılan bir ses yerine
live beyond/ within az/fazla harca-
başka bir sesin çıkarılması.
mak.
lissive adj. kas gevşetici
live by/on one's wits (dürüst olma-
lissom adj. esnek.
yan yollardan/hile yoluyla) para ka-
list n. liste, cetvel. v. listeye yazmak,
kaydetmek, sıralamak, saymak. zanmak.
listen v. dinlemek. live for en büyük özeni göstermek;
listener n. dinleyici. yalnızca onun için yaşıyormuş izle-
listen in gizlice dinlemek. nimini vermek.
listless adj. bitkin, bir işi yapma gücü live in çalıştığı yerde yaşamak.
ve ilgisi olmayan, dikkatsiz. live in sin evliymiş gibi birlikte ya-
liter n. litre. şamak.
literal adj. kelimesi kelimesine, tam live it up eğlence içinde yaşamak.
anlamı, sözlük karşılığı. live off sb/sth birisinden/birşeyden
literally adv. tamamen, harfi harfine, gelir veya yiyecek sağlamak.
tam olarak. live on yaşamını sürdürmek, ...ile ge-
literally amazing çok şaşırtıcı; keli- çinmek; geliri ve yiyeceği olmak,
menin tam anlamıyla şaşırtıcı. başkasından geçinmemek.
live on borrowed time 460 lockjaw

live on borrowed time ölümden lobe n. bir organ veya dokunun yu-
dönmek; ölüm beklenirken yaşama varlak bölümü, lob.
dönmek ve yaşamayı sürdürmek. a lob of a lung akciğer lobu.
live out çalıştığı yerden başka bir lobectomy n. bir lobun cerrahi yolla
yerde oturmak; sonuna dek yaşa- alınması.
mak; yaşayarak öğrenmek. lobites n. lob yangısı.
live sth down (yaptığı kötü davranış- lobulate, lobulated adj. loblara bö-
ları) daha sonra yaptığı güzel dav- lünmüş.
ranışlarla unutturmak. lobule n. lobun bir parçası; küçük
live through yaşamını sürdürmek; lob.
zor ve tehlikeli bir dönemden sonra lobus n.pl. lobi lob.
canlı kalmak. lobulet, lobulette n. küçük parça, kü-
live together evli olmaksızın birlikte çük lob, lobül.
yaşamak. lobulus n. pl. lobuli küçük lob, lobül.
live up to (beklentisini) karşılamak, lobus n. pl. lobi lob.
yüksek bir düzeyde yaşam standar- local adj. yaygın olmayan, bir alanla
dını kurmak. sınırlı olan, bölgesel, yerel.
live with sb/sth birisiyle evli olmadan locality n. yer, bölge.
birlikte yaşamak; birisine/ birşeye localize v. sınırlamak.
katlanmak; çekmek. localized adj. sınırlı, yayılmamış, bel-
livedo n. deri üzerindeki renksiz alan, li bir alanda tutulan. ör. Localized
deride mavimsi renk değişimi. pain is easier to diagnose than more
lively adj. canlı, hareketli, duru. general widespread discomfort.
living n. yaşam. localization n. belirli bir alanla sınırlı
liver n. karaciğer. olma; enfeksiyon bölgesinin saptan-
liverish adj. çok yiyip içtikten sonra ması.
locate v. yerleşmek, yerleştirmek, ye-
kendini hafifçe hasta hisseden.
rini belirlemek, kurmak.
livid adj. kurşuni, mor, morarmış.
located adj. yerleşmiş oturmuş.
lividity n. solukluk, renksizlik.
location n. bulunulan yer, durum, ko-
livor n. morartı; ceset özerinde mor
num, yerleşme, yerleştirme, yerini
renk gelişimi.
belirleme.
load n. yük; normal vücut içeriğinden
lochia n. doğum sonrasında mukus,
sıvı, tuz, veya ısı azalması v. yük-
kan veya doku artığı gibi dölyatağı
lemek, doldurmak.
akıntısı.
load up v. tam olarak yüklemek. lochiopyra n. doğum sırasında ortaya
genetic load genetik geçiş. çıkan ateş.
loading n. test amacıyla vücuda mad- lock n. kilit. v. kilitlemek, kilit vur-
de yükleme. mak, kenetlemek.
lobar adj. lob ile ilgili. lockjaw n. çenelerin sıkıca kilitlendi-
lobate adj. loblara bölünmüş. ği bir kan zehirlenmesi biçimi; teta-
lobatomy n. beyin dokusunun kesil- nos, kazıklı humma.
mesi. unlock v. kilidi açmak.
locomotion 461 longish

locomotion n. bir yerden başka bir long face n. yüzdeki mutsuzluk ve şi-
yere göç etme. kayet ifadesi.
loculpus n. yer, alan, bölge. long haired adj. uzun saçlı; sanat,
locus n. pl. loci nokta; anatomik ola- yazın, ekin ve düşünce ile yakın il-
rak belli bir alan, yer, konum, kro- gili.
mozom üzerinde bir genin özel ala- long suffering adj. uzun süre katla-
nı. ör. Homologous chromosomes nan, rahatsız edici bir durumu uzun
contain alleles for the same trait at süre çeken; sabırlı.
the same locus. long-acting uzun etkili.
lodge v. oturmak. long-drawn-out adj. uzun süren,
lodgings n. pansiyon, pansiyon odaları. uzamış.
logamnesia n. sözcükleri anımsama long-haul n. uzun ve genelde zor iş,
güçlüğü.
seyahat veya etkinlik.
logic n. mantık; kanıtlama, nedenleme
long-lasting adj. dayanıklı, kalıcı, sü-
bilimi.
rekli, uzun süren, kronik. ör. Vibrio
logical adj. mantıklı, tutarlı, ussal.
logo-, log- prefixes. sözcük, konuşma cholerae are comma-shaped, gram-
anlamlarına önekler. ör. logogram. negative bacteria that have been the
logokophosis n. sözcük sağırlığı. cause of seven great long-lasting
logopathy n. konuşma bozukluğu. epidemics (pandemics) of diarrheal
logopedia n. konuşma bozukluğu sa- disease.
ğaltımı. long-lived uzun ömürlü.
logorrhea n. konuşma düşkünlüğü; long-range adj. uzun mesafe veya
çok ve mantıksız konuşma. zaman alan.
-logy, -logia suffixes. çalışma, araş- long-sightedness n. uzak görüşlülük.
tırma, bilim anlamlarına sonekler. long-standing uzun süren, uzama,
ör. geology yer bilim, jeoloji. kronik.
loin n. bel; insan bedeninin arkasında long-term uzun süreli. ör. Acquired
kaburgaların hemen altında bulunan pyloric stenosis in adults is one of
bölge. the long-term risks of antral
lolism n. ot tohumlarıyla zehirlenme. gastritis or peptic ulcers close to
lonesome adj. arkadaşsız, yalnız; ıs- the pylorus.
sız, tenha. longer adj. daha uzun.
long adj. uzun; uzun süre, çok. v. is- longest adj. en uzun.
temek, arzulamak. longevity n. yaşam; ömür; yaşam sü-
as/so long as -dikçe, -dıkça, oldukca. resi; uzun ömürlülük.
at long sonunda, nihayet. longhand n. (sıradan) el yazısı, dakti-
before long çok geçmeden, kısa sü- lo veya bilgisayar yazısı olmayan.
rede. longing n. özlem; çok güçlü istem,
for long uzun süre.
arzu. adj. özleyen, özlem dolu. adv.
long ago çoktan, çok önce.
özleyerek, özlemde.
long distance adj. uzun mesafe. adv.
longish adj. oldukça uzun.
uzak bir yere/yerden.
longitudinal 462 loosely

longitudinal boylamasına, boyuna. look on the 'bright side (of things)'


longwise uzunlamasına, uzunluğuna. güçlüklere karşın umutlu ve neşeli
no longer/(not) any longer artık, olmak.
bundan böyle, eskiden ... fakat şim- look out dikkat etmek, iyi görmek
di değil. için sürekli bakmak.
so long elveda, görüşmek üzere. look out on bakmak, cephesi olmak.
the long and (the) short of it genel look over incelemek, taramak.
sonuç. look round çevresine bakmak; ince-
look v. bakmak, görünmek, benze- lemek.
mek. n. bakma, bakış. look sb in the eye/face yakındaki bi-
look about çevresine bakmak, ince- risinin yüzüne doğrudan ve korku-
lemek. suzca bakmak.
look after bakmak, yaşlıya, hastaya look sb up bir kimseyi arayıp bul-
çocuğa bakmak; özen göstermek, mak.
ilgilenmek, izlemek. look sb/sth over çabucak incelemek.
look ahead geleceğe yönelik planlar look sharp acele etmek.
yapmak. look small önemsizleştirmek, aptal-
look alive/lively hızlı davran- laştırmak.
mak/çalışmak. look sth out arayıp seçmek.
look around araştırmak. look sth up bir bilgiyi bulmak.
look at (birşeye) bakmak. look through araştırmak, incelemek,
look back (on) hatırlamak, anımsa- gözden geçirmek.
mak. look to sth bir şeye bakmak; geliştir-
look daggers at birisine kızgın kızgın meye özen göstermek; yardımına,
bakmak. öğüdüne, vb. bağlı olmak.
look down on sb/sth önemsememek; look up kötü bir durumu düzeltmek;
hor görmek, küçük görmek; aşağı- geliştirmek, iyileştirmek; araştır-
lamak. mak; uğramak.
look down one's nose at önemsiz look up to saygı, hayranlık duymak.
saymak. look upon düşünmek, varsaymak.
look for aramak. look well uymak, üstüne uymak, gü-
look forward to çok istemek; dört zel görünmek.
gözle beklemek; iple çekmek, ümit lookalike n. birisine/birşeye çok ben-
etmek. zeyen.
look in (kısa) ziyarette bulunmak. looker n. çok çekici kadın.
look into anlamını veya nedenini looks n. bir kişinin (özellikle) çekici
araştırmak, incelemek; ziyaret etmek. görünümü.
look like benzemek. never look back başarısını sürdür-
look like/look as if ...gibi gözükmek. mek.
look on başkaları bir işin içinde yer loose adj. çözülmüş, gevşek, sarkık,
alırken dışarıda kalmak, izlemek; belirsiz, başıboş.
saygı duymak. loosely adv. gevşek olarak.
loosen 463 lucky

loosen v. çözmek, gevşemek, gevşet- loveless adj. sevgisiz; saygı göster-


mek. meyen, sevmeyen.
loseness n. gevşeklik. lovely adj. çok güzel, çekici; çok hoş.
lop-ear n. dış-kulak anomalisi. love making n. sevişme, cinsel ilişki-
lop-sided adj. gerçek olmayan, oran- de bulunma.
sız, tek taraflı. lover n. sevgili.
lose v. kaçırmak, yitirmek, kaybet- loving n. sevgi; birisine/bir şeye düş-
mek. künlük.
be a dead loss yararsız veya değer- low adj. aşağı, alçak, düşük.
siz olmak. lower v. azaltmak, düşürmek, indir-
lose one 's heart aşık olmak. gemek.
lose sight of unutmak. loyal adj. bağlı, sadık, vefalı; gerçek,
loss n. başarısızlık, hasar, kayıp; yi- samimi.
tirme; kaybetme. loxia n. boyun eğriliği.
lost adj. kayıp. loxo- eğri anlamına önek. ör. loxotic
lost cause n. başarı şansı olmayan. adj. eğik, eğri.
lot adv. çok miktar. lozenge n. çözülünceye dek ağızda
lotio, lotion n. losyon; temizleyici sıvı. tutulan yatıştırıcı ilaç; pastil.
loud adj. yüksek (ses). lubber n. beceriksiz, hantal, kaba.
loudly adv. yüksek sesle, gürültüyle. lubberliness n. beceriksizlik, hantallık.
loudness n. gürültü. lubricate v. yağlamak.
loupe n. büyütücü mercek. lubricating adj. yağlı, yağlayıcı,
louse n. pl. lice bit, sayrılık taşıyan kaygan.
parazit. lubrication n. yağlama.
lousy adj. berbat, bitli, iğrenç, pis. lubricative adj. kayganlaştırıcı özel-
love n. sevgi, aşk; birisine duyulan liği olan. ör. Some mucous
(cinsel çekicilikle birlikte) düşkün-
membranes produce secretions that
lük; sıcak ilgi; sevgili; “canım, tat-
have a lubricative function in the
lım, güzelim” anlamında kullanılan
esophagus and colon.
hitap şekli. v. sevmek; hoşlanmak;
lubricity n. yağlılık, kayganlık.
(birisine veya birşeye) büyük ilgi
lucent adj. parlak; açık; geçirgen.
duymak.
lucid adj. açık, berrak, parlak; zihin
give/send someone’s love sevgi
açıklığı.
göndermek.
lucidity n. berraklık; bilinci açık ol-
make love sevişmek, aşk yapmak;
cinsel ilişkide bulunmak. ma; kendinde olma; uyanık olma.
not for love or money hiçbir şekil- lucidly adv. berrak olarak.
de, kesinlikle (hayır), asla. luck n. talih, uğur, şans.
love affair n. (bir erkekle kadın ara- hard luck kötü talih.
sında) cinsel ilişki, aşk ilişkisi. luckily adv. talih eseri olarak, bereket
love birds n. birbirini seven kadın ve versin ki, şanslı olarak.
erkek; muhabbet kuşları. lucky adj. şanslı, talihli.
lovechild n. meşru olmayan çocuk; piç. to be in luck talihi yaver gitmek.
luculent 464 lysemia

luculent adj. berrak. lust n. açlık, arzu, şehvet, doymak


ludicrous adj. gülünç. bilmeyen cinsel istek, tutku. v. cin-
lues n. frengi. sel istek duymak.
luggage n. bagaj, yük, yol eşyası. lustful adj. istekli, arzulu.
lukewarm adj. gevşek; ılık. lusty adv. dinç, gürbüz, güçlü, sağ-
lull n. uyuşuk; durgunluk. v. uyuş- lam; istekli, arzulu.
turmak, dinlendirmek. lustrous adj. parlak, parlayan.
lumbago n. bel ağrısı. lusus L. şekil bozukluğu.
lumbar n. belle ilgili. lute n. macun. v. macunla kapatmak.
lumbo- prefix. bel anlamına önek. lux (lx) n. ışık birimi
lumbus n. pl. lumbi bel. luxate v. çıkmak, çıkarmak.
lumen n. pl. lumina, lumens lümen, luxation n. çıkık, kemik çıkığı, çıkık-
bir tüp içinde kanal veya boşluk. ör. lık.
Circulatory disorders may occur luxus n. pl. luxus artık; fazlalık.
when fatty deposits adhere to the -ly suffix. zarf'tan sıfat oluşturan so-
lumen of the arteries, thus nek. ör. slowly yavaşça, yavaş bir
decreasing the flow of blood. şekilde.
luminal adj. lümenle ilgili. lying n. kandırma, yalan.
lumin- prefix. ışık anlamına önek. ör. lying-in n. gebelik, gebelik dönemi;
luminiscent ışık veren. luminous doğum yapma.
ışıldayan, ışık verici, parlak. lymph n. lenf damarlarında bulunan,
lump n. şiş, şişlik, topak, yumru. kan akımına girmeden önce lenf
lumpy adj. pıhtılı, topaklı, yumrulu. bezleri süzgecinden geçen, özel iş-
lunacy n. akıl hastalığı, cinnet, delilik. levi olan sıvı; lenf.
lunar adj. ay ile ilgili. lymph gland n. lenf bezi.
lunate adj. ay görünümünde. lymphadentis n. lenf bezi yangısı.
lunatic adj. deli; delirmiş. lymphatic adj. lenfle veya lenfin
lunette n. ay görünümü, ay şekli. içinde aktığı damarla ilgili.
lunch n. öğle yemeği. lympho- , lymph- prefixes. lenf an-
lungs n. akciğerler. lamına önekler .ör. lymphatics lenf
lungworm n. akciğer kurdu. damarları.
lunula n.pl. lunulae tırnak kökünde lyo- prefix. çözülme, çözünüm anlam-
soluk yarımay şeklindeki oluşum. larına önek.
lupus n. deri ve yaşamsal organları lyse v. erimek, eritmek, erimeye ne-
tutan, kökeni belirsiz bir sayrılık. den olmak. ör. Amebae cause
lupiform n. lupusa benzer; lupus şek- dysentery – bloody diarrhea,
linde. intestinal pain, fever – when they
lupous adj. lupus'la ilgili. attach to the colonic epithelium,
lure v. çekmek, cezp etmek, ayartmak. lyse colonic epithelial cells, and
lurid adj. yangın kızıllığı, yangın kı- invade the bowel wall.
zıllığının verdiği korku, korkunçluk. lysemia n. normal kan yapısının bo-
luscious adj. hoş, lezzetli, nefis, tatlı. zulması.
-lysis 465 -lytic

-lysis suffix. çözülme, erime anlamına lyssa n. kuduz; kuduz sayrılığı.


sonek. ör. hydrolysis hidroliz, hid- lyssoid adj. kuduza benzeyen.
rolize etmek. lytic adj. erimeye neden olan.
lysis n. erime, göze çözülmesi; kırmı- -lyte suffix. özel bir işlemle ayrışabi-
zı kan hücrelerinin çözülmesi veya len madde anlamına sonek. ör.
yıkımı. electrolyte.
lyso- , lys- prefixes. erime, çözünme -lytic suffix. kaybolma, çözülme an-
anlamlarına önekler. lamına sonek. ör. hydrolytic.
lysosome n. sindirim enzimleri içeren
hücre yapısı. ör. Lysosomes
function in intracellular digestion.
M,m

M mega- ; morgan; molarity; maddening adj. ağrı veya acı veren;


methionine; methionyl, Roma ra- çıldırtan.
kamıyla bin, bir kan faktörü simge- made past simple and past participle
si. of make.
M, m. metre kısaltması. -made suffix. –de yapılmış, -den ya-
m. tıbbi, metrik, moleküler sözcükle- pılmış anlamlarına sonek.
rini ifade eden kısaltma. (be) made up of -den oluşmak, -den
m- meta- anlamına kısaltma. ibaret olmak. ör. On cut surface, the
MA , M.A. mental age zihin yaşı an- kidney is made up of a cortex and a
lamına kısaltma. medulla.
M.A. Master of Arts akademik madly adv. delicesine, deli gibi.
Master Derecesi anlamına kısaltma. madman n. deli.
ma, mA miliamper anlamına kısaltma. madness n. delilik, çılgınlık.
ma n. anne. work like mad deli gibi çalışmak.
macabre adj. korkunç, ürperti veren, madarosis n. kaş, kirpik dökülmesi.
ürpertici. madcap adj. ilkel, vahşi ve düşüncesiz.
macerate v. suyla ıslatıp yumuşat- madescent adj. nemli, rutubetli.
mak. madyra foot n. mantar bulaşmasının
maceration n. suda yumuşatma. neden olduğu, ayakta görülen rahat-
macies adj. yıpratıcı. sızlık.
macro- , macr- prefixes. iri, büyük, maggot n. kurt, kurtçuk, larva.
uzun çıplak gözle görülür anlamla- magic n. büyü, sihir.
rına önekler. ör. macrocephalic magical adj. büyülü, sihirli.
adj. uzun başlı. macroscopic adj. magically adv. büyü ile, sihirli bir
gözle görülür. şekilde.
macrobiosis n. uzun ömürlülük. magma n. etkin bir kaynağın çıkarıl-
macrocyte n. iri kırmızı kan hücresi. masından sonar geriye kalan yumu-
macrodont n. büyük diş. şak kütle; merhem veya kalın ha-
macropodia n. anormal derecede bü-
mur, macun.
yük ayak; büyük ayaklılık.
magnet n. çekme özelliği olan bir cisim.
macroscopic adj. çıplak gözle görü-
magnetize v. güçlü bir etkisi olmak;
lebilen.
çekiciliği olmak.
macrosonia n. irilik, devlik.
magnification n. büyütme.
macula n. pl. maculae deride renkli
magnificent adj. azametli, görkemli,
leke; retina üzerindeki leke.
muhteşem, mükemmel.
mad adj. deli, delirmiş, çılgın; kuduz,
kudurmuş, çok kızgın. magnificence n. görkem, güzellik.
drive someone mad bir kimseyi magnify v. büyütmek.
çıldırtmak. magnitude n. önem, büyüklük. ör.
like mad deli gibi, çılgın gibi, çıl- Full-blown acute pancreatitis is a
gınca. medical emergency of the first
madden v. kızdırmak, delirtmek, çıl- magnitude.
dırtmak, öfkelendirmek. maid n. genç kız.
maiden 467 make it

maiden n. genç kız. major in sth v. ana konu olarak ça-


maidenhead n. zar, kızlık zarı. lışmak; mastır yapmak.
maidism n. vitaminsizlikten kaynak- majority n. çoğunluk. ör. The great
lanan sayrılık; pellegra. majority of pituitary adenomas are
maieutics n. doğumla ilgili tıp dalı; monoclonal in origin, even those
doğum bilgisi. that are plurihormonal, suggesting
mail v. göndermek, postalamak. n. that most arise from a single
gönderi, ileti, posta, postalama, pos- somatic cell.
talama sistemi. make v. yapmak, meydana getirmek,
maim n. sakat. v. incitmek, sakatlamak. üretmek, oluşturmak. n. yapı, yapı-
maimed adj. sakat, sakatlanmış. lış, şekil, biçim.
main adj. ana, asıl, belli başlı, temel. make a mistake hata yapmak.
n. el; pençe şeklini almış el. make a point of v. özel gayret gös-
mainly adv. başlıca; asıl olarak; bü- termek.
yük ölçüde, çoğunlukla. make a quick dash aceleyle gitmek.
mainstream n. temel bakış açısı; ana make after v. izlemek.
görüş; ana, temel. ör. In addition to make allowances for (birisinin) zayıf
the health hazards of mainstream yanlarını düşünmek.
tobacco smoke, there are risks make amends üzüntüsünü göstermek.
associated with exposure to make as if -acak olmak: She made as
sidestream smoke, also called passive if to speak, but I stopped her. = Ko-
smoking or environmental tobacco nuşacaktı fakat onu susturdum.
smoke. make away with başından atmak; öl-
maintain v. tutmak, korumak, bakmak, dürmek; çalmak.
beslemek, sürdürmek. ör. Since make believe gibi davranmak.
body loses of iron are limited, iron make certain v. doğrulamak, kesin-
balance is maintained largely by
leştirmek
regulating the absorptive intake. =
make do (with/without sth) (gerek-
Vücudun demir kaybı sınırlı oldu-
mese de/istenmese de) kullanmak;
ğundan, demir dengesi genellikle
var olanla yetinmek.
emilim alımını düzenlemekle koru-
make ends meet v. bütçesini denge-
nur.
lemek.
maintenance n. bakım, destek, ko-
make for v. hedeflemek, ilerlemek;
ruma, onarım; sürdürüm, sürdürme.
maize n. mısır bitkisi. katılmak; ...ile sonuçlanmak; yo-
major adj. başlıca, büyük, önemli. lunda ilerlemek.
ör. Prevention of pulmonary make fool on oneself v. utanç verici
embolism constitutes a major şekilde davranmak.
clinical problem for which there is make fun of v. dalga geçmek, eğlen-
no easy solution. = Pulmöner mek, gülmek.
embolinin önlenmesi kolay bir çö- make haste v. acele etmek.
zümün var olmadığı önemli bir kli- make it zamanında ulaşmak; başar-
nik problem oluşturabilir. mak; değerlendirmek, ölçmek.
make it up to sb 468 malariology

make it up to sb (for sth) yapılan iyi- make up for sth geri ödemek veya
liğe karşılık vermek. iyi bir karşılıkla yerine koymak;
make like gibi davranmak. tamamlamak, telafi etmek.
make mischief v. sorun yaratmak. make up one's mind karar vermek.
make off aceleyle kaçmak, ayrılmak, make up to yakın davranmak, gözü-
terk etmek; sıvışmak. ne girmeye çalışmak, yaranmak.
make off with alıp kaçmak, çalmak. make use of v. yararlanmak.
make or break ya tam başarmak ve- make way for v. yol açmak.
ya tam batırmak. make with sth üretmek, getirmek.
make out anlamak, araştırmak, kanıt- makebelieve n. gerçek olmayan şey-
lamak, kavramak. lere inanma; gibi davranma.
make over değiştirmek, düzeltmek, maker n. üretici, yapan, yapıcı.
devretmek; yeniden yapmak. making n. üretim, yapım.
make room (birisi, bir şey için) yer makings n. gelişme için gerekli olan
açmak. her şey.
make sense of açık ve mantıklı ol- mal n. sayrılık, bozukluk, hastalık.
mak, anlamak. mal- prefix. kötü, bozuk, hatalı an-
make sb/sth into kullanmak, kullanı- lamlarına önek. n. sayrılık, ağrı, ra-
labilir olmak; içe dönmek. hatsızlık. ör. malnutrition n. bes-
make sb/sth out güçlükle görmek, lenme bozukluğu. maltreatment n.
işitmek, anlamak; iddia etmek, gibi yanlış tedavi.
davranmak. mala n. yanak; yanak kemiği.
make sth of sth/sb anlamak; vermek. malabsorbtion n. kötü emilim.
make sth out haklı nedenlerle kanıt- malacia n. organ veya doku yumu-
lamak; işte veya yaşamda başarmak şaması.
ve ilerlemek. malaco- prefix. yumuşak, yumuşama
make sth up kurmak, oluşturmak; anlamlarına önek . ör. malacotic.
üretmek; vermek, geri ödenek; ta- malacosarcosis n. kas dokusu yumu-
mamlamak. şaması.
make sth up with yeniden dost olmak. malacosteon n. kemik yumuşaması.
make sure of v. emin olmak malacostic adj. yumuşak.
make the most of ileri oranda yarar- maladjusted adj. rahatsız, sinirli,
lanmak. zihni karışık.
make towards yolunda ilerlemek. malady n. sayrılık, rahatsızlık, hastalık.
make up düzenlemek, icat etmek malaise n. kırgınlık, keyifsizlik, vü-
oluşturmak; uydurmak, hazırlamak; cut kırgınlığı.
yatıştırmak. n. makyaj. ör. The malalignment n. bir dişin olağan ye-
kidney is richly supplied by blood rinden çıkarma.
vessels, and although both kidneys malar adj. yanak kemiği ile ilgili.
make up only 0.5% of the total body malaria n. sıtma.
weight, they receive about 25% of malarial adj. sıtmalı, sıtmayla ilgili.
the cardiac output. malariology n. sıtma bilimi.
malarious 469 -man

malarious adj. sıtmalı, sıtma ile ilgili. malnutrition n. açlık, gıdasızlık, kötü
malarkey n. saçma, saçma söz, boş beslenme, yetersiz beslenme, bes-
söz. lenme bozukluğu. ör. Proper diet
male n. erkek. corrects malnutrition.
malemission n. orgasm sırasında pe- malposition n. bir organın hatalı ko-
nisten meni çıkarma güçlüğü. numlanması.
maleruption n. dişin yanlış yerden malpractice n. hatalı uygulama; dik-
çıkması. katsizlikten kaynaklanan yanlış uy-
malformation n. bozukluk, kusurlu- gulama, yanlış sağaltım; kötüye kul-
luk, sakatlık; anormal gelişme. lanma.
malformed adj. anormal, bozuk, şe- maltreat v. kötü/kaba davranmak.
kilsiz malum n. sayrılık, hastalık, bozuk-
malfunction n. bozukluk, bozuk veya luk.
yetersiz işleyiş, bedensel bir organın mam n. anne.
işlevini yapamaması, organda işlev mama n. anne.
bozukluğu; hata, kusur. ör. mammal n. memeli.
Malfunction of the pancreas may mamma n. göğüs, meme, meme bezi.
include diabetes mellitus. mammilla n. pl. mammilae kadın
malevolent adj. habis, kötü huylu, göğsüne benzer küçük, yuvarlak
zehirli. yükselti; meme başı.
malice n. başkalarının acısını görme mamillary adj. meme başına benze-
isteği, başkalarına zarar verme isteği; yen.
kin, garez, hiyanet, kötü niyet. mammillate, mammillated adj. me-
malicious adj. kötü huylu, habis, kin- meli, meme başına benzer uzantıları
dar, kinci, kötü niyetli, hain. olan.
malign adj. zararlı, kötü, kötü huylu, mammillation n. meme başına ben-
habis.
zer uzantı.
malignancy n. kötü huyluluk, habis-
mammilliform n. göğüse benzeyen,
lik, kötüleşme ve ölümle sonuçlanma
göğüs şeklinde.
eğilimi. ör. Many types of cancer
mammalgia n. göğüs ağrısı.
are not curable because doctors have
mamma virilis n. erkek göğsü.
difficulty treating the malignancy.
mammary glands n. göğüsler; meme
malignant adj. öldürücü, kötü, yıkıcı,
bezleri.
zararlı, zehirli, habis.
mammo- prefix. göğüs anlamına
malignity n. habislik; nefret.
malingerer n. kendini hasta sanan. önek.
malingering n. kendini hasta göster- mammose adj. büyük memeli; me-
me, işten kaçma. meye benzeyen.
malleable adj. yumuşak; kolay biçim -man suffix. 1. belirli bir yerde, yöre-
verilen. de yaşayan kişi. 2. belirli bir iş be-
malleolus n. pl. malleoli ayak bileği- cerisi olan kişi anlamlarına sonek.
nin her iki tarafındakiler gibi yuvar- ör. a French-man, a countryman,
lak kemiksi çıkıntı. a postman, a businessman.
man 470 manifest

man n. adam, insan, insanoğlu. v. (bir manageable adj. tedavi edilebilir;


çalışma için) adam sağlamak, (içi- yönetilebilir.
ne) adam yerleştirmek. management n. bakım, sağaltım, te-
a man of one's word sözünü tutan, davi etme; yönetim, yönetme.
sözünün eri. mancinism n. solaklık; sol elini kul-
a man of the world çok deneyimli lanma.
kimse. mandible n. alt çene kemiği. ör. The
as one man hep birlikte, tek bir human has 32 adult teeth, located in
yumruk halinde. the upper and lower mandibles.
make a man of him kahraman, güç- mandibula n. pl. mandibulae alt çe-
lü, vd. kılmak. ne kemiği.
man and wife evli, karıkoca. mandibular adj. alt çene kemiği ile
man-made adj. doğada bulunmayan, ilgili.
insan tarafından yapılan; taklit, ya- manduation n. çiğneme.
pay, doğal maddelerden yapılmamış. maneuver n. planlı hareket, manevra.
manhood n. erkeklik. mange n. köpeklerde ve diğer hay-
mankind n. insanlık, insanoğlu, insan vanlarda görülen bir tür deri sayrılığı.
soyu. mangle v. bozmak, yıkmak.
manhood n. büluğ, erkeklik, olgunluk.
manlike adj. insan gibi.
mania n. şiddetli istek ve heyecanla
manly adj. erkekce, kahraman, cesur,
kendini gösteren ruhsal bozukluk;
güçlü, kuvvetli.
beyinsel rahatsızlık, cinnet; taşkı;
manned adj. insanlı, içinde insan bu-
taşkınlık, tutu.
lunan. -mania suffix. belirli nesne, yer veya
one's own man düşünce ve eylem- eylemlere yönelik taşkınlık derece-
de bağımsız, kendine özgü. sinde tutku, düşkünlük belirten sonek.
right hand man yardımcı, danış- maniac n. cinnet geçiren; deli; man-
man, sağ kol. yak.
the man in the street vatandaş, so- maniacal adj. taşkı, taşkınlıkla ilgili.
kaktaki adam. manifest v. açığa vurmak, göstermek,
to a man her kişi, herkes. ortaya koymak, ortaya çıkmak, be-
to the last man son adamımız dü- lirmek. adj. açık, apaçık, belli,
şünceye dek. meydanda, aşikar. ör. Marfan
manacme n. kadın yaşamında adet syndrome is a disorder of the
görülen yıllar. connective tissues of the body,
menarche n. adet görme başlangıcı. manifested principally by changes
manage v. ilaç vermek; yönetmek; in the skeleton, eyes, and
kullanmak; becermek; yenmek, üs- cardiovascular system. = Marfan
tesinden gelmek. ör. If the renal sendromu, temel olarak, vücudun,
failure is managed properly with iskelet, göz ve kalp-damar dizgesin-
dialysis, most patients experience deki değişikliklerle gösterilen bağ
recovery in a matter of weeks. dokusu bozukluğudur.
manifestation 471 mark sth off

manifestation n. görünme, ortaya manuscript n. belge, el yazması, ya-


koyma, gösterme, ortaya çıkma; ka- zılı metin.
nıt, belirti. ör. It is thought that many adj. bir çok.
regardless of the type of interstitinal many-sided çok yanlı, değişik ilgi ve
disease or specific cause, the nitelikleri olan.
earliest common manifestation of map n. harita.
most of the interstinal diseases is maple n. akçaağaç.
alveolitis. = Doku arasına yerleşmiş mar v. bozmak, hasar vermek, yara-
hastalığın tipine veya spesifik nede- lamak, zedelemek.
nine bakmaksızın, doku arasına yer- make or mar ya yap ya boz.
leşik hastalıkların çoğunun ilk yay- marantic adj. vücudun ileri derecede
gın belirtisinin alveolit olduğu dü- zayıflaması ile ilgili.
şünülmektedir. marasmus n. belirgin kilo kaybı ile
manifestly adv. besbelli, açıkça, gö- birlikte görülen ileri derecede be-
rünür şekilde, ortaya konmuş olarak. sinsiz kalma; beslenme bozukluğu.
manipulate v. elle kullanmak/işlemek. marble n. mermer.
manipulation n. elleri beceri ile kul- march v. yürümek.
lanma; el becerisi. marchonnement n. çiğneme.
manner n. davranış, tavır, tarz, usul, marcid adj. zayıflayan, eriyip giden.
yol. marcor n. beslenme bozukluğu.
bad-mannered kötü huylu (kişi). mareo n. deniz tutması; deniz tutma-
good-mannered iyi huylu (kişi). sının verdiği rahatsızlık.
manometer n. basınçölçer. margin n. ara, mesafe, kenar, kıyı,
-manship suffix. bir kişinin belli bir sınır; yeterinden çok zaman, yer,
alandaki becerisi veya sanatı anla- para vd; kâr oranı; sayfanın kena-
mına sonek. ör. seaman-ship de- rında yazılı olmayan boşluk.
nizcilik becerisi. marginal adj. az miktarda; çok
mantle n. beynin dış yüzeyi; beyin önemli olmayan; üstünde ürün yeti-
korteksi. şemeyecek kadar verimsiz (toprak).
Mantoux Test n. vereme karşı duyar- margo, pl. margines, n. kenar, sınır.
lılığı saptamada kullanılan test. marital adj. evlilikle ilgili.
man. pr. abv. L. mane primo sabah marital status medeni hal.
erkenden, sabah ilk iş anlamlarına mark n. işaret; ben, deri üzerindeki
kısaltma. koyu nokta; leke, iz. v. işaretlemek,
mantle n. beyin korteksi; dış kap. işaret koymak, dikkat etmek.
manual adj. el ile ilgili, el ile yapılan, mark sth up fiyatını yükseltmek.
el ile örülen; elle; el kitabı. mark sb/sth down (as) yazarak not
manufacture n. yapım, üretim. v. etmek; fiyatını azaltmak; düşük not
üretmek, meydana getirmek; yap- vermek.
mak, yaratmak. mark sth off çizgi çizerek ayırmak;
manufacturer n. yapımcı, üretici. yapılacak işler listesinden yapılanları
manus L. n. el. işaretleyerek çıkarmak.
mark sth/sb out 472 master-

mark sth/sb out bir alanı çizgilerle masked adj. gizli; kör.
belirlemek; başarılı olacak kişiyi masking n. gizleme; bir sesin işitil-
seçmek veya göstermek. mesini gürültü yaparak engelleme.
marked adj. ayırt edici; açıkça belir- ör. Sometimes a dominant gene is
gin; dikkat çeker bir özelliği olan. not expressed due to the masking of
marker n. kılavuz, belirteç. expression by genes at another
market n. pazar; pazar yeri. place on the chromosome.
market for satın alma istemi; genel masochism n. ağrı ve acıdan cinsel
talep. haz duyma; mazoşizm.
a buyer's market alıcıya uygun pa- masochist n. kendi vücuduna verilen
zar koşulu. ağrıdan cinsel haz duyan; mazoşist.
a seller's market satıcıya uygun mass n. kitle, çoğunluk, hacim, yığın;
pazar koşulu. tümör; v. yığmak, toplamak, bir
on the market satılık; alınabilen. araya getirmek. ör. The cell is a
common market ortak pazar. nonhomogeneous mass of solids,
marking n. belirleme, ayırt etme. semisolids, and liquids.
marmot n. dağ sıçanı. in mass kitle/yığın halinde.
marrow n. kemik içindeki yumuşak the masses işçi sınıfı, çalışanlar.
doku; ilik; kemiğin öz kısmı. massa n. pl. massae kitle, yığın; ur,
spinal marrow omurilik. tümör.
marry v. evlenmek, evlendirmek. massage n. doku rahatsızlıklarının
marriage n. evlilik, evlenme. sağaltımı; masaj.
married adj. evli. masseur n. masaj yapan erkek.
unmarried adj. bekar. masseuse n. masaj yapan kadın.
marsh fever n. sıtma. massive adj. ağır, heybetli, kocaman,
marsupium n. kese, torba; torba şek- iri, muazzam.
mastadenitis n. göğüs bezi yangısı.
lindeki herhangi bir gelişme.
mastadenoma n. göğüs tümörü.
marvel n. mucize. v. şaşmak.
mastalgia n. göğüs ağrısı.
marvellous adj. şaşılacak, fevkalade.
mastauxe n. göğüs büyümesi.
masculine, masc. adj. erkeklerle ilgili,
mastectomy n. göğüsün cerrahi yolla
erkeksi, erkeğe benzeyen; erkeğe ait.
alınması.
masculation n. erkek özellikleri olma.
master n. usta, öğretmen, reis. v.
masculinization n. dişi tarafından
yenmek, başa çıkmak, yönetmek.
ikincil erkek özelliklerinin alınması.
masterful adj. iradesi güçlü.
mash v. ezmek. masterly adj. ustaca.
mask v. gizlemek, saklamak, maske- masterpiece n. şaheser.
lemek. n. maske. ör. Dominant mastery n. üstünlük; ustalık.
alleles mask the expression of master control temel belirleyici.
recessive alleles. master- prefix. ana, asıl, esas anlam-
unmask v. açığa çıkarmak, ortaya larına önek. ör. master-copy asıl
koymak. ör. Recessive genes are kopya, asıl örnek. master-switch
unmasked in the homozygote. ana şalter.
masticate 473 maxillofacial

masticate v. çiğnemek. me. a matriarchal society kadın-


mastication n. çiğneme. larca denetlenen toplum.
mastitis n. göğüs yangısı. matrimony n. evlenme, evlilik.
masto-, mast- prefixes. göğüs anla- matrix, n. pl. matrices, tırnağı oluş-
mına önekler. turan madde; içinde başka bir mad-
mastodynia n. göğüs ağrısı. denin dağınık olarak bulunduğu
mastoid adj. memeye benzeyen, madde; her hangi birşeyi içine alan
meme şeklinde. n. mememsi çıkıntı. çevre madde; dölyatağı; üreme or-
mastology n. göğüs ve göğüs rahat- ganları yapısı.
sızlıklarını araştıran tıp dalı. matter n. madde; konu; mesele;
mastoncus n. şişlik; göğüs tümörü. önem; güçlük, sorun; miktar. v.
masturbate v. kendi kendini tatmin önemli olmak.
etmek (cinsel), mastürbasyon yap- as a matter of fact mesele şu ki,
mak. ona bakarsan; gerçekte, aslında.
masturbation n. cinsel organları elle it doesn't matter önemi yok.
veya başka bir nesneyle uyarma; bu no matter (how, where, etc)
yolla kendini tatmin etme; mastür- farketmez; nasıl olursa, neresi olur-
basyon. sa olsun.
match n. eş, benzer, denk; kibrit. v. what's the matter? ne oluyor?
denk olmak, benzemek, uymak, uy- maturate v. olgunlaşmak.
gun gelmek; karşılaşmak; maç maturation n. olgunlaşma, olgunluk.
yapmak, yarışmak; eşleştirmek, kib- ör. Of the numerous disorders that
rit yakmak/çakmak. impair epidermal maturation,
matchless adj. eşsiz. ichthyosis is perhaps one of the
mate n. arkadaş, eş, yardımcı, eşlik most striking.
eden kişi; iş ortağı. v. çift oluştur- mature adj. olgun. v. büyümek, ge-
mak, çiftleşmek. lişmek, olgunlaşmak.
materia L. tıp araç ve gereçleri; madde. maturity n. olgunluk; hazır olma.
material n. madde, kumaş, malzeme, immature adj. olgunlaşmamış;
araç gereç. ham; toy.
materialize v. gerçek bir olgu haline immaturity n. hamlık; olmamışlık;
gelmek. toyluk.
materially adv. fiziksel olarak, önemli maw n. ağız, boğaz, mide.
ölçüde. mawkish adj. tatsız, tiksindirici, ya-
maternal adj. anne ile ilgili, anne gibi. van; hastalandırıcı; hastalık dere-
maternal deprivation n. anne yokluğu. cesinde duygusal.
maternity n. annelik. maxi adj. ayak bileğine kadar inen.
maternity hospital n. doğumevi. maxi- prefix. büyük, en üst sınırda
math, mathematics, n. matematik. anlamlarına önek.
mating n. çiftleşme, üreme amacıyla maxilla n. pl. maxillae üst çene ke-
kadın ve erkeğin cinsel birleşmesi. miği.
matri- prefix. anne, kadın anlamları- maxillofacial adj. yüzün alt yarısı ile
na önek. ör. matricide anne öldür- ilgili olan.
maximal 474 mediate

maximal adj. en yüksek, en büyük, by some means or other şöyle ve-


en geniş. ör. The change in ya böyle, şu veya bu yolla, bu yolla
potential energy is a measure of the olmazsa şu yolla.
maximal energy made available by by fair means or foul doğru veya
an exergonic reaction. yanlış herhangi bir yolla.
maximize v. en üst düzeye çıkarmak. ways and means yöntemler.
ör. Living organisms maximize meanwhile adv. bu arada, bu sırada.
energy resources through the measle n. larva, kurtçuk.
interaction between exergonic and measles n. kızamık.
endergonic processes. German measles kızamıkçık.
maximma, adj. en yüksek, olası en measure v. hesap etmek, ölçmek. n.
büyük. ölçü, ölçü sistemi, önlem.
maximum n. en yüksek miktar; en measured adj. hesaplı, ılımlı, ölçülü,
yüksek, en büyük. etraflıca düşünülmüş.
maybe adv. belki; olası. measurement n. değerlendirme, he-
mayor n. belediye başkanı. saplama, ölçü, ölçme.
maze n. labirent; hayret, şaşkınlık. immeasureable adj. ölçülemez.
mazed adj. şaşırmış. meat n. et.
mazo- prefix. göğüs anlamına önek. meato- prefix. dışa açılan kanal, ge-
meagre adj. sıska, kuru, yetersiz, in- çiş, geçit anlamlarına önek.
ce, zayıf, yağsız. meatus n. pl. meatus açıklık, geçit,
meal n. yemek; kaba un, elenmemiş geçiş.
un. mechanical adj. duygusuz, otomatik,
mean v. demek, demek istemek, ima sıkıcı, soğuk.
etmek, kastetmek, anlamına gel- méche n. sıvıyı akıtmak üzre kullanı-
mek; niyet etmek. adj. ortalama, va- lan bez/şerit, akıtaç.
sat, yaklaşık; bayağı, adi. n. orta;
mecism n. vücudun veya bir vücut
orta şiddette; cimri.
parçasının olağan üstü uzaması.
mean to v. niyet etmek.
meconium n. yenidoğan'ın ilk dışkısı.
meaning n. anlam, kavram, amaç.
medi- prefix. orta anlamına önek.
meaningful adj. anlamlı.
mediad adv. orta hatta doğru.
meaningless adj. anlamsız.
medial adj. orta, ortada; içyan.
means n. araç, vasıta; yol; olanaklar;
median adj. orta; ortada, orta hatta;
gelir, servet.
yaklaşık, ortalama. ör. In bilateral
as a means of aracı/vasıtası olarak.
by all means her halde, mutlaka, symmetry, the paired organs are
kesinlikle. found on either side of the median.
by means of vasıtasıyla, sayesinde, mediate v. araya girmek, aracılık et-
aracılığıyla, yoluyla. mek. ör. Pili on the surface of H.
by no means asla, hiçbir şekilde, influenzae mediate adherence of the
hiçbir surette. organisms to the respiratory
by no manner of means asla, hiç- epithelium.
bir surette. cell-mediated hücre aracı, hücresel.
mediation 475 melanoma

mediation n. aracılık. medullary adj. ilikle ilgili.


mediator n. aracı. medullation n. ilik oluşumu.
medicable adj. tedavi edilebilir, sa- medullo- prefix. ilik anlamına önek.
ğaltılabilir. meet v. görüşmek, karşılaşmak, yüz
medical adj. tıp ile ilgili; tıbbi, tıbba yüze gelmek, karşılamak, rastlamak.
ait, ilaçla ilgili. meeting n. toplantı, karşılaşma.
medicament n. tıbbi madde, ilaç, ilaç mega- prefix. milyon kat; çok büyük,
uygulaması, tıbbi preperat. dev anlamlarına önek. ör. megasters.
medicate v. ilaçla sağaltmak. megacephallic adj. büyük başlı olma;
medicated adj. ilaç verilmiş, sağal- büyük başı olan.
tılmış, tedavi edilmiş. megalgia n. çok şiddetli ağrı.
medication n. ilaçla sağaltım; tıbbi megalo- , megal- prefixes. bir orga-
madde. nın ileri derecede büyümesi, geniş-
medicinal adj. ilaç olarak değeri lemesi anlamlarına önekler. ör.
olan; iyileştirici, sağaltıcı yapıda megalogastria n. mide büyümesi.
olan. megalo-hepatia n. karaciğer büyü-
medicine n. ilaç; doktorluk; sayrılık- mesi.
ları önleme ve sağaltma sanatı; tıp -megaly suffix. büyük, geniş anlamla-
bilimi. rına sonek.
medico- prefix. tıbbi, tıpla ilgili an- megrim n. migren; migren baş ağrısı.
lamlarına önek. meiosis n. mayotik bölünme, mayoz;
yalnızca üreme hücrelerinde görü-
medicus n. doktor.
len özel göze bölünmesi. ör.
medieval adj. ortaçağa ait, ortaçağ.
Meiosis is a type of cell division
medins L. orta.
responsible for the formation of
medio- , medi- prefixes. orta anlamına
reproductive cells.
önekler.
mel n. bal.
mediocre s. orta, vasat, ortada; ne iyi
mel- , melo- prefixes. kol ve bacak ;
ne kötü, çok iyi olmayan.
yanak; bal, şeker; koyun anlamlarına
meditate v. düşünmek, varsaymak. n. önekler. ör. melalgia n. kol/bacak
düşünme. ağrısı.
medium n. pl. media orta, ortam, va- melagra n. kol veya bacaklarda ro-
sat; araç, çare. vasıta; bir eylemi matizma ağrısı.
gerçekleştirme aracı; dürtü veya et- melan- , melano- prefixes. çok koyu,
kiyi taşıyan bir madde; bir maddeyi siyah, kara, kapkara anlamlarına
bir çözelti içinde tutan sıvı; basın- önekler.
yayın kurumları. melancholia n. kendine acıma,
medulla n. pl. medullae ilik, omuri- deprasyon.
lik, öz; bir organın iç kısmı. ör. melanin n. siyah veya koyu kahve-
Nerves, blood vessels, and lymph rengi pigment.
vessels are located within the melanoma n. kötü huylu tümör;
medulla of the ovary. melanom.
melanopathy 476 mephitic

melanopathy n. ileri derecede deri meningo- , mening- prefixes. beyin


pigmentasyonu. zarı anlamına önekler.
melena n. kara kusmuk; mide veya meninx, meningis n. pl. meninges
ince barsak kanamasından ortaya prefixes. zar; beyin zarı.
çıkan gaydanın siyah renkte olması meniscus n. pl. menisci minisküs.
durumu. menolipsis n. adet görmenin geçici
meli- prefix. bal, şeker anlamlarına olarak durması.
önek. menopause n. adet görmenin durdu-
melitemia n. ileri derecede kan şekeri ğu yaş, genelde 45-50 yaş arası.
olması. menorrhagia n. adet görme sırasında
melitis n. yanaklarda duyulan yangı. ileri derecede kanama.
mellite n. bal preparatı. menorrhea n. normal adet görme;
melt v. erimek, eritmek, ergitmek. bol kanama.
molten adj. erimiş. menostaxis n. uzamış kanama.
member n. üye, bir gruba ait olan ki- menses n. adet görme; adet kanaması.
şi; insan, bitki veya hayvan vücu- menstrual adj. adet görmeyle ilgili.
dunun bir parçası (özellikle kol ve- menstruate v. adet görmek.
ya bacak), uzuv. menstrual cycle n. adet.
membership n. üyelik menstruation n. adet görme, aybaşı.
membrana n. pl. memranae perde, -ment suffix. ürün, araç, eylem, du-
zar, ince tabaka. rum anlamlarına sonek. ör.
membrane n. perde, zar, membran.
casement, environment.
membranoid adj. zara benzeyen.
mental adj. ruhla ilgili, ruhsal, akıl,
membrum L. n. pl. membra organ;
akılla ilgili, zihinsel; anlaksal, an-
parça, kısım.
lak; çeneyle ilgili.
memory n. hafıza; anı.
mental block düşünce durgusu.
in memory of -in anısına.
mental health ruh sağlığı.
memorize v. ezberlemek.
mentality n. akıl; zihinsel kapasite.
remember v. anmak, anımsamak, ha-
tırlamak. mentation n. düşünme, sebepleme.
menace v. korkutmak. n. korku, teh- mention v. belirtmek, anmak, anlat-
dit, tehlike. mak, ifade etmek.
menacme n. kadın yaşamında as mentioned earlier daha önceden
menstüel etkinlik dönemi. belirtildiği gibi. ör. As mentioned
menarche n. kadında ilk menstrual earlier, many diseases associated
dönem. with mitochondrial inheritance
mend v. onarmak, yamamak, düzel- affect the neuromuscular system. =
mek, düzeltmek, iyileşmek. Daha önceden belirtildiği gibi,
meningitis n. menenjit, beyinzarı mitpkondriyal kalıtımla ilgili birçok
yangısı, beyin zarı veya omuriliği hastalıksinir-damar dizgesini etkiler.
saran zarda görülen yangılı çok cid- mentum n. pl. menti çene.
di bir hastalık. mephitic adj. zararlı, kötü; zehirli.
-mer 477 metacyesis

-mer suffix. kimyasal bir grubun üye- mesh n. ağ, tuzak; ağ gözü.
si anlamına sonek. ör. isomer. meshwork n. ağ. ör. Basement
mercury n. cıva. membrane-like mesangial matrix
mercy n. acıma, merhamet. forms a meshwork through which
merciful adj. merhametli. the mesangial cells are scattered.
merciless adj. merhametsiz, zalim, mesial adj. ortada, ortaya doğru.
amansız. mesmerism n. uyutma, hipnotizma.
mere adj. sade, sadece, ancak, sırf. meso- , mesa-, mes- prefixes. orta,
mere-, mero- prefixes. parça, kısım, ortalama, orta kısımda; mezenter,
benzer parçalar serisinden biri an- mezentere benzeyen anlamlarına
lamlarına önekler. önekler.
merocrine adj. salgının yapıldığı an- mesocardia n. kalbin göğüs kafesi
cak hücrenin bütün kaldığı (bez). içinde yanlış konumladığı durum,
ör. Sweat does not contain any mezokardi. ör. In mesocardia, the
cellular parts since the sweat heart is located in the center of the
glands are merocrine glands. chest cavity.
merely adv. sadece, yalnız, ancak, mesoderm n. üç embriyonik doku ta-
yalnızca. bakasının ortası, mesoderm. ör. The
merge v. yutmak, emmek, yutulmak, mesoderm forms tissues midway in
emilmek; birleşmek, kaynaşmak. the body, such as blood vessels and
merger n. birleşme, kaynaşma. bone.
meridian n. öğle; zirve, doruk. adv. mesothelium n. mesoderm tabaka-
doruğunda, en yüksek noktasında; sından oluşan zar. ör. Mesotheliım
öğlen ile ilgili. forms the lining of the peritoneum
meridianus n. pl. meridiani öğle; and pleural cavity.
zirve, doruk. mess n. karışıklık, pislik; karıştırmak,
merisric adj. simetrik, bakışık.
karmakarışık hale sokmak.
merit n. değer, erdem, nitelik, yete-
message n. haber, mesaj.
nek. v. layık olmak, hak etmek,
messenger n. haber götüren, haberci;
değmek.
heber taşıma özelliği olan.
meropia n. kısmi körlük. ör. Vision
meta- prefix. sıradan olanın, bilinenin
may be improved in meropia by the
ötesinde anlamlarına önek.
use of corrective lenses.
metaphysical adj. metafizik; fizik
merosmia n. kısmi koklama duyusu
yitimi. ötesi; bilinen fizik yasalarıyla açık-
merotomy n. kesitlere ayırmak; böl- lanamayan.
mek, kesmek. metabolism n. metabolizma; yapım-
merry adj. eğlenceli, neşeli, şen, ke- yıkım.
yifli. metacarpus n. parmaklardaki beş
merrily adv. neşe ile. kemik.
mesad, mesiad adv. ortada, ortaya metachrosis n. renk değişikliği.
doğru; bedenin veya bir parçanın metachysis n. kan nakli.
orta düzlemine doğru. metacyesis n. dış gebelik.
metal 478 mid-

metal n. metal. metrology n. ölçümbilim.


metallic adj. metalle ilgili, metal bi- miasm, miasma n. kötü koku.
çiminde, metal özellikleri olan; ma- mication n. hızlı devinim.
den. micro- , micr- prefixes. ufak, küçük,
metallo- prefix. metal, metalik an- çok küçük, mini; küçüklük, anlam-
lamlarına önek. larına önekler.
metallophobia n. metalik nesnelere microbiology n. küçük canlı orga-
karşı duyulan ileri derecede korku. nizmaları araştıran bilim dalı, mik-
metamorphosis n. şekil veya yapı robiyoloji. ör. Bacteria and viruses
değişikliği. are studied in microbiology courses.
metastasis n. bir sayrılık durumunun microbe n. mikrop; mikroskopik or-
vücudun bir tarafından diğer tarafı- ganizma.
na göç etmesi (kanserin oluştuğu microbicidal adj. mikrop öldürücü.
yerden başka yere atlaması ). microcardia n. kalbin ileri derecede
meter n. metre. küçük olması.
-meter, -metre suffies. ölçüm aleti; microcoria n. pupillanın ileri derece-
metrenin belirli bir oranı anlamları- de küçük olması.
na sonek. ör. altimeter uçağın uçuş microcyst n. küçük yumru.
yüksekliğini ölçen alet. millimeter microcyte n. küçük göze, küçük yu-
method n. gidiş, seyir, yaklaşım, yön- var.
tem, usul, tarz. microglossia n. dilin ileri derecede
methodical adj. usule uygun. küçük olması.
meticolous adj. ayrıntılara dikkat microlesion n. çok küçük lezyon.
eden; titiz. micromastia n. göğsün ileri derecede
metopagus n. alınlarından bitişik küçük olması.
ikizler. micron n. metrenin bir milyonda biri.
metopic adj. alınla ilgili. micronize v. çok küçük zerrelere
metra n. dölyatağı. ayırmak.
metric adj. metrik, metreye göre; microphallus n. penisin ileri derecede
metrik sistemi kullanan. küçük olması.
metorrhagia n. adet görme ile bağ- micropsia n. görüş bozukluğu; nesne-
lantısı olmayan dölyatağı kanaması. leri olduğundan daha küçük görme.
metralgia n. dölyatağı ağrısı. microscope n. mikroskop; minigöreç.
metrectasia n. dölyatağı genişlemesi. ör. The microscope is used to
metritis n. dölyatağı yangısı. observe things that are very small.
metrocarcinoma n. dölyatağı kanseri. microwave n. mikrodalga.
metrodynia n. dölyatağı ağrısı. micturate v. idrar yapmak, işemek.
metropathy n. dölyatağı sayrılığı. micturition n. idrar yapma, işeme.
metr- , metra- , metro- prefixes. ör. Painful micturition is often
uterusla ilgili anlamına önekler. ör. associated with bladder infections.
metrodynia n. uterus ağrısı. mid- prefix. orta, ortada anlamına
metrocyte n. ana göze. önek. ör. midship, midway.
middle 479 miscarriage

middle adj. orta, merkez. mince v. ince parçalara ayırmak,


middle-aged orta yaşlı. kıymak, kesmek. n. kıyma; kesilmiş
middle-class orta sınıf. parça.
in the middle ortada, orta hatta. mind n. akıl, beyin, düşünce, kavra-
midget n. tam gelişmemiş kimse; cüce. yış. v. ilgilenmek, bakmak, dikkat
midline n. orta hat. etmek, önem vermek, aldırış etmek,
midriff n. karın, diafram. kulak vermek; çıldırmak; hoşlan-
midst n. orta, arada. mamak.
in the midst of ortasında. absent-minded dalgın.
midwife n. ebe. don’t mind aldırma, düşünme.
midwifery n. ebelik; ebelik bilimi. make up one's mind karar vermek.
mighty adj. geniş, kocaman; kuvvetli, never mind endişelenme, üzülme.
güçlü. out of his mind oynatmış, kaçırmış.
mightly adv. güçlü bir şekilde; kos- to my mind benim düşünceme göre.
kocaman, büyük ölçüde. mindful adj. dikkatli, düşünen, far-
migraine n. yarım baş ağrısı. kında, uyanık.
migrate v. göç etmek, dolaşmak, yer mineral n. maden, maden filizi, mi-
değiştirmek. ör. After fertilization, neral.
the zygote migrates to the uterus. mini- prefix. çok küçük anlamına
migration n. göç etme, yer değiştirme. önek. ör. miniskirt.
migratory n. göç edici, gezici. minimize v. azaltmak, en aza indirmek.
mild adj. hafif, orta şiddette, yumu- minimal adj. çok az; mümkün olduğu
şak, ılımlı, orta derecede. kadar az; az miktarda, hafif, önem-
milder adj. daha hafif, daha yumu- siz. ör. Aspergilloma implies growth
şak, daha ılımlı. ör. Acne is seen in of the fungus in pulmonary cavities
all races, but it is said to be milder with minimal or no invasion of the
in people of Asian descent.
tissues.
mildly adv. hafifçe, yumuşakça.
minor adj. küçük, ufak.
mildness n. yumuşaklık.
minute n dakika, an; adj. ufak, kü-
mileage n. mil, mil hesabıyla uzaklık.
çük, eser, önemsiz. ayrıntılı, ince.
milieu n. çevre, yöre.
mio- prefix. az, daha az anlamlarına
milk n. süt. v. süt sağmak, süt çek-
önek ör. myodymus, miopus. .
mek, süt sızdırmak.
miocardia n. kalp kasılması.
milkborne adj. sütle bulaşan.
miracle n. mucize, keramet.
milkman n. sütçü.
milky adj. sütlü. miraculous adj. harika, şaşırtıcı.
mill n. değirmen, fabrika. v. öğütmek, mis- prefix. kötü bir şekilde, hatalı
işlemek, üretmek. ör. paper mill. olarak anlamlarına önek. ör.
milli- prefix. bin, binde bir anlamları- misogamy n. erkeklerden nefret
na önek. etme.
milphosis n. kaş ve kirpik dökülmesi. miscalculate v. yanlış hesaplamak.
mimic v. taklit etmek. miscarriage n. çocuk düşürme, dü-
min. abv. minute, dakika. şük; bozukluk.
miscarry 480 modifier

miscarry v. çocuk düşürmek; başarı- mitis L adj. ılıman, orta, hafif.


sız olmak. mitosis n. mitoz, özdeş göze üreten
miscegenation n. iki ayrı ırktan kadın hücre bölünmesi. ör. Mitosis is the
ve erkeğin evlenmesi. type of cell division responsible for
miscible adj. karışabilen, karıştırıla- the growth and repair of the body.
bilen. mitotic adj. mitozla ilgili.
misdiagnose v. yanlış tanı koymak. mix v. bir araya getirmek, karmak,
misdirect v. yanlışa yöneltmek. karıştırmak, kaynaşmak, bağdaşmak.
miserable adj. mutsuz, üzgün; fakir, mixing n. karıştırma.
sefil, yoksul. mixed adj. karışık.
misguide v. yanıltmak, yanlış yaptır- mix up v. karıştırmak.
mak. mixed up adj. karma karışık.
misinterpret v. yanlış yorumlamak. mixture n. karışım, bileşim.
mislead v. kandırmak, yanıltmak. mnemonic, minemic adj. hafıza ile
misleading adj. kafa karıştırıcı, yanıl- ilgili.
tıcı. mnemonics n. hafızanın gelişmesi,
misogamy n. evlilikten nefret etme. güçlenmesi; anımsama gücünü yük-
misogyny n. kadınlardan nefret etme. selten; hafızaya yardımcı olan dizge.
misogynist n. kadınlardan nefret moan v. inleme; inlemek.
eden. mob n. kalabalık.
misopedia n. çocuklardan nefret etme. mobile adj. devingen, devinik, devi-
miss v. aramak, özlemek; kaybetmek, nir, hareketli.
kaçırmak. mobility n. devingenlik, devinirlik,
missing adj. kayıp. devinim. ör. Mobility is decreased
miss out v. bir fırsatı kaçırmak. in arthritic patients.
miss sth out atlamak, ihmal etmek. mobilize v. hareket ettirmek.
mist n. sis, duman.
mock- prefix. yapmacık, yapay, zora-
misty adj. sisli, dumanlı, puslu; anla-
ki anlamlarına önek. ör. a mock-
şılmaz, belirsiz.
serious expression.
mistily adv. belirsiz bir şekilde.
mode n. stil, tarz, usul, yöntem.
mistreat v. kötüye kullanmak, zarar
model n. örnek, model.
vermek.
moderate adj. orta, ılımlı, ölçülü, sa-
mistake v. yanılmak, yanlış anlamak.
kin, uygun, orta şiddette, orta dere-
n. hata, yanlış.
celi, hafif.
by mistake yanlışlıkla.
misunderstand v. yanlış anlamak. moderately adv. orta şiddette, ılımlı
misunderstanding n. yanlış anlama, derecede, ölçülü olarak. ör. A
anlaşmazlık. moderately active person requires
misuse v. kötüye kullanmak. fewer calories than a very active
mite n. ufak böcek; kene. person.
miticide n. ufak böcek öldürücü. modest adj. alçak gönüllü, sade,
mittelschmerz n. menstrüel period/ utangaç.
adet görme sırasında duyulan ağrı. modifier n. değiştirici, sınırlayıcı.
modification 481 mongolism

modification n. değişme, değiştirme, molecule n. molekül, en küçük parça,


değişime uğrama. zerre.
modified adj. değişime uğramış, de- molecular adj. moleküle ilgili, mole-
ğişmiş. ör. Like the breast, the vulva küle ait.
contains modified apocrine sweat molecular weight molekül ağırlığı.
glands. molest v. rahatsız etmek, sarkıntılık
modify v. değişmek, değiştirmek. ör. etmek.
The environment modifies the molimen n. adet görmek için gösteri-
expression of some genotypes. len efor; güç pozisyon; bir işi yerine
modulation n. değişen çevresel koşul- getirmede görülen sıkıntı.
lara göze uyumu, uyma; düzenleme. mollify v. yumuşatmak.
modulator n. uyan, düzenleyen molification n. yumuşatma.
(madde). mollities n. ileri derecede yumuşaklık.
modus L. n. yöntem. molluscum n. deri üzerinde yumuşak
mogilalia n. konuşma bozukluğu. çıkıntılarla kendini gösteren kronik
mogitocia n. zor doğum. deri sayrılığı.
moiety n. bir şeyin bir bölümü; işlev- molt v. (tüy, deri, kıl) dökmek.
sel bir küme. mol wt abv. moleküler weight mole-
moist adj. nem, rutubet. kül ağırlığı.
moisten v. ıslatmak, nemlendirmek. moment n. an, önem.
moisture n. nem, rutubet. at any moment her an.
mol abv. mole ben. at the last moment son anda.
molar n. azı dişi; 1000 ml’lik eriyik at the moment şu anda, şu sırada,
içinde 1 mollik çözelti. adj. molle şimdi.
ilgili. ör. The standard free energy at this very moment tam şu anda.
change is equivalent to the free in a moment çabuk, bir anda.
energy change for a molar reaction. momentarily adv. bir an için, kısa bir
molasses n. şeker pekmezi, şeker şu- zaman için.
rubu. momentary adj. ani, geçici, kısa sü-
mold n. küf. v. küflenmek, küflen- ren; anlık.
dirmek; kalıba dökmek, biçimlen- the moment (that) hemen, ... yapar
dirmek. yapmaz.
molding n. doğum sırasında fetüsün monarticular adj. tek bir ekleme
başının sıkışarak şekil değiştirmesi. bağlı olan.
moldy adj. küflü. -mone suffix. hormone, hormone
mole n. ben; doğuştan beri var olan benzeyen madde anlamlarına sonek.
leke, doğum izi; kısmen gelişmiş money n. para.
gebelik ürününün bozulmasıyla olu- make money para biriktirmek.
şan dölyatağı içi kütle; bir kimyasal mongolism n. mongol ırkının özellik-
maddenin formül kütlesine eşit olan lerini gösteren, göz çekikliği ve bu-
gram değerindeki miktarı, mol. ör. run basıklığı ile birlikte zeka geli-
One mole of glucose weighs 180 şiminde de bozukluk olan bir du-
grams. rum; mongolizm.
moniliasis 482 moot

moniliasis n. vücudun çeşitli bölgele- monoplegia n. tek bir kas grubunun


rinde, özellikle ağız, boğaz veya veya kol ya da bacaklardan birinin
dölyatağında görülen mantar sayrı- felç olması.
lığı; pamukcuk. monoploid n. benzerlerden biri. ör.
moniliform n. boncuk şeklinde; arpa- Although somatic cells are diploid,
cık. normal reproductive cells are
monism n. teklik, bircilik, monism. always monoploid.
monitor n. öğüt veren, uyaran (kişi); monosaccharide n. tek bir şeker biri-
belli durum, olay veya çalışmalarda mi; basit şeker. ör. Glucose is a
kayıtlı özel verileri gösteren araç. v. monosaccharide, or simple sugar.
araştırmak, göz önünde tutmak; yö- monosexual adj. tek cinsiyet özellik-
netmek, kaydetmek. leri gösteren.
monitoring n. bir sağlık hizmetinin monosomy n. bir homolog kromo-
yerine getirilmesi için devam eden zom bulunması. ör. Monosomy X
ölçümler; olağan ölçümleri yerine produces a female with only one X
getirme ve analiz etme. chromosomes.
mono-, mon- prefixes. 1. tek, bir, tek monotonous adj. usandırıcı, bıktırıcı,
başına; 2. bir bileşik içinde tek bir tekdüze, monoton.
atomun varlığı anlamlarına önekler. monotonously adv. aynı tempoda,
ör. monophonic, monohydric. usandırıcı bir şekilde.
monocular adj. bir gözle ilgili; bir monozygotic adj. döllenmiş bir yu-
gözü tutan; tek bir lensi olan. murtadan üreyen. ör. Monozygotic
monocyesis n. tek fetüsle gebelik. twins have the same genotypes
monocyte n. tekli göze, beyaz kan because they develop from one
gözesi tipi. fertilized egg.
monodiplopia n. tek gözde çift görme. mons, montis n. pl. montes yüksek
alan; tümsek, kabartı.
monogenesis n. eşeysiz üreme.
monsoon n. muson yağmuru.
monogenous adj. eşeysiz üreme ile
monster n. şekil bozukluğu gösteren
oluşan.
dölüt; canavar.
monohemerous adj. yalnızca bir gün
monthlies n. aybaşı; adet kanaması.
süren.
monticulus n. kabarcık, dar boyutlu
monomania n. bir şeyin kişide de-
kabartı; ufak yükselti.
ğişmez düşünce olarak kendini gös-
montrosity n. dölütün doğuştan şekil
terdiği zihin sayrılığı; monomani.
bozukluğu göstermesi; doğuştan ga-
monomelic adj. tek kolu veya tek ba- rip şekil almış olan dölüt.
cağı etkileyen. mood n. ruh hali, deprasyon; huy,
mononucleosis n. monosit sayısının mizaç.
ileri derecede arttığı, lenf nodülleri- mood swing n. bireyin duygusal dü-
nin genişlediği, boğaz yangısı görü- zeninde sallantı.
len bir viral sayrılık. moody adj. hüzünlü, karamsar.
monopathy n. tek bir bölgeyi etkile- moot v. tartışmak, tartışma götürür
yen sayrılık. olmak.
moral 483 morsus

moral adj. törel, ahlaki, etik; dürüst, morgue n. morg; cesedin gömülme-
iyi. ör. It is not moral to experiment den önce konulduğu yer.
on humans. moria n. aptallık.
morality n. ahlak, aktöre, erdem, etik moribund adj. ölmek üzere; ölüm
davranış. ör. Religions define noktasında.
morality and immorality for all morin adj. bitkilerden elde edilen
people. doğal sarı boya.
immorality n. ahlak bozukluğu morning n. sabah.
morbid adj. hastalıklı, marazi, sayrı- morning sickness n. gebeliğin ilk
lıklı; olağan dışı, sapkın. aşamasında görülen bulantı ve kusma.
morbid condition n. rahatsızlık du- moron n. zihinsel yaşı 7-12 yaş ara-
rumu; sayrılıklı olma hali; hastalık sında olan birey; geri zekalı; moron.
durumu; olağan dışılık, sapkınlık. moronic adj. aptal, beyinsiz, salak.
morbidity n. sayrı, hastalık, hastalıklı morosis n. geri zekalılık.
olma. ör. All tumors, even benign morphine n. ağrı kesici ve yatıştırıcı
ones, may cause morbidity and olarak kullanılan ilaç; morfin.
mortality. morphinism n. morfin alışkanlığı.
morbific adj. sayrılık oluşturan; say- morpho- , morph- prefixex. şekil, bi-
rılığa neden olan. çim yapı anlamlarına önekler.
morbili n. kızamık. morphological adj. şekil veya biçim-
morbiliform n. kızamığa benzer, kı- le ilgili. ör. Morphologically,
zamık özellikleri gösteren. epithelial cells are classified as
morbilous adj. kızamıkla ilgili. simple, squamous, or cuboidal.
morbus n. sayrılık, hastalık, bozuk- morphology n. canlı organizmaların
luk, düzensizlik. şekil ve yapılarını inceleyen tıp dalı,
morcel v. azar azar almak, yavaş ya- morfoloji. ör. Vertebrate morphology
vaş almak, aşama aşama kaldırmak. reveals similarities of structure
morcellation n. küçük parçalara among different species.
ayırma ve cerrahi yöntemlerle alma. morphon n. bir organizmanın oluşu-
more adj. daha, daha fazla, daha çok, muna katılan her yapı.
artık. morphosis n. bir organın veya parça-
any more artık, daha fazla. nın gelişim tarzı, morfoz.
more. dict. abv. L. more dicito, söy- mors, mortis n. ölüm.
lendiği gibi, yönlendirildiği gibi. morsicatio n. dudak, dil veya ağız
more and more gittikçe, daha fazla. çeperini ısırma, yeme, dişleme alış-
more or less az çok, aşağı yukarı. kanlığı.
moreover bundan başka, üstelik, keza, mor. sol. abv. L. more solito her za-
zaten. manki gibi, alışık olunduğu üzre,
more ... than ... daha çok. alışkanlık olarak anlamlarına kı-
any more artık. saltma.
once more bir daha. morsulus L. n. ısırık.
mores n. gelenek, görenek. morsus n. ısırık, ısırma.
morsus humanus 484 mouse

morsus humanus insan ısırığı. mother's mark doğum izi.


mortal adj. öldürücü, ölümcül, ölüme motherhood n. analık, annelik.
neden olan, ölümle ilgili. motile adj. devingen, devinebilen;
mortar n. ilaç ve diğer maddelerin hareket edebilen.
içinde ezildiği kap, havan, dibek. motility n. devinim, devinme yeteneği.
mortality ölecek şekilde, ciddi ola- motion n. devinim, eylem, hareket.
rak; ölüm oranı, ölüm sıklığı. ör. go through the motion birşeyi ilgi-
The mortality of untreated acute siz ve isteksizce yapmak.
Budd-Chiari syndrome is high. motive n. güdü; gerekçe, neden, sebep.
mortally ill ölümcül hasta. motivate v. güdülemek.
mortiferous adj. öldürücü, ölüme motivation n. gerekçe, güdü, iti, uyarı.
neden olan. motofacient adj. devinime neden
mortar L. devinimsel, devinim. olan, devindiren.
mortise joint ayak bileği eklemi. motor adj. hareketle ilgili.
mortuary n. morg; ölümle ve ölüyü motorial adj. devinimle, motor sinir-
gömmeyle ilgili. le veya motor çekirdekle ilgili.
morula n. mitotic bölünmeyle oluşan motormeter n. devinim mikarı, gücü
göze kümesi, morula. ve hızını belirleyen ara, motor-
morulation n. kümeleşme, göze kü- metre.
mesi oluşumu. mottle v. bir yüzeyi beneklerle kap-
mosquito n. kan emen böcek; sivrisi- lamak veya bir rengin farklı tonla-
nek. rında boyamak. n. benek; ton farkı.
mosquitocide n. sivrisinek öldürücü; mottling n. beneklerle kaplı deri ala-
böcek öldürücü. nı; çeşitli alanlarda renk değişimi.
moschus n. misk, misk kokusu, misk moulage n. deri lezyonu, tümör veya
out. herhangi bir patolojik durumun
musky adj. misk kokulu. balmumuyla kalıbını çıkarma, mu-
moss n. yosun. laj.
mossy adj. yosunlu. mould v. biçim vermek, kalıba dök-
most adj. çok, pek çok, son derece, mek; mantarla kaplanmak. n. man-
en çok. tar, küf.
at most en fazla, olsa olsa, nihayet. mound n. kabarık bölge; yükselmiş
at the most en çok, en fazla. alan; tümsek.
mostly adv. çoğunlukla. ör. mounding n. kabarma; yükselme;
Progressive trachoma is seen tümsekleşme.
mostly in dry and sandy regions and mountain n. dağ.
among poor people and nomads. mountain sickness n. alçak hava ba-
-most suffix. -e yakın anlamına sonek. sıncının neden olduğu rahatsızlık
ör. northermost en kuzeyde. durumu.
mote n. küçük parça, benek, nokta, mourn v. bir kimsenin ölümüne ağ-
ufak leke, zerre. lama, yas tutmak, ağlamak, sızlamak.
mother n. ana, anne. mouse, n. pl. mice fare.
mouth 485 mucosa

mouth n. ağız. 2. çok iyi birşey, bir konuda çok ba-


by mouth ağızdan, ağız yuluyla. şarılı anlamlarına gelir. ör. He is
mouthed adj. ağızlı. very good at tennis, but he is not
mouthful adj. ağız dolusu. much of a swimmer. // Much
mouth guard n. sporcuların, özellikle interest has focused on the genetics
boksörlerin dişlerinin kırılmasını and molecular pathogenesis of
önlemek üzre üretilmiş koruyucu. prostate cancer.
mouth stick n. bilgisayar kullanmak, as much again bir o kadar daha, iki
resim yapmak ve küçük nesneleri katı, iki kat fazlası.
kaldırmak üzre sakatlar tarafından as much as kadar.
alt ve üst dişler arasında tutularak ever so much çok daha...
kullanılan protez, ağız çöpü. ever so much richer çok daha zen-
mouthwash n. gargara, ağzı temiz- gin.
lemek ve ağızda oluşan aft vb. ra- make much of s.b. (birisini) ağır-
hatsızlıklar gidermek için kullanılan lamak.
sıvı. make much of sth. abartmak, bü-
move n. hareket, kımıldama. v. iler- yütmek, önemliymiş gibi davranmak.
lemek, kımıldamak, hareket etmek, much as ise de, karşın, rağmen.
yürütmek, devinmek, devindirmek, so much the better! daha iyi ya!
kımıldamak, kımıldatmak; göz et- too much pek çok, pek fazla.
mek. ör. Gravity alone is not muci- , muco- prefixes. mukus, sü-
sufficient to move food from the mük anlamlarına önekler.
pharynx to the stomach or to muciferous adj. sümüksü salgı çıka-
prevent reflux of gastric contents. ran
move away v. taşınmak. muciform adj. mukusa benzeyen,
movement n. devinim, hareket, kı- sümüksü, mukus şeklinde.
mıldama. mucilage n. bazı bitkilerin ürettiği
movable adj. yer değiştirebilen, ha- yapışkan sıvı, yapışkan madde, tut-
reketli, taşınır. kal, zamk.
immovable adj. sabit, kımıldanmaz. mucilaginous adj. yapışkan, yapıştı-
moxa n. deri üzerinde yakılarak uy- rıcı, zamk; zamka benzeyen.
gulandığında tahrişe neden olan üç- mucin n. sümüksü salgının temel
gen veya silindir şeklinde pamuk. maddesi. .
moxibustion n. pamuklu bir parçayı mucolysis n. mukusun çözünümü,
deri üzerinde yakarak tahriş oluş- sindirimi veya sıvı hale getirilmesi.
turma. mucopus n. sümüksü madde ve irin
much adv. çok, fazla derecede, karışımı; sümüksüirin akıntısı.
çokca, fazla. det. pron. 1. adlar hak- mucosa L. mukoz salgılayan gözeler-
kında so ve too ile birlikte soru ve den oluşmuş epitel doku tabakası,
olumsuz tümcelerde kullanılır; bü- mukoza. ör. Radiation changes in
yük bir miktar veya bir bütünün bü- the skin or mucosa can be similar to
yük bir parçası anlamına gelir. cancer.
mucosal 486 musculus

mucosal adj. mukoz doku ile ilgili. periductal mastitis, is not


mucoserous adj. hem mukus hem de associated with cigarette smoking.
serum veya sulu bir bileşik içeren multiple adj. çeşitli, çok, çoklu, ço-
salgı. ğul; karışık; birden çok, toplu. ör.
mucous adj. mukusla ilgili. Urothelial tumors may occasionally
mucro n. pl. mucrones bir yapının be multiple, involving the pelvis,
sivri ucu. ureters, and bladder.
mucupus n. irinle karışık sümüksü multiple pregnancy çoklu gebelik.
salgı. multiple sclerosis çoklu sertleşim,
mucus L. n. sümüksü salgı; mukus multipil skleroz.
bezinin salgıladığı koyu, beyaz sıvı. multiplex adj. katmerli, kat kat.
mud n. çamur. multiplification n. çoğalma, çoğalt-
muddy adj. çamurlu. ma; çarpım.
mug v. hırsızlık için birine saldırmak, multiplicative adj. çoğaltıcı, artırıcı.
soymak. n. bardak, maşraba. ör. Cigarette smoking is a
mulatto n. hem siyah hem de beyaz multiplicative risk factor with
ırktan annebabadan doğan çocuk; hypertension and hypercholestero-
melez. lemia for development of coronary
muliebria n. kadın cinsel organları. artery disease and arteriosclerosis.
muliebrity n. kadınlık. multiply v. çarpmak; çoğalmak, ço-
multangular adj. çok açılı. ğaltmak, artırmak, üremek.
multi- prefix. çok anlamına önek. ör. mum, mummy, n. anne.
multi-coloured çok renkli. mummification n. kuru gangren, bir
multilateral çok taraflı, çok yüzlü. doku veya organın kuru ve sert bir
multigravida çok doğum yapmış kitleye dönüşmesi, ölü fetüsün ra-
(anne). him içinde kuruyup kalması;
multicellular çok hücreli, çok gözeli. mumyalam.
ör. The development of functional mumps n. kabakulak.
organs and organ systems was mural adj. bir boşluğun duvarlarıyla
essential for the survival of ilgili.
multicellular animals. murder n. cinayet. v. katletmek, öl-
multinucleated adj. çok çekirdekli. dürmek.
ör. Multinucleated cells are murine adj. fareye benzer; sıçan aile-
characteristic of the voluntary sinden.
muscles. murmur n. mırıltı. v. mırıldanmak,
multipara n. ikiden çok yaşayan ço- homurdanmak.
cuğu olan kadın, iki ve daha fazla musca n. pl. muscae sinek.
canlı doğum yapmış kadın. muscae volitantes n. göz önünde gö-
multiparous adj. iki ve daha fazla rülen benekler.
canlı doğum yapan. ör. Mammary muscle n. adale, kas.
duct ectasia tends to occur in the muscular adj. kas ile ilgili, adaleli,
fifth or sixth decade of life, usually kassal.
in multiparous women, and, unlike musculus n. pl. musculi kas.
mushroom 487 myomectomy

mushroom n. mantar. mycetismus n. mantar zehirlenmesi.


musophobia n. farelere karşı ileri de- myco- prefix. mantar anlamına önek.
recede korku duyma. mycoid adj. mantara benzer, mantar
mussitation n. sayıklama şeklinde çı- gibi.
karılan mırıltı. mycology n. mantar bilimi.
must mod.v. -meli, -malı; zorunluluk mycosis n. mantarların neden olduğu
belirtir. ör. Treatment of rahatsızlık.
sphincteralgia must not prevent the mydriasis n. ileri derecede gözbebeği
adequate closure of the muscles. genişlemesi.
mustard n. hardal. myectomy n. kasın bir kısmının ame-
musty adj. küflü, küf kokulu. liyatla alınması.
mutagen adj. genetic değişime neden myelauxe n. kemik iliğinde artma.
olan. myelic adj. omur iliği veya kemik ili-
mutagenesis n. genetik değişim, ği ile ilgili.
genetic değişiklik. myelin n. sinirleri kaplayan madde.
mutant n. değişim geçirmiş kişi veya myelitis n. kas yangısı.
organizma, genetik değişime uğra- myelo- , myel- prefixes. omurilik,
mış gen. kemik iliği, sinir lifinin miyelin kılıfı
mutation n. değişme, değişim, mu- anlamlarına önekler.
tasyon, gen veya kromozomda ka- myeloma n. kötü huylu kemik iliği
lıtsal olabilen değişiklik. ör. tümörü, kanserleşme özelliği göste-
Chromosome mutations usually
ren kemik iliği.
produce multiple changes in the
myelon n. omurilik.
phenotype.
myelopathy n. omurilik rahatsızlığı.
mute adj. sessiz, konuşamayan, ko-
myeloplegia n. omurilik felci.
nuşma yeteneği olmayan, dilsiz.
myelitis n. omurilik yangısı.
mutism n. konuşamama, dilsizlik.
myenteron n. ince bağırsağın kassal
mutilate v. bozmak, bedensel zarar
tabakası.
vermek; sakat bırakmak; sakatlamak.
mutilation n. bozma, sakat bırakma. myo- prefix kas anlamına önek.
mutter v. mırıldanmak, söylenmek, myocarditis n. kalp kası yangısı.
şikayet etmek. myocardium n. kalbi oluşturan kas.
mutton n. koyun eti. myoclonus n. kas spazmı; kas kasıl-
mutual adj. karşılıklı, iki taraflı, ortak. ması.
mutualism n. karşılıklılık. myodystophy n. kasta güç ve işlev
myalgia n. adale ağrısı, kas ağrısı. yitimi. ör. Myodystrophy occurs in
myasia n. sinek larvalarının göz, ku- inherited muscle disorders.
lak veya bağırsaklara girme duru- myoid adj. kasa benzeyen, kas gibi.
mu. myology n. kas ile ilgilenen tıp dalı.
myasthenia n. kas zayıflığı. myoma n. kas dokusu tümörü.
myatonia n. kas gerginliğinin zayıf- myomectomy n. kas dokusu tümörü-
laması. nün alınması.
myoneural 488 myzesis

myoneural adj. kasa bağlı, sinir uçla- myth n. halk inançlarına bağlı klasik
rıyla ilgili. ör. Muscles are öykü; söylence; asılsız, aslı olma-
stimulated by nerves at the yan düşünce.
myoneural junction. mythical adj. aslı olmayan; söylenti;
myopathy n. kas rahatsızlığı. söylence ile ilgili; gerçek olmayan;
myope n. yakını gören kişi; uzağı gö- düşsel.
remeyen; miyop. myhtology n. mitoloji; söylencebilim.
myopia n. uzağı görememe; miyop- mythomania n. alışkanlık halinde ya-
luk. lan söylama veya abartma.
myosis n. gözbebeği kasılması. myxedema n. yetersiz tiroid bezi sal-
myositis n. istemli kas yangısı. gısına bağlı bir sayrılık.
myospasm n. kas spazmı; kas kasıl- myxo- mukus; doku veya mukus an-
ması. lamına gelen önek. ör. myxo-
myotasis n. kas gerilmesi. chondroma n. kötü huylu olmayan
myotonia n. dinlenme ile geçmeyen kıkırdak tümörü.
sürekli kas kasılması. myxoma n. sümüksü doku tümörü.
myriad adj. çok sayıda. myxorrhea n. mukus akışı; sümük
myringitis n. kulak zarı yangısı. salgılama.
myringotomy n. kulak zarını yararak myzesis n. emme.
içeri girme.
mysterious adj. anlaşılmaz, gizemli,
gizlerle dolu, gizli, esrarengiz, ka-
ranlık.
N,n

N Newton, nitrogen, nucleoside, nap n. hafif uyku, kestirme, şekerleme.


normal simgesi. v. hafif uykuya yatmak, şekerleme
n nano- simgesi. yapmak, kestirmek, uyuklamak.
Na. sodyum. nape n. ense; boynun arkası.
nab v. aniden yakalamak, kıskıvrak napkin n. peçete; kundak bezi.
tutmak. narcissism n. kendini sevme, kendin-
nacreous adj. bakteriel koloni oluştu- den hoşlanma, özseverlik, kendine
rucu. tapma.
nadir n. ilaçla sağaltımdan sonraki, narco- prefix. uyutma anlamına önek.
kemoterapiden sonraki en düşük ör. narcotherapy.
kan sayımı değeri. narcosis n. narkoz, uyutma, uyuşukluk.
nag n. şikayet eden kişi, huzursuz ki- narcotic adj. bayıltıcı, uyuşturucu,
şi; huzursuzluk. v. şikayetleriyle ra- yatıştırıcı n. uyku getiren ilaç, yatış-
hatsız etmek, rahat vermemek, tırıcı ilaç.
durmadan şikayet etmek. narcotism n. uyuşturucu bağımlılığı.
nagging adj. ağrı verici, rahatsızlık narcotize v. bilinçsiz hale getirmek;
verici; sürekli. bayıltmak.
nail n. tırnak; çivi. naris n. pl. nares n. burun delikleri,
nail bed tırnak altındaki yumuşak nazal boşluklar.
doku. narration n. anlatma, nakletme, ta-
nail biting n. tırnak yeme; parmağı nımlama.
sürekli ağızda tutma eğilimi. narrow adj. dar, ensiz, sınırlı; dar gö-
nailing n. kırık kemiğin iki ucunu çi- rüşlü. v. daralmak, daraltmak. ör. A
vi yerleştirerek birbirine tespit etme, great variety of intrinsic and
yerleştirme, çivileme. extrinsic diseases of the bladder
naive adj. deneyimsiz, masum, saf, may narrow the urethral orifice and
çocukça, çocuk gibi. cause partial or complete vesical
naked adj. açık, çıplak. obstruction.
nakedness n. çıplaklık. narrow-minded dar görüşlü, peşin
naked ape çıplak maymun; insanoğlu. fikirli.
name n. ad, isim. n. ad vermek, ad- narrowing n. daralma.
landırmak. narrowness n. darlık.
namely adv. yani, demem şu ki. nasal adj. burun ile ilgili, buruna ait,
nanism n. belirgin bir şekilde kısalık; nazal.
cücelik. nascent adj. henüz oluşmuş, yeni
nano- prefix. 1. ileri derecede kısalık başlanış, başlayan, yeni doğan, he-
2. milyarda bir anlamlarına önek. nüz üretilmiş.
ör. nanoplankton, nanosecond, naso- prefix. burun, burunla ilgili an-
nanometer. lamlarına önek. ör. naso-labial adj.
nanous n. cüce. burun ve dudakla ilgili. nasolacrimal
nanism n. cücelik; kısalık. adj. burun, gözyaşı bezleri ve kanal-
nanus n. bodur, cüce. larla ilgili.
nasty 490 nebulize

nasty adj. kötü kokulu, pis, berbat, nausea n. bulantı, bulanma; mide bu-
hoşa gitmeyen, iğrenç. lanması, iğrenme, kusma; sayrılık.
nastily adv. iğrenç olarak. nauseant adj. bulantıya neden olan,
-nasty suffix. iğrenç bir karşılık veya bulantı veren.
değişiklik anlamına sonek. ör. nauseate v. bulandırmak, mide bu-
epinasty. landırmak, iğrendirmek.
nasus n. burun. nauseated adj. mide bulantısından
natal adj. doğumla ilgili, doğumsal; rahatsız olan, midesi bulanmış; hasta.
kalçalarla ilgili. nauseating adj. mide bulandırıcı.
natality n. doğum oranı. naoseous adj. mide bulandırıcı.
natant adj. yüzen. navel n. göbek; merkez, orta.
nates n. kalçalar. navicula n. küçük, bot şeklinde yapı.
nation n. ulus. navigate v. gemi ile yolculuk yapmak.
national adj. ulusal. navigation n. gemi yolculuğu.
international adj. uluslararası navigator n. gemici.
nationwide adj. ülke çapında, yaygın. near adv. yakın, bitişik; yakında, he-
native adj. yerli, ana, doğal; doğduğu men hemen.
yere ait, doğuştan; içine bir near point bir nesnenin net olarak
transplantın aktarıldığı veya bypassın görülebildiği göze en yakın nokta.
yapıldığı organ. nearby adj. yakında, yanında, etra-
natremia, natriemia n. kanda sod- fında. ör. Secondary malignant
yum varlığı.
involvement of the bladder is most
natter v. mırıldanmak.
often by direct extension from
nature n. doğa, dünya, yaratılış; mizaç.
primary lesions in nearby organs,
natural adj. doğal, olağan; doğuştan
cervix, uterus, prostate, and rectum,
gelen, yaratılıştan; basit, saf, sade.
in the order given.
natural childbirth uyutulmadan ya-
nearly adv. yaklaşık, hemen hemen.
pılan doğum. .
nearsighted adj. yakını görebilen.
naturally adv. doğal olarak.
naturalness n. doğallık. nearsightedness n. yakıngörürlük,
nature cure yapay ilaç veya hazırla- miyopluk.
nan ilaçlara karşılık olarak, sayrılık- neat adj. düzenli, temiz, tertipli,
ların "doğal ilaçlarla" daha iyi sa- zevkli; becerikli, zeki.
ğaltılacağı inancına dayalı olan sa- neatly adv. temiz bir şekilde, tertiplice.
ğaltım sistemi. neatness n. temizlik, düzen.
naturopathy n. ilaçsız sağaltım. nebul. abv. nebula buğulu, belirsiz
naught n. hiç, hiç bir şey, sıfır. anlamına kısaltma.
naughty adj. kötü, serkeş, yaramaz. nebula n. pl. nebulae belirsizlik; açık
naughtily adv. yaramazca, yaramaz- olmama; açık olmayan idrar.
lıkla. nebulize v. bir ilacı veya maddeyi
naughtiness n. yaramazlık. püskürtü haline dönüştürmek, buğu
naupathia n. deniz tutması. haline getirmek.
nebulization 491 neglect

nebulization n. buğu, püskürtü haline necrose v. gangrenleşmek, dokunun


dönüştürme. bir bölümünün ölümü.
nebulous adj. belirsiz, bulanık, bulut- necrosis n. bakteriel enfeksiyonun
lu, dumanlı, sisli, buğulu. neden olduğu doku ölümü; kan ye-
necator n. kancalıkurt. tersizliği nedeniyle bedenin bir par-
necatoriasis n. kancalıkurt sayrılığı. çasının ölmesi. ör. Focal necrosis of
necessary adj. gerekli, kaçınılmaz, fat tissues in the breast, followed by
vazgeçilmez, zorunlu. an inflammatory reaction, is an
unnecessary adj. gereksiz. uncommon lesion that tends to
necessarily adv. zorunlu olarak, ister occur as an isolated, sharply
istemez. localized process in one breast.
necessitate v. zorunlu kılmak, ge- necrpohilia n. cesetlerle cinsel ilişki
rekmek, gerektirmek. duyma.
necessities n. zorunlu maddeler. necrophiliac n. cesetlerle cinsel ilişki
necessity n. zorunluluk, mecburiyet, kuran.
gereklilik. necropsy n. otopsi; ölü bedenin kesi-
neck n. boyun, boğaz. lerek incelenmesi.
necklace n. boynu çevreleyen deri need n. gerek, gereksinim, ihtiyaç, ta-
döküntüsü; kolye, gerdanlık. lep, istem; yetersizlik. v. ge-
necro- , necr- prefixes. ölüm, nekroz rek(tir)mek.
anlamlarına önekler. needless gereksiz.
necrobiosis n. doku veya gözelerin needn't gereksiz.
fizyolojik veya doğal ölümü; doku- needle n. iğne, şırınga.
nun küçük bir bölümünün ölümü. needle biopsy iğne biopsisi.
necrogenic adj. ölü madde içinde ya- needle holder, needle carrier,
şama, ölü maddeyle ilgili. needledriver n. dikiş atmada iğneyi
tutmaya yarayan el aleti.
necrology n. toplumda ölüm istatis-
needling n. iğne ile delme; yumuşak
tiklerini tutan, sınıflandıran ve yo-
veya ikinci derecede kataraktı del-
rumlayan bilim dalı, nekroloji.
me, kesme.
necromania n. zihni ölüyle meşgul
negation n. inkar, ret, olumsuzluk,
olma, ölü bedenlere olağanüstü ilgi
yadsıma.
duyma.
negative adj. olumsuz.
necropathy n. dokunun ölme veya
negatively adv. olumsuz olarak.
gangrenleşme eğilimi.
negativism n. hastanın her şeye karşı
necrophilism n. ölü bedenlerle aynı olduğu, her şeye direndiği psikolo-
yerde bulunma saplantısı; cesetlerle jik davranış.
cinsel ilişkide bulunma. neglect n. bakımsızlık, özensizlik,
necrophobia n. ölüm korkusu, ölüm ihmal; aldırmama, savsaklama. v.
saplantısı, ölüden veya ölümden aldırmamak, ihmal etmek, iyi ba-
korkma, cesetten korkma. kamamak; bir görevi yerine getire-
necropneumonia n. akciğer gangreni. memek, sermek, savsaklamak, boş-
necropsy n. otopsi. lamak.
neglected 492 nervous

neglected adj. bakımsız. neopathy n. yeni sayrılık veya komp-


neglectful adj. ihmalci, kayıtsız. likasyon.
negligence n. kayıtsızlık, kusur, sav- neophilism n. ileri derecede yeni
saklama. nesnelere bağlılık.
negligent adj. ihmal eden, ihmalci. neophobia n. yeni nesnelere karşı ileri
negligible adj. önemsiz, az miktarda, derecede korku duyma.
ufak. neoplasia n. tümör oluşum ve gelişi-
negotiation n. görüşme, müzakere, miyle sonuçlanan patolojik süreç.
tartışma. neoplasm n. ur, tümör; doku kitlesi.
neighbour n. komşu, bitişik. ör. It is thought that many neoplasms
neighbourhood n. civar, etraf, kom- are caused by carcinogens.
şu; komşuluk, yakın çevre. neostomy n. yeni veya yapay bir
neighbouring adj. çevre, yakın, biti- açıklık/girişin ameliyatla oluşturul-
şik, komşu. ması.
neither adj. hiç biri, hiç birisi. nephralgia n. böbrek ağrısı.
neither...nor ne...ne de. nephrectomy n. böbreğin ameliyatla
nem n. 2/3 kaloriye eşit değerli, 1-g alınması.
meme sütü olarak tanımlanan besin nephrelcus n. böbrek ülseri.
birimi. nephric adj. böbrekle ilgili.
nema- , nemat- , nemato- prefixes. nephritis n. pl. nephritides böbrek
ip, ipe benzer anlamlarına önekler. yangısı.
nematoda n. yuvarlak kurtlar, solu- nephro- , nephr- prefixes. böbrek an-
canlar. lamına önekler.
neo- prefix. yeni anlamına önek. ör. nephrolithiases n. böbrekte taş olu-
neolithic adj. neolitik, yeni taş çağı şumu.
(cilalı taş devri). nephrology n. böbrekle ilgili tıp dalı.
neoadjuvant n. kanser ameliyatından
nephroma n. böbreğin dış kısmında
önce verilen ilaç veya ışın sağaltımı.
oluşan tümör.
neogala n. doğumdan sonraki ilk süt;
nephron n. böbrek içinde uzun, kıv-
ağız.
rımlı, tübüler yapı, nefron.
neogenesis n. yeni oluşum, doku ye-
nephros n. böbrek.
nilenmesi. ör. Salamanders replace
nephrosis n. renal tübüler epitelin
tails by neogenesis.
bozulması.
neonatal adj. yenidoğanla ilgili, yeni
nepiology n. yenidoğanları araştıran
doğan çocuk ile ilgili; yeni doku
oluşumuyla ilgili. tıp dalı.
neonatrum adj. yenidoğanla ilgili; nerve n. sinir.
yenidoğana ait. get on one’s nerves sinirlenmek.
neonatus n. yenidoğan; bebek. nerve ending sinir ucu.
neonate n. yenidoğan, bebek. ör. In nerve-racking adj. rahatsızlık verici,
the neonate, as in the adult, yorucu, zor.
unmyelinated C fibers transmit nervous adj. sinirli, sinirle ilgili; ür-
nociceptive information peripherally. kek, kışkırtılmaya hazır.
nervous breakdown 493 nevus

nervous breakdown n. duygusal veya neurodynamic adj. sinire benzeyen.


zihinsel rahatsızlık, sinirsel çöküntü. neurologist n. sinir sistemi sayrılıkları
nervous system sinir sistemi. uzmanı.
nervus, pl. nervi, L. n. sinir; sinirler. neuroma n. sinir maddelerinden olu-
-ness suffix. sıfatlardan ad türeten so- şan tümör.
nek; bir şeyin durum, nitelik veya neuromuscular adj. sinir ve kasla il-
derecesini belirtir. ör. sadness hü- gili.
zün. warm-heartedness sıcak yü- neuron n. sinir gözesi, nöron. ör.
reklilik; cana yakınlık. Sensory neurons pick up stimuli.
nest n. benzer nesneler kümesi; yuva. neuronitis n. sinir göze yangısı.
net, network n. ağ, ağa benzer bir neuropathy n. sinir sisteminin her-
yapı, şebeke; intervallerde birleşen hangi bir rahatsızlığı.
damar yapısı. ör. Capillary networks neurophthisis n. sinir dokusunun
are located between venules and yıpranması.
arterioles. adj. geriye kalan, arta neuroplasm n. sinir gözesi plazması.
kalan, gerçek olarak kazanılan. ör. neuropschiatry n. sinir gözesi plaz-
Although 38 ATPof energy are ması.
produced in aerobic respiration, the neuropschiatry n. sinir ve beyin ra-
net energy is 36 ATP. hatsızlıkları ile ilgili tıp dalı.
neur- , neuri- , neuro- prefixes. sinir, neurosis n. pl. neuroses hafif beyin
sinir dokusu, sinir dizgesi, sinirlerle rahatsızlıkları, nevroz.
ilgili anlamlarına önekler. ör. a neurosurgeon n. beyin ve sinir sis-
neurosurgeon vücudun sinir siste- temi cerrahisi uzmanı.
mi konusunda uzman doktor. neurosurgery n. sinir sistemi cerrahisi.
neurogenic adj. bir sinirden çıkan; ör. Neurosurgery is a surgical
sinirden köken alan; sinir kökenli. speciality.
neuropathy n. herhangi bir sinir
neurosyphilis n. sinir sisteminde bü-
dokusu sayrılığı
yük yıkım meydana getiren frengi.
neural adj. sinirle ilgili, sinirsel; si-
neurothlipsis n. sinir basıncı.
nirlere ait.
neurotrauma n. sinir lezyonu.
neuralgia n. sinir boyunda duyulan
neutral adj. tarafsız.
ağrı.
neutralize v. tarafsız kılmak; nötrleş-
neurasthenia n. sinir yorgunluğu.
tirmek.
neuraxon, neuraxone n. akson.
neutrofil, neutrophile n. olgun beyaz
neure n. sinir.
neurectasia n. ağrıyı dindirmek üzere kan gözesi.
sinirin çekilmesi. never adv. asla, kesinlikle, hiçbir za-
neuritis n. pl. neuritides sinir yangısı. man.
neuro-induction n. telkin; telkin yo- nevertheless adv. yine de, bununla
luyla aşılama. beraber, ancak, fakat.
neurocyte n. sinir gözesi. nevus n. pl. nevi doğum izi; ben; vü-
neurofibra n. pl. neurofibrae sinir cutta doğuştan var olan lekeler. ör.
lifi. In clinical appearance, common
new 494 no doubt about it

acquired nevocellular nevi are tan niece n. yeğen.


to brown. // Progressive growth of niff n. pis koku.
nevus cells from the dermoepidermal niffy adj. pis kokulu.
junction into the underlying dermis night n. gece, karanlık.
is accompanied by a process termed all night long bütün gece.
maturation. at night, by night, in the night ge-
new adj. yeni, taze. celeyin, gece.
renew v. yenilemek, tekrar başla- fortnight n. iki hafta.
mak, tazelemek, yeniden başlamak. midnight n. gece yarısı.
new growth n. yeni ortaya çıkan kan- night and day gece-gündüz.
ser tümörü, yeni gelişme. night cry çocuğun gece ağlaması.
newborn n. yeni doğan (çocuk). night sweats uykuda aşırı terleme
news n. haber. (verem düşündürür).
newspaper n. gazete. night vision karanlıkta görme yete-
next adj. en yakın, sonraki; gelecek neği.
(hafta, sene, yıl); sonra, ondan son- night-black koyu karanlık, zifiri ka-
ra, hemen sonra. det. en yakın; he- ranlık.
men sonraki. nightfall n. akşam üstü.
the next day ertesi gün. nightly adv. her gece, geceye ait.
next door komşu, bitişik/kapı komşu. nightmare n. karabasan.
next door neighbour komşu, kapı nightmarish adj. korkunç, korku ve-
komşu. rici, ürkünç.
next to yanında, en yakın, bitişiğinde. nightwalking n. uykuda yürüme.
next to nothing çok az, kıt. nigra n. siyah.
nexus n. bir araya getirme; birleştirme. nigrities n. siyah pigmentasyon.
nib n. uç. nigrities linguae n. dil üzerindeki si-
nibble on v. atıştırmak, yemek ara-
yah renkte oluşum; siyah dil.
sında bir şey yemek.
nihilism n. yokçuluk.
nibilism n. derin depresyon geçiren
nip n. damla.
hastanın kötümser halini anlatan te-
niphablepsia n. karkörlüğü; karda iyi
rim; nihilizm, hiçlik, yokluk.
görememe durumu.
nice adj. ince, nazik, güzel, hoş, cana
nipple n. meme ucu, meme başı.
yakın, titiz.
nippy adj. keskin, sert; atılgan, hızlı.
nicely adv. incelikle, güzel şekilde,
hoş şekilde. nit n. bit yumurtası.
niche n. içi boş oyuk, yuva, niş. nitid adj. parlak.
nicotine n. nikotin. nitrate n. nitrat.
nicotine poisoning n. nikotin zehir- nitrogen n. nitrojen, azot.
lenmesi. nitrogeneous adj. nitrojenli.
nictiation n. ileri derecede gözün açı- no adv. hayır, öyle değil. det. hiç,
lıp kapanması; göz kırpma. hiçbir şey.
nidus L. n. pl. nidi yuva; demet; en- no doubt şüphesiz.
feksiyon odağı; sinir çekirdeği. no doubt about it kesinlikle.
no harm done 495 nosology

no harm done zararı yok. nonage n. küçük yaşta olan; olgun-


no matter ... olursa olsun. laşmama aşaması.
no less than -den az değil. none pro. hiçbir, hiç kimse, hiç. adv.
no longer artık. değil; hiçbir surette.
no sooner ... than hemen arkasından, none but sadece, yalnızca.
olur olmaz. none too çok değil.
no where hiçbir yere, hiçbir yerde. non-essential ikinci derece.
nobody, no one hiç kimse. nonentity n. önemi olmayan, önemsiz.
nothing hiçbir şey. nonsense n. saçma.
noctophobia n. yatak ıslatma; gece nonetheless ancak, bununla beraber,
sık idrar yapma. fakat.
nocturia n. yatak ıslatma; gece sık id- nontoxic adj. zehirsiz.
rar yapma. nonunion n. kırık kemik parçalarının
nocturnal adj. gece olan, gece mey- birbiri ile kaynaşamaması.
dana gelen. nonviable adj. cansız; yaşama yete-
nod v. onaylamak. neği olmayan.
node n. düğüm, boğum, yumru. norm n. ölçüt, değer; istenilen değer
nodule n. düğümcük, nodül. veya davranış.
nodus L. n. pl. nodi düğüm. norma n. pl. normae görünüm, pro-
noesis n. algılama, tanıma, bilme. fil; uzantı.
noise n. gürültü, patırtı. norm n. ölçüt; ortalama; normal.
noiseless adj. sessiz, gürültüsüz. normal adj. olağan, alışık olunan; ti-
noiselessly adv. gürültüsüzce, sessizce. pik; doğal, normal; düzgün; belirli
noisily adv. gürültülü, gürültü ile. bir düzeyde olan.
noisy adj. gürültücü, gürültülü, patır- abnormal adj. doğal olmayan,
tılı, yaygaracı. anormal.
noma n. zayıf veya beslenme bozuk- normality n. doğallık.
luğu olan çocuklarda, ağızda görü- normally adv. doğal olarak normal
len ülser tipi. olarak.
-nomy belirli bir alanda dizgeleşmiş normocyte n. her zamanki ölçüde
bilgi anlamına sonek. ör. astronomy. olan kırmızı kan gözesi.
non- yok, değil anlamında olumsuz- normoptopic adj. normal olarak ye-
luk veren önek. ör. non-nutritive, rinde bulunan.
non-Turkish, non compos mentis nose n. burun.
ruh sağlığı bozuk olan non repetat nosebleed n. burun kanaması.
yinelemeyen. nosema n. sayrılık, rahatsızlık, hastalık.
non-stop adj. sabit, sonsuz, sürekli. noso- prefix. sayrılık, hastalık anla-
nona- prefix. dokuz, dokuzuncu an- mına önek.
lamına önek. ör. nonagen dokuz nosoacusis n. bir sayrılık nedeniyle
kenarlı poligon, nonagenerian dok- oluşan işitme kaybı.
san yaşında olan; doksan ile yüz yaş nosology n. sayrılık sınıflandırma bi-
arasında bulunan. limi.
nosophilia 496 nowadays

nosophilia n. hasta/sayrılı olmaya as noted above yukarda sözedildiği


duyulan yatkınlık. gibi. ör. As noted above, plasma
nosophobia n. hasta/sayrılı olmaya growth hormone is elevated in
karşı duyulan korku. newborns. = Yukarda söz edildiği
nosopoietic adj. sayrılık/hastalık gibi, plasma büyüme hormonu
oluşturan; sayrılığa neden olan. yenidoğanlarda yüksektir.
nostalgia n. geçmişe duyulan özlem; noteworthy adj. göze çarpan, dikkate
geçmiş özlemi. değer, önemli.
nostomania n. ileri derecede geçmiş notice n. dikkat. v. aldırış etmek, dik-
özlemi; evine ve ev yaşamına duyu- kat etmek, farkına varmak, görmek,
lan büyük ilgi. önem vermek.
nostril n. burun deliği. notice-board n. duyuru tahtası, bildi-
not prep.( olumsuzluk bildiren ilgeç). ri tahtası.
not at all hiç, asla; bir şey değil. noticable adj. belli, fark edilir.
not a few az değil. notify v. açıklamak, bildirmek.
not only … but also/as well yalnızca notion n. düşünce, fikir, kavram.
… değil aynı zamanda … ör. The notional adj. hayali, imgesel, kav-
diet must be adequate not only in ramsal.
protein content but also in essential noto-, not- prefixes. güney anlamına
vitamins and minerals. = Diyet yal- gelen önekler. ör. notornis kanatsız
nızca protein içeriği değil aynı za- kuş, güney kuşu diye de bilinir.
manda çok gerekli vitamin ve notorious adj. şüpheli, kötü ünlü.
minareller ve kalori bakımından da notwithstanding … ise de, karşın,
yeterli olmalıdır, böylelikle sindiri- rağmen.
len protein enerji için yakılmaz. nourish v. beslemek; desteklemek.
nota bene L. uyarı terimi; Dikkat! nourishing adj. besleyici.
notal adj. sırtla ilgili; arka tarafa ait. nourishment n. besin, gıda, yemek.
notalgia n. sırt ağrısı. novel adj. alışılmamış, tuhaf, yeni.
notable adj. dikkate değer, saygın, now adv. şimdi, şu anda.
seçkin. by now şimdiye dek, bu zamana
notably adv. dikkat çekecek derecede. kadar.
notgh n. herhangi bir yapının kena- here and now derhal, hemen.
rındaki küçük oyuk; doğrusal bir just now henüz, az önce, demin.
çizgi üzerindeki kısa, dar, V- up to now, until now şimdiye dek,
şeklinde sapma. şu ana kadar.
note n. not, pusula, işaret. v. not et- now and again/then hele, hadi baka-
mek, kaydetmek. ör. It is important lım; bazen.
to note that there are many other now or never ya şimdi ya hiçbir za-
causes of hypoglycemia besides is- man.
let cell tumors. now that -dığına göre, -den dolayı, -
noted adj. ünlü, tanınmış; söz edilen, dığı için.
belirtilen, işaret edilen, bahsedilen. nowadays şu sırada, bugünlerde.
noxa 497 nurse practitioner

noxa n. zararlı bir etki gösteren her- null and void geçersiz, hükümsüz.
hangi şey. nullification n. geçersiz varsayma,
noxious adj. zararlı, incitici. iptal edilme.
noxiously adv. zararlı şekilde. nullify v. geçersiz kılmak, iptal etmek.
nubile adj. çocuk yapabilecek yaşa nullity n. geçersizlik, hiçlik
gelmiş; yetişkin, erişkin. nulligravida n. hiç gebe kalmamış
nucha n. ense. kadın.
nuchal adj. ense ile ilgili. nullipara n. çocuk doğurmamış ka-
nuclear adj. hücre çekirdeği veya dın.
hücre merkezi ile ilgili; nükleer. nulliparity n. çocuk doğurmamışlık,
nucleated adj. çekirdekli. çocuk doğurmama.
denucleated adj. çekirdeksiz, çekir- nulliparous, nonparous n. hiç do-
dek yokluğu ile ilgili. ör. ğum yapmamış kadın. ör. A history
Denucleated cells cannot reproduce. of miscarriages in nulliparous
nucleo- , nucl- prefixes. çekirdek, çe- women might indicate a chromosome
kirdekle ilgili, çekirdeğe ait çekir- abnormality.
deksel anlamlarına önekler. nullisomy n. özgün bir kromozomun
nucleoplasm n. göze çekirdeğinin bulunmaması, nulisomi. ör.
içeriği, nükleoplazma. ör. The Nullisomy occurs as a result of
chromosomes are found within the nondisjunction.
nucleoplasm. numb adj. uyuşuk; uyuşturmak.
nucleotide n. nükleik asit birimi. ör. numbness n. duyu azalması, uyuşuk-
There are four different nucleotides luk.
in DNA, distinguished by their number n. sayı, miktar; numara, ra-
nitrogen basis. kam. v. saymak, hesaplamak, numa-
nucleus n. pl. nuclei hücrenin merke- ra vermek.
zi, canlı parçası; çekirdek, hücre çe- a number of birkaç. ör.
kirdeği. Hypercalcemia is one of a number
nude adj. çıplak. of changes induced by elevated
in the nude çıplak durumda, çıplak levels of parathyroid hormone.
halde. numerous adj. sayısız, sayılamaya-
nudeness n. çıplaklık. cak kadar çok. ör. The mechanisms
nudomania n. çıplak görülmekten of viral transformation are numerous.
zevk alma; ileri derecede soyunma nummular adj. madeni para şeklin-
isteği gösterme; teşhircilik. de, para şeklinde kümelenmiş.
nudophobia n. çıplak görülmeye kar- nummulation n. madeni para şeklin-
şı duyulan ürküntü; çıplaklıktan de kümelenme.
hoşlanmama. numskull n. aptal; ahmak.
nuisance n. bela, can sıkıcı şey, baş nurse n. hemşire. v. bakmak, göğüs-
belası; çekilmez (kişi). ten beslemek.
null adj. etkisi olmayan, hükümsüz, nurse practitioner n. en azından
geçersiz. master dereceli eğitim almış hemşire.
nursing home 498 nyxis

nursing home n. özel hasta bakım nyctalopia n. A vitamini eksikliğin-


evi. den kaynaklanan gece körlüğü.
nurseling n. bakım gerektirecek ka- nycterine adj. geceleyin; karanlık;
dar küçük yaşta çocuk veya hayvan belirsiz. n. gece meydana gelen.
yavrusu, yeni doğanı çocuğu göğüs- nycto-, nyct- prefixes. gece, gecele-
ten besleme, yeni doğan çocuğa yin anlamlarına önekler. ör.
bakma. nyctophobia n. karanlığa karşı du-
nursemaid n. çocuklarla ilgilenen, yulan ileri derecede korku.
bakımını yapan kadın. nyctotyphlosis n. gece körlüğü.
nursery n. çocuk odası. nyctophilia n. geceyi veya karanlığı
nursing n. bakım, bakma; çocuk ba- sevme; karanlıktan hoşlanma.
kımı, bebeği göğüsten besleme. nygma n. yara; yaranın açtığı oyuk.
nursing school n. yuva. nympha n. dölyatağı girişinde bulu-
nurture v. bakmak, beslemek, yetiş- nan iki dudaktan her biri.
tirmek. n. besleme, büyütme, eğitme. nymphomania n. kadında ileri dere-
nut n. fındık; küçük parça. cede cinsel istek; kadında görülen,
nutation n. başını sallama, onaylama. cinsel ilişkiye aşırı düşkünlük.
nutrient n. gıda maddesi, besin. nystagmus n. göz titremesi, doğuştan
nutrition n. beslenme, besleyiş; gıda. gelen veya sinir sisteminde bir say-
nutritious adj. besleyici, sağlıklı. rılık işareti olabilecek göz titremesi.
nutritive adj. besleyici. nyxis v. fazla sıvıyı çekmek için iğne
nutriment n. besin, gıda. ile delmek veya hafif hafif vurmak.
nux n. fındık; küçük parça.
nyctalgia n. gece duyulan ağrı.
O,o

O oxygen, ogglutinin, orotidine obligate v. zorlamak, zorunlu bırak-


simges, ABO kan grubunda bir kan mak, mecbur etmek. n. ödev; zorun-
grubu simgesi; açıklık, açılma an- luluk, yükümlülük, minnettarlık.
lamına kısaltma. obligation n. gereklilik, görev, so-
oaf n. aptal, beceriksiz, sakar kişi. rumluluk, zorunluluk, mecburiyet.
oari-, oario- prefixes. yumurtalık an- obligatory adj. zorunlu, mecburi.
lamına önekler. ör. oaric adj. yu- oblige v. zorlamak, zorunlu kılmak,
murtalıklarla ilgili. oaritis n. yumur- yükümlü görmek; iyilikte bulun-
talık yangısı. oarium n. yumurtalık. mak, istemini yerine getirmek.
obcecation n. körlük; kısmi körlük. obliging adj. yardım etmeye istekli.
obdormition n. sinir sistemine yapı- oblique adj. eğimli, eğik, eğri.
lan basıncın neden olduğu bir kol obliquus n. eğri, eğimli bir yapı.
veya bacağın uyuşması; uyuşukluk. obliterate v. cerrahi olarak bir parça-
obduction n. otopsi. yı (kesip) almak; tam olarak ört-
obedience n. uyma, söz anlama, itaat mek, kaplamak; tamamen yıkmak,
etme. yok etmek; bütün izlerini ortadan
obedient adj. uyan, söz anlayan, söz kaldırmak, en ufak iz bırakmamak;
dinler, saygılı. iptal etmek.
obesiance n. saygı gösterme, söz din- obliliterated adj. kesip alınmış, si-
leme, baş eğme, biat etme. linmiş, aşınmış.
disobedient adj. uymayan, söz din- obliteration n. bir parçayı tam olarak
lemeyen. kesip alma; tam hafıza yitimi.
obese adj. şişman, olağandışı kilolu. oblivious adj. habersiz, ihmalci,
obesity n. şişmanlık. unutkan.
obey v. uymak, söz dinlemek, söyle- obmutescence n. konuşma yeteneği
neni yapmak. yitimi; konuşamama, dilsizlik.
disobey v. uymamak, söz dinleme-
obnoxious adj. sevimsiz, hoş olma-
mek.
yan, iğrenç.
obfuscate v. karmaşıklaştırmak, anla-
obnubilation n. zihinsel karışıklık.
şılmasını zorlaştırmak.
obscene adj. açık saçık, müstehcen.
obfuscation n. karmaşıklaştırma, zor-
obscure adj. belirsiz, açık olmayan,
laştırma; karışıklık; sersemlik.
karışık, karanlık, silik. v. gizlemek,
obiter dictum, obiter dicta L. ana
gölgede bırakmak, karartmak, mas-
tartışma konusu ile ilgili.
kelemek.
object n. şey, madde; amaç, erek, he-
def. v. karşı çıkmak, itiraz etmek, obscurity n. belirsizlik; gizlilik, kar-
razı olmamak. maşıklık, önemsizlik; pus, sis.
object to v. -e karşı çıkmak, -den hoş- observe v. gözlemek, gözetlemek,
lanmamak, reddetmek, beğenmemek. gözlemlemek, seyretmek, uymak.
objection n. karşı çıkma, itiraz. observation n. gözetleme, gözlem,
objective adj. nesnel, objektif. n. inceleme.
amaç, erek, hedef. observer n. gözlemci, gözlem yapan
with the object of -amacıyla. kişi.
observant 500 occupational therapy

observant n. dikkatli, her seyi düşü- obturation n. tıkama, tıkanma.


nen, gözetleyen. obturator n. tıkayıcı, tıkaç.
obsession n. bütün unutma çabalarına obtuse adj. küt, kör, ucu sivri olma-
karşın akıldan çıkmayan düşünce, yan; akut olmayan; yavaş algılayan,
saplantı, takıntı. anlayışı kıt.
obsessive adj. saplantılı, takıntılı. obtusely adj. küt olarak.
obsolescence n. işlevsiz duruma obtrusion n. körlük, kütlük; anlayış-
düşme, kullanışsız hale gelme. sızlık, duyarsızlık.
obsolescent adj. eskimeye yüz tut- obviate v. atlatmak, başından sav-
muş, kullanılmaz hale gelen. mak, kaldırmak, önlemek, engelle-
obstacle n. engel. mek.
obstetrics n. gebelik ve doğumla ilgi- obvious adj. açık, aşikar, ortada.
lenen tıp dalı. obviously adv. açıkça, açık olarak.
obstetrical adj. gebelik ve doğumla obviousness n. açıklık.
ilgili. occasion n. durum, hal, fırsat, vaka,
obstetrician n. gebelik ve doğum vaziyet; sebep.
uzmanı doktor. occasional adj. ara sıra meydana ge-
obstinate adj. kararlı, inatçı, dik ka- len, seyrek olan.
falı. occasionally adv. ara sıra, arada sıra-
obstipation n. kabızlık. da, bazen, zaman zaman, fırsat düş-
obstruct v. tıkamak, engel olmak. tükçe, bazı bazı.
obstruction n. tıkama, tıkanma, ka- on the occasion of dolayısıyla, mü-
patma, engel, set; bağırsak tıkanık- nasebetiyle, nedeniyle.
lığı. ör. Because partial and occipital adj. başın arka kısmı ile il-
complete obstruction of bile ducts gili, başardı ile ilgili.
rapidly leads to jaundice, occipitio- prefix. başın arka kısmıyla
extrahepatic bile tumors tend to be ilgili anlamına önek.
relatively small at the time of occiput , occipitis L. n.. başardı.
diagnosis. occlude v. tıkamak, kapatmak.
obtain v. elde etmek, sağlamak, occlusion n. tıkama, kapatma, tıkanım.
üretmek. ör. When the specimen is occlusive adj. tıkayıcı, kapatıcı.
being obtained, the swab should occult adj. gizli, gölgelenmiş, giz-
touch not only the posterior lenmiş.
pharynx but both tonsils or tonsillar occupy v. iş vermek; işgal etmek; (bir
fossa as well. = Örnek alınırken, yerde) oturmak.
pamuk yalnızca farenksin arka bö- be occupied in -ile meşgul olmak.
lümüne değil aynı zamanda occupation n. iş, meslek.
bedemciklere ve tonsiler fosaya da occupational adj. mesleğe ait, iş ile
temas etmelidir. ilgili.
obtund v. azaltmak, köreltmek; du- occupational disease meslek hastalığı.
yarlılığı ve ölümcül ağrıyı azaltmak. occupational therapy meslek tedavi-
obturate v. tıkamak. si, uğraşı sağaltımı.
occur 501 oedematous

occur v. meydana gelmek, olmak, gö- odaxesmus n. dil veya ağız derisini
rülmek, bulunmak. ör. Varicosities ısırma, diş etlerinde duyulan kaşın-
occur in the esophagus, in patients ma hissi.
who have cirrhosis of the liver and odaxitic adj. kaşıntı veren; kaşıntıya
its attendant portal hypertension. = neden olan. n. kaşıntı veren madde.
Varisleşme karaciğer sirozu ve bu- odd adj. tuhaf, acayip; seyrek.
na eşlik eden portal hipertansiyonu odd-looking tuhaf görünüşlü.
olanlarda, özofagusta meydana ge- -odes suffix. şeklinde, biçiminde an-
lir. // Deficiency diseases may occur lamlarına sonek.
because of malnutrition. = Yetmez- oddish adj. acayip, tuhafca.
lik hastalıkları beslenme bozukluğu oddity n. acaiplik, kendine özgülük,
nedeniyle meydana gelebilir. tuhaflık.
occurence n. vaka, olgu, durum, olay, oddly adv. tuhaf bir şekilde, tuhaf
oluş, oluşum. ör. The occurrence of olarak.
lung cancer among smokers is very odds and ends ufak tefek şeyler.
high. = Sigara içicileri arasında odious adj. çirkin, iğrenç; nefret verici.
akciğer kanseri vakaları çok yük- odiously adv. iğrenç bir şekilde.
sektir. odiousness n. iğrençlik.
ocean n. okyanus. odium n. nefret; sevilmeme.
ocellus n. pl. ocelli böcek gözü. odont- , odonto- prefixes. diş anla-
ochlophobia n. kalabalıktan korkma. mına önekler. ör. odontalgia n. diş
ochrodermia n. derinin sararması, ağrısı. odontic adj. diş ile ilgili.
deride soluk sarı renk değişikliği. odontoid adj. diş gibi, diş benzeri.
-ocrat suffix. devlet kurallarına uyan; odontologist n. diş hekimi.
yöneticilerden biri anlamlarına so- odontology n. diş hekimliği bilimi.
nek. ör. a democrat, a technocrat. odontogenesis n. diş oluşumu, diş
-ocratic (sıfatlarda), -ocratically gelişimi. odontoma n. diş uru; diş
(zarflarda). kaynaklı tümör.
oct- , octi- , octo- , octa- prefixes. se- odorant n. kokulu bir madde.
kiz anlamına önekler. odorous adj. koku verici, kokulu.
octan adj. sekiz günde bir meydana odour n. koku.
gelen body odour vücut kokusu.
October n. Ekim (ayı). odourless n. kokusuz.
octogeneration n. seksen yaş ve daha odyn- , odyno- prefixes. ağrı anlamı-
yaşlı olan olan kişiler. na önekler.
ocular adj. göz ile ilgili, görülebilen. odynophagia n. yutma güçlüğü.
oculist n. göz hastalıkları uzmanı. odynophobia n. ağrı korkusu; ağrı
oculo- prefix. göz, gözle ilgili anlam- çekmeye karşı duyulan korku.
larına önek. oedema n. ödem, dokuda sıvı birikimi.
oculus L. n. pl. oculi göz. oedematous adj. ödem yapıcı; doku-
o..d. abv. L. omni die her gün anlamı- da sıvı biriktirerek şişmeye neden
na kısaltma. olan.
oedipus complex 502 off

oedipus complex çocuğun anne veya of course doğal olarak, tabii, elbette.
babadan birine aşırı düşkün olması, of importance önemli, önemli olan.
genellikle erkek çocuğun anneye of late son zamanlarda, yakın zaman-
düşkünlüğü. larda.
oesophagus n. boğaz; yemek borusu. of note önemli.
oestrogen n. östrojen hormonu. of this bundan, bunun.
of prep. 1. -e ait, -nin, -nın: the leg of off prep. 1. uzakta, uzağa; -dan, -den:
the table / the arm of the chair. 2. - He jumped off the bus. / Keep off
den yapılmış; -den, -dan. 3. içeren. the grass. 2. -den (destek veren ve-
4. bir bütünün bir parçasını gösterir: ya tutan, birşeyden): Take the
two kilos of sugar / much of the curtains off their hooks. /To drink
night / lots of money. 5. içerdiği off golden cup. 3. bağlantısı kopa-
grup üyelerini belirtir: members of rılmış, ayrılmış, alınmış: A button
the team. 6. tarihlerde kullanılır: the
has come off my shirt. 4. çıkarılmış:
27th of June. 7. hakkında, konusun- Cut a piece off the loaf. She
da, ilişkin, var olan: the art of burrowed 10 pounds off me. 5. za-
painting / the city of New York. 8. man veya yer olarak belirli bir me-
(yazın ve sanat yapıtları konusunda) safeye, mesafede: We are going
-nın romanı, vd., tarafından yazılan, (right) off the subject. The ship was
basılan, vd., yaratılan: the plays of
blown off course. 6. geniş bir yol-
Shakespeare / the novels of Tolstoy.
dan dar yola dönüş belirtir: a
9. -a yönelik; yapılan, duyulan, his-
narrow street off the boulevard /
sedilen: the villagers’ fear of an
Her home is just off the main road.
earthquake / the killing of innocent
civilians. 10. ilişkin, bağlantılı, ilgi- 7. denizden...mil uzakta: an island
li: he results of the meeting / a off the coast of Turkey / seven miles
teacher of English / to die of off Çanakkale. 8. artık istemiyor,
hunger. 11. -lı, olan, sahip olan an- almıyor, vb. anlamında kullanılır:
lamında kullanılır: an area of low He is off his food. I have gone off.
rainfall / a woman of ability / a The doctor took her off the pills.
problem of no importance. 12. kö- adj., adv. 1. (bir konumdan veya
ken bildirir: a man of people. 13. yerden) uzakta, ayrı: They got into
neden bildirir: It didn't happen of the car and drove off. We turned off
itself. 14. adj+of kalıbında, bir dav- into a side road. 2. zaman veya yer
ranış yorumu yaparkan kullanılır: olarak belirli bir mesafede, mesafe-
How kind of Ann to.... 15. AmE (sa- ye: Several years off. Three
atlerde kullanılır}: It is five kilometers off. 3. çıkmış, ayrılmış,
(minutes) of three. 16. sırasında, sü- kopmuş: Take off your shoes. To cut
resince anlamında kullanılır: We off a branch of a tree. The door
always like to go there of an eve- handle fell off. 4. (makina veya
ning. elektrikli bir alet için) çalışmıyor;
be of (am, is, are, was, were + of) kapalı: The TV is off. Turn the light
var, sahip. off. 5. bitmiş, artık yok: They killed
off and on 503 -ologist

off all the mosquitos. Finish the oft-cited adj. sık belirtilen.
work off before you go home. 6. ye- often adv. sık sık, sıklıkla, çoğu kez.
nilemez, bozulmuş (gıda): The milk -oid suffix. benzer, benzeyen, benzer-
has gone/is off. 7. artık ...verilmiyor, lik anlamlarına sonek. ör.
servisimizde yok (lokantada): anthropoid, crystalloid, planet oid.
Sorry, madam, meat balls are off. 8. oikophobia n. eve karşı duyulan ür-
tatilde, izinde: Have Saturday off. küntü.
The maid is off today. 9. oil n. yağ, petrol; yağlamak.
herzamanki kadar iyi/doğru değil oily adj. yağlı.
(davranış): His work has gone off ointment n. merhem.
lately. 10. bitmiş, olmayacak, dü- -ol suffix. bir maddenin alkol olduğu-
zenlenemeyecek: I am afraid the nu bildirir sonek.
meeting is off. Their wedding is off. old adj. yaşlı, ihtiyar; eski, eskimiş,
11. (para, eşya) olmak, bulunmak: köhne.
They are badly off. How are you off old-age yaşlılık.
for clean shirts? 12. derhal, hemen: oleaginous adj. yağlı.
Right / straight off. 13. sakin, daha older (elder) adj. daha yaşlı, daha
az: Tickets are cheaper during the eski. ör. elder brother/sister.
off season. oldest (eldest) adj. en yaşlı, en eski.
from the off başlangıçtan. (an) old hand at deneyimli, dene-
off and on arasıra. yimli bir kişi.
off day izin, izin günü. oleaginous adj. yağlı.
off the cuff kendiliğinden. olecranon n. dirseğin kemikli iç kısmı.
offend v. kabahat işlemek, gücendir- oleum n. yağ.
mek, rahatsız etmek, incitmek, yara- olfaction n. koku; koku duyusu.
lamak. olfactory adj. koku duyusu ile ilgili.
olfactory sense n. koku alma duyusu.
inoffensive adj. zararsız.
oligemia n. vücutta, bir organ veya
offence n. kabahat, suç, gücendirme.
dokuda kan yetersizliği.
take offence alınmak.
oligo- , olig- prefixes. küçük; kıt, az,
offenceless n. masum, suçsuz.
yetersiz anlamlarına önekler. ör.
offending gücendirici, gücendiren.
oligodendroglima yavaş büyüyen
offensive adj. gücendirici, kırıcı, tik-
beyin tümörü.
sindirici, iğrenç; saldırgan, kötü.
oligocholia n. safra yetmezliği.
offensively adv. gücendirici şekilde.
oligogalactia n. yetersiz süt salınımı.
offer n. öneri. v. önermek, vermek, oligoposy n. yetersiz sıvı alımı.
sunmak. oligotrichia n. saçsızlık; kellik; yeter-
official n. aylıklı/maaşlı görevli, memur. siz kıl oluşumu.
officially adv. resmi olarak. oligotrophy n. yetersiz beslenme.
offshoot n. dal, filiz, kol, sürgün; şube. oliguria n. idrar yapımında azalma.
offspring n. yavru, döl, oğul; evlat, -ologist suffix. belirli bir bilim dalın-
kuşak, soy. da çalışma yapan anlamına ad ya-
oft adv. sık sık. pım eki. ör. biologist.
-ology 504 on

-ology suffix. ... in bilimsel çalışması; on a string / wheels on my car. 4. -


bilim dalı anlamına ad yapım eki. e, -a; -e doğru; yönünde, yönelik:
ör. biology, geology. -ological (sı- on my right / to make an attack on
fatlarda), -oligically (zarflarda). the enemy. 5. ilgi, etkileyen: a tax
-oma, -omata suffix. tümör, şişlik, ur on cigarettes. 6. boyunca, kenarın-
anlamlarına sonekler. da, kıyısında: trees on both sides of
omagra n. omurda oluşan gut sayrılığı. the road. 7. sırasında, zamanında:
omalgia n. omuz ağrısı. They arrive on Wednesday. 8. he-
-ome suffix. kütle, vücut, grup anlam- men sonra, -ın sonucu olarak: acting
larına sonek. ör. biome, phyll-ome. on your advice. On hearing the
omega n. Yunanca’nın son harfi; son, news, she burst into tears. 9. birisi-
sonuncu. ne karşı kullanmak üzere bilgi top-
Alpha and Omega başlangıç ve lamak: have/get sth on sb. the police
son. have nothing on me. 10. ulaşım ara-
omentum n. barsakları kaplayan yay- cı olarak: on foot/on a ship/on the 9
o'clock train. 11. aracılığıyla, vası-
gın yağlı tabaka.
tasıyla, kullanmak: a car runs on
ominous adj. uygun olmayan, elve-
petrol / to speak on the telephone.
rişsiz; tehdit edici, uğursuz.
12. durumunda, konumunda: on fi-
omit v. atlamak, hariç tutmak, ayrı
re/on sale/on holiday. 13. -e ait
tutmak, yapamamak, ihmal etmek, olan, ...için çalışan: to serve on a
unutmak, atlamak. committee / a job on a newspaper.
omission n. ayrı tutma, ihmal etme. 14. -den sonra, ek olarak, ayrıca: to
omitis n. omuz yangısı. suffer defeat on defeat. 15. karşılaş-
omn.hor. abv. L. omni hora her saat tırmada: Sales are up on last year’s
anlamına kısaltma. figures. 16. yanında: Has she got
omni- prefix. herşey, heryerde, hep, any money on her? 17. birisi tara-
hepsi anlamlarına önek. ör. an fından ödenen: Drinks are on me!
omnivore her türlü gıdayı yiyen 18. güçlük çıkaran, uygun olmayan:
hayvan. The car broke down on us. adv. adj.
omnipresent adj. her yerde bulunan. 1. sürekli, durmaksızın: We worked
omnivorous n. bitkisel ve hayvansal on and on all night. He just kept on
her türlü gıdayı yiyen. talking. 2. (zaman ve mesafe olarak)
omo- prefix. omuz anlamına önek. ilerde, ileriye: If you walk on you
omodynia n. omuz ağrısı. will come to the station. 3. üstünde,
omphal- , omphalo- prefixes. göbek giyinik: with his coat on. He had
anlamına önekler. nothing on. 4. önde, önünden: The
omphalic adj. göbekle ilgili. two cars crashed head on. 5.
omphalitis n. göbek yangısı. (makina veya elektrikli alet) çalışan,
omphalus n. göbek. iş gören, yanan: Is the TV on? Turn
on prep. 1. üzerine, üzerinde, üstüne, the light on. 6. olacak olan, planla-
üstünde. 2. konusunda, hakkında. 3. nan, tasarlanan: There is a new film
desteklenmiş, asılı, bağlantılı: a ball on at the Kızılırmak Cinema.
on and off 505 one

be on about uzun ve sıkıcı konuş- once again (once more) bir daha, bir
mak. kere daha, tekrar, yeniden.
be on at (someone) iknaya çalışmak. once and for all ilk ve son kez.
not on mantıksız, kabul edilemez; once in a while bazen, sık olmayan.
olanaksız. once more bir kez daha; tekrar, yine.
on and off/off and on zaman zaman, once or twice birkaç kez.
bazen. once upon a time bir zamanlar, geç-
on and on ara vermeden, durmaksızın. mişte bir zamanda, bir süre önce,
on approval onaya bağlı. önceleri, önceden.
on credit taksitle. oncer n. birşeyi bir kez yapan.
on demand istendiğinde. onco- , oncho- prefixes. 1. tümör;
on display gösterimde. tümörle ilgili. 2. hacim anlamlarına
on foot yaya. önekler.
on guard nöbetçi. oncocyte n. tümör gözesi.
on my responsibility benim sorumlu- oncogenic adj. ur yapan, tümör oluş-
luğumda. turan, şişliğe neden olan. ör.
on sale satılık. Oncogenic viruses have been found
on strike grevde. in some cancerous tissues.
on the average ortalama, ortalama oncogenous kanserle ilgili; kanser
olarak. oluşumuna uygun.
on the contrary aksine, aksi gibi. oncolysis n. tümörün yok edilmesi, ur
on the double derhal, hemen. yıkımı. ör. Some humans may be
on the one hand bir taraftan. resistant to cancer because their
on the other hand öte yandan. cells are capable of oncolysis.
on the run acele olarak. oncology n. tümör bilimi, kanser bi-
on the subject of konusunda. limi, onkoloji.
on the way yolda; giderken. oncoma n. tümör, ur.
on the whole generellikle, genel olarak. oncosis n. çift tümör.
on time zamanında; vaktinde. oncotic adj. tümörle ilgili.
oncoming gelen, yaklaşan. one, pl. ones, pron. bir, bir kimse, bir
ongoing süren, devam eden. kişi, birisi, insan. n., det. 1. bir sayı-
onanism n. dışa boşalma ile sonuçla- sı: Only one person came. 2. belirli
nan cinsel ilişki; kendi kendine cin- bir (zaman): I met her one day in
sel doyuma ulaşma; mastürbasyon. July. 3. geçmiş ve gelecek zaman-
once adv. bir defa, bir kez, bir sefer; dan önce kullanılır: Come again one
bir zaman, bir zamanlar. day soon. 4. aynı: They are of one
all at once birdenbire. mind. 5. tek: He is the one person I
at once derhal, hemen, gecikmeksi- trust. She is my one and only friend.
zin. 6. tek örnek: herhangi bir türden
for (this) once yalnızca bir kez ol- yalnızca biri: One (of them) went
mak üzere, bir defalık. South, the other went East. 7. AmE
just for once sadece bir kez, yal- kesinlikle, muhteşem, sıradışı: I tell
nızca bu özel durumda. you, she is one wonderful girl.
one and all 506 onych-

anyone herhangi bir kimse, her of atherosclerosis-related disease,


kim; hiçkimse (olumsuz eylemlerle significant progress has been made
birlikte). over the last decades. =
as one man hep birlikte, herkesin Aterosklerosis bağlantılı hastalığın
onayıyla. devam eden sağlık etkilerine karşın
at one (with) aynı görüşte. son on yıllarda önemli ilerleme sağ-
be one up (on sb) birisi üzerinde lanmıştır.
avantaja sahip olmak. oniomania n. alışveriş yapmaya du-
everyone herkes. yulan ileri derecede düşkünlük.
in one/all in one birlikte, birleşik. onion n. soğan.
noone hiç kimse. -onium suffix. pozitif yüklü radikal
one and all herkes, hapsi. anlamına sonek.
one after the other, one after onlooker n. izleyici, seyirci, tanık.
another tek başına; birinci; hemen only adj. tek, biricik, yegane; yalnız,
arkasından, ikinci, vd. ancak, sadece, şu kadar ki.
one and the same kesinlikle aynı, if only eğer, sadece, hiç olmazsa,
tam tamına aynısı. keşke
one a day günde bir kez. only if -se, -sa, yalnızca.
one by one sırayla. only just zorlukla, güç bela.
one day bir gün. onomatomania n. sözcükleri sık kul-
one of a member of (a group) (bir lanma.
grubun) üyelerinden birisi. onset n. başlama, başlangıç; saldırı;
one or two birkaç. atak, hastalık başlangıcı.
one way or other şu veya bu yolla, on the onset of the disease hastalı-
şöyle yada böyle. ğın başlangıcında, sayrılığın ilk ev-
one-sided taraflı, önyargılı, eşit dav- resinde. ör. In a previously helthy
ranmayan. individual, membraneous nephro-
oneness teklik, aynılık, birlik, anlaşma. pathy usually begins with the
oneself yalnız başına, tek başına. insidious onset of the nephritic
someone biri, birisi, bir kişi, bir syndrome, or in 15% of patients,
kimse. with non-nephrotic proteinuria.
-one suffix. bir keton grubunu gös- onto (on to) prep. üzerine.
teren sonek. onto- prefix. varlık, var olma anlamı-
oneiric adj. düş ile ilgili. na önek. ör. ontogeny tek bir orga-
oneirism n. uyanıkken düş görme. nizmanın gelişim seyri.
oneirology n. düş ve düş içerikleriyle onward adv. ilerleyen.
ilgilenen bilim dalı. onwards ileri, ilerisi.
onerous adj. sıkıntılı, baskılayıcı; from now onward bundan böyle,
yüklü, ağır. bundan sonra.
ongoing adj. süren, devam eden, var onych-, onycho- tırnak anlamına
olan, mevcut, gelişmekte olan. ör. önekler. ör. onychosis n. tırnak say-
Despite the ongoing health impact rılığı.
onychia 507 operating

onychia n. parmak tırnakları etrafında ootid n. gelişmiş yumurta.


enfeksiyon meydana gelmesi ve ooze n. akıntı, damlama, sızma, sızıntı.
yangı. v. sızmak, sızdırmak.
onychophagia n. tırnak, çene. oozy adj. sızıntılı.
-onym sözcük veya ad anlamına so- opacification n. donuklaşma.
nek. ör. acronym, taut-onym. opacity n. bulanıklık, donukluk, ışık
-onymy bir grup ad veya bir ad grubu geçirmezlik.
çalışması anlamına sonek. ör. opaque adj. bulanık, donuk, ışık ge-
toponamy. çirmeyen, karanlık, mat, şeffaf ol-
onyx n. tırnak; el parmağı tırnağı; mayan; donuk, aptal.
ayak parmağı tırnağı. open adj. açık, ortada. v. açmak,
onyxis n. ete gömülü olarak büyüyen açılmak, başlamak, deşmek.
tırnak; içe doğru büyüyen tırnak. cut open kesip açmak.
oo-, ova-, ovi- , ovo- prefixes. yumur- half open yarı açık, aralık.
ta, yumurta ile ilgili anlamlarına open and aboveboard çok dürüst.
önekler. open fire on/at ateş açmak.
oocyte n. dişi gamet veya cinsiyet open heart surgery açık kalp ameli-
hücresi/gözesi; döllenmeden önceki yatı.
yumurta hücresi, olgunlaşmamış open one’s eyes (to) birisinin anla-
yumurta gözesi, osit. ör. Each masını veya bilmesini sağlamak.
human ovary contains thousands of open one’s mouth konuşmaya baş-
oocytes. lamak.
oogenesis n. cinsiyet göze oluşum ve open out özgürce konuşmak.
gelişim süreci, ovaryum içinde yu- open up gelişmesini olası kılmak;
murta gelişmesi. ör. During kapıyı açmak; dürüst konuşmak,
oogenesis, the developing egg, or daha özgürce konuşmak.
oocyte, migrates to the surface of openable adj. açılabilir.
the ovary. opening n. bir organ, tüp veya boşlu-
oogenetic adj. cinsiyet gözeleri üreten. ğa giriş; açıklık, aralık, ağız, delik,
oophor-, oophoro- prefixes. yumur- başlangıç, açış, açma.
talık anlamına önekler. ör. openly adv. açıkca, açıktan açığa.
oophoron yumurtalık. openness n. açıklık, içtenlik, samimi-
oophoralgia n. yumurtalık ağrısı. yet.
oophorectomy n. yumurtalığın ame- to break open zorla açmak.
liyatla alınması. wide open ardına kadar açık, apaçık.
oophoritis n. yumurtalık yangısı; with open arms çok dostça, büyük
yumurtalıkta meydana gelen iltihap. bir dostlukla.
oophoroma n. kötü huylu yumurtalık operate v. ameliyat yapmak; işlemek,
tümörü. iş/işlev görmek.
oosperm n. döllenmiş ovum. operable adj. ameliyatla düzeltilebi-
oosphere n. oosfer. lir, rahatlatılabilir.
ootecha n. yumurtalık. operating ameliyat yapma.
operating table 508 ora

operating table ameliyat masası. opposite adv. karşı, karşıda, karşı ta-
operating theatre ameliyat odası, rafa. adj. karşı karşıya, karşıda olan,
ameliyathane. zıt, karşıt.
operation n. ameliyat, kesi; etki, işlem. oppose v. karşı koymak, karşı gel-
operation minor yaşam için bir teh- mek, muhalefet etmek.
like oluşturmayan ameliyat. opposed adj. çelişik, karşıt, zıt.
operation major ciddi olarak ölüm opposition n. zıtlık, muhalefet.
riski olan ameliyat. opposure n. dikiş atma sırasında do-
operator n. cerrah. kuyu birleştirme.
operculum, operculi n. pl. opercula oppress v. baskı yapmak, baskıla-
kapak, örtü. mak; zulmetmek, acı vermek, karşı
ophidism n. yılan sokması sonucu çıkmak, üzmek.
meydana gelen zehirlenme. oppression n. baskı, bası; zulüm.
ophtalmia n. göz yangısı. oppressive adj. ezici, baskılayıcı,
ophthalmic adj. gözlerle ilgili. ağır.
ophthalmo- , ophthalm- prefixes. oppressor n. baskılayan; zalim.
göz, gözlerle ilgili anlamlarına opsialgia n. yüz bölgesinde duyulan
önekler. ağrı.
-opia suffix. görüş, görme anlamları- opsomania n. belirli bir yiyeceğe
na sonek. oburluk derecesinde düşkün olma.
opiate n. uyuşturucu. optic adj. görme ile ilgili, görsel.
opinion n. fikir, görüş, düşünce, ka- optical adj. görme ile ilgili, görme-
naat, kanı. ye ait.
opistho- prefix. geri, arka, geriye optics n. optik, ışık bilgisi.
doğru, dorsal anlamlarına önek. optimism n. iyimserlik.
opisthotic adj. kulak arkası. optimist n. iyimser.
opo- prefix. yüz; göz anlamına önek.
optimistic adj. iyimser.
opponent n. rakip, karşıt.
option n. seçme, seçme hakkı, tercih,
opponency n. karşıtlık, zıtlık.
seçim.
opportunism n. fırsatçılık.
optional adj. istemli, isteğe bağlı,
opportunistic adj. fırsatçı.
seçmeli, tercihli.
opportunity n. fırsat. ör.
opto- , optico- prefixes. göz anlamına
Staphylococcal lung infections which
önekler.
are frequently opportunistic, have a
polymorphonuclear infiltrate similar optometer n. gözdeki hasarları ölçen
to that of pneumococcus but are alet.
much more destructive of lung optometry n. göz muayenesi.
tissues. -or suffix. ad yapım son eki. ör. an
a golden opportunity ele geçmez actor, an inventor.
fırsat. or conj. yahut, veya, ya, yoksa, aksi
to give an opportunity fırsat vermek. halde.
opposed karşısında, zıt, karşıt etkisi either… or ya .. ya (da).
olan. ora L. pl.os n. ağız.
ora 509 orientate

ora n. pl. orae kenar, uç, sınır. ordinarily adv. genellikle.


orad adv. ağıza doğru, ağız yönünde, extraordinary adj. olağanüstü.
ağıza yakın bulunan. ore n. organ, uzuv.
or else veyahut, aksi halde, yoksa, orexigenic adj. iştah açıcı; iştah veri-
yahut da. ci.
or so (about) en azından, biraz daha. oreximania n. ileri derecede çok ye-
or two {about} en azından, biraz daha. me isteği.
oral adj. ağız, ağızla ilgili; sözlü. orf n. koyunlardan insanlara geçebi-
orally adv. sözlü olarak; ağız yoluyla. len ve ülsere neden olan bulaşıcı bir
oralogy n. ağız sağlığı, ağız hastalık- sayrılık.
ları ile ilgili tıp dalı. organ n. organ, uzuv, vücut parçala-
orange n. portakal. rından her biri.
orbicular adj. dairesel. organelle n. özelleşmiş göze yapısı,
orbit n. göz çukuru. organel. ör. The organelles within
orbita n. pl. orbitae göz çukuru. the cell are like organs within the
orbital adj. göz çukuru ile ilgili. body.
orchi- , orchido- , orchio- prefixes. organize v. düzenlemek, kurmak, ör-
testisler anlamına önekler. gütlemek.
orchidic adj. testislerle ilgili; erbezi organo- prefix. organ, uzuv, organic
ile ilgili. anlamlarına önek.
orchiectomy n. ameliyatla testislerin organogenesis n. gelişim sırasında
alınması. organ/uzuv oluşumu.
orchiodyna n. testis ağrısı. organogeneti, organogenic adj. uzuv
orchioncus n. testis tümörü. oluşumu nile ilgili.
orchis n. pl. orchises erbezi/testis. organoid adj. görünüm veya yapısal
orchitic adj. erbezi/testis yangısı ile olarak organ veya beze benzeyen.
ilgili.
organon n. pl. organa uzuv, organ.
orchitis n. erbezi/testis yangısı.
organum n. pl. organa uzuv, ogan.
order n. düzen, tertip; usul, yol; sıra,
orgasm n. cinsel ilişkinin verdiği en
saf; emir, sipariş; istem, tahlil; sını-
yüksek doyum.
fın altında ancak ailenin üstünde bu-
orient n. doğu, doğu ülkeleri. v. yö-
lunan biyolojik sınıflandırma v. dü-
neltmek, yönlendirmek.
zenlemek, emretmek, istemde bu-
oriental adj. doğuya özgü, doğuda
lunmak.
bulunan.
out of order bozuk, bozulmuş, kul-
lanım dışı. orientate v. doğuya dönmek, doğuya
in order to -mak için, -mek için. yönelmek, yüzünü doğuya çevir-
put in order düzene sokmak, sıraya mek; özel bir duruma uydurmak. ör.
sokmak. The linear irregular lacerations are
orderly n. görevli, bir hastane biri- oriented in the axis of the
minde yardımcı görevli; hastabakıcı. esophageal lumen nad are several
ordinary adj. adi, bayağı, her za- millimetres to several centimetres in
manki. length.
orifice 510 osmo-

orifice n. vücut boşluklarından birine tılan solunum güçlüğü durumu;


uzanan açıklık (burun delikleri, ortopne. ör. Orthopnea is relieved
ağız, vajina, vb.); boşluk, ağız, giriş, by placing several pillows behind
açıklık, delik. the patient so that he/she is in a
orificial adj. bir açıklık, boşluk, ağız, raised position.
giriş ile ilgili. orthopsychiatry n. çoğunlukla genç-
orificum n. pl. orificia ağız, giriş, lerle ilgilenen ruhbilim dalı.
açıklık, boşluk. orthosis n. bir bozukluğun düzeltil-
origin n. kaynak, köken, başlangıç, mesi.
özgün, gerçek. ör. Sialadenitis may orthostatic adj. ayakta duruş ile ilgili.
be of viral, bacterial, or autoimmune -ory suffix. 1. birşeyi yapan yer veya
origin. şey anlamına ad yapım soneki. ör. a
original adj. asıl, orijinal. directory, an observatory. 2. sıfat
originally adv. aslında, esasında, asıl yapım eki. ör. an explanatory note
olarak, ilk olarak, özgün olarak. açıklayıcı not. a congratulatory
originate v. ortaya koymak, köken telegram kutlama telgrafı.
almak, meydana gelmek, türemek, os, oris n. pl. ora ağız, giriş.
yaratmak. os, ossis, n. pl. ossa kemik.
ornate adj. özenli, özene bezene. oscedo n. esneme; ağızda oluşan be-
oro- prefix. ağız anlamına önek. yaz noktalar; pamukçuk.
orofacial adj. ağız ve yüz ile ilgili. oscheitis n. skrotum yangısı.
orotherapy n. serumla sağaltım; se- oscillate v. titremek.
rum tedavisi. oscillation n. titreme.
orphan n. yetim, öksüz. oscitation n: esneme.
orphanhood adj. yetimlik. osculate v. öpmek.
orrhology n. kan serumu çalışması. osculation n. öpme; iki yapının ağız
orrhorrhea n. sulu salgı; serum akışı. yoluyla birleşmesi.
ortho- , orth- prefixes. düz, normal, osculum L. küçük açıklık.
doğru, düzgün anlamlarına önekler. -osis, -oses suffixes. 1. sayrılık duru-
ör. orthodontia ortodonti; dişlerin munu belirten sonekler. ör. silicosis
düzeltilmesi ile ilgilenen diş hekim- akciğer hastalığı. neuroses beyin
liği dalı. rahatsızlığı. 2. bir durum veya süreç
orthodox adj. genel kabul gören; ya- anlatan sonekler. ör. metamorphosis.
sal olarak kabul edilen; benimsen- -otic (sıfatlarda): hypnotic, neurotic.
miş düşünceleri taşıyan. -otically (zarflarda).
orthogenics n. kalıtım bilimi. osmatic adj. koklama duyusu ile ilgili.
orthopedics n. kemik ve eklem cer- osmesis n. koklama.
rahisi ile ilgilenen tıp dalı; ortopedi. osmics n. koku bilimi.
orthopedist n. ortopedi uzmanı. osmidrosis n. vücut kokusu.
orthopnea n. omuz ve başın dik du- osmo- prefix. ozmoz ; koku, koklama
ruşu / arkaya dayanması ile rahatla- anlamlarına önek.
osmology 511 -otic

osmology n. koku duyusu çalışması. osteocarcinoma n. kemik kanseri.


osmosis n. düşük yoğunluk bölgesin- osteochrondritis n. kemik ve kemi-
den yüksek yoğunluk bölgesine sıvı ğin oluşturduğu kıkırdak yangısı.
akışı, ozmoz. ör. Osmosis occurs osteology n. kemik bilimi.
when there is an unequal amount of osteoma n. genellikle kafatası veya
ater on either side of a membrane. çene kemiğinde ortaya çıkan iyi
osphresio- prefix. koku, koku duyusu huylu, yavaş gelişen kemik uru.
anlamlarına önek. osteomalacia n. kemik yumuşaması.
osphresis n. koku duyusu. osteomyelitis n. bakteriel kemik yan-
osphus n. döl. gısı. ör. Osteomyelitis happens in
osseous adj. kemik benzeri; kemiğe sickle cell anemia.
benzeyen, kemiksi. osteosis n. kemiksi doku oluşumu.
osseous tissue n. kemik doku. ostium n. pl. ostia küçük açıklık;
ossi- osseo- , ost- , oste- , osteo- ağız; dar giriş.
prefixes. kemik anlamına önekler. ot- prefix. kulak, kulakla ilgili anla-
ör. osteo-arthritis n. kemik ve kı- mına önek. ör. otalgia n. kulak ağ-
kırdak dejenerasyonu ile ilgili artirit rısı. otic adj. kulakla ilgili. otologist
tipi. osteology n. kemik bilimi. n. kulak hastalıkları uzmanı.
osteodynia n. kemik ağrısı. other det., pron. başka, diğer.
ossicle n. küçük kemik, özellikle orta another başka, diğer, öbür.
kulak kemiklerinden biri. every other her ikinci.
ossiculum n. pl. ossicula küçük kemik. every other day gün aşırı, iki gün-
ossiferous adj. kemik yapan, kemik de bir.
içeren. one after another arkası sıra.
ossific adj. kemik oluşumu veya ke- or other veya.
mikteki bir değişiklikle ilgili. some others bazısı.
some other time başka bir zaman.
ossification n. kemik oluşumu; doku-
some other way başka bir yolla.
nun kemikleşmesi; dokunun kemiğe
the others ötekiler.
dönüşümü.
the other day/night, etc. geçen gün
ossiform adj. kemikle ilgili, kemiğe
/ gece vd, son zamanlarda.
benzeyen. n. yeni oluşmuş kemik
the other end / side diğer uç, öbür
yapı.
uç.
ossify v. kemik oluşturmak, kemiğe
other than -den başka, -nın dışında,
dönüştürmek.
hariç.
osteal adj. kemikle ilgili. other than this bundan başka.
ostectomy n. bir kemiğin ameliyatla otherness farklılık, başkalık.
alınması. otherwise yoksa, aksi halde; başka
ostein, osteine n. kemik. türlü, başka şekilde.
osteitis n. kemik yangısı. othuria n. normal idrar yapma sıklığı.
osteoarthritis n. kemik yangısı. ör. otic adj. kulak ile ilgili.
Osteoarthritis is a degenerative bo- -otic suffix. ... rahatsızlığı olan, ...
ne disease. hastası olan anlamına sonek.
oto- 512 out of place

oto- prefix. kulak anlamına önek. outdated adj. eskimiş, modası geçmiş.
otolaryngology n. kulak, burun, bo- outdo v. daha iyi yapmak.
ğaz ile ilgilenen tıp dalı. outdoors n. açık hava; dışarısı.
otology n. kulakla ilgilenen tıp dalı. outer adv. dışarıda, uzakta.
-otomy suffix. bir organın içine cerra- outflow n. akış, çıkış, su veya gaz çı-
hi müdahale anlamına sonek. ör. kışı.
cystotomy. outgoing adj. dostça davranan; çıkan,
otopathy n. herhangi bir kulak hasta- kalkan.
lığı. outgoings n. gider.
otosclerosis n. iç kulaktaki dokuların outgrow v. hızlı büyümek, fazla bü-
sertleşmesinin neden olduğu sağırlık. yümek (ve bu nedenle sağlık sıkın-
otoscope n. kulağı incelemede kulla- tısı çekmek).
nılan alet. outgrowth n. netice, sonuç; fazla bü-
oula n. diş eti. yüme.
ouloid adj. yaraya benzeyen. outlay n. vücudun bir yerinden bir
-ous suffix. içeren, neden olan anla- başka bölgesine eklenen canlı doku;
mına sıfat yapım soneki. ör. graft.
dangerous, spacious. outline taslak, ana hat; taslağını çiz-
out- prefix. 1. eylemlerden ad ve sıfat mek.
oluşturan önek: ör. an outbreak of outlook görünüş, manzara, görüş.
flu grip salgını. 2. ad ve sıfatlarda outlying adj. uzak, uzaktaki.
kullanılan önek; dışında ötesinde. out of -te, -nin dışında.
ör. outhouse ek binalar. outlying three out of five beşte üç.
areas. 3. üst, üst derecede. 4. out of breath soluk soluğa; nefes ne-
dışarda bulunan anlamlarına önek. fese.
ör. outwork, outplay, outshoot, out of control denetim dışı.
out-door, outdate. out of danger tehlikesiz.
out adv. dışarı, dışarıda, -den dışarı. out of date çağdışı, eski; modası
out and away her şeyin ötesinde. geçmiş.
be out dışarda olmak. ör. We’re all out of dept borçsuz.
out. out of doors dışarda.
out for yalnızca ... ile ilgili olarak. out of fashion modası geçmiş.
out of it terkedilmiş, yalnız. out of favour gözden düşmüş.
out of one’s mind çılgın, deli. out of hand hemen, derhal, düşün-
out of something birşeye sahip ol- meden.
mayan. out of humour mizahi anlayışı kıt.
out patient n. hastanede yatmayıp, out of luck talihsiz, şanssız.
yalnızca tedaviye gelen hasta. out of mind unutulan, unutulmuş.
Out you go! Defol! out of order bozuk, iş görmez du-
outbreak n. ortaya çıkma, patlama, rumda.
yayılma, salgın. out of pain acısız.
outcome n. sonuç. out of place yersiz.
out of practice 513 overdose

out of practice fazla egzersiz yap- ovation n. alkış.


mamış; idmansız. standing ovation halkın birisini
out of sight görünmez; menzil dışında. ayakta alkışlaması.
out of stock yok; stoklarda bulunma- over prep. karşı tarafa, karşı tarafta;
yan. çok, gereğinden çok, artık; bitmiş,
out of style yakışmamış; yakışıksız. son bulmuş; tekrar, yine; üstünde,
out of the ordinary olağan dışı. üzerinde, üstüne, üzerine, yukarısı-
out of use kullanılmayan. na, öbür tarafına, karşıdan karşıya.
out of work işi olmayan; işsiz. over again bir daha, yeniden.
outpatient n. ayakta tedavi gören over and above ... kadar, bununla
hasta. birlikte, bunun yanı sıra, buna ek
output n. başarı; atma, atış. verim, olarak.
üretim, ürün, çıkış, çıktı. over one’s head anlaşılmaz, belirsiz.
outrage n. kızgınlık öfke, şiddet. over and over tekrar tekrar, yeniden.
outside n. dış, dışarısı, harici. adj. dış over- prefix. önek. 1. çok; yeterinden
taraf, dış görünüş; uzak. çok. ör. overcooked, overpopulation.
outspread adj. uzamış, uzatılmış. 2. üstünde; ötesinde; karşıdan karşı-
outstanding adj. seçkin, önemli, gö- ya. ör. overhanging, overland. 3.
ze çarpan, belirgin, dikkat çekici. dış; dış cephe; kaplayan, örten. ör. a
outstandingly original dikkat çeker overcoat. 4. ek, fazla. ör. working
derecede özgün; son derece özgün overtime.
outstrip v. geçmek, ileri gitmek. overall adj. tamamı, toplamı; herşeyi
outward adj. dış, harici. içeren; genel olarak; bütün olarak;
outwardly adv. görünüşte, dışa doğ- kapsamlı, geniş, tam.
ru, dıştan. overalls n. (işçilerin giydiği) bütün
outwards adv. dışarıya doğru. vücudu örten, koruyucu birkaç par-
outweigh v. -den önemli olmak, -en çalı giysi; tulum, iş pantolonu.
üstün olmak, -dan fazla gelmek. overbalance v. dengesini bozmak,
oval adj. yumurta şeklinde. ağır basmak, devirmek.
ova, n. pl. of ovum uterusun her iki overburden v. çok yüklemek.
tarafında bulunan dişi üreme bezi; overcareful adj. çok dikkatli.
yumurtalık. overcome v. yenmek, üstesinden
oval adj. yumurtayla ilgili; yumurta gelmek.
şeklinde, bir yumurtanın uzunlama- overconfident n. kendine çok güvenen.
sına kesitine benzeyen. overcrowded adj. çok kalabalık.
ovarian n. yumurtalıkla ilgili. overdo v. (bir işi) çok yapmak.
ovario- , ovari- prefixes. yumurta, overdose v. fazla ilaç vermek. n. fazla
yumurtayla ilgili anlamlarına önekler. ilaç verme, doz aşımı. ör. Overdose
ovary n. dişi üreme organı, yumurta- of amphetamines causes sweating,
lık. ör. One egg is released by an tremors, restlessness, and confusion
ovary in each human menstrual that may progress to delirium,
cycle. convulsions, cardiac arrhythmias,
ovate adj. yumurta şeklinde. coma, and death.
overeat 514 oviduct

overeat v. çok yemek. ör. Drug overproduction n. gereğinden çok


abuse, addiction, and overdose are üretim yapma, fazla üretim.
serious health problems. overriding adj. kırık kemiğin
overestimate v. (gözde) büyütmek; proksimale doğru uzaması.
fazla değerlendirmek, değerinin üs- oversensitive adj. çok duyarlı.
tünde görmek. overshadow v. örtmek, maskelemek,
overfatigue adj. aşırı yorgunluk, bit- gölgelemek.
kinlik. oversight n. farkedememe, göreme-
overflow n. üst üste gelme, uç uca me, kaçırma.
gelme, üst üste binme. v. üst üste oversleep v. uyuyakalmak.
gelmek; üst üste binmek. overspill n. yayma, yayılma; fazla
overgrow v. olağandan fazla büyü- nüfus.
mek, azmak, çoğalarak bir yeri kap- overstrain v. çok zorlamak, çok zor-
lamak. ör. Clostridium difficile lanmak.
overgrows other intestinal flora in overstate v. büyütmek, abartmak.
antibiotic-treated patients, releases overtake v. arkadan yetişmek, yeti-
multiple toxins, and causes şip geçmek.
pseudomembranous colitis. overstep v. aşmak, ötesine geçmek.
overgrowth n. fazla büyüme. overt adj. açık, ortada, gizli olmayan,
overlap v. bir doku tabakasını, güç- görülür, görünen, aşikar, meydanda,
lendirmek amacıyla, üssteki veya aleni. ör. Most cancers occur in
alttaki doku tabakasına birleştirmek, persons who do not suffer from any
dikmek; (bir doku diğeri üzerine) overt immunodeficiency.
yansımak, uzamak; üst üste binmek; overthrow v. yenmek, yıkmak, de-
kısmen üstünü örtmek, aşmak, üst virmek, altüst etmek.
üste gelmek. overtime n. fazla çalışma, mesai.
overlay v. kaplamak. n. var olan du- overturn v. altüst etmek; rahatsız et-
ruma eklenme, eklenti. mek. n. altüst etme, devirme, yık-
overlie v. üzerine yatmak, üzerine ya- ma; rahatsızlık verme.
tırmak. overweight adj. cüsseli, iri, şişman.
overlying adj. bir şeyin üstünde ya- overwhelm v. ezmek, bunaltmak.
tan, üstünde bulunan. overwhelming adj. bunaltıcı, çok
overload v. aşırı/fazla yüklemek. şiddetli, ezici, karşı konulamaz,
overlook v. unutmak, gözünde kaç- kahredici.
mak, görmemek, atlamak. ör. The ovi-, ovo- prefixes. yumurta anlamına
skin is another important but often önekler. ör. ovicidal.
overlooked organ for the absorption oviduct n. yumurta geçiş yolu, fallop
of various therapeutic agenta and veya üterin kanalı. ör. Tubo-ovarian
environmental chemicals. abscess and pelvic peritonitis result
overmuch adj. çok, gereğinden çok. from further extension and may
overpower v. yenmek, üstesinden create multiple adhesions and
gelmek. points of blockage of the oviducts.
oviferous 515 ozostomia

oviferous adj. yumurta üreten, içeren own adj. kendi, kendinin, kendininki.
veya taşıyan. v. sahip olmak, malik olmak.
ovoid adj. yumurta biçiminde, oval. oxidation n. oksidasyon, oksitlenme.
ör. In the adult, the parathyroid is a oxidize v. okşijenle birleşmek, hidro-
yellow-brown, ovoid encapsulated jeni çıkarmak/atmak. ör. Energy is
nodule weighing approximately 35 released when glucose is oxidized to
to 40 mg. carbon dioxide and water.
ovular adj. yumurta ile ilgili. oxy-, oxi- prefix. okşijen, okşijenli;
ovulation n. yumurtlama, yumurta tiz, keskin, acı, sivri anlamlarına
yapma, ovulasyon. ör. In the önek.
human, ovulation occurs midway in oxygen n. oksijen.
the menstrual cycle. oxygenated adj. oksijenli, okşijenle
ovine adj. koyuna benzeyen, koyun doymuş, okşijen doygun. ör. Blood
şeklinde. is oxygenated in the lungs.
oviposit v. (böcek) yumurtlamak. oxygeusia n. güçlü tat alma duyusu.
ovum, ovi n. pl. ova yumurta. oxylalia n. hızlı konuşma.
owe v. borcu/borçlu olmak. oxyopia n. görme duyusunun keskin
owing to conj. -den dolayı, nedeniyle, olması.
yüzünden, –dığı için.. ör. Shock oxytocic n. uterusun kasılmasını uya-
may occur in the setting of accident ran ilaç.
or spinal cord injury, owing to loss oxyuris n. kılkurt.
of vascular tone and peripheral oxyuriasis n. bağırsaklarda kılkurt is-
pooling of blood. = Damar tonüsü tilası.
kaybı veya peripheral kan birikimi oz. abv. ounce, ons anlamına kısalt-
nedeniyle, anestetik kaza alanı veya ma.
spinal kord yaralanmasında şok ozena n. kötü kokulu bir akıntı yapı-
meydana gelebilir. mına neden olan burun rahatsızlığı.
owing to the fact that çünki, nede- ozone n. ozon, oksijenin bir tipi.
niyle, -den dolayı, -dığı için. ozostomia n. soluk/nefes kokusu.
P,p

P peta-, phosphorous, phosphate, pacific adj. yumuşak başlı, barışcı,


premolar, proline, product, poise, barışsever.
power; porbablity simgesi. pacification n. yatıştırma, sakinleş-
P. pharmacopeia, position, punctum tirme.
proximum (near point) anlamlarına pacifier n. yatıştırıcı.
kısaltma. pacifism n. pasifizm, barışseverlik.
P 1. pupil, optic pupilla kısaltması. pack v. sarmak, hazırlık yapmak, pa-
p.a., perannum yılda bir anlamına ket yapmak, doldurmak; tıkamak,
kısaltma. cerrahi yapılan bir alana sargı uygu-
PA, public address system ses yük- lamak. n. hastanın etrafına sarılan
seltme dizgesi; personal assistant, örtü; tampon, yarayı sarmada kulla-
kişiye özgü yardımcı; sekreter an- nılan malzeme.
lamlarına kısaltma. cold pack n. soğuk suya sokulan
pabular adj. besinle ilgili. veya buz içinde tutulan bez vb. ma-
pabulum L. n. gıda, besin. teryal.
pace n. adım, yürüme, gidiş. v. adım- dry pack n. terlemeyi başlatmak
lamak. için bir hastayı kuru, sıcak bir bat-
keep pace with sb ...kadar hızlı taniye ile sarma.
gitmek, -in hızında gidişini sürdür- hot pack n. sıcak suya sokulan veya
mek. nemli ısıya tutulan bez vb. materyal.
put sb through their paces birisinin wet pack n. sıcak veya soğuk ne-
yeteneğini göstermesini sağlamak. min uygulandığı yara sarma biçimi.
show one's paces yeteneklerini packer n. tampon yapmada kullanılan
göstermek. araç.
pacemaker n. kalp vurumu ritminin packing n. bir boşluğu, veya yarayı
başladığı kalp bölgesi; kalbin içine doldurma; bir yara veya boşluğu
dolduran madde, tampon.
yerleştirilmiş, zayıf ve düzensiz
body packing n. yasa dışı ilaçların,
kalp vurumunu düzenleyen, küçük
uyuşturucuların yutarak ya da rek-
makine.
tum veya vajina içine yerleştirilerek
pachy- prefix. 1. kalın; kalınlık; 2.
gizlenmesi.
kaba; iri; 3. dura mater anlamlarına
denture packing n. takma diş ya-
önek. ör. pachyblepharon n. göz-
pımında kullanılan ana materyalin
kapaklarının kronik kalınlaşması.
bir kalp içine doldurulup sıkıştırıl-
pachyglossia n. dilin normal kalın-
ması.
laşması. pachynsis n. kalınlaşma. pack sb/sth in çok sayıda insanı etki-
pachychilla dudakta görülen ileri lemek; BrE bir işi yapmayı durdur-
derecede kalınlaşma. mak, bırakmak.
-pachy suffix. bir bölümün, bedenin pack sb/sth off bir sorundan kaçın-
bir kısmının kalınlaşması anlamına mak için hızla bir tarafa göndermek.
sonek. pack up işi bitirmek; BrE çalışmasını
pachypodous adj. büyük ayaklı. durdurmak (makina); durmak, dur-
pacify v. sakinleştirmek, yatıştırmak. durmak.
package 517 palatitis

package n. paket. v. paketlemek; özel pained adj. duyguları incinmiş, üz-


bir paket içine yerleştirmek. gün, üzülmüş.
package tour n. paket tatil; konakla- painful adj. acı veren, ıstırap veren,
ma, yiyecek ve seyahati içeren, üc- ağrı verici, ağrılı, üzücü.
reti belli tatil. painkiller n. ağrıyı azaltan veya
packed adj. insanla dolu (oda, bina yokeden ilaç.
v.d.); kalabalık. painless adj. ağrısız, acısız. ör.
packed-out adj. tıka basa insanla dolu. Cancers of the breast are usually
packet n. paket; çok miktarda para. first discovered by a woman or her
catch/cop/get/stop a packet BrE physician as a solitary, painless
başı ciddi olarak derde girmek. mass in the breast or because of
pact n. antlaşma; sözleşme. mammographic abnormalities
pad n. içinde pamuk bulunan gazlı during screening.
bezden yapılmış yumuşak tıkaç; pains n. sorun; gayret, çaba.
tahriş olmuş veya yaralanmış bir painstaking adj. çok dikkatli; herşeyi
alana konan gazlı bez, ped, tampon inceden inceye ele alan, özenli,
madde; tampon, tıkaç, yastık; şişlik; özenen.
sırtından yapıştırılmış bir miktar paint n. deri üzerine bir fırçayla uy-
kağıt (mektup yazmak, not almak gulanan, bir veya birkaç ilaçtan olu-
için kullanlır). v. yumuşak bir mad- şan çözelti (genellikle yaygın dö-
de ile kaplayarak korumak, şekil küntüleri sağaltmada kullanılır);
vermek, veya rahatlamak.
boya. v. boyamak, resim yapmak;
padding n. dolgu maddesi.
betimlemek.
Paget's Disease kemik kalınlaşması;
paint the town red dışarı çıkmak ve
göğüs tümörüyle ilgili göğüs büyü-
son derece hoşça vakit geçirmek,
mesi.
pagetoid adj. Paget’s sayrılığına mükemmel bir şekilde eğlenmek;
benzeyen. çılgınca, gönlünce eğlenmek; kut-
-pagus suffix. bitişik ikizler anlamına lamak.
sonek. painter n. ressam, sanatçı; boyacı.
pain n. ağrı, acı, sızı, ıstırap, şikayet, painting n. resim sanatı; tablo.
zahmet. v. acı/ıstırap vermek, üzmek. paints n. boya.
aches and pains ağrı ve sızılar; ra- pair n. çift, iki adet; eşler. v. çift ol-
hatsızlık veren herşey. mak, eş olmak; evlenmek; çifter çif-
be at pains to do sth büyük sorun ter düzenlemek. ör. The adrenal
altında kalmak; bir işi yapmada glands are paired endocrine organs
özellikle dikkatli olmak. consisting of both cortex and
make/go to great pains çaba, özen medulla, which differ in their
göstermek; zahmet çekmek. development, structure, and function.
on/under pain of (ceza) çekme ris- palatal adj. damakla ilgili.
kinde. palate n. damak.
pain in the neck kaçınılması zor fa- palatiform adj. damak şeklinde, da-
kat sürekli yorgunluk ve kırgınlık mağa benzeyen.
yaratan kişi, nesne veya durumlar. palatitis n. damak yangısı.
plato- 518 panidrosis

palato- prefix. damak anlamına önek. sının infiltrasyonu; dokunma duyu-


palatum n. pl. palati damak. suyla hissetme veya algılama.
pale adj. benzi atmış, soluk, solgun, palpebra n. pl. palpebrae gözkapağı.
renksiz, donuk; hafif; zayıf.pale- palpebra inferior alt göz kapağı.
faced rengi solmuş, sararmış. palpebra superior üst göz kapağı.
paleness n. solgunluk, donukluk. palpebral adj. göz kapaklarıyla ilgili.
turn pale sararmak. palpebrate adj. göz kapağı olan. v.
paleo-, pale- prefixes. eski, ilkel, ilk, gözlerini açıp kapamak, göz kırpmak.
erken anlamlarına önekler. palpebration n. göz kırpma.
palikinesia, palicinesia n. istemsiz palpitate v. atmak, çarpmak; titremek.
devinim yinelemesi. palpitation n. kalbin düzensiz atması.
palinal adj. geriye giden. palsy n. sinir dejenerasyonu, sinir pa-
pallial adj. beyin korteksi ile ilgili. ralizi, felç, inme, nuzul.
pallid adj. benzi atmış, solgun, soluk. paludal adj. sıtma ile ilgili.
palliate v. hafifletmek, gidermek, paludism n. sıtma.
dindirmek, şiddetini azaltmak. pan- , pant- , panto- prefixes. tüm,
palliative adj. şiddetini azaltan, sa- bütün, tamamı anlamlarına önekler.
ğaltıcı etkisi olmayan, yalnızca ra- panacea n. her hastalığı iyileştiren
hatlatıcı madde. ilaç; her sayrılığa çare olan ilaç.
palliation n. rahatlatma, hafifletme. panangitis n. kan damarlarının tüm
pallid adj. eksik, bulunmayan. katlarını tutan yangı.
pallor n. solukluk, donukluk. panblastic adj. tüm temel hücre/göze
palm n. avuç içi. tabakalarıyla ilgili.
palma n. pl. palmae avuç içi. pancreas n. pl. pancreata pankreas.
palmar adj. avuç içi ile ilgili. pancreat-, pancreatico-, pancreato-,
palmic adj. atan, vuran, çarpan, zonk- pancreo- prefixes. pankreasla ilgili
layan; yüzde görülen tiklerle ilgili. anlamına önekler.
palmus n. pl. palmi yüzde görülen pandemic adj. son derece yaygın,
çok yaygın; bir salgın hastalığın çok
tik; kasta ritmik kasılma; kalp atımı.
geniş bir alanda yayılım göstermesi.
palp v. elle tutmak, dokunmak.
pandemicity n. yaygınlık, bir sayrılı-
palpable adj. ele gelir, elle yoklana-
ğın bölgesel, ülke çapında, kıtasal
bilir. ör. Both cancers and many
veya küresel yaygınlık göstermesi.
benign disorders of the female
pandiculation n. kaşınma ve esneme.
breast present as palpable masses.
pang n. ani, keskin ağrı; ani, şiddetli
palpably adv. ele gelir şekilde. ör. kasılma, sancı.
The solitary thyroid nodule is a panhidrosis n. bütün vücudun terle-
palpably discrete swelling within an mesi.
apparently normal thyroid gland. panhysterectomy n. dölyatağının
palpate v. elle yoklamak. ameliyatla alınması.
palpation n. elle muayene, elle yok- panic n. panik, ürkü, korku, telaş.
lama; organ, doku veya bir kütlenin panidrosis n. tüm beden yüzeyinin
elle hissedilmesi; bedenin bir parça- terlemesi.
panimmunity 519 paramusia

panimmunity n. birçok bulaşıcı say- pappus n. yumuşak, tüy gibi, tüyüm-


rılığa genel olarak bağışıklık. sü ilk sakal.
panmixis n. gelişigüzel/rastlantısal par L. n. çift; eşitlik. adj. ortalama;
cinsel ilişki. elverişli; normal.
penniculitis n. karın duvarı yağı yan- para n. bir veya daha çok çocuk do-
gısı. ğurmuş kadın.
panniculus n. pl. panniculi tabaka, para- prefix. 1. yanında, yanıbaşında;
doku tabakası. 2. yakınında; 3. ötesinde; 4. yanlış,
pannus n. pl. panni kornea üzerinde yanlışlıkla, hatalı olarak; 5. benzer,
normal olmayan zar oluşumu. benzeyen; 6. yardımcı, ikincil an-
panophobia n. herşeyden korkma; lamlarına önek. ör. paragenesis,
herşeye karşı duyulan ileri derecede parathyroid gland, paranormal,
ürkü. paresthesia, paramorph.
pansinusitis n. bütün sinüslerin ilti- paracme n. ateşin yatıştığı aşama;
hap toplaması. yatışma, düşme, azalma.
pant n. hızlı hızlı soluk alıp vermek, paracentesis n. ponksiyon; delik,
şiddetle atmak. delme.
pantalgia n. tüm bedeni saran ağrı. parachroma n. derinin renk değiş-
pap n. yumuşak gıda, su veya süte tirmesi.
batırılmış ekmek kırıntıları. paracusis, paracusia n. işitme bo-
papilla n. pl papillae kabarcık; meme zukluğu; kulakta halisünasyon.
başına benzer uzantı; meme başı paracyesis n. uterus dışı gebelik; dış
şeklinde yükselti; meme başı. gebelik.
papilla mamary n. meme başı. parade n. gösteri, geçit, merasim.
papillary, papillate adj. kabarcıkla, paradigm n. birşeyin çok net, açık
meme başıyla ilgili, meme başına örneği; tipik örnek; bir sözcüğün
benzeyen.
dilbilimsel açıdan bütün şekillerini
papillo- prefix. meme başı, kabarcık-
içeren örneği: "child, child's,
la ilgili, meme başıyla ilgili anlamla-
children, children's"
rına önek.
paradigmatic adj. örnek gibi, örneğe
papilloma n. siğil.
benzer, örnek aracılığı ile.
papilledema n. sinirin göze girdiği
paradox n. çelişkili düşünce, çelişkili
yerde optik sinirlerin şişmesi.
söz, anlaşılması güç söz ya da dü-
papilloma n. iç zarların veya derinin
şünce; çelişik görünen şey, anlaşıl-
iyi huylu tümörü.
papule n. deride küçük kırmızı kabar- maz kişi, davranışları çelişkili kimse.
tı, papül. ör. Appendage tumors are paradoxical adj. usa aykırı, mantığa
often clinically nondescript, solitary aykırı. ör. The combination of
or multiple papules and nodules. polyphagia and weight loss is
papulo- prefix. küçük kabartı anlamı- paradoxical and should always
na önek. raise the suspicion of diabetes.
papulosis n. çok sayıda yaygın ka- paramusia n. okuma veya müziği
barcık oluşumu. doğru işitme bozukluğu.
paragnomen 520 parity

paragnomen n. beklenmeyen tepki. parasitism n. asalaklık.


paragoric n. ishali veya ağrıyı gi- parasitic, parasitical adj. parazite
dermeye yardımcı olan afyon türevi. benzer, asalak gibi, emici, emen;
paralalia n. konuşma bozukluğu. asalağın neden olduğu. ör. Medicines
paralgesia n. ağrı duyusu; ağrı verici destroy many parasitic infections.
his; ağrı duyusu anormalitesi. parathymia n. ruhsal yapıda denge-
parallel adj. benzer, koşut, paralel. sizlik gösteren psikolojik rahatsız-
paralyze v. felç yapmak, felce uğrat- lık; paratimi.
mak, kötürüm etmek. parboil v. yarı pişinceye dek kaynat-
paralysis n .pl. paralyses felç, inme, mak.
nuzul. ör. He was unable to walk parch v. ısıtarak kurutmak; hafifçe
because the car accident had kızartmak; ısıtmak, kurutmak veya
caused paralysis of his lower body. susuz bırakmak.
paralytic adj. felçli, inmeli. ör. parched adj. kuru, kurak, susuz.
Paralytic polio affects the patient’s pare v. kabuğunu, dış yüzeyini soy-
ability to walk. mak, kesmek, soyup atmak; parça
paralyze v. kötürüm bırakmak, felç parça kesmek.
etmek. ör. An injury to the spine parenchyma n. bir organın üretken
can paralyze a part of the body. kısmı; bir organın işlev gören dokusu.
paralyzed adj. felç olmuş, nuzul parent n. ana veya baba, veli; kay-
kalmış. nak, temel; neden, sebep.
paramenia n. kadınlarda adet görme parents n. ana ve baba, veliler.
düzensizliği. parentage n. köken; soy; kaynak.
paramount adj. en önemli, en yük- parental adj. anne ve babaya ait.
sek, üstün, yüce. ör. As with all parenthood adj. analık, babalık.
cancers, early diagnosis is the parenteral adj. sindirim kanalı dışın-
paramount prognostic factor. da (vücuda bir madde verilmesini
paranoia n. paranoya, deliliğe uza- belirten terim).
nan sinir hastalığı. paresis n. beyin rahatsızlığına bağlı
paranoiac n. paranoya sayrılığı olan; sayrılık; frengi.
paranoyak. parathypoid fever tifoya benzer fa-
paranoid adj. paranoya sayrısı olan; kat değişik kökenli bir hastalık.
paranoyak. pareunia n. cinsel birleşme.
paraphemia n. konuşma bozukluğu. pareve n. süt veya et içermeyen gıda.
paraphobia n. hafif korku, hafif ür- paridrosis n. terleme bozukluğu.
küntü. paries, parietis n. pl. parietes duvar,
paraplegia n. bacakların veya vücu- vücut boşluğu duvarı.
dun alt kısmının felç olması. parietal adj. bir boşluğun duvarıyla
parasexuality n. sapkın cinsellik, ilgili; somatik.
cinsel ilşikide sapkınlık. parieto- prefix. duvar, karın duvarı
parasite n. asalak, kan emici, tufeyli, anlamlarına önek.
parazit. ör. Amebiasis is a disease parity n. (canlı veya ölü) çocuk do-
caused by a parasite. ğurma.
parlous 521 partake

parlous adj. tehlikeli. most part directed by receptors that


paroniria n. korku verici düşler; ka- recognize antibodies or complement
rabasan. on the surface of bacteria.
paronychia n. tırnak altı dokusu yan- part and parcel of bütünden ayrıla-
gısı. mayacak kadar önemli bölüm.
paropsis n. görme bozukluğu. part with birşeyden vazgeçmek, ba-
parorexia n. kişinin belirli yiyecekle- şından atmak; sahip olmamak.
re ileri derecede düşkün olması; part company with bir ilişkiye son
oburluk. vermek; daha uzun süre birlikte ol-
parosmia n. olmayan kokuları duy- mamak.
ma; koku alma duyusu bozukluğu. part ... part adv. adj. tam olmayan;
parotid adj. kulağın yakınında yer- kısmi; kısmen: The medical exams
leşmiş olan. are part written part practical.
parotid gland n. çenenin üzerinde, part. aeq. abv. L. partes aequales eşit
kulak önünde bulunan geniş tükü- parçalar halinde anlamına kısaltma.
rük bezi. part. vic. abv. L. parters vicibus bö-
parotitis n. tükrük bezi yangısı. lünmüş dozlar halinde anlamına kı-
parous adj. çocuk doğurmayla ilgili, saltma.
doğurgan. parthenogenesis n. döllenmemiş
-parous suffix. çocuk doğurma, gebelik yumurtanın embriyoya gelişimi. ör.
anlamlarına sonek. ör. multiparous. Offspring produced by partheno-
parovarian adj. yumurtalık yanında genesis have no male parent.
bulunan. partial adj. eksik, kısmi, sınırlı, dar;
paroxysm n. ani kasılma/spazm; bir önyargılı, adil olmayan.
semptomun ani atağı veya yinelen- impartial adj. tarafsız.
mesi. partially adv. kısmen.
parricide n. anne veya babayı öldür- impartially adj. tarafsız olarak.
me, anne veya babayı öldüren kişi. participate v. katılmak, ortak olmak.
parry v. sakınmak; kaçınmak. n. sa- participation n. katılım, katılma.
kınma; kaçınma.
particle n. parçacık, küçük parça;
pars n. pl. partes parça; bir organ
proton veya elektron gibi temel bir
veya yapının parçası.
parçacık. ör. Trachoma is transmitted
parsley n. maydanoz.
by direct human contact, by
part n. kısım, parça, bölüm. v. parça-
contaminated perticles (fomites),
lara ayırmak. bölmek; ilişkiyi ko-
and probably by flies.
parmak; ayrı görüşte olmak.
particulate adj. parçacıklarla ilgili,
in good part gücenmeden, alınma-
parçacıklar halinde oluşan.
dan.
on the part of sb birisi tarafından. partition n. parçalara bölünme; böl-
play a part rol almak, etken olmak. me; duvar. v. parçalara bölünmek.
take part rol almak, rol oynamak. partly adv. kısmen, bir dereceye kadar.
for the most part çoğunlukla. ör. partner n. eş, karı veya kocadan biri.
Entry into macrophages is for the partake v. katılmak.
participate 522 passage

participate v. katılmak. pass v. geçmek, aşmak, geçirmek,


particle n. parçacık, tanecik, zerre. vermek.
particular adj. özgü, has, özel; ayrıntı. come to pass olmak, meydana gel-
in particular özellikle. mek.
particularity n. özellik. let sth pass bir hatayı düzeltmeden
particularization n. ayrıntılarını bırakmak.
verme. pass around v. elden ele vermek.
particularize v. birşeyin ayrıntılarını pass away/on v. ölmek.
bir bir vermek. pass for v. ... olarak kabul edilmek.
particulars ayrıntılar. pass for/as sb/sth (hatayla) kabul
particularly adv. özellikle; ayrıntılı edilmiş.
olarak. ör. Bacterial pneumonias pass off meydana gelmek, tamam-
are some of the most common lanmak; kendisini başarılı tanıtmak.
bacterial infections in humans and pass on ölmek; geçmek; başka birine
are particularly important because vermek, birisine iletmek.
they are most frequently cited as the pass out bayılmak, kendinden geç-
immediate cause of death in mek.
hospitilized patients. pass over dikkate almamak, aldır-
in particularly özellikle. mamak; belirtmemek; atlamak.
particulate adj. küçük parçalardan pass sb by/over aldırmamak, aldırış
oluşan. etmemek, dikate almamak, atlamak,
parting n. ayrılma; ayrılış, gidiş. adj. elden vermek; küçümsemek.
ayrılan, giden. pass sth down/on daha gençlere ver-
partner n. ortak; eşlerden biri; karı mek/bırakmak.
veya koca; dansta eşlik edenlerden pass sth up kaçırmak; kullanmamak,
biri; bir oyunda oyunculardan biri. yararlanamamak.
partnership n. ortaklık; ortak çıkar.
pass the time of the day kısa görüş-
paruria n. idrar yapımında görülen
me, konuşma yapmak.
anormallik
pass water çiş yapmak, işemek, idrar
parturient adj. doğumla ilgili.
çıkarmak.
parturifacient n. doğumu başlatan
pass with flying colours v. (bir test-
veya hızlandıran ilaç/madde. adj.
te) çok başarılı olmak.
doğum, doğumu başlatan veya hız-
passable adj. doyurucu fakat çok iyi
landıran.
değil, yalnızca geçerli. (yol veya
parturition n. doğurma; doğum; do-
ğum yapma, çocuk doğurma. nehir) geçilebilir, kullanılabilir, ge-
parulis n. pl. parulides dişeti absesi. çit verebilir; uygun, kabul edilebilir,
paruresis n. baskılanmış idrar yap- tolere edilebilir.
ma, utangaç mesane sendromu. passage n. yol, geçit, geçiş; bir organ
parvule n. çok küçük hap. veya yapının içinden geçen kanal;
parvus adj. küçük. atma, boşaltma; aynı türden canlıla-
paspalism n. bir tür çimen tohumu rın patojen bir mikroorganizmayla
zehirlenmesi. inokülasyonu.
passerby 523 patient

passerby n. yoldan gelip geçen her- patchy adj. parçalı, düzgün olmayan,
hangi bir kişi. düzensiz, yamalı, yama yama, bölük
passageway n. geçit. bölük.
passing adj. geçer; sınavı geçebilir. - patch test duyarlılığı ölçen test.
n. geçiş. pate n. baş; başın üst kısmı.
passion n. tutku; hırs, hiddet; ağrı patella n. pl. patellae diz kapağı.
ısdırap. patellar adj. dizkapağı ile ilgili.
passionate adj. tutkulu; kolay kızan. patency n. açıklık, açıkta olma, görü-
passivate v. etkisizleştirmek. lür olma.
passive adj. edilgen. patent adj. açık, aşikar, belli, belirgin.
passive immunity edilgin bağışıklık. patently adv. açıkca.
password n. parola. patent medicine n. reçete gerekmek-
past adj. olmuş, geçmiş, bitmiş, -den sizin satın alınabilen ilaç.
daha ötede, -in ilerisinde. path n. yol, patika.
in the past geçmişte. path-, pathy- , patho- prefixes. has-
pasta n. pl. pastae macun, hamur. talık, sayrılık; patolojik anlamlarına
paste n. macun, hamur, kola, çiriş. v. önekler. ör. pathogen, pathogenesis.
yapıştırmak. pathema n. sayrılık, hastalık, kötü bir
toothpaste n. diş macunu. durum, kötü koşul.
pasteurization n. gıdaları bakteriler- pathetic adj. duygularla ilgili; acıma,
den arındırmak amacıyla belli bir üzüntü veren.
süre belirli ısıda tutma işlemi; pas- -pathia suffix. sayrılık, rahatsızlık an-
törizasyon. lamına sonek.
pasteurize v. mikroplarını gidermek, pathic adj. hastalıkla ilgili.
pastörize etmek. -pathic 1. belli bir sayrılıktan etki-
pastil, pastille n. pastil, öksürük pas- lenmiş; bu sayrılığa bağlı; bu sayrı-
tili. lıktan kaynaklanan; 2. belli bir şe-
pastime n. hoş zaman; eğlenceli ge- kilde etkilenmiş; belli bir organı (bir
çen zaman. sayrılıkla) tutulmuş anlamlarına
pat v. hafif hafif vurmak; samimiyet sonek.
göstergesi olarak hafifce birisinin pathogens n. hastalık yapabilen
sırtına vurmak, dokunmak, okşa- herşey; patojen.
mak. n. hafif hafif vuruş. pathogenic adj. hastalık yapma gü-
pat oneself on the back v. kendini cünde olan.
kutlamak. pathomania n. cinayet işleme eğili-
patagium n. pl. patagia kanada ben- mi; patomani.
zer bir yapı. pathomimia n. hasta görünme; hasta
patch n. yara bezi, örtü bezi; yama; olmadığı halde öyle görünme.
küçük yer, parça; leke. v. yarayı bezle pathophobia n. ileri derecede hasta-
kapatmak; yamamak. ör. Acanthosis lıktan korkma; patofobi.
nigricans is characterized by gray- pathophresis n. hastalığın bulaşması.
black patches of verrucous patient adj. sabırlı, dayanıklı. n. has-
hyperkeratosis on the skin. ta, muzdarip, sakat, sayrılı.
patience 524 pertoralgia

patience n. sabır. pay off v. başarmak; boşaltmak, işten


impatience n. sabırsızlık. çıkarmak.
particide n. baba öldürme; babasını pay out v. genişlemek; harcamak.
öldüren kişi. pay sb/sth back (borcunu) ödemek;
patter v. bir yüzeye sürekli vurmak; ödeyip kapatmak.
hızlı ve sürekli vurma sesi çıkar- pay sb/sth off ödeyip kapatmak; he-
mak; hızlı ve düzgün konuşmak. n. sabını ödeyip işine son vermek; ba-
düzgün ve hızlı konuşma; bir yüze- şarılı olmak; birisine (yanlış bir iş
ye hızlı ve sürekli vurarak çıkarılan için) sus payı vermek.
ses. pay sb/sth out hizmet veya mala kar-
pattern n. bir özelliğin kalıtsal olarak şılık olarak yüksek miktarda para
alınma yolu; örnek, ön tip, model, ödemek; yavaş yavaş yükseğe kal-
kalıp. ör. Geneticists study the dırmak.
patterns by which characteristics pay sth over resmi ödemede bulun-
are passed from parents to mak.
offspring. = Genetik uzmanları pay up borcunu geç ödemek, isteme-
özelliklerin annebabadan yavrulara yerek ödemek.
geçtiği örnekleri araştırırlar. peace n. barış; sakinlik.
patulous adj. açık, geniş, açılmış; peaceful adj. sakin; dingin.
yaygın. peacefully adv. dinginlikle; sakin sakin.
paucity n. azlık, kıtlık, yetmezlik. peacefullness n. dinginlik, sakinlik.
paunch n. işkembe, karın, göbek; pea n. bezelye.
mide. peach n. şeftali.
pauper n. çok yoksul (kişi). peak n. doruk, tepe, zirve, en üst nok-
pause n. durma, geçici duraklama, fa- ta. v. boşa harcamak.
sıla, mola. v. durmak, duraklamak. pearl n. inci; astımda görülen balgam
pave v. (cadde veya geçiti) kaplamak; gibi birçok küçük sert kütlelerden
düzeltmek. biri; kütle.
pavement n. kaldırım. peau d’orange n. deri yüzeyinde içi
paving n. kaplama; kaldırım. şişkin çukurluk. (Ödemli göğüs
pavor n. korku. kanserli doku üzerinde bulunur.) (F.
pay v. ödemek; satın alınan birşeye portakal kabuğu.)
karşılık olarak (para) vermek; olan peccant adj. sağlıksız, sayrılık üre-
borcu ödemek; hesabı kapatmak; ten; hatalı; suçlu, günahkar.
vermek, önermek, sunmak. peccatiphobia n. suç/günah işlemek-
pay attention to v. dikkat etmek, ten duyulan ürkü.
özen göstermek, yoğunlaşmak. pecten n. tarağa benzer uzantıları
pay back v. geri ödemek. olan bir yapı.
pay by cheque çekle ödemek. pectinate adj. tarak dişi gibi, tarağa
pay cash v. nakit ödemek. benzer.
pay for sth v. ceza çekmek; katlan- pectoral adj. göğüsle ilgili.
mak, telafi etmek.. pectoral muscles göğüs kasları.
pay in/into (para) yatırmak. pectoralgia n. göğüs ağrısı.
pectus 525 pellucid

pectus, pectoris n. pl. pectora göğüs. pedodontics n. çocuk diş sağlığı ile
pectus carinarion n. tavuk göğüsü. ilgilenen diş hekimliği dalı; pedo-
peculiar adj. kendine has, kendine donti.
özgü, has; garip, acayip, tuhaf. ör. pedology n. çocuk hastalıklarıyla ilgi-
Differentiation antigens are lenen tıp dalı.
peculiar to the differentiation state peduncle n. sap.
at which cancer cells are arrested. peduncular adj. sapla ilgili.
= Farklılaşma antijenleri kanser pedunculated adj. saplı.
gözelerinin yakalandığı farklılaşma pedunculus n. pl. pedunculi sap,
aşamasına özgüdürler. sapçık.
peculiarity n. özellik. peduphila n. çocuğa duyulan ileri de-
peculiarly adv. kendine özgü olarak, recede düşkünlük.
kendine has şekilde. peel v. kabuğunu soymak, sıyırmak;
ped- , pedi- , pedo- prefixes. çocuk; soyulmak.
ayak, ayaklar anlamlarına önekler. peel off derinin pul pul dökülmesi;
pedal adj. ayakla ilgili. soyulma.
pederasty n. anüs yoluyla cinsel bir- peeling n. pul pul dökülme, soyulma.
leşme, eşcinsel anal ilişki; cinsel peenash n. burun deliklerine böcek
sapıklık; pederasti. larvası istilasından kaynaklanan bu-
pediatric adj. çocuk sayrılıklarıyla run akıntısı.
ilgili. peep v. gözlemek, gözetlemek.
pediatrics n. çocuk sayrılıklarıyla il- peer v. yakından bakmak, dikkatle
gilenen tıp dalı. bakmak. n. emsal, eş, denk, eşit.
pediatrician n. çocuk sayrılıkları peer group n. aynı yaşta olan insan
uzmanı. kümesi, aynı toplumsal kökenden
pediatrist n. çocuk hastalıkları uz- gelen insan topluluğu.
peerless adj. eşsiz.
manı.
peg n. silindir şeklinde uzantı.
pedicle n. sap, sapçık.
pajorism n. karamsarlık, karamsar
pedicular adj. sapla ilgili; bitle ilgili;
eğilim.
bitin neden olduğu.
pelada n. kısmi kellik.
pedicelate adj. saplı, sapçıklı.
pelage n. vücudu kaplayan kıl.
pediculated adj. saplı; bitle ilgili, bi-
pelagism n. deniz tutması.
tin neden olduğu.
pellegra n. B vitamini eksikliği hasta-
pediculus n. pl. pediculi sap, sapçık.
lığı.
pedicure n. ayak bakımı ve sağaltımı. pellet n. tane, topak, çok küçük hap.
pediculosis n. bitle kaplı olma; bit is- pellicle n. ince doku; ince zar, zar; sı-
tilası. vı yüzeyinde oluşan ince tabaka,
pediculosis capititis n. baş biti. film.
pedigree n. soy, nesil, soy ağacı. pellicular, pelliculous adj. ince doku
pedigree chart n. soyağacı tablosu. ile ilgili.
pediophobia n. çocuklardan veya pellucid adj. berrak, geçirgen, say-
oyuncak bebeklerden korkma. dam, ışığı geçiren.
pelma 526 perceptive

pelma n. taban, ayak tabanı. peony n. pl. peonies bot. şakayık.


pelmatic adj. ayak tabanı ile ilgili. people n., pl. insanlar, halk.
pelvi- , pelvio- , pelvo- prefixes. le- common people n. halk.
ğen, kalça kuşağı, pelvis anlamları- peplos n. belirli virionları çevreleyen
na önekler. lipoprotein zar.
pelvis n. pl. pelves leğen (kemiği), pepo n. tenyaların vücuttan atılma-
kalça kuşağı, pelvis. sında kullanılan kabak çekirdeği.
penalty n. ceza. pepper n. biber.
death penalty n. ölüm cezası. pepsic, peptic adj. sindirim kanalı ile
penchant n. eğilim. ilgili.
pendulous adj. ağır ve serbestçe asılı per prep. başına, her; yoluyla, aracı-
olan; sarkan, sallanan, sarkık. ör. lığıyla.
Congenital inversion of nipples per- prefix. tam, tamamen, yoğun
occurs in many women, particularly olarak anlamlarına önek.
those who have large pendulous peracute adj. çok şiddetli.
breasts. per annum, (p.a.), L. yılda, yıllık,
penetrable adj. delinebilir, girilebilir. her yıl.
penetrate v. içine girmek, delip gir- per anum L. anüs yoluyla.
mek, işlemek, içinden geçmek, derin per capita, per head adam başına.
dokulara geçmek. ör. Fertilization per cent, percentum yüzde; yüzde
occurs after a sperm cell penetrates bir; (%).
the egg. per mensem ayda, aylık, her ay.
penetrating adj. delici, keskin. per os L. ağız yoluyla (ilaç, besin
penetration n. geçme, girme, sokma. verme).
ör. Viral infection evokes neutralizing per rectum L. rektum yoluyla, rek-
antibodies that prevent viral tumdan; rektumdan ilaç verme.
attachment, penetration, or uncoating. per saltum aniden, birden.
penetrative adj. delici, delip girebilen. per se yalnız başına, kendi başına,
-penia suffix. eksiklik, yetmezlik an- bizzat kendisi; kendiliğinden.
lamlarına sonek. peracidity n. ileri derecede asidite.
penile adj. penisle ilgili. ör. The perceive v. algılamak, kavramak, far-
veneral infections (e.g., syphilis and kına varmak.
gonorrhea) usually begin with perceivable adj. görülen, görülür,
penile lesions. farkedilir.
penis n. pl. penes, penises erkeklik percentage n. yüzde, oran.
organı, kamış, penis. percept n. farkedilen, algılanan(şey),
pennate adj. tüylü, tüye benzeyen. tam zihinsel görüntü.
pensile adj. asılı, sarkan, sarkık. perceptible adj. hissedilen, farkına
pensive adj. dalgın. varılan, duyulan.
pensively adv. dalgınca. perception n. algı, duygu, algılama,
pensiveness n. dalgınlık. anlama, kavrama.
penta- prefix. beş anlamına önek. perceptive adj. algılanabilir; duyarlı,
pentad adj. beşli, beş bileşenden oluşan farkında.
perceptivity 527 peristalsis

perceptivity n. algılama gücü, kav- pericardium n. pl. pericardia kalbi


rama gücü. saran kese, kalbin dış zarı. ör. In
percuss v. hafif hafif vurma. order to operate on the heart, it is
percussion n. vurma, çarpma, vurma necessary to open the pericardium.
basıncı. pricellular adj. bir gözeyi/hücreyi sa-
percussive adj. vuruş, vurma ile ilgili. ran, çevreleyen.
percutanous adj. deri yoluyla (geçen). peril n. tehlike. v. tehlikeye sokmak.
pedigree n. soyağacı; ailesel geçmiş in peril tehlikede.
tablosu. ör. The pedigree shows a perilous adj. tehlikeli.
prevalence of diabetes in this family. perinephric adj. böbreği kısmen ve-
perdue adj. saklı, gizli. ya tamamen saran.
perennial adj. sürekli, birkaç yıl ya- perinephrium n. pl. perinephria
şayan, uzun ömürlü. böbreği saran konnektif doku ve
perfect adj. tam, mükemmel, kusursuz. yağ.
imperfect adj. eksik, kusurlu. period n. devir, devre, zaman, süre;
perfection n. olgunluk, mükemmel- (kadınlarda)adet kanaması; bir say-
lik, kusursuzluk, yetkinlik. rılığın belli bir aşaması;
imperfection n. eksiklik, kusur. periodic, periodical adj. belirli ara-
perfectly adv. tamamen, mükemmel lıklarla yapılan.
olarak. periodically adv. belirli sürelerle, be-
perflation n. salgılarını atmak veya lirli aralıklarla.
duvarlarını parçalamak amacıyla bir periodicity n. düzenli aralıklarla yi-
bedensel boşluğa vaya kanala hava nelenme eğilimi.
verme. periodontal adj. diş çevresinde. ör.
perforate v. delmek. ör. Invasive Periodontal disease involves the
mole is defined as a mole that tissues surrounding the teeth.
penetrates and may even perforate perioral adj. ağız etrafında bulunan.
the uterine wall. periotic adj. kulak etrafında bulunan.
perforating adj. delen, delici, yarıcı. peripheral adj. ikincil, ilgisiz, kenar,
perforation n. delik, del(in)me, kesik. kenarda, çevreleyen, çevresel, dış
perforce adv. zorla, ister istemez, zo- kenar ile ilgili. ör. The peripheral
runlu. nervous system is made up of
perform v. yapmak, yerine getirmek, cranial and spinal nerves.
uygulamak. perish v. ölmek, can vermek, yok ol-
performance n. yerine getirme, ifa, mak; bozulmak, çürümek.
edim, sunum, uygulama. perishable adj. bozulma, çürüme eği-
perfunctory adj. değişmez, sabit, sü- limi gösteren; bozulmaya, çürüme-
rekli. ye yatkın.
perfuse v. kanlandırmak, serpmek. peristalsis n. sindirim tüpünün dalga-
perfusion n. kanlandırma, serpme. ya benzer kasılma-gevşemesi, ba-
perhaps adv. belki, olası, olabilir. ğırsakların sindirme eylemi. ör.
peri-, para- prefixes. çevre, dış, ya- Peristalsis moves materails along
nında, etrafında anlamlarına önekler. the digestive canal.
peritoneum 528 persistence

peritoneum n. pl. peritonea karın za- per rectum (PR) adv. rektum yoluy-
rı, periton. la, rektumdan.
permanence n. süreklilik, devamlılık, perpendicular adj. dik, dikey, düşey.
değişmezlik. perpetrate v. yapmak, yerine getir-
permanent adj. devamlı, değişmez, mek, işlemek, uygulamak.
sabit, sonsuz, sürekli. perpetration n. yapma, yerine getir-
permanently adv. sürekli olarak. me, işleme.
permeability n. geçirgenlik. ör. The perpetuate v. sürdürmek, devam et-
major characteristics of glomerular tirmek.
filtration are an extraordinary high perpetual adj. sürekli, aralıksız, sa-
permeability to water and small bit, sonsuz.
solutes. perpetually adv. sürekli olarak.
permeable adj. sıvı, gaz, ve ısı gibi perpetuity n. süreklilik.
maddeleri geçiren; geçirgen, geçi- perplex v. zihnini karıştırmak, şa-
rimli, içine geçilebilir. şırtmak.
permeant adj. yarı-geçirgen bir zar- perplexed adj. şaşırmış, şaşkın.
dan geçebilen. perplexing adj. şaşırtıcı.
permeate v. içinden geçmek, sızmak, perplexity n. tereddüt, şaşkınlık.
süzmek, süzülmek; her tarafına ya- per saltum adv. tek atımda, tek dozda,
yılmak, her tarafını kaplamak, sin- tek içimde, birkaç aşamada olmayan.
mek. persecute v. eziyet etmek.
permeation n. içine geçme, sızma, persecution n. eziyet, kötüye kul-
süzme, süzülme. lanma, zulüm.
permissible adj. izin verilebilir. perseverance n. ısrar, kararlılık, sü-
permission n. izin, müsaade; ruhsat. reklilik.
permissive adj. izin verici. perseveration n. anlamsız bir sözü
permit v. izin vermek, olanak sağla- sürekli yineleme.
mak, uygun görmek. persevere v. devam etmek, direnmek,
permute v. yer değiştirmek. ısrar etmek, sebat etmek.
permutation n. yer değiştirme; deği- persist v. ısrar etmek, inat etmek, de-
şiklik. vam etmek.
pernicious adj. yıkıcı, zararlı, tehli- persistence n. ısrar, inat, kararlılık,
keli, şiddetli, uygun sağaltım ol- süreklilik.
mazsa öldürücü. persistent adj. inatçı, sürekli, ısrarlı.
pero- prefix. bozuk anlamına önek. ör. A sinus tract may remain as
perone n. baldır kemiği, fibula. persistent as vestigial remnant of
peropus n. bir veya iki bacağı da do- the tubular development of the
ğuştan bozuk olan kişi. thyroid gland. // It has become
peroral adj. ağız yoluyla, ağızdan possible, by monitoring the
(ilaç vermeyi bildirir). circulating levels of human chorionic
per os (PO) adv. ağız yoluyla, ağız- gonadotropin, to determine the
dan (ilaç vermeyi bildirir). early development of persistent
peroseus adj. kemik içinden. trophoblastic disease.
persistently 529 pestle

persistently adv. inatçı bir şekilde, pervasive adj. yaygın; yayılmacı, is-
inatla, ısrarla. tilacı.
person n, pl. people kişi, birey, zat. perverse adj. aksi, asi, başkaldıran,
in person kişisel olarak, bizzat. inatçı; ters; sapkın; sapık.
personal adj. kişisel. perversion n. bozma, yoldan çıkar-
personality n. kişilik, varlık, benlik, ma; sapık, cinsel sapık; sapıklık.
durum. pervert v. bozmak, baştan çıkartmak;
perspective n. bakış açısı, eğilim, gö- saptırmak.
rünüm, oran. perverted adj. bozuk, sapık, normal
perspicacious adj. anlayışlı, anlayan. olmayan.
perspicuous adj. açık, aşikar, belirgin. pervias naturales adv. normal geçiş-
perspicuity n. açıklık, belirginlik. ten, normal yoldan.
perspire v. terlemek. pervious adj. geçirgen.
perspiration n. nem, ıslaklık; terle- pervigilium L. uykusuzluk.
me, ter. pes, pedis n. pl. pedes ayak; ayağa
persuade v. inandırmak, razı etmek, benzer kısım, uzantı.
ikna etmek, kandırmak. pes cavus L. n. yay biçimi gösteren
persuance n. uygulama, yerine ge- ayak.
tirme. pes planus L. n. düztabanlık.
in persuance of -i izleyen, -i yerine pes valgus L. n. dışyana bükük ayak.
getiren, uygulayan. pes varus L. n. içyana bükük ayak.
perstillation n. damıtma. pessary n. uterusu düzeltmek veya
persuasive adj. inandırıcı, ikna edici. bir bozukluğu gidermek amacıyla
persuation n. inandırma, ikna. vajinaya yerleştirilen alet, peser.
persuant to -e göre, -e uygun olarak. pessimism n. kötümserlik, karamsarlık.
persuit v. izleme, peşinden gitme. pessimist n. kötümser, karamsar.
pert adj. cesur, atılgan; utanmaz, şı- pessimistic adj. kötümser, karamsar.
marık. pest n. veba; rahatsızlık veren kişi
veya nesne.
pertain v. ait olmak, ilgili olmak.
pester v. rahatsız etmek; rahatsızlık
pertaining (to) -ile ilgili.
vermek, tedirgin etmek; sorun çı-
pertinance n. uygun.
karmak.
pertinent adj. uygulanabilir, uygun,
pesticide n. böcek öldürücü (kimya-
yerinde.
sal madde).
pertubam adv. tüp yoluyla, tüple.
pestiferous adj. sayrılık/hastalık veya
perturb v. huzurunu bozmak, kaygı-
enfeksiyon taşıyan.
landırmak, rahatsız etmek, endişeye pestilence n. birçok ölüme neden
düşürmek. olan, hızlı yayılan sayrılık; bulaşıcı
perturbation n. endişe, merak. ve öldürücü sayrılık.
pertussis n. boğmaca. pestilent adj. ölüme neden olan;
pervade v. yayılmak, istila etmek; ölümcül; öldürücü; rahatsız edici.
doldurmak, doyurmak, içine girmek. pestle n. çırpıcı, parçalayıcı, kırıcı
pervasion n. yayılma, istila, doyurma. alet.
pestis 530 phase

pestis n. veba. -phage, -phagia, -phago, -phagy


pet n. evcil hayvan; sevgili; nöbet, suffixes. yeme, yutma anlamlarına
öfke nöbeti, küskünlük, kırgınlık. sonekler.
adj. çok sevilen. v. öpüşmek, se- phago- prefix. yeme, yutma anlamla-
vişmek. rına önek.
to be in a pet v. aksilenmek, kız- phagocyte n. başka mini canlıları yu-
mak, küsmek. tan göze/hücre. ör. White blood
-petal suffix. arama, tarama anlamına cells are phagocytes that engulf
sonek. becterial cells.
petechia n. pl. petechiae deride çok phalanx, phalangis n. pl. phalanges
küçük kan toplanmış noktalar. el veya ayak kemiği.
petiolate, petiolated adj. saplı, sapı phall- , phalli- , phallo- prefixes. er-
bulunan. kek üreme organı, kamış, penis an-
petiolus adj. saplı. lamlarına önekler.
petious adj. acınacak, acıklı, yürekler phallic adj. penisle ilgili.
acısı. phalloncus n. penis şişliği, penis tü-
petrel n. fırtına kuşu; martı. mörü.
petrification n. taş haline gelme, taş- phallus n. pl. phalli erkek üreme or-
laşma. ganı, penis, kamış.
petrify v. taş haline gelmek, taşlaş- phanero- prefix. açık, aşikar, görülür,
mak, korkutmak. görünürde anlamlarına önek.
petro- prefix. taş, taşa benzer sertlik phantasm n. hayalet; vehim.
anlamlarına önek phantasy n. hayal, fantazi.
petroleum n. petrol, benzin. phantom n. hayalet.
petrous adj. taş sertliğinde, taş gibi pharma- prefix. eczane, eczacılık an-
sert. lamlarına önek.
pettide adj. küçük; az. pharmaco- prefix. ilaç anlamına önek.
petty adj. önemsiz, küçük. pharmaceutics n. eczacılık.
petulance n. aksilik, huysuzluk, ters- pharmacy n. eczane, eczacılık.
lik. pharyngo- , pharyng- prefixes. yu-
petulant adj. aksi, huysuz, ters, ça- tak, farenks anlamına önekler.
buk kızan. pharyngeal adj. yutak ile ilgili.
pex v. bağlamak, sıkıca tutturmak, pharynx, pharyngis n. pl pharynges
tespit etmek, oturtmak, yerleştir- yutak, farenks.
mek, pekiştirmek. pharyngitis n. yutak yangısı, faranjit.
pexis n. maddelerin doku içinde tespit ör. Pharyngitis may occur in the
edilmesi, oturtulması. common cold.
phaco- prefix. lens ile ilgili, lens şek- pharyngoscope n. boğazı incelemede
linde; doğum lekesi anlamlarına kullanılan araç. ör. The doctor used
önek. a pharyngoscope to examine the
phage n. bakteri yeme, bakteri yok patient’s inflamed tonsils.
etme. phase n. aşama, evre.
phen- 531 phthisis

phen- , pheno- prefixes. ortaya çık- phrase n. ifade tarzı, deyiş, söyleyiş.
ma, görünüm; benzenden türeyen phoro- , phor- prefixes. taşıma, kat-
anlamlarına önekler. lanma; taşıyıcı, katlanan; ürkü, kor-
phenomenon n. pl. phenomena be- ku, fobi anlamlarına önekler.
lirti, olay, olgu, hastalıkla ilgili her- phos- ışık, ışık ile ilgili anlamına
hangi bir oluşum. önek.
phenomenon n. olgu, olay. ör. Fever phose n. renk veya ışık algılaması gi-
is a phenomenon associated with bi görsel duyu.
systemic infections. phosph- , phospho- , phosphor- ,
phenomenal adj. olaylarla ilgili, ola- phosphoro- prefixes. fosfor, bir bi-
ğanüstü. leşikte fosfor varlığını belirten
phenotype n. bireyde gözlenebilir önekler.
fizyolojik, morfolojik veya biyolo- phot n. ışık birimi.
jik özellik, fenotip. ör. Phenotypes photic adj. ışıkla ilgili.
such as height or eye color are photo- , phot- prefixes. ışık anlamına
easily observed. önekler. ör. photogenic ışık yayan,
-phil, -phile, -philic, -philia prefixes. ışık veren, fotojenik.
sevgi, düşkünlük anlamlarına so- photoperiod n. bir günde bir orga-
nekler. nizmanın ışığa maruz kaldığı süre.
philosophy n. felsefe. ör. Plants with a long photoperiod
philosophize v. felsefe yapmak, dü- flower during spring and summer.
şünmek. photosensitive adj. ışığa tepki göste-
phlebitis n. damar yangısı. ren. ör. Some chemical reactions
phlebo- , phleb- prefixes. damar an- occur during the day, because they
lamına önekler. are photosensitive.
phlegm n. soğuk algınlığında görü- photosynthesis n. ışık enerjisini kul-
lanarak gıda oluşumu; fotosentez.
len, burun veya boğazdan gelen ko-
ör. Plants carry on photosynthesis
yu akıntı; balgam.
only in the presence of light.
phlegmatic adj. sakin; soğukkanlı.
phototropism n. ışığa yönelme veya
phlegmon n. bağ dokusu yangısı.
ışıktan uzaklaşma. ör. When a
phobia n. ileri derecede korku, ürkü. greenplant grows toward a light
phobic adj. korku, ürkü ile ilgili. source, it exhibits positive
phoenix, phenix n. anka (kuşu). phototropism.
phon n. ses yüksekliği birimi. phrenic adj. akılla ilgili; diyaframla
phon- , phono- prefixes. ses, konuş- ilgili.
ma anlamlarına önekler. phreno-, phren-, phreni-, phrenico-
phonal adj. sesle ilgili. prefixes. diyafram; akıl; diyafram
phonation n. ses çıkarma. sinir anlamlarına önekler.
phone n. telefon. phthisio- prefix. verem anlamına
on the phone telefona sahip; tele- önek.
fonda (konuşuyor). phthisis n. yıpratıcı bir sayrılık, özel-
phoneme n. konuşma sesi. likle akciğer tüberkülozu, verem.
phyco- 532 pick

phyco- prefix. denizyosunu anlamına pian n. deride döküntüye ve eklem-


önek. lerde şişliğe neden olan tropik sayrı-
phylaxis n. enfeksiyona karşı koru- lık, piyan.
ma. pica n. tuhaf şeyleri yeme saplantısı.
phyllo- prefix. yaprak, yaprak şeklin- pick v. toplamak, koparmak, yolmak,
de anlamlarına önek. karıştırmak, didiklemek, seçmek;
phylo- prefix. takım, oymak, boy an- delmek, delik açmak.
lamlarına önek. pick and choose dikkatle ve özenle
phyma n. deri uru/tümörü. seçmek.
phymatoid adj. kansere benzeyen. pick at sth az miktarda ve ilgisizce
physic n. ilaç. v. barsakları hareket yemek.
ettirmek. pick holes in hata bulmak; zayıf nok-
physical adj. fiziksel; doğal; bedensel. taları bulmak.
physical education beden eğitimi. pick on v. alay etmek, hafife almak;
physically adj. fiziksel olarak, beden- azap çektirmek, eziyet etmek.
sel olarak. pick on sb/sth (sürekli ve haksız yere
physician n. doktor, hekim. cezalandırmak, suçlamak v.b., kötü
physicist n. fizikçi. işler için) birisini seçmek.
physics n. fizik. pick one's way/steps dikkatlice yü-
physio-, physi- prefixes. 1. doğal; 2. rümek.
fiziksel; 3. fizyolojik anlamlarına pick out v. almak, kaldırmak, seç-
önekler. ör. physical adj. fiziksel, mek, ayırmak.
fizik muayene. pick quarrels/fights with sb kavga
physiology n. bitki veya hayvan or- etmek, çıkarmak.
ganizmalarının olağan yaşamsal sü- pick sb up düştükten sonra ayağa
reçleriyle ilgilenen bilim dalı, fizyo- kalkmak; arkadaş olmak; tutukla-
loji. mak, yakalamak; iyileştirmek.
physique n. yapısal biçem; bedensel pick sb/sth off dikkatli hedef alarak,
yapı; vücut sıvısı. tek tek vurup öldürmek.
physo- prefix. şişlik, şişme eğilimi pick sb/sth out birkaç şeyin arasından
anlamlarına önek. seçip çıkarmak; birkaç kişinin ara-
phyto- , phyt- prefixes. bitki anlamı- sından görmek; görülmesini rahat-
na önekler. latmak; yavaş yavaş bir müzik ale-
phytoid adj. bitkiye bezeyen, bitki tini çalmak.
özellikleri gösteren. pick sb/sth to pieces (hata bulmak
phytosis n. mantar gibi bitkisel orga- için) birini, birşeyi dikkatle ve ya-
nizmalarla enfeksiyonun neden ol- kından incelemek.
duğu sayrılık süreci. pick sth over en iyisini seçmek,
phytotoxi n. bitki zehiri. ayırmak için dikkatlice incelemek.
pial adj. beyin omurilik ince zarıyla pick sth up bir araya getirmek, der-
ilgili. lemek, toplamak; işitmek; arttırmak,
pia mater n. beyin-omurilik ince zarı. çoğalmak.
pick sth/sb up 533 pistillary

pick sth/sb up birşeyi, birini kaldırıp pimelo- prefix. yağ, yağlı anlamlarına
atmak. önek.
pick up toplamak, almak; iyileşmek, pimple n. küçük abse, fistül; deri üze-
kaldırmak, seçmek; sağlığına ka- rindeki küçük şişlik, sivilce.
vuşmak. pin n. mil, şiş; kemik kırıklarının cer-
pick up the top for v. ödemek. rahi sağaltımında kullanılan metal
picking n. toplama. parça; topluiğne. v. bağlamak, iğne-
pico- n. prefix. küçük, trilyonda bir lemek, iğne ile tutturmak, iliştir-
anlamlarına önek. mek.
picky adj. titiz. pinafore n. çocuk önlüğü.
picture n. tablo; levha. pinch v. iki sert uçla sıkıştırmak, sım-
piece n. parça, tane. sıkı tutmak; kıstırmak; (bir şişliği)
pied adj. çok renkli. indirmek; zayıflatmak. n. sıkıştırma;
piedra n. mantarsal saç hastalığı. kıstırma; indirme; zayıflatma.
pierce v. delmek, içine işlemek, nü- pine n. çam (ağacı).
fuz etmek. pineal adj. epifiz bezi ile ilgili; çam
piesis n. kan basıncı. kozalağına benzeyen.
pig n. domuz; kurşundan yapılmış, pineal body n. kozalağa benser bir
içine radyoaktif materyal içeren yapı.
malzemenin konduğu kap. pineal gland n. epifiz bezi.
pigeon n. güvercin. pineapple n. ananas.
pigment n. hayvan veya bitki dokula- ping-pong n. masa tenisi.
rına renk veren madde. pink adj. pembe.
pilary adj. saçla ilgili. pinkish adj. pembemsi.
pile n. yığın, küme; hemoroidal uzan- pinna n. pl. pinnae dış kulak, kulak
tı, hemeroid, basur memesi. v. yığ- kepçesi; tüy; kanat.
mak, yığılmak, birikmek. pinnal adj. dış kulakla ilgili.
pileous adj. kıllı; kıl, saç ile ilgili. pinpoint v. yerini saptamak, yerini
pill n. ilaç içeren tablet. belirlemek. adj. kesin.
the pill doğum kontrol haplarına pinus n. epifiz bezi.
halk arasında verilen ad. pinworm n. kılkurt.
pillar adj. direksi, sütunumsu. pioneer n. öncü; bir yere ilk yerleşen.
pillow n. yastık. pious adj. dinsel; dinle ilgili.
pillowy adj. yastık gibi, yumuşak. pipe n. boru; pipo.
pilo- prefix. saç anlamına önek. ör. pique n. kırgınlık; incinme; hoşnut-
piloerection n. dik duran saç. suzluk. v. incitmek; kırmak.
piloid adj. saça benzeyen, saç gibi. piss v. idrar çıkarmak, işemek. n. id-
pilosis n. çok saç büyümesi. rar, sidik.
pilula n. pl. pilulae hap, küçük hap. pistil n. dişi üreme organı, dişilik or-
pilular adj. hapla ilgili. ganı, pistil.
pilule n. küçük hap. pistillary adj. pistil ile ilgili, pistile
pillus L. n. pl. pili saç ait.
pit 534 -plasty

pit n. çukur, oyuk, hendek, kuyu; plague n. leke, vücutta görülen leke
deprasyon. v. çukurlaşmak, oyuk- ve izler, plak; veba. v. üzmek, ra-
laşmak. hatsız etmek.
pitch n. ses tonu, ses perdesi; zift. v. plain adj. düz, sade, basit, açık, net.
ses tonunu ayarlamak. in plain words açıkça, açıkçası.
high-pitched adj. yüksek tonda, plain spoken açık sözlü.
yüksek perdede. plainly adv. açıkça, sadelikle.
pitfall n. güçlük, tehlike, tuzak. plaintitive adj. üzgün.
pithy adj. anlamlı, kısa, öz. plan n. plan, proje, taslak; tasarım,
pity n. acıma, merhamet etme. v. niyet. v. planlamak, tasarlamak, dü-
acımak, merhamet etmek. zenlemek.
pitiful adj. merhametli, şefkatli. plane n. düzlem, düz yüzey, düz satıh.
pitiless adj. merhametsiz. planet n. gezegen.
it's a pity (that)... yazık ki, ne ya- planetarium n. gözlemevi, gökevi.
zık ki. plangent adj. titrek ses, iniltili ses;
to take pity on merhamet etmek, yansıyan, hüzün ifade eden.
birine acımak. plano- , plan- , plani- prefixes. düz,
pituita n. koyu burun salgısı. düz yüzey, düzlem; dolaşan, gezen
pivot n. mil, sonda; merkez, odak anlamlarına önekler.
noktası. plant n. bitki, fidan; bir fabrika yada
pixilated adj. kaçık, deli, çılgın. benzeri kurumlarda kullanılan her
placable adj. kolayca yatışan. türlü malzeme, makina ve alet;
placability n. kolaylıkla yatışabilme, makina tesisatı; bir fabrika v.b. ku-
kolaylıkla sakinleşebilme. rum ve ek bölümlerin tamamı; bitki
ekmek; kurmak, yerleştirmek.
placate v. yatıştırmak, sakinleştirmek.
planta n. pl. plantae ayak tabanı.
place n. yer, mahal. v. yerleştirmek,
plantar adj. ayak tabanı ile ilgili.
koymak, düzenlemek.
planum L. n. pl. plana düz, düz yü-
in place of -in yerine.
zey, düzlem.
in the first place ilk sırada, ilk önce. -plasia suffix. oluşum, göze oluşumu
in the next place bundan sonra. anlamlarına sonek.
out of place yersiz, gereksiz, yerin- plasma n. kanın sıvı kısmı, plazma.
de değil. plasma-, plasmat-, plasmato- plasmo-
placebo n. (hastayı) memnun etmek prefixes. oluşumsal, organize; kanın
için verilen etkisiz ilaç. sıvı kısmı anlamlarına önekler.
placenta n. gebelik sırasında uterus plasmalemma n. hücre/göze zarı. ör.
duvarına tutulu olan, bebeği besle- Carbon dioxide diffuses across the
yen yapı; son; plasenta. plasmalemma of erythrocytes from
placid adj. sakin. the blood plasma.
placidity adv. sakinlik. plaster n. yakı.
plafond n. tavan, ayak bileği tavanı. adhesive plaster yakı bezi.
plagio- prefix. eğri, meyilli, dolaylı, -plasty suffix. onarma, onarım anlam-
dolambaçlı anlamlarına önek. larına sonek.
plate 535 playful

plate n. levha, plaka. play on v. çıkar sağlamak, kötüye


platy- prefix. geniş, düz anlamlarına kullanmak.
önek. play on words sözcüklerle oynamak.
platypodia n. düz taban. play on/upon sth kullanmaya çalış-
plausible adj. mantıklı, makul, olası, mak; cesaretlendirmek, özendirmek.
akla yatkın. play one's cards close to one's chest
play n. oyun, piyes. v. oynamak, çal- niyetini gizlemek.
mak. play one's cards right/properly
play (it) safe sorundan kaçmak için kartları iyi kullanmak; koşulları
mümkün olduğunca önlem almak. kendi lehinde kullanmak.
play a part v. rol oynamak, rol almak. play sb along kandırmak.
play about/around eğlenerek zaman play sb in oyunun başında oynamaya
geçirmek. alıştırmak.
play along anlaşıyor / aynı görüşte play sb/sth off birbirine düşürmek.
görünmek. play sth back kaydedilmiş birşeyi
play around with kadınlarla, kızlarla dinlemek / izlemek.
ciddi olmayan ilişkilere girmek, play sth down önemsiz göstermek.
ciddiye almamak, eğlenmek. play out v. bitirmek, tüketmek.
play at sth ciddi olmayan bir şekilde play sth out (bir mücadeleyi, maçı)
yapmak; (çocuklar için) eğlence sonuna kadar sürdürmek.
için yapmak. play the devil with çok zarar vermek.
play-boy n. eğlence düşkünü, uçarı. play the field karşı cinsten birden
play by ear v. plansız yapmak. fazla kişiyle çıkmak.
play down, play sb down sorun/ dert play the fool aptalca, ahmakca dav-
yaratmak; değerini düşürmek, kü- ranmak.
çümsemek. play the game dürüst ve onurlu dav-
play fair dürüst davranmak. ranmak.
play fellow n. oyun arkadaşı. play the market ortaklık hisselerini
play for time zaman kazanmak için alıp satmak.
geciktirmek. play tricks on sb kandırmak, inan-
play hard to get cinsel olarak ilgi dırmak.
çekmek için ilgisiz / kayıtsız gö- play up to sb dikkatini çekmeye ça-
rünmek. lışmak.
play house n. tiyatro; çocuklar için play up, play sth up özel önem ver-
yapılmış oyun kulübesi. mek, vurgulamak; rahatsızlık vermek.
play into one's hands birisinin lehine play up to v. pohpohlamak, yaranmak.
olacak şekilde davranmak; birisine play with oneself cinsel olarak ken-
karşı (diğerine) koz vermek. dini tatmin etmek; mastürbasyon
play it safe v. dikkatli bir plan seçmek. yapmak.
play it by ear duruma göre davran- play with sb/sth ciddiye almamak.
mak, önceden planlı hareket etmek. playboy n. uçarı, varlıklı, eğlenceye
play it cool sakin kalmak, serin kanlı düşkün genç.
davranmak. playful adj. canlı, harketli, neşe dolu.
playground 536 plugging

playground n. oyun sahası. plesio- prefix. yakınlık, benzerlik an-


playgroup n. 3-5 yaşlarındaki çocuk- lamlarına önek.
lar için açılan ana okuluna benzer, pless- , plessi- prefixes. çarpma, vur-
resmi olmayan, okul öncesi eğitim ma anlamlarına önekler.
kurumu. pleur- , pleura- , pleuro- prefixes.
playing card n. oyun kağıdı. kaburga, kosta, yan, plevra anlamla-
playing field n. oyun alanı. rına önekler.
playmate n. oyun arkadaşı. pleura n. pl. pleurae göğüs zarı,
playroom n. oyun odası. plevra, akciğerleri saran ve akciğer
plaything n. oyuncak. boşluğunu döşeyen zar; kaburga,
playtime n. okulda çocukların oyun kosta. ör. Pathologic involvement of
saati. the pleura is, with rare exceptions,
playwright n. oyun yazarı. a secondary complication of some
to play with geçirecek zamanı ol- underlying disease.
mak. pleural adj. akciğerler ve göğüs kafe-
plead v. tartışmak; sormak. si etrafında olan. ör. An incision of
please v. memnun etmek, hoşnut et- the pleural cavity is necessary in
mek, göze girmek. lung surgery.// Pleural effusion is a
displease v. kızdırmak, gücendir- common manifestation of both
mek, canını sıkmak. primary and secondary pleural
pleasure n. zevk, keyif. involvements.
with pleasure seve seve, memnuni- pleurisy n. plevral kavite yangısı. ör.
yetle. Back pain and frequent coughing
pleasent adj. hoş, cana yakın. are symptoms of pleurisy.
plexus n. pl. plexus, plexuses ağ, şe-
unpleasent adj. hoş olmayan, çirkin.
beke.
plebeian n. kaba, bayağı kimse; top-
pliable adj. esnek; kolay etkilenen,
lumun en alt tabakasından gelen ki-
yumuşak.
şi. adj. kaba, bayağı.
pliant adj. esnek; kolay etki altında
-plegia suffix. inme, felç, nuzul an- kalan.
lamlarına sonek. plica n. kıvrım; doku kıvrımı.
plenty n. bolluk, refah, zenginlik. plicate v. dokuyu kıvırmak, katmanlı
plentous adj. bereketli, bol. hale getirmek. adj. kıvrımlı.
plentiful adj. bereketli, bol, yeterin- plough v. (toprağı) sürmek, işlemek.
den çok. pluck v. koparmak, yolmak. n. cesa-
plentifully adv. bereketli, bol bol, be- ret, yüreklilik.
reketli bir şekilde. plug n. tıkaç, tapa, tampon. v. tıka-
plenty of çok sayıda. mak, tıpa vurmak.
pleo- prefix. daha çok, daha fazla an- plugging n. tıkanma, tıkanıklık. ör.
lamlarına önek. Bronchial obstruction caused by
pleonemia n. bir bölgede çok miktar- mucous plugging and P. aeruginosa
da kan birikmesi. infection are characteristic of cystic
pleonexia n. bencillik. fibrosis.
plum 537 point out

plum n. erik. pocket n. cep, torba, kese, hava boş-


plumb, adj & adv. dikey, düşey; di- luğu, çukur, kovuk; içi boş bir alan;
kine, düşey olarak. yarı kapanmış bir kese içinde bi-
plump, adj. dolgun, tıknaz, tombul. rikmiş irin v. kapatmak, baskıla-
plumbic adj. kurşunla ilgili, kurşun mak; bir abse içinde incelmiş duva-
içeren. ra doğru yaklaşmak.
plumbism n. kurşun zehirlenmesi. poculum n. çanak, vantuz, kap.
plumbum n. kurşun. pod- , podo- prefixes. ayak, ayak şek-
plumose adj. tüy gibi, tüy gibi hafif. linde anlamlarına önekler.
plunge v. daldırmak, batırmak, sok- podagra n. şiddetli ayak ağrısı.
mak, saplamak. podalic adj. ayak ile ilgili.
plural adj. birden fazla, çoğul. -poiesis suffix. üretim, üretme anlam-
pluri- prefix. birkaç, çok, daha çok larına önekler.
anlamlarına önek. ör. pluricausal -poietin suffix. uyarıcı etkisi olan bir
iki veya daha çok nedeni olan. madde, göze çoğalması anlamlarına
plus prep. artı işareti, (+); sıfırın üs- sonek.
tünde, fazla; olumlu. poignant adj. delici, acı verici.
ply n. kat. v. kullanmak, sıkıştırmak. poikilo- prefix. düzensiz, çeşitli, çok
-pnea suffix. solunum, soluk alma an- renkli anlamlarına önek.
lamlarına sonek. poikiloblast n. düzenli şekli olmayan
pneo- prefix. solunum, soluk alma çekirdekli kırmızı kan gözesi.
anlamarlına önek. point n. nokta; tepe, doruk, uç; sayı,
pneum-, pneuma-, pneumat-, derece; özellik; küçük uzantı; amaç;
pneumato- hava, gaz, akciğerler, so- bir gösterge üzerinde herhangi bir
lunum, soluk anlamlarına önekler. yer. v. göstermek, işaret etmek, dik-
pneuma n. ruh, nefes, can. kat çekmek; (abse veya çıban) pat-
pneumatology n. soluk alıp verme lamaya/açılmaya hazır olmak.
bilimi. point out v. belirlemek, belirtmek,
pneumonia n. zatürre, akciğer yangısı. göstermek.
pneumo-, pneumon-, pneumono- a point of light tünelin sonundaki
prefixes. akciğerler, hava, gaz, so- çıkış noktası.
lunum, pünümoni, zatürre, akciğer at all points her yönüyle.
yangısı anlamlarına önekler. at the point of az önce, hemen önce.
pneumonia n. akciğer yangısı, zatürre. beside the point asıl konu ile ilgisi
ör. Many forms of pneumonia are yok.
caused by bacterial infection. carrying/gaining one’s point aynı
pneumorrhagia n. akciğer kanaması. noktaya getirmek, anlaştırmak.
ör. Pneumorrhagia is a common come to the point karar verme
symptom of tuberculosis. aşamasına gelmek.
pneusis n. soluk alma, solunum. come/get to the point sözün en
pock n. püskül; kabartı, kabarcık. önemli kısmına gelmek.
point of contact 538 poll

decimal point (.) işareti; ondalık poise n. denge. v. dengelemek, den-


sayı işareti. 3.46=three point four gede tutmak.
six. poison n. ağı, zehir, sağlığa zararlı
I take your point söylediklerinizi madde, yaşamı tehlikleye atam
oldukça haklı buluyorum. madde; kanser, kötü huylu gelişme;
in point of fact gerçekten. bir kimyasal tepkimeyi baskılayan
make a point of özel dikkat gös- madde. v. zehirlemek, öldürmek.
termek; özenli davranmak. poisoning n. zehirle(n)me, bedene
make one’s point birisinin ne de- zehir verme.
mek istediğini anlamak. poisonous adj. zehirli, zehir içeren,
melting point erime (ısı) derecesi. zehir özelliği gösteren.
on the point of doing henüz olmak polar adj. kutupla ilgili, kutupsal;
üzere; -mek üzere, tam başlamak ucaysal; birkaç uzantısı olan; karşıt,
üzereyken. zıt.
to the point konuyla ilgili olarak. polarize v. sinir hücresi zarının dışın-
point of contact anlaşma konusu, an- da pozitif, içinde negatif akım
laşma noktası. üre(t)mek. ör. In the resting stage,
point of no stop dönüşü olmayan the nevre cell membrane is polarized.
nokta. depolarize v. polariteyi tersine
point of view bakış, görüş, bakış açı- döndürmek. ör. During a nevre
sı, görüş noktası. impulse, the cell membrane becomes
point out v. göstermek, işaret etmek. depolarized when the outside
point sth up vurgulamak; acil oldu- carries a negative charge and the
ğunu belirtmek. inside carries a positive charge.
point source n. küçük ışık kaynağı. poke v. sokmak, itmek, dürtmek, do-
point the finger (at) açıkca suçlamak. kunmak; karıştırmak, karışmak,
point the way bir sonucun nasıl alı- müdahele etmek.
nacağını göstermek. polar adj. kutupla ilgili, kutupsal.
point to/towards sb/sth işareti, belir- polarization n. kutuplaşma.
tisi olmak; en güçlü olasılık oldu- pole n. kutup; direk, sırık, kazık; bir
ğuna işaret etmek. organın iki ucundan biri.
point-blank adj. çok yakından; doğ- policy n. hareket tarzı, kural; politika.
rudan ve zorlayıcı olarak. polio abv. poliomyelitis, polyomiyelit,
pointed adj. keskin, delici; amaçlı. çocuk felci.
pointing n. (abse veya çıban) kendi- polioclastic adj. sinir sisteminin gri
liğinden patlamaya hazır olma, do- maddesini yıkıcı.
ğal olarak açılmaya hazır olma. poliomyelitis n. omurilik yangısı. ör.
pointless adj. anlamsız; nedensiz; ya- Paralysis due to the inflammation of
rarsız; sonuç alınamaz. the spinal cord is called poliomyelitis.
that is not the point çok önemli polish n. cila. v. cilalamak, parlatmak.
değil, konuşulanlarla ilgisi yok. polished adj. cilalı.
there is no point ... ... nın anlamı polishing n. parlatma.
yok. poll n. anket, soruşturma; baş.
pollen 539 pool

pollen n. çiçek tozu, polen. polymorphic adj. çok şekilli. ör. A


pollex, pollicis n. pl. pollices baş- molecule that exists in several
parmak, el başparmağı. different structural forms is called
pollinosis n. saman nezlesi. polymorphic.
pollutant n. bulaştırıcı, kirletici. polyp n. burun, barsak veya mesane-
pollute v. bulaştırmak, kirletmek. de görülen ur/tümör, polip.
polluted adj. kirli, kirlenmiş. polyphagia n. aynı anda birden fazla
pollution n. bulaşma, kirlenme, kir- hastalığı olma.
letme, kir, kirlilik, pislik. polyploidy n. iki tam homolog takı-
air pollution hava kirliliği. mından daha fazlasının bulunması,
environmental pollution çevre kir- poliploidi. ör. Polyploidy produces
liliği. many unusual variations in plants.
noise pollution çok gürültü çıkar- polypus n. pl. polypi polip, burun
ma, gürültü kirliliği. veya mesane uru.
polus n. pl. poli kutup. polysaccharide n. ikiden çok şeker
poly- prefix. çok, fazla, olağandan biriminden oluşan molekül. ör.
fazla, polimer anlamlarına önek. Starch and cellulose are
polyandry n. çok kocalılık. polysaccharides, composed of
polyarteritis n. birkaç arterin yangısı. complex carbohydrates.
polydipsia n. ileri derecede susuzluk. polysomy n. belli bir kromozom çifti
ör. Polydipsia is a symptom of için ikiden fazla homolog’un bu-
dehydration. lunması, polisomy. ör. Polysomy of
polygamous adj. kadın ve/veya erke- sex chromosomes produces females
ğin aynı zamanda birden fazla eşi- with three X chromosomes.
nin oluşu, çokeşli. polyuria n. sık işeme, olağandan fazla
polygamy, n. çokeşlilik. idrar üretimi. ör. Glycose in the kidney
filtrate prevents the reabsorption of
polygenic adj. farklı odaklarda birden
water resulting in polyuria.
çok alel tarafından kontrol edilen
pomade n. merhem, pomad.
(bir özellik). ör. Skin color is
pono- prefix. bedensel yorgunluk,
probably an example of polygenic
bitkinlik, olağan üstü çalışma, sızı
inheritence.
anlamlarına önek.
polymorphism n. belli bir odakta iki
ponos n. dalak büyümesi, kanama ve
farklı alelden dada çok alel bulun-
ateşle belirgin çocuk sayrılığı.
ması, polimorfizm. ör. The
pons n. pl. pontes köprü, bir organın
inheritence of the ABO blood group iki parçasını birbirine bağlayan köp-
is an example of polymorphism. rü şeklinde yapı.
polymorphous adj. çok şekilli. ponticulus L. n. köprü.
polyhedral adj. çokgen; çok kenarlı. poof n. homoseksüel.
polymer n. birçok basit birimden pool n. bedenin herhangi bir bölge-
oluşmuş molekül, polimer. ör. A sinde kan veya sıvı birikimi; su bi-
protein is a polymer that is rikintisi, gölcük; kaynak bileşimi. v.
composed of amino acid units. biriktirmek, birleştirmek.
poor 540 postmortem

poor adj. yetersiz, eksik, kötü; fakir, portend v. önceden göstermek.


yoksul, zavallı. portent n. uyarı; belirti.
poorhouse n. düşkünler evi. portentous adj. tehdit edici; zorlayıcı.
poorly adv. kötü, hasta, kötü bir şe- portio n. pl. portiones parça, kısım.
kilde, yetersiz olarak. ör. For portion n. bölüm, hisse, pay, parça,
poorly explained reasons, the kısım. v. parçalara ayırmak.
incidence of hydatidiform mole porto- prefix. kapı, giriş, gözenek an-
varies considerably in different lamlarına önek.
regions of the world. portray v. tanımlamak.
poorness n. eksiklik, yetersizlik, de- porus n. pl. pori giriş, kapı, gözenek.
ğersizlik; yoksulluk. pose n. vücut duruşu, duruş, vücut
poor spirited korkak. pozisyonu. v. poz vermek; … gibi
populace n. halk. davranmak, ileri sürmek. ör.
popular adj. popüler, herkesece sevi- Neoplasms of the bladder pose
len, halk tarafından tutulan; rağbet biologic and clinical challenges.
gören. position n. yer; duruş, durum, konum.
popularity n. genel olarak beğenil- possess v. sahip olmak.
me; herkes tarafından sevilme. possession n. sahip olma; iyelik, sa-
popularize v. popüler hale getirme, hiplik.
herkese sevdirme. possibility n. olması mümkün, olası;
populate v. yerleştirmek, iskan ettir- ihtimal, olabilirlik, olasılık.
mek ör. ör. Mucous cells populate impossibility n. olanaksızlık, im-
the glands of the cardia and antral kansızlık.
regions and secrete mucus and possible adj. olası, olur, mümkün.
pepsinogen II. impossible adj. olası değil, imkansız.
population n. ahali, nüfus, toplum, possibly adv. belki, olası.
vatandaşlar, biryerde ikamet edenler. post n. direk; yer; görev; posta. v.
porcine adj. domuzla ilgili. postaya vermek, göndermek.
pore n. deri yüzeyindeki ter bezleri postage n. posta ücreti.
gözeneklerine benzer gözenekler. post- prefix. izleyen, -den sonra ge-
poro- , por- prefixes. gözenek, kanal, len, arka, geri anlamlarına önek.
açıklık; içinden geçme, arasından posterior adj. arka, geri, arkada, ge-
geçme anlamlarına önekler. ride. ör. In the eye, the retina is
porous adj. gözenekli, gözeneklerle posterior to the lens.
dolu. posterity n. gelecek nesiller; ardıllar.
pork n. domuz eti. postgraduate adj. mezuniyet sonrası.
porridge n. yulaf lapası. p.m, post meridiem L. adv. öğlen ile
porrigo n. halkalı kurt. gece yarısı arasındaki zaman dilimi,
port n. kapı, giriş, giriş yeri, gözenek. öğleden sonra.
porta n. pl. portae kapı, giriş, göze- postmortem adj. ölümden sonra. ör.
nek, giriş yeri. Postmortem examinations are
portable adj. taşınabilir. useful in determining the cause of
portal adj. girişle ilgili. n. kapı; giriş. death.
postnatal 541 pre-

postnatal adj. doğumdan sonra olan. power n. güç, kudret, iktidar, ege-
postoperative adj. ameliyat sonrası, menlik, devlet denetimi.
ameliyatı izleyen. the powers of darkness karanlı-
postpartum adj. doğum sonrası. ğın/şeytanın güçleri.
postpone v. ertelemek, sonraya bı- the powers that be kişi yaşamı
rakmak, geri bırakmak. üzerinde etkisi olan kararları alan
postponement n. geri bırakma, son- bilinmeyen güç; yetkililer.
raya bırakma, geciktirme, erteleme. power behind the throne bir önder
posttustis adv. öksürükten sonra (ge- veya yöneticinin arkasındaki güç.
nellikle belirli sesleri tanımlar). power plant elektrik (güç) santralı.
postulate v. varsaymak, ileri sürmek. power station AmE elektrik güç mer-
postural adj. vücut duruşuyla ilgili. kezi.
posture n. vücut duruşu; duruş, tavır, powerful adj. güçlü, zorlu, keskin,
vaziyet. sert, etkili.
posturing n. vücut, baş, kol ve bacak- powerless adj. güçsüz, etkisiz.
ların konumlandırılması. pox n. deri üzerindeki belirli hastalık-
pot n. saksı, kap, test, çömlek, kava- ların neden olduğu benekler, izler;
noz. frengi.
potable adj. içilebilir, içilir. practical adj. becerikli; pratik; kulla-
potent adj. güçlü, kuvvetli, etkili. ör. nışlı.
Amphetamines are potent central General Practitioner (G.P.) pra-
nervous system stimulants. tisyen hekim.
potency adj. güç, kuvvet, etki. practically adv. pratik olarak, hemen
potential adj. etkili, güçlü, kuvvetli, hemen.
gizil, olası, potansiyel. n. beceri, practice n. bir sayrlığın tanısı ve sa-
güç, yetenek. ğaltımı; alıştırma, kılgı, uygulama,
potion n. sıvı ilaç dozu. pratik.
pouch n. kese, keseye benzer anato- practise v. yapmak, uygulamak, ça-
mik oluşum. ör. Atresia rarely lışmak, alıştırma yapmak.
occurs alone but is usually practitioner n. uygulayan, uygulayıcı.
associated with a fistula concerning unpractical adj. pratik olmayan,
the lower or upper pouch with a kullanışsız.
broncus or the trachea. praise v. övmek. n. övme, tapınma,
pound n. 1. İngiliz para birimi, İngi- yüceltme.
liz lirası. 2. İngiliz ağırlık birimi (= praiseworthy adj. övgüye değer.
0.454 kg). v. dövmek, vurmak, prandial adj. yemekle ilgili.
yumruklamak. prate n. aptalca ve boş konuşma. v.
pounding adj. vurucu karakterde. aptalca ve çok konuşmak.
pour v. akmak, akıtmak, dökmek. pray into v. araştırmak.
poverty n. yokluk. pre- prefix. ön, önde anlamlarına
powder n. toz. önek. ör. preagonal ölümden he-
precarious 542 predominating

men önce. preaurical kulağın preconceive adj. ön yargılı; önceden


önünde. fikri olan.
precarious adj. güvenli olmayan, be- precursor n. haberci, öncü, yol açıcı.
lirsiz, kararsız; tehlikeli. ör. Prothrombin is the procursor of
precaution n. koruma, önlem. thrombin.
precautionary adj. önlemle ilgili, ih- precursory adj. öncül.
tiyati. predecessor n. ata, cet
precautious adj. önlemini almış, ih- predicament n. acilliyet, müşkül du-
tiyatlı. rum, zor durum.
precede v. önünden gitmek, -den ön- predict v. önceden haber vermek,
ce gelmek, önce olmak. ör. Acute tahmin etmek; kehanette bulunmak,
sinusitis is most commonly preceded öngörmek.
by acute or chronic rhinitis. prediction n. önceden haber verme,
preceding adj. önde gelen. kehanet, öngörü, prognoz.
precient adj. ileriyi gören; önceden predictor n. önceden haber veren,
haber verme ile ilgili. kahin.
precious adj. değerli, kıymetli. predictable adj. tahmin edilebilir,
precipitant n. çökelti, tortu. adj. ani, öngörülür.
beklenmeyen. predilection n. eğilim; tercih, seçim,
precipitate v. çöktürmek, çökeltmek; seçme.
aniden başlatmak; hızlandırmak. predispose v. eğilimi olmak, yatkın
precipitating adj. hızlandırıcı. olmak, yatkınlık duymak, önceden
precipitation n. çökelti. hazırlamak, yatkın hale getirmek.
precipitator n. yatıştırıcı; çökeltici, ör. Because of their abnormal
çöktürücü. position, kinking or tortousity of the
precipitous adj. aceleci. ureters may cause some obstruction
précis n. özet. to urinary flow, which predisposes
precise adj. doğru, tam, kesin; çok to bacterial infections.
dikkatli, dakik, titiz. predisposition n. yatkın, eğilimli;
precisely adv. kesin olarak, dikkatle, hastalığa yatkınlık.
tamamen, tam olarak. predisposing adj. hazırlayıcı.
precision n. dikkat; açıklık, doğruluk, predominate v. ağır basmak, egemen
kesinlik, dakiklik; tamlık. olmak, üstün olmak, etki altında
precocious adj. erken gelişmiş. tutmak.
precocity n. zihinsel veya fiziksel bir predominance n. üstünlük.
özelliğin erken veya hızlı gelişimi. predominant adj. egemen, baskın,
precognition n. erken algılama, gele- hakim.
cek olayları erken hissedebilme. predominantly adv. baskın olarak ör.
preclude v. önlemek, engellemek, Parietal cells line predominantly
meydan vermemek. precocious adj. the upper half of gastric glands in
(her zamankinden) daha önce geli- the fundus and body of the stomach.
şen. predominating adj. baskın egemen.
preexist 543 present

preexist v. daha önceden var olmak. premunition n. konakçının parazitle


preface n. önsöz, giriş. enfeksiyona direnç göstermesi.
prefer v. seçmek, tercih etmek, üstün prenatal adj. doğum öncesi.
tutmak. prenatal care gebelik sırasında, do-
preferable adj. tercih edilir, daha iyi. ğum öncesi anne bakımı.
preferably adv. tercihen, seçici olarak. preoccupy v. zihnini meşgul etmek.
preference n. istek, seçim, tercih. preoccupied adj. zihni meşgul, dal-
preferred adj. tercih edilen, yararlı, gın.
seçilmiş. preocupation n. zihnini meşgul etme,
pregnancy n. gebelik, hamilelik. ör. zihinsel dalgınlık.
Liver diseases can become manifest preoperative adj. ameliyat öncesi.
during pregnancy. ör. Preoperative examinations are
pregnant n. gebe, hamile, yüklü. important for good patient care.
pregravidic adj. ön gebelikle ilgili; prep v. deriyi veya bir vücut yüzeyini
gebelik öncesi. temizleyerek ve antiseptik çözelti
prehensile adj. yakalayabilen, tutabi- uygulayarak ameliyata hazırlamak.
len. prepare v. hazırlamak, hazırlanmak;
prehension n. yakalama, tutma; hav- oluşturmak.
rama. prepared adj. hazır.
preictal adj. nöbet, felç, veya inme- be prepared to hazır olmak, göze
den önce meydana gelen. almak.
prejudge v. ön yargı koymak. preparation n. düzenleme, hazırla-
prejudice n. ön yargı, peşin hüküm; ma, hazırlık; ilaç, tertip.
ayrımcılık, ırkçılık. preparturient adj. doğum öncesi dö-
prejudiced adj. ön yargılı. nemle ilgili.
preliminary adj. başlangıç, giriş, ön. preponderence n. üstünlük.
prelum n. güçlü baskı uygulayan bir preposterous adj. akıl almaz.
şey. preschool adj. okul öncesi, anaokulu
premature adj. erken doğan; erken ile ilgili.
meydana gelen; erken büyüyen. prescience n. önceden bilme, ileriyi
prematurily adv. erken olma, erken görme.
doğum. prescribe v. önermek, reçete vermek,
premedication n. ameliyat öncesi sa- ilaç yazmak, ilaç veya başka bir sa-
kinleştirici ilaç verme. ğaltım önermek. ör. The doctor
premise n. varsayım. prescribes medicine.
premolar n. küçük azı dişi. prescription n. ilaç, reçete, önerme,
premonition n. önbilgi; uyarma; ön- sağaltım.
ceden hissetme. present n. hazır, mevcut, var. v. var
premonitory adj. uyarıcı, uyaran. olmak; hazır olmak, göstermek,
premonitory symptoms hastalığı vermek, armağan etmek, sunmak;
uyarıcı belirtiler. tanıtmak; doğrultmak. ör. In young
premorbid adj. bir sayrılıktan önce children, under 2 years of age,
meydana gelen. neuroblastomas generally present
presently 544 prevention

with large abdominal masses, fever, presume v. var saymak. ör. Ovarian
and possibly weight loss. = 2 yaş pregnancy is presumed to result
altındaki genç çocuklarda, nöro- from the rare fertilization and
blastomalar genellikle büyük karın trapping of the ovum within the
yumrusu, ateş, ve olasılıkla kilo follicle just at the time of its
kaybı ile görülür. rupture.
at present şu anda, şimdiki halde, presumption n. varsayım.
şimdilik. presumptive adj. varsayımsal, tah-
at the present time bu zamanda, şu mini.
sırada. pretend v. iddia etmek; yapar gibi
be present hazır bulunmak. görünmek, kalkışmak, gibi gözük-
for the present şimdilik. mek, yalandan yapmak.
presently adv. çok geçmeden, biraz- pretence n. iddia.
dan. pretty adj. hoş, güzel, sevimli.
presence n. hazır bulunma, var olma, a pretty penny oldukça çok.
varlık. ör. Usually, by the time the prevail v. hüküm sürmek yönetmek;
uterine choriocarcinoma is her yerde bulunmak; herkese açık
discovered locally, radiographs of olmak; en güçlü olmak; en güçlü
the chest and bones already konumda bulunmak; baskın çıkmak,
disclose the presence of metastatic yenmek.
lesions. prevailing adj. hüküm süren.
present day günümüzde, bu günkü. prevalence n. yaygın olma, yaygın
present with …ile kendini gösterme. olarak bulunma, yaygınlık. ör. The
presenium n. ileri yaş öncesi. prevalence of gallstones increases
preserve v. korumak; konserve yap- throughout life.
mak. prevalent adj. her yerde bulunan, ka-
preservation n. koruma, saklama.
bul gören, yaygın, hakim, geçerli.
fruit-preserving meyva konserve-
ör. Analgesic nephropathy is more
ciliği.
common in women than in men and
preservative adj. koruyucu.
is perticularly prevalent in individuals
press v. sıkmak, sıkıştırmak, basmak,
with recurrent headaches and
bastırmak.
muscle pain.
pressure n. basınç, baskı, basma,
prevent v. bırakmamak, engel olmek,
sıkma, güçlük, zorluk. v. sıkmak;
önlemek. ör. Good diet helps
baskı altında tutmak.
pressurize v. baskılamak, basınç altı- prevent deficiency diseases.
na koymak. preventable adj. önlenebilir, engel
pressure area bası alanı. olunabilir.
presto adv. çabucak; hızla. prevention engelleme, önleme, önü-
presumable adj. varsayımsal, olası; ne geçme. ör. Tetanus antitoxin is
var sayılabilen. used both in the treatment of
presumably adv. varsayımsal olarak, tetanus and in its prevention. =
her halde. Tetanoz antitoksini tetanozun hem
preventive 545 prisoner

sağaltımında hem de önlenmesinde to small-duct biliary fibrosis and


kullanılır. cirrhosis.
preventive adj. önleyici, engelleyici, primarily adv. asıl olarak, esas ola-
koruyucu. rak, temel olarak, başlıca. ör.
preventive medicine hastalıklardan Hereditary nephritis refers to a
korunmayı inceleyen tıp dalı; önle- group of heterogenous hereditary-
yici tıp. famlial renal diseases associated
previous adj. önce, önceki, evvelki. primarily with glomerular injury.
previously adv. önce, eskiden, evvel- prime adj. başlıca, esaslı; birinci.
ce. ör. Gestational choriocarcinoma in prime condition en uygun ko-
is an epithelial malignant neoplasm şulda.
of trophoblastic cells derived from of prime importance en önemli.
any form of previously normal or primed adj. uyarılmış, bir etkinliğe
abnormal pregnancy. hazırlanmış. ör. Thirty molecules of
previous to -den önce. ATP are synthesized when a primed
prey to v. avlamak, yakalayıp yemek; glucose molecule is oxidized.
-ın kurbanı olmak, -e tutulmak. ör. primigravida n. ilk kez gebe kalan
Each stage of deveopment of the kadın.
infant and child is prey to somewhat priming n. uyarma, bir etkinliğe ha-
different group of disorders. = zırlama. ör. The priming of glucose-
Yenidoğanın ve çocuğun her gelişim 6-phosphate enables it to be utilized
aşaması belli ölçüde farklı bozukluk in the release of energy.
grubuna tutulur. primipara n. bir doğum yapmış olan
priapism n. cinsel istek olmadan pe- kadın.
nisin sürekli dik pozisyonda kalma princeps n. pl. principes temel; en
durumu. önemli arterler.
price n. fiat, paha, değer. principal adj. başlıca, bellibaşlı, en
cost-price maliyet fiatı. önemli, temel.
priceless adj. paha biçilmez, çok principally adv. başlıca, çoğunlukla.
kıymetli. principle adj. ilke, kural.
prick v. sokmak, batırmak, delmek, prion n. bilinen en küçük canlı,
iğnelemek. n. yara, iğne veya diken piriyon.
batması; ani, keskin hafif ağrı. prior (to) adj. -den önce; önce mey-
prickle v. iğnelemek. dana gelen. ör. Natural killer cells
primacy n. üstünlük, öncelik. are lymphocytes that are capable of
primal adj. birinci; temel; asıl. destroying tumor cells without prior
primary adj. asıl, ana, baş, birincil, sensitization.
esaslı, başlıca, belli başlı, temel, en priority n. evvellik, öncelik.
önemli; büyüme veya gelişmenin prisma n. pl. prismata prizma, priz-
ilk aşamasıyla ilgili; ilkel. ör. maya benzer bir yapı.
Primary biliary cirrhosis is the prison n. hapishane.
prototype of all conditions leading prisoner n. mahpus, mahkum, tutuklu.
private 546 product

private adj. özel. processor n. işleyici, dönüştürücü;


privilege n. ayrıcalık, öncelik hakkı. bir enerji formunu başka bir enerji
priveleged adj. ayrıcalıklı. formuna, bir materyali başka bir
prize n. ödül, özence. materyal formuna dönüştürücü.
pro proline, prolyl simgesi. processus L. n. pl. processus uzantı,
pro- prefix. önce, öncesi, önceden, çıkıntı.
öncülü anlamlarına önek. proclaim v. bildirmek, duyurmak,
pro, pl. pros, n. lehte sebep. adv. leh- ilan etmek.
te; lehinde; taraftar. proclamation n. bildirme, duyuru
pro tempore L. geçici olarak. ilan.
proal adj. ileri hareketle ilgili. proclivity n. eğilim.
probable adj. olabilir, olası. procrastinate v. geciktirmek, ertele-
improbable adj. olası değil, olasılı- mek.
ğı olmayan. procreate v. üretmek, doğurmak.
probability n. olasılık. procreation n. doğurma, yavru ver-
probably adv. belki, olası. me. ör. The organs of procreation
probang n. özefagustan yabancı bir in the female include ovaries,
cismi çıkarmada kullanılan ince, uterus, oviducts, and vagina.
bükülebilir çubuk, proban. procto-, proct- prefixes. anüs, rektum,
probe n. yara sondası, yara mili; araş- makat, büzük anlamlarına önekler.
tırma, inceleme. v. incelemek, yok- procumbent adj. yüzükoyun yere
uzanmış; yüzükoyun yatmış.
lamak, (yarayı) deşmek, sonda
procure v. edinmek, elde etmek, ka-
koymak.
zanmak, sağlamak, üretmek.
probity n. dürüstlük.
procurable adj. bulunabilen, bulu-
problem n. sorun, dert, mesele.
nur, elde edilir.
problematic, problematical adj.
procuration n. elde etme, sağlama,
şüpheli, sorunlu.
üretim.
procedure n. yöntem; usul, tarz; gi-
procurvation n. ileri doğru eğilme.
diş. ör. The clinical diagnosis of prodrome n. bir sayrılığın erken be-
esophagel disorders often requires lirtisi.
specialized procedures, such as prodromus n. pl. prodromi erken
esophagoscopy, radiographic barium belirti.
studies, and manometry. produce v. yapmak, meydana çıkar-
proceed v. yürümek, devam etmek, mak, üretmek, yetiştirmek; neden
ilerlemek. olmak, oluşturmak. n. ürün, verim.
proceeding n. gidiş; hareket tarzı. reproduce v. üretmek, yeniden
process n. ilerleme, işlem, usul, tarz, yapmak.
yöntem, süreç; uzantı, çıkıntı. v. producer n. üretici, üreten, yetiştirici.
özel yöntemle hazırlamak; özel iş- product n. hasılat, mal, ürün, sonuç.
lemden geçirmek, işlemek. ör. Uric acid is the end product of
processed adj. işlenmiş, hazır. purine metabolism.
production 547 projecting

production n. üretim, ürün, üretme, progeny n. yavru, çocuk, döl. ör.


yapıt. Progeny inherit many characteris-
reproduction n. üretme, yeniden tics from their parents.
yapma; kopye, suret. progeria n. erken yaşlanmaya neden
productive adj. üretken, verimli. olan durum.
nonproductive adj. balgamsız; ve- proglossis n. dilin uç kısmı.
rimsiz, üretken olmayan. prognosis n. pragnoz, tanı; beklenti,
productivity n. verimlilik, üretkenlik. umma. ör. The clinical course and
profess v. iddia etmek; açıkca du- prognosis of epidermoid carcinoma
yurmak. depend on the grade of the
profession n. iş, meslek. neoplasm.
professsional adj. meslekle ilgili, prograde adv. olağan akışında.
mesleki. progress v. ilerlemek, gelişmek, dü-
proffer v. önermek. zelmek, iyileşmek. n. ilerleme, dü-
proficiency n. ustalık, yeterlik, beceri. zelme, iyileşme, gelişme. ör. In the
proficient adj. yeterliği olan, yeterli, absence of treatment, most but not
yeterlikli. all patients with HIV progress to
proficiently adv. ustaca, ustalıkla, ye- AIDS after a chronic phase lasting
terlikle. from 7 to 10 years. = Tedavi yoklu-
profile n. yan görünüm, yandan gö- ğunda, hepsi değil fakat çoğu HIV
rünüş. enfeksiyonlu hasta 7-10 yıl süren
profit v. yararlanmak, kâr getirmek. kronik evreden sonra AIDS’e dönüşür.
n. kazanç, kâr, yarar, yararlılık, çıkar. progression n. çoğalma, gelişme,
profitable adj. yararlı, kârlı. ilerleme.
unprofitable adj. yararsız, verim- progressive adj. ilerleyici. ör. an
siz, kârsız. attack of acute cholecystitis begins
profitably adv. kârlı şekilde, verimli with progressive right upper quadrant
bir şekilde. or epigastric pain, frequently
profound adj. derin, yoğun. associated with mild fever, anorexia,
profoundly adv. son derece derin. tachycardia, diaphoresis, and nausea
profoundity n. derinlik. and vomiting.
profunda adj. derin, derinde bulunan, prohibit v. yasaklamak; önlemek.
dokunun en dibinde olan. prohibition n. yasaklama, önleme.
profundus n. derinlik. prohibitive adj. yasaklayıcı, önleyici.
profuse adj. bol, pek çok; yeterinden prohibitory adj. yasaklayıcı.
çok; serbestçe harcayan. proiota n. erken cinsel gelişim.
profusely adv. bolca, serbestce. project v. yansımak, yansıtmak, dışa-
profuseness n. bolluk, çokluk. rı çıkarmak, dışarı çıkmak, dışarı
profusion n. bolluk, çokça bulunma, fırlamak, pırtlamak. ör. The villi are
fazlalık. structures that project into the
progenitor n. saf kan, ata, soy. cavity of the intestines.
progenitive adj. döl ile ilişkili. projecting n. yansıma. adj. çıkıntıları
progeniture n. kuşak, nesil, evlat. olan, çıkıntılı, ileri doğru uzamış.
projection 548 pronounce

projection n. atma, fırlatma; çıkıntı, promonotorium n. pl. promonotoria


uzantı. kabartı, uzantı, çıkıntı.
prolapse n. iç organların bulunması promonotory n. kabartı, uzantı, çı-
gereken durumdan farklı konum- kıntı.
lanması, bir organın konum değiş- promote v. gayrete getirmek, özen-
tirmesi, çökmesi. dirmek, teşvik etmek, desteklemek,
proliferate v. üremek, çoğalmak. ilerletmek, katılmak, önayak olmak;
proliferation n. artma, üreme, ço- - yükseltmek, terfi ettirmek; kolay-
ğalma; doku gelişimi. ör. As the laştırmak; kurmak. ör. Retinoic acid
name implies, the papillomatous promotes differentiation of mucus-
proliferation of squamous epithelium, secreting epithelial tissues. =
instead of producing an exophytic Retinoik asit mukus salgılayan
growth, extends into the mucosa,
epitelial dokuların farklılaşmasını
that is inverted.
kolaylaştırır.
proliferative adj. üreyen, çoğalan, ar-
promoter n. organize etmeye yar-
tan; gelişen. ör. Malignant
proliferative diseases constitute the dımcı kişi; bir katalistin etkinliğini
most important white cell disorders. çoğaltıcı madde.
= Kötü huylu çoğalan hastalıklar en promotion n. özendirme, ilerle(t)me,
önemli beyaz kan syrılıklarını oluş- yüksel(t)me, terfi ettirme; reklam.
turur. ör. Tumor promotion may occur
prolific adj. bol, doğurgan, üretken. after exposure to exogenous agents,
prolix adj. çok uzun; bıktırıcı. such as cigarette smoke or viral
prolong v. uzatmak, sürdürmek. infections that cause tissue damage
prolongable adj. uzatılabilir, sürdü- and reactive hyperplasia.
rülür. prompt adj. işini çabuk yapan, hızlı,
prolongation n. uzatma, geciktirme. çabuk. v. özendirmek, eyleme ge-
prolonged adj. uzamış, uzatılmış, ge- çirmek.
cikmiş. ör. Prolonged obstruction promptly adv. derhal, çabucak,
to the extrahepatic biliary tree tezelden.
results in profound alteration of the promptness n. çabukluk.
liver itself. pronation n. yüz üstü yatma; yüz ve
prominence n. belirme, ortaya çık- karın yere dönük olarak yatma; eli
ma; ayırım, önem; çıkıntı, kabartı, ve ön kolu yere bakacak biçimde
yükselti. döndürme.
prominent adj. asıl, göze batan, be- prone adj. yüzükoyun yatan, (birşeye)
lirgin, önemli, seçkin. eğilimi olan, birşeye yatkın. ör.
prominently adv. göze çarpar bir şe- Certain populations are far more
kilde. prone than others to develop
promiscous adj. karışık, rastgele.
gallstones.
promise v. söz vermek, vaatte bu-
pronounce v. ses çıkarmak; telaffuz
lunmak; n. söz, vaat.
etmek; açıklamak, bildirmek.
promising adj. ümit verici.
pronunced 549 prosaic

pronunced adj. kesin, belirgin, şid- edema involves only a proportion of


detli. villi, and the trophoblastic
proof n. doğrulama, delil, kanıt. adj. proliferetion is focal and slight.
dayanıklı; su geçirmez, dirençli. in proportion oranla.
prootic adv. kulağın önünde. in proportion as ... oranla, nispe-
prop n. dayanak, destek. v. destekle- ten.
mek. inversely proportionate ters oran-
propagate v. üretmek, çoğaltmak, tılı.
(cinsel ilişki ile) döl yapmak, çocuk out of proportion oransız.
yapmak; yaymak, artırmak, bulaş- proportional adj. orantılı, orana gö-
tırmak. ör. The nerve impulse is re, nisbi.
propagated along the nevre fiber. proportionate adj. uygun, ölçülü,
propagation n. üreme, çoğalma. orantılı.
propel v. ileri sürmek, ileri itmek; fır- disproportinate adj. oransız, oran-
latmak, yöneltmek. ör. Food is tısız. ör. A disproportionate amount
propelled along the esophagus by of energy is released when a high-
muscle contractions. energy bond is broken.
propensity n. eğilim, yatkınlık. ör. well proportionated ölçülü, uygun.
Follicular carcinomas have little propose v. önermek, ileri sürmek, or-
propensity for invading lymphatics. taya atmak, sunmak; niyet etmek,
proper adj. has, özel, kendine özgü, planlamak. ör. It has been proposed
kişisel, uygun, doğru, tam, yakışır; that dietary fat intake influences the
asıl. levels of hormones such as
properly adv. uygun bir şekilde. testosterone, which, in turn, affect
property n. özellik; mal, mülk, sahip the growth of prostate.
olunan herşey. ör. Toxicity is a proposal n. öneri, önerge, tavsiye, ta-
relative phenomenon that depends sarı; evlenme teklifi/önerisi.
on the inherent structure and proposition n. öneri, önerme, girişim.
properties of a chemical and on its propound v. ileri sürmek.
dose. propriety n. uygunluk, uygun davranış.
prophet n. kahin. propulsion n. ilerletme, ileriye yö-
prophylactic adj. koruyucu. neltme, ileri yürütme.
prophylaxis n. hastalığı önlemek için propulsive adj. ileriye iten, ileri itici.
alınan önlemler. pro rat. aet. abv. L. pro ratione
propinquity n. yakınlık. aetatis, (hastanın) yaşına göre an-
propitate v. sakinleştirmek, yatıştır- lamına kısaltma.
mak. prorsad adv. önde, öne doğru
propitious adj. elverişli, uygun. pros- prefix. 1. yakın, -e, -e doğru;
proponent n. savunur, savunucu, ta- 2. önde anlamlarına önek. ör.
raftar. prosenchyma.
proportion n. boyut, oran, orantı, öl- pros and cons lehte aleyhte nedenler.
çü. ör. In partial moles, the villous prosaic adj. sıradan, bayağı, yavan.
prosect 550 providential

prosect v. bir kadavrayı veya bir vü- protective adj. koruyucu.


cut parçasını anatomik sunum için protein n. protein.
kesip ayırmak. proteo- , prot- prefixes. protein an-
prosodemic adj. doğrudan insandan lamına önekler.
insana geçen. protistology n. mikro biyoloji.
prosopo- , prosop- prefixes. yüz an- proto-, prot- prefixes. ilk-, tek-; ilk
lamına önekler. ör. prosopalgia el, birincil anlamlarına önekler.
yüzde hissedilen ağrı. prototype birşeyin ilk biçimi, ilk tipi,
prospect n. görünüm, görünüş; olasılık. ilk örnek.
prospective adj. olası, olabilir, gele- protract v. uzatmak.
cekteki. protracted adj. uzamış.
prospectus n. tanıtım duyurusu, reh- protrude v. dışarı çıkmak, dışarı fır-
ber, prospektüs. lamak, pırtlamak, çıkıntı oluşturmak.
prosper v. başarmak; başarılı olmak; ör. Extramedullary plasmacytomas
gelişmek, zenginleşmek. protrude within the nose and
prosperity n. başarı; talih. sinuses as polypoid growths.
prosperous adj. bol, verimli, zengin. protruding adj. pırtlak, çıkıntılı.
prostata n. prostat, er önbeze. protrusion n. çıkıntı, çıkma, çıkarma.
prostate n. prostat, er önbeze, kesta- ör. Mucosal webs are uncommon
necik. ledgelike, semi-circumferential
prostato- , prostat- prefixes. er bezi, protrusions of the mucosa into the
prostat anlamlarına önekler. esophageal lumen.
prostitute n. fahişe. v. fahişelik yap- protrusive adj. dışarı çıkan, çıkıntılı.
mak; para karşılığında (kendini) protuberance n. yumru, şiş, tümsek.
kullanmak/ kullandırmak. protuberant adj. yumru, şişkin.
prosthesis n. pl. prostheses alınmış protuberate v. şişmek; yumrulaş-
veya çıkarılmış bir vücut parçası mak; dışa uzamak.
veya organın yerine yerleştirilen proud adj. gururlu, kibirli, mağrur.
yapay oluşum, takma parça, yapay proudly adv. gururla.
organ; protez. pride n. gurur, kibir.
prothetic adj. yapay bir parçayla ve- prove v. kanıtlamak, göstermek, doğ-
ya organla ilişkili. rulamak; araştırmak, denemek.
prostitution n. fahişelik. proven adj. kanıtlanmış.
prostrate adj. güçsüz, takatsiz. v. bit- proof n. kanıt, deneme.
kinleştirmek. provide v. sağlamak, vermek, araç
prostrated adj. bitkin, halsiz, son de- gereçle donatmak.
rece zayıf. provide for v. tüm gereksinimlerini
prostration n. bitkinlik, güçsüzlük, karşılamak.
halsizlik. be provided with v. ... ile donatılmak.
protean adj. değişen, çok yönlü. provided that, providing that -mek
protect v. korumak, saklamak. koşuluyla, -mek şartıyla, eğer, şayet.
protection n. koruma, korunma. providential adj. talihli.
provision 551 publisher

provision n. erzak, hazırlık, sağlama, psychic adj. akıl, ruh, veya bilinçle
tedarik; önlem; koşul, şart. ilgili.
provisional adj. geçici; geçici olarak psycho- , psych- , psyche- prefixes.
kullanılan. ruh, akıl, bilinç anlamlarına önek.
provisions n. erzak, zahire. ör. psychology ruhbilim. psychosis
provoke v. kızdırmak, tahrik etmek, psikoz, çıldırı.
uyarmak. ptarmic adj. aksırmaya neden olan.
provocation n. uyarma, tahrik etme; ptarmus L. n. aksırma, aksırık.
teşvik etmek, kışkırtmak. pter- , ptero- prefixes. kanat, tüy an-
provocative adj. uyarıcı, kışkırtıcı, lamlarına önekler.
tahrik edici. pterygo- prefix. kanat şeklinde anla-
prowl v. gizli gizli yürümek, sinsi mına önek.
sinsi gezinmek. ptosis n. pl. ptoses çökme, batma,
proximad adj. merkeze doğru. ör. In düşme, sarkma ; bir organın şekli-
the face, the eyes are proximad to nin bozulması, değişmesi, bir orga-
the nose but the ears are distad. nın sarkması.
proximal adj. merkeze yakın olan. ptyal- , ptyalo- prefixes. tükürük, tü-
proximate adj. en yakın, hemen ya- kürük bezi anlamlarına önekler.
nında. ör. Proximate to the foot, the ptyalism n. tükürük salınımıda ileri
ankle acts as a hinge for free derecede artış; fazla tükürük salgı-
movement. lama.
proximity n. yakınlık, yöre, çevre. puberty n. ergenlik.
proximo- , prox- , proxi- prefixes. pubic adj. ergenlik kıllarıyla ilgili.
merkeze yakın anlamına önekler. pubes n. pl. pubes genital bölgedeki
prulent adj. irin oluşturan; irin içeren. kıllı alan.
prune n. kurutulmuş erik. v. kesmek; pubis n. kalça kemiğinin ön kısmı.
yararsız parçaları kesip ayırmak. pubo- prefix. genital bölgedeki kıllı
prurigo n. kabarcıklarla belirgin, şid- alan, kalça kemiğinin ön kısmı ile
detli kaşıntıya neden olan deri sayrı- ilgili anlamlarına önek.
lığı, prurigo. pubescence n. ergenliğe veya cinsel
pruritus n. kaşıntı, tahriş. ör. The olgunluğa ulaşma.
onset of primary biliary cirrhosis is public adj. genel, amme, kamu, her-
insidious, usually presenting with kese ait, özel olmayan.
pruritus. general public halk.
psammous adj. kumlu. in public açık, açıkta, apaçık.
psellism n. kekemelik. make public açıklamak.
pseudo- (psi), pseud- prefixes. yapay, the public services kamu hizmetleri.
yalancı, sahte anlamlarına önekler. publicly adv. açıkça, göz önünde.
ör. pseudocyst yalancı kist. publish v. yayımlamak, duyurmak,
psilosis n. saç dökülmesi. yaymak.
psyche n. akıl, ruh. publication n. yayım, yayımlama.
psychiatry n. ruh hekimliği. publisher n. yayımcı.
pucker 552 pulmotor

pucker v. katlamak, buruşturmak. pull out istasyondan ayrılmak; (ara-


adj. karışık, buruşuk. bayı) kenardan çekmek veya hare-
pud n. çocuk eli; hayvan ön ayağı. ket halindeki başka bir taşıtın önün-
pudency n. utangaçlık. den çekmek, boşaltmak, terketmek.
pudendal, pudic adj. dış cinsiyet or- pull over (araba veya sürücü) kenara
ganlarıyla ilgili. çekilmek, kenara çekmek.
pudendum n. pl. pudenda kadın dış pull round hastalık veya yaralara
cinsiyet organları. karşın yaşamını sürdürmek.
puerile adj. çocuksu, çocukça. pull sb in (olası bir suçluyu) karakola
puerility n. çocukluk. götürmek.
puerilism n. çocuksuluk; çocuk gibi pull sb out zor bir durumdan (çekilip)
davranma. sıyrılmak.
puerpera n. pl. puerperae yeni do- pull sb together duygularını kontrol
ğum yapmış kadın. etmek; kendini tutmak.
puerperal adj. doğum sonrası dö- pull sb/sth down parçalamak, yık-
nemle ilgili. mak, paramparça etmek; zayıflamak
puerperium n. pl. puerperi doğu- (sağlık).
mun sonlanmasından uterusun da- pull sth in çok para kazanmak.
ralmasına kadarki dönem, yaklaşık pull sth off başarmak.
42 gün olarak tanımlanır. pull sth together (uygun düzenle-
puff n. üfleme, üfürük, esinti, (genel- meyle) geliştirmek.
likle dinleme sırasında kalp üzerin- pull through v. iyileşmek, yaşamayı
de duyulur). (hastalığa karşın) sürdürmek; güç-
puffer n. solukla içe alınacak okşijen lüklere karşın başarmak.
vb. veren alet. pull together (ortak bir çaba için)
pugnacious adj. kavgacı, saldırgan. birlikte çalışmak.
pull v. çekmek, asılmak, koparmak. pull up durmak, durdurmak; (yarışta)
n. çekme, çekiş. aynı düzeye gelmek; eleştirmek.
pull ahead daha hızlı davranarak öne to pull to pieces parçalamak, parça
geçmek. parça etmek.
pull apart v. ayırmak, üyelikten çı- pulmo, pulmonis n. pl. pulmones
karmak. akciğer.
pull at yakalamak ve hızla ve sürekli pulmo-, pulmon-, pulmono- prefixes.
çekmek. akciğer anlamına önekler.
pull away harekete geçmek, hareket pulmonary adj. akciğerle ilgili,
etmek. pulmoner. ör. The pulmonary arteries
pull down v. yıkmak. carry oxygen-poor blood from the
pull in çekmek: netleştirmek tutuk- heart to the lungs.
lamak, varmak; içeri girmek; (bir pulmotor n. akciğerlere hava gön-
araç) bir kenara çekip durmak. dermek için kullanılan alet. ör. A
pull off v. başarmak, ulaşmak. pulmotor is used by patients who
pull one’s leg v. alay etmek, rahatsız- are unable to breathe because of
lık vermek. nervous system disorders.
pulp 553 purulence

pulp n. yumuşak, nemli yapışık katı punctum caecum n. kör nokta (retina
madde; öz, lapa, kağıt hamuru; ki- üzerinde).
müs. puncture v. delmek, deşmek. n. de-
pulpa n. hamur, öz, lapa. lik, ponksiyon.
pulpify v. yumuşatmak, hamur haline pungent adj. koklama ve tad alma
getirmek. duyularını çok etkileyen; keskin.
pulpy adj. yumuşak. punish v. cezalandırmak.
pulsate v. nabız gibi atmak, kalp gibi punishment n. ceza.
atmak, zonklamak, atmak. capital punishment idam cezası.
pulsating adj. atan, atıcı, titreşimli. pupil n. pl. pupillae gözbebeği.
pulsation n. vurma, vurum, atma. pupillary adj. göz bebeği ile ilgili.
pulse n. nabız; nabız atması. pupillo- prefix. gözbebekleri anlamı-
pulsion n. dışa doğru itme, şişme. na önek.
pulsus n. atma, vurma, vurum. pure adj. saf, temiz, pak, gerçek, sade.
pultaceous adj. yumuşak, etli, hamur impure adj. karışık, pis.
gibi. purely adj. yalnızca, salt, tamamen.
pulverization n. toz haline getirme. purgation n. müshille bağırsakları
pulverize v. toz haline gelmek, toz boşaltma, temizleme.
haline getirmek. purgative n. kabızlığı giderici ilaç,
pulverulent adj. toz halinde, tozlu. müshil ilaç.
pump n. pompa, tulumba. v. pompa- purge v. temizlemek, boşaltmak. n.
lamak, bir organ içine veya dışına bağırsak boşaltıcı ilaç, müshil.
sıvı veya gaz göndermek. purity n. saflık, paklık.
puna n. yükseklik hastalığı. impurity n. kir, pislik.
punch v. zımbalamak, zımba ile delik purify v. arıtmak, kesinleştirmek, te-
açmak; yumruk vurmak. n. nokta, mizlemek.
zımba. purple n. mor, erguvan renkli.
punch out v. delmek, yenmek. adj erguvan renginde olan.
punch one’s luck v. bir işi çok fazla purpose n. amaç, erek, hedef, niyet.
sürdürmek. purposeful adj. anlamlı, bilerek, ka-
punctuate v. vurgulamak, kuvvetlen- sıtlı.
dirmek, belirginleştirmek; konuşa- with/for the purpose of amacıyla.
nın sözünü kesmek. ör. The clinical on purpose bile bile, isteyerek, kas-
course of ectopic pregnancy is ten, kasıtlı olarak, bilerek.
punctuated by the onset of severe purpura n. domuz humması.
abdominal pain. purse n. kese, para kesesi.
punctum, puncti L. n. pl. puncta pursue v. hedeflemek, izlemek.
keskin bir uzantının ucu veya sonu, pursuit n. araştırma, izleme, kovala-
görünümü çevre dokulardan farklı- ma.
lık gösteren küçük yuvarlak nokta, purulence, purulency n. irin içeren,
nokta. irinli.
purulent 554 put

purulent adj. cerahatli, irinli, irin to put in a different way başka bir
oluşturan. deyişle.
pus n. irin, cerahat. put a stop to son vermek.
pussy adj. irinli, cerahatli. put across/over sb anlatmak, anla-
push v. itmek, sürmek, dürtmek. n. şılmasını sağlamak; açıklamak,
itme, dürtme, itiş. iletmek.
pushy adj. küstah, saldırgan. put an end to son vermek, bitirmek.
at a push gerçekten gerekliyse. put aside v. ayırmak, depo etmek;
if/when it comes to the push acil terketmek.
ve özel gereksinim duyulduğu an. put away v. işlemek, biriktirmek, tü-
push ahead/forward/on yürüyüşü, ketmek.
seyahati v.d. sürdürmek; bir planı put back v. ertelemek; yerine koy-
uygulamayı sürdürmek; acele et- mak.
mek. put by v. tasarruf etmek.
push along ayrılmak; gitmek. put differently başka bir deyişle.
push for sth elde etmeye çalışmak; put down v. susturmak, indirmek;
acil olarak ve zor kullanarak iste- son vermek; önemsizleştirmek; (bir
mek. hayvanı) öldürmek; kaydetmek,
push forward dikkatini çekmeye ça- yazmak; ödemek; yenmek, yıkmak.
lışmak. put foot in mouth v. patavatsız ko-
push in (sırada, kuyrukta) bekleyen nuşmak.
insanların önüne geçmek; kabaca put forth v. ortaya koymak, üretmek.
müdahale etmek. put forward v. ileri sürmek. önermek.
push off ayrılmak, uzaklaşmak, git- put in v. girmek, içine koymak, (ge-
mek. mi) limana girmek.
push sb around kaba ve haksız dav- put in for sth v. başvurmak; resmi
ranmak; boyun eğmeye zorlamak. olarak istekte bulunmak; dilemek.
push sb out atmak, uzaklaştırmak, put off ertelemek, sonraya bırakmak;
başından savmak. cesaretini kırmak.
push sb/sth through başarmasında put on eklemek, katmak; giymek,
destek olmak; benimsenmesini sağ- üzerine koymak; inandırmak.
lamak. put on weight kilo almak.
push sth up düzenli şekilde arttır- put oneself about (cinsel olarak) çok
mak, yükseltmek. etkin olmak.
push up the daisies ölüp gömülmek. put out v. yayınlamak; söndürmek;
pustulant adj. sivilce yapan. incitmek.
pustulation n. sivilce oluşumu. put pressure on v. baskı yapmak,
pustule n. deri üzerinde görülen, içi zorlamak.
irin dolu kabarcık, sivilce, püstül. put sb down (bir kişiye) önemsizliği-
put v. koymak, yerleştirmek, takmak; ni hissettirmek; bir aracı bırakması-
sormak; belirtmek; atmak, bırak- na izin vermek; ödemek; (uçağı) ye-
mak, salmak. re indirmek.
put 555 puzzle

put sb down as ...gibi/olarak düşün- put sth in ricada bulunmak; iddia et-
mek; varsaymak; ...yaptığını kabul mek; bir işi (tasarlayıp) yapmak;
etmek. (kabaca) söze girmek; seçmek.
put sb down for sth adını listeye ge- put sth on giymek, giyinmek; çalış-
çirmek; para vermek. tırmak, (ışığı) yakmak; kilo almak;
put sb on kandırmak. maliyetine eklemek; eklemek; değe-
put sb onto sb/sth bilgi vermek. rini, kıymetini tahmin etmek; riske
put sb out bilinçsiz hale getirmek, atmak(para); ... gibi davranmak;
bayıltmak; AmE (kadın) biriyle cin- (oyun, gösteri, v.d.) programlamak;
sel ilişkiye istekli olmak. put sth out söndürmek; rahatsız et-
put sb up bir işe önermek. mek; zahmetine katlanmak; yayım-
put sb up to sth yanlışa sürüklemek; lamak, basmak, üretmek; (kıyıdan)
kötü yola sevketmek. ayrılmak.
put sb/sth away kaldırmak, yerine put sth up yükseltmek; insanların gö-
koymak; biriktirmek; (çok) yemek; rebileceği yere asmak; miktarını art-
(delileri) hastaneye, tutukevine tırmak; konaklamak; konuk etmek;
koymak; yasal olarak evliliğe son göstermek; satmak; parasal olarak
vermek; boşanmak. desteklemek.
put sb/sth through (telefonda) bağ- put to death öldürmek.
lamak; başarıyla tamamlamak, so- put together v. biraraya getirmek, bi-
nuçlandırmak. riktirmek.
put sb/sth to sb/sth rica etmek; de- put up v. inşa etmek, kurmak; barın-
nemek, sınamak. dırmak; önermek; sağlamak.
put sb/sth together oluşturmak; bir- put up to v. cesaretlendirmek.
leştirmek. put up with katlanmak, tahammül
put sth about yanlış, kötü haber etmek.
yaymak; yön değiştirmek. put upon v. kullanmak, sömürmek.
put sth across to sb inandırmak. put upon sb birisini zor duruma
put sth aside (para) biriktimek; sokmak.
önemsememek. put-down (sözle) incitmek.
put sth at sth tahmin etmek; öngör- put-off özür dilemek.
mek. putrefy v. çürümek, çürütmek.
put sth back ertelemek. putrescence n. çürüme, çürütme.
put sth by biriktirmek, tasarruf et- putrescent adj. çürüten.
mek. putrid adj. kötü kokulu, çürük.
put sth down son vermek; denetim putrify v. çürümek, çürütmek.
altına almak, bastırmak; öldürmek; puzzle v. şaşırtmak, hayrete düşür-
yazarak kayda geçirmek. mek, kafasını karıştırmak. n. şaş-
put sth down to sth birşeye bağla- kınlık, kuşku, hayret, tereddüt; bil-
mak, yormak; birşeyle ilişkili gör- mece; muamma, anlaşılması güç
mek. şey.
pyelo- 556 pyuria

pyelo- , pyel- prefixes. leğen, pelvis pyogenesis n. irin/cerahat oluşumu.


anlamlarına önekler. pyramid n. piramit.
pygal adj. kalçalarla ilgili. pyramidal adj. piramite benzeyen,
pyknemia n. kanın koyulaşması. piramit şeklinde bir anatomik ya-
pykno- , pyk- prefixes. kalın, yoğun, pıyla bağlantılı.
sert anlamlarına önekler. ör. pyramis n. pl. pyramides piramit.
pyknophrasia n. konuşma sertliği. pyretic adj. ateşle ilgili; ateşli.
pylic adj. portal venle ilgili. pyrexia n. yüksek ateş, yüksek vücut
pyloro- , pylor- prefixes. mide kapısı, ateşi.
pilor anamlarına önekler. pyro-, pyreto- prefixes. ısı, ateş an-
pylorus n. pl. pylori midenin lamlarına önekler. ör. pyrogenic
duodenuma açılan kısmı, mide ka- ateş yapan, ateşe neden olan.
pısı, pilor. pyrophobia n. ateşe karşı duyulan
pyo- prefix. irinli, irin, irin birikimi korku.
anlamlarına önek. ör. pyoderma n. pyrosis n. ağızda asit tadı; midede
irinli deri. pyorrhea n. irin akması. yakıcı ağrı; mide yangısı, mide ek-
pyogenic irin yapan. şimesi.
pyocele n. testislerde irin toplanması. pyrotic adj. yakıcı.
pyocolpus n. döl yatağında irin top- pyuria n. idrarda irin bulunması, id-
lanması. rar yolu irinlenmesi.
pyocyst n. vücutta herhangi bir böl-
gede toplanan irin kesesi.
Q,q

Q question, coulomb, quantity, quadripara n. dördüncü çocuğunu


quaternary, glutamine, glutaminyl, doğuran kadın.
pseudouridine, coenzyme, electric quaff v. çok içmek; ileri derecede al-
charge, radiant energy simgesi. kol almak.
Q and A ( Question and Answer ) qualification n. nitelendirme, nite-
soru ve yanıt. lik,yetenek, yeter(li)lik.
Q fever rickettsia grubundan bir bak- qualified adj. etkili, yeterli, yetenekli.
terimsi parazitin neden olduğu, yük- qualify v. nitelemek, nitelendirmek;
sek ateş, akciğerlerde yangı, bulantı yumuşatmak, hafifletmek.
ve kusma ile görülen bir enfeksi- qualitative adj. nitel, niteliksel.
yon. quality n. özellik, nitelik.
q humidity, nem kısaltması. qualm n. endişe, üzüntü
Q, q question, soru. quantify v. ölçmek, miktarını belir-
q.d. abv. L. quaque die, her gün an- lemek.
lamına kısaltma. quantitative adj. nicel, niceliksel.
q.h., quaque hora her saat. quantity n. miktar, nicelik.
q.i.d, quater in die, günde 4 kez. quantum n. pl. quanta radiant enerji
q.s., quantum satis, yeteri kadar. birimi, kuantum; belli bir miktar,
q.t., secretly, gizlice. nicelik.
q.v., quantum vis, istenildiği kadar. quarantine n. bulaşıcı bir hastalığı
q2h her iki saatte bir. olan kişinin izole edilmesi; sağlık
q3h her 3 saatte bir. koruması, karantina.
Q-tip, n. iki ucunda da pamuk olan, quarrel n. kavga, çekişme, sert atış-
kulak temizlemede kullanılan çöp. ma, bozuşma. v. kavga etmek, çe-
quack n. yalancı doktor. adj. taklit, kişmek, atışmak, bozuşmak.
yapay, sahte, yalancı. quarter n. çeyrek, dörtte bir.
quadr- dört, dörtlü- anlamlarına quassation n. ham ilaç malzemesinin
önek. ör. quadragenarian n. kırk işlenmek üzere küçük parçalara ay-
yaşında olan kişi. quadr-angle n. rılması.
dörtgen. quadruple adj. dört kat. v. quaver v. titremek. n. sesin titremesi.
dört katına çıkarmak; dört kat bü- quay n. rıhtım.
yütmek. quadruplet/quad n. dör- queer adj. tuhaf, acaip, garip, ne ol-
düz; aynı anadan, aynı anda doğan duğu belli olmayan, şüpheli; hafif
dört çocuktan her biri. quadruped rahatsız; yarı kaçık; parasal olarak
n. dört ayaklı hayvan. başı dertte. n. eşcinsel. v. planını
quadrant n. çeyrek, dörtte bir; karın bozmak.
kadranı. quell v. yenmek, bastırmak.
quadratus adj. dört kenarlı, kare. quench v. son vermek, bastırmak,
quadri- prefix. dört anlamına önek. söndürmek.
quadriceps n. pl. quadriceps, querulous adj. rahatsızlık veren, sız-
quadricepses dört başlı kas. layıcı, iniltili.
query 558 quietude

query v. sormak; şüphesini veya be- quibble over v. önemsiz ayrıntılarla


lirsizliği belirtmek. n. soru; şüphe. uğraşmak.
quest v. araştırmak. n. araştırma, so- quick adj. fetal eylemleri fark edile-
ruşturma. bilen bir çocuğa gebe; çabuk, hızlı,
quest about v. aramak, araştırmak. anlayışlı, keskin, zeki; (bir fetüs)
question v. soru sormak, sorgulamak, olarak yaşam ve devinim gösteren.
şüphelenmek, kuşkulanmak. n. soru, n. dokunulduğunda ağrı veren du-
sual, sorun; şüphe, kuşku. yarlı bir bölge.
be questioned sorguya çekilmek. the quick n. canlılar.
beyond all question hiç şüphe yok, quick ear n. duyarlı kulak.
şüphesiz. quick eye n. keskin göz.
call in question -den şüphelenmek. quick-sighted adj. keskin görüşlü.
in question dikkate/göz önüne alı- quicksilver n. civa.
nan; hakkında söz edilen; konuşu- quick-tempered adj. çabuk öfkele-
lan. nen.
it’s a question of … ile ilgilidir; ... quick-witted uyanık, çabuk kavra-
sorunudur: We cannot go on a yan.
holiday this summer. It is not a Quick test karaciğer fonksiyonunun
question of money; it is a question yeterliğini saptamada kullanılan kan
of time. testi.
there is no question about olası quicken v. diriltmek, canlandırmak;
değil. uyanmak, uyandırmak; hızlandır-
open to question şüpheli; şüphe gö- mak, çabuklaştırmak,
türür. quickening n. gebeliğin 16-20. ayla-
out of the question olanaksız, söz rında fetal devinimlerin sonucu ola-
konusu olamaz. rak annenin algıladığı yaşam belirti-
put the question sorunu ortaya
leri.
koymak.
quickly adv. acele, çabuk, çabucak.
question mark n. (?) soru işareti.
quicklime n. sönmemiş kireç.
question master n. soru/yanıt oyun-
quickness n. çabukluk.
larında soru soran kişi.
quicksand n. kaygan kum.
questionable adj. kuşkulu, şüpheli,
quick-witted adj. zeki, çabuk kavrar.
su götürür.
quid n. aktif maddelerini çıkarmak
questioning adj. şüphe çeken; bilgi
üzere ağızda çiğnenen tütün v.b.
isteyen.
questionnaire n. anket; bir konuda madde.
genel görüş belirlemek üzere birçok quiescent adj.. aktif olmayan, din-
insana soru sorup yanıt alma, soru lenme halinde, istirahatte; gizil.
listesi. quiet adj. sessiz, sakin. v. sakinleş-
queue n. sıra, bekleyen insan dizisi, mek, sakinleştirmek.
kuyruk. quiet down v. sakinleşmek, sakinleş-
queue up v. sıra oluşturmak, sıraya tirmek, yatıştırmak.
girmek. quietude n. sakinlik, sessizlik.
quin- 559 quot. op. sit.

quin- , quino- prefixes. quinoline ve quiscent adj. devinimsiz, sakin, ses-


quinone içeren madde anlamına siz; belirti göstermeyen; gizil; yete-
önekler. rince gelişmemiş.
quince n. ayva. quit v. ayrılmak, bırakmak, terk et-
quinine n. sıtma sağaltımında kulla- mek; n. özgür, serbest, açık, net.
nılan ilaç, kinin. quite adv. tamamen, tamamiyle; daha
quinque- prefix. beş anlamına önek. çok; belli ölçüde.
quinqufoliate adj. beş yapraklı. quiteness n. dinginlik, sessizlik,
quinquennial adj. beş yılda bir olan. sukünet
quinquenium n. beşyıllık dönem. quiver v. titremek. n. kıpırtı, titreme.
quintan adj. beş günde bir olan. quiz v. bilgisini yoklamak, soru sor-
quinsy n. bademciklerden birisi etra- mak, sınav vermek. n. sınav.
fında abse oluşumu, bademcik ilti- quod adj. kökeni belirsiz.
habı, anjin. quodque (q) L. pronoun &
quint n. beş, beşiz. determiner. her.
quintet, quintette n. beşli, beşli kü- quondam adj. önceki, evvelki; bir
me. zamanlar var olan.
quintic adj. beşinci dereceden. quotation n. alıntı, başka bir kaynak-
quintipara n. beşinci çocuğunu do- tan aktarılan tümce veya parça; ma-
ğuran kadın. liyet belirleme; piyasa, geçer değer.
quintiparous adj. beş çocuk doğuran. quote v. başkasının sözlerini değiş-
ör. Although the patient was tirmeden aktarmak, anmak, tırnak
quintiparous, her sixth child was içine almak; belirtmek; fiyat belir-
stillborn. lemek.
quintuple adj. beş kat, beş misli. v. quoted adj. başvurulan, belirtilen.
beşle çarpmak. quotidian adj. günlük, olağan, her
quintuplet n. beşiz. ör. Quintiplets, zamanki.
as well as other multiple births, are quotient adj. oran, katsayı; bölüm.
more common now due to fertility quot. op. sit. abv. olabildiğince sık,
drugs. mümkün olduğu kadar sık.
R,r

R elecrical resistance, radical, radectomy n. kesip çıkarma.


respiration, respiratory exchange radiability n. yayılma, içine girme,
ratio, roentgen simgesi. nüfuz etme, ışınlarla inceleme.
Ra (Radium) radyum. radiable adj. içine girilebilir, nüfuz
R&D, research and development, edilebilir, yayılabilir.
araştırma ve geliştirme anlamına kı- radiad adv. ön kol kemiğine goğru.
saltma. radial adj. ışın gibi, radyal; merkez-
rabbeting n. kırık kemik uçlarının den yayılan, çıkan; ön kol kemiğine
birbirine geçmesi. ait.
rabbit fever n. enfekte hayvanlara radiance n. parıltı, parlaklık; yayılan,
dokunmakla veya etini yemekle ge- ışın saçan, dağılan.
çen viral hastalık; tularemi. radiant adj. ışık saçan, parıldayan. n.
rabiate n. kuduza yakalanmış kişi. ışığın göze yayıldığı nokta.
rabic adj. kuduzla ilgili. radiate v. ışın saçmak, bir merkezden
rabid adj. azgın, azmış, çılgın, ku- yüm yönlere ışın yaymak, yayıl-
durmuş, takanaklı; kuduzla ilgili; mak; radyasyon çıkarmak.
fanatik; kontrol edilemeyen. radiation n. yayılma, ışınlama; tanı,
rabies n. kuduz. sağaltım ve benzeri amaçlarla ışık,
rabiform adj. kuduza benzeyen. radyo dalgası, UV ışınları, x-ray
race n. koşu, yarış, yarışma; kuşak, veya başka ışın ginderme.
nesil, soy, döl, ırk. v. yarışmak, radical adj. köke ait, kesin, köklü,
koşmak. kökten, esaslı.
rachi- , rachio- prefixes. omurga an- radically adv. kesin olarak, köklü
lamına önekler. olarak.
rachial adj. omurgayla ilgili. radicula n. omur sinir kökü.
rachidial, rachidian adj. omurgayla radicular adj. kökle ilgili, köke ait;
ilgili. sinir kökü ile ilgili.
racial adj. ırkla ilgili, ırka ait. radiculitis n. sinir kökü yangısı.
racialism n. ırkçılık. radiculu- , radicul- prefixes. kök, si-
racialist n. ırkçı. nir kökü anlamlarına önek.
racially adv. ırk bakımından, ırk olarak. radiectomy n. kök çıkarımı, diş kö-
rachis n. pl. rachides, rachises omurga. künün alınması.
rachisschisis n. omurganın arka kıs- radio- prefix. ışın- anlamına önek. ör.
mında doğuştan açıklık olması. radioactive ışın etkin, radyoaktif.
rachitis n. yenidoğan ve bebeklerde radioactivity ışınetkinlik, radyoak-
görülen kemik sayrılığı. tivite. radiobiology ışın-dirimbilim.
rachitic adj. raşitizmle ilgili, raşi- radiolucent ışınsal yarı geçirgen.
tizmden yakınan, raşitizmden acı radiograph n. X-ray filmi.
çeken. radiography n. X-ray filmi çekimi.
rachitism n. kemiklerde yumuşama radix , radicis n. pl. radices kök.
ile belirgin, vitamin D ve kalsiyum raft n. sal.
eksikliği nedeniyle görülen kemik rage v. gürlemek, patlamak, öfkelen-
sayrılığı; raşitizm. mek. n. hiddet, öfke, şiddet.
raid 561 range

raid v. akın etmek, baskın yapmak. ramitis n. sinir kökü yangısı.


rain n. yağmur v. (yağmur) yağmak. ramollissement n. bazı organ ve do-
rain out v. yağmur nedeniyle ertele- kuların ileri derecede yumuşaması.
mek. ramulus n. pl. ramuli küçük dal.
in the rain yağmur altında, yağ- ramus n. pl. rami bir arter, ven veya
murda. sinir dalı; dala benzer parça.
driving rain şiddetli yağmur, sağa- rampant adj. bol, yaygın.
nak. rancid adj. ekşi.
raise v. kaldırmak, yükseltmek, ka- rancidify v. ekşitmek.
bartmak, diriltmek, ileri sürmek, rancidity n. ekşilik.
meydana getirmek; büyümek, ye- rancidity n. ekşime, ekşimiş, kokuş-
tişmek, kurmak, dikmek, toplamak. ma, kokuşmuş.
raised adj. kabarık, kalkık, şiş, ye- random adj. gelişigüzel, planlanma-
tişmiş. mış, rastgele, rastlantısal.
raisin n. kuru üzüm randomize v. gelişigüzel olarak seç-
rake n. tırmık. v. tırmıkla toplamak, mek.
düzeltmek; dikkatlice aramak; ince- randomization n. gelişigüzel dağıt-
lemek. ma; rastgele serpiştirme.
rake sth in para kazanmak; gelir sağ- range n. mesafe, menzil; sıra, dizi,
lamak. silsile; saha, alan, bölge; genişlik;
rake sth out arayarak bulmak. uzaklık. v. dizmek, sıraya koymak;
rake sth up hatırlamak ve hakkında içinden geçmek; yer almak, tarafına
konuşmak; güç bela biraraya getir- geçmek; uzanmak, … alanda bu-
mek, toplamak. lunmak; … ile … arasında değiş-
rake-off n. dürüst olmayan yollardan mek; yönelmek; belli bir bölge için-
para kazanma. de bulunmak veya yetişmek. ör.
rakish adj. vahşi ve sorumsuz, ahlaka
Effects of edema may range from
uygun olmayan bir yaşam süren; sefil.
merely annoying to fatal. = Ödemin
rale n. solunum seslerini dinlerken
etkileri yalnızca rahatsızlık verici
duyulan anormal ses; ral.
olmaktan ölümcüle kadar değişebilir.
rally n. canlanma. v. güç kazanmak,
a wide range of ... çok çeşitli.
toplamak.
at a range of ...uzaklığında.
ram, n. koç.
in a wide range of … aralığında.
ramal, adj. arter, ven veya sinirle il-
in the range of aralığında. ör. The
gili.
ramex, n. yırtık. total body iron content is normally
ramble v. yürümek. in the range of 2 gm in women and
rami n. dal. up to 6 gm in men. = Toplam vücut
ramify v. dallanmak, dallara ayrıl- demir içeriği kadınlarda 2 grm ve
mak, kollara ayrılmak, dallanıp bu- erkeklerde en fazla 6 grm aralığın-
daklanmak. dadır.
ramification n. kollara ayrılma, dal- out of range erim dışı.
lanıp budaklanma within/ in range erim içinde.
ranine 562 rattlesnake

ranine adj. kurbağa ile ilgili; dilin alt centrifugally from the torso to the
yüzeyi ile ilgili. head and extremities.
rank n. aşama, sıra, dizi; bol, çok. v. rasion n. ham ilacın parçalanıp iş-
sıraya koymak, düzene sokmak. lenmesi.
ransid adj. ekşi, ekşimiş. rasp v. eğelemek, rendelemek, törpü-
ransom n. fidye. lemek.
ranula n. tükürük bezinin tıkanması raspatory n. eğe, törpü.
nedeniyle dil altında oluşan şişlik. rat n. fare, sıçan; dönek.
rape v. zorla cinsel ilişkiye girmek, rat bite fever n. enfekte bir hayvanın
tecavüz etmek. n. kötüye kullanma, ısırmasıyla insana geçen bulaşıcı bir
tecavüz. sayrılık, fare ısırığı humması.
raphe n. birleşme çizgisi; dikiş çizgisi. rate n. oran, nispet, hız, fiat, derece,
rapid adj. dakik, hızlı, süratli. miktar. v. sınıflandırmak; hayran
rapidly adv. hızla, hızlı bir şekilde, olmak; hak etmek. ör. The rate of
süratle. ör. Anaplastic carcinomas chemical reactions within a cell is
present as a rapidly enlarging bulky controlled by the cell.
neck mass. at any rate her halde.
rapport n. duygusal ilgi, ilişki; iki at that rate o halde, o hesapla, bu
veya daha çok insan arasındaki bi- gidişle.
linçli uyum, güven, empati ve karşı- birth rate doğum oranı.
lıklı ilişki. first rate birinci derece, birinci sınıf.
rare adj. seyrek, nadir, az bulunur; is- rather adv. oldukça, epeyce, daha
tisna, mükemmel. ör. Tumors of çok.
pancreatic cells are rare in rather than -dan çok, -dense, -dansa.
comparison with tumors of the ör. True renal hypoplasia is extremely
exocrine pancreas. rare; most cases reported probably
rarefaction n. hafiflrme, hafifletme, represent acquired scarring due to
yoğunluğunu azaltma. vascular, infectious, or other
rarefy v. seyreltmek, yoğunluğunu parenchymal diseases rather than
azaltmak. an underlying developmental failure.
rarity n. nadirlik, seyreklik. ratify v. onaylamak, uygun bulmak.
rarely adv. nadiren, seyrek olarak. ratio n. oran, nispet.
rareness n. seyreklik, nadirlik. ration n. bölüm, parça, tayın.
rarest adj. en seyrek, en az görülen. rational adj. mantıklı, mantıksal, uy-
ör. Chndromyxoid fibroma is the gun, elverişli.
rarest of cartilage tumors. rationalism n. akılcılık.
rasceta n. el bileği iç yüzeyinin rationalize v. akla uydurmak.
çarplazlamasına kıvrılması. rations n. pl. erzak, stok, yiyecek;
rash n. deri üzerinde görülen kızartı, belli bir sürede verilen belirli mik-
döküntü, isilik; salgın. ör. The tarda yiyecek ve içecek maddesi.
chickenpox rash occurs approximately rattle n. çıtırtı, takırtı, gürültü, hırıltı;
2 weeks after respiratory infection çıngırak. v. çıtırdamak, takırdamak.
and travels in multiple waves rattlesnake n. çıngıraklı yılan.
ratty 563 reading room

ratty adj. çabuk kızan, huysuz, kızgın. reaction n. karşılık, tepki.


raucous adj. boğuk ses, kısık ses. reactive adj. tepki gösteren, tepkin.
rauwolfia n. kan basıncını düşüren ve ör. Ractive nodules, also called
akıl ve vücut rahatlığı sağlayan ilaç. polyps, sometimes develop on the
ravage n. zarar, ziyan. v. yıkmak, ha- vocal cords, most often in heavy
rap etmek, tahrip etmek. smokers or in individuals who
rave v. saçmalamak, abuk sabuk ko- impose great stain on their vocal
nuşmak, çıldırmak, sapıtmak. cords. = Aynı zamanda polip diye
ravel v. çözmek. n. çözme, çözüm. de adlandırılan tepkin nodüller ba-
ravenous adj. aç, aç gözlü, gözü zen sigara tiryakilerinde veya ses
doymaz, doymaz aç. telleri üzerine büyük baskı uygula-
ravish v. zorla yaklayıp götürmek; yan bireylerde ses telleri üzerinde
tecavüz etmek; yırtmak. gelişir.
raw adj. çiğ, ham, olgunlaşmamış, reactor n. tepkir, tepki verir, reaktör.
pişmemiş; işlemden geçmemiş, ka- read v. okumak; verilen bilgiyi oku-
ba; acemi; soğuk ve nemli. yarak öğrenmek; ... şeklinde okun-
rawness n. hamlık, çiğlik. mak; anlamına gelmek; birbirlerine
raw materials n. ham maddeler. yüksek sesle yazılı bir metni oku-
Raynoud's Disease n. kol ve bacak- mak; göstermek; üniversite veya
ları etkileyen dolaşım rahatsızlığı. yüksek okulda bir konuda çalışmak;
ray n. ışın. v. parlamak, ışın çıkarmak. yorumlamak; bilgisayardan bilgi
rayl n. ses basıncı birimi. almak ve kullanmak. n. okuma.
rayon n. yapay ipek. read between the lines satır aralarını
raze v. kökünden yıkmak. okumak, satır aralarından gizli bir
re- prefix. yeniden, yine, geri, geriye, anlamı çıkarmak.
tekrar; -den uzakta anlamlarına read for sth bir derece almak için ça-
önek. ör. reabsorb v. geri emme. lışmak.
reach v. varmak, ulaşmak, uzanmak, read sth into sth anlam çıkarmak.
yetişmek, erişmek. n. alan, saha, erim. read sth out yüksek sesle okumak.
out of one's reach erişilemeyecek read sth over/through başından so-
yerde, erişilmez. nuna okumak, okuyup bitirmek.
within reach of erişilebilir, erişile- read up bir konuyu ayrıntılarıyla in-
bilecek yerde. celemek; okuyarak bulmak.
beyond one's reach erişilemeyecek readable adj. okumaya değer, okun-
yerde. ması ilginç/eğlendirici.
react to/against v. tepki göstermek, reader n. okuyucu; basımdan önce
yanıtlamak, iş görmek. bir yapıtı okuyan; düzeltmen.
react with/on değişmek; kimyasal bir readership n. bir gazete veya dergi
işleme girmek; tepkimek. okuyucusu.
reactant n. kimyasal bir işlemde yer reading n. okuma. adj. okuma.
alan madde. ör. Glucose and oxygen reading room okuma odası.
are the reactants in the process of take sth as read tartışmasız kabul
glucose oxidation. etmek; önyargı ile benimsemek.
readily 564 recently

readily adv. kolayca, çabukça. ör. If reasonably adv. akla uygun bir şekil-
a disease is associated with a single de, makul.
mutation, we can readily determine unreasonably adv. insafsızca, hak-
whether an individual carries the sız olarak, akla uymaz bir şekilde.
mutant gene. reasoning n. çıkarım, tartışma, yo-
ready adj. hazır, hevesli, istekli; v. rumlama; mantıklı düşünme, neden
hazırlamak. gösterme, yargılama.
get ready hazırlamak, hazırlatmak. reasonless nedensiz, mantıksız.
real adj. gerçek, kesin, sahi, hakiki. reassure v. cesaret vermek, yürek-
realistic adj. gerçekçi. lendirmek, güvence vermek, ikna
reality n. gerçek, hakikat. etmek, tatmin etmek.
realize v. anlamak, kavramak, fark reassurance n. yeniden güven ver-
etmek, gerçekleştirmek. me/sağlama.
really adv. gerçekten. rebase v. takma dişleri söküp yeniden
reanimate v. canlandırmak, diriltmek. eski yerine yerleştirmek.
reanimation n. canlandırma, diriltme. rebate v. indirmek, azaltmak. n. indi-
reap v. ürün almak, sonuç almak, top- rim, azaltma.
lamak. rebirth v. canlandırmak; n. canlanma,
rear n. geri, arka. v. eğitmek, yetiş- yeniden doğma.
tirmek, kurmak, dikmek. rebound v. aksetmek, yansıtmak; bü-
rearrangement n. yeniden konum- zülmek, geri tepmek. n. yansıma,
landırma, yeniden düzenleme. geri tepme, nüks etme.
reason n. açıklama, neden, sebep;
rebreathing n. çıkarılan gaz veya ha-
akıl, us. v. düşünmek, usa vurmak,
vayı yeniden içine çekmek.
akıl yormak, sonuç çıkarmak.
rebuff v. geri çevirmek, reddetmek.
by reason of nedeniyle, -den dolayı.
rebuke v. azarlamak, suçlamak. n.
for some reason or other her ne-
azarlama, suçlama.
dense, her ne hikmetse.
in reason haklı olarak, mantıklı ola- rebut v. boşa çıkarmak, çürütmek,
rak. reddetmek.
stand to reason açık, akla uygun, recall v. hatırlamak, anımsamak; geri
mantıklı, olası. çağırmak. n. geri çağırma; hatırla-
the reason why -in nedeni, -in se- ma; anımsama.
bebi. recede v. uzaklaşmak, geri çekilmek.
with reason mantık sınırları içinde. receipt n. alma, alındı belgesi.
reason with sb daha duyarlı olması receive v. almak, kabul etmek, vücu-
veya ikna etmek için konuşmak ve da ilaç almak.
tartışmak. receiver n. damıtılan ürünü içinde
reasonable adj. akıllıca, akla yatkın/ toplayan kap.
uygun, kabül edilebilir, makul, ye- recent adj. en son, yeni, yakında ol-
rinde. muş, son zamanda olmuş.
unreasonable adj. akla yatkın ol- recently adv. geçenlerde, son zaman-
mayan, nedensiz, insafsız. larda.
receptaculum 565 reconstitute

receptaculum n. pl. receptacula kap; reckon without sb/sth planlamada


depo, havuz; sıvı içeren vücut boş- hesaba katmamak, saymamak.
luğu veya damar. reckoning n. hesaplama.
reception n. alma, alış, kabul. recline v. uzanmak, yatmak; boylu
receptive adj. açık görüşlü, anlayışlı, boyunca yatmak, dayanmak, yas-
kavrayışlı. lanmak.
receptor n. alıcı, alan, alıcı cihaz, re- recline upon v. –e dayanmak, -e gü-
septör. venmek.
recess n. çukur, çentik, küçük boş reclined adj. arkaya dayanmış,
alan. v. geriye gitmek, geri planda uzanmış, yaslanmış.
kalmak. recognition n. tanıma, tanınma, onay-
recession n. gerileme, geri çekilme. lama, kabül. ör. There has been a
recessive adj. çekinik, çekimser, çe- growing recognition of the
kingen, geride kalan. ör. Recessive influence of genetic factors in
genes are only expressed if no do- human disease.
minant gene is present. recognize v. tanımak, kabul etmek,
recessus L. n. pl. recessus küçük boş- onaylamak. ör. Lichen sclerosus is
luk. not recognised as a precancerous
recidivation n. bir rahatsızlığın, sem- condition, but it increases the risk
tomun veya davranışın yinelenmesi. of subsequent carcinoma.
recidivism n. yinelenme eğilimi. recognized adj. tanınmış, kabul
recipe n. reçete, formül. edilmiş, geçerli, saygın, farkedilen.
recipient n. alıcı; herhangi birşeyi recoil v. geri tepmek, geri çekilmek,
alan. büzüşmek. n. geri tepme, geri çe-
reciprocal adj. karşılıklı. kilme, büzüşme.
reciprocate v. karşılıklı davranmak, recollect v. yeniden toplamak.
karşılıklı alıp vermek. recombinant n. farklı anne-babadan
reciprocation n. karşılıklılık. gen alan hücre veya organisma. adj.
reciprocity n. karşılıklı davranma. bu tür bir organizmayla ilgili.
reck v. hesap vermek, dikkat etmek. recombination n. ayrılmış parçaları
reckless adj. kayıtsız, pervasız, çe- yeniden bir araya getirme; yeni gen
kinmeden. kombinasyonu oluşum süreci.
reckon v. hesap etmek, tahmin etmek. recommend v. öğütlemek, salık ver-
reckon in dikkate almak, hesaba mek, tavsiye etmek.
katmak. recommendation n. öneri, tavsiye,
reckon on v. bağlı olmak, -e güvenmek. tasarı.
reckon up v. toplamak. recon n. en küçük birleşme birimi.
reckon with v. dikkat etmek, hesaba reconcile v. uzlaştırmak, barışmak,
katmak, ilgilenmek. barıştırmak, razı etmek.
reckon with sb/sth karşı karşıya gel- recondite adj. anlaşılmaz, derin.
mek; karşı çıkmak; uğraşmak zo- recondition v. onarmak, yenilemek.
runda kalmak; planı içinde varsay- reconstitute v. yeniden oluşturmak,
mak, planları arasına katmak. yeniden kurmak.
reconstitution 566 redden

reconstitution n. bir bütün oluştur- rectitude n. doğruluk, dürüstlük.


mak üzre parçaların yeniden birleş- recto- , rect- prefixes. rektum anla-
tirilmesi, bir maddenin eski haline mına önekler.
dönüşümü. rectumbend adj. uzanan, yatan, bu-
reconstruct v. yeniden kurmak. lunan.
reconstruction n. canlandırma, yeni- rectus L. düz; herhangi bir düz kas.
den kurma. ör. Generally, with recumbent adj. uzanmış, yatmış, yatan.
children and young adults, in whom recuperate v. iyileşmek, sağlığına
most uncomplicated fractures are kavuşmak.
found, practically perfect recuperation n. iyileşme, sağlığına
reconstruction can ba anticipated. kavuşma.
record v. kaydetmek, yazmak. n. ka- recur v. yeniden meydana gelmek,
yıt, sicil. ortaya çıkmak, görülmek, nükset-
recorded adj. kaydedilmiş. mek, yinelemek.
recording n. kaydetme, kayıt. recurrence n. bir hastalığın ortaya
recount v. yeniden saymak, anlat- çıkması; tekrar, yineleme.
mak, aktarmak. recurrent adj. yineleyen, yeniden or-
recover v. iyileşmek, kendine gel- taya çıkan, nükseden. ör. A
mek, atlatmak, düzelmek, ayılmak; furuncle, or boil, is a focal
elde etmek, yeniden ele geçirmek. suppurative inflammation of the
recovered adj. iyileşmiş. skin and subcutaneous tissue, either
recovery n. iyileşme, düzelme, ayıl- solitary or multiple, or recurrent in
ma, kendine gelme.
successive crops.
recrement n. işlevini tamamladıktan
recurve v. aşağıya veya geriye doğru
sonra vücut içinde yeniden emilen
eğilmek; bel vermek.
salgı.
recurvation n. geriye dönme.
recrudescence n. bir sayrılık belirti-
lerinin yeniden ortaya çıkması, yi- red n. kırmızı, al, kızıl. adj. kan renkli.
neleme, nüksetme. spotted red pas rengi.
recrudescent adj. yineleyen, nükse- red blood cell n. kırmızı kan gözesi,
den, yeniden şiddetlenen. eritrosit.
recruit v. düzeltmek, sağlamak, güç- Red Crescent Kızılay.
lendirmek, iyileştirmek. Red Cross Kızıl Haç.
recruit one's health sağlığa kavuş- red head kızıl saçlı.
turmak, sağaltmak. red softening n. beyin veya omurili-
rectal adj. rektumla ilgili. ğin kanama da gösteren yumuşama
rectalgia n. rektal ağrı. hali.
rectectomy n. rektum veya anüsün red-blooded adj. güçlü, dinç; yürekli,
ameliyatla alınması. cesur.
rectify v. düzeltmek, doğrulamak. red-eyed adj. ağlamaktan gözleri kı-
rectification n. doğrulama, düzeltme. zarmış.
rectified adj. düzeltilmiş; saf hale ge- red-out n. yüz kızarması.
tirilmiş. redden v. kızarmak, kırmızılaştırmak.
reddening 567 refract

reddening n. kızarma, kızarıklık. ör. reduplicated adj. kendi üzerine kıvrı-


Trichomonads cause a spotty lan.
reddening and edema of the affected reduplication n. yineleme; iki katına
mucosa, sometimes with small çıkarma; kıvrım.
blisters or papules. reefing n. cerrahi olarak bir dokuyu
reddish adj. kırmızımsı, kızılımtrak. kıvırarak ve dikişle bağlayarak kı-
reddy adj. kırmızımsı, kızılımtrak. saltma.
redolent adj. kötü koku veren, kötü reek v. kötü koku yaymak, kötü koku
kokulu. çıkarmak. n. kötü koku.
redouble v. iki katına çıkarmak, bü- refect v. olağan konuma dönmek.
yük ölçüde arttırmak. refection n. olağan konuma dönme.
redress v. hazırlamak; tedavi etmek, refer v. atfetmek, başvurmak; belirt-
iyileştirmek; düzeltmek, onarmak. mek, söz etmek, ima etmek; gön-
redressment n. bir bozukluğun dü- dermek, yansımak. ör. Owing to
zeltilmesi; bir yaraya iki veya daha their primitive histologic appearance,
çok kez pansuman yapılması. many childhood tumors have been
reduce v. indirmek, azalmak, azalt- collectively referred to as small
mak, küçültmek, düşürmek, zayıf- round blue cell tumors. = İlkel his-
latmak. tolojik görünümlerinden dolayı,
reduced adj. azalmış, indirgenmiş. birçok çocukluk tümörü topluca
ör. Cyanosis is the result of küçğk, yuvarlak, mavi hücre tümörü
excessive reduced hemoglobin in olarak adlandırılmıştır.
the blood. reference n. atıf; başvurma; belirtme,
reducible adj. azaltılabilir, indirge- ima etme; gönderme.
nebilir. in/with reference to hakkında, ilgili.
reductant n. indirgeme sırasında ok- referrable adj. yansıyabilen, bağla-
side olan madde. nabilen.
reduction n. azaltma, indirme, kü- referred adj. yansımış.
çültme, düşürme, sınırlama. ör. The referred pain n. yansımış ağrı; kay-
reduction of chromosome number nağından başka bir yerde de hissedi-
occurs in the first meiotic division. len ağrı.
reduction diet n. yağ miktarının art- refine v. arıtmak, inceltmek.
masını önleyen veya azaltan gıda; refined adj. ince, kibar.
diyet. reflect v. göstermek, yansımak, yan-
redundancy n. çoğunlukla özdeş olan sıtmak.
DNA dizilimi; çokluk, bolluk; fazla reflection n. aksetme, yansıma; dü-
işçiyi işten çıkarma. şünce.
redundant adj. çok, bol; fazla. ör. reflective adj. yansıtıcı.
The genetic code is redundant since reflector n. yansıtan, yansıtıcı, yansı-
several codone code for the same taç, reflektör.
amino acid. reflux n. geri akış, geriye akıntı.
reduplicate v. artırmak, iki katına çı- refract v. ışığı yansıtmak, ışığı kır-
karmak; yinelemek. mak.
refraction 568 registry

refraction n. ışınkırım, kırılma. with regard to -e gelince, ilişkin,


refractive adj. ışığı kırıcı. hakkında.
refractivity n. ışığı kırma, ışığı kırma regarding -e ait, hakkında, konusun-
gücü. da.
refractory adj. iyileşmeye dirençli, regardless of bakmaksızın, bakma-
dayanıklı, inatçı; yönetilmesi güç. dan, aldırmayarak, umursamadan.
refracture v. yeniden kırma. ör. Infants younger than 1 year of
refrangible adj. kırılabilen. age have an excellent prognosis
refracta dosi L. bölünmüş dozlar ha- regardless of the stage of the
linde. neoplasm. = 1 yaştan daha küçük
refrain from v. kaçınmak, sakınmak, çocukların, kanserin aşamasına
uzak durmak. bakmaksızın, mükemmel prognozları
refresh v. canlandırmak, tazelemek, vardır.
dinçleştirmek. serinletmek. regards iyi dilekler.
refreshment n. rahatlatıcı içecek. regatta n. yat/kotra yarışları; deniz
refrigerate v. soğutmak. sporları günü.
refrigerant adj. soğutucu. regenerate v. canlandırmak, dirilt-
refrigerating n. soğutma. mek, yenilemek, yok olan doku vr
refrigeration n. soğutma. organları yeniden oluşturmak. ör.
refrigerator n. soğutucu, buz dolabı. The starfish can regenerate lost
refund v. geri vermek, iade etmek. limbs.
refuse v. reddetmek, kaçınmak, razı regeneration n. canlandırma, dirilt-
olmamak, yadsımak. me, doku iyileşmesi, doku oluşumu;
vücut parçalarının onarımı veya ye-
refusal adj. red.
niden büyümesi.
refusion n. damarlara kanın geri dö-
regenerative adj. düzeltici, yenileyici.
nüşü; geri akma.
regimen n. perhiz, planlı tedavi, eg-
refute v. çürütmek, yalanlamak.
zersiz dizgesi, rejim.
regain v. yeniden elde etmek, yeni- regio, regionis n. pl. regiones alan,
den kazanmak. bölge.
regard v. saymak, göz önüne almak, region n. alan, bölge, vücudun bir bö-
hesaba katmak, saygı göstermek. n. lümü.
hürmet, itibar, saygı. in the region of -in etrafında, civa-
as regards ... hakkında, konusunda, rında.
-e gelince. lumbosacral region lumbosakral
having regard to -e göre, göz önü- alan.
ne alarak. regional bölgesel.
in regard to -e gelince; ilişkin, register v. kaydetmek. n. kayıt, sicil,
hakkında. kütük.
in this regard bu bakımdan, bu ko- registrar n. kayıt görevlisi; kıdemli
nuda. doktor.
pay no regard to dikkat etmemek, registry n. kayıt bürosu; yerleştirme
aldırmamak. ofisi/odası.
regnant 569 rejuvenescence

regnant adj. geçerli, yaygın, egemen. rehabilitate v. (bir hastalıktan) iyileş-


regnancy n. en kısa deneyim birimi. tirmek; eski haline döndürmek.
regress v. geri çekilmek, gerilemek. rehabilitation n. iyileştirme, eski ha-
regression n. gerileme, geri çekilme. line döndürme. ör. Physical therapy
regressive adj. gerileyici. is helpful in the rehabilitation of
regret v. üzüntü duymak, esef etmek. damaged muscles.
regular adj. düzenli, kurallara uygun; rehalation n. yeniden soluk alma.
alışık. rehearse v. denemek, prova yapmak.
irregular adj. düzensiz, usulsüz. rehearsal n. deneme, prova.
regularity n. düzenlilik, düzgünlük, rehydrate v. su bakımından tamam-
devamlılık, düzen. lamak.
irregularity n. düzensizlik, usul- rehydration n. su bakımından ta-
süzlük. mamlama.
regularly adv. düzenli olarak. reign v. hükümdarlık etmek, yönet-
irregularly adv. düzensiz olarak, mek.
düzgün olmayan bir şekilde. reimplantation n. bir parçanın orjinal
regulate v. yoluna koymak, düzenle- yerine yerleştirilmesi.
mek, ayar etmek. ör. The factors reinfect v. yeniden enfekte etmek.
that regulate the absorption of reinfection n. aynı mikropla yeniden
available iron into the mucosal cell enfekte olma.
are largely unknown. = Mevcut de- reinforce v. desteklemek, sağlamlaş-
mirin mukozal gözeye soğurulması- tırmak, yeni güç vermek, pekiştir-
nı düzenleyen etmenler çoğunlukla mek.
bilinmiyor. reinforcement n. destekleme, sağ-
regulation n. ayarlama, düzenleme,
lamlaştırma, pekiştirme, pekiştirim.
denetleme; kural; yönetmelik. ör.
reinstate v. eski haline getirmek, ye-
Many hormones in addition to
niden kurmak.
insulin have important roles in the
reiterate v. yinelemek, tekrarlamak.
regulation of carbohydrate
metabolism. = İnsüline ilaveten bir- reject v. reddetmek, kabul etmemek,
çok hormonun karbonhidrat meta- atmak, yadsımak.
bolizmasının düzenlenmesinde önemli rejection n. ret, reddetme, kabul et-
rolleri vardır. meme.
regulative adj. düzenleyici. rejoice v. sevinmek, sevindirmek,
regulator n. düzeltici, ayarlayıcı, re- kutlamak.
gülatör. rejoicing adj. sevinç, memnunluk ve-
regurgitate v. geri akmak, geri fırla- ren.
mak; kusmak. n. kusma, kusmuk. rejoin v. yeniden birleştirmek; yetiş-
regurgitation n. akıntı, geri akım, mek, kavuşmak.
kusma. ör. Heartburn usually rejuvenation n. gençliğe veya olağan
reflects regurgitation of gastric konuma dönüş.
contents into the lower esophagus. rejuvenescence n. gençliğe veya ola-
nasal regurgitation burun akıntısı. ğan konuma dönme.
rekindle 570 reluctance

rekindle v. şiddetlendirmek, yeniden relaxation n. gevşetme, yumuşatma,


alevlendirmek. dinlendirme, rahatlatma.
relapse v. yeniden hastalanmak, nük- relearn v. yeniden öğrenmek.
setmek, bozmak, kötüleşmek. n. relearning n. kısmen veya tamamen
nüks, hastalığın yinelenmesi. yitirilmiş bir yeteneği yeniden ka-
relate (to) v. anlatmak, bağlamak; zanma, yeniden öğrenme.
bağlantılı olmak, ilişkili olmak, ilgi- release v. salmak, salıvermek, serbest
li olmak. bırakmak, açığa çıkarmak. ör.
related (to) adj. bağlantılı, ilişkin, … Infectious agents may release
ile ilgili, -e dair. ör. Ehrlichia endotoxins or exotoxins that kill
chaffeensis, a newly discovered cells at a distance, release enzymes
intracellular organism related to that degrade tissue components, or
the rickettsiae, causes an acute damage blood vessels and cause
febrile illness similar to spotted ischemic necrosis.
fever, but without a rash. relent v. yumuşamak.
relating adj. ilgili, -e ilişkin. relentless adj. acımasız.
relating to -e ilişkin, … ile ilgili, - relevance n. ilgili, ilişkin, uygunluk.
dair. relevant uygun; ilgili, ilişkili.
relation n. bağ, bağlantı, ilişki. reliability n. güvenirlik, güvenilir
in/with relation to konusunda, olma; sorumluluk.
hakkında; -e ilişkin, -e dair; -e oran- reliable adj. güvenilebilir.
la; -e nazaran. reliance n. güven, inan.
relations n. pl. akrabalar, aile; karşı- place reliance on -e güvenmek.
lıklı ilişki. reliant adj. güvenilen.
relationship bağlantı, akrabalık, iliş- relief n. çare, derman, hafifletme,
ki. ör. Small cell carcinomas have a yardım etme, yardım; kurtulma.
strong relationship to cigarette relieve v. yardım etmek, hafifletmek,
smoking: only about 1% occur in rahatlatmak, geçirmek, sakinleştir-
nonsmokers. mek. ör. Amphetamines are
relative adj. nisbi, göreceli; oransal; prescribed to relieve pain, but they
akraba. also cause sedation and altered
relative to -e ilişkin, -e dair, ilgili, il- mood.
gilendiren. relieve of v. başından atmak, kurtulmak.
relatively adv. nispeten, oldukça, göre, religion n. din.
göreceli olarak. ör. Histologically, religious adj. dinsel, dinle ilgili.
pituitary adenomas are composed relinquish v. bırakmak, terketmek,
of relatively uniform, polygonal vazgeçmek. n. ayrılma, terketme.
cells arrayed in sheets or cords. relish v. hoşlanmak, tadını çıkarmak,
relativity n. görecelik, izafiyet. tatmak.
relax v. gevşemek, gevşetmek; hafif- relucent adj. parlak.
letmek; dinlenmek, dinlendirmek; reluct v. direnmek, isteksizlik gös-
bağırsak hareketlerine neden olmak. termek.
relaxant n. rahatlatıcı ilaç. reluctance n. çekingenlik, isteksizlik.
reluctancy 571 remove

reluctancy n. isteksizlik. pleomorphic adenomas have also


reluctant adj. isteksiz, gönülsüz. been called mixed tumors.
rely on/upon v. dayanmak, güven- remarkably adv. dikkate değer dere-
mek, inanmak. cede, dikkat çeker ölçüde. ör. The
reliability n. güvenilirlik. vagina is a portion of the female
reliable adj. inanılır, güvenilir; gü- genital tract that is remarkably free
venli, emin. from primary disease.
reliably adv. güvenilir surette, güven- remediable adj. iyileştirilebilir, sa-
le, güven içinde. ör. Osteoprosis ğaltılabilir.
cannot be reliably detected in plain remedial adj. iyileştirici, tedavi edici,
radiographs until 30% to 40% of sağaltıcı, düzeltici.
the bone mass is lost. remedy n. ilaç, deva, çare, sağaltım,
reliance n. güven, güvenme. tedavi. v. iyileştirmek, sağaltmak,
unreliable adj. güvenilmez. tedavi etmek, şifa vermek, düzeltmek.
unreliably adj. güvenilmez surette. remember v. anmak, anımsamak,
remain v. kalmak, durmak, sürdür- unutmamak, hatırlamak.
mek. ör. The vibrios never invade remembrance n. anımsama, anma.
the epithelium but instead remain in remembrance of -in anısına.
within the lumen and secrete remind ( of) v. akla getirmek, anım-
enterotoxin. sa(t)mak, hatırlamak.
remainder n. arta kalan, geriye ka- reminder n. hatırlatıcı, anımsatıcı.
lan. ör. About 95% of bladder reminisce v. geçmiş olaylar ya da ol-
tumors are of epithelial origin, the gular hakkında düşünmek, konuş-
remainder being mesenchymal mak.
tumors. reminescence n. anımsama, hatırlama.
remaining n. geri kalan, varlığını reminiscent adj. anımsayan, hatırlayan.
sürdüren. ör. Some patients remission n. bir hastalığın geçirilme-
eventually develop progressive si, atlatılması; hafifleme, hafifletme.
glomerular sclerosis in the remit v. bir süre için çiddeti azalmak;
remaining kidney as a result of the çıkarmak, göndermek, salmak.
adaptive changes in hypertrophied remittence n. geçici iyileşme.
nephrons, and in time chronic renal remittent adj. semptomları geçici
failure. olarak azalan.
remains n. geriye kalan; kalıntı, ba- remittent adj. oynak, kesikli, gidip
kiye, iz, harabe; ceset. gelen.
remark v. söylemek, belirtmek, bil- remnant n. artık, kalıntı.
dirmek; ifade etmek, demek. n. söy- remote adj. uzak.
leme, uyarma, dikkat çekme. remove v. gidermek, kaldırmak, orta-
remarkable adj. dikkate değer; dik- dan kaldırmak, uzaklaştırmak; ame-
kat çeken, göze çarpan; olağanüstü, liyatla çıkarmak, almak; yerini de-
müstesna. ör. Because of their ğiştirmek. ör. Disinfectants remove
remarkable histologic diversity, disease-causing organisms.
removal 572 replenishment

removal n. kaldırma, ortadan kaldır- repand adj. kenarları dalgalı; n. ke-


ma, giderme, çıkarma, uzaklaştırma, narları dalgalı oluşum gösteren bak-
yerini değiştirme. teri kümesi.
removable adj. kaldırılabilir, uzak- repeal v. geçersiz kılmak, yürürlük-
laştırılabilir, çıkarılabilir. ten kaldırmak.
ren , renis n. pl. renes böbrek. repeat v. tekrarlamak, yinelemek.
renal adj. böbrek etrafında, böbrekle repetition n. yineleme.
ilgili. repel v. geri çevirmek, geri atmak,
renal disease böbrek sayrılığı. kovmak, uzaklaştırmak; direnmek.
renal failure böbrek yetmezliği. repelling adj. uzaklaştırıcı.
reniform adj. böbrek şeklinde. repellent adj. uzaklaştırıcı. n. böcek
render v. yapmak, kılmak, -laştırmak, ısırmasını önleyen veya böcekleri
dağıtmak, haline dönüştürmek, çe- uzaklaştıran madde; şişmeyi azaltıcı
virmek. ör. Cholesterol is rendered madde.
soluble in bile by aggregation with repent v. pişman olmak, tövbe etmek.
water-soluble bile salts and water- repercussion n. geri tepme; yansıma.
insoluble lecithins, both of which repertory, repertoire n. depo, mah-
act as detergents. zen.
rendering n. çeviri; yorum. replace v. değiştirmek, yerine koy-
renew v. yenilemek. mak, yerini almak. ör. Metaplasia is
renewable adj. yenilenebilir. a reversible change in which one
renewal n. yenileme. adult cell type is replaced by
rennet n. peynir mayası.
another adult cell type. = Metaplasi
reno- , reni- prefixes. böbrek anlamı-
yetişkin bir hücre tipinin başka bir
na sonekler. ör. renogenic adj. böb-
yetişkin hücre tipiyle yer değiştirdiği
rek içinde oluşan, böbrekten kay-
naklanan. geriyedönülebilir bir değişikliktir.
renounce v. vazgeçmek, bırakmak, replaceable adj. yerine konulabilir.
teslim olmak, yadsımak, tanıma- replacement n. doldurma, değiştirme,
mak. yerine koyma; onarma, yenileme.
renovate v. yenilemek. replan v. yeniden planlamak, planını
renown n. ün, şan, şöhret. yapmak.
renowned adj. ünlü. replantation n. bir organ veya parça-
ren. sem. abv. L. renovetur semel, bir nın yerine başkasının konması; ye-
kez yenilenebilir. rine koyme, değiştirme.
repair v. hasta veya hasarlı dokuyu replenish v. yerine koymak, doldur-
doğal yollarla, yapay olarak, veya mak, yeniden doldurmak, sağlamak,
carrahiyle yenilemek, onarmak, iyi- vermek.
leştirmek. replenished adj. doldurulmuş.
repairable adj. onarılabilir. replenishment n. yeniden doldurma,
repairs n. onarım. yerine koyma.
replete 573 repulse

replete v. doldurmak, tıka basa dol- repression n. bastırma, baskı altında


durmak. adj. bol; dolgun; yeterin- tutma.
den çok. repressive adj. baskılayıcı, baskı al-
repletion n. dolgunluk, doyma. tında tutucu, haşin, katı, sert.
replica n. kopya, aslının aynı, suret. repressor n. bir etkinliği durduran
replicate v. kopya etmek, çoğaltmak, madde, sınırlayıcı, yasaklayıcı nes-
üremek, üretmek; tam bir kopyesini ne/madde. ör. Genes which act as
çıkarmak; yinelemek. repressors inhibit the initiation of
replication n. bir deney veya çalış- protein synthesis.
manın, ilk bulguları doğrulamak reprieve v. rahatlatmak, sakinleştir-
üzre, birden daha çok sayıda yapıl- mek.
ması; DNA’nın tam bir kopyasının reproach v. azarlamak, suçlamak.
üretimi, DNA kopyalama. ör. reproduce v. üremek, üretmek, ço-
During DNA replication, the ğal(t)mak; yeniden yapmak.
double-stranded molecule “unzips” reproducibility n. üreme, var olma,
and each strand makes an identical farklı laboratuarlar tarafından bir
copy of the DNA molecule. ölçümün uzun zaman dilimlerinde
reply v. yanıt vermek, karşılık ver- yinelenmesi.
mek. n. yanıt, karşılık. reproduction n. üreme, üretme, ço-
report v. haber vermek, bildirmek, ğalma, çoğaltma; yeniden yapma,
anlatmak. n. haber, bildiri, rapor. kopye, suret; daha önceki görüntü-
repose v. dinlenmek. n. sakinlik, uy- nün beyinde yeniden canlandırılma-
ku, sessizlik, huzur. sı.
reposition v. yanlış konumlanmış bir reproductive adj. cinsel, üremeyi
organı yerine yerleştirmek; avuç içi sağlayan, üretken.
ve parmakların olağan konumdan reproductive organs üreme organları.
zıt yöne döndürülmesi. reprove v. ayıplamak, azarlamak,
repositioning n. başka bir yöne dön- paylamak.
dürme. reproof v. azarlama, sitem, serzeniş.
repository n. depo. reptile n. sürüngen.
reprehend v. ayıplamak, suçlamak, repudiate v. tanımamak, geri çevir-
azarlamak. mek, reddetmek, yadsımak.
reprehension n. ayıplama, azarlama, repudiation n. yadsıma, tanımama,
suçlama. reddetme.
represent v. göstermek, teslim etmek, repugn v. iğrendirmek, tiksindirmek.
anlatmak, ifade etmek. repugnance n. iğrendirme, tiksindirme.
representative adj. temsilci. repugnant adj. iğrenç, tiksindirici.
representation n. görünüm, görüntü, repullulation n. yeniden filizlenme,
imaj; temsil, temsilcilik, vekillik. yeniden çimlenma; kötücül bir sü-
repress v. baskı altında tutmak, bas- recin veya kötü gelişmenin yeniden
tırmak; önlemek. başlaması.
repressed adj. bakılanmış, baskı al- repulse v. itmek, uzaklaştırmak,
tında tutulmuş. yenmek.
repulsion 574 resident

repulsion n. azaklaştırma, iğrenme, resection n. ameliyatla alma, kesip


tiksinme. çıkarma. ör. A large resection of the
repulsive adj. itici, uzaklaştırıcı, tik- gland (total thyroidectomy) for the
sindirici, iğrenç. treatment of hyperthyroidism or
repute v. varsaymak, düşünmek. n. excision of a primary neoplasm is a
ün. common cause of hypothyroidism.
reputation n. ün, itibar, ad. resemblance n. benzeyiş, benzerlik,
reputable adj. dürüst, güvenilir. yakınlık.
reputed adj. düşünülen, hesaba katı- resemble v. benzemek. ör. The
lan, sayılan, ünlü. histologic features of urticaria may
request v. rica etmek, istemek. n. is- be so subtle that many biopsy
tek, istem, rica. specimens at first resemble normal
require v. istemek, dilemek; gerek- skin.
tirmek, zorlamak. ör. As with all resent v. gücenmek, -den alınmak, -e
drug and ethanol addictions, içerlemek, hoşlanmamak.
treatment requires behavioral and resentful adj. dargın, gücenmiş, kır-
pharmacologic approaches, with gın.
variable rates of success. resentment n. alınma, gücenme, küs-
as required dilendiği gibi. künlük.
if required gerekirse. reserpine n. kan basıncını düşüren
when required gerktiğinde. ilaç.
requirement n. gerek, gereklilik, ge- reserve v. yedek olarak ayırmak, bı-
reksinim; koşul. rakmak, korumak, saklı tutmak. n.
requisite adj. gerekli olan, gereken; anamal, kaynak, kapital; gizlilik;
zorunlu. yedek.
RES Reticuloendothelial system reservation n. ayırma, yer ayırtma,
ağdamarsı dizge/sistem. ayrıcalık.
rescue v. kurtarmak, imdadına yetiş- reserved adj. çekingen, içe dönük;
mek. n. kurtarma, yardım. ayırtılmış, önceden tutulmuş.
research v. incelemek, araştırmak. n. reservoir n. depo, biriktirici.
inceleme, araştırma, soruşturma. reset v. yerine yerleştirmek, yeniden
researcher n. araştırmacı. takmak.
research-worker araştırmacı. reside v. oturmak, kalmak, ikamet
resect v. kesmek, kesip almak; bir etmek. ör. Transmission of
segmenti veya parçayı kesip çıkar- microbes from skin to insect occurs
mak. during feeding, either because the
resectable adj. cerrahi yöntemlerle pathogen circulates in the blood or
alınabilir (tümör veya doku oluşu- because it resides in the skin.
mu). ör. Despite their small size, residence n. oturma, kalma; ev.
most ductal cancers are not resident n. oturan, kalan, sakin; kli-
surgically resectable at the time of nik eğitim için hastaneye bitişik bir
diagnosis. evde ikamet eden hekim.
residue 575 respective

residue n. kalıntı, tortu, geriye kalan, yapı ve işleve mükemmel bir dönüş-
arta kalan, artık. ör. The undigested le sonuçlanır.
residue of food leaves the body as resolved adj. kararlı.
feces. resolvent adj. çözücü; normale dön-
residual adj. geriye kalan, artık. ör. A dürücü. n. yangılı bir durumu nor-
lack of salivary secretions may also male döndüren ilaç.
be a residual of radiation therapy resolution n. çözülme, dağılma, eri-
or may be drug induced by a wide me; azim, cesaret, kararlılık, sıkılık.
variety of antichloniergic agents. resonate v. tınlamak.
residuary n. artık, kalan. resonance n. tınlama, titreşim.
residuum L. n. pl. residua kalıntı. resorb v. yeniden emmek, çıkarılan
resign v. vazgeçmek, bırakmak, terk sızıntı veya irini yeniden içine almak.
etmek, istifa etmek, teslimiyet gös- resorbent adj. yeniden emen, emici.
termek. resorption n. yeniden emme, emilme.
resignation n. ayrılma, gitme, istifa, resort v. başvurmak, kullanmak, git-
istifa dilekçesi/yazısı/mektubu. mek.
resilience n. esneme, esneklik; gücü- health resort dinlenme yeri.
nü, enerjisini, sağlığını yeniden to- resound v. tınlamak. n. sesin yankı-
parlama. lanması, yankı.
resilient adj. esnek; esneyen; çabuk resource n. kaynak.
iyileşen. resources n. olanaklar.
resist v. karşı durmak, dayanmak, di- respect v. saygı göstermek, itibar
renmek. görmek, uymak.
resistance n. direnç, dayanıklılık, as respect -e gelince.
sertlik, dayanma, savaşma. disrespect v. saygısızlık etmek,
resistant adj. dirençli, dayanıklı. saygı duymamak.
resistibility n. direnme gücü. disrespectfully adv. saygısızca.
resistivity n. öz direnç. in every respect her bakımdan, ta-
respect v. saygı göstermek. mamen.
resolute adj. kararlı. in many respects birçok bakımdan.
resolve v. çözmek, çözülmek; karar in respect of ilgili olarak, karşılık
vermek; karar verdirmek, azmettir- olarak; saygılarımızla.
mek; ortadan kaldırmak, gidermek, in some respects bazı konularda.
olağan duruma dönmek, ayrıştır- in this respect bu bakımdan.
mak, erimek, eritmek, çözünmek; with respect to -e gelince.
… haline getirmek, - dönüştürmek, without respect to dikkate almak-
(yangı) normale dönmek. ör. Not all sızın, -e bakmaksızın.
injuries result in permanent respectable adj. saygıdeğer; epeyce,
damage; some are resolved with oldukça.
almost perfect return of normal respecting adj. ilgili, ilişki halinde, -e
structure nad function. = Tüm yara- ilişkin.
lanmalar kalıcı hasarla sonuçlan- respective adj. bireysel, kendi, herke-
maz; bazıları hemen hemen olağan sin kendi, kişisel; özgü.
respectively 576 restive

respectively adv. sırasıyla, sıraya göre. yatmak. n. dinlenme, dayanak, hu-


ör. Taenia solium and Echinococcus zur, sükun, uyku; durma, devinim-
granulosus are cestode parasites sizlik; adj. arta kalan, geri kalan, ar-
(tapewarms) that invade into tissues tık, geriye kalan kısım. ör. The
and cause cysticercus and hydatid diagnosis of iron deficiency anemia
infections, respectively. ultimately rests on laboratory
respire v. soluk almak, solumak. studies. = Demir eksikliği anemisi-
respirable adj. solunabilir, solumaya nin tanısı en sonunda laboratuar
uygun. çalışmalarına dayanır.
respiration n. soluma, solunum, so- all the rest kalanın hepsi, diğerleri,
luk alma. geri kalanlar.
respirator n. yapay solunum aracı. at rest işlemeyen, çalışmayan; rahat
respiratory adj. solunumla ilgili. içinde,i rahat; ölü
respond v. yanıt vermek, karşılık be at rest rahat olmak, hareketsiz
vermek. olmak.
respondent n. yanıt veren. come to rest durmak, hareket et-
response n. yanıt, karşılık, tepki; kanıt. memek.
in response to karşılık olarak, -e for the rest ötesi, ötesi için.
yanıt olarak, cevaben ör. The go to rest dinlenmeye çekilmek, ya-
withdrawal reflex is a typical tağa yatmak.
polysnaptic reflex that occurs in take a rest dinlenmek.
response to a noxious and usually the rest diğerleri, geriye kalanlar,
painful stimulation of the skin or ötekiler.
subcutaneous tissues and muscles. restful adj. dinlendirici, huzur verici,
= Çekilme refleksi derinin, deri altı sakin.
dokuların veya kasın zararlı ve ge- restless n. devinim halinde, hareketli;
nellikle ağrılı uyarılmasına karşılık rahatsız, huzursuz; uykusuz.
olarak meydana gelen tipik restlessly adv. durup dinlenmeksizin.
polisnaptik bir reflekstir. restlessness n. rahatsızlık, huzursuz-
responsive adj. duyarlı, hassas, karşı- luk; uykusuzluk.
lık veren, yanıt veren, yanıtlayıcı. rest mass fiziksel vücut kütlesi.
responsible adj. güvenilir, mantıklı, rest on/upon dayanmak; desteklen-
sorumlu. mek; yönelmek, farkedip bakmak;
responsibility n. sorumluluk, güve- -e düşmek; bağlı olmak.
nirlik. rest oneself başını dinlemek.
irresponsibility n. sorumsuzluk. rest with sb sorumluluğu olmak, -den
responsible for sorumlu, …ile yü- sorumlu olmak.
kümlü, -den sorumlu. restart v. yeniden başlamak.
rest v. dinlenmek, dinlendirmek, ra- restiform adj. ip şeklinde; halata
hat ettirmek; uzanmak, yatıp din- benzeyen.
lenmek; uyumak; oturmak, oturt- restitution n. yenileme.
mak; yaslanmak, dayanmak, dayan- restive adj. sabırsız, huzursuz; huy-
dırmak, güvenmek; gömülü olmak, suz; inatçı.
restiform 577 retain

restiform adj. çubuk şeklinde, çu- result from v. -den kaynaklanmak.


buksu. ör. Local increases in the
restitution n. vulvadan çıktıktan son- hydrostatic pressure may result
ra ters dönmüş fetüs başının doğal from impaired venous outflow. =
konumuna dönmesi. Hidrostatik basınçta bölgesel artış-
restore v. onarmak, eski haline sok- lar bozuk venöz akıştan kaynakla-
mak, yenilemek; geri vermek; dü- nabilir.
zeltmek, yeniden kurmak. result in v. ... ile sonuçlanmak. ör.
restore to oneself v. ayıltmak. Mutations may result in the
restoration n. onarma, onarım, eski synthesis of a defective enzyme with
haline getirme, yenileme; geri verme. reduces activity or in a reduced
restorative adj. güç verici, sağaltıcı; amount of a normal enzyme. = Mu-
ayıltıcı. tasyon / Değişinim aktivitesi azal-
restrain v. tutmak, engellemek, alı- mış bozuk bir enzimin bireşimi veya
koymak, sınırlamak, önlemek. n. normal bir enzimin azalmış mikta-
tutma; kendini tutma; baskı, zor; rıyla sonuçlanabilir.
çekinme, çekingenlik; engel; sınır- resultant n. ortaya çıkan, meydana
lama. gelen.
keep under restrain v. denetim al- resume v. sürdürmek, yeniden baş-
tında tutmak. lamak.
without restrain adv. çekinmeden, resumption n. yeniden başlama.
serbestçe. resurge v. yeniden yükselmek; diril-
restraint n. saldırgan bir akıl hastası-
mek.
nın yatıştırılması, kendisine veya
resurgence n. dirilme.
çevresindekilere zarar vermesinin
resurgent adj. dirilen.
önlenmesi; kendini tutma.
resuscitate v. diriltmek, canlandır-
restrict v. kısmak, sınırlamak, da-
raltmak, kısıtlamak. mak.
restricted adj. sınırlı. resuscitation n. canlandırma, diriltme.
restriction n. sınırlama, daraltma, kı- retain v. korumak, elinde tutmak, alı-
sıtlama, kısıntı. koymak; elinde bulundurmak, sak-
restrictive adj. sınırlayıcı. lamak, muhafaza etmek; elinden
result v. sonuçlandırmak, meydana kaçırmamak; unutmamak, aklında
gelmek. n. son, sonuç. ör. Stenosis tutmak. ör. The amount of dust
is the result of severe esophageal retained in the lungs is determined
injury with inflammatory scarring. by the dust concentration in the
as a result of conj. -nın sonucu ola- ambient air, the duration of the
rak. ör. The opposite kidney is exposure, and the effectiveness of
usually enlarged as a result of clearance mechanisms. = Akciğer-
compensatory hypertrophy. lerde toplanan tozun miktarı çevre
end result n. sonuç, son ürün. ör. havadaki toz birikimi, (toza) maruz
The end result of protein synthesis kalma süresi, ve temizleme meka-
is complex polypeptide molecules. nizmalarının etkinliği ile saptanır.
retainer 578 return

retainer n. diş hekimliğinde, protezi retiform adj. ağa benzeyen.


sabitleştirmede kullanıla alet; sağal- retina n. ağ katman, retina.
tımdan sonra dişin yerinden çıkma- retino- , retin- prefixes. ağ katman,
sını önleyen araç. retina anlamlarına önekler.
retaining n. tutma. retire v. çekmek, çekilmek, emekli
retaliate v. karşılık vermek, misille- olmak.
mede bulunmak. retirement n. çekme, çekilme; emek-
retaliation n. karşılık, misilleme. liye ayrılma, emeklilik.
retard v. ertelemek, geciktirmek, ya- retort v. yanıtlamak, karşılık vermek.
vaşlatmak, geri bırakmak, engel n. yanıt, karşılık; imbik.
olmak. n. erteleme, geciktirme. retract v. geri almak, geri çekmek;
retardate n. zihinsel özürlü. büzülmek.
retardation n. geciktirme; engel ol- retraction n. geri çekme, geri alma;
ma, geriletme, gelişimini sınırlama büzülme.
veya önleme. retractile adj. geri alınabilir, geri çe-
retarded adj. yavaşlamış, gecikmiş, kilebilir.
duyusal ve zihinsel olarak yavaş, retrad adv. geriye, geriye doğru.
özürlü. retreat v. geri çekilmek, gerilemek,
retarding n. geciktirme. kaçmak.
retch v. öğürmek, kusmaya çalışmak. retrenchment n. fazla dokunun kesi-
n. öğürme. lip alınması.
retching n. kusmaya çalışma, öğür- retrieve v. yeniden elde etmek, ele
me, öğürtü. geçirmek, düzeltmek, iyileşmek.
rete n. pl. retia ağ, şebeke. retrieval n. geri alma, ele geçirme;
retention n. birikme; tutma, alıkoy- anımsama.
ma, saklama; midede yiyecek içe- retro- prefix. geri; geriye, geçmişe
cek tutma; vücuttan doğal olarak anlamlarına önek. ör. retrocede v.
atılması gereken idrar, dışkı gibi geri gitmek, geri vermek.
maddeleri vücut içinde tutma; öğre- retrocedent adj. geri giden.
nilenleri akılda tutma ; boşaltmaya retrospective adj. geriye dönük,
direnç gösterme; takma dişlerin ye- geçmişe dönük. retroactive,
rinde tutulması. retrograde.
retention of urine n. idrar yapama- retrospect n. anımsama, geriye bak-
ma, idrar tutulumu. ma.
retentive adj. tutucu, alıkoyucu, tutan. return v. dönmek, geri gelmek; geri
reticular adj. ağa benzer; ağ gibi; ağ vermek; nüksetmek; karşılık ver-
şeklinde. mek; sağlamak. n. geri geliş, dönüş,
reticulation n. ağ kütlesi oluşumu. karşılık.
reticulo- , reticul- prefixes. ağ olu- in return karşılık olarak.
şumu anlamına önekler. in return for karşılık olarak, -in ye-
reticulum L. n. pl. reticula göze rine.
içinde ağ oluşumu, ağ. by return (of post) postayla, bun-
reticulum cell ağ göze. dan sonraki mektupla.
reunient 579 rhe

reunient adj. bağlayan, birleştiren. review v. gözden geçirmek, incele-


reunion n. birleşme. mek. n. inceleme, gözden geçirme.
revalue v. değerini yükseltmek. revise v. gözden geçirmek, düzelt-
revamp v. yenilemek, yenileştirmek. mek.
revascularize v. damarlandırmak. revision n. gözden geçirme, düzeltme.
revascularization n. damarlandırma. revive v. canlandırmak, kendine ge-
reveal v. açığa vurmak, açıklamak, tirmek, güç vermek, sağaltmak; de-
ortaya koymak, göstermek. ğiştirmek, güncelleştirmek.
revelation n. açığa vurma, açığa çı- revivication n. yaşam verme, sağalt-
karma, ortaya serme. ma; canlandırma.
reverberate v. yansımak, yansıtmak, revivify v. yeniden güç vermek, sa-
yankılanmak. ğaltmak; canlandırmak.
reverberation n. yansıma. revoke v. geçersiz kılmak, yürürlük-
revere v. saygı duymak, saygı gös- ten kaldırmak.
termek; kutsamak. revolt v. iğrenmek, iğrendirmek; di-
reverent adj. hayran, hayranlık du- renmek, savunmak.
yan; saygılı, saygı gösteren. revolting adj. iğrenç.
reverence n. saygı, kutsama. revolution n. devrim, ihtilal.
reverse v. geriye döndürmek, tersine revolve v. dönmek, döndürmek, dev-
döndürmek, tersine çevirmek. n. zıt, retmek.
karşıt, ters. revolving n. dönen.
the reverse tersi, karşıtı. revulsant adj. vücudun bir bölümün-
reversal n. tersine dönüklük; aksilik, den diğerine kan veya hastalık taşı-
yan. n. yangılı bölgeye kan taşıyan
başarısızlık, terslik. ör. Follow-up
madde.
studies in transplanted patients
revulsion n. çekip ayırma; tepki; tik-
have shown reversal of many of the
sinti, iğrenme.
skeletal abnormaklities.
reward v. ödüllendirmek. n. ödül.
reversed adj. ters, tersi dönmüş. rewarming n. ısı uygulama.
reversely adv. tersine, aksine. reword v. yinelemek.
reversible adj. geriye dönebilir, ter- rexine n. yapay deri.
sine dönebilir, geriye çevrilebilir. Rh blood groups Rh kan grupları.
ör. Some chemical reactions are rhabdo- , rhabd- prefixes. çubuk,
reversible while other reactions çubuk şeklinde anlamlarına önekler.
proceed in only one direction. rhabdophobia n. dövülmekten
reversing n. ters çevirme. korkma; ceza yemekten ürkme.
reversion n. eski haline döndürme. rhachis n. omurga.
revert v. geriye dönmek, geriye dön- rhagades n. deride çatlama; yarık.
dürmek. -rhagia prefix. kanama anlamına so-
revert to v. dönmek, dönüp dolaşıp nek. ör. hemorrhagia.
gelmek. rhegma n. yırtık, kırık; rüptür; çatlak,
revertant n. mikrobial genetikte, ön- yarık.
ceki genotipine dönen mutant. rhe n. akışkanlık, akıcılık.
rhegma 580 right hand side

rhegma n. delik, yırtık, çatlak. rich adj. zengin, verimli, bereketli,


rheo- prefix. kan akışı; elektrik akımı bol, parlak, dolgun.
anlamlarına önek. enrich v. zenginleştirmek.
rheum n. mukoz veya sulu akıntı. richly rewarded cömertce ödüllendi-
rheumatics n. romatizma. rilmiş.
rheumatic, rheumatical adj. roma- richness n. zenginlik.
tizma ile ilgili, romatizmalı. rich in ... bakımından zengin, -den
rheumatoid adj. romatizma benzeri. zengin, -ce zengin.
rheumy eye n. kızarmış ve sulu göz. rickets n. raşitizm, çocuk kemik say-
rhinal adj. burun ile ilgili. rılığı.
rhinitis n.burun mukozası yangısı. rickety adj. raşitizm sayrılığı olan,
rhino- , rhin- prefixes. burun anlamı- raşitik.
na önekler. rid v. kurtarmak, serbest bırakmak.
rhinodynia n. burun ağrısı. get rid of birşeyden kurtulmak, bi-
rhinorrhagia n. burun kanamsı. risini başından atmak, elden çıkar-
rhizo- prefix. kök anlamına önek. mak, bertaraf etmek.
rhodo- , rhod- prefixes. kızıl renkli, -ridden suffix. 1. -in etkisinden şika-
kırmızı anlamlarına önekler. yet eden, rahatsız olan: Her guilt
rhubarb n. ravent (çiçeği). ridden dreams; kendisini suçlu his-
rhythm n. uyum, uygunluk. settiren düşler / kendisini suçlu his-
rhytide n. deri kıvrımı. sediyor. 2. ...ile dolu; çok fazla an-
rhytidosis n. deri veya korneanın kıv- lamlarına sonek. mosquito-ridden
rılması.
swamps sivrisinekle dolu bataklık-
rib n. kaburga.
lar.
ribonucleic acid (RNA) n. protein
ridge n. sırt, tepe, dağ silsilesi; ka-
sentezinde işlev gören karmaşık
bartma çizgi, doğrusal kabartı, diş
moleküller. ör. RNA molecules
function with DNA in the yüzeyinin kabarması.
production of protein molecules. ridicule v. alay etmek.
messenger RNA (m-RNA) n. me- ridiculous adj. gülünç.
sajcı RNA, bir DNA telinden sen- right adj. sağ, sağ taraf; doğru, haklı,
tezlenen ve özgün bir protein sente- hak, doğruluk.
zi için bilgi içeren molekül. ör. all right tamam, pekala.
Messenger RNA carries the code for by rights usule uygun, usulen.
a protein molecule to the that's right doğru.
Sribosomes where proteins are to be right haklı olmak.
synthesized right and left her tarafta.
transfer RNA (t-RNA) n. bir amino right and left / right, keft and
asite özgü olan molekül. ör. Each centre her yerde, her tarafta.
transfer RNA attracts a specific right angel dik açı.
amino acid and transports it to the right away/off hemen, derhal, ge-
ribosome for protein synhesis. cikmeksizin.
rice n. pirinç. right hand side sağ taraf.
right handed 581 road

right handed sağ el becerisi gelişmiş, ringworm n. yuvarlak kurt, solucan;


sağ eliyle iş gören, sağlak. mantar enfeksiyonu.
right on dosdoğru. rinse v. çalkalamak.
right-hand sağda, sağ tarafa; sağ elle riot n. ayaklanma, kargaşalık.
yapılmış; sağa dönen, sağ tarafa gi- rip v. yırtmak, yarmak. n. yırtık, yarık.
den. rip off v. hile yapmak, kandırmak,
right-minded doğru düşünceli, haklı sömürmek.
yargıları olan. rip open v. yırtarak açmak.
right-wing sağ kanat, sağ taraf. riparian adj. kenarla, kıyı ile ilgili.
rightward adv. sağa doğru. ripe adj. olgun, olmuş, olgunlaşmış,
rigid adj. katı, sert, eğilmez. gelişmiş, yetişmiş.
rigidity n. sertlik. unripe adj. olmamış, ham.
rigidly adv. sertçe, dimdik. ripen v. olmak, olgunlaşmak, pişmek,
rigor L. titreme; sertlik. gelişmek.
rigor mortis ölümden sonraki kas ripeness n. olgunluk.
sertliği, ölü katılığı. ripening n. boya çözeltilerinin
rigorous adj. kesin, sert, şiddetli, oksidasyonu.
tam. rise v. kalkmak, yükselmek, artmak,
rigour n. sertlik. kabarmak, doğmak, köken almak;
rim v. çerçeve geçirmek. n. çerçeve, çoğalmak. n. yükselme, yükseliş,
kenar, sınır, uç. artış, çıkış.
rima n. pl. rimae yarık, çatlak, kırık; give rise to neden olmak, sebep ol-
iki simetrik parça arasındaki dar mak, sebebiyet vermek.
uzun açıklık. rising adj. yükselen, doğan, artan.
rimless adj. çerçevesiz. risk v. tehlikeye atmak. n. tehlike,
rimmed adj. çerçeveli, kenarlı. risk. ör. Women who drink alcohol
rimous adj. yarık yarık, yarıklı, ya- also have an increased risk of
rıklarla dolu. spontaneous abortion.
rimula L. n. küçük kırık; küçük çatlak. to run a risk tehlikeye atılmak, teh-
rind n. dış kabuk, deri. likeye maruz kalmak.
ring v. ses çıkarmak; çevrelemek, riskly adv. tehlikeli şekilde.
halkalamak; çınlamak. n. zil sesi; risky adj. tehlikeli.
halka, yüzük, daire, çember. risus n. gülme; sırıtma; kahkaha.
a ring of people bir grup insan. ritual n. endşe ve kaygıları gidermek
to ring off telefonu kapatmak. üzere el yıkama, saç çekme gibi yi-
ring a bell with v. tanıdık/bildik gibi nelenen psikomotor etkinlik.
gözükmek. rival v. rekabet etmek, yarışmak. n.
ring back v. yeniden (telefonla) ara- rakip, rekabet eden kişi.
mak. rivalry rekabet, yarışma.
ring up v. telefon etmek. rive v. yanmak, yarılmak, parçala-
ringed adj. halkalı. mak, parçalanmak.
ring-knife n. yuvarlak veya oval, iç rivel v. buruşmak, buruşturmak.
kısmı keskin cerrah bıçağı. road n. yol, cadde.
roar 582 round

roar v. kükremek, gürlemek. n. kük- rose n. gül.


reme, gürleme. rose fever n. saman nezlesi.
roast v. kızartmak. adj. kızarmış. n. rose rash n. herhangi bir kırmızı
kızartma. renkli döküntü.
roasted adj. kızarmış. roseola n. çeşitli nedenlerden kaynak-
rob v. soymak, çalmak, zorla almak. lanan kırmızı, veya pembe döküntü.
robber n. soyguncu. rosette n. deri üzerinde görülen kır-
robbery n. soygun. mızımsı kabarık döküntü.
roborant adj. güçlendirici; şurup. rostrad adv. gagaya doğru, ağız yö-
robust adj. güçlü, gürbüz, dinç. nünde.
robustness n. gürbüzlük, dinçlik. rostral adj. gagaya benzer.
rock v. sallamak, sarsmak, sarsılmak. rostrate adj. gagalı, kancalı.
n. kaya, taş. rostrum n. pl. rostra, rostrums ga-
rod n. çubuk. gaya benzer yapı, gaga.
rodent n. kemirgen, kemirici. rot v. çürümek, çürütmek. n. çürük,
rodenticide n. kemirgenleri öldürücü çürüme, çürüklük.
madde. rotate v. dönmek, döndürmek.
role n. işlev, konum, üzerine alınan rotation n. dönme, dönüş, devir.
sorumluluk; rol. rotational adj. dönüşlü.
roll v. yuvarlamak, yuvarlanmak, te- rototome n. dönerek kesici alet.
kerlemek, sarmak, tomar yapmak. rotten adj. çürük, bozulmuş, bozuk.
n. yuvalanma; tomar. rotula n. diz kapağı.
roller n. sargı. rotten adj. bozulmuş, çürük, kötü;
roll up v. bir araya getirmek, topla- dürüst olmayan.
mak, ulaşmak, varmak, tomar yap- rough adj. pürüzlü, tırtıklı; kaba,
mak. yontulmamış; sert, dalgalı.
roof n. çatı; çatıya benzer yapı, kap- rough up v. kaba davranmak.
layıcı yapı. roughage n. diyet içinde bulunan her
the roof of the mouth n damak. şey.
roofless adj. çatısız, evsiz. roughly adv. kabaca; aşağı yukarı.
room n. oda, yer. roughness n. kabalık, sertlik, pürüz.
rooming-in n. doğum sonrasında be- roughen v. kabalaşmak, kabalaştırmak.
bek ve annenin hastanede kalması. rouleau n. pl. rouleux eritrosit kümesi.
root n. kök. round adj. yuvarlak, daire şeklinde,
root out v. kazımak, söküp çıkarmak, küre şeklinde, top görünümünde.
yok etmek. adv. dairesel, daire biçiminde; çev-
root up v. kökünü kazımak, yok et- resinde; dönerek; etrafında, etrafta
mek. belli bir yöne doğru; her tarafta.
rooted adj. köklenmiş, köklü, yer et- prep. çevresinde, etrafında; her tara-
miş, yerleşmiş. fında, her tarafa; her yerinde, her
rope v. iple bağlamak. n. ip. yerine; değişik yönlerde; yanında
rosary n. boncuk gibi sıralanma, yöresinde; yaklaşık.
boncuğa benzer yapı. go round yeterince, yeterli.
round 583 rugosity

round sth down azaltmak. rub out yazıyı silmek.


round sth off by/with uygun bir şe- rub up silerek parlatmak.
kilde ve doyurucu olarak bitirmek; rub along by/on güçlükle (yaşamı)
yuvarlamak. sürdürmek.
round about aşağıyukarı; yaklaşık, rub along with iyi ilişkileri olmak;
hemen hemen. dost kalmak.
roundabout n. kavşak. adj. dolaylı; rub down ovalayarak kurulamak;
kısa yoldan olmayan. ovalayarak düzeltmek / temizlemek.
round on sb/sth kızgınlıkla ve ansı- rubber n. kauçuk, lastik; silgi.
zın dönüp saldırmak. rubbish n. çöp, sürpüntü; saçma şey,
round sb/sth up toplamak, bir araya boş söz, saçma.
getirmek, biriktirmek. rubedo n. geçici deri kızarması.
round sth out tamamlamak, bitirmek. rubella L. n. kızamıkçık.
rounded adj. yuvarlak. rubeola n. kızamık.
roundish adj. yuvarlakça, oldukça rubor n. enfeksiyon nedeniyle deri
yuvarlak. kızarması.
roundly adv. tamamiyle; bütün bü- rubric n. sayrılık kümesi anlamına
tün, tümden; güçlü bir şekilde ve bölüm başlığı.
zorlayarak. rubrum adj. kırmızı.
the other/opposite way round ter- rubruria n. kırmızımsı idrar.
sine. ructus n. geğirme, geğirti.
roundwarm n. yuvarlak solucan, top- rude adj. kaba, nezaketsiz, terbiyesiz,
rak solucan, yuvarlak kurtçuk. edepsiz.
route n. yol, rota. ruddy adj. parlak kırmızı, al; sağlıklı;
routine n. basma kalıp, geleneksel, tomurcuklanmış.
sıradan, sıkıcı; usul, adet. ör. rudiment n. gelişmemiş organ veya
Doctors perform a routine yapı.
examination when a patient is rudimentary adj. gelişmemiş, ilkel.
admitted to the hospital. ör. Rudimentary male breast is
daily routine günlük işler. relatively free from pathologic
rove v. bükmek. involvement.
roving n. büküm. rudimentum n. pl. rudimenta ge-
row n. sıra, dizi; kürek. v. kürek çek- lişmemiş organ veya yapı.
mek. ruff n. yaka.
rowing n. kürek çekme. rufous adj. kızıl, kızıl saçlı.
rub v. sürmek, sürtmek, ovmak, ova- ruga n. pl. rugae kıvrım, kırışık.
lamak, parlatmak, temizlemek. rugged adj. engebeli, pürüzlü, sarp;
rub sb the wrong way v. rahatsız et- kaba, yontulmamış.
mek. rugitus n. bağırsaklardan gelen gürül-
rubbing n. sürtme, sürtünme, aşın- tülü ses.
dırma. rugose adj. kıvrılmış, kıvrımlı, buru-
rub in bir ilacı sürerek yedirmek. şuk.
rub off silmek, silip süpürmek. rugosity n. kıvrılma, buruşukluk.
rugous 584 run

rugous adj. kıvrımlı, buruşuk. run along uzanmak; ayrılmak, git-


ruin n. kalıntı. v. bozmak, yıkmak; mek.
düzeltilemez zarar vermek. run around with birisiyle (alışkanlık
rule n. kural, yol, yöntem. v. yönetmek. halinde) birlikte olmak, arkadaşlık
as a (general) rule genellikle. ör. etmek.
As a (general) rule, developmental run at -e hücum etmek, saldırmak.
abnormalities involve structural run away from -den kaçmak; -mek
components of the kidney and üzere kaçmak.
urinary tract. run away with alıp götürmek, bera-
rule against v. karşı çıkmak, karşı ber kaçmak; kendine hakim olmak;
karar almak. kolayca inanmak; kolay kazanmak.
rule out ortadan kaldırmak, yok/ run down (motorlu araçla) çarpıp
ekarte etmek, önemsememek, ya- ezmek/yaralamak; kesmek, azalt-
saklamak. mak, tüketmek, yormak, gücünü yi-
ruler n. cetvel, düz yüzeyleri ölçme tirip durmak, çalışmamak; giderek
aracı. azalmak, yavaş yavaş durmak; kaba
rum n. rom. şeyler söylemek; arayıp bulmak.
rumble v. gümbürdemek, gurulda- run-down adj. hasta, bitkin, halsiz;
mak, gurlamak. n. gümbürtü, gurultu. yıkılmış, yıkık, harap, köhne; dur-
rumbustious adj. gürültülü. muş. n. özet, rapor.
ruminate v. geviş getirmek. run for v. aday olmak.
ruminant adj. geviş getiren hayvan. run for it bir şeydan sakınmak.
rumination n. geviş getirme. run for office v. seçilmeye çalışmak.
rummy adj. tuhaf. run in geçmek, geçiş göstermek.
rumour n. söylenti. run in families ailesel geçiş göster-
rump n. sağrı, kıç, kalça. mek.
rumple v. buruşturmak. run-in kavga, tartışma.
run v. koşmak, akmak, işlemek, iş run into sb/sth (bir ulaşım aracıyla)
görmek, yönetmek, çalışmak, geç- çarpmak, çarpışmak; karşılaşmak;
mek, dönmek; cerahat toplamak, denemeye başlamak, (birşeye) ka-
(vücuttan) cerahat/irin veya mukus rışmak; ulaşmak, toplamak.
akmak, yayılmak. run late v. acele etmek, geç kalmak.
in the long run sonunda, nihai ola- run off kaçmak.
rak. run off with birlikte kaçmak; çalmak.
in running order çalışır durumda. run on aralıksız sürdürmek, devam
run across karşıya geçmek; karşı- etmek.
laşmak. run out akmak, sızmak; bitmek, sona
run after arkasından gitmek, izle- ermek, son bulmak, tükenmek.
mek, kovalamak, peşinden koşmak. run out of v. bitirmek, bitmek, tü-
run against çarpmak. ketmek.
run aground v. batmak, kayalara run sb out of sth (birisini) bir yeri
bindirmek. terk etmeye zorlamak.
run out on 585 rye smut

run out on sb/sth, walk out on sb/sth rural adj. kırsal, kır ve köyle ilgili.
birisini terketmek, biryerden ayrıl- ruse v. kaldırmak, uyandırmak, tahrik
mak. etmek, canlandırmak.
run over çarpıp ezmek, çiğnemek, rush v. acele etmek, saldırmak, fırla-
vurmak. mak. n. acele, saldırı, hücum.
run over/through yinelemek ve uy- rush off v. aceleyle ayrılmak, çabu-
gulamak; çabucak okumak veya in- cak ortadan kaldırmak.
celemek; hızla ve boşa harcamak; rusk n. gevrek, peksimet.
parçası olmak. russet n., adj. kırmızıya çalar kahve-
run sb through v. yaralamak. rengi, kırmızımsı devetüyü.
run sb/sth in tam kullanıma sokmak; rust v. bozulmak, çürümek, paslan-
yakalamak, tutuklamak. mak, pas tutmak. n. pas.
run sth off oluşturmak, yapmak, yi- rusty adj. paslı, pas renkli, rengi atmış.
nelemek; basmak; (koşarak) kilo rustily adv. paslı olarak.
vermek. rustless n. passız, paslanmaz.
run sth up kaldırmak, yükseltmek; rustle v. fısıldamak, hışırdamak.
döküp bitirmek; borçlanmak. rut v. çaprazlamak, çiftleşmek. n.
run to belli bir miktara ulaşmak; ala- cinsel azgınlık dönemi, cinsel kız-
cak güçte olmak, almaya gücü yet- gınlık; tekerlek izi; alışılmış şey.
mek. rutting n. çaprazlama, çiftleşme.
run up v. çoğalmak, yükselmek. ruth n. acıma, merhamet.
run up against karşılaşmak, birşeyle ruthful adj. merhametli.
uğraşmak zorunda kalmak. ruthless adj. sert, merhametsiz, acı-
running adj. koşan, işleyen, akan, masız.
dönen, birbirini izleyen. ruthlessness n. acımasızlık, merha-
runny akıcı; sulu. metsizlik.
run-in period ön süreç, ön çalışma, -ry suffix. ad yapım son eki. ör.
geçiş süreci. laundry çamaşır yıkanan yer; ça-
runt n. kısa boylu insan, kavruk maşırhane; yunaklık.
adam, cüce. rye n. çavdar.
runty adj. cüce, kavruk. rye bread n. çavdar ekmeği.
rupophobia n. kir ve pisliğe karşı rye smut n. tahıl ürünlerinde görülen,
duyulan ileri derecede iğrenti. tanenin içini boşaltan mantar hasta-
rupt- prefix. yırtmak, parçalamak an- lığı; bu mantardan elde edilen, mig-
lamlarına önek. ren sağaltımında kullanılan madde;
-rupt suffix. yırtmak, parçalamak an- doğumdan sonra dölyatağının ka-
lamlarına sonek. sılması ve kanamanın kontrol altın-
rupture v. yırtmak, yırtılmak, kop- da tutulması için kullanılan ilaç;
mak. n. sıyrık, şişme, yırtık, yırtıl- ergot.
ma. ör. Rupture of blood vessel
causes severe bleeding.
S,s

S sulfur, sigma, sypheric, spherical, saccharose n. sakroz.


spherical lens, sacral vertebra, saccharum n. şeker.
siemens, sulfur, serine, seryl sim- sacciform adj. kese şeklinde.
gesi. sinister, semis sol, yarım an- saccular adj. kese şeklinde.
lamlarına kısaltma. sacculation n. kese haline gelme; ke-
-s suffix. 1. adları çoğul yapan sonek. selerin grup oluşturması.
ör. the boys/the girls. 2. eylemlerin saccule n. küçük kese, kesecik.
üçüncü tekil şahıslarla kullanıldığını sacculuc n. pl. sacculi kesecik.
belirten sonek: Mary works here. saccus n. pl. sacci torba, kese.
Tim studies physics. 3. ad ve sıfat- sack n. çuval, torba. v. işten çıkarmak.
tan zarf yapmada kullanılan sonek: sacrad adv. sağrı kemiğine doğru.
AmE: Do you work Sundays? / sacral adj. sağrı kemiğiyle ilgili.
Summers we go to the seaside. 4. sacred adj. kutsal; saygıdeğer.
iyelik belirten sonek, ‘s, (tekil ad- sacredly adv. kutsal olarak.
lardan ve sonu -s ile bitmeyen çoğul sacredness n. kutsallık.
adlardan sonra kullanılır); -in ma- sacrifice v. kurban etmek, fedakarlık
ğazası, dükkanı, yeri. ör. my etmek, feda etmek, kıymak. n. kur-
sister's husband, yesterday's ban.
lesson. 5. dükkan, mağaza veya bi- sacrificial operation n. hasta yaşamı
risinin yeri anlamına gelen bir söz- için bir organın ameliyatla alınması.
cük oluşturur. ör. at the baker's sacro- sacr- prefixes. sakrumla ilgili
ekmekçide. at Susan's Susan'lar da. anlamına önekler. ör. sacroiliac
s’, (sonu s ile biten çoğul adlardan sakrum ve iliac kemiğinin birleştiği
sonra kullanılır). ör. the girls' yer.
dresses kızların giydiği, kızlara ait sacrum n. kuyruk sokumu kemiği.
giysiler. 6. a) is yerine: Mother’s sad adj. acıklı, üzgün, hazin, kederli,
hüzünlü, üzüntülü; keder veren.
here. / What’s that? b) has yerine:
saddle n. eyere benzer yapı.
Mother’s gone. c) does yerine (na-
sadly adv. kederli bir şekilde, üzgün
dir olarak who, what, when, v.d. so-
üzgün.
ru sözcüklerinden sonra). How’s she
sadness n. keder, mahsunluk, üzgün-
plan to do it? d) us yerine: Let’s.
lük, hüzün.
(yalnızca bu kalıpta kullanılır).
sadden v. kederlendirmek, üzmek,
sabulous adj. kumlu.
üzülmek.
saburra n. ağız veya mide kirliliği;
sad-sack ahmak.
bozukluk, bozulma; iğrençlik. sadism n. sadizm; elezerlik; insanları
sac n. kese, kesecik. yaralamaktan kaynaklanan zevk;
saccade n. hızlı göz devinimi. başkalarına eziyet etmekten zevk
saccate adj. kesecikle ilgili. alma.
saccharin n. şeker maddesi; sadist n. sadist; elezer; insanları yara-
tadlandırıcı. lamaktan zevk alan (kişi).
saccharo-, sacchar-, sacchari- safe adj. güvenli, emin, sağlam, tehli-
prefixes. şeker anlamına önekler. kesiz, zehirsiz; kasa.
“safe” period 587 salting

"safe" period kadının gebe kalma salivary glands n. tükürük yapıcı


olasılığı bulunmayan adet dönemi; bezler; tükürük bezleri.
adet başlangıcından bir hafta öncesi salivate v. tükürmek, tükürük çıkar-
ve bir hafta sonrası. mak.
safeguard v. korumak. salivation n. tükürük salgılama.
safely adv. güvenle, kazasız belasız. salk vaccine n. çocuk felci aşısı.
safety n. güven; güvenlik, koruma. sallow adj. soluk, sarımsı cildi olan,
safety-belt emniyet/güvenlik kemeri. soluk; yüzü soluk.
safety-pin n. çengelli iğne. salpingo-, salping- prefixes. tüp, döl-
sag v. bel vermek, çökmek; eğilmek, yatağı tüpü, işitim tüpü anlamlarına
bükülmek, sarkmak. önekler.
sagacious adj. anlayışlı, akıllı. salpinx n. pl. salpinges östaki boru-
sagacity n. anlayış, basiret. su; fallop tüpü.
sail v. gemi/yelkenli ile gitmek, deniz salt n. tuz, sodyum klorür. v. tuzla-
yolculuğu yapmak. n. yelken, yel- mak. adj. tuzlu, tuzlanmış. ör. Bile
kenli gemi. salts are major hepatic products of
sal n.pl. sales tuz. cholesterol metabolism and are a
salacious adj. tutkulu; cinsel olarak family of water-soluble sterols with
çok istekli. carboxylated side chains.
sale n. satış, sürüm. salt away v. birikmek, toplanmak.
for sale satılık. salt-celler n. tuzluk.
on sale ucuzluk, ucuzlukta.
salt free diet n. iki gramdan daha çok
salicylate n. aspirinin ana maddesi,
tuza izin vermeyen diyet.
salisilik asit tuzu; v. besin maddele-
salt out v. ayırmak, çözülmeyen bir
rini koruyucu olarak salisilik asitle
maddeyi solusyona tuz ekleyerek
işlemden geçirmek.
ayırmak.
saliency n. göze çarpma, dikkat çekme.
saltant adj. sallanan, eğilip bükülen.
salient adj. göze çarpan, belirgin,
saltation n. sallanma; atlama; bükülme.
dikkat çekici. n. uzantı.
salify v. tuza dönüştürmek. saltatorial adj. eğilip bükülme ile il-
saline n. tuz, sodyum klörür. adj. tuzlu, gili.
tuz gibi, tuz içeren, tuz yapısında. saltatory adj. sallanan, bükülme ile
saliferous adj. tuzlu, tuz içeren. belirgin olan; nöronlar arasındaki
salify v. tuzlamak, tuzlanmak, tuz içi- boşluğu atlayarak sinir içtepilerini
ne daldırmak; tuza batırmak; tuzla taşımakla ilgili olan. ör. Nevre
karıştırmak. impulses are transmitted from one
salinity n. tuzluluk. neuron to another by saltatory
saliva n. tükürük, saliva. conduction.
salivant adj. tükürük akışına neden salted adj. tuzlu.
olan. saltily adv. tuzlu olarak, tuzluca, tuz-
salivary adj. tükürükle ilgili, tükürük lu bir şekilde.
yapan. salting n. tuzlama.
salting in 588 sanitarian

salting in n. suda çözünemeyen bir sanatorium L. n. sağlıkevi, sanator-


proteini düşük yoğunlukta inorganik yum.
tuz iyonları içinde çözeltme tekniği sanatory adj. sağlık verici, sağlık ta-
(protein gruplarını ayırmada kulla- şıyıcı.
nılır). sanction v. onaylamak, uygun gör-
salting out n. bir proteini çözeltile- mek. n. onay; ceza, yaptırım.
rinden çökeltme. sand n. kum.
saltless adj. tuzsuz. sandfly n. tatarcık.
saltness n. tuzluluk. sandfly fever n. enfekte tatarcığın
saltpan n. tuzla. neden olduğu kas ve kemiklerde ağ-
saltpeter n. potasyum nitrat. rı yapan titremeli, ateşli sayrılık.
salty adj. tuzlu. sandiness n. kumlu olma, kumluluk.
salubrious adj. sağlıklı. sand-paper zımpara kağıdı
salubrity n. sağlık, sağlamlık. sandstone n. kumtaşı.
saluresis n. idrar içinde sodyum sandworm n. çeşitli kedi ve köpek
salınımı. kancalı kurtlarından biri.
salutary adj. yararlı, sağlık için ya- sandy adj. kumlu.
rarlı; sağlıklı, iyileştirici. the sands kumsal.
salute v. selamlamak. sane adj. aklı başında, bilinçli, bilinci
salvation n. kurtulma, kurtarma, kur- yerinde.
tuluş. sangucolous adj. kan içinde bulunan.
salve v. merhem sürmek. n. merhem. sangufacient adj. kan oluşturan; kan
same adj. aynı, aynısı, tıpkı. yapıcı.
all the same buna karşın, yine de. sangui-, sanguin-, sanguino- prefixes.
at the same time aynı zamanda, kan, kanlı anlamlarına önekler.
bununla beraber. sanguiferous adj. kan ileten; kan ta-
by the same token aynı şekilde; şu şıyan; kan içeren.
da doğrudur ki.... sanguification n. kan yapma, kan
in the same boat aynı hoş olmayan üretme.
durumda; aynı tehlike ile yüz yüze. sanguinary adj. kanlı, gaddar, zalim.
in the same way aynı şekilde. sanguine adj. kanlı; iyimser, yaşam
just the same ancak, bununla bir- dolu.
likte, yine de; değişmemiş, aynı. sanguineous adj. kan içeren, (yara-
same as tam benzeri, tam ... gibi. dan akan) kanlı irinli.
sameness n. benzerlik, aynılık. sanguinolent adj. kanla karışık; kanlı.
the same (as) adv. aynı şekilde. sanguis n. kan.
sample n. numune, örnek. v. dene- sanies n. ince, kanla kaplı irin içeren
mek, örnek almak, tadına bakmak. akıntı.
up to sample örneğine uygun. sanify v. sağaltmak, sağlıklı hale ge-
sampling n. örnekleme. tirmek.
sanative adj. iyileşme eğiliminde sanioprulent adj. ince, kanlı irin içeren.
olan. sanitarian n. halk sağlığı hekimi.
sanitarily 589 satellite

sanitarily adv. sağlıklı olarak. saprogenic, saprogenous adj. çürü-


sanitarium n. sağlıkevi. meye neden olan; çürük.
sanitary adj. sağlıklı, sağlığa ait, sağ- saprophyte n. ölü organik madde
lıkla ilgili; sıhhi, temiz. ör. Typhoid üzerinde yaşayan organizma.
fever is a disease largely of developing saprozoic adj. çürüyen organik mad-
countries where sanitary conditions de içinde yaşayan.
are insufficient to stop its spread. sarcastic adj. acı, alaylı, dokunaklı,
sanitation n. sağlığı koruma, sağlık- eleştirel.
laştırma. sarco- prefix. kas doku anlamına önek.
sanitize v. sağlığı korumak. sarcocele n. testis tümörü.
sanity n. zihinsel denge; aklı yerinde sarcogenic adj. kas dokusu oluşturan.
olma, akıl sağlığı; sağlıklı düşünme. sarcolemma n. kas lifini saran örtü.
sap n. bitki özsuyu, bitki özü. v. altını sarcology n. yumuşak doku anatomisi.
kazmak, takatini kesmek, tüketmek, sarcoma n. kemik, kas, yağ v.d. gibi
zayıflatmak. bağ dokularda oluşan kötü huylu ur.
saphead n. aptal. sarcomatous adj. böyle bir ura ben-
sapless adj. kuru, özü olmayan. zeyen.
sapling n. fidan; genç. sarcous adj. kas doku ile ilgili.
saphemia n. kan zehirlenmesi. sarin n. sinirleri etkileyen güçlü bir
saphena n. kalın bacak veni. zehir, sarin.
sapid adj. tatlı. sarmassation n. kadın doku veya or-
ganlarını cinsel amaçlı olarak sık-
sapo n. sabun.
ma, okşama, ovma, veya öpme.
sapo- , sapon- prefixes. sabun anla-
SARS abv. for severe acute
mına önekler.
respiratory syndrome, şiddetli akut
saponaceous adj. sabunumsu, sabun
solunum yolları sendromu.
gibi, sabunla ilgili. sartorious adj. uyluk kası.
saponatus adj. sabunla karışık. sat. abv.. for saturated, saturation,
saponification n. sabunlaşma; yağın doygunluk, doyma, doymuş anlam-
sabun içinde taşınması; yağın sabu- larına kısaltma.
na dönüşmesi. sat. sol., sat. soln. abv. saturated
saponify v. sabunlaştırmak. solution, doygun çözelti anlamına
saponity n. sabunlaştırma. kısaltma.
sapphism n. kadın eşcinselliği, lezbi- satan n. şeytan.
yenlik. satanic adj. hınzırca, melun, şeytanca.
sapro-, sapr- prefixes. ölü, çürük, çü- satanist n. şeytan, şeytana tapan.
rümüş, çürüyen, bozulmuş madde satanism n. şeytana tapma.
anlamlarına önekler. ör. saprohyte, sate v. tam olarak tatmin etmek, tama-
sapremin. men doyurmak; tatmin etmek, gider-
saprobe n. besinini cansız veya çürü- mek; yeterinden fazlasını sağlamak.
yen maddelerden elde eden orga- satellite n. uydu; daha büyük bir or-
nizma, ölü organizma içinde yaşa- gana eşlik eden daha küçük bir ya-
yan organizma. pı; büyük bir lezyona bitişik daha
saprodontia n. diş çürümesi. küçük lezyon.
satellitism 590 s.c.

satellitism n. başka bir organ veya satyriasis n. erkekte ileri derecede


dizgeye/sisteme bağımlı olma. cinsel istek.
satiable adj. doyurulabilir. satyromania n. erkekte ileri derecede
satiate v. doyurmak, tatmin etmek. cinsel istek.
satiated adj. tok, karnı tok. sauce n. sos, salça.
satiation n. doyma, doygunluk. saucerization n. dokuyu kazma.
satiety n. tokluk, doymuşluk. saucily adv. kabaca, saygısızca.
satisfy v. karşılamak, doyurmak, gi- sauciness n. kabalık, saygısızlık.
dermek, tatmin etmek, memnun et- saucy adj. saygısız, kaba.
mek, ikna etmek. sausage n. sucuk.
satisfied adj. doymuş, tatmin olmuş, savage adj. yırtıcı, yabani, vahşi.
hoşnut olmuş, memnun, kanıksa- savagely adv. vahşice, vahşi bir şe-
mış, ikna olmuş. kilde.
dissatisfied adj. doymamış, hoşnut savageness n. vahşilik, vahşet.
olmamış, ikna olmamış. savagery n. vahşet, vahşilik.
satisfaction n. doyma, tatmin olma, save v. biriktirmek; korumak, kurtar-
ikna; hoşnutluk, memnuniyet. mak.
satisfactory adj. memnunluk verici, save for -den başka.
doyurucu, tatmin edici, yeterli. save one’s breath v. soru sorarak ra-
satifactorily adv. doyurucu olarak, hatsız etmemek.
tatmin edici bir şekilde, tatminkar save one's skin/neck zor bir durum-
olarak. dan kurtulmak; kendini yaralanma,
unsatisfactory adj. doyurucu ol- kayıp vd.lerinden korumak.
mayan, iyi olmayan. save the day zor durumda başarmak.
unsatisfactorily adv. noksan ola- save up para biriktirmek.
rak, kötü bir şekilde. saver n. kurtaran, kurtarıcı.
saturate v. doyurmak, doldurmak, ıs- saving n. karmaşık motor becerilerin
latmak. hızla kazanılması.
saturated adj. doymuş, tok. savings n. tasarruf, para biriktirme,
saturation n. doyma, doygunluk, tok- birikim.
luk, en yüksek yoğunluk. ör. The savor v. tatmak, kokmak. n. tat, koku,
saturation of hemoglobin with lezzet.
oxygen occurs in the lungs. savory adj. tat verici; güzel kokulu;
saturant adj. doyurucu. iştah açıcı.
saturation point n. doyum noktası; saw n. testere.
daha çok/ileri şeylerin eklenemeye- say v. demek, söylemek, varsaymak,
ceği, alınamayacağı, kabul edileme- açıklamak.
yeceği aşama. saying n. söylenen, ifade; atasözü.
saturnine adj. kurşunla ilgili, kurşun as the saying goes dedikleri gibi.
zehirlenmesine bağlı. that is to say yani.
saturnism n. kurşun zehirlenmesi. s.c. abv. subcutaneous, subcutaneously,
satyr tip n. dik kulak. deri altı anlamına kısaltma.
scab 591 scarlatina

scab n. kabuk, yara kabuğu; uyuz scalloping n. bir yapının düz yüzeyini
(sayrılığı) v. kabuk oluşturmak, ka- kazıma.
buk bağlamak. scalp n. kıllı deri ve derialtı dokusu.
scabby adj. kabuklu, kabuktan oluş- scalpel n. cerrahi bıçak, bistüri.
muş. scalpriform adj. oyuk şeklinde.
scabicidal adj. uyuz öldürücü. scalprum n. büyük, çok güçlü cerrahi
scabicide n. uyuz akarları öldürücü bıçak.
madde. scaly adj. pullu, pulsu.
scabies n. uyuz; uyuz akarların neden scan v. araştırmak, taramak, incele-
olduğu deri kızarması. mek. n. araştırma, tarama.
scabies n. uyuz sayrılığı. scanner n. tarayıcı cihaz.
scabious adj. uyuzla ilgili. n. uyuz scanning n. tarama.
otu. scant, scanty adj. az, dar, yetersiz,
scabrities n. deri kalınlaşması, deri kıt. ör. Because of scant amount of
sertleşmesi, deride oluşan pürüz. breast substance in the man, the
scabrous adj. kepekli; pürüzlü. malignant neoplasm rapidly infiltrates
scala n. pl. scalae kohlea boşlukla- to become attached to the overlying
rından birisi. skin and underlying thoracic wall.
scald v. haşlamak, bukar veya sıcak scantiness n. yetersizlik, kıtlık.
sıvı temasıyla yanmak, yakmak; bu -scape suffix. görünüm, manzara, re-
tür temastan kaynaklanan lezyon. n. sim, geniş alan anlamlarına sonek. ör.
kaynar su dökülmesiyle oluşan ya- seascape deniz manzarası. cityscape.
nık, yara. scapho- prefix. içi boş, bot şeklinde
scalding n. idrar çıkarımı sırsında anlamarına önek.
duyulan yakıcı ağrı. scaphoid adj. içi boş, bot şeklinde.
scale v. tırmanmak; tartmak. n. pul, scapula n. pl. kürek kemiği.
balık pulu; ayraç, ölçü, ölçek, terazi scapus n. pl. scapi gövde.
gözü. scar n. yaranın iyileşmesinden sonra
scale down v. azaltmak. geride kalan iz; skar.
scale up v. çoğaltmak. scare v. korkutmak.
scaled adj. pullu; ölçülü. scared adj. korkmuş, ürkmüş.
scalene adj. kenarları eşit olmayan. scarce adj. az bulunur, kıt, nadir.
scaler n. dişlerden tartar çıkarmada scarcely adv. ancak, henüz, hemen
kullanılan alet; elektriksel dürtüleri hemen hiç, güç bela, zor bela.
saymada kullanılan alet. scarcely ... when -muştu; ... olur ol-
scaling n. soyulma; diş hekimliğinde, maz.
diştacı veya kökündeki birikintileri scarcity n. azlık, nadirlik, kıtlık.
soyup şıkarma. scarification n. deri üzerinde yüzey-
scaliform adj. merdiven şeklinde. sel yaralar açma.
scall n. kepek, pul. scarify v. deri üzerinde yüzeysel ya-
dry scall n. uyuz sayrısı. ralar açmak.
moist scall n. egzama. scarlatina n. kızıl; kızıl sayrılığı.
scarlatinal 592 scissors

scarlatinal adj. kızıllla ilgili. schizo-, schiz- prefixes. yarılma, çat-


scarlatiniform adj. kızıl şeklinde; kı- lama, bölünme anlamlarına önek.
zıla benzer. ör. schizo-genesis n. bölünerek ço-
scarlet adj. turuncuya çalar parlak ğalma.
kırmızı. schizoid adj. toplumsal olarak içine
scarlet red n. yağ veya kloroform kapanık, çok az dostu veya insan
içinde çözünebilen koyu kahveren- çevresi olan.
gimsi toz. schizoidism n. içine kapanıklık, içine
scarlet fever n. kızıl (sayrılığı). kapanma eğilimleri gösterme.
scat-, scato- dışkı anlamına önekler. schlera n. göz akı.
ör. scatacratia n. dışkısını tutama- scholar n. bilgin, bilimadamı; burslu
ma; dışkı kaçırma. öğrenci; entelektüel; uzman.
scatemia n. bağırsakta zehirlenme. scholarship n. bilim, bilim yapma,
scato- prefix. dışkı, gaita anlamlarına öğrenme.
önek. a scholarship burs.
scatology n. sayrılık tanısı koymada school n. okul, fakülte; ekol
dışkı inceleyen tıp dalı. schoolboy n. öğrenci.
scatoma n. barsaklarda ur sanısı ve- schoolmaster n. öğretmen.
ren gayda sertleşmesi. schoolmate n. okul arkadaşı.
scatter v. dağıtmak, saçmak, serpmek. schoolmistress n. bayan öğretmen.
scatula n. kare şeklinde ilaç, tablet schoolroom n. sınıf.
kutusu. schooling n. öğrenim.
scene n. sahne; görünüm; manzara; schwelle n. eşik.
bir olayın geçtiği yer; toplu yerlerde sciage n. masaj yaparken elin ileri-
iki kişi arasındaki öfkeli tartışma; geri devinimi.
belirli çalışma alanı; insanın hoş- sciatic adj. kalçaya yakın; kalça ile
ilgili.
landığı şeyler.
science n. bilim.
behind the scenes gizlice; görüş
science fiction n. bilim kurgu.
alanı dışında.
scientific adj. bilimsel.
(come) on the scene ortaya çıkmak,
unscientific adj. bilimsel olmayan.
var olmak.
scientifically adv. bilimsel olarak.
set the scene temel oluşturmak, or-
unscientifically adv. bilimsellikten
tam hazırlamak.
uzak; bilimsel olmayarak.
scenery n. görünüm, manzara; (tiyat-
scientist n. bilim adamı.
ro) sahne dekoru. scirrhoid tissue n. sert doku.
scent n. koku. scirrhous adj. sert.
schedule n. cetvel, çizelge, tablo, tari- scirrhus n. sert bir oluşum gösteren
fe, program. kanser.
schema n. pl. schemata plan, şema. scission n. ayrılma, bölünme, parça-
schisto- prefix. yarık anlamına önek. lanma, bir hücrenin bölünmesi; gö-
ör. schistoglossia n. dilin doğuştan zesel parçalanma.
yarık olması. scissors n. makas.
scissura 593 seabed

scissura n. pl. scissurae çatlak, yarık; screen n. ekran, perde. v. incelemek,


ayrılma, parçalanma. değerlendirmek, taramak.
scler- , sclero- prefixes. sert, sertlik screening n. tarama, inceleme; öykü
anlamlarına önekler. ör. shleritic alma. ör. Screening of parents for
adj. sert; sertleşmeyle ilgili. sclerose sicle cell trait has decreased the
v. sertleşmek. incidence of the disease.
sclera n. pl. scleras, sclerae göz akı. scribe v. yazmak, çizmek; oluşturmak.
scleral adj. göz akı ile ilgili. screw v. vidalamak. n. vida.
sclerotic adj. sertleşmiş. secrewy adj. acaip, deli, garip, tuhaf;
scold v. azarlamak, paylamak. kıvrık, dolambaçlı.
scolding n. azar, paylama. scrotum n. pl. scrota, scrotuma tes-
scope n. bir organı incelemede kulla- tis torbası, skrotum.
nılan stethoscope v.b. her alet; alan, scrub v. ovalayarak silmek, ovala-
kapsam, saha. mak, fırçalamak.
-scope suffix. inceleme, başka ince- sculpt v. biçim vermek, kesmek, şe-
leme yöntemleri anlamlarına sonek. killendirmek.
scoptopia n. gözlerin karanlığa alış- sculpture n. heykel, yontu.
ması. scurvy n. C vitamini eksikliğinin ne-
-scopy suffix. gözlemleme, inceleme den olduğu bir yetmezlik sayrılığı,
aletlerini kullanma anlamlarına sonek. skorbüt.
scorbutic adj. skörbit ile ilgili. scum n. köpük, kaymak, kir tabakaı,
scorbutus L. n. skörbit. posa, cüruf.
scordinema n. esneme ve kaşınma. scurf n. kepek, saç kepeği, konak,
score n. çizgi, sıyrık; sayı, hesap, kabuk.
skor; yirmi, yirmi tane. v. çizmek, scurfy adj. kepekli, konaklı.
sıyırmak. scurvy n. iskorbit.
scorn v. horgörmek, hafife almak; scute n. ince plaka, ince düz levha.
horlamak. n. küçük görme, hor scutum n. pl. scuta ince düz levha.
görme, horlama, hafifseme. scybalum n. pl. scybala sert, yuvar-
scornful adj. küçük gören, horlayan. lak, kalın dışkı.
scornfully adv. küçük görür şekilde. scyphoid adj. kupa, fincan şeklinde.
scoto- prefix. karanlık anlamına önek. sea n. deniz, derya; umman, okyanus.
scotoma n. kör nokta, kör bölge. adj. denizle ilgili.
scour v. temizlemek, suyla yıkamak, at sea deniz yolculuğunda, gemide,
kirini akıtmak. n. (sığırlarda) ishal. denizde.
scout v. araştırmak, keşfetmek. by the sea deniz kenarında.
scrap v. çürüğe çıkarmak, doğramak. go by sea deniz yoluyla gitmek.
n. artık, döküntü, kırıntı, parça. in the sea denizde, denizin içinde.
scrappy adj. eksik, yüzeysel. inland sea iç deniz.
scrape v. kazımak, sıyırmak, sürt- put to sea denize açılmak.
mek. seabed n. denizin altındaki toprak;
scratch out v. kazıyıp çıkarmak. deniz yatağı.
seabird 594 secretagogue

seabird n. deniz kuşu; martı. seaworthy adj. denize dayanıklı.


seaboard n. deniz kıyısı. season n. mevsim.
seaborne adj. gemilerle taşınan. sebaceous adj. yağ, yağ salgılayan,
seacoast n. sahil, deniz kıyısı. yağlı. ör. In older people, the skin
seafood n. yenilebilen deniz ürünleri; becomes dry because the activity of
balık ve balığa benzer deniz hay- the sebaceous glands decreases.
vanları. sebo- , seb- , sebi- prefixes. yağ, yağlı
sea-green adj. açık mavimsi yeşil. anlamlarına önekler.
sea-gull n. martı. seborrhea n. olağandan fazla yağ
sea-horse n. denizatı. salgılama .ör. seborrhea in
seal v. sıkıca kapatmak, mühürlemek, adolescents leads to acne.
damgalamak; onaylamak; belirle- sebum n. yağ bezi salgısı.
mek. n. sımsıkı kapama, mühür, sec. abv. second, ikinci, ikincil anlam-
damga. ör. Gonococcal cervicitis larına kısaltma.
results in few sequelae, whereas second n. saniye. adj. ikinci, ikinci
salpingitis may seal the fallopian olan. v. yardımcı olarak katılmak;
tubes, which become massively özendirmek, cesaretlendirmek. adv.
distended with pus and may be left ikinci sırada, ikinci derecede; ikinci,
severely scattered. ikinci olan, ikincil. ör. Yolk sac
sealant n. kapatıcı madde, tıkayıcı tumor is rare but is the second most
madde; sızıntıyı önleyici madde. common malignant tumor of germ
seal off v. sıkıca kapatmak, tıkamak, cell origin.
doldurmak, yalıtmak. secondaries n. yayılma, metastaz;
seal up v. kapamak. ikinci derece frengi lezyonları.
sea-level n. deniz düzeyi. secondary adj. ikinci derecede, yan,
sea-lion n. iri ayıbalığı. tali, sonraki, ikincil, yedek, önemsiz.
seam n. yara izi, dikiş, dikiş yeri; ka-
secondarily adv. ikinci dereceden,
fa kemiklerinin ek yeri.
ikinci olarak, tali olarak. ör. Nearly
search v. aramak, araştırmak, ince-
all diseases of the kidney involve
lemek. n. araştırma, inceleme, yok-
the renal blood vessels secondarily.
lama.
second-class ikinci sınıf, ikinci dere-
in search of -i arayarak, -i bulma-
ceden.
da/bulmak için.
second-degree burn ikinci derece
search me bilmiyorum, bir fikrim
yanık.
yok.
seashore, seaside n. sahil, deniz kıyısı. second-hand kullanılmış, ikinci el.
sea-shell n. deniz hayvanları kabuğu. secondly adv. ikincisi, ikinci olarak.
seasick adj. deniz tutmuş. seclusion n. gizleme, saklama.
sea sickness n. deniz tutması. secrecy n. gizlilik, ketumluk.
seat n. oturacak yer; mevki. secret adj. gizli.
sea-urchin n. deniz kestanesi. secreta n. salgı, salgılanan madde.
seawards adv. denize doğru. secretagogue n. salgılamayı kolaylaş-
seaweed n. deniz yosunu. tıran madde.
secrete 595 see about

secrete v. salgılamak. ör. It has been scuttle v. acele gitmek, korkup kaç-
discovered that many apparently mak.
nonsecretory pituitary tumors in sedate adj. ağırbaşlı, sakin. v. yatış-
women secrete gonadotropins, their tırmak, sakinleştirmek.
α or β subunits, or both. = Kadınlar- sedation n. yatıştırma, sakinleştirme;
da, açıkça, salgı yapmayan pitiüter sakinlik. ör. Barbiturates induce
tümörlerin çoğunun gonadotropin, sedation and decrease anxiety.
bunların α ve β altbirimleri, veya sedative adj. ağrı kesici, yatıştırıcı,
her ikisini salgıladığı keşfedilmiştir. sakinleştirici.
secretion n. salgı, salgılanım, salgı- sedigitate adj. altı parmaklılık.
lama, salgılanma. sed., sediment n. çökelti, tortu, çöke-
secretome n. bir göze, parazit, veya lek. v. çökeltmek.
başka bir canlı tarafından salgılanan sedimentary adj. tortul.
ürünler toplamı, salgı. sedimentation n. kan çökümü, kan
secretomotor, secretomotory adj. çökelimi, kançöküm; çöküm, çöke-
salgılamayı uyarıcı. lim, tortulaşma.
secretory adj. salınımla ilgili. sedimentum L. n. çökelti.
sectile adj. bölünebilir; bölünmüş gö- sedition n. sadakatsizlik.
rünümlü. seduce v. ayartmak, baştan çıkarmak,
sectio n. pl. sectiones altbölüm, cezbetmek, çekmek, iğfal etmek.
segment. seduction n. ayartma, baştan çıkarma.
section n. kesi, kesit, dilim, kesim, seductive adj. çekici, büyüleyici, al-
bölge, bölüm, kısım. ör. The main benisi olan.
renal artery divides into anterior sedulous adj. çalışkan, baştan çıkarıcı.
and posterior sections at the hilum. see v. 1. görmek. 2. bakarak incele-
transsection n. çapraz kesi. mek; farkına varmak; gözüne iliş-
sector n. bölüm, kesim. mek. 3. yaşamak, deneyim geçir-
private sector n. özel sektör. mek; katlanmak. 4. anlamak; öğ-
public sector n. kamu sektörü. renmek. 5. anlamını, amacını, öne-
secular adj. laik. mini kavramak. 6. ...gibi görmek;
secund adj. tek yanlı. varsaymak. 7. hayal etmek; görsel-
secundina n. pl. secundinae doğum- leştirmek. 8. bulup ortaya çıkarmak.
dan sonra vajinadan atılan madde, 9. güvenceye almak; ilgilenmek,
plasenta. özen göstermek. 10. ziyaret etmek.
secure adj. güven, güven içinde, gü- 11. eşlik etmek; birlikte olmak; bir-
venli; korkusuz, şüphesiz; güçlü, likte gitmek. 12. olmasına katkıda
sağlam. v. almak, elde etmek, sağ- bulunmak.
lamlaştırmak. let me see bir bakalım, biraz düşü-
secure sedan n. sedye. nelim, dur bakayım.
secured adj. sağlam, güvenli. see about hazırlanmak; bağlantı kur-
securely adv. güvenle. mak; ilerisini düşünmek, düşünmek,
security n. güven, güvenlik. katılmak; olmasını önlemek.
see eye to eye 596 self-interest

see eye to eye v. aynı görüşte olmak. segmentation n. parçalara bölünme,


see in çekici bulmak. ayrılma.
see of görmek; birlikte olmak. segmented adj. halkalı, dilimli.
see off v. (istasyondan, havaalanın- segmentum n. pl. segmenta bölüm,
dan) uğurlamak; kovalamak; sa- parça, halka.
vunmak; karşı koymak. segregate v. ayırmak.
see one's way istekli, hevesli olmak. segregation n. ayırma, ayrılma, böl-
see out sonuna dek sürmek; evden me, yalıtma, homologların yalıtımı.
uğurlamak. ör. Homologous chromosomes
see round/over ziyaret etmek ve in- exhibit segregation during meiosis
celemek. when they become isolated in
see red çok kızmak. separate daughter cells.
see stars (başa gelen darbenin sonucu seize v. ele geçirmek, yakalamak,
olarak) gözlerinde şimşekler çık- tutmak, kavramak.
mak; yıldızları görmek. seizure n. felç, inme, nuzul; nöbet.
see the back/last of dibini görmek; seldom adv. nadir, nadiren, çok sey-
ilişkisini koparmak. rek, nadir olarak.
see the light bir düşünceyi benimse- select v. seçmek, beğenmek, ayıkla-
mek; birşeyin gerçekliğini kavra- mak, tercih etmek.
mak. selection n. seçim, tercih.
see things serap görmek; hayal gör- natural selection n. doğal seçim.
mek. selected adj. seçilmiş.
see through hakkında gerçeği öğ- selective adj. seçici.
renmek; sonuna kadar desteklemek, selectivity adv. seçicilik.
(birisine zor durumda) yardım etmek. self birey, kişi; ego; benlik; kişiliği
see to ilgilenmek; özen göstermek; oluşturan eğilim, duygu, hafıza,
uğraşmak, düzenlemek, katılmak.
özellik ve davranışsal önyargılar
seed v. tohum ekmek; aşılamak. n.
toplamı.
tohum, tane.
self abuse kendi kendini tatmin; mas-
seeing that -e göre, -e bakarak; ma-
türbasyon.
dem ki; -dığına göre, nedeniyle.
self confident kendine güvenli.
seek v. aramak, araştırmak, sormak.
self control kendi kendini denetleme.
seek for/out v. aramak, araştırmak.
self determination kendi geleceğine
seem v. ...gibi gelmek, görünmek; gö-
rülmek, ortaya çıkmak; aklında şe- kendisinin karar vermesi.
killenmek; var olmak. self-assertive adj. buyurgan, kendini
seeming adj. açık. beğenmiş, saldırgan.
seemly adj. uygun, elverişli. self-centered adj. bencil.
seep v. sızmak, süzmek. self-confident adj. cesur, kendine
seepage n. sızıntı. güvenli.
segment n. bölüm, parça, halka. self-conscious utangaç, sıkılgan, kor-
segmental adj. halkalı, dilimli; parça- kak.
larla ilgili. self-interest bencillik.
self-limited 597 senescence

self-limited belli bir süre görülen ve sell sth off (ucuza satarak) kurtulmak,
daha sonra yok olan sayrılıklar için başından savmak.
kullanılan bir terim; belli bir süre sell up var olan herşeyini satıp tü-
içinde kendi kendine geçen sayrılık. ketmek.
ör. Molluscum contagiosum is a seller n. satıcı.
common, self-limited viral disease sold out herşeyi satmak, var olanı sa-
of the skin caused by a poxvirus. tıp tüketmek.
self-propagating adj. dış yardım ge- semantic adj. anlam ile ilgili.
rekmeden yayılma yeteneği olan. semantics n. sözcüklerin anlamı ile
ör. Nerve impulses are self- ilgilenen bilim dalı.
propagating because the energy semel L. bir kez; bir kere; bir defa.
utilized is provided by the cell itself. semelincident adj. yalnızca bir kez
self-love n. kendini sevme, narsizm. olan/görülen (sayrılık).
salf-poisoning n. kendi kendini zehir- semen n. pl. semina, semens meni,
leme. belsuyu, sperma, ersıvı, ersıvısı.
self-regulation n. bireyin sağlıkla il- seminal adj. spermle ilgili, ersıvısına
gili riskli davranışlardan kendini ilişkin, meniye ait.
arındırması. seminiferous adj. sperm yapıcı.
self-respect kendine saygı, onur. semi- prefix. kısmen, yarı, yarım an-
self-rightous adj. aldırmaz, kayıtsız. lamlarına önek. ör. semicircle n.
self-sacrifice fedakarlık. yarım daire. semicircular adj. ya-
self-stimulation n. ağrıyı hafifletmek rım daire şeklinde. semi-conscious
ve gidermek üzre beyin, spinal kord adj. yarı bilinçli. semilunar adj. ya-
veya periferel sinirlerin elektriksel rım ay şeklinde.
uyarımı. semiopaque adj. ışığı tam olarak ge-
self-sufficient kendini beğenmiş. çirmeyen. ör. Vision is lost when
self-supporting kendine yeten. the lens of the eye becomes
selfish adj. aç gözlü, bencil. semiopaque.
selfless adj. cömert, bencil olamayan. semipermeable adj. yarı geçirgen. ör.
-self suffix. kendi anlamına sonek. ör. Because the cell is semipermeable,
myself kendim, kendi kendime. not every particle can enter.
self- prefix. kendi anlamına önek. ör. semis n. yarım.
self-acting kendi kendine hareket send v. göndermek, iletmek, taşımak.
eden; otomatik. self-centered ken- send for v. çağırmak.
dini düşünen, bencil. send in v. içeri göndermek; yarışa ka-
sell v. satmak. tılmak.
bestseller çok satan, çok satılan. send off v. göndermek, yola çıkmak.
sella n. eyere benzer oluşum; bel, bo- send out v. çıkarmak, göndermek,
yun. salmak, yaymak.
sale n. satış. send up v. yukarı göndermek, yük-
wholesale n. toptan. seltmek.
wholesaler n. toptancı. senescence n. yaşlılık, ihtiyarlık.
senescent 598 septuculum

senescent adj. yaşlanan kişi, ihtiyar- sensorium n. pl. sensoria, sensoriums


layan kişi. adj. yaşlı, yaşlanmış. duygma organı; bilinç.
senile adj. yaşlılıkla ilgili, yaşlılığa sensorium n. duyu merkezi.
özgü; yaşlı. sensory adj. duyusal, duyulara özgü.
senility n. yaşlılık, geçkinlik; bunak- sensual adj. beden ve dygularla ilgili,
lık. ör. Squamous cell carcinoma bedensel veya dygusal zevkle ilgili.
may occur at any age from the sensuous adj. duyulara özgü.
second decade of life to senility. sensus L. duyu.
senior adj. büyük, kıdemli, üst. sentence n. tümce, cümle; hüküm,
seniority n. kıdemlilik, daha yaşlılık. yargı, mahkeme kararı, ilam. v. hü-
senium n. yaşlılık. küm vermek, cezaya mahkum et-
sensate adj. algılayabilen (kısmi sinir mek/olmak, yargıya varmak.
veya omur iliği hasarlı hastalar için sentiment n. duyu, his; düşünce.
kullanılır). sentimental adj. duygulu, duygusal.
sensation n. duygu, izlenim, his; du- sentimentally adv. duyusal olarak.
yum, duyma. sentimentality n. duygusallık, içlilik.
sense n. duyu, duyum; duygu, his; separate n. ayrı, ayrılmış. v. ayırmak,
akıl, anlama yetisi, anlayış; anlam; ayrılmak, ayırt etmek, bölmek.
eğilim, yön. separability n. ayrılabilme.
common sense n. sağduyu. separable adj. ayrılabilir.
make sense anlamını net olarak separately adv. ayrı olarak, ayrı ayrı.
kavramak; mantıklı olarak ele al- separation n. ayırma, bölme, boşluk,
mak; mantıklı bir seyir izlemek. ayrılma, ayırım.
make sense (out) of anlamak. sepsis n. pl. sepses kanda veya doku-
nonsense n. saçma, zırva. larda çeşitli patojenik veya zehirli
senseless adj. baygın, hissiz, duygusuz. madde varlığı, kan zehirlenmesi.
sensible adj. anlayışlı, akıllı, aklı ba- sept- , septico- , septi- , septo-
şında, duyarlı, zeki; uygun; prefixes. kan zehirlenmesi anlamına
farkedilen, hissedilir. önekler.
sensibility n. duyarlılık, hissedebilme. sept- , septi- prefixes. yedi anlamına
sensibly adv. anlayışla, anlayışlı bir önekler. ör. septineary yedişer.
şekilde, uygun bir şekilde. septennial yedi yılda bir, yedi yıl-
sensitive adj. duyarlı, duygulu, hisli, lık, yedi yıl süren.
içli. ör. Tubular epithelial cells are sept- , septo- prefixes. septum, duvar
particularly sensitive to ischemia anlamlarına önekler.
anda are also vulnerable to toxins. septate adj. bölümleri olan, bölümlü.
sensitivity n. duyarlılık. septal adj. bölümle ilgili, bölüme özgü.
sensitize v. alınganlaştırmak, duyarlı September n. eylül.
hale getirmek, duyarlılaştırmak, septic adj. mikroplu, çürütücü.
hassaslaştırmak. septuagenarian n. yetmiş yaşında ki-
sensori- prefix. duygu, duyma, algı şi, yetmişlik kişi.
ile ilgili anlamlarına önek. septuculum L. bölmecik.
septulum 599 servicing

septulum n.pl. septula küçük bölme, serosanguineous adj. hem serum


bölmecik. hem de kan içeren, kanlı, kan görü-
septum L. n. pl. septi, septa bölme, nümlü.
iki bedensel boşluğu veya yumuşak serotina n. gebelik endometriumu,
doku kütlelerini birbirinden ayıran gebelik sırasında uterus mukozası.
duvar. serotype n. bir antijen tarafından in-
septuplet n. yediz. düklenen ve başka bir antijenle tep-
sequel n. üst, üst taraf; arka, arka ta- ki gösteren antikor.
raf; sonuç. serous adj. ince ve sulu, sulu içerikli
sequela n. pl. sequelae bir sayrılık madde veya serum üreten, serum
sonrasında oluşan bozukluk, hasta- içeren.
lık sonucu oluşan durum, sekel. serovar n. tür, diğer suşlardan
sequence n. sıra, arka arkaya gelme, ayırtedilebilen alt tür.
silsile; sonuç. ör. In the codons serpignous adj. sinsi ilerleyen.
ACU and ACA, the sequence of the serrate(d) adj. çentikli, girintili, çı-
first two bases is identical. kıntılı, testere dişli, dişli.
serration n. girintili, çıkıntılı.
sequent adj. sonra gelen, sonraki; iz-
serratus L. dişli.
leyen.
serrulate, serrulated adj. ince çen-
sequential adj. izleyen, belli bir sıra-
tikli, ince dişli.
da bulunan, ardışık, zincirleme.
serum n. pl. serum, sera serum, sulu
in unbroken sequence arka arkaya, sıvı, salgı, kansu.
zincirleme. serum sickness kansu sayrılığı.
sera n. serum. (çoğul biçimi) serumal adj. serum kökenli, serumla
antisera n. antiserum. ilgili.
serene adj. berrak, durgun, sakin, rahat. servant n. hizmetçi, uşak.
serial adj. seri, seri halinde. servation n. bir organın işlevi veya
serial production n. seri/toplu üretim. yararı.
seriate v. seri halinde düzenlemek. serve v. hizmet etmek, yardım etmek,
series n. sıra, silsile; dizi; seri. yararı dokunmak, yaramak, görev
in series arka arkaya, seri halinde. yapmak; inerve etmek. ör. Hormones
serious adj. akut, ciddi, çok önemli, such as estrogens serve in animals
yaşamsal. ör. All intravenous drug as promoters of liver tumors.
users are susceptible to serious at your service yardıma hazır; hiz-
infections. metinde.
seriously adv. ciddi olarak, ciddi şe- of service yararlı; yardımcı.
kilde. serve one right v. hak ettiği cezayı
seriousness n. ciddilik. almak.
seropus n. irinli kansu, cerahatli serum. serve sth out sonuna dek çalışmak.
serosa n. karın boşluğu veya göğüs servicable adj. kullanılabilir; elverişli.
boşluğunda bulunan içorganların dış service n. hizmet, görev, servis.
tabakası, serosa. servicing n. bakım.
sessile 600 sewage

sessile adj. sapsız; geniş bazalı. ör. set up v. kurmak, başlamak, giriş-
endometrial polyps are sessile mek; üretmek; neden olmak; ha-
masses of variable size that project zırlamak; sağlamak.
into the endometrial cavity. set up as bir mesleğe başlamak;
session n. oturum. ...olduğunu iddia etmek.
set v. koymak, yerleştirmek, dikmek, set up house/home bir yerde oturma-
kurmak, başlatmak; batmak. n. araç, ya başlamak.
koleksiyon, seri, takım, küme, grup, seta n. pl. setae kıl, kısa sert kıl, do-
ekip, zümre. muz kılı, kıla benzer herhangi bir
set about v. bir işe başlamak, saldır- yapı.
mak, uğraşmak, yürümek. setback n. engel, başarıyı önleme;
set against v. dengelemek karşılaş- kötüye gitme, kötüleşme, gerileme.
tırmak, kötü etkisini azaltmak; karşı setiferous adj. kıllı.
çıkarmak; muhalefet ettirmek. seton n. yapay bir geçit oluşturmak
set apart v. ayırmak, ayırt etmek, üzere doku içine yerleştirilen iplik
seçmek. v.b. uzantı.
set aside v. ayırmak, bir tarafa koy- setting adj. sertleştirici.
mak, çıkarmak, ertelemek. settle v. oturmak, yerleşmek, yerleş-
set back arkasına yerleştirmek; en- tirmek, kurmak; kararlaştırmak, yo-
gellemek, geciktirmek; müdahele luna koymak; durulmak, yatıştır-
etmek; pahalıya mal olmak. mak.
set down durmak ve (yolcuların) settle down v. yerleşmek; durulmak;
çıkmasına izin vermek; olması ge- dinlenmek, oturmak.
rektiği gibi belirlemek, yere koy- settled adj. değişmez, kararlaştırıl-
mak; kaydetmek, yazmak. mış.
set forth v. yolculuğa çıkmak. settlement n. yerleşme, yerleştirme,
set in başlamak ve (olasılıkla) sürmek. yerleşim yeri.
set off v. yola çıkmak, yolculuğa baş- set-up n. takma diş bazelinde diş dizi-
lamak; patlatmak; neden olmak; limi; diş kesimi ve yeniden konum-
dikkat çeker hale getirmek. landırılması.
set on/upon (köpeği) üstüne sürmek; sevum n. iç yağı, don yağı.
saldırtmak; saldırmak. sever v. ayırmak, ayrılmak, yarmak,
set out düzen içinde yerleştirmek; kesmek, kopmak, koparmak.
neden olmak; yola çıkmak; uzun, several adj. birkaç. n. birkaç kişi.
zor ve güç bir işe başlamak; hareket severe adj. ağır, sert, şiddetli. v.
etmek. ayırmak, koparmak, kesmek.
set sth out/forth (sırayla) açıklamak. severely adv. şiddetli olarak.
set to kararlı bir şekilde ve isteyerek severity n. ciddilik, ciddiyet, şiddet,
başlamak; kavga etmek. setlik.
set up v. başlamak, inşa etmek, kur- sew v. dikmek.
mak, yapmak. sewage n. pis su, kanal suyu, lağım
set to work v. işe koyulmak. pisliği.
sex- 601 shakily

sex- prefix. altı anlamına önek. ör. sexy adj. cinsel albenisi olan, cinsel
sexagenarian n. altmış yaşında olan olarak heyecan veren.
kişi, altmışlık. sexennial adj. altı shabby adj. kılıksız.
yılda bir meydana gelen, altı yıllık, shade n. gölge; ayrıntı.
altı yıl süren. shady adj. gölgeli, karanlık, şüpheli,
sex n. cinsiyet, cins; cinsel ilişki. dürüst olmayan.
sex appeal cinsel çekicilik, cinsel al- shadily adv. gölgeli olarak, şüpheli
beni. olarak.
sex determination n. cinsiyet belir- in the shade gölgede.
leme, bir embriyonun cinsiyetini be- shadow n. gölge; v. gölgelemek, göl-
lirleme. ör. In humans, the Y gelendirmek, gizlemek.
chromosome is responsible for sex shaft n. gövde, sütun, mil.
determination. shake v. bozmak, sarsmak, sallamak,
sex-limited adj. bireyin cinsiyetine titremek, titretmek, çalkalamak. n.
bağlı genin aktarılmasıyla ilgili. ör. sallama, sallanma, sarsma çalkala-
In humasns, baldness is a sex- ma, titreme.
limited trait. shake all over tir tir titremek.
safe sex n. semen, kan veya diğer shake hands with tokalaşmak.
bedensel sıvılarla bulaşıcı bir sayrı- shake down alışmak.
lığın geçişini kondom v.d.’ leriyle shake each other by hand tokalaşmak.
sınırlayan cinsel ilişki. shake in his shoes öfkelenmek; hid-
sexdigitate adj. (el veya ayakta) altı detlenmek; çalkalamak.
parmaklı. shake like a leaf/jelly (korkudan)
sexinfluenced adj. her iki cinste de yaprak gibi titremek.
aynı belirtileri gösteren. shake off v. başından atmak, savmak,
sexivalent adj. altı değerli. silkip atmak.
sexlimited adj. yalnızca bir cinste gö- shake one’s fists yumruğunu sıkmak.
rülen. shake sb down (zorla, tehditle) para
sex-linked adj. sex bağlantılı. almak, aramak.
sexology n. cinsiyetin tüm yönlerini, shake sb/sth off başından atmak; kur-
özellikle cinsel davranışları incele- tulmak; -den kaçmak.
yen bilim dalı. shake sth out açıp sallayarak temiz-
sextan adj. altı günde bir olan. lemek, silkip boşaltmak.
sextuplet n. altız, tek doğumda olan shake up çalkalamak, silkmek; uyan-
altı çocuktan biri. dırmak, gayrete getirmek.
sexual adj. cinsel, cinsiyetle ilgili. shake sth up büyük değişikliler yap-
sexualization n. cinsel dürtü, cinsel mak.
enerji, cinsel enerji veya dürtü shakeout n. (ekonomik kriz nedeniy-
edinme. le) kurduğu işi bırakma; işyerini ka-
sexual intercourse n. cinsel ilişki. patma.
sexual preference n. cinsel tercih. shakily adv. zayıfca, zayıf bir şekil-
sexuality n. cinsiyet, cinsellik. de, titrek bir halde.
shaking 602 “shift to the left”

shaking n. sarsıntı, titreme, silkme, shatter v. kırmak, parçalamak, parça-


sallama. lanmak, tuz buz etmek.
shaky adj. sarsılmış, sallanmış. shattering adj. ezici, yıkıcı.
the shakes sıtma nöbeti. shave v. tıraş olmak, tıraş etmek.
shallow adj. yüzeysel, sığ. she- prefix. dişi, kadın anlamlarına
shallowness n. sığlık, yüzeysellik. önek. ör. a she-goat, a she-devil.
sham n. yapay, yalancı, düzme; iğreti. shear v. kırkmak, kırpmak, kesmek,
sham dead ölü gibi uzanmak, ölü makasla kesmek.
taklidi yapmak. shear of v. elinden almak, mahrum
shame n. ayıp, utanç, utanma; rezalet. etmek.
v. utandırmak, mahcup etmek. shearer n. kırkıcı, kesici.
shamed adj. utanmış. shears n. kırkı, büyük makas.
shameful adj. utandırıcı, ayıp, yüz sheath n. kılıf, zarf, kın, koruyucu ta-
kızartıcı, utanılacak. baka. ör. The axons of some nevre
shamefully adv. utanılacak şekilde. cells are covered by a sheath
shank n. kaval kemiği, tibia. composed of myelin.
shape n. şekil, biçim. sheathe v. kınına koymak, kaplamak.
shape up v. düzelmek, gelişmek, iler- sheathing n. örtü, kaplama, zırh.
lemek. shed v. dökmek, kan akıtmak, yay-
shapeless adj. şekilsiz, biçimsiz. mak, saçmak.
share n. pay, hisse. v. paylaşmak, pa- sheen n. parlaklık.
yını almak, bölüşmek; ortaklaşa sheeny adj. parlak.
kullanmak; katılmak. sheep n. koyun.
share out v. paylaştırmak, bölüştür- sheer adj. gerçek, saf; ince ve yarı
mek, taksim etmek. saydam; sarp, dikey; bütün, tam v.
sahreholder n. hisse sahibi, pay sahibi. yoldan çıkmak, sapmak.
sharing n. paylaşma, paylaşım. ör. sheer off savuşmak.
Viral hepatitis is the most common sheet n. levha; tabaka; çarşaf; zar.
infection among addicts and is shelf n. raf, rafa benzer bir yapı.
acquired by the causal sharing of shell n. kabuk, kaplama, örtü.
dirty needles. shell out v. katılmak, katkıda bulun-
sharp adj. keskin, sivri; şiddetli, do- mak.
kunaklı, sert, incitici, acı verici; tiz; shield n. hastayı veya cerrahı x-ray
açıkgöz, zeki. v.d.’ lerinden koruyucu ekran; ko-
sharp-sighted keskin gözlü. runak.
sharpen v. bilemek, keskinleştirmek, shift n. değiştirme, değişiklik, kay-
sivriltmek. dırma, sapma; ekip, işçi takımı; nö-
sharpen up v. keskinleştirmek; dü- bet, vardiya. v. değişmek, değiştir-
zeltmek, iyileştirmek. mek, kaydırmak, sapmak, taşımak,
sharply adv. keskin şekilde, şiddetle, taşınmak.
sertlikle, keskin olarak. “shift to the left” sayısal olarak art-
sharpness n. keskinlik, sivrilik; şid- ma; akut enfekisyon halinde beyaz
det; açıkgözlülük. kan göze sayısının artışı gibi.
shifting 603 short-term

shifting adj. göçmen. a short notice kısaca; kısa.


shim n. MR görüntülemede manyetik be short of az/kıt olmak, yetme-
alanın ince ayarlanması. mek, bulunmamak, eksik olmak.
shimmer n. ses ölçümü; parıltı. v. pa- be taken/caught short birşeye ani
rıldamak. ve çok güçlü gereksinim duymak.
shine v. parlamak, parlatmak, ışılda- fall short of ulaşamamak, başara-
mak. n. parlaklık. mamak.
shiny adj. parlak. go short (of) -sız kalmak; (birşeyi)
shin n. incik yeterince olmamak.
shining adj. dikkat çeker derecede in short supply az; yetersiz; gere-
mükemmel; parlaklık. keni karşılayamayacak kadar az
shingles n. herpes zoster; zona sayrı- miktarda.
lığı. in/for short kısaca.
-ship suffix. durum, konum anlatan make short work of çabucak ve
sonek; -lik, lık. ör. membership, kolayca yenmek.
friendship, scholarship. nothing short of -den daha az de-
ship n. gemi, gemiye benzer yapı. v. ğil. (bir ifadeyi güçlendirmek için
gemi ile göndermek. kullanılır.)
ship out v. gemiyle göndermek. run short of hemen hepsini kul-
shipping n. gemiye yükleme, yük- lanmak; geriye kalmamak; tüken-
letme; gemi; ticaret filosu. mek, tüketmek; yeterinden az olmak.
shipment n. gönderme, gemi ile yol- short and sweet kısa ve doğrudan
lama, gemiye yükleme. ifade; laf kalabalığı veya zaman yi-
shipwreck n. gemi enkazı. timi gerektirmeyen.
shit n. dışkı, gayda. short circuit n. kısa devre. v kısa
shiver v. soğuktan titremek, korkudan devre yapmak.
titremek. n. titreme.
short for -nın kısa biçimi; kısaltılmış
shivering n. titreme.
biçimde; takma ad.
shivery adj. soğuk; titreyen.
short of az, yetmez, yetersiz; -sız,
shock v. sarsmak, nefret uyandırmak,
-nın dışında; -den başka.
iğrendirmek. n. sarsıntı, sarsma,
short with kaba ve sabırsız.
sarsılış; darbe, çarpıntı, şok.
short-change v. paranın üstünü eksik
shocking adj. tüyler ürpertici, kor-
olarak vermek; kandırmak.
kunç, iğrenç, tiksindirici.
short-lived adj. kısa ömürlü.
shoe n. ayakkabı.
some shoes bir çift ayakkabı. short-range az zaman veya mesafe
shoot n. sürgün, filiz. v. sürmek, filiz alan.
vermek, fışkırmak; tüfekle vurmak; short-sighted adj. miyopluk; dar gö-
atmak, fırlatmak; zonklamak. rüşlü olmak; ileriyi görememek.
shot n. atış. short-tempered adj. sinirli, çabuk
short adj. kısa, bodur, kısa boylu. kızan.
adv. aniden; birdenbire; ansızın; short-term kısa dönem; yakın gele-
hemen, derhal. cekte.
shortage 604 shuffle

shortage n. darlık, yokluk, eksiklik, show a leg kalkmak.


kıtlık, bulunmama. show around v. göstermek, övünmek.
shortcoming n. başarısızlık; hata; bo- show for çıkar veya ödül olarak.
zukluk; kusur. show off v. (ilgi veya hayranlık top-
shortcut n. kestirme yol; kısa yol. lamak için) kendini göstermek; ye-
shorten v. kısmak, kısaltmak. ör. teneklerini sergilemek, övünmek.
Although disorders of the ear rarely show one's face v. bulunmaması bek-
shorten the quantity of life, many lenen bir yere gitmek.
impair its quality. show one's hand niyetini veya gücü-
shortening kısalma. nü ortaya koymak.
shortly adv. kısa sürede, az sonra; show one's teeth tehditkar davran-
sabırsızca; birkaç sözcükle. mak; gücünü göstermek.
shortness n. eksiklik, yetmezlik, kısa- show sb around/round rehber olmak.
lık. show sb over sth (satılık veya ilginç
shot n. 1. aşı veya enjeksiyon yapma bir yeri) göstermek; böyle bir yeri
anlamına gelen bir terim. ör. polio gezdirmek.
shot çocuk felci aşısı. typhoid shot show someone the door istenmedi-
tifo aşısı. 2. vurma; vuruş; bir işi ğini net olarak bildirmek; (birisine)
yapma girişimi; fotoğraf. ör. like a kapıyı göstermek.
shot hemen; vakit geçirmeden; ge- show the way örnek olarak göster-
cikmeksizin; derhal; uçak vb.'nin mek.
havalanması; bir yudumluk içki. show up açıkça ve kolayca göster-
adj. bitmiş. ör. shot across the mek; hoş olmayan bir durumu
bows birisine bir planı uygulama- açıkca ortaya koymak; küçük dü-
ması için söylenen sözler ve yapılan şürmek, utandırmak; tasarlandığı
şeyler. shot in the arm daha iyi ve gibi davranmak; ulaşmak, varmak;
vurgulamak.
güvenli bir durum yaratmada etkisi
shrink v. azalmak, çekmek, büzül-
olan birşey. shot in the dark tar-
mek, büzüşmek; sinmek; kısalmak.
tışmalarla desteklenmemiş, tahmin.
shrinkage n. azalma, daralma, da-
shoulder n. omuz. v. omuzla itmek,
raltma; çekilme, bükülme, inme,
omuzlamak, omuzda taşımak.
küçülme.
put one's shoulder to the wheel bir
shrinking n. büzülme, çekilme; da-
işe büyük bir kararlılıkla başlamak.
ralma.
shoulder to cry on sempati.
shrivel v. kurumak, pörsümek, bü-
shoulder to shoulder yan yana; züşmek.
omuz omuza; çok yakından. shrunk adj. çekmiş, pörsümüş, da-
shout v. bağırmak. ralmış.
shouting n. bağırma. shroud n. kefen.
shove v. itip kakmak, dürtmek. shuck n. kabuk, kılıf.
shoving and pushing itişip kakışmak. shudder v. titremek, ürpermek.
show v. göstermek; gezdirmek, sey- shuffle v. değiştirmek, karıştırmak,
rettirmek. n. gösteri, gösteriş; sergi. ayak sürümek.
shuffling 605 sickness

shuffling n. ayak sürüme; ayağını sü- sib n. kan bağı olan akrabalık, akraba;
rüyerek yürüme. kız veya erkek kardeş.
shun v. kaçınmak, sakınmak, uzak sibilant adj. ıslık sesi, tıslama tarzında.
durmak. sibilus n. tıslama tarzında ral.
shunt n. yangeçit, değişik rota, yol. sibling n. kız veya erkek kardeş; döl,
shunting n. yan yola geçirme, yandan soy. ör. Dizygotic twins are no
geçirme. more alike genetically than any
shut v. kapama, kapatma. other siblings.
shut down v. durmak, durdurmak, sibship n. kardeşlik, soydaşlık; genel-
kapatmak, son vermek. likle aynı anne-babanın çocukları
shut in v. çevrelemek, kapatmak, sı- arasında yakın ilişki. ör. It is often
nırlamak. possible to trace genetic patterns by
shut off v. ayırmak; kesmek, son observing sibship.
vermek, müdahale etmek; yalıtmak. siccant adj. kurutucu, nem giderici. n.
shut out v. gizlemek, saklamak, ya- krutucu, nem gidderici madde.
saklamak; içeri sokmamak. siccative adj. kurutucu.
shut up v. ağzını kapatmak, kapa- sick adj. sayrılı, hasta, bir sayrılık çe-
mak, sessiz kalmak, susmak. ken, hastalıktan muzdarip; midesi
shutter n. kepenk, kapak. bulanmış, kusacak durumda; bık-
shuttle n. mekik. v. ileri geri gidip mış, bezmiş.
gelmek, mekik dokumak. sick sth up v. kusmak.
space shuttle uzay mekiği. sicken v. hasta etmek, midesi bulan-
shuttle service yakın yerler arasında mak, hastalanmak, sayrılanmak.
karşılıklı gidiş geliş, sefer. sickening adj. sayrılığa veya bulantı-
shy adj. utangaç, çekingen, korkak, ya neden olan; bıktırıcı, gına getiri-
ürkek, sıkılgan. ci, iğrenç.
shyly adv. çekinerek, sıkılarak, utana- sickish adj. hasta veya midesi bulan-
mış.
rak, ürkerek, sıkılganlıkla.
sickly adj. hastalığa eğilimli; hasta-
shyness n. çekingenlik, utangaçlık,
lıkla ilgili.
sıkılganlık.
sickle n. orak.
sialo- sial- prefixes. tükürük; tükürük
sickle cell orak hücre.
bezi anlamlarına önek. ör. sailogogue
sickle cell anemia orak hücre anemisi.
n. tükrük salgılamayı hızlandıran
sicklemia n. priferal kanda orak hüc-
ilaç.
re eritrosit varlığı.
sialaden n. tükürük bezi. sickling n. orak hücre şeklinde eritro-
sialagogue adj. tükrük salıgılamaya sit üretimi; oraklaşma.
neden olan. sickness n. hastalık, rahatsızlık, sayrı-
sialaporia n. tükrük salınımında ye- lık, şikayet.
tersizlik. milk sickness n. kirli süt içmekten
sialic adj. tükürükle ilgili. kaynaklanan bir insan sayrılığı.
sialine adj. tükürükle ilgili. morning sickness n. ilk gebelikte
sialorrhea n. tükrük akışı. bulantı ve kusma.
sick bed 606 sign out

mountain sickness n. rakım/yük- sight n. görüş; manzara.


seklik değişikliğinden kaynaklanan at first sight ilk görünüşte.
rahatzızlık. at sight görüldüğünde; görür gör-
radiation sickness n. nükleer sızın- mez, ilk görünüşte.
tıya maruz kalmaktan kaynaklanan by sight görünüş olarak; şeklen;
sistemik durum. göz ucuyla.
motion sickness n. sallanmaktan come into sight gözükmek; ortaya
kaynaklanan kusma, zafiyet, bitkin- çıkmak.
lik; kinesi. day sight n. az ışıkta görememe,
sea sickness n. deniz tutması. alacakaranlıkta görememe, gece
space sickness n. iç kulaktaki deği- körlüğü.
şikliklerden kaynaklanan uyuşuk- far sight n. uzağı görememe.
luk. in sight görünürde.
sick bed n. hasta yatağı. in the sight of göz önünde, görü-
sick headache mide bulantısıyla bir- nürde, açıkta.
likte görülen baş ağrısı. long sight n. uzağı görememe.
sida n. AIDS. near sight n. yakını görememe.
side n. yan, taraf, kenar. adv. bir tara- night sight n. gündüz körlüğü, par-
fa, bir tarafta. lak ışıkta görememe.
on the side asıl parçaya, göreve ve- on sight görüldüğünde, görür gör-
ya hazırlığa ek. mez, ilk görüldüğünde, gecikmeden.
put on one side bir tarafa bırakmak, out of sight gözden ırakta, görünmez.
geçici olarak atlamak. short sight miyopluk.
take side v. taraf tutmak, yan çık- sigmoid adj. S-şeklinde.
mak. sigmoid-, sigmoido- prefixes. S-
side by side yan yana. şeklinde anlamına önekler.
side effect yan etki. ör. Patients with sign n. iz, işaret; eser, kanıt; belirti,
cancer suffer pain from the disease semptom. v. imzalamak, işaret et-
process, chemotherapy side effects, mek; sözleşme yapmak.
and repeated diagnostic and sign for birşeyi posta yoluyla, imza
therapautic procedures. karşılığında almak.
side road yan yol. sign in (bir yere geldiğini belirten)
sidero- prefix. demir anlamına önek. imza atmak.
siderotic adj. demir pigmentli, ola- sign off (radyo, T.V., v.d.) yayını
ğandan çok demir içeren. kesmek; mektubu imzalayarak bi-
SIDS abv. sudden infant death tirmek.
dendrome, ani çocuk ölüm sendro- sign on bir belgeyi imzalayarak bir
mu anlamına kısaltma. çalışmaya katılmak.
sideways adv. yanda, yana; -de, dahi; sign on the dotted line aceleyle ve
bir taraftan, bir tarafa. koşulsuz olarak kabul etmek.
sieve n. kalbur, elek. sign out ayrıldığını imzalayarak bel-
sigh n. iç çekişi, göğüs geçirme. v. iç gelemek; birşeyi aldığını kayda ge-
çekmek, göğüs geçirmek. çirmek.
sign sth away 607 single

sign sth away (bir haktan, mülkiyet- similar adj. benzer, aynı gibi. ör. The
ten v.d.) resmi olarak vazgeçmek. mechanism of platelet destruction is
sign sth over haklarını, mülkiyetini similar to that seen in autoimmune
v.b.'ni resmen birisine bırakmak. hemolytic anemias. = Platelet yıkı-
sign to çağırma işareti yapmak. mının mekanizması otoimmün
sign up anlaşma yapmak; kaydolmak, hemolitik anemilerde görülen me-
katılmak. kanizmaya benzerdir.
sign another tune v. düşüncesini de- similarity n. benzerlik, yatkınlık.
ğiştirmek, farklı düşünmek. similarly adv. aynı şekilde, aynı tarzda.
signa, sig., n. bir ilacın nasıl alınaca- simple adj. sade, basit, yalın, en az
ğını belirten notları içeren reçete te- parçacıktan oluşmuş.
rimi. simplicity n. basitlik, doğallık, kolay-
signal n. işaret. v. işaret vermek. lık, sadelik.
signature n. imza. simplified adj. basitleştirilmiş, sade-
significance n. anlam; önem. leştirilmiş.
significant adj. anlamlı, belirgin, simply adv. basitce, basit şekilde, ya-
önemli. lın olarak, sadece. ör. The term
signification n. anlam, kavram. leukoplakia means simply white
signify v. göstermek, işaret etmek, plaque.
anlamına gelmek; sözleşme yap- simulate v. benzemek; ... gibi yap-
mak. ör. The term edema signifies mak/görünmek, yalandan yapmak.
increased fluid in the interstitial simulated adj. benzer, taklit, yapay.
simulation n. benzeme, bir sayrılığın
tissue spaces. = Ödem terimi hücre-
diğerini taklit etmesi.
ler arası doku boşluklarında sıvı ar-
simultaneous adj. eşzamanlı, aynı
tışına işaret eder.
zamanda olan. ör. Photosynthesis
silence n. sessizlik.
and respiration are simultaneous
silent adj. sakin, sessiz. suskun, sap-
reactions in a plant cell.
tanabilir belirti veya semptom ver- simultaneously adv. eş zamanlı. ör.
meyen. v. susturmak. ör. Many Some pancreatic and extrapancreatic
renal infarcts are clinically silent. tumors produce two or more
silently adv. sessizce. hormones, usually simultaneously,
silica n. camın temel içeriği, silika, si- and occasionally in squence.
likon dioksid. sin n. günah, kötülük, suç.
silicate n. silisik asit tuzu; diş hekim- since prep. -den beri. adv. o zaman-
liğinde sentetik porselen anlamına dan beri. conj. -den beri, -dığına göre.
kullanılır. ever since -den beri.
silk n. ipek. since then o zamandan beri.
silly adj. budala, sersem, şaşkın. sincere adj. içten, samimi.
sillily adv. budalaca, sersemce. sincerely adv. samimi olarak.
silliness n. budalalık, sersemlik. sinew n. tendon.
silver n. gümüş. single adj. eşsiz, tek, yalnız; bekar;
silvery adj. gümüş gibi, parlak, berrak. bireysel.
single-celled 608 situs

single-celled adj. tek gözeli/hücreli. sit by gerekli veya uygun tavrı alma-
ör. Parasitic protozoa are single- mak; uzak kalmak.
celled organisms endowed with sit down oturmak, oturtmak.
motility. sit for sınav almak.
single out v. seçmek. sit in toplantıda birisinin yerini al-
singular n. tek, tekil. ör. A singular mak; yerine geçmek; etkin görev
feature of diabetes mellitus is almaksızın katılmak; bir oturumda
impaired glucose tolerance. yer almak.
sinister adj. sol, solda; fesat, kötü, sit on one's hands gerektiği halde ta-
meymenetsiz, uğursuz. vır koymamak.
sinistrad adv. sola doğru; sol tarafa. sit on sb/sth geciktirmek; kabaca ses-
sinistral adj. sol tarafla ilgili; solak. siz kalmaya veya eylemsizliğe zor-
sinistro- prefix. sol, sola doğru an- lamak.
lamlarına önek. sit sth out dansa katılmamak; başka-
sink v. batmak, inmek, çökmek. ları dansederken hareketsiz kalmak,
sinter v. toz halindeki bir maddeyi, oturmak.
katı bir kütleye dönüştürmek üzre, sit stil v. uslu oturmak.
eritmeden ısıtmak. sit through hoş olmayan birşey bitin-
sinus L. n. pl. sinus, sinuses boşluk; ceye dek sessiz kalmak, oturup bek-
oygu (burun boşluğu vb.). lemek.
sinusitis n. sinüs yangısı, sinüzit. sit up yatar konumdan kaldırmak; ya-
taktan kalkamasına yardım etmek;
si op.sit abv. L. si opus sit, gerekirse
dik oturmak, düzgün oturmak, san-
anlamına kısaltma.
dalyede dimdik oturmak; geç vakte
sip v. yudumlamak, azar azar içmek.
kadar oturmak, erkenden yatma-
siphon n. eşit olmayan iki uzunluğa
mak; masada bulunmak, yer almak;
bükülmüş tüp, sifon.
ani ilgi, hayret, şaşkınlık veya korku
sireniform adj. yapışık bacaklı.
göstermek.
sirenomelia n. ayak ve bacakların
sit-down n. oturma eylemi; oturma
yapışıklığı. grevi; oturma, oturum; ... kişilik
siriasis n. güneş çarpması. yemek.
sirup n. şurup. site n. yer, konum.
sister n. hemşire; kızkardeş. sito- prefix. gıda, tahıl anlamlarına
sit v. oturmak; oturtmak; oturur ko- önek.
numa geçmek; uzanmak, dinlen- sitotoxin n. özellikle tahıl tenelerinde
mek; yer almak; bir veya birkaç gelişen gıda zehiri.
toplantı, oturum yapmak; yazılı sı- situation n. durum, hal, vaziyet;
nav almak. mevki, yer, görev, iş, konum.
sit about/around (birşeyi beklerken, situated adj. bulunan.
başkaları iş yaparken) hiçbirşey situate v. yer belirlemek, yerleştir-
yapmadan oturmak. mek.
sit back dinlenmek; koltukta oturmak. situs L. konum, durum, pozisyon.
size 609 sleeping sickness

size n. hacim, eylem, büyüklük, boy. slaver v. damlamak, damlatmak, sal-


ör. Renal hypopsia refers to failure ya akıtmak.
of the kidneys to develop to a nor- slay v. öldürmek.
mal size. slayer n. katil.
size up v. dikkatle incelemek, çözüm- sleep v. uyumak, uyku çekmek. n.
lemek. uyku. adv. uykuda, uyur.
sizeable adj. büyük, iri, muazzam. asleep adj. uykuda; hissetmeyen.
skeleton n. çatı, iskelet. go to sleep uykuya yatırmak.
skia- prefix. gölge anlamına önek. send to sleep uyutmak.
skill n. ustalık, beceri, hüner. sleep around birçok kişiyle cinsel
skillful adj. ustaca, ustalıklı, becerik- ilişkide bulunmak.
li, hünerli. sleep in yataktan geç kalkmak; sabah
skillfully adv. ustaca, ustalıkla, bece- geç saate kadar uyumak; çalıştığı
rikli bir şekilde. yerde yatmak, uyumak.
skimpy adj. az, yetersiz. sleep inducing uyku verici; uyku ge-
skin n. deri, kabuk, ten, post. tirici.
skin tabs n. hemoroidin alınmasından sleep it off sarhoşluğu geçene dek
sonra anüs etrafında görülen deri uyumak.
uzantıları. sleep like a dog deliksiz uyku çekmek.
skip v. atlamak, sekmek, zıplamak, sleep off uyuyarak etkisinden kurtul-
ayırmak; meydana gelmemek. ör. mak.
The expression of recessive sleep on it v. bir şeyi bir süre değerli
phenotypes skips generations. sanmak.
skipping n. atlama. sleep on sth bir konuda ertesi güne
skull n. kafatası. kadar düşünmek.
skullcap n. kafatası, kalvaria. sleep out dışarda yada evden ayrı bir
slack n. ağır, gevşek, sarkık; ihmalci, yerde yatmak.
kayıtsız, tembel. v. gevşetmek. sleep through uyuya kalmak.
slacken v. yavaşlamak, yavaşlatmak, sleep together cinsel ilişkide bulun-
gevşetmek. mak; birisiyle yatmak.
slam v. çarpmak, şiddetle çarpmak, sleep walking uykuda yürüme; uyur-
kapamak, kapanmak. gezerlik.
slash v. kesmek, yara açmak. sleep with sb cinsel ilişkide bulun-
slate v. azarlamak, suçlamak mak; birisiyle yatmak.
slating n. azarlama. sleeper n. uyuyan kişi veya hayvan.
slaughter v. kesmek, boğazlamak, sleepiness n. uyku hali, uyuşukluk,
cana kıymak. n. boğazlama, kesim, somnolans.
katliam. sleeping bag uyku tulumu.
slave n. köle, kul. sleeping pill yatıştırıcı; uyku getirici
slavery n. kulluk, kölelik. ilaç.
slavery issue kölelik konusu/uygula- sleeping sickness beyin yangısı,
ması. ensafalit.
sleeping-draught 610 smaegma

sleeping-draught uyku ilacı. slouching n. kamburlu, hımbıl, sünepe.


sleepless adj. uykusuz. slough v. deri değiştirmek, ölmüş do-
sleeplessness n. uykusuzluk. kuyu atmak. n. yara ve/veya yanık-
sleeptalking n. uykuda konuşma. lardan dökülen ölü doku.
sleepwalker n. uykuda yürüyen; sloven n. pasaklı, alık, şapşal.
uyurgezer. slovenly adv. şapşalca, savsaklanmış,
sleepwalking n. uykuda yürüme. baştan savma.
sleepy adj. uykulu, uykusu gelmiş; slow adj. ağır, yavaş; geri; aptal, sıkıcı.
hareketsiz; aptal; uyku getirici. slow down/up v. yavaşlamak, ağır-
sleet n. sulu sepken, karla karışık laşmak, hızını kesmek.
yağmur. v. yağmak, sulu sepken slowing n. yavaşlama, hızını kesme.
(yağmak). ör. Clinical features of myxedema
sleeve n. yen, kol yeni, giysi kolu. are characterized by a slowing of
slender n. narin, ince. physical and mental activity.
slice n. dilim, parça. dilimlemek, dil- slowly adv. yavaş yavaş; ağır ağır. ör.
mek, parça parça kesmek. M. leprae grows more slowly than
slide v. kaymak. n. bir maddenin üs- other myobacteria and grows best
tüne mikroskop incelemesi yapılan at 32 to 34°C.
cam levha, slayd. slowness n. yavaşlık, ağırlık.
slight adj. hafif; ince; az, belirsiz; sludge n. çamur, çamurlu çökelti, la-
önemsiz. ğım pisliği.
slim adj. ince, narin. sluice n. çağlayan, şelale.
slimness n. incelik, narinlik. sluiceway n. döküntü çizgisi.
sling n. askı sargı, destek bandaj. slug v. vurmak, yumruk vurmak.
slip v. kaçmak, kaymak. n. kayma; sluggered n. tembel insan.
başarısızlık, hata. sluggish adj. yavaş hareket eden; et-
slippery adj. güvenilmez, kaygan, kin olmayan.
kaypak.
slumber v. uyumak.
slit n. yarık; kesik, yırtık. v. yarmak,
slumberous adj. uyuşuk, uykulu;
kesmek.
uyumak isteyen.
slither v. kaymak, kayarak ilerlemek,
slump v. yığılıp kalmak, düşmek,
sürünmek.
aniden düşmek. n. düşme, düşüş,
slobber v. salya akıtmak, salyası ak-
depresyon.
mak.
slobbery n. salyalı. slur v. bozuk konuşmak, sözcükleri
slop v. dökmek, döküp yaymak. geveleyerek çıkarmak.
slope n. eğim, meyil; yamaç, yokuş, slurred adj. bozuk konuşma; sözcük-
bayır. leri doğru çıkaramama; sözü ağzın-
slot n. delik, yiv, yarık. v. delik aç- da geveleyerek konuşma.
mak, yiv açmak. slurry n. bir sıvı içindeki yarı sıvı
slotted adj. yivli, delikli, yarıklı. konumundaki katı suspansiyon.
slouch v. kamburunu çıkararak yürü- smaegma n. (labia minora'nın salgı-
mek. ladığı) yağlı, kaygan madde.
small 611 snag

small adj. küçük, ufak, az; küçük smog bound yukarda tanımlanan kirli
çaplı; küçük ölçekli; azıcık, biraz- hava tabakasıyla kaplı.
cık, çok az. adv. ufak; küçücük; çok smoke v. tütmek, duman vermek; si-
küçük; küçük olarak. n. birşeyin kü- gara, pipo içmek; tütsülemek. n.
çük dar kısmı. duman; tütün içme.
small fry küçük çocuklar; önemsiz go up in smoke sonuçsuz kalmak;
kişi veya nesneler. sonuca ulaşamamak.
small intestine ince barsak. there is no smoke without fire;
small time önemsiz; ufak. where there is no smoke without
small-minded adj. darkafalı, dar. fire ateş olmayan yerden duman
smallness n. küçüklük. çıkmaz.
smallpox n. çiçek (sayrılığı). smoked adj. tütsülenmiş.
smart adj. şık, zarif; akıllı, zeki, kur- smokeless adj. dumansız, dumansız
naz, çevik. v. yanmak, acımak, sız- yanan.
lamak. smokiliness n. dumanlı olma hali,
a smart blow sıkı bir yumruk, sert dumanlılık, dumanlı.
bir vuruş. smokily adv. dumanlı olarak.
a smart reply yerinde bir yanıt, tam smoking n. sigara içme, tütme, tüten.
bir karşılık. smoky adj. dumanlı, tüten.
smarten up v. canlandırmak, ilerle- smooch v. (çevreye aldırmadan) sarı-
mek, gelişmek, şık olmak, zarif ol- lıp öpüşmek.
mak. smooth adj. düz, dümdüz, düzgün,
smartly adv. zarif şekilde, şık şekil- kırışıksız, pürüzsüz; akıcı, kolay;
de, akıllıca. nazik, ılımlı. v. düz hale getirmek,
smartness n. şıklık, zerafet, akıllılık. düzeltmek; (bir yüzeye) yaymak,
smash v. ezmek, parçalamak; çarp- sermek.
smooth away (bir yüzeyden) almak.
mak; ezilmek, parçalanmak. n. par-
smoothly adv. pürüzsüz olarak, düz-
çalanma, çarpışma.
gün bir şekilde.
smear v. kirletmek, lekelemek, bulaş-
smoothness n. düzgünlük.
tırmak, sıvamak, yaymak. n. leke-
smother v. büyümesini engellemek,
leme, kirletme, bulaştırma, sıvama,
gelişmesini önlemek; boğmak, sön-
yayma; mikroskop altında incelen-
dürmek; atamak
meye alınmış hücreler.
smoulder v. alevsiz yanmak, için için
smell v. kokmak, koklamak, koku
yanmak.
duymak, kokusunu alamk. n. koku. smudge n. leke, kir. v. lekelemek, kir-
smile v. gülümsemek. n. gülümseme. letmek.
-smith suffix. yapan, üreten anlamına smudgy adj. isli, lekeli, kirli.
ad yapım eki. ör. a gun-smith silah smut n. ot veya tahıl ürünlerinin man-
yapan, üreten. tar hastalığı; kir, iz.
smog n. sis; dumanlı sis; duman, eg- smutty adj. kirli, isli; kaba.
zoz gazı ve ses karışımı kirli hava snag n. beklenmeyen zorluk, engel,
tabakası. güçlük.
snail 612 snowstorm

snail n. salyangoz. sniff v. koklamak, kokusunu almak;


snake n. yılan. içine çekmek, burnunu çekmek.
snake in the grass iyi gün dostu. sniff at sth beğenmemek; reddetmek;
snake-bite zehirli yılan sokması. burun kıvırmak.
snaky adj. yılan gibi, yılankavi. sniff out sth koklayarak bulmak, or-
snap v. horlamak, hırıldamak, ho- taya çıkarmak, keşfetmek.
murdanmak; kırmak, kırılmasına sniffle n. burnuna çekme, burnunu
neden olmak; ağızını hızla kapat- çekme.
mak. n. kırma, koparma, çıtlama. sniffy adj. aşağılayıcı, küçük gören.
snap one's finger başparmakla orta snigger v. (saygısızca, için için) gül-
parmağı birbirine dokundurarak mek. n. alaycı gülüş.
dikkat çekici bir ses çıkarmak. snitch v. (bir dostu hataları konusun-
snap one's finger at saygı göster- da) uyarmak; çalmak, önemsiz şey-
memek. leri el çabukluğu ile aşırmak.
snap one's head off birisine keskin, snob n. züppe.
kızgın bir tavırla karşılık vermek. snobbery n. züppece davranış, züp-
snap out of it kötü ruhsal bir durum- pelik.
dan kendini sıyırmak. snobbish, snobby adj. züppelik.
snappish adj. (alışkanlık olarak) ka- snog v. sarılıp öpüşmek.
baca konuşmaya yatkın; huysuz, öf- snoop into v. başkalarının işine ka-
keli. rışmak.
snare n. bedensel bir boşluktan polip
snooty adj. kaba, küçük gören, kibir-
v.d. uzantıları almada kullanılan bir
li; züppe.
alet, sinar.
snooze v. kısa uyku çekmek, kısa süre
snatch v. yakalamak, kavramak,
uyumak.
kapmak. n. yakalama, kavrama.
snore v. horlamak.
snatch at sth hızla yakalamak; isteye-
snoring n. horlama.
rek kabul etmek; gönüllü olarak el-
snort v. (kızgın kızgın) burnundan
de etmek.
snazzy adj. güzel görünüşlü; çekici. solumak.
sneer v. (alaycı bir şekilde) gülmek; snot n. burundan salgılanan mucus
aşağılamak. sıvısı; sümük.
sneering adj. alaycı gülüş. snout n. burun.
sneeringly adv. alaycı bir şekilde, snout reflex burun refleksi.
horlayıcı bir tavırla. snow n. kar. v. (kar) yağmak.
sneeze n. aksırma, aksırık. v. aksır- snowball n. kartopu.
mak. ör. If you have a cold, you snow blindness n. kar körlüğü.
should cover your nose when you snowdrop n. karçiçeği, akçiğdem,
sneeze. kardelen.
sneezing n. aksırık. snowfall n. kar yağması.
snick v. kesmek, kesik atmak, çentik snowflake n. kar tanesi, kar lapası.
açmak. n. kesik, çentik. snowstorm n. kar fırtınası.
snow-tire 613 sociable

snow-tire n. kar lastiği. so that böylelikle, böylece, -mek için,


snow-white adj. kar beyazı, bembe- -sın diye, öyle ki, onun için. ör.
yaz. Pernicious anemia is characteristi-
snowy adj. karlı, kar gibi, karla kaplı. cally insidious in onset, so that by
snuff v. burundan vucut içine çek- the time the patient seeks medical
mek. n. burundan vücut içine çeki- attention, the anemia is usually
len madde; brun yoluyla alınan tıbbi marked. The usual course is
madde. progressive unless it is halted by
snuffies n. nazal solunum tıkanıklığı. therapy. = Pernisiyöz anemi baş-
snuggle v. sokulmak. ör. The langıçta karakteristik olarak sinsi-
juxtaglomerular apparatus snuggles dir, onun için hasta tıbbi bakım
closely against the glomerulus aramaya başladığında, anemi ge-
where the afferent arteriole enters nellikle belirgindir. (Aneminin) bi-
it. linen seyri sağaltımla durdurulma-
so adv. of degree o kadar, o derece. dıkça ilerleyicidir.
adv. of manner öyle, böyle. conj. bu so-called … denen, diye anılan, söz-
nedenle, bundan dolayı, bu yüzden; de, sözüm ona. ör. Deeper in the
amacıyla. adj. doğru; sahi; gerçek; gastric pits are so-called mucous
gerçeklere uygun. ör. M. Tuberculosis neck cells, which have a lower
infects about one third of the content of mucin granules.
world’s population and kills about 3 so ... and ... so falanca, filanca.
million patients each year and so is so... so adj. adv. şöyle böyle, ne iyi ne
the single most important infectious kötü.
cause of death on earth. so... that öyle ... ki.
and so on/forth ve benzerleri, ve soak v. daldırmak, ıslatmak, iyice ıs-
diğerleri. lanmak, (su) çekmek, sırılsıklam
etmek.
so as to -mek için, -mak için, -mek
soap n. sabun.
üzre, -mek amacıyla; -cek şekilde,
soapy adj. sabunlu, sabun gibi.
belli dereceye kadar; çok, son dere-
soapily adv. sabunlu olarak.
ce. ör. Cystic follicles in the ovary
soar v. katılaştırmak.
are so common as to be virtually
sob v. hıçkıra hıçkıra ağlamak, iç
physiologic.
çekmek.
so far şimdiye dek, şu ana kadar.
sobbing adj. hıçkırık sesi.
so far, so good şu ana dek sorun yok,
sobbingly adv. iç çekerek ağlar şekilde.
her şey iyi. sober n. içki içmez, içmeyen, ayık,
so long elveda, hoşçakal, görüşmek ılımlı, mantıklı, sakin, sarhoş olma-
üzere. yan; ciddi, zeki.
so long as -dikçe, -dıkça, oldukça, - socia n. bir organın gerekli olmayan
mediği sürece, ise, koşuluyla. parçası, fazla uzantısı, yardımcı
so many/much o kadar (çok); sadece, kısmı.
yalnızca. sociable adj. toplu halde yaşayan;
so much so that öyle ki, şöyle ki. dostane, dost canlısı.
sociably 614 soln.

sociably adv. dostane şekilde. soft-soap v. sakinleştirmek, yumu-


social adj. toplumsal, sosyal. şatmak.
social science n. toplumbilim, sosyo- soften v. yumuşamak, yumuşatmak.
loji. softhearted adj. yufka yürekli; kolay
social worker n. toplumsal yardım bağışlayan.
konularıyla uğraşan kişi; sosyal softly adv. hafifce, yavaşca.
hizmet veren kişi. softness n. yumuşaklık, ılımlılık.
socialization n. toplumsallaştırma, software n. bilgisayar programı veya
ulusallaştırma, devletleştirme. kuralları.
socialize v. söze, söyleyişe katılmak; softy n. yufka yürekli insan; kolay ik-
devletleştirmek; toplum içinde ya- na edilebilen insan.
şamaya hazırlamak. soil n. toprak; yer; kırsal kesim; kir. v.
society n. kurum, dernek; topluluk. kirletmek; atık bırakmak (vücuttan).
socio- prefix. toplum, toplumsal an- sol n. bir katının bir sıvı içine daldı-
lamlarına önek. ör. sociology, rılması; bir sıvı içindeki başka bir
sociopolitical. sıvı damlacıkları.
socket n. yuva, oyuk, çukur; priz. solar adj. güneşle ilgili, güneşten,
eye socket n. göz çukuru; göz yuvarı. güneşe; güneş ısısını, enerjisini kul-
tooth socket n. diş yuvası. lanan.
sod n. aptal; rahatsızlık veren kişi. sole n. ayak tabanı. adj. bireysel, yal-
soda n. sodyum karbonat, soda. nız; tek, biricik.
sodic adj. soda ile ilgili, tuza ait. solely adv. yalnızca.
sodio- prefix. tuz, tuz içeren bileşik solemn adj. ciddi, kibirli.
anlamlarına önek. solemnly adv. ciddi olarak.
sodium (Na) n. sodyum. solicit v. istemek, rica etmek.
sodoku, sokosho n. sıçan ısırması solicitor n. danışman, avukat.
yangısı. solicitous adv. yardımda bulunan,
sodomist, sodomite n. cinsel sapkın. bakımını sağlayan; meraklı, ilgili,
sodomy n. insanlar arasında görülen ilgilenen.
oral veya anal yolla cinsel ilişki gibi solid adj. katı, sağlam, güçlü, esaslı.
doğal olmayan yollara sapma. n. katı cisim.
soft adj. yumuşak, yavaş, ılımlı. ör. solidify v. katılaş(tır)mak.
The brain substance is soft, solidity n. katılık.
gelatinous, and easily torn. solidly adv. güçlü olarak.
soft in the head aptal; çılgın. solipsism n. bireyin yalnızca kendisi-
softer adj. daha yumuşak, daha ya- ni ve yakın çevresini tanıyabileceği
vaş, daha ılımlı. Comperative form öğretisi.
of “soft”. ör. The edematous brain solitary adj. yalnız; tek; ıssız, tenha.
is softer than normal and often n. yalnız yaşayan bir kişi.
appears to overfill the cranial vault. solitude n. ıssızlık, tenhalık, yalnız-
softgel n. aktif içeriği yumuşak jel lık.
içine eklenmiş olan ilaç verme for- soln. abv. solution, çözelti, solüsyon
mülü. anlamlarına kısaltma.
solubility 615 son

solubility n. çözünürlük, erirlik. rı. 3. beden, vücut anlamına ad ya-


soluble adj. eriyebilen, erir, çözünen. pım soneki. ör. autosome.
insoluble adj. erimez. some det, pron, & adj. biraz, bazı,
nonsoluble adj. sıvı içinde çözün- birkaç; belirsiz miktarda; etkileyici,
meyen. ör. Sand, unlike sugar, is dikkat çekici; tahmini, yaklaşık;
nonsoluble in water. belli bir ölçüye kadar, bir dereceye
solum n. alt, en alt kısım. kadar.
solute n. çözünmüş madde. ör. Salt is some day birgün.
a solute in saltwater. some more biraz daha.
solution n. açıklama; erime, eritme; someone, somebody n. biri, birisi, bir
çözüm, çare, yanıt; eriyik, karışım. adam.
ör. Sand and water do not form a something n. birşey.
solution because sand does not sometime bir ara.
dissolve in water. sometimes adv. bazen.
solve v. çözmek, çözümlemek, sonuca someway, somehow adj. nasılsa, şu
bağlamak, yanıtlamak. veya bu şekilde.
solvent n. çözen, çözücü, eriten, çö- somewhat adv. biraz, bir dereceye
zümleyen madde. adj. çözücü; baş- kadar, bir ölçüde. ör. Patterns of
ka bir maddeyi çözebilme yetene- growth vary somewhat from species
ğinde olan. ör. Water is the most to species. Büyüme modelleri belli
common solvent found in cells. ölçüde türden türe değişir.
soma n. beden, vücut; (kol ve bacak- somewhere adv. bir yerde.
lar hariç olmak üzre baş, boyun, somewhere else başka bir yerde.
gövde ve kuyruk bölümü).
in some way bir şekilde, bir yolla.
somat-, somato- , somatico- prefixes.
in some way or other şu veya bu
vücut, beden, bedensel anlamlarına
şekilde, şöyle veya böyle.
önekler. ör. somal adj. vücutla ilgi-
somnambulate v. uykuda yürümek.
li, bedenle ilgili, bedensel.
somnambulism n. uyurgezerlik.
somatic adj. bedensel, bedenle ilgili.
somnambulist n. uyurgezer.
ör. Mutations in the chromosomes
somni-, somn- uyku anlamına önek.
of somatic cells produce changes in
the body cells but not in the ör. somnifacient, somnambulates.
reproductive cells. somnifacient adj. uyku getirici; uyu-
somatology n. beden bilimi. tucu.
-some suffix. 1. neden olan, eğilimin- somnolence n. uyuşukluk, uykuya
de olan, … ile karakterize, yaratan; meyil hali.
hoşlanan anlamlarına sıfat yapım somnolent adj. uyuşuk, uykusu gel-
soneki. ör. a troublesome boy, a miş, uyuklayan.
quarrel-some woman. 2. ... kişilik, somniferous adj. uyku getirici, uyku
üyelik anlamlarına ad yapım soneki verici, uyuşturucu.
ör. a golf foursome golf oynayan son n. erkek evlat, oğul.
dört kişi; dört kişilik golf oyuncula- grandson n. erkek torun.
sone 616 space

sone n. yüksek ses birimi. soreness n. abse, sıyrık, şişlik, yara;


son-in-law n. damat. acı, elem, üzüntü, kırgınlık.
sonic adj. sesle ilgili, sesle saptanan. sorption n. emme, emilim.
sonic- prefix. ses, sesle ilgili anlamla- sorrow n. keder, acı, dert.
rına önek. ör. sonic barrier ses du- sorrowful adj. kederli, acılı, dertli.
varı. sonic boom ses patlaması. sorrowfully adv. kederli bir şekilde,
soniferous adj. ses üreten. kederle.
sonify v. ses çıkarmak. sort n. çeşit, biçim, tarz, tür. v. ayık-
soon adv. yakında, birazdan, neredeyse. lamak, çeşide göre ayırmak, bölüm-
as soon as -ınca, -unca, -er ...mez. lemek, sınıflandırmak.
as soon as possible olabildiğince sort out v. ayrıştırmak, sınıflandır-
kısa zamanda. mak, düzenlemek, netleştirmek,
as soon as she comes gelir gelmez. seçmek.
as soon as we finish bitirir bitirmez. s.o.s. abv. L. si opus sit, gerekirse an-
sooner or later er geç, eninde sonunda. lamına kısaltma.
the sooner the better hemen şimdi, souffle n. yumuşak, üfler tarzda ses.
hemen şimdiden, ne kadar çabuk soul n. ruh, can, insan, gönül.
olursa o kadar iyi. sound n. ses, seda. v. ses vermek, ses
too soon çok erken, zamanından çıkarmak, sesi gelmek, çalmak. adj.
önce. sağlam, dayanıklı, doğru, mantıklı;
soot n. is, kurum. güvenilir, sadık.
sooth adj. gerçek, sahi. sound proof adj. ses geçirmez.
soothe v. yatıştırmak; acısını dindir- safe and sound sağ salim.
mek. sounding adj. ses veren.
sophisticated adj. ayrıntılı, ince, soundless adj. ses çıkarmayan; ses-
karmaşık; tuhaf. ör. Every year the siz; sakin.
approach to laboratory diagnosis of soundly adv. doğruca, sağ salim, se-
lametle.
cancer becomes more complex, more
sour adj. ekşi, ekşimiş.
sophisticated, and more specialized.
sourness n. ekşilik.
sophistication n. pişkinlik, bilgiçlik.
source n. kaynak. ör. Hemorrhoids
sopor n. derin uyku.
not only are uncomfortable, but
soporiferous adj. derin uyku verici.
also may be a source of bleeding. =
soporific adj. uyutan.
Hemoroid yalnızca rahatsızlık veri-
soporose, soporous adj. derin uyku
ci değildir, aynı zamanda kanama
veren, derin uykuyla ilgili. kaynağı da olabilir.
sorbefacient adj. emilime neden source book kaynak kitap.
olan, emilimi kolaylaştıran. sow v. tohum ekmek.
sore adj. acıyan, acı veren, gergin, spa n. kaplıca, ılıca.
yaralı. n. yara, ülser, açık deri lez- space n. yer, meydan, alan, saha; ana-
yonu. tomik bir bölge, düzlem, uzay, boş-
sore throat boğaz ağrısı. luk; mesafe, ara. v. ayırmak; aralık-
a running sore irinli yara. larla yerleştirmek.
spacecraft 617 speak out/up

spacecraft n. uzay gemisi. sparkling adj. parlayan.


space flight uzay uçuşu. sparse adj. kıt, seyrek, az.
spaceship, space shuttle n. uzay ge- spasm n. ani kas kasılması; kasılma,
misi. spazm.
spaced adj. aralıklı, aralıklı yerleşti- spasmo- prefix. kasılma anlamına
rilmiş, dağınık. önek.
spacer n. genişletme tüpü. spasmodic adj. kasılmalı, kasılır ya-
spacing n. aralık, aralıklı. pıda, sürekli olmayan.
spacious adj. geniş, açık, ferah. spasmodically adv. ara sıra.
spaciousness n. genişlik, ferahlık. spasmus n. kasılma, spazm.
spall n. parça, kırıntı. v. parçalara spatial adj. yer ile ilgili, yersel.
ayırmak. spastic adj. kasılmayla ilgili, spastik.
spallation n. parçalanma, kırılma; spasticity n. kasılma. ör. Spasticity of
nükleer tepkime. the urinary bladder causes frequent
spam n. bir tür konservelenmiş, so- urination despite a low volume of
ğuk yenen et; jambon. urine in the bladder.
span n. uzunluk, mesafe, karış, açık- spatium n. pl. spatia . yer, meydan,
lık; ömür. v. boydan boya uzanmak, alan, saha; anatomik bir bölge, düz-
karşıdan karşıya uzanmak. lem, uzay, boşluk; mesafe, ara.
attention span n. kişinin bir konu- spatter v. sıçratmak, atmak, serpmek.
ya odaklanma süresi. spatulate adj. spatula şeklinde.
lifespan n. yaşam süresi; ömür. spatula n. dili aşağıya doğru bastır-
memory span n. görsel veya işitsel mak için kullanılan alet; spatula.
olarak ilk kez algılandıktan sonra spawn n. balık yumurtası.
anımsanma süresi, anımsanılan spay v. dişi hayvanların dişilik organ-
maddeler. larını almak, çıkarmak.
spare v. esirgemek, kollamak, tut- -speak belirli bir alanda konuşulan
mak. n. narin, ince yapılı; dar, ye- özel dil anlamına sonek. ör.
dek. oilspeak petrol endüstrisinde konu-
go spare çok merak etmek ve çok şulan dil.
kızmak. speak v. konuşmak, söz söylemek.
spare adj. terkedilmiş, bırakılmış, so to speak yani; demem şu ki.
kullanılmayan. nothing to speak of söz etmeye
spare part yedek parça. değmez.
spare part surgery işlevini yitirmiş speak for (someone) v. birisi adına
uzvun yerine başka ya da yapay bir konuşmak; birisini temsil etmek;
uzuv koyma cerrahisi; organ değiş- iddia etmek.
tirme ile ilgili cerrahi dalı. speak one's mind düşüncesini be-
sparingly adv. dikkatli olarak. lirtmek.
spark n. kıvılcım. speak well for lehinde konuşmak.
spark off v. başlatmak. speaking of v. belirtmek, ...e gelince.
sparkle v. parlamak, parıldamak. speak out/up yüksek sesle konuşmak.
speak to 618 spell

speak to sb/sth birisiyle sertçe eleşti- speckle n. küçük, düzensiz benek, ha-
rel bir tarzla konuşmak. fif renkli ben, nokta.
speak up for v. desteklemek. spectator n. izleyici, seyirci.
speaker n. söylev veren, konuşan, spectre n. hayalet.
konuşmacı. spectro- prefix. ışık tayfı, bir ilacın
speaking n. konuşma. etki alanı anlamlarına önek.
generally speaking genel olarak. spectrum n. pl. spectra, spectrums
spokesperson, spokesman n. sözcü. ışık tayfı; bir ilacın etki alanı.
special adj. özel. speculate v. varsayımlarda bulun-
specialism n. özellik. mak; dayanağı olmayan düşünceler
specialist n. uzmanlaşmış, uzman ileri sürmek; mal veya hisse satımı
doktor. ör. eye specialist göz uz- ile uğraşmak.
manı. speculation n. varsayım; dayanaksız
speciality n. özellik. düşünce; kurgu; fiyat iniş çıkışla-
specialize v. uzmanlaşmak. rından kâr elde etme.
specialized adj. uzmanlaşmış. speculative adj. varsayımsal; kurgu-
specially adj. özellikle. sal; dayanaksız düşüncelere bağlı.
species n.pl. species cins, çeşit, tür. speculum n. pl. specula içini görme-
ör. Candida species, which are part yi kolaylaştırmak için bir kanal ve-
of the normal flora of the skin, ya boşluğun girişini genişletmekte
mouth, and gastrointestinal tract, kullanılan alet, spekulum.
are the most frequent cause of speech n. konuşma, konuşma yetene-
human fungal infections. ği, söylev, düşünceyi iletmek için
species specific belli bir türe özgü. sesin kullanımı.
specific adj. özgü, has, özel; belirli, speechless adj. konuşamayan; şaşırıp
kesin; özgül; bir organ veya hastalı- kalmış; sessiz; sözle açıklanama-
ğa ait. n. belirli bir hastalık üzerine yan.
etki gösteren ilaç. speechmaker n. konuşmacı.
specificity n. kesinlik, kendine özgü- to give a speech konuşma yapmak,
lük. konferans vermek.
specific gravity özgül ağırlık. speed n. hız. v. hızlandırmak, çabuk
specifically adv. özellikle. gitmek.
specifics n. ayrıntılar. at speed hızlı.
specify v. tam olarak açıklamak, be- at the speed of ... hızında.
lirtmek. put on speed hızlandırmak.
specillum n. pl. specilla sonda, mil. speed limit hız sınırı.
specimen n. göstermelik, numune, speed up hızlandırmak.
örnek. speedy n. çabuk, hızlı, tez.
specious adj. aldatıcı, yanıltıcı; ger- spell v. sözcükleri doğru yazmak;
çekte doğru olmadığı halde doğru sözcükleri harf harf okumak. n.
gibi görünen. doğru yazım; belirsiz bir süre,
speck n. nokta, benek, ben. hipnotik trans durumu.
spell out for 619 spinal column

spell out for v. ayrıntılarıyla açıkla- ör. The anal opening is controlled
mak. by a sphincter.
spelling n. yazılım, yazılış, yazım. anal sphincter anüsü çevreleyen
spell sth out bir sözcüğü harf harf büzgenkas.
okumak, yazmak. pyloric sphincter mide çıkışını
spend v. harcamak; (zaman) geçir- çevreleyen büzgenkas.
mek; (yaşam) sürmek. vaginal sphincter vajina girişini
sperm n. pl. sperms meni, ersuyu, çevreleyen büzgenkas.
belsuyu, sperma. spinchteralgia n. büzgenkas ağrısı.
sperma- , spermato- , spermo- ör. Treatment of spincteralgia must
prefixes. meni, ersuyu, belsuyu an- not prevent the adequate closure of
lamlarına önekler. the muscle.
spermium n. pl. spermia olgunlaş- sphincteroplasty n. büzgenkas oluş-
mış meni gözesi. turma. ör. Anal sphincteroplasty is
sp.gr. abv. specific gravity, özgül necessary to repair injury to the
ağırlık anlamına kısaltma. anus.
sph. abv. spheric, spheric lens , küre- sphygmo-, sphygm- prefixes. nabız
sel, küresel lens anlamlarına kısaltma. anlamına önekler. ör. sphygmoid n.
sphacelate v. gangrenleşmek. nabıza benzer; nabız gibi.
sphacelation n. gangren, gangren- sphygmus n. nabız.
leşme. spica n. pl. spicae bandaj.
sphacelous adj. gangrenleşen. spice n. baharat.
sphacelus n. gangrenleşmiş madde spicy adj. baharatlı.
kütlesi. spick and span düzenli, lekesiz, son
spheno- prefix. kama, kamalı anlamı- derece temiz.
na önek. spicule n. kemik gibi sert bir nesne-
-sphere suffix. dünyayı çevreleyen nin ince, keskin parçası, ince uç,
hava anlamına sonek. ör. sivri uç; iğneye benzer yapı.
stratosphere. spiculum n. pl. spicula iğneye benzer
sphere n. küre, yuvarlak. yapı.
spherical adj. küresel, küre şeklinde. spider n. örümcek.
sphero- prefix. küre, küresel anlamla- spiderweb n. örümcek ağı.
rına önek. spill v. kazayla dökmek, saçmak, bo-
spheroid, spheroidal adj. küremsi, şaltmak. n. dökme, döküntü, saçıl-
küreye benzer. ma; kaza.
spherule n. kürecik; küçük küre; spin v. bükmek, döndürmek, çevir-
globül. mek, dönmek. n. bükme, döndürme.
spherulite n. küçük, küreye benzer spina n. pl. spinae omurga.
kristalin cisimcik. spinal adj. omurgayla ilgili, omurilik-
sphincter n. vücuttaki bir girişi çev- le ilgili; kemik üzerindeki dikensi
releyen ve kontrol edebilen halka çıkıntıyla ilgili.
şeklinde kas, büzgenkas, sfinkter. spinal column n. omurga.
spinal cord 620 split

spinal cord n. omurilik. splanchnic nerves bağırsaklar, mide,


spine-chilling adj. korkunç, dehşet karaciğer, dalak, vb. iç organları
veren. inerve eden sinirler.
spinal nerves n. spinal sinirler. splash v. sıçratmak.
spinate adj. omurgalı. splay v. tübüler bir yapının ucunu ke-
spindle n. iğne şeklinde, iğnemsi yapı. serek genişletmek.
spine n. omurga, belkemiği; kemik spleen n. dalak.
üzerindeki dikensi çıkıntı; kısa ince splenic adj. dalakla ilgili.
uçlu kemik uzantısı, diken. splendid adj. çok güzel, görkemli,
spinal adj. belkemiği ile ilgili. olağanüstü, mükemmel, muhteşem,
spino-, spin- prefixes. omurga, parlak.
omurgaya benzer; diken, dikene splendour, splendours n. mükem-
benzer anlamlarına önekler. mel, çok güzel.
spiny adj. dikenli. splenium n. pl. splenia bandaj, ban-
spiral n. sarmal, burmal, helezon şek- daja benzer bir yapı.
linde. spleno- , splen- prefixes. dalak anla-
spirit n. ruh; alkol, ispirto. mına önekler.
spiritual adj. ruhsal, tinsel. splice v. (iki parçayı birbirine) bağ-
high-spirited adj. atılgan, ateşli, lamak, birleştirmek.
cesur; sevinçli. splicing n. bir DNA molekülünü di-
low-spirited adj. kederli, üzgün. ğerine bağlama.
spiritus n. pl. spiritus alkol, ispirto; splint n. 1. kırık kemik parçalarını
ruh. sağaltmak ve yerinde tutmak için
spiro- , spir- prefixes. sarmal, kullanılan düz, tahta, metal
burmal, helezoni anlamlarına önek- v.b.’lerinden yapılmış araç, splint.
ler. 2. keskin, ince uçlu tahta, kemik
-spir, -spirat suffixes. soluk, nefes veya metal parçası. v. 1. bu tür bir
anlamlarına sonekler. araçla desteklemek, yerinde tutmak,
spit v. tükürmek. n. tükrük, salya. ör. sabitleştirmek. 2. keskin, ince uçlu
Infectious organisms found in saliva parçalara ayırmak; kırmak; parça-
are released when people spit. lamak; ayırmak.
spitting n. balgam çıkarma, tükürük airplane splint kolu omuz düze-
salgılama. yinde tutmak için kullanılan araç.
spittle n. tükürük, salya. splinter n. kıymık, yonga.
spite v. kin tutmak, kin gütmek. n. splinting adj. kırık kemik parçalarını
kin, garaz. birbirine tutturma, splint uygulama;
in spite of -e karşın, -ise de, -dığı batıcı; ince uçlu bir parçanın battı-
halde, rağmen. ğında verdiği acı gibi ağrı veren.
spiteful adj. kin tutan, garaz tutan, split v. keskin, ince uçlu, eşit boyutlu
nispetçi. parçalara ayırmak; tabakalara ayır-
splanchnic adj. iç organlarla ilgili. mak; bölmek, paylaşmak, yar(ıl)-
splanchic bed n. iç organların bulun- mak, kır(ıl)mak, yırt(ıl)mak. n. ya-
duğu bölge. rık, yırtık, kırık.
splitting 621 spread

splitting adj. yarma, ayırma, bölme. familial cancers occur, usually in


split up v. ayırmak, böl(ün)mek, younger individuals.
çözmek, parçalamak. spore n. bazı bitki ve basit canlıların
spm abv. sabit olmayan alellerin ürettiği, tohumsu, üreyen hücre;
baskılanma ve mutasyonuna neden spor. ör. A single spore develops
olan gen anlamına kısaltma. into a new organism.
spodogenous adj. atık maddeden olu- sporicide n. spor öldürücü.
şan. sporify v. sporlamak.
spoil v. boz(ul)mak, berbat etmek, za- sporo- , spori- , spor- prefixes. to-
rar vermek; şımartmak. hum, spor anlamlarına önekler.
spoilage n. atık; çürümüş, bozulmuş, sporular adj. sporla ilgili, sporsal.
artık. sporule n. sporcuk.
-spoken suffix. konuşan anlamına sı- spot n. leke, boya, benek, kir, nokta;
fat yapım eki. ör. a softly spoken yer. v. beneklemek, lekelemek;
girl sakin konuşan kız. farketmek, görmek, belirlemek, sap-
spoke-shave n. halka şeklinde bıçak. tamak; dölyatağından az miktarda
spondylo- , spondyl- prefixes. omur- kan kaybetmek, kanamak.
ga anlamına önekler. on the spot yerinde, tam yerinde,
sponge n. sıvıları emmek için kullanı- derhal, hemen.
lan soğurucu materyal, sünger. spotless adj. lekesiz.
spongiform adj. süngerimsi, sünger spotted adj. benekli, lekeli.
şeklinde, delikli. ör. Prions, which spotted fever lekli humma.
apparently composed only of a spotty adj. benekli, lekeli; düzensiz.
modified host protein, cause spouse n. eş; karı veya koca.
transmissible spongiform encephalitis. spout v. püskürtmek, fışkırtmak.
spongio- prefix. sünger, süngerimsi spp. abv. species, türler anlamına kı-
anlamlarına önek. saltma.
spongy adj. süngerimsi, sünger gibi. sprain v. burkmak, burkulmak, bur-
spontaneous adj. doğal, içten gelen,
karak hasar vermek. n. burkulma;
istemli, istekli, kendiliğinden; dış
kas veya eklem yırtılması.
güçler tarafından oluşturulmayan.
spray v. (bir sıvıyı) püskürtmek,
ör. Chemicals that undergo
saçmak, serpmek. n. püskürtme,
spontaneous combustion must be
püskürtü, püskürteç, su serpintisi.
carefully stored.
spread v. yaymak, yayılmak; sermek,
spook v. korkutmak.
dağıtmak, döşemek, germek, uzat-
spooky adj. korku verici, korkunç.
mak, sürmek, genişlemek. n. yay-
spoon n. kaşık.
spoonfeed v. kaşıkla beslemek. ma, yayılma, serme, döşeme. ör.
spoonful adj. bir kaşık dolusu. Infections are spread by coughing,
sporadic adj. düzensiz oluşan; sey- spitting, and sneeze. // Testicular
rek, dağınık, tek tük. ör. Most renal tumors have a characteristic mode
cancer is sporadic, but unusual of spread, the knowledge of which is
forms of autosomal dominant helpful in treatment.
spread around 622 squirm

spread around v. dağıtmak, yaymak. squama L. n. pl. squamae pul, ince


sprig n. ince dal, filiz. kemik tabakası.
sprigged adj. dallı; dallanmış. squamo- prefix. pul, pullu anlamları-
sprightly adj. şen, canlı. na önek.
spring n. ilkbahar; kaynak, pınar; squamous adj. pullu, pulsu, yassı,
yay, zemberek; sıçrama, sıçrayış. v. pul şeklinde. ör. The epitellium is
atlamak, fırlamak, sıçramak, fışkır- composed of layers of squamous
mak, çıkmak, doğmak, patlamak, cells. // About 95% of laryngeal
çatlamak, çarpılmak. carcinomas are typical squamous
spring up v. aniden ortaya çıkmak. cell lesions.
sprinkle v. serpmek, dağıtmak, püs- squamoparietal adj. temporal veya
kürtmek. parietal kemiğin pulsu kısmı. ör. A
sprout v. sürmek, filiz vermek, bü- blow above the ear can cause a
yümek, gelişmek, ortaya çıkmak, fracture of the squamoparietal bone.
yetişmek. n. sürgün, filiz, yağlı sür- square n. kare. adj. dürüst, doğru,
gün, sıcak ülke sürgünü. namuslu.
spruce n. ladin (ağacı). squash v. ezmek. n. ezme, pelte; bal-
sprue n. kronik yapıda beslenme bo- kabağı.
zukluğu sayrısı; belirtileri dilde kı- squat v. oturmak, çömelmek. adj. bü-
zarıklık, anemi, köpüklü dışkı, kilo yümemiş, bodur, bacaksız.
kaybı ve zayıflıktır. squawk v. tiz, kesik çığlık atmak; kuş
spruse up v. çekidüzen vermek, der- sesi gibi çığlık atmak. n. çığlık.
leyip toplamak; tomurcuklanmak. squeak v. ince ses çıkarmak, gıcır-
spry adj. canlı, çevik. damak, cırlamak. n. gıcırtı, cırıltı,
spume n. köpük. ince ses.
spur n. kemikte kötü huylu olmayan squeal v. çok tiz, uzun, ince bir ses
çıkarmak; böyle bir ses çıkararak
gelişme; ince uçlu dikenimsi uzantı,
ağlamak. n. ince, tiz ses çıkarma;
kalkar; mahmuz.
ince, tiz ses çıkararak ağlama.
act on the spur of the moment ani
squeeze v. sıkmak, sıkıştırmak, ez-
bir dürtüyle hareket etmek.
mek. n. sıkma, sıkıştırma.
spurious adj. yapay, gerçek olmayan,
squeeze in v. sıkışarak girmek.
sahte, yapma, yapmacık.
squeeze out of v. sıkıştırarak çıkar-
spurn v. kızgınlkla reddetmek, yad-
mak.
sımak, tepmek. squemish adj. çabuk midesi bulanan;
spurn of the moment adj. kızgınlıkla kolay rahatsız olan, çabuk şok geçi-
yapılan, aniden yapılan. ren.
spurt v. aniden ve şiddetle akıtmak, squiffy adj. hafif sarhoş.
fışkırtmak; ani etkinlik veya hız squint v. şaşı gibi bakmak, şaşı bak-
göstermek. mak, şaşı olmak. n. şaşı.
sputum n. pl. sputa balgam; burun squirm v. (sinirlilik, utangaçlık veya
veya boğaz akıntısı. rahatsızlık nedeniyle) kıvranmak.
squall v. çığlık çığlığa ağlamak. squirrel n. sincap.
squirt 623 stalky

squirt v. (ince şiddetli bir akıntı ha- short staffed adam/eleman sıkıntısı.
linde) fışkırmak. n. (ince şiddetli bir stage n. aşama; derece; etap, durak
akıntı halinde) akan su. yeri, evre, devre; çağ; sahne.
-st suffix. sıra, derece gösteren sonek. in stages derece derece, aşama
ör. the first prize birincilik ödülü. aşama, yavaş yavaş.
my twenty first birthday 21. at this stage bu aşamada, bu evrede.
doğumgünüm. stagger v. sendelemek, sallanarak yü-
stab v. bıçak saplamak, bıçaklamak. rümek; sersem etmek.
n. bıçak yarası; delik, yarık. staging n. bir sayrılığın veya patolo-
stabbing adj. bıçakla yaralama şek- jik durumun seyrinde uzak evreleri
linde; ani ve hızlı olarak. belirleme ve sınıflandırma.
stabilate n. canlı olarak korunan bir stagnate v. durgunlaşmak; durmak;
orgnizma örneği. gelişimini durdurmak.
stabile adj. sıkı, sağlam, sabit, yıkıl- stagnant adj. durağan, durgun, ey-
maz, dengeli; metin, kararlı; kalım- lemsiz.
lı, sürekli. ör. Since hydrogen stagnation n. durgunlaşma.
peroxide is not a stabile compound, stagnancy n. durgunluk.
it quickly breaks down into water stain n. boya, boyama; leke. v. boya-
and oxygen. mak, bulaştırmak, kirletmek, leke-
stability n. denge, kararlılık. lemek.
stabilize v. dengelemek, sabitleştirmek. stained adj. boyalı, boyanmış.
stabilization n. dengeleme. staining n. boyama
stabilizing adj. dengeleyici. dark-staining adj. fazla boya soğu-
stable adj. sıkı, değişmez, değişime rulduğu için diğer yapılardan daha
dirençli. ör. Genes which rarely koyu görünen. ör. The chromosomes
mutate are called stable genes. are dark-staining structures located
in the cell nucleus.
stack v. üst üste dizmek, yığmak.
stainless adj. lekesiz, tertemiz.
stacking n. androjenik maddelerin
stair n. basamak.
gizlice kullanılması.
a flight of stairs merdiven.
stadium n. pl. stadia akut ateşli say-
stake v. riske atmak; kazıklarla sağ-
rılıkların seyrinde bir aşama.
lamlaştırmak; kazıklarla ayırmak. n.
staff n. kadro, personel, eleman, çalı-
kazık; bahse konan para.
şanlar, bir kurumda görev alan kişiler.
stake sth out gizlice gözetlemek, sı-
attending staff n. hastanelerde has-
nırlamak, sınır çekmek.
taları düzenli olarak ziyaret eden, stakeout n. gözetleme.
personele ve tıp öğrencilerine ders stake sb to para sağlamak.
veren doktor ve cerrahlar. stale adj. bayat, küflü, kurumuş, ek-
consulting staff n. yukarda tanım- şimiş. v. bayatlamak, ekşimek.
lanan doktor ve cerrahlara danış- staleness n. bayatlık.
manlık veren uzman hekimler. stalk n. sap. v. yaklaşmak, yürümek.
house staff n. hastanelerde uzman- stalked adj. saplı.
lık eğitimi alan doktor ve cerrahlar. stalky adj. çok sapı olan.
stamen 624 stand-up

stamen n. (çiçeklerde) erkeklik orga- stand back geri çekilmek.


nı, ercik. stand by gerektiğinde eyleme hazır
staminate adj. ercikli, erciğe ait, er- olmak; yardım etmek, arka çıkmak,
cik üreten. desteklemek; sürdürmek; savun-
staminal adj. erciği olan. mak, tutunmak, sadık olmak; sözü-
stamina n. dayanma gücü, dayanıklı- nü tutmak.
lık, güçlülük. stand clear v. yolundan çekilmek.
stammer v. kekelemek, peltek ko- stand down bırakmak, terketmek,
nuşmak; tereddüt etmek. vazgeçmek. seçimde yerini başkası-
stamp v. damgalamak, basmak; aya- na vermek.
ğını yere vurmak, tepinmek. n. stand for belirlemek, temsil etmek,
mektup pulu; damga; zımba. tarafını tutmak, itiraz etmek, aday
stamp on çiğnemek. olmak; katlanmak.
stamp out ezmek, yok etmek, ayaklar stand in for yerini almak; yerine
altında söndürmek. geçmek, yerine koymak.
stamped adj. damgalı, damgalanmış, stand off kaçınmak; mesafeli dav-
pullu. ranmak; başaramamak; ertelemek.
stamp sth out son vermek. stand on bağlı olmak; dayanmak; ıs-
stampede n. korku ile kaçma, panik. rar etmek.
v. korku ile kaçmak, paniğe kapıl- stand out sivrilmek, göze çarpmak.
mak, dağınık halde kaçmak. stand out againast v. anlaşamamak,
stance n. duruş, vücut duruşu; tavır. karşı koymak.
stanch v. durdurmak, vücuttan akan stand over ertelemek, yanında dur-
bir sıvıyı, özellikle kanı durdurmak. mak, sonradan düşünülmeyi bekle-
stand n. durma, duruş, ayakta durma; mek; üstte kalmak.
destek, ayak. v. ayakta durmak; da- stand over sb dikkatlice izlemek,
yanmak, dayamak, koymak; kontrol etmek.
(birşeye) tahammül etmek. stand to saldırıya hazır olmak.
at a stand durgun. stand to reason nedenleriyle tutarlı
bring to a stand durdurmak. olmak.
can’t stand dayanamamak, taham- stand up ayağa kalkmak; destekle-
mül edememek. mek, iyi durumda kalmak; kaldır-
come to a stand duraklamak. mak, tutmak, dayanmak; doğruluğu
from the stand of ... açısından, ... kabul edilmek.
bakımından, ... yönünden. stand up for v. desteklemek, sahip
withstand v. karşı koymak, dayan- çıkmak, taraf tutmak, savunmak.
mak. stand up to karşı çıkmak, karşı koy-
stand a chance başarma ümidi ol- mak.
mak. stand up with en iyi kişiymiş gibi
stand around v. bir yerde amaçsız davranmak.
olarak bulunmak stand well with v. beğenilmek, onay-
stand aside bir tarafa çekilmek. lanmak.
stand away from v. uzak durmak. stand-up dimdik, dikey olarak.
standby 625 status-conscious

standby bağımlı; hazır; yedek. starve to death açlıktan ölmek, açlık-


standing n. sıra, mevki, durum. tan öldürmek.
standout mükemmel. starving adj. aç, açlıktan ölen.
standpoint n. açı, bakış açısı; bakım, starveling n. gıdasızlıktan sağlıksız
nokta, tavır. hale gelen ve zayıflayan kişi.
from the stanspoint of açısından, -stasis suffix. yavaşlama, durma;
tarafından. denge, denge konumu anlamlarına
standstill n. duraklama, duraksama, sonek. ör. bacteriostasis,
durma, bir eyleme ara verme. v. ha- homeostasis.
reketsiz beklemek. stasis n. durma, durdurma, işlevlerin
stann- prefix. kalay anlamına önek. yavaşlaması; durgunluk.
ör. stannic adj. kalayla ilgili. stat. abv. L. statim, hemen, derhal an-
stannous adj. kalayla ilgili. lamlarına kısaltma.
stannum L. kalay. -stat suffix. bir şeyin değişmesini,
stap v. delmek, kesmek, yaralamak. akışını, veya devinimini durduran
stapes n. pl. stapes, stapedes kulak anlamına sonek.
içindeki üç kemikten en küçük ola- state v. belirtmek, bildirmek, söyle-
nı, üzengi kemiği. mek. n. durum, hal, konum; mevki,
staphylo- , staphyl- prefixes. üzüm, mertebe; tören, alay merasim; dev-
üzüm salkımı; staphylococci anlam- let, hükümet.
larına önekler. statement n. açıklama, bildirme, be-
staple n. bir evde gerekli olan temel lirtme, söyleme, ifade.
gıdalar; ham madde. adj. başlıca, state of life toplumsal yaşam, top-
esaslı. lumsal durum.
starch n. nişasta. state of mind ruh hali, ruhsal durum.
starchy adj. nişastalı, nişasta gibi, ni- static adj. durgun, devinimsiz, de-
şasta ile dolu. ğişmez, durağan. ör. Static water
stare v. dik dik, uzun süre bakmak; does not generate power but falling
gözlerini dikmek, ısrarla bakmak; water can drive a water wheel.
gözetlemek. statim L. adv. hemen, derhal.
stark adj. katı, şiddetli, kaba görü- stationary adj. durgun, durağan.
nümlü; açık, belirgin; çıplak, çırıl- stationery n. kalem, kağıt vb. yazı
çıplak; tamam, bütün. malzemeleri, kırtasiye.
start (out) v. başlamak, kalkmak, yo- stato- konum; kalan, arta kalan, ya-
la çıkmak; ürkmek, irkilmek. n. baş- şamını sürdüren anlamlarına önek.
lama, kalkma; ürkme, irkilme. ör. statocyst, statoblast.
startle v. korkutmak, ürkütmek; hay- stature n. boy. ör. Human stature is
ran bırakmak, şaşırtmak. controlled by both heredity and the
starve v. açlık çekmek, açlıktan öle- environment.
cek hale gelmek, çok acıkmak. status n. durum, hal, konum, mevki,
starvation n. çok şiddetli açlık, vaziyet.
ölümcül açlık. status-conscious bilinçli.
status quo 626 step in

status quo n. şu andaki konum, sta- stella n. pl. stellae yıldız, yıldız şek-
tüko. linde yapı.
staunch v. kanamayı durdurmak. adj. stellate adj. yıldız şeklinde.
güvenilir, sadık. stellula n. pl. stellulae yıldızcık.
stay v. kalmak, durmak, bir yerde stem n. sap, gövde. v. kaynaklanmak,
oturmak; dayanmak. n. kalma, kalış, köken almak.
oturma; dayanak, destek. brain stem beyin sapı.
stay out v. eve gelmemek. from stem to stem bir uçtan diğer
stay up v. uyanık kalmak, yatmamak. uca.
steady adj. devamlı olarak. stem from -den köken almak, -den
unsteadily adv. kararsız bir şekilde. kaynaklanmak, çıkmak. ör. The
steadily adv. devamlı olarak. differences in the fibers that make
steadiness n. ağırbaşlılık, devamlılık. up muscles stem from differences in
unsteadiness n. kararsızlık, devam- the proteins in them. = Kasları
sızlık. oluşturan liflerdeki farklılıklar (lif-
steak n. biftek. lerin) içinde bulunan proteinlerdeki
steal v. çalmak. n. alternatif yollarla farklılıklardan kaynaklanır.
veya ters akıntıyla kan akışının sap- stemmed adj. saplı, sapı bulunan.
tırılması. stench n. çok güçlü kötü koku, pis
stealth n. gizlice, görünmeden hare- koku.
ket etme. v. sıvışmak, sıvışıp gitmek. steno- prefix. darlık, daralma, kasılma
stealthy adj. sessiz ve gizli, sinsi. anlamlarına önek.
steam n. buhar. v. buhar çıkarmak. stenosed adj. dar, daralmış, daralma,
steamy adj. buharlı, buğulu. darlık.
stearo- , stear- prefixes. yağ , yağ stenosis n. pl. stenoses bir kanal veya
dokusu anlamlarına önekler. girişin daralması, darlık.
steatitis n. yağ dokusu yangısı. stenotic adj. daralmış.
steato- prefix. yağ, yağ dokusu an- stent n. daralmış damarı genişletmek
lamlarına önek. üzre kullanılan çelik kafes, stent.
steel n. çelik. step n. adım, basamak, ayak sesi; de-
steeliness n. sertlik, çelik gibi olma. rece, kademe. v. basmak, adım at-
steel work çelik işi. mak, yürümek, gitmek.
steeky adj. sert, çelik kadar katı. step aside v. yerine geçmesine izin
steep v. suya batırmak; demlemek. vermek.
adj. dik, sarp, yalçın. in step belirli bir ritim halinde ha-
steepen v. dikleştirmek, daha yalçın reket etme; uyum içinde devinme.
hale gelmek. step by step adım adım.
steer v. dümeni elde tutmak, yönet- stepped adj. basamaklı.
mek, rota vermek. step down / aside işinden ayrılmak,
stegnosis n. salgının durdurulması, çekilmek, bırakmak, istifa etmek,
stegnoz. terketmek.
stegnotic adj. sıkıştırıcı, büzücü, pek- step in engellemek, müdahele etmek,
lik yapıcı. bir tartışmaya katılmak.
step out 627 stick sth out

step out hızlı yürümek; dışarı çık- sternum, sterni n. pl. sterna göğüs
mak, bir yere gitmek. kemiği.
step up v. artmak, çoğalmak, hızlan- stertorous adj. horlama ile ilgili,
mak. horulutulu, solunumda horultutlu
step sth up arttırmak, çoğaltmak, ses çıkaran.
yükseltmek. stertorously adv. hırıltılı bir şekilde.
step- prefix. üvey anlamına önek. ör. stetho- , steth- prefixes. göğüs anla-
my stepfather üvey babam. her mına önekler. ör. stethograph gö-
stepchildren üvey çocukları. ğüste solunum devinimlerini kayde-
-ster suffix. olan, ilgili anlamlarına ad den alet.
yapım soneki. ör. youngster n. genç stew v. sıvı içinde yavaş yavaş pişirme.
insan. a gangster çete üyesi. sthenia n. güç, kuvvet.
sterco- prefix. pislik, kir, dışkı, bo- sthenic adj. etkin, yüksek nabız ve
zukluk anlamlarına önek. ısıyla belirgin bir sayrılıkla ilgili.
stercolith n. çok katı; gayda, dışkı. stheno- prefix. güç, kuvvet anlamla-
stercus n. gayda, dışkı. rına önek.
stereo- prefix. katı, katı durum; stibium n. antimon.
uzamsal nitelikler, üç boyutluluk stick v. saplamak, sokmak, tutunmak,
anlamlarına önek. yapıştırmak, yapışmak, takılmak. n.
sterile adj. kısır, verimsiz; mikrop- çubuk; değnek; baston; sopa; çubuk
suz. ör. A sterile person cannot biçiminde, ince herhangi birşey; ce-
produce a child. za görme, cezalandırma; belli bir tip
antisterlity n. kısırlık önleyici, do- insan.
ğurganlığı özendirici. ör. Antisterlity a stick of furniture bir parça
drugs help some couples produce önemsiz eşya.
children. stick about/around belirli çıkarları
sterilize v. kısırlaştırmak. gözeterek bulunduğu yerde kalmak.
sterilization n. kısırlaştırma. stick at nothing hiçbirşeyden çekin-
sterilizer n. alet, araç ve gereçleri memek.
mikroptan arındıran aygıt. stick at sth devam etmek, ısrar et-
stern adj. sert, ciddi. mek, sıkı çalışmayı sürdürmek; yan-
sternad adv. sternuma doğru. lış birşeyi yapmaya istekli olmamak.
sternal adj. sternumla ilgili. stick by sb/sth desteğini sürdürmek.
sternen adj. başka yapılardan bağım- stick in one's throat kabul edilmesi
sız, yalnızca sternumla ilgili. zor.
sternly adv. sertlikle, ciddilikle. stick one's neck out riski göze al-
sternness n. sertlik, ciddilik. mak.
sterno- , stern prefixes. sternum, gö- stick out v. büyümek, genişletmek,
ğüs kemiği ile ilgili anlamlarına uzatmak, yüzeye çıkarmak; yansıt-
önekler. ör. sterno-thyroid n. mak; açıkça görülmek.
sternumdan uzanan küçük boyun stick out for sth daha azını reddetmek.
kası. stick sth out sonuna kadar sürdürmek.
stick to 628 stir

stick to v. direnmek, karşı koymak, incompatible with life, is usually


tutunmak. encountered in stillborn infants.
stick to one's work işine sarılmak, still more daha da çok.
işinde kararlı olmak. stillness n. durgunluk.
stick to sth vaz geçmemek; sürdürmek. stilly adj. sakin, durgun.
stick together bibirine sadık olmak. Still's disease kronik enfeksiyöz ek-
stick up v. ellerini kaldırmak, yüksek lem hastalığı, çocuklukta görülür.
düzeyde kalmak, silahla soymak, stillate adj. yıldız şeklinde; yıldıza
tehdit etmek. benzer şekilde.
stick up for sb söz ve eylemle des- stimulate v. uyarmak, canlandırmak,
teklemek, savunmak. gayrete getirmek, kamçılamak,
stick with sb/sth v. beraber olmak, dürtmek. ör. Cephalic-vagal and
tutunmak, yapışmak; yakın/sadık gastric-vagal afferents directly
olmak. stimulate the parietal cell via the
stickiness n. yapışkanlık. muscarinic type of cholinergic
sticky adj. yapışkan, cıvık. receptors for acetylcholine.
stiff adj. bükülmez, katı, sert, sıkı, stimulant n. uyarıcı, tahrik edici.
eğilmez; güç; soğuk. stimulating adj. uyarıcı, zorlayıcı.
stiff upper lip n. beklenmeyen kötü stimulation n. uyarma.
olayları rahatsızlık duymadan be- stimulative adj. uyarıcı.
nimseme. stimulator n. uyaran.
stiffen v. katılaşmak, sertleşmek, sert- stimulus, n. pl. stimuli uyarı, uyaran
leştirmek, katılaştırmak; önlemek. nesne, uyarıcı etkisi olan nesne. ör.
stiffle v. ısı ve havasızlıktan boğula- The most important stimulus that
cak gibi olmak; boğmak; susturmak. triggers insulin release and
stiffly adv. sert bir halde, dimdik. synthesis is glucose.
stiffneck n. ense sertliği. give a stimulus to uyarmak, can-
stiffnecked adj. boyun eğmeyi, uy- landırmak.
sting v. ağrı vermek, sokmak, ısır-
mayı veya değişmeyi reddeden.
mak, ısırarak zehirlemek,(iğne) ba-
stiffness n. katılık, sertlik, eğilmezlik.
tırmak, yakmak, yaralamak. n.
stigma n. pl. stigmas, stigmata doku
sokma, sızı, diken; iğne.
üzerindeki nokta veya benek.
stinging adj. sokucu, yakıcı, iğneli.
stigmatosis n. ülserli beneklerle be- stingness n. iğnesiz, etkisiz.
lirgin deri sayrılığı. stink v. kötü kokmak, kötü koku çı-
still adj. sakin, sessiz, durgun, eylem- karmak.
siz. adv. hâla, ne de olsa, bununla stinking adj. pis kokan, kötü kokan.
beraber. n. barış, sakinlik, sükunet. stint v. kısmak, sınır(landır)mak. n.
stillbirth ölü doğum ölü bir bebeğin hat, sınır; iş, görev.
doğumu. ör. Stillbirth may occur stipulate v. gerektirmek, ısrar etmek.
even after a healthy pregnancy. stir v. karıştırmak, eşelemek, kımıl-
still-born ölü doğan. ör. Total damak, kıpırdamak; heyecanlan-
bilateral agenesis, which is dırmak, etkilemek.
stir up 629 stop up

stir up v. başlatmak, hızlandırmak, stomatic adj. ağızla ilgili, ağız yoluyla.


karıştırmak, canlandırmak; uyan- stomato- , stom- , stomat- prefixes.
dırmak. ağız, giriş, gözenek anlamlarına
stirrer n. karıştırıcı, sorun yaratıcı. önekler.
stirring adj. heyecan verici, coşku stomion n. dudaklar kapandığında
verici. oluşan ağız çizgisi
stirup n. (kulakta) üzengi kemiği, -stomy suffix. yapay veya cerrahi
stapes. açım, ağız/giriş açma anlamlarına
stitch v. dikmek, dikiş atmak. n. dikiş, önek..
dikiş atma, sütür; ani keskin ağrı. stone n. taş; insan bedeni için İngiliz
stochastic adj. rastlantısal, gelişigü- ağırlık birimi.
zel, tesadüfi. stone-cold son derece soğuk, en so-
stock n. nesil, soy; ağaç gövdesi, kü- ğuk.
tük; çiftlik hayvanları; mevcut mal, stone-dead ölü.
stok. stone-deaf duvar gibi sağır, taş gibi
in stock elde var, mevcut. duymaz; işitemez.
stock-holder n. hissedar. stony adj. taşlık; taş gibi, duygusuz.
stock up v. depolamak, topla(n)mak. stool n. gaita, dışkı, feçes.
stocky adj. bodur, kısa ve kalın. stoop v. eğilmek, öne doğru eğilmek;
stodgy adj. sindirimi güç, ağır; sıkıcı. kamburunu çıkarmak; alçalmak.
stoic n. endişe, nefret, kızgınlık duy- stop v. durmak, durdurmak, duraksa-
mayan (kişi). adj. ağrıdan etkilen- mak; önlemek, engel olmak; kes-
meyen, metin, acılara katlanır. mek, kesilmek, tıkamak. n. durma,
stoical adj. ağrı veya zevkten etki- durdurma, durak.
lenmeyen. come to a stop durmak, kesilmek,
stoicism n. ağrı veya zevkten etki- dinmek, sona ermek.
lenmeme; kahramanlık; cesaret, ce- stop by v. ziyaret etmek.
surluk. stop dead aniden durmak, birdenbire
stolid adj. duygusuz, heyecansız, ka- durmak.
yıtsız, vurdumduymaz; aptal görü- stoppage n. duraksama, durma, dur-
nen. durma, iş bırakma; tıkanma.
stoma n. pl. stomas, stomata ağız, stopper n. tıkaç, tıpa.
giriş, gözenek, stoma. stop down v. küçültmek.
stomach n. mide, karın; eğilim, istek. stop in v. evde kalmak; kısa ziyarette
v. sindirmek; dayanmak, tahammül bulunmak.
etmek. stop off v. bir seyahate, ziyaret ama-
stomachal adj. mide ile ilgili. cıyla, kısa ara vermek.
stomachic adj. mide ile ilgili. n. iştah stop over v. yolculukta kısa mola
açıcı ve sindirimi düzenleyici madde. vermek.
stomal adj. ağız/giriş/gözenek ile il- stop round v. kısa ziyaret yapmak.
gili. stop short v. aniden durmak.
stomatal adj. stoma ile ilgili. stop up v. uyumamak, uyanık kalmak.
store 630 streaming

store v. biriktirmek, depolamak, am- strand n. iplik, ipliğe benzer yapı; tek
bara koymak, saklamak. n. depo, bir fibrin; bir dizi inci , vb.
ambar. strange adj. garip, tuhaf, acaip, ya-
stored adj. depo edilmiş, depolanmış. bancı.
storm n. fırtına; hastalık seyrinde gö- strangely adv. garip şekilde.
rülen kriz, semptomların ağırlaşması. strangeness n. tuhaflık, acaiplik.
snow-storm kar fırtınası. stranger n. yabancı.
stormy adj. fırtınalı. strangle v. boğazını sıkarak öldür-
stout adj. sağlam, metin, dayanıklı, mek; boğmak; tıkamak.
cesur, yiğit. strangulate v. kan akışını durdurmak
stove n. soba. için damara sıkıca bastırmak; tıka-
strabismus n. şaşılık. mak, boğmak.
straight adj. düz, düzgün, düzenli, strangulation n. tıkama, boğma, bo-
dik; dürüst. adv. doğru, doğrudan ğulma; boğazın sıkılması.
doğruya. strap n. bant, sargı; şerit, kayış.
straight away derhal, hemen. strati- suffix. tabaka, kat anlamlarına
straight forward adj. düz bir gidiş önek. ör. stratigraphy.
izleyen; doğrudan; dürüst; açıkyü- straticulate adj. ince katmanlı; ince
rekli. tabakalı.
straight forwards adv. düzgün bir stratification n. bir örneği alt küme-
gidiş izleyerek; dürüst bir tavırla. lere bölme, katmanlaşma, katman.
straight off derhal; çekinmeden; ge- stratified adj. katmanlı, katmanlar-
cikmeden. dan oluşmuş.tabakalara ayrılmış. ör.
straight out açıkca; gizlenmeden. Stratified epithelium prevents
straighten v. düzeltmek, doğrultmak. excessive loss of moisture from the
straighten out v. doğrultmak, çöz- skin.
mek, ayırmak. stratify v. tabakalar halinde sıralama.
straighten up v. açmak, çözmek, stratiform adj. tabaka şeklinde.
doğrultmak, düzeltmek, toplamak. stratum, strati n. pl. strata kat, kat-
straightway adv. gecikmeksizin; man, tabaka; katlar, tabakalar. ör.
derhal, hemen. The epidermis consists of two or
strain v. germek, zorlamak, incitmek, four layers with increasing amounts
yırtmak; süzmek, süzülmek. n. zor, of keratin in the outermost strata.
zorlama, gerilme, gerilim, yük; in- stray n. başıboş (hayvan), (evsiz) ço-
citme; tür, çeşit, suş. ör. cuk.
Toxoplasma infects a wide range of streak n. ince çizgi, ayırt edilemeyen
animals, but human infections are hat, yol; damar.
predominantly caused by one strain. streaky adj. çizgili, damarlı.
without strain zorlanmaksızın. stream n. akıntı; su akıntısı; çay, ır-
strained adj. dost olmayan; doğal mak. v. akmak.
davranmayan, yapay. blood stream kan akışı.
strait n. dar geçit. streaming adj. akan.
stream line 631 strike out

stream line akıntı hattı, akıntı çizgisi, striate, striated adj. çizgili.
akıntı gidişi. strict adj. açık, sıkı, şiddetli, sert,
stream of consciousness bilinç akışı; tam, kesin.
duygu ve düşüncelerin beyinden strictly adv. açıkça, kesin olarak, ke-
geçişi. sinlikle, tamamen; şiddetle.
strength n. güç, kuvvet; direnç, strictly speaking aslında, gerçekte;
dayanıklık. doğrusu; tamamen doğru. ör. The
strenghten v. güçlendirmek, güç term pellagra, strictly speaking,
vermek, sağlamlaştırmak. refers to rough skin. = Pellagra te-
on the strength of -e güvenerek, -e rimi, aslında, pürüzlü deri anlamına
gereğince. gelir.
strenuous adj. çok etkin; güç gerekti- strictness n. kesinlik, şiddet.
ren. stricture n. daralma, darlık; içi boş
strenutation n. aksırma, tıksırma. bir yapının daralması; ayıplama, kı-
strepto- prefix. kıvrılmış zincir; nama.
streptococcus anlamlarına önek. stride v. uzun adım atarak yürümek.
streptococcus n. pl. streptococci n. uzun adım, açık adım.
Streptococcus cinsi herhangi bir strident n. keskin ses, tiz ses, çatlak
bakteri. ses.
stress v. belirtmek, vurgulamak; yer- stridor n. yüksek tonda, ıslık çalar
mek, zorlamak. n. baskı, basınç; ge- tarzda, solunum tıkanıklığına işaret
rilim; zorlama. eden solunum, hırıltılı solunum, hı-
life stres n. şiddetli gerilim/baskı rıltı.
veren boşanma, işte başarısızlık, stridulous adj. çatlak sesli.
sevdiği birini yitirme gibi olaylar, strike v. vurmak, çarpmak. n. vurma,
gelişmeler. vuruş, darbe; grev.
stressed adj. gerilmiş, gerilimli.
be/go on strike v. greve gitmek,
stressful adj. gerilimli, baskı yapan.
grevde olmak.
stressing adj. baskı veren, baskı uy-
striking adj. göze çarpar; çarpıcı, vu-
gulayan.
rucu. ör. The surface of the brain is
stressors n. birey üzerinde gerilime
not the only region of damage in
veya baskıya neden olan şey.
traumatic injury, although it is often
stretch v. germek, uzatmak, uzamak,
the most striking.
uzanmak; gerinmek. n. germe, ge-
strike sb down ızdırap vermek, kat-
rilme, uzatma, uzanma.
outstretched adj. uzanmış. letmek, öldürmek, aniden ölümüne
stretcher n. sedye. neden olmak; aniden ciddi sayrılığa
strew v. dağıtmak, serpmek. yakalanmasına yol açmak.
stria n. pl. striae renk, görünüm, dep- strike sb/sth off listeden birisini çı-
resyon veya içinde bulunduğu do- karmak.
kudan hafif yükselmeyle ayırt edi- strike on/upon sth keşfetmek.
len çizgi; hat, yol, çubuk, yol, band, strike out v. çıkarmak, silmek, iptal
şerit. etmek.
strike through 632 stuff

strike through üstünü çizerek bir ya- stromuhr n. kan damarlarından her
zıyı reddetmek; aynı yöne yazmak. saniyede geçen kan miktarını ölçen
strike up oynamaya veya şarkı söy- alet.
lemeye başlamak; bir arkadaşlığa strong adj. güçlü, kuvvetli, sağlam,
başlamak. sert, şiddetli; uz, yetenekli.
string n. kordon, ip. strong point bir kişinin güçlü yanı.
stringent adj. şiddetli, sert, sıkı, zor. strongly adv. güçlüce, güçlü olarak.
strip v. soymak, soyunmak. ör. Epidemiologic studies strongly
strip to the skin çırılçıplak bırakmak, suggest a close association between
tamamen soymak. HBV infection and the occurance of
strip off soymak, sıyırmak. liver cancer.
stripe n. çizgi, çubuk, hat, yol, şerit, strongminded adj. kararlı, ısrarlı.
bant; cins, çeşit. structura n. pl. structurae yapı.
striped adj. çizgili. structural adj. yapısal.
striper n. dokunun genellikle varikoz structuralism n. yapısalcılık.
venlerin çıkarılmasını kolaylaştırıcı structure n. yapı; farklı fakat birbi-
alet. riyle ilgili parçalardan oluşmuş do-
striping n. çıkarma, alma. ku veya oluşum.
strive v. sıkı gayret göstermek, çaba- struggle v. çabalamak, mücadele et-
lamak, çırpınmak. mek, çırpınmak, uğraşmak, savaş-
strive for sth birşeyi elde etmeye ça- mak. n. çaba, çırpınma, mücadele.
lışmak. struma n. pl. strumae guatr, troid
stroke n. vuruş, darbe, çarpma; inme, bezinin büyümesi.
felç, nuzul, sekte; insanı etkileyen strumous adj. guatr’la ilgili.
zararlı şimşek boşalması; nabız atı- strung-out adj. uyuşturucu almayı bı-
mı, bir yüzey üzerinde kayma ey- rakamayan.
lemi. v. eli veya bir aleti bir yüzeye strung-up adj. çok sinirli, çok heye-
yavaşça koymak. canlı.
a stroke of genius çok zeki. stubborn adj. inatçı.
at a stroke derhal; tek bir sıkı hare- stubbornly adv. inatla.
ketle. stubbornness n. inatçılık.
off one's stroke birisinin elinden stubby adj. kısa ve kalın, bodur.
gelen en iyi şey. stuck with v. başından atamayacağı
on the stroke of 12 tam saat 12'de, birşeye sahip olmak.
saat 12’yi çaldığında. studied adj. kasıtlı; zoraki.
stroll v. yavaş yavaş gezinmek, tem- studious adj. çalışkan, çalışmayı se-
bel tembel dolaşmak. ven, dikkatli.
stroma n. pl. stromata bir organ, study n. araştırma, inceleme, çalışma,
bez, veya diğer yapıların çatısını okuma; çalışma odası. v. incelemek,
oluşturan bağ doku kütlesi. araştımak, çalışmak.
stromal, stromatic adj. bir organ ve- stuff n. madde, nesne, malzeme. v.
ya yapının bağ doku kütlesiyle ilgili. doldurmak, tıkamak.
stuff up 633 subject matter

stuff up tıkamak, tıkanmak. sty, stye n. pl. sties, styes arpacık;


stuffy adj. bayat; havasız, boğucu. hordeolum.
stultify v. etkisini azaltmak; çürüt- style n. tarz, stil, üslup.
mek; aptallaştırmak. stylet, stylette n. ince mil, bükülebilir
stump n. kol veya bacağın ameliyatla metal çubuk.
alındıktan sonra geride kalan kısmı; stylish adj. zarif, ince gösterişli, şık.
bir tümörün kesip çıkarıldıktan son- stylo- prefix. çengel/mandal şeklinde
ra geriye kalan sapı, pedikül. anlamlarına önek.
stumpy adj. kısa ve kalın, güdük. styloid adj. çengel/mandal şeklinde.
stun v. aptallaştırmak, sersemletmek. stylus, stilus adj. kurşunkalem şek-
stunning adj. son derece güzel, göz linde bir yapı, dış uygulamada kul-
kamaştırıcı; bilinç yitimi veya duyu lanılan kurşun kalem şeklinde tıbbi
şokuna neden olan. preperat.
stupefy v. düşünemez hale getirmek, stype n. tampon.
sersemletmek. styptic adj. sıkıcı, büzücü etkisi olan.
stupefacient adj. sersemletici, uyuş- n. kanamayı durdurucu madde.
turucu. n. sersemlik veren ilaç; sub- prefix. alt; altında, aşağıda; ön,
uyuşturucu ilaç. önde; yarı, yarım, daha önemsiz,
stupefaction n. uyuşturma, sersem- gücü az, olağandan daha az; gerçek
letme; uyuşukluk; büyük şaşkınlık. olmayan fakat gerçeğe benzeyen;
stupendous adj. şaşırtıcı gücü, hac- hemen hemen anlamlarına önek. ör.
mi, dercesi olan; mükemmel; dev, subsoil, subcommittee, sub-
devasa, çok büyük. section, subtropical.
stupid adj. sersem, aptal, budala, be- subabdominal adj. karınaltı, karnın
yinsiz, akılsız, ahmak. altında.
stupidity n. sersemlik, ahmaklık, ap- subacute adv. akut ile kronik arasın-
tallık. da (orta şiddette seyir gösteren bir
stupidly adv. aptalca, budalaca. sayrılığı anlatır).
stupor n. uyuşukluk, sersemlik, alık- subcaudal adj. kuyruk altı.
lık, yarı bilinçlilik; laterji, torpor. subconscious adj. bilinçaltında olan,
stuprum n. tecavüz. gizil, gizli.
stuptic adj. n. kanamayı durdurucu subcutenous adj. deri altı.
(madde). subdivision n. alt bölüm, alt başlık.
sturdy adj. güçlü; dayanıklı; gürbüz, subdue v. hafifletmek; zorla veya ik-
metin; sersemlik hali gösteren ko- na yoluyla sakinleştirmek.
yun sayrılığı. subject n. konu; denek, üstünde de-
stutter v. kekelemek, kekeme ko- ney yapılan kişi.
nuşmak; çekinmek, tereddüt etmek. subject matter konuşulan konu.
stutterer n. kekeleyen, kekeme konu- be subject to v. -e bağlı olmak, ba-
şan, kekeme. ğımlı olmak; maruz kalmak. ör.
stuttering n. kekemelik. Like the female breast, the male
stutteringly adv. kekeme konuşur breast is subject to hormonal
tarzda. influences.
subjective 634 subunite

subjective adj. göreli, öznel. ör. Pain substantia n. pl. substantiae madde;
is a subjective experience comprising öz, cevher.
both sensory and emotional substantia adamantina n. diş mine-
components. si, mine.
subjoin v. eklemek, katmak. substantia alba n. ak madde.
sublimate v. yüceltmek. substantia basalis n. bazal madde.
sublingual adj. dilaltı, dil altında. ör. substantia cinerea n. gri madde.
Sublingual drugs are taken by substantial adj. esaslı, sağlam,
placing the pill under the tongue. önemli, az görülemez, çok büyük.
submandibular adj. çenealtı, çenenin substantially adv. esas olarak, esas
altıbda. ör. Submandibular muscles itibariyle, esasen.
aid in swallowing. substantiate v. doğruluğunu kanıtla-
submerge v. daldırmak, batırmak; mak, onaylamak.
kaplamak, saklamak, saklanmak. substituent adj. yerini alan, yuerine
submission n. uyma, boyun eğme. geçen.
submissive adj. uyan, kurallara uyum substitute v. yerine koymak, yerine
gösteren. geçmek. n. başkasının yerine geçen.
submit v. arz etmek, ileri sürmek, or- substitıtion n. yerine koyma.
taya sürmek, sunmak. boyun eğ- substract v. çekmek, çıkarmak, geri
mek, teslim olmak. almak.
subnormal adj. alışılmışın altında substrate n. alt tabaka; bir enzimin
olan, normalden daha az olan. etkidiği madde.
suborder n. alt, ikinci, önemsiz; yan, substratum n. alt tabaka.
bağımlı. substructure n. yüzeyin kısmen veya
subsection n. alt bölüm. tamaman altında olan doku veya
subsequent adj. birbirini izleyen, yapı.
sonra gelen, sonraki. subtile adj. ince, duyarlı.
subsequently adv. sonradan. subtle adj. ince, kolay anlaşılmaz,
subsequent to -den sonra. duyarlı, hassas. ör. Many genetic
subside v. yatışmak, durmak, inmek, diseases are caused by subtle
çökmek. changes in individual genes that
subsidence n. inme, azalma, çökme; cannot be detected by karyotyping.
yatışma. = Birçok genetik sayrılık karyotip-
subsidiary adj. ikincil, tali, bağlı, lemeyle saptanamayan tek genler-
yardımcı; dal, bölüm. deki anlaşılmaz değişiklikler tara-
subsist v. var olmak, varlığını sür- fından oluşturulur.
dürmek, geçimini sürdürmek, ya- subtotal n. tamamından az.
şamak, yaşamını sürdürmek. subtract v. çıkarmak.
subsist on v. ... ile yaşamak. subtraction n. çıkarma.
subsistence n. yaşama. subungual adj. parmak altı, tırnak altı.
substance n. madde, cevher, cisim; subunite n. alt birim; bir yapının
öz, özdek, varlık. uzak parçalarını oluşturan birim.
suburb 635 suet

suburb n. yörekent, çevrekent, kentin structural similarity between some


merkezden uzak yerleşim alanları. infectious or other exogenous agent
subvert v. yıkmak, bozmak. and human cell proteins, such that
subversive adj. yıkıcı. antibodies formed in response to the
succeed v. başarmak; yerine geçmek, exogenous agent react with one or
yerini almak, izlemek. more of the thyroid proteins.
success n. başarı. suck v. emmek, içine çekmek. ör.
successful adj. başarılı, tatmin edici, Hookworm larvae mature into
yeterli. adults, which attach to the intestinal
unsuccessful adj. başarısız. wall with large teeth and suck the
successfully adv. başarılı bir şekilde, blood of the host.
başarı ile. suck in/up emmek, çekmek.
unsuccessfully adv. başarısızlıkla. sucker n. emici.
successive adj. zincirleme, art arda, suckle v. emzirmek.
ardıl, ardışık, birbirini izleyen. suction n. emme.
succession n. birbirini izleme, yerine suctorial adj. emmeyle ilgili. n. emme.
geçme; art arda gelme. sudamen n. pl. sudamina epidermiste
succinct n. kısa, öz, özlü. veya ter folüküllerinde sıvı toplan-
succor v. yardım etmek; rahatlatmak; masından kaynaklanan çok küçük
hafifletmek. kabarcık.
succos v. yardım etmek, imdadına sudation n. ter, terleme.
koşmak. sudatorium n. ter banyosu.
succulent adj. sulu; özlü; özsu veya sudden adj. ani, birden, beklenmedik,
sıvı dolu; nemi tutan, geniş, yayvan umulmadık.
yapraklı; sıkıcı, donuk, kasvetli ve- all of a sudden çok hızlı ve bek-
ya kuru olmayan. lenmeksizin; aniden.
succumb v. dayanamamak, yenilmek, sudden death ani ölüm.
yenik düşmek. ör. One of nine suddenly adv. aniden, ansızın, bir-
women in the country will develop denbire.
breast cancer in her lifetime; a sudor n. ter.
third of these women will succumb sudoresis n. ileri derecede terleme.
to the disease. sudoriferous adj. terletici; ter çıkartıcı.
succus n. sıvı salınımı. sudor- prefix. ter, terleme anlamları-
succussion n. gaz ve sıvı içeren bir na önek.
boşluktan şıpırtı sesi almak için be- sudoresis n. bol terleme.
deni sarsmayı gerektiren tanısal iş- sudoriferous adj. ter üreten, ter yapıcı.
lem, sukkasyon. sudorific adj. tere neden olan, terle-
such adj. böyle, öyle, bu gibi; o ka- ten.
dar; gibi. suet n. sığır ve koyunda böbrek etra-
such as gibi; örneğin. fındaki sert yağ katmanı.
such that / such ... that öyle ... ki. ör. prepared suet n. koyun karnındaki
Molecular mimicry implies iç yağ.
sudorific 636 sulky

sudorific adj. terlemeye neden olan; suggestion n. önerme, ileri sürme, ak-
teri çoğaltan. n. terletici ilaç. la getirme, düşündürme.
suffer (from) v. acı çekmek, canı suggestive adj. fikir verici, düşündü-
yanmak, ızdırap çekmek, rahatsız rücü.
olmak; kötüleşmek; katlanmak, da- sugillation n. yara, bere, çürük.
yanmak; geçirmek. ör. Pulmonary suicide n. intihar, canına kıyma, öz
embolism is a complication kıyı. ör. The incidence of suicide is
principally in patients already high among mentally ill patients.
suffering from some underlying suicidal adj. intihar eğilimli; intihar
disorder, such as cardiac disease or etmeye yatkın.
cancer, or who are immobilized for suidology n. öz kıyımın doğası, ne-
long periods. = Pulmoner emboli, denleri, ve önlenmesi konularını
temel olarak, kalp hastalığı veya araştıran davranış bilimi dalı.
kanser gibi bazı altta yatan bozuk- suint n. koyun yününda doğal olarak
luklardan ızdırap çeken veya uzun bulunan yağ.
süre hareketsiz kalan hastalarda suit v. uymak, uygun olmak, elverişli
(görülen) bir komplikasyondur. olmak, yaramak, yakışmak; mem-
sufferable adj. dayanılabilir; tolere nun etmek. v. giysi, takım elbise.
edilebilir. suitable adj. uygun, elverişli.
sufferance n. dayanma; tolere etme. unsuitable adj. uygun olmayan,
suffering n. acı, ağrı, ızdırap, işkence. yakışmaz, yaramaz.
suffice v. yeterli olmak, yetmek. suitably adv. uygun bir şekilde.
sufficiency n. yeterlilik. unsuitably adv. uygun olmayan bir
sufficient adj. tatmin edici, yeterli. şekilde.
insufficient adj. yetersiz. suited adj. uygun.
sufficiently adv. yeter derecede. sulcate adj. oluklu, yivli.
insufficiently adv. yetersiz olarak. sulciform adj. oluk biçiminde.
suffocate v. boğ(ul)mak, havasızlık- sulculus n. pl. sulculi ince oluk, ince
tan boğulmak, soluğu tıkanmak. yiv, ince/dar geçit.
suffocation n. havasızlıktan boğulma. sulcus n. pl. sulci yiv, oluk, ince ge-
suffuse v. yayılmak. çit.
suffused adj. kızarmış ve şiş. sulf- , sulfo- prefixes. sülfür anlamla-
suffusion n. yayılma; yayılım; vücu- rına önekler. ör. sulfide, sulfane.
du ıslatma, bedene su dökme; kı- sulfa n. sülfür içeren ilaç.
zarma, bir yüzeyin kızarması; bir sulfur n. sülfür.
sıvıyla ıslanma. sulfurate v. sülfürle işlemek; sülfürle
sugar n. şeker. tepkimek.
suggest v. ileri sürmek, önermek, tek- sulfuric adj. sülfürik asitle ilgili.
lif etmek, akla getirmek, düşündür- sulfurous adj. sülfür içeren, sülfürlü.
mek. sulk v. küsmek, somurtmak.
as the name suggests adından anla- sulky adj. küskün, somurtkan, asık
şılacağı gibi. yüzlü.
sullen 637 supplant

sullen adj. küskün, somurtkan, asık superfatted adj. çok yağlı.


suratlı. superficial adj. yüzeysel, yüzeğen.
sully v. bozmak; lekelemek; gölge ör. Superficial damage, limited to
düşürmek; kirletmek. the mucosa, can heal within hours
sultry adj. sıcak ve havasız, boğucu, to days.
sıkıntı verici. superficies n. dış yüzeyler.
sum n. yekün, tutar, para miktarı. superflous adj. fazla, gereksiz.
sum up v. kapatmak toplamak, özet- superfuse v. sıvıyı dokunun üst bö-
lemek. lümüne itmek.
a sum of money bir miktar para. superimposed adj. üst üste binmiş.
to sum up kısaca, özetle. ör. Aspergillus has a tendency to
summarize v. kısaltmak, özetlemek, invade blood vessels, and thus
özetini çıkarmak. areas of hemorrhage and infarction
summary n. özet. are usually superimposed on the
in summary kısaca, özetle. necrotizing, inflammatory tissue
summation n. benzer sinir uyarıları- reactions.
nın toplanması, toplu sinir superinfection n. var olana ek olarak
impulsları. görülen enfeksiyon.
summer n. yaz. superior adj. üstün, üst.
summit n. doruk, tepe, uç, zirve. superiority n. üstünlük.
summon v. belirtmek, çağır(t)mak. supersede v. (daha yeni ve iyi) bir
sun n. güneş. şeyle yer değiştirmek; yerine koy-
sunborn n. güneş yanığı. mak, yerini almak; ayağını kaydır-
sunder v. şiddetle parçalarına ayır- mak.
mak, yarmak, koparmak. superstition n. boş inanç, hurafe.
sunderance n. ayırma, ayrılma, yarma. superstitious adj. boş inançlı, man-
sundowning n. gündüz kaybolup ak-
tıksız.
şam veya gece ortaya çıkan sıkıntı
supert adj. çok üstün, çok önemli en
hissi, halisünasyon, çılgınlık.
büyük önemi olan
sunscreen n. güneş ışınlarından deri-
supertension n. yüksek kan basıncı.
yi korumak üzre hazırlanan tropik
supervene v. hemen ortaya çıkmak;
ürün.
üstüne gelmek, eklenmek.
sunstroke n. güneş çarpması.
supervise v. bakmak, denetlemek,
suntan n. bol güneşte vücudun aldığı
gözetmek, yönetmek.
bronz renk.
suntanned adj. bronzlaşmış. supervision n. bakım, gözetim, teftiş.
super- prefix. üzerinde, üstünde, öte- supinate v. yüz yukarı bakacak şekil-
sinde, tam, süper; fazla, çok anlam- de konumlanmak.
larına önek. supination n. yüz yukarı bakacak şe-
super-cooled adj. çok soğumuş, çok kilde yatma.
soğutulmuş. supine adj. sırt üstü uzanma konu-
superduct v. yükseltmek, yukarı munda bulunan; sırtüstü yatan.
çekmek. supplant v. yerini almak.
supple 638 surely

supple adj. eğilir bükülür, esnek, suppressor n. baskılayıcı, bir genin


yumuşak. geçişini engelleyen gen. ör. The
supplement n. ek, artırım. v. eklemek. failure of a genotype to produce an
supplemental adj. ek; eklenmiş. expected phenotype is often due to
supplementary adj. ek, ek olarak. the presence of suppressor genes.
supply v. vermek, sağlamak, donat- suppurant adj. irin oluşturan.
mak, tamamlamak, inerve etmek. n. suppurate v. irin oluşturmak.
erzak, donatım, malzeme, miktar, suppuration n. irin; paslanma. ör.
stok, mevcut, techiz. Pulmonary abscesses sometimes
support v. dayanmak, çekmek, des- call attention to a silent carcinoma
teklemek, yardım etmek. n. destek, that has initiated the chronic
yardım. ör. Several lines of suppuration.
evidence support the concept that suppurative adj. irin oluşturucu. ör.
some dysplastic nevi are precursors Suppurative inflammation is
of malignant melanoma. characterized by increased vascular
supporter n. destekleyici (kişi), taraf- permeability and leukocytic
tar. inflitration, predominantly of
supportive adj. destekleyici. neutrophils.
suppose v. varsaymak, inanmak. suppurative wound n. içinden irin
supposed adj. varsayılan, kanıtlan- akıtılan yara.
mamış. supra- prefix. önünde, üstünde, dı-
supposing, supposing that eğer..,
şında, daha çok anlamlarına önek.
...takdirde, ...halde, varsayalım ki,
ör. supramolecular adj. bileşik
diyelim ki.
moleküllerle ilgili.
supposition n. öngörü, tahmin, var-
sura n. bacağın alt kısmı; baldır.
sayım.
sural adj. baldırla ilgili.
suppository n. ağızdan kullanılma-
suralimentation n. yeterinden çok
yan, anüs veya dölyatağına yerleşti-
besleme.
rilen katı ilaç; fitil.
supprate v. irinlemek, irin oluştur- surcease v. bitmek, son bulmak, ar-
mak. kası kesilmek.
suppress v. bastırmak, kaldırmak; surditas n. sağırlık.
gizli tutmak, zorla tutmak. surdomute n. sağır ve dilsiz.
suppression n. baskılama, bastırma, sure adj. emin, sağlam, şüphesiz.
tutma ör. Although estrogens can assure v. sağlamak.
inhibit testicular androgen synthesis ensure v. sağlamak.
directly, their principal effect surely adv. elbette, şüphesiz.
appears to be suppression of for sure mutlaka, şüphe götürmez.
primary luteinizing hormone make sure şüpheye yer bırakmak-
secretion, which, in turn, leads to sızın saptamak; kesinleştirmek.
reduced testicular output of to be sure gerçekten; kesinlikle;
testosterone. mutlaka; şüphesiz.
surface 639 sustained

surface n. alan, üst kısım, yüzey. ör. survival n. varlığını sürdürme, var
Chemical reactions occur on the olma. ör. As would be expected, the
surface of some organelles. chances for survival of live-born
surfactant n. yüzeyde etki gösteren infants improves each passing week.
madde. = Bekleneceği gibi, canlı doğan
surfeit n. tokluk; bolluk. v. çok ye- infantların yaşamlarını sürdürme
mek. şansları her geçen haftayla birlikte
surge n. artma, artış; dalga. v. dalga gelişir.
gibi kabarmak. susceptible adj. duyarlı, eğilimli,
surgeon n. cerrah; cerrahi uzmanı. yatkın; alıngan; hastalığa yatkın;
surgery n. çoğu sayrılıkların ameli- hastalık kapma olasılığı olan. ör.
yatla sağaltımı konusundaki tıp dalı; Kidneys are moderately susceptible
cerrahi. to radiation-induced injury. = Böb-
surgical adj. cerrahi ile ilgili. rekler radyasyon-kaynaklı yara-
surmise n. şüphe, zan, tahmin. v. var- lanmalara orta derecede duyarlıdır.
saymak, tahmin etmek. susceptibility n. duyarlılık, hassaslık,
surpass v. ... ı aşmak, baskın çıkmak, yatkınlık; alınganlık.
geçmek. susceptive adj. duyarlı; alıngan.
surplus n. arta kalan, artık, fazla. suspect v. güvenmemek, şüphelen-
surrender v. teslim olmak, teslim mek, kuşkulanmak. n. şüphe edilen
etmek; vaz geçmek. n. teslim. kişi; belirsizlik.
surrogate n. bir ilacın yerine kullanı- suspicion n. içkil, kuşku, şüphe.
labilecek, aynı etkiyi gösteren ilaç; above suspicion şüphe edilemez.
bir kişinin görev ve sorumlulukları suspicious adj. şüpheli.
açısından yerini alan üçüncü kişi. suspiciously adv. şüpheli bir şekilde.
surround v. sarmak, kuşatmak, çe- suspend v. asmak, asılı kalmak; geçi-
virmek. ör. A chronic inflammatory ci olarak durdurmak, işten çıkar-
reaction surrounds the keratinous mak; ertelemek.
cyst. suspended adj. asılı; belirsiz, erte-
surroundings n. çevre, etraf, civar. lenmiş.
be surrounded by ... ile çevrili ol- suspension n. asma; durdurma, erte-
mak. leme.
sursumduction n. yukarı dönme, yu- suspire v. soluk almak, solumak; iç
karı hareket. geçirmek, derin bir soluk almak.
sursumversion n. gözleri yukarıya suspiration n. soluk alma, iç geirme,
doğru hareket ettirme. iç çekme.
surveillance n. denetleme, gözetme, suspirous adj. güç soluyan.
izleme. sustain v. ağırlığı çekmek, beslemek,
survey v. incelemek, araştırmak; göz umut vermek, kararlılığı sürdürmek,
atmak. desteklemek, devam etmek.
survive v. ayakta kalmak, yaşamını sustain an injury yaralanmak.
sürdürmek, var olmak. sustained adj. sürekli, ısrarlı.
sustaining 640 sweep sth aside

sustaining adj. besleyen, destekleyen. Poliovirüsle, diğer enterovirüsler


sustenance n. besleme; gıda. ör. gibi, önce orofarenksteki dokuları
Because prostatic cancer cells enfekte eder, tükrük içine salgılanır
depend on androgens for their ve yutulur, ve daha sonra bağırsak
sustenance, the aim of endocrine çeperinde ve lenf nodüllerinde ço-
manipulations is to deprive the ğalır, (ve) geçici viremiye ve ateşe
tumor cells of testosterone. neden olur.
sustentaculum n. pl. sustentacula swallowing n. yutma.
bir yapıya destek görevi gören baş- swamp n. bataklık. v. bat(ır)mak, do-
ka bir yapı, destek yapı, destekleyici yurmak, yutmak.
yapı. swan n. kuğu.
susuration n. yumuşak, fısıldar gibi swank n. gösteriş, çalım.
ses; fısıltı; mırıltı; uğultulu ses, üfü- swanky adj. çalımlı.
rüm. sward n. çim, çimenlik.
susurrus n. mırıltı, mırıldanma, uğul- swarm v. artmak, çoğalmak, bir küme
tu, çağıltı. oluşturmak. n. yığın, küme, sürü.
sutura n. pl. suturae dikiş, dikiş atma. swarthy adj. esmer.
sutural adj. dikişle ilgili. swat v. vurup ezmek.
suture v. yarayı dikmek, dikiş atmak, swathe v. sarmak.
yarayı dikişle kapatmak. n. dikiş, sway v. sallamak, sallanmak, sars-
dikiş atma, yarayı dikme. mak, saptırmak, etkilemek; saptır-
sutural adj. dikiş yeri ile ilgili. mak, döndürmek. n. sallanma, dal-
swab v. bir yarayı temizlemek. n. bir
galanma; etki, nüfuz; hüküm, ege-
çubuğun ucuna yerleştirilmiş ya-
menlik, idare, yönetim.
raları temizlemede kullanılan bez
swear v. yemin etmek; sövmek, küf-
parçası.
retmek.
swaddle v. bebeği sıkıca sarmak,
kundaklamak. sweat v. terlemek, terletmek. n. ter,
swaddling clothes kundak bezi. terleme.
swage v. dikiş ipliğini dikiş iğnesin- sweating n. terleme.
den geçirmek; metale çekiçle biçim sweep v. süpürmek, temizlemek.
bermek. n. soğuk metale şekil ver- sweep the board kazanılabilecek
mede kullanılan boya. herşeyi kolayca kazanmak.
swagger n. çalım, kurum. adj. şık, sweep someone off their feet aşık
gösterişli. v. caka satmak. etmek; aniden tam olarak ikna et-
swallow v. emmek, yutmak, asimile mek.
etmek. ör. Poliovirus, like other sweep sth under the carpet/rug çok
enteroviruses, first infects tissues in etki gösterecek birşeyi saklı tutmak;
the oropharynx, is secreted into the şok etkisi yaratacak birşeyi gizli
saliva and swallowed, and then tutmak.
multiplies in the intestinal mucosa sweep sth aside özen göstermeyi, ilgi
and lymph nodes, causing a göstermeyi, dikkat etmeyi reddet-
transient viremia and fever. = mek.
sweep sth away 641 sympathetically

sweep sth away bütün olarak yok et- swipe n. darbe, vuruş. v. tüm gücüyle
mek; silip süpürmek; kökünden ka- vurmak, çarpmak.
zıyıp almak. swish n. hışırtı. v. hışırdamak.
sweep up süpürerek temizlemek. switch n. elektrik düğmesi. v. değiş-
sweep sb up hızlı bir hareketle ku- tirmek.
caklayıp almak. switch on/off v. (elektrik düğmesini,
sweeping adj. yoğun; birçok şey üze- elekrikli bir aleti) açmak/kapatmak.
rinde etki bırakıcı. switching n. değiştirme; açma, ka-
sweepings n. kir, pas, toz. patma.
sweet adj. tatlı, taze, hoş, kibar. swollen adj. şişmiş, şiş.
sweeten v. tatlandırmak, tatlanmak. swoon v. bayılmak.
sweetly adv. tatlı tatlı. swooningly adv. bayılmış gibi.
sweetness n. tatlılık, tat. swot v. çalışmak, ezberlemek, öğ-
sweets n. tatlılar, şekerlemeler. renmek.
swell v. artırmak. kabar/t)mak, syect n. (bir çeşit) bulut.
şiş(ir)mek. syllepsis n. gebelik.
swelling n. şiş, kabarma, kabartı, ka- sym- prefix. ile, birlikte anlamına
barık, yumru. ör. Hydatidiform önek.
mole is characterized by cystic symbiosis n. karşılıklı çıkarları göze-
swelling of the choronic villi, terek iki organizmanın, (veya iki tü-
accompanied by variable rün) ortak yaşam sürmesi; ortak ya-
trophoblastic proliferation. şam.
swollen adj. şişmiş. symbol n. simge, sembol.
swallen tissue şişmiş doku. symbolic adj. simgesel.
swelter v. terlemek. symmetric adj. bakışık, simetrik.
sweltering adj. çok sıcak. symmetrical adj. bakışık, simetrik.
symmetry n. bakışım, simetri, ben-
swerve v. bir tarafa ani dönüş yap-
zerlik. ör. Arms, legs, and eyes on
mak, sapmak, saptırmak, döndür-
the right and left sides of thye body
mek.
are characteristic of bilateral
swift adj. acele, çabuk, hızlı, tez.
symmetry.
swiftly adv. çabuk, hızlı olarak.
sympath-, sympatheto-, sympathico-,
swiftness n. hız, sürat; çabukluk.
sympatho- prefixes. otonomik sinir
swim v. yüzmek.
sisteminin simpatetik kısmı anlamı-
swimming n. yüzme. na önekler.
swimming bath/pool yüzme havuzu. sympathetic adj. sevimli, cana yakın,
swing v. sallanmak, sallamak, sallan- sempatik, başkalarının duygularını
dırmak; asmak, asılmak. n. sallama, paylaşan; otonomik sinir sisteminin
sallanma; salıncak. sempatetik kısmı ile ilgili.
swinge v. vurmak, darbe indirmek. unsympathetic adj. duygusuz, du-
swinging adj. çok siddetli darbe. yarsız, sevimsiz, aldırmaz.
swinish adj. hoş olmayan; uğraşılma- sympathetically adv. yakınca, sem-
sı güç. pati ile.
sympathize 642 syphillis

sympathize v. başkalarının duygula- syndromic adj. sendromla ilgili.


rını paylaşmak. synechia n. pl. synechiae tutunma,
symphisis n. iki kemiği birleştirme; yapışma.
bitiştirme; iki yapı arasındaki bir- syneresis n. jel kıvamındaki bir mad-
leşme nıktası; patolojik birleşme denin büzülmesi; kısmen veya ta-
veya birlikte büyüme. mamen erime.
sympathy n. başkalarının duygularını synergism, synergy n. iki veya daha
paylaşma, sempati. fazla yapı, madde veya fizyolojik
symphysis n. hareketsiz eklem. ör. uzantının birbiriyle güdümlü etkisi.
The pubic bones join at the pubic synergist n. bir başkasının etkisini
symphysis. kolaylaştıran yapı, madde veya fiz-
symptom n. belirti, hastalık/sayrı be- yolojik uzantı, bir tepkimeyi en aza
lirtisi, şikayet, araz. indirgeyen madde. ör. Enzymes
symptom complex bir sayrılığın tüm increase the rate of a chemical
belirtileri; sendrom. reaction because they act as
symptomatic adj. belirtisi olan. synergists.
symptomatic treatment sayrılığın synergy n. yalnız başına gösterdikle-
temel nedenlerine inmeden hasta şi- rinden daha büyük bir etki gösteren
kayetini dindirmeye yönelik sağal- ilaç veya yapıların karşılıklı ilişkisi,
tım; hafifletme, iyileştirme. sinerji. ör. The synergy existing
symptosis n. bedenin kısmi veya ge- between alcohol and tranquilizers
nel yıpranması. leads to many accidental deaths.
syn-, sym- prefixes. aynı zamanda, syngamy n. eşeyli üreme.
ile, ön, ortak, birleşmiş, paylaşan synonym n. eş anlamlı, anlamdaş.
anlamlarına önekler. ör. sympathy. synonymous adj. eş anlamlı olan, eş
synanamorph n. farklı biçimlerde anlamlı.
büyüyen mantar türü. synopsis n. özet.
synapse n. bir sinir uyarısının diğeri- synovia n. sinovial sıvı.
ne geçtiği nokta, iki sinir hücresi synthesis n. pl. syntheses birleştirme
arasındaki alan. ör. Impulses pass işlemi, birleştirme, oluşturma, bir
from one neuron to the next by the araya getirme, sentez. Unsurlarını
spread of chemicals across the birleştirerek yeni bir bileşik oluş-
synapse. turma. ör. During protein synthesis,
synapsis n. miyoz sırasında eş yu- amino acidas are joined to form
murta kromozomlarının birleşmesi. polypeptides.
ör. During synapsis, the homologous synthesise v. birleştirmek, bir araya
pair along the equator of the cell. getirmek, oluşturmak. ör. Proteins
synclinal adj. birbirine eğilimi olan. are synthesised by the union of
syncope n. bayılma. large numbers of amino acids.
syndrome n., sendrom. ör. In Down’s syphillis n. annebaba'dan çocuğa,
syndrome, many abnormalities cinsel birleşme sırasında eşe geçen
accompany mental retardation. çok ciddi bir sayrılık; frengi.
syphilitic 643 Sz

syphilitic adj. frengi ile ilgili, frengi- systematic adj. yöntemli, kurallı, sis-
li. temli; dizgeli.
syphilo- , syphil- , syphili- prefixes. systematically adv. kurala uygun ola-
ferngi anlamına önekler. rak, sistematik olarak; dizgesel ola-
syr abv. L. syrupus, syrup, şurup rak.
anlamına kısaltma. unsystematic adj. kuralsız, sistemsiz,
syringe v. şırınga etmek, iğne vur- usulsuz, usule aykırı.
mak. n. şırınga, enjektör. unsystematically adv. kuralsız ola-
syringo- , syring- prefixes. beyin ve- rak, usule aykırı bir şekilde, sistem-
ya omurilikte patolojik tübüler boş- siz olarak.
luk anlamına önekler. systematization n. düşüncelerin
syrinx n. beyin veya omurilikte pato- sırayle dizilmesi, düşüncelerin sıra-
lojik tübüler boşluk; başlık, tüp. lanması.
syrup n. şurup. systemoid adj. bir organ dizgesine
syrupy adj. şuruplu, şurup kıvamın- benzeyen karmaşık yapı.
da, şurupla ilgili. systole n. yürek kasılması; kasım;
syssarcosis n. kemiklerin kaslarla bir- kalp kasılmasının meydana geldiği
leşmesi, kassal birleşme. süre; sistol.
systaltic adj. kasılıp gevşeyici, atıcı. systolic adj. yürek kasılmasıyla ilgili.
system n. usul, kural, yöntem, dizge, systremma n. baldırda kas kasılması.
sistem; benzer işlevler gören organ- syzygy n. meyoz sırasında kromozom
lar kümesi. çiftleşmesi.
systema n. usul, kural, yöntem, dizge, Sz abv. seizure, nöbet anlamına kı-
sistem; benzer işlevler gören organ- saltma.
lar grubu.
T,t

T.A.T. toxinantitoxin. şülmek üzere) ileri sürmek; sunmak,


T.P.R. temperature, pulse, önermek; hakkında düşünmek üzere
respiration ısı, nabız, solunum. ileri bir tarihe ertelemek.
T temperature, ısı simgesi. at table yemekte, yemek sırasında.
Tm melting point erime noktası sim- multiplication table çarpım tablosu.
gesi. on the table önerilmek, dikkate
t abv. metric ton, time ton, zaman an- alınmak.
lamlarına kısaltma. table cloth n. masa örtüsü.
t temperature(Celsius), tritium kı- tableland n. plato; yüksek bölgeler-
saltmaları. deki geniş düzlük alan.
tab abv. tablet anlamına kısaltma. n. tablemat n. masaları korumak üzere
flapa, dil, uç. tencere altına konulan korugan; ten-
tabacosis n. çok sigara içmekten cere altlığı.
kaynaklanan toksik reaksiyon. tablespoon n. ilaç dozunun ölçümün-
tabardillo n. tifüs. de kullanılan geniş kaşık; yemek
tabela n. pl. tabellae ilaç tableti, pas- dağıtılan büyük servis kaşığı.
til. time table tren veya vapur tarifesi.
tabes n. lokomotor ataksi; omurilik turn the tables şansı dönmek, avan-
harabiyeti; uzun süren bir hastalık taj elde etmek.
sonucu vücudun yıpranarak zayıf under the table el altından verilen
düşmesi. (para, vb.).
tabes n. ilerleyici zafiyet, zayıflama. tablet (tab) n. tablet; özel sayrılıklara
tabes dorsilis n. frenginin neden ol- karşı ilaç içeren yassı, dikdörtgen
duğu, felce yol açabilen sinir siste- şeklinde hap.
mi sayrılığı. taboo, tabu n. yasak, yasaklanmış,
tabes infantum n. doğuştan frengili tekin olmayan şey , tabu.
tabular adj. masa şeklinde; tablo,
infant, bebeğin frengili doğması.
platform şeklinde; tablo halinde di-
tabes optica n. frengi nedeniyle olu-
zilmiş.
şan görme kaybı.
tabule n. tablet, hap.
tabescence n. zafiyet, ileri derecede
tabun n. son derece güçlü sinir gazı.
zayıflık. TAC abv. transient aplastic srisis,
tabetic, tabic, tabid adj. zafiyetle il- geçici aplastik kriz anlamına kı-
gili, zafiyet çeken, sürekli zayıfla- saltma.
yan. tachistoscope n. bir nesnenin algı-
tablature n. kafatası kemiklerinin iki lanması için gerekli olan en kısa
plakaya ayrılması. zamanı saptamada kullanılan alet.
table n. kafatası kemiklerinin bölün- tache n. deri üzerinde görülen nokta;
düğü iki plakadan biri; iki paralel leke.
sütunda veri sıralaması, tablo; mad- tachy- prefix. hızlı, çabuk anlamları-
delerin yazıldığı platform, tahta; na önek. ör. tachylalia n. hızlı ko-
masa, liste, cetvel; tarife. v. (bir nuşma. tachyphagia n. hızlı yeme.
komite, parlemento tarafından görü- tachyphasia n. hızlı konuşma.
tachycardia 645 take a lot out of sb

tachycardia n. ani ataklar halinde ge- heads or tails yazı tura; madeni pa-
len, kalbin hızlı vurması, taşikardi. ranın iki yüzü.
tachycardic adj. hızlı kap vurumuyla put a tail on arkasına gözetleyici
ilgili. birini koymak; peşine adam takmak.
tachycrotic adj. hızlı nabızla belir- sit on one’s tail hemen arkasında
gin, nabzın hızlı atmasına neden bulunmak.
olan. tail end son; son bölüm; son kısım.
tachypnea n. fazla hızlı soluma, aşırı tail off azalmak, düşmek, inmek, gü-
soluma. cünü, nitelik veya kalitesini düşür-
taciturn adj. az konuşma eğilimli; mek.
çok konuşmayı sevmeyen. tailbud n. kaudal kabartı, kuyruk so-
tack v. çakmak, tutturmak. kumu üzerinde oluşan kabartı.
tackle v. uğraşmak. tailed adj. kuyruklu.
tact n. doğru şeyi doğru zamanda turn tail yenilerek dönmek; yenilip
yapma, söyleme yeteneği. kaçmak.
tactful adj. duyarlı, ince düşünceli, with one’s tail between one’s legs
sezişli, zarif; rahatsız etmeyen. tam yenilgi durumu.
tactile adj. dokunma ile ilgili; do- tailor v. ayarlamak, değiştirmek,
kunma duyusu ile algılanan. kesmek. n. terzi.
taction n. dokunma duyusu. taint n. doğuştan var olan sayrılığa
tactor n. dokunabilen uç organ, do- yakalanma eğilimi. v. bulaştırmak,
kunma organı. lekelemek, kokmak.
tactual adj. dokunma ile ilgili, do- tainted adj. enfekte; enfekte olmuş;
kunmanın neden olduğu. bulaşmış; kirlenmiş.
tactus L. dokunma. taipan n. son derece zehirli ve tehli-
taenia n. yassı kurt, tenya; yassı kas keli yılan türü.
veya doku; yassı banda benzer ana- take n. başarılı graft/yama operasyo-
tomik yapı. nu, başarılı aşılama. v. almak, tut-
TAF abv. tümör angiojenik faktör. mak, yakalamak; kabul etmek, gö-
tag n. küçük uzantı veya polip; işaret; türmek.
etiket; uç, ek, eklenti. v. adlandır- be taken ill/sick hastalanmak.
mak, belirlemek, tanımak. have what it takes başarı için ge-
tag along v. eşlik etmek, katılmak. rekli nitelikleri olmak.
tagma n. bir böceğin baş, karın veya what do you take me for? Nasıl bir
göğsü gibi uzak organları. kişi olduğumu zannediyorsunuz?
TAH abv. total abdominal take a backseat ikincil, önemsiz rol
hysterectomy, total karın histerek- almak; ikinci sıraya atmak.
tomisi anlamına kısaltma. take a break v. ara vermek, işi bı-
tail n. kuyruk, kuyruğa benzer bir ya- rakmak, mola vermek.
pı; bir organın veya bir vücut parça- take a lot of nerve v. cesaret gerek-
sının incelmiş veya uzamış kısmı. v. tirmek.
peşinden izlemek; gözetim altında take a lot out of sb v. birine dayan-
tutmak. mak, birinden güç almak.
take a short cut 646 take someone out

take a short cut v. kısa ve doğrudan take into account düşünmek, göz
bir rotaya girmek. önünde bulundurmak, hesaba kat-
take a turn for the worse kötüleş- mak, dikkate almak.
mek, kötüye gitmek. take into consideration dikkate al-
take aback hayrete düşürmek, şa- mak, hesaba katmak.
şırtmak. take it easy v. dinlenmek, rahatsız
take account of hesaba katmak. olmamak.
take advantage of yararlanmak, in- take it from me sözüme inan.
sanları kullanmak. take it out of someone tüm gücünü
take after aynı özellikleri olmak, (ak- kullanmak.
rabalardan birisine) benzemek. take leave of v. ayrılmak.
take apart ayırmak, ayrıştırmak, çö- take no account of hesaba katmamak.
zümlemek. take no notice of aldırmamak, kulak
take away from sth değerini düşür- asmamak, aldırış etmemek.
mek. take off ayrılmak, gitmek, gözden
take back geri çekmek, sözünü geri kaybolmak; çıkarmak; tatile çık-
almak, reddetmek, yadsımak; anım- mak; taklit yapmak; başarılı, popü-
samak; hatırlamak. ler olmak, ün salmak; havalanmak.
take care dikkatli olmak. take on almak, işe almak; tartışmaya,
take care of bakmak, korumak, ilgi- kavgaya başlamak; kabul etmek;
lenmek, özen göstermek. endişelenmek; kiralamak; sürdürmek.
take charge of v. sorumluluğunu al- take one's point anlamak; kabul et-
mak. mek, benimsemek.
take cover sığınmak, siper almak. take out birisi ile bir etkinliğe katıl-
take down yazmak, kaydetmek; mak; birisi ile çıkmak; çıkarmak,
azaltmak, indirgemek, ayırmak; almak; ayrılmak, gitmek.
aşağı çekmek, sıyırmak.
take over v. devralmak, yönetimi ele
take down to v. birisine çocukmuş
almak; tartışmak. ör. Respiratory
gibi davranmak.
function must take over the role of
take effect bir ilaç olarak etkin, iş gö-
oxygenation of the blood. = Solu-
rür hale gelmek.
num işlevi kanın oksijenlenme rolü-
take five (or ten) (beş, on dakika gi-
nü devralmalıdır.
bi) kısa bir mola vermek.
take pains with ones's work işinde
take for varsaymak; dikkate almak;
özen göstermek.
birisiyle karıştırmak, yanlışlıkla ele
almak. take part in v. katılmak.
take for granted v. doğru varsaymak, take pity on acımak.
sorgusuz kabullenmek. take place meydana gelmek, olmak.
take good care of v. bakmak, dikkat take sb/sth in kalacak yer sağlamak;
etmek, özen göstermek. içermek; daraltmak; tam olarak an-
take in v. anlamak, emmek, kabul lamak; kandırmak.
etmek, düşünmek, kandırmak. take someone out of himself /
take into v. ikna etmek, inandırmak. herself üzgün birisini eğlendirmek.
take sth for granted 647 talk sb/sth down

take sth for granted varsaymak. talar adj. ayak bileği kemiği ile ilgili,
take sth out on sb başkalarını üzerek aşık kemiğina ait.
duygularını ifade etmek. talcosis n. silikozla bağlantılı akciğer
take sth over birşeyde sorumluluk sayrılığı.
almak. talent n. kazanılmış veya doğal yete-
take the chair başkan olarak görev nek.
almak, başkanlık etmek. talented adj. becerikli, hünerli, yete-
take the plunge v. farklı bir şey nekli.
yapmak, sonunda eyleme geçmek. talipedic adj. ayağın bükülerek yü-
take to başvurmak, meydana gelmek; kün topuğa bindiği anatomik bozuk-
güvenlik içinde gitmek. luğu olan; sopaya benzer oluşum
take to sb/sth hoşlanmak; bir alışkan- gelişmiş olan.
lığa başlamak; dinlenmek, gizlen- talipes n. aşık kemiği ile ilgili bir
mek, kaçmak üzere bir yere çekil- ayak bozukluğu.
mek. talk v. konuşmak, söylemek. n. ko-
take time off v. (okula, işe) ara ver- nuşma, söyleme, ele alma, görüşme.
mek, tatile çıkmak. know you are talking bir düşünce-
take to v. başlamak. yi kabul etmeyi belirtir, "iyi ki söy-
take up ilgilenmek, başlamak; sor- ledin; ne güzel".
mak; kullanmak; bir öneriyi kabul You can talk! / You are a fine one
etmek; devam etmek; başlamak; is- to talk! / Look who is talking!
tenmeyen bir tarzda kullanmak; tu- (Aynı durumda olduğu için hata bu-
tuklamak. ör. Inhaled M. leprae, lunamayacağı durumları belirtir.)
like M. tuberculosis, is taken up by “Konuşana bak!”, “Sen kendi haline
alveolar macrophages, disseminates bak.”
through the blood, but grows only talk down to sb önemli, zeki birisiy-
in relatively cool tissues of the skin miş gibi konuşmak.
and extremities. talk of the devil (adı geçen birisinin
take up arms silaha sarılmak. gerçekten geldiği durumuı belirtir.)
take up with sb arkadaş olmak, dost “iyi adam lafının üstüne gelir.”
olmak. talk out konuşarak başlamak.
taken up with çok meşgul. talk over doğrudan ve ciddi olarak
take-home n. dış çevreden eve taşı- konuşmak.
nan zehir veya diğer madde (bir iş- talk round fikir değiştirmeye ikna
çinin giysileri üzerinde eve taşınan etmek.
ağır metal tozları gibi). talk sb into sth (birisini birşey yap-
take-off kalkış, uçağın kalkışı; taklit maya) ikna etmek.
etme, gibi davranma. talk sb out of sth (birisini birşey
taking adj. bulaşıcı (sayrı); çekici, yapmamaya) ikna etmek.
alımlı, cazibeli. talk sb/sth down (uçağın, pilotun)
talalgia n. ayak bileğinde duyulan güvenle yere inmesine rehberlik
ağr, bilek ağrısı. etmek.
talk sth over 648 tape

talk sth over tam ve ciddi olarak ko- tang n. keskin tat veya koku.
nuşmak. tangent n. teğet, tanjant.
talk through one's hat aptalca şeyler tangerine n. mandalina.
söylemek. tangled adj. karışık, karmaşık.
talk to/with/about konuşmak, söz tangible adj. açık ve net; gerçek; so-
söylemek. mut; elle tutulur, dokunulabilir; ele
talk turkey bir iş konusunda ciddi ve gelir.
açık konuşmak. intangible adj. dokunmayla hissedi-
talkative adj. konuşkan, geveze. lemeyen, ele gelmeyen.
talker n. konuşan; ikna edici konuşan. tangle v. karmakarışık hale getirmek,
talking point konuşma konusu. karıştırmak, dolaştırmak. n. karışık,
talking to n. kızgın konuşma, aşağı- karışıklık, dolaşık; arapsaçı; küçük
lama, aşağılama. düzensiz yumru, boğum, düğüm.
talks n. resmi görüşmeler. tangy adj. keskin kokulu.
tall adj. yüksek, uzun boylu. tank n. sıvı toplamak ve saklamak
tallow n. koyun eti yağından eritile- için kullanılan araç, tank.
rek elde edilen yağ. Hubbart tank n. fizyoterapide sa-
talo- prefix. aşık kemiği, ayak bileği ğaltım amaçlı kullanılan, içi sıcak
kemiği anlamlarına önek. su dolu geniş kap, tank.
talus n. pl. tali ayak bileği kemiği, tannate n. tanik asit tuzu.
aşık kemiği. tannic acid ağaç kabuklarından yapı-
tame adj. evcil, ehlileştirilmiş, uysal, lan asit.
yumuşak huylu; tatsız, yavan. tannin n. ağaç kabuklarından yapılan
tamp v. bir deliği tıkamak; bastırmak, asit.
bastırarak sokmak. tantalize v. bir şeyi ulaşılamayacağı
tamper v. değişiklik yapmak, karış- yerde tutarak çok istenir hale getir-
tırmak, kurcalamak; kandırmak. mek.
tampering n. bir veriyi yasadışı yolla tantamount adj. aynı değer, güç veya
değiştirme, üzerinde oynama. etkide.
tampon n. tüp şeklinde kanamayı tantrum n. öfke nöbeti, çocuksu huy-
durdurmak için hazırlanmış pamuk suzluk, olağan üstü kızgınlık
tıkaç, tampon. tantum n. öfke; denetlenemeyen kız-
tamponade, tamponage v. tıkaç gınlık.
koymak; tıkamak; tamponla dur- tanyphonia n. vokal kasların gerili-
durmak. minden kaynaklanan ince, zayıf ses.
tamponing, tamponment n. tıkaç tap v. hafif fakat işitebilir şekilde
yerleştirme, tıkama. vurmak, dokunmak; sızdırmak; iğne
tan n. hafif sarımsı kahverengi renk. veya katederle bir boşluktan sıvı
suntan n. güneşlenmeyle derinin çekmek. n. hafif hafif vurma, hafif
aldığı kahverengi renk. darbe.
tandem n. birbirine bitişik bulunan tape n. şerit; bağ veya dikiş aracı ola-
polinükleik asitte aynı dizilişin çift rak kullanılan ince, düz tendon par-
kopyesi, tandem. çası veya yapay madde.
tapetum 649 teaching hospital

tapetum n. pl. tapeta zarımsı tabaka, tartrated adj. tartar veya tartarik asit-
örtü. le birleşmiş, tartar veya tartarik asit
tapeworm n. tenya, şerit, yassı solu- içeren.
can. ör. Tapeworms are parasites tartrazine n. sarı asit boyası.
that live in human intestines. task n. ödev, görev, iş.
taphephobia n. diri diri gömülme tastant n. duyu gözelerini uyaran
korkusu. kimyasal.
tapping n. serum, kan, irin v.d.’lerini taste v. tatmak, tadına bakmak, de-
çıkarmak için iğnenin vücuda so- nemek; algılamak, ayırt etmek. n.
kulması. tat, lezzet, çeşni.
tar n. katran. tastebud n. dil üzerindeki tat alma
tarantula n. ısırığı son derece acı ve- hücreleri.
ren büyük bir örümcek türü, tasteful adj. tatlı, lezzetli.
tarantula. (Yaygın inanışın tersine tasty adj. lezzetli, tatlı.
ısırığı insanlarda ölümcül değildir.) tattle v. dedikodu, başkalarının özel
tardiness n. gecikme, geç kalma. işleri hakkında konuşma.
tardive adj. gecikmiş, geç kalmış. tattoo v. iğne ile delerek cilt üzerine
tardy adj. gecikmiş, geç kalmış. resim yapmak, dövme yapmak. n.
tare n. burçak. bu şekilde yapılmış resim, dövme.
target n. hedef; amaç, erek. ör. Lungs tatty adj. dağınık, kötü durum.
are the major target of common taunt v. yüzüne vurmak, alay etmek,
outdoor air pollutants. dalga geçmek. n. alay.
targeting n. hedeflenme; belli göze- tax n. vergi.
sel alanlara belli proteinlerin yön- taxing adj. büyük çaba gerektiren.
lendirilmesi. taxoid n. kansere karşı ilaç grubun-
tarnish v. karartmak, donuklaştırmak; dan herhangi bir ilaç.
taxon n. pl. taxa canlı varlıkların ve-
lekelemek, sıkıcı hale gelmek. n. sı-
ya organizmaların dizgesel sınıflan-
kıcılık, matlık, donukluk, karartma.
dırılmasında belli bir düzey veya
adj. renksiz, mat.
küme
tarso-, tars- prefixes. ayakbileği; göz
taxonomy n. sınıflandırma.
kapağı anlamlarına önekler. ör. tar-
tea n. çay.
sal adj. ayakbileği veya gözkapağı
teabag n. küçük bir torba çay.
ile ilgili.
tea break çay molası, işe kısa süre
tarsen adv. Tarsus içinde.
ara verme, kısa dinlenme.
tarsus n. pl. tarsi ayak bileği; ayak tea caddy çay konulan kutu, vb.
kökü; gözkapağının kenarlarını tea-pot çaydanlık.
oluşturan tabaka, tarsus. teach v. öğretmek, okutmak, ders
tart adj. ekşi; asit tadında, keskin vermek.
tadlı. teaching n. öğretme, öğretim.
tartar n. diş üzerindeki kireç benzeri teaching hospital tıp öğrencilerinin
sarımsı beyaz madde; kötü huylu uygulama yaptığı hastane, uygula-
kişi. ma, eğitim hastanesi.
team 650 telergy

team n. takım, ekip. tectum L. n. pl. tecta çatı; çatıya ben-


tear v. kesmek, parçalamak, yırtmak, zer oluşum.
koparmak, yolmak. n. yırtık; gözyaşı. tedious adj. uzun, yorucu, bıktırıcı.
tear oneself away v. ilginç bir şey teenage adj. 13-19 yaş grubu ile ilgili.
yapmayı bırakmak. teenager n. 13-19 yaş grubundan
tear down v. yıkmak, ortadan kal- olan.
dırmak. teens n. insan yaşamının 13-19 yaş
tear into şiddetle saldırmak. arasını içeren bölümü. ör. Women in
tear off yazmak, üretmek. their teens and 20s (but not at older
tear out of v. yırtıp atmak. ages) undergoing mantle radiation
tear up yırtıp, param parça etmek, for Hodgkin disase have a 20% to
parçalayarak yok etmek. 30% risk of developing breast cancer
teardrop n. gözyaşı, gözyaşı damlası. 10 to 30 years after treatment.
tearing n. olağandan çok gözyaşı sal- teeny weeny çok küçük çocuk.
gılama; ağlama. teeth n. dişler.
tears n. lakrimal bez. teething n. diş sürmesi, diş çıkarma.
tease v. takılmak, kızdırmak, alay et- teetotal adj. alkol içmeyen, alkol
mek; ayırmak; mikroskopik incele- içimine karşı olan.
me için tek tek liflerine ayırmak. teetotaller n. alkol içmeyen kişi, iç-
teaspoon n. çay kaşığı; sıvı ilaç do- mez.
zunu belirlemede kullanılan, 5 ml. tegmen, tegminis, n. pl. tegmina do-
sıvı içeren ölçek. ku örtüsü.
teat n. meme, göğüs, papilla; emzik. tegmental adj. doku örtüsüyle ilgili.
technical adj. usule uygun, bilimsel, tegmentum n. pl. tegmenta doku ör-
teknik. tüsü, kaplayıcı yapı.
technician n. tekniker. tegument n. deri; dış örtü.
tegumental, tegumentary adj. deri
technique n. teknik.
ile ilgili.
techno- prefix. teknoloji ile ilgili an-
tel-, tele-, telo- prefixes. son, uzak,
lamına önek. ör. technocracy,
diğer uç, tamamlama; uzakta, belli
technophobia.
bir mesafede; telekominikasyon hat-
technology n. uygulayımbilim, tekno-
larıyla gönderilen veriler, görüntü-
loji.
ler anlamlarına önekler. ör.
tectal adj. çatıya benzer bir yapıyla
teleplay, telerecording
ilgili.
tela n. pl. telae ağ şeklinde oluşum;
tectiform adj. çatı şeklinde. ince doku
tecto- prefix. tektoniks anlamına telalgia n. (bedenin başka kısımları-
önek. na) yansımış ağrı.
tectonic adj. gözde, özellikle kor- telangiosis n. kapiller hastalığı.
nea’daki değişikliklerle ilgili. teleorganic adj. yaşamsal, yaşam be-
tectonics n. yapı, inşa bilimi, tektonik. lirtileri gösteren; çok gerekli.
tectorial adj. üstte yatan yapıyla ilgili. telergy n. kendi kendine çalışma, iş-
tectorium n. üstte yatan yapı. leme.
telepathy 651 tempolabile

telepathy n. bilimin saptayamadığı telotism n. görme veya işitme gibi bir


araçlarla belirli bir mesafede iki işlevin mükemmel çalışması.
beynin iletişim kurması; telepati. telodendria n. sinir gözesi ucu. ör.
telepathy n. uzaduyum, telepati. The end fibers of nevre cells are
telescope n. dürbün, teleskop; birleş- called telodendria.
me, küçük parçaların daha büyük telomere n. kromozom ucu, kromo-
olanla birleşmesi. zom sonu. ör. Each chromosome
telesis n. planlı iletimle elde edilen has two telomeres, one at each end.
amaç. temper n. huy, mizaç; öfke; kıvam;
teluric adj. yerküre ile ilgili, yerküre sertlik derecesi. v. değiştirmek, etki-
içinde olan. lemek, hasar vermek; yumuşatmak,
telurism n. sayrılık oluşturmada top- hafifletmek; metali ısı uygulayarak
raktan çıkmanın toplu etkileri, işlemek.
telurizm. bad tempered kötü huylu, öfkeli,
tell v. söylemek, anlatmak, bildirmek, kızgın.
haber vermek. get into a temper öfkelenmek, hırs-
all told herkes; herkesi kapsayan. lanmak.
foretell v. önceden haber vermek. keep one's temper öfkesini tutmak.
to tell (you) the truth (itiraf belir- lose one's temper hiddetlenmek,
tir) doğruyu söylemek gerekirse. öfkelenmek.
you’re telling me aynı görüşte ol- tempered adj. ılımlı; orta derecede.
mayı belirtir. “bana mı söylüyor- temperament n. kişinin doğası, mi-
sun!” zaç, huy.
you can never tell/you never can temperamental adj. huysuz, çabuk
tell emin olmaksızın. kızan, mizaçla ilgili.
tell against aleyhinde konuşarak ba- temperance n. ölçülü olma, ılımlı
şarısını önlemek. olma, ılımlılık; kendini tutma.
tell me another sana inanmıyorum; intemperance n. ölçüsüzlük; içkiye
şaka yapıyorsun; yalan söylüyorsun. aşırı düşkünlük.
tell apart v. ayırt etmek. temperate adj. ılımlı, haddini bilen,
tell of belirtmek, tanımlamak. ölçülü.
tell off v. azarlamak konuşmak, söy- temperature n. ateş, ısı, sıcaklık.
lev, vermek, yüksek sesle sayarak at the temperature of ... derece-
ayırmak. sinde.
tell on v. bir gizi açıklamak. yormak; take one's temperature (birisinin)
yorgunluktan bitkin hale getirmek. ateşini ölçmek.
tell sb off v. kızgınlıkla konuşmak, tempestuous adj. çok kaba, şiddetli,
ayırmak. fırtınalı.
tell tales (out of school) gizli kalması template n. şablon, kalıp.
gereken şeyler hakkında konuşmak. temple n. şakak; tapınak.
telling adj. etkisi olan; çarpıcı; özel tempolabile adj. zaman geçtikçe
anlamlarla dolu; açıklayıcı. kendiliğinden değişime veya yıkıma
there is no telling bilmek olanaksız. uğrayan.
temporal 652 tenioid

temporal adj. zamanla ilgili, zamanla sonra, kolay yaralanma ve yoğun


sınırlı, geçici; şakakla ilgili. kanama eğilimi vardır.
temporarily adv. geçici olarak. tender adj. ağrılı, ağrı veren; duyarlı;
temporary adj. geçici, belirli bir süre gergin; duygusal, merhametli; yu-
var olan. muşak; kolay ısırılır. v. uzatmak,
temporo- prefix. şakak anlamına önermek, sunmak, vermek.
önek. tender-hearted adj. kolay üzülen,
temps utile adv. zamanın kullanımı. aşık olan, acıyan.
tempus, temporis n. pl. tempora şa- tenderize v. duyarlı kılmak; yumu-
kak; zaman. şatmak.
tempt v. aklını çelmek, baştan çıkar- tenderness n. duyarlılık; gerginlik.
mak, cezbetmek, çekmek, kandır- tendinitis n. tendon yangısı.
mak, kandırıp yaptırmak, doğru tendinous adj. tendona benzeyen;
yoldan saptırmak, ayartmak. tendonları olan, tendondan oluşan.
temptation n. baştan çıkarma, tendo, tendinis n. pl. tendines sinir,
cezbetme, çekme, doğru yoldan kiriş, tendon.
saptırma; ayartma; insanı birşeye tendo- prefix. tendon anlamına önek.
özendiren şey; dürtü. tendon n. sinir, kiriş.
ten adj. on. tenesmus n. ürogenital diyaframın
tenth onuncu. ağrılı kasılması. ör. Dysentery
tenable adj. mantıklı, savunulabilir. refers to diarrhea with abdominal
tenacious adj. yapışkan, inatçı. cramping and tenesmus in which
tenacity n. yapışkanlık. loose stools contain blood, pus, and
tenaculum n. pl. tenacula çıkarım sı- mucus.
rasında dokuyu tutmak için kullanı- tenia n. pl. teniae yassı kurt; şerit;
lan, sıklıkla serviksi tutmada kulla- tenya; banda benzer yapılara verilen
nılan, cerrahi pens, tenakulum. anatomik ad.
tenalgia n. tendon ağrısı. teniacide n. yassı kurt öldürücü mad-
tend v. eğiliminde olmak; yatkın ol- de.
mak; yüz tutmak, yönelmek. ör. teniafuge n. yassı kurtları uzaklaştırı-
Nasopharyngeal carcinomas tend to cı madde, tenya düşürücü ajan.
grow silently until they have tenial adj. yassı kurtlarla ilgili, yassı
become unresectable and have often kurt olarak adlandırılan yapılarla il-
spread to cervical nodes or distant gili.
sites. teniasis n. bağırsaklarda yassı kurt
tendency n. eğilim; yatkınlık. ör. In varlığı.
all symtomatic cases, there is a teniform adj. yassı kurt şeklinde.
tendency toward easy bruising and tenifugal adj. bağırsaklardan yassı
massive hemorrhage after trauma kurt atıcı, tenya düşürücü.
or operative procedures. = Tüm tenifuge adj. tenya düşürücü.
semptomatik olgularda, travma ve- tenioid adj. band şeklinde, yassı kurta
ya ameliyat gerektiren süreçlerden benzeyen.
teniola 653 terms

teniola n. ince yassı kurt, band şek- tera- (T), terato- prefies. trilyon; te-
linde bir yapı. ras anlamlarına önekler.
tennity n. dirençsiz, kolay kırılabilen. teras n. pl. terata eksik, gereksiz,
teno- , tenon- , tenont- , tenonto- yanlış konumlanmış, veya tamamen
prefixes. tendon anlamına önekler. şekil bozukluğu olan embriyo veya
tense adj. gergin, sıkı, katı, sert, sinir- fetüs; teras.
lilik gösteren; v. germek, gerilmek, teratic adj. terasla ilgili.
sıkılaştırmak. teratoid adj. terasa benzeyen.
tensed-up gergin, çok kızgın. teratoma n. içinde oluştuğu organda
tensiometer n. tansiyon ölçer. normalde bulunmayan doku içeren
tension n. gerilim, gerginlik, tansiyon. dokulardan oluşmuş ur, tümör.
arterial tension n. arter içindeki teratosis n. teras oluşturan anomali.
kan basıncı. terebration n. sıkıcı.
tissue tension n. dokular veya gö- teres, teretis n. pl. teretes yuvarlak
zeler arası denge, eşitlik. ve uzun kas.
tensile adj. gerilme, gerilim, gerilebilen. tergal adj. arkaya ait, arka ile ilgili,
tensor n. bir beden parçasını sıkılaştı- dorsal.
ran ve gerginleştiren kas. tergum n. arka, geri.
tent n. solunan havadaki okşijen yo- termagent n. adj. kavga, tartışma çı-
ğunluğunu ve nemi denetlemek için karan kadın; şirret.
çeşitli solunum sağaltımında kulla- term v. adlandırmak, ad vermek, eti-
nılan örtü, çadır, tente bir kanal ve- ketlemek. n. dönem, devre, süre; te-
ya sinüse sokulan emici silindir. v. rim, deyiş.
bir deri parçası veya dokuyu tente termi- prefix. son, uç anlamlarına
görünümü verecek şekilde çekmek önek.
veya kaldırmak. terminad adv. sona / sınıra doğru.
tentacle n. dokunaç. terminal adj. kol ve bacaklarla ilgili,
tentative adj. değişebilen, geçici, de- bir yapının sonuyla ilgili, ölüme ne-
neysel; belirli veya tespit edilmiş den olan, sonuncu, sonla ilgili. n.
olmayan, şüpheli. son, sonumlanma, sonlanma, bitme;
tentorium n. pl. tentoria zar-örtü, uç. ör. Each neuron has terminal
düz bölme, ince duvar. fibers.
tenterhooks n. sinirli, endişeli du- terminal cancer ölümcül kanser.
rumda; meraklı bir bekleyişte. terminate v. bitirmek, son vermek,
on tenterhooks meraklı bir bekle- sona erdirmek. ör. The treatment
yişte. terminated when the patient
tentigo n. alışılmamış cinsel istekler. regained use of his hand.
tenuous adj. hafif, önemsiz, ufak, za- termination n. son, sonlanma, uç, si-
yıf; duyarlı, hassas, ince. nir uçu; gebeliğin sonlanması.
tepid adj. ılık. terminus n. pl. termina sınır, son.
tepidity n. ılıklık. termolecular adj. üç moleküllü.
ter- prefix. üç anlamına önek. ör. terms n. koşullar, şartlar.
tercentenary n. üç yüz yıllık. by the terms of -ın gereğince.
ternary 654 tetrad

come to terms anlaşmaya varmak. sınamak, incelemek, test yapmak;


in no uncertain terms açıkça, çok bedensel atık, sıvı veya dokuların
açık olarak. içinde bulunan madde veya hasta-
in terms of açıklandığı gibi, göre, lıkların varlığını veya yokluğunu
nazaran, -e gelince, hakkında, iliş- saptamak, fizyolojik veya davranış-
kin, -e dair, açısından, bakımından. sal özelliklerin varlığını veya dere-
in the long/short term kısa/uzun cesini saptamak. n. deneme, sınama,
dönemde. inceleme, deney, sınav yöntemi, sı-
reduce to its lowest terms en basit nav; değerlendirme.
şekline sokmak. testa n. dış örtü, kabuk; koruyucu,
ternary adj. 3 bileşik veya 3 element- sert tohum kabuğu.
ten oluşan. test out v. denemek.
terrace v. birkaş sıra halinde dikiş test tube n. deney tübü.
atmak, böylelikle dikkatçeker dere- test-tube baby n. yapay döllenme yo-
cede kalın dokuyla bir yarayı ka- luyla doğan bebek, tüp bebek.
patmak. testicle n. erkekte sperm üreten yu-
terrible adj. korkunç, dehşetli, müthiş. varlak organlar; erbezi, testis.
terribly adv. korkunç bir şekilde, faz- testicular adj. testisle ilgili.
lasıyla. testiculus n. erbezi, testis.
terrific adj. mükemmel, muhteşem, testing n. deney, deneme, sınama, sı-
son derece. nav yapma.
terrified adj. korkmuş, dehşete düş- testis n.pl. testes erbezi, testis.
müş. testimony n. ifade, tanıklık.
terrify v. korkutmak, ödünü kopart- testily adv. sabırsızlıkla, huysuzca.
mak, dehşete düşürmek. testly adj. sabırsız, huysuz, ters.
territory n. toprak; arazi; saha, bölge. testoid adj. testise benzeyen,
terror n. dehşet, korku; ileri derecede androjenik, erbezi şeklinde.
korku. tetanic adj. kas kasılmasıyla belirgin.
tertian adj. üç günde bir görülen; her tetano-, tetan- prefixes. tetanus,
48 saatte bir olan, iki günde bir tatany anlamlarına önekler.
olan, 2. günün sonunda ortaya çıkan tetanoid adj. tetanosa benzeyen, teta-
(gün aşırı ortaya çıkan sıtma nöbeti nos yapısında olan.
gibi). tetanus n. tetanos, kazıklı ateş.
tertiarism, tertiarismus n. toplu ola- tetchy adj. alıngan.
rak ele alındığında frenginin 3. tether v. belirli bir alanda tutmak, sı-
aşama semptomları/belirtileri. nırlamak.
tesellated adj. çeşitli renkli düz taş- tetra- prefix. dört anlamına önek.
lardan yapılmış, mozaikten yapıl- tetrad adv. dört, dörtlü; n. dörtlü takım;
mış; dağınık, dağılmış, yaygın, me- kalıtımda meyöz sırasında dörte bö-
tastaz yapmış, mozaik görünümlü. lünen kromozom. ör. During
test v. kanıtlamak; bir maddenin kim- meiosis, the homologues align at
yasal yapısını saptamak, denemek, the equator in tetrad formation.
tetradic 655 thelerethism

tetradic adj. dört, dörtlü ile ilgili. in that çünkü.


tetragon, tetragonum n. dört açılı like that o/bu şekilde.
(şekil). that far o kadar uzağa.
tetrahydro- prefix. 4 hidrojen ato- that much o kadar çok.
munun bağlanması anlamına önek. that is demem şu ki, yani.
tetramastia n. bir kişide 4 göğüs ol- that of -nın kinden. ör. Although the
ması, 4 göğüslülük. course of candidal sepsis is less
tetrotus n. 4 kulak, 4 göz, 2 yüz, ve rampant than that of bacterial
hemen hemen 2 ayrı baş veya başa sepsis, disseminated candida
benzer anatomik yapısı olan şekil eventually causes shock and DIC.
bozukluğu that is to say demem şu ki, yani.
tetter n. uçuk, ekzema, herpes, vb. that’s that hepsi bu kadar.
deri hastalıklarından biri. thaumatropy n. bir dokunun başka
text n. metin, yazılı konu. bir dpkuya dönüşmesi.
textbook n. ders kitabı. thaw v. erimek, çözülmek.
textual adj. metinle ilgili. thaw out v. tamamen eritmek.
textural adj. doku yapısıyla ilgili. the ... –er, the ... –er ne kadar ... o
texture n. yapı doku. kadar. ör. In general, the higher the
textured vegetable protein fasulye- number of chromosomes, in both
den elde edilen, et yerine kullanılan male and female, the greater the
bir madde. likelihood of mental retardation. =
textus n. doku. Genel olarak, hem erkek hem de di-
-th prefix. derece, sıra belirten sonek. şide X-kromozom sayısı ne kadar
(1st, 2nd, 3rd dışında) ör. fourth, yüksekse, zihinsel gerilik olasılığı o
fifth,..., nineth, etc. . kadar büyüktür.
thalamo- , thalam- prefixes. the more ... the more ne kadar ... o
talamusla ilgili anlamına önekler. kadar.
thalamus n. pl. thalami talamus. thea n. L . çay.
than conj. ...den, ...dan (karşılaştır- theater, theatre n. ameliyat odası;
malarda kullanılır). sunum ve konferans odası; tiyatro.
thanato- prefix. ölüm anlamına önek. thebaic adj. afyonla ilgili, afyondan
thanatoid adj. ölü gibi, ölüme benze- çıkarılan.
yen, ölümcül. theca n. pl. thecae örtü, kılıf, tabaka,
thanatology n. ölüm araştırması; kapsül.
ölümün incelenmesi. thecal adj. kılıf/tabaka ile ilgili.
thank v. şükretmek, teşekkür etmek. theism n. çay zehirlenmesi; çok çay
thanks to nedeniyle, sayesinde. ör. içiminden kaynaklanan zehirlenme.
Liver infarcts are rare, thanks to the thelalgia n. göğüs ağrısı.
double blood supply to the liver. thelasis n. (memeden) emzirme
that adj. & pron. o, şu, o şey. –mesi, thele n. göğüs; meme başı.
-ması, -diğini, - dığını. thelerethism n. göğsün sürekli dik
after that ondan sonra. durması.
thelitis 656 therein

thelitis n. göğüs yangısı. therapeutic adj. sağaltımsal, sağal-


thelium L. n. pl. thelia . göğüs; me- tımla ilgili, tedaviya ait.
me başı; göğse benzer bir yapı; gö- therapeutics n. bir sayrılığın veya
zesel tabaka. bozukluğun sağaltımıyla ilgilenen
thelo-, thel- prefixes. göğüs anlamına uygulamalı tıp dalı
önekler. ray therapeutics n. ışın sağaltım.
then adv. ondan sonra, o zaman, o suggestive therapeutics n. sayrılık
zamanda. veya bozukluğun telkinle sağaltımı.
and then zaten, derken. therapia n. sağaltım, tedavi, terapi.
by then o zamana kadar/dek. therapist n. sağaltman.
now then! Sakın! Sakın ha! therapy n. sağaltım, tadavi, terapi;
now and then arada bir, ara sıra. kısa dönem psikoterapi.
since then o zamandan beri. there adv. orada, oraya, o yere.
thenad adv. elde avuç içinin yan tara- there and back oraya ve takrar geriye.
fına doğru, avuç içine doğru. there and then derhal, gecikmeksi-
thenal adj. avuç içi ile ilgili. zin.
thenar n. avuç içi. there s/he comes işte geliyor.
thence adv. oradan, o sebepten. tere you are! Dememiş miydim!
thenen adj. yalnızca avuç içi ile ilgili. thereabouts adv. oralarda, oraya ya-
therapy n. iyileştirme, sağaltım, te- kın, ona yakın; yaklaşık olarak; o sı-
davi. ralarda.
therapeutic adj. iyileştirici, sağaltıcı, thereafter adv. ondan sonra. ör. Paget
tedavi edici. disease usually begins during mid
theo- prefix. tanrı, tanrılar anlamları- adulthood and becomes progressively
na önek. ör. theology n. dinbilgisi; more common thereafter.
dinsel araştırma. thereby adv. böylece, böylelikle, bu
theomania n. kişinin kendisini tanrı suretle; o civarda, oralarda.
sanması olarak gelişen akıl bozuk- therefore adv. bundan dolayı, bu ne-
luğu/çıldırı. denle, bu yüzden. ör. The function
theophobia n. Tanrı korkusu; Tanrı of red cells is the transport of
korkusu şeklinde gelişen çıldırı / oxygen into tissues. In physiologic
akıl bozukluğu. terms, therefore, anemia may be
theorem n. sınanabilen öneri, teorem; defined as a reduction in the oxygen
theory n. kuram; geçerli bilimsel dü- transport capacity of the blood. =
şünce, teori. Kırmızı gözelerin işlevi dokulara
theoretical adj. kuramsal, kuramla okşijen taşımaktır. Bu nedenle, fiz-
ilgili. yolojik açıdan, anemi kanın okşijen
theoretically adv. kuramsal olarak. taşıma kapasitesinde azalma olarak
theorize v. kuram haline getirmek. tanımlanabilir.
théque n. epidermiste nevosit/yeni therefrom adv. oradan, o yerden.
göze kümeleşmesi, yeni göze yuvası. therein adv. orada, o yerde; onun
therapeusis n. sağaltım, terapi. içinde; onunla, bununla; o konuda.
thereinafter 657 thin

thereinafter aynı resmi yazı veya thermology n. ısı bilimi.


ifadeden sonra. thermometer n. ısı ölçer.
thereof adv. ona ait, ondan, o neden- thermometry n. ısı ölçümü.
le, bu yüzden. thermophobia n. ısı ürküsü, ısıdan
thereon adv. ondan hemen sonra, o korkma.
noktada. thermostat n. ısıyı otomatik olarak
thereto adv. o anlaşmaya, o yazıya.; düzenleyen alet.
o yere, ona, o şeye. thermotics n. ısı bilimi.
thereunder adv. onun altında; izle- thermosteresis n. ısı yoksunluğu.
yen, aşağıda, uygun olarak. theroid adj. içgüdüsel olarak hayvana
thereupon adv. onda; hemen, hemen benseyen.
sonra, derhal; onun üzerinde; bu therology n. hayvan araştırmalarını
yüzden, be nedenle, bunun sonucu konu alan bilim dalı.
olarak. thesis n. pl. theses. sav, tez.
therewith adv. derhal, hemen, hemen theta adj. sekizinci, 8. .
sonra, hemen arkasından; bununla, thia- prefix. karbonun halka veya
onunla. zincir şeklinde sülfürle yar değiş-
therio- prefix. hayvanlar anlamına tirmesi anlamına önek.
önek. ör. theriomorphism n. hay- thiamin n. sütte, yulafta ve tahıl ka-
van özelliklerinin insana yakıştırıl- buğunda bulunan suda çözünen vi-
ması. tamin, tiamin.
thermo- therm- prefixes. sıcaklık, thick adj. kalın, kesif, koyu, sık.
ısı, ısı ile ile ilişkili anlamlarına thicken v. kalınlaşmak, kalınlaştır-
önekler. ör. thermostat, mak; koyulaşmak, koyulaştırmak.
thermostable. thicken up v. kalınlaştırmak.
term n. ısı birimi. thickening adj. kalınlaştırıcı, koyu-
thermal adj. ısı veren, ısıyla oluşan. laştırıcı. ör. In the palmar variant of
thermocurrent n. ısı-akım. superficial fibromatosis, there is
thermoduric adj. yüksek ısıya di- irregular or nodular thickening of
rençli. the palmar fascia either unilaterally
thermodynamic adj. ısı ve enerjiyle or bilaterally.
ilgili. ör. Thermodynamic activity thickly adv. kesif olarak, sık olarak,
increases when the temperature is sık bir şekilde.
increased. thickness n. kalınlık, koyuluk.
thermogenesis n. ısı üretimi. thief n. hırsız.
thermogenetic, thermogenic adj. ısı theft n. hırsızlık.
üretimiyle ilgili. thiemia n. kanda sürfür bulunması.
thermogenics n. ısı üretimi bilimi. thigh n. uyluk, but, bacağın kalçadan
thermolabile adj. ısıtıldığında sabit dize kadar uzanan bölümü.
olmayan. ör. Enzyme activity is thin adj. ince, zayıf, seyrek, seyrel-
affected by increased temperature tilmiş. v. azaltmak, inceltmek, za-
because enzymes are thermolabile. yıflatmak.
thing 658 thoughtful

thing adv. nesne, şey. thinness n. incelik, zayıflık, seyrek-


anything herhangi bir şey; herşey; lik, hafiflik.
hiçbirşey. thinning n. kimyasal madde ekleye-
everything her şey. rek seyreltme, inceltme.
for one thing bir kere herşeyden thin-skinned adj. duyarlı, alıngan.
önce. thio- prefix. bir bileşik içinde
nothing hiçbirşey. okşijenin sülfürle yer değiştirmesi
something birşey. anlamına önek
think v. düşünmek, zannetmek. third adj. üçüncü, üçüncü sırada.
think about v. hakkında düşünmak, thirdly adv. üçüncüsü, üçüncü olarak.
merak etmek. thirst n. susuzluk, kuruluk; çok güçlü
think aloud düşündüğünü (yüksek arzu, istem.
sesle) söylemek. thirst for/after sth v. çok güçlü arzu
think big geniş boyutlu düşünmek. duymak.
think nothing of alışılmış olarak ele thirsty adj. susuzluk duyan, susamış.
almak. thistle n. devedikeni.
think of/about ciddi olarak düşün- thoraco-, thorac-, thoracico-
mek, düşüncesi olmak, ele almak. prefixes. göğüs anlamına önekler.
think on one's feet çabuk karar ver- ör. thoraco-acromial omuz ucu ve
mek. göğsün birleştiği yer.
think out v. hakkında dikkatlice dü- thorax, thoracis n. pl. thoraces gö-
şünmek. ğüs, göğüs boşluğu, göğüs kafesi.
think over sth düşünüp taşınmak, thoracic adj. göğüsle ilgili; göğüse ait.
birşey üzerinde inceden inceye dü- thorn n. diken, dikenimsi yapı, dike-
şünmek, değerlendirmek, hesapla- nimsi uzantı.
mak. thorny adj. dikenli.
think sth out/through dikkatli ve bü- thorough adj. tam, her yönüyle ek-
siksiz, mükemmel, çok dikkatli, ay-
tün ayrıntılarını ele alarak düşün-
rıntılı, etraflı.
mek.
thoroughgoing adj. özenli, tam,
think sth over ciddi olarak düşün-
müthiş, mükemmel.
mek.
thoroughness n. tamlık, mükemmellik.
think sth up (bir düşünce) bulmak,
those pron. şunlar, onlar; şu …. lar, o
yaratmak, kurmak, oluşturmak, ta-
…lar. those who take drug
sarlamak, var etmek.
histories ilaç öyküsü alanlar. those
think the world of çok fazla üstünde who take care of the patients has-
durmak. talara bakanlar.
think twice birşey hakkında çok ay- though conj. karşın, ise de, -dığı halde,
rıntılı ve dikkatli düşünmek. rağmen, her ne kadar, gerçi, olsa da.
thinking n. adj. düşünme, düşünce; although conj. gerçi, karşın, ise de.
düşünceli; sebepleme. thought n. düşünce; düşünme, fikir;
thinly adv. ince bir şekilde, seyrek düşünme yetisi.
olarak. thoughtful adj. düşünceli, saygılı.
thoughtfully 659 thrombus

thoughtfully adv. saygı ile, düşünceli the threshold required to initiate the
bir tarzda. impulse.
thoughtless adj. düşüncesiz, saygısız, trio n. üçlü, üçlü grup, üç kişiden
bir fikri olmayan. oluşan oyuncu veya şarkıcı grubu.
thousand adj. bin. thrifty adj. azla yetinen, idareli, tu-
thousands adj. binlerce. tumlu.
thousandth adj. bininci, binde bir. thrill n. ani heyecan. v. heyecanlanmak.
thrash v. ezmek, yenmek; dövmek. thrive v. büyümek, gelişmek, yetiş-
thread n. tel, telcik, lif, iplik, ince di- mek. ör. Some bacteria thrive
kiş malzemesi; ipliğimsi bir yapı. mainly on the body’s surface layers.
thready adj. lif lif, tel tel, iplik gibi, thrix n. saç.
zayıf, incecik. throat n. boğaz.
threat n. davranma, davranış; tehdit. sore throat n. boğaz ağrısı.
v. tehdit etmek, tehlikeye sokmak. throb v. zonklamak, düzenli olarak
threaten v. tehdit etmek, uyarmak. şiddetle atmak, vurmak. n. zonkla-
threatening adj. tehdit edici. ma, atma, vurma.
life-threatening adj. yaşamı tehdit throbbing adj. zonklayıcı.
edici. ör. Gullian-Barre syndrome throes n. ani şiddetli ağrılar.
is one of the most common life- death throes ölümcül ağrılar.
threatening diseases of the thrombo- thromb- prefixes. pıhtı an-
peripheral nervous system. lamına önekler. ör. thrombosis n.
three n. üç. pıhtı, kan pıhtısı.
three-dimensional, 3D, adj. üç bo- thrombocyte n. platelet, çekirdeksiz
yutlu. küçük kan gözesi, kan pulcuğu,
threefold adj. üç katı, üç misli; üç trombosit.
katlı. ör. Unopposed estrogen thrombosis n. pl. thromboses pıhtı
therapy increases the risk of oluşumu veya varlığı, pıhtılaşma. v.
endometrial carcinoma threefold to pıhtılaşmak, pıhtı oluşturmak. ör.
sixfold after 5 years of use. Hemorrhoids sometimes thrombose,
threepenny adj. değersiz; üç penilik. and in the distended state, they are
three-phase adj. üç fazlı. prone to ulceration. = Hemoroid
threescore adj. altmış. bazen pıhtı oluşturur, ve bu şişkin
threepiece adj. üç parçada, üç parça- durumda, ağrılı ülserleşme eğilimi
dan oluşan. gösterir.
threequarter adj. üç çeyrek, dörtte üç. thrombus n. pl. thrombi pıhtı, kan
threesome n. üçlü ekip, grup, takım. pıhtısı. ör. Thrombi in the legs tend,
threshold n. stimulusun ilk duyumu on the whole, to arise insidiously
ürettiği nokta; bir uyarıyı algılama- and to produce in the early stages
nın en düşük sınırı; bir yapının he- few signs or symtoms. = Bacaklar-
yecanlanmasını sağlayan en küçük daki pıhtılar genel olarak, sinsice
uyarı; eşik, başlangıç. ör. The nevre ortaya çıkmak ve ilk aşamalarda
impulse is transmitted unless the birkaç bulgu ve semptom üretmek
stimulus is strong enough to reach eğilimindedirler.
throng 660 thrust

throng n. kalabalık. v. kalabalık oluş- throw good money after bad iyi bir
turmak, bir yere birikmek. sonuç alınamayacağı belli bir işe
be thronged with bir yere dolmak, para yatırmak.
doluşmak. throw off v. rahatsız etmek, şaşırt-
throttle v. sıkmak, boğazını sıkmak, mak, terk etmek.
boğazını sıkarak boğmak. throw one’s hat into the ring katıl-
through prep. arasından, içinden, bir mak ve yarışmak.
baştan öbür başa, yoluyla, aracılı- throw one’s weight about / around
ğıyla. adv. baştan başa, baştan sona emir vermek.
kadar. throw oneself at (birisinin) üstüne
all through sürekli, her zaman. gitmek; sevgisini kazanmaya çalış-
be through with bitmek. mak.
go through with bitinceye dek sür- throw oneself into isteyerek ve etkin
dürmek. bir şekilde bir iş içinde yer almak.
see sth through with bir şeye so- throw out v. çıkarmak, yaymak; ra-
nuna dek yardımcı olmak. hatsız etmek, şaşırtmak.
through and through her yönden, throw sb over bir ilişkiye son vermek.
her bakımdan, tamamen. throw sb/sth back on sth bir şeye
throughout prep. adv. baştan başa, bağımlı hale getirmek.
her yerinde, her tarafında, her kıs- throw sb/sth off kurtulmak; iyileş-
mında, tamamiyle. ör. At birth, all mek; sağalmak; kaçmak; yolunu şa-
the marrow throughout the skeleton şırtmak.
is active and is virtually the sole throw sb/sth out başından atmak; -
source of blood cells. = Doğumda, den kurtulmak; reddetmek; yadsı-
iskeletin her tarafında bulunan bü- mak; sonucuna bakmadan konuş-
tün ilik aktiftir ve kan hücrelerinin mak; şaşırmak.
gerçekten tek kaynağıdır.
throw sth (back) in one’s face biri-
throughput n. belli bir sürede yapı-
sinin hatasını yüzüne vurmak.
labilecek test sayısını belirlemede
throw sth away başından savmak;
kullamılan analitik araç..
atmak; -den kurtulmak; boşa har-
throw v. atmak, fırlatmak, şaşırtmak,
camak; aptalca kaybetmek.
uzatmak, altüst etmek. n. atma, fır-
throw sth in birşeye ek olarak fiyat
latma.
attırmadan vermek.
throw about v. dağıtmak, saçmak.
throw sth open halka açık tutmak.
throw away v. atmak, çar çur etmek.
throw back v. geri atmak, püskürt- throw up durdurmak; çıkarmak,
mek, sürmek. kusmak; üretmek, meydana getir-
throw caution to the winds bir dav- mek; terk etmek, vaz geçmek.
ranışın kötü sonuçlarına ilgi gös- thrush n. bulaşıcı ağız hastalığı,
termemek; bilerek riski göze almak. ağızda mantar sayrılığı, pamukçuk.
throw cold water on cesaretini kıra- thrust v. dürtmek, itmek, batırmak,
cak şekilde konuşmak, iptal etmeye saplamak; sıkıştırmak, sokmak. n.
zorlamak. saplama, sokma, dürtme; dürtüş, itiş.
thrust into 661 t. i. d.

thrust into v. –e sokmak, -e sapla- larına önekler. ör. thymocyte n.


mak, -e sıkıştırmak. timus bezinde büyüyen bir göze.
thud n. düşme sesi. thymoma n. ön mediastende ortaya
thumb n. başparmak. çıkan ur.
thump v. yumrukla vurmak, yumruk- thyro-, thyr-, thyreo- prefixes. tiroid
lamak. n. yumruk, yumruk sesi, anlamına önekler. ör. thyroarytenoid
düşme sesi. boyunda tiroid bezinin hemen üs-
thumps n. hayvanlarda diyaframın tünde bulunan kıkırdak.
spazmodik kasılımı. thyroid n. boyunda, vücut ve zihin
thug n. cana kıyan, katil. gelişiminde etkili bir organ, tiroid.
thunder n. gök gürlemesi, gök gürül- thyroidism n. fazla tiroid salgısı ze-
tüsü. v. gürlemek. hirlenmesi.
like as black as thunder çok öfke- thymus n. pl. thymi, thymuses alt ve
li, öfke dolu. üst mediastende bulunan, iki lobdan
thunderbolt n. yıldırım. oluşan lenfatik organ, timus bezi.
tyhundercloud n. fırtına bulutu. tibia n. pl. tibiae kaval kemiği, tibia.
thundering adj. iri, kocaman. tibiad adv. kaval kemiğine doğru.
thunderstorm fırtına, şimşekli ve tibial adj. kava kemiği ile ilgili.
gökgürültülü fırtına. tibio- prefix. kaval kemiği anlamına
thunderstruck adj. yıldırım çarpmışa önek.
dönmüş, şaşırmış, afallamış. tic n. ani, kontrolsüz kas devinimi, tik.
thursday adv. perşembe. tick n. kene, sakırga; takırt, saatin çı-
thus adv. böyle; böylece; böylelikle; kardığı 'tik-tak' sesi; yatak, kılıfı,
bu nedenle, bu şekilde; bu surette. yastık kılıfı, uygun görme, doğru-
ör. Most anatomic disorders of the lama işareti (a); kısa zaman parça-
spleen are secondary to some sı; an. v. düzenli 'tik-tak' sesi çıkar-
systemic disorders and thus are the mak; tınlamak; göstermek, işaret
consequence of normal splenic etmek, seçmek, işlemek, yürümek.
function. = Çoğu anatomik dalak tick away (zaman) geçmek; 'tik-tak'
bozuklukları bazı istemik bozukluk- sesi çıkararak zamanın geçtiğini
lara sekonderdir ve bu nedenle ola- göstermek.
ğan dalak işlevinin sonuçlarıdır. tick off azarlamak.
thus far şu ana dek, şimdiye kadar. tick over belli bir hızda çalışmak; dü-
ör. Thus far we have discussed the şük kapasite ile çalışmak.
immunologic mechanisms and tickle v. hafifce dokunmak; kaşındır-
mediators that initiate glomerular mak, gıdıklamak, gıdıklanmak. n.
injury. gıdıklama, gıdıklanma, gıdıklanma
-thymia suffix. akıl, ruh, duygu an- duygusu, uyarı, uyarma.
lamlarına sonek. tickling n. kaşınma, kaşınma dugusu.
thymic adj. timus bezi ile ilgili. ticklish adj. gıdıklanmaya duyarlı.
thymo-, thym-, thymi- prefixes. t.i.d. abv. L. ter in die, üç günde bir
timus bezi; akıl, ruh, duygu anlam- anlamına kısaltma.
tidal 662 time

tidal adj. dalgaya benzeyen, dalgalar- until prep. ...e kadar, ...a kadar, ...e
la ilgili, alçalıp yükselme ile ilgili; dek, değin.
dalgalı, dalgası olan. tilt n. eğiklik, eğrilik.
tide n. dalga; gel-git; inme ve çıkma; tilth n. toprağı işleme, sürme; çiftçilik.
alçalma ve yükselme, azalma ve timber n. kereste.
artma. time n. zaman, vakit; defa, kere, kez,
tidbit n. çok lezzetli lokma. esna, an, saat, mevsim; devir, çağ
tidy adj. düzenli, düzgün, temiz, derli about time zamanında, beklenen
toplu, tertipli. v. düzenlemek, derle- zamandan önce.
yip toparlamak. after a time bir süre sonra.
untidy adj. dağınık, tertipsiz, dü- against time belirli bir zamanda bir
zensiz. işi bitirme; dar vakit.
tidily adv. düzenli olarak, tertipli bir ahead of time beklenenden önce,
şekilde. vaktinden önce, erken.
tidiness n. tertiplilik, temizlik, düzen- all the time sürekli; geçen zaman
lilik. süresince.
tie v. düğümlemek, bağlamak, iliştir- as times go bu günlerde.
mek, bağlanmak, düğümlenmek; as time went by zaman geçtikçe.
berabere kalmak. n. bağ, düğüm; at all times daima, her zaman.
ilişki, bağ, bağlantı; ayak bağı, en- any time her zaman, her ne zaman.
gel; sayı eşitliği, beraberlik. at any time her an, her hangi bir
tie sb down özgürlüğünü kısıtlamak; zamanda.
birşey yapmaya zorlamak. at no time hiç bir zaman.
tie in with yakın ilişkisi olmak; karşı- at one time bir defada; önceleri, bir
lamak; karşılık gelmek. zamanlar, vaktiyle.
tie sth up işe para yatırmak; paranın at other time başka zamanda, baş-
serbest kullanımına sınırlama ge- ka bir fırsatta.
tirmek; bağlamak; birleştirmek, ser- at the present time şu anda, şimdi.
best hareketini sınırlamak. one at a time birer birer.
tie-in n. ilişki. two at a time ikişer, ikişer, iki tane
tier n. kuşak, bağ. birden.
tie-up n. trafik tıkanıklığı; grev nede- at the same time bununla birlikte,
niyle çalışmaya ara verma, iş bıra- yine de, aynı zamanda.
kımı. at the time o anda.
tiger n. kaplan. at times bazen.
tight adj. dar, sıkı, gergin, gerilmiş. behind the times eski, köhne.
tighten v. kasmak, sıkmak, germek. behind time gecikmiş, geç.
tightly adv. sımsıkı, sıkıca. between times bazen, arada bir, ara
tightness n. gerginlik, sıkılık. sıra.
a tight corner içinden çıkılması by the time …dığında, … dığı za-
güç durum. man.
till prep. ...e kadar, ...a kadar, ...e dek, by this time şimdi.
değin. v. kazmak, işlemek, sürmek. every time her zaman.
time 663 tin

every time I see her onu her gör- many times sık sık.
düğümde. next time gelecek sefere.
for a time kısa bir süre için. on time dakik; programa uygun,
for the time being şu anda, şimdi; tam vaktinde.
şimdilik, geçici olarak. out of time düzensiz, temposuz.
for time out of mind çok uzun bir small time küçük çaplı, önemsiz,
süre için. ikincil.
from this time bundan sonra. take a long time to çok vakit al-
from that time o zamandan beri. mak, bir işi çok uzatmak.
from time to time bazan, çok sık this time last year geçen sene bu
değil, ara sıra, arada bir. zamanda, bir yıl önce.
have a good time hoş vakit geçir- this time five months beş ay sonra.
mek. up to the present time şimdiye ka-
have a lot of time for hoşlanmak dar, şu ana dek.
ve saygı duymak. waste time zaman geçirmek.
have no time for hoşlanmamak, What’s the time? What time is it?
birlikte zaman geçirmeye isteksiz Saat kaç?
olmak. work against time zamana karşı
in a month's time bir aylık süre yarışmak, az zaman kaldığından çok
içinde, bir ayda. hızlı çalışmak.
in due course of time zamanında, time after time sürekli, tekrar tekrar,
kararlaştırılan zamanda. defalarca.
in good time uygun zamanda, tam time and again tekrar tekrar, sürekli.
zamanında. time and time again sürekli.
in no time hemen, derhal, çarçabuk, time is up! Süre doldu. Vakit tamam.
göz açıp kapayıncaya kadar. times without number tekrar tekrar.
in no time at all çok çabuk. timeless adj. sonsuz.
in time verilen süre içinde, verilen time-saving adj. saman kazandıran.
süre bitmeden, vaktinde; erkence; time-table n. tarife, çizelge, ders
en sonunda, nihayet. proğramı.
in a week’s time bir haftada, bir haf- timing n. zamanlama.
ta içinde, bir haftalık süre zarfında. timely adj. tam zamanında, tam ye-
it’s time … zamanı. rinde.
it’s high time tam zamanı. timid adj. korkak, cesaretsiz, kendine
just in time tam zamanında. güveni olmayan, utangaç, çekingen,
keep time doğru çalışmak, istenen sıkılgan.
zamanlarda bulunmak. timidity n. utangaçlık, çekingenlik,
keep good time (saat) doğru çalış- ürkeklik.
mak. timorous adj. ürkek, korkak, çekin-
keep up with the times zamana gen, kendine güveni olmayan.
ayak uydurmak. tin n. konserve, teneke kutu; kalay. v.
loose time zaman yitirmek. konserve yapmak; kutuyu kapatarak
many a time sık sık, birçok defa. korumak.
tinct 664 tittle

tinct abv. L. tinctura, alkol içindeki the tip of the iceberg büyük bir so-
çözelti anlamına kısaltma. runun/durumun açıkta olan kısmı,
tinctable adj. boyanabilir. buzdağının yüzeydeki kısmı.
tinction n. boya, boya preperatı; bo- tip off n. uyarı.
yama. tip toe n. parmak ucu. v. parmak ucu-
tinctorial adj. boyama veya renklen- na basarak yürümek.
dirme ile ilgili. tip-top mükemmel, en kaliteli.
tinctura n. pl. tincturae alkol içinde- tipple v. içkiye düşkün olmak.
ki çözelti, tentür. tipsy adj. çakırkeyif, hafif sarhoş.
tincture n. tentür. tirade n. uzun eleştirel konuşma.
tine n. ince, sivri uç; deri içine antijen tire v. bitkin düşürmek, bitirmek,
yerleştirmek üzre kullanılan alet. yormak; bıktırmak, usandırmak;
tinea n. saç, deri, veya tırnakların çekmek, bıkmak, yorulmak, usan-
keratin bileşiminde görülen bulaşıcı mak.
mantar enfeksiyonu; tinea. tire out v. bitmek, tükenmek, bitkin
tinfoil n. son derece ince kalay yap- düşürmek, bıktırmak, mecalsiz bı-
rağı, ince tabaka halindeki kalay. rakmak, yormak, usandırmak.
ting v. çınlamak. tired adj. yorgun, bitmiş, tükenmiş,
tinge v. renk vermek. usanmış.
tingibility n. boyanabilirlik. be tired of bıkmak, usanmak.
tingible adj. boyanabilir, boyanma tireless adj. yorulmak bilmez, yorul-
özelliği olan. maz, usanmaz.
tingle v. metalik ses çıkarmak, çınla- tiresome adj. yorucu, usandırıcı, sıkı-
mak, karıncalanmak, sızlamak, tit- cı, bıkkınlık verici.
remek, yanmak. n. çınlama, çıkarı- tiring adj. yorucu, yorgunluk verici,
lan metalik ses. yıpratıcı.
tingling n. şiddetli ağrı. tissue n. doku.
tinned adj. konservelenmiş. tissue paper hafif ince kağıt.
tinnitus n. kulakta duyulan uğultu, tissue of lies tamamen yalan.
kulak çınlaması, bu çınlamanın ver- tissular adj. dokuyla ilgili, dokuya
diği rahatsızlık. ait.
tint n. hafif renk, soluk renk. v. tissues n. kağıt mendil.
hafifce renklendirmek. tit n. meme, meme ucu; yumruk.
tiny adj. ufacık, minicik, küçücük, titan n. dev.
önemsiz; ucuz ve kötü yapılmış; te- titanic adj. dev gibi.
neke gibi. titchy adj. son derece küçük, minicik.
-tion suffix. ad yapım soneki. ör. titillate v. gıdıklamak.
provocation. title n. kitap, tablo veya oyuna verilen
tip n. sivri uç, uç, nokta, ince uçlu ad; başlık; unvan.
uzantı; bahşiş. v. hafifce itmek. titter v. aptal aptal gülmek, kıs kıs
on the tip of one's tongue hemen gülmek.
anımsanamayan, dilinin ucuna gelip titties n. göğüsler.
anımsanamayan. tittle n. zerre; nokta.
titubate 665 to

titubate v. sendelemek. girls. 15. oluşturma, teşkil etme,


tizzy n. gereksiz heyecan, telaş. meydana getirme bildirir: There are
to1 prep. 1. yön bildirir; -e doğru; ... 100TL to the pound. 16. uyum belir-
yönünde, ... yönüne, ... tarafına: the tir: Your suit isn't really to my
road to Elmadağ, a journey to Ala- liking. 17. (bir duyguya) neden ol-
cahöyük. 2. ... dan -e dek uzanan ma gösterir: To my great surprise,
yönde: The town lies approximately our team won! 18. (zaman) önce,
fifteen miles to the north of Ankara. var: It's 10(minutes) to five. Only
3. ...e, ...a: The burglar was sent to two weeks to our holiday. 19. ‘her’
prison for two years. 4. ...dek ula- anlamına gelir: My car does 20
şan, varan: The water came (right miles to the gallon. 20. ...in onuru-
up) to our knees. 5. durumunda, ko- na: a monument to the war victims.
numunda: Her mother sang the Let's drink to the health of our
baby to sleep. After a few difficult friendship. 21. (bir sayı) ...dan (bir
years the company is now on the sayı) ...a: She is 30 to 35. 22. karşı-
road to recovery. 6. ...ile birbirine laştırmalarda, bahiste kullanılır: It is
dönük konumda: The two lovers 200 to 1 he'll lose.
danced cheek to cheek. 7. yüz yüze: to2 adv. 1. kapalı bir konuma girmeyi
They sat face to face. 8. -e dek, gösterir. The wind blew the window
-değin; dahil: Count (from 5) to 25. I to .... 2. bilincini toplama, kendine
studied the chapter from beginning gelme anlamında kullanılır. She
to end. 9. dikkat çekmesi veya didn't come to for half an hour after
edinmesi için: Have you told all the she had fallen and hit her head.
news to Doğa? I want a bunch of to and fro adv. öne arkaya, bir ileri
flowers to my wife. Will they give bir geri, bir aşağı bir yukarı.
you a room to yourself? 10. ilişki, to3 (bazı modal yardımcı eylemler dı-
ilgi bildirir: What’s your answer to şında eylemin yalın kullanımı ve-
that question? My daughter is rir.) 1. bazı eylemlerden önce kulla-
always kind to animals. 11. -e, için, nılır: She wants to leave. He
ile ilgili: a key to the door. She got allowed us to go. She lived to be 80.
a job as secretary to a dentist. 12 2. what, who, when ...v.d. veya
ilgili, ilişkili, bağlantılı; karşılaştır- whether'den sonra kullanılır: we
malarda kullanılır: It is obvious that know where to go but we don't know
she is successful but she is nothing how to get there. She wondered
to what she could have been. whether or not to leave. 3. Adlardan
England beat France by two goals sonra kullanılır: An attempt to land.
to one. 13. bildiği, ilgilendiği kada- Some reasons to leave. 4. sıfatlar-
rıyla; -e, -a: The situation sounds dan sonra kullanılır: I am sorry to
rather suspicious to us. It cost £100, say.... A difficult thing to do. 5. bir
and to some people that is a lot of eylem hakkında söz ederken kulla-
money. 14. eklemede, toplamada nılır: To wear a warm coat would
kullanılır; ve: Add three to seven. In be safest. 6. amaç belirtir; -mek
addition to Tim, there are three için, -mak için: We left early to
toast 666 tonsillo

catch the plane. 7. too+adj (sı- tolerant adj. katlanan, hoş gören.
fat)+to-v kalıbında kullanılır, olum- intolerant adj. tahammül etmeyen,
suzluk belirtir: It is too cold to go katlanamayan, hoş görmeyen.
out. 8. adj (sıfat)+enough+to-v ka- tolerantly adv. hoş görerek.
lıbında kullanılır, olumlu anlam be- tolerate v. dayanmak, katlanmak, ta-
lirtir: It is cold enough to snow. 9. hammül etmek; hoş görmek. ör. In
söze girişlerde kullanılır: To be general, the anterior pituitary
honest, I haven't got any information tolerates ischemia reasonably well.
about it. To put it another way, do tolerize v. katlanmak.
you love her? 10. There -tome suffix. kesici alet, parça, kısım,
is/are+n+to-v kalıbında kullanılır: bölüm, kesim, tomografi, cerrahi,
There are plenty of things to eat. kesi, kesme anlamlarına sonek.
toast v. ekmek kızartmak; şerefe iç- tomentum, tomentum cerebri n. be-
mek. n. kızarmış ekmek; şerefe içme. yin korteksi ile beyin-omurilik ince
tobacco n. tütün. zarı arasından geçen son derece ince
tobacosis n. nikotin zehirlenmesi. kan damarları.
toco- prefix. doğum, çocuk doğurma tomography n. X ışınlarıyla beden
anlamlarına önek. parçalarını ince kesitler halinde gö-
tocology n. kadındoğum; gebelik ve rüntüleme, tomografi.
doğumu konu alan bilim dalı. -tomy suffix. kesme işlemi, cerrahi
tocophobia n. çocuk doğurmaya karşı anlamlarına sonek.
duyulan korku. tone n. ton, perde, nüans; tonüs; din-
toddle v. (çocuk) sıralayarak yürü- lenme halindeki kasın gerginliği;
mek. dokunun sıkılığı; tüm organların
toe n. ayak parmağı. normal işlevi.
toe-drop n. parmak inmesi nedeniyle tone sth down birşeyin şiddetini
parmakları hareket ettirememe. azaltma.
toenail n. ayak parmağı tırnağı. toneless adj. canlılık belirtisi göster-
together adv. beraber, birlikte, bir meyen, sıkıcı.
arada, bir araya. ör. In asphyxia tongue n. dil.
produced by occlusion of the tongue-swallowing n. boğulmaya
airway, acute hypercapnia and neden olan dil yutma.
hypoxia develop together. = Hava tonic adj. sağlıklı, güç verici; sürekli
yolunun tıkanmasıyla meydana ge- kasılma gösteren.
len aspikside, akut hiperkapni ve tonicity n. kas ve organların gerginliği.
hipoksi birlikte gelişir. tono- prefix. gerginlik, tonüs, bası,
toilet n. doğumdan sonra gebe hasta- baskı anlamlarına önek.
nın temizliği; ameliyat sonrası yara tonsil n. bademcik.
yüzeyinin temizlenmesi; diş hekim- tonsilar adj. bademcikle ilgili
liğinde, çürüğün temizlenmesi. tonsilitis n. bademcik yangısı.
tolerable adj. katlanılır, dayanılır. tonsillo- prefix. bademcik anlamına
tolerance n. hoş görme, katlanma. önek.
tonus 667 touch on/upon

tonus n. kas ve organların gerginliği. torpor n. uyuşukluk, tembellik.


too adv. pek çok, yeterinden fazla; torrefty v. kavurmak, hafifçe yak-
dahi, keza; -de, -da, hem de. mak, kavurarak nemini almak.
too ... to -mayacak kadar (olumsuzluk torsion n. dönme, kıvrılma, bükme,
belirtir). bükülme, büklüm.
tool n. alet, araç, gereç. torso n. gövde; bedenin kollar, bacak-
tooth n. pl. teeth diş. lar ve başın olmadığı bölümü; insan
toothache n. diş ağrısı. bedeni.
tooth-borne adj. diş kaynaklı. torticollis n. boyun kaslarının kasıl-
toothbrush n. diş fırçası. ması veya kısalması.
toothpaste n. diş macunu. tortipelvis n. pelvis eğriliği.
top n. tepe, üst, zirve, en yüksek nokta. tortoise n. kaplumbağa.
topless n. vücudun üst kısmı açık tortoise-shell n. kaplumbağa kabuğu.
(kadın), üstsüz. tortuous adj. eğrilip bükülmüş, do-
topmost adj. en üst, en üstte. lambaçlı.
on the top of that ayrıca, üstelik. torture v. işkence etmek. n. işkence.
tophaceous adj. kumlu. torulus n. pl. toruli küçük kabartı,
tophus n. pl. tophi tartar. papilla.
gouty tophus n. fibröz doku, kulak torus n. pl. tori kas kasılmasının ne-
kıkırdağı, dış kulak veya böbrekler- den olduğu yuvarlak şişlik.
de biriken ürik asit tortusu. toss v. atmak, fırlatmak. n. atma, fır-
topic n. konu; yazı, okuma veya tar- latma.
tışma konusu. total n. total, yekün.
topica n. kısmi dış kullanım ilaçları. in total topluca, toplam olarak. ör.
topical adj. konuya ilişkin; belli bir A large variety of organisms can
bölgeyle ilgili, lokal. infect the female genital tract and,
topistic adj. sinir sisteminde anato- in total, account for considerable
mik olarak tanımlanmış bir alanla suffering and morbidity.
ilgili. totally adj. tamamen, büsbütün.
topo-, top- prefixes. yer, bölge, alan, tote v. taşımak.
lokal anlamlarına önekler. totem n. aile amblemi, ongun, atasoy,
topology n. kişilik boyutlarını incele- totem.
yen bilim dalı. totter v. sallanmak, titremek.
toric adj. kabartıyla ilgili, şişlikle il- touch v. dokunmak, değmek. n. do-
gili. kunma, değme, temas; dicital mua-
torment v. işkence etmek. yene.
torniquet n. kanamayı kontrolde kul- a tocuh of fever hafif sıtma nöbeti.
lanılan band. get in touch with bağlantı kurmak.
torose, torous adj. şiş, şişmiş, kaba- lose touch with bağlantıyı kopar-
rık. mak.
torpid adj. tembel, uyuşuk, yavaş dü- touch down (uçak) karaya inmek.
şünen, yavaş davranan, devinimsiz. touch on/upon kısaca konuşmak; de-
torpidity n. uyuşukluk, tembellik. ğinmek.
touch sb for sth 668 tracing

touch sb for sth birisini para vermeye toxic adj. zehirli. ör. A toxic
ikna etmek. condition results from taking too
touch sb/sth up ufak değişiklerle ge- many drugs.
liştirmek; birisine cinsel olarak uy- toxicity n. zehirlilik. ör. The site of
gunsuz bir biçimde dokunmak. toxicity is frequently the site where
touch sth off v. başla(t)mak; neden metabolism or excretion of toxic
olmak; patlatmak. metabolites occur.
touch on v. belirtmek, konuşmak, uğ- toxin n. zehir.
raşmak. toxicant adj. zehirli. n. zehir.
touch-and-go adj. riskli; sonucu be- toxicoid adj. zehir etkisi gösteren;
lirsiz. geçici olarak zehirleyici.
touched adj. iyilik bilen; minnettar toxicosis n. zehir kökenli herhangi bir
olan; hafif çatlak; kaçık. sayrılık; sistemik zehirleyen (et-
touching adj. acıma, sempati; iç par- ken).
çalayıcı; dokunaklı, duygulandırıcı. toxiferous adj. zehirleyici, zehirli.
touchstone n. ölçüt. toxinosis n. zehir etkisiyle ortaya çı-
tough adj. sert, güç, çetin, dayanıklı; kan bir semptom veya sayrılık.
inatçı, zorlu. toxoid n. zehirleme gücü kimyasal iş-
toughen v. sertleştirmek, sertleşmek. lemle giderilmiş fakat antigenite
toughness n. sertlik, dayanıklılık, özelliğini koruyan toksin, toksoid.
sağlamlık. toxipathy n. zehirlenmeden kaynak-
tour v. gezmek, dolaşmak. n. gezinti, lanan sayrılık.
dolaşma. toy n. oyuncak.
on a tour turda, seyahatte. trabecula n. pl. trabeculae bölmecik,
tourniquet n. kanamayı durdurmak küçük süngerimsi kemik maddesi;
için kol veya bacağı sımsıkı sarma- iki veya daha fazla göze genişliğin-
da kullanılan araç, turnike. de kanserli doku bandı; trabekül.
tousle v. dağıtmak, karıştırmak. trace v. araştırmak, incelemek, izle-
tow v. çekmek. mek, izinden gitmek. n. iz, eser, be-
tow away v. çekerek uzaklaştırmak. lirti.
towards prep. –e doğru, yönünde; için. traceble adj. izlenebilir.
towel n. havlu. trachea n. pl. trachea soluk borusu,
tox-, toxi-, toxico-, toxo- prefixes. trake.
zehir, ağı, toksin anlamlarına önek- trachelo-, trachel- prefixes. boyun
ler. anlamına önekler.
toxanemia n. kan zehirlenmesinden tracheo-, trache- prefixes. soluk bo-
kaynaklanan anemi. rusu anlamına önekler.
toxemia n. sistemdeki organizmalar- trachitis n. soluk borusu yangısı.
dan emilen zehirlenmelere bağlı bir trachoma n. trahom.
sayrılık; kan zehirlenmesi. tracing n. elekreiksel veya mekanik
toxemic adj. kan zehirlenmesine bağlı. kardiovaskular olayları gösteren
toxenzyme n. zehirli bir enzim. grafik gösterge.
track 669 transducer

track n. bir amaca hizmet eden organ kan basıncı düzeyi çoklu genetik,
dizgesi; iz, yol, patika, geçit, hat. v. çevresel ve nüfus faktörlerinin kar-
izlemek, -e gitmek. şılıklı ilişkisiyle saptanan karmaşık
track down v. avlamak, ele geçirmek, bir özelliktir.
izlemek, keşfetmek, yakalamak. trample v. ezmek; ayak altında çiğ-
tract n. sistem, dizge, aygıt, cihaz. ör. nemek.
The digestive tract is a continuous tramp v. yürümek.
tube from the mouth to the anus. trance n. kendinden geçme, etrafta
traction n. çekme, çekilme; kol veya olup biteni farkedemeyecek kadar
bacağa uygulanan çekme gücü. dalma, trans, geçki.
tractor n. bir organ veya yapı üzerin- tranquil adj. sakin, sessiz, dingin,
de çekme gücü oluşturan alet. durgun.
tractotomy n. beyinkökünde veya tranquilize v. (ilaçlarla) yatıştırmak,
omur ilikte sinir hattının çıkarılması. durgunlaştırmak, sakinleştirmek.
tractus n. yol, iz, demet, kordon, şerit. tranquilizer n. yatıştırıcı, sakinleşti-
tradition n. gelenek, görenek. rici ilaç.
traditional adj. geleneksel. trans- prefix. öte, ötesinde; arasında
traditionally adv. geleneksel olarak. anlamlarına önek. ör. transpolar
traffic n. araç gidiş gelişi, araç seyri, kutup ötesinde bulunan. transatlantic
trafik. atlantiğin öbür kıyısında bulunan.
traficking adj. ilerleyen. transact v. yapmak, yapıp bitirmek,
tragus n. pl. tragi dış kulak yolu boş- görmek.
luğu önünde oluşan dile benzer transaction n.iki veya daha fazla ki-
uzantı, tragus. şinin karşılaşmasından kaynaklanan
trail n. iz, eser. v. izlemek, arkasın- etkileşim, karşılıklı etkileşim; iş
dan gitmek, sürüklenmek. yapma, yönetme.
transaudient adj. ses dalgalarını ge-
train v. eğitmek, öğretmek, yetiştirmek.
çiren.
trained adj, eğitim almış, yetiştirilmiş.
transcend v. (bir sınırı) aşmak, geç-
trained nurse n. diplomalı/yetişmiş
mek.
hastabakıcı.
transcontinental kıtayı geçen.
trainee n. öğrenci, stajyer.
transcription n. bir DNA molekülü
trainer n. yetiştirici, eğitmen.
tarafından mesajcı RNA molekülü
trainers n. pl. spor ayakkabıları.
üretimi. ör. During transcription,
training n. yetiştirme, eğitim; rehber-
one strand of the DNA molecule
lik, öğretim; talim, idman, hazırlık produces a single-stranded
çalışması. messenger RNA molecule.
trait n. özellik. ör. The blood pressure transduce v. viral enfeksiyonla hüc-
level in any individual is a complex reden hücreye genetik materyal ta-
trait that is determined by the şınmasını etkilemek.
interaction of multiple genetic, transducer n. enerjiyi bir formdan
environmental, and demographic diğerine dönüştürmek üzere tasar-
factors. = Herhangi bir bireydeki lanmış alet, transduser.
transduction 670 translucency

transduction n. viral enfeksiyonla transcience n. kısa sürelilik, geçici-


hücreden hücreye genetik materyal lik.
taşıma; bakterilerde genetik kombi- transient adj. kısa süren, kısa ömür-
nasyon biçimi; enerjiyi bir biçimden lü, kalıcı olmayan, çabuk geçen, ge-
diğerine dönüştürme. çici. ör. Usually small emboli
transection n. çapraz kesi, enine kesi. induce only transient chest pain and
ör. Transection of the spinal cord cough or possibly pulmonary
results in loss of nerve function. hemorrhages without infraction in
transfection n. bir gen taşıma yöntemi. persons with a normal cardiovascular
transfer v. taşımak, bir başka yere ta- system. = Genellikle, küçük emboliler
şımak. n. aktarma, taşıma, geçirme. kardiovasküler sistemi normal olan
transference n. taşıma, bir nesneyi kişilerde sadece geçici göğüs ağrısı
bir yerdan başka bir yere taşıma. ve öksürük veya olasılıkla enfarktüs
transfix v. keskin bir aletle parçala- görülmeyen pulmoner kanamaya
mak. neden olur.
transform v. şekil, görünüm veya transit n. düzgeçiş.
doğasını tamamen değiştirmek, dö- transition n. geçiş, bir durumdan di-
nüştürmek, çevirmek. ğer bir duruma geçiş.
transformation n. değiştirme, dönüş- transitional adj. geçici, değişken.
türme. ör. Genetic transformations transitive adj. geçişli.
in bacteria produce new strains of transitoriness n. kısa sürelilik, geçi-
bacteria cilik.
transfuse v. vericiden alıcıya kan ak- transitory n. geçici.
tarmak, insandan insana kan nak- translate v. çevirmek.
letmek, hastaya kan vermek; bir translation n. çeviri, bir formdan di-
kaptan başka bir kaba boşaltmak, ğerine dönüşüm; mesajcı RNA mo-
aktarmak delini izleyerek protein molekülü
transfusion n. bir kişiden diğerine üretimi. ör. The process of translation
kan verme, bir kan damarı içine kan occurs on the ribosomes.
veya başka bir sıvı aktarma. ör. translocation n. kromozom üzerin-
Blood transfussions replace blood deki genetik materyalin yer değiş-
lost during an accident or an tirmesi, bir kromozom segmentinin
operation. homolog olmayan bir kromozoma
transgene n. yumurtaya yeni sokul- tutunması, translokasyon. ör.
muş gen. Translocation produces partial
transgenesis n. yumurtaya yabancı- aneuploidy.
tür DNA sokulmasını gerektiren reciprocal translocation n. karşılıklı
üreme. kromozom alışverişi, kromozom
transgress v. sınırı dışına çıkmak, sı- değişimi. ör. Reciprocal
nırını aşmak, tecavüz etmek. translocations produce new linkage
transgression n. çiğneme, dinleme- groups.
me, tecavüz etme. translucency n. geçirgenlik.
translucent 671 trash

translucent adj. ışık geçiren, yarı ge- ma, nakil; kendinden geçirme, coş-
çirgen. turma.
transmembrane adv. zar içinden, zar transportation n. taşıma, nakil; taşı-
arasından. ma aracı.
transmissible adj. kişiden kişiye ge- transporter n. taşıyıcı; aktif taşımayı
çirilebilen. gerçekleştiren protein kompleksi.
transmission n. ulaştırma, geçirme, transpose v. bir organ veya dokuyu
nakletme, taşıma. ör. Transmission bir başkasının yerine aktarmak; dü-
of communicable diseases can be zenini veya konumunu değiştirmek.
direct or indirect. // The transmission transposition n bir yerden diğerine
of inherited characteristics from taşıma, nakletme; vücut içinde yan-
parent to offspring is studied in lış yerde bulunma; genom içinde
genetics. yeni bir alana hareket etme.
transmit v. aktarmak, iletmek geçir- transsection n. çapraz kesi.
mek, göndermek, yaymak. ör. transsegmental adj. segment içinden,
Rabies is transmitted to humans by segment aracılığıyla.
the bite of a rabid animal, usually a transsexual n. cerrahi yollarla cinsi-
dog, although various wild animal yet değiştirmiş kişi.
populations form natural reservoirs. transude v. sızmak, terlemek.
transmural adj. vücut, kist veya her- transudation n. terleme, sızma.
hangi bir içi boş yapı duvarı yoluyla transverse adj. enine, enlemesine,
olan. çaprazlama. ör. The tube-within-a-
transmutation n. değişiklik, değişim, tube body plane is clearly seen in a
dönüşüm, transmutasyon. transverse section through the ab-
transparency n. saydamlık, geçirgen- domen of an earthworm.
lik. transversely adv. çarprazlamasına,
transparent adj. geçirgen, saydam. enine.
transpiration n. sızma, sızdırma, ter- transvestism n. karşıt cinsin giysile-
leme, vücuttan deri yoluyla ter veya
rini giyme isteği.
gaz atma/çıkarma. ör. The skin acts
transvestite n. karşı cinsin giysilerini
as an organ of excretion through
giymekten tatmin olan kimse,
the process of transpiration.
transvest.
transpire v. sızmak, sızdırmak, bı-
trap n. kapan, tuzak. v. yakalamak,
rakmak, çıkarmak, driden ter sız-
tuzağa düşürmek, kapana kıstırmak,
dırmak.
tutmak.
transplant v. yerini değiştirmek; bir
dokuyu/organı başka bir alana taşı- set a trap tuzak kurmak.
mak. trapezium, trapezia, n. pl.trapezium
transplantation n. nakil, organ nakli. yamuk.
transport v. biyolojik sistemlerde bi- trapezoid adj. yamuğa benzeyen
yokimyasal maddeleri taşımak, nak- trash v. zarar vermek, hasar vermek,
letmek, kendinden geçirmek, coş- kirletmek. n. düşük kaliteli, düşük
turmak, başını döndürmek. n. taşı- değerli.
trauma 672 trichology

trauma n. pl. traumata, traumas ani trembling n. titreme.


şok veya kötü bir darbe ile beyne tremendous adj. çok büyük, müthiş,
verilen hasar, yara, travma, yara, dehşetli.
yaralanma. tremor n. titreme.
traumatic adj. ağrı verici, yaralayıcı, tremulous adj. titreme verici, titre-
yıkıcı derin ve unutulmayan şoka yen, titrek, sinirden titreyen
uğrayan. trench n. hendek, çukur.
traumatize v. yaralamak, şoka uğ- trench mouth n. organizmaların ne-
ratmak, yaralanmaya neden olmak. den olduğu ağız enfeksiyonu.
traumato-, traumat-, traum- prefixes. trend n. eğilim, yatkınlık; yön, gidiş.
yara, yaralanma anlamlarına önekler. trendy adj. çabuk etkilenen.
travail v. çok sıkı çalışmak, zahmet trepan v. (bir ameliyata hazırlık için
çekmek; doğum ağrıları çekmek. n. kafatasından) yuvarlak bir parça
zahmet, sıkıntı, doğum ağrısı. kemiği keserek çıkarmak.
travel v. seyahat etmek, yolculuk et- trephine v. bir parça kemiği keserek
mek. n. yolculuk, seyahat. çıkarmak. n. bir kemiği çıkarmada
traverse v. karşıya geçmek, bir yan- kullanılan alet, testere.
dan bir yana geçmek, katetmek. trepidation n. korku; çekinme; endişe.
tray n. tepsi, tabla. tresis n. delinme.
treacle n. şeker pekmezi, molas. tri- prefix. üç anlamına önek. ör.
tread v. yere basmak, ayağını yere trioxide üçlü, üç.
basmak; çiğnemek, üstüne basmak; triad n. üçlü, üçgen, üçlü topluluk.
üzerinde yürümek. triage n. sağaltım istemlerine yatkın-
treat v. bakmak, sağaltmak, tedavi lıklarını ölçmek amacıyla hastaların
etmek; davranmak; ele almak, işle- tıbbi taranması.
mek; idare etmek; hesaba katmak, trial n. deneme, deney.
hesabı ödemek. ör. Chronic trial and error deneme/sınama ya-
bacterial prostatitis is difficult to nılma.
diagnose and treat. triangle n. üçgen.
treatable adj. sağaltılabilir, tedavi triangular adj. üçgene benzer.
edilebilir. tribe n. kabile; aşiret.
treated adj. sağaltılmış, bakımı ya- tribology n. biyolojik sistemlerde
pılmış; işlenmiş. sürtünme ve etkilerini konu alan bi-
untreated adj. tedavi edilmemiş. lim dalı, triboloji.
treatment n. bakım, tedavi, sağaltım. tribulation n. sorun, üzüntü, keder,
trema n. foramen; vulva. acı.
treatise n. belirli bir konuyu içeren -trichia suffix. saç anlamına sonek.
kitap, kitapçık veya belge. tricho-, trich-, trichi- prefixes. saç,
treaty n. antlaşma. tüy veya tüyümsü yapılar anlamla-
tremble v. titremek; büyük korku rına önekler. ör. trichopteran saç.
duymak, dehşete düşmek. trichoid adj. saça benzeyen, saç gibi.
trembles n. sığır, köpek, keçi, tavşan, trichology n. saç büyümesi hastalığı-
koyun zehirlenmesi. nın araştırılması ve sağaltımı.
tricipital 673 trophic

tricipital adj. üç başlı. triplet n. üçüz; üçüzlerden her biri;


trick n. hile; şeytanlık; el çabukluğu. üçlü, üç birimden oluşan; DNA ve-
trickle v. damlamak, sızmak. ya RNA’da üç nükleotit serisi. ör.
tricorn n. beynin iki ventrikülünden The triplet in DNA or RNA codes
biri. for a specific amino acid.
tricornute adj. üç bonuzlu. tris- prefix. üç bileşenden oluşan an-
tricrotic adj. üçlü-vurumlu, nabız lamına kimyasal önek.
atımında üç dalga ile belirgin. trisect v. üçe bölmek.
tricuspid, tricuspidal, tricuspidate trismic adj. çene kasılmasıyla ilgili.
adj. üç yapracıklı, üç noktalı. trismoid adj. çene kasılmasına ben-
tridymus n. üçüz çocuklardan biri, zeyen.
üçüz. trismus n. çene kaslarının kasılması.
tridigitate adj. üç parmaklı. trisomy n. üç homolog kromosom
triennial adj. üç yılda bir olan. bulunması. ör. Trisomy 21 results in
trifid adj. üçe bölünmüş. Down’s syndrome.
trifocal adj. üç odaklı. tristimania n. melankoli.
trifle n. önemsiz; bir dereceye kadar. trite adj. bayat.
n. gerekli saygı veya ciddiyeti gös- triticeous adj. buğday tanesine ben-
termeyerek davranmak. zeyen, buğday tanesi şeklinde.
triffling adj. önemsiz. triumph n. başarı, zafer. v. zafer ka-
trigger v. başlatmak, tetiklemek. zanmak.
trigonum n. pl. trigona üçgene ben- trivalent adj. üç bileşen gücünde.
zer herhangi bir alan. trivia n. önemsiz, gereksiz, gereksiz
trihybrid n. üç mendelci karakterde malzeme, önemsiz ayrıntılar.
farklılık gösteren anne-babanın yav- trivial adj. önemsiz, önemsiz derece-
rusu. de, küçük, ufak.
trilobate adj. üç lobu olan, üç loblu. triviality n. önemsiz şey, ayrıntı, de-
trim v. ayarlamak, düzeltmek. ğeri bulunmama, önemsizlik.
trimester n. üç aylık dönem. trivialize n. önemsiz gibi davranmak,
trinity n. üç, üçlü, üçlü grup, üçlü önemini azaltmak.
küme. trocar n. bir boşluktan sıvı çekmek
triorchid adj. üç testisi olan. için kullanılan araç.
trip v. sürçmek; hataya neden olmak; trochlea n. pl. trochleae makara gibi
çalıştırmak; seyahate çıkmak. n. se- işlev gören bir yapı; bir kemiğin
yahat; düşme, sürçme. üzerinde kayabildiği düz kemik yü-
trip over ayağı takılıp sendelemek. zeyi.
trip up çelme atmak, ayağını çelmek. trollop n. çok dağınık (kadın veya
tripara n. üç çocuğu olan (kadın). kız); ahlaksız.
tripartite adj. üç parçalı. trona n. sodyum karbonat.
triple v. üç kez artmak, üç katına -trophic suffix. beslenme anlamına
çıkmak. sonek.
triplegia n. üç extrimitenin felce uğ- trophic adj. beslenme ile ilgili; bes-
raması. leyici.
trophicity 674 tuber

trophicity n. beslenme etkisi, bes- truncal adj. gövde ile ilgili.


lenmeyle ilgili bir durum. truncus n. pl. trunci gövde.
tropho-, troph- prefixes. beslenme, trunk n. gövde; fil burnu.
gıda anlamlarına önekler. truncus n. gövde.
trophology n. beslenme bilimi. trust n. güven. v. güvenmek.
trophonosis n. beslenme hastalığı. entrust v. güvenmek, emanet etmek.
trouble v. rahatsız etmek, sıkıntı trustful adj. başkalarına çabuk güve-
vermek, zahmet vermek, başını der- nen.
de sokmak. n. sıkıntı, üzüntü, dert, trustworthy adj. güvene değer, gü-
zahmet; rahatsızlık, bozukluk, has- venilir.
talık, kusur, sayrılık, şikayet. untrustworthy adj. güvenilmez.
get into trouble başı belaya girmek. trusty adj. güvenilir, dürüst.
have trouble with ile başı derde try v. araştırmsak, denemek, uğraş-
girmek. mak, çabalamak, çaba göstermek;
save trouble zahmetten kurtulmak. incelemek; sınamak. n. deneme, de-
take trouble özen göstermek. ney, çaba, gayret, girişim.
trouble spot n. sorun yaratıcı konu. try for sth / try out for sth kazanma-
troublemaker n. sorun yaratan kişi. ya çalışmak; denemek; yarışmak.
troublesome adj. zahmetli, sıkıntılı, try it on yapay davranış göstermek.
üzüntülü, rahatsız edici. try on v. denemek, test etmek.
troublous adj. rahatsızlık verici, so- try on a suit bir giysiyi prova etmek.
run yaratıcı. try one's best elinden gelen en iyi
trough n. uzun, dar, yüzeysel kanal. şeyi yapmak, elinden geldiği kadar
truck n. kamyon. uğraşmak.
truculence n. haşinlik, gaddarlık, try one's hand at ilk denemeyi yap-
vahşilik. mak, ilk girişimde bulunmak.
trudge v. zorlukla yürümek. n. uzun, try out v. denemek, sınamak; soruş-
zor yürüyüş. turmak.
true adj. gerçek, doğru, sahi, asıl; try-out deneme.
tam. try sth out denemek, denemek üzere
to be true doğru olmak. kullanmak.
truehearted adj. sadık, güvenilir. trying adj. zor, endişe verici, rahatsız
truelove n. sevgili. edici, yorucu, zorlayıcı.
truly adv. gerçekten, doğru olarak, tuba n. pl. tubae tüp, boru.
doğrulukla. tubal adj. boru ile ilgili, tüp.
truth n. doğruluk, gerçeklik. tubby adj. kısa boylu ve şişman.
truthful adj. gerçeğe uygun, gerçeği tube n. boru, tüp.
söyler. tubilate adj. tüpe benzer, tüp gibi;
truthfully adv. gerçekten, doğru ola- tüpü olan.
rak, gerçeğe uygun olarak. tubular adj. tüple ilgili, tüpü olan,
yours truly mektupların bitiş deyi- tüpe benzer, boru şeklinde.
mi, "saygılarımla" anlamına gelir. tuber n. genişleme; yumru, şiş, şişlik.
tubercle 675 turn

tubercle n. patolojik olmayan yumru, mesangisl cells lying between the


küçük yumru kök, şişlik, küçük capillaries.
tümsek, düğüm. tug v. asılmak, şiddetle çekmek, zorla
tubercular, tuberculated adj. yum- çekip götürmek; çabalamak. n.
rularla kaplı; yumrularla karakterize. çekme, çekip alma.
tuberculation n. kısmen nodüller ha- tumefacient adj. şişmeye neden olan,
linde dizilmiş. şişme eğilimi olan.
tuberculo-, tubercul- prefixes. yum- tumefaction n. yumru, şiş, şişlik,
ru, düğüm; verem, tüberküloz an- şişme.
lamlarına önekler. tumefy v. şişmek, şişmeye neden ol-
tuberculosis n. verem, tüberküloz. mak.
tuberculous adj. verem sayrılığı tumesence n. şişlik.
olan, veremli. tumid adj. şişmiş, şiş.
tuberculum n. pl. tubercula düğüm, tummy n. mide.
tümör, ur, şişlik. tumour, tumor n. tümör, ur, şiş; ka-
tuberiferous adj. yumrulu, yumru barıklık.
köklü. tumoral adj. urla ilgili, tümörle bağ-
tuberose adj. yumrulu, yumru kökü lantılı.
olan. tumultous adj. gürültülü ve düzensiz.
tuberositas adj. yumrularla dolu, tune up v. akort etmek, ayarlamak.
yumrularla kaplı. tunic n. astar, zar, kaplama, örtü.
tuberosity n. kemik yüzeyinde yuvar- tunica n. pl. tunicae zar, astar, örtü.
lak kabartı, yumru. tunnel n. iki ucu açık, uzun geçit, tü-
tuberous adj. düğümlü, yumrulu, nel.
nodüler. turbid adj. çamurlu, bulanık; geçir-
tubo- prefix. boru, tüp, tüpe benzeyen gen olmayan (sıvı).
anlamlarına önek. turbidity n. bulanıklık.
tuboovarian adj. üterin boşluğuyla turbinated adj. tomar şeklinde.
ilgili, yumurtalıkla ilgili. turbulance n. kargaşa, karışıklık.
tubular adj. tüp, küçük tüp biçimin- turbulent adj. karışık, dalgalı.
de, tüple ilgili. turgescence n. şişme, kabarma.
tubule n. küçük tüp. turgescent adj. şişlik, şişmiş.
tubulus n. pl. tubuli küçük tüp, tüp- turgid adj. (bir sıvı veya iç basınçla)
çük. şişmiş.
tubus n. pl. tubi tüp, kanal. turgor n. şişme, şişlik; doluluk.
-tude suffix. ad yapım soneki. ör. turkey n. hindi.
disquietude, desuetude. turmoil n. karışıklık, heyecan.
tuck v. katlamak, sokmak, sıkıştır- turn v. dönmek, devretmek, döndür-
mak. mek, çevirmek. n. dönüş, devir, sı-
tuft n. demet, deste, küme, dal, kol, ra; eğilim.
sorguç; perçem. ör. The entire at every turn her yerde.
glomerular tuft is supported by by turns sırayla, arka arkaya.
turn around 676 tussiculation

out of turn uygun sırada olmayan, turn out dönmek, dönüşmek.


uygun dizilişte bulunmayan. turn sb out gödermek; ayrılmaya zor-
take turns uygun olmayan bir tarz- lamak; bir toplumsal olay için top-
da rol almak veya yapmak. lanmak.
to a turn derecesini yükseltmek. turn sb/sth over dikkatli düşünmek;
turn around devretmek, dönmek, her yönü ile ele almak; iş yapmak,
yön değiştirmek. alışveriş yapmak: teslim olmak; ra-
turn away v. ayrılmak, boşaltmak, hatsız etmek.
atmak, çıkarmak. turn sb/sth up hızını, sesini, gücünü
turn back v. geri püskürtmek, geri yükseltmek; varmak; taklit etmek;
sürmek, geriye döndürmek. meydana gelmek; arayıp bulmak;
turn down v. azaltmak, düşürmek, katlayıp kısaltmak.
indirgemek; hız, yoğunluk veya turn sth off akışını durdurmak; ka-
akıntıyı durdurmak; reddetmek, yad patmak; radyo, v.b.’lerini kapatmak.
saymak, yadsımak. turn sth out çalışmasını durdurmak;
turn in v. girmek, içeriye dönmek; üretmek; boşaltmak, temizlemek.
geri (sahibine) vermek; kazanmak; turn tail kaçmak.
üretmek; elden vermek, teslim etmek; turn to çalışmaya başlamak, baş
teslim olmak; çekilmek, yatmak. vurmak; yardıma gitmek; istemek,
turn into v. çevirmek, çevrilmek, dö- yardım ummak; bir kitaba bakmak.
nüştürmek. turn upon sb beklenmeden ve büyük
turn off v. bırakmak, kapatmak, sür- bir şans olarak olmak; meydana
dürmek, tehir etmek; ana yoldan ay- gelmek.
rılıp ara yola sapmak. turn up v. ortaya çıkmak; döndür-
turn on çalışmaya, devinime veya mek.
akmaya başlamak; açmak; bağlı turnabout geriye dönüş, geri dönüş.
olmak; uyarmak.
turning point dönüm noktası.
turn on sth bağlı olmak.
well/badly turned out iyi/kötü gi-
turn on/upon sb birisine aniden ve
yinmiş.
uyarmadan saldırmak.
turnover n. belli bir süre içinde iş-
turn out çıkmak; giyinmek; olmak;
lenmiş veya metabolize olmuş ma-
üretmek.
teryal; devrilme.
turn sb against sb karşı olmak; düş-
turunda n. pl. turundae cerrahi bez,
man olmak.
sargı, tampon.
turn sb away girmesine izin verme-
mek; geri çevirmek; yardım veya tusk n. üst köpek dişi; büyük diş, ileri
destek vermemek; yakınlık göster- fırlamış diş.
memek. tussal adj. öksürükle ilgili.
turn sb off ilgisini yitirmek; birisin- tussicular adj. öksürükle ilgili.
den nefret etmek. tussiculation n. kaba öksürük.
turn sb on çok güçlü cinsel ilgi tussis n. öksürük.
uyandırmak; uyuşturucu almaya tussiculation n. kuru kuru öksürme,
yöneltmek. kuru öksürük.
tussigenic 677 type

tussigenic adj. öksürtücü, öksürük twirl v. çabucak döndürmek, kıvrıl-


yapıcı. mak. n. ani dönüş, kıvrılma.
tussis n. öksürük. twist v. eğmek, eğilmek, bükmek,
tussive adj. öksürükle ilgili. bükülmek, burmak, burulmak, çe-
tussle v. mücadele etmek. virmek, kıvırmak. n. bükme, bü-
tutamen n. koruma, koruyucu yapı. külme, eğme, burma.
tutor v. öğretmek, ders vermek. n. twit v. azarlamak.
özel öğretmen. twitch v. seğirmek. n. seğirme.
twaddle n. aptalca konuşma, saçma twitter v. heyecandan titremek, cıvıl-
söz, saçmalama. v. aptalca konuş- damak. n. yürek çarpıntısı; cıvıltı.
mak, saçmalamak. two adj. & n. iki.
twain n. iki, çift; ikiz. in two iki parçaya, ikiye.
twee adj. yeterinden çok ince, çok in twos, two by two ikişer ikişer,
güzel. ikili kümeler halinde.
tweet v. cıvıldamak. one or two birkaç, bir iki.
tweeze v. tutup çıkarmak, yolmak. two-faced adj. iki yüzlü.
tweezers n. cımbız. two-fisted adj. güçlü, kuvvetli.
twice adv. iki kez, iki defa, iki kere, two-handed adj. iki kişi tarafından
iki misli, iki katı. kullanılan.
twice as much iki katı, iki misli. twopenny adj. değersiz, iki penilik.
twiddle v. döndürmek, döndürerek two-play adj. iki kat, iki katlı.
oynamak; çene çalmak. twosome n. iki kişi, çift. adj. iki ki-
twiddle one's thumbs zaman öldür- şiyle yapılan.
mek, boşa zaman geçirmek. -ty suffix. ad yapım soneki. ör.
twig n. ince dal, sürgün, küçük arter. certainty.
twilight n. tan, alacakaranlık. tyke n. küçük çocuk; köpek.
twin n. pl. twins n. ikiz, ikizler. ör. tylectomy n. doku yumrusunun kesi-
Twin births are less common than lerek alınması.
single twins in the human. // Twin tylosis n. pl. tyloses yeni kemik do-
pregnancies arise from fertilization kusu oluşumu.
of two ova (dizygotic) or from tympano-, tympan-, tympani-
division of one fertilized ovum prefixes. kulak boşluğu anlamına
(monosygotic). önekler.
twine n. kalın sicim; kıvrım, büküm. tympanum n. pl. tympana,
n. bükmak, sarmak, dolamak, çe- tympanums kulak davulu.
virmek, çevrelemek. tympanic membrane n. kulak zarı.
twinge n. ani ağrı, keskin ağrı, ani type n. tür, çeşit, tip, sınıflandırma;
atak. örnek, numune, model; simge. v.
twining n. ikizlik, ikiz doğum. kan grubu veya bakteriel kültürü
twink n. eşcinsel, kadınsı erkek. olarak belirlemek/sınıflandırmak;
twinkle v. parlamak, parıldamak, ışıl- bir sayrılığın ayırt edici özelliklerini
damak; göz kırpmak n. parlama. gruplandırmak, türünü belirlemek;
twinkling n. bir an, kısa bir süre. yazı makinesiyle yazmak.
typhinia 678 tzetze

typhinia n. ateşin neden olduğu uyku typing n. kan tipine göre sınıflandır-
hali, uyuşukluk. ma; kan tiplemesi.
typewriter n. yazı makinesi, daktilo. typus n. tür, çeşit, tip.
typhlo-, typhl- prefixes. körbağırsak, tyran n. zalim, gaddar, tiran.
çekum; körlük anlamlarına önekler. tyrannic, tyranical adj. gaddarca, za-
typhlon n. kör bağırsak, çekum. limce; gaddar, zalim.
typhlosis n. körlük. tyranise v. ezmek, zulmetmek.
typho- prefix. tifüz, tüfüse benzeyen; tyranism n. gaddarlık, zalimlik.
tifo anlamlarına önek. tyranny n. gaddarlık, zorbalık, zu-
typhoid adj. tüfüse benzeyen, ateşten lüm; zorbalık iktidarı, zulüm yöne-
kaynaklanan uyuşukluk özelliği timi.
gösteren; tifoya benzeyen. n. tifo. tyrant n. despot, zorba hükümdar.
typhoid fever n. tifo, tifo basilinin tyre, tire n. tekerlek, otomobil, bisik-
neden olduğu bulaşıcı ve ateşli say- let lastiği.
rılık. tyremesis n. yenidoğan kusmuğu.
typhoidal adj. tifo ile ilgili, tifoya tyro n. deneyimsiz (kişi).
benzeyen. tyrogenous adj. peynirden kaynakla-
typhus n. tifüs. nan, peynir kökenli.
typhous adj. tifüsle ilgili. tyroid adj. peynirimsi, kazeöz.
typhogenic adj. tifüs yapan. tyroma n. peynirimsi ur.
typlosis n. körlük. tyrosis n. yenidoğan kusmuğu; yu-
typical adj. türe uygun, tipik, örneğe muşama, peynir görünümü alma.
uyar, tipe özgü. tzetze n. çeçe sineği.
typically adv. belirgin olarak.
typify v. bir türün belirgin örneği ol-
mak, simgesi olmak, temsil etmek,
simgelemek.
U,u

U uranium uranyum simgesi. hematemesis are sometimes evoked


U. abv. unit birim anlamına kısaltma. by esophagel disease, particularly
S internal energy, içsel enerji simgesi. by lesions associated with
UA abv. urinalysis ürinaliz anlamına inflammation or ulceration of the
kısaltma. esophagel mucosa.
UARS abv. üst solunum yolları di- ulcerative adj. ülserleşme, yaralaş-
renç sendromu anlamına kısaltma. ma, ülser yapıcı, ülserleştirici.
uber- prefix. en yüksek, en büyük, en ulcerogenic adv. yara yapan, ülser-
uç anlamlarına önek. leştiren.
ubiety n. belli bir yerde bulunma. ulcus n. pl. ulcera ülser, yara.
ubiquitous adj. aynı anda her yerde -ule küçüklük belirten sonek. ör.
bulunan. ör. H. influenzae is an disseminule, valvule.
ubiquitous colonizer of the pharynx, ulectomy n. diş etinin cerrahi müda-
where it exists in two forms – hale ile alınması; skar dokusunun
encapsulated (5%) and alınması.
unencapsulated (95%). -ulence, -ulent suffixes. çokluk, bol-
ubiquitously adv. her yerde bulunur luk anlamlarına sonekler. ör.
şekilde. flatulence midede fazla gaz birik-
ubiquitousness n. her yerde bulunma. mesi. flatulent.
-uble suffix. yapabilme anlamına so- ulna n. pl. ulnea ön kol kemiği, dir-
nek. ör. dissoluble adj. çözülebilir, sek kemiği, ulna.
çözülebilen. ulnad adv. ön kol kemiği doğrultu-
udder n. dişi koyun, keçi, inek, sunda, ulnaya doğru.
v.b.'nin memesi; hayvan memesi, ulnar adj. ön kol kemiği ile ilgili.
meme. ulnen adj. diğer yapılardan ayrı ola-
uddered adj. memeli. rak yalnızca ön kemiği ile ilgili.
ugh interj. hoşnutsuzluk ifadesi. ulo-, ule- prefixes. yara, skar,
ugly adj. çirkin. skarlaşma; diş eti anlamlarına önek-
uglify v. çirkinleştirmek. ler.
uglily adv. çirkin bir şekilde. uloid adj. yaraya benzer, yara benze-
ugliness n. çirkinlik. ri. n. derinin daha alttaki tabakala-
ulalgia n. diş eti ağrısı. rındaki bozukluğa bağlı yara benze-
ulatrophia n. diş eti şişliği, diş eti ri lezyon.
şişmesi. ulosis n. skar dokusu oluşumu, yara
ulcer n. ülser, kanayan ve zehirli oluşumu.
madde üreten yara, yenik. ulterior adj. ilgi alanı dışında, ötede,
ulcerate v. ülserleşmek, ülsere dö- öte yandaki, uzakta; saklı, gizli,
nüşmek, bir veya daha fazla yara ile kasten gizlenen; sonradan meydana
kaplanmak. gelen, sonraki, daha sonraki.
ulcerated adj. ülserli. ultimate adj. en son, son, en büyük;
ulceration n. ülserleşme, yara halini temel, esas. n. en son nokta, son.
alma, yaralaşma. ör. Pain and ultimately adj. son olarak, sonunda.
ultimatum 680 unanimous

ultimatum n. son görüş, ültimatom. tirmek, yoksun bırakmak, zıddını


ultimo adj. geçen ayki. yapmak anlamlarına gelir. ör.
ultra adj. son derece, aşırı. unhappy; unlock, undress.
ultra- prefix. ötesi, ötesinde, alışılmı- unabashed adj. utanmadan, aldır-
şın dışında, her zamankinden daha maksızın, utanmaz, aldırmaz, yüz-
çok, abartı, son derece anlamlarına süz.
önek. ör. ultramodern, ultrasound. unabated adj. gücünden bir şey yi-
ultramicroscope n. normal optik tirmeksizin; azalmaksızın, azalma-
mikroskobun gösterdiğinden daha mış, dinmemiş, hafiflemeden.
küçük organizmaları gösteren mik- unable adj. yeteneksiz, elinden birşey
roskop. gelmeyen, beceriksiz; çeşitli neden-
ultra-red adj. kızıl ötesi. lerle bir işi yapamaz durumda olan.
ultrasonic adj. sesten hızlı, ses ötesi, unbridged adj. kısaltılmamış, özet-
insan kulağının işitemiyeceği kadar lenmemiş.
yüksek sesli olan, yüksek frekansta unaccented adj. vurgusuz..
ses dalgalarına benzer enerji dalga- unacceptable adj. kabul edilemez.
larıyla ilgili. unaccommodating adj. uzlaşmaz.
ultrasonics n. yüksek ses teknolojisi unaccompanied adj. eşlik edilmeyen.
ve bilimi. unaccountable adj. anlatılamayan,
ultrasound (US) n. insan kulağının açıklanamaz, anlaşılmaz, gizemli,
duyamayacağı kadar yüksek ses; tuhaf, garip.
30.000 Hz.’den daha yüksek fre- unaccustomed adj. olağan olmayan,
kansta olan ses, ultrason. alışılmamış.
ultraviolet adj. mor ötesi, ultraviyole. unadulterated adj. başka maddelerle
ululate v. ulumak, feryat etmek. karışmamış, saf, arı.
ululation n. isterik bir şekilde ağla- unadvisable adj. öğütlenemez, tavsi-
ma. ye edilemez.
umber n. aşıboyası. unaffected adj. tutulmamış, tutulu
umbilical adj. göbeğe ait. olmayan; etkilenmemiş.
umbilical cord n. göbek bağı. unaided adj. tek başına, yardım al-
umbilicus n. göbek. madan, yardımsız.
umbo, umbonis n. pl. umbones bir unalloyed adj. katkısız, katışıksız,
yüzeyin çıkıntılı noktası; kulak za- arı, saf, tam.
rının bombeli noktası. unalterable adj. değiştirilemez, ke-
umbrage n. gücenme, alınma, üzün- sin.
tüsünü bildirme. unaltered adj. değişmemiş.
ump n. hakem. v. hakemlik etmek. unambiguous adj. kesin, belirli, açık,
umpire n. hakem. v. hakem olmak. net.
umpteen adj. çok sayıda, birçok. unambitious adj. tutkusuz, ihtirası
un- prefix. olumsuzluk belirten önek; olmayan.
eylemlerde tersini, aksini., almak, unanimous adj. aynı düşüncede, bir-
kaldırmak, serbest bırakmak, değiş- likte, ilgili, ortak.
unanimously 681 uncomfortable

unanimously adv. herkesin onayıyla. unblushing adj. utanmaz, arsız, yüz-


unannounced adj. haber vermeksizin. süz.
unanswerable adj. yanıtlanamaz; unblushingly adv. utanmadan, utan-
karşı çıkılamaz, çürütülemez. maksızın.
unapproachable adj. yaklaşılamaz, unborn adj. beklenen, henüz doğ-
erişilmez; eşsiz. mamış, gelecek.
unapt adj. beklenmeyen, uygun ol- unbound adj. çözülmüş, çözük.
mayan. unbounded adj. sınırsız; ölçüsüz; az-
unashamed adj. utanmaz, yüzsüz. gın.
unassuming adj. alçakgönüllü, kibir- unbred adj. terbiyesiz.
siz. unbroken adj. kırılmamış; bütün; sü-
unattached adj. bağlı olmayan. rekli, devamlı.
unattended adj. refakatsiz, yalnız. uncal adj. kanca şeklinde bir yapıyla
unattainable adj. erişilemez, elde ilgili.
edilemez. uncalled for adj. istenmeyen, gerek-
unattractive adj. çekici olmayan, al- siz, doğru olamayan.
benisiz. uncanny adj. tuhaf, gizemli, doğal
unavailable adj. boşuna, yararsız, işe olmayan.
yaramaz. uncared-for adj. bakımsız.
unavailing adj. boşuna, yararsız unceasing adj. sürekli, devamlı, ke-
unavoidable adj. kaçınılmaz, önüne sintisiz.
geçilemez, zorunlu. unceremonious adj. törensiz yapılan.
unaware adj. bilincinde olmayan, uncertain adj. belirsiz; kararsız, ke-
farkına varmadan, bilmeyerek, ansı- sin olmayan, şüpheli.
zın. uncertainty n. belirsizlik, şüphe.
unawareness n. farkında olamama. unchallenged adj. tartışılmaz.
unbaked adj. pişmemiş, çiğ; olgun- unchangeable adj. değişmez.
laşmamış, deneyimsiz. unchanged adj. değişmemiş.
unbearable adj. dayanılmaz, çekil- unchecked adj. hareketi, gelişmesi
mez, tahammül edilemez. engellenmeyen, durdurulmamış.
unbeatable adj. mükemmel, üstün, unciform adj. çengel şeklinde; dirsek
yenilmez. kemiği.
unbecoming adj. uygunsuz, yakışıksız uncinate adj. çengel şeklinde, kanca
unbelievable adj. inanılmaz, inanıl- şeklinde.
maz derecede, muhteşem. uncircumcised adj. sünnetsiz.
unbleached adj. ağartılmamış, doğal unclad adj. çıplak.
renginde olan. uncle n. amca; dayı.
unbend v. düzeltmek, doğrultmak; unclean adj. kirli, pis.
gevşetmek; dinlendirmek, dinlen- uncloak v. açmak, örtüsünü kaldırmak.
mek, rahatlamak. unclouded adj. açık, bulutsuz.
unbending adj. eğilmez, bükülmez; uncomfortable adj. rahatsız; rahat-
kararlı, kararından dönmez. sızlık veren.
uncommon 682 under

uncommon adj. ender, nadir; olağa- uncontrollable adj. denetlenemez,


nüstü; alışılmamış. ör. Nonspecific tutulamaz, zaptedilemez, önlenemez.
bacterai sialadenitis most often uncontrolled adj. dizginsiz, denetim-
involving the major salivary glands, siz, kontrolsüz.
particularly the submandibular unconventional adj. alışılmış olma-
glands is an uncommon condition yan; resmi olmayan.
usually secondary to ductal unconvinced adj. ikna olmamış.
obstruction produced by stones. unconvincing adj. inanılmaz, kabul
uncommonly adv. ender olarak, nadi- edilmesi zor.
ren; fevkalade. uncooked adj. pişmemiş, çiğ. ör.
uncommunicative adj. konuşkan ol- Many people may become infected
mayan, az konuşur. with parasites found in uncooked
uncompromising adj. uyuşmaz, uz- meat.
laşmaz, düşüncesini değiştirmez. uncounted adj. sayılamayacak kadar
uncomplicated adj. karışık olmayan, çok, sayısız.
karmaşık olmayan, anlaşılması ko- uncouple v. ayırmak, çözmek.
lay. ör. Uncomplicated benign uncover v. açmak, açığa çıkarmak,
nephrosclerosis alone unusually ortaya çıkarmak, örtüsünü açmak.
causes renal insufficiency or unction n. merhem, yağ.
uremia. unctuous adj. yağlı; kolay işlenir,
unconcern n. umursamazlık, ilgisiz- yoğurulabilir.
lik, kayıtsızlık; tasasızlık. uncultivated adj. işlenmemiş, ekil-
unconcerned adj. ilgisiz, aldırmaz, memiş.
umursamaz; kaygısız, üzüntüsüz. uncut adj. kesilmemiş, yontulmamış,
unconditional adj. sınırlanmamış, sı- kısaltılmamış
nırsız; mutlak. undamaged adj. hasar görmemiş,
sağlam.
unconditioned adj. koşulsuz, hiçbir
undeceive v. gerçeği söylemek,
koşula bağlı olmayan; doğuştan,
uyarmak.
doğal.
undecided adj. kararlaştırılmamış.
unconfined adj. sınırsız.
undefiled adj. temiz, lekesiz.
unconfirmed adj. doğrulanmamış.
undefined adj. açıklanmamış; tanım-
unconnected adj. bağlı olmayan, ay-
lanmamış.
rı; tutarsız.
undeniable adj. açık ve net, reddedi-
unconscientious adj. insafsız, lemez, yadsınamaz, kuşku götür-
vijdansız. mez.
unconscionable adj. ölçüsüz; insaf- undeniably adv. yadsınamaz şekilde,
sız; mantıksız. hiç kuşkusuz.
unconscious adj. bilincini yitirmiş, undependable adj. güvenilmez.
baygın, kendinde olmayan, bilinç- under¹ prep. altında, altına, -dan az, -
siz; habersiz; kasıtsız, bilmeden. dan aşağı; iç, içeri, içeriye; -den do-
unconsciously adv. bilmeyerek, bi- layı, yüzünden; göre, gereğince; -e
lincinde olmadan, bilinçsizce. bağlı; etkisinde; daha önemsiz.
under 683 understandable

under-² prefix. altında, altındaki, aşa- olan döngüsel dalgalanmaya maruz


ğıda, aşağısındaki; az, eksik; daha kalır.
küçük anlamlarına önek. ör. undergraduate n. üniversite öğrencisi.
underdevelopment, an under- underground adv. yer yüzeyi altında,
pass, undergarments, under- yeraltında; gizli, yeraltı. n. yer altı
gardeners. demiryolu, yer altı geçiti.
under the pretext of gerçek olmayan undergrown adj. olağandan küçük,
bir nedenle. cılız, gelişmemiş.
under the weather hafif hasta. undergrowth n. büyük ağaçların al-
underbred adj. terbiyesiz, kaba. tında yetişen küçük orman ağaçları.
undercoat v. astar boya vurmak. n. underhand adj. sinsi, gizli, el altın-
astar boya. dan.
undercurrent n. gizli etki, gizli eği- underlie v. gizli bir nedeni veya an-
lim; dip akıntısı. lamı olmak, altında olmak, temelini
underdeveloped adj. az gelişmiş. oluşturmak.
underestimate v. değerinin altında underline v. üstünde önemle durmak,
tahmin etmek; düşük değer biçmek; altını çizmek, önemini belirtmek,
önemsememek, küçümsemek. ör. vurgulamak.
Clinicians tend to underestimate the underlying adj. altta yatan, temelde
important contributions they make bulunan, altındaki.
to the diagnosis of neoplasms. undermine v. aşındırmak, bozmak,
underdrive pacing n. kalbin elektrik- zayıflatmak, altını oymak, yıkmak.
sel uyarılması. undermost adj. en alttaki, en aşağı-
undernutrition n. bir tür beslenme daki.
bozukluğu. underneath prep. altına, altında, al-
underfeed v. gıdasız bırakmak, gıda- tındaki; aşağısında, aşağısındaki.
sız kalmak. undernourished adj. büyüme ve ge-
underfed adj. yeterince besleneme- lişme bozukluğu olan, bakımsız, gı-
miş. dasız, yeterince beslenememiş.
undergo, p. underwent v. katlanmak, underpart n. alt, alt kısım.
çekmek, maruz kalmak, uğramak; underpass n. alt geçit, köprü ve de-
geçirmek. ör. The blood flow of the miryolu altından geçen yol.
uterus parallels the metabolic underpin v. desteklemek.
activity of the myometrium and underrate v. düşük değer vermek,
endometrium and undergoes cyclic değerini düşürmek; küçümsemek.
fluctuations that corrrlate well with undersexed adj. cinsel isteği olma-
the menstrual cycle in nonpregnant yan, sekse düşkün olmayan.
women. = Dölyatağından kan gel- undersized adj. olağandan küçük, cı-
mesi miyometriyum ve endomet- lız.
riyumun metabolik aktiviteisine ko- understand v. anlamak, kavramak.
şuttur ve gebe olmayan kadınlarda- understandable adj. anlaşılır; man-
ki kanama döngüsüyle bağlantılı tıklı, beklenildiği gibi.
understanding 684 unequivocal

understanding adj. anlayış, kavrayış; undo v. açmak, bozmak, çözmek; et-


anlayışlı, zeki, duyarlı. kisini uzaklaştırmak, etkisizleştir-
understood adj. anlaşılmış. mek; mahvetmek.
undertake v. yüklenmek, üstlenmek, undoubted adj. şüphesiz, kesin, su
kabul etmek, üzerine almak; yürüt- götürmez.
mek, götürmek, yapmak, girişmek. undue adj. gereğinden çok, fazla,
undertaking n. yüklenme, girişim, yersiz, gereksiz; yakışıksız, uygun-
üstlenme. suz.
undervalue v. düşük değer biçmek, undulate v. dalgalanmak. adj. dalga-
küçültmek, küçümsemek. lı, dalgalanan, engebeli.
underweight n. olması gereken kilo- undulant fever genus brucella bakte-
sunun altında; zayıf. risinin neden olduğu inatçı ateş.
undescended adj. inmemiş, düşme- undulating adj. dalgalı, inişli-çıkışlı.
miş, sallanmamış. ör. The undulating motion of water
undescended testicle n. skrotuma makes some people seasick.
inmemiş testis. undulation n. dalgalanma, inip çıkma.
undeserved adj. haksız, hak edilme- undulent adj. dalgalı.
miş, hak etmemiş; uygun olmayan. undying adj. bitmez, tükenmez, öl-
undesirable adj. istenmeyen. mez, ölümsüz, sonsuz, sonsuza dek
undetectable adj. saptanamayan. sürecek olan.
undetermined adj. karar verilmemiş, uneasiness n. tedirginlik, huzursuzluk,
kararlaştırılmamış. rahatsızlık, kaygı, endişe.
undeterred adj. kararlı, yılmamış. uneasy adj. rahatsız, huzursuz, endi-
undeveloped adj. gelişmemiş; işlen- şeli, tedirgin; endişe verici, rahatsız
memiş. edici.
undevived adj. tam. feel uneasy v. huzursuzlanmak, endi-
undifferentiated adj. ayırt edilme-
şelenmek.
yen; özel bir yapısı veya işlevi ol-
uneatable adj. yenmez.
mayan.
uneducated adj. yeterli eğitim alma-
undigested adj. sindirilmemiş.
mış, eğitimsiz, cahil.
undigested food sindirilmemiş gıda.
unemotional adj. duygusuz, kayıtsız.
undirected adj. yönetim altında ol-
unemployed adj. işsiz.
mayan.
unending adj. süren, sonu olmayan,
undisclosed adj. gizli, açığa çıkmamış.
sonsuz, devamlı.
undiscovered adj. keşfedilmemiş, or-
taya çıkarılmamış. undurable adj. dayanılmaz, çekil-
undisputed adj. tartışılmaz; şüphesiz. mez, katlanılmaz.
undistinguished adj. silik, sönük, va- unenviable adj. istenmeyen, hoş ol-
sat. mayan, zor.
undisturbed adj. rahatsız edilmemiş, unequal adj. eşit olmayan; düzensiz;
huzursuzluk verilmemiş, sakin. oransız, değişken.
undivided adj. tam, bütün, bölün- unequivocal adj. açık, belirgin, belir-
memiş. li, kesin, kuşku götürmez.
unessential 685 unhappy

unessential adj. zorunlu olmayan; unfix v. sökmek, çıkarmak.


önemsiz, ikinci derecede. unflagging adj. yorulmaz, yorulma-
unethical adj. ahlaka aykırı, ahlaksız, yan.
etik olmayan. unflappable adj. hemen heyecan-
uneven adj. düzensiz, düzgün olma- lanmayan; sakin, soğukkanlı.
yan, düz olmayan. unfledged adj. deneyimsiz, denen-
uneventful adj. normal; komplike memiş, ham; tüysüz.
olmamış; dikkat çekici hiçbir şey unflinching adj. korkusuz.
içermeyen. unfold v. açmak, yaymak, sermek.
unexampled adj. eşsiz, eşi olmayan, unforeseen adj. umulmadık, beklen-
benzersiz. meyen.
unexcelled adj. eşsiz, benzersiz. unforgetable adj. unutulmaz, unu-
unexceptionable adj. kusursuz. tulmayan.
unexpected adj. beklenmeyen, bek- unforgivable adj. bağışlanamz.
lenmedik, umulmadık. unformed adj. biçimsiz, şekilsiz;
unexpectedly adv. ansızın, beklen- oluşmamış, gelişmemiş, şekillen-
meksizin. memiş.
unexplained adj. açıklanmayan, açık- unfortunate adj. talihsiz; başarı-
lanmamış. sız.
unexplored adj. keşfedilmemiş. unfounded adj. temelsiz.
unfailing adj. sürekli; daima var olan, unfrequented adj. ıssız.
yitmeyen, eksilmez, bitmez, sonsuz.
unfriended adj. arkadaşı olmayan.
unfair adj. dürüst veya haklı olma-
unfriendly adj. dostça olmayan,
yan, haksız, adaletsiz; hileli.
dostça davranmayan; soğuk, cana
unfairness n. haksızlık.
yakın davranmayan, uzak; karşı.
unfaithful adj. sadık olmayan,
unfruitful adj. meyve veya yavru
sadakatsız, güvenilmez.
vermeyen, verimsiz, kısır; sonuç
unfaltering adj. kararlı, azimli; me-
vermeyen, yarar sağlamayan.
tin, aklıselim.
unfamiliar adj. alışık olunmayan, ta- unfurl v. açmak, ortaya koymak.
nınmayan, yabancı; garip. ung abv. L. unguentum, melhem an-
unfasten v. açmak, çözmek, ayırmak. lamına kısaltma.
unfathered adj. babasız; piç; kökeni ungenerous adj. cömert olmayan, eli
olmayan. açık olmayan.
unfathomable adj. çok derin, dipsiz, ungual adj. tırnakla ilgili; tırnak şek-
dibine ulaşılamayan. linde.
unfavorable adj. aksi, düşmanca, unguent n. melhem.
ters, zıt; uygun olmayan, elverişsiz. unguis n. pl. ungunes tırnak.
unfeeling adj. duygusuz, soğuk; acı- ungulate adj. tırnaklı.
masız. unhandy adj. kullanışsız; beceriksiz.
unfit adj. elverişsiz, uygun olmayan; unhappiness n. mutsuzluk.
yeteneksiz, yetersiz; sağlıksız. unhappy adj. mutsuz, üzüntülü.
unharmed 686 unkind

unharmed adj. zarar görmemiş, unimaginable adj. düşünülemez, akıl


hasarlanmamış. almaz.
unhealthy adj. sağlıksız, sağlığa za- unimpaired adj. bozulmamış; azal-
rarlı. mamış, zayıflamamış.
unheard adj. işitilmemiş. unimpeachable adj. kusursuz, şüphe
unhesitating adj. kararlı, tereddüt götürmez; çürütülemez.
etmeyen, çekinmeyen. unimportant adj. hafif, önemsiz,
unhindered adj. gecikmemiş; zor ufak, yersiz.
olmayan, kolay. ör. The unhindered uninflammable adj. yanmaz, ateş
production of insulin and glucagon almaz, tutuşmaz.
in the normal pancreas leads to unintelligent adj. aptal, akılsız.
maintenance of blood sugar levels. unintelligible adj. anlaşılmaz.
unhook v. çözmek, kancadan çıkarmak. unintentional adj. kasıtsız, istenme-
unhoped adj. beklenmedik, umulma- den olan.
dık. uninterested adj. ilgisiz.
unhurt adj. yarasız, incinmemiş; sağ uninterrupted adj. sürekli, kesinti-
salim. siz, ara vermeksizin, aralıksız.
uni- prefix. bir, tek, çift olmayan an- union n. birlik, birleşme; doku iyi-
lamlarına önek. ör. unicornous, leşmesi; dernek, sendika.
unicornupate, unicornate adj. tek unipara n. yaşayan tek çocuk do-
boynuzlu. ğurmuş olan kadın.
unicellular adj. tek hücreli, tek hüc- unique adj. tek, eşsiz, benzeri olma-
resi olan, tek gözeli. ör. The ameba yan, biricik. ör. The thyroid gland is
and ptotozoa are examples of unique among the organs of the
unicellular animals. endocrine system because of its size
unicuspid, unicuspidate adj. tek kö- and superficial location.
pek dişli. unison n. uyum.
unidentified adj. kimliği belirlene- unit n. birim; tek, tek bir kişi, tek bir
memiş, kimliği saptanamamış. şey.
unification n. birleşme, birleştirme, unite v. birleşmek, birleştirmek.
kaynaşma. united adj. birleşik, birleşmiş.
unifocal adj. tek odaklı. unity n. birlik, bütünlük; uyum, da-
uniform adj. tek tip, düzenli, farklı yanışma.
olmayan; değişmez, tek biçimli. universal adj. evrensel.
uniformity n. aynılık, benzerlik, tek universe n. evren, cihan, kainat.
biçimlilik. unjust adj. haksız, adil olmayan.
unify v. birleştirmek. unjustly adv. haksız yere.
unigravida n. ilk kez gebe olan ka- unjustifiable adj. yersiz, gereksiz,
dın. haklı görülemez.
unilateral adj. tek yanlı, tek taraflı, unkept adj. bakımsız.
bir tarafı etkileyen/tutan. ör. unkind adj. dostça olmayan, dostça
Unilateral paralysis often results davranmayan; acımasız, zalim, in-
from a stroke. safsız; kırıcı.
unkindly 687 unprecedented

unkindly adv. dostane olmayacak şe- unmanned space flights insansız


kilde, acımasızca. uzay uçuşları.
unkindness n. acımasızlık; soğuk unmannered adj. kabaca.
davranış içinde olma, uzak olma. unmannerly adj. nezaketsizce saygı-
unknowing adj. bilmeden, anlamadan. sızca.
unknown adj. bilinmeyen, bilinmez, unmarried adj. evlenmemiş, bekar.
gizli, yabancı. ör. The molecular unmarked adj. işaretsiz; dikkat edil-
basis of addiction to central nervous memiş.
system stimulants is unknown. unmask v. meydana koymak, açığa
unlabored adj. gayretsiz yapılmış, çıkarmak, gerçek karakterini ortaya
emek harcamadan yapılan; kolay, koymak, maskesini açmak.
rahat. unmatched adj. emsalsiz, eşsiz.
unlawful adj. yasaya aykırı. unmeaning adj. anlamsız.
unleavened adj. mayasız. unmeasured adj. ölçülmemiş; sınır-
unless conj. -medikçe, -madıkça, - sız; ölçüsüz.
mezse, meğer ki. unmentionable adj. belirtmeye değ-
unlikable adj. sevimsiz. mez.
unlike prep. aksine, tersine, farklı, ti- unmerciful adj. acımasız.
pik olmayan, benzemeyen. adj. unmindful adj. unutkan, dikkatsiz.
farklı, benzemeyen; tersine, aksine. unmistakable adj. açık, açıkta, ortada.
ör. Unlike the rest of the unmittigated adj. dinmemiş, şiddeti
gastrointestinal tract, the gallbladder azalmamış.
lacks a muscularis mucosae and unmoral adj. moral niteliği olmayan;
submucosa. ahlaksal değerleri düşük.
unlikely adj. olanaksız, olasılısız, unnatural adj. doğal olmayan, doğal
gerçek olması zor. davranış göstermeyen.
unlimited adj. sınırsız, sonsuz. unnecessarily adv. gereksiz yere, boş
unlock v. çözmek. yere.
unlooked for adj. beklenmedik. unnecessary adj. gereksiz.
unloose v. çözmek, açmak, gevşet- unnerve v. cesaretini kırmak, güve-
mek. nini sarsmak, sinirini bozmak.
unloosen v. açmak, çözmek. unnoticed adj. fark edilmemiş, dikkat
unlucky adj. talihsiz, şansı olmayan. çekmeyen.
unmake v. konumundan uzaklaştır- unnumbered adj. sayısız.
mak, yıkmak, bozmak. unobjectionable adj. karşı çıkılamaz;
unman v. zayıflatmak, cesaretini kusursuz.
kırmak, güçsüzleştirmek. unparalleled adj. koşut olmayan, eşit
unmanageable adj. yönetilmesi güç, olmayan.
kontrol edilemez. unpleasent adj. hoş olmayan.
unmanly adj. onursuzca, korkakça; unpopular adj. benimsenmemiş, be-
kadınsı tavırla. ğenilmeyen.
unmanned adj. içinde insan olma- unprecedented adj. alışılmamış, is-
yan, insansız. tisnai.
unpracticed 688 unsound

unpracticed adj. denenmemiş. unscathed adj. yarasız beresiz, hasar


unpredictable adj. öngörülemeyen, görmemiş.
tahmin edilemeyen, öngörülemez. unscrew v. vidalarını sökmek.
ör. The effects of maturational unscrupulous adj. ahlaksız,
changes on the bioavailability of a vijdansız.
drug are unpredictable. unseal v. açmak, kırmak.
unprejudiced adj. önyargısız. unseasonable adj. mevsimsiz, vakit-
unrelated adj. ilişiksiz. siz, yersiz.
unreliable adj. güvenilmez. unseemly adj. yakışıksız, uygunsuz.
unprepared adj. hazırlıksız. unseen adj. görülmeyen, görülmemiş.
unproductive adj. kuru, balgamsız unselfish adj. özverili, bencil olma-
(öksürük). yan, cömert, çıkarlarını düşünme-
unprofitable adj. yararsız, amaçsız. yen.
unprovided adj. yoksun kalmış, ol- unsettle v. sarsmak, endişelendirmek,
mayan. karıştırmak, huzurunu kaçırmak.
unprovided with sth bir şeyden yok- unsettled adj. endişeli, sarsılmış, ka-
sun bırakılmış. rarsız, tedirgin, çözümlenmemiş.
unprovoked adj. uyandırılmamış, unsew v. dikişlerini sökmek.
nedensiz. unsex v. kısırlaştırmak.
unqualified adj. niteliksiz, yetersiz. unshakable adj. metin, sarsılmaz,
unquestionable adj. şüphesiz, kesin, sağlam.
belirli, tartışmasız. unshaped adj. şekilsiz, biçimsiz;
unreal adj. gerçek olmayan, gerçek oluşmamış; yanlış meydana gelmiş.
dışı. unshapely adj. biçimsiz, bir şeye
unreasonable adj. akla yakın olma- benzemez.
yan, aşırı, insafsız, mantıksız. unshrinkable adj. çekmez, büzülmez.
unrelenting adj. sürekli, azalmaksı- unshrinking adj. geri çekilmez.
zın. unsightly adj. kötü görünümlü, çir-
unreliable adj. güvenilmez. kin.
unrest n. rahatsız, huzursuz. unskilled adj. beceriksiz, yeteneksiz;
unsafe adj. tehlikeli. ham; yetenek veya beceri gerektir-
unsaid adj. söylenmemiş. meyen.
unsatisfactory adj. tatmin edici ol- unskillful adj. beceriksiz, yeteneksiz,
mayan, yetersiz. becerisi olmayan.
unsatisfied adj. doymamış, doyurul- unsnarl v. açmak, çözmek.
mamış, tatmin olmamış. unsociable adj. insanlarla birlikte
unsaturated adj. doymamış. ör. olmaktan hoşlanmayan; antisosyal.
Unsaturated oils, such as corn oil, unsophisticated adj. basit, saf, kar-
are lower in hydrogen maşık olmayan; bozulmamış; katık-
concentration than saturated fats. sız.
unsavory adj. tatsız, yavan; kötü ko- unsound adj. sağlıksız, hastalıklı, çü-
kulu; iğrenç. rük, hatalı.
unsparing 689 untouched

unsparing adj. haşin, sert, acımasız; unsuccesful adj. başarısız; boş, so-
cömert, bol; yorulmayan. nuçsuz, etkisiz.
unspeakable adj. iğrenç, çok kötü, unseuccesfully adv. başarısız bir şe-
ağza alınamaz; tarif edilemez. kilde, başarısızlıkla.
unspecialized adj. özel işlevi olma- unsuitable adj. uymayan, yakışma-
yan; uzmanlaşmamış. yan, uygunsuz, yakışıksız.
unspoiled adj. bozulmamış; şımar- unsullied adj. temiz, lekesiz.
mamış. unsurpassed adj. benzersiz, eşsiz,
unspoken adj. söylenmemiş. emsalsiz.
unspotted adj. beneksiz, lekesiz. unsuspected adj. şüphe uyandırmayan.
unstable adj. sabit olmayan, dalgalı, unsuspecting adj. kuşku duymayan.
değişken, dengesiz; psikolojik ola- unsuspicious adj. kuşkusuz.
rak değişiklik gösteren, uyum sağ- unsuspiciously adv. kuşku duymadan.
layamayan. unswerving adj. devamlı, sağlam;
unsteady adj. düzensiz, dalgalı, de- sapmaz, değişmez.
ğişken, sabit olmayan. unsymmetrical adj. benzer olmayan,
unstick v. ayırmak. benzemeyen, asimetrik.
unstinted adj. sınırsız, bol. unsympathetic adj. anlayişsız, kayıt-
unstinting adj. çok cömert. sız, sevimsiz, soğuk.
unstitch v. sökmek. untamed adj. yabani, evcil olmayan.
unstop v. açmak, tıkacını çıkarmak, untangle v. açmak, çözmek, düzelt-
tıkanıklığını gidermek. mek.
unstressed adj. vurgulanmamış, vur- untaught adj. eğitim almamış, cahil,
gusuz. eğitimsiz; doğal.
unstratified adj. belirli tabakaları untenable adj. savunulamaz.
olmayan. unthinkable adj. düşünülemez.
unstriated adj. çizgili olmayan, çiz- unthrifty n. hayvanların sayrılık ne-
gisiz. ör. Unstriated or smooth deniyle büyüyememesi, gelişeme-
muscle is characteristic of the mesi, sayrılık nedeniyle gelişememe.
stomach wall and diaphragm. untidy adj. dağınık.
unstring v. çözmek. untie v. çözmek.
unstructured adj. özel anlamı olma- untamed adj. uygar olmayan, vahşi.
yan. until prep. -e dek, -e kadar, -e değin,
unstrung adj. siniri bozulmuş, sinirli; conj. -inceye kadar, kadar, dek.
gevşetilmiş. untimely adj. yersiz, zamansız.
unstudied adj. doğal, işlenmemiş; untiring adj. yorucu olmayan.
kendiliğinden; çalışılmamış, öğre- untitled adj. adsız, adı olmayan.
nilmemiş, incelenmemiş. untold adj. açıklanmamış, açığa vu-
unsubstantial adj. güçsüz, zayıf; rulmamış, söylenmemiş.
asılsız; soyut; besleme değeri olma- untouchable adj. dokunulmaz, doku-
yan. nulamaz.
unsuccess n. başarısızlık. untouched adj. dokunulmamış.
untoward 690 up

untoward adj. yersiz; ters, aksi. unwitting adj. bilmeden, farkında


untrained adj. eğitimsiz, eğitilme- olmadan, habersiz.
miş, acemi, deneyimsiz. unwomanly adv. kadına yakışmaya-
untried adj. denenmemiş, test edil- cak şekilde.
memiş. unwonted adj. alışık olunmayan, alı-
untroubled adj. kaygısız, tasasız, şılmamış, olağandışı.
üzüntüsüz. unworthy adj. değmez, değersiz, ya-
untrue adj. uydurma, gerçek dışı, ya- kışmaz; alçakça, aşağılık; hak et-
lan, asılsız. mez.
untruthful adj. gerçek dışı, uydurma, unwrap v. paketi açmak.
asılsız. unwrinkled adj. buruşmamış.
untward adj. elverişsiz, ters. unyielding adj. sert, inatçı, direnen.
untwist v. çözmek, dolaşık bir şeyi unzip v. (fermuar) açmak.
açmak. up- prefix. üst üste, üstte anlamlarına
unused adj. kullanılmamış, kullanı- önek. ör. upmost en üst.
ma sokulmamış. up1 adv. 1. aşağıdan yukarıya; ze-
unusual adj. alışık olunmayan, ola- minden, yerden yukarıya; üste: Can
ğan dışı, alışılmamış. you lift that package up onto the
unvalued adj. değer verilmeyen, tak- shelf for me? The boy climbed up on
dir edilmeyen. the wall. 2. üstte, üstünde; yukarda:
unvarying adj. değişmeyen, değiş- They live in a little village up in the
mez, sürekli aynı kalan. mountains. The plane was flying
unwanted adj. istenmeyen. 40,000 feet up. 3. dik, dikey durum-
unwarrantable adj. bağışlanamaz. da: Everyone stood up when the
unwearied adj. taze; yorgun olmayan. director came in. // They are putting
unwell adj. keyifsiz, rahatsız; hasta, up a new nuclear power plantation.
4. yüksek fiyatta, nitelikte; düşük
sayrılı.
bir miktardan büyük bir miktara:
unwholesome adj. sağlığa zararlı,
Inflation is up by 157%. The price
sağlıksız, hastalıklı, sayrılı; bozul-
of food has gone up (=increased)
ma veya rahatsızlık düşündürücü,
again. 5. yataktan dışarı: We stayed
zararlı.
up after midnight. She got up very
unwieldy adj. ağırlaşmış, havaleli;
late. 6. kuzeye, kuzeyde: They are
yerinden kalkamaz, hantal.
flying up to Samsun from Ankara.
unwilled adj. istemsiz.
They live up North. 7. boyunca; -e
unwilling adj. istemsiz, isteksiz, gö- doğru; ...kadar uzak: She walked up
nülsüz, istemeyerek, zoraki. to him. The girl came right up (to
unwind v. sarılı bir şeyi açmak, çöz- me) and asked my name. 8. sesini,
mek, düzeltmek. gücünü, düzeyini alçaltmak: Speak
unwise adj. akılsızca, aptalca. up! We can’t hear you. Could you
unwisdom n. akılsızlık. turn the radio up, please? 9. tam
unwished adj. istenmeyen, arzu olarak bitmiş: She won’t eat up her
edilmeyen. vegetables. The party ended up with
up to 691 upper

a song. The money’s all used up. çalışır konumda; çalışan. 4. mah-
10. küçük parçalar halinde; küçük kemede.
parçalara ayrılmış: She tore up the up4 n. çıkış, yokuş; başarı.
document. They divided up the up against uğraşan; yüz yüze gelen.
money. 11. sıkıca, sımsıkı; kapalı, up and about yürüyebilen.
örtülü: The man nailed up the door up for niyetli.
so they couldn’t open it. 12. birlikte, What’s up? hoş olmayan, hoş karşı-
beraber: Please add up these lanmayan bir şey için: Ne oluyor?
figures. We collected up the fallen Olan biten nedir?
oranges. 13. tepede, üstte: We up-and-up gelişen; başaran; dürüst.
turned the boat right side up. 14. up to date adj. güne uygun; en son
dikkat çekme; hesaba katma: Their bilgi, düşünce veya buluşu kulla-
report has thrown up a lot of nan; en son bilgiyi içeren, eksiksiz.
unexpected problems. update v. güncel hale getirmek; yeni
up to ...kadar; -e dek, -e bağlı; -i içe- bilgi sağlamak.
ren: Up to twelve people can study upbraid v. azarlamak.
in this room. upbringing n. çocuk yetiştirme, ço-
upside down başaşağı, altüst, tepe- cuk eğitimi.
taklak. upchuck v. çıkarmak, kusmak.
up-and-down yukarı aşağı. upcoming adj. olası, olmak üzere,
ups and downs iniş çıkışlar;inşli çı- muhtemel.
kışlı, aşağı yukarı. update v. güncel hale getirmek, son
It is up to you. Sen karar vermelisin. değişiklikleri vermek, güncellemek,
Sana bağlı. güncelleştirmek.
up (with) benimsiyoruz; kabul ediyo- upend v. dikine durmak, dikine çe-
ruz: Up the students. virmek.
2
up prep. 1. yükseğe; yüksekte; up-front adj. belirgin, açık, dikkat
...aracılığı ile yukarıya: She climbed çeken, göze batan; dürüst.
up the ladder. 2. en üstte; tepeye; en up-grade n. yokuş.
üst tarafa; üst uca; tepede: They live on the up-grade gelişmekte, ilerle-
just up the main street. His office is mekte, iyileşmekte.
up those stairs. 3. akımın, akışın upheaval n. kargaşa, karışıklık.
karşı yönünde: Sailing up the uphold v. arka çıkmak, tutmak, des-
Bosphorus. 4. -e, -a; yukarı, yukarı- teklemek, uygun bulmak, onaylamak.
ya: We are going up North End upkeep n. bakım.
tonight. uplift v. kaldırmak, yükseltmek. n.
up yours! birisine ileri derecede anti- kalkınma, kalkındırma, yükseltme.
pati bildirir; birisinden ileri derece- upon üzerine, üzerinde, hakkında,
de rahatsızlık duymayı anlatır: “De- konusunda.
fol!” live upon v. … ile yaşamak, … ile
up3 adj. 1. -e giden; -e yönelen: They beslenmek.
caught up the train. 2. onarımda. 3. upper adj. üst, üstteki, yukardaki.
uppermost 692 uriniparous

uppermost, upmost adj & adv. en ureal adj. idrarla ilgili, sidik içeren.
yüksek, en güçlü konumda. uredo n. deride yanma hissi.
upish adj. kibirli, kendini beğenmiş. uresis n. idrar yapma, işeme.
upraise v. yukarı kaldırmak. ureter n. idrar borusu, üreter. ör. As
upright adj. dik, dikey, dimdik; dü- urine is produced in the kidneys, it
rüst, açık yürekli. passes through the ureters into the
uproot v. kökünden kazımak; kökünü bladder.
söküp almak. ureteral adj. idrar borusuyla ilgili.
upset v. bozmak, canını sıkmak, ra- uretero- prefix. idrar borusu anlamı-
hatsızlık vermek, şaşırtmak, üzmek, na önek.
yıkmak, keyfini kaçırmak, tedirgin urethra n. mesaneden çıkan, idrar
etmek; yenmek. n. bozukluk, rahat- atılımını sağlayan geçit, siyek, idrar
sızlık, sorun. yolu, üretra.
upshot n. netice, sonuç. urethro-, urethr- prefixes. üretra an-
upside n. üst kısım; altüst. lamına önekler.
upstanding adj. dik. urge v. cesaret vermek, özendirmek,
upsurge n. ani şişlik, ani kabarma. ısrar etmek, sevk etmek, zorlamak,
upswing v. yükselmek. n. yükselme. itmek. n. ısrar, itme, dürtü.
uptake n. anlayış, kavrayış, anlama, urgent adj. acil, acele, ivedi, önemli,
kavrama; tutku; soğurulma, emilme, hemen yapılması gereken, tez, zo-
bir organizmayla birleşme. ör. runlu.
Hypoxia is an insufficient uptake of urgency n. acelelik, evginlik, acillik,
oxygen into the blood. ivedilik; zorunluluk; çok şiddetli id-
uptight adj. sinirli, sinirleri gergin. rar yapma istemi.
up-to-date adj. şimiki zamana kadar uri-, uric-, urico-, uro- prefixes. sidik
gelen. asiti, ürik asit anlamlarına önekler.
upturn v. tersine çevirmek. uric adj. idrarla ilgili.
upward adv. üst üste, yukarı, yukarı- urin-, urino- prefixes. idrar, sidik an-
ya, yukarıya doğru. adj. yukarıya lamlarına önekler.
giden, yukarıya dönük. urinal n. içine idrar yapılan kap, idrar
-ur- r. böbreklerle ilgili anlamına kök. kabı ördek; işeme yeri, hela.
ör. micturition = işeme, idrar yap- urinalysis n. idrar tahlili, idrar mua-
ma. yenesi.
urban adj. kentle ilgili, kente ilişkin; urinary adj. idrarla ilgili.
kentsel. urinate v. idrar çıkarmak, idrar yap-
urbane adj. ince, kibar, görgün. mak, işemek, su dökmek.
urano-, uranisco- prefixes. damak urination n. idrar yapma, işeme.
anlamına önekler. urine n. idrar, sidik.
urate n. ürik asit tuzu. uriniferous adj. idrar taşıyan.
ure-, urea-, ureo- prefixes. idrar, si- urinific adj. idrar üreten.
dik, ürin anlamlarına önekler. uriniparous adj. idrar üreten, idrar
urea n. idrar, sidik. yapıcı, idrar çıkaran.
urinogenous 693 utricle

urinogenous adj. idrar yapıcı, idrar It’s no use. Yararı yok; boşuna.
çıkarıcı; idrar kökenli. make use of sth yararlanmak.
urinoma n. üriner kist. of use yararlı.
urinometry n. idrarın özgül ağırlığı- of no use yararsız.
nın saptanması. out of use kullanılmıyor, kullanıl-
urinous adj. idrar içeren, idrara ben- mamakta.
zeyen; idrarla ilgili. what’s the use ? yararı ne?
uriposia n. idrar içme sayrılığı. use up v. tamamen kullanmak, kulla-
urocele n. idrar kesesine fazla idrar nıp bitirmek, tüketmek.
salınımı. used adj. kullanılmış, yeni olmayan.
urochesia n. anüsten idrar çıkarma. used to mod. (Geçmiş alışkanlık bil-
urocrisia n. idrar muayenesi sonucu- diren modal yardımcı eylem. Ör. He
na dayalı tanılama. used to come home late.
urocyst n. mesane, idrar kanalı. be used to alışık olmak. Ör. He is
urocystic adj. mesane ile ilgili. used to get up early.
urodynia n. idrar yapma sırasında useful adj. yararlı.
duyulan ağrı. useless adj. yararsız.
urologist n. ürolog. user n. kullanıcı, kullanan kişi.
urology n. genitoüriner yol sayrılıkla- ustion n. yanık.
rının incelenmesi, tanısı, ve sağal- ustus adj. yanmış.
tımı ile ilgilenen tıp dalı; üroloji. usual adj. olağan, her zamanki, alışı-
uropathy n. üriner yolu tutan bir say- lan, alışılmış.
rılık; ürüner yol sayrılığı. usually adv. genellikle, çok kere, ço-
uroschesis n. idrar tutma. ğu kez.
urous adj. idrara benzeyen. unusual adj. olağan dışı.
urticant adj. kaşıntı veren. unusually adv. beklenmeyen bir şe-
urticaria n. kurdeşen, ürtiker. kilde.
urticarial adj. ürtikerle ilgili, kurde- uterine adj. uterusla ilgili.
şenle belirgin. utero-, uter- prefixes. dölyatağı, ra-
urticate v. kaşındırmak. him, uterus anlamlarına önekler.
urtication n. kaşınma ve yanma hissi; uterus n. pl. uteri döl yatağı, rahim.
ürtiker. utile adj. yararlı.
urticle n. kesecik; küçük kese. utilitarian adj. yararcı; elverişli, uy-
us pro. bizi, bize. gun.
usable adj. kullanılabilir. utility n. yararlılık, kullanışlılık; ya-
usage n. kullanma, kullanış. rar, fayda.
use v. kullanmak, yararlanmak. n. ya- utilization n. kullanım.
rar, kullanım, kullanırlık, alışıklık; utilize v. kullanmak, kullanıma sok-
gerek. mak.
be in use kullanılmak. utmost adj. en uzak; uç; en büyük, en
come into use kullanılmak. yüksek, son derece.
fall/go out of use artık kullanılma- utricle n. küçük kese, kesecik, küçük
mak. torba.
utriculus 694 uxorious

utriculus n. pl. utriculi küçük kese, uvula n. pl. uvuli dil şeklinde olu-
küçük torba, kesecik. şum, dilcik, küçük dil, uvula.
utter v. anlatmak, konuşmak, söyle- uvulectomy n. dil şeklindeki yapıla-
mek, telaffuz etmek, ağıza almak; rın çekarılması.
dile getirmek. adj. bütün, tam, ke- uvular adj. küçük dil şeklindeki bir
sin, mutlak, tüm. yapıyla ilgili.
utterance n. söz, ifade, konuşma, uvulo-, uvuli- prefixes. dilcik, uvula
söyleyiş. anlamlarına önekler.
utterly adv. bütün bütün; tamamen, uvulotomy n. dil şeklindeki yapıların
tam; düpedüz. çıkarımı.
uttermost adj. en uzak, en çok, son uxorial adj. (kadın) eş ile ilgili; eşe
derece. ait.
uvea n. gözün damarlı tabakası, uvea. uxoricide n. (kocası tarafından) eşin
uveal, uveatic adj. gözün damarlı ta- öldürülmesi.
bakası ile ilgili. uxorious adj. eşe ait, eşine adanmış,
uviofast adj. güneş ışınlarına daya- eşine düşkün.
nıklı, ultraviyole ışınlarına maruz
kaldığında zayıflamayan veya
yıkımlanmayan.
V,v

V 1. vision, visual acudity anlamla- vacuum n. boşluk, hava veya gaz


rına kısaltma. 2. vanadium, valine, boşluğu, boşay, vakum; emme.
valyl, volume, ventilation simgesi. vagal adj. vagus siniri ile ilgili.
Vmax maximum velocity, en yüksek vagal episode ölüm hissi.
hız simgesi. vagary n. tuhaf davranış, kapris.
v. volt simgesi. vagina n. dölyolu, kın.
v. karışık venüz/arteriel kan simgesi. vaginal adj. döl yolu ile ilgili; kınsal,
vacancy n. boş, boşluk, boş yer; işsizlik. kın.
vacant adj. boş. vaginate v. kılıf içine kapatmak, etra-
vacate v. kullanmayı bırakmak, bo- fını kılıf gibi sarmak. adj. kılıflı, kı-
şaltmak, terk etmek; feshetmek. lıf geçirilmiş.
vacation n. tatil. vaginectomy n. döl yatağı çıkarımı,
vaccina, vaccinia n. aşı yapılan alan- vajinektomi.
la sınırlı enfeksiyon. vaginismus n. cinsel birleşmeye en-
vaccinal adj. aşıyla ilgili, aşılama ile gel olan ağrılı vajina spazmı.
ilgili. vaginitis n. pl. vaginitides döl yatağı
vaccinate v. aşılamak. yangısı, vajinit.
vaccination n. aşılama, aşı yapma. vagino-, vagin- prefixes. döl yatağı,
vacillate v. bocalamak, iki düşünce kın, vajina anlamlarına önekler.
arasında gidip gelmek. vaginopathy n. dölyatağında her
vaccinator, n. aşı yapan kişi, aşıla- hangi bir sayrılı durum, vajinopati.
mada kullanılan alet.
vagitus uterinus n. fetüsün henüz
vaccine n. aşı.
uterusta bulunduğu sırada ağlaması.
vaccinial adj. aşı yapılan alanla sınır-
vago- prefix. vagus siniri anlamına
lı enfeksiyonla ilgili.
önek.
vaccinist n. aşı yapan kişi.
vaccinization n. aşılama. vagolysis n. vagus sinirinin cerrahi
vaccinogen n. aşı kaynağı. yıkımı.
vaccinogenous adj. aşı üreten, aşı vagotomy n. vagus sinirinin bölün-
yapan, aşı üretimiyle ilgili. mesi.
vaccinoid adj. aşı yapılan alanla sı- vague adj. anlaşılmaz, belirsiz, muğ-
nırlı enfeksiyona benzeyen. lak, şüpheli, anlaşılmaz.
vaccinostyle n. aşılamada kullanılan vaguely adv. belirsiz bir şekilde.
ince sivri uçlu alet, küçük bistüri. vagueness n. belirsizlik.
vaccinum L. n. aşı. vagus n. pl. vagi vagus siniri.
vacuity n. aptallık, boşluk, anlamsızlık. vain adj. boş, boşuna, sonuçsuz; an-
vacuolar adj. kofulla ilgili. lamsız, değersiz; kendini beğenmiş.
vacuolate adj. küçük boşlukları olan, in vain boşuna, boşu boşuna.
kofullu. vainglorious adj. çok kibirli, övün-
vacuolation n. küçük boşluk oluşu- gen, kendini beğenmiş.
mu, kofullaşma. vainly adv. boşu boşuna; kendini be-
vacuole n. koful. ğenmiş bir tavırla.
vacuous adj. amaçsız, anlamsız, boş; valence, valency n. birleşme değeri,
bön, ahmak. bağdeğer.
valentine 696 variable

valentine n. seçilmiş sevgili, gönderi- valvotomy n. tıkanıklığı gidermek


len mektup. üzere daralmış bir kalp kapağının
valerian n. kediotu. kesilerek açılması; kapağa benzer
valetudinarian adj.&n. sağlıksız, bir yapının kesilmesi.
sağlığı bozuk, sayrılı, hastalıklı. valvula n. pl. valvulae küçük kapak,
valiant adj. akıllı, cesur, değerli, ze- kapakçık.
ki; yiğit. valvular adj. kapakla ilgili.
valiantly adv. cesurca; yiğitçe. valvulate n. kapakçık.
valid adj. geçerli, geçer, sayılır, doğ- valvule n. kapakçık.
ru; etkin, arzu edilen sonucu veren. valvulutis n. kalp kapağı yangısı.
validate v. geçerli kılmak, doğrulu- vamp n. şuh kadın; yama, yamalık.v.
ğunu onaylamak. yamamak, yeni yüz geçirmek.
validation n. doğrulamak, geçerli vampire n. kan emici yaratık, vam-
kılmak. pir; şuh kadın.
validity n. geçerlik, yürürlük. van n. öncü; kamyon; yük arabası.
vallate adj. etrafı kabarık, etrafı ka- vandal n. sanat yapıtlarını yıkan kişi,
bartılarla çevrili. yıkıcı kimse, yıkıcılığa yatkın kim-
valley n. vadi. se, güzelliğe düşman kişi.
vallum n. pl. valla kabarmış dairesel vandalism n. sanat yapıtlarını yıkma.
sırt. vangourd n. öncü.
value n. değer, kıymet. v. değerlen- vanilla n. vanilya.
vanity n. kendini beğenmişlik, kibir.
dirmek, değer biçmek, kıymet tak-
vanish v. gözden kaybolmak; bitmek,
dir etmek; değer vermek, kıymet
solmak, son bulmak.
vermek. ör. A healthy person will
vapid adj. sıkıcı, tatsız, yavan, ilgisiz.
exhibit a blood-gas value that is
vaporish adj. isterik, melankolik.
within the normal range. vapo(u)r n. buhar, buğu, duman, pus,
valuable adj. değerli, kıymetli, ve- sis; ağız ve burun yoluyla alınmak
rimli, yararlı. üzre hazırlanmış buharlı tıbbi preperat.
invaluable adj. paha biçilmez, vaporous adj. buharlı, buğulu, buhar-
kıymet biçilmez. laşabilen.
valuation n. değer biçme, değerlen- vapourization n. buharlaşma.
dirme, taktir. vapourize v. buharlaşmak, buhara
valueless adj. değersiz, kıymetsiz. dönüşmek, buhara dönüştürmek.
valva n. pl. valvae vana, supap, ka- vapourizer n. tıbbi preperatı buhara
pak. dönüştüren araç, buharlaştırıcı.
valval, valvar adj. kapakla ilgili. variability n. değişkenlik, değişme
valvate adj. kapakla ilgili, kapaklı. özelliği.
valve n. vana, supap, kapak. variable adj. değişken, kararsız, ön-
valveless adj. kapaksız. görülemeyen, belirli veya sabit ol-
valviform adj. kapak şeklinde. mayan. ör. Primary biliary cirrhosis
valvoplasty n. bozulmuş kalp kapa- is a focal and variable disease,
ğının cerhi olarak yeniden oluştu- exhibiting different degrees of severity
rulması. in different portions of the liver.
variably 697 vasoconstriction

invariable adj. değişmez, sabit. variolation n. çiçek aşısıyla aşılama.


variably adv. değişir şekilde. varioloid adj. çiçek hastalığına ben-
variance n. ayrılık, değişiklik, uyuş- zeyen.
mazlık, farklılık, sapma. various adj. çeşitli, değişik, farklı;
variant adj. farklı, değişken, değişen, birkaç.
değişme eğilimi gösteren. variously adv. çeşitli şekilde, birkaç
variation n. değişme, değişiklik, de- türlü.
ğişim, fark, ayrım, değişim. varix n. pl. varices damar genişleme-
varication n. variz oluşumu. si, varis.
variceal adj. varisle ilgili, varize ait. varus L. adj. bozuk, bozulmuş (ek-
varicella n. suçiçeği. lem).
varicellation n. suçiçeği aşısı ile aşı- vary v. dalgalanmak, değişmek, de-
lama/aşılanma. ğiştirmek, farklılaşmak.
varicelliform adj. su çiçeğine benze- varying adj. değişken, değişen, deği-
yen, suçiçeği şeklinde. şik.
varices plural of varix, n. varis söz- vas, vasis n. pl. vasa, vasorum da-
cüğünün çoğul biçimi. mar, kan damarı; geçit.
variciform adj. varis şeklinde. vas-, vasculo-, vaso- prefixes. damar,
varico- prefix. varis, varisli damar, kan damarı; geçit anlamlarına önek-
varisle belirgin anlamlarına önek. ler.
varicoloured adj. rengârenk, çok vasal adj. kan damarıyla ilgili.
vase n. vazo, saksı.
renkli.
vaseline n. vazelin.
varicose adj. varisle ilgili, varisten
vascular adj. damarla ilgili, damara
etkilenmiş, varisle karakterize.
ait; damarlı; kanalı olan. ör. Many
varicosis n. pl. varicoses damarlarda
vascular disorders are prevented by
genişleme, varis.
a program of proper diet and
varicosity n. varislilik.
exercise.
varicotomy n. derialtı kesiyle varisli
vascularity n. damarlılık.
damar ameliyatı. vascularisation n. yeni kan damarı
varicule n. deride görülen küçük va- oluşumu.
risli damar. vasculature n. damar ağı.
varied adj. çeşitli, değişik, farklı. vasculitis n. kan veya lenf damarı
variegate v. alacalamak, renk renk yangısı.
yapmak. vasculopathy n. kan damarı sayrılığı.
variegated adj. alacalı, rengârenk. vasculum n. pl. vascula küçük da-
variety n. çeşit, tür, farklılık. mar, damarcık.
a wide variety çok çeşitli. vasectomy n. vas deferensin ameli-
variola n. çiçek sayrılığı/hastalığı. yatla alınması, vazektomi.
variolar adj. çiçekle ilgili. vasiform adj. damar şeklinde.
variolate v. çiçek aşısı yapmak, çiçek vasoconstriction n. kan damarı da-
izi gibi çukurlaşmak. ralması.
vasodilatation 698 veneniferous

vasodilatation, vasodilation n. kan vegetarianism n. yalnızca sebze yeme.


damarı lümeninin genişletilmesi. ör. vegetoanimal adj. hem hayvanlarla
Vasodilation decreases blood hem de bitkilerle ilgili.
pressure because of a reduction in vehement adj. zorlayıcı, şiddetli,
peripheral resistance. ateşli, öfkeli, sert; coşkun.
vasodilative adj. kan damarını geniş- vehemence n. güç, şiddet, hiddet,
letici. sertlik; coşkunluk.
vasodilator n. kan damarını vehemently adv. şiddetle, öfkeyle.
genişletci madde. vehicle n. alet, araç, taşıt, taşıma ara-
vasotropic adj. kan damarları üzerin- cı; organ; ortam.
de etki gösterme eğiliminde olan. veil n. örtü; peçe.
vast n. geniş, çok, pek çok, engin. ör. vein n. damar, kan damarı, kalbe kan
Primary hyperthyroidism accounts taşıyan damar.
for the vast majority of cases of veined adj. damarlı.
hypothyroidism. veinlet n. damarcık.
vastly adv. geniş ölçüde. vel L. conj. veya, ya da.
vastness n. enginlik, genişlik, çokluk, velamen n. pl. velamina perde, per-
büyüklük. deye benzer bir yapı.
vastus adj. büyük. velamentous adj. tabaka veya perde
vat n. fıçı, tekne. formunda genişlemiş.
VAT abv. Value Added Taxes. KDV, velamentum n. pl. velamenta zar,
Katma Değer Vergisi anlamına kı- zara benzer yapı.
saltma. velar adj. zar veya perdeye benzeyen;
vault n. kubbe, kemer, çatı, tonoz; yumuşak damakla ilgili.
mezar, gömüt; atlama. vellicate v. spazmodik olarak kıvrılan
veal n. dana eti. veya kasılan.
vector adj. taşıyıcı. vellum n. tirşe, kaliteli yazı kağıdı.
vectorborne adj. böcek taşıyıcılarla vellus n. vücudu saran ince renksiz
geçen. tüyler; ince yumuşak görünümlü
veer v. yön değiştirmek, dönmek. herhangi bir yapı.
vegan n. etyemez. velocity n. hız, sürat, çabukluk.
vegetable n. sebze; bitki. velum n. pl. vela perde, zar veya bun-
vegetable oil bitkisel yağ. lara benzer bir yapı.
vegetal adj. yaşamsal (işlev). velvet n. kadife.
vegetality n. bitki veya hayvanlarda velvety adj. kadife gibi.
yaşamsal işlevlerin toplanması, ya- vena n. pl. venae damar.
şamsallık. venation n. damar sistemi/dizgesi,
vegetarian n. et yemeyen insan. damar dağılımı.
vegetate v. bitmek; büyümek. vene- prefix. ağu, zehir, yılan zehiri,
vegetation n. büyüme, bitkilerde bü- venom anlamlarına önek.
yüme. venenation n. zehirlenme, ısırık veya
vegetative adj. bitkisel; istemsiz veya sokma biçiminde zehirlenme.
bilinçsiz büyüyen; eylemsiz, devi- veneniferous adj. zehir taşıyan, ze-
nimsiz, hareketsiz. hirli.
venenosalivary 699 veracious

venenosalivary adj. zehirli tükürük venostomy n. damar kesimi.


salgılayan. venous adj. kan damarları ile ilgili.
venenosity n. zehirlilik, zehir içerme. vent n. açıklık, boşluk, delik, hava
venenous adj. zehirli, ağulu. boşluğu.
venerable adj. kutsal, saygın, saygı- vent one’s anger on sb öfkesini bi-
değer. rinden çıkarmak.
venereal adj. cinsel birleşme ile ilgili, venter n. karın, karın boşluğu; bede-
cinsel birleşme yoluyla geçen, cin- nin büyük boşluklarından biri; döl
sel birleşmeden kaynaklanan. ör. yatağı.
Chlamydia trachomatis is an ventilate v. havalandırmak; hava
obligate intracellular pathogen of döngüsünü sağlamak.
columnar epithelial cells that causes ventilation n. soluk alma, soluk; ha-
venereal urethritis, lymphogranuloma valandırma.
venereum, and trachoma. ventilator n. havalandırıcı, hava veri-
venereal disease cinsel ilişki ile ge- ci; fan.
çen hastalık/sayrılık. ventrad adv. karına doğru, karın yö-
venerelogy n. cinsel birleşme yoluyla nünde.
geçen sayrıları ve sağaltımlarını in- ventral adj. karınla veya herhangi bir
celeyen bilim dalı, veneroloji. boşlukla ilgili, karına ait.
venereophobia n. cinsel yollarla ge- ventralis adj. ön.
çen sayrılıklardan ürkü/korkma. ventricle n. kalp veya beyin boşluğu
venery n. cinsel ilişki. gibi herhangi bir boşluk, kavite.
venesection n. damarı kesip kan alma. ventricose adj. tek yanı şişmiş, eşit
venial adj. bağışlanabilir, önemsiz. olmayan şekilde şişmiş.
venin n. yılan zehrinde bulunan ze- ventricular adj. bir boşlukla ilgili.
hirli madde. ventriculo- prefix. boşluk anlamına
venison n. geyik eti. önek.
venipuncture n. damardan iğne ile ventriculus n. pl. ventriculi boşluk;
kan alma, damarın cerrahi olarak mide.
delinmesi. ör. Blood used for ventriloquism n. karından konuşma.
transfusions is removed by ventro- prefix. boşluk, boşlukla ilgili
venipuncture. anlamlarına önek.
veno-, veni- prefixes. damar, damar- venture n. tehlikeli girişim, risk. v.
lar anlamlarına önekler. cüret etmek, göze almak.
venom n. zehir, yılan zehiri; nefret. venture on/upon sth girişimde bu-
adj. haince; kinli, zehirli. lunmak.
envenomation n. zehirleme. venturesome adj. riskli.
venomous adj. zehir çıkaran. venula n. pl. venulae ince damar.
venose adj. damarlı, damarla belirgin. venular adj. ince damarla ilgili.
venosity n. bol damarlılık. venule n. ince damar.
venostat n. venöz kanamayı durduran veracious adj. gerçek, doğru, gerçeğe
alet. uygun.
veracity 700 vertex

veracity n. gerçeklik, doğruluk, dü- vermin n. haşarat, parazit; bit, pire


rüstlük. gibi asalaklar.
verbal adj. sözel, sözle ilgili. verminal adj. kurtlarla kaplı.
verbalize v. ifade etmek, belirtmek, vermination n. larva üretme, kurt ve-
dile getirmek. ya parazit oluşturma; kurtlarla kap-
verbally adv. sözel olarak. lanma.
verdant adj. taze, yeşil, yeşillikli. verminous adj. kurt parazitlerle ilgili,
verdict n. jüri kararı; kanı, hüküm. kurtçuklarla kaplı, kurtçukların se-
verdure n. yeşillik. bep olduğu.
verge n. hudut, kenar, sınır. vermis n. pl. vermes bağırsak kurdu,
on the verge of çok yakın, tam baş- kurtçuk, kurt parazit, solucan.
lamak üzereyken, sınırda, bir fela- vermix n. körbağırsak, apendisit.
ketin eşiğinde. vermouth n. vermut.
verify v. doğrulamak, kanıtlamak, vernal adj. ilkbaharda görülen/olan.
onaylamak. verruca n. pl. verrucae et renginde
verifiable adj. doğruluğu kanıtlanabi- oluşum, siğil.
lir. verruciform adj. siğil şeklinde.
verily adv. gerçekten, doğru olarak, verrucose adj. siğile benzeyen, siğil
doğrusu, aslında. şeklinde kabartı.
veritable adj. gerçek, sahi, sahici. verrucosis n. siğilleşme, siğil çoğal-
verity n. geçerlilik, gerçeklik. ması.
vermi- prefix. kurtçuk, kurt, kurtlarla version n. uterusta bebeği çevirme;
ilgili anlamlarına önek. ör. vermiform uterusun tersine döndürülmesi;
n. kurt şeklinde, solucansı. eğim; gözlerin aynı yönde döndü-
vermicide n. bağırsak solucanlarını rülmesi; biçim, çeviri, çeşit, yorum.
öldüren madde/ilaç. versatile adj. çok amaçlı, çok yönlü.
vermicular adj. kurtçuklarla ilgili, versus prep. –e karşı.
krtçuğa benzeyen, kurtçuk gibi ha- vertabra n pl. vertebrae omur.
reket eden. vertebral adj. omurla ilgili.
vermicule n. kurtçuk, küçük kurt, vertabral column n. belkemiği,
kurtçuğa benzer bir yapı. omurga.
vermiculose, vermiculous adj. kurt- vertebrata n. omurlar.
lu, kurt veya larvalarla kaplı; kurt- vertabrate adj. omurgası olan,
çuğa benzeyen. omurgalı.
vermiculus n. bağırsak kurdu, kurt- vertebrated adj. birleşmiş, birleşik,
çuk. omurgalı.
vermiform adj. kurt şeklinde. vertebro- prefix. omurga, omurgayla
vermifugal adj. kurt düşürücü, kurt- ilgili anlamlarına önek.
çuk öldüren, kurtçuk düşürten. vertex n. pl. vertices uç, tepe, doruk,
vermifuge n. barsak solucanlarını en yüksek nokta, bir açının iki ucu-
yok eden ilaç. nun birleştiği nokta; kafatasının üst
vermilion adj. alaz kırmızısı, al. kısmı.
vertical 701 viable

vertical adj. dikey, düşey. vesiculate v. keseleşmek, kabarcık


vertical axis dikey eksen. oluşturmak.
vertically adv. dikey olarak. vesiculation n. keseleşme, kabarcık
verticil n. aynı eksenden kaynaklanan oluşturma.
benzer parçacık demeti. vesp. abv. L. vesper, evening akşam
vertiginous adj. baş döndürücü, baş anlamına kısaltma.
dönmesi olan. vessel n. damar, kanal.
vertigo n. baş dönmesi. vestibule n. bir kanal girişi önündeki
vertion n. metin, çeviri metin. küçük boşluk, giriş geçiti/boşluğu.
vervain n. mine (çiçeği). vestibulo- prefix. giriş geçiti, vestibül
verve n. güç, canlılık, dirilik. anlamlarına önek.
very adj. tam, gerçek, aynı, uygun; vestibulum n. pl. vestibula küçük
sadece. adv. çok, pek. boşluk, giriş geçiti, vestibül.
at the very most en fazla. vestige n. iz, eser.
at the very same time aynı zamanda. vet n. veteriner, baytar.
the very best en iyisi. vet v. araştırmak, incelemek.
that’s the very reason tam nedeni vetch n. burçak.
budur. veterinary adj. baytarlıkla ilgili. n.
very good/well çok iyi; peki. baytar.
vesica n. pl. vesicae mesane; kese, veto v. yasaklamak.
torbacık. vex v. canını sıkmak, rahatsız etmek,
vesical adj. mesane ile ilgili. tedirgin etmek, gücendirmek, üz-
vesicant n. kese oluşturan bie madde. mek, incitmek.
vesicate v. kese oluşturmak. vexing adj. kırıcı, üzücü, rahatsızlık
vesication n. kese oluşturma. verici, gücendirici. ör. Recognition
vesicle n. küçük mesaneye benzer bir of artifacts is one of the vexing
aspects of EEG interpretation.
yapı; kabarcık, içi sıvı veya gaz do-
vexation n. rahatsız olma, canı sıkıl-
lu kesecik.
ma, kırma, gücendirme.
vesico-, vesic-, vesiculo- prefixes. ke-
via, viva n. yaşam, hayat.
se, kesecik, torbacık, kese ile ilgili,
via n. pl. viae vücut içinde herhangi
sıvı içeren torbacık, mesana ile ilgili
bir geçit, boşluk, yol.
anlamlarına önekler.
via prep. yoluyla, aracılığıyla, üze-
vesicula n. vesiculae kesecik, torba-
rinden. ör. Information about the
cık, küçük kabartı.
internal and external environment
vesicular adj. içi dolu, keseciğe ben- reaches the central nervous system
zer. via a variety of sensory receptors.
intravesicular adj. mesane içinde. İç ve dış çevre hakkındaki bilgi
ör. intravesicular pressure causes merkezi sinir sistemine çeşitli duyu
the release of urine. alıcıları yoluyla ulaşır.
vesicotomy n. mesane açımı. ör. A viable adj. canlı, yaşayabilir konum-
vesicotomy was performed to da, canlı kalabilen; ulaşılabilir, uy-
determine if the patient had cancer. gulanabilir.
viability 702 vigourously

viability n. canlılık, canlılığını sür- view n. uzantı, çıkıntı; bakış, görüş


dürme, yaşama yeteneği/yetisi. ör. sahası, manzara, görünüm. v. göz-
Genetic mutations greatly decrease den geçirmek, bakmak, incelemek,
viability as well as cause düşünmek.
abnormalities. in view ortada, görünürde.
vial n. ilaç içeren küçük şişe. in full view tamamen görülen,
vibrant adj. canlı, hareketli; titreşimli. bütünen ortada olan.
vibrate v. titreşmek, titremek, sal- in view of -den dolayı, nedeniyle,
lanmak. yüzünden; göz önüne alarak, göz
vibration n. sallanma, titreme, titre- önünde tutarak. ör. In view of the
şim. importance of vitamin A in the
vibrator n. titreşim yapan alet. synthesis of retinene, it is not
vibratory, vibrative adj. titreşimle surprising that avitaminosis A
belirgin. produces visual abnormalities. =
vibrissa n. pl. vibrissae burun içinde Retinen sentezinde vitamin A’nın
büyüyen kıllar. önemi göz önüne alındığında
vicarious mensturation n. kadının avitaminoz A’nın görme anormali-
adet görme döneminde vajinal ka- telerine neden olması şaşırtıcı de-
nama dışında vücudun başka bir bö- ğildir.
lümünde görülen kanama. (Bu dö- on view sergilenmekte.
nemde görülen burun kanaması.) out of view görünmeyen.
vice- prefix. ikinci anlamına önek; point of view görüş, bakış açısı.
yardımcı. ör. vice chairman ikinci to come into view ortaya çıkmak,
başkan. görünmek.
vice prep. yerine. n. kusur, zaaf; kötü- to have a good view of -yı iyi gös-
lük; eksik, eksiklik; ayıp; mengene. termek.
vice versa veya aksi, aksi halde. with the view of/to niyetiyle, ama-
vicinity n. çevre, yöre; yakınlık. cıyla, umuduyla.
in the vicinity of hakkında. viewer n. bakan, izleyici, seyirci.
vicious adj. ahlaksız, garazlı; kirli, viewing izleme.
kötü, pis, incitici, incitmekten hoş- viewpoint n. bakış açısı.
lanan, tehlikeli. vigilant adj. uyanık, gözü açık, tetikte.
vicious circle kısır döngü. vigil n. uyanıklık.
vicissitude n. değişiklik. vigilance n. uyanıklık, tetiklik, göz
victim n. kurban; mağdur. açıklığı.
victimize v. kurban etmek. vigilantly adv. uyanık bir şekilde.
victor n. kazanan, yenen. vigour n. canlılık, dinçlik, güç, kuv-
victory n. utku, zafer. vet, şiddet.
victual v. gıda sağlamak. n. gıda. vigorous adj. dinç, güçlü, kuvvetli,
victuals n. gıda, yiyerek ve içecek. şiddetli.
videlicet adv. yani, demem şu ki. vigourously adv. etkin olarak, dinç
vie with … ile yarışmak. olarak.
vile 703 virose

vile adj. çirkin, kötü. do violence to zorlamak; incitmek,


village n. köy. kırmak, rencide etmek, tecavüz et-
villain n. alçaklık, aşağılık adam; ca- mek.
na kıyan kişi. violent adj. sert, zorlu, şidetli.
villainous adj. alçak, aşağılık, alçakça. violet n. menekşe. adj. menekşe renkli.
-ville suffix. sıfatlardan ad türetim viper n. engerek (türü yılan).
soneki. ör. dullsville çok sıkıcı viperine adj. engerek gibi, engereğe
villiform adj. bu uzantı görünümün- benzer, engerekle ilgili.
de, bu çıkıntıları olan. viperous adj. engerek veya başka ze-
villosity n. tüyümsü uzantı kümesi; hirli yılan türünü akla getiren; zehir-
uzantı, uzanma, çıkıntı, yüzey. li, öldürücü.
villous adj.kabarık, tüyümsü uzantılara viraginity n. kadında erkek psikoloji-
benzeyen, bu gibi uzantılarla ilgili. si, erkeksi davranma.
villus n. pl. villi mukoz membranda viraginous adj. erkeksi davranan ka-
çıkan her küçük uzantı; ince, tü- dın.
yümsü uzantı. virago n. iri, güçlü kadın, Amazon.
vim n. güç, kuvvet. viral adj. virüsle ilgili, virüsün neden
vinaceous adj. kırmızı şarap renginde olduğu.
olan, kırmızı şarap renkli, kan kır- viremia n. kanda virüs varlığı,
mızı. viremi.
vinculum n. pl. vincula bağ, ligament. virescence n. yeşillik.
vindicate v. savunmak, korumak. virescent adj. yeşeren, yeşilimsi.
vindication n. savunma, koruma. virga n. çubuk, kamış, penis.
vindictive adj. kindar, öç alıcı. virgin n. bakire, seks yapmamış ka-
vine n. asma, bağ çubuğu. dın, kız; bakir, el değmemiş; kulla-
vinegar n. sirke. nılmamış.
vinegary adj. çok ekşi, sirke gibi.
virginal adj. bakire ile ilgili; bakir, el
vineyard n. üzüm bağı.
değmemiş.
vintage n. bağbozumu.
virginity n. bekaret, bakirelik.
vino n. şarap.
viridescent adj. hafif yeşil, yeşilimsi.
vinous adj. şarap gibi, şarap rengin-
viridity n. yeşillik.
de, şarap yapısında, şarap içeren.
virile adj. erkek, erkek karakterli, er-
violaceous adj. deride morarma, mor,
kekle ilgili; kassal gücü olan, zorla-
mor renkli.
violate v. bozmak; tecavüz etmek, ır- yıcı; erkek cinsel işlevleri ile ilgili.
za geçmek; kötüye kullanmak. virilism n. kadında erkeksi cinsel ge-
violation n. bozma, çiğneme, ihlal lişme.
etme, tecavüz etme, ırza geçme. virility n. kassal güç.
violable adj. bozulabilir, çiğnenebilir. virologist n. virüs biliminde uzman
violent adj. şiddetle, şiddetli, zorla, hekim.
zor kullanarak. virology n. virüs ve virüsle ilgili has-
violence n. zor, şiddet, cebir, sertlik; talık bilimi, viroloji.
hasar, zarar. virose adj. zehirli.
virtual 704 visualize

virtual adj. gizil güç olarak var olan, vissera. ör. The stomach and
gerçekte var olan, düşünsel olarak intestines are part of viscera of the
var olan; gerçekte, aslında. digestive system.
virtuality n. gerçekte var olma. viscerad adv. iç organlara doğru.
virtually adv. gerçekte, gerçek ola- visceral adj. iç organlarla ilgili.
rak; hemen hemen, tamamen; tam viscero- prefix. iç organlar anlamına
olarak olmasa da, tamamına yakın. önek.
ör. Virtually any type of protein viscerotropic adj. iç organları etkile-
may be affected in single-gene yen.
disorders and by a variety of viscid adj. koyu, kesif, yapışkan.
mechanisms. = Gerçekte, her prote- vicidity n. yapışkanlık.
in tek-gen bozukluklarından veya viscose adj. yapışkan, sıvak.
çeşitli mekanizmalardan etkilenebi- viscosity n. yapışkanlık, sıvaklık.
lir. viscous adj. tutkalımsı, kesif ve ya-
virtue n. doğruluk, dürüstlük. pışkan; kolay akmayan; yarı katı ya-
virtuous adj. dürüst, lekesiz, mü- rı sıvı. ör. Circulation is slowed
kemmel, namuslu. down if the blood becomes
virtuously adv. dürürst bir şekilde. excessively viscous.
virtousness n. dürüstlük. viscus n .pl. viscera mide, bağırsak,
virucidal adj. virüs kırıcı/öldürücü. karaciğer v.d. iç organlardan her-
virucide n. virüs enfeksiyonlarını hangi biri.
yoketmede etkin madde. vise n. mengene.
virucopria n. dışkıda virüs varlığı. visibility n. görünebilirlik, görünür-
virulence n. bir patojenin hastalık- lük.
uyandırıcı şiddeti; şiddet, sertlik, visible adj. gözle görülür, görünen,
keskinlik; zehirli olma, zehirlilik; görülebilir.
yaşamı tehlikeye sokma. ör. There vision n. görme, görüş, görme duyu-
are mobile genetic elements that su; düş, hayal.
encode bacterial virulence factors. field of vision görüş alanı.
virulent adj. son derece zehirli veya visionary adj. hayali; hayalperest,
patojenik, son derece hasta, zehir- hayal gören.
lenmiş. visit v. ziyaret etmek. n. ziyaret; dok-
viruliferous adj. virüs taşıyan. tor görünümü; vizit.
viruria n. idrarda virüs varlığı. visitor n. konuk, ziyaretçi.
virus n. pl. viruses virüs, bazı sayrı- visualise v. göz önüne getirmek, ha-
lara neden olan ajan. yal etmek, görsel olarak algılamak.
-virus suffix. virüs anlamına sonek. visual adj. görsel.
vis n. pl. vires enerji, güç, erke. visual aids görmek için gerekli olan
visage n. görünüm, çehre, yüz. araçlar; görsel araçlar.
vis-a-vis adv. yüz yüze. visually adv. görsel olarak.
viscera n. kalp, akciğerler, mide, ba- vista n. açık alan, görünüm, manzara.
ğırsak gibi geniş çaplı iç organlar; visualize v. görünür hale getirmek.
vital 705 vocational

vital adj. yaşamsal, dirimsel; asıl, vitium n. bozukluk.


esas, çok gerekli, temel, çok önemli, vitreo- prefix. camsı, cama benzer an-
elzem; yaşam dolu, canlı. ör. Vital lamlarına önek.
signs are taken frequently when a vitreous adj. camsı, cam benzeri.
patient is critically ill. vitreum L. n. cama benzer yapı.
vital signs (solunum, kalp vurumu, vitrification n. dental porselenin ısı
nabız, vb.) insan sağlığını gösteren ve füzyonla cama dönüşmesi.
yaşamsal bulgular. vitrify v. ısıyla cama dönüştürmek.
vital statistics (doğum, evlilik, ölüm, vitriolic adj. konuşmada veya değer-
ömür, vb.) resmi olarak tutulan ista- lendirmede söylenen çok acımasız
tistik bilgileri. söz; yaralayıcı eleştiri.
vitality n. yaşamsallık, dirimsellik, vituperate v. kızgınlıkla konuşmak;
çok gereklilik; direnme gücü, enerji, hakaret etmek.
güç. vituperation n. hakaret.
vitally adv. yaşamsal olarak. vituperative adj. kışkırtıcı, hakaret
vitality n. yaşamsal güç, yaşamsal edici.
enerji. vivacious adj. canlı, yaşam dolu.
vitalise v. yaşamsal güç bahşetmek. vivacity n. canlılık, yaşam.
vitalism n. hayvan işlevlerinin özel vivi- prefix. canlı, yaşam, yaşayan an-
bir güce bağlı olduğunu öngören lamlarına önek.
kuram; dirimselcilik. vivid adj. parlak, keskin, canlı, güçlü.
vitals n. (akciğerler, kalp, beyin, mide
vividly adv. canlı olarak.
bağırsaklar, vb.) yaşamsal organlar;
vivify v. yaşam vermek, sağaltmak.
yaşamsal bulgular.
viviparity n. canlı doğum yapma.
vitamer n. vücutta özel bir vitaminin
viviparous adj. canlı doğum yapan.
işlevini tamamlayabilecek iki veya
vivperception n. canlı kesim olmak-
daha fazla bileşik.
sızın organizmada yaşamsal süreç-
vitamin n. vitamin, dirimöz, gıda
lerin gözlenmesi.
maddelerinde var olan organik mad-
de kümelerinden biri, olağan meta- vivisect v. gözlem amacıyla canlı
bolizma için gereklidir, eksikliği hayvan üzerinde kesi yapmak.
yetmezlik hastalıklarına neden olur. vivsection n. deneysel amaçlı olarak
vitiate v. zayıflatmak, bozmak, yara- canlı hayvan üzerinde kesi yapmak,
lamak, etkinliğini azaltmak. canlı bir hayvanın vücudunu parça-
vitiation n. yaralanma, zayıflatma, lara ayırmak.
bozma, etkinliğini azaltma. vixen n. huysuz kadın, şirret; dişi tilki.
viteliform adj. yumurta sarısına ben- vixenish adj. saldırgan, şirret, huysuz
zeyen, yumurta sarısıyla ilgili. kadın.
vitellus n. yumurta sarısı. viz. conj. demek ki, yani.
vitiligo n. pl. vitiligines deri üzerinde vocabulary n. sözcük.
sonradan gelişen renk maddesi kay- vocation n. iş, meslek.
bına bağlı beyzlama, vitiligo. vocational adj. mesleksel.
vociferate 706 voyeurism

vociferate v. bağırmak, gürültü çı- volunteer n. gönüllü. v. isteyerek


karmak. önermek, kendiliğinden önermek.
vogue n. giysi, moda, tarz. voluptuary n. zevke, şehvete düşkün,
void adj. boş, -sız, boşaltmak, mesane şehvet düşkünü
veya rektumu boşaltmak, idrar veya voluptous adj. zevke, şehvete düş-
dışkı çıkarmak. kün; cinsel istek uyandıran, şehvet-
voice n. ses, söz, ifade; insan sesi. li; lüks.
void adj. boş, geçersiz, hükümsüz. v. volute n. sarmal, kıvrımlı.
boşaltmak, çıkarmak, atmak. volvulus n. bağırsak dolanması, ba-
void of … dan yoksun. ğırsak düğümlenmesi, volvulus.
vol abv. L. volatilis, volatile, uçucu vomer n. pl. vomeris burun kemiği.
anlamına kısaltma. vomerine adj. burun kemiği ile ilgili.
vola n. avuç içi veya ayak tabanı. vomicose adj. ülser içeren, ülser ya-
volar adj. avuç içi veya tabanla ilgili. pıcı, ülserleştirici.
volatile (vol.) adj. uçucu, kolayca vomit v. kusmak. n. kusmuk.
uçabilen, kolayca gaz haline dönüşen. vomiting n. kusma.
volatility n. buharlaşma, uçuculuk; vomitive adj. kusturucu.
değişkenlik. vomition n. kusma, mide içeriğini
volatilization n. buharlaşma. ağız yoluyla çıkarma.
volatilize v. buharlaşmak. vomitory adj. kusturucu.
volcano n. volkan. vomitus n. kusmuk, kusma.
volce n. avuç içi; topuk. voracious adj. obur, doymak bilmez.
vole n. tarla faresi. vorticose adj. halka biçiminde dizili.
volition n. istem, istenç, irade, seçme, vote v. oy vermek. n. oy, rey.
seçim, tercih. vortex. n. girdap.
volitional adj. istemli, istemle ilgili. voting n. oy verme.
volume n. dolgunluk, hacim, yığın; vomitoxin n. tahıl tanelerinde bulu-
kitap. nan mantar zehiri, vomitoksin.
volsella n. dokuyu tutmaya yarayan vouch v. onaylamak.
cerrahi araç, çok dişli pens, volsella. vow v. adamak, yemin etmek. n.
volt n. elekktromotif güç birimi, volt. adak, ant, yemin.
voltage n. voltla ölçülen elektromotif vox n. ses.
güç, basınç, veya potensiyel; voltaj. voyage n. deniz yolculuğu, sefer, yol-
volubility n. konuşkanlık. culuk. v. deniz yolculuğu yapmak.
volume n. hacim; cilt, kitap. voyeur n. çıplak insan vücudunu ve-
voluminous adj. iri, hacimli, cüsseli. ya cinsel organları veya cinsel iliş-
voluntary adj. istemli, isteyerek, is- kiyi gizlice seyreden kişi, rontgenci.
teğe bağlı, gönüllü. voyeurism n. çıplak insan vücudunu,
voluntarily adj. istemli olarak; gö- cinsel organlarını, cinsel ilişkiyi ve-
nüllü olarak. ya erotik davranışları seyretmekten
involuntarily adj. istemsiz olarak; zevk alma biçiminde görülen sap-
gönülsüzce. kınlık, rontgencilik.
vulgar 707 vulvovaginitis

vulgar adj. basit, bayağı, edepsiz, kaba. vulva n. kadın dış cinsel organı, dişi-
vulgaris adj. bayağı, kaba, sıradan. lik organı, dış cinsiyet organı, vaji-
vulgarism n. bayağılık, kabalık. na ağzı, mons pubis, vulva.
vulgarity n. bayağılık, adilik, kaba- vulvar, vulval adj. kadın dış cinsiyet
lık. organı ile ilgili.
vulgarize v. bayağılaştırmak, basit- vulvectomy n. kadın dış cinsiyet or-
leştirmek. ganının bir bölümü veya tamamının
vulgarly adv. basit bir şeklide, bayağı ameliyatla çıkarılması.
bir şekilde. vulvismus n. cinsel birleşmeye engel
vulnerable adj. kolay incinir, savun- olan ağrılı vajina spazmı.
masız, yaralanabilir; duyarlı, hassas; vulvitis n. vulva yangısı.
kolay yararlanılan. ör. The vulvo- prefix. kadın dış cinsel organı,
pecularities of the blood supply to vulva anlamlarına önek.
the renal medulla render them vulvocrural adj. vulva ve klitorisle
especially vulnerable to ischemia. ilgili.
vulnerability n. kolay yaralanma, ko- vulvodynia n. yanma ve yüzeysel
lay incinirlik; duyarlılık, hassasiyet. iritasyon şikayetiyle belirgin kronik
vulnerary adj. yara veya yaranın iyi- vulva rahatsızlığı.
leşmesiyle ilgili. vulvouterine adj. döl yatağı ve kadın
vulsella, vulsellum n. dokuyu tutma- dış cinsiyet organları ile ilgili.
ya yarayan cerrahi araç, volsella. vulvovaginal adj. vulva ve vajina ile
vulnus n. yara. ilgili.
vulpine adj. tilkiyle ilgili, tilkiye ait, vulvovaginitis n. vulva ve vajina
tikiye benzeyen; kurnaz. yangısı.
vulture n. akbaba; aç közlü insan.
W,w

W wolfram, watt, tungsten, wait on/upon -e hizmet etmek; ge-


tryptophanyl simgesi. reksinimlerini karşılamak, resmi zi-
wack n. deli (insan), kaçık (kişi) yarette bulunmak; sonucunu izle-
wacky adj. aptal, çılgın, kaçık; saç- mek; bağlı olmak.
ma; aptalca, çılgınca. wait out sonunu beklemek.
wad n. deste, pıhtı, tıkaç, tampon, ta- wait sb's turn sırasını beklemek.
pa. v. tıkamak, doldurmak. wait up yatmayıp bir şeyi beklemek;
wadding n. tapa, tıkaç, cerrahi sargı birisinin yetişebilmesi için durak-
bezi. samak.
waddle v. ördek gibi yürümek; salı- waive v. vazgeçme; -den vazgeçmek,
narak yürümek. bırakmak, terk etmek.
wade v. ağır ağır yürümek, güçlükle wake v. uyanmak, uyandırmak; far-
ilerlemek. kında olmak.
wader n. balıkçıla benzer su kuşu. awake v. uyandırmak.
waffle n. gevezelik, boş laf. v. açıkça wake (up) uyanmak, uyandırmak;
konuşmamak, kaçamak söz etmek. uyarmak.
wafer n. ince ekmek, ince bisküvi wakeful adj. uykusuz, uyuyamayan,
(ilacın keskin tadını azaltmak için uyanık.
ıslatılıp ilaçla birlikte alınır). waken v. uyandırmak.
wag v. sarsmak, sarsılmak, sallamak. wide awake uyanık, zeki, gözü açık,
n. sarsma, sarsılma; hoş konuşan tetikte.
(kişi); eğlendirici konuşan (kişi). walk v. yürümek, yaya gitmek, yü-
wage n. ücret. rütmek; gezmek, gezinmek, gez-
waggle v. sallamak. dirmek. n. yürüyüş, gezme, gezinti.
wahine n. kadın. walk about v. gezmek, dolaşmak.
waif n. kimsesiz çocuk; başıboş hay- walk away v. ayrılmak, gitmek.
van; buluntu eşya. walk away with v. çalmak, alıp gö-
wail v. ağlamak, inlemek, feryat et- türmek; kaldırmak.
mek. n. figan, feryat. walk of life meslek, toplumsal ko-
waist n. bel. num.
waistband n. kemer, kuşak. walk off v. kaçmak, çekip gitmek.
waist-line n. bel bölgesi. walk on air v. çok mutlu olmak.
wait v. beklemek. walk out v. dolaşmak, dışarı çıkmak
... can't wait bekleyememek, istekli walk out on v. yüzüstü bırakmak.
olmak. wall n. duvar; bir hücreyi, anatomik
keep sb waiting birisini bekletmek. yapıyı veya bedensel boşluğu saran
wait a minute bir dakika bekle. çevre yapı. v. etrafını duvarla çe-
wait and see bekle gör. virmek.
wait for v. beklemek. to the wall umutsuz bir duruma.
wait on/upon v. bakmak, -e hizmet up the wall öfkeli, dertli, cinnet de-
etmek; -e eşlik etmek. recesinde kızgın.
wait on/at the table sofrada hizmet wall in birini / birşeyi içerde tutmak
etmek. için duvar örmek.
wall sb/sth up 709 wash down

wall sb/sth up bir açıklığı duvarla -ward suffix. yer, yön belirten sonek:
kapatmak. -e doğru, -e, -a. ör. a homeward
wall sth off duvarlarla ayırmak, ka- journey, a downward movement.
patmak. warden n. bekçi, muhafız, yönetici.
walls have ears "Yerin kulağı var"; -wards suffix. (zarflarda) yer, yön be-
birisi duyabilir. lirten sonek: -e doğru, -e, -a. ör.
wall-eye n. kornea leukomasında ve- northwards, earthwards.
ya iris’trenk yokluğu. -ware ev eşyaları, gıdaların hazırlan-
wally n. bir işe hayrı olmayan, aptal. dığı yer, bilgisayar parçaları an-
wallet n. cüzdan. lamlarına gelen sonek. ör.
walnut n. ceviz. glassware, silverware, ovenware,
walrus n. mors. software, liveware.
wamble v. (mide) bulanmak, sende- warm adj. sıcak, ılık. v. ısınmak,
lemek. ısıtmak.
wan adj. zayıf ve yorgun, ölgün, üz- warm up bir işe hazırlamak, hazır-
gün; mutsuzluk, rahatsızlık veya lanmak, ısındırmak.
yorgunluk gösteren; soluk, sarı be- warm up to v. arkadaş olmak.
nizli. warm-blooded sıcak kanlı.
wander v. ayrılmak, dolaşmak, yü- warm-hearted dost; sıcak davranan,
rümek, gez(in)mek. adj. başıboş do- iyi yürekli.
laşan, evsiz. warmed-over bayat.
wandering n. yürüyüş, gezinti. warmly adv. sıcak bir şekilde, sami-
wane v. azalmak, batmak, eksilmek. mi olarak.
wangle v. hile ile elde etmek, kan- warmth n. sıcaklık; samimiyet.
dırmak. warn v. uyarmak, önceden haber
wanker n. aptal, bir işe yaramaz, bir vermek.
işe hayrı olmayan. warning n. ihtar, tembih, uyarı.
want v. istemek; -den mahrum olmak, warp v. bükmek, bükülmek.
muhtaç olmak, eksiği olmak; canı warrant v. gerektirmek, hak vermek,
istemek, arzulamak; gerektirmek; izin vermek, izin vermek, sağlamak.
aramak; hoşlanmak. n. noksanlık, n. yetki, izin.
eksiklik, gereksinim, yoksulluk. wart n. siğil, verruka.
wanting adj. eksik olan, gereksinim wartpox n. çiçek hastalığı/sayrılığı.
duyulan, olmayan, eksik, kusurlu, warty adj. siğille kaplı, siğille ilgili.
noksan. prep. … sız. wary adj. dikkatli, tehlikeyi dikkate
wanton adj. haklı nedeni olmayan, alan, uyanık, önlem alan.
nedensiz, düşüncesiz; iffetsiz. n. warily adv. dikkatle, sakınarak.
sekse düşkün kadın. wash v. yıkamak, yıkanmak. n. yıka-
war n. savaş. ma, yıkamada kullanılan sıvı, eriyik.
warble n. larva içeren çıban. in the wash yıkanıyor.
warbles n. yüzeysel kistik yapılar. wash down baştan aşağı yıkamak;
ward n. hastane odası, koğuş; bölge, yemek veya ilacı sıvı yardımıyla
semt. içmek.
wash out 710 waxy

wash out suyun etkisiyle önlemek, is- water n. su. v. ıslatmak, sulamak, su-
tenmeyen bir şeyden kurtulmak. landırmak.
wash up bulaşık yıkamak. above water sorunsuz.
washable adj. hasar vermeden yıka- by water botla, su yoluyla.
nabilir. hold water tutarlı olmak, mantıklı
washed out fazla yıkamaktan rengi olmak.
atmış. in deep water büyük sıkıntı içinde
washing n. yıkama. bulunmak.
wasp n. eşekarısı. make/pass water tuvalete çıkmak,
waste v. boşa harcamak, yararsız bir idrar yapmak.
işe harcamak, heba etmek, heder water works kentin su taşıma sistemi.
etmek, israf etmek, ziyan etmek. n. waterborne suyla taşınan. ör. Water-
boşa harcama, israf, ziyan; atık, borne viruses involved in epidemic
çöp. adj. ıskartaya çıkarılmış, atıl- outbreaks include hepatitis A and E
mış, terkedilmiş, yıkılmış. viruses, poliovirus, and rotavirus.
wasteful adj. tutumsuz, müsrif. water brash n. kusma şeklinde mide
waste product atık ürün. sıvıları veya tükürük çıkarma.
wasting adj. yavaş yavaş çöken, gide- waterfall n. şelale, çağlayan.
rek bozulan, eriyen, bedensel olarak waterpipe n. su borusu.
eriyen, güç veya enerji yitiren, vü- waterproof adj. su geçirmez.
cutta bazı maddeleri eriyen; eritici, waters n. amniotik sıvı.
gücünü alıcı, yıkıcı, kaşektik. watershed n. marjinal kan akış böl-
wasting diseases yorucu, yıpratıcı gesi; havza.
sayrılıklar; kaşektik hastalıklar. watertight adj. su sızdırmaz.
watch v. gözetlemek, bakmak, izle- watery adj. sulu.
mek, seyretmek, dikkat etmek, bek- wave n. dalga; eğilim, şişme. v. dal-
lemek, gözlemek. n. gözetleme, iz- galanmak; el sallamak.
leme, seyretme. waveform, waveshape n. dalga bi-
watch by v. hastanın başında beklemek çimi; basınç veya ses, elektriksel
watch for v. gözlemek, beklemek. uyarı veya nabız formu.
watch out v. dikkat etmek, uyanık wavy adj. dalgalı.
olmak. wavelength n. dalga boyu.
watch over v. bakmak, başında bek- wavenumber n. santimetrede dalga
lemek. sayısı.
watchful adj. dikkatli, uyanık, tetikte. wax n. balmumu; kulak kiri. v. bü-
watchfully adv. tetikte olarak, bütün yümek, genişlemek. adj. mumlu,
dikkatiyle, uyanık bir şekilde. mumdan yapılmış. v. giderek bü-
be on the watch gözetlemek. yümek, -laşmak.
keep watch gözetlemek, bekçilik waxen adj. hasta gibi soluk; balmu-
etmek. mundan yapılmış.
water- prefix. su ile bileşik ad oluştu- waxing, waxing-up n. balmumu ile
ran önek. ör. water-melon karpuz. sarma.
water tank su deposu. waxy adj. bal mumu gibi.
way 711 weariness

way n. yol; taraf, yön; tarz, usul, yak- weak-minded adj. zeki olmayan, ko-
laşım, yöntem; adet, huy; hal, gidiş. lay ikna edilen, kolay kandırılan.
adv uzak. weakly adj. zayıf bir şekilde; ince; kı-
by the way aklıma gelmişken, sırası rılabilir; hasta bir şekilde.
gelmişken. weakness n. güçsüzlük, halsizlik, za-
by way of yoluyla, aracılığıyla, yıflık, takatsizlik. ör. Direct ethanol
içinden. toxicity can also injure skeletal
give way to -e yol verme; -e kapıl- muscles, leading to muscle weakness,
mak; aynı görüşü paylaşmak. pain, and breakdown of myoglobin.
have a way with ilgilenmek, uğ- weal n. beden üzerinde darbe izi, bere.
raşmak. wealth n. bolluk, servet, varlık, zen-
in a bad way kötü biçimde. ginlik.
in a way bir bakıma. wealthy adj. varlıklı, servet sahibi,
in the way engelleme, tıkama ko- varsıl, zengin.
numunda olma. wean v. sütten kesmek, memeden al-
make way for v. yol vermek, yol mak; meme (anne) sütünün olma-
açmak. ması nedeniyle bebeği biberonla
on one’s way to -e giderken, -in yo- beslemek; bir hastayı yaşamsal bir
lunda. destekten veya bakımdan kesmek;
out of the way engelleyici durumda zararlı bir madde veya etkinlikten
bulunmama. uzaklaştırmak, veteriner hekimlikte
yavruyu anadan ayırmak.
pave the way for hazırlamak, ko-
weaning n. memeden alma; ayırma,
laylaştırmak, uygun hale getirmek.
kesme, uzak tutma.
see one's way (clear) to bir işi
weanling n. memeden henüz kesilmiş
yapmaya istekli olmak.
bebek veya hayvan yavrusu.
underway ilerleme, ileri doğru ge- weapon n. silah.
lişme. wear v. takmak, takınmak, giymek;
ways- prefix. yönünde anlamına so- aşınmak, aşındırmak, eskimek, bo-
nek. ör. sideways. zulup, yıpranmak, yıpratmak; da-
wayward adj. kötü davranan, kont- yanmak. n. yıpranma, bozulma, kö-
rolsüz davranan. tüleşme, sürtünmeden kaynaklanan
weak adj. bitkin, düşkün, güçsüz, za- bozulma veya yıpranma.
yıf, sağlıksız, dayanıksız, halsiz, wear away aşındırmak.
mecalsiz; hafif. wear down azaltmak.
make sth weak seyreltmek, sulan- wear off güçsüz hale gelmek, yavaş
dırmak; zayıflatmak. yavaş gözden kaybolmak, yok olun-
weaken v. azaltmak, zayıflamak, za- caya dek azalmak.
yıflatmak; gücü kesilmek, gücünü wear on sürmek, yavaş yavaş geçmek.
kesmek. wear out kullanmak, tüketmek; es-
weak-kneed adj. rahatsız, karar ve- kimek, yıpranmak.
remeyen; korkakça davranan. weariful adj. yorucu, yorgunluk verici.
weakling n. fiziksel olarak güçlü ol- weariness n. yorgunluk, bezginlik,
mayan, zayıf. usanç.
wearing 712 well away

wearing adj. yorucu, bıktırıcı, sıkıcı weigh up v. öngörmek, tahmin etmek.


wearisome adj. yorucu, bıktırıcı, sı- lose weight zayıflamak.
kıcı. put on weight kilo almak, şişman-
weary adj. bitkin, tükenmiş, yorgun, lamak.
bitkin düşürücü, yorucu; bezgin, weighing n. tartma, tartı.
canı sıkılmış. weighing machine n. tartı aleti, kan-
weather n. hava. tar, baskül.
weather-beaten adj. yağmur, rüzgar weight n. ağırlık; tartı; yük; etki,
veya güneşin etkisiyle hasar gör- önem, itibar, nüfuz.
müş; güneşten kavrulmuş. weightless adj. ağırlığı olmayan.
web n. bedensel bir boşluğu ören doku weighty adj. ağır; önemli ve ciddi.
veya zar; ağ, özellikle örümcek ağı. weird adj. gizemli, doğal olmayan;
webbing n. bitişik yapıların geniş bir korku verici; tuhaf.
doku bandıyla birbirine kaynaşması; welcome v. hoşuna gitmek, memnu-
ağ oluşturma. niyetle karşılamak. adj. hoşa giden,
wedding n. evlilik, evlenme, düğün, hoş karşılanan.
nikah. weld v. kaynak yapmak, bağlamak,
wedding ring nikah yüzüğü. birleştirmek. n. kaynak.
wedge n. kama. ince uçlu üçgen priz- welfare n. sağlık, rahatlık ve mutluluk.
ma şeklinde sert bir yapı. v. kama ile well adv. iyi, iyi şekilde, tamamiyle,
yarmak, ayırmak, sokmak, tıkmak. tamamen. n. kuyu, pınar, kaynak.
wedlock n. evlilik. adj. sağlıklı, daha iyi, iyice.
wee adj. çok küçük, minik. (all) well and good yeterince iyi
weed n. yabani ot; zararlı ot. değil.
weed killer n. yabani ot öldürücü as well üstelik, ayrıca, bir de, de,
(madde). dahi.
weedy adj. yabani otla dolu; zayıf, as well as üstelik, ayrıca; kadar. ör.
çelimsiz; karakter olarak zayıf. There are many other chromosomal
week n. hafta. abnormalities as well as diseases
weekly adj. & adv. haftalık. due to defects in single genes. = Tek
week day n. hafta içi (pazar hariç) genlerdeki bozukluklara bağlı olan
herhangi bir gün. çok sayıda hastalık kadar birçok
weekend n. hafta sonu. başka kromozomlara bağlı
week in, week out haftalarca. anormalite de vardır.
weeny adj. son derece zayıf, son de- do well başarmak, iyi yapmak, bir
rece küçük. işi başarı ile tamamlamak.
weep v. ağlamak, gözyaşı dökmek. go well başarılı olmak, başarılı yü-
weepy adj. çok sık ağlayan; ağlamaklı. rümek.
weigh v. tartmak, ağırlığında olmak, in well with lehine.
çekmek. n. ağırlık. ör. Each human well adjusted toplumla uyumlu.
adult kidney weighs about 150 gm. well advised duyarlı, akıllı.
weigh on/upon v. oturmak, yük ol- well and truly tamamiyle.
mak; endişe etmek, sorun yaratmak. well away ilerleme kaydetme.
well balanced 713 when

well balanced dengeli. so what ... ise ne olmuş?


well being sağlık, rahat, mutluluk. what for? ne için, niçin, ne amaçla?
well connected toplumsal gücü ve what ... like nasıl, ne gibi. ör. What’s
önemi olan insanları tanıyan. the weather like? = Hava nasıl?
well done "mükemmel!", ‘iyi yapıl- what if ... ise sonuç ne olur?
mış’, bir işin başarıyla yapıldığını what though ... ise fark eder mi?
belirtir; çok iyi pişmiş, tamamen what with -dığı için, -den dolayı, yü-
pişmiş. zünden.
well earned hak edilmiş, hakkı ile what’s more dahası, üstelik.
kazanılmış. What’s up? Ne oluyor?
well grounded iyi eğitilmiş. whatever -e bakmaksızın, her hangi,
well known ünlü, bilinen. her ne. ör. Chronic renal failure,
well-off varlıklı, zengin. whatever its cause, is almost
well out of bir işin dışında kalacak invariably associated with anemia
kadar şanslı. that tends to be roughly
well up in/on yeterince bilgilendirilmiş. proportional to the severity of the
wellbred görgülü. uremia. = Kronik böbrek yetmezli-
wellchosen dikkatle seçilmiş. ği, sebebi her ne olursa olsun, he-
wellness n. iyilik, sağlıklı olma, sağlık. men hemen değişmez bir şekilde,
welt n. darbe veya vurma sonucu deri kabaca üreminin şiddetiyle orantılı
üzerinde oluşan uzun, çizgisel ka- olma eğilimi gösteren anemiyle iliş-
bartı veya şişlik. kilidir.
wen n. yağ kisti. wheal n. deride kırmızı, yuvarlak ka-
wench n. genç kız/kadın. bartı.
wend v. gitmek, -e yönelmek. wheat n. buğday.
wet adj. ıslak, nemli, yağışlı, yağmur- wheedle v. hoş fakat samimi olmayan
lu. v. ıslatmak; altını ıslatmak, çiş söz ve davranışlarla ikna etmek.
yapmak. n. ıslaklık; rutubet, nem. wheedle sth out aynı tavırla birşeyi
wetness n. ıslaklık, rutubet, nem. elde etmek.
wet nurse n. başkasının çocuğuna wheel n. tekerlek, direksiyon; çark. v.
kendi sütünü vererek besleyen ka- döndürmek, arabayla taşımak.
dın, sütanne. v. başkasının çocuğu- wheeze n. hırıltı, hırıltılı soluma, ak-
nu kendi sütüyle beslemek. ciğerlerdeki anormalliğe bağlı gö-
wetting n. ıslanma, ıslatma. ğüsten gelen ses. v. hırıltıyla solumak.
what adj. ne. ör. What books have wheezing n. hışırtı çıkarak soluma,
you read on Hittites? (exclamatory) ıslıklı soluma.
What a good idea! What genius she whelp n. enik, yavru.
has! What a lovely day! = Ne kadar when adv. ne zaman?, saat kaçta?,
güzel bir gün! conj. -dığında, -dığı zaman, -iken, -
and what’s more ayrıca, bir de, dığı halde; her ne zaman, … ise,
hem de, üstelik. eğer; -den sonra. ör. Segmental
I know what’s what. İyiyi kötüden demyelination occurs when there is
ayırt edebiliyorum. (Neyin ne oldu- dysfunction of the Schwann cell or
ğunu bilmiyorum.) damage to the myelin sheath.
whence 714 while

whence nereden, hangi neden- wheresoever adv. her nereye, nereye


le/sebeple, nasıl. olursa.
whencesoever herhangi bir yerde, whereto adv. neye, niçin, hangi so-
kaynaktan, kökenden. nuca?
whenever her an, her ne zaman, ne whereupon adv. ondan sonra, bunun
zaman. ör. Postrenal azotemia is üzerine.
seen whenever urine flow is wherewith adv. aracılığı ile.
obstructed below the level of the wherewithal adv. aracılığı ile.
kidney. whether conj. eğer, şayet, ise.
whensoever adv. her ne zaman. whether...or not -ıp ... madığı, … -ip
where adv. -dığı (yer; alan), orada, ... mediği; … mı yoksa … mı (ol-
oraya. ör. Neoplastic B and T cells duğu). ör. The clinical and
tend to home to and grow in areas morphologic reactions to blood loss
where their normal counterparts depend on the rate of hemorrhage
reside. = Kanserli B ve T hücreleri and whether the blood is lost
normal kopyelerinin yerleşmiş ol- externally or internally. = Kan kay-
duğu alanlarda yuvalanma ve bü- bına klinik veya morfolojik tepki
yüme eğilimindedirler. kanamanın hızına ve kanın içeriye
whereabouts n. bulunduğu yer. mi yoksa dışarıya mı kaybedildiğine
whereas conj. nedeniyle, öte yandan, bağlıdır.
-dığı için, oysa, halbuki, madem ki. whey n. kazein alındıktan sonra kalan
ör. Most benign tumors grow slowly sütün sulu kısmı; serum laktis.
over a period of years, whereas which adj. hangi, hangisi. pron. han-
most concers grow rapidly, gisi, hangisini.
sometimes at an erratic pace, and whichever, whichsoever adj. & pro.
eventually spread and kill their her hangi, hangisini, her hangisi,
hosts. = Çoğu kötü huylu tümör yıl- her hangisini, hangisi olursa olsun.
larca yavaş büyür, oysa çoğu kan- whiff n. aroma, koku.
serler, bazen düzensiz bir gidişle, whiffy adj. kötü kokan, kötü koku ve-
hızlı büyürler, ve sonunda yayılır ve ren, kötü kokulu.
kendi konakçılarını öldürürler. while conj. -dığı halde, -iken, olmak-
where at adv. –da, -de, orada. la beraber, oysa, halbuki, öte yan-
whereby adv. aracılığıyla, yoluyla. dan, karşın, rağmen. n. zaman, süre.
wherefore hangi nedenle, niçin. a while adv. biraz, bir müddet, bir
wherever, wheresoever adv. nerede. süre, bir zaman.
conj. her nerede, her nereye, nerede after a while biraz sonra.
olursa. be worth while zahmetine değer,
wherein adv. hangi, hangi açıdan, ne zahmetine değmek.
bakımdan; neyin içinde. for a while bir süre, bir süreliğine,
whereof adv. hangi, hangisi, -dığı; bir süre için.
bunun, onun, bundan. once in a while ara sıra, seyrek ola-
whereon adv. -dığı, hakkında; neyin rak, nadiren.
üstünde. worth (one’s) while –ya değer.
while away 715 wide

while away boş zaman geçirmek. whiting n. beyazlatıcı madde, ağartıcı


whilst conj. -iken tebeşir.
whim n. kapris, kuruntu, heves. who(m) pro. kim, kimi, kime; ki ona,
whimper v. ağlamak, sızlamak, inle- -dığı(m) … . ör. The girl whom I
mek. n. ağlama, sızlanma. know hasn’t come yet. = Tanıdığım
whine v. yakınmak, şikayet etmek. kız henüz gelmedi.
whip v. cezalandırmak, çekmek, whoever, whosoever pro. her kim.
yırtmak. ör. Tell her story whoever you see.
whippy adj. geriye doğru kolay eğri- = O kızın öyküsünü (her) kimi gö-
lebilen. rürsen (ona) anlat.
whirl v. dönmek. n. döngü. whole adj. tam, toplam. n. bütün,
in a whirl (baş) dönmesi. tam, tamam, kusursuz, tüm.
whirlpool n. girdap. wholesome adj. sağlıklı, sağlığa ya-
whirlwind n. hortum, kasırga. rarlı.
whisper v. fısıldamak. n. fısıltı. wholly adv. tamamiyle, büsbütün;
whistle v. ıslık çalmak, düdük çal- tümü ile, bütünü ile, tam olarak.
mak. n. ıslık, düdük. on the whole genellikle, her şeyden
white adj. ak, beyaz. sonra.
turn white v. sararmak. whoop n. boğmacada öksürükten son-
white blood cell n. beyaz kan gözesi, ra duyulan horoz sesine benzer yük-
lökosit; kanda enfeksiyonla savaşan sek sesle soluk almak
hücre. whooping cough boğmaca.
white coffee n. sütlü kahve. whorl n. halka dizilişi, çevrem; kalka,
white leg n. beyaz bacak, venlerin kıvrım; kulakta kohlea kıvrımı.
trombozu nedeniyle oluşan bacak- whorled adj. kıvrımlı, halkalı.
lardaki şişlik ve ağartı. whose pro. kimin.
whosoever pro. her kim.
white matter n. ak madde, beyaz
why adv. niçin, ne diye, neden?; ne-
cevher.
denini, sebebini, -dığını, -duğunu.
white meat n. (tavuk, kuş eti gibi)
ör. We do mot know why genes are
beyaz et.
located at particular sites in the
whitehead n. deri yüzyinde görülen
genome or why they are present on
küçük beyaz kist, miliyum.
a particular cheomosome.
whitepox n. çiçek sayrılığının hafif
that’s why o nedenle.
formu. wick n. fitil.
whites n. vajinadan olağandan fazla wicked adj. kötü, hain, günahkar, şe-
gelen beyaz akıntı rir, tehlikeli, yaramaz.
white substance n. ak madde. wickedly adv. kötü bir şekilde, yara-
white tongua n. dil yüzeyinin beyaz mazca.
pasla kaplı oluşu, beyaz dil. wickedness n. kötülük, yaramazlık,
whiten v. ağartmak, ağarmak, beyaz- hainlik.
latmak. wide adj. geniş, enli, açık, bol. adv.
whiteness n. aklık, beyazlık. tamamen; açıkta, açığa; uzaklara.
widely 716 window

widely adv. geniş olarak, fazlasıyla, will be here in a few minutes. =


büyük ölçüde, yaygın olarak; ol- Birkaç dakika içinde burada olacak.
dukça. ör. Fine-needle aspiration of of one’s own will gönüllü, isteye-
tumors is another approach that is rek.
widely used. willies n. sinirlilik.
widen v. genişlemek, genişletmek. willing adj. candan, hevesli, istekli,
wider adj, comp. daha geniş. razı, gönüllü.
width n. genişlik, en. willingly adj. isteyerek, arzulayarak,
widespread adj. yaygın, yayılmış, istekli bir şekilde, seve seve.
geniş kapsamlı. ör. In secondary unwillingy adv. isteksizce, gönülsüz
syphilis, widespread mucocutaneous olarak.
lesions involve the oral cavity, willingness n. isteklilik, gönüllülük,
palms of the hands, and soles of the heveslilik.
feet. willpower n. irade gücü.
wide awake uyanık, pürdikkat. willed adj. istekli, gönüllü.
wide-eyed gözü (sürprizle) açılmış, wilt v. bayatlamak, solmak; zayıfla-
hayranlıkla gözü açılmış. mak, yorulmak.
widow n. dul (kadın). wily adj. isteğini elde etmek için bü-
widower n. dul (erkek). tün hileleri kullanmada başarılı
widowhood n. dulluk. olan, hilekar.
black widow n. kara dul, zehirli wimp n. zayıf ve işe yaramaz adam.
örümcek. win v. kazanmak, yenmek. n. kazanç.
width n. genişlik, en. win over v. çekmek, ikna etmek,
wield v. kullanmak, sürdürmek, uygu- kandırmak.
lamak. winner n. kazanan, yenen insan.
wife n. pl. wives eş (kadın). wince v. çekinmek, ürkmek.
wig n. takma saç. wind n. rüzgar, yel; hava, soluk. v.
wild adj. vahşi, yabani, yaban. dolamak, eğilmek, kıvrılmak, sar-
wild-cat n. yabani kedi. mak, sarılmak, çevirmek.
wild eyed adj. kızgınlık, korku ile wind down v. azalmak, düşmek, in-
veya dalgınca bakan. mek.
wild life n. vahşi yaşam, vahşi hay- wind up v. bitmek, sonlanmak.
van ve bitkiler. wind-born adj. rüzgarla taşınan.
wilderness n. bakımsız arazi; çöl, wind-blown adj. rüzgarla savrulmuş.
sahra. wind-broken adj. solunum yolların-
wildly adv. vahşice, yabani bir şekil- dan rahatsız.
de, çılgınca. wind-burn n. rüzgarın neden olduğu
wildness n. şiddet, vahşilik; çılgınlık, deride renk değişmesi, deri tahrişi.
delilik. windage n. basınçlı havanın neden
will n. istek, istem, irade, niyet; vasi- olduğu yüzeysel lezyonu olmayan
yet. mod. (Gelecek bildiren modal iç yaralanma.
yardıcı eylem.)–cek,-cak. ör. She window n. pencere, açıklık, boşluk.
windpipe 717 without a hitch

windpipe n. soluk borusu, trake. unwisely adv. akılsızca.


windshield n. araç ön camı, araçlarda wisdom n. akıl, akıllılık, bilgelik,
rüzgarın etkisini kıran siper. sağduyu.
windy adj. rüzgarlı. wisely adv. akıllıca.
winding n. kurma. wish v. istemek, arzulamak, arzu et-
wine n. şarap. mek, dilemek. n. istek, arzu dilek.
wine and dine yemekle birlikte şarap wistful adj. arzulu, istekli.
da almak; eğlenmek, eğlendirmek. wit n. akıl, anlayış; şakacılık.
wing n. kanat. witty adj. şakacı.
on the wing uçan. wittly adv. şakacı bir şekilde.
take wing v. uçmak, kanatlanmak. witch n. büyücü, cadı.
under one's wing birisinin kanatla- witchcraft n. büyü; büyücülük.
rı altında olmak, birisi tarafından witch hunting n. büyücüleri öldürme.
korunmak. with prep. ile, birlikte; yoluyla, aracı-
wingspan n. bir kanattan diğerine lığıyla; -li, -lı; ilgilendiren, lehine;
olan mesafe. karşın, rağmen.
wink v. göz kırpmak. n. göz kırpma. withal adv. üstelik, bir de, bununla
winner n. bir yarışı kazanan kişi. beraber.
winning adj. kazanan, galip. withdraw v. çekmek, çekilmek, uzak-
winsome adj. güzel ve çekici. laşmak, geri almak.
winter n. kış. v. kışlamak, kışı geçir- withdrawal n. çekme, geri çekilme.
mek. withdrawn adj. içedönük, utangaç.
winter sports kış sporları.
wither v. solmak, soldurmak, kurut-
wipe v. fırçalamak, silmek, silip kuru-
mak, bozulmak, çekmek, çürümek.
lamak, temizlemek.
withering adj. yıkıcı, yok edici.
wipe sth away/off temizleyip çıkar-
within adv. daha ilerde, daha ötesinde
mak.
değil; içerde, içeri, içinden, içinde;
wipe sth out bir şeyin iç yüzeyini te-
süresince. ör. M. Leprae is for the
mizlemek; başından atmak, kurtul-
mak, savmak; yıkmak, yok etmek, most part contained within the skin,
harap etmek, yerle bir etmek. but leprosy is likely to be
wipe up silip temizlemek, kurutmak. transmitted from person to person
wiper n. silici, silecek. through aerosols from lesions in the
wire n. tel. v. telle bağlamak. upper respiratory tract.
wireless n. telsiz. within reach ulaşılabilir yerde.
wiring n. kırık kemiğin uçlarını tel withhold v. tutmak, alıkoymak; giz-
dikişle birleştirme, telle bağlama. lemek, saklamak.
wiry adj. tel gibi, telden yapılmış; in- without prep. -siz, -sız, -meksizin;
ce ve adaleli. hariç, dışında, dıştan, hariçten, hari-
wise adj. akıllı, basiretli. cinde, ötesinde.
unwise adj. akılsız, önlem alınma- from without dışardan, hariçten.
mış. without a hitch sorunsuz.
withold 718 work on

withold v. alıkoymak, tutmak, ver- wonderwork n. mucize.


memek, esirgemek, kaçınmak, uzak wondrous adj. harika; acayip.
durmak. woo v. kur yapmak, kazanmaya ça-
witkop n. kellik, favus. lışmak.
withstand v. dayanmak, karşı koy- wooing n. kur.
mak, direnmek, tahammül etmek; wood n. odun, tahta, ahşap; orman.
uğraşmak. wood alcohol n. metil alkol.
witness n. tanık; kanıt. v. tanıklık et- wood chip odun parçacığı.
mek, görmek, tanık olmak. wood pulp odun özü.
woe n. büyük üzüntü, keder. wood wool n. cerrahi sargı olarak
woeful adj. çok üzgün, kederli. kullanılan, özel olarak hazırlanmış
woebegone adj. görünüşte çok üzgün. odun lifi.
wog n. koyu renkli insan. wooden adj. ahşap, tahtadan yapıl-
wolf n. pl. volves kurt. v. çabuk çabuk mış.
yemek; büyük parçalar halinde woodwork n. doğrama, doğramacılık,
yutmak. bir yapının ağaç kısımları.
woman n. pl. women kadın. wool n. yün, yapağı.
womanhood n. kadınlık. woolen adj. yünlü, yünden.
womanish adj. karakter, görünüm ve woolly adv. yünlü, yünden üretilmiş,
davranış olarak kadın gibi davra- yünden yapılmış.
nan; kadınsı davranışları olan. woozy adj. baş ağrısı olan, başı dö-
nen, baygın; şaşırmış, belirsiz.
womenize v. kadınların arkasından
word n. sözcük; söz. v. açıklamak,
koşmak.
söylemek, sözle ifade etmek.
womankind n. kadınlar, kadın kısmı.
wordless adj. sessiz, konuşulmayan;
womanlike adv. kadınca, kadın gibi,
sözsüz.
kadınlara yakışır şekilde.
wordy adj. yeterinden fazla sözcük
womanly adv. kadına yakışır şekilde,
içeren.
iyi kadın davranışıyla.
work v. çalışmak, işlemek. n. çalış-
women's movement kadın hareketi. ma, iş, emek; yapıt, eser.
womenfolk n. kadınlar, kadın akraba- be at work işte olmak, iş başında
lar. olmak.
womb n. döl yatağı, rahim, uterus. be out of work işsiz olmak, boşta
wonder v. hayret etmek, hayran ol- olmak.
mak, tuhaf bulmak, merak etmek, unworkable adj. işlenemez, uygu-
garipsemek; sormak, soruşturmak. lanması kolay olmayan, pratik ol-
n. şaşılacak şey, hayret. mayan.
wonderful adj. hayret verici, hariku- work in içine sokmak, içeri girmek,
lade; garip. içeri sokulmak.
wonderfully adv. hayret verici bir work off kurtulmak, başından sav-
şekilde. mak, ekarte etmek.
wonderment n. şaşkınlık, hayret. work on ikna etmek, etkilemek.
work out 719 would

work out halletmek, yapıp bitirmek, wormy adj. kurtçuk gibi, kurda ben-
hesap etmek, yerinden oynatmak; zer; kurtlu, içinde kurt olan; (kurt
üretmek; evrilmek. yemiş gibi) delikleri olan, oyuklu.
work over yinelemek, ikinci kez worn adj. eskimiş, aşınmış, yıpran-
yapmak. mış, giyilmiş.
work overtime belirli süreden çok worn out adj. sürekli kullanılmaktan
çalışmak, fazla mesai yapmak. aşınmış, eski, yıpranmış.
work up artmak, çoğalmak, yüksel- worry n. dert, endişe, sıkıntı, üzüntü,
mek, ilerlemek, geliştirmek, üret- tasa, merak. v. endişelenmek, üzül-
mek. mek, tasalanmak, canını sıkmak,
workable adj. işlenebilir, uygulan- kaygılanmak, merak etmek.
ması kolay, pratik. worrying adj. endişe verici.
workaholic adj. çalışma düşkünü. worried adj. endişeli, üzüntü verici.
worker n. işçi. worrisome adj. endişe verici.
working n. çalışma, iş görme, işleme. worse adj. daha kötü.
adj. çalışan, iş gören. worsen v. kötü hale sokmak, kötü-
working class n. işçi sınıfı. leş(tir)mek.
workman n. işçi, amele. worsening n. bozulma, çürüme, kötü-
works n. fabrika, yapımevi, işlik. leşme.
workshop n. işlik, yapımevi. worst adj. en kötü.
world n. dünya, cihan. worth prep. değer, eder, kıymet; ya-
worldwide adj. dünya çapında. rarlılık; hak eden.
worm n. kurt, solucan, kurt parazitler. be worth değerinde olmak, değ-
hookworm n. kancalı kurt. mek.
pinworm n. kılkurt. it’s worth ... ... yapmaya değer.
roundworm n. yuvarlak kurt, solu- worthy adj. değerli, yakışır, layık.
can. worthless adj. değersiz, yararsız, işe
wormbark n. asalak kurt döktürücü yaramaz.
olarak kullanılan Andira inermis unworthy adj. yakışmayan, layık
bitkisi kabuğu. olmayan.
worm-eaten adj. (kurt yemiş gibi) trustworthy adj. güvenilir.
delikli, oyuklu (ahşap malzeme). untrustworthy adj. güvenilmez.
adj. eski ve kullanılmayacak du- worthwhile adj. değer, işe yarar, ya-
rumda. rarlı.
wormseed n. asalak kurt döktürücü it isn’t wirthwhile ... yapmaya
olarak kullanılan Chenopodium değmez.
ambrosoides bitkisinin meyvesi. would mod. aux. modal yardımcı ey-
wormwood n. tonik olarak kullanı- lem. –ardı, -erdi. ör. The children
lan, fazlası başağrısı, titreme veya would go swimming every afternoon
epileptik nöbete neden olabilen last summer. = Çocuklar geçen yaz
Artemisia absinthium bitkisinin her öğleden sonra yüzmeye gider-
yaprakları. lerdi.
would-be 720 wryness

would-be adj. sözde, sözüm ona. wriggle out of v. zor bir durumdan
would like to istemek. kurtulmak.
would love to çok istemek. -wright suffix. yapan, yazan anlamla-
wound n. yara, bedensel dokulara ve- rına sonek. ör. a playwright.
rilen hasar, cerrahi kesi; acı. v. hasar wring v. burmak, bükmek, boynunu
vermek, kesmek, yara açmak, yara- bükerek kırmak.
lanmak, incitmek; gönlünü kırmak. wrinkle v. kırış(tır)mak, buruş(tur)-
incised wound keskin bir aletle açı- mak. n. kırışık, buruşuk.
lan yara, delik. wrinkled adj. kırışık, buruşuk, bu-
puncture wound ince uçlu bir alet- ruşmuş.
le açılan delik. wrist n. bilek, el bileği.
wound probe n. yara sondası, yara write v. yazmak.
mili. write down v. kaydetmek, yazmak.
wounded adj. yaralı. write in v. yazılmış olana eklemek.
wrap (up) v. sarmak, ambalaj yap- write off v. feshetmek, iptal etmek,
mak, paketlemek, sonlandırmak. n. silmek; bozmak, yıkmak.
örtü, koruyucu kılıf. write out v. göndermek üzere yaz-
wrath n. gazap, öfke. mak, tamamını yazmak.
wrathful adj. öfkeli. write up v. tam olarak tanımlamak,
wrathfully adv. öfkeli bir şekilde. tamamını yazmak.
wreak v. öfke ile yapmak, şiddetle writer n. yazar.
yapmak. writhe v. acı ile kıvranmak.
wreath n. kıvrılmış bir banda veya writing n. yazı, el yazısı; yazı yazma;
demete benzeyen bir yapı. yapıt, eser.
wreck n. enkaz, harabe. v. kazaya uğ- writing paper n. yazı kağıdı.
ramak, bozmak, harabeye çevirmek, wrong adj. hatalı, yanlış; ters; haksız.
adv. yanlış şekilde; yanlışlıkla. n.
kırmak.
haksızlık.
wreckage n. kalıntı, enkaz.
wrongdoing n. kötü, yasal olmayan
wrench v. bükmek, burmak, burkul-
davranış.
mak, çevirmek; sökmek, söküp çı-
wrongful adj. haksız.
karmak. n. burkma, burkulma, sök-
wrongheaded adj. hatalı, yanlış dü-
me.
şünceli, inatçı, aksi.
wrest v. bükmek, sökmek, zorlamak.
wroth adj. öfkeli, kızgın.
wrestle v. uğraşmak, mücadele et-
wrought adj. yapılan, işlenen, işlen-
mek; güreşmek. miş.
wretch n. zavallı, şanssız ve mutsuz wrought-up adj. sinirli ve heyecanlı.
insan. wry adj. hoşnutsuzluk ifadesi; hatalı,
wretched adj. çok mutsuz, sefil. eğri, çarpık.
wrick v. burkmak. n. bükülme, bur- wryneck n. boyun kaslarının kasıl-
kulma. ması, torticollis.
wriggle v. kıvrılmak, kıvrılarak hare- wryness n. çarpıklık, eğrilik; asık
ket etmek. yüzlülük.
X,x

X² chi-square kısaltması. xenophobia n. yabancılardan ve


X Kienböck, xanthosine, halogen yabancı geleneklerden duyulan
atom, unspecified amino acid kaygı, korku, endişe, (bu nedenle
simgesi. duyulan) yabancı düşmanlığı.
Xan xantine kısaltması. xenograft n. bir hayvan türünden
x-radiation n. x-ray'le sağal- diğerine graf aktarımı.
tım/tedavi, x-ray sağaltımı, ışınla xeransis n. kuruluk, dokuda nem
iyileştirme/sağaltma. yitimi.
xanthate n. iksantik asit tuzu. xerantic adj. kuruluğa neden olan.
xanthene n. ilaç, boya v.b. birçok xerasia n. saç dökülmesine yol açan
doğal ürünün temel yapısı; x’e da- saç kuruluğu.
yalı molekül kümesi. xero-, xer- prefixes. kuruluk anlamı-
xanthic adj. sarı, sarımsı; xantin’le na önekler. ör. xerosis kuruluk, ku-
ilgili. ru. xerocheilia n. dudak kuruması.
xanthine n. kan, idrar ve bazı bitki- xerophilous adj. kuru, sıcak, iklime
lerde bulunan sarımsı beyaz asit. dayanma.
xantho-, xanth- prefixes. sarı, sarımsı xerophtalmia n. ileri derecede
anlamlarına önekler. konjanktiva kuruluğu.
xanthochroid adj. açık tenli, açık xerosis n. deri, konjanktiva veya
renk saçı olan. mukus membranların ileri derecede
xanthoma n. göz kapaklarında sık kuruluğu.
görülen sarımsı turuncu bir deri say- xerotic adj. kuru, kuruluktan etki-
rılığı; sarı tümör. lenmiş.
xanthopsia sarı görme. xipho-, xiph-, xiphi- prefixes. kılıç
xanthosis n. sarılık; kötücül tümör- şeklinde anlamına önekler. ör.
lerde görülen bozuk dokularda sa- xiphocostal adj. kostalarla ilgili.
rımsı renk yitimi. xiphoid n. göğüs kemiğinin alt
xanthous adj. sarı, sarımsı, açık kah- kısmında kılıç þeklinde kıkırdak.
verengi veya sarımsı teni olan. xylo-, xyl- prefixes. odun anlamına
xenogamy n. bir bitkiden diğerine önekler. ör. xylem n. odun dokusu.
polen transferi. xyloid adj. odunumsu, oduna ben-
Xenogenic adj. organizma dışında zer. xylophagous adj. böcek) odun
gelişen veya organizmaya sokulmuş yiyerek beslenen.
yabancı bir maddeden köken alan. xysma n. ishalli dışkıda görülen
xenogenous n. yabancı cisim veya membrana benzer parça.
toksinin neden olduğu rahatsızlık.
Y,y

Y yitrium, tyrosine, pyrimidine yeasty adj. maya ile ilgili, mayaya


nucleoside simgesi. benzer, maya içeren; maya işlevi
-y suffix. -cik, -lik, -lu anlamına so- gören; mayalı, köpüklü; heyecanlı.
nek. 1. kökte belirtilenin varlığını yell v. avaz avaz bağırmak; feryat et-
anlatır. ör. curly kıvırcık (saç). mek; çığlık atmak, haykırmak. n.
rainy yağmurlu. cloudy bulutlu. 2. bağırma, çığlık, bağırtı.
kökte belirtilene benzerlik anlatır. yellow adj. sarı; yumurta sarısı.
ör. watery sulu. glassy cama ben- yellow fever n. sarı humma.
zer. 3. nitelik belirtir. ör. jealousy yellow jak n. sarı humma.
kıskançlık. 4. bir işle ilgili ürünler yellow jaundice n. sarılık.
veya çalışmaları belirtir. ör. yellowish adj. sarımsı, sarımtrak.
cannery, cookery. 5. küçük anla- yellowness n. sarılık.
mına gelir. ör. kiddy yavrucak. yellowy adj. sarımsı.
doggy köpekcik. 6. yakınlık belirtir. yelp v. viyaklamak.
ör. daddy babacığım. mummy an- yes adv. evet.
neciğim. yester- bugünden önceki gün anlamı-
yacht n. yat. v. yatla yolculuk etmek, na önek. ör. yesterday n. dün.
yatla dolaşmak. yesterevening, yestermor-ning,
yachting n. kotracılık. yesteryear.
yammer v. kaba kaba ve sürekli ko- yet adv. henüz, daha, şu ana dek, hâ-
nuşmak; yakınmak, inlemek. la, yine de, hatta, bile; ancak. conj.
yard n. avlu, bahçe. fakat aynı zamanda, -dığı halde yine
yarn n. iplik, lif. de. ör. She is vain and foolish, and
yawn v. esnemek. n. esneme. yet everbody likes her.
yawning adj. açık, büyük, olabildi- as yet henüz, şimdilik, şimdiye dek.
ğince geniş. yield v. üretmek, ürün vermek; teslim
etmek, teslim olmak; gevşemek;
yaws n. tropik cilt sayrılığı, tropik
akmak. n. ürün, mahsül; üretim.
frengi, yavs.
yielding adj. uysal, uyumlu davranan;
year n. yıl, sene.
eğilebilen; gevşek, akıcı. ör.
all the year around bütün yıl.
Subcutaneous lipomas are quite
calender year takvim yılı.
common and readily recognised by
year after year yıllarca.
their soft, yielding consistency.
year in year out düzenli bir şekilde
yip v. havlamak.
her yıl. yob n. kaba ve sorun yaratıcı genç.
yearling n. bir veya iki yaşındaki yoke n. hamut, boyunduruk. v. bağ-
hayvan. lamak, birleştirmek.
yearly adj. yıllık, senelik. adv. yılda yokel adj. hödük.
bir meydana gelen, senede bir olan. yolk n. embriyonun beslenmesi için
yearn v. özlemek. ovumda bulunan besin maddesi;
yearning n. özlem, arzu, hasret. vitellus; yumurta sarısı; işlenmemiş
yeast n. maya; ekmek, şarap, bira koyun yapağısında bulunan yağlı
mayası. madde.
yolk sac 723 yummy

yolk sac n. vitellu kesesi; embriyoya yours adj. & pron. seninki.
bağlı, embriyonun beslenmesini yourself pron. pl. yourselves kendi
sağlayan kese benzeri oluşum. kendine, yalnız başına.
you pro. sen, siz. youth n. gençlik.
you’ll = you will. … …acaksınız, … youthful adj. genç, dinç, taze.
…eceksiniz. you’ve = you have.
young n. genç, yavru. yowl v. (kedi) miyavlamak, (köpek)
youngster n. genç insan. ulumak.
youngling n. genç insan, bitki veya yr., yr n.pl. yrs yıl, sene.
hayvan. yucky adj. son derece.
your adj. sana ait, senin. yummy adj. tatlı, lezzetli.
you’re = you are.
Z,z

zany n. budala (insan), soytarı; buda- zonular adj. küçük dar alanla ilgili.
laca davranan (insan). zonule n. küçük dar alan.
zap n. canlılık, enerji. v. yıkmak, sal- zoo-, zo- prefix. hayvan veya hayvan
dırmak; vurmak, öldürmek. yaşamı ile ilgili anlamlarına önek.
zeal n. heves, gayret, istek, şevk. ör. zoology, zoogeography, zoid.
zealot n. gayretli, hevesli kişi. zooblast n. hayvan gözesi, hayvan
zealous adj. gayretli, hevesli, istekli, hücresi.
tutkulu. zoogenesis n. hayvan türlerinin üre-
zein n. mısırda bulunan bitkisel protein. mesi ve gelişimi.
zenith n. doruk, tepe, zirve. zoological adj. hayvanlara ait, hayvan
zero n. , pl. zeros, xeroes sıfır. bilimi ile ilgili.
zest n. zevk, haz; tat, lezzet, çeşni. zooid adj. hayvana benzer, hayvan
zig-zag n. yılankavi; zik-zak. v. dola- gibi; organik hücre ( kuduz ve sıtma
na dolana gitmek. gibi).
zinc n. çinko. zoom n. hızlı, ani hareket. v. (gürültü-
zincferous adj. çinko içeren. lü bir sesle) hızla gitmek; aniden ve
zincoid adj. çinko ile ilgili, çinkoya hızlı bir şekilde artmak.
benzeyen. zoosadism n. hayvanları incitmekten
zo-, zoo- hayvan anlamına önek. ör. alınan cinsel zevk; zoosadizm.
zootoxin hayvan kökenli zehir. zoosis n. hayvanlardan insana geçen
zoanthropy n. kişinin kendisini hay- hastalık.
van sandığı inanç. zoster n. herpes zoster (hastalığı).
zoetic adj. yaşamla ilgili. zygal adj. boyunduruk şeklinde.
zona pl. zonae n. bölge; parça; çevre- zygo-, zyg- prefixes. birleşme, birlik;
leyen veya kuşağa benzer iç veya döllenmiş yumurta anlamlarına
dış yapı; herpes zoster sayrılığı. önekler. ör. monozygotic,
zona facilalis yüzü etkileyen herpes dizygotic, homozygous.
zoster. zygote n. zigot; döllenmiş göze.
zonal adj. bölgesel, küçük; kuşaklara zygotic adj. döllenmiş gözeyle ilgili.
ait. -zygous suffix. belirli zigota benzer
zonary adj. çevreleyen yapı veya ku- oluşumları gösteren sonek. ör.
şak gibi saran yapı ile ilgili; kuşağa heterozygous.
benzer. -zyme suffix. enzim anlamına sonek.
zonate adj. bölgeleri olan; kuşaklı, ör. lysozyme.
çizgili, halkalı, halka şeklinde. zyme n. mayalanabilen madde.
Zondal-Aschheim Test gebelik testi. zymo-, zym- prefixes. mayalanma,
zone n. bölge, alan; parça. mayalanma ile ilgili anlamlarına
zonesthesia n. bel çevresinde gergin- önekler. ör. zymolysis n. mayala-
lik hissi. ma, fermentasyon. zymosis n. ma-
zonked adj. alkol veya uyuşturucu yalanma, fermentasyon; enfeksiyon
etkisinde olan; son derece yorgun. alma durumu.
zonula n pl. zonulae . küçük dar alan.
725

APPENDICES
Appendix I

Common medical abbreviations


A
A acute; ampere: anterior; artery; attendance
AA amino acids, aminocyl
A absorbance, absorbancy
Å Ångstrom unit
A&W alive and well
a.c. ante cibum , (Latin) before meals, alternating current
a.d. ad infinitum, without end, for ever
a.m. morning
A:G albumin globulin ratio
A3, A7, to attend surgery in three, seven days
aa (Greek : of each) used to show the same quantity of each
ingredient in a prescription
AAF 2- acetylamino - fluorene
AAS anthrax antiserum
AB apex beat
abdms(M)(t)(o) abdomen without masses, tenderness,
organomegaly (US)
abdo abdomen
abs. absolute
AC air conduction; alternating current; anodal closure
ACE adrenal cortical extract
ACTH adrenocorticotrophic hormone
Aet. aetas (Latin) age
af audiofrequency
AF atrial fibrillation
AFP alphafoetoprotein
A:G albumin globulin ratio
AHA Area Health Authority (UK)
AI aortic incompetence; aortic insufficiency; artificial
insemination
AJ ankle jerk
Alb. albumin
alt. alternating current
a.m. ante meridiem ( before noon ), forenoon, morning
AMA American Medical Association
Amb. ambulance
726

AMOH Association of Medical Officers of Health


amp. ampere; amputation
amt. Amount
amu atomic mass unit
AN antenatal
anal. analysis, analytical(ly)
ANS autonomic nervous system
antilog. antilogarithm
AP antero-posterior
APH antepartum haemorrhage
APN artificial pneumothorax
approx. approximate, approximately
APT alum precipitated toxoid
aq. aqueous
ARM artificial rupture of membranes
AS alimentary system; anxiety state; aortic stenosis
ASD atrial septal defect
ASHD arteriosclerotic heart disease (US)
ASO antistreptolysin O
AST antisyphilitic treatment
at. wt. atomic weight
atm atmosphere
ATS antitetanic serum
atto- (10¯18) a-
av. average
avdp. avoirdupois
AVC atrio-ventricular-canal
A&W alive and well
AZ Aschheim-Zondek

B
B brother
B’sp bronchospasm
b.d., b.i.d. twice a day
Ba.E. barium enema
Ba.M: barium meal
BB bed bath; blanket bath
BBA born before arrival
BBD baby born dead
BC bone conduction
BCG bacille Calmette Guerin
BD borderline dull
Bé Baumé
BF breast fed
727

BI bone injury
bid bis in die (Latin) twice a day
BID brought in dead
BIPP bismuth iodoform and paraffin paste
BM bowel movement
BMA British Medical Association
BMR basal metabolic rate
BNA Basle Nomina Anatomica
BNF British National Formulary
BNO bowels not opened
BO body odour; bowels opened
BOD biological oxygen demand
body wt. body weight
b.p boiling point
BP blood pressure; British Pharmacopoeia
BPC British Pharmaceutical Codex
BPD bi-parietal diameter
Br. bronchitis; brown
BRCS British Red Cross Society
BS breath sounds
BSR blood sedimentation rate
Btu British thermal unit
BUN blood urea nitrogen (US)
BWt birth weight

C
C carbon; cathode; centigrade; (temperature scale); Celsius;
certificate; cervical; consultation; head presentation
c with
c- centi- (10¯² )
C’p chickenpox
C of H circumference of head
C-section cesarean section (US)
c. circa (Latin) about
c.c. cubic centimetre
c/o complains of
C1, C4, C13 intermediate certificate for 1, 4, 13 weeks
Ca. cancer, carcinoma
ca. circa ( about )
CAD coronary artery disease
cal; gm cal calorie, small
Cal; keal, kg cal calorie, large
calc. calculate
728

Caps. capsules
Capt. head presentation
CAT coaxial or computerised axial tomography
CAVG coronary artery venous graft
CBC complete blood count (US)
CC chest clinic
CCF congestive cardiac failure (UK)
cd candela
CD casualty department
CE chloroform and ether mixture
cm² , sq cm centimetre, square
cm³, cc, cu cm centimetre, cubic
Cen, cm centimetre
CF cardiac failure; counts fingers; final certificate (UK)
Cf first certificate (UK)
CFT complement fixation test
Cgh. cough
cgs centimetre-gram-second
Ch child; children; chronic
ch.B chronic bronchitis
Chem. chemical(ly)
CHF chronic heart failure; congestive heart failure (US)
Chlor chloramphenicol
Cho/Vac cholera vaccine
Chr.CF chronic cardiac failure
Ci curie
CI colour index
Circ circulation; circumcision
cm centimetre
CNS central nervous system
CO casualty officer (UK)
c/o complains of
COAD chronic obstructive airways disease (UK)
coeff. coefficient
Comp complemented
compd. compound
compn composition
conc. concentrate, concentrated, concentration
Conj conjunctivitis
const. constant
COP change of plaster
COPD chronic obstructive pulmonary disease (US)
cor. corrected
cos cosine
729

coul. coulomb
CP colour perception, chemically pure
cpm; counts/min counts per minute.
cpm; cycles/min cycles per minute
cps; counts/sec counts per second
cps; cycles/sec cycles per second
CP private certificate
creps crepitations (UK) (râles US)
cryst. crystalline
C-section cesarean section (US)
CSF cerebrospinal fever; cerebrospinal fluid
CSM cerebrospinal meningitis
CSSD Central Sterile Supply Depot (UK)
CSU catheter specimen of urine
CT cerebral tumour; coronary thrombosis
cu cubic ( cu centimetre, foot, meter, etc. )
CV cardiovascular; cervical vertebra; colour vision;
conversational voice
CVA cardiovascular accident; cerebrovascular accident
CVS cardiovascular system; cerebrovascular system; central
venous system
cwt hundredweight
Cx cervix
CXR chest X-ray
Cyl cylinder
Cz coryza

D
D divorced; died; dispensing patient; dull; duration
D diffusion coefficient
D,d density
D&C dilatation and curettage
D&D drunk and disorderly
D&V diarrhoea and vomiting
d. deci- (10¨¹) , density; dioptre; dorsal; dose
D/- daily total in divided doses
DA dental anaesthetic
da deca- (10¹)
DAH disordered action of the heart
DAO Duly Authorised Officer
db decibel
d.c. direct current
DD dangerous drugs; definitely dull
730

DDA Dangerous Drugs Act (UK)


decomp. decompose
dec.; decompn decomposition
decub. lying down
DED date expected delivery
deriv. derivative
derm dermatitis
det. determine
d- , dextro- dextrorotatory
dg decigram
DHSS department of Health and Social Security (UK)
diam. diameter
DIC drunk in charge
dil dilute
dissoc. dissociate
distd. distilled
dl decilitre
Dip diphtheria
Dip/Vac/FT diphtheria prophylactic formol toxoid
DLE disseminated lupus erythematosus
dm decimetre
DMO Divisional Medical Officer
DN District Nurse (UK)
DNA deoxyribonucleic acid; did not attend
DNKA did not keep appointment
DNS deflected nasal septum; did not suit
DOA dead on arrival
DOM Department of Medicine
DOS Department of Surgery
doz dozen
DP / Vac diphtheria pertussis prophylactic vaccine
dpm disintegration per minute
dps disintegration per second
DPP diphtheria pertussis prophylactic
dr drachm(s), dram
dry wt dry weight
DRO Disablement Resettlement Office (UK)
DS disseminated sclerosis; double strength
DSph dioptre spherical
DT delirium tremens; diphtheria and tetanus; distance test
DT/Vac diphtheria tetanus vaccine
DTN diphtheria toxin normal
DTP diphtheria, tetanus and pertussis
DU duodenal ulcer
731

Dup duplicate
DV domiciliary visit
DVT deep venous thrombosis
DXR deep X-ray radiation
DXT deep X-ray therapy
Dysm dysmenorrhoea
Δ diagnosis

E
E electrolytes; evening
E electrode potential, extinction coefficient
EBS emergency bed service
E-C ether-chloroform mixture
EC executive council
ECF extracellular fluid
ECG/EKG (US) electrocardiogram
ECT electroconvulsive therapy
ED erythema dose
EDC expected date of confinement
EDD expected date of delivery
EDM early diastolic murmur
EEG electroencephalogram
e.g. exempli gratia, for example
elec. electric, electrical(ly)
emf electromotive force
emu electromagnetic unit
ENT ear, nose and throat
EENT eyes, ears, nose and throat
EOM external ocular movement
EOU epidemic observation unit
Ep epileptic
EPR electron paramagnetic resonance
Eq; eq; equiv. equivalent
equil. equilibrium(s)
erg. spell out
ES enema saponis
ESN educationally sub-normal
ESR electron spin resonance, erythrocyte sedimentation rate
est. estimate
esu electrostatic unit
et al. et alii ( and others )
etc. et cetera ( and so forth )
732

ETT exercise tolerance test


EUA examination under anaesthesia
evap. evaporate
eV electron volt
examd. examined
expt experiment
ext. extract
Ez eczema

F
F Fahrenheit (temperature scale); faraday, farad,
Father, female; ♀ ; O
Fı , etc., filial generations
f femto
f.m. fiat mistura (Latin) make a mixture
FA fatty acid
fb finger breadth
FB foreign body
FBC full blood count (UK)
FH foetal heart
FHH foetal heart heard
FHNH foetal heart not heard
Fib fibrositis; fibula
fl femtolitre
FMF foetal movement felt
FMFF foetal movement first felt
FMP first menstrual period
fn. P. ; fu. P. fusion point
f.p. freezing point
FP food poisoning
FPC family planning clinic (UK)
FSU family service unit
ft foot, feet
ft² , sq ft foot, square
ft³ , cu ft foot, cubic
ft-c foot-candle
FT formal toxid; full term
FTAT flourescent treponemal antibody test
FTBD fit to be detained; full term born dead
FTM fractional test meal
FTND full term normal delivery
FUO fever of unknown origin
FW forced whisper
733

G
g gram(s); gramme(s)
g gravity, centrifugal.
GA general anaesthetic; general attention
gal gallon
G and A gas and air
GB gall bladder
GC general condition; gonococcus
GCFT gonococcal complement fixation test
GI gastro-intestinal; globulin insulin
G- giga-
GIT gastro-intestinal tract
Gm; g gram
GOT glumatic oxaloacetic transaminase
GP General Practitioner (UK); guinea pig
GPC general physical condition
GPI general paralysis of the insane
GPT glutamic pyruvic transaminase
gr grain
gr. sp. gravity, specific.
GTN glyceril trinitrate
GTT glucose tolerance test
GU gastric ulcer; genitourinary; gravitational ulcer
GUS genito-urinary system
Gyn. gynaecology

H
H hospital; hydrogen
h- hecto-
H of F height of fundus
H&P history and physical examination
Hb/Hgb haemoglobin
HBP high blood pressure
HC head circumference; hydrocortisone
Hct haematocrit
HDL high density lipoprotein
HF Hageman factor
HI head injury
hm hectometre
HM head movements
hp horse power
HP House Physician (UK)
HPU has passed urine
hr hour
734

HR heart rate
hrs hours
2 hrly once every two hours
HS heart sounds; Heart Surgeon
Ht heart; height
HVL half-value layer
HVT half-value thickness

I
I iodine
i.c. intracutaneous(ly)
ICF intracellular fluid
ICS intercostal space
ID infectious disease, infective dose
IM, i.m. intramuscular(ly)
Impr improved
IN initial dose
inorg. Inorganic
insol. Insoluble
IOFB intra-ocular foreign body
IP in-patient; interphalangeal; insurence patient
i.p. intraperitoneal(ly)
IQ intelligence quotient
ir infrared
IRL infra-red light
irradn. irradiation
IRU industrial rehabilitation unit
ISQ in statu quo
IU international unit
IV, i.v. intravenous(ly)
IVC inferior vena cava
IVP intravenous pyelogram
IVU intravenous urogram
IZS insulin zinc suspension

J
J Jaeger type, joule
JVD jugular venous distention (US)
JVP jugular venous pressure (UK)

K
K Kelvin
k- kilo-(10³)
kc kilocycle
735

kc/sec kilocycle per second


keV kiloelectron volt
kg kilogram
kl kiloliter
km kilometre
KP keratitis punctata
kr kiloroentgen
KUB kidney, ureter and bladder
kV kilovolt
kW kilowatt

L
L left; litre; Lambert
l litre
l- , levo levorotory
LA left atrium; local anaesthetic; local authority
Lab laboratory
LAD left axis deviation
lat. lattitude
lb pound (of weight)
LBP low back pain; low blood pressure
LD lethal dose, median
LDA left dorso-anterior position of the foetus
LDH lactic dehydrogenase
LDP left dorso-posterior position of the foetus
LE left eye
LE cells lupus erythematosus cells
Lf flocculation equivalent(s)
LFA left fronto-anterior position of the foetus
LFTS lung function tests
LHA Local Health Authority (UK)
LIF left iliac fossa
LIH left inguinal hernia
Liq. liquid
LKS liver, kidney and spleen
LLL left lower lobe
LLQ left lower quadrant
LMA left mento-anterior position of the foetus
LMC local medical committee
LMN lower motor neurone
LMP last menstrual period; left mento-posterior position of
foetus
LOA left occipito-anterior position of foetus
log ; ln logarithm
736

long. longtitude
LOP left occipito-posterior position of foetus
LP lumbar puncture
LRI lower respiratory infection
LSCS lower segment Caesarean section
LUA left upper arm
LUQ left upper quadrant
LV left ventricle; lumbar vertebra
LVA left visual activity
LVE left ventricular enlargement
LVF left ventricular failure
LVH left ventricular hypertrophy

M
M male; ♂; □ ; malignant; minim; morning; mother
M mega-
m metre
m melts at, melting at
m²; sq m meter, square
m³ ; cu m meter, cubic.
m molal
m- milli-
м;M;M mole ( unit of mass)
mA milliampere
math. mathematical(ly)
max. maximum
M and CW maternity and child welfare
Mci millicurie(s)
Meq; mEq milliequivalent
meV million electron volts
M/F; M/W/S male / female; married / widow(er) / single
MCD mean corpuscular diameter
MCH mean corpuscular haemoglobin
MCHC mean corpuscular haemoglobin concentration
MCL mid-clavicular line
MCV mean corpuscular volume
MD doctor of medicine; mentally deficient
MDM mid-diastolic murmur
mEq milliequivalent(s)
mg milligram
mg./day milligrammes per day
mho mho ( reciprocal ohm )
μ micro-
μCi microcurie
737

μf microfarad
μg microgram
μl microlitre
μm micrometre
μμg micromicrogram (picogram)
μμ micromicron
mм micromolar; millimolar (units of concetnration)
μmole micromole
μ micron
μU microunit
μV microvolt
μW microwatt
MHO Medical Health Officer
MI mitral incompetence insufficiency; myocardial infarction
min minimum, minute (angular measure)
misc miscarriage; miscellaneous
mixt. mixture
ml millilitre
MLD minimum lethal dose
mm millimetre
mm² ; sq mm millimetre, square
mm³; cu mm millimetre, cubic
mμ millimicron
mmole millimole
MMR mass miniature radiography
MO Medical Officer (UK)
MOH Medical Officer of Health (UK)
mo month
mol. molecule, molecular
mol wt molecular weight
MOM milk of magnesia
MOP medical out-patient
mOsmole milliosmole
mOsм milliosmolar
m.p. melting point
MPNI Ministry of Pensions and National Insurance (UK)
MR manual removal
MRC Medical Research Council (UK)
MRU Mass Radiography unit
MS mitral stenosis; multiple sclerosis; musculo skeletal
MSU mid-stream urine
MSSU mid-stream specimen of urine
MSW Medical Social Worker (UK)
mµ millimicron(s)
738

mV millivolt
mV –sec millivolt-second
MVP mitral valve prolapse
MWO Mental Welfare Officer
MXR mass X-ray
µ micron
µg microgram(s)

N
N Newton
N;N normal ( concentration )
η viscosity ( lower case Greek eta)
N&T nose and throat
N&V nausea and vomiting
NA not applicable;National Assistance
NAD no abnormality detected;
NAH not at home
n nano-
ng nanogram
nm nanometre
NBI no bone injury
ND normal delivery; nervousdebility; not diagnosed; not done
NE not engaged; not enlarged
Neg. negative(ly)
NFV no further visit
NG new growth; no good
NGU non-gonococcal urethritis
NI National Insurance
NIC National Insurance Certificate (UK); National Insurance
Contributions
NIL not in labour
NK not known, natural killer
NMR nuclear magnetic resonance
NND neo-natal death
no. number
nocte at night
NOTB National Ophthalmic Treatment Board
NP not palpable; nomen proprium
NPU not passed urine
NS nervous system; not seen
NSA no significant abnormality
NSPCC National Society for the Prevention of Cruelty to Children
(UK)
NYD not yet diagnosed
739

O
O/E, OE on examination; otitis externa
OA on admission; osteo-arthritis
OAP old age pensioner
OBS organic brain syndrome
obsd. observed
Occ occasionally
OD overdose
O.D. optical density
oed. oedema
OM otitis media; osteomyelitis
Op operation
opt. optimal
OR operating room (US)
ORD optical rotatory dispersion
org. organic
oS osmole
OT operating theatre (UK); occupational therapy
oz ounce
oxidn. oxidation

P
P pulse; protein; patient; poison; private; prescribing; pulse
p,P probability
PA pernicious anaemia; postero-anterior; pressure area
Para. 2+1 full term pregnancies 2, abortions 1
Paed paediatric
PAT paroxysmal atrial tachycardia
PBI protein bound iodine
PBX phenylbutazone
p.c. after food; after meals
PD paralysis, median.
PDA patent ductus arteriosus
PE physical education
Pen penicillin
per se alone not in connection with other things; in, of, by itself;
as such
PERLA pupils equal and reactive to light and accomodation
PET pre-eclamptic toxaemia
peV peak electron volts
pg picogram ( micromicrogram )
PH public health
pH symbol for expression of hydrogen ion concentration
ph. D Doctors of Philosophy (US)
740

Phy pharyngitis; physician


phys. Physical(ly)
PHLS Public Health Laboratory Service
PI pulmonary insufficiency
p- pico-
PID prolapsed intervertebral disc; pelvic inflammatory disease
PL perception of light
Pl. plasma
p.m. post meridiem, afternoon
PM postmortem; passed motion
PMB postmenopausal bleeding
PMP previous menstrual period
PMR proton magnetic resonance
PN postnatal
PND postnatal depression; paroxysmal nocturnal dyspnoea
PNO Principal Nursing Officer
p.o. per os (Latin) by month; orally; through the mouth
PO2 pressure of oxygen
PO, POp,Post-op post-operative; post-operation
POP plaster of Paris
pos. positive(ly)
PP private patient
PPD progressive perceptive deafness
PPH postpartum haemorrhage
ppm parts per million
ppt. precipitate
pptd. precipitated
pptn precipitation
p.r. per rectum; through the rectum
prep. prepare
p.r.n. pro re nata (Latin) as required
Prem premature
PROM premature rupture of membranes
PS per speculum; pulmonary stenosis
psi pounds per squere inch
psia pounds per square inch absolute
psig pounds per squere inch gauge
PSW Psychiatric Social Worker (UK)
PT physical training; pulmonary tuberculosis
PTA prior to admission
PTAP purified toxoid adsorbed on aluminium phosphate
PU passed urine; peptic ulcer
PUO pyrexia of unknown or uncertain origin
p.v. per vaginam; through the vagina
741

PVT paroxysmal ventricular tachycardia


PZI protamine zinc insulin

Q
q.d.s./q.i.d. quater in die (Latin) four times a day
qual. qualitative(ly)
quant. quantitative(ly)

R
R right; red; respiration; roentgen
r röntgen
Rš recipe (Latin) take (used in prescriptions)
RA rheumatoid arthritis; right atrium
rad radian, radiation
RAD right axis deviation
RBC red blood cell count; red blood corpuscles
RBS random blood sugar
RCA right coronary artery
RD reaction of degeneration; respiratory disease
RE right eye
redn reduction
RES reticuloendothelial system
resp. respective(ly)
rf radiofrequency
ref. refer, reference
reg. regular
rem roentgen equivalent man.
REM rapid eye movement
Rep roentgen equivalent physical
Rh. Rhesus factor; rheumatism
RHA Regional Health Authority (UK)
RI respiratory infection
RIF right iliac fossa
RIH right inguinal hernia
RLL right lower lobe
RLQ right lower quadrant
RMO Regional or Resident Medical Officer (UK)
ROA right occipital anterior
ROM range of motion
ROO Resident Obstetric Officer
ROP right occipital posterior
rpm; rev/min revolutions per minute
Rpt repeat; report
742

RQ respiratory quotient
RS respiratory system
RSO Resident Surgical Officer
RTA road traffic accident
RTC return to clinic
RTI respiratory tract infection
RUA right upper arm
RUQ right upper quadrant
RVA right visual acuity
RVE right ventricular enlargement
RVH right ventricular hypertrophy

S
S schedule eg. S 4 -- schedule iv Poisons; single dose; sister;
single; sugar; Svedberg unit
s , sec second ( time ) , secondary
s sedimentation coefficient
SAE stamped addressed envelope
SAH subarachnoidal haemorrhage
sapon. saponifacation
sat. saturation
Sat satisfactory
SB still-born
SBE sub-acute bacterial endocarditis
s.c. subcutaneous(ly)
Sed. sedimentation
S.E. standard error
SEN State Enrolled Nurse (UK)
sep. Separated, separate(ly)
SG specific gravity
SHO Senior House Officer (UK)
SI sacro-iliac; schedule 1; soluble insulin; statutory
instrument
sig. signa (Latin) label (in prescriptions)
sin sine
s.l. sublingual
SM systolic murmur
SMO Senior Medical Officer
SMR sub-mucous resection
SN student nurse (UK)
SNO Senior Nursing Officer
Sn Snellen test type
SOB short of breath
SOBOE short of breath on exertion
743

sol. soluble
soln solution
SOP surgical out-patients
SOS supplementary ophthalmic device
sp. specific
spec. gr. specific gravity
spt. spirit; sputum
sq square
sr steradian
S(R) single dose -- usually repeated 2 or 3 times in the day
SRN State Registered Nurse (UK)
SROM spontaneous rupture of membranes
St. stone (of weight)
Sub. subsequent dose
Sulpha. Sulphonamide
std. standard
S.D. standard deviation
ST’s sanitary towels
STS serum test for syphilis
SVC superior vena cava
SVD simple vertex delivery
SWD short wave diathermy
Sy. Syphilis
sym. symmetrically
Syph. syphilis

T
T temperature; term; treatment
T- tera-
TA triple antigen
tabs tablets
T&A tonsils and adenoids
TAB typhoid-paratyphoid A and B vaccine
TAB/Cho typhoid-paratyphoid A+B vaccine + cholera vaccine
TABC typhoid-paratyphoid A,B and C vaccine
TABT typhoid-paratyphoid A and B vaccine with tetanus toxoid
TAF toxoid-antitoxin floccules
tan tangent
TB tuberculosis
TBM tuberculous meningitis
TCA 3(7) to come again in three (seven) days
TCD tissue culture dose
tech. technical
t.d.s. / t.i.d. three times daily
744

temp. temperature
tert tertiary ( with alkyl groups only)
Tet. tetanus, tetracycline
Tet/Ser tetanus antitoxin
Tet/Vac tetanus toxoid
Tet/Vac FT tetanus toxoid
Th.V thoracic vertebra
tid ter in die (Latin) three times a day
TI tricuspid incompetence
TIA transient isotemic attack
TMJ temporo mandibular joint
TN temperature normal
TNS transcutaneous nerve stimulator
TOP treponemal immobilisation test; termination of pregnancy
TPI treponemal immobilisation test
TPR temperature, pulse, respiration
TPV triple polio vaccine
TR temporary resident (UK)
TS tricuspid stenosis
TT tetanus toxoid; tuberculin tested
TTC triphenyl tetrazolium chloride
TV trichomonas vaginalis
TUR transurethral prostate resection

U
U urea; unit
U&E urea and electrolytes
UG urogenital
UGS urogenital system
UGT urogenital tract
UMN upper motor neurone
URI upper respiratory infection
URTI upper respiratory tract infection
USP United States Pharmacopeic
uV ultraviolet
UVL ultra-violet light

V
V volt, visit
V10 visit in 10 days
VA visual acuity
Vac vaccination
Vag vaginitis
VCG vector cardiogram
745

VD venereal disease
VDH valvular disease of the heart
VDRL venereal disease research laboratory
VDRT venereal disease reference test
VE vaginal examination; varicose eczema
VI virgo intacta
vol volume
VP venous pressure
VSD ventricular septal defect
VU varicose ulcer
VV varicose vein(s)
v/v volume for volume
Vx. vertex

W
W watt; widow(er); weekly dose
WBC white blood cell count; white blood corpuscles
WC water closet = lavatory; whooping cough
wk week
WNL within normal limits
WR Wassermann reaction
WSB water soluble base
wt weight
WVS Women’s Voluntary Service
w/v weight per volume
w/w weight for weight

X
X multiple
XR X-ray

Y
YOB year of birth
yr. year

Z
ZA Zondek-Ascheim
ZN Ziehl-Neelsen
746

Appendix II
LANGUAGE FUNCTIONS

Casetaking

General information / Personal details

What is your name? Adınız nedir/ne?


How old are you? Kaç yaşındasınız / yaşınız kaç?
What’s your job? Göreviniz? / İşiniz? / İşiniz ne? / Ne iş yapıyorsunuz? /
Mesleğiniz ne?
Where do you live? Nerede oturuyorsunuz? / Oturduğunuz yer?
Are you married? Evli misiniz?
Do you smoke? Sigara içer misiniz?
How many do you smoke each day? Günde kaç tane içersiniz?
Do you drink? İçki içiyormusunuz/alırmısınız?
Beer, wine or spirits? (UK) Bira, şarap veya cin? / Bira mı içersiniz,, şarap mı,
yoksa cin mi?
Beer, wine or alcohol? (US) Bira, şarap, veya alkol?

Present illness

Starting the interview

What’s brought you along today? Bugün sizi buraya getiren nedir? / Ne
rahatsızlığınız var? / Rahatsızlığınız nedir?
What can I do for you? Sizin için ne yapabilirim?
What seems to be the problem? Sorunun ne olduğunu düşünüyorsunuz?/
Size göre sorun ne?
How can I help? Nasıl yardımcı olabilirim?

Asking about duration

How long have they / has it been bothering you? Sizi ne zamandır rahatsız
ediyor?
How long have you had them / it? Ne kadar zamandır var?
When did they / it start? Ne zaman başladı?

Asking about location

Where does it hurt? Nereniz ağrıyor?


Where is it sore? Nereniz ağrıyor?
747

Show me where the problem is. Rahatsızlığınızın yerini gösterebilirmisiniz?


Which part of your (head) is affected? (Başınızın/ayağınızın/göğüsünüzün) ne
tarafı ağrıyor?
Does it stay in one place or does it go anywhere else? Sadece bir yerde mi var
yoksa yaygın mı?

Asking about type of pain / severity of problem

What’s the pain like? Nasıl bir ağrı?


What kind of pain is it? Nasıl bir ağrı?
Can you describe the pain? Ağrıyı tanımlayabilirmisiniz?
Is it bad enough to (wake you up)? Sizi (uyandıracak) kadar kötü bir ağrı mı? /
Ağrıyla uyandığınız oluyormu?
Does it affect your work? İşinizi/çalışmanızı engelliyor mu?
Is it continuous or does it come and go? Sürekli bir ağrı mı yoksa aralıklı/ gelip
geçici bir ağrı mı?
How long does it last? Ne kadar sürüyor?

Asking about relieving / aggravating factors

Is there anything that makes it better / worse? Rahatsızlığınızı arttıran/azaltan


birşey var mı?
Does anything make it better / worse? Rahatsızlığınızı iyileştiren/kötüleştiren bir
etken var mı?

Asking about precipitating factors

What seems to bring it on? Buna neyin sebep olduğunu düşünüyorsunuz?


Does it come on at any particular time? Belli bir zamanda bir geliyor?

Asking about medication

Have you taken anything for it? Bunun için herhangi bir şey/ilaç aldınız mı?
Did (the tablets) help? İlaç/hap/tablet yardımcı oldu mu?

Asking about other symptoms

Apart from your (headaches) are there any other problems? (Baş ağrınız)
dışında herhangi bir sorununuz var mı?

Previous health / Past history

How have you been keeping up to now? Bugüne kadar ki sağlık durumunuz
nedir?
748

Have you ever been admitted to hospital? Hastaneye başvurdunuz mu?


Have you ever had (headaches) before? Daha önce hiç (başağrınız) oldu mu?
Has there been any change in your health since your last visit? Son gelişinizden
beri sağlık durumunuzda bir değişiklik oldu mu?

Family history

Are your parents alive and well? Anne-babanız yaşıyor mu, sağlık durumları
nedir?
What did he/she die of? Neden öldü? (Ailenizde kalp, şeker, yüksek tansiyon,
kanser gibi herhangi bir hastalık var mı?)
How old was he/she? Kaç yaşındaydı?
Does anyone else in your family suffer from this problem? Ailenizden herhangi
birinde de bu rahatsızlık var mı?

Asking about systems

Have you any trouble with (passing water)? (İdrar yaparken) bir sorununuz
oluyor mu?
Any problems with (your chest)? (Göğüsünüzle) ilgili her hangi bir sorununuz
var mı?
What’s (your appetite) like? İştahınız nasıl? (İyi mi kötü mü?)
Have you noticed any (blood in your stools)? Gaitanızda/büyük abdestinizde hiç
kan gördünüz mü/farkettiniz mi?
Do you ever suffer from (headaches)? (Başınız) ağırır mı?
Do (bright lights) bother you? (Parlak ışık) sizi rahatsız eder mi?
Have you (a spit)? Balgam çıkardığınız oluyor mu?

To rephrase if the patient does not understand, try another way of expressing the
same function, for example:

What caused this? Buna sebep olan nedir? / Hastalığınıza ne sebep oldu?
What brought this on? Hastalığınızın nedeni nedir?
Was it something you tried to lift? Kaldırmaya çalıştığınız birşey mi neden oldu?

Examination

Preparing the patient

I’m just going to (test your reflexes). Yalnızca (reflekslerinizi) kontrol edeceğim.
I’d just like to (examine your mouth). Yalnızca (ağızınızı) muayene etmek
istiyorum.
Now I’m going to (tap your arm). Şimdi (kolunuza hafifçe vuracağım).
749

I’ll just check your (blood pressure). Yalnızca (kan basımcınızı) kontrol
edeceğim.

Instructing the patient

Would you (strip to the waist) please? Üstünüzü çıkarırmısınız?


Can you (put your hands on your hips)? Ellerinizi kalçanızın üzerine
koyarmısınız?
Could you (bend down and touch your toes)? Eğilip ayak parmaklarınıza
dokunmaya çalışırmısınız?
Now I just want to see you (walking). Şimdi yalnızca yürüyüşünüze bakacağım.
Lift it up as far as you can go, will you? Olabildiğince yukarı kaldırın olur mu?
Let me see you (standing). Ayakta duruşunuzu göreyim. / Lütfen dik
dururmusunuz?

Checking if information is accurate

That’s tender? Gergin mi?


Down here? Burası mı? (vücudun alt kısmında bir yer işaret edilerek).
The back of your leg? Bacağınızın arkası mı?

Commenting / reassuring

I’m checking your (heart) now. Şimdi (kalbinizi) dinliyorum/muayene ediyorum.


That’s fine. Güzel. / Bir sorun yok.
OK, we’ve finished now. Tamam, (muayene) bitti.

Confirming information you know

That’s tender. Gergin.


Down here. Aşağısı.
The back of your leg. Bacağınızın arkası.

Investigations

Explaining purpose
I’m going to (take a sample of your bone marrow) to find out what’s causing
your anaemia). Aneminize neyin neden olduğunu bulmak üzere
(kemik iliğinizden bir örnek) alacağım.

Reassuring
It won’t take long. Uzun sürmeyecek.
It won’t be sore. Ağrımayacak.
I’ll be as quick as I can. Olabildiğince hızlı olacağım/davranacağım.
750

Warning
You may feel (a bit uncomfortable). Kendinizi (biraz rahatsız) hissedebilirsiniz.
You’ll feel a (jab). (Batma) hissedeceksiniz.

Discussing investigations

Essential Possibly useful Not required


Should could need not
Must
be + required be + not necessary
essential required
important important
indicated
Essential not to do
should not
must not
be + contraindicated

Making a diagnosis

Discussing certainty

Certain Fairly Uncertain


certain
Yes is seems might
must could
probably may
likely
No can’t unlikely possibly
definitely not
exclude a possibility
rule out
751

Explaining the diagnosis

Simple definition

The (disc) is a (little pad of gristle between the bones in your back). (Disk
omurlarınız arasında bulunan kıkırdak dokudur.)

Cause and effect

If we bend the knee, tension is taken off the nerve. Dizimizi bükersek, sinirlerin
gerginliği kalkar.
When we straighten it, the nerve goes taut. Düzelttiğimizde sinirler gerilir.

Treatment

Advising

I advise you to give up smoking. Sigarayı bırakmanızı öneriyorum.


You’ll have to cut down on fatty food. Yağlı yiyecekleri kesmelisiniz.
You must rest. Dinlenmelisiniz.
You should sleep on a hard mattress. Sert bir yatakta yatmalısınız.
If you get up, all your weight will press down on the disc. Kalkarsanız bütün
ağırlığınız disk üzerinde basınç yapacaktır.
Don’t sit up to eat. Yemek için oturuş durumuna geçmeyin.

Expressing regret

I’m afraid that (the operation has not been successful). Korkarım (ameliyat
başarılı olmadı).
I’m sorry to tell you that (your father has little chance of recovery). Üzgünüm,
babanızın iyileşme şansı yok. / Babanızın iyileşme şansı
olmadığını belirttiğim için üzgünüm.

BLOOD
Have you had any lose of blood? Hiç kan kaybettiniz mi?
Have you noticed any blood in your motions/in your sputum/when you pass
water? Dışkınızda/balgamınızda/idrar yaptığınızda hiç kan
farkettiniz mi?
Have you noticed any clots of blood? Hiç kan pıhtısı farkettiniz mi?
Was the blood bright or dark in colour? Kan açık renkli miydi yoksa koyu renkli
miydi?
752

BREATHING
Have you had any difficulty with your breathing? Hiç soluma güçlüğünüz oldu
mu?
Do you get short of breath? Solunum darlığınız olur mu?
Do you get short of breath when your run for a bus or climb stairs? Otobüsün
arkasından koştuğunuzda veya merdiven çıktığınızda solunum
darlığı çekermisiniz?
Do you get any pain on breathing? Solurken ağrı duyarmısınız?
Take a deep breath, hold your breath and then breath out slowly. Derin bir
soluk alın soluğunuzu tutun ve derin bir soluk alın.

COUGH
How long have you had a cough? Ne zamandır öksürüğünüz var?
Did anything special bring it on? Özel birşey mi öksürüğe neden oldu?
What kind of cough is it? Ne tür bir öksürük?
When do you get it? Ne zamanlar öksürüyorsunuz?
Do you bring anything up? Öksürüğünüzle birlikte herhangi birşey
çıkarıyormusunuz?
Do you get a pain in your chest when you cough? Öksürdüğünüzde göğüsünüz
ağrıyormu?

DISCHARGE
How long have you had this discharge from your ear/nose/vagina?
Kulağınızdan/burnunuzdan/dölyatağınızdan bu akıntı ne
zamandır geliyor?
How often do you get it? Ne kadar sık oluyor?
How much is there? Ne kadar akıntı var?
What colour is it? Ne renk? / Akıntınız ne renk?
Does it contain casts, clots, mucus, pus? Pıhtı, irin, sümük veya herhangi bir
birikim içeriyor mu?

FAECES
How often do you have your bowels opened? Kaç kez/ne sıklıkla tuvalete
çıkarsınız?
Do you ever have diarrhoea or constipation? Hiç ishaliniz veya pekliğiniz olur mu?
Do you ever have any pain on passing your motions? Dışkı çıkarırken hiç
ağrınız olur mu?
Have you ever seen any blood in your motions? Dışkınızda hiç kan gördünüz mü?
What do your motions look like? Dışkınız neye benziyor?
Do they float on the water after flushing? Dışkı çıkardıktan sonra su yüzeyinde
mi kalıyor?
Do you have to go in a hurry? Aceleyle mi dışkı çıkarırsınız?
Can you hold your motions? Dışkınızı tutabilirmisiniz?
753

PAIN
How long have you had this pain? Ne zamandır bu ağrı var / bu ağrıyı
çekiyorsunuz?
Where do you get the pain? Show me exactly where you get the pain. Ağrınız
nereden geliyor? Kesin olarak ağrının geldiği yeri bana
gösteririmisiniz?
What kind of pain is it? Ne çeşit bir ağrı?
Did it come on slowly or suddenly? Yavaş yavaş mı yoksa aniden mi geliyor?
When do you get the pain? Ağrıyı ne zaman duyuyorsunuz?
Does it wake you up at night? Gece sizi uykunuzdan uyandırıyor mu?
Does anything special bring it on? (emotional disturbance, exercise, food,
position, etc). Ağrınızın özel bir nedeni var mı? (duygusal
rahatsızlık, egzersiz, yiyecek, vücut duruşu, v.b.)
Does anything special make it worse? Özel birşey ağrınızı daha da
kötüleştiriyor mu?
Does it spread anywhere else? Yayılıyor mu?
Does anything relieve it? (Drugs, exercise, food, heat, position, rest). Herhangi
birşey ağrınızı rahatlatıyor mu? (ilaç, egzersiz, yiyecek, ısı,
vücut duruşu veya dinlenme)

PULSE
Do you get palpitations? Çarpıntılar geliyor mu?

SPUTUM
Do you bring up any phlegm? Hiç balgam çıkarırmısınız?
How much do you bring up? Ne kadar balgam çıkarırsınız?
When do you bring it up? Ne zaman çıkarırsınız?
What colour is it? Balgamınız ne renktir?
Have you noticed any blood? Hiç balgamınızda kan farkettiniz mi?
Is it frothy, watery, etc? Balgamınız köpüklü/sulu mu?
Is there a lot of blood or just streaky with blood? Balgamınızda çok kan var mı
yoksa damar damar kanlı mı?

URINE
Do you have any difficulty in passing your water? İdrar yapma güçlüğünüz var
mı?
Is the difficulty when you start passing your water, throughout or afterwards?
Güçlük idrar yapmaya başladığınızda mı, idrar sırasında mı
yoksa idrardan sonra mı?
Does your water gush? İdrarınız fışkıracak kadar çok olur mu?
Does your water dribble? İdrarınız damlar mı?
Does it come away when you strain? Zorlandığınız zaman mı gelir?
How often do you pass water? Ne kadar sık idrar yaparsınız?
754

Do you have to get up in the night (to pass water)? İdrar yapmak için gece
kalkmak zoruında kalırmısınız?
Has the amount of water you pass increased? Çıkardığınız idrarın miktarı
artıyor mu?
How much urine do you pass each time? Her tuvalete gidişinizde ne kadar
idrar çıkarıyorsunuz?
Have you noticed any change in the colour of your water? İdrarınızın renginde
hiç değişiklik farkettiniz mi?
Have you seen any blood in your water? İdrarınızda hiç kan farkettiniz mi?
Do you have any pain when you pass your water? İdrar yaparken hiç ağrınız
olur mu?
Does your water burn or sting? İdrarınız yakıcı mı yoksa ağrı verici mi?
I’d like to have a specimen (sample) of your water. İdrar örneğinizi almak
istiyorum.
I’d like to have mid-stream specimen. Orta idrar örneğinizi almak istiyorum.

VOMITING
How long have you been sick? Ne zamandır hastasınız?
Do you feel better after being sick (or after vomiting)? Kustuktan sonra
kendinizi daha iyi hissediyormusunuz?
How often do you vomit? Ne kadar sık kusarsınız?
How much do you vomit? Ne kadar kusuyorsunuz?
Have you noticed any coffee grounds, bile, blood in your vomit? Kusmuğunuzda
kahve zerreleri, safra parçacıkları veya kan farkettiniz mi?
When do you vomit? Ne zaman kusarsınız?
Is it related to eating? Yemekle ilgili mi?
What colour is the vomit? Ne renk? / Kusmuğunuz ne renk?
Do you feel sick before you vomit or does it just happen? Kusmadan önce
kendinizi hasta hissediyormusunuz veya sadece kusuyor
musunuz?
Do you retch? Kusmaya çalışır mısınız?
755

Appendix III:

Language of Dentistry
This section deals with the language used by patients when speaking about
their teeth and the instructions the dentist gives. It is
divided into four sections: (1) useful questions to patients;
(2) colloquial language used by patients; (3) instructions to
patients and explanations of procedures; (4) terms used in
dentistry.

USEFUL QUESTIONS TO PATIENTS

How long have you had the pain? Ne zamandır ağrınız var?
How long does the pain last? Ağrınız ne kadar sürüyor?
Is it worse at night or in the day? Geceleri mi yoksa gündüzleri mi daha kötü
ağrıyor?(Kendiliğinden gelen) gece ağrınız var mı?
Where do you feel the pain most? Ağrıyı en çok nerenizde duyuyorsunuz?
Have you pain in the temple or the ear? Ağrı şakağınızda mı yoksa
kulağınızda mı?
Do you feel the pain when you touch your tooth with your tongue? Diliniz
dişinize değdiği zaman mı ağrı hissediyorsunuz?
Do you get more pain with cold or hot water? Sıcak su ile mi yoksa soğuk su
ile mi daha çok ağrı duyuyorsunuz?
Is the pain more severe when I press here or here? Ağrı dokunduğum hangi
noktada daha belirgin?
Do your gums bleed when you brush your teeth? Dişlerinizi fırçaladığınızda
diş etleriniz kanıyor mu?
Have you a feeling of weight in your tooth? Dişinizde bir ağırlık hissediyor
musunuz?
Have you ever had: rheumatic fever, kidney disease, chest or lung diseases?
Hiç romatizma, böbrek rahatsızlığı, göğüs veya akciğer
rahatsızlığı geçirdiniz mi?
Have you any allergies—particularly penicillin allergy? Herhangi birşeye
alerjiniz var mı? özellikle penisilin alerjisi?
Have you been in hospital for anything? Herhangi bir nedenle hastaneye
yattınız mı?
Are you attending your doctor at present? Düzenli olarak doktor kontrolünüz
yapılır mı?
Are you taking any medicine? Herhangi bir ilaç alıyor musunuz?
Do you bleed a lot after extraction? Çekim sonrası kanamanız oluyor mu?
756

COLLOQUIAL LANGUAGE USED BY PATIENTS

The colloquial expression is shown in italics.


Decay: caries: çürük.
Gumboil: inflammation near decayed tooth; abscess: abse.
Lower jaw: mandible: alt çene.
Matter: pus: irin.
Mattering: purulent: irinli.
Milk teeth: temporary teeth of children: süt dişi; geçici çocukluk dişi.
Pus from teeth sockets: pyorrhoea: akıntı; sızıntı; drenaj.
Proud flesh: excessive granulation tissue: yara içinde veya civarında mantar
gibi şişmiş et.
Redness: inflammation: yangı; kızarıklık
Roof of mouth: palate: üst damak
Upper jaw: maxilla: üst çene
Wisdom teeth: last molar teeth on each side of the jaw: çenenin her iki
tarafındaki son azı dişleri.
To cut one’s teeth: expression used of babies: dişini kesmek (çocuklar için
kullanılır)
To teeth: expression used of babies: diş çıkarmak (çocuklar için kullanılır)
To pull out a tooth: to extract, remove: diş çekmek.
To stop a tooth: to fill a tooth: dolgu yapmak
My tooth is shaking: loose tooth: dişim sallanıyor (dişin gevşek olduğunu
belirtir)
My gums are stratching: gums are sore: diş etim şişmiş

INSTRUCTIONS TO PATIENTS AND EXPLANATIONS OF


PROCEDURES

Lean back. Geriye yaslanın.


Open your mouth wide. Ağzınızı iyice açın.
Spit out. Çalkalamak, ağızdan sıvı veya diğer maddeleri çalkalayıp atmak.
Rinse your mouth well. Ağızınızı iyice çalkalayın.
Please don’t swallow. Lütfen yutmayın.
Please keep still for a moment. Bir süre böyle kalın.
Unclench your teeth. Dişlerinizi sıkmayın.
Clench your teeth. Dişlerinizi sıkın.
Take out your plate/dentures. Protezlerinizi çıkarın.
Please don’t close your mouth. Lütfen ağızınızı kapatmayın.
Your tooth is decayed. It must come out / be extracted. Dişiniz çürümüş.
Çekilmesi gerekir.
This won’t hurt you. Canınızı yakmayacak.
This may feel a little unpleasent. Bu sizin pek hoşunuza gitmeyecek.
757

This tooth is decayed. It needs filling. Dişiniz çürümüş. Dolgu gerekiyor.


This tooth will have to have a temporary/ permanent filling. Bu diş için
geçici/daimi dolgu gerekecek.
Your teeth are crowded. I’ll have to... Dişleriniz sıkışık. (Çekmek) zorunda
kalacağım.
An abscess has formed. I’ll have to open it up. Apse oluşmuş, açmam
gerekiyor.
I’m going to remove the tartar from your teeth now. Şimdi dişlerinizi
temizleyeceğim. / Şimdi dişlerinizin arasındaki taşları
alacağım.
I’m going to scrape your teeth and then polish them. Dişlerinizi kazıyaca-
ğım ondan sonra da parlatacağım.
You must gargle every hour. Her saat başı gargara yapmalısınız.
Take care not to touch the wound. Yaraya dokunmamaya çalışın.
I want you to paint the gums with... Dişlerinizi ... ile fırçalamanızı istiyorum.
Your gums are in poor conditions. I want you to massage them and use
dental floss or sticks. Dişetleriniz kötü durumda. Masaj
yapmanızı ve dental floss veya stick kullanmanızı
istiyorum.
Please don’t have any solid food for three or four hours. Lütfen üç veya dört
saat katı gıda yemeyin.
You must come every six months for a check-up and removal of tartar. Diş
taşlarınızın alınması ve kontrol için her altı ayda bir
gelmelisiniz.

Language needed for anaesthesia

Local anaesthesia
Generally called: needle in the gum
prick in the gum.
You’ll just feel a little prick in the gum. Lokal anestezi yapacağım.

General anaesthesia
Generally called: gas (inhalation anaesthesia)
prick in the arm (intravenous anaesthesia).
Sometimes referred to as ‘go-to-sleep anaesthesia’. Anestezi olmak.

Questions to patients
When did you last eat or drink? En son ne zaman yediniz/içtiniz?
Have you anyone with you? Yanınızda biri var mı? / Size eşlik eden var mı?
Are you driving a car? Araba kullanıyor musunuz?
758

TERMS USED IN DENTISTRY

To apply a clamp klemple tutturmak/klemplemek/kıstırmak.


To arrest bleeding kanamayı durdurmak.
To brush teeth diş fırçalamak.
To cap a tooth diş kaplamak.
To cauterise yakmak; sıcak demir parçasıyla veya kimyasal maddeyle
enfeksiyonu yok etmek için yakmak.
To drill dişi açmak.
To extract a tooth (pull out, remove) diş çekmek.
To file törpülemek.
To fill doldurmak.
To kill a nerve siniri almak/öldürmek.
To plug a tooth diş doldurmak.
To polish parlatmak.
To put a gag in the mouth ağızı aletle açık tutmak.
To remove the saliva by a pump tükrüğü almak.
To rinse the cavity dişteki oyuğu çalkalamak.
To scale skaladan renk seçmek.
To scrape kazımak.
An impacted tooth çeneye kaynamış diş.
An unerupted tooth çıkmamış/sürmemiş diş.
Premature teeth erken süren diş.
Retarded teeth gecikmiş diş.

Dentures

Dentures/artificial teeth/they’re not my own teeth. protez/yapma diş/takma


diş/asıl dişim değil, takma
To take an impression. ölçü almak.
To take the bite. kapanış almak / kapanış tespit etmek.
To grind off the artificial tooth until there is a perfect fit. mükemmel kapanış
sağlanana kadar yapay dişleri uyumlamak / aşındırmak /
möllemek.
You must have a full set/top/bottom set. üst damak /alt damak / üst alt
damak yapılmalı / yaptırmalısınız; üst protez / alt protez /
altüst total protez yapılmalı /yaptırmalısınız.
759

Appendix IV
Irregular Verbs
INFINITIVE PAST PAST PARTICIPLE
abide .................. abode, abided ...................... abode, abided/abidden
arise ................... arose .................................. arisen
awake ................. awoke, awaked ................... awaked, awoke

be ....................... was, were ........................... been


bear...... .............. bore .................................... borne, born
beat............. ....... beat ..................................... beaten, beat
become............... became................................ become
b-fali .................. befell .................................. befallen
beget............ ...... begot, begat. ....................... begotten
begin............ ...... began .................................. begun
behold........... ..... beheld ................................ beheld
bend ........... ....... bent, bended ...................... bents bended
bereave............... bereft .................................. bereft, bereaved
beseech .............. besought ............................ besought
beset ................... beset ................................... beset
bet ...................... bet, betted ........................... bet, betted
betake................. betook ................................ betaken
bethink ............... bethought ........................... bethought
bid ...................... bade, bid, bad. ................... bidden, bid
bind. ................... bound .................................. bound
bite. .................... bit........................................ bitten, bit
bleed .................. bled .................................... bled
blend .................. blended, blent ..................... blended/blent
bless ................... blessed, blest....................... blessed, blest
blow ................... blew ................................... blown
break; ................. broke .................................. broken
breed .................. bred .................................... bred
bring .................. brought .............................. brought
broadcast ............ broadcast, broadcasted........ broadcast, broadcasted
build ................... built .................................... built
burn.................... burnt; burned ..................... burnt, burned
burst ................... burst .................................... burst
buy ..................... bought ................................. bought

cast ..................... cast ..................................... cast


catch .................. caught ................................ caught
760

chide .................. chid .................................... chidden, chid


choose ................ chose .................................. chosen
cleave ................. clove, cleft, cleaved ........... cloven, cleft dove, cleaved
cling ................... clung .................................. clung
clothe ................. clothed, clad ...................... clothed, clad
come. ................. came .................................. come
cost .................... cost .................................... cost
creep .................. crept. .................................. crept
crow .................. crowed, crew ..................... crowed
cut ...................... cut ...................................... cut

dare. ................... dared, durst..................... .... dared


deal .................... dealt................................. ... dealt
dig ...................... dug.................................. .... dug
do ....................... did................................... .... done
draw ................... drew................................. ... drawn
dream ................. dreamt, dreamed.............. ... dreamt, dreamed
drink................... drank............................... .... drunk
drive ................... drove............................... .... driven
dwell .................. dwelt............................... .... dwelt

eat ...................... ate................................... .... eaten

fall...................... fell.................................. ..... fallen


feed .................... fed.................................. ..... fed
feel ..................... felt.................................. ..... felt
fight ................... fought.................................. fought
find .................... found............................. ...... found
flee ..................... fled................................. ..... fled
fling ................... flung.................................... flung
fly ...................... flew................................. .... flown
forbear ............... forbore............................ .... forborne
forbid. ................ forbade,forbad............... ..... forbidden
forecast .............. forecast,forcasted.......... ...... forecast,forcasted
foreknow ............ foreknew....................... ...... foreknown
foresee ............... foresaw.......................... ..... foreseen
foretell ............... foretold.......................... ..... foretold
forget ................. forgot............................. ..... forgotten
forgive ............... forgave.......................... ...... forgiven
forsake ............... forsook........................... ..... forsaken
forswear ............. forswore......................... ..... forsworn
freeze ................. froze............................... ..... frozen
761

gainsay ............... gainsaid.......................... ..... gainsaid


get ...................... got................................. ...... got,gotten(U.S.)
gild. .................... gilded,gilt....................... ..... gilded,gilt
give .................... gave ....................................... given
go ....................... went ....................................... gone
grind .................. ground ................................... ground
grow ................... grew ....................................... grown

hamstring ........... hamstrung,hamstringed ......... hamstrung,hamstringed


hang ................... hung,hanged .......................... hung,hanged
have ................... had ......................................... had
hear .................... heard ...................................... heard
heave.................. heaved,hove ........................... heaved,hov
hew .................... hewed .................................... hewn,hewed
hide. ................... hid .......................................... hidden,hid
hit ....................... hit........................................... hit
hold .................... held ........................................ held
hurt .................... hurt ........................................ hurt

inlay ................... inlaid ...................................... inlaid

keep ................... kept ........................................ kept


kneel .................. knelt ....................................... knelt
knit ..................... knitted,knit............................. knitted,knit
know .................. knew ...................................... known

lade .................... laded ...................................... laden,laded


lay ...................... laid ......................................... laid
lead .................... led .......................................... led
lean. ................... leant,leaned ............................ leant,leaned
leap .................... leapt,leaped. ........................... leapt,leaped
learn ................... learnt,learned ......................... learnt,learned
leave .................. left ......................................... left
lend .................... lent ......................................... lent
let ....................... let ........................................... let
lie ....................... lay .......................................... lain
light.................... lighted,lit ............................... lighted,lit
lose .................... lost ......................................... lost

make .................. made ...................................... made


mean .................. meant ..................................... meant
meet ................... met ......................................... met
melt .................... melted .................................... melted,molten
762

miscast ............... miscast ................................... miscast


misdeal............... misdealt ................................. misdealt
misgive. ............. misgave.................................. misgiven
mislay ................ mislaid ................................... mislaid
mislead............... misled. ................................... misled
misspell .............. misspelt ................................. misspelt
misspend ............ misspent................................. misspent
mistake............... mistook .................................. mistaken
misunderstand .... misunderstood ....................... misunderstood
mow ................... mowed ................................... mown,mowed

outbid ................. outbid..................................... outbid


outdo .................. outdid..................................... outdone
outgrow .............. outgrew .................................. outgrown
outride................ outrode................................... outridden
outrun................. outran..................................... outrun
outshine ............. outshone ................................ outshone
overbear ............. overbore................................. overborne
overcome ........... overcame ............................... overcome
overdo ................ overdid................................... overdone
overhang ............ overhung. ............................... overhung
overhear ............. overheard ............................... overheard
overlay ............... overlaid .................................. overlaid
overleap ............. overleapt,overleaped.............. overleapt,overleaped
override.............. overrode................................. overridden
overrun............... overran................................... overrun
oversee ............... oversaw.................................. overseen
overshoot ........... overshot ................................. overshot
oversleep. ........... overslept ................................ overslept
overtake ............. overtook ................................. overtaken
overthrow........... overthrew............................... overthrown

partake ............... partook................................... partaken


pay ..................... paid ........................................ paid
prove .................. proved .................................... proved,proven
put ...................... put.......................................... put

quit ..................... quitted,quit............................. quitted,quit

read .................... read ........................................ read


rebind ................. rebound .................................. rebound
rebuild ................ rebuilt .................................... rebuilt
recast.................. recast ..................................... recast
763

redo .................... redid....................................... redone


relay. .................. relaid ...................................... relaid
remake ............... remade ................................... remade
rend .................... rent......................................... rent
repay .................. repaid ..................................... repaid
rerun .................. reran....................................... rerun
reset ................... reset ....................................... reset
retell ................... retold ..................................... retold
rewrite ................ rewrote................................... rewritten
rid ...................... rid,ridded ............................... rid,ridded
ride ..................... rode ........................................ ridden
ring .................... rang ........................................ rung
rise ..................... rose ........................................ risen
rive ..................... rived....................................... riven,rived
run...................... ran .......................................... run

saw ..................... sawed ..................................... sawn,sawed


say...................... said ........................................ said
see ...................... saw......................................... seen
seek .................... sought .................................... sought
sell ..................... sold ........................................ sold
send.................... sent ........................................ sent
set ...................... set .......................................... set
sew ..................... sewed ..................................... sewn,sewed
shake .................. shook ..................................... shaken
shave .................. shaved .................................... shaved,shaven
shear .................. sheared/shore ......................... shorn,sheared
shed.................... shed ....................................... shed
shine .................. shone ..................................... shone
shoe.................... shod ....................................... shod
shoot .................. shot ........................................ shot
show .................. showed................................... shown,showed
shrink ................. shrank .................................... shrunk,shrunken
shrive ................. shrove .................................... shriven
shut .................... shut ........................................ shut
sing .................... sang ....................................... sung
sink .................... sank ....................................... sunk,sunken
sit ....................... sat .......................................... sat
slay .................... slew ....................................... slain
sleep ................... slept ....................................... slept
slide ................... slid ......................................... slid,slidden
sling ................... slung ...................................... slung
slink ................... slunk ...................................... slunk
764

slit ...................... slit .......................................... slit


smell .................. smelt,smelled ......................... smelt,smelled
smite .................. smote ..................................... smitten
sow .................... sowed..................................... sown,sowed
speak .................. spoke ..................................... spoken
speed .................. sped ....................................... sped
spell ................... spelt,spelled ........................... spelt,spelled
spend.................. spent ...................................... spent
spill .................... spilt,spilled ............................ spilt,spilled
spin .................... spun,span ............................... spun
spit ..................... spat ........................................ spat
split .................... split ........................................ split
spoil ................... spoilt,spoiled ......................... spoilt,spoiled
spread................. spread .................................... spread
spring ................. sprang .................................... sprung
stand .................. stood ...................................... stood
stave ................... staved,stove ........................... staved,stove
steal.................... stole ....................................... stolen
stick ................... stuck ...................................... stuck
sting ................... stung ...................................... stung
stink ................... stank ...................................... stunk
strew .................. strewed .................................. strewn,strewed
stride .................. strode,strided ......................... stridden
strike .................. struck ..................................... struck,stricken
string .................. strung ..................................... strung
strive .................. strove ..................................... striven
sunburn .............. sunburnt,sunburned ............... sunburnt,sunburned
swear.................. swore ..................................... sworn
sweep ................. swept. .................................... swept
swell................... swelled................................... swollen,swelled
swim .................. swam ..................................... swum
swing ................. swung .................................... swung

take .................... took ........................................ taken


teach .................. taught ..................................... taught
tear ..................... tore......................................... torn
tell ...................... told......................................... told
think ................... thought................................... thought
thrive.................. throve,thrived ........................ thriven,thrived
throw.................. threw ...................................... thrown
thrust .................. thrust ...................................... thrust
tread ................... trod ........................................ trodden,trod
765

unbend ............... unbent .................................... unbent


unbind ................ unbound ................................. unbound
underbid ............. underbid................................. underbidden,underbid
undergo .............. underwent .............................. undergone
understand ......... understood ............................. understood
undertake ........... undertook ............................... undertaken
undo ................... undid ...................................... undone
unwind. .............. unwound ................................ unwound
uphold ................ upheld .................................... upheld
upset .................. upset ...................................... upset

wake .................. woke,waked ........................... woken,waked


waylay ............... waylaid .................................. waylaid
wear ................... wore ....................................... worn
weave ................. wove ...................................... woven
wed .................... wedded,wed ........................... wedded,wed
weep .................. wept ....................................... wept
wet ..................... wet,wetted ............................. wet,wetted
win ..................... won ........................................ won
wind ................... wound .................................... wound
withdraw ............ withdrew ................................ withdrawn
withhold ............. withheld ................................. withheld
withstand ........... withstood ............................... withstood
wring.................. wrung..................................... wrung
write ................... wrote ...................................... written
766

Appendix V

Verb Forms and Functions

The verb is the most complex part of English grammar.


There are about 180 irregular verbs. All other verbs are regular, that is, they
form the past and the past participle form with-ed at the end.
The verb has four parts: infinitive or presentf orm, the pastf orm, the past
participle form and the present participle form. Regular verbs have the same
form for the past and the past participle.

1 3 4
2
Infinitive or Past Present
Past
present Participle Participle
Irregular eat(s) ate eaten eating
break(s) broke broken breaking
drink(s) drank drunk drinking
take(s) took taken taking

Regular cook(s) cooked cooked cooking


clean(s) cleaned cleaned cleaning
wash(es) washed washed washing
pass(es) passed passed passing

The verb has three functions, that is,it can be used as:

(1) an adjective:
She bought some cooking apples.
Never buy stolen goods.

(2) a noun (gerund):


Cooking is an art.
I want to take up fishing.

(3) a tense:
He was cooking.
He is cooking.
He wil lbe cooking.
He has been cooking.
767

TENSE AND TIME


Time does not exist. We have it in our minds.We measure the idea of time
by clocks and calendars. Sometimes we perceive a minute as an hour or a
day or even a year, and vice versa. We may perceive an event as a moment
(indicated by a point) and use the simple tense,e.g.

(.) He ran across the street.

Or we may see it as a longer activity (indicated by a continuous line):

(.) He was running across the road.

So time is a relative concept.


In English time is seen as something existing. NOW (present) or before
NOW (past) or after NOW (future) or TIMELESS (i.e.covering past, present
and future).
TIME
PAST PRESENT FUTURE
TIMELESS

An event in each of the above three categories of past, present and future, is
seen as:

(a) Something occupying only a point in time: She wrote him a letter.
(b) Something going on at a time when another event took place: She was
writing him a letter (when the telephone rang).
(c) Something completed before another event: She had written the letter
before the telephone rang.

Form (a) is a simple tense, form (b) continuous tense, and form (c) perfect
tense.

We have these three tense forms (simple, continuous and perfect) in the past,
in the present and the future,both in the Active and the Passive voice, e.g.

ACTIVE PASSIVE
1. Teachers correct their students' 1. Students' mistakes are corrected
mistakes. by teachers.
2. She is cooking them a meal. 2. A meal is being cooked for them.
3. Someone has stolen the car. 3. The car has been stolen.
768

ACTIVE AND PASSIVE TABLES


ACTIVE VOICE TIME

1 2 3
TENSE
PAST PRESENT FUTURE
1.Simple cooked cook(s) will cook

is
2.Continuous was cooking am cooking will be cooking
were are

3.Perfect has cooked will have


had cooked have cooked

Thus we have 3x3=9 basic tenses in English. The above 9 tenses are in the
ACTIVE VOICE

PASSIVE VOICE

We have 8 tenses in the PASSIVE VOICE.

TIME
TENSE 1 2 3
PAST PRESENT FUTURE
1.Simple is
was am cooked will be cooked
were cooked are

2.Continuous was is
were being cooked am being cooked NOT USED
are

3.Perfect has
had been cooked have been cooked will have been
cooked
769

In the Passive Voice, the main (finite) verb invariably takes the Past
Participle form.
We have a fourth form of tense, the Perfect continuous:

What have you been doing?


I have been waiting for an hour.
She has been working all day.

This form, the perfect continuous, is commonly used in the present, but less
frequently in the past and the future.

Thus, the various tense forms (each distinct from the others) are :

ACTIVE PAST PRESENT FUTURE


1.Simple broke break(s) will break

2.Continuous was is
were +..ing am + ..ing will be +…ing
are
3.Perfect had + pp1 has
have + pp will have + pp
4.Perfect had been has will have been +
continuous + ..ing have been +..ing ..ing2
ı pp=past participle 2 not in common use

PASSIVE
The above forms in the passive would be

PAST PRESENT FUTURE


1.Simple was is
were + pp am + pp will be + pp
are
2.Continuous was is RARELY
were being + pp am being + pp USED
are
3.Perfect had been + pp has will have been
have been + pp + pp
4.Perfect NOT NOT NOT
continuous USED USED USED
770

Appendixx VI
A
771

skeleton
(iskelet)
772

skeleton
(iskelet)
773

osteology of skull
(kafatası kemikleri)
774

heart
(kalp)
775

teeth
(diş)
776

teeth
(diş)
777

some organs of the


abdomen
(karın içinde bulunan organlar)

Horizontal section through the eyeball


(gözün düz kesiti)
778

Horizontal section through the eyeball


(gözün düz kesiti)
779

Appendix VII: Symbols

You might also like