You are on page 1of 541

i

ANKARA ÜNİVERSİTESİ
EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
EĞİTİMİN KÜLTÜREL TEMELLERİ ANABİLİM DALI
EĞİTİMİN SOSYAL VE TARİHİ TEMELLERİ PROGRAMI

MÜTAREKEDEN CUMHURİYETE BASINDA


EĞİTİM VE ÖĞRETMEN SORUNLARI
(1918-1923)

DOKTORA TEZİ

Ümit POLAT

ANKARA

Aralık, 2014
ii

ANKARA ÜNİVERSİTESİ
EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
EĞİTİMİN KÜLTÜREL TEMELLERİ ANABİLİM DALI
EĞİTİMİN SOSYAL VE TARİHİ TEMELLERİ PROGRAMI

MÜTAREKEDEN CUMHURİYETE BASINDA


EĞİTİM VE ÖĞRETMEN SORUNLARI
(1918-1923)

DOKTORA TEZİ

Ümit POLAT

Danışman: Prof. Dr. Yahya AKYÜZ

Ankara

Aralık, 2014
i

ONAY

Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğü’ne,

Bu çalışma jürimiz tarafından Eğitimin Kültürel Temelleri Anabilim Dalı’nda


DOKTORA TEZİ olarak kabul edilmiştir.

Tez Danışmanı: Prof.Dr. Yahya AKYÜZ ………………….

Üye: Prof.Dr. Tayyip DUMAN…..…………………

Üye: Prof.Dr. İlhan ERDEM. ………………….........

Üye: Prof.Dr. Meral UYSAL..………………………

Üye: Prof.Dr. Ülker AKKUTAY ………………… .

Onay
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.

…/…/2014

……………….
Prof. Dr. İsmail GÜVEN
Enstitü Müdürü

i
ii

BİLDİRİM

Tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar


çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun
olarak hazırlanan bu çalışmada bana ait olmayan her türlü ifade ve bilginin
kaynağına eksiksiz atıf yapıldığını bildiririm.

Ümit POLAT

ii
iii

ÖZET

MÜTAREKEDEN CUMHURİYETE BASINDA EĞİTİM VE


ÖĞRETMEN SORUNLARI(1918-1923)

Polat, Ümit

Doktora Tezi, Eğitimin Kültürel Temelleri Anabilim Dalı

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Yahya Akyüz


Aralık, 2014,524+XV
Bu araştırmamızın temel amacı, mütarekeden cumhuriyete basında
eğitim ve öğretmen sorunları(1918-1923)’nın incelenmesidir.
Milli mücadele döneminde basında çıkan yazılar, milli mücadele
günlerinin uyandırdığı acı, sevinç, üzüntü ve ümidi yansıtan canlı
belgelerdir. Basında basılıp yayımlananlar yarın için dünün tarihi olma
niteliğine sahiptir. Bu araştırmanın temel amacı milli mücadele döneminde
çıkan gazetelerden Hâkimiyet-i Milliye, Minber, İrade-i Milliye, Açıksöz,
İstikbal, Çorum, Peyam-ı Sabah gazeteleri ve bazı dergiler taranarak
eğitim ve öğretmen sorunları tespit edilmiştir. Tarihsel bir araştırma
niteliğindeki bu çalışma bir tarama modelindedir.
Mili mücadele döneminde düşmana karşı mücadele edilirken, eğitim
de ihmal edilmemiştir. TBMM ’inde tartışılan eğitim sorunları, öğretmen
maaşları, grevler, kapatılan okullar tartışma konusu olmuş. Topyekûn millet
olarak savaşta olmamıza rağmen, maarif kongresi yapılmış, heyet-i ilmiyeler
toplanmış, bakanlar eğitim ve öğretmenlerle ilgili kanun maddeleri
çıkarmışlardır. Milli uyanış ve örgütlemede, cephede öğretmenlerin durumu,
okulların durumu, muallimler dernekleri, yabancı ve azınlık okullarının
faaliyetlerinin basına yansımaları ortaya koyulmaya çalışılmıştır.
Milli mücadele dönemi öğretmenlerin sayısal durumu istatistik
değerleri, öğretmenlerin yetiştirme, hukukî ve örgütlenme sorunları tespit
edilerek basında bu konularla ilgili eğitimcilerin tartışmaları aktarılmıştır. Mili
mücadele döneminde öğretmenlerin en fazla mağdur olduğu konu ekonomik
sorunlarıdır. Zira bu dönemde maaşlarını alamayan alamadıkları için geçimini

iii
iv

sağlayamayan öğretmenlerin istifa ettikleri yada başka işlerde çalıştıklarını


görmekteyiz.Aslında bu araştırmamız Kurtuluş Savaşı’nın en kritik günlerinde
bile eğitime verilen önemi ortaya koyması açısından çok önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Milli mücadele, basın, eğitim, öğretmen

iv
v

ABSTRACT
EDUCATION AND TEACHER PROBLEMS IN THE PRESS FROM THE
ARMISTICE TO THE REPUBLIC (1918-1923)
Polat, Umit
Doctoral Dissertation, the Department of Cultural Foundations of Education
Thesis Supervisor: Prof. Dr. Yahya Akyuz
December, 2014,524+XV
The main purpose of this research is to analyze the education and
teacher problems in the press from the armistice to the republic (1918-1923).
The articles in the period of war of independence are alive documents
reflecting the pain, happiness, sorrow and hope based upon the war of
independence. The things printed and published in the press have the
characteristics of being the history of yesterday for tomorrow. The main
purpose of this research is to determine the education and teacher problems
by scanning some journals and some of the newspapers published in the
period of war of independence like Hakimiyet-i Milliye, Minber, İrade-i Milliye,
Açıksöz, İstikbal, Çorum, Peyam-ı Sabah. This historical research is a
descriptive study.
Education wasn’t neglected while struggling in the period of war of
independence. Teachers’ salaries, strikes, the schools closed were the
subjects of discussion. Educational Congress was done, Heyet-i Ilmiyes were
set up, ministers introduced laws about education and teachers, although
people were in all out war as a whole nation. Teachers’ and schools’
positions in the front, national awakening and organizing, and the reflections
of the activities of teachers associations and foreign and minority schools in
the press are tried to be presented. The quantitative situation of teachers and
their statistical values, their training, juridical and organizing problems were
determined and educators’ discussions about these subjects in the press
were narrated. Economic problems are the subject that the teachers most
suffered in the period of war of independence. Likewise, we can see the
teachers, who couldn’t receive their salaries and so couldn’t earn their keep,
resigned or worked in other jobs. In fact, this study is very important in terms

v
vi

of determining the importance attached to the education even in the most


critical days of the War of Independence.

Key Words: War of Independence, Press, Education, Teacher

vi
vii

ÖNSÖZ

Mütarekeden Cumhuriyete Basında Eğitim ve Öğretmen Sorunları


(1918-1923) adlı bu çalışma Milli mücadele döneminde basına yansıyan
eğitim ve öğretmen sorunları ele alınmıştır. Milli mücadele dönemi, kendine
has özellikleri ile Türk tarihinin bir dönüm noktasıdır Yeni bir devletin, yeni bir
rejimin kurulma temelleri atılmıştır. Milli mücadele döneminin askeri, siyasi,
sosyal, kültürel, ekonomik ve o dönemi konu alan edebi eserleri içine
alan(şiir, hikaye, roman)konuları bugüne kadar çok fazla işlenmiş yüzlerce
yüksek lisans ve doktora tezi ve kitaplar yayınlanmıştır.
Fakat bu dönemdeki “eğitim ve öğretmen sorunlarının” basına
yansımaları inceleyen araştırmaların sayısı oldukça azdır. Bu araştırmanın,
alandaki araştırmacılara ve konuya ilişkin literatüre önemli katkılar
sağlayacağını ümit ediyorum. Araştırma yedi bölümden oluşmaktadır. Birinci
bölüm de araştırmanın sistematiğine ilişkin bilgiler verilmektedir. İkinci
bölümde, milli mücadele döneminin genel özellikleri, üçüncü bölümde, milli
mücadele dönemi basın, dördüncü bölüm, basında eğitim ve öğretmen
sorunları, beşinci bölümde, milli mücadele dönemi öğretmen sorunları, altıncı
bölümde, milli mücadele dönemi yabancı ve azınlık okulları, yedinci bölümde
ise milli mücadele dönemi edebi eserlerde eğitim ve öğretmen sorunları konu
edilmiş olup en son bölümde ise sonuç, değerlendirme ve önerilerden
oluşmaktadır. Araştırma konusunun seçiminden başlayarak çalışmanın her
aşamasında görüşleri, eleştirileri, sabrı ve titizliği ile bana yardımcı olan ve
Türk eğitim tarihinde öncü ve değerli araştırmaları bulunan hocam ve
danışmanım Prof.Dr.Yahya AKYÜZ’e teşekkürü bir borç bilirim. Araştırmanın
izleme komitesinde yer alan ve çalışma süresince değerli katkılarını
gördüğüm hocalarım Prof. Dr. Tayyip DUMAN ve Prof. Dr. İlhan ERDEM’e,
ayrıca araştırmamızı okuyan jürideki hocalarıma içtenlikle teşekkür ederim.
Başbakanlık cumhuriyet arşivdeki osmanlıca belgelerin okunmasında
yardımcı olan Prof. Dr. Kemalettin KUZUCU’ya, ayrıca çalışmanın her
aşamasında bana destek ve yardımlarını esirgemeyen sevgili eşim, oğlum
Kutalmış ve kızım İdil’e teşekkür ederim. Bu araştırmamızın öğretmenlere,
meslektaşlarımıza ve araştırmacılara faydalı olmasını temenni ederim.
Ümit POLAT

vii
viii

İÇİNDEKİLER

ONAY ............................................................................................................... i
BİLDİRİM ........................................................................................................ ii
ÖZET ............................................................................................................. iii
İÇİNDEKİLER .............................................................................................. viii
TABLOLAR LİSTESİ .................................................................................... xiii
KISALTMALAR LİSTESİ ............................................................................... xv

I. BÖLÜM
GİRİŞ

1.1.Problem.................................................................................................... 1
1.2. Araştırmanın Amacı .............................................................................. 42
1.3. Araştırmanın Önemi .............................................................................. 42
1.4. Araştırmanın Sayıltıları.......................................................................... 43
1.5. Araştırmanın Sınırlılıkları....................................................................... 43
1.6. Araştırmanın Temel Kavramları ............................................................ 43
1.7.Yöntem................................................................................................... 44
1.8. Araştırmanın Modeli .............................................................................. 44
1.9. Evren ve Örneklem ............................................................................... 45
1.10. Veri Toplama Teknikleri Analizi ........................................................... 45

II.BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNİN
GENEL ÖZELLİKLERİ

2.1. TOPLUMSAL YAPI ............................................................................... 47


2.1.1. Milli Mücadelede Siyasi Yapı ................................................... 52
2.1.2. Milli Mücadele Dönemi Ekonomik Durum ................................ 56
2.1.3. Milli Mücadelede Nüfus ........................................................... 64
2.1.4. Milli Mücadelede İstanbul ve Anadolu .................................... 68
2.1.5. Milli Mücadeleye Aydınların Bakışı .......................................... 70

viii
ix

2.2. MİLİ MÜCADELEDE KAMUOYU VE PROPAGANDA .......................... 73


2.2.1. İtilaf Devletlerince Yapılan Propagandalar ............................... 74
2.2.1.1. İngilizler ...................................................................... 74
2.2.1.2. Fransızlar ................................................................... 75
2.2.1.3. Yunanlılar ................................................................... 76
2.2.1.4. İstanbul Hükümeti ...................................................... 77

III. BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE BASINI

3.1. Meşrutiyetten Mütareke’ye Türk Basını ................................................. 80


3.2. Mütareke Basını .................................................................................... 83
3.3. Milli Mücadelede İstanbul Basını........................................................... 90
3.4. Milli Mücadelede Anadolu Basını .......................................................... 94
3.5. Milli Mücade Dönemi İstanbul Ve Anadoluda Çıkan Gazetelerin
Özellikleri ................................................................................................... 106
3.5.1. Minber Gazetesi .................................................................... 106
3.5.2.İrade-i Milliye .......................................................................... 108
3.5.3. Hakimiyet-i- Milliye................................................................. 109
3.5.4. Açıksöz .................................................................................. 110
3.5.5. İstikbal Gazetesi .................................................................... 111
3.5.6.Çorum Gazetesi ..................................................................... 111
3.5.7.Peyam-ı Sabah Gazetesi........................................................ 112

IV. BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ BASININDA EĞİTİM
VE ÖĞRETMEN SORUNLARI

4.1. MİLİ MÜCADELE DÖNEMİ’NDE MAARİF TEŞKİLATI VE YAPISI .... 122


4.1.1. Maarif-i Umûmiyye Nezâreti (İstanbul Hükümeti) .................. 122
4.1.2. Maarif Vekâleti (Ankara Hükümeti) ........................................ 125
4.1.3. Milli Mücadele Dönemi İşgal Altındaki Bölgelerde Eğitim ve
Öğretmen Sorunlarının Basına Yansımaları .................................... 130
4.1.3.1. Yunanlılar “ Anadolu Eğitim Genel Müdürlüğü” ........ 130
ix
x

4.1.3.2. Fransız İşgal Bölgesinde Eğitim ............................... 137


4.1.4. Dönemin Eğitim Politikaları ve Uygulamaları ........................ 138
4.1.4.1.İslamcıların Eğitim Yaklaşımı .................................... 146
4.1.4.2.Ulusalcıların Eğitim Konusundaki Düşünceleri .......... 148
4.1.4.3.Milli Mücadele Dönemi Basına Yansıyan Eğitim
Bakanlarının Çalışmaları ....................................................... 153
4.1.4.3.1. Maarif Vekili Rıza Nur ................................. 153
4.1.4.3.1.1. İlköğretim ve Özel İdarelerden Maaş
Alan Öğretmenlerin Maaşı Sorunu : ................. 155
4.1.4.3.1.2. Mekteplerin Kapatılması Sorunu ve
Anadolu Eğitimini Ankara’ya Bağlama
Çabalan: .......................................................... 156
4.1.4.3.2.Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey ............. 160
4.1.4.3.2.1.İstiklal Marşı’nın TBMM’ de
Görüşülmesi ve Kabulü .................................... 165
4.1.4.3.2.2.Azınlık ve Yabancı Okullara Karşı
Tutumu............................................................. 166
4.1.4.3.3 Maarif Vekili Mehmet Vehbi Bey .................. 168
4.1.4.3.3.1.Maarif Vekaleti’nin Bütün Türkiye’ye
Hakim Olması ve Bakanlıkta Komisyonların
Çalışmaya Başlaması ...................................... 172
4.1.4.3.3.2.Yüksek öğretim ve Okul
Programlarının Değiştirilmesi ........................... 173
4.1.4.3.4. Maarif Vekili İsmail Safa Bey ...................... 175
4.1.4.3.4.1.1. Birinci Heyet-i İlmiye: ................ 184
4.1.4.3.4.1.2. Maarif Kongresi ......................... 189
4.1.5. Milli Mücadele Dönemi Basınında Okullarda Uygulanan Eğitim
Politikaları ve Uygulamaları ............................................................. 199
4.1.5.1. İlköğretimdeki Sorunlar (İptidaî Okullar ) .................. 199
4.1.5.2. Orta Öğretimdeki Sorunlar (Sultani Okulları)............ 213
4.1.5.3. Milli Mücadele Dönemi Basında Kapatılan Okullar .. 227
4.1.5.4. Bazı Bölgelerde Okul ve Öğretmenlerin Durumu ..... 233
4.1.5.4.1 İstanbul’da ................................................... 233
4.1.5.4.2. İzmir’de ....................................................... 235
x
xi

4.1.5.4.3 Kastamonu’da ............................................. 237


4.1.5.4.4. Trabzon’da ................................................. 237
4.1.5.4.5. Samsun’da ................................................. 238
4.1.5.4.6. Adana’da .................................................... 238
4.1.5.4.7. Konya’da .................................................... 238
4.1.5.4.8. Sivas’ta ....................................................... 239
4.1.5.4.9. Bursa’da ..................................................... 239
4.1.5.4.10. Ankara’da ................................................. 240
4.1.5.5.Yüksek Öğretimdeki Sorunlar ................................... 240
4.1.5.5.1. Darülfünûn Öğretiminde Yapılan Yeni
Düzenlemeler ............................................................. 242
4.1.5.5.2 Darülfünûn Olaylarının Başlaması ve
Genişlemesi................................................................ 246
4.1.5.5.3. Öğrencilerin Aldıkları Kararlar ve Olayların
İstanbul Basınına Yansımaları ................................... 251
4.1.5.5.4.Serbest Âli Dersleri ...................................... 255
4.1.5.6. Azınlık ve Yabancı Okulları ..................................... 266
4.1.5.7 .Darüleytamlar (Yetimler Yurdu)................................ 280
4.1.5.8.Okullarda ki Sosyal Etkinlikller .................................. 287
4.1.5.8.1.Müsamereler ..................................... 287
4.1.5.8.2.Spor Etkinlikleri ................................. 291
4.1.5.8.3 Zafer Kutlamaları .............................. 293
4.1.6. Milli Mücadele Dönemi Basında Edebi Eserlerde Eğitim ve
Öğretmen Sorunları ......................................................................... 295
4.1.6.1. Kültürel ve Sosyal İçerikli Yazılar ............................. 295
4.1.6.2. Millî Mücadele Hikâyelerinin İncelenmesi ................ 303
4.1.6.3. Millî Mücadele Şiirlerinin İncelenmesi ..................... 305
4.1.6.4. Milli Mücadelede Romanlar ...................................... 310
4.1.7.Atatürk’ün Eğitim Görüşleri ..................................................... 312
4.1.8.Kazım Karabekir’in Milli Mücadele Dönemi Eğitimine Katkısı . 317
4.1.9. Mehmet Cevat Dursunoğlu’nun Milli Mücadele Dönemi Eğitimine
Katkısı ............................................................................................. 329

xi
xii

V. BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ BASINDA
ÖĞRETMEN SORUNLARI

5.1. Öğretmenlerin Sayısal Durumu ........................................................... 332


5.2. Öğretmenlerin Yetiştirme Sorunu ........................................................ 340
5.3. Öğretmenlerin Örgütlenme Sorunları .................................................. 366
5.3.1.İstanbul Muallimler Birliği (1918) ............................................ 366
5.3.2.Mekâtib-i İptidaîye Muallimler Cemiyeti .................................. 368
5.3.3.Türkiye Muallimeleri ve Muallimleri Dernekleri Birliği .............. 369
5.3.4. Muallimler Cemiyetlerinin Faaliyetleri .................................... 376
5.4. Öğretmenlerin Ekonomik Sorunları ..................................................... 382
5.4.1.Öğretmenlerin Aldıkları Maaşlar ............................................. 388
5.4.2 İptidaîye Muallimlerinin Maaşlarının Düşürülmesi .................. 400
5.4.3.İptidaî Mektepleri İçin Çıkarılan 326 Sayılı Kanunun Getirdiği
Sorunlar ........................................................................................... 402
5.4.4. Muallimlerin Grevi .................................................................. 404
5.5. Öğretmenlerin Hukuki Sorunları .......................................................... 408
5.6. Öğretmenlerin Mesleki Yayınları ........................................................ 421
5.7. Milli Mücadeleyi Örgütlemede Öğretmenlerin Yeri Ve Önemi ............ 425
5.7.1. Bir Kamuoyu Oluşturma Aracı Olarak Miting ......................... 426
5.7.2.İstanbul’da Yapılan Mitingler .................................................. 428
5.7.2.1.Fatih Mitingi............................................................... 429
5.7.2.2.Üsküdar Mitingi ......................................................... 432
5.7.2.3. Kadıköy Mitingi......................................................... 436
5.7.2.4. Sultanahmed Mitingleri ............................................ 439
5.7.3.Mitingleri Düzenleyenler ......................................................... 448
5.7.3.1. Müdafaa-i Hukuk Öncülüğünde................................ 448
5.7.3.2.Türk Ocakları ............................................................ 450
5.7.3.3.Din Adamları ve Ulemalar ......................................... 452
VI. BÖLÜM
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
KAYNAKÇA .............................................................................................. 469
EKLER ....................................................................................................... 485
xii
xiii

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1 1920 Yılı Kurumlara Ayrılan Bütçe .................................................. 59


Tablo 2 Yıllara Göre Kurumlara Ayrılan Bütçe ............................................. 60
Tablo 3 Açıksöz Gazetesinin 10 Ağustos 1919 Yılı Kastamonu‘ya Ait “İaşe,
Yiyecek, Giyecek Fiyatları “. ............................................................. 61
Tablo 4 Hakimiyet-i Milliye Gazetesinin 30 Ağustos 1922 Yılı Ankara İaşe
Fiyatları.............................................................................................. 62
Tablo 5 Milli Mücadele Dönemi İstanbul ve Anadolu da Çıkan Gazetelerin
İsimleri, Yayın Politikaları ve Trajları ............................................... 100
Tablo 6 Milli Mücadele Dönemi İstanbul ve Anadolu da Çıkan Gazetelerin
İsimleri, Yayın Politikaları ve Trajları ............................................. 101
Tablo 7 Türkiye’de Çıkan Gazete Ve Dergiler Yıllar İtibariyle Sayı Ve
Trajları ............................................................................................. 105
Tablo 8 Orta Mekteplerde Uygulanan Ders Programı ................................ 224
Tablo 9 1921-22 Öğretim Yılı Serbest Âlî Dersler Haftalık Ders Çizelgesi . 259
Tablo 10 1922-23 Öğretim Yılı Serbest Âlî Dersler Haftalık Ders
Çizelgesi ...................................................................................... 260
Tablo 11 İzmir Bergama da Serbest Âli Dersleri Öğretim Yılı Serbest Âlî
Dersler Haftalık Ders Çizelgesi……………………………………..261
Tablo 12 1920 Yılı İstanbul’da İlk ve Orta Mekteplerde Rum Öğrenci
Sayıları ......................................................................................... 267
Tablo 13 Sürmene Kır Ali Zade Eytam Mektebi Müesseseliğinden............ 284
Tablo 14 Kastamonı Darülmuaalimin’deki Öğrenci Sayıları ....................... 334
Tablo 15 1917-1924 Yılları Arası “Edebiyat Medresesinde” Öğretim Kadro
Sayıları ......................................................................................... 335
Tablo 16 1917-1924 Yılları Arası “Hukuk Medresesinde” Öğretim Kadro
Sayıları ....................................................................................... 335
Tablo.17 1923-1924 Yılları Mekteb-i Mülkiye Öğretim Kadro Sayıları........ 336
Tablo 18 1923-1924 yılları arası Erkek Liseleri Öğrenci ve Muallim
Sayıları: ....................................................................................... 337
Tablo 19 1923-1924 yılları arası Kız Liseleri Muallim Sayıları: .................. 338
Tablo 20 1923 Yılı Okul, Öğretmen ve Öğrenci Sayıları ........................... 339
Tablo 21 İptidaî Mekteplerinde ki Muallim Sayılarının Oranları .................. 352

xiii
xiv

Tablo 22 Darülmuallimin Kısm-ı Ta’lisinin Dört Şubesinde “Müşterek


Dersler” ........................................................................................ 358
Tablo 23 Darülmuallimin Kısm-ı Ta’li Tatbikat Şubesi Dersleri .................. 359
Tablo 24 İsparta İdadisin de 1 Kasım 1923 ‘ten Geçerli Olmak Üzere” İdari ve
Eğitimci Kadrolarının Maaşları” .................................................... 391
Tablo 25 İptidaî Mektepleri Maaş Listesi .................................................... 392

xiv
xv

KISALTMALAR LİSTESİ

A.g.e : Adı geçen eser

A.g.m : Adı geçen makale

BCA : Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi

C : Cilt

No : Numara

s : Sayfa

xv
1

I. BÖLÜM

GİRİŞ

Bu bölümde araştırmanın konusuna açıklık kazandırmak için tezin adı,


problem durumu, amacı, önemi, sayıtlı ve sınırlılıklarına yer verilmiştir.

1.1.Problem

Mondros Mütarekesi, Osmanlı devletinin üç kişilik heyeti (Hüseyin


Rauf, Reşat Hikmet ve Sadullah) ile İngiliz amirali Arthur Calthrope’un İtilaf
devletleri adına imza ettiği bir metindir.25 maddeden oluşan bu belgenin
müzakeresi üç gün sürmüştür. 25.madde imza edenlerin adları ile tarihini
kaydeder. Diğer maddeler, biri diğerinden ağır şartları kapsamaktadır. Bir
devletin varlığını ortadan kaldıracak niteliktedir. Savaşta kaybedilmeyen
yerler henüz sulh anlaşması yapılmadan İtilaf devletlerinin işgal kuvvetlerine
bırakılmaktadır (İnan, 1998:20).

Osmanlı Devleti’ni fiilen sona erdiren bu mütarekeyi hükümet, biraz da


Wilson prensiplerine güvenerek imzalamıştır. Wilson prensiplerinin 12.
maddesine göre Osmanlı Devleti’nin Türklerle meskûn bölgelerin
bağımsızlığına dokunulmayacaktı. Hatta prensiplerin “ ulusların kendi
kaderlerini, kendilerinin belirlemesi hak ve yetkisi“ maddesine dayanılarak
Yunanistan ve Bulgaristan’a geçmiş olan Doğu ve Batı Trakya’nın Türklere
verilebileceği ümit ediliyordu (Temel,1998:2).

Bu çok ağır şartları kabul etmek zorunluluğunda kalan Türk heyetinin


bazı haklı itirazlarına karşı İngiliz amirali Arthur Calthrope kendilerine gizli
kalmasını istenen bir mektup vererek hükümetin bu mütarekenin ağır
şartlarının uygulanmamasında aracı olacağını yazmıştır. Ancak zaman bunu
doğrulamamış mütarekenin ağır şartları yürürlüğe girmiştir. Arthur Calthrope,
karşı tarafın temsilcisi olan Rauf Bey’e, Müttefiklerin İstanbul’da askeri
varlıkları olmayacağına dair sözlü garanti vermişti. Buna rağmen, 13 Kasım
1918’de İstanbul’da Müttefik işgali başlamıştır. Müttefiklerin güç gösterisinin
çok yönlü nedenleri vardı. Birincisi, Müttefikler Ateşkes Antlaşması şartlarının
2

uygulanmasını sağlama almak istiyorlardı. Mondros Antlaşması’nın şartları


şunlardır: Osmanlı Ordusu’nun terhis edilmesi ve bütün silahların Müttefiklere
teslimi: İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndaki tahkimatların işgali ve en
önemlisi anlamı muğlak olan VII. madde ile müttefiklerin, güvenliğin tehlike
altında olduğunu düşündükleri her yeri işgal etmelerine izin verilmesi. İkinci
olarak, Müttefikler yaklaşmakta olan barış görüşmelerinde hoşgörüye hiç yer
vermeyeceklerini ifade ediyorlardı. Üçüncüsü, Müttefikler Türkiye’nin
geleceğine ilişkin olarak padişahın ve Bab-ı Âli’nin işbirliğini sağlamak için,
onlar üzerinde otorite kullanmak zorundaydılar. İstanbul’un Müttefikler
tarafından işgali iki evrede 13 Kasım 1918’den 20 Mart 1920’ye kadar
tamamlanmış olmakla beraber Müttefikler, İstanbul’un işgal edildiğini 20 Mart
1920’de tüm dünyaya ilan etmişlerdir (Criss,2005:14).

I.Dünya savaşını bizim açımızdan yenilgiyle sona erdiren Mondros


Mütarekesi ‘nin imzalandığı 30 Ekim 1918’den, Kurtuluş Savaşı zaferine
kadar geçen süreç Mütareke Dönemi olarak adlandırılmaktadır. Mütareke
basını deyimi ise Mondros Mütarekesi’ni savunan işgale karşı çıkmayan,
işgalcilerle işbirliği yapan Türk basınına verilen addır.

Milli Mücadele (1919-1923) Basını, Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet


Türkiye’sine geçiş dönemini kapsaması açısından özel bir öneme sahiptir. Bu
dönem basını kamuoyu oluşturma, halkı yeni bir bağımsızlık mücadelesine
hazırlama, belirli sorunlar (Ermeni sorunu gibi) karşısında ortak bir tavır ve
kararlılığın belirlenmesinde oldukça etkindir. Bu açıdan milli mücadele basını,
dönemle ilgili bir çalışma yapılırken ihmal edilmemesi gereken kaynak
niteliğindedir.

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkması ve savaşın


ardından imzaladığı Mondros Mütarekesi’nden sonra ülke, sosyal, ekonomik
ve düşünsel bir karmaşa içine düşmüş olup İstanbul’da, bundan böyle ne
yapılması gerektiği üzerinde durulurken, farklı görüşler ortaya atılmaktaydı.
Anadolu’da da, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durum
değerlendirilerek, İtilaf Devletleri’nin haksız işgalleri karşısında ulusal
bağımsızlık savunulmaktaydı. Bu düşünsel farklılıklar, doğal olarak her iki
basına da yansıyordu. İstanbul basını, kendi içinde Milli mücadeleyi
destekleyenler ve desteklemeyenler olarak ikiye ayrılmaya başlarken,
3

Anadolu basını da, özellikle İzmir’in işgalinden sonra ağırlıklı olarak


yörelerinin savunulmasına yönelik yayınlarda bulunan yerel basın ile
şekillenmeye başlanmıştır. Ancak daha Milli Mücadele’nin başladığı ilk
günlerde, başta İrade-i Milliye daha sonra da Hakimiyet-i Milliye gazetelerinin
çıkarılması, Anadolu Ajansının, Matbuat ve İstahbarat Müdüriyet-i
Umûmiyesi’nin kurulması, ülke içinde ve dışında bazı basın merkezlerinin
oluşturulması, basına doğrudan yardım yapılması ile Anadolu basını, Mustafa
Kemal Atatürk’ün belirlediği politik çizgi ile şekillenmiş ve zamanla yerel basın
da bu çizgiye erişerek, Misak-ı Milli sınırları içinde tam bağımsızlık düşüncesi
savunulmuş ve bu doğrultuda yayınlar yapılarak kamuoyu oluşturulmaya
çalışılmıştır(Koloğlu,1993:10).

1919-1923 yılları arasında Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yayınlanan


süreli yayınların sayısı 200’e yakındır. Ancak bu yayınlar belirli merkezlerde
yoğunlaşmaktadır. Bu merkezlerden bazıları: Erzurum, Adana, Kastamonu,
Konya, Kayseri, Trabzon, Amasya, Ankara, Giresun, Bolu, Eskişehir’dir.
İstanbul basını, Mondros mütarekesi ve mütareke sonunda gelişen olaylar
karşısında tavrını ortaya koymaya başlamış olup bu durum özellikle de
İzmir’in işgali üzerinde belirginleşir (Kocabaşoğlu,1987:45)

Milli mücadelenin gerçekleştiği 1918 –1923 yılları arasında ülke iki


başlı bir yönetim tablosu çizmekteydi. İstanbul’da işgal kuvvetleriyle işbirliği
yapan Osmanlı Hükümeti ve Ankara’da ülkenin bağımsızlığı için Kurtuluş
Savaşı’nı yürüten TBMM Hükümeti. Bu ikili yapının bir sonucu olarak basın
da İstanbul Basını ve Anadolu Basını olarak iki merkezde gruplaşmıştı. Bu iki
grup kendi içinde alt gruplara da ayrılıyordu. Bu gruplaşmaların temelinde,
işgallere verilen tepkinin olumlu veya olumsuz olması yatmaktaydı.

Anadolu Basını: 1919-1923 yılları kendi içinde iki gruba ayrılmıştır. İlk
grup Mustafa Kemal’i izleyen basın, diğeri ise Mondros Mütarekesi’nin
imzalanmasının ardından geleceği sorgulamaya çalışan ve özellikle İzmir’in
işgali ile birlikte yöresel savunmaya yönelik yayınlarda bulunan yerel
basındır. Milli Mücadele’nin sesi olan basın, kurumsallaşmaya yönelik ulusal
ve uluslararası daha geniş politik amaçlara seslenen organize bir yapıya
sahiptir.
4

Yerel basın ise 1918-1919 yılları arasında önce dar bir bakış açısıyla
sadece yöresel bağımsızlığın sesi olurken, giderek Mustafa Kemal’i
destekleyen ve politikalarını belirlediği basının etkisi altında kalarak Milli
Mücadele’nin önemli bir propaganda aracı haline dönüşmüştür. Anadolu’nun
her yerinde bir iki sayfalık gazeteler milli mücadelenin savunucusu
olmuşlardır. Milli Mücadele basını gazetecileri sadece yazarak mücadele
etmemiş, yazdıklarının, düşündüklerinin paralelinde eyleme geçmişlerdir.
İzmir’de yayınlanan sol içerikli Hukuk-u Beşer gazetesinin başyazarı olan ve
Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’nde okuyan Osman Nevres’in (Hasan
Tahsin) düşmana İzmir’de ilk kurşunu atan bir gazeteci olması, Milli
Mücadele basınını bu açıdan sembolize etmesi bakımından ilginçtir. Çünkü
Osman Nevres, düşmana kalem değil, silah doğrultan bir gazetecidir
(Akgönül,1974: 86). Bu olayın basın tarihi açısından en önemli yanı işgal
kuvvetlerine ilk kurşunun bir gazeteci tarafından atılmış olmasıdır
(İnuğur1993:352).
Kurtuluş Savaşı’nın fiilen başlamasından önceki dönemde: yayınlarını
sürdüren ve İzmir’in Türk olduğunu ve Türk kalacağını söyleyen Anadolu ve
Duygu gazetelerini çıkaran Haydar Rüştü gibi bazı gazeteciler de İzmir’in
işgali ile Yunan kuvvetleri tarafından gazetelerini kapatmaya zorlandılar.
Ancak: Ahenk, Köylü, Musavat gazeteleri gibi bazı gazetelerde işgalin hemen
ardından işgal kuvvetleri ile işbirliğine girmişlerdir. Bu bağlamda Anadolu
basını, Milli Mücadele’ye öncülük eden, Milli Mücadele’yi destekleyen ve
yıpratmaya çalışan gazeteler olarak üç gruba ayrılabilir.

Milli Mücadeleye Öncülük Eden Gazeteler

Anadolu’da Milli Mücadelenin ilk gazetesi “İrade-i Milliye Gazetesidir.


Erzurum Kongresi’nden sonra Sivas’a gelen Mustafa Kemal’in 4 Eylül
1919’da Sivas Kongresi’ni topladığı sırada, Kuva-yı Milliye sözcülüğünü
yapmak ve kurtuluş hareketiyle ilgili düşüncelerini yaymak amacıyla 14 Eylül
1919’da yayınlanmaya başlamıştır. Mustafa Kemal’in direktifleri ile Öğretmen
Selahattin Bey’in çıkardığı gazetenin dört sayfadan ibaret olan ilk sayısında,
İstanbullu gazeteci İsmail Hami’nin (Danişment) bir yazısı, Sivas Kongresi’ne
ilişkin haberler, Mustafa Kemal Paşa’nın kongreyi açış konuşması, kongrenin
padişaha çektiği telgraf, ulusa hitap eden bir bildiri ve Mustafa Kemal
5

Paşa’nın mayıs ayında Havza’dan padişaha yolladığı bir telgraf yer


alıyordu. Gazetenin basım işleri Sivas’a Meşrutiyet döneminde getirilen ve
kolla çevrilen bir baskı makinesiyle yapılıyordu. İstanbul aydınlarının,
Kurtuluş Savaşı’na dair haberlerden yararlanabilmeleri için, Sivas Vilayeti
Baytar Dairesi’nin kaşesi kullanılarak gazete İstanbul’a da sokulmuştur. İki
sütun üzerine dizilen, Vilayet Basımevi’nde basılan gazete (yüz para) iki
buçuk kuruş fiyatla satılıyordu. Sivas Vilayet Müdürü, sonradan Server İskit’e
şunları söyleyecektir: “Bir vilayet matbaasında baskı sayısı binlerle değil,
yüzlerle alışılmış olduğundan beş bin sayısı bize abartılı bir rakam gibi
gözüktü. Oysa bu miktarın pek az olduğu, sonradan yapılan başvurularla
anlaşıldı. Günü geçmiş sayıları, yirmi değil, iki yüz kuruşa da olsa alan adam
vardı”(Duran, 1998: 152).

Mustafa Kemal Paşa, Sivas’ta bulunduğu süre içerisinde gazetenin


yazılarıyla doğrudan ilgilenmiş, Sivas’tan ayrılırken de İrade-i Milliye’yi
Ankara’ya getirmek istemiştir. Ancak Sivaslılar, gazetenin Kurtuluş Savaşı’nı
anlatan canlı bir anıt olarak Sivas’ta kalmasını istemiş ve bu istek Mustafa
Kemal Paşa tarafından da uygun görülmüştür. İrade-i Milliye’nin yayın hayatı,
1922 yılı sonuna kadar sürmüştür. Gazetenin koleksiyonları ise, basılmakta
olduğu Vilayet Matbaası’nda çıkan bir yangında yok olmuştur.

25 Aralık 1919’da Heyet-i Temsiliye Reisi sıfatıyla Ankara’ya gelen


Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’da kurulan “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”nin
kararlarını millete duyuracak bir gazeteye şiddetle ihtiyaç duyulduğunu
görmüş ve çevresindekilere Ankara’da bir gazete çıkarmak, bu amaçla
teşkilat kurmak gerektiği hakkındaki düşünce ve tasarılarını anlatmıştır.
Nitekim Sivas’tan Ankara’ya geldikten sonra verdiği ilk direktiflerden biri, “Bir
gazete çıkaracağız” sözü olmuştur. Çünkü Mustafa Kemal saltanata,
itilafçılara ve Yunanistan’a karşı giriştiği savaşta gazetenin çok büyük rol
oynayacağına öylesine inanmıştır ki, bütün yol boyunca bunu düşünmüş ve
bir hafta sonra da yukarıda belirtilen talimatı vermiştir (İnuğur, 1993: 25).

“Hakimiyet-i Milliye”, Mustafa Kemal’in isteği üzerine 10 Ocak 1920’de


çok zor şartlar altında ve kıt olanaklarla yayımlanmaya başlamıştır. Necep
imzasıyla Harbiye Nezareti Başyaveri Salih Bey’e gazete çıkmaya
başladıktan yaklaşık üç ay sonra, 5 Mart 1920’de çekilen telgraf, gazetenin
6

maddi sıkıntıları konusunda ipuçları verir. Ankara Vilayet Matbaası’nda


dizilip basılan ve haftada iki gün çıkan 28x42 cm boyutundaki gazetenin ilk
on iki sayısında, yine elle 36 punto nesih harflerle dizilmiş başlık kullanılmıştı.
18 Temmuz 1920’de haftada üç gün çıkarılmaya başlandıysa da teknik
yetersizlikler yüzünden 6 Eylül 1920 - 30 Ekim 1920 arasında yine haftada iki
gün yayımlandı (Duran,1999: 153).

Enver Behnan Sapolyo’nun belirttiğine göre, Vilayet Matbaası’nda elle


işletilen 1827 tarihli “Marioni” marka bir makine bulunmaktaydı. Ayrıca
mürettip sayısı da çok azdı. Var olanlarda oldukça yaşlı kimselerdi.
İstanbul’dan mürettip getirilmesine karar verildi. İstanbul “Mim Mim
Grubu”ndan mürettip istenildi. Fakat mürettiplerin hiçbiri İstanbul’u bırakıp
Ankara’ya gitmeye razı olmadılar. Hatta bir mürettip zorla gönderildi. Bir
müddet sonra ise İstanbul’dan usta mürettipler geldi ve Hakimiyet-i Milliye’nin
gündelik çıkması ancak bu şekilde sağlanabildi. Baş Mürettip Ahmet Ulus,
mürettip yetiştirdi. Eskişehir’de Arif Oruç’un çıkardığı Yeni Dünya Gazetesi
kapanınca matbaası Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ne verildi. Bu baskı
makinesi Johannesberg markalı idi. Üzerinde 1876 Ausburg yazılı idi. 57x82
ayarında idi. Gazete 6 Şubat 1921’de Ulus Meydanı’nda şimdiki İş
Bankası’nın karşısında bulunan Koçzade’ye ait eski ve ahşap Veli Hanı’nın
içinde kurulan kendi matbaasında basılmaya başlandı. Konya’da çıkan Öğüt
Gazetesi’nin matbaası da satın alınmıştı. Bu nedenle 1921 Temmuzunda
Öğüt’ün Ankara nüshası da çıkmaya başlamıştı.

Hakimiyet-i Milliye artık cumartesileri dışında her gün çıkıyordu.


Yunanlıların Sakarya’ya doğru ilerledikleri bir sırada 23 Temmuz 1921
Cumartesi günü gazetenin çıkması gerekli görülerek küçük boyutlu bir sayı
yayımlandı. Bundan sonra Hakimiyet-i Milliye, kağıt darlığı nedeniyle bu
küçük boyutta her gün çıkarıldı. Büyük boyutlu yayını, kuruluşunun ikinci,
Birinci İnönü Zaferi’nin ilk yıldönümü olan 11 Ocak 1922’de çıkarılmaya
başlandı (Duran,1999:154).

Ankara Hükümetinin ve Milli Mücadele ruhunun sözcüsü olarak


görülebilecek gazetenin bu özelliğini 14 Haziran 1920 tarihli sayısındaki
“Yaşamak İçin” başlıklı makalede de görebiliriz: “Ölüm kararı verilmiş, idam
hükmü bize tebliğ edilmiştir..şu halde düşmanların bu kararlarına karşı bizim
7

de bir şeye karar vermemiz lazım geliyor: Yaşamak! Yaşamak..evet,


ölmemek için uğraşıyoruz ve onun için mücadele edeceğiz”.
Milli Mücadeleye öncülük eden gazeteler içinde Ankara Hükümeti ile
organik bağları olmayan bir gazete de “Öğüt Gazetesi”ydi. 2 Ocak 1918’de
Abdülgani Ahmet Bey tarafından Afyon’da kuruldu. Başlığının altında “Amali
Milliyeye Hizmetkar, Menafii Vataniyeye Hürmetkar ve Müstakil-ül Efkar
Yevmi Türk Gazetesidir” cümlesi yer alıyordu. Buradan da anlaşılacağı üzere
Ulusal Kurtuluş Hareketi’nden yana idi. İtilaf Devletleri, özellikle İngiltere
aleyhine son derece etkili olabilecek yazılar yayınladı.
Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleri üzerine Konya’ya taşınan, Konya’da
İtalyanların baskınlarıyla yayın yapamaz hâle gelen Öğüt Gazetesi, 1921
Temmuzda Ankara’da Akşam Gazetesi olarak yayımlanmaya başlamıştır.
Gazetenin yazı işleri müdürlüğünü Sadri Ertem yapmakta, yazar kadrosu
Münir Müeyyit Bekman, Lütfi Arif, Kerameddin, Raif Nezihi, Celal Davut ve
Enver Behnan’dan oluşmaktadır. Gazete Milli Mücadele’nin üçüncü önemli
gazetesi olarak 1923 yılına dek yayınlarını sürdürmüştür (İnuğur,1993: 353).

Milli Mücadeleyi Destekleyen Gazeteler

Milli Mücadeleye öncülük eden yayın organları dışında, özellikle yerel


basında onu destekleyen ve yerel direnişe ön ayak olan yayın organları da
Anadolu’nun her yerinde görülebiliyordu. Bunların önemlilerinden olan “Ses
Gazetesi”: Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından iki hafta önce, 17 Ekim
1918’de yayınlanmaya başlamıştır. Balıkesir’de haftalık olarak yayınlanan
gazetenin sahibi ve başyazarı Çantayzade Hasan Basri’dir. Nüshası 1 kuruşa
satılan bu gazete 1919 yılı ortalarına kadar yayınlarını sürdürmüş, İzmir
havalisinin hiç kimseye verilemeyeceği fikrini savunmuştur. 25 sayı kadar
çıkmıştır. Gazetenin sahibi ve başyazarı olan Hasan Basri daha sonra ilk
Büyük Millet Meclisi’ne milletvekili olarak girmiştir (İnuğur 1993: 354).

Diğer bir gazete olan Doğru Söz’ün 5 Haziran 1919 tarihli üçüncü
sayısında “Manda teklifi” şiddetle eleştirilmiş, Türk için “Ya İstiklal Ya Ölüm”
sözü ile içinde bulunulan durum hakkındaki görüşlerini ifade etmişlerdir. Ege
Bölgesi’nde basın, işgal kuvvetlerinden gizli olarak çalışıyor, İzmir halkı,
Kurtuluş Savaşı ile ilgili haberleri gizlice Balıkesir’de basılıp gizlice İzmir’e
sokulan “İzmir’e Doğru Gazetesi”nden öğreniyordu. “Hareket-i Milliyenin
8

haadim ve mürevvici” olarak yayımlanan bu gazetenin ilk sayısı 16 Kasım


1919 tarihini taşıyordu. Bu gazeteyi Vasıf ve Esat (Çınar) kardeşlerle Mustafa
Necati çıkarmıştır. Vasıf Bey aynı zamanda Balıkesir Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti’nin idare heyeti üyesi idi. O günlerde Balıkesir’de bir Fransız birliği
vardı. Şehirde İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin egemenliği büyük ölçüde
hissedilmektedir. Tüm bunlara karşın gazete İzmir için halka ümit sunan bir
yayın organı olmuştur. Gazete “Kuva-yı Milliye Cephelerinden” başlığı altında
savaş haberleri veriyor ve Kuva-yı Milliye’ye karşı olan Anzavur Çeteleri ile
İstanbul Hükümeti, Padişah ve Sadrazamı hedef alan makaleler
yayınlanmıştır. 27 Kasım 1919’da gazete ağır bir dille bir açık mektup
yayınlar ve İstanbul ve İzmir zenginlerine yönelik yazılan bu mektupta bu
zenginlerden “Bu milletin kanını damla damla emen beyefendiler...” diyerek
bahseder. Yine bu sayıda İzmir için miting yapılacağını bildirmiş ve belediye
önünde toplanılmasını önermiştir (İnuğur,1993:355).

Diğer bir gazete olan Adana Gazetesi ise: Mondros Mütarekesi’nin


ardından Fransızlarca işgal edilen Adana’da 25 Aralık 1918’de “Adana
Gazetesi” olarak yayınlanmaya başlayan ve daha sonra “Yeni Adana
Gazetesi” olarak yayınlarını sürdüren gazetedir. Adana Gazetesi, işgalleri
destekleyen ve Kuva-yı Milliye aleyhinde yayınlar yapan Ferda Gazetesi’ne
tepki olarak doğmuştur. Çukurova’nın Türk olduğunu söyleyerek Milli
Mücadele yanlısı yayınlar yapmıştır. Fakat işgal kuvvetlerinin baskısı üzerine
valiliğin emri ile gazete kapatılmıştır. Gazetenin yayıncıları Yozgatlı Avni ve
Ahmet Remzi bu kapatma olay üzerine “Yeni Adana” adıyla gazetenin
imtiyazı için valiliğe başvurmuşlar ve izin almışlardır. Yeni Adana Gazetesi
de, İzmir’e Doğru gibi halk için bir umut kaynağı olmuştur (İnuğur 1993:357).

Yeni Adana gazetesi, ulusal direniş yıllarından günümüze kadar


serüveni en ilginç gazetelerden biridir. Yayın hayatını günümüzde de
sürdüren gazete, Mili Mücadele sırasında Fransız işgaline karşı çıkmışı. Bu
nedenle kapatıldıktan sonra Toros eteklerindeki bir tren istasyonundaki eski
bir vagonun içinde gizli olarak basıldı ve kente sokuldu. 400-500 tane
basılıyordu ve Kurtuluş Savaşı’nın en etkili gazetelerinden biri olmuştur.

Milli Mücadeleyi destekleyen gazetelerin neredeyse hepsi ulusal


direniş döneminin birer ürünü idi. Ancak yine Milli Mücadeleyi destekleyen
9

“Babalık” gazetesi o yıllarda on yıllık bir geçmişe ve tecrübeye sahipti. 2.


Meşrutiyet Dönemi’nde 1910’da Konya’da yayınlanmaya başlayan gazete
İstanbul Hükümeti’nin tek söz sahibi olduğu dönemlerde yayın yapmış
olmasına karşın, Milli Mücadele Döneminde Kuva-yı Milliye’nin Konya’daki
sözcülüğünü yapmıştır (İnuğur, 1993: 359-360).

İlk başta haftada bir, daha sonra haftada iki kez çıkan gazetenin sahibi
Yusuf Mazhar, sorumlu müdürü Ahibabazade Yusuf Ziya idi. Başlığının
altında “Çiftçi, işçi, esnaf, kardeşlerin ilerlemesine çalışır, her şeyden yazar,
köylü gazetesidir.” yazılıydı. Sakarya Zaferi’nden, Büyük Taarruz’a dek geçen
dönem boyunca Babalık, gerici düşüncelerle savaşmıştır. Dini konular
yanında, eğitim konusuna da cesaretle eğilmiş, kadınlık davasına inat ve
ısrarla parmak basarak, kız çocuklarının okutulması düşüncesini
savunmuştur. Babalık’ın 27 Nisan 1922 tarihli baskısı gazetecilik mesleğini
konu olarak almış, “Bu memlekette her aklına gelenin gazete çıkarması, üç
kelimeyi doğru veya yanlış yan yana getiren ve biraz da kesesine güvenen
her şahsın kendisinde gazete çıkarmak yetkisi bulması” ağır şekilde
eleştirilmiştir (İnuğur, 1993: 361).

Milli mücadele döneminde Anadolu’nun farklı şehirlerinde çıkan halkın,


Mustafa Kemal etrafında kenetlenmesini sağlayan gazeteler hakkında kısa
bir bilgi verecek olursak:

Açıksöz:

Hüsnü (Açıksöz) tarafından 15 Haziran 1919 tarihinde Kastamonu 'da


çıkarılan gazete, 16 Eylül 1919 tarihinden itibaren Kuva-yı Milliye'ye katılmış.
Gazete, bu tarihten itibaren haftada iki kez çıkarılmaya başlanmıştır.
T.B.M.M. Hükümeti'nin İstanbul gazetelerinin Anadolu'ya girmesini
yasaklanması üzerine her gün çıkarılmaya başlanmıştır. Açıksöz Gazetesi,
Kuva-yı Milliye'ye katıldıktan sonra, Kastamonu Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti'nin yayın organı olmuş. Gazetenin çok fazla dış kaynaklı habere yer
vermediği anlaşılmaktadır. Özellikle Ermeni basınından naklen oldukça az
sayıda habere rastlanmaktadır. Genelde İstanbul gazetelerinden alıntılarla
10

dış kaynaklı haberlere yer vermektedir. Açıksöz Gazetesi, 1937 yılından


itibaren Doğru Söz adı ile çıkarılmıştır(Çoşar,1963: 89-91).

Albayrak:

Erzurum'da 1913 yılının Mart ayından itibaren yayımlanmış olan


gazete, 1921 yılının Martına kadar çıkarıldı. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin
yayın organı olarak yayın hayatına başlayan gazetenin, ilk kurucusu Selim
Polat’dır . Albayrak gazetesi, I.Dünya Savası'nda Erzurum'un Ruslar
tarafından işgal edildiği dönemde çıkarılamadı. Gazete, Süleyman Necati
(Güneri)'nin çalışmaları sonunda, Doğu Vilayetleri Müdaafa-i Hukuku Milliye
Cemiyeti'nin yayın organı olmuştur. Albayrak gazetesi, Mili Mücadele
döneminin Anadolu'daki en etkili propaganda araçlarından biri olmuştur.
Gazete, dış kaynaklı ve Ermeni basınından pek fazla habere yer
vermemektedir (Çoşar,1963:192).

Alemdar:

1909-1922 yılları arasında İstanbul'da yayınlanan gazete, bazı


dönemler sansüre uğrayarak, Takvimli gazete, Tesrih adlarıyla
yayınlanmıştır. Alemdar gazetesi, Milli Mücadele karşıtıydı. Gazete, ülkenin
kurtuluşunun İngiltere'nin yardımı ile olacağını savunmaktaydı. Alemdar
gazetesinde, Refi Cevat (Ulunay), tarafından, hem bu politika doğrultusunda
makaleler hem de Anadolu'daki Ulusal hareket ile ilgili oldukça sert yazılar
yayınlanmıştır. Gazete, hem İngiliz hem de Ermeni basınından naklen
haberlere geniş şekilde yer vermektedir.

Hadisat:

İstanbul'da kurulan Vilâyât-ı Şarkiyye Müdafaa-ı Hukuku Milliye


Cemiyeti'nin resmî yayın organı olarak 1918'de çıkarılan gazete,176 sayı
yayınlandı. Doğu vilayetlerinin hakkını savunmak ve bu konuda bir kamuoyu
oluşturmak amacıyla çıkarılan Hadisat gazetesinin başyazarlığını, Süleyman
Nazif yaptı. Gazete, Ermenilerin Vilâyât-ı Şarkiyye'deki baskı ve katliamlarını
11

yakından takip ederek konuyla ilgili pek çok habere yer vermekteydi.
Gazetede dış kaynaklı haberlere pek yer verilmemektedir.

İkdam:

1894-1928 yılları arasında İstanbul'da çıkarılmış olan gazetenin


başyazarı ve kurucusu Ahmet Cevdet'dir. Gazete, İttihat ve Terakki Cemiyeti
karsısında, Hürriyet ve İtilâf Fırkasını desteklemekteydi. Mütareke yıllarında
Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) tarafından yönetilen İkdam gazetesi, Milli
Mücadele yanlısıydı. Gazete, Ermeni basınına ve batı kamuoyuna geniş
şekilde yer vermektedir.

İrade-i Milliye:

Sivas'ta 14 Eylül 1919 tarihinde Mustafa Kemal tarafından Heyet-i


Temsiliye adına çıkarılmaya başlanmış olan gazete, 1922 yılına kadar
yayınlandı. İrade-i Milliye gazetesinin yazı isleri müdürlüğünü Mazhar Müfit
(Kansu) yaptı. Atatürk ihtilalinin ilk gazetesidir. İlk yazılar, Mustafa Kemal
tarafından dikte edildi. Gazetenin koleksiyonları basılmakta olduğu vilayet
matbaasında çıkan yangın dolayısıyla yanmıştır. Bundan dolayı elde tam bir
koleksiyonu yoktur. Gazete, Ermeni basını ve batı kamuoyundan pek fazla
habere yer vermemektedir.

Peyam-ı Sabah:

16 Kasım 1913-7 Kasım 1922 tarihleri arasında İstanbul'da


yayınlanmış olan gazete, Ali Kemal'in kurmuş olduğu Peyam gazetesi ile
Mihran'ın çıkarmakta olduğu Sabah gazetelerinin birleşmesi üzerine, Peyam-
ı Sabah adını aldı. Gazete, Milli Mücadele karşıtıydı. Peyam-ı Sabah
gazetesi de Alemdar gibi, ülkenin kurtuluşunu İngiltere ile iyi ilişkiler ve
karşılıklı diyalogda görmekteydii. Anadolu'daki faaliyetler sonunda bu ilişkinin
tehlikeye düşeceği belirtilerek, Anadolu hareketi şiddetle eleştirilmektedir.
Peyam-ı Sabah gazetesi, ülkedeki gelişmeleri genellikle dış kaynaklı
12

haberlerle vermektedir. Ermeni basınında alıntılara da geniş şekilde yer


verilmektedir.

Vakit:

1875 yılında Filip tarafından kurulmuş olan gazete İstanbul'da


çıkarılmış. 26 Ekim 1917 yılından itibaren gazeteyi Hakkı Tarık Us ile Asım
Us tarafından çıkarılmıştır. Gazetenin başyazarı Ahmet Emin Yalman’dı. Milli
Mücadele yanlısı olan gazete günlük olarak yayınlanmış. Dış kaynaklı
haberlerin bol miktarda kullanıldığı bir gazetedir. Amerikan basınından ve
Ermeni gazetelerinden bol miktarda habere yer verilmektedir.

Hakimiyet-i Milliye:

İlk sayısı 10 Ocak 1920’de çıkmış olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesi


Ankara’da Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi
adına Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuştur. Sorumlu müdürdü
Recep Zühtü’ydü. Başlangıçta haftada iki gün olarak yayınlanan gazete, 18
Temmuz 1920’de haftada üç gün olarak basılmış, 16 Şubat 1921’de
başlamak üzere cumartesi dışında günlük olarak çıkarılmıştır. İlk yazıların
çoğu Mustafa Kemal tarafından yazdırılmış olup, Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin
sözcüsü durumunda olması bakımından da Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hükümeti’nin yarı resmi organı sayılmıştır. Daha sonraları Ulus adını almış
olan gazete uzun zaman yayın hayatına devam etmiştir.1920 yılı esnasında
yazı kadrosunda bulunmuş olan yazarlardan bazıları şunlardır: Ağaoğlu
Ahmet, Hüseyin Tevfik, Hüseyin Ragıp Mahmur Esat, Doktor Tevfik Rüştü,
Yusuf Akçura (Özkaya, 1989, İnuğur,1993 Çoşar,1962).

İstanbul’daki Azınlık ve Yabancı Gazeteler

İşgal altındaki İstanbul’da azınlıkların süreli yayınları dışında İtilaf


devletlerinde konuşulan dillerde de çeşitli süreli yayınlar
bulunmaktaydı. Fransızca Yayınlar: Siyonist, Türk yanlısı, Bolşevik, anti-
13

Kemal, Yunansever ve Kemal yanlısı olarak tanımlanan altı Fransızca gazete


vardı. La Turquie Nouvelle, Kemal yanlısı bir gazeteydi: yayımcısı Kemalist
ajan Alaeddin Haydar’dı. İngilizce Yayınlar: Orient News tek İngilizce yayındı.
1919’da İngiliz işgal yetkilileri tarafından kuruldu. İngiliz askerlerinin okumaya
izinli oldukları tek gazeteydi. Ermeni Azınlık Yayınları: Beş Ermeni gazetesi
vardı. “Yerguir Gazetesi” komünist Hınçak Partisi’nin yayın organıydı.
İstanbul’daki Ermeni basını Ermeni devleti iddialarından bahsetmiyordu.
Ermeni Patriği Zevan Efendi gibi başlıca Osmanlı Ermenilerinin geçmişteki
sorunları unutmaya ve Türklerle barış içinde yaşamaya yönelik açıklamaları
gazetelerde boy gösteriyordu. Rum Azınlık Yayınları: Yedi Rum gazetesi
vardı. Bunlar Türklere karşı saldırgan bir tavır içindeydiler. Paris’teki barış
görüşmelerini etkilemek amacını da güden, işgali sevinçle karşılayan yayınlar
yapıyorlardı. Rum Basını Yunan askeri çevrelerindeki Kralcı - Venizelosçu
bölünmesini de yansıtıyordu. Kralcılar Küçük Asya’daki Yunan işgalinin
sürmesine karşıydılar. Onlara göre Yunanistan’ın baş düşmanı
Bulgaristan’dı. Yunan insanı ve parası, Anadolu’daki maceracılık uğruna çar
çur edilmemeliydi.” Yahudi Azınlık Yayınları: Dört Yahudi gazetesi vardı.
Bunlar Türklerin haklarına saygı gösteriyordu.“Başhaham Naum Efendi bir
yandan Osmanlı Yahudileri’ni temsil ederken öte yandan da yabancılara
karşı Milliyetçiler’in lehine konuşuyordu.” İşgal sonrasında İstanbul’a gelen
yabancı Yahudiler ise siyonist amaçlı propaganda yapılmaktaydı
(Criss,2005:77-78).

Milli Mücadele Döneminde Basını ve Aydınlar

Millî Mücadele’nin karşısında olan basın: Alemdar, Peyam, Sabah,


Peyam-ı Sabah, Köylü, Ferda gibi gazetelerdir. Bu tavrın içinde yer alan
yazarlar, Ali Kemâl, Refî Cevat, Refik Halit gibi kişilerdir. Ahmet Emin
(Yalman) gibi yazarlar da sürekli olarak manda taraftarlığını ve bunun
yararlarını savunmuşlardır. Yine bazı parti ve dernek gibi kuruluşlar da Millî
Mücadele aleyhine ve işgalci devletler lehine yayınlar yapmışlardır. Meselâ
Teâlî İslâm Derneği, yayınladığı bildiriler ile Millî Mücadele’yi ihanet gibi
gösterip İngilizlere teslim olunmasını telkin etmişlerdir. Ayrıca, bu
mütareke basını mensupları, aynı zamanda diğer bazı basın mensuplarını da
14

yanlarına alıp Wilson İlkeleri Derneği, İngiliz Severler Derneği gibi dernekler
kurarak, Amerika ve İngiltere mandası için faaliyette bulunmuşlar ve Amerika
ile İngiltere’den açıkça manda, himaye istemişlerdir. Mütareke basını,
sürekli olarak zayıf olduğumuzu, “Batılı büyük devletler’e karşı gücümüz
olmadığını ve onlara karşı koyamayacağımızı, onlara karşı gelmenin ve
bağımsızlık istemenin çılgınlık, millîcilerin ise eşkıya kafalı olduğunu: bu
sebeplerle “batılı büyük devletler”e boyun eğmemiz ve onlardan yardım talep
etmemiz gerektiğini telkin ederek, her türlü direnişi kırmaya, zayıflatmaya
yok etmeye çalışmışlardır (Saruhan,1994:494).

Özelikle de Alemdar, Peyam- Sabah, Köylü ve Ferda gazeteleri ve


köşe yazarları olan Ali Kemâl, Refi Cevat, Refik Halit ve Cenap Şahabettin ile
Rıza Tevfik’in Milli mücadelenin karşısında olan aydınlar olarak yazdıkları
makaleleri ile halkı, işgal kuvvetleri ve İstanbul Hükümetinin yanlarında
olmaları hususunda bilinçlendirmeye çalışmışlardır.

Eğitim ve Öğretmen Sorunlarına Kuramsal Bakış

Eğitim, insanın doğumu ile başlayan ve ölümüne kadar devam eden


bir süreçtir. Bu süreçte insanlara çeşitli bilgi, beceri, tutum ve değerler
kazandırılır(Erden,l998:13).

Günümüzde eğitim kalkınmanın en önemli gücü olarak kabul edilmiş,


ekonomik ve toplumsal gelişmenin ancak eğitim yoluyla olabileceği daha iyi
anlaşılır bir duruma gelmiştir(Çalık,1995:1). Bu bağlamda planlı, programlı bir
değişim söz konusu olduğunda ilk başvurulan organlardan birisi kuşkusuz
eğitimdir. Eğitimin değiştirici fonksiyonları, yeni bir toplum modeli
oluşturmada insan unsurunun göz ardı edilmemesini sağlamak, kültürel
değişmeyi gerçekleştirmek, sosyal hareketliliği sağlamak ve sosyal
bütünleşmeyi istenilen düzeyde tutmaktır.

Her devleti oluşturaran siyasi erkin kendine özgü bir eğitim sistemi
vardır. Bu sistem o toplumun sosyal, kültürel, politik ve ekonomik yapı ve
özelliklerine uygun olarak kurulur ve geliştirilir. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin kurulmasının hemen arkasından Türk toplumunun sosyal, kültürel,
politik ve ekonomik yapısına yeni şeklini verenler: bu yeni yapıya uygun, onu
15

yaşatacak, yeni nesilleri yetiştirecek olan eğitim sistemini kurmayı ihmal


etmemişlerdir. Hatta yeni eğitim sistemini kurma çalışmalarına Cumhuriyet
öncesi dönemde, Kurtuluş Savaşı yıllarında başlamışlardır(Duman, 1991:19).

Kavcar’a (1987:39) göre de bir eğitim sisteminin en önemli unsuru,


öğretmendir. Eğitim sisteminin başarısı, temelde sistemi işletip uygulayacak
olan öğretmenlerin ve diğer personelin niteliklerine bağlıdır. Hiçbir eğitim
modeli, o modeli işletecek personelin niteliğinin üzerinde hizmet üretemez.
Bundan dolayı, bir okul, ancak içindeki öğretmenler kadar iyidir denilebilir.
Akyüz’e (2012) göre öğretmen: örgün eğitimde bir öğretim görevi ile yükümlü
her derecedeki öğreticileri kapsamaktadır.

Eğitim tarihi ve mukayeseli eğitim bilimleri bize bütün toplumların bir


eğitim sistemine sahip olduğunu, bu yolla çocuk ve gençlerini yetiştirdiğini
göstermektedir. Her toplum sosyal kültürel politik ve ekonomik yapı ve
özelliklerine göre yetiştirmek istediği insan tipini tespit etmekte, sonra bunu
gerçekleştirmek için okullar açmakta ve öğretmenler yetiştirmektedir
(Duman,1987:111).

Öğretmenlik mesleği insanlık tarihi kadar eskidir. Toplu olarak


yaşamanın söz konusu olduğu yerde bireyler arasında sürekli bir etkileşim ve
bilgi alışverişi vardır. Eğer bilgiler daha deneyimli nesilden yeni nesle doğru
bir plan ve program içinde aktarılıyorsa yapılan faaliyet öğrenmeyi ve
öğretmeyi kapsar. Öğretme ise öğretmenle mümkündür. Öğretmenlik bir
mesleğin adıdır ve insanın var oluşu ile birlikte bu meslek vardır
(Celkan,1998:30).

Öğretmenlik, bir milletin, bir devletin geleceğini hazırlama


sorumluluğunu taşıyan bir meslektir. Öğretmenlik mesleği yetişmekte olan
nesli:ailesi, çevresi, milleti, devleti ve vatanı için daima yararlı , yapıcı,yaratıcı
iyi bir insan ve iyi bir vatandaş olarak yetiştirme sanatıdır.Öğretmenlerin
yetiştirdiği bu insanlar , ailesi ve milletini mutlu kılar, yurdunu kalkındırır ve
devletini güçlendirir.Bu bakımdan milletimizin geleceği öğretmenlik
mesleğinde göstereceği başarıya bağlıdır(Tekışık,1986:24).

Kavcar’a (1999,11) göre de, toplumun, ülkenin geleceği için öğretmen


ve öğretmenlik mesleği üzerinde gereğince ve yeterince durmalıyız. Bir
16

eğitim sisteminin en önemli öğesi öğretmendir. İyi eğitimi iyi öğretmenler,


nitelikli öğretimi de nitelikli öğretmenler yapar. Ayrıca öğretmenin eğitim-
öğretim etkinlikleri ve rolleri de giderek artmaktadır.

Toplumun sosyal kültürel, ekonomik ve teknolojik gelişmesini


sağlayacak öğretmenlerdir. Çünkü yurdun kalkınması ve milletin refah ve
mutluluğu öğretmenlere ve öğretmenlerin yetiştireceği nitelikli insan gücüne
bağlıdır. Yani öğretmenlik, bir milletin kaderini tayin eden bir meslektir
(Dilaver,1994: 15).

Akkutay’a (1996) göre; Eğitimin temel ögesinin öğretmen olduğunu


öğretmenin ise çok donanımlı yetiştirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Eğitim
sisteminde toplumun ihtiyaçları doğrultusunda çağdaş gelişmelere uygun
olarak düzenlemek ve toplumun ihtiyaç duyduğu iş gücünü ve bireyleri
yetiştirmek görevi de öğretmene verilmiş, olup bu bağlamda
değerlendirildiğinde toplumların çağdaşlaşma yolundaki adımlarla
ilerlemesinde öğretmenlik mesleğinin önemi tartışılmayacak kadar önemli
olduğunu dile getirmiştir.

Bunların yanında öğretmen, gelecek kuşakların bilişsel, duyuşsal


gelişimi ve yaşama biçimini yönlendiren, onların kendilerine ve topluma karşı
tutumlarını şekillendiren, iletişim, araştırma ve yaratıcılık becerilerinin
gelişimini etkileyen bir kişidir. Bir ülkenin de varlık nedenidir(Ataünal,1997:1).

Bu kadar geniş görev ve sorumluluk alanına sahip olan öğretmenlik


mesleği, bir o kadar da nazik bir meslektir. İlişkili olduğu diğer alanlar, meslek
ve kültürden kolaylıkla etkilenmeye müsaittir.Bu yönüyle, öğretmenlik mesleği
başka mesleklerden farklı özellikler göstermektedir(felsefi, politik, sosyal,
dini..).Bunlar gibi birçok faktör öğretmenliğe etki etmektedir. Bir mühendisin
farklı bir siyasi düşünceye sahip olması yapacağı köprünün hesaplarına tesir
etmemektedir. Öğretmen tarafsız kalabilen doğruları gösteren kişi olacaktır
(Türkoğlu,1990:195). Ama en önemlisi de bu düşüncenin teoride kalmaması,
uygulamada da görülmesidir. Eğitim sistemi içerisinde öğretmenin yeri
anlaşıldıkça tarafsız kişiliğin önemi daha net fark edilecektir.

Toplumları geleceğe hazırlamakla görevli öğretmenlerden, her


toplumda ileriye dönük çok büyük beklentiler bulunmaktadır. Eğitim
17

tarihimizden toplumun öğretmenlerden beklentilerine ilişkin pek çok örnekler


sunulabilir. Öğretmenlik mesleği, öğretmenlerin görev ve sorumlulukları
hakkında değişik zamanlarda, devlet adamları ve çeşitli eğitimciler
değerlendirmeler yapmışlardır. Örneğin; Satı Bey toplumda herkesin
öğretmenlik yapabileceği zihniyetine karşı çıkmış, öğretmenliğin özel
yeteneklere ve bilgilere dayanan bir meslek olduğunu savunmuştur. Ona
göre ,bu gerçeğin anlaşılamaması maarifimizin en büyük yarasıdır. Satı
Bey’in dile getirdiği öğretmenliğin özel eğitim ve yetenek isteyen bir meslek
olduğu gerçeğinin kavranamamasından doğan sorunlar ne yazık ki Türk
eğitim sisteminin temel sorunlarından biri olarak halen varlığını
sürdürmektedir. Satı Bey, ilk kez öğretmen-politika ilişkilerini ele alıp
incelemiş ve bu konuda öğretmenleri aydınlatmıştır. Ona göre öğretmenlerin,
devletin yönetimini ve ulusal çıkarları konusuna ilgi duymaları doğaldır. Fakat
öğretmenler, çeşitli düşmanlık ve kinlere sebep olan parti çekişmeleri
şeklindeki günlük politikaya karışmamalıdırlar. Öğretmenler iyi seçmen
yetiştirmelidir (Akyüz,2001:163-264).

Pedagoji tarihi üzerine yaptığı araştırmalarla bilinen Halil Fikret


Kanad’a göre, Eski Çin’de de öğretmenler çok sevilir ve saygı görürlerdi. Her
çocuk öğretmenine hayatının sonuna kadar bir baba gibi saygı gösterirdi. Her
dört mevsimde yapılacak okul bayramlarında en yaşlı öğretmenlerin şerefine
kurban kesmek adetti (Kanad,1948:32).

Konuyla ilgili olarak, Kansu(1939,17) Mısır uygarlığında da bir kesiti


olan Yahudilerde de öğretmenlerin itibarlarının ne kadar yüksek olduğunu şu
cümlelerle ifade eder.

Babanızı ve mualliminizi tercih etme noktasına gelirseniz önceliğiniz


mualliminiz olsun zira o sizin geleceğinizi inşa eder.

Yine Cumhuriyet döneminde 1925–1929 yılları arasında Milli Eğitim


Bakanlığı yapmış olan Mustafa Necati(1894–1929) öğretmenlik mesleğine
çok önem vermiş, öğretmene de güven veren bir bakan olmuştur.
Öğretmenlerle doğrudan ilgilenmiş, onlarla dolaysız ilişkiye önem vermiş,
onlarla mektuplaşmıştır. Öğretmenler onun zamanında, haksızlık, insafsızlık,
18

saygısızlığa uğramamışlardır. Başka bir deyişle öğretmenlik mesleği onun


döneminde en itibarlı zamanını ve en büyük hazzını yaşamıştır diyebiliriz.
Öğretmen okulu öğrencileri için yaptırdığı kimlik belgelerinde şu cümleleri
yazdırmıştır:

Türk milletini geleceğe taşıyacak, erdemli nesiller yetiştirecek ve


cumhuriyeti genç nesillerin kalbine işleyecek muallimler sizler
olacaksınız“(Akyüz,2012:412).

Bu ifadelere baktığımızda, öğretmenlik bir meslek olarak tanınmakla


beraber görevleri, sorumluluğu ve ideal bir öğretmende olması gereken
özellikler ortaya konulmaya çalışılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
kurcusu olan Mustafa Kemal Atatürk, öğretmenlik ve öğretmenlik mesleğinin
önemini, öğretmenlerin görev ve sorumlulukları hakkında görüş ve
düşüncelerini başta TBMM olmak üzere çeşitli yer ve zamanlarda
öğretmenlere seslenerek dile getirmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün
öğretmenlere ilişkin düşünce ve sözlerinin bazıları şöyle sıralanabilir:

“Milletleri kurtaran yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden,


eğitimciden yoksun bir toplum, henüz millet adını alma kabiliyetini
kazanamamıştır. Ona basit bir toplum denir, millet denmez. Bir toplumun
millet olabilmesi için mutlak eğitimcilere, öğretmenlere muhtaçtır”
(Tekışık,1995:3).

“Öğretmenler, ordularımızın kazandığı zafer sizin ve sizin ordularınızın


zaferi için, yalnız ortam hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanacak, siz
yaşatacaksınız ve mutlaka başarıya ulaşacaksınız. Ben ve sarsılmaz bir
inançla bütün arkadaşlarım sizi izleyeceğiz ve sizin karşılaşacağınız engelleri
ortadan kaldıracağız.”

“Memleketimizi ve milletimizi gerçek hedefe, mutluluğa eriştirmek için


iki orduya ihtiyaç vardır. Bir vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri ise
milletin istiklalini yoğuran kültür ordusu”

Okullarda öğretim görevinin güvenilir ellere verilmesini, yurt


çocuklarının, o görevi kendilerine hem bir meslek, hem bir ülkü sayacak
saygıdeğer öğretmenler tarafından yetiştirilmesini sağlamak için öğretmenlik,
öteki serbest ve yüksek meslekler gibi giderek ilerlemeye ve her halde geçim
19

rahatlığı sağlamaya elverişli bir meslek durumuna konulmalıdır. Dünyanın her


yerinde öğretmenler toplumun en fedakâr ve saygı değer
insanlarıdır(Duman,1991: 24).

Atatürk döneminde, özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında öğretmenlere


vatan, millet, cumhuriyet aşkı verilmiş. Yeni Türk devletinin kurulması ve
eğitim sistemimizin geliştirilmesine zemin hazırlanmıştır(Duman,1987: 114).

15 Temmuz 1921 yılında Ankara'da toplanan Maarif Kongresinin


eğitim tarihimizde çok önemli bir yeri vardır. Bu kongre okul ve öğrenci
mevcudunu tespit etmek, bu konuda yapılması gereken çalışmaları
belirlemek ve eğitime millî bir yön vermek amacıyla toplanmıştır.

Kongreyi Mustafa Kemal Atatürk cepheden gelerek açmış; eğitim,


bilim ve kültür alanındaki düşüncelerini, yapılacak inkılâpların esaslarını,
öğretmenler için neler düşündüğünü ve onlardan neler beklediğini anlatan
tarihî bir konuşma yapmıştır. (Akyüz,2012,Sarıhan,2009) Atatürk 250’den
fazla erkek ve kadın öğretmeni bir araya getirmiş, öğretmenlerin teker teker
ellerini sıkmıştır. Kongre, Hakimiyet-i Milliye gazetesinde geniş yer almıştır.
Mustafa Kemal Paşa, üçüncü Yunan taarruzunun en ateşli zamanında
muallim ordusunun gelecek vazifesiyle meşgul bulunuyor. Bu asil ve yüce
örnek, Türk Tarihinin benzeri ve enderi bulunmayan kıymetli hatıralarından
biri olacaktır. Kuşkusuz bu, dünya tarihinde de benzeri bulunmayan bir
örnektir.

Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi öğretmenlik mesleği önemli bir


meslek olarak görülmekte, öğretmenlerin önemli görevleri olduğu ve bunu
başarmak zorunda oldukları anlaşılmaktadır. Onun için öğretmenliğin elinde
üniversite diploması olan ve başka bir yerde iş bulamayan insanların
yapacağı bir iş olmadığı, özel bir eğitim gerektirdiği ve bir sanat olduğu kabul
edilmektedir.

Türkiye’nin değişen ve gelişen toplumsal yapısı içerisinde, devletin


öğretmenlere ilgisiz kalmadığı, önem verdiği ve onları toplumu ileri götürecek
etmenler olarak gördüğü, önemli görev ve sorumluluklarının bulunduğunu her
zaman vurguladığı görülmektedir.
20

Türkiye’de öğretmenlik başlı başına bir meslek olarak kabul


edilmektedir. Öğretmenlere çeşitli görev ve sorumlulukların verildiği
görülmektedir. Öğretmenlerin görev ve sorumluluklarının yanında, etkilerini
sınırlayan, kısıtlayan sorunları da vardır. Öğretmen sorunları her dönemde
olduğu gibi bu dönemde de eğitimin önemli bir sorunu olarak ortaya
çıkmaktadır. Öğretmen sorunları Prof. Dr. Yahya Akyüz’ün “Türkiye’de
Öğretmenlerin Toplumsal Değişimdeki Etkileri(1839-1950) adlı eseri tekrar
gözden geçirilerek, eklemeler yapılarak yayınlanmış olup öğretmen sorunları
altı başlık halinde sınıflandırılmıştır. Bu bağlamda öğretmen sorunlarını bu
başlıklar altında ele alacağız.

1- Öğretmenlerin Sayısal Durumu

Bir ülkede belirli bir dönemde öğretmenlerin sayısı, kitle halindeki


güçleri hakkında bilgi verir. Ülkede dağılış durumu da güç ve etkileri
bakımından aydınlatıcıdır. Örneğin ihtiyaçtan çok az iseler etkileri daha azdır
denebilir.

Sayıların ve istatistiklerin eksiklikleri vardır. Sayılar her zaman doğru


bilgi vermez, sayılarla birlikte nitelik problemi ortaya çıkmaktadır. Nicelik-
nitelik (kemiyet-keyfiyet) sorunu yeni bir sorun olmayıp, eğitim tarihinin
hemen her döneminde bu tartışma yapılmıştır. Bazı dönemlerde öğretmen
yetersizliğinden dolayı, ne olursa olsun öğretmensiz okul kalmasın
düşüncesiyle sayıya daha çok önem verilmiştir(Akyüz, 2012:11-12).

Milli Kurtuluş Savaşı döneminde öğretmenler oldukça az sayıdadırlar.2


Mayıs 1920’de Ankara Hükümeti, Milli Eğitim Bakanlığını kurmuş, eğitimle
ilgili programını hazırlamıştır. Buna rağmen ortada bir bakanlık örgütü dahi
bulunmamaktadır. Üstelik bakanlık taşra örgütü konusunda da hiçbir bilgiye
sahip değildir. Türkiye’nin neresinde kaç okul bulunuyor, öğretmenlerin
sayıları ne kadardır? Bütün bunlara ait doğru bilgiler mevcut değildir ve
üstelik toparlanamamaktadır. Bu yüzden bakanlığın ilk işi emrindeki
öğretmenlerin sayısını öğrenmek olmuştur. Fakat yazışmalar çok zordur ve
doğru cevap alınamamaktadır.

Birinci Dünya Savaşı günlerinde öğretmenlerin birçoğu silah altına


alınarak cephelere sevk edilmiştir. Savaş hattına sürülen birçok öğretmen
21

şehit olduğundan bir daha yurtlarına dönememiş bu yüzden de öğretmen


sayısında azalma olmuştur.

Okulların kapatılmasına bir etken de öğretmenlerin ağır ekonomik ve


siyasal baskılara dayanamayarak görevlerinden istifa etmeleridir.

2- Öğretmenlerin Yetiştirilmesi Sorunu

Öğretmenlerin yetiştirilmesi sorunu tarihi süreç içerisinde


incelendiğinde bu sorunun hep var olduğu ve halen de devam ettiği
görülmektedir.

Türk eğitim tarihi bize öğretmen yetiştirmede niteliğe önem veren ciddi
girişimlere nadiren gidildiğini gösteriyor. Toplumda öğretmenlik mesleğine
verilen değer giderek azalmakta, öğretmenler arasında; mesleğe, çalışma ve
yaşam koşullarına ilişkin yakınmalar, huzursuzluklar yaygınlaşmakta,
öğretmenlik gençler için çekiciliğini yitirmekte ve en son tercih edilen bir
meslek haline gelmektedir... Nasıl bir öğretmen yetiştirmek istediğimizin belirli
olmadığı, hele öğretmen yetiştirecek öğretmenlerin yetiştirilmesi konusunda
belirli bir politikamızın bulunmadığı, buna bağlı olarak da öğretmenlerimizin
niteliğinde giderek belirgin düşmeler olduğu görülmektedir.

Akyüz(2012)’e göre; İyi yetişmiş bir öğretmenin toplum içinde, saygı


göreceği, danışman olarak kabul edileceği söylenebilir. İyi yetişme yoluyla
toplumda saygınlık kazanan öğretmenlerin çoğalması mesleğe de giderek
itibar kazandırır.

Öğretmen yetiştirme konusu uzun yıllardan beri Türk milli eğitiminin


önde gelen sorunlarından biri olmuştur. Zaman zaman köklü çözümler
düşünülmüş, öğretmen yetiştiren kuruluşlar oluşturulmuş, bazen de geçici ve
acele tedbirlere başvurulmuştur.

Öğretmen yetiştirmek, yarının insanlarını yetiştirecek olan uzman


elemanları yetiştirmek demektir. İnsanlar iyi yetiştirilmezler ise; daha iyi
toplumsal yaşam, daha iyi bir dünya beklenemez. Çünkü yetişmemiş insanlar
elinde, en iyi tasarı, plan ve yasalar bile olsa başarısızlığa uğramak
zorundadır(Kavcar,1974:119).
22

Gittikçe gelişen, değişen, her çağın gerektirdiği davranışları


kazandırması beklenen öğretmenin her şeyden önce kendini yetiştirmesi
gerekmektedir. Bilindiği gibi öğretmen, eğitim sisteminin temel ögesidir.
Eğitimin niteliği büyük ölçüde öğretmene bağlıdır.

3- Öğretmenlerin Ekonomik Sorunları

Kurtuluş Savaşı yıllarında eğitim bakanlığının en önemli sorunlarından


birisi, özellikle ilkokul öğretmenlerinin maaşlarının zamanında ve tam olarak
ödenememesidir. Maaşlarını il özel idare bütçelerinden alan öğretmenler, bir
türlü zamanında maaş alamamışlardır. Bazen 6-10 ay, hatta bir yıl maaş
ödenemeyen iller vardır. Milli mücadele döneminde öğretmenlerin çoğu
ekonomik sıkıntıları yaşamak zorunda kalmışlardır. Bu ekonomik sıkıntılar
günlük basına da yansımıştır. Sivas’ta çıkan İrade-i Milliye gazetesi
öğretmenlerin maaş konusunda yaşadıkları sıkıntıları şöyle gündeme
getirmiştir;

Zavallı Muallimlerimiz

Aldığımız tezkere ve mektuplarda merkezde bulunan muallimlerimizin


hâlâ Teşrin-i evvel maaşlarını bile alamadıkları şikayet edilmektedir. Altı
aydan beri maaş alamayan muallimlerin de mevcut bulunduğu
söylenmektedir. Bu muessif ahvale nihayet verilmesi rica olunur (İrade-i
Milliye,5 Ocak 1919).

Öğretmen sorunlarının en önemlilerinden biri de öğretmen maaşlarının


azlığı ve öğretmenlerin içinde bulundukları ekonomik sıkıntılardır. Bu yüzden
öğretmenlik mesleği toplumda değerini yitirmekte, ekonomik bakımdan çok
sıkıntılı bir hâle gelmektedir. Öğretmenlerin maaşlarının azlığı, yan
ödemelerin bulunmayışı öğretmenlerin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar
mesleğin cazip hâle gelmesini engellemektedir. Bunun kaçınılmaz
sonuçlarından biri olarak, öğretmen yetiştiren okullar en son tercih edilir hale
gelmiş, yetenekli kişiler ilk fırsatta meslekten ayrılmışlar, kalanlar da
huzursuzlukları nedeniyle öğretimin niteliğinin düşmesine ve öğretmenlerin
toplumda değerini kaybetmesine yol açmışlardır.
23

Akyüz(2012)’e göre; Öğretmenin kendisini normal ve insanca, hatta


müreffeh şekilde yaşatacak bir ücrete hakkı vardır. Çünkü, belki de bir çok
meslek mensubundan fazla kendisini durmadan yenilemesi, yetiştirmesi
gerekmektedir. O, iyi yiyip, iyi giyinebilmeli, kitap, gazete alabilmeli, yurt içi ve
dışı geziler yapabilmelidir. Öğretmene iyi maddi olanaklar sağlanırsa meslek
yetenekli kişileri çeker, güç ve prestij kazanır. Ama öğretmen maaşı ile aç
kalırsa garsonluk, inşaat işçiliği yaparsa görevinden soğuduğu gibi zamanını
mesleğine aykırı işlerde harcadığı için verimi düşer. Toplumda mesleğe karşı
olumsuz değerler oluşur veya körleşir. Yetenekliler mesleğe girmez, girenler
ayrılır. Elinden hiçbir iş gelmeyen, her hangi bir ücrete razı kişiler mesleği
doldurur.

Öğretmenlerin ekonomik sorunları, yaşam düzeyleri, eğitimin niteliğini


doğrudan etkilemektedir. Araştırmamızda maaşlarla ilgili rakamların yanında
bazı temel ihtiyaç(Üzüm Kavun, Karpuz, Domates, Biber, Patlıcan, Sabun,
Buğday, Arpa, Un, Pirinç) maddelerinin fiyatları da verilmiştir. Bu sayede bir
karşılaştırma yapılarak öğretmenin satın alma gücüne ilişkin fikir sahibi
olmamız kolaylaşacaktır.

4-Öğretmenlerin Hukuki Statüleri

Öğretmenin hukuki statüsü, profesyonel yönden meydana gelen


gelişme, kariyer, terfi, nakil, atama, itibar gibi öğelerden ayrı düşünülemez.
Hukuki statü, mesleki statünün bir parçası olduğu gibi, öğretmenliğin güçlü,
etkili, itibarlı hâle gelmesi, gönüllü elemanları mesleğe kazandırmada önemli
bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.

Öğretmenliğe girişte mesleki bilgi ve yetenek aranmakta mıdır, yoksa


öğretmenlik az çok herkese açık her okuryazarın veya belli düzeyde öğrenim
görmüş herkesin yapabileceği bir iş olarak mı görülmektedir? Bu, mesleki
okulların bulunup bulunmaması ve yüksek düzeyde mesleki bilgi verilip
verilmemesi sorunundan farklıdır. Bir ülkede öğretmen okulları bulunabilir;
fakat dışarıdan da öğretmen atanıyor olabilir. O zaman yine gerçek bir
meslekleşmeden söz edilemez ve öğretmenlik güçlü, etkili, itibarlı bir mevki
kazanamaz (Akyüz,2012:12).
24

Öğretmenlerin statülerinin tüm dünyada yeterli bir düzeye


ulaştırılamamış olduğu ve statülerin yükseltilmesi için etkili önlemlerin
alınması gerektiği ortaya çıkmıştır. Öğretmenlere sembolik ödüller vererek
mesleğin prestijini artırma döneminin geride kaldığı kabul edilmektedir
(Güven,1994: 27).

5-Öğretmenlerin Örgütlenme Sorunları

Öğretmen örgütleri başlıca şu rolleri oynayabilir: Üyelerin arasında


tanışma, dayanışma sağlayarak öğretmenliğin meslekleşmesine katkıda
bulunabilir. Özellikle taşradaki örgüt şubeleri öğretmenlerin buluşma,
dertleşme, mesleki sorunlarını tartışma yeri olabilir ve böylece öğretmenleri
kahve köşelerinden kurtarabilir. Taşra öğretmenleri için meslektaş ve
arkadaşlarla tanışıp buluşmaya olanak sağlayabilir.

Öğretmenlerin her türlü mesleki sorunları araştırarak ilgililere


duyurulması sağlanabilir, çözümüne katkıda bulunabilir. Örgüt, meslekle ilgili
çıkarılacak kanunlar için görüşlerini belirtir, hükümet ve kanun koyucuyu
aydınlatıp etkileyebilirler. Hukuki, ekonomik bir sorunu olan öğretmen, uzman
meslektaşlarının bulunduğu örgütte aydınlatıldığını düşünerek oraya
başvurur. Daha genel anlamda, toplumun eğitim sorunlarını araştırarak
hükümetlerin eğitim politikasında etkili olabilir. Çeşitli toplumsal sorunlara
ilişkin kamuoyu oluşturmaları da mümkündür. Örgütler üyeleri arasında
yardımlaşma sağlayarak, onlara bazı hizmetler götürerek mesleğin
güçlenmesinde büyük rol oynayabilirler(Akyüz,2012:15).

Türkiye’de ilk öğretmen örgütlenmesi 1908 yılında gerçekleşmiş ancak


sık sık kesintiye uğramıştır. Akyüz’ün 1971 yılında yayınladığı,” Türkiye’de İlk
Öğretmen Kuruluşları Hakkında Orijinal Bir Belge ile Unutulmuş Bir Kaynak”
(Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt:3, Sayı:1-4 Ankara:1971, s.
109-119) isimli bir arşiv belgesinde Türkiye’de ilk öğretmen örgütünün 1908
yılında kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Akyüz’e göre 1908’de Meşrutiyet’in
getirdiği hürriyet havası, siyasi ve mesleki birçok cemiyetin mantar gibi
türemesine yol açmış, bu arada öğretmenler de bazı mesleki örgütler
kurmuştur. Türkiye’de ilk öğretmen örgütü; Darülfunün ve Darülmuallimin
mezunlarının Temmuz 1908 inkılâbından hemen sonra İstanbul’da kurulan
25

“Encümen-i Muallimin”dir. Daha sonra çeşitli kesintilerle birçok örgüt


kurulmuş ancak örgütcülük sık sık kesintiye uğramış, 1936’lı yıllarda ise
sönmüştür.

Öğretmen örgütleri, İkinci Dünya Savaşının sona ermesi ve 1946


yılında demokratikleşme eğilimlerinin yoğunlaştığı bir dönemde, 1938 yılında
yürürlüğe konan Cemiyetler Kanunu’nda 4919 sayılı yasa değiştirilerek kamu
görevlilerine “dernek” kurma özgürlüğü tanınmıştır (Altunya,1998:49).

Kısacası, öğretmen örgütlerinini öğretmenlerin yetiştirilmesi,


öğretmenlerin toplumsal ve hukuki statü sorunlarının çözülmesi ve haklarının
aranması, aralarında dayanışma ve haberleşmenin sağlanması, eğitim ve
öğretim sahasında mesleki bilgilerin daha rahat alınabilmesi ve verebilmesi
işlevlerini yerine getireceği söylenebilir. Yine bunların yanında, öğretmenlerin
tayin, terfi, kadro gibi mesleki sorunlarına çözüm araması, kültürel ve mesleki
gelişmelerin sağlanması, konferanslar ve seminerler düzenlenebilmesi gibi
amaçlara daha etkili hizmet edebileceği görülmektedir.

6- Öğretmenlerin Meslekî Yayınları

Öğretmenlerin meslekî yayınlarından çıkardıkları meslek ve eğitim


sorunlarını konu alan süreli yayınları ve öğretmen meslek kitaplarını
anlıyoruz. Meslekî yayınlar öğretmenlerin statü ve güçlerini belirleyen
unsurlardan biridir ve önemi çeşitli nedenlerden ileri gelir:

Önce, öğretmenler arasında meslekî haberleşmeyi sağlayarak bağ ve


iletişim görevi yaparlar. Uzaktaki meslektaşlarının atanma, nakil, emeklilik,
ölüm haberleri bu kanalla izlenir. Böylece öğretmenlerde meslek ruhu ve
bilinci yaratmada, mesleğin oluşup güçlenmesinde rol oynar. Öğretmenler
arasında meslekî bilgi ve düşünce alışverişi sağlar. Düşünen yazan, çeviren
öğretmenler yazılarını orada yayınlar. Ders örnekleri, yeni yöntemler,
pedagojik bilgilerde sayfalarını açtıkları için bir çeşit hizmetiçi eğitimde
bulunurlar (Akyüz,2012:16).

Öğretmenlerin mesleki yayınları ya da meslek ile ilgili yayınlar;


Bakanlığın yayınladığı dergiler, öğretmen örgütlerinin ve kimi öğretmenlerin
kendi çabaları ile yayımladıkları dergiler olarak sayılabilr. Bu yayınların
26

düzenli ve uzun süreli olarak çıkmaması ve zaman zaman kesintiye


uğramalarının nedenleri öğretmenlerin devamlı ve güçlü meslekî örgütlere
sahip olmamaları, ekonomik ve siyasi nedenler olarak sayılabilir.

Fındıkoğlu(1948)’ya göre, öğretmen yayınlarını meslekî örgütlerinin


bulunmasına ve bu örgütlerin yaşamalarına bağlamakta ve “Türkiye Muallim
teşkilatı, eğer 1930 senesini takip eden senelerde belirsiz bir samyeli ile
dağılmasaydı, teşkilat bugün büsbütün başka bir vaziyette bulunacaktı.
Türkiye’de kurulan ve diğerlerine de örnek olan, Muallimler Birliği 1922’de
gittikçe mükemmelleşmiş bir mecmuaya sahip olmuştur. Bu mecmua’nın çok
kuvvetli, meslek meselelerinde otorite sahibi bir yazı heyeti vardır. Öğretmen
birlikleri kapatılmamış olsaydı “meslek meselelerini tam bir hürriyet içinde
tetkik ve tenkit eden kuvvetli meslek mecmuası veya mecmuaları görecektik”
diye de değerlendirmesine devam etmiştir.

Öğretmenlerin meslekî yayın sorunları ekonomik, hukukî ve


örgütlenme sorunlarıyla bağlantılı bir özellik göstermektedir. Ekonomik
sorunları çözülmüş öğretmenler, mesleki toplantılara, bilimsel etkinliklere
daha çok katılır ve meslekî yayınlara ulaşabilir ve takip edebilirler. Bu da
eğitime ve öğretmenlik mesleğinin niteliğine olumlu etkiler yaptığı gibi
öğretmenlerinde saygınlığını artıracaktır.

Sonuç olarak aslında Türkiye’de öğretmen sorunlarını, eğitimin temel


sorunlarının hem nedeni hem de sonucu olarak değerlendirilebilmeli. Bu
sorunlar günübirlik politikalarla değil bilimsel araştırmalar ve bilimsel
yöntemler kullanılarak siyaset üstü bir yapılanma ile aşılabilir.

Milli Mücadele Dönemi Eğitim ve Öğretmen Sorunları

Milli Mücadele döneminde, öğretmen yetiştirme alanında Osmanlı


döneminde atılan adımlara ek olarak yeni bir gelişme yoktur. Bu dönemde
öğretmen ihtiyacı ile ilgili olarak TBMM hükümetinin ilk milli eğitim bakanı
Rıza Nur, 19 Ekim 1920’de mecliste yaptığı konuşmada,

“Bugün elimde bulunan sayılara bakılırsa 28 sultani vardır. Bunların


birkaçı işgal altında bulunuyor. Yatılı öğrenci sayısı 340, gündüzlüler
2591’dir. Öğretmen ve memur mevcudu 578’dir. Her öğretmene 20 öğrenci
27

düşüyor. 50–60 kadar da idadi var. İptidaîlerimiz(ilkokul) 40 bin öğretmen


istiyor” demiştir. (Muallimler Mecmuası.1923;S, 227).

Milli eğitim bakanının konuşması da gösteriyor ki, Kurtuluş Savaşı


yıllarında eğitimde temel problem olarak öğretmen sorunu karşımıza
çıkmaktadır. İstanbul ve çevresi ile Yunan işgali dışında kalan, doğrudan
Ankara hükümetine bağlı yerlerde 1920’de ilk, orta ve lise düzeyinde ne
kadar okul, öğretmen ve öğrenci bulunduğuna ilişkin kesin ve güvenilir sayılar
mevcut değildir.

Maarif Vekili Vehbi Bey’in Hâkimiyet- i Milliye gazetesine verdiği bilgiye


göre, Anadolu’da 2627 muallim ve 689 muallime olmak üzere toplam 3316
öğretmen vardır. Bakan yaptığı açıklamada, Kurtuluş Savaşı’na nasıl
seferber olunmuşsa, aynı seferberliğin simdi eğitim için yapılması gerektiği
üzerinde durmuştur. Bakan derhal darülmuallimlerin ıslahı için çalışacağını
da belirtmiştir. Ancak gerek Rıza Nur’un açıklamalarından gerekse meclis
zabıtlarından anlaşıldığına göre öğretmen ve okul açığı sürekli büyümüştür.

Milli Mücadele dönemindeki okullara gelince, meclis tutanaklarından


ve arşivlere girebilmiş belgelerden anlaşıldığına göre, 3495 ilkokul ( 682’si
kapalı), 3316 ( 1511’i muallim mektebi çıkışlı olmayan) öğretmen, tam devreli
5 sultani, 32 idadi (9 yıllık) vardı (Sakaoğlu,2003;158).

Akyüz’e (1978;172) göre Milli Mücadele yıllarında da öğretmenlerin


ekonomik durumları oldukça kötüdür. Mesleğe yeni atanan bir öğretmenin
eline geçen para “harp zammı” ile beraber 400-500 kuruştur. Bu
öğretmenlerin eline 20 lira kadar geçmektedir. Buna rağmen savaş
koşullarından dolayı öğretmenler aylıklarını düzenli olarak alamamaktadırlar.
Dört - beş ay, hatta daha fazla süre maaş alamıyorlar, geçinmek için evlerini
satıyorlar, borç içinde bulunuyorlardı. TBMM’nin açıldığı günlerde maaşlarını
alamayan öğretmenler Ankara’da ve Tokat’ta grev yapmışlardı. Bu nedenle
okulların bir kısmı da kapanmıştı. Öğretmenlerin ve okulların bu durumu ile
ilgili olarak Kütahya Milletvekili Cevdet Bey, Maarif Vekili’nden bir açıklama
istemiştir. Bu istizahin (açıklama)oylaması sırasında milletvekilleri olumlu oy
kullanmış hatta o sırada mecliste olmayan Maarif Vekili Rıza Nur telefonla
aranarak açıklama yapılması için meclise çağrılmıştır..
28

Meclise geldikten sonra Maarif Vekili Rıza Nur, açıklamasında


öğretmenlerin birkaç aydır maaş alamadıklarını söyledikten sonra söyle
devam etmiştir:

“Devletin bütün memurlarından daha mağdur olan muallimlerdir.


Diğerleri maaş alabilirlerse de bunlar alamaz. Hiçbir vakitte onlarla müsavi
tutulamaz. Bu hususta bendeniz pek çok teşebbüsatta bulundum. Meclisi
Âlinin de bundan malumatı vardır. Hatta bir dereceye kadar da geldim ki
idadiler ve darülmuallimin ve Darülmuallimatlar gibi muvazenei hususiyeden
maaş alanlara bir türlü çare bulamadık” (Muallimler Mecmuası,1922: S,48).

Rıza Nur’un mecliste yaptığı konuşmalar gösteriyor ki, milli eğitimin


temel sıkıntısı bu dönemde sadece para meselesi değildir. Var olan
öğretmen okullarının kapatılması, bazı kadroların görevden alınmaları gibi
meseleler de bu dönemde dikkatimizi çekmektedir. Muallimler mecmuasında
öğretmenlerin ekonomik sorunlarıyla ilgili yayınlanan bir yazıda da,
öğretmenlerin geçim sıkıntısı içinde olduklarını, maaşlarını altı ayda bir bile
almadıklar anlatılmaktadır. Öğretmenlerin geçimlerini sağlamak için aile
yadigârlarını ve bazı değerli eşyalarını satmak zorunda kaldıkları
anlatılmaktadır.

Hâkimiyet- i Milliye gazetesinde çıkan haberde ise, öğretmenlerin her


gün kâtiplik, polislik, tüccarlık gibi değişik mesleklere geçtiklerinden
bahsedilmektedir (Hâkimiyet-i Milliye, 25 Mart:1921).

Öğretmenlerin içinde bulundukları durumu göstermesi bakımından


Mehmet Emin adında bir öğretmenin Kastamonu maarifine gönderdiği istifa
mektubu dikkati çekmektedir. Mehmet Emin, parasızlıktan yiyecek, giyecek
bir şey bulamadıklarından çoluk çocuk hastalandığını belirtmiş, bu sebepten
önce kızını sonra da eşini kaybettiğini açıklamıştır. Ancak cenaze masrafları
içinde para bulamayan Mehmet Emin, bir tüccara maaşının yüzde ellisini
bağışlayarak cenazeleri defnedebilmiştir. Mehmet Emin devamla şöyle
demektedir:

“Bu olaylardan üzüntü duyarak, ameleliği muallimliğe tercih ediyorum.


29

Derginin ayni sayfasında gençleri, öğretmen olmaları için teşvik


edemediklerinden bahsetmektedir. Dergi, gençler eğer öğretmen olurlarsa
bedbaht olacaklar diye bir itirafta bulunur(Muallimler Mecmuası.1923:S,.245).

1918–1923 yıllarında, ölüm kalım mücadelesi başta geldiği için, eğitim


sorunu öne çıkamamıştır. Ancak bu koşullarda bile, eğitim sorununu
tartışmaya zaman ayrılmıştır. 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılmasından
hemen sonra, 2 Mayıs 1920’de, Milli Eğitim Bakanlığı kurulmuştur. TBMM’nin
ilk İcra Vekilleri Heyeti’nin eğitim konusunda yapılmasını gerekli gördüğü işler
şöyle belirtmiştir:

“Maarif işlerindeki amacımız, çocuklarımıza verilecek eğitimi her


anlamı ile dini ve milli bir hale koymak ve onları hayat mücadelesinde başarılı
kılacak dayanaklarını kendi benliklerinde bulduracak kudret-i teşebbüs ve
kendine inanma gibi karakter verecek üretici bir fikir ve şuur uyandıracak bir
seviyeye ulaştırmak bütün okullarımızı en bilimsel ve en modern olan bu
temel ile sağlık kurallarına göre yeniden düzenlemek ve programlarını ıslah
etmek, milletin karakterine, coğrafi -şartlara, tarihi geleneklerimize, sosyal
bünyemize uygun ilmi ders kitapları meydana getirmek, halk kitlesinden
sözcükleri toplayarak dilimizin kamusunu yapmak, milli şuuru geliştirici tarihi
edebi ve sosyal eserleri erbabına yazdırmak, eski eserleri kütüğe geçirmek
ve korumak, Batının ve Doğunun ilmi ve fenni kitaplarını dilimize çevirmek,
hâsılı bir milletin hayat ve varlığını muhafaza için en önemli etken olan eğitim
isleri için dikkat ve özel bir gayretle çalışmaktır. Bugün ise ilk isimiz mevcut
okulları iyi bir şekilde idare etmektir. ” (Özalp, Ataünal,1977; 29-30).

Mecliste okunan bu programdan da anlaşılacağı üzere, savaş hali


devam ettiği için öncelikli olarak mevcut eğitim kurumlarının idare edilmesinin
gerekliliği üzerinde durulmuştur. Programda dikkati çeken diğer bir nokta ise
“milli bilincin geliştirilmesi” için çalışmaların yapılmasının planlanmasıdır.
Maarif Vekili Rıza Nur, mecliste okuduğu hükümet programında amacını,
“Maarif işlerindeki gayemiz çocuklarımıza verilecek terbiyeyi her manasıyla
dini ve milli hale koymaktır” şeklinde belirtmiştir.. Rıza Nur’un sözlerinden
dönemin eğitim politikasının dini ve milli temeller üzerine yapılandırdığını
anlayabiliriz. Halkın da öğretmenlerden talebi bu yöndedir.
30

Namaz kılmayan ve kıldırmayan öğretmenlerin olduğu okullara halk


çocuklarını göndermemektedir. İzmit milletvekili Abdullah Efendi İzmit’te
yaşanan bir olayı şöyle anlatmaktadır:

“Halktan mekteplerin ihtiyaçları için on bin lira isterseniz, yirmi bin lira
verelim diyor. Fakat mekteplerde hiçbir talebe namaz kılmadığı gibi hocalar
da namaz kılmıyor. Bundan dolayı bu parayı vermeyeceğiz diyorlar. Bu
parayı vermediler ve mektebi de kapattılar. Hem de aleni bir surette o
muallimler namaz kılmazsa, o tahsilden millet fayda görmez diye böylece
karar verdiler.”

Maarif Vekili Rıza Nur ise suçun imamlarda olduğunu belirterek,


hükümetin bunda kusuru olmadığını açıklamıştır. Mebus Hasan Basri Çantay
ise, halkın eğitime olan güveninin kalmamasını dini eğitimden
uzaklaşılmasına bağlamaktadır.

“Gerek İstanbul Maarifi gerek bura maarifi halkın gözünden düşmüş


zavallı ve garip bir müessesedir. Halk mekteplerden soğudu. Ve memlekette
cehalette arttı. Evvelce gayrimesul ellerin tahtı tesirinde inleyen mekteplerden
terbiyeyii diniyeyi kaldırmak, kendi tabiri maruflarınca, bu müesseseleri asra
layık bir hâle koymak sevdasına düştüler”.

Milli Mücadelenin kongreler döneminde ve TBMM’nin açılması


sırasında da öğretmenlerin, mücadeleye katıldıkları görülmektedir. Erzurum
Kongresi’ne katılan elli dört delegeden beşi, Sivas Kongresi’ne katılan otuz
bir delegeden biri ve TBMM’nin ilk 337 milletvekilinden 24’ü öğretmendir.

Öğretmenler, hazırlık döneminde olduğu gibi Kurtuluş Savaşı’nın


başlamasıyla da cepheye koşmuşlardır. Ancak cepheye koşan birçok
öğretmen şehit düşmüştür. Öğretmen sayısının azlığı ve cephede verilen bu
kayıplar üzerine Antalya mebusu Rasih Efendi ve Oltu mebusu Yasin Bey,
“muallim ve talebelerin askerlikten tecili” için meclise teklifte bulunmuşlardır.
Bu kanun teklifi ile ilgili konuşan mebus Vehbi Bey şunları söylemiştir:

“Efendim memleketin uğradığı felaketlerin başlıca sebeplerinin


yekdiğerimize karşı cehalet olduğunu söylüyoruz. Binaenaleyh memlekette
düşmanla nasıl çarpışıyorsak cehaletle de öyle mücadele etmek bize borçtur.
Memlekette muallimlik mesleği henüz takarrür edememiş, himaye görmemiş,
31

bir rüseym halinde bulunuyor. Bunu seferberlik imha etti. Eğer yine henüz
ihtiyaç olmadan onları rast gele imha edecek olursak doğru bir harekette
bulunmuş olmayız. Vatanin müdafaası emrinde en son neferimizden en fazılı
muhterememize kadar hepimizin cepheye gitmesi lazımdır. Fakat ihtiyaç
nispetinde gidilmeli. Hepimizin bildiği esbab ve sevaik tahtında öğreniyoruz ki
bizim fazla askere ihtiyacımız yoktur.

Binaenaleyh lüzum oldukça hepsini oraya sevk edelim. Bunun için


Darülmuallimin talebesiyle ve muallimin ve medarisi ilmiye müderrislerini
müstesna tutmalı.”

Uzun tartışmalardan sonra kanun meclisten geçmiş, o sırada silâh


altında bulunanları da, mesleklerine dönmeleri koşuluyla kapsamıştır.
Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin bu dönemin eğitim anlayışına yön vermiş
kişileriyle yapmış olduğu anketin sonuçları, dönemin eğitim anlayışını
yansıtması açısından oldukça önemlidir. Ankette sorulan on dört soruya
verilen cevaplar incelendiğinde, o zamanki Türk eğitim kurmaylarının eğitim
konusu üzerinde uzlaştıkları nokta şöyle belirtilebilir:

“Türk eğitiminin en önemli eksiklikleri öğretmen, para, genel eğitim


yasası, eğitim örgütü, belirli bir eğitim politikası ve henüz prensip ve
sistemlerin olmamasıdır” (Ergün,1982:31-32)

Milli Eğitim Merkez Örgütü’nün Ankara’da kurulmasından sonra,


bakanlığın ilk işi, emri altındaki okulların ve öğretmenlerin gerçek durumunu
öğrenmek olmuştur. Fakat illere gönderilen yazışmalara cevap almakta
zorluklarla karşılaşılmış, bazen 30 kere aynı mesajı hatırlatma gereği
duyulmuştur. Bu döneme ait bazı istatistikî veriler şöyledir:

“Ankara Hükümetine bağlı 38 il ve sancakta 2345 ilkokul vardır. Bu


okullardan 581 tanesi kapalıdır. İlkokulların öğretmen sayısı 2384’ü erkek,
677’si kız olmak üzere 3061’dir. Bunlardan ancak 875’i öğretmen okulu
mezunudur. Geri kalanlar çeşitli kaynaklardan öğretmenlik yapmak için
derlenip toplanmışlardır.

Orta öğretimde 28 sultani 50–60 kadar idadi ve 18 kadar öğretmen


okulu mezunu vardır.(…)Savaş yıllarında Anadolu köylerinin %98’i
okulsuzdur” (Başgöz,1995;55).
32

Bu veriler eğitimin yeniden inşa edilmesi için çok fazla fedakârlığa


ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Bu noktada hükümetin eğitimle ilgili kararlı
bir tutum sergilemesine ve öğretmenlere verilen desteğin arttırılmasına
ihtiyaç vardır. Mustafa Kemal savaşın en kızıştığı anlarda bile bu desteğini
hissettirmiş, eğitimle ilgili kongreler toplayarak, çalışmalar yapılmasına
öncülük etmiştir.

Milli Mücadele döneminde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, eğitim


üstüne canlı tartışmalar görülmüştür. Sakarya Savaşı’nın başlamasından bir
ay önce Ankara’da, 16–21 Temmuz 1921 tarihleri arasında, önemli bir
kongre, Maarif Kongresi toplanmış ve onu izleyen iki yılda 1922 ile 1923’te
eğitim alanında açıkça devrimler filizlenmiştir. 15 Temmuz 1923’te Ankara’da
toplanan Birinci Heyet-i İlmiye, eğitim işlerinin bütün yönleriyle ele alındığı,
sorunların tartışıldığı ilk ciddi çalışmadır. Buna ve sonraki gelişmelerle
saptanan hedeflere bakarak açıkça anlaşılıyor ki, ümmetçi eğitim
düşüncesinden hızla sıyrılıp milli eğitime, hayata, işe ve pratiğe dönük
çağdaş öğretime geçiş süreci başlamıştır(Tanilli,2004;53).

Milli Mücadelede Mitingler

İzmir’in 15 Mayıs 1919’da işgal edilmesinden hemen sonra yer yer


yapılan protesto mitinglerinde ve milli uyanışın giderek kongreler ve Türkiye
Büyük Millet Meclisi halinde teşkilatlanmasında öğretmenlerin çok büyük
katkıları olmuştur. İzmir’in işgalini izleyen günlerde, Fatih, Üsküdar, Kadıköy,
Sultanahmet, Darülfünûn mitingler’in düzenleyicileri ve konuşmacıları
arasında özellikle öğretmenler görülmektedir. Halide Edip ve Nakiye Hanım,
Hüseyin Ragıp, İsmail Hakkı, Selim Sırrı,Emin Âli, Mehmet Âli,Selâhattin,
Muslihittin Âdil, Âkıl Muhtar Bey bunlardan bazılarıdır (Akyüz,2012:317).

Mitinglerde konuşanlar arasında: Besim Ömer, Münevver Saima


Asker, Vasıf Çınar, Nihal Şukufe Başar, Yusuf Razi Bel, Rıza Tevfik, Hamit
Şevket İnce, Rıza Nur, Ahmet Üsküdarlı Talât, Hamdullah Suphi Tanrıöver,
Hüseyin Suat Yalçın,İsmail Hakkı Milaslı, Fahrettin Hayri Köstem ve Mehmet
Emin Yurdakul’u da sayabiliriz (Arıburnu,1975:72).
33

Sultanahmet Meydanı’nda bir gösteri düzenlenmiş, İstanbul’un


uluslararası kontrol altına alınması ihtimalini ve süre giden tutuklamaları
protesto etmek için yaklaşık 10.000 kişi toplanmıştır. Gösterideki
konuşmacılardan birisi, dinleyicileri “istilacının kirli eli”ne karşı savaşmaya
teşvik eden Nakiye Hanım’dı. Üç gün sonra Tasvir-i Efkar, Nakiye Hanım’la
yapılan ve onun saygıdeğer meslek hayatına ve milli davaya sağladığı
desteğe ışık tutan geniş bir röportaj yayımladı. Gazete, öğretmen Nakiye
Hanım’ı bir fazilet örneği olarak sunmakla, halk arasında yurtseverliği teşvik
etmeye çalışmıştı. Vermek istediği mesaj, eğer saygıdeğer bir kadın bu
davayı destekliyorsa, namuslu erkeklerin de aynısını, belki daha da fazlasını
yapmaları gerektiğiydi (Criss,2005:178-179).

1920’de İstanbul Sultanahmet mitinginde Hamdullah Suphi Bey


nutkunu söylerken ağlayan bir Fransız kadını“Türkler! Türkiye ölmeyecektir”
diye bağırmış ve söyleyeceklerinin Hamdullah Suphi Bey’den tercümesini
rica etmiştir.“Sizi sevmeyen, aleyhinizde bulunanlar, Türk’ü Türkiye’yi
tanımayan Fransızlardır. Sizi tanımayanlar pek âlâ bilirler ki şarkta en sadık
ve namuskâr millet yalnız Türk milletidir”(Arıburnu,1975:68). İstanbulda
yaşayan yabancıların bile bu davada haklı olduğumuzu gösteren bir
tepkisidir.

Kongreler ve TBMM

Erzurum kongresine (23 Temmuz-7 Ağustos 1919) katılan elliden fazla


delege arasında 5 öğretmen vardır. Sivas Kongresine (4-11 Eylül 1919)
katılan otuzdan fazla delege içinde yalnızca 1 öğretmen görülüyor. 23 Nisan
1920’de açılan TBMM’de 337 kadar mebus arasında 30 kadarı öğretmendir.
Kongreler okul binalarında toplanmış, Ankaralı bazı öğretmenler mecliste
konuşulanları kaydetmek için zabıt kâtipliği de yapmıştır(Akyüz,2012:318).

Milli Mücadele Okullar ve Öğretmenler “İstanbul’da”

Milli mücadele yıllarında İstanbul öğretmenleri üzerinde Maarif


Nezareti mitinglerden sonra (Mayıs 1919) baskı kurmaya çalışmıştır.
Özellikle de Ali Kemal ve Sait ve Rumbeyoğlu Fahrettin zamanında. Ali
Kemal’in tehdidini uyguladığı, Kuvâyı Milliye ve milli uyanış için çalışan bazı
34

“İttihatçı” öğretmenleri azlettiği görülmektedir. Niğde Maarif Müdürü Besim


Atay bunlardan ilkidir. Yine 1920’de Nisan -Temmuz aylarında maarif
nazırlığı yapan Rumbeyoğlu Fahrettin de, okul kitaplarından“Türk”
kelimesinin çıkarılmasının Osmanlı sözcüğünün konmasını istemiştir. Bunlara
rağmen, İstanbul öğretmenlerinin büyük çoğunluğu Anadolu hareketine bağlı
kalmıştır. Fakat az da olsa karşı olan öğretmenler vardır(Akyüz,1978:210).

1925’te İstanbul Muallimler Cemiyeti Kongresinde konuşan Eğitim


Bakanı Hamdullah Suphi, istilâ orduları Anadolu’da nereye girdiyse en evvel
zabiti ve muallimi aradığını ifade etmiştir. Çünkü bunlar kuvvetlerin en
büyüğü olan fikir ve aşkın mümessilidir. İşgalcilerin öğretmenler arkasına
düştüklerini, okulları kapattıklarını gösteren örnekler çoktur. Özetle işgalciler,
Türk eğitimini ortadan kaldırmak, Türkleri öğretmek, yok etmek için kendi
eğitim, propaganda ve yıldırma güçlerinden yararlanmaya özen
göstermişlerdir(Akyüz,1978:215).

Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’a gönderdiği yazıların, emirlerin


propaganda malzemelerinin gençlik tarafından çok dikkatli izlendiği,
okunduğu okullara sokulduğu, gizli yollarla çoğaltılarak halka ulaştırıldığı
bilinmektedir. Amasya kararları da İstanbul’da gizli olarak çoğaltılıp halka
ulaştırılmıştır.

Okullar, Milli Kurtuluş savaşı boyunca etkili birer propaganda


merkezleri olarak kullanılmıştır. Bir çok okulda gece kursları açılmış,
buralarda gelenlere Milli Kurtuluş Savaşının propagandası yapılmıştır. Müzik
günleri spor gösterileri, temsil gösterileri düzenlenerek halka milli ve
toplumsal yolları anlatılmıştır. Okulların milli kurtuluş savaşına olacak katkıları
M. Kemal ve Milli Kurtuluş Savaşımızın diğer önderleri tarafından çok iyi
bilindiğinden buralara sık sık gidilmiş öğretmenlerle toplantılar düzenlenmiş,
öğrencilerinde milli hareketi desteklemeleri için telkinlerde bulunulmuştur
(Göldaş,1981:119).

Maarif Kongresi

Maarif Vekili Hamdullah Suphi’nin 16 Temmuz 1921’de Ankara’da


topladığı ve 180 üyeyle açılışını yaptığı kongrenin ilerleyen günlerinde yurdun
35

her tarafından gelen 250’den fazla erkek ve kadın öğretmen, okul müdürleri
ve maarif müdürleri bir araya toplanmıştır. Mustafa Kemal, Ankara
Darülmualliminin’de toplanan kongreyi bir nutukla açmıştır. Kongre, bir
sonuca varmasa da, Mustafa Kemal’in önemli açılış konuşması ve öyle bir
zamanda toplanmış olmasıyla eğitim tarihimizde önemli bir yer tutar.
Kongrede erkek ve kadın öğretmenlerin aynı salonda beraber bulunmaları da
TBMM’de medreseli grubun eleştirilerine yol açmıştır(Akyüz.2012: 320).

Maarif Kongresi, önceden kararlaştırıldığı kadar bir süre çalışmadığı


gibi, gündemdeki konuların hepsini inceleyememiş, incelenen konular da
yeterli bir derinlikte ele alınamamıştır. Bunun nedeni, savaşın bütün şiddetiyle
devam ediyor olmasıydı. Ancak bu şartlara rağmen ilk ve orta öğretime ilişkin
bazı önemli konular tartışılmıştır. Maarif Kongresi’nin asıl önemi, bir ölüm
kalım savaşı sırasında Ankara’da öğretmenlerin bir araya getirilmesi ve
eğitimin amaçlarının tartışılmasıdır.

Millî Mücadele Döneminde Edebi Eserlerde Eğitim ve Öğretmen


Sorunları

Türk milletinin tarihinde bir dönüm noktası olan Millî Mücadele,


edebiyatımıza çeşitli yönleri ve evreleriyle yansımıştır. Bütün imkânsızlıklara
ve olumsuzluklara rağmen kazanılmış olan millî zafer, edebiyatçılar için
bulunmaz nitelikte bir kaynaktır. Bu nedenle Millî Mücadeleyi konu edinen
veya yalnızca fon olarak kullanan birçok roman vardır. Bu romanlarda
yazarlar, gerçek olaylardan esinlenerek, kendilerinin çizdikleri çerçeve içinde
Millî Mücadeleyi ve bu mücadelenin kahramanlarını ölümsüzleştirmeye
çalışmışlardır. Basında yer alan edebi eserlerin başında o dönemi anlatan
tasvir eden özeliklede Aka Gündüz’ün Hakimiyet-i Milliye gazetesinde
yayınlanan hikâyeleri öenmlidir. Bir başka edebi eserler ise vatan , millet
sevgisini konu edinen şiirlerde önemli bir yer tutar.

kalmamış düzenledikleri mitinglerle, gazetelerde yayımlanan


makaleleriyle, diğer milletlerin kadın cemiyetlerine ve ilgili yerlere
gönderdikleri muhtıralarla işgalleri kınamış, halkın millî duygularını
uyandırarak onları mücadele için yüreklendirmeye çalışmışlardır. Mitinglerde
36

özellikle kadınların yaptığı konuşmalar çok etkili olmuştur. Halide Edip’in


Ateşten Gömlek ve Hıfzı Topuz’un Millî Mücadele’de Çamlıca’nın Üç Gülü
romanlarında mitinglerde konuşma yapan kadın tiplerine yer verilir. Halide
Edip’in Ateşten Gömlek romanında, romanlarında mitinglerde konuşma
yapan kadın tiplerine yer verilir.

Bu döneme ait romanlardan örnekler verecek olursak;

 Halide Edib Adıvar, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye,

 Bekir Büyükarkın, Bozkırda Sabah,

 Aka Gündüz, Dikmen Yıldızı,

 Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu, Yeşil Gece,

 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Yaban,

 Samim Kocagöz,, Doludizgin, Samim, Kalpaklılar,

 Mehmet Rauf, Kurtuluş (Halâs),

 Kemal Tahir, Esir Şehir Mahpusu, Yorgun Savaşçı,

 Hıfzı Topuz, Milli Mücadelede Çamlıca’nın Üç Gülü.

 Tarık Buğra, Küçük Ağa.

Türk milletinin birleşip bütünleşerek vermiş olduğu Millî Mücadele


tarihimizde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu anlamda Millî Mücadele Türk
milleti için bir varoluş savaşıdır. Bu kadar önemli bir olay, edebiyatımızda
birçok eser için kaynaklık teşkil etmiş, edebiyatçılar Millî Mücadele
konusunda şiir, hikâye, tiyatro, roman türlerinde birçok eser yazmışlardır.

İlgili Araştırmalar

YÖK dokümantasyon merkezinde ve çeşitli kütüphanelerde yapılan


tarama ve araştırmalarda “Milli Mücadele Dönemi Basında Eğitim ve
Öğretmen Sorunları” nı konu edinen araştırmaların yapıldığı görülmekle
beraber bunların bir kısmı süreli yayınların taranması yoluyla bir kısmı da
genel literatür taraması yoluyla yapılmıştır. Aslında tezimiz üç ana başlığını
kapsamaktadır. Bunlar; Milli Mücadele, Basın, Eğitim ve Öğretmen
37

Sorunları’dır. Her üç başlıkta yüzlerce tez ve kitaplar yayınlanmıştır. Ama her


üç başlığı da kapsayan “Milli Mücadele Dönemi Basınında Eğitim ve
Öğretmen Sorunları” ile ilgili yapılan araştırmaların sayısı fazla değildir.

Aşağıda bu araştırma ve incelemelerden bazıları isim olarak verilirken


içlerinden önemli görülenlerinden bazıları da kısaca tanıtılmaktadır.

Bu dönemi en kapsamlı araştıran ve kaleme alan ilk araştırma,


Akyüz’ün(2012) “Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki
Etkileri(1839-1950)” isimli eseridir. Bu eserde öğretmen sorunları genel
olarak, altı başlıkta sınıflanmıştır.

Bu sınıflama şöyledir:

1-Öğretmenin sayısal durumu

2- Öğretmenlerin yetiştirme sorunu

3- Öğretmenlerin hukuki statüsü

4-Öğretmenlerin ekonomik sorunları

5-Öğretmenlerin örgütlenme sorunları

6- Öğretmenlerin mesleki yayınları

Akyüz’ün altı madde olarak sınıflandırdığı bu sorunlar bizim tezimizin


de ana başlıklarını oluşturmuştur. 1839’dan 1950’ye kadar olan yıllarda
öğretmenlerin sayısal, yetişme, hukuki, ekonomik, örgütlenme durumları ve
mesleki yayınları incelenmiş olup süreli yayınlardan ve arşivlerden
yararlanılarak eşsiz ve aynı zamanda tüm yapılan ve yapılacak olan
araştırmalara temel kaynak olarak yerini almıştır.

Duman(1991) tarafından yapılan “Türkiye’de Ortaöğretime Öğretmen


Yetiştirme(Tarihi Gelişimi)” adlı araştırma, ortaöğretime öğretmen yetiştirme
ve ele aldığı boyutları açısından kapsamlı bir araştırma özelliğine sahiptir. Bu
araştırma, öğretmen yetiştiren kurumların tarihi gelişimi, öğretmen yetiştirme
politika ve uygulamalarını ele alıp değerlendirmiştir. Araştırmada, Cumhuriyet
öncesi ve Cumhuriyet dönemi öğretmen yetiştirme sistemi, politikaları, milli
eğitim şuraları, devlet adamalarının görüşleri, fikirleri ve uygulamaları
incelenmiştir.
38

Öztürk (1996) , “Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikaları” isimli


çalışması ile öğretmen yetiştirme konusunu tarihî bir bakış ile ele almıştır.
Tanzimat devrinden itibaren gelişen eğitim ve öğretmen yetiştirme
faaliyetlerini ele alarak asıl Atatürk devri öğretmen yetiştirme politikaları,
öğretmen yetiştirmeye dair düşünceleri ve uygulamaları, her kademeye ait
öğretmen yetiştirme konusunu incelemiştir.

Caner Arabacı’nın(1991) “Milli Mücadele Dönemi Konya


Öğretmenleri” adlı araştırmasında Milli Mücadele döneminde Konya’da
bulunan öğretmenleri, onların Milli Mücadele’ye katkılarını ve eğitim
faaliyetlerini incelemiştir. Konya’da bulunan öğretmenlerden basın-yayın
faaliyetlerinde bulunanları esas almıştır. O dönemi Arabacı şöyle tasvir
ediyor;

“Öğretmenler biryanda eğitim – öğretimi bin türlü mahrumiyet içinde


devam ettirmeye gayret ederlerken diğer yandan sıcak ve soğuk savaşın
hemen hemen bütün safhalarında çaba sarf etmişlerdir. Onların vicdani
sorumlulukları , sadece okulda ki normal görevleri ve faaliyetleri ile sınırlı
kalmamıştır.Yazıları, konferansları,, mitingleri, temsil ve müsamere
çalışmaları ile halkı uyandırıp mücadeleye teşvik etmişlerdir”.

Ergün (1982), “Atatürk Devri Türk Eğitimi” adlı eserinde özellikle ilk
kaynak olarak basını kullanmıştır.1920-1923 arasını ayrı bir başlıkta ele
almış o dönemdeki maarif haberlerini inceleyerek Mustafa Kemal Atatürk’ün
eğitime ve öğretmene ne kadar değer verdiğini şu cümleler ile açıklar:

“Mustafa Kemal Atatürk Anadolu halkını tam olarak İstiklâl Savaşına


inandırmak ve Ankara hükümetlerinin yanlarında yer almalarını sağlamak için
öğretmenlere ve eğitimcilere çok önem vermiş. Savaşın en yoğun olduğu
dönemlerde M. Kemal Atatürk maaşını alamayan öğretmenlerle ilgilenmiş.
Maarif müdürlüklerine ve vilayetlere yazılar yazdırmış. Anadolu
öğretmenlerini örgütleyerek Maarif Kongresini yaptırır açılış konuşmasını da
kendisi yapmıştır. Avrupa’daki öğrencilerin harcamalarını üstlenerek bakanlık
örgütünü genişleterek “Birinci Heyet-i İlmiye” adı altında, Türkiye’nin o
zamana kadar ki en büyük ve en ciddî eğiti toplantılarını yaptırmıştır”.
39

Göldaş(1981)’ın,”Milli Kurtuluş Savaşında Öğretmenler” adlı


araştırması üç başlıktan oluşmaktadır; Öğretmen Örgütlenmesi, İlk
Öğretmen Grevleri ve Kurtuluş Savaşında Okullarıdır.

Göldaş, Milli Mücadelenin kazanılmasını tüm Türk halkının


teşkilatlanması örgüt yapılarını korumasına bağlarken özelliklede örgütlenme
çalışmalarının en kararlı ve fedakar unsurları olarak öğretmenleri
görmektedir. Milli kurtuluş savaşımız bir bütündür diyerek, öğretmenler ve
öğrenciler de bütün olan bu savaşın bütün evrelerine katılmışlardır ifadesini
kullanır. Öğretmenlerin yaptıkları grevleri ve tüm Anadolu’yu temsil
eden(İstanbul, Ankara, Samsun, Trabzon, Trakya, Bursa, Adana, Sivas,
Muğla, Kastamonu) illerinde ki okulların Milli Mücadele döneminde
üstlendikleri tarihi misyondan söz etmektedir.

Saruhan(2009)’’ın, “1921 Maarif Kongresi” adlı çalışmasında özellikle


o dönemin gazeteleri (Hakimiyet-i Milliye, Açıksöz, İleri, İkdam, Peyam-
Sabah , Babalık, Sabah, Vakit, Yenigün ve dergilerden Muallimler
Mecmuası, Anadolu Tedrisat Mecmuası.) taranarak araştırmanın yapılması
bizim çalışmamıza da büyük bir katkı sağlamıştır. Saruhan Maarif
kongresinin Türk siyasi ve eğitim tarihimiz açısından bir dönüm noktası
olduğunu şu cümlelerle ifade eder: “Kurtuluş Savaşı’nın Türk tarihindeki yeri
ne ise , bu savaşın en bunalımlı günlerinde toplanan bu kongrenin Türk
eğitim tarihindeki yeri de odur.

Mehmet Yılmaz(1989) ”Milli Mücadelede Kastamonu Öğretmenleri”


adlı yüksek lisans tezinde Milli mücadelede öğretmenlerin bölgede ilk istiklal
bilincinin yeşermesinde Milli Mücadele, TBMM ve Mustafa Kemal Paşa lehine
bir kamuoyunun oluşmasında önemli görevler üstlendiklerini ifade etmiştir.
Öğretmenlerin Muallimler Cemiyeti, Gençler Kulübü kurduğunu, İzmir’in işgali
ile birlikte ilk Milli Mücadele ateşini öğretmenlerin yaktığını, halka
konferanslar verilerek onların bilinçlendirildiğini, öğretmenlerin basında
yazdıkları makaleler ve şiirlerle hem bölge halkının bilgilendirildiği hem de
milli heyecanı oluşturduklarını tasvir etmiştir. Bununla birlikte özellikle de
öğretmenlerin ekonomik sıkıntılarını, okulların fiziki yapılarını, idaricilerin
öğretmenler üzerindeki baskılarını da dile getirmiştir. Araştırmamızla ilgili
diğer çalışmalar ise şunlardır:
40

1. Balkır S. Edip. (1968). Eski Bir Öğretmenin Anıları 1908-1940 Arı


Kitapevi Matbaası. İstanbul.

2. Yılmaz, Mehmet. (1989). Milli Mücadele’de Kastamonu Öğretmenleri


Yüksek Lisans Tezi. Ankara, Üniversitesi İnkılâp Tarihi Enstitüsü.
Ankara

3. Velidedeoğlu, Veldet.Hıfzı. (1971). Bir Lise Öğrencisinin Milli Mücadele


Anıları . Varlık Yayınevi, İstanbul.

4. Akyüz, Yahya. (2012). Türk Eğitim Tarihi (M.Ö1000-M.S.2012)


Pegem Akademi. Ankara

5. Akyüz, Yahya. (1988). Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu


(1919-1922). Türk Tarih Kurumu Basımevi. Ankara

6. Altunya,Niyazi.(2008). Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmesi(1908-2008)


Ankara.

7. Orhan,Ahmet. (2001). Cumhuriyet Dönemi Öğretmen Örgütlenmesi ve


Hukuki Dayanakları. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı .İstanbul.

8. Başar, Erdoğan.(2004). Milli Eğitim Bakanlarının Eğitim Faaliyetleri


(1920-1960)İstanbul.

9. Kavcar, Cahit. (1974). II.Meşrutiyet Devrinde Edebiyat ve Eğitim(1908-


1923). Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları:No.41 Ankara.

10.Aydın, Rafet. (1999). Türk Basınında Öğretmen Sorunları (1940-1955)


Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi.
Ankara.

Basın İle İlgili Yapılan Araştırmalar

 Koloğlu, Orhan. (1993). Türk Basını Kuva-yı Milliye’den


Günümüze, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.

 Koloğlu, Orhan. (1994). Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de


Basın, İletişim Yayınları, İstanbul.

 Öztoprak, İzzet. (1981). Kurtuluş Savaşında Türk Basını,


Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara.
41

 Öztoprak, İzzet. (1989).Türk ve Batı Kamuoyunda Milli


Mücadele, Türk Tarih Kurumu, Ankara.

 Bilgin. Nazmi. (1998).Cumhuriyet Basını, Ankara Gazeteciler


Cemiyeti Ankara.

 Oral, Süreyya Fuat. (1968). Türk Basın Tarihi 1916-1965, Cilt 2,


Yeni AdamMatbaası, Ankara.

 Tokmakçıoğlu,Erdoğan. (2011).Türk Basın Tarihi, İsim


Yayınları. Ankara.

 Çoşar, Ömer Sami. (1962). Milli Mücadele Basını, Gazeteciler


Cemiyeti, İstanbul.

 İnuğur, Nuri. (1988).Türk Basın Tarihi 1919-1989, Gazeteciler


Cemiyeti, İstanbul.

 Özkaya, Yücel. (1989). Milli Mücadele’de Atatürk ve Basın


1919-1921,Atatürk Araştırma Merkezi , Ankara

 Şapolya, Enver Behnan. (1969).Türk Gazetecilik Tarihi ve Her


Yönüyle Basın, Güven Matbası. Ankara.

Basın İle İlgili Yapılan Araştırmalar

Milli mücadele dönemini konu edinen yüzlerce araştırmalar mevcuttur.


Öyle ki Anadolu’daki tüm şehirlerin kurtuluş savaşındaki mücadeleleri üzerine
yüzlerce araştırma yapılmıştır. Fakat Milli mücadele döneminde “Öğretmen
ve Eğitim Sorunlarını” konu alan araştırmaların sayısı oldukça sınırlıdır.
Yapılan çalışmalar ise, genellikle öğretmenin yetiştirilmesiyle ilgilidir.
Bunlardan bazılarında öğretmen yetiştirmeye bağlı olarak, nitelikli öğretmen
yetiştirme sorunu, öğretmen yetiştiren kurumların tarihi teşkilat tarihi, istihdam
vb. konuları ele alınmıştır.

Bu çerçevede bu araştırmanın problemini, 1918- 1923 yılları milli


mücadele dönemi basına yansıyan “eğitim ve öğretmen sorunları”
oluşturmaktadır. Bizim araştırmamız diğer araştırmalardan farklı olarak
öğretmenlik mesleği ve sorunlarını, sosyal bütünlük içerisinde ve en önemlisi
Milli Mücadele döneminde hem öğretmen sorunlarının basına yansıması
42

araştırılmış hem de bu dönemde öğretmenlerin kurtuluş savaşında ki


üstlendikleri tarihi roller ortaya konulmaya çalışılmıştır.

1.2. Araştırmanın Amacı

Bu araştırmanın temel amacı, 1918-1923 Basında “Eğitim ve


Öğretmen Sorunları’nın ele alınıp incelenmesidir.

Bu amaçla cevaplandırılmaya çalışacak sorular şunlar olacaktır:

1.Basın mütareke dönemi sosyal ve siyasi hayatın şekillenmesinde


nasıl bir rol oynamıştır?

2. Dönemin eğitim politikaları ve çalışmaları basına nasıl yansımıştır?

3.Milli mücadele dönemi basında yer alan başlıca eğitim sorunları


nelerdir?

3. Milli mücadele döneminde basında “Öğretmenlerin sayısal, hukuki,


ekonomik, örgütlenme ve yetiştirme sorunları basına nasıl yansımıştır?

1.3. Araştırmanın Önemi

Kurtuluş savaşı basını üzerinde yapılacak olan çalışmalarda


kullanılacak kaynaklar arasında en fazla dikkati çeken gazetelerdir. Milli
Mücadele (1919-1923) basını, Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet Türkiye’sine
geçiş dönemini kapsaması açısından özel bir öneme sahiptir. Bu dönem
basını kamuoyu oluşturma, halkı yeni bir bağımsızlık mücadelesine
hazırlama belirli sorunlar karşısında ortak bir tavır ve kararlılığın
belirlenmesinde oldukça etkindir. Bu açıdan milli mücadele basını, dönemle
ilgili bir çalışma yapılırken ihmal edilmemesi gereken kaynak niteliğindedir.

Kurtuluş savaşının kazanılmasında ve o tarihlerde Türk kamuoyunun


bu düşünce etrafında toplanmasında hiç şüphesiz Türk basınının önemi
büyüktür. Basının önemini Mustafa Kemal Atatürk, henüz Kurtuluş Savaşı’nın
başlangıcında anlamış ve bunun için gazete çıkarılması yolunda girişimlerde
bulunmuştur.
43

Bu araştırma ile Milli mücadele dönemi(1919-1923) yıllarında


öğretmen ve eğitim sorunlarının neler olduğu, bunların ne kadarının basına
yansıdığını, tespit edilerek bu tarihi süreç içerisinde öğretmenlerin
sorunlarının neler olduğu konusunda da bu çalışmanın önemini ve farklılığını
ortaya koymaktadır. Eğitim ve Öğretmen Sorunlarının basına yansımasını
konu alan kapsamlı bir araştırmanın yapılmaması bu araştırmanın hem
özgünlüğü hem de bu alanda bir boşluğu doldurması açısından da önemlidir.

1.4. Araştırmanın Sayıltıları

Milli Mücadele dönemi yaşanan belli başlı eğitim ve öğretmen


sorunları hakkında o dönemimin basını yeterli bilgi verecektir.

1.5. Araştırmanın Sınırlılıkları

Araştırmamız şu yönleri ile sınırlıdır.

a) Bu araştırma tarihsel dönem olarak 1918-1923 yılları arasında


sınırlıdır.

b) Mili mücadele dönemi çıkan İrade-i Milliye, Hakimiyeti Milliye,


Minber, Açıksöz, Çorum Gazetesi, Peyam-ı Sabah ve İstikbal
gazeteleri ile sınırlıdır.

1.6. Araştırmanın Temel Kavramları

a) Eğitim: Bireyin yeteneklerinin ve davranışının istenilen yönde


gheliştirmesi, bireye bazı amaçlara yönelikyeni yetenekler ve davranışlar
kazandırmasıdır.Eğitim; kişinin zihni, bedeni, duygusal, toplumsal
yeteneklerinin davranışlarının en uygun şekilde ya da istenilen bir doğrultu
da geliştirmesi, ona birtakım amaçlara dönük yeni yetenekler, davranışlar,
bilgiler kazandırması yolundaki çalışmların tümüdür; bazen yaygın eğitim
olarakta ifade edilebilinir(Akyüz, 2021:2).

b) Basın: Koloğlu,Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Basın adlı


eserinde basını şöyle tanımlamaktadır: Basın demek, haber demektir. Olay
44

ve bilgileri habere dönüştürme, kitlelerin söylenti olarak öğrendikleri şeylerin


gerçeğini belgeleştirme çabasıdır. Araştırmamızda basın sözcüğü; Toplumu
ilgilendiren, her çeşit haberi bilgiyi ve fikirleri topluma günlük ulaştıran
gazeteler ile haftalık veya aylık olarak ulaştıran dergiler ve edebi eserlerinden
oluşturmaktadır. Basın, yayınlandıkları dönemin siyasi, sosyal, kültürel
ekonomik ve eğitime dair olayların incelenmesinde akla gelen ilk ve önemli
bir kaynaktır. Bu özellikten başka basın organları aynı zamanda çıkarıldıkları
dönemin olaylarının yönlendirilmesinde oynadıkları aktif rol sebebiyle de ele
alınması gereken bir belge niteliğini gösterir(Koloğlu,1992:12).

c) Milli Mücadele Basını: Millî Mücadele basını, Türk basın


tarihinin önemli aşamalarından biridir. Bu safha millet-devlet dayanışmasında
gazeteciliğin Anadolu’da zirveye çıktığı dönemdir. Millî Mücadele’nin hazırlık
safhası olan Meşrutiyet döneminde gelişme gösteren Anadolu basını, Millî
Mücadele Dönemi’nde büyük bir sıçrama yaparak toplumun her kesimini
kucaklamış ve savaşın sözcülüğünü yapmıştır. Bundan dolayı bu dönem
basının incelenmesi hem Türk basın tarihi hem de Türk toplumsal yapısının
geçirdiği evreler açısından önemlidir. Millî Mücadele basınını, Kuva-yı
Millîye’den başlayarak Yunan kuvvetlerinin Anadolu’yu terk etmesine kadar
geçen zaman sürecinde Anadolu’da yayınlanan gazeteler olarak tarif
edebiliriz(Ayhan,2007:236)

1.7.Yöntem

Bu bölümde; araştırmanın modeli, evren ve örneklemi, verilerin


toplanması ve değerlendirilmesi gibi konularda gerekli bilgiler verilmeye
çalışılmıştır.

1.8. Araştırmanın Modeli

Mütarekeden Cumhuriyete Basında “Eğitim ve Öğretmen


Sorunları”(1918-1923) olarak belirlemeye çalıştığımız bu araştırma tarama
modelinde betimsel bir çalışmadır. Tarama modelleri, geçmişte yada halen
var olan bir durumu var olduğu şekliyle betimlemeyi amaçlayan araştırma
yaklaşımlarıdır (Karasar,1995:77). Bu araştırma ile Milli mücadele döneminde
45

basında “öğretmen ve eğitim sorunları” betimlenmeye çalışılacaktır.


Araştırmanın amaçlarını gerçekleştirebilmek için aşağıdaki yol izlenecektir:

1.Milli mücadele dönemi basın tarihi ve eğitim öğretmen sorunları ile


ilgili literatür taraması yapılmıştır.

2.Başbakanlık arşivi taranarak 1919-1923 dönemine ait belgeler


taranmıştır.

3.1919-1923 arası yayınlanan gazeteler taranmış ve bu yıllarda ne


kadar gazete kimler tarafından hangi illerde, hangi düşünceyi
savunduklarına, tirajlarına bakılmıştır.

4. Gazeteler taranarak “Eğitim ve Öğretmen Sorunları” tespit edilmeye


çalışılmıştır.

5.Ulaşılan bilgiler tarihi bir sistematik içerisinde sınıflandırılıp


değerlendirilmiştir.

1.9. Evren ve Örneklem

Araştırmanın çalışma evrenini, Milli Mücadele Dönem olarak


adlandırılan 1918-1923 yılları arasında çıkan gazeteler oluşturmaktadır.

Araştırmanın örneklemi ise, 1918-1923 yılları arası çıkan: İrade-i


Milliye, Hakimiyeti Milliye, Minber, Açıksöz, Çorum Gazetesi, Peyam-ı Sabah
ve İstikbal gazeteleri ile sınırlıdır. Ayrıca bu dönemde bu gazetelerin dışında
bazı gazete ve dergilerde (İkdam, Hadisat, Varlık, Vakit, Aydede, Karagöz,
Muallimler Mecmuası ve Zümrüt-ü Anka) gibi 1918-1923 tarihli önemli olan
sayı ve tarihli gazete ve dergilerden yararlanılmıştır. .

1.10. Veri Toplama Teknikleri Analizi

Araştırmada literatürler taraması; önce araştırma ile ilgili kaynaklar


değerlendirilmiş olup kavramsal çerçeve oluşturulmuştur. Bu alanda yapılmış
olan yurt içi ve yurt dışı tezlere bakılmıştır. Konuya ilişkin görülen kaynaklar
Milli Kütüphane, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Tarih Kurumu, Ankara
Üniversitesi “Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü“, Karadeniz Teknik Üniversitesi
46

“Faik Ahmet Barutçu“, İzmir “Ahmet Priştine Kent Arşivi ve Müzesi, Balıkesir
Kent Arşivi”,İstanbul Belediyesi “Atatürk ve Tarık Us Kütüphanesinden”
faydalanılmıştır. Daha sonra örneklem aldığımız gazeteler taranarak milli
mücadele dönemi eğitim ve öğretmen sorunlarını konu edinen veriler
toplanarak tarihsel bir sistematik içerisinde değerlendirilmeye çalışılmıştır.
47

II.BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNİN
GENEL ÖZELLİKLERİ

2.1. Toplumsal Yapı

Birinci Dünya Savaşı’nın son günlerine gelindiğinde memleketin


birçok toplumsal kurumları iflas etmiştir. Beş yıl sürmüş olan ve acı bir
yenilgiyle sonuçlanan savaşlar memleketi yoksul, halkı ise bitkin bırakmış.
Savaş sonrası imzalanan Mondros Mütarekesi ise Osmanlı İmparatorluğu
için tam bir esaret altına alındığının bir resmi belgesiydi. Bu durumu en basit
ve sıradan insanlar bile görebiliyordu. Boğazlar, Trakya, İzmir, Adana gibi
zengin yerler düşman işgali altındaydı ve savaşın sonunda cephelerden
kaçan askerler dağlarda eşkıyalarla beraber hareket ediyordu. Ordunun
silahlarının alınarak terhis edilmesi, zabıta kuvvetlerinin yetersiz kalmasından
dolayı eşkıya kuvvetleri oluşmuştur. Her tarafta asker kaçakları, hapishane
kaçkınları boy gösteriyor, Anadolu adeta eşkıya yatağı haline gelmiştir
(Belen,1983:17).

Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Pontusçu Rum çetelerinin kanlı


cinayetleri başlamış ve devam ediyordu. Genellikle kasabalar arasında irtibat
kesilmiş ve gelecekle ilgili hiçbir güvence kalmamıştı. Kısacası sahipsiz
Anadolu’ya hangi kuvvetlerin hâkim olacağı bilinmiyordu (Arif, 1970:12).

Bu haliyle Osmanlı imparatorluğu sona ermiş, devletin idarî sistemi


merkeze dayalı olarak kurulduğundan, müttefiklerin bu merkezi tahrip
etmeleriyle birlikte idarî sistem çökmüş, hükümet merkezinin otoritesi
zayıflamıştır. Asayiş yok denecek kadar bozulmuş, yağma ve eşkıyalık almış
yürümüştür. Memleketin sadece işgal edilen bölgeleri değil, bütün bölgeleri,
uzun savaş yılarının getirdiği ekonomik, toplumsal ve siyasal sıkıntıları
yaşamaya başlamıştır. Anadolu’daki idarî boşluğu göstermesi bakımından
Miralay Arif’in şu cümleleri dikkate şayandır:
48

“Memleket içinde firari ve eşkıya tatbikatına hiç ehemmiyet verilmiyor,


mahrumiyet ve sefalet içinde kalmış olan jandarmalar firari ve suçluları birkaç
kuruş mukabilinde bırakıyordu”.

Tarihçiler, Milli Mücadele Dönemi’nde Türk toplum yapısını tasnif


ederken, onu çeşitli gruplara ayırmışlardır. Bunlar; ağalar ve eşraf, din
adamları, aydınlar (Millî Mücadele’nin asıl aydın kadrosunu oluşturan kesim
subaylardır. Sivil aydınların; başta idare amirleri ve diğer memurlar,
hukukçular ve öğretmenler) ve halktır. Bu grupların her birinin milli
mücadeleye katkıları farklı olmuştur.

Halkın büyük çoğunluğu köylü olmak üzere, şehirlerde ve kasabalarda


esnaf, zanaatkârlardan oluşmaktadır. Millî Mücadele’ye toplumun her
kesiminden katılımlar olduğu gibi bu mücadeleye karşı olanlarda olmuştur.
(Selek,2000:70-71).

Millî Mücadele döneminde toplumsal yapıya baktığımızda özellikle


Anadolu açısından olağanüstü savaş koşulları, toplumsal farkları azaltmıştır.
Milli mücadele dönemi toplumsal iktidarın yer değiştirmeye başladığı bu
dönemde bu topraklarda yıllardır yaşayan ve bu toprakları vatan kabul eden
azınlıklarda çeşitli taşkınlıklar yaparak, Türk resmi idarecilerini yok sayarak
kargaşa ve düzensizliğe neden olmuşlardır. Kasabalarda bile azınlıkların hiç
birine söz geçirilemez hale gelinmiştir. Bunun başlıca nedeni, İstanbul’u işgal
eden İtilâf Devletleri’nin keyfi uygulamaları ve bunlardan yüz bulan gayri
müslim halkın, taşkınlıklara yeltenmeleridir(Topuzlu,1994:199-203).

Mütareke hayatının kendine ait hem ilginç hem de düşündürücü bir


atmosferi vardır. Bu özellikler insanların psikolojik yapılarını derinden
etkilemiştir. Tunay, İstanbul da yaşayan insanları birkaç tipe ayırır. Birinci tip,
büyük çözülmenin rüzgârından bir zafer havası çıkaran yabancılar ve onlarla
işbirliği eden azınlıklardır. Yabancılar kentin yaşamına egemendirler
(Tunaya,1999:18).

Milli Mücadele Dönemi aydınlarından olan Karaosmanoğlu gazetede


yazdığı makalelerinde ve romanlarında, İstanbul’u şöyle tasvir etmektedir:

“Devletin başkenti olan İstanbul, Mütareke’den sonra neredeyse


Türklerle olan ilgisini kesmiştir. Şehir iki kısma ayrılmış durumdadır. Resmî
49

olmasa da, görünen budur. İstiklâl caddesi ve Beyoğlu’nda sağlı sollu her
dükkanda işiteceğiniz ilk söz ya Rumca ya da Fransızcadır. Galata bölgesi
bunları aratmayacak durumdadır. Diğer taraftan Türk kesimi sessizlik içinde
varlığını sürdürmeye devam etmektedir” (Karaosmanoğlu,1981: 10-12).

Yine Milli mücadele döneminin yazarlarından olan Halide Edip Adıvar


ise İstanbul’u şu cümleler ile ifade ediyor:

“İstanbul bir sirk meydanı gibidir. Tozların ve çamurların içinde birçok


soytarı sabahtan akşama kadar tepiniyor, haykırıyor ve zıplıyor, takla atıyor.
Fakat İstanbul eğlenmiyor, tam aksine İstanbul eğlendiriliyor. Dünyanın dört
bir tarafından gelmiş bu yabancıları İstanbul misafirlik yapıp eğlendiriyor.
Toplumsal hınç tüm bireyleri kapsamış bundan çocuklar da nasibini almıştır.
O kadar ki, Hıristiyan çocukları, Türk mahallelerinden, Türk çocukları da
Hıristiyan mahallelerinden birbirini dövmeden geçmemektedirler. Üstelik buna
karışmamış tek bir çocuk yoktur”(Adıvar, 1971:49).

Milli mücadele’nin başlangıcı o kadar değişik olaylara sahne olmuştur


ki adeta görünüşü ile kaosu hatırlatır. Sınırları belli olmayan bir ülke iki ayrı
hükümet çok cepheli harp, bir yanda bir devletin hızlı çöküşü diğer yanda
yeni bir devletin doğuşu.

Kısacası iç içe girmiş, birbirinden ayrılması güç, uzun olaylar zinciri. O


günün insanı, biten bir devletin yıkılışı ve yeni bir devletin kuruluşunda köprü
olmuşlardır. Toplum eski ve yeniler arasındaki çatışmaları yansıtmaktadır.
Milli Mücadele, kahramanlarla korkakların, vatanseverlerle hainlerin, ulvi
gayelerin ve şahsi menfaatlerin çatıştığı bir arenadır. Uzun yıllar devam eden
savaş, halkın ruhunda bir bezginlik ve yorgunluğa, harp sonlarında yaşanan
ahlaki buhran toplumda birçok çirkin hadiselerin olmasına yol açmıştır. Buna
rağmen, Milli Mücadele Dönemi’nde siyasî, ekonomik, toplumsal sorunlar
yaşanmakla birlikte hem Anadolu’da hem de İstanbul gibi büyük şehirlerde
kültürel ve soysal etkinlikler o kadar olumsuzluklara rağmen devam etmiştir.

Milli Mücadele Dönemi öncesi İstanbul ve İzmir gibi şehirlerde görülen


spor karşılaşmaları Milli Mücadele ile birlikte Anadolu’ya yayılmış, kısa
zamanda halkın ilgisini çekmiştir. Bu dönemde okul ve şehirlerde “İdman
Ocakları” adı altında çeşitli spor kulüpleri kurulmuş ve gençlerin büyük ilgisini
50

çekmiştir. Spor karşılaşmaları içinde ilk sırayı futbol almakta, onu at yarışları,
güreş ve diğer spor dalları takip etmektedir (Velidedeoğlu, 1971:155).

Ankara’da önce askerler arasında spor karşılaşması yapılmaya


başlanmıştır. Ankara’da izcilik kulübü kurulması için teşebbüse geçilmiş,
bunun yanında spor klüpleri, idman ocakları kurularak hem dayanışma, birlik
ve kaynaşma sağlanmış, hem de çeşitli müsabakalar tertip edilmiştir. Buna ilk
örnek ise Harbiye talebeleri ile gençler arasındaki futbol karşılaşmasıdır
(Hakimiyet-i Milliye,18 Temmuz 1920).

Kastamonu’da okullar arasında futbol karşılaşmaları yapılmış, halk


futbolla ilgilenmiştir. 22 Ekim 1921’de yayınlan Açıksöz gazetesinde; “Dün
adeta idman bayramı yaşandı. Futbol karşılaşması yapıldı. Halk büyük ilgi
gösterdi” ifadeleri gazetede yer almıştır.

Bu dönemde görülen spor olaylarından birisi de ilkbahar ve sonbahar


at koşularıdır. Anadolu’da daha yaygın olduğu anlaşılan at yarışları büyük ilgi
görmektedir. At koşuları, başta Ankara olmak üzere ilkbahar ve sonbahar
aylarında her yıl yapılmıştır. 5 Kasım 1920 tarihinde yapılan at yarışları
merakla izlendiği, 29 Nisan 1921 tarihinde Ankara’da yapılacak olan ilkbahar
at koşularının şartlarının neler olduğu, gibi haberler özelikle de Hakimiyet-i
Milliye gazetesinde yayınlanmıştır. At yarışlarından elde edilen paraların bir
kısmı Kızılay gibi yardım kuruluşlarına verilmiştir. At yarışlarının yanında
halat çekme, atlama, koşu, piramit hareketleri, boks, güreş, bayrak yarışması
gibi spor karşılaşmalarının da yapıldığı Hakimiyet-i Milliye gazetesinde
görülmüştür. Milli Mücadele Dönemi, özellikle 1919-1922 tarihleri arasında
halkın eğlenmesi ve eğlence yerlerine gitmesi, kahvehanelerin dışında pek
azdır. Özellikle de İç Anadolu’da bu daha kısıtlıdır. Mütarekeden itibaren
İstanbul’un eğlence yerlerini azınlıklar doldurmuşlardır. Eğlence yerlerinin
çoğunun sahibi de Rumlardır (Çavdar, 1971).

Gazino, meyhane gibi eğlence yerlerine giden, sayıca az olsa da


Türkler de vardır. Gazete “ Anadolu dövüşüyor, İstanbul eğleniyor” başlığıyla
verdiği haberde bu durumu eleştirmektedir. Yine gazetede başka bir haberde
ise “İstanbul’da bazı kişiler hiçbir şey yokmuş gibi eğleniyor” diyerek tepki
göstermişlerdir (Hakimiyet-i Milliye 27 Ekim 1921).
51

Kahvehaneler, İç Anadolu şehirlerinin önemli eğlence yerleridir. O


dönemde kahvehaneler iki şekilde değerlendirilir. Birincisi oyun oynamak,
nargile, çay, kahve içmek vakit geçirmek için gidilen yerler; ikincisi ise
cephelerden haber almak, dışarıdan gelenlerden yeni bilgiler öğrenmek ve
sohbet etmek amacıyla gidilen yerler olarak ifade edilmektedir(Hakimiyet-i
Milli’ye,10 Haziran1921).

Bu dönemde, halkın kültürel ve soysal etkinlikleri arasında yerini alan


“sinema ve tiyatro” önemlidir. Sinema XX. yüzyıla girerken bulunan icatların
en önemlilerinden biridir. Sinema gösterisi birkaç yıl içerisinde Türkiyede
başlamış. 1919 yılına gelindiğinde başta İstanbul olmak üzere ülkenin birçok
şehirlerinde sinema salonları çoğalmaya ve kalabalıklaşmaya başlamıştır.
Halk, sinema salonlarının önündeki büyük boy afişlere bakarak filmin ismini,
hangi türde bir filim olduğunu görüyor ve tercihini ona göre yapıyordu.
Sinemalar bugünkü gibi, gazetelere ilanlar vererek önemli filmleri halka
duyurmuştur. Bunlardan birkaçını örnek verecek olursak; Binnaz, Paris
Esrarı, Vicdan, Yün Çorapları, Hakimin Cilbi gibi filmlerdir. Sinemalar, bayram
ve ramazan gecelerinde daha çok rağbet görmektedir. Bu dönemde ”Sanayi
Okullarının” sinema salonları vardır (Hakimiyet-i Milliye 5 Nisan 1921).

Bununla birlikte İstanbul’da “Mürebbiye” filminin gösterilmesi sırasında


olaylar çıkması, işgale karşı büyük tepki doğması üzerine işgalciler filme
sansür uygulamak zorunda kalmışlardır (Şener, 1970:18). Milli Mücadele
Dönemi, tiyatro ve müsamerelerin duyurulması ve oyunun hangi türde olduğu
afişler veya gazeteler aracılığı ile halka duyuruluyor. Tiyatro binası hakkında
gazetede şöyle bilgi verilmektedir;

Ankara’da millet bahçesinde (eski meclis binasının karşısı) bir tiyatro


binası vardı. Burada çeşitli tiyatro gösterileri okul müsamereleri yapılmaktadır
Millet bahçesinde tiyatro binası 1922 yılında yapılmıştır. İç Anadolu’nun
hemen her şehrinde okullar piyes ve müsamere gösterileri yapılmaktadır. Bu
okulların başında sanayi okulları gelmektedir(Hakimiyet-i Milliye,24 Mart
1922).

Yine 6 Mayıs 1921 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde muallim


dernekleri ve diğer cemiyetlerin düzenledikleri gösterilerde toplanan paraları
52

hayır kurumlarına aktardıkları ifade edilmiştir. Bu dönemde; şehit çocuklarına,


kimsesizlere, muhacirlere, Kızılay derneğine yardım amacıyla piyangolar da
düzenlenmiştir. XX. yüzyılın ilk çeyreğinde halkın eğlence alışkanlıkları
olmadığı gibi eğlence yerleri de azdır. Zaten Anadolu halkı zamanının büyük
bir kısmının savaş, isyan, işgaller ve yoklukla geçirdiği için eğlenmeye pek
vakit bulamamıştır. Bununla birlikte ordunun kazandığı çeşitli zaferler ve bu
zaferlerin yıldönümleri başta Ankara olmak üzere çeşitli yerlerde şenlikler
düzenlenmiş olup bu yıl dönümlerinde halk sabahlara kadar sokaklarda
eğlenmişlerdir (Hakimiyet-i Milliye,23 Eylül 1921).

Milli Mücadele Dönemi, kendine has özellikleri ile Türk tarihinde bir
dönüm noktası olmuştur. Önceki dönemin siyasî, ekonomik ve kültürel
özelliklerini yansıtması yanında daha sonra gelen cumhuriyet dönemine de
temel teşkil edecek bir yapı oluşturmuştur. Tanzimat ve II. Meşrutiyetle
başlayan dönem, birçok yenilikleri toplum hayatına getirmiştir. Toplumun fikir
yapısında değişmeler olmuştur. İmparatorluk fikri tamamen ortadan kalkmış
bu devrede milli devlet olma fikri benimsenmiştir.

2.1.1. Milli Mücadelede Siyasi Yapı

19. Yüzyılda Fransız İhtilâliyle Avrupa'da başlayan modern milliyetçilik


hareketleri, ister istemez Osmanlı Devleti’ni de etkilemiştir. Milliyetçi
hareketlerin kendi ulus devletlerini kurması kaçınılmaz olmuştur. Osmanlı,
milliyetçilikten ilk darbesini Avrupa kıtasındaki topraklarını kaybederek
almıştır. Bu süreci diğer Balkan ülkelerinin kendi ulus devletlerini kurması
takip etmiştir. Sonunda ise daha önce hükümdarlık ettiği devletlere yenilerek
neredeyse Avrupa ile olan bütün toprak bağını koparmıştır. Toprak
kaybetmekle de bitmemiş, Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde hükümdarlığı
altında bulunan diğer Müslüman topluluklara hükmetme yetkisi de elinde
alınarak son kalesi olan Anadolu’da, Mütareke’yle birlikte yer yer işgal
edilmiştir(Tezel 1994:89).

Balkan Harplerinden bu tarafa, milliyetçilerin ortaya koydukları


Türkçülük fikrinden başka savunulacak bir düşüncenin kalmaması ve
Osmanlı toprağı sayılan Ortadoğuda ki Müslüman Arapların ayrılmasıyla
53

birlikte elde kalan ve yer yer işgal edilen Anadolu’da tek bir düşünceye ve
siyasal yapılanmaya izin verecek sosyal yapının kaldığı düşüncesi hâkim
olmuştur. O da milliyetçilik ve onun açılımlarıdır. Türk topraklarını ve Türk
milletini batı medeniyetinin imha kararından ancak milli bir irade kurtarabilirdi
(Safa, 1999:80).

Bu milli iradeyi gerçekleştirecek olan, Millî Mücadeleciler Ankara’ya


gelmeden önce millet tarafından oluşturulan kongre ve toplantılar bir anlamda
hareketin siyasal yapısını hazırlamıştır. Kongreler bölgesel örgütlenmeler
olarak Atatürk’ün Samsun’a çıkmasından önce faaliyete geçmişlerdir. Silâhlı
direnişin örgütleyicisi, kararları ve amaçlar arasında belirleyici bir birlik ruhu
taşımalarına rağmen örgütlerin aralarında başlangıçta birlik ve bağlantı
yoktur. Milli ölçüde bir görüş ve güç birliği plânları yoktur. İçlerinde çeşitli ve
karışık ideolojik eğilimler bulunmaktadır. Kimisi şeriata dönüleceğini, kimi
halifeyi ve sultanı kurtarma amaçlı vuruşulacağını, kimisi bölgesel özerklik
yöntemini kullanmayı düşünmekte, kimisi de İttihat ve Terakki’nin terkibi
altında kurtuluşu arzulamaktadır. Bu karışık amaçları belirlenmemiş olan
örgütleri ulusal ölçüde bir plân içinde birleştirmek, kadere boyun eğmiş
yığınları bir savaş cephesinde harekete geçirmek gerçekten bir mucize
olacaktır (Berkes 2002:479).

Ancak bütün olumsuzluklara rağmen, savaşlardan bıkan halk, birçok


alanda siyasi çözüm arayışları içerisine girmiştir. Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetleri, bölgesel kurtuluşu amaç edinmekle beraber bunlar ilk etapta,
silâhlı bir mücadeleyi değil, daha çok propaganda ve basın yayın yoluyla
haklarını dünyaya duyurmak istemektedirler. Belirli bir merkezi otorite ve
birlikten yoksun olan bu cemiyetleri, İtilâf Devletleri önemli bir tehlike olarak
görmemektedir(Sürmeli, 1998:30).

Çünkü kurtuluşu sağlayacak olan silâhlı örgütlenmelere bu cemiyetler


sahip değillerdi. Gücü olmayan cemiyetleri, Anadolu’ya sömürü için gelmiş,
gözü dönmüş işgal devletlerinin ciddiye alması beklenmemektedir. Fakat
örgütlerin hepsinin kullandığı ad ve örgütlenme biçimi, bunların kendi
başlarına hareket etmediğini göstermektedir. Mondros Mütarekesi’nden
sonra başlayan karışık dönem, toplumsal açıdan siyasallaşma ve
demokratikleşme sürecidir. Daha önce II. Meşrutiyet’le beraber başlayan
54

siyasal katılma ve padişahın iktidarı paylaşma olgusu, Osmanlı Devleti ve


Hükümetlerin İtilâf Devletlerine karşı teslimiyetçi tutumu, yerel önderler
öncülüğünde halkı kendi kaderiyle ilgilenmeye, siyasallaşmaya itmiştir.
İktidarı paylaşmadan ziyade varlığını korumak amacı güden siyasal bilinç,
diğer düşünceleri bastırmıştır (Gerede, 2002:37).

Milli bir mücadeleye toplumun her kesimi sahip çıkarak mitingler ,


toplantılar, gösterler, grevler , boykot tipi eylemler yapılarak, savaşın
sömürgeci bir mantıkla değil bağımsız karakterli oluşu, halkın siyasal
seferberliğine dolayısıyla yönetime katılma yollarını açmıştır (Tanör,
2000:276).

Kongreler hakkında çok ciddi çalışmalar yapılmadığını iddia eden


Tanör, bunun nedenini Türkiye’deki lider eksenli tarih anlayışı ve onun
sonuçları olduğunu iddia eder. Günün şartlarında birçok kongre yapılmış ve
halkın desteği kazanılmıştır. Yapılan 30 kongreye toplam 1396 delegenin
katıldığını iddia eder. Bu rakam yollar, güvenlik, seçim gibi kavramların ve
kentsel nüfusunun az olduğu dikkate alınırsa, Millî Mücadele’yi örgütlemede
milletin nasıl bir yoğunlukta yapılanmayla ortaya çıktığını gösterir.
Kongrelerde alınan kararlara baktığımızda ise, Erzurum ve Sivas Kongreleri
belli bir düzen ve amaç içinde yapıldığını, düzenli olmasının nedeni askerî
mekanizmaların desteği ve gücü sayesinde kongrelerin yapılmasıdır. Her bir
kongreden alınan kararlar birbirinden farklıdır. Örneğin Balıkesir
Kongresi’nde askerlik için kararlar alınırken Doğuda ki Erzurum Kongresinde
yönetim ile kararlar ön plâna çıkmaktadır. Kongreler, Anadolu’daki
mandacılık veya buna benzer millî hareket dışındaki düşünce ve fikirlerin
ortadan kalkmasına yardım ettiği gibi en çok da meşrutiyetle beraber
başlayarak yöneticiler arasında oluşan siyasi parti ayrımcılığını geçici olarak
ortadan kaldırmıştır. Özellikle Sivas Kongresi’nde yapılan tartışmalar ve
alınan kararlar bu konuda etkili olmuştur(İğdemir, 1999). Oysa siyasal
düşünce olarak Orta Anadolu halkı hele köylüler, kendi işinden başka bir
şeyle meşgul değillerdir ifadesini kullanmıştır.

Karaosmanoğlu, (1981:58) Dönem Anadolu’sunu siyasal olarak şöyle


tasvir eder;
55

“Bütün Avrupa’yı ve Balkan milletlerini yakıp kavuran politikacılık


hastalığı buranın eşiğine bile ayak basmamıştır. Ankara’da yeni bir hükümet
mi kuruluyormuş? Bu hükümetle İstanbul’un arası açık mı imiş? İstanbul
neresi imiş?, ne halde imiş?, bu gibi meselelere ilgi gösteren tek bir
Anadolu’ya rastlamadım. Yalnız Yunan’la harp var. Herkes bunun biliyor ve
söylüyor. Çünkü Orta Anadolu’da bu harbe katılmayan tek bir fert bile
kalmamıştır”.

Millî Mücadele yolunda kongreler istenilen faydaları sağlarken, bir


diğer taraftan ise istenilen birlik ve beraberliği zayıflatan bir etmen olmuştur.
Kongreler oluşturulurken ciddi anlamda birlik ve bütünlük sorunu yaşanmıştır.
Örneğin Sivas Kongresi 31 kişi ile toplanmıştır. Bu kongreyi takiben 18 gün
sonra Balıkesir’de bir başka kongrenin toplanması iki bakımdan önemlidir.
Birincisi Sivas Kongresi istenilen birlikteliği sağlayamamış olmaması ikincisi
Balıkesir bölgesinin bağımsız bir tutum izlemesi ve bu tutumun uzun süre
devam ettirmesidir (Selek, 2000:105).

Sivas Kongresi, Anadolu ve Rumeli Müdafaa Hukuk Cemiyetlerinin


birleştiği kongredir. Oysa bu kongreye değil Rumeli, Anadolu’dan bile tam bir
katılım olmamıştır. Birçok ilde delege tespiti bile yapılamamış, kongre için
gerekli delegeler gönderilememiştir. Gönderilen veya seçilen delegelerin
bazılarının sorunlu olması ise, istenilen neticeyi almayı oldukça
zorlaştırmıştır. Özellikle Bursa temsilcisi ve İstanbul basınını temsil ettiğini
söyleyerek kongrelere katılan İsmail Hami, bunlardan biridir (Gerede,
2002:110 ).

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kongreler sonucunda stratejik bir yer


olan Ankara’ya gelmeleri ve burayı merkez olarak kullanmaya başlamaları,
Anadolu’da artık yeni bir yapılanmanın olduğunu göstermektedir. Sivas’ta
seçilen Heyeti Temsiliye iktidara sahip olmuş, askerî destekle her şey hazır
hâle gelmiştir. Tek bir şey eksiktir. O da yasama ve yargı işlemlerin yapacak
bir meclisin oluşturulmasıdır. Yürütmeyi yapan Heyet-i Tem sili’ye ortadadır.
Fakat bunların yasal olarak meşruiyet sorunları vardır. İstanbul’da yasal bir
meclis vardı ve bu meclis varken, Ankara’da bir meclis açılması milleti
resmen ikiye bölmekten başka işe yaramayacaktır. Bu olayı İngilizler Meclisi
56

basıp önemli vekilleri (özellikle milliyetçi ve ittihatçıların ileri gelenlerini)


tutuklayıp, Malta’ya göndermeleriyle çözmüşlerdir.

1919-1922 yılları arasında İstanbul’da işgalcilerle anlaşıp, uzlaşan ve


bir anlamda teslimiyeti temsil eden aristokratik bir bürokrasi varken Ankara’da
ise bağımsızlık taraftarları ve Mustafa Kemal taraftarı olan kuvai milliye
işbaşındadır. Siyasi iktidara egemenlik acısından dereceleri yeknesak
(değişim ve kesintisiz olmasına rağmen döneme damgasını vuran siyasi
kadrolar İttihatçılar ve kuvayi milliyecilerdir (Boratav, 1993:13).

Bu iki kuvvetin İstanbul’da siyasi bir işlev göremeyecekleri zaman


gidecekleri yer Ankara’dır. Meclisin açılmadan İstanbul ile Ankara arasında ilk
resmî restleşmeler, posta ve gümrük olaylarında kendini gösterir. Meclis
hazırlıkları yapılırken İstanbul ile bağlantı kesilir. Meclis açıldıktan sonra 16
Mayıs’ta çıkarılan bir kararname ile (Çoker,1995:119) İstanbul’un İtilâf
Devletleri’nin işgalinde olduğu ve bundan sonra İstanbul Hükümeti’nin yaptığı
ve yapacağı bütün antlaşmaların Ankara Hükümeti tarafından yok ve
geçersiz sayılacağı bildirilmiştir. Böylece Ankara siyasi olarak iktidarını ilan
etmiştir.

2.1.2. Milli Mücadele Dönemi Ekonomik Durum

Türkiye Cumhuriyeti sosyal ve ekonomik yönden de Osmanlı’dan tam


bir enkaz devralmıştır. On yıllar boyu ardı arkası kesilmeden devam eden
yıkıcı savaşlar, ülkenin üretken nüfusunu alıp götürmüştü. Yeni Türk
Devleti’ne kalan nüfusun çoğunluğu, çocuk veya yaşlı erkek nüfus ile kadınlar
oluşturuyordu. Bunların hiç de küçümsenemeyecek bir bölümü de belli
aralıklarla tüm ülkeyi kasıp kavuran salgın hastalıkların pençesine düşmüş ve
halkın çoğu temel temizlik, beslenme ve sağlık imkânlarından dahi yoksundu.

Milli Mücadele Dönemini, ekonomik yapılanması hakkında kapsamlı


bir bilgi elde edebilmemiz için o dönemin bütçelerine ve özellikle hangi
kurumlara ne kadar bütçe ayrıldığını görmemiz o dönemin ekonomik gidişatı
hakkında daha geçerli bilgiye sahip olmamızı sağlayacaktır. Özelliklede
tezimizde işleyeceğimiz öğretmenlerin “Ekonomik Sorunları” bölümünün
temelini teşkil etmesi açısından da önemlidir.
57

Osmanlı İmparatorluğu’nda, kamu harcamalarına bütçe ile yön verme


anlayışı esas itibari ile 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanı ile başlamıştır. Bu
yıllarda gider mevzuatında önemli değişiklik ve yenilikler yaparak kamu
harcamaları, belli ilkelere bağlanmıştır. Osmanlı imparatorluğu I.Dünya
savaşı yıllarında bütçe düzenlemelerini meclisten geçirmek suretiyle
çalışmalarına devam etmiştir. 1918 yılı Osmanlı bütçeleri için bir dönüm
noktasıdır. Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclisi’nin kabulünden geçerek
kanunlaşan 1918 bütçesi Osmanlı’nın müzakere yoluyla onanan son bütçesi
olarak nitelenebilir. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi Anadolu ve
Rumeli’nin işgali ile imparatorluğun varlığının fiilen sona ermesi sonucunu
doğurmuş ve 1919 yılında meclis toplanamadığından bütçe kanunu
hazırlanamamıştır. Ancak Osmanlı Hükümeti 1918 yılı bütçesinin 1919
yılında da uygulanmasını karar altına almıştır(Ekinci,1994).

Milli mücadele dönemi, hem siyasal hem de ekonomik açıdan bir


savaşı ifade etmektedir. Bu dönemde milli kaynakların en verimli ve en akılcı
bir şekilde kullanılmasına önem verilmiş, gelir-gider tahminleri gösteren
sağlam verilerin elde bulunmaması, ordunun ihtiyaçlarının her gün biraz daha
artması ve TBMM Hükümeti yönetim altında bulunan toprakların zaman
zaman büyüyüp küçülmesi bütçe yapımını zorlaştırmış. Kurtuluş savaşı
boyunca, bütçeler ait olduğu yılın başında Meclis’in onayından geçirilememiş
avans ve ek ödemelerle devlet işleri yürütülmüş, her yıl açıkla kapatılmıştır.
Bütçelerin çoğu kez Meclis gizli oturumunda ayrıntılı biçimde tartışılmasının
nedeni ise, bütçe denkliğinin sağlanmasına yönelik olmuştur. Batı basını
özellikle İstanbul’da yayınlanan “Bosfor” adlı Yunan gazetesinin, Türk
maliyesinin zor durumda olduğunu yazması üzerine Maliye Bakanı Hasan
Bey Hakimiyet-i Milliye ye gazetesinde bir açıklama yapmıştır. Dönemin malî
anlayışını yansıtması açısından bu açıklamayı özet olarak nakledecek
olursak:

“Bütçenin Milli Meclis’e geç verilmesi ve görüşmelerin uzaması,


düşman basını tarafından memleketimizin malî güçlükler içinde bulunduğu
şeklinde yorumlanmış ve malî buhrandan bahsedilmiştir. Bosfor gazetesinin
bütçenin gelir ve giderleri hakkında verdiği rakamlar hiçbir gerçeği
yansıtmamaktadır. Memleketimizde malî güçlükler bulunmadığını ifade
58

edilmiş. Memleketimizde malî sıkıntı ve buhranlar olduğunu zanneden


düşmanlarımız, bu hayallerinin ne kadar boş olduğunu anlayacaklardır”
cümleleri gazetede yer almıştır(Hakimiyeti Milliye,7 Temmuz 1921). Yine bu
bağlamda, 2 Mart 1923 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde, Atatürk’ün
dördüncü malî yıla girilmesi nedeni ile yaptığı konuşması yayınlanmıştır

“ Atatürk bu konuşmasında, 1922 yılında devam eden savaşa rağmen


malî durumun memnuniyet verici olduğunu ve hiçbir dış yardım alınmadan bu
malî yılın tamamlandığını belirtmiş ve devleti yaşatmak için dış yardımlara
müracaat etmeden memleketin gelirlerini idare etmek ve tedbirler almak
gerektiğine inandıklarını söylemiştir”.

Atatürk’e göre bu tek milli amacımız olmalıdır. Milli Mücadele Dönemi


Osmanlı Devleti’nin sona erip yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulma ve
varlığını kabul ettirme mücadelesi verdiği bir geçiş dönemidir. Özellikle de
1920 ve 1923 yılları arasında vergilerin tahsil ve usulleri ile ilgili pek çok
kanun çıkarılmıştır. Bu yıllar içerisinde hükümetin paraya fazlaca ihtiyacı
olmuş, fakat halka yapılacak baskının milli hareket için olumsuz sonuçlar
doğuracağı düşünülerek ılımlı bir vergi politikası izlenmiştir.

Osmanlı Devleti’nin bütçesi yapısı temel alınarak hazırlanan 1920


bütçesinin, kurumlara göre dağılımı tabloda gösterilmiştir.
59

Tablo 1. 1920 Yılı Kurumlara Ayrılan Bütçe

Bu tabloda hangi kuruma ne kadar bütçeden pay ayrıldığı


görülmektedir. Bu bağlamda, Milli Mücadele Dönemi 1918-1923 “Eğitim ve
Öğretmen Sorunları” konulu tezimiz için Milli Eğitime ne kadar bütçe ayrıldığı
eğitim ve öğretmen sorunları hakkında hem de bütçeden en çok pay alan
60

kurumun hangisi olduğu o dönemin sosyal, ekonomik ve eğitimsel anlamda


yapılanması hakkında daha güvenli bir bilgi verecektir.

Tablo.2 Yıllara Göre Kurumlara Ayrılan Bütçe

YIL Maarif Vekaleti Müdafaai Milliye: Toplam Bütçe

1920 577.061 27.576.039 63.018.354


1921 504.063 50.984.136 82.162.190

1922 1.432.245 55.829.136 100.974.541

1923 2.033.566 13.000.000 87.865.281

1920-1921-1922 ve 1923 bütçelerinde Maarif’e (Milli Eğitim Bakanlığı)


ve Müdafaai Milliye Vek. (Milli Savunma Bakanlığı) ayrılan ödenek:
(Ekinci,1994) Bu bütçelere baktığımızda en fazla payı Savunma Bakanlığı
almıştır. Zira ülke savaş halindedir ki bu yüzden de en fazla payı almıştır.
Fakat ülkenin savaşta olmasına rağmen Maarife önem verilerek, tahsis edilen
bütçe 1921’de düşmekle beraber ayrılan bütçenin 1922- 1923 yıllarında
arttığını görmekteyiz.

Milli Mücadele Döneminin en fazla sıkıntı çeken kesimlerinden birisi de


memurlardır. Memurlar ister Anadolu’da ister İstanbul’da olsun maddi yönden
çok sıkıntı çekmişlerdir. Zaman zaman maaşlarını alamamışlar, zaman
zamanda maaşlarının yarısını almışlardır. Hükümet özelliklede ilkokul
öğretmenlerinin ve memurların maaşlarının zamlarıyla birlikte acil ödenmesi
için vakıflardan yardım alabilmeleri için 1920 yılında bir karar almıştır
(Çavdar,1971:72). Memur ve öğretmen maaşlarının verilmemesi zamanında
ödenmemesi Hakimiyet-i Milli’ye ve Açıksöz gazetesinde günlerce gündeme
getirilmiştir. Gazetelerde memurların ve öğretmenlerin tefecilerin eline
düştükleri ifade edilmiştir.

Mali sıkıntıların had safhaya ulaşması nedeniyle maaşları


artırılamayan memurlar, maaşlarıyla geçinemez hale gelmişlerdir. Fakat
savaş sürecince yetkililerle iyi ilişkiler kuran ya da hükümet içinde bulunan
birtakım kişiler büyük servetler edinmişlerdir. Halkın %95’inin içinde
61

bulunduğu yoksullukla karşılaştırıldığı zaman, bazı kişilerce yapılan servet,


inanılmayacak düzeye çıkmaktadır(Duru,1978;11-12).

Öğretmenlerin ekonomik durumları tezimizin ilerleyen bölümlerinde


kapsamlı bir şekilde ele alınacaktır. Halk arasında ekonomik sıkıntıların en
fazla görüldüğü alan halkın temel ihtiyaçlarıdır. Türk Milleti, I. Dünya
Savaşı’nda büyük sıkıntılar, yokluklarla karşılaşmıştır. Savaşın sona
ermesinden sonra da yokluk ve sıkıntılar devam etmiştir. Ülkenin büyük
şehirleri olan İstanbul ve İzmir’de yiyecek had safhadadır.1918 yılında su,
ekmek, sebze, aydınlatma, konut, kömür, şeker, et ilaç gibi sıkıntılar vardır.
Bu sıkıntı ve yokluk bir sonraki yıllarda devam etmiştir. Milli Mücadele
Döneminde piyasada büyük miktarda fiyat hareketleri görülmekle birlikte,
üretimin az olması sebebiyle birçok malın bulunmasında zorluk çekilmektedir.
Zaten harap ve bitap olan Anadolu’da yiyecek bulmak büyük bir sorundur.
Gazeteler de o günün iaşelerinin fiyatları Açıksöz ve Hakimiyet-i Milliye
gazetelerinde yayınlanmıştır.

Tablo 3. Açıksöz Gazetesinin 10 Ağustos 1919 Yılı Kastamonu‘ya


Ait “İaşe, Yiyecek, Giyecek Fiyatları“.

Malın Cinsi Miktar (okka-tane) Fiyatı (Lira- Kuruş)


Tiftik - 21
Sabun - 75-80
Kahve - 90
Üç numara sigara kağıdı - 80
Pirinç(satış yoktur) - -
Gazyağı 1 litresi - 25-26
Yumurta 100 tanesi 1 50
Saldırma urganı 6 -
batmanı
Selanik Feraniyesi 3 10
Dengi

Tabloya baktığımızda” pirinç, gazyağı, yumurta, selanik” Milli


mücadele döneminde özellikle en fazla halkın ihtiyaç duyduğu temel
iaşelerdir. Bununla beraber; tiftik, sabun sigara kağıdı, urgan ise kullanımı
kişiden kişiye değişebilir. Halkın o dönemde en fazla ihtiyaç duyduğu iaşe
temel yiyecek ve içeceklerdir. Hemen hemen tüm Anadolu ve İstanbul’da
çıkan gazetelerde iaşe fiyatları gazetelerde yayınlanmıştır.
62

Anadolu Ticaret Gazetesinde 1921 Mart ayı Ankara piyasasındaki bazı


malların fiyatları şöyledir; Beyaz Peynir: 1 lira, Kaşar: 60: kuruş,
Mercimek:11-12 kuruş, Nohut:9-10 kuruş, Pirinç:40 kuruş, Çay:2 lira 40
kuruş, Şeker: 1 lira’dır. Şeker fiyatının birden bire yükselip 150 kuruşa çıktığı
ifade edilmektedir.

Tablo 4. Hakimiyet-i Milliye Gazetesinin 30 Ağustos 1922 Yılı


Ankara İaşe Fiyatları

Malın cins Miktarı FİYATI

Lira Kuruş
Buğday Yarım kile 1 60
(Kile 4 okka)
Arpa 1 10
Un 15-20
Pirinç 33-35
Toz şeker 70
Kahve 1 15

Hakimiyet-i Milliye gazetesinde haftalık yiyecek ve tüketim malları


piyasasının; buğday, un, pirinç gibi malların borsada satışının durgun
olduğunu şekerde ise, düşme beklendiğini yazmaktadır. Tabloda temel
ihtiyaçlarla beraber “Tiftik, Yapağı, Sabun, Üzüm, Kavun Karpuz Domates,
Patlıcan, Biber” fiyatlarına yer verilmekle beraber en acil ihtiyaçlar olan “un,
buğday, pirinç, toz şeker daha önemlidir. İstanbul, bu dönemde gıda
ihtiyacını karşılama yönünden Anadolu’dan daha büyük bir sıkıntı
çekmektedir. İstanbul’da hayat pahalılığı devamlı artmakta I.Dünya
Savaşından önce bir aile 15 lira ile geçinirken, bu rakam1922 yılında 182
liraya ulaşmıştır. Ancak bu paranın bulunması da zordur. Piyasada malların
fiyatlarını yüksek olması üzerine, belediyeler tarafından “narh”1 ile belli bir
süre fiyatları dondurmuş veya aşağıya çekmiştir. 1920 yılı haziran ayı içinde
İstanbul’a gelen yiyeceklerden adam başına düşen miktar; Un 2kg, makarna
3 gr, şeker 70gr, kahve 100gr, arpa 14gr, sabun 10 gr soğan 160 gr, tere yağ

1
Osmanlı devletinde satışı yapılan eşya ve yiyeceklerin fiyatları resmi makamlarca
belirlenirdi. Buna o dönemin tabiri ile narh denilirdi.
63

130 gr, pirinç 160 gr ve zeytinyağı 10 gr’dır (Hakimiyet-i Milliye , 5


Ağustos,1920).

Milli Mücadele Döneminde tablolara baktığımızda piyasada büyük


miktarda fiyat hareketleri olmakla beraber, üretimin az olması sebebi ile
birçok malın bulunmasında da sıkıntılar yaşanmaktadır. Milli Mücadele
döneminde öğretmenler bu sıkıntılı yıllarda ne kadar maaş almaktadırlar?
Aldıkları ücret ile geçimini sağlayabiliyor mu? Daha en önemlisi maaş
alabiliyorlar mı? Bu soruların cevaplarını öğretmenlerin ekonomik durumları
bölümünde geniş bir yer verilecektir. Ama en azından basına yansıyan
öğretmen maaşlarına şöyle bakacak olursak; Açıksöz gazetesi ve Hakimiyet-
i Milliye gazetesinde Öğretmenlerin branşlarına göre aldıkları ücretler
şöyledir: Okul Müdür1000 kuruş, Matematik ve Kuran-ı Kerim öğretmeni 800
kuruş, Tarih, Coğrafya, Edebiyat öğretmeni 700 kuruş, Fransızca, Resim,
Müzik, Dikiş öğretmenleri ise 400 kuruş ücret almaktadır. Enver Behnam
Şapolya’da bu dönem öğretmenlerin aldıkları ücretleri için “İlkokul 200-1000
kuruş arası, Lise 1000-3000 kuruş arası ücret aldıklarını ifade etmektedir.

(Akyüz, 2012)’e göre ise Kurtuluş Savaşı yıllarında atanan genç bir
öğretmenin eline geçen para “harp zannı” ile birlikte 15 lira civarındadır. Bu
rakamlardan yola çıkarak iaşe tablolarına baktığımızda bir öğretmenin bu
şartlarda geçimini sağlaması çok zor olmakla beraber, öğretmenlerin ya ek iş
yaptıklarını ya da istifa edip başka mesleklerde çalıştıklarını görmekteyiz.

Milli Mücadele Döneminde öğrenci olan H.Veldet Velidedeoğlu


“okulda sabah kahvaltısında mercimek çorbası ve yemeklerde kuru fasulye
ile bulgur pilavı çıktığı zaman sevinirdik” ifadesini kullanır(Velidedeoğlu,
1971:78).

Halide Edip Adıvar da 1920 Mart ayında İstanbul’dan Ankara’ya


gelirken uğradıkları bir karakolda siyah somun yediklerini belirtmiştir. 19
Aralık 1919’da Heyet-i Temsiliye Sivas’tan Ankara’ya hareket ettiklerinde
yolda yemek için yanlarında 20 yumurta, 1 okka peynir ve 10 ekmek almışlar.
Bu heyet Sivas’ta bulunduklarında da sabah kahvaltısı olarak, çay ve kuru
ekmekten ibaret olduğunu ifade ederlerken, Sivas kongresi sırasında Heyet-i
64

Temsiliyenin beslenme ihtiyaçlarını karşılamalarında sorun yaşadıklarını


ifade etmişlerdir(Kansu, 1966:487).

Halkın en temel ihtiyacı olan ekmek için gazetelere yansıyan birkaç


habere bakacak olursak başlıklar şöyledir: ”Birkaç günden beri İstanbul’un
çoğu yerlerinde halka ekmek verilmiyor”, Ekmek buhranı devam ediyor,
buhranın başlıca nedeni halkın lüzumsuz ve fazla ekmek almalarıdır. Ekmek
fiyatları niçin yükseliyor ifadelerinin yer aldığı gazetelerde başlıklar vardır.
Piyasada görülen bu darlığın nedenlerinden biriside, bazı hizmet ve malların
cepheye gönderilmesidir. Ankara’da sadece altı fırının çıkardığı ekmek halka
satılmakta, diğerleri ise ordu emrine verilmiştir.

Yukarıda verilen rakamlar İstanbul halkının çoğunluğunun tüketici


olması ve Ege bölgesinin işgali ile birlikte, göç olayının yaşanması da bu
sıkıntının artmasında etkili olmuş. Hükümet Milli Mücadele Dönemi boyunca
ülkenin ekonomik ve toplumsal yapısını göz önünde bulundurarak, gelir
artırıcı yasalar ve yeni vergiler çıkarmıştır. Çıkarılan bu vergilerin geniş halk
kitlesini kapsamasına, gelir getirici olmasına ve halkı devletten soğutucu
olmamasına özen gösterilmiştir.

Öztürk’ (2010)’e göre; Mali olanaksızlıkların eğitim sisteminin gelişimi


üzerindeki olumsuz etkisi, Cumhuriyetin ilk yıllarında haklı olarak teşvik
edilen, fakat sonraki devirlerde bir türlü kontrol altına alınamayan nüfus artışı
yüzünden daha da arttı. Çünkü Türkiye’nin mali kaynakları, her zaman artan
nüfusun dayattığı eğitimdeki nicel gelişimi finansa etmeye yetmedi. Bu
nedenle, eğitim alanındaki sayısal gelişmeler çoğu zaman nitelikten ödün
verilerek gerçekleştirildi. Sanayileşmeye paralel olarak köylerden kentlere
doğru yaşanan yoğun göç hareketi de, genel olarak eğitim özelde de
öğretmen yetiştirme üzerinde etkili olmuştur.

2.1.3. Milli Mücadelede Nüfus

Nüfus yapısı ile ilgili olarak Osmanlı Devleti’nde tam bir sayım
olmadığı herkesçe bilinen bir durumdur. Bu konuda Avrupa devletlerinin
konsolosluklarından, seyyahlara, azınlık toplulukların sayımlarına kadar
65

değişik sonuçlar verilmektedir. Ancak Osmanlı’dan başka hiç kimse, nüfusla


ilgili gerçek sayılar hakkında tam bir bilgi sahibi değildir (Mcharty,1998:3).

Osmanlı Devleti, nüfus istatistiklerini kendi okuyabileceği bir şekilde


tutmuş, bunu hane halkı veya erkek nüfusu olarak sayıya dahil etmiştir.
Kadın ve çocuklar nüfus sayımlarında yer almamışlardır. Anadolu toprakları,
Osmanlı Devleti’nin son bağımsız toprağı olarak güvenlikli bir yer olarak
addedilmiş ve sürekli olarak göç almıştır. Özellikle Osmanlının gerileme
dönenimde toprak kaybetmeye başlaması Müslümanların, Osmanlı
topraklarında daha güvenli olduğunu bildikleri Anadolu topraklarına göç
etmelerine neden olmuştur(Ayhan,2007:199).

(Yerasimos, 2000)’e göre; Bu göçler Makedonya ve Balkanların


kaybedilmesiyle birlikte bir felaketler zinciri şeklinde devam etmiştir. Girit’in
elden çıkması ve burada ki Müslümanlarının çoğunun katledilmesi,
Müslüman Türk milleti için tek kurtuluş yeri ve savunulacak kalenin Anadolu
toprakları olduğunu göstermiştir. Diğer taraftan Kafkaslardan Anadolu’ya
büyük oranda göçler olmuştur. Rusya iç sorunlarını halledip dışarıya açılma
ve sıcak denizlere inme politikalarına başladıktan sonra, Kafkaslar tam bir
cehenneme dönmüştür. Savaşı kaybeden Kafkas kabileleri, akın akın zor
şartlar altında Kafkaslardan göçe zorlanmıştır. Göç edenlerin hedefi yine
Anadolu’dur. Fakat Balkanlar’da olduğu gibi buradan da göç edenlerin ancak
yarısı Anadolu’ya ulaşabilmiştir.

(Dündar, Tunaya, 2001-2000) ‘e göre ise; Osmanlı’nın Ruslar


karşısında yenilmesi ve Doğu Anadolu ile bazı Karadeniz şehirlerini Ruslara
bırakması, bu günkü Anadolu topraklarında da içeriye doğru özellikle Güney
Batı Bölgesi’ne yeni bir göç dalgasını başlatmıştır. II. Meşrutiyet’le birlikte
iktidara gelen İttihat ve Terakki partisi göç dalgasını Anadolu nüfusunun
yoğunluğu için kullanımı, göçmenleri düzenli şekilde Anadolu içlerine
yerleştirerek, bir anlamda Anadolu’nun Türk ve Müslüman kimliğinin tekrar
kazanılması sağlamıştır.

Osmanlı Anadolu’sunda nüfus 1878’den 1911’e kadar neredeyse %


50 artmıştır. Fakat bu nüfus genişlemesi Anadolu’daki her toplum için geçerli
bir olgu değildir. Nüfus artışının en çok görüldüğü toplum Türklerdir.
66

Elverişsiz şartlar ortadan kalkınca doğum oranı yükselmiştir. Zaten olumsuz


şartlar oluşmazsa Anadolu Türk nüfusu, doğal olarak her elli yılda bir misli
daha büyümesi gerekmektedir (Mcharty, 1998;2).

Ancak nüfus Mcharty’nin iddia ettiği gibi doğal yollarla değil diğer
bölgelerden gelen göç nedeniyledir. Çavdar(1974) göre; verdiği rakamları
Osmanlı Hükümeti’nin 14 Nisan 1919 tarihinde yayınladığı nüfus tahminlerine
dayandırmaktadır.Bu nüfus içinde Türk Nüfusu:14.118.968.,1.167.946 Rum
ve 587.960 Ermeni vardır. Ve bunlara diğer azınlıklar da eklenmelidir
ifadesini kullanır.

Selek, (2000:66)’a göre; nüfusla ilgili olarak Birinci Dünya Savaşına


girerken Osmanlı 22 milyon nüfusa ve 1.700.000 km toprağa sahip olduğunu
belirtir. Harp ile beraber toprağın bir milyon kilometrekaresinin ve bu
topraklarda oturan 10 milyon kişinin imparatorluk hesabına düşüldüğünü
iddia eder. Geriye ise mütecanis olmayan, topluluktan ayrılmaya hazır
unsurlardan ve Türk çoğunluğundan müteşekkil en çok 12 milyonluk bir halk
yığını kalmıştır ifadesini kullanır. Etnik yapıyla ilgili olarak Osmanlı’da din
eksenli olduğu için % 85 Müslüman, % 9’u Rum, % 5’i Ermeni ve % 0.8 ‘i ise
diğer azınlıklar, Musevi ve ecnebilerden oluşmaktadır. Bunları rakamla ifade
edersek 9.291.346 Müslüman, 1.014.612 Rum, 542.572 Ermeni, 93. 364
Musevi ve diğer ecnebilerden oluşmaktadır. Millî Mücadele Dönemi Türk
nüfusuna bakıldığında çoğunluğun köyde yaşadığı görülmektedir. Nüfus
köyde olmasına rağmen gerekli artışı gösterememiştir.

Millî Mücadele Dönemi bazı şehirlerinin nüfusu oranlarına


baktığımızda şu rakamları görürüz; İstanbul 1.122.000, İzmir 198.000, Bursa
76.000, Adana 64.000, Konya 44.000, Kayseri 49.000, Sivas 43.000, Antep
43.000, Erzurum 38.000, Trabzon 35.000, Ankara 27.000, Kütahya 22.000,
Samsun 20.000, Eskişehir 19.000’dir (Çavdar, 1971; 17-18).

İngiliz istihbarat subayı Armstrong, Türkiye’de Millî Mücadele sırasında


yaptığı gözlemlerin birinde nüfus ile ilgili olarak şunları söyler; Türk kadınları
az doğuruyor, doğanlar ise şu veya bu sebepten, çocuk iken ölüyorlar,
Hıristiyanlar ise, bataklıktaki sinekler gibi çoğaldıkça çoğalıyorlardır”
(Armstrong, 1997;130).
67

3 Kasım 1919’da Albay Lawrence ile ABD yetkililerinin görüşmesi


sonucunda Türkiye’nin asker ve nüfus yapısıyla ilgili şu fikirleri ortaya atar;

“Türkiye yorgun düşmüştür. Ahalisinin 7 milyondan fazlası dağıldı,


bunlardan 350 bini asker sayılabilir. Bu da onların yedi yıl gibi bir süre askere
alma yöntemlerinden ileri gelmektedir. Ordu zührevi hastalıklar ve doğal
olmayan alışkanlıklar nedeniyle çürümüştür, bu nedenle doğum oranı
düşmektedir. Askerlik süresi kısaltılırsa ve Türklerin eylemleri kendi
ülkelerinde sınırlı tutulursa otuz yıl içinde yeniden ayağa kalkabilir, Türk
ordusu tamamen Anadolu’dan toplanmıştır” (Duru, 1978; 60).

Bu durum aslında bir gerçeği gösterir. Savaşın ürkütücü sonucu


Anadolu’nun savaş gören yerlerinde kendi insan faktörünü yok ederek
göstermesidir. Daha sonra yapılan 1927 nüfus sayımında dulların, tüm
yetişkin kadınların arasında oranı %30 üzerinde olması, ancak bu nedenle
açıklanabilir. Dul nüfusun ağırlığı nedense savaşın olduğu ve Yunanlıların
ileriye doğru yürüyüş yaptığı yerlerdir (Mcharty, 1998;123).

Anadolu’daki savaşın nüfus üzerindeki etkisi bir diğer istatistikte daha


açık ortaya konur. Mcharty 1912 nüfus sayımı ile, buradan hareketle 1922
yılında Anadolu’da olması gereken nüfusu hesapladığında ortaya korkunç bir
rakam çıkar. Anadolu’nun nüfusu 1912 yılının toplam nüfusu olan
14.080.800’ün altına düşerek 11.618.550 olmuştur. Olması gereken nüfus ise
15.712.455’tir. Buradan hareketle 4.093.905 kişi yok olmuştur (Mcharty,
1998;145).

Millî Mücadele döneminde en büyük sorunlardan birisi nüfus


hareketleridir. İşgal bölgesindeki mevcut nüfus durmadan yer değiştirmiştir.
İşgal altında ezilen ve katliama uğrayan Müslümanların nüfusu sürekli olarak
güvenli bölgelere göç etmiş, bunun sonucunda kent nüfusları ve kentin
ihtiyaçları sürekli artmıştır. Aynı zamanda İstanbul’dan binlerce insan
Anadolu’ya Milli Mücadeleye katılmak için geçiş yapmıştır. Bu dönem
nüfusunda hiçbir bölgede sabitlik aranmamalıdır. Savaşların ve işgallerin
olduğu bölgelerde, Çukurova’dan Kars’a, Balıkesir’den, Ankara’ya kadar
değişik zamanlarda kent boşaltmalarına gidilmiş. Batı Anadolu’da Yunan
mezalimi gören kentlerde hareket (göç) etmeyen kasaba kalmamıştır. Nüfus
68

hareketleri, savaş bitimi ve bunun akabinde mübadele yapılıncaya kadar


devam etmiştir.

Sonuç olarak nüfus konusunda şunları söyleyebiliriz. Anadolu nüfusu


hareketli bir yapıya sahiptir. Bu hareketliliğin temelinde savaşlar, iç ve dış
göçler yer almaktadır. İç göçler zorunlu olduğu gibi, bazen de insanlar kendi
arzularıyla güvenlik açısından yerlerini terk etmişlerdir. Nüfus olarak zor bir
durumda olan Anadolu, Milli Mücadele Döneminde bir de dış göçlerle
uğraşmak zorunda kalmıştır. Onlarca yıl süren savaşlar Anadolu’daki
Müslüman nüfusu azalmasına rağmen çoğunluk hâlâ Türklerdedir. İl bazında
hiçbir yerde azınlık nüfusu Türk nüfusundan dörtte birinden fazla değildir. Bu
da toplumsal bütünlük ve beraberliği sağlama da etkin bir rol oynamıştır.

Anadolu’da Türk olmayan unsurların dışarıya göçleri Türkiye


Cumhuriyeti kurulduğunda devletin hâkim unsurlarının Türklerden
oluşmasına neden olmuştur. Aslında bu durum Mustafa Kemal Atatürk’ün
takip ettiği “milli devlet” politikasına etki eden hususlardan biri olmuştur.

2.1.4. Milli Mücadelede İstanbul ve Anadolu

I.Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği sıkıntılardan en çok etkilene şehir


İstanbul’dur. Savaştan sonra birçok ordu mensubunun İstanbul’a dönmesi,
binlerce itilaf askerinin 1918 Kasım’ından itibaren şehre yerleşmesi,
Rusya’daki Bolşevik rejiminden kaçan ve sayıları 200 bini bulan Beyaz Rus
ve Wrangel ordusunun 1920 yılı başından itibaren İstanbul’da barınmışlardır.
Batı Anadolu’daki Yunan zulmünden kaçan 50 bin muhacirin başkente
sığınması, Balkanlar’dan ve diğer kaybedilen bölgelerden İstanbul’a yönelik
göçlerin de devam etmesiyle birlikte şehirde pahalılık, geçim sıkıntısı,
asayişsizlik, her türlü bulaşıcı ve zührevi hastalıklar, işsizlik artmış, gündelik
yaşam olabildiğince zorlaşmıştır.

Gerek Rusya’dan gerekse Anadolu’dan kaçıp İstanbul’a sığınan yüz


binlerce mülteci ise İstanbul’u sağlık, ekonomik, sosyal, kültürel ve ahlaki
açıdan da çok etkilemiştir. Özelikle Rus mülteciler meslek, sanat ve kültür
bakımından Türkiye’nin kültürel ve mesleki yaşamına olumlu katkılar
sağlamasına rağmen ahlaki yaşamda derin yaralar bırakmışlardır.
69

Uyuşturucu, kumar ve fuhuş Rus mültecilerin gelmesiyle birlikte en üst


noktaya ulaşmıştır (Temel,1998; 276).

Tüm bu ekonomik ve sosyal sıkıntılara Rum çetelerinin yarattığı


asayişsizlikler, değişik nedenlerle çıkan yangınlar ve işgal kuvvetlerinin hukuk
dışı davranışları da eklenince İstanbul halkı, Mütareke Dönemi’nde ikinci bir
ölüm kalım savaşı ile karşı karşıya kalmıştır. Bu yaşananlar, Mütareke yılları
“İstanbul” çok sayıda romana da konu olmuştur. Bu romanlarda daha çok
işgal altındaki İstanbul’un görünümünü tasvir ederek burada yaşamanın
zorluğundan bahsedilmiştir.

Halide Edip Adıvar’ın anılarında, İstanbul’un işgal günlerinde müttefik


kuvvetlerinin İstanbul’a girişleriyle bir kısım azınlıkların sokaklardaki Türk
vatandaşlarına çok kötü muamele etmeye başladıkları, küçük bahanelerle
durmadan Türkleri tutukladıkları, evlerin zorla sahiplerinden alındığı, feslerin,
kadınların peçelerinin yırtıldığı ve bunlara karşı şehir halkının çok ağır başlı
ve sakin davrandığından bahsetmektedir (Adıvar, 1971: 17-18).

Kemal Tahir’in “Esir Şehrin İnsanları” adlı romanında mütareke


döneminde İstanbul’daki hayatı ve yaşanılan zorluklar anlatılmıştır. İtilaf
askerlerinin Türk polislerini rahatlıkla öldürüp kaçabildiklerinden, bunun
yanında vatanın içine düştüğü felakete dayanamayıp intihar ettiğinden
bahsetmektedir(Erdoğan,2005; 63).

Milli Mücadele Dönemi, Anadolu’da durum İstanbul’dan farklı değildi.


Yokluklar, kıtlıklar buralarda daha şiddetli bir şekilde devam etmiştir. Halkın
ekonomik gücü zayıflamış, ülkenin kaynakları ordunun emrine verildiği için
herhangi bir gelişmede sağlanamamıştır. Halkın büyük kısmı köylerde
yaşadığı için, su, yol, okul gibi tesislerden faydalanma imkânı yok, şehirlerin
durumu da köylerden farklı bir yapıda değildi. Azınlıklar ve yabancılar, Türk
ekonomisine hâkim olduklarından, Türkler, ellerinde bulunan küçük el
tezgâhları ile ilkel bir şekilde üretim yapmaktadırlar. İşgal ve isyanlar,
ekonominin gelişmesine de engel olmuştur. İşgal ve istilâlarla halkın can ve
mal güvenliği tehlikeye girdiği gibi bu dönemde milleti esaret altına alma
girişimler ide sergilenmiştir.
70

İstanbul’da hem itilaf devletleri hem de hükümet tarafından birçok


baskıya maruz kalmasına rağmen Milli Mücadeleye yürekten inanan halk,
Anadolu’ya binlerce kahraman göndermiştir. İstanbul, Milli Mücadele’ye
sadece insan gücü göndermekle kalmammış, silah, cephane ve diğer
malzemeleri de göndererek Türk ordusuna büyük yardımlar sağlamıştır
Ancak, bütün bu olumsuzluklara rağmen millet, itilaf devletlerinin hiç
beklemediği o milli refleksini göstermiştir. İşgalci devletler, yıllarca cephelerde
koşan ve savaşlarda yenilen, toprak kaybeden, artık tarihe gömüleceği
zannedilen bir milletten böyle bir tepkinin gelmesine de şaşırmışlardır.
Tezimizde, “Milli Mücadele Dönemi’nde Bazı Şehirler” başlığı altında hem
Anadolu hem de İstanbul hakkında daha geniş bir bilgi verilecektir.

2.1.5. Milli Mücadeleye Aydınların Bakışı

Aydınların Milli Mücadele dönemine bakış açılarını ortaya koyabilmek


için o dönemde çıkan gazete ve dergilerde yazdıkları makalelere bakmamız
gerekir.

Milli Mücadele’nin karşısında olan basına baktığımızda; Alemdar,


Peyam-ı Sabah, Köylü, Ferda ve mizah dergisi olan Aydede görmekteyiz.
İtilaf devletleri ve aynı zamanda İstanbul hükümetini destekleyen aydınlar bu
gazete ve dergilerde yazı yazmaktadırlar. Bunlar, Ali Kemal, Refi Cevat,
Refik Halid ve Ahmet Emin Yalman. Bu aydınlar sürekli olarak manda
taraftarlığını ve bunun halka getireceği yararları gazete köşelerinde yazarak
halkı kendi taraflarına çekmeye çalışmışlardır.

Bazı parti ve dernek kuruluşları da Milli Mücadele aleyhine ama


işgalci güçlerin lehine yayınlar yapmışlardır. Teali İslam Derneği, yayınladığı
bildirilerle Milli Mücadeleyi ihanet gibi gösterip, İngilizlere teslim olunmasını
telkin etmişlerdir. Ayrıca, bu mütareke basını mensupları, diğer basın
mensuplarını da yanlarına alarak Wilson ilkeleri derneği, İngiliz severler
derneğini kurarak, Amerika ve İngiltere’nin manda ve himayesi altına
girmenin tek kurtuluş yolu olduğunu savunmuşlardır(Sarıhan,1994;494).

Milli Mücadelenin karşısında olan aydınların köşelerinde yazdıkları


yazılar ve söylemleri geleceğe ders olması bakımından da birer tarihi belge
71

değerindedir. Örnek verecek olursak; 20 Nisan 1920’de Peyam-ı Sabah


gazetesinin başyazarı Ali Kemal, Milli Mücadele’yi savunanları şöyle tasvir
ediyor;

“Kuyucu Murat Paşa, Celalilere nasıl muamele etmişse, Kuvayı


Milliye’ye de öyle muamele edilmelidir. Hükümet önce, Anadolu’nun henüz
istilaya uğramayan yerlerini Mustafa Kemallerden, Ali Fuadlar’dan, o ipsiz
sapsız, akılsız, fikirsiz zorbalardan, canilerden temizlemelidir”.

Refi Cevat Ulunay‘da ,”Siyasette hangi yol İngiltere’nin eğilim duyduğu


taraf şimdiye kadar siyasetin hiçbir safhasında hiç iflas etmemiştir,
edemezde. Menfaatimizi, İngiltere’nin müttefikleriyle bize açacakları ana
siyasette görüyoruz”.

Refik Halid Karay, Ahmet Emin Yalman, Rıza Tevfik, Cenap


Şahabettin gibi aydınlar Milli Mücadeleye karşı gazetelerinde hem
mandacılığı savunmuşlar hem de toprakları işgal eden itilaf devletlerine karşı
iyimser tavırlarını sergilemişlerdir. Şöyle ki; Cenap Şahabettin Temmuz
1920’de gazetesinde yazdığı yazısında Yunanlılar için şu ifadeleri
kullanmıştır Neden üzülüyorsunuz? Yunanlılar bizim menfaatimize
çalışıyorlar. Memleketimizi eşkıyadan kurtarıyorlar”! (Topuz,2003;109).

Mütareke basını aydınlarının, Milli Mücadele hakkındaki yukarıda ki


bu fikirleri bizlere bir kısım aydınlarımızın hangi safta yer aldıklarını
göstermektedir. Lozan Barış sonucunda ülkeden çıkarılması istenen 150
kişilik listeden 13 kişi gazetecidir. Millî Mücadele’de ihanetleri sabit olan, Millî
Mücadele aleyhine kamuoyu oluşturan gazeteciler 13 kişi olup bunların
isimleri şöyledir;

Serbesti Gazetesi sahibi; Mevlanzade Rıfat, Türkçe İstanbul Gazetesi


sahibi; Sait Molla İzmir’de Musavvat Gazetesi sahibi ve eski muharriri, İzmirli;
Hafız ismail, Aydede Gazetesi sahibi; Refik Halid, Bandırma Adelet Gazetesi
sahibi; Bahriyeli Miralay Ali, Sami (sürgünde din ve ad değiştirerek
Yunanistan uyruğuna geçmiştir), Edirne’de Teemin ve Elyevm, Selanik’te
Hakikat Gazetesi sahibi; Neyir Mustafa, Eski Köylü Gazetesi; Ferit Refi
Cevat, Alemdar Gazetesi sahibi; Pehlivan Kadri, Balıkesir İrşad Gazetesi
sahibi; Trabzonlu Ömer Fevzi, Hâlep’te Doğru Yol Gazetesi sahibi; Hasan
72

Sadık, Köylü Gazetesi sahibi ve müdürü; İzmirli Refet, Adana’da Ferda


Gazetesi sahibi; Fanizade Ali İlmi’dir (Soysa 1985; 59-65; Birinci 1998, 14-
15).

Milli Mücadele Dönemi gazetelerindeki köşelerinde Mustafa Kemal


Atatürk’ü vatan hainliği ile suçlayan yazılar yazarak halk nezdinde
saygınlığını , itibarını düşürmeye çalışmışlardır. Fakat Milli Mücadeyi
destekleyen hem İstanbul hem de Anadolu basını da bu tahriklere karşı
gazetelerde Milli Mücadeyi destekleyen yazıları kaleme almışlardır. Milli
Mücadeleyi açıkça destekleyen İstanbul gazetelerinin belli başlıları ise
şunlardır:Akşam, İkdam, İleri, Tasvir-i Efkâr, Yeni Gün, Yeni Gazete, Hadisat,
Vakit, Payitaht ve Dersaadet’dir. İstanbul basını, Anadolu’da gelişen Milli
Mücadeleyi desteklemiş, Anadolu’nun sesini dünyaya duyurmuştur.

İzmir’in 15 Mayıs 1919 ‘da işgal edilmesinden hemen sonra yer yer
yapılan protesto ve mitingleri düzenleyenlere baktığımızda; Halide Edip
Adıvar, Nakiye Hanım Hüseyin Ragıp, İsmail Hakkı, Selim Sırrı, Emin Âli,
Mehmet Âli, Selahattin Âdil, Âkıl Muhtar Bey’i görmekteyiz(Akyüz,2012:317).

Milli mücadele dönemi halkı teşkilatlandıran onları organize edenler


toplumun ileri gelen aydınları arasında öğretmenleri, yazarları, şairleri ve din
adamlarını yer almaktadır. Özellikle hem Anadolu’da hem de İstanbul’da
mitinglerini düzenlemişlerdir. Bu bağlamda baktığımızda mitinglerde
konuşanlar arasında ise şu isimleri görmekteyiz; Besim Ömer, Münevver
Saime Asker, Vasıf Çınar, Şukufe Başar, Yusuf Razi Bel, Rıza Tevfik, Hamit
Şevket İnce, Rıza Nur, Ahmet Üsküdarlı Talat, Hamdullah Suphi Tanrıöver,
Hüseyin Suat Yalçın, İsmail Hakkı Milaslı, Hayri Köstem , Mehmet Emin
Yurdakul’u görmekteyiz.

İslam dinine bağlı Anadolu insanının Kuva-yı Milliye Hareketi’ne


katılmasında din adamlarının güvenilir bir otorite olarak “doğal lider “
konumunda olması, hareketin geniş halk kitlelerine ulaşabilmesi açısından
önemli bir yere sahiptir. Anadolu’nun en büyük şehirlerinden en küçük
köyüne kadar hemen her yerinde din adamlarına (müftü, ulema, müderris,
imam, şeyh v.s)rastlamak mümkündür. Sadece cahil halk kitlelerini değil aynı
zamanda, toplumun seçkin zümresini de etkileyerek hareketin meşruiyetine
73

inandırmışlar ve önemli bir sorunun çözümüne de yardımcı


olmuşlardır(Ertürk,1964;520,Selek,2000;78).

Sonuç olarak baktığımızda; milli mücadelenin işgal kuvvetlerinin


yaptığı mezalim karşısında başlatılması, genişletilmesi ve sürdürülmesi
çabasında toplumsal yapı içerisinde öğretmenlerin, aydınların ve din
adamların çok büyük katkıları olmuştur.

2.2. MİLİ MÜCADELEDE KAMUOYU VE PROPAGANDA

Propaganda da muhatap, insandır. İnsanda, yeni görüşler yaratmaya,


mevcut görüşleri değiştirmeye, ya da doğrulamaya çalışır. Şüphesiz,
propagandanın değişmeyen tek amacı vardır: Kişinin ve toplumun tutum ve
eylemlerini etkileyip değiştirerek, hedeflenen amaçlar doğrultusunda
yoğurmak ve harekete geçirmektir(Demiröz,1978;13). Bu ifadeler ışığında,
propagandaya; insanları zor kullanmadan iradeye boyun eğdirme faaliyetleri
demek mümkündür.

Propaganda, günümüzde çok etkili araçlara kavuşmuştur. Kitle iletişim


araçlarında, teknolojiyle beraber meydana gelen baş döndürücü gelişmeler,
propagandayı çok daha etkili hale getirmiştir. Milli Mücadele döneminde,
gerek düşman propagandası ve gerekse millî propaganda açısından,
kullanılan propaganda araçları zamanının teknolojisiyle sınırlı kalmamıştır.
Bu dönemde, telgraf, gazete, dergi, kitap ve el ilanı propaganda araçları
arasında kullanıldığı gibi sinemanın da bu araçlara katıldığı görülmektedir.
İstanbul Hükümeti ve Ankara Hükümeti , “Nasihat Heyetleri” aracılığıyla
mesajın halka iletilmesine çalışıldığı ve aynı zamanda yüz yüze
görüşmelerde den de faydalanmışlardır. İsyancıların, halkı toplayıp
konuşmaları dışında, mitingler sadece ve milli mücadeleyi destekleyen halk
kitleleri ve aydınlar tarafından yapılmıştır. Bu konular hakkında kapsamlı
bilgiler tezimizin ilerleyen bölümlerinde ele alınacaktır.

(Akyüz,1988)’e göre; Türklerin, Avrupa ve Anadolu’dan atılması


düşüncesi, I. Dünya savaşı ile “birden bire” ortaya çıkmış bir fikir değildir. Bu,
yüzyıllardan beri Avrupa’da, daha sonra Amerika’da süren olumsuz “Türk
İmajı”nın tabii bir sonucuydu. Haçlı seferlerinin ortaya ortaçağ Avrupa’sında
74

yarattığı“Korkunç Türk” masallarına, Osmanlı fetihlerinden sonra; ”Zâlim,


kıyıcı Türk” efsaneleri de eklenecekti.

Mütareke ile başlayan işgaller, işgal eden devletlerin halka yönelik


olumsuz propagandalarını da beraberin de getirdi. İşgal devletleri arasında
özellikle İngiltere, bu konuda hazırlıklıydı denilebilinir. İngiltere’nin İstanbul
temsilciliği, hemen bir gazete satın alarak, milleti uyanabilecek bir direniş
duygusunu köreltmek yolunda yayına başlamıştı. Gazetenin başyazarlığına
da İngiliz casuslarıyla sıkı işbirliği içinde olan Sait Molla getirilmiştir
(Saruhan,1982; 19 ).

İngilizler kadar yoğun çalışma içerisinde olmasalar da; Fransızlar,


İtalyanlar, Yunanlılar, Anadolu’ya gelişlerinin sevimli göstermenin yollarını
arıyor, bu yolda propaganda yapıyorlardı. İşgalci Devletler, karşılarında Milli
mücadele’yi bulunca, daha çok yoğun bir bozguncu propaganda içine
gireceklerdir. Kendi ajanlarıyla, Anadolu’da isyan çıkartma gayretleri yanında,
etkileri altında bulunan İstanbul Hükümeti aracılığı ile de pek çok bozguncu
olayı tezgâhlayacaklardır (Su,1986;13).

Milletin asil din duygusu, alabildiğine istismar edilerek, en tesirli


propaganda malzemesi olarak kullanılmış. Zararlı cemiyetler ise, milli
mücadeleye karşı örgütlenerek yabancılarla işbirliği yaparak yıkılıcı
faaliyetlerden asla vazgeçmemişlerdir.

2.2.1. İtilaf Devletlerince Yapılan Propagandalar

2.2.1.1. İngilizler

İngilizlerin Anadolu üzerinde uyguladıkları propaganda çok çeşitliydi.


Şüphesiz bu çeşitlilik, Mütareke sonrası İngiliz dış politikasının çok daha atak
olmasından kaynaklanıyordu. Öyle bir politikaydı ki; yıpratmayı düşündüğü
müttefikini, Anadolu üzerinden yıpratmayı hesap ediyor ve onu Anadolu’ya
sürmek için her türlü teşviki yapmaktan geri kalmıyordu. İngiltere kendi
kamuoyunu Türkler aleyhine oluşturmaya, olumsuz Ermeni propagandasının
ve bu propagandanı temelsiz malzemesi olan katliamın vurgulanmasına özen
gösteriyordu(Akgün,1981;52).
75

İngilizler Mondros Mütarekesinden hemen sonra propaganda aracı


olarak Yeni İstanbul gazetesini satın alarak adını “Türkçe İstanbul” olarak
değiştirip, bozguncu yayına devam etmişlerdir (Saruhan,1982;19). İngiltere
de kurduğu sözde “Dostluk Cemiyeti” ile de bozguncu propagandasını etkili
hale getirmeye çalışıyor. Bu konuda İstanbul Hükümeti yetkilileri ile tam bir
işbirliği içerisindeydi. Mezhep kışkırtmaları, bazı kültürel farklılıklar etnik
ayrılıklar olarak kullanılması; İngiliz yayılmacı propagandasının bir diğer
özelliğiydi. Bu konuda Ali İhsan Paşa’nın harbiye nezareti’ne yazdığı 15 Ocak
1919 tarihli raporunda, İngilizlerin, Türklerden gayrı bütün kavimleri
kışkırtarak onları istiklal gailesine düşürüp, devleti parçalamak emelinde
olduklarını, belirtiyordu(Bıyıkoğlu,1981; 63). Gerçektende, İngilizlerin,
özellikle etnik grup istismarı, Güneydoğu Anadolu’da meydana gelecek
isyanların sebebini teşkil etmiştir.

2.2.1.2. Fransızlar

Mondros Mütarekesi’nden sonra, Anadolu’nun güneyinde işgal


hareketlerine giriştiği görülmektedir. Fransızlar işgal ettikleri yerlerde
yanlarında Fransız formalarını giymiş Ermenileri getirmişler işgal ettikleri
şehirlerde ki Ermenileri de ayaklandırmışlardır (Artuç,1987; 251). Fransızların
Adana’ya girişlerin de şehrin manzarasını, Aydemir(1967:192) şöyle tasvir
ediyor:

“…Fransızlar, ikindi üzeri şehre girdiler. Kiliselerin çanları çalıyordu.


Ermeni evleri, dükkanları, çarşı, pazar, İtilaf devletleri ve Ermeni bayraklarıyla
donatıldı. Yer yer Türk bayrakları yırtıldı. Gece fener alayı tertip edildi.
Taşkınlık son haddini buldu.“ “Kahrolsun Türkler” sesleri ve ağız’a
alınmayacak küfürler adeta ortalığı çınlatıyordu”.

Fransızlar 13 Aralık 1919 tarihinde, Antep, Maraş ve Urfa


Sancakları’ndaki Fransız işgal kuvvetleri komutanı olan General Querrette,
bu üç şehir halkına dağıttığı bildiride: Bölgede ki tüm halkın, Fransız silahları
altında güvencede olduğunu, namuslu olanların Fransızlardan yana olması
gerektiğini, ifade ediyordu.. Fransızlar, İstanbul’da Yüzbaşı Delor ve Yüzbaşı
Halit’in girişimleri ile “Fransız Muhipler Cemiyeti’ni kurmuşlar. Ayrıca
76

Ayasofya’da bir salon açarak, Fransız kültürünü yayma sohbetleri


yapmışlardır(Çukurova,1989; 96).

2.2.1.3. Yunanlılar

15 Mayıs 1919 tarihinde, İzmir’i işgal eden Yunanlılar bu işgali haklı


göstermek ve İtilaf devletlerinin desteklerini almak amacıyla da nüfus
meselesini öne sürerek İzmir ve çevresinde Rum ve Türk nüfusu konusunda
dünyaya yaydığı rakamları resmi kaynak olarak da Osmanlı devletini
göstermekteydi. Fakat aslında o rakamların kaynağı Fener Patrikhanesi idi.
Yunanistan, Anadolu’daki zararlı cemiyetleri de destekleyerek kendi
propagandalarını yapacak gruplar oluşturuyorlardı. Nitekim Yunanistan’ın
oluşturduğu yerli Rumlardan meydana gelen bu gruplar, Yunanlılar İzmir’e
çıkmadan önce Yunan propagandası yapmaya başlamışlardı. Rum papazlar,
bulundukları şehirlerde bazı Türkleri; evlerine Yunan bayrağı asarlarsa,
şehirlerinin işgal edilmeyeceği yalanıyla aldatıyorlardı. İzmir Metropoliti
Hırıstosmos, Dedeağaç müftüsünü, Aydın Müftülüğüne getirerek; halkın
Yunan yönetiminden memnun olduğuna dair telgraf çektirmiş (Belen,1983; 86
ve Su,1986; 3).

Yunan propagandası Milli Mücadele sona erene kadar devam etmiş ve


bu uğurda her türlü fırsat değerlendirmişlerdir. Çerkez Ethem’in başına
buyruk tavrından doğan isyan hareketinden azami derecede yararlanmaya
çalışmışlar. Yunan uçakları “Çerkez Ethem” imzalı ve milli ordunun
askerlerini üstlerine karşı isyana teşvik eden bildirileri, şehir ve kasabalar
üstüne atıyorlardı(Aydemir,1967:160).

Fakat Şopolya Kuvayı Milliye adlı eserinde Çerkez Ethem’in bu


yaptıklarından pişman olduğunu ifade eden kendi emrindeki bir komutanla
yaptığı konuşmasını tasvir eder. Öyle ki Yunanlılar savaşta esir düşen
askerleri dahi propaganda amaçlı kullanıyorlardı ifadesini kullanmıştır.
77

2.2.1.4. İstanbul Hükümeti

İtilaf devletleri, Mondros Mütarekesi’nin işgallerle imkân veren 7.


maddesini işletmek amacıyla devamlı olarak Anadolu’daki gayrimüslim
unsurunun Türk vahşeti tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu propagandasını
içte ve dışta yapıyorlardı. İstanbul Hükümeti bu konuda baskı altında
tutuluyordu. 1919 yılının Nisan ayında İstanbul’dan Ege bölgesine hareket
eden “Nasihat Heyeti”, bu bölgedeki Müslümanlara, Hıristiyanlara zülüm
yapmamaları konusunda, öğüt vermekle görevliydi. Bu nasihat heyetinde,
Muşir Alirıza, Süleymen Şefik, Mahmut Hayret Paşa, Kosmidos Efendi, Ziraat
Nazırı Aristidis Paşa ve Ermeni asıllı Ohennes Efendi bulunuyordu. Nasihat
heyeti Ege’yi dolaşıyor, her uğradığı şehirde, Damat Ferit Paşa tarafından
kaleme alınan, Padişah fermanını okunuyordu. Bu ferman’da halk, sükûnete
davet ediliyor, hiçbir olayın çıkmaması isteniyordu. İstanbul hükümeti bu
tavrıyla da 15 Mayıs 1919’da İzmir’den başlayan ve Ege’de genişleyen
Yunan işgaline karşı, halkın tepki göstermesini önlemek amacıyla, işgal
kuvvetlerine hizmet ediyordu. İstanbul Hükümeti, Mondros Mütarekesinden
sonra, İttihat ve Terakki Partisi ileri gelenlerinin kaçması ve “İttihatçılığın”
ülkenin felâketine sebep olan bir hareket olarak kamuoyuna aksetmesi,
İstanbul Hükümetinin de bir propaganda malzemesi daha bulmasına sebep
oluyordu. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını ”İttihatçılık” hareketi olarak
yaymaya çalışmışlardır(Taçalan,1971; 202).

Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı bu harekete karşı, Şeyhülislam’dan


fetva alınması ve bu fetva suretlerinin İngiliz uçakları ile Anadolu üzerine
atılması, milletin düşman işgaline karşı protestosunu ifade eden mitinglerin
yasaklanması isyanları tezgâhlayarak Milli Mücadele’yi felce uğratma
gayretleri ve her çeşit bozguncu propagandalar İstanbul Hükümeti’nin yaptığı
olumsuz çalışmalardır (Özalp, 1985; 50 ve Gençosman,1980; 64).

Milli Mücadeleye karşı, çıkan isyanlar, İstanbul Hükümeti’nin bozguncu


propagandasının etkili gücünü göstermesi bakımından önemlidir.
Anadolu’nun çeşitli yörelerinde çıkan isyanlarda, isyanı çıkaranlar: Padişah,
halife ve din adına böyle bir harekete giriştiklerini, Ankara’daki Mustafa
Kemal ve arkadaşlarının, Bolşevik, padişah ve din düşmanı olduğunu
söyleyerek, halkı kandırmışlardır(Şehitoğlu,1975; 56).
78

Araştırmacı Rahmi Apak, Ahmet Anzavur’un Halk arasında daha etkili


olmak amacıyla dini terimleri çok sık kullandığını ifade ederek onun şu
sözünü naklediyor;

” Göğsümde iman, başımda Kur’an, elimde Ferman olarak, kırpık


bıyıklı subayların hepsini keseceğim”.

Ayrıca yine gazetelerde Milli Mücadeleye karşı ayaklanan Ahmet


Anzavur’a paşalık verileceği ve Balıkesir Mutasarrıfı yapılacağı da yazılmıştır.
İtilaf devletleri, Anadolu’daki çete başlarını kullanarak adeta kardeşi kardeşe
kırdırmış. Anadolu halkı çetelerle, içlerindeki işbirlikçilerle ve bir de toprakları
işgal eden itilaf devletleri ile mücadele etmek zorunda kalmıştır.Bunun en
güzel örneği ise, Edremit Kaymakamı Şehit Hamdi Bey’in mücadelesidir.
Şöyleki: Yahya Akyüz’ün 28 Mart 1994 yılında Atatürk Araştırmaları Merkezi
Dergisinde” Şehit Hamdi Bey’in Son Günlerine Ait İki Orijinal Mektup”adlı
araştırmasında özellikle milli mücadele dönemini 16-17 Şubat 1920 tarihini
kapsayan bu belgelerde Hamdi Bey’in çetelerle ve işgal kuvvetleri ile nasıl
mücadele ettiği anlatılmaktadır.

Bu iki mektup Hamdi Bey’in yaşamının son iki gününde, çok kritik bir
anda, ona Agonya’dan yardımcı güçler sağlayıp bunları Yenice’de
silahlandırmak ve Biga’ya Hamdi Bey’in emrine gönderilmesini sağlamak
amacıyla yazılmıştır. Milli mücadele dönemimini konu alan bu mektubun
sahibi olan Hamdi Bey hakkında kısa bilgi verecek olursak;

Hamdi Bey: 1886’da Makedonya’nın Köprülü kasabasında doğmuş,


Mekteb-i Mülkiye’yi (Siyasal Bilgiler Fakültesi) bitirmiştir. Çeşitli kazalarda ve
en son Edremit’te Kaymakamlık yapmıştır. Bu sırada, millî hareket ve
eylemleri nedeniyle İstanbul Dahiliye Nezareti tarafından görevden alınan
Hamdi Bey, bir örgütçü ve savaşçı olarak Kuvâ-yı Milliye içinde çalışmıştır.
Tebliğimizde belirttiğimiz gibi, en son Biga’da Teşkilât-ı Milliye Grup
Kumandanı olarak görev yapmış, bu sırada Dramalı Rıza Bey ile, Gelibolu
yakınlarında Akbaş’da bulunan, Fransız koruması altındaki silâh ve cephane
depolarına baskın ve malzemeyi Anadolu sahiline taşıma gibi olağanüstü bir
kahramanlığı gerçekleştirmiştir. Atatürk, Nutuk’ta bu olaya değinir ve
“Köprülülü Hamdi Bey adında kahraman bir arkadaşımız” ifadesini kullanır.
79

Hamdi Bey, 17 Şubat 1920 günü, Biga dağlarında, Anzavur ve Gâvur İmam
yandaşları tarafından yakalanıp işkencelerle şehit edilmiştir. Kabri, Biga
şehitliğindedir.

Koyuneli merkezinden (şimdiki Hamdibey kasabası) Sayın Musa


Gültekin’den aktaran Akyüz , Hamdi Bey’in vatanseverlik duygularını ilginç
biçimde ortaya koymaktadır: “Koyuneli’den Ali Onbaşı adında bir kahraman
vardı. Çanakkale Savaşlarına katılmış, Kuvâ-yı Milliye içinde Hamdi Bey ile
beraber çalışmıştı. Hamdi Bey’e şöyle bir soru sorduğunu söylerdi:
‘Beyefendi, Edremit’te Kaymakam iken hergün traş oluyordunuz. Şimdi ise
sakallarınızı kesmiyorsunuz. Sebebi nedir?’ Hamdi Bey şu cevabı vermiş: ‘-
Ne zaman İzmir’i düşmandan kurtaracağız, o zaman İzmir’de kordonda
ayakta traş olacağım” ifadesini kullanmıştır.

Bu bağlamda Milli Mücadele Dönemi kurulan zararlı cemiyetlerde bir


taraftan Milli Mücadeleyi baltalamaya çalışıyorlar diğer taraftan ise Türk
vatanının bölünmesini ve üzerinde sözde etnik bir yapıya dayalı devletlerin
kurulmasını amaçlıyorlardı. Milli Mücadele Dönemi Anadolu ve İstanbul
basını ayrıca Milli mücadeleyi destekleyen gazeteler ve bu mücadelenin
karşısında olup İttifak devletleri ile beraber çalışan gazeteler, cemiyet ve
dernekleri tezimizin ilerleyen bölümlerinde geniş olarak yer alacaktır.
80

III. BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE BASINI

3.1. Meşrutiyetten Mütareke’ye Türk Basını

Millî Mücadele Dönemi Basını, Türk Basın tarihinin ara dönemlerinden


biridir. Özellikle üzerine inşa edilen Meşrutiyet basını, Millî Mücadele
basınının temelini oluşturmaktadır. Gazete ve gazetecilik Türk toplumunda
kıymeti anlaşılamamıştır. Gazete koleksiyonları hiçbir kütüphanede tam
değildir. Bu da ciddi bir basın tarihi yazmayı zorlaştırmakta hatta neredeyse
imkânsızlaştırmaktadır(Ayhan,20007:235).

II. Meşrutiyet Dönemi, İttihat ve Terakki’nin özellikle Balkan ülkelerinde


örgütlenip Abdülhamit’i tahtan indirmesiyle başlayan bu dönem, 31 Mart
Vakası’ndan sonra, iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki’nin dönemidir. II.
Meşrutiyet, Batılılaşma etkilerinin etraflı bir şekilde ve bir siyasi program
biçimde uygulamaya konulduğu bir dönem olmuştur(Alkan, 1992; 186).

23 Temmuz 1908 yılında ilân edilen II. Meşrutiyet’in etkilerini bugün


bile günlük hayatımızda görmekteyiz. Örneğin Liselerde okutulan sosyoloji
dersleri Durkheim ekolünün düşüncelerine dayanmaktadır. Bunun nedeni
Ziya Gökalp’in, Durkheim’den etkilenmiş olmasıdır. Hatta bu anlamda
Atatürk’ün reformları da kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Sanata verilen
önem, laiklik ilkesinin kesin kabulü, kadın haklarının benimsenmesi gibi çok
önemli reformların hepsi İttihatçılarca düşünülmüş ve bir bölümü
gerçekleştirilmeye çalışılmıştır (Turhan,1991:95).

1908-1919 arasındaki II. Meşrutiyet dönemi, Devletin çözülüşüne


rağmen bir düşünce bolluğunun yaşandığı, Taşkıran’ın “Büyük Umutlar”
devri, Ziya Gökalp’in “Yeni Hayat’’ diye nitelediği, Osmanlı’da vatandaşlık ve
kadın eşitliği fikirlerinin gündemi belirlediği bir dönem olmuştur (Göle
1993:33). “Meşrutiyet’in ilânıyla beraber hemen herkesin her şeye
karışabileceği, hatta karışması kanaati doğmuştu. Cemiyet hayatına miting
81

gibi yeni mefhumlar giriyor, hatip gibi çok eski mefhumlar ise kalabalıklar
önünde söz söyleyenleri anlatmak için kullanılarak çok köklü değişikliklere
uğruyordu” (Birinci ,2001:134-135).

Böylece her şeyin anlamı değiştiği gibi, yapılan eylemlerin ve eylemde


bulunanların içi boşaltılarak, hayatı kuşatan bütün alanlar
anlamsızlaştırılmaya başlamıştır. Bu dönemin diğer bir özelliği eğitim
olgusunun farklılığıdır. Modern eğitim bu dönemde toplum tarafından
kanıksanmış ve eğitim bir “kitaplar evreni” üzerine kurulmuştur (Mardin,
1997; 225).

Kitap üretimi, bilgiyi sözlü olmaktan çıkarmış, yazılı hâle getirmiştir.


Kişilerin saygınlığı dini bilgi veya kutsal gelenekten değil, üretebileceği
bilginin seviyesi oranında bilgiden kaynaklanmıştır. Bu durum gazetecilikte
olağanüstü bir durum yaşanmasının nedenlerinden biri olmuştur. Otuz yıllık
suskunluğa tepki olarak 24 Temmuz 1908 günü gazeteler, gazetelerini
sansürün denetiminden geçirmeden İstanbul halkına sunmuşlardır. Bu,
Meşrutiyet sisteminin yıllardan beri özlenen hürriyet ve basın özgürlüğü
kavramlarının, pratikte ifade bulmasıdır. Gazetelerin başlığında ufak bir
devlet bildirisiyle ilan edilen Meşrutiyet, gazetelerin sansürsüz çıkacağını
âdeta müjdelemiştir (Yalçın, 2000; 36-38).

Böylece her aklından geçirenin, her canı çekenin sokak başına çıkıp
nutuk çekmesi gibi gazete ya da dergi çıkaracağı bir ortam oluşmuştur.
Çıkarılan gazetelerle basın alanında bir patlama olmuştur. Ancak buna basın
patlaması demekten çok basın çılgınlığı demek daha uygun düşecektir. İki ay
içinde 200’ün üzerinde gazete imtiyazı alınmış, gazete tirajları 2.000 den
50.000’e kadar yükselmiştir (Koloğlu, 1994; 54-59).

Eli kalem tutan ve parası olanlar birkaç sayı bile olsa bir gazete
çıkarmakta, parası tükenince de gazete matbuat hayatına veda etmektedir.
Türkiye’de II. Meşrutiyetin ilk yılların İstanbul’unda 607 adet gazete
yayınlanmıştır. Bu bize özgürlük adına gelen İttihat ve Terakki’nin istibdat
yönetimi kurduğunu gösterir. II. Meşrutiyetin ilanından, 1918 sonuna kadar on
buçuk yıllık bir dönem içerisinde 918 gazete ve dergi çıkarılmıştır.
82

Osmanlı’da ilk defa matbuatın devlet hayatı üzerinde, kayıtsız ve


kaidelerden uzak bir şekilde kalem oynatmaya başladığı zaman olan II.
Meşrutiyet, okuyucu anlamında da ilginç bir tablo çizer. Okuyucu yazılı
şeylere olan inancı yüzünden yazılan her şeye inanmaktadır. Bu yüzden
birkaç satırlık en küçük bir haber dahi büyük akisler yaratabilmektedir. Bu
arada sadece devletin icraatı değil, devlet adamlarının hayatlarının en
mahrem safhaları dahi matbuatın mevzuu olmuştur (Birinci, 2001; 137). Bu
dönem ortaya çıkan parti gazeteleri aydın çevreleri kışkırtmada önemli rol
oynamışlardır. Yeni yayınlanan gazetelerin çoğu iktidara muhaliftir (Topuz,
2003; 60).

Basın çılgınlığına karşın hükümet, 16 Temmuz 1909 yılında Basın


Kanunu’nu çıkarmış, basın ipotek altına alınmıştır. İlk olarak bu dönemde
sansürün en kısa yolu, Gazetecinin vurularak diğerlerinin ibret alması için
sokak ortasında öldürülmesi gerçekleştirilmiştir. Öldürülen gazetecilerin ilginç
bir özelliği; etnik azınlıklardan yana taraf tutmasıdır. İttihat ve Terakki ise
Türklük ideolojisi ile bunlara çok sert cevaplar vermek zorunda kaymıştır (
Yalçın, 2000; 218) .

İttihat ve Terakki’nin iktidarı, döneminde gelişen olaylar ve savaşlar,


ister istemez devletin politika olarak olağanüstü şartlara ait kanunları
yürürlüğe koymasına neden olmuştur. 1912’den 1922 sonuna kadar süren
savaşlar zamanının büyük bir bölümünde Osmanlı Devleti, İttihat ve Terakki
yönetimde bulunmuştur. Daha önce Osmanlı zihniyetiyle birlikte bir arada
yaşayarak haklar isteyen uluslar artık kendi devletini istemekte, Avrupalı
ülkelerden de destek görmektedirler. Birliği sağlamak için zor kullanan iktidar,
aynı zamanda Abdülhamit dönemini aratır bir portre çizmiştir. İttihat ve
Terakki’nin ilk yedi yılı, basın açısından oldukça hareketli olmuştur. Büyük
trajlar sağlanmış, okuyucuya yeni şeyler verilmiş, gazetecilikte büyük
gelişmeler yaşanmıştır. Gazeteler günlük bir tüketim aracı olma yolunda
büyük mesafeler kat etmişlerdir. Baskı kalitesi ve sayfa düzenleri gelişmiş,
gazetelerde telefon kullanılmaya başlamıştır (Koloğlu, 1994; 58).

Yurtdışına ilk olarak bu dönemde gazetecilik eğitimi için öğrenciler


gönderilmiş, gazetecilik meslek olarak toplum nazarında yer edinmeye
başlamıştır. II. Meşrutiyet basınının bunlara ilâveten en büyük özelliği,
83

ideolojik ve siyasi akımların toplumda yer bulmasıyla, bu akımların gazete


sütunlarına taşınmasıdır. Türkçülük, İslâmcılık ve Batıcılık en önemli siyasi ve
fikri akımlardır. Ayrıca bu dönem, ilk sosyalist düşüncelerin zuhur ettiği ve
sosyalist düşünceye sahip gazetelerin çıkarıldığı dönemdir. Azınlık
gazeteciliği de bu dönem oldukça ivme kazanmıştır. Ermeniler, 1910-1914
yılları arasında en parlak gazetecilik dönemini geçirmişlerdir (Yust, 1995;
Koloğlu, 1994; 60).

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte basına zorunlu olarak


bir kontrol mekanizması getirilmiştir. Gazete ham maddelerinin ülkeye
girmesinin zorlaşması ve gazeteler üzerindeki baskı neticesinde birçok
gazete kapanmış, iktidar yanlısı olanlar ayakta kalabilmişlerdir. Dört yıl süren
bu savaş halkı büyük sıkıntılara sokmuş, basın da bundan nasibini almıştır.
Osmanlı Devleti’nin savaşa girdiği yıl, 73 gazete ve dergi çıkmaktadır. 1915
yılında, gazete ve dergi sayısı 6’ya düşmüştür. 1916’da sayı 8’e çıkmış,
1917’de ise sayı 15 olmuştur. Savaş bitmesine yakın gazete ve dergi sayısı
savaşın başlangıç dönemine yaklaşmış, yayınlanan gazete sayısı 71’e
çıkmıştır (Öztoprak, 1981;7).

Savaş dönemi gazete sayısının azalmasının nedeni, sıkıyönetim ve


kâğıt sorunudur. İktidar taraftarı gazeteler ayakta kalmış, diğerleri ise
olumsuz şartlarda yayınlarına ara vermişlerdir. Birinci Dünya Savaşı, aynı
zamanda propaganda gazeteciliğinin Osmanlı’da başladığı dönemdir. Birinci
Dünya Savaşı’nda propaganda olarak Türkçe, Arapça ve Hintçe gazeteler
çıkarılmıştır. Çıkarılan bu gazeteler, Türkçe ve Arapça olanlar Irak ve
çevresindeki asker ve aşiretlere, Hintçe gazeteler ise, İngiliz komutası altında
görev yapan Müslüman askerlere dağıtılmışlardır (Avşar, 2004; 73).

3.2. Mütareke Basını

30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile


birlikte yeni bir döneme girilmiştir. Bu dönem Mütareke dönemidir. Mütareke
dönemi, basın açısından “ne oldu-ne bitti, ne yapılacak-ne yapılması
gerekir?” sorularının tartışıldığı bir dönemdir. Özellikle İttihat ve Terakki’nin
iktidarı bırakıp liderlerinin Avrupa’ya kaçmaları üzerine, İstanbul’da siyasal
84

yönetim olarak büyük boşluk doğmuştur. Padişah ve onun zümresi de


Müttefiklerin dayattıkları şartları mümkün olduğunca kabul ederek uzun süre
iktidarda kalabilmek arzusunda görünmüşlerdir (Ahmed, 1999; 64).

İttihat ve Terakki’nin yerine Hürriyet ve İtilâf Partisi’nin iktidara


geçmesiyle birlikte bunları destekleyen yayın organları, İttihat ve Terakki’yi
eleştirmek ve ülkede ikilik çıkartmak ve muhalefet basını ezmek için
ellerinden geleni yapmışlardır. İktidar basını, ikilik çıkarmakla kalmamış bütün
Türk milletini kötüleyecek kadar düşüncelerini ileri götürerek toplumda
düşünce olarak neler oluyor, sorusunun sorulmasına neden olmuşlardır.
Geçmiş kötülenirken mevcut devlet sistemine de saldırılmış, siyasal hınç her
şeyin önüne geçmiştir. Sadece İstanbul değil, Anadolu şehirlerinde de durum
aynıdır. Örneğin İzmir’de etnik azınlıkların çıkardıkları gazetelerin İttihat ve
Terakkiye yaptığı saldırılardan önce Hürriyet ve İtilâf Fırkası taraftarı
gazeteler aleyhte kampanya başlatmışlardır (Arıkan ,1989: 40).

Mütareke Dönemi, aynı zamanda Millî Mücadele’nin başlangıç


dönemidir. Ülkenin içine düştüğü durumdan nasıl kurtulacağı sorusuna
verilecek cevaplar, basında Millî Mücadele’yi başlatmıştır..

Devletin “resmen” etkisiz kalıp, vatandaşın vatan savunmasına giriştiği


bir durumda basının tavrı önemlidir. İşgal altında kalan yerlerdeki gazetelerin
ya sustuğu ya da işgalciler lehinde yayın yaptığı görülüyordu. Özellikle
başkent İstanbul basını, bu konuda “Mütareke Basını” kavramının, iğneli bir
muhteva ile doğmasına sebep olmuştu. Zira birçok tanınmış gazeteci ve
gazete, vatan savunmasına koyulanları “maceracı, eşkıya, İttihatçı” vb.
küçümseyici tabirlerle dışlarken, işgalcilerle işbirliği içinde olma anlamında
“manda”nın gerekliliğini, İngiliz, Fransız, Amerikan mandalarını savunuyor,
hatta bu ülkelere davetler çıkarıyorlardı. Amerikan, İngiliz mandacılarının
aydın kesim içinde etkisi büyümüştü. İşte vatansever insanlar gibi,
gazetelerin de millî bir tavır alamayarak işgalcilerle aynı cephede
gözükmeleri, “Mütareke Basını” kavramıyla ifade ediliyordu(Ayhan,2007:240)

İşgalcilerle işbirliği, devletin üst zirvesinden en alt piramidine kadar


değişik vesilelerle sürdüğü bir zamanda basının da bundan etkilenmesi
doğaldır. İstanbul basınından bazıları, (Sabah, Alemdar, Peyam gazeteleri
85

gibi) Ateşkes’in gelmesiyle birlikte basın üzerinden sansür de kaldırılınca, o


zamana kadar iktidarda bulunan İttihatçılardan korkarak yapamadıkları
yayıncılığı, İttihatçılara karşı bir saldırıyla yayın hayatlarının çizgisini
değiştirmişlerdir. Ayrıca yeni hükümet, İttihat ve Terakki’nin siyasi olarak
sürgüne gönderdiği siyasi suçlular için Ekim’de genel af ilan etmiştir. (Criss,
1993; 74).

Böylece İstanbul basını, gerekli yasal desteği ve insan gücünü


bulmuş, bu durum bir anlamda II. Meşrutiyet’in ilk ilan edildiği dönemi
çağrıştırmıştır. Basın özgürlüğü, siyasi aflar geçmişin kötülenmesi ve yeni
gözdelerin ortaya çıkması. Bir müddet sonra eskiye dönüş başlamıştır.
Sadece kişilerin değiştiği aynı yapılanma ve sorunlar, iki dönem için de aynı
özellikleri taşır. Mütarekeyle birlikte Bab-ı Âlide türeyen muhalefet basını, dört
tarafa zehir saçmaya başlayarak Türk milletini harp suçlusu durumuna
düşürmek için adeta birbiriyle yarış etmişlerdir. Diğer taraftan milliyetçi
basının sesi ise, muhaliflerin gücü, yenilginin verdiği eziklik ve hükümetin
muhalif gazetelerin desteğinde olan İtilafçılardan teşekküllü olması nedeniyle,
gittikçe kısılmıştır (Dursunoğlu, 1998; 28).

Mütareke Dönemi, iktidara gelen Hürriyet ve İtilâf Fırkası’in desteğiyle,


Ali Kemâl’in Peyam-ı Sabahı, Refi Cevat Ulunay’ın Alemdar’ı, İngiliz Muhipler
Cemiyeti üyesi ve aynı zamanda onların sözcüsü konumunda olan Sait
Molla’nın Yeni İstanbul gazetesi, Millî Mücadele aleyhtarlığıyla ön plâna
çıkmışlardır. Daha sonra mizah türünde yayınlanan Refik Halid’in Aydede’si,
bu gruba eklenmiştir. Millî Mücadele lehine yayın yapan önemli gazeteler ise,
Yeni Gün, Akşam, Vakit, İleri, İkdam, Tasvir-i Efkar, Tanin, Güleryüz, Büyük
Mecmua’dır (Gevgili, 1983; 211).

İstanbul’da aynı zamanda yoğun şekilde propaganda yapan Rum ve


Ermeni gazeteleri vardır. Birde bu gazetelere Beyoğlu çıkışlı yabancı
gazeteler eklendiğinde İstanbul’un renkli gazetecilik hayatı ortaya
çıkmaktadır. Rum basını ikiyüzlü ve Pontus milliyetçisi bir yaklaşımla yayın
yapmaktadır. Bu gazeteler İstanbul halkı üzerinde etkili olmaktadırlar.
Anadolu’da yayınlanan gazetelerin Yunanlılarla ilgili bazı haberler de,
İstanbul’da yayınlanan Rumca gazetelere aittir. Millî Mücadele Dönemi’nde
azınlık basın olarak Rum ve Ermeni basını, birbirlerinin toprak taleplerini
86

destekleyen ve bu yolda yazı yazan bir tutuma sahiptirler. Birbirlerinin


düşmanı ortak olduğu için, aynı payda üzerinde anlaşabilmektedirler.
Mütarekeden sonra Osmanlı Meclisine dönen Rum ve Ermeni milletvekilleri,
Rum ve Ermeni muhacirler için teklifler vererek tehcir olayından dolayı olaya
katılanların cezalandırılması için kanun teklifleri dahi hazırlamışlardır (Çiçek,
1990; 296).

Daha sonra bu baskılar nedeniyle İstanbul’da Millî Mücadele


hareketinin başlatan sembol olaylardan Boğazlıyan Kaymakamı Kemâl Bey’in
tehcirden dolayı asılması gerçekleşmiştir. İdam olayı, dönemin gazetelerine
uygulanan sansür nedeniyle gerekli ilgiyi görmemiş, idam olayı ile ilgili
neredeyse hiç haber çıkmamıştır. Sansür ekipleri tarafından gazeteler değişik
şekillerde kullanılmışlardır. Sansür ekipleri kendi aralarında vazife taksimi
yaparak Mütarekeden sonra, İtilâf Devletleri’ni memnun etmek için kurulan
sözde Ermeni soykırımını araştıran Divan-ı Harp’te, milliyetçi kesim üzerine
terör estirmiştir. Şahit bulunamadığı zamanlarda da gazetelere ilan vererek
şahitler aramış ve buna göre birçok kişiye idam cezası verilmiştir (Berkem,
1960; 49-50).

Bu dönemde aynı zamanda Mütareke Antlaşması’yla Sivas


Kongresi’ne kadar devam eden süreçte bir mandacılık olgusu yaşanmıştır.
Bu mandacılık konusunda başı, bazı gazeteciler çekmişlerdir. Mandacılar iki
ülke üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bunlar İngiliz ve Amerika devletidir.
Mandacılar, İngiliz ve Amerikan taraftarlıklarını resmîleştirmek için cemiyetler
kurmuşlardır. 4 Aralık 1918 tarihinde İstanbul’da Wilson Prensipleri Cemiyeti
kurulur. Üyelerine bakıldığında bunların çoğunluğunun gazeteci ve devletin
ileri gelenleri olduğu görülür. Dönemin ileri gelen kadın muallimlerinden ve
Türk Ocağı’nın ileri gelen üyelerinden Halide Ediple beraber, Celalettin
Muhtar, Ali Kemâl, Hüseyin Avni’nin kurduğu cemiyetin Faaliyet Heyeti’nin
tamamı gazetecilerden oluşmaktadır. Bunlar; Ati ve İkdam gazeteleri
başyazarı Celâl Nuri, Akşam gazetesi başyazarı Necmeddin Sadık, Zaman
gazetesi başyazarı Cevat, Sabah başyazarı Ali Kemâl, Yeni Gazete
başyazarı Mahmud Sadık, Vakit başyazarı Ahmet Emin, Yeni Gün başyazarı
Yunus Nadi’dir (Ayhan,2007:243)
87

Basın, Mütareke Dönemi Başkan Wilson’a ve ABD’ye karşı, sempati


duymaktadır. Servet-i Fünun, Köylü, Ses, İkdam, Serbesti, Vakit, Zaman gibi
gazeteler destekte ön plâna çıkarken, Minber, gazetesi bu düşünceye karşı
gelmektedir . Dernek, Amerika Başkanı Wilson’a 5 Aralık 1918’de ilk icraat
olarak bir muhtıra göndermiştir. Buna göre ABD, Müttefikler ile arabuluculuk
yapma ve ordusuz bir Türkiye’nin varlığını sürdürme konusunda destek
olacaktır. Muhtırada imzası bulunanlar yine aynı isimlerdir: Halide Edip,
Yunus Nadi, Ahmet Emin, Celâl Muhtar, Velid Ebüzziya, Ali Kemâl, Celâl
Nuri, Necmeddin Sadık, Mahmut Sadık, M. Cemâl ve ismi okunamayan iki
kişi vardır. Aynı ekip İngilizlere de başvurarak Amerikanların Türkiye’yi
mandasına almaları için yardımcı olmasını isterler (Topuz, 2003; 99).

Amerikan mandasını cemiyet kurulmadan önce başlayarak en hararetli


savunan Ahmed Emin, seri makalelerle alt yapı oluşturmaya çalışmıştır.
Atatürk’ü de ikna etmeye çalışan Halide Edip’le, Rauf, Ahmet üçlüsü en önde
gelen Amerikan mandacıları olarak tanınmışlardır. Bu üçlüyle, Mütareke
döneminde İstanbul ve Orta Doğu’ya gelen bütün Amerikan heyetleri temasa
geçmişlerdir. Mandacılar içinde dikkat çeken gazetecilerden bir diğeri,
Abdullah Cevdet’tir. Abdullah Cevdet Amerikan Mandasını, özellikle
istemektedir. Gazetecilerle birlikte Amerikan mandasını, diğerlerine göre
“ehven-i şer” olarak kabul edebileceği görüşünü savunan sivil ve askerî
şahsiyetler bulmak mümkündür. Bunlar Kara Vasıf, Ahmet Rıza, İzzet, Cevad
Paşa, Çürük sulu Mehmed Paşa, Reşat Hikmet, Cami, Sadi ve Esad
Paşa’dır. Bunların hepsi dönemin etkin ve yetkin, siyaset ve devletin ileri
gelenlerindendir. “Dönemin önemli gazetelerinin başyazar ve sahipleri
cemiyetin ileri gelen üyeleri arasında yer almaktaydı. Bu durum başlangıçta
Cemiyetin Türk basını tarafından desteklendiği yönünde bir kanaatin
oluşmasına sebep olmuşsa da, özellikle Söz ve Serbesti gibi gazetelerin
cemiyeti şiddetli bir şekilde protesto etmeleri söz konusu havanın kısa
zamanda kaybolmasına yol açmıştır” (Şahingöz, Keleşyılmaz ,1996; 61-365).

Mütareke’de İngiliz taraftarlığı ise mandacılıktan öte bir hayat tarzı


olarak karşımıza çıkmaktadır. Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kurulduğu
zamanlarda, Yeni İstanbul gazetesinde Sait Molla, kurtuluşu İngilizlerde
88

gören yayınlar yapmaktadır. Aynı zamanda Danıştay üyesi olan bu zat, 20


Mayıs 1918’de İngiliz Muhipler Cemiyetini kurmuştur(Ayhan, 2007:246 ).

Sarayın desteklediği bu cemiyetin üyeleri arasında daha sonra infaz


(linç) edilecek Ali Kemâl, Sadrazam Damat Ferit Paşa ve İngilizlerin dönemin
etkili ismi (ajan) Papaz Frew’de yer alacaktadır. Sait Molla’nın aynı zamanda
Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin Genel Merkez üyeliğine seçilmesi (Topuz,
2003;113), işgal kuvvetleri, iktidar, basın ilişkilerinde, ağırlığın İngilizlerden
yana döndüğünü göstermektedir. İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin yirmiden fazla
şubesi ve 50.000 üyesi vardır. Sait Molla’nın gazetesi daha sonra kapatılmış,
kapanan gazetesinin ardından ise Molla, yeni bir gazete olarak Dersaadet
gazetesini çıkarmıştır. Alemdar gazetesinden Ali Kemâl Bey’le, atışmış olan
Sait Molla, Türk düşmanlığını iyice artırmıştır. Bu konuda her kesimle işbirliği
yapacak zihniyet ve kabiliyette olduğunu göstermiş (Tunaya ,1999 ;67) olan
Sait Molla, 150’likler listesiyle birlikte, yurt dışına sürülmüştür. Sait Molla, 12
Ocak 1921 tarihli Hakimiyet-i Millîye gazetesine göre adli olaylar yüzünden
İstanbul zabıtasınca yakalanmış, yakalanmadan önce firar edip İngilizlere
başvuran Sait Molla’nın isteği ise geri çevrilmiştir. Mütareke sonrası oluşan
durumda ortaya çıkan çözümsüzlük yolları, insanların mandacılık fikrine sıcak
bakmalarını sağlamıştır.

İstanbul’da beş çeşit fikir, Mütareke dönemi insanların zihnini meşgul


etmiş bu düşünceler basına yansımıştır. Bunlardan birincisi, millî duyguları
harekete geçirerek bağımsızlık yanlısı olanlar, ikincisi olumsuz durumu
İttihatçılara yükleyip, bunları Müttefiklere teslim niyetinde olanlar, üçüncüsü
Rus devriminden etkilenen solcu akımlar, dördüncüsü azınlıkların devletten
ayrılma isteği, beşincisi ise Millî Mücadele’yi fiilen desteklemek için,
Anadolu’ya silâh ve cephane kaçıranlardır. Bu fikirlere ilâveten çeşitliliğe,
mandacılığı, saray taraftarlarını ve günü birlik yaşayıp herkesle işbirliği içinde
olanları da eklemek gerekir(Ayhan ,2007:245).

Basın iktidar ilişkileri bu dönem çok iyi değildir. Mütareke’den hemen


sonraki Ocak ayında İttihatçılar tutuklanırlar ve gazeteler bu konuda taraf
olarak siyasi kimliklerini ortaya koymaya başlarlar. 9 Şubat 1919’da
yayınlanan kararnameyle basına sansür gelir. Bu sansür Sultan Vahideddin
sansürüdür (Oral ,1968; 224).
89

15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgaliyle birlikte İstanbul’da gazetelerin


safları artık belli olmuştur. Bu saflar Anadolu milliyetçilerinin örgütlediği Kuva-
yı Millîye’ye taraftarı olanlar ve diğer tarafta İstanbul’un meşruiyet zemini olan
Osmanlı düşüncesinde ısrar ederek Millî Mücadele aleyhinde olanlardır
(Koloğlu, 1994: 60).

Basın tarihini, dönemlerin toplumsal durumundan hareketle, genişleme


ve kasılma Kavramları çerçevesinde değerlendiren Mazıcı, mütareke dönemi
basınını gelişme kavramlarıyla açıklar. Ancak, Mazıcı’nın bu dönem için iddia
ettiği gibi basını çeşitlilik ve demokrasi kavramları çerçevesinde
değerlendirmek oldukça zordur. Ülkede iki başlı ve başsızlığın hâkim olduğu
bir siyaset güdülmesi, İstanbul’un Anadolu basının denetleyecek güçte
olmaması ve Anadolu Hükümeti’nin başlangıçta kendi basınına yön verecek
hukuksal ve idari yapılanmayı sağlayamaması, basının serbestliğinde ve
basın çeşitliliğinde önemli bir etken olmuştur. Mütareke dönemi, ülke
hakkında herkesin söyleyecek bir sözü ve savunacak bir fikri vardır. İnsanlar
bu düşüncesini eyleme geçirmek için harekete geçmişlerdir. Fakat karşı
düşüncede olanlarla da savaşmak zorundadırlar. Bu zamanlarda toplumun
çekirdeğinin patlayıp yeni filizlerin ortalığı kapladığı an olarak, fikirler için silâh
kadar gazete de lâzımdır( Ayhan, 2007:246).

Criss (1993; 75-76) “İşgal altındaki İstanbul’da basına topluca


bakarken toplam on bir Türkçe gazete çıktığını söyler. Gazeteler hükümetin
emriyle bazen kapatıldığı için aynı gazete, o gazeteyi çağrıştıran yeni bir adla
yayınlanmaktadır. İstanbul gazetelerini tasnif ederken Anadolu yanlısı
olanları, Tevhid-i Efkâr, Vakit, İleri, İkdam, Akşam olarak sayar. Tercüman-ı
Hakikat ise siyasi olarak taraf tutmamaktadır. Tanin, millî bir yaklaşım sahibi
olmasına rağmen, anti-Kemâlist’tir. Peyam-ı Sabah, Alemdar, Serbestî
aleyhte yayın yaparlar. Takvim-i Vekâyi’den resmî gazete olarak söz etmeye
gerek yoktur. Yalnız o ortamda Karagöz, Zümrüt, Akbaba, Diken adlı mizah
gazeteleri çıkar. Karagöz, Anadolu yanlısı karikatürlerle çıktığı halde
kapatılmadan yayınına devam eder. Bu dönem gazeteleri siyasi tercihlerini
açıkça belirtmişlerdir. Ya Kuva-yı Millîye’ci ya da onun aleyhindedir. Diğer
dillerde çıkan gazeteler, dikkat çekici farklar ortaya koyar. Fransızca çıkan
altı gazete içinde Siyonist, Türk taraftarı, aleyhtarı, Yunan yanlısı olanlar
90

kadar değişik bakış acıları mevcuttur. İşgalci İngiliz askerlerinin okumaya


izinli oldukları yegâne gazete, İngilizce çıkan The Orient News’dir. Gazetenin
1919’da İngiliz işgal yetkililerince kurulduğu tahmin edilmektedir. Osmanlı
azınlıklarının gazetelerine gelince Ermenilerin beş gazeteleri vardır. Biri
Komünist Hınçak Partisi’nin yayın organı, diğerleri ılımlı gazeteler
durumundadır. Anadolu’da Ermenice yayın yapan gazeteler bu rakama dahil
değildir.

Anadolu’da garip bir fesat ittifakı kurulmuştur. Türk köylerini yakıp-


yıkan Ermeni çetelerinin tahribatı, nasıl Yunan işgali altındaki bölgelerde
sürüyorsa; Ermenice basın da benzeri bir anlayışla işgal bölgelerinde çıkar.
Adana’daki Ermenice gazeteler bunlardandır. Yalnız 1921 Kasım’ında
Fransızların bu şehrimizden çekilmesi üzerine, Adana’daki Ermenice
gazeteler de yayınlarını durdurarak yayın ekibi ve matbaalarıyla birlikte, bu
şehri terk ederler (Çiçek, 1990; 299).

Yalnız sona doğru Ermeniler, Avrupa’dan ümidini kesip Türklerle


geçmiş problemleri unutarak barış içinde yaşama zemini ararlar. Azınlıklar
içinde en çok gazete sahipliği ise Rumlarındır. Yedi gazete çıkaran Rumlar
düşmanca bir tavırla, birçok konuda istismarcı ve propagandacı bir yayın
içindedirler. Yahudilerin ise ikisi Hahambaşılığın resmî sözcüsü olmak üzere
dört adet gazeteleri vardır (Criss, 1993: 78).

Mütareke Dönemi basını, Millî Mücadele basını için bir geçiş


dönemidir. Her geçiş döneminde olduğu gibi bu dönem gazetelerinde de
kafalar karışık, kimse ciddi olarak ne istediğini bilmemektedir. Mandacılar,
işbirlikçiler ve azınlık basını, Müttefik güçlerin ve İstanbul Devleti’nin gücünü
arkasına alarak basın alanında hâkimiyet kurmuşlardır.

3.3. Milli Mücadelede İstanbul Basını

I.Dünya Savaşının sonlarında İstanbul basını savaşın getirdiği sıkıntı


ve yokluğa rağmen oldukça hareketli ve canlıydı. Milli Mücadele yıllarında
İstanbul’da çıkan gazete sayısı o yıllar için oldukça fazla sayılabilir. Çünkü
biryandan savaş sonrasında yaşanan yoklukların getirdiği kağıt, mürekkep,
matbaa harflerinin bulunamayışı: diğer yandan işgal kuvvetlerinin basına
91

rahat vermeyişi, sansürün amansızlığı göz önüne getirilirse, basının içinde


bulunduğu sıkıntı ve baskı daha iyi anlaşılabilir. İstanbul basını Milli
Mücadele boyunca sansürden kurtulamamıştır. 24 Kasım 1918 tarihli
gazetelerde İstanbul Hükümeti’nce gazetelere sansür konacağı yolunda
çıkan haberler 2 Aralık’ta sansürün konuşuyla doğrulanmış oldu. Yayınlanan
tamime göre, İtilâf Kuvvetlerinin askeri hareketi üzerine, tahrik edici yazılar,
genel olarak şahsi münakaşalar, hükümet şekli değişikliğine dair yayınlar
devlet çıkarına aykırı yayınlar yasaklanıyordu. Sansür kararına her iki
mecliste tepki gösterilmesine rağmen itirazlar reddedilerek sansür kararı
yürürlüğe girmiştir(Akşin,1976: 116).

5 Şubat 1919’da kabul ve irade edilen ve 9 Şubat’ta “Takvim-i


Vekayi”de yayınlanarak yürürlüğe giren sansür kararnamesi ile de
sıkıyönetim bölgelerindeki basına bir takım kısıtlamalar getiriliyordu. Yedi
maddeden ibaret olan kararnamenin birinci ve ikinci maddesine göre, her
nevi evrak ve basının askeri veya mülkî sansür heyetinden geçmeden basımı
yayımı yasaklanıyor, aksine hareket edilmesi durumunda yayınların toplatılıp
müsadere edilmesi ve basınların cezalandırılması hükme bağlanıyordu.
Hükümetin baskısı İstanbul’un işgalinden sonra daha da şiddetlenip İstanbul
Hükümeti’nin sansürüne birde işgal kuvvetlerinin sansürü eklendi. Sultan VI.
Mehmet Vahidettin’in imzası ile yayınlanan 5 Ağustos 1920 tarihli başka bir
kararname ile sansürün şiddeti daha da artırılınca, İstanbul basını etkisini
iyice yitirdi(İskit,2000: 153 ).

Sansür kurullarından geçerken büyük bir bölümü çıkartılan yazılar


yüzünden gazetelerin birinci sayfalarında birçok yerin boş kalması gazeteleri
şekil açısından da zor bir duruma sokuyordu. Sansür kuralları haber ve
makalelerin istemediği bölümlerini çıkardığı için haber ve makalelerde ki konu
bütünlüğü de zaafa uğruyordu(Sertel, 1977: 84).

Milli Mücadeleyi açıkça destekleyen İstanbul gazetelerinin belli


başlıları: Akşam, İkdam, İleri, Tasvir-i Efkar, Tanin, Yeni Gün, Yeni Gazete,
Hadisat, Vakit, Payitaht, Der saadet gibileridir. Bu yıllar da Kuva-yı
Milliyecileri destekleyen gazetelerin çokluğu ve satışlarının azlığı hakkında
Alemdar Gazetesin’de Refik Halit, Aydede imzasıyla, İstanbul’da bata- çıka
birçok gazetenin yayınlandığını, bunların adlarını dağıtıcıların bile bilmediğini,
92

500 adet basıp 50-60 kadar sattıklarını belirtir. Bu gazeteler İttihat ve Terakki
ile Kuva-yı Milliyeyi desteklemişlerdir.

İstanbul’da yayınlanan gazete ve dergilerin bazıları da Milli


Mücadeleye karşı olmuşlardır. Anadolu’da gelişen hareketi engellemeye
çalışarak, devleti ve milleti koruyacaklarını sanmışlardır. Bu yıllarda,
Alemdar, Peyam-ı Sabah, Aydede gazeteleri ile Ümit dergisi Mili Mücadeleye
karşı olan belli başlı yayım organlarıdır. İstanbul’daki Milli Mücadeleye karşı
olan gazetelerde Ankara’nın ekonomik sıkıntılar içinde bulunduğunu,
memurların maaşlarını alamadıklarını, bunun askerler ve memurlar arasında
hoşnutsuzluk yarattığını, askeri ve idari yapının günden güne çözülüp,
dağıldığı: askeri kumandanlar arasında ihtilaflar çıktığı, birtakım askerlerin ve
bakanların İstiklal Mahkemesince yargılandığı haberleri yayınlanır. Bu
haberleri Ermeni ve Rum basını da yaymaktadır. Anadolu ve Ankara
Hükümeti hakkında olumsuz haber yaymalarından anlaşılıyor ki bunlar
arasında, düşmanın başarısından memnun olacaklar bir hayli çoktur.
Gazetenin ilk sayfasında günlerce Milli Mücadelenin zayıflığının, Ankara
hükümetin beceriksizliğini basın ile kamuoyunu bilgilendirmekte ki amaçları
ne olabilirdi?

Milli Mücadeleye karşı olan İstanbul basını ile İngilizler arasındaki


yakınlığı açıklaması açısından Trabzon mebusu Hüsrev Bey’in anlattığı olay
ilgi çekicidir:

İstanbul’un işgal yıllarında Anadolu’ya geçmek isteyen bir şahıs


İngilizler tarafından yakalanıp tutuklanır. Üstü arana bu şahsın üzerinden
Alemdar ve Peyam-ı Sabah gazeteleri çıkar. İngilizler bu gazeteleri görünce
serbest bırakırlar(Kaplan, 1981:144).

İstanbul basını içerisinde Anadolu hareketine en sert tepki gösterenler


“Peyam-ı Sabah” ve “Alemdar”dı. Bunları İstanbul ve Aydede adlı mizah
dergisi takip eder. Milli mücadelenin kazanılmasından sonra bu basın
organlarının sahip ve yazarları ya yurt dışına kaçmışlar ya da yurt dışına
çıkarılmışlardır. Milli Mücadeleye karşı olan gazetelerden özellikle “Peyam-ı
Sabah ve Alemdar Gazetesi “ hakkında kısa bir bilgi verecek olursak:
93

“Peyam-ı Sabah” Mihran Efendi’nin “Sabah”ı ile Ali Kemal tarafından


1919’da yeniden çıkarılan “Peyam”ın birleşmesi ile 1920’de yayın hayatına
başladı. Gazetenin sahibi olan Mihran Efendi, sorumlu müdürü ve başyazarı
ise Ali Kemal’di. İstanbul hükümetini destekleyen gazete, Milli Mücadeleye
karşı olup İngiliz mandası taraftarıydı. Ali Kemal Peyam-ı Sabah’da Milli
Mücadeleyi ve onun taraftarı basını ağır bir şekilde tenkit ediyordu. Ancak
Ankara taraftarı basının da Ali Kemal’e ağır hücumlarda bulunduğunu
belirtmek gerekir. Ali Kemal zafere kadar hep Anadolu hareketinin karşısında
yer aldı. İttihatçılığı ve milliyetçiliği lanetlemiş. Türk Milliyetçiliğine karşı
zaman zaman Rum ve Ermeni haklarını savunan bir davranış içerisine
girmiştir. 11 Eylül 1922 tarihli “Peyam-ı Sabah”ta Ali Kemal’in gazeteden
uzaklaştırıldığını bildiren bir yazı çıktı. 12 Eylül’de gazetenin adı yine “Sabah
“ çevrildi. Bir ay geçmeden Mihran Efendi her şeyini satarak Avrupa’ya kaçtı.
Böylece “Sabah” gazetesi de yayın hayatını sona ermiştir(Ilgar, 1973: 77-78).

Alemdar gazetesi, “1909 ‘da Refii Cevat (Ulunay) tarafından


çıkarılmaya başlanmıştır. Hem İttihatçılara, hem de Milli Mücadele aleyhine
bir yayın politikası takip eden gazete “Takvimli Gazete “ ve “Tasrih” adlarıyla
da yayınlanmıştır. İngiliz mandasını savunan gazetenin yazarları arasında,
sorumlu müdürü başyazarı Refii Cevat Ulunay’dan başka Refik Halit Karay,
Hafız İsmail, Dr. Selahattin, Muammer Asaf, Mustafa Sabri vardı (İnuğur,
1988: 342).

Refii Cevat gazetesinde, ülkenin kurtuluşunun ancak İngilizlerin


yardımı ile mümkün olacağını fikrini savunmuştur. Refik Halit (Karay) da
zaman zaman yazdığı makalelerde Milli Mücadele ve onun liderlerine ağır bir
şekilde hücum ediyordu. Alemdar, 1922’de kapanmış ve Refii Cevat (Ulunay)
da yüz ellilikler listesine dahil edilerek yurt dışına çıkarılmıştır. 1938 yılında
çıkarılan genel af üzerine diğer yüz ellilikler gibi Refii Cevat da yurda
dönmüştür.

Anadolu hareketine muhalefet eden gazetelerden biri de Sait Molla


tarafından çıkarılan “İstanbul”dur. Sait Molla, sadrazamdan aldığı bin lira ile
önce “Dersaadet” adında bir dergi çıkarmış, 5 Aralık 1919’dan itibaren de
İngiliz mandasını savunan “ İstanbul”u yayınlamıştır. Sait Molla, aynı
zamanda Mütareke döneminde İngilizlerin çıkarlarına araç olmak üzere 20
94

Mayıs 1919’da kurulan “İngiliz Muhipler Cemiyeti”nin kurucu


üyelerindendi.”İstanbul” gazetesi bir nevi bu cemiyetin yayın organı gibidir.
Gazetenin önce adı “ Yeni İstanbul” “Türkçe İstanbul” olarak çıkmıştır.
İstanbul gazetesi 1921 yılında kapanmıştır(Topuz,2003 24).

Refik Halit (Karay) ‘in 1920 yılında çıkarmaya başladığı mizah dergisi
“Aydede” de Milli Mücadele aleyhine yayın yapan basın organları
arasındadır. Zaferden sonra Refik Halit de yüz ellilikler listesine alınarak yurt
dışına gönderilmiş, 1938 affıyla da tekrar yurda dönmüştür (Karaosmanoğlu,
1981: 84).

İstanbul’da Milli Mücadele aleyhine yayın yapan bu gazete ve dergiler


yüzünden İstanbul basınının Anadolu’ya girmesi yasaklanmış. Bu
yasaklanma sebebi ile İstanbul gazeteleri zaman zaman bu durumdan
şikâyet etmişler. Mustafa Kemal Paşa çektiği telgraflarda, İstanbul basını
konusunda Mudafaa-i Hukuk merkezlerini ve Kolordu Kumandanlarını
uyarmıştır. 6 Mayıs 1920 tarihli ve 2 numaralı İcra Vekilleri Heyeti
Kararnamesi ile İstanbul Basınının Anadolu’ya girişi suç sayılmıştır.

3.4. Milli Mücadelede Anadolu Basını

Millî Mücadele basını, Türk basın tarihinin önemli aşamalarından


biridir. Bu safha millet-devlet dayanışmasında gazeteciliğin Anadolu’da
zirveye çıktığı dönemdir. Millî Mücadele’nin hazırlık safhası olan Meşrutiyet
döneminde gelişme gösteren Anadolu basını, Millî Mücadele Dönemi’nde
büyük bir sıçrama yaparak toplumun her kesimini kucaklamış ve İstiklal
Savaşı’nın sözcülüğünü yapmıştır. Bundan dolayı bu dönem basının
incelenmesi hem Türk basın tarihi hem de Türk toplumsal yapısının geçirdiği
evreler açısından önemlidir. Millî Mücadele basınının başlangıç noktası ile
ilgili olarak görüş ayrılıkları vardır. Bunun temel nedeni Millî Mücadele’nin ne
zaman başladığı ve kurumsallaştığı ile ilgili ileri sürülen değişik fikirlerdir.

Mustafa Kemâl Atatürk, Samsun’a çıkmadan önce, bölgesel direniş ve


örgütlenme hareketleri, Anadolu’nun Batı ve Doğu bölgelerinde başlamıştır.
Ayrıca bu bölgelerde Millî Mücadele’den önce yayın yapan basın araçları
yayınlarına devam etmektedirler. Millî Mücadele basınını, Kuva-yı Millîye’den
95

başlayarak Yunan kuvvetlerinin Anadolu’yu terk etmesine kadar geçen


zaman sürecinde Anadolu’da yayınlanan gazeteler olarak tarif edebiliriz.
Mondros Antlaşması’ndan ve İttihat ve Terakki liderlerinin memleketi terk
etmelerini takip eden zamanda “ne olacak bu memleketin hali” sorularına
cevap olarak basında çıkan yazılar göz önünde bulundurulduğunda, basını
İtilâf Devletleri taraftarları, İstanbul Hükümeti taraftarları ve diğerleri olarak
değerlendirebiliriz. Ayrıca Meşrutiyet’le beraber Osmanlı’da başlayan parti
gazeteciliği, (İskit, 1943: 161-163) bu dönemde de devam etmiştir. İttihat ve
Terakki taraftarı gazeteler ve Hürriyet İtilaf Partisini destekleyen gazeteler
Anadolu’nun vilâyetlerinde yayınlarına devam etmektedirler. İzmir’in işgaline
müteakip oluşan durumlar ve Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışıyla
birlikte gazeteleri, Anadolu’da bağımsızlık mücadelesi ve onun organları olan
Millî Mücadele taraftarı gazeteler ve Millî Mücadele lehinde olan gazeteler
şeklinde sınıflandırabiliriz.

Millî Mücadele dönemi Anadolu gazeteleri, değişik sınıflamalara tabi


tutulmuşlardır. Bunlardan biri Güz’ün (1991) yaptığı sınıflamadır. Güz, Millî
Mücadele basınını önce yayınlandıkları yere göre, Millî Mücadele’nin lehinde
veya aleyhinde olduklarına göre sınıflandırır. Anadolu’da yayınlanan
gazeteleri, Millî Mücadele lehinde veya aleyhinde olup olmadığına göre
sınıflandırır. Üçüncü sınıflama ise Ankara basınıdır. Son kategoride bu
dönem yoğun bir şekilde gelişen sol basın ayrı bir başlık altında inceler.

Koloğlu (1994) Millî Mücadele basınını iki evrede ele alır. Birinci evre,
Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan, Hakimiyet-i Millîye Gazetesinin 10 Ocak
1920 tarihinde Ankara’da çıkıncaya kadar ki dönem, ikinci evre ise Hakimiyeti
Millîye Gazetesinden sonraki dönemdir. Hakimiyet-i Millîye, Koloğlu’na göre
Millî Mücadele basınının temel taşıdır.

Oral (1968), Millî Mücadele basınını plânlı basın ve plânlı olmayan


basın olarak ikiye ayırır. Oral, plânlı basını, Sivas Kongresinde alınan bir
kararla çıkarılan gazete, İrade-i Millîye ile başlatır. Millî Mücadele dönemi
gazetelerini İstanbul gazeteleri ve Anadolu gazeteleri olarak ikiye ayırabiliriz.
Diğer taraftan Anadolu basınını Güz’ün yaptığı gibi, lehinde olanlar ve
aleyhinde olanlar olarak ayırdığımız gibi, Millî Mücadele dönemi basının
bizzat Ankara’dan destek alanlar, almayanlar olarak da ayırabiliriz.
96

İstanbul açısından basın, Millî Mücadele’yi destekleyenler (İleri, Vakit,


Tasvir-i Efkar, Akşam İkdam, Tercüman, Tanin Kemâlist olmamasına rağmen
millî bir çizgi sergiler- Hakikat ), Millî Mücadele’nin aleyhine olup
desteklemeyenler (Alemdar, Peyam-i Sabah ve mizah dergisi Aydede)
olarak ayrılabilir (Topuz, 2003: 151).

Ankara basınını, başta İrade-i Millîye ve Hakimiyet-i Millîye olmak


üzere, Ankara’da yayınlanan Yeni Gün, Sarıkamış’ta yayınlanan Varlık,
Konya’da yayınlanan Öğüt, Babalık, Ankara’da yayınlanan Köy Hocası,
Adana’da yayınlanan Yeni Adana, Anadolu’nun değişikliklerinde çıkan
Sebilürreşad Dergisi ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin gazeteleri olarak ele
alabiliriz. Millî Mücadele dönemi basınında, siyasal çizgi olarak dönemin
tartışılan fikirlerinin hepsinin, birer temsilci gazetesi olduğunu söylenebilir.
Ancak İttihat ve Terakki taraftarı gazeteci ve gazeteler, ikiye ayrılmışlar bir
tarafı yeni oluşum Ankara ve Mustafa Kemal Paşa tarafını tutarken: diğer
taraf gizli de olsa İttihatçılıklarına devam etmişlerdir. İslâmcı basın da bu
dönemde yoğun bir şekilde yayın hayatına devam etmiştir. Başını
Sebilürreşad’ın çektiği çizgi, dönemin olağanüstülüğü nedeniyle bütün
gazetelerde yer alan dinsel temalardan farklı olarak siyasal ve dini temelli
arzuları olan bir yapı sergilemişlerdir. Dönemin gazetelerinin toplumsal
yapıdan etkilenmeleri doğaldır.

Örneğin, düğün ve eğlencelere sınırlama getirilmesi ve içki yasağı,


israfla ilgili yapılan tartışmalar başka bir dönemde asla olmayacak
uygulamalardır. Böyle bir durumda basın zorunlu olarak olağanüstü durumun
farkındalığıyla, toplumsal kurtuluşa uygun yayınlar yapmışlardır. Milliyetçilik
gazetelerin olmazsa olmaz kuralı olarak dikkati çekmektedir. Müdafaa-i
Hukuk Cemiyetleri tarafından desteklenen gazeteler, aynı zamanda Ankara
çizgisinde bir yayın politikası takip etmişlerdir. Millî Mücadele dönemi
Anadolu’sunda bu gün dahi hiç olmadığı kadar yoğun bir sol basın
oluşmuştur. Siyasal çizgisini arayan Anadolu, hemen kuzeyinde yeni devrim
yapmış ve kendini farklı bir kutup olarak lanse ederek gelişmek isteyen
Rusya ile ilişki kurmuştur. Rusya ise yeni ülkelere devrim ihracı düşüncesiyle
Anadolu’ya yanaşmakta ve Anadolu’nun için de bulunduğu zor şartlardan
faydalanmaktadır. Aynı kulvar da Ankara, batıya düşman olan destek
97

alabileceği, Kafkas sınırlarını güvence altına tutabilecek bir müttefike olan


ihtiyaçla Rus’larla işbirliğine girmiştir. Zorunlu birliktelikten doğan işbirliği
neticesinde ve Anadolu’ya gelen elçi ve delegeler vasıtasıyla, daha önce var
olan bazı gelişmelerin de desteğiyle yoğun bir sol düşünce ortaya çıkmıştır.
Diğer taraftan Ankara Hükümeti politik olarak sol yapılanmaya karşı ilk etapta
ses çıkarmamış ve bizzat bazı oluşumları desteklemiştir.

Ancak bu sol düşünce içinde, içeriden üretilenlerle, dışarıda eğitim alıp


Anadolu’ya gelenler arasında fark vardır. Sol düşünce içerisine zamanla
Kuva-yı Seyyare kuvvetleriyle Ethem Bey’de dahil olmuştur. Sol düşünce,
mecliste İçişleri Bakanı çıkaracak güce ulaşmıştır. Sol düşünce, eskinin,
yeninin ve Çerkes Ethem’in desteğiyle bir sol basını üretmiştir. Bunların en
etkili olanı Arif Oruç’un çıkardığı Eskişehir’de Seyyare-i Yeni Dünya ve
Ankara’da ise Yunus Nadi’nin çıkardığı Yeni Dünya’dır. Eskişehir bölgesinde
Bolşevik propagandası yapan, o dönem Bolşeviklerin desteklediği Yeni
Dünya Gazetesi ve onun başyazarı Arif Oruç’tan bahsedilmektedir.
Eskişehir’in Çerkes Ethem’den dolayı farklı bir çizgisi vardır. Bu gazete o
dönem Çerkez Ethem’in desteklediği bir gazetedir (Velidedeoğlu ,1990: 173).

Yeni Dünya gazetesinde askerlik ve düzenli örgütler aleyhine


makaleler yayınlamıştır Ethem hâdisesinin ortadan kalkmasından sonra
solun mecliste gücü ve desteği kesilmiş, bunun neticesinde Halk Zümresi
ekibinden bazıları İstiklal Mahkemeleri’ne verilmiştir. Bunlar arasında Halk
Zümresi adına İçişleri Bakanı olarak seçilen Tokat Mebusu Nazım Bey ve
gazeteci Arif Oruç’ta vardır. Millî Mücadele dönemi basını, aynı zamanda
daha önceki dönemlerden süregelen sorunları da taşımaktadır. Uzun süren
savaşlar sonunda mevcut imkânların gittikçe kötüye gitmesi, basın
malzemelerinin hem üretiminde hem de ithalinde zorluklar çıkarmıştır. Buna
rağmen birçok gazete çıkmıştır (Arif,1992: 55).

1919-1923 döneminde Anadolu’nun değişik bölgelerinde yayınlanan


süreli yayınların sayısı 200’den fazladır. Gazeteler, ekonomik gelişmesini ve
kentleşmesini belli bir oranda tamamlayan bölgeler başta olmak üzere
ülkenin neredeyse her tarafına yayılmıştır. İşgal bölgelerinde ve yakınlarında
basın, ürünler vermeye devam etmiştir. Başta gelen iller: Kastamonu,
Ankara, Konya, Kayseri, Trabzon, Bursa’dır. Millî Mücadelede yayınlanan
98

gazeteler malzeme ve eleman sıkıntısından dolayı düzenli çıkamamıştır.


Gazeteler sayfa ebatlarını elde bulunan kâğıtlara göre ayarlamıştır.
Genellikle 2 sayfa olan gazeteler, haberlerini Anadolu Ajansı’ndan
almışlardır. Tirajlar 200 ile 3000 arasında değişmiştir (Varlık, 1999: 106-107).

Millî Mücadele dönemi basının gücü, savaş bittikten sonra daha iyi
anlaşılmıştır. Lozan Barış Antlaşması sonucunda ülkeden çıkarılması istenen
150 kişilik listeden 13 kişi gazetecidir. Diğerleri ise İstanbul Hükümeti’nin
başında olanlar ve ihanet içinde olanlardır. Buradan hareketle basının Millî
Mücadele dönemi insanlarının zihninde nasıl bir imaj bıraktığı görülebilir.
Lozan Antlaşması sonucunda genel af ilan edilmiş ancak genel aftan hariç
tutulacak 150 kişilik bir liste için TBMM’de, 22-23 Nisan 1923’de gizli
oturumlarda hararetli tartışmalar yapılmıştır. Yurtdışına sürgün olarak
gönderilen bu 150 kişilik liste 10 gruptan oluşmaktadır.

Sultan Vahideddin’in Mahiyeti, Kuva-yı İnzibatiye’ye dahil kabine


azaları, Sevr Antlaşması’nı imzalayanlar, Kuva-yı İnzibatiye dahil olanlar,
mülkiye ve askeriyeye dahil olanlar, Çerkez Ethem ve yandaşları, Çerkez
Kongresi’ne katılanlar, polisler, eşkıyalık yapanlar ve gazetecilerden
oluşmaktadır. Millî Mücadele’de ihanetleri sabit olan, millî mücadele aleyhine
kamuoyu oluşturan gazeteciler 13 kişi olup bunların isimleri şöyledir:

1. Serbesti Gazetesi sahibi: Hürriyet ve İtilaf azasından Mevlanzade


Rıfat

2. Türkçe İstanbul Gazetesi sahibi: Sait Molla

3. İzmir’de Musavvat Gazetesi sahibi ve eski muharriri, Darülhikmet


azası İzmirli: Hafız İsmail

4. Aydede Gazetesi sahibi: Refik Halid

5.Bandırma Adelet Gazetesi sahibi; Bahriyeli Miralay Ali Sami


(sürgünde din ve isim değiştirerek Yunanistan uyruğuna geçmiştir).

6. Edirne’de Teemin ve Elyevm, Selanik’te Hakikat Gazetesi sahibi;


Neyir Mustafa

7. Eski Köylü Gazetesi; Ferit (Yunan uyruğuna geçerek adını ve dinini


değiştirmiştir).
99

8. Alemdar Gazetesi sahibi; Refi Cevat

9. Alemdar Gazetesi sahibi; Pehlivan Kadri

10. Balıkesir İrşad Gazetesi sahibi; Trabzonlu Ömer Fevzi,

11. Hâlep’te Doğru Yol Gazetesi sahibi; Hasan Sadık,

12. Köylü Gazetesi sahibi ve müdürü; İzmirli Refet,

13. Adana’da Ferda Gazetesi sahibi; Fanizade Ali İlmi’dir (Soysal


1985: 59-65: Birinci ,1998: 14-15).

150’likler meselesinin onaylanmasının yapıldığı meclis tartışmalarında


Isparta Mebusu Hüseyin Hüsnü Efendi, gazetecilerden Abdullah Cevdet’in de
150’likler listesinde olmasını ister, ancak kabul görmez. Şüphesiz bu listede
olması gereken bir şahıs da Peyam ve Peyam-ı Sabah’ın yazarı ve
sahiplerinden Ali Kemal’dir. Ali Kemâl, Millî Mücadele için ciddi bir problem
olduğunu ispat etmiştir. Ali Kemal, Millî Mücadele boyunca gazetelerde
yazdığı yazılarla İstanbul ve Anadolu halkı nazarında büyük bir etkiye sahip
olmuştur. İçişleri Bakanlığı da yapan Ali Kemal, Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin
ileri gelenlerinden olup İstanbul da ciddi bir nüfuza sahiptir.

TBMM Devleti’nin en çok rahatsız olduğu yazarların başında olan Ali


Kemâl, TBMM ile İstanbul Hükümeti arasında kurulan ilk resmî temaslarda
Ankara tarafından talep edilenler arasında, Ali Kemal’in yazılarına izin
verilmemesi konusu da yer alır. Anadolu’nun her tarafında karışıklıklar
sürerken böyle bir istekte bulunmak, Ali Kemâl’in basın yoluyla Ankara için
ciddi bir sorun teşkil ettiğini gösterir (Özsoy, 1997: 22).

Milli Mücadele dönemi İstanbul ve Anadolu basını dönemin sosyal,


siyasi, kültürel ekonomik ve eğitim hakkında toplumu bilgilendirmekle
beraber: Millî Mücadele dönemi yayınlanan gazetelerin yayın politikası, çıkış
yeri ve diğer özelliklerine baktığımız zaman bize bazı sonuçlar verebilir.
100

Tablo 5: Milli Mücadele Dönemi İstanbul ve Anadolu da Çıkan


Gazetelerin İsimleri, Yayın Politikaları ve Trajları
Gazetelerin İsmi Çıktığı Yer Yayın Politikası Tirajlar
Hayat Adana Muhalif Milliyetçi
Mefkure Adana Okul Dergisi
Yeni Adana Adana Ankara Taraftarı 500
İkaz Afyon Sol -Halkçı2 —
Emel Amasya Ankara Taraftarı 250
Hakikat Amasya Ankara Taraftarı 250
Emek Ankara Halk İştirakıyyun Resmî
3
Hakimiyet-i Millîye Ankara gazetesi
Resmî Gazete 2000
Kalem Ankara Mizah —
Köy Hocası Ankara Dergi Ankara taraftarı 2000
Öğüt Ankara Tarafsız Milliyetçi —
Anadolu'da Peyam-ı Ankara Mizah Ankara taraftarı 1000
Sabah
Sebilürreşad Ankara Din eksenli Ankara taraftarı 3000
TBMM Zabıt Ceridesi Ankara Resmî —
Yeni Dünya Ankara Sol4
Yeni Gün Ankara Solcu- İttihatçı aleyhtarı 1750
Yeni Hayat Ankara Halk İştirakıyyun resmî —
Ticaret gazetesi Ankara gazetesi gazetesi
Ekonomi 500
Anadolu Antalya Ankara Taraftarı 800
Ayıntap Ayıntap Ankara taraftarı 200
Bolu Bolu Resmî gazete Vilâyet gazetesi 250
Dertli Bolu Muhalif Milliyetçi5 250
Türkoğlu Bolu Ankara Taraftan 250
Çorum Çorum Ankara taraftan 250
Diyar-ı Bekir Diyar-ı Bekir Resmî Vilâyet gazetesi 150
Albayrak Erzurum Solcu- muhalif 450
Envar-ı Şarkiye Erzurum Vilâyet gazetesi —
Arkadaş Eskişehir Solcu halkçı —
İstiklâl Eskişehir Ankara Taraftarı 700
İşçi ve Köylü Eskişehir Solcu Halkçı —
Seyyare Yeni Dünya Eskişehir İslâm Bolşevik —
Işık Giresun Milliyetçi Edebiyat 500

2
Afyon Karahisar’da 1919-1923 yılları arası günlük olarak yayınlanmış olup Milli Mücadeleyi
desteklemiştir.
3
Emek Gazetesi, Afyon karahisar milletvekili Şükrü Bey çıkarmıştır. Haftalık bir gazetedir.
Ömrü kısa olmuş. Milli Mücadeleyi desteklemiştir.
4
Yeni Dünya Gazetesi, Arif Oruç tarafından çıkarmış olup gazete kominizim fikrini savunuyor
Eskişehir’de Çerkez Ethem tarafından himaye edilmiştir.
5
Dertli Gazetesi, 1919-1920 yıllarında Bolu’da yayın hayatına başlamış. İstanbul’a dair tüm
haberleri gazetede yayınlanmış olup Milli Mücadeleyi destekleyen bir gazetedir.
101

Tablo 6: Milli Mücadele Dönemi İstanbul ve Anadolu da Çıkan


Gazetelerin İsimleri, Yayın Politikaları ve Trajları
Yeni Giresun Giresun Ankara Taraftarı 300
Yeşil yurt Giresun Okul dergisi
Mamurat'ül- Aziz Harput Resmî il gazetesi 250
Satvet-i Millîye Harput Ankara taraftan 200
Kocaeli izmit Ankara taraftan 300
Karahisar-ı Sahib K. Sahip Ankara taraftarı 300
Açıksöz Kastamonu Ankara taraftarı 400
Gençlik Kastamonu Okul Dergisi6
Türkeli Kastamonu Solcu, İttihat aleyhtarı 300
Kırmızı Hilâl Kayseri Demek gazetesi 500
Kayseri Kayseri Resmî il gazetesi 250
Meşveret Kayseri Tarafsız millîyetçi —
Misak-ı Millî Kayseri Ankara taraftarı 250
Kurtuluş Kırşehir Solcu 250
Babalık Konya Ankara taraftarı 400
Konya Konya Resmî Vilâyet Gazetesi —
Öğüd Konya Tarafsız Millîyetçi 400
Amâl-i Millîye Maraş Ankara taraftarı
Doğru Öz Mersin Ankara taraftan 300
Mersin Mersin Resmî İl Gazetesi —
İnkılâp Muğla Ankara taraftan 300
Azim Ordu Tarafsız Millîyetçi 250
Bucak Ordu Ankara taraftarı
Ahali Samsun Muhalif Millîyetçi7 250
Aks-i Şada Samsun Ankara taraftarı 400
Hayat Samsun Ankara taraftarı 400
Hilâl Samsun Ankara taraftarı 300
Mektepli Samsun Okul Dergisi 400
Piyasa Samsun Ekonomi- Ticaret --
Varlık Sarıkamış Ordu gazetesi, Ankara —
1000
Dilek Sivas taraftarı
Okul Dergisi —
Gayret-i Millîye Sivas Tarafsız Millîyetçi —
İrade-i Millîye Sivas Ankara Taraftarı 250
Sivas Sivas Resmî İl Gazetesi 200
Işık Silifke Resmî —
Tarsus Tarsus Ankara taraftan 300
Fecr Trabzon Edebiyat Mizah ------
Genç Anadolu Trabzon Eğitim- Bilim 300
Güzel Trabzon Trabzon Muhalif Millîyetçi 10008
Hak Trabzon Muhalif Millîyetçi 250
İğne Trabzon İttihatçı Lehdarı —
İkbal Trabzon Muhalif Millîyetçi 300

6
Kastamonu’da 15 günde bir olarak 1921 yılında yayın hayatına girmiş, 1923 yılında
kapanmıştır.Milli Mücadeleyi desteklemiştir.
7
Samsun ‘da İsmail Cenani tarafından 1919 ‘da çıkarılan gazete Pontusculara karşı basınla
mücadele etmiştir. İngiliz işgal kuvvetleri tarafından sık sık kapatılmıştır.
8
Trabzon’da 1922 yılında Ali Becil tarafından çıkarılmıştır. Milli Mücadeleyi destekleyen bir
gazetedir(Oral, 1968,Şapolya1969).
102

Bu tablonun dışında ,İstikbal gazetesi Trabzonda çıkmış ve Ankara


taraftarı,Kahkaha dergisi Trabzon muhalif bir dergi ,Kaygı, Nur, Selamet,
Yeşilyurt dergileri Trabzonda çıkmış olup İttihatçı görüşe sahip olan
dergilerdir.

Milli Mücadele Dönemi çıkan gazetelerin yayın politikaları olarak şu


ifadelerle tasnif edilmekle beraber “ Muhalif Milliyetçi, Tarafsız Milliyetçi,
Solcu Halkçı” gibi bu ifadeleri kullanılarak sınıflanan gazetelerin tamamı Milli
Mücadeleye destek vermiştir. Bu gazetelerin dışındaki diğer gazeteler ise,
Milli Mücadeleye destek vermemişlerdir. O gazeteler ise şunlardır:

“Peyam-ı Sabah, Stamboul(İstanbul), Alemdar, İstanbul, Aydede,


Ümit, Teemim, Hakikat, İrşad(Gavurcu İrşad), Ferda, Adana Postası, Rehber,
Adalet, Selamet, Hatıf, Zafer, Ebuhi, Mücahade, Bursa, İnkilap, Köylü,
Islahat, Şarkın Sesi, Tan gazeteleridir. Bunlar içinden fazla kamuoyu
oluşturan Milli Mücadeleyi ve Atatürk’ü karalayan Peyam- Sabah gazetesi
başyazarı Ali Kemal’dir.

Koloğlu’nun (1993: 48-49) bu tasnifi Yust’un (1995) çalışmasına


dayanmaktadır. Ancak bu listede, eksiklikler doludur. Adana’dan muhalif,
İstanbul Hükümeti taraftarı ve 150’likler listesinde yer alan Ferda gazetesi ve
yine ATESE Arşivi’nde gördüğümüz askerlerin de abone oldukları, Adana
gazetelerinden, Adana Postası ve Fransız’ların desteği ile Ata Derviş’in
çıkardığı Rehber gazetesi yoktur. Balıkesir’de çıkan gazeteler İzmir’e Doğru,
Ses ve diğer gazeteler yok sayılmışlardır. İşgal altında olduğu için belki de
sayılmamış olabilirler. Fakat Ankara’da yayınlanan, Şarkın Sesi gazetesi de
yok sayılmıştır (Şapolyo, 1969: 201). Daha sonra Ankara’da Öğüt gazetesinin
yerine Asya gazetesi çıkarılmıştır.

Yine İkinci Grubun ileri gelenlerinden Ali Şükrü Bey’in çıkardığı Tan
gazetesi de, bu listede görülmemektedir. Aynı zamanda bu listeye, Sivas’ta
çıkmakta olan Mücahede-i Millîye ve Amasya’da çıkan Hak Yolu (Şapolyo,
1969: 215), Artvin’de çıkarılan Yeşil Yuva (1922), Diyarbakır’da Ziya Gökalp
tarafından çıkarılan Küçük Mecmua (1922), yine Eskişehir’de İstanbul yanlısı
Hatif (1921), Kastamonu’da Zafer ve Köroğlu gazeteleri (Şapolyo 1969:218-
103

219:Oral 1968:38), Kayseri’de Erciyes, kısa ömürlü de olsa Bolu’da çıkan


Kürsi-i Millet ve Gamlı’yı da ilâve etmek gerekir (Oral,1968: 36-37).

Gazetelerin çıkış yerleri ve diğer teknik özellikleri hakkında en açık


bilgiyi ise Güner ve Kabataş (1990) vermektedir. Bunlar Millî Mücadele
dönemi için 306 adet gazete sayarlar. Ancak bu çalışma da gazetelerin
siyasal yapısı ve genel içeriği ile ilgili bilgiler bulunmamaktadır. Çıkan sayılar
ve gazete nüshalarının hangilerinin hangi arşivlerde bulunacağı üzerine
odaklanan çalışma bu konuda kapsamlı çalışmalardan biridir

Gazete tirajlarına baktığımız zaman ise aynı durumu görürüz. Açıksöz


gazetesi İstanbul’a uygulanan sansür nedeniyle zaman zaman 1500
satmıştır. Sebilürreşad’ın bazı sayıları on binlerce basılıp askerî birlikler
dağıtılmış, Kayseri’de çıkarken ise mutasarrıfın isteği üzerine matbaada
geceli gündüz çalışılarak basılan binlerce sayı halka ümit vermek için
dağıtılmıştır. Ayrıca askerî birliklere özellikle zabit kesiminin okuması için
tavsiye kararı çıkarılan dergi, kamuoyunu oluşturan en önemli araç olarak
gözükmektedir. Derginin sabit bir tirajı da bulunmamaktadır. Hakimiyet-i
Millîye gazetesi de ordu birliklerine ve İstanbul’a basılıp basılıp
gönderilmektedir. İstanbul’a yaklaşık 400 adet gönderilmektedir. Hakimiyet-i
Millîye gibi, Yunus Nadi’nin Yeni Gün’ü de aynı yollardan İstanbul’a
gönderilmiştir. ATESE’de Anadolu’dan gelen gazetelerin geldikçe askerî
birliklere gönderilmesi ile ilgili birçok emir bulunmaktadır.

Yeni Dünya gazetesi, cepheye olan yakınlığı ve Matbuat


Müdürlüğü’nün desteği ile binlerce beyanname hazırlayıp, düşman askerine
göndermiştir. Babalık gazetesi ise, Rumca hurufatı olan bir gazete olarak,
binlerce basılıp Yunan askerlerine dağıtılmıştır. Babalık zaman zaman 1000’i
aşan bir tirajı yakalamış, Konya’nın en büyük sesi olmuştur. İzmir’e Doğru
gazetesi de 1000’in üzerinde bir tiraja sahiptir. Başlangıçta bin adet basılan
gazetelerin, önemli haberler veya vaazların yayınlandığı sayılarda 3000 adet
basıldığı olmuştur. İrade-i Millîye gazetesi de başlangıçta 1000 adet
basılırken bu sayı 5000’lere doğru çıkmıştır. Gazetelerin çoğunlukla
yayınlandığı yerlere bakıldığında Ankara, Trabzon, Konya, Eskişehir ve
Samsun illeri ön plana çıkmaktadırlar. Gazetelerin yayın politikasına
baktığımız zaman ise karışıklığı görürüz. İkinci bölümde tartıştığımız siyasi
104

yapıda aslında ortaya konan düşünceleri birbirinden farklı olsada gazetelerin


politikalarında tek bir amacın hakim olduğunu görürüz. Bu amaç ise Misak-ı
Millî’dir. İster İttihatçı, ister Bolşevik, ister liberal, isterse İslâmcı olsun farklı
çizgilerde tek amaç için çalışılmış, bu da basının zenginliğini göstermiştir.

Hattızatında İstihbarat ve Matbuat Umum Müdürlüğü’nün aksi şekilde


düşünenlere izin vermesi ve desteklemesi düşünülecek bir durum değildir.
Olağanüstü durumlarda ciddi sıkıntılar çeken Millî Mücadele basını,
Ankara’nın desteği ve serbestliği içerisinde anlamlıdır. Yoksa kâğıt
sanayisinin olmadığı bir ülkede, kâğıt ithalinden, haber ve bilgi toplamaya ve
matbaadan çıkan gazetelerin dağıtımına kadar gazetecilerin eli kolu bağlı
durumdadır(Ayhan,2007:321-322).

Millî Mücadele basınını bir anlamda İttihatçı çizginin ideolojik olarak


Kuva-yı Millîye’ye kayması, örgüt ve yapı ile aynı şekilde devam etmesi
olarak algılanabilir. Jön Türklerin döneminde yayınlanan İntikam, Tokmak,
Tabanca, Süngü adlı gazeteler, Millî Mücadele döneminde de millet iradesine
gönderme yapan (İrade-i Millîye, Hakimiyet-i Millîye, Gaye-i Millîye, Satvet-i
Millîye vs.) gazeteler olarak çıkmaya başlamış, millî duygu ve düşünceyi ön
plâna çıkaran yayınlar yapmışlardır. 30 Ocak 1920 günü Alemdar
gazetesinde Refik Halit’de aynı iddiayı dile getirmiştir.

Geçmiş dönem İttihat ve Terakki’nin çıkardığı tabancalı ve süngülü


gazete isimleri yerine İzmir’e Doğru ve Müdafaa-i Millîye adlı gazeteler
almıştır. Bu gazeteler içerik olarak aynıdır. İttihat ve Terakki gazeteleri nasıl
Rumeli’ye hayır getirmediyse bu gazeteler de Anadolu’ya hayır
getirmeyecektir (Ilgar, 1973: 36).

Fakat Refik Halid’in ikinci iddiasının tam tersine Millî Mücadele’de


basın, toplumsal çözülmeyi değil, bütünlüğü sağlayan ana unsurlardan biri
olmuştur. Tarz ve üslupta Millî Mücadele dönemi gazeteleri, lirik bir tarzda
yayınlanan gazetelerdir. Bütün yazılarda (ekonomi, siyasi, toplum), kesin bir
liriklik göze çarpmaktadır. Basın sık sık kahramanlık şiirleri yayınlamaktadır.
Şiirlerin hakim duygusu vatanın kurtulmasıdır. Buradan hareketle iki farklı
kutupta yer alan Mehmet Akif ve Nazım Hikmet’in şiirlerinin aynı gazetede
yer alması doğal bir süreçtir. Dini öğelerinin hakim olduğu hikâyeler, kıssalar
105

gazete sayfalarını süslemektedir. Kur’an ayetleri, neredeyse her makalede


yer alacak kadar güçlü bir kullanıma sahiptir. Hadisler de bunu takip
etmektedir. Gazetelerde toplumun genel sıkıntıları hakkında öğütler veren
makaleler yayınlanmaktadır.

Diğer bazı makaleler insana başka sorunları yok mu? sorusunu


hatırlatmaktadır. Köy yapısı ile ilgili makaleler buna örnektir. Olağanüstü
durumlarda bu makalelerin yayınlaması insanın aklına iki şeyi getirmektedir.
Birincisi bu sorunlar savaştan daha önemli bir durumdadır. İkincisi ise haber
ve yazı bulamadık, bulduklarımızı da yayınlayamıyoruz düşüncesini
çağrıştırmaktadır. Yazılarda bireysel duyguların anlatımı ön plana çıktığı gibi
yazarlar kendi yaşantılarından sürekli örnekler vermektedirler. Telgraf ve
ajans haberlerinde ise kısa ve öz başlıklar kullanılmaktadır. Başlıklar net
ifadelerdir. Haberlerin veriliş sırasında belli bir üslup takip edilmemektedir.
Gazetelerin haber bölümleri olmadığı gibi, haberlerin birbirini nerede takip
ettiğini ve diğerinin nerede başladığını bulmak, okuyucuyu ilk etapta oldukça
zorlamaktadır.

Gazetelerin dağıtımı, yayınlandığı bölgelerde, iç dağıtım ağı olarak


kullanılan çocuklar tarafından dağıtılmaktadır. İl merkezlerinden sonraki
yerlerde ise posta veya güvenilir insanların gazeteleri gideceği yerlere bizzat
ulaştırması ile gazetenin dağıtımı gerçekleşmektedir. İşgal altında olan
yerlerde ise gazetenin dağıtımı Millî Mücadele taraftarı özel gruplar
vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. Diğer taraftan Varlık gazetesinde olduğu
gibi gazetenin bütün işlerini askerlerin yaptığı gazeteleri de, dağıtım
anlamında görmek mümkündür. Fuat Süreyya Oral göre 1918-1922 yılları
arasında yapılan basın istatistiğini aşağıdaki tabloda gösterecek olursak:
(1968: 248-249).

Tablo 7. Türkiye’de çıkan gazete ve dergiler yıllar itibariyle sayı ve


trajları

YIL Gazete ve Dergi Sayısı Tiraj


1918 1050 275.000
1919 1133 ---------
1920 1199 295.000
1921 1235 300.000
1922 1266 310.000
106

Bu araştırmada, Millî Mücadele döneminde çıkan gazetelerin


hepsinden bahsetmeyeceğiz ancak Millî Mücadele basınının özellikleri
anlatılırken nerede hangi gazetenin çıktığı ve özelliklerinin ne olduğu
üzerinde durulacaktır. Örneklem olarak ise Anadolu’nun değişik
bölgelerinden seçilen gazeteler alınmıştır. Bunlar: Kastamonu’dan Açıksöz,
Ankara’dan Hakimiyet-i Millîye gazetesi, Sivas’tan İrade-i Millîye, Çorum’da
Çorum gazetesi, Trabzon da İstikbal Gazetesi ve İstanbul’da çıkan, Minber
ve Peyam-ı Sabah gazeteleri örneklem alınarak, Milli Mücadele Dönemi
“Basında Eğitim ve Öğretmen Sorunları” ele alınacaktır.

3.5. Milli Mücade Dönemi İstanbul Ve Anadoluda Çıkan


Gazetelerin Özellikleri

3.5.1. Minber Gazetesi

Minber, lügat manası olarak “camilerde hatibin çıkıp hutbe okuduğu


kürsü” şeklinde tarif edilmiştir. Gazeteye Minber adının uygun görülmesi ise,
şüphesiz bu adın memleketin perişan haline ve kurtarılması gereken
istikbaline dair tasavvurlarla millete seslenilen bir kürsü olarak düşünüldüğü
şeklinde yorumlanabilir. Nitekim gazetede baş makale ve makalelerin bir
kısmı bizzat ”Minber’in Hitabesi” olarak verilmiş yazarı da kendi ismi yerine
“Hatib” mahlasını kullanmıştır(Kutay,1980:267).

Basının toplum hayatında, toplumun bilinçlenmesinde önemi olduğunu


çok iyi bilen Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele’nin başından itibaren
basına büyük önem vermiştir. Basınla yakından ilgilenen Mustafa Kemal
Paşa, Ali Fethi (Okyar) Bey ile Minber gazetesinin ortakları
arasındadır. Minber gazetesi yayın hayatına 1 Kasım 1918’de başlamış, her
gün yayımlanarak 22 Aralık 1918’de son baskısını yapmıştır. Karışık ve
gergin dönemde basın hayatına giren Minber gazetesi o dönemdeki siyasî
gelişmelere ışık tutmuştur. Siyasî gelişmelerin yanı sıra toplumun içinde
bulunduğu durumu ekonomik ve sosyal olarak da ele alan makaleler
bulunmaktadır.

Gazetede Mustafa Kemal Paşa ile ilgili haberler de bulunmaktadır. 13


Kasım 1918’de İstanbul’a gelişi ve padişahla yaptığı görüşmelerle ilgili
107

haberler mevcuttur. Minber gazetesinin 17 Kasım 1918 tarihli nüshasında


“Mustafa Kemal Paşa ile Mülakat” adlı bir yazı yayınlanmıştır.
Ayrıca Minber gazetesinde “Hatib” takma adıyla çıkan yazıların da Mustafa
Kemal Paşa’ya ait olduğu yönünde birtakım tartışmalar vardır(
Özkaya,1989:9).

Minber Gazetesi 51. sayısı ile yayın hayatına son vermiştir. İlerleyen
dönemlerde ulusal direniş başlamış ve Mustafa Kemal’in Minber ile başlayan
gazetecilik serüveni İrade-i Milliye ve Hakimiyet-i Milliye gazeteleriyle devam
etmiştir. Cumhuriyet’in kuruluşundan önce basın ile yakından alakadar olan
Mustafa Kemal zaman zaman dönemin gazetecileriyle toplantılar düzenlemiş
ve hem gidişata ilişkin bilgiler vererek hem de basının desteğini almaya
çalışarak basın ile yakınlığını korumuştur(Tevetoğlu,1988:183).

Mustafa Kemal’in 13 Kasım 1918’den 16 Mayıs 1919’a kadar kaldığı


İstanbul’da 52 gün süreyle çıkan gazete, bize göre milli mücadele öncesi
İstanbul’un sosyal, siyasi ve kültürel hayatını ortaya koyması açısından
oldukça değerlidir. Gazeteye adeta milli mücadelenin bir laboratuarı dersek
yanılmamış oluruz. Gazete siyasi, ilmi, iktisadi, yevmi” gazete olarak
tanımlanmaktadır. Gazetenin imtiyaz sahibi Doktor Rasim Ferit (Talay) ‘dır.

Gazetede makale ve tefrikalarının9 çoğu takma ad kullanılarak veya


imza kullanılmadan yazılmıştır. Bu yazarlardan bazıları şunlardır: Hatib,
Ressam Sami Ali, Muktesid, Natık, Ahmed Edib, Nezihe Hamdi, Kazım Fahri,
Ahmed Hulki, İbrahim Fevzi, Meclis-i Meşayıh Reisi Saffet, Pierre Loti ,İsmail
Hami, İzzettin Melih, Donanma Cemiyeti Azası Ali Şükrü, Ayandan Nuri ,
Doktor Cemil Süleyman, Sinoplu Hakkı Sami’dir.

“Müktesid” mahlasının ise dönemin tanınmış iktisatçılarından Cavid


Bey’e ait olduğu düşünülmektedir. A.F imzasının Ahmet İzzet Paşa
kabinesinin dahili nazırlığını üstelenen ve kendisine yöneltilen İttihatçı
ithamlarını “Minber Gazetesi” aracılığıyla bertaraf etmeye çalışan Ali Fethi
(Okyar) Bey olduğu tahmin edilmektedir. Makalelerin üçünün altında ise
Minber gazetesinin kapanmasından sonra kendi imkânlarıyla Memleket

9
Gazete veya dergilerde çıkan, birbirini tamamlayan yazılardan oluşan dizi
108

gazetesini çıkaracak olan Sivas Kongresi’nin kâtibi İsmail Hami(Danişment)


Bey’in adını görmekteyiz. (Öztoprak,1981,Tevetoğlu,1988).

3.5.2.İrade-i Milliye

Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919 tarihinde, çalışmalara başlamadan önce


Milli mücadelenin esaslarının anlatılacağı bir gazetenin neşredilmesi fikri
Mustafa Kemal’in bilgisi dahilinde delegelerce de benimsenmiştir. Gazetenin
ön hazırlıkları Sivas Kongresi tutanaklarında da görülür. Sivas Kongresi’nin
sekizinci toplantısında (11 Eylül 1919)İrade-i Milliye gazetesinin çıkarılmasına
karar verilmiş olup,14 Eylül 1919 Pazar günü Sivas’ta ilk nüshası
yayınlanmıştır. Gazetenin yayınlanma amacı Anadolu hareketinin gerekliliğini
savunmak ve bunun bir aşaması olan Sivas Kongre’sinin kararlarını
duyurmaktı. Fuat Süreyye Oral(1968) yayınlanma gerekçesini şu cümlelerle
ifade eder: ”Kafalarda yaşayan kurtuluş fikri’nin hayata kavuşturulması için
Mustafa Kemal tarafından silahların en güçlüsü, basın gücüne” başvurulması
olarak açıklar.

Kongrenin Sivas temsilcisi Rasim (Başara) Bey, öğrencilerinden 22


yaşında olan Selahattin’i (Ulusalerk) Bey’i imtiyaz sahibi olarak görevlendirir.
Anadolu’daki yeni hareketin sözcülüğünü yapacak olan gazetenin yazı işleri
müdür’ünde diğer vasıfların yanında hiçbir siyasi görüşle alakası olmamasına
dikkat edilir. Milli Mücadelenin istismarının önlenmesi için yazı işleri
müdürünün kimliği önemliydi. Yazı işleri müdürü Müfit (Kansu) olur. Sivas
Valisi Reşit Paşa’dan gerekli izinler alındıktan sonra Sivas’ın tek matbaası
olan Vilayet matbaasında basılır. Gazetenin adının ulusal mücadelenin
parolası olan ve ulusal talep anlamına gelen “İrade-i Milliye “ olmasına İsmail
Fazıl Paşa (Ali Fuad Cebesoy’un babası) karar vermiştir. Başlığının altında
“Metâlib ve Âmâl-i Milliyenin Müdafiidir” (Milletin isteklerinin taleplerinin ve
ümitlerinin, dileklerinin savunucusudur) ibaresi bulunur (Aşkun,1945:155).

İlk sayıları 1000-2000 nüsha basılır. Memleketin her tarafından ilgi


gördüğünden ilk sayılardaki baskı adedinin 5000’e ulaştığı buna rağmen
talepleri karşılamakta zorlandığı Sivas Vilayet Matbaası Müdürü
Abdülkadir(Sarısözen) tarafından ifade edilir. Gazetenin satış fiyatı ilk
sayısında 100 para, dördüncü sayıdan sonra 3 kuruştur. Gazetenin
109

başlığında “haftada iki kere yayınlanır” ibaresi bulunduğu halde bu kurala pek
uyulmaz ve genellikle haftada bir kere yayınlanır (Şapolya,1969:192).

İrade-i Milliye’nin ilk sayısı 30x50 cm ebadında, dört sayfa olarak


yayınlanır. Sayfa sayısı değişkendir sık sık iki sayfa olarak da çıkar. İrade-i
Milliye gazetesi, Sivas Kongresi akabinde 14 Mayıs 1919’da başlayan
yayının 1922 yılı sonuna kadar Sivas’ta devam ettirmiştir.10 Ocak 1920’de
Hakimiyet-i Milliye’nin kurulmasıyla İrade-i Milliye, Milli Mücadele’nin yayın
organı olma vasfını yitirmiştir(Çoşar,1963:111-115).

Bugün itibari ile İrade-i Milliye gazetesinin 14 Eylül 1919 ve 3


Aralık1919 tarihleri arasında yayınlanan 254 sayısının sadece 47 sayısına
ulaşma imkânına sahibiz. Türkiye kütüphanelerinde, 1-39-41 sayıları
bulunmaktadır. 68,74,84,95,118,134,254 numaralı sayıları ise Chicago
Üniversitesi arşivindedir. Gazetenin koleksiyonları, basılmakta olduğu Vilayet
Matbaası’nda çıkan bir yangında yok olmuştur.

3.5.3. Hakimiyet-i- Milliye

İlk sayısı 10 Ocak 1920’de çıkmış olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesi


Ankara’da Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi
adına Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuştur. Millî Mücadele dönemi
gazetelerinin önderi ve haber kaynağı olan gazetede Mustafa Kemal, köşe
yazarlığı yapmıştır. Gazetenin sorumlu müdürü Recep Zühtü’ydü.
Başlangıçta haftada iki gün yayımlanan gazete, 18 Temmuz 1920’de haftada
üç gün olarak basılmış, 16 Şubat 1921’de başlamak üzere cumartesi dışında
her gün çıkarılmıştır. Gazetenin başlığı altında yazan şu cümle çok önemlidir:
“Mesleği, Milletin İradesini Hâkim Kılmaktır” (Coşar,1963:123).

İlk yazıların çoğu Mustafa Kemal tarafından yazdırılmıştır. Gazete


Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin sözcüsü durumunda olması bakımından da
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin yarı resmi organı sayılmıştır.
Hâkimiyet-i Milliye gazetesi işgal yıllarında kamuoyu oluşturmak ve halkın
millî mücadele’ye katılımını sağlamak amacıyla yayımlanmıştır.

Hâkimiyet-i Milliye yayınlandığı sırada günlük 5000–6000 tirajlı bir


gazete olmuştur. Gazetenin 1920 yılında ki yazar kadrosunda şu isimler
110

vardır : Ağaoğlu Ahmet, Hüseyin Tevfik, Hüseyin Ragıp Mahmut Esat, Doktor
Tevfik Rüştü, Yusuf Akçura v.s Hâkimiyet-i Milliye, Cumhuriyetten sonra
1934 yılına kadar aynı adla yayınını sürdürdükten sonra 4794. sayıdan
itibaren Ulus adını almıştır (Önder, 1991: 2443).

3.5.4. Açıksöz

Millî Mücadele ve Kastamonu’nun önemli gazetesi Açıksöz gazetesi


Hüsnü, Ahmet Hamdi ve Tahir Bey tarafından, 15 Haziran 1919 tarihinde
yayına başlamıştır. Yayına başlangıç tarihi, Millî Mücadele dönemidir.
Yazarları dönemin eğitim çevresinin ileri gelenleridir. Açıksöz gazetesi, yayın
politikası acısından Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, askerî kurumlar
ve Ankara ile sürekli bağlantı halindedir. Başlangıcında zorluklar çeken
Açıksöz gazetesi, Ankara’nın desteği ve İstanbul gazetelerine getirilen sansür
nedeniyle tirajını artmıştır. Gazete günlük olarak çıkmaya başladıktan sonra
cuma günü (resmi tatil) hariç her gün yayınlanmıştır. Her sayıda genel olarak,
birinci sayfanın ortasında başyazı, önemli Ankara telgrafları, sonra edebi
yazılar ve diğer gazete haberleri birinci sayfada yer almıştır. Gazete dönemin
aydınları tarafından ilgiyle takip edilmektedir. (Eski 1995:3). Haftalık olarak
çıkan gazete iki sahife olarak yayın hayatına atılmıştır. Yazarları arasında
Hasan Fehmi, İsmail Habib, Doktor Fazıl, Mesul Müdür Hüsnü, tarih
öğretmeni ve yazar İsmail Hakkı’bulunur (Çoşar 1963:91).

Millî Mücadele taraftarı gazete olması ve Kastamonu eşrafı ve Ankara


tarafından desteklenmesi gazetenin işlevi ve amaçlarını genişletmiştir. Buna
bağlı olarak da gazetenin tirajı artmıştır. Özellikle İstanbul gazetelerinin
Anadolu’ya girişinin yasaklanması tiraja olumlu yönde katkıda bulunmuştur.
Bu dönemde gazetenin tirajının bin beş yüzü aştığı iddia edilmektedir.
(Öztoprak 1981:10) Bunun sebeplerinden biri de gazetenin propaganda
amacıyla parasız olarak köylere ve ilçelere gönderilmesidir (Demircioğlu
1973:70). Gazete dönemin aydınları tarafından ilgiyle takip edilen bir
gazetedir.
111

3.5.5. İstikbal Gazetesi

İstikbal Gazetesi, Trabzon’daki Rum azınlığının sürdürdüğü “Pontus


Rum Devleti” kurma çalışmalarına karşı Milli şuuru ayakta tutmak ve
muhtemel bir düşman işgaline karşı Trabzon ve çevresini teşkilatlandırmak
amacıyla kurulmuş bir gazetedir. Faik Ahmet Bey ‘in gayreti ve Trabzon
halkının yardım ve teşvikleri ile azınlık basınına karşı bir tepki olarak 11
Aralık 1918 yılında yayın hayatına girmiştir. Başlangıçta Cumartesi ve Salı
günleri siyasi, ilmi bir gazete olarak çıkmış. İlk sayısı 300 adet basılmıştır.
Milli mücadele basınında Anadolu’da çıkan gazeteler arasında en uzun
ömürlü gazetedir. Gazete özellikle, İstanbul ve Ankara basını yakından takip
etmiştir.

Hakimiyet-i Milliye ve Yeni Gün gazeteler ile birlikte yer yer Anadolu
basınından’ da haberler aktarılmıştır. Fiatı 2 kuruştan, zamanla, 250 kuruşa
kadar yükselmiştir. Gazetenin hemen her sayısındaki baş makalelerinin çoğu
Faik Ahmet Barutçu tarafından yazılmıştır. Diğer yazılar ise: Ebulhamit
Hüsnü, Nüzhet Haşim, Adnan Sabih, ,Salih Zeki, Ustazâde Nazmi , Ahmet
Hamdi, Ebul Nimet , Ali Şükrü tarafından kaleme alınmış, bazı yazılarda
imzasız ya da imza yerine bir harf konularak yayınlanmıştır.

Gazetenin baştan 126 sayısı eksik olan koleksiyonu Faik Ahmed


Bey’in kızı Reşan Barutçu tarafından 14 Mart 1991’de Karadeniz Teknik
Üniversitesi Faik Ahmet Barutçu Kütüphane’sine bağışlanmıştır. Gazete Mart
ayı içerisinde son sayısını çıkararak 1925 yılında yayın hayatına son
vermiştir. (Çapa,1992:192, Albayrak,1994: 99).

3.5.6.Çorum Gazetesi

Çorum gazetesi 3 Mayıs 1921 tarihinde yayın hayatına başlamış, 1


Ocak 1964 tarihinde 3000’inci sayı ile yayın hayatına son vermiştir. 43 yıl
boyunca gazetenin sahibi Çorum İl Özel idaresi olmuştur. Gazetenin ilk beş
sayısı “Müstakil Çorum” başlığı ile yayın hayatına devam etmiş daha sonra
“Çorum” başlığı altında yayın hayatını sürdürmüştür. Gazetenin başyazarı bir
devlet memuru olan “Ayetullah Bey”’dir. Çorumda iki yıl çalıştıktan sonra
Alucra kaymakamlığına atanmıştır. Gazete de yer alan diğer yazıların pek
112

çoğunun altında yazar adının baş harfleri bulunmaktadır. İlk olarak 35 hafta 2
sayfa olarak çıkarılan Çorum Gazetesi 36’ıncı sayısında sayfa sayısını 4’e
çıkarmıştır.

Teknik imkânsızlıktan dolayı sayfalarda resim kullanılmamıştır. Fiyatı 5


kuruş olup, ilk sayısında “Maksadımız Dileğimiz” başlıklı bir makale ile
çıkmıştır. Haber kaynakları ise özellikle Anadolu Ajansından faydalanmış
olup dışarıdan gelen gazeteciler Çorum dışına çıkan hükümet görevlileri, İl
daimi encümenleri, meclisi umumi üyeleri, öğretmenler ve sağlıkçılardan da
faydalanılmıştır. Gazetenin konu başlıklarına bakacak olursak: eğitim, sağlık,
tarım, ticaret, din, siyaset ve daha pek çok konu da yazılmış makaleler yer
almaktadır. Milli mücadele yıllarında “Çorum” gazetesi yaptığı olumlu ve
bilinçli yayınlarla cephe gerisinde basına düşen görevi tam manası ile yerine
getirmiştir(Ozulu,2006:1-3).

3.5.7.Peyam-ı Sabah Gazetesi

16 Kasım 1913 ve 7 Kasım 1922 tarihleri arasında İstanbul’da


yayınlanmıştır. Peyam Gazetesi 1913 yılından beri çeşitli aralıklarla yayın
hayatını sürdürmüştür. 1919 yılında itibaren Ali Kemal tarafından tekrar
yayınlanmıştır. 1920 yılında “Mihran” tarafından çıkarılmakta olan “Sabah”
gazetesi ile birleşerek “Peyam-ı Sabah” olmuştur. Peyam-ı Sabah’ın sahibi
olan Mihran, sorumlu müdürü ve başyazarı Ali Kemal’dir. Günlük olarak
yayınlanan bu gazete Milli mücadeleye açıkça ve sert bir şekilde muhalefeti,
başyazarı olan Ali Kemal yapmıştır. Kuvayi Milliyecilere (Daği-ler, Baği-ler)
diye hitap etmekte ve Mustafa Kemal aleyhinde makaleler yayınlamıştır.
Makalelerinde Anadolu’daki Milli Mücadele hareketine insafsızca saldıran, bu
hareketi destekleyen gazeteleri ”lahana yaprakları” olarak nitelendiren,
Türkiye’nin geleceği için izlenecek tek yolun İngiliz himayesine girmekle
sağlanacağını ifade etmiştir. Hatta daha da ileri giderek şu ifadeleri
kullanmıştır: ”Türk Milletinin içinden boyuna sakar ve ceberut adamlar
yetişeceğini, ancak ecnebi zabıtasının, mahkemesinin ve mektebinin adam
edeceğini söylemiştir. Bununla birlikte mülkiye mektebinin, siyasi tarih hocası
olmakla beraber kalemi ve hicvi kuvvetli bir yazardır. Gazete Türkiye ile ilgili
113

dış haberleri Batı basınından alınarak yayınlanmıştır. Damat Ferit’in birçok


kez kurmuş olduğu İstanbul hükümetlerini desteklemiştir (Öztoprak, 1981:8 :
İnuğur,1992:343 : Şapolya,1969:219).

Milli Mücadele Dönemi basınını incelerken aldığımız bu gazetelerin


dışında o dönemde çıkan önemli gazete ve dergilerden( İkdam, Hadisat,
Varlık, Vakit, Aydede, Karagöz, Muallimler Mecmuası ve Zümrüt-ü Anka)
‘örnekler alınarak ” Eğitim ve Öğretmen Sorunları” tezimizde yararlanılacaktır.
114

IV. BÖLÜM

MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ BASININDA EĞİTİM

VE ÖĞRETMEN SORUNLARI

Millî Mücadele Dönemi eğitim sistemi, Meşrutiyet Döneminde yapılan


eğitim reformları üzerinde inşa edilmiştir. Meşrutiyet Dönemi, Osmanlı
modernleşmesinin askerî alanlardan diğer alanlara kaydığı teorilerin pratik
olarak uygulandığı dönemdir. Eğitim sistemi de bunlardan biridir. İlklerden biri
olarak toplumun her kesimini kuşatan eğitim anlayışı bu dönemde
oluşmuştur. Zorunluluk olan din eğitiminin yanı sıra bireyleri toplumun
ihtiyacına göre eğitim verme çabaları da bu dönemde başlamıştır. Sakaoğlu,
2003:149).

Anadolu’da Millî Mücadele Dönemi eğitim sistemi diğer bakanlıklarda


olduğu gibi İstanbul Hükümeti’nin tasfiyesine kadar iki bakanlık tarafından
idare edilmeye çalışılmıştır. Bu durum Anadolu’da fiili olarak Sarıhan’ın
(2000) deyimiyle “ikili iktidar” oluşturmaktadır. Bunlardan birincisi Osmanlı
Devletine ait Maarif-i Umumiye Nezareti, diğeri 4 Mayıs 1920 tarihinde
Ankara’da kurularak faaliyete geçen Maarif Vekaleti’dir. Bir de bunlarla
birlikte geleneksel din eğitimi başta olmak üzere şeyhülislama bağlı
medreseler bulunmaktadır. Bu dönemde medreseler ile ilgili olarak doğru
dürüst bir rakam verilemediği gibi yapılan çalışmalar da ideolojik olarak yanlı
olmaktadır. Kimilerine göre medreseler Kurtuluş Savaşı’nı desteklemiş,
kimilerine göre ise padişah taraftarı bir çizgiyi takip ederek iç isyan ve Millî
Mücadele’ye karşı girişilen baltalama çalışmalarında önemli bir etkiye sahip
olmuşlardır. Bazıları ise buraları, asker kaçaklarının ve başıboşların bir
cenneti olarak adlandırmışlardır(Çavdar,1971:86).
115

İşgal altındaki topraklarda Yunanlılar, eğitim kurumlarını kendi


atadıkları bir eğitim müdürlüğüyle merkeze bağlamışlar. Böylece işgal
altındaki bütün okullar Yunan Hükümeti’ne bağlı olarak çalışmak zorunda
kalmış. Fiili olarak Anadolu’da üç devlet ve onların bakanlıkları,
düşüncelerine bağlı olarak eğitime yön vermeye çalışmışlardır. Yunanlıların
yaptığı ilk icraat, mevcut tarih dersinin içeriğinin değiştirilmesi ve bütün
okullara zorunlu Rumca dersi konularak, Rumca’nın resmî dil olarak kabul
ettirilmesidir (Ergün, 1982:14-15).

İstanbul’da Millî Mücadele Dönemi sekiz kez hükümet değişmiş,


kabinede görev alan bakanlarda buna göre yer değiştirmiştir. Bunların en
ünlüleri, Gazeteci Ali Kemâl’dir. Ali Kemâl, bazı öğretmenleri İttihatçılıkla
suçlayarak, azletmiş, bazılarını ise İstanbul dışına Millî Mücadeleye destek
olur diye göndermemiştir. Diğer taraftan Ali Kemâl, Maarif Nazırlığı
döneminde eğitimde köklü icraatlar yapmak istemiş, ancak şartların
olağanüstülüğünden dolayı bu işlerden vazgeçmiştir (Akyüz 2001:290-291:
Özsoy 1997:104-105).

Ankara’da diğer bakanlıklar gibi zor şartlar altında çalışmaya çalışan


Maarif Vekaleti’nin ilk bakanı Rıza Nur, birkaç mesai arkadaşı ile bakanlığı
yürütmeye çalışmıştır. Rıza Nur, 10 Mayıs 1920’de yayınladığı ilk genelgeyle
öğretmenlere şöyle seslenmiştir:

“Batının köle etmeyi amaçlayan emperyalist saldırısına uğrayan


ulusumuz bir buhran yaşıyor, dinimiz ve ulusumuz tehdit altındadır. Eğitim ve
öğretim görevlileri olan siz aydınlar, ulusumuzu uyarmakla yükümlüsünüz”
(Sakaoğlu, 2003:158).

İlk kurulan 11 bakanlıktan biri olan Maarif Vekaleti, genel olarak şu


özellikleri taşımaktadır. Yapılmaya çalışılan yenilikler mümkün olduğunca
kırtasiyecilikten uzak tutulmaya çalışılmıştır. Şartlar gereği eğitim işleri,
İstanbul’daki 200 kişilik kadroya karşılık, birkaç kişiyle yürütülmüştür.

Eğitim sisteminde ise yönetim açısından çeşitlilik olduğu gibi, içerik


olarak da farklılıklar vardır. Bir taraftan medreseler, diğer taraftan resmî
eğitim kurumları ve her azınlığın kendi okulunu açma özgürlüğü, eğitim
camiasının farklılığının nedenini oluşturmaktadır. Bununla birlikte eğitim
116

olgusunun yerel idarelere bırakılması, çeşitliliği bir kat daha artırmıştır. Millî
Mücadele’de eğitim sistemi içerisinde yüzyıllardır süregelen klasik eğitim
sistemi olan medreseler, yeni duruma denk gelecek şekilde bir revizyona tabi
tutulmaya çalışılmıştır. Bu reform çabaları bir anlamda Meşrutiyet Dönemi’nin
devamı niteliğindedir. Çağa ayak uydurma sorunuyla karşı karşıya kalan
medreseler, bu dönemde de kendilerine çeki düzen veren bir yapılanma ile
karşı karşıya kalmışlardır. Yasama, yürütme ve yargıyı elinde tutarak
olağanüstü yetkilere sahip Büyük Millet Meclisi bu mesele hakkında 21 Mayıs
1921’de bir nizamname çıkarır. Bu nizamname ile medreseler ikiye ayrılır.
Eski medreseler ve yeni medreseler, yani Dar’ül Hilafe ve Medrese-i İlmiye iki
ayrı teşkilat iki ayrı sistem. Bu nizamname ile medreselerin bir bütünlük ve
ahenk içinde çalıştırılması hedeflenir. Ancak bu medreselerde okuyan
öğrencilerin çoğunda askerlik sorunu vardır. Bu sorun çözülmeden önce
medrese ve yüksek okul öğrencileri silâh altına alınmışlardır. Bu sorun da
Mayıs 1921’de çıkarılan bir tecil kanunu ile halledilir. Bu kanuna göre bütün
yüksek okul ve orta dereceli okullar ile ziraat, orman, erkek öğretmen, Dar’ül
Hilafet ve Eimmei Medâris talebelerinin fiili hizmetleri, tahsillerini
tamamlayıncaya kadar tecil olunacaktır. Bunu müderrislerin ve öğretmenlerin
tecil olayı izler. Ancak istenilen şekilde eğitim verilemez: çünkü okullarda
öğrenci kıtlığı had safhadadır (Arabacı,1996:583-619).

Millî Mücadele Dönemi Misak-ı Millî sınırları içerisinde 12.812 ilkokul


vardır. Bu okullarda çalışan öğretmen sayısı toplam 19.212’dir. İlkokullarda
aynı dönemde okuyan öğrenci sayısı 596.460’tır. Yine aynı dönemde, orta
öğretimde okul sayısı 1.815 ve öğrenci sayısı da 27.461’dir. Fakültelerle
birlikte 17 yüksek okul, bunlara ders veren 368 profesör ve yardımcıları ile
6.677 öğrenci de yüksek öğrenimde eğitimine devam etmektedir.

Sakaoğlu (2003:158) Okul sayısını 3.495 ilkokul, bunun yüzde


yirmisine tekabül eden 682’si kapalı, 3316 (1511’i muallim okulu mezunu
olmayan) öğretmen, 5 sultani, 32 idadi, 13 muallim mektebi olarak
vermektedir. Millî Mücadele dönemi bitiminde yapılan 1924-1925 yılı
istatistiklere göre ülkedeki kız-erkek öğrenci toplam 381.713, okul sayısı ise
5.840’tır (Sakaoğlu 2003:359). Azınlık okulları ve misyoner faaliyetlerine
baktığımız zaman ise ciddi miktarda insanın eğitim alanına tahsis edildiği
117

görülmektedir. Kilise elemanlarının sayısı 64.918’dir. 27.927 de öğrenci


bulunmaktadır (Çavdar, 1971:86-87).

Misyoner eleman ve öğrenci sayınının yüksekliği Osmanlı Devleti’nde


yabancı misyonların ne kadar örgütlü çalıştığı ve bunların yurdun her
safhasına yayıldığını gösterir. Bu rakamlar yukarıdakilere ilâveten
Anadolu’daki etnik azınlığın sürekli olarak eğitildiğini ve eğitim işinin din gibi
toplumsal yapıda bütünleştirici bir özellik taşıdığını, etnik toplulukların
kendilerini tanımlamasına da yardımcı olduğunu göstermektedir. Üzerinde
ciddi şekilde çalışmalar olmasa da yabancı okullar, din, milliyetçilik ve
özgürlük (ayrılık/ayrılma) ideolojilerinin birleşmesinde ana etken olmuşlardır.
Amerikalılar 1920 yılında dünyanın diğer büyük şehirlerinde olduğu gibi
İstanbul’da da bir saha araştırması yaparlar. Geniş bir envanter çıkaran
ABD’lilere göre okullar, dini ve sivil olmak üzere ikiye ayrılır. Dini okullar
medreseler tarafından temsil edilirken, sivil okullar, rüştiyeler, idadiler ve
sultaniyeler tarafından temsil edilmektedir. Araştırmacı Black (1995:328-329)
‘e göre: Savaştan önce İstanbul’da medrese sayısı 196 ve öğrenci sayısı ise
10.000’dir. Ama bu sayı savaşla birlikte 21 medrese ve 1.000 öğrenciye
düşer. Diğer taraftan İstanbul’da, ilköğretimde 29.111, ortaokulda 5.280,
üniversitede ise 1.574 öğrenci öğrenim görür iken özel olarak da 2.010 kişi
öğrenim görmektedir. Ermeni okullarında ise toplam öğrenci sayısı 8.727,
Yahudi okullarındaki öğrenci sayısı 7.460, Rum okullarında ise 20.490
ilköğretim, 2.812 ortaöğretim öğrencisi olduğunu iddia eder. Black’in bu
sayılarını içinde kaç tane Türk öğrencinin yabancı okullarda eğitim aldığı ve
mahalle mekteplerinde eğitim alan öğrencilerin sayısı bulunmamaktadır.
Okula devam ile ilgili olarak klasik olarak, devam sorunu olduğunu söyleyen,
toplumun toplam okuma yazma oranının % 30 olduğunu ifade eder.

İşgal altında İstanbul’u inceleyen Criss’de (1993:56), İstanbul’da


siyasete olağanüstü yüksek düzeyde ilgi gösterilmesinin nedenini okuma
yazma olgusunun yüksek olmasına bağlar. Ayrıca Türklerin batılı eğitim
kurumları ile batı düşüncesinin farklılığının bilincinde olarak ülkeyi işgal eden
ülkelerin okullarında okumaya devam ettiklerini belirtir. Yabacı okulların
sayısı oldukça yüksektir. Sadece Fransız eğitim kurumlarında 15.000 ile
20.000 öğrenci vardır. Yukarıda verilen rakamlardan yola çıkarak Müslüman
118

öğrenci nüfusu ile azınlık ve yabancı uyruklu öğrenciler kıyaslandığında


aradaki uçurum dikkati çekmektedir. Bu bir anlamda Misak-ı Millî sınırları
içerisinde iddia edilen azınlık ve çoğunluk iddialarına cevap vermektedir.
Ortalama nüfusun 12 milyonun üstünde olduğunu farz edersek her 24 kişiden
biri öğrenci durumundadır. Misak-ı Millî sınırları içerisinde yabancı okullara ilk
etapta çok fazla ses çıkarılmazken savaşın şiddetlenmesi ve Anadolu’daki
yabancı okulların ihanet içinde olmaları üzerine ilk önce Amerikan okulları
hariç diğer bütün yabancı okullar kapatılır. Amerikan ilişkileri ve geleceğe
dönük bakış açısıyla ilk etapta Amerikan okulları kapatılmaz. Ancak Merzifon
Amerikan Koleji’nde bir Türk öğretmen öldürülünce Mart 1921 yılında
Anadolu’daki bütün yabancı okullar kapatılır (Akyüz 2001:294 )

Millî Mücadele Döneminde tek üniversite İstanbul’da Dârülfünun’dur.


Anadolu’ya üniversite kurma çalışmaları olmuş, özellikle Konya’da 1908’de
hukuk mektebi açılmış ancak 15 Mart 1919’da kapanmıştır. Dârülfünun, Millî
Mücadele’de aktif bir rol oymamıştır. Özellikle öğrenciler Millî Mücadele
taraftarı olarak bildiri dağıtımından miting organizasyonlarına kadar her türlü
faaliyette ön plânda olmuşlardır. Öğrenciler, Türk Ocağı’nda örgütlenerek
ellerinden geleni yapmışlar, sivil bir direniş gerçekleştirmiş ve İzmir’in işgali
üzerine İzmir dağlarına çıkmak için İstanbul’dan ayrılmışlardır (Adıvar,
1987:28-35).

Millî Mücadele Dönemi üniversite, işgaller karşısında iki miting


yapmıştır. Bunların ikisi de İzmir’in işgali üzerinedir. Darülfünûn’da zaman
zaman öğrenci ve hocalar arasında sorunlar çıkmıştır. Bunun başlıca sebebi
Millî Mücadele tarafı olup olmamadır. Öğrenciler tartıştıkları hocaları Rıza
Tevfik ve Cenap Şehabettin’i sınıflara sokmamışlar, bunların istifasını
isteyerek sonunda muvafık olmuşlardır. Bununla birlikte Darülfünûn
Müderrisler Divanı okulun açılmasını isterken öğrenciler Anadolu’daki durum
nedeniyle bu isteği reddederek tıp başta olmak üzere fen ve diş bölümlerinin
katkısıyla okulda boykot uygulamışlardır. Okula gelen polislerle çatışma
çıkmış, altı öğrenci yaralanmıştır. İşin bir diğer boyutu ise öğrencilerin Maarif
Nazırı Said Bey’in bürosunun camlarını kırması, hocaların okuldan dışarı
atılması ve gelen memurların ise kapı dışarı edilmesidir (Babalık ,28 Mayıs
1922).
119

Anadolu’da ise İstanbul’daki üniversitenin yerini tutacak ilk girişim


Kasım 1921’de Maarif Vekaleti tarafından başlatılmıştır. Kayıtları hemen
dolan “Âli Ders”ler günde bir saat ve haftada beş gün devam ederek işe
başlamış daha sonra program değişikliği ve ilâvelerle yola devam edilmiştir
(Ergün, 1997:19-20).

Eğitim çalışmalarının hızı hiç kesilmeden devan eden Millî


Mücadele’de, eğitim için gerekli hazırlıklar yapmak üzere on kişiden
müteşekkil bir Telif ve Tercüme Encümeni oluşturulmuştur (Hakimiyet-i
Milliye, 24 Mart 1921).

Tarih, coğrafya, iktisat ve içtimai bilgilere olan ihtiyaçlara cevap


vermek için, bu encümen zor şartlar altında görevini yapmaya başlamıştır. Bu
encümenin başkanlığını ise sırasıyla Samih Rıfat Bey ve Yusuf Akçura Bey
yapmışlardır. Azalarına gelince çoğu, o dönem milletvekili ya da Millî
Mücadele’nin ileri gelenlerindendir Olağanüstü durumlarda insanlar bir
taraftan cephede savaşırken diğer taraftan ise ilim, öğrenmek hem de
cehaletle savaşmak için gerekli alt yapıya hazırlık amacıyla tercümeler
yapılmaya çalışılmış ve bir çok da tercüme yapılmıştır. Yapılan tercüme ve
telif eserlere mükâfatlar verilmiştir (Kozanoğlu, 1998:200-216).

Ekonomik sıkıntılar içinde yüzen Millî Mücadele Hükümetleri, hane


halkının ürettiğinin yüzde kırkına el koyan Tekalif-i Millîye Kanunları’nın
yanında, eğitime verdikleri değeri gösteren önemli bir işaretle oldukça cömert
bir davranışta bulunmuşlardır. Maârif Vekaleti, Millî Mücadele döneminde
çıkarılan ilmi eserleri teşvik etmiş ve çeşitli para ödülleriyle bunları
desteklemiştir. Örneğin Konya Sultaniyesi öğretmenlerinden Abdulkadir
Efendi, on beş yıldır çalıştığı eseri “Konya’da Türk Âsari”ni bitirmiş, Vekalet,
eserin basımı için üç yüz lira verdiği gibi yazara da yüz elli lira vermiştir
(Hakimiyet-i Milliye, 29 Mart 1921).

Telif ve Tercüme Dairesi’de bir yandan savaş devam ederken diğer


taraftan Türk tarihi ile ilgili iki kitabın çevirisine başlandığını ve bunların en
kısa zamanda biteceğini haber vermektedir. Bu kitaplar: Moğol Tarihi ve Asya
Tarihine Medhal olarak belirtilmektedir (Hakimiyet-i Milliye, 30 Mart 1921).
120

Savaş zamanı olmasına rağmen halk eğitim ve öğretim olgusundan


geri kalmamıştır. 27 Nisan 1922 tarihli Babalık’ta eğitim ile ilgili iki haber
dikkati çeker. Birincisi Bolu’da çıkan Dertli gazetesine göre Gerede
kazasından bir okul yapımı ile ilgilidir. “Bir Köylünün Maarifperverliği”
başlığıyla verilen habere göre:

Çalışlar karyesi eşrafından Alemdar Oğlu Hacı Hüseyin Efendi bir


mektep için gerekli bütün malzemeyi vermeyi taahhüt etmiş, Bolu
Mutasarrıflığı da kendisine teşekkür yazısı göndermiştir. Eğitim seferberliği
savaş seferberliğiyle beraber devam etmiştir. Diğer haber ise İptidaî hocaları
hakkındadır. Buna göre: tatil esnasında bilumum İptidaî muallimlerinin
merkeze çağrılarak mütehassis muallimler tarafından özellikle terbiye ve
ahvali tedrise ait dersler verilmesi hakkında, Maârif Vekaleti’nce bir tasavvur
mevcuttur. Bu hususta mütalaa ve düşüncelerini bildirmeleri keyfiyeti Maârif
Vekaleti’nce bütün Maarif Müdüriyetlerine tebliğ edilmiştir.

Maârif Vekaleti, olağanüstü durumlarda dahi personelin eğitimini


sürdürmektedir. Gazetelerdeki sürekli çıkan haberler arasında, eğitimin
devam ettiği ve okulların açılış kapanış ve derslikleriyle ilgili olanları da yer
alır. Sürekli olarak da dersliklerin ilâve edildiği bildirilir. 24-28 Mayıs 1922’de
Babalık gazetesinde yayınlana bir habere göre, insanlar savaş zamanında
bile eğitim ve öğretimden geri durmayarak, Beyşehir’in Doğanbey kazasına
altı derslik okul yaptırmışlardır. Savaşa en yakın yerlerden biri olan
Akşehir’de sınavlar hiç ertelenmemiş okullar normal sürecinde devam
etmiştir. Okuldan mezun olan öğrenciler ve okul sınavları, okul toplantıları
dahi o dönem için bir haber niteliği taşımaktadır

Azerbaycan’daki eğitim sistemi 15 Mart 1921’de Hakimiyet-i Millîye’de


gazetesinde “Azerbaycan’da Mektep, Maarif Terakkiyesi” adlı yayınlanan
makalede tartışılmış olup, Azerbaycan Şuâralar Hükümeti’nin yapmayı
tasarladığı eğitim faaliyetleri ve bu eğitim kurumlarının içerikleri geniş bir
şekilde tartışılmaktadır. Sosyalist sistemin yapacağı eğitim devriminin olumlu
ve olumsuz yönleri tartışılmış. Gazetede Azerbaycan Şuâralar Hükümeti’nin
eğitim sistemi yaklaşık yarım sayfa biçiminde tartışılması oldukça manidardır.
Bu da Ankara Hükümeti’nin eğitim sistemi için gerekli alt yapıda bile düşünce
ve pratikte uygulama olarak nasıl bir tavır takınacağı ile ilgili sorular olduğunu
121

gösterir. Öğrenciler acısından eğitimi, Millî Mücadele döneminde bir lise


öğrencisi olan Velidedeoğlu (1990:157-158) herkesi saran Millî Mücadele
ateşinde liseli öğrencileri şöyle tarif eder:

“Biz “genç mektepliler”de ruhlarımız kurulmuş birer çelik zemberek gibi


gergin, aynı savaşım isteği doğrultusunda, her an fırlayıp düşmana atılmaya
hazır, ruhsal bir durum içerisindeydik. İşte bu ruhsak durum ve vatan aşkı ile
Ankara Lisesi’nden benden yüksek sınıflardan ve benim sınıfımdan kimi
arkadaşlar, 1920 yazında okulun dinlence aylarında, gönüllü olarak Kuvva-yı
Millîye’ye yazılıp Demirci Savaşları’na katıldılar. Öğretim başlayınca
cepheden okula dönen gönüllüleri birer kahraman gibi karşıladık”.

Savaşta bazı öğrenciler şehit olmuş bazıları gazi olarak okullarına


dönmüşler ve savaş hikâyelerini arkadaşlarına anlatarak övünmüşlerdir.
Sakarya Savaşı’ndan önce Hakimiyet-i Millîye gazetesinde cephede durumun
iyi gitmediğini ve düşmanın ilerlemekte olduğunu yazmakta, Mecliste de
ordunun ve cephenin durumu tartışılırken, halk arasında düşmanın sürekli
ilerlediği söylentileri gezmektedir. Bu sırada Meclis, Atatürk’e tüm yetkilerini
vererek Başkomutanlığa atamıştır. Yunan’ın yaklaşması üzerine, Ankara’nın
boşaltmasına karar verilmiş, resmî daireler Kayseri’ye taşınmıştır. Böylece
Okullar ve Millî Eğitim Bakanlığı da geçici bir süreyle Kayseri’ye nakledilmiştir
(Velidedeoğlu,1990:183-186). Öğretmenlerin Millî Mücadele’de durumu içler
acısıdır.

Gazete haberlerine göre: İstanbul’daki iptidaî ve sultaniye muallimleri


on iki günden beri mekteplere devam etmemektedirler. Bunun nedeni
muallimlerin parasız pulsuz kalmalarıdır. Aylardır maaş alamayan muallimler
bundan dolayı okula gitmemektedirler. Evlerine yiyecek götüremeyen
öğretmenler, bazı bölgelerde açlık ve hastalık nedeniyle okullarını terk etmek
zorunda kalmışlardır. Sadece İstanbul’da değil, Anadolu’da da en önemli
eğitim sorunlarından birisi öğretmenlerin maaşlarıdır. Aylarca maaş
alamayan öğretmenler, meslekten ayrılıp polis, jandarma, katip olmuşlardır
(Ergün, 1997:12).
122

Geçim sıkıntısı çeken öğretmenler zaman zaman protestolardan ileri


giderek grev ve boykotlar yapmışlardır. Kasım 1920’de Ankara, Tokat ve
Yozgat’ta öğretmenler derslere girmemişlerdir (Akyüz 1978:171-178).

Osmanlı geleneğiyle birlikte, yerel idareler meclisleri tarafından


ilgilenilen ve yönetilen okullar, aynı zamanda, Türk eğitim sisteminde en
büyük sorunlardan biri olan “okul kapatma” hadisesini yaşatmışlardır.
İlköğretim okulları, ilkokullar ve idadiler, İdare-i Hususiye’ye bağlıdırlar. Bu
okulların masrafları da bu kurum tarafından karşılanmaktadır. Bu yüzden
valilikler, eğitimle ilgili yetkililer veya bazen de halk tarafından masrafları
karşılanmıyor diye, okullar istenildiğinde kapatılmışlardır (Ergün,1997:13).

Masrafların karşılanarak okullar açık olsa dahi bu sefer de öğretmen


bulmak zorlaşmaktadır. Bundan dolayı Millî Mücadele Dönemi eksik
öğretmen kadrolarını takviye için gazetelere ilanlar verilmiştir. Okullarda
öğretmenlerin en önemli faaliyeti, millî bilincin ve milliyetçilik duygularının
öğrencilere aşılanmasıdır. Dışarıda ise öğretmen ve öğrenci milleti
örgütlemede miting ve kongrelerde önemli görevler almışlardır (Akyüz,
2001:205).

Her türlü olumsuzluğa rağmen öğretmenler Millî Mücadele Döneminde


çıkardıkları mesleki yayın ve mecmualarla milli mücadeleyi desteklemişlerdir.

4.1. MİLİ MÜCADELE DÖNEMİ’NDE MAARİF TEŞKİLATI VE


YAPISI

Milli mücadele dönemini aynı tarihlerde üç ayrı eğitim teşkilatı


bulunmaktadır.Bu üçlü eğitim teşkilat yapısı hakkında genel bilgi verildikten
sonra bu eğitim teşkilatlarının eğitim ve öğretim ile ilgi yaptıkları çalışmaların
basına nasıl yansıdığını ifade edeceğiz.

4.1.1. Maarif-i Umûmiyye Nezâreti (İstanbul Hükümeti)

Maarif Nezâreti, 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanı


doğrultusunda17 Mart 1857 tarihinde kurulmuştur. Eğitimle ilgili ayrı ayrı
meclis ve nezaretleri birleştirilerek, tek merkezden yönetecek olan ve
hükümet içinde bir kuruluş olarak ortaya çıkmıştır. Bu nezaretin nazırlığına
123

Sami Abdurrahman Paşa, müsteşarlığına Mekâtib-i Umumiye Nazırı


Hayrullah Efendi, Nezaret mektupçuluğuna ise Raşit Efendi
atanmıştır(Unat,1964:2).

Maarif Nezaretinin görevleri, 3 Mart 1861 tarihli bir genelge ile


belirlenmiştir. Bu belgede, Maarif Nezaretinin, öğretim dereceleri ve eğitim
sistemi ile ilgili düzenlemelere yer almakla beraber hükümet eğitim işlerini
artık Batılı yöntemlerle düzenlemeye başlamıştır.1869 yılında yürürlüğe giren
“ Maarif Umumiye Nizamnamesi”, özelikle Fransız sistemini örnek alınarak
hazırlanmıştır. Bu nizamname ile Maarif Islahatı teşkilatlandırılmış ve Maarif
bir devlet işi olarak ele alınmıştır. 1869 Nizamnamesi ile Özel Okullar Dairesi
ile Genel Okullar Dairesi’ne bir de merkezde “Meclis-i Kebir-i Maarif”
eklenmiş, taşra teşkilatı olarak da “Vilayet- Maarif Meclisi”
kurulmuştur(Ökmen,1971:58).

1879 yılı Temmuz’unda nezarete ait işler, beş daireye bölünerek her
bir dairenin başına Meclis-i Maarif üyelerinden biri getirilmiştir. Nezaret,
Mevcut Yazı, Muhasebe ve Evrak servislerinden başka şu dairelere
ayrılmıştır:

1.Mekâtip-i Âliye ( Yüksek öğretim),

2. Mekâtip-i Rüştiye (Orta öğretim),

3. Mekâtip-i Sıbyaniye ( İlköğretim),

4.Te’lif ve Tercüme

5.Matbaalar(Yayın) dairelerine ayrılmıştır(Unat, 1964:25).

Tanzimat döneminde ise eğitim kurumlarında gelişmeler görülmüştür.


Tanzimat’a kadar kızlar sadece Sıbyan Mekteplerine girebiliyorlardı. Bu
dönemde artık kızlar ortaöğretim kurumlarına girmeye başlamıştır.1848’de
Darülmuallimin, 1870’de Darülmuallimat gibi okullar açılmıştır. Tanzimat
döneminde yeni okullar açılmasına rağmen eski okullar da işlevlerini
sürdürmüştür. Bu da ülkede ikili bir eğitimin doğmasına sebep olmuştur.
Tanzimat döneminde meslek okulları ve idadilerin açılmasına da önem
verilmiştir İdadiler, rüştiyelerin üzerinde yüksek öğretime öğrenci hazırlamak
amacıyla kurulmuştur. Ancak idadiler Tanzimat döneminde pek fazla
124

gelişememiştir. İdadilerin esas gelişmesi II. Abdülhamit Devrinde (1876-1909)


olmuştur. Bu dönemde hem Rüştiyeler hem de İdadilerin sayısı arttırılmıştır.

Meslek okulları konusunda da bir takım girişimlerde bulunulmuştur.


İstibdat döneminin devamını sağlamak için II. Abdülhamit özellikle Mülkiyenin
gelişmesiyle yakından ilgilenmiştir. Ayrıca bu dönmede Mülkiye, Maliye,
Hukuk ve Ticaret Okulları açılmıştır. Kız ve erkek öğretmen okulları ile ve
yine kız ve erkek sanat okullarının sayısı artırılmıştır. Güzel Sanatlar Okulu
ile Şehzadegân ve Aşiret Mektepleri kurulmuştur. Ancak İstibdat Devrinde
(1876-1908) , okullarının sayısı artmasına rağmen, eğitimin niteliği artmamış
ve eğitime de istibdat idaresinin baskısı altında kalmıştır.

1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilânıyla birlikte eğitim daha özgür bir


ortama kavuşmuş, eğitimde gelişmeler görülmüştür. 1900’de “Darülfünûn
Şahane” adıyla açılan yüksek öğretim kuruluşu da 1908’de Meşrutiyetle
birlikte serbestliğe kavuşmuştur. 1913’de kabul edilen “Tedrisat-ı İptidaîye
Kanunu Muvakkatı” ile Sıbyan mektepleri ve Rüştiyeler “Mekâtib-i İptidaîye “
adı altında birleştirilmiş ve öğretim süresi altı yıl olan İptida-i Mektepleri’’ne
çevrilmiştir. İlköğretimin birinci kademesi olan Mekatib-i İptidaî’de okuma-
yazma, hesap din bilgisi gibi temel bilgiler veriliyordu. İlköğretimin ikinci
kademesi olan Mekteb-i Rüştiye’de Kur’an Okuma, Din Bilgisi, Türkçe
Arapça, Hesap, Coğrafya, Türk ve İslâm Tarihi, Güzel yazı gibi dersler
okutuluyordu(Ergin, 1971 : 581).

II. Abdülhamit Devrin’de Rüştüyelere Fransızca dersi, Resim-iş Beden


Eğitimi, Müzik gibi dersler de konulmuştur. Sıbyan mekteplerininyerine
anaokulları açılmış, İdadi ve Sultaniler ise Orta öğretim kurumlarını
oluşturmuştur. II. Meşrutiyet döneminde ise öğretmen okullarının açılmasına,
teknik ve yüksek öğretim de önem verilmiştir. Bu okulların sayısı ve niteliği
arttırılmaya çalışılmıştır. Bu dönemde Gece Dersleri Mektebi(1908), Resûmat
Mektebi (1909) Polis Memurları Mektebi(1909), Dişçi Mektebi(1909), Muzika
Mektebi(1910),Maliye Memurlar Mektebi(1910), Kondüktör Mektebi (1911),
Belediye Memurları Mektebi( 1911), Kadastro Memurlar Mektebi (1911),
Evkâf Memurları Mektebi(1911), Darülbedayi (1944), Tabib Müşavirliği
Mektebi (1915), Şimendifer Memurları Mektebi(1915), Darülelham(1916),
olmak üzere çok çeşitli okullar açılmıştır.Yüksek öğretim alanında da Dini
125

İlimler, Fen, Tıp, Edebiyat ve Hukuk olmak üzere beş bölümden oluşan
Darülfünûn’a “ İlmi Özerklik “ verilmiştir. Bu dönemde ülkemizde azınlık
okullarının durumuna bakacak olursak: Meşrutiyet’e girerken, azınlık ve
yabancıların kendilerine ait okulları vardı. Bu okullar, her türlü devlet denetimi
ve teftişinden uzak olarak öğrenimlerini sürdürüyorlardı. II. Meşrutiyet
döneminde Maarif Nezareti, bu okulları denetim altına almak ve teftiş etmek,
programlarını düzenlemek, öğretmenleri tayin etmek, Türkçe derslerini
zorunlu kılmak istemiş ise de başarılı olamamıştır. Azınlıklar kapitülasyonlara
dayanarak, bu müdahaleye karşı çıkmışlardır(Unat, 1964:54).

Islahat fermanından, Tanzimat ilanına ve II. Meşrutiyetende sonra da


devam eden Maarif Nezâreti bu tarihi aralıklarda eğitimin her alanında
yenilikler yapmaya çalışmışlardır. Ama özellikle Milli mücadele döneminde
İstanbul hükümetine bağlı olan Maarif Nezareti varlığını sürdürürken, öbür
yandan da 23 Nisan 1920’de BMM’nin Ankara’da toplanmasını izleyen
günlerde yeni Türkiye Devleti’nin Maarif Vekâleti kurulmuştur(2 Mayıs,1920).
Böylece eğitimle uğraşan biri İstanbul’da “Maarif-i Umumiye Nezareti”, diğeri
Ankara’da Maarif Vekâleti olmak üzere iki idari teşkilat ortaya çıkmıştır. Her
ne kadar İstanbul Maarif Nezareti’nin İstanbul dışındaki okullar üzerindeki
etkinliği kalmamış ise de okullara genelgeler, okul programları ve araç- gereç
yollamaya devam etmişlerdir (Hakimiyeti Milliye, 8 Ocak 1923).

Her iki yönetim de öğretmenleri kendi yanına çekmek istemiştir. Bu


mücadelede öğretmenler, daha çok Maarif Vekâleti’nin yanında yer alarak
yeni devletin kuruluşuna katkıda bulunmuşlardır. Sonuçta 1922 yılı
sonlarında, İstanbul’daki eski Osmanlı yönetimine ait bütün Nezaret’lerin
kaldırılmasıyla birlikte Maarif Vekâleti, tüm ülkenin eğitiminden sorumlu bir
vekâlet olmuştur.

4.1.2. Maarif Vekâleti (Ankara Hükümeti)

1920’de BMM, çok olumsuz koşullar altında kurulmuştur. Ülke


topraklarının üçte ikisi savaş alanı olmuş ve olmakta, her taraf yanmış,
yıkılmış ve yıkılmaktaydı. Türk Milleti yoksul ve yordun düşmüştü. Başlattığı
Kurtuluş Savaşında son imkânlarını kullanmaktaydı. Bu ortamda, bir yanda
eğitimle gelişmeyi sağlamaya çalışırken diğer yanda ise düşmanla mücadele
126

edecektir. Her şeyden önce vatanın işgal altından kurtulması ve milletin


bağımsızlığını kazanması gerekiyordu. Bu nedenle, tüm imkânlar düşmanın
yurttan atılması için kullanılacaktı. Ülkenin bu durumda bile eğitime önem
verilerek, aynı zamanda Ankara hükümeti eğitim alanındaki savaşı da
kazanmak istiyordu. BMM Hükümeti oluşturulduktan sonra Maarif Vekaleti
seçilmiş olduğu halde ortada bir bakanlık örgütü yoktu. Maarif binaları,
arşivleri, dosyaları ve memurları ile İstanbul’da idi. Bu nedenle her şeyi yeni
baştan kurmak gerekiyordu.

Bu şartlarda Mustafa Kemal, geniş ve yeterli şartlara ve araçlara


kavuşmayı beklemeden geçecek savaş günlerinde eğitim kurumlarımızın
gereğince çalıştırılmasının önemine işaret etmiş ve Milli Mücadele devam
ederken yokluk ve çeşitli güçlükler içinde Maarif Vekâleti’nin kurulmasını
sağlamıştır. Milli Mücadele yıllarında iki Maarif Bakanlığı vardı: Ankara’da
BMM Hükümeti’nin Maarif Vekâleti, İstanbul’da Osmanlı Hükümeti’nin Maarif
Nezareti (Akyüz,1999:279).

Nitekim 23 Nisan 1920’de BMM’nin Ankara’da toplanmasını izleyen


günlerde yeni Türkiye devleti’nin yönetimi için gerekli bakanlıkların kurulması
yoluna gidilmiş ve böylece, düzenlenen BMM İcra Vekilleri’nin Suret-i
İntihabına Dair 2 Mayıs 1920 tarih ve 3 Numaralı kanunla “Maarif Vekâleti”
kurulmuştur(Güçlüol, 1983:146).

Bakanlıklara, Osmanlı Hükümeti’nden farklı ve daha anlamlı olarak


Vekâlet adı verilmiştir. Maarif Vekâleti’nin merkez teşkilâtı ilk kuruluşunda bir-
iki oda içine yerleşmiş üç beş memurdan oluşuyordu( Akyüz, A.g.e. , 1999:
279).

Güç koşullara rağmen BMM Hükümeti, eğitim islerini bir yana


bırakmamış ve hiç değilse mevcut eğitim kurumlarının gereğince
yürütülmesine çalışmıştır. Büyük Millet Meclisi’nde ilk Maarif Vekili (Milli
Eğitim Bakanı) 6 Mayıs1920 Perşembe günü seçilmiş olan Dr. Rıza Nur’dur.
Rıza Nur’un görevi yedi ay on bir gün sürmüştür(Güçlüol, a.g.e:146).

Programda Milli Eğitimle ilgili şu amaçlar ortaya konmuştur:

1. Eğitimi dini ve milli bir duruma koymak,


127

2. Eğitim, yaşam savaşında çocukları başarılı kılacak, dayanaklarını


kendi varlıklarında bulduracak güç, girişim ve kendine güven gibi nitelikler
verecek, üretici bir düşün ve bilinç uyandıracak bir yüksek asamaya
ulaştırmak,

3. Öğretimi tüm okullarımıza en bilimsel, en çağcıl ( modern ) olan


temeller ve sağlık kurallarıyla yeniden düzenlemek ve izlencelerini
düzeltmek,

4. Ulusun doğasına ( mizacına ) coğrafya ve iklimimizin koşullarına,


tarihsel ve toplumsal geleneklerimize uygun bilimsel ders kitapları meydana
getirmek,

5. Halk yığınındaki ( kitlesindeki ) sözcükleri toplayarak dilimizin büyük


sözlüğünü yapmak, ( Bu sonradan Türk Dil Kurumu’nun ödevi olmuştur).

6. Ulusal ruhu geliştirecek tarihsel, toplumsal ve edebî eserleri


uzmanlarına yazdırmak,

(Türk Tarih Kurumu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi bu amacın


gerçekleştirilmesi için kurulmuştur ).

7. Eski yapıtları kütüğe geçirmek ( tescil etmek ) ve korumak.

8. Doğu ve Batı’nın bilim ve fen kitaplarını dilimize çevirmek,

9. Kısacası bir ulusun yaşamının ve varlığının korunması için en


önemli etken olan Milli Eğitim işlerinde dikkat ve özel bir çaba ile çalışmak,

10. Elde bulunan okulları iyi yönetmek,

Maarif Vekili Dr. Rıza Nur, 1920 yılı sonunda Bakanlık Merkez
Örgütü’nü teşkil etmiştir(Sakaoğlu,2003: 157- 158).

Bakanlık Merkez Örgütü şu beş daireden oluşmuştur:

1.İlk Tedrisat ( İlköğretim ) Müdürlüğü,

2. Tali Tedrisat (İkincil-Orta Öğretim ) Müdürlüğü,

3. Sicil ve İstatistik ( Özlük İsleri ve Sayılama )

4. Muhasebe ( Saymanlık ) Müdürlüğü,


128

5. Hars ( Ekin, Kültür ) Müdürlüğü,

Merkez örgütü üç müfettişli bir teftiş heyeti ve yedi kişilik bir program
komisyonu ile tamamlanmaktadır. Ancak taşra örgütü hakkında herhangi bir
bilgiye sahip olmayan vekalet, emri altındaki okullar ve öğretmenler hakkında
teferruatlı bir bilgiye sahip değildiler. Bu konuda toplanan bilgilerle elde edilen
istatistiklere göre: Ankara Hükümetine bağlı 38 vilayet ve sancakta 2345
ilkokul vardı. Bu okulların581 tanesi kapalıydı. İlkokulların öğretmen sayısı
2384’ü erkek, 677’si kadın olmak üzere 3061‘dir. Bunlardan ancak 875’i
öğretmen okulu mezunu, diğer kalanlar ise çeşitli kaynaklardan toplanmıştır.
Orta öğretimde 28 Sultani, 50-60 kadar İdadi ve 18 kadar Öğretmen okulu
vardır. Savaş yıllarında Anadolu köylerinin %98 ‘i okulsuzdur. (Başgöz,,1973:
59).

İşte Maarif Vekaleti, bu olumsuz ve zor şartlar altında eğitimi devir


alırken, Anadolu’ya egemen olabilmek için büyük çaba sarfetmek zorunda
kalmıştır. Çünkü 1920 Türkiye’sinde, Anadolu da ki okullar ve öğretmenler
üzerinde İstanbul’da ki Maarif-i Umumiyye Nezareti ile Yunanlıların işgali
altındaki bölgelerde oluşturdukları Anadolu Eğitim Müdürlüğü de etkili olmak
istiyordu. Maarif-i Umumiyye Nezareti ile Maarif Vekaleti, Anadolu’ya egemen
olma konusunda savaşırken, Yunanistan, Anadolu’ya bir Eğitim Genel
Müdürü tayin etmiştir. Bu genel müdür verdiği bir emirle “Şimdilik yalnız dil
dersleri ile tarih öğretimini değiştiriyoruz. Rumca resmi dil olacaktır. Bundan
sonra özel ve resmi okullar yoktur: hepsi bir idare altında toplanmıştır”
diyerek bütün okulların Yunan hükümetine bağlamaya çalışmıştır (Hakimiyet-i
Milliye, 7 Kasım 1920).

Bu durum karşısında Ankara Maarif Vekaleti, daha örgütlü çalışma


zorunda kalmış ve Anadolu öğretmenlerini örgütleyerek, toplantılar yaparak
onları kendi ilkeleri doğrultusunda birleştirmeye gayret etmiştir. Bu amaçla
1920 Temmuz’unda Ankara’da “Muallime ve Muallimler Cemiyeti” kurulmuş,
7 Mayıs 1921’de bu örgütün adı “ Türkiye Muallime ve Muallimler Birliği”
olarak değiştirilmiştir(Akyüz,2012:178).

Maarif Vekaleti 1922’de, Müsteşarlık, Yüksek Tedrisat Dairesi, Telif ve


Tercüme Heyeti de oluşturularak biraz daha genişletilmiştir. Merkez Örgütü,
129

iki yıl sonra geliştirilecek dokuz bölüme çıkarılmıştır. Öncekilere şu bölümler


eklenmiştir:

Müsteşarlık, Yüksek Tedrisat Dairesi, Telif ve Tercüme Heyeti ( Kitap


Yazma ve Çeviri Kurulu ), Sicil ve İstatistik Müdürlüğü ikiye ayrılarak Sicil ve
Memurin Dairesi ile İhsaiyet ( istatistik = sayılama ) dairesi olmuştur( Akyüz,
1999 : 279).

Kurtuluş Savaşı yıllarındaki Maarif Vekilleri şunlardır:

Dr. Rıza Nur : Mayıs-Aralık 1920

Hamdullah Suphi : Aralık 1920-Kasım 1921

Mehmet Vehbi : Kasım 1921-Kasım 1922

İsmail Safa : Kasım 1922-Mart 1924

O dönemin bazı Maarif Nazırları şunlardır:

Ali Kemal: Mart-Mayıs 1919

Sait: Mayıs 1919-Mart 1920

Abdurrahman Seref: Mart-Nisan 1920

Rumbeyoğlu Fahrettin: Nisan-Temmuz 1920

Hadi Pasa: Temmuz-Ekim 1920

Sait: Ağustos 1921-Ekim 1922.

Maarif Vekâleti’nin asıl kuruluşu, 23 Mart 1926 tarihinde kabul edilen


789 sayılı Maarif Teşkilâtı’na Dair Kanun’un 1 Nisan 1926 tarihinde yürürlüğe
girmesiyle gerçekleştirmiştir. 10 Haziran 1933 tarihinde kabul edilerek 22
Haziran 1933’te yayımlanarak yürürlüğe giren 2287 sayılı “Maarif Vekâleti
Merkez Teşkilâtı ve Vazifeleri Hakkındaki Kanun” 789 sayılı Kanunu
yürürlükten kaldırmıştır(Güçlüol, 1983 : 148).

Bugünkü Milli Eğitim Bakanlığı, 1923’ten 27 Aralık 1935 tarihine kadar


Maarif Vekâleti, 28 Aralık 1935’ten 21 Eylül 1941 tarihine kadar Kültür
Bakanlığı, 22 Eylül 1941’den 9 Ekim 1946 tarihine kadar Maarif Vekilliği
olarak devam etmiş.
130

10 Ekim 1946’dan sonra Milli Eğitim Bakanlığı, 1950’den sonra Maarif


Vekâleti ve 27 Mayıs 1960 tarihinden sonra da tekrar Milli Eğitim Bakanlığı
adıyla çalışmalarını sürdürmüştür.

İşte Maarif Vekaleti, Anadolu eğitimini devralırken pek çok sorunlarla


karşılaşmıştır. Bu dönemde okul ve öğretmen sayısı yetersiz olmakla
beraber öğretmenlere maaş da verilemiyordu. Devlet bütçesi yetersiz
olduğundan mevcut okullar da kapatılıyordu. Böyle olumsuz ve zor şartlar
altında eğitimi devralan Maarif Vekaleti, ilk önce ülkedeki mevcut okulları iyi
bir şekilde idare etmeye çalışmış, daha sonra ise, tüm imkanlarını kullanarak,
eğitimi daha iyi bir duruma getirmek için çaba harcamıştır

4.1.3. Milli Mücadele Dönemi İşgal Altındaki Bölgelerde Eğitim ve


Öğretmen Sorunlarının Basına Yansımaları

4.1.3.1. Yunanlılar “ Anadolu Eğitim Genel Müdürlüğü”

1920‘lerin Türkiye’sinde Anadolu okulları ve öğretmenleri üzerinde üç


değişik yönetim egemen olmak istiyordu:

a) TBMM Hükümetinin Maarif Vekaleti

b) Osmanlı Devleti’nin Maarifi Umumiye Nezareti

c) Yunanlıların işgal altındaki bölgelerde Eğitim Genel Müdürlüğü.

İstanbul Maarif Nezaretinin İstanbul dışındaki okullar üzerinde


herhangi bir etkinliği yoktu; hatta İstanbul öğretmenlerini bile kontrol altında
tutamıyordu. Ama genelgeler, okul programları ve öğretim araçları gereçleri
yollamaktan da geri kalmıyordu. İlkokul ve ortaokul programlarına üretim
gücünü artıran “ameli ve hayati dersler” konuyor, “âyani ve hayati” bir öğretim
için okullara malzeme gönderiyordu. Öte yandan Yunanlıların Anadolu’ya
müdür tayin ettikleri Eğitim Genel Müdürlüğü de, verdiği bir emirle, işgal
altındaki yerlerin bütün okullarını yetkililere yayınlamış oldukları genelgelerle
duyurmuşlardı(Ergün, 1982:15).

Bu gelişmeler üzerine, Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde “Türkiye


Mektepleri” başlıklı yazıda şöyle bir yorum getirilmiştir:
131

Yunanlılar Türkiyemize yerleşmek, hem de uzun asırların ve hayatın


oraya bağladığı Türk ruhunu sökmek istiyorlar ve biliyorlar ki kesin Türk
ekseriyeti içinde eriyeceklerdir. Siyasi ve idari hükümler nihayet çok az
payidar olacak kadar kudretlidir. Asıl kudreti yaratan milletlerin ruhudur.
Türkiye’ye tayin edilen Maarif Müdürü Umumiyesi verdiği bir emirle bütün
mektepleri bütün mektepleri Yunan idaresinde topluyor. Bütün hususu
mekteplerde Yunana idaresi altına giriyor. Yunanlılar tedrisat menbağlarını
eline alıyorlar. Muallimler Yunan muallimleri gibi Atina’dan talimat
alacaklardır. Esasen müdürü umumi beyanatına devam ederken şimdilik
yalnız lisan dersleriyle tarih tedrisatını değiştiriyoruz . Rumca lisan resmi
olacaktır. Bunlardan sonra hususi ve resmi mektepler yoktur. Hepsi bir idare
altında toplanacaktır (Hakimiyet-i Milliye, 7 Kasım 1920).

Yunanlılar Türk topraklarına ebediyen kendilerinin olduğunu ve tarihi


köklerinin bu coğrafyada olduğunu bu toprakların işgalci olan Türklerden
mutlaka alınacağını hesaplayarak ilk olarak eğitim kurumalarını kendilerine
bağlayarak özelliklede Milli Mücadelede halkı teşkilatlandıran öğretmen
camiasını bu şekilde etkisiz bir hale getirmenin planlarını yapmışlardır.

İstikbal gazetesinde çıkan “Muallimlerin İçtimaında Acı Bir Numune”


‘’Gençleri Milliyetperver Yetiştirmeliyiz’’ başlıklı yazıda Yunanlıların nasıl bir
politika izlediklerini ortaya çıkarması açısından çok önemlidir. Haberin
içeriğine bakacak olursak:

Muallimlerin İçtimaında acı bir numune

‘’Gençleri Milliyetperver Yetiştirmeliyiz’’

Darül Muallimin ve Darül Muallimat mezun ve mezunları saat üç


buçukta Mercan Sultanisi salonunda toplanarak bayramlaşmışlardır. Bu
münasebetle cemiyetin reisi Darülfünûn Türk tarihi medreselerinden
Şemsettin Beyle Eyüp Sultan İnas Numune Mektebi müdürü Bekir Sıtkı
132

Efendi tarafından musahipler yapılmış ve bundan sonrada musiki


muallimlerinden Kazım Beyin iştirakiyle çalınmıştır.

Bayramlaşma münasebetiyle orda toplanan muallimlerden Haydar Bey


tarafından Edirne’den birkaç gün evvel gelen sekiz yaşlarında bir kız talebe
takdim edilmiştir. Yunanlıların Edirne’yi işgal üzerine İnas Mektebine tayin
ettikleri bir Rum Mualliminin telkinatı altında bu zavallı masumun ne elim
tezahüratlarda bulunduğunu orada bulunanlar görmüşlerdir. Fil-hakikat
babasının şehit olduğunu söyleyen bu kızcağız evvela Rum mualliminin
sabahları derse girerken Müslüman çocuklara mecburen istavroz
çıkardığını söylemiş; Sonra kendisine hangi marşı bildiği sorulunca:

Konstantin marşını biliyorum, isterseniz okuyayım, muallime


bana bunu öğretti, ayağa kalkmalısınız ki okuyayım. Çünkü Konstantin
çok büyük bir adammış” demiştir. Bunun üzerine kıza bu Rum
Mualliminin başka neler öğretmek istediği sorulmuş ve kız cevaben “
Türkler en fena bir milletmiş bize sınıfta bunu öğrettiler” demiştir.

Dünyanın hiçbir milleti bu kadar tecavüzkâr değildir. Ve hiçbir idare ve


istila bu derece İptidaî değildir. “İşte görüyorsunuz ki Edirne’den birkaç gün
evvel gelen bu kızcağız gibi daha binlercesi altında benliklerini yavaş yavaş
unutuyor. Türkleri temsil politikasını kullanan Yunan Devleti tarafından istila
altında kalan memleketlerdeki çocuklarımıza böyle fena telkinler icra ediliyor.
Onlar Müslümanlara böyle hareket etmelerine mukabil biz muallimler kendi
talebemize vatan ve milliyet dersini vermekte bile tekâmül gösteriyoruz. Eğer
bu milleti kurtarmak istiyorsak ve bu milletin kurtarılması için muallimlerin
irfan dağıtması lüzumuna kani isek vazifelerimizi ifa ederek yavrulara evvel
milli duyguları, vatani hisleri telkin etmeliyiz. Ciddi milliyet perver gençler
yetiştirmeye hasr mesai etmeliyiz.” Demiştir. (İstikbal Gazetesi,6 Haziran
1922).Yine başka bir haberde yunan mezalimi şöyle tasvir edilmektedir:

Yunan Mezalimi

Vasi bir mukayesede devam ediyor

Ankara 6 (AA): 21 Kanun-ı Sanide(ocak ayında) İzmir Camii Şerifinde


şüheda ervahına ithafen Mevlit okutturulmuş, Yunan memurlarına camide
Mustafa Kemal Paşa’ya dua edildiği şeklinde ihbar edilmiş ve bunun üzerine
133

eşraftan birkaçı ile muallim ve muallimelerden üç kişi tevkif edilmiştir. Halkın


maruz kaldığı zulüm Kaza Kaymakamı Müftü tarafından protesto edilmişse
de hiçbir tesiri görülmemiştir (İstikbal Gazetesi,10 Şubat 1922.).

Dr. Rıza Nur, işte bu şartlar altında henüz işgal edilmemiş olan
bölgelerde ki Türk okullarına eğitim yöneticilerine hitaben yayınlamış olduğu
genelgesinde şunları istemektedir:

Batının köle etmek isteyen emperyalist saldırısına uğramış olan yurt


ve ulusumuzun ne korkunç bir buhran karşısında olduğu bilinmektedir. Din ve
ulusumuzun hayatı tehlike altındadır. Bunun içindir ki siz öğretmenler
ülkemizin en aydın insanları olarak ulusumuzu aydınlatmak bilgilendirmek
zorundasınız. Büyük Millet Meclisi, Ulasal birliği bozacak gafil ve hainler için
Hiyanet-i Vataniyye kanunu yapmıştır ki sertlikle ve hoşgörüsüz
uygulanacaktır. Bu yasadan herkese bilgi veriniz. Bu yasayı tüm okullara
duyurunuz (İnan,1973:153).

Akyüz’e göre; işgalcilerin öğretmenlerin arkasına düştükleri, okulları


kapattıklarını gösteren örnekleri çoktur. Özellikle Yunan işgaline uğrayan
Batı Anadolu kısmen Marmara ve Trakya bu örnekleri çoğaltmamız
mümkündür. Özellikle o işgal yıllarını “Kâmil Su, Manisa ve Yöresindeki İşgal
Acıları” adlı eserinde Yunan zülmünü şu şekilde izah etmektedir:

Manisa ilçelerinde ve köylerinde Müslüman Türkler türlü bahanelerle


dövüldüler, tutuklanıp hapislere atıldılar. Türk bayrakları resmi dairelerden
indirilip yerlerine Yunan bayrakları çekildi. Başlardan fesler alınıp yırtıldı ,
yerlere atıldı. Camilere girilip duvarlara , mihtaplara haçlar yapıldı. İslâmın
mukaddes kitabı Kuran-ı Kerim parçalanıp yaprakları çiğnendi. Evlere
baskınlar düzenlendi Kadınlara; kızlara tecavüzlerde bulunuldu. Pek çok
kimse iftiralarla evlerinden alınıp dağlarda ve kırlarda korkunç işkencelerle
öldürüldü. Kısacası akla hayale sığmayan iğrenç saldırılarda bulunduğunu
ifade eder.

1933 yılında Balıkesir lisesinde tarih öğretmeni iken Atatürk‘ün dersine


girdiği Kâmil Su’nun 1919-1922 yılları arası anıları Milli Mücadele Dönemi
Yunan işgalcilerinin Türk eğitimini öğretmenlere ilişkin tutumlarını, eylemlerini
134

ortaya koyması açısından önemlidir. Öğretim yıllarına göre özetle şöyle


açıklar:

1918-1919 öğretim yılı

İzmir ve yöresinin Yunanlılar tarafından işgali 1918-1919 öğretim yılına


rastlamaktadır. İşgal sırasında yönetici, öğretmen ve öğrencilerden bir
bölümü tutuklanmış, tartaklanmıştır. Bazı öğretmen ve memurlar işgal
bölgesi dışına çıkmışlardır.

1919-1920 öğretim yılı

Bu öğretim yılı işgal altında başlamış ve çok sıkıntılı geçmiştir. Çünkü


bu dönemde işgal yüzünden görevlerinden ayrılıp geri gelmeyen
öğretmenlerin aylıklarının ödenmesi meselesi yanında başka sorunlarda
kendini göstermiştir. Öğretimin düşman işgali altında yapılması, işgal
kuvvetlerinin ve yerli Rumların maddi ve manevi baskıları, bazı derslerin
öğretmensiz kalması gibi.

1920-1921 öğretim yılı

Bu dönemde eğitim öğretim ve öğretmen sorunları açısından oldukça


büyük sıkıntılar yaşanmıştır. İşgalciler halkın dini duygularını sömürmek ve
baskılarını örtmeye çalışmak için Eğitim Müdürlüğünün adını Mekâtib-i
İslamiye Maarif İdaresine çevirmişlerdir. Bu dönemde Aydın vilayeti içinde
pek çok okul kapatılmış, öğretmen ve öğrenciler büyük baskı ve işkenceye
maruz kalmışlardır. Sakarya savaşından yenik çıkmaları üzerine bu baskıları
daha da artırmışlardır.

1921-1922 öğretim yılı

Sakarya savaşı yenilgisi Yunanlıları daha da hırçınlaştırmış olup


bunun sonucu olarak Türk halkına sıkıştırmaları aydınların ve öğretmenlerin
tutuklanması ve işkence görmeleri yoğunlaşmıştır.

Yunanlılar, öğretimini sürdüren okullarda ders programlarını da


istedikleri gibi değiştirmişlerdir. Örneğin, İzmir, Manisa, Aydın merkezleriyle
bunlara bağlı ilçelerdeki tüm okullarda Malûmat-ı Vataniye(Yurt Bilgisi)
derslerini kaldırmışlar, Tarih derslerinin programlarını değiştirmişlerdir. 1921-
1922 öğretim yılı başından itibaren orta dereceli okullarla medreselere,
135

ilkokullara Yunanca derslerini koymuşlar ve bu dersten sınıf geçme


zorunluluğunu getirmişlerdir. Bu ders ciddiyetle ele alınmış, öğretmenlerin
seçiminde titizlik gösterilmiş, sivil öğretmen bulunmayan durumlarda derslere
subaylar girmiştir. Yunanlılar Türk milli eğitimini yok etme çabalarında
modern eğitim yapan okulları hedef aldıkları, medreselere pek
dokunmadıkları dikkati çeker.

Yukarıda Kamil Su’dan özetle alınan bilgilerin dışında birçok


vilayetlerde işgalciler öğretmenlere ve okullara ilişkin tutum ve davranışlarını
gösteren pek çok örnekler vardır. Bunlarda bir kısmı şöyledir:

Yunanlılar, işgalin başında biryandan Avrupa kamuoyunu kazanmak,


bir taraftan da Türklere hoş görünmek için İzmir’de Üniversite açacaklarını
duyurmuşlar! Şu olay da onların sinsi propagandalarına bir örnektir:
Orhaneli’de (Bursa) işgale rağmen ilkokulun direğine Türk bayrağı astıran
müdür Celal Raif Bey sorguya çekilmiştir. Müdür, İşgalin ilhak (Yunanistan’a
bağlama) olmadığını söylemiş, kendisine dokunulmamıştır(Su,1977:49).

Hakimiyet-i Milliye‘nin yazdığına göre Yunanlılar İzmir’de Türk


okullarını kapatıp öğretmenlerin çoğunu kovmuştur, sonra etrafına
topladıkları kirli ruhlu adamlar vasıtasıyla Yunan propagandası yapacak
mektepler açmışlardır. Fakat İzmir’in çok vatanperver aileleri bu namussuz
adamların kurdukları propaganda ocağına çocuklarını yollamamaktadırlar
(Akyüz,2012:341-342).

Balıkesir’in Yunanlılar tarafından işgalinden önce Karesi Mutasarrıflığı


içinde lise, kız ve erkek öğretmen okulları Bandırma ve Edremit idadileri ile
birlikte 232 okul vardı. İşgal zamanında Yunanlılar bunların büyük bir
çoğunluğunu kapattılar. Sadece belli merkezlerde 40 tane okul bıraktılar.
Okullar kapatılmış, öğretmenler işsiz bırakılmıştı. Açık olan okullarda bulunan
öğretmenler büyük bir baskı altında idi. Sık sık karakollara çağrılıyor
saatlerce sorguya çekiliyor ve dövülüyordu. Bu baskılardan dolayı birçok
öğretmen görevi bırakmak zorunda kalmıştır. Açık olan okullar merkezdeki
okullardı. Bu okulların kapatılması işgal zamanında büyük devletlerce kurulup
Yunan işgal bölgesine gönderilen “Tahkikat komisyonlarınca” Yunanistan
için kötü puan olacağı için Yunan çıkarlarına uygun düşmemiştir. Bu
136

okullarda ki öğretmenlerin hiç birinin maaşları da tam olarak


ödenmemiştir(Ayhan,1987: 30).

Aynı zamanda Yunanlılar bazı okulların araç ve gereçlerini de kendi


ülkelerine taşımışlardır. Bu haber “Peyam-ı Sabah” gazetesinde şu ifadelere
kullanılarak yayınlanmıştır:

Yunanlıların Marifetleri

Ankara “Yunanlılar İzmir’de Mektebi Sanayi’nin matbasını ve vilayetin


bütün makine ve aletini Atina’ya nakletmişlerdir”(Payam-ı Sabah Gazetesi,8
Ocak 1922).

Milli Mücadele Dönemi işgal kuvvetlerinin Türk halkına, öğretmenlere


ve aydınlara yaptıkları baskı ve şiddeti içeren pek çok örnekler vardır. Bu
bağlamda 1922 yılının ortalarına gelindiğinde Sakarya zaferinden sonra
Yunan ordusunun yeni bir saldırıya kalkışacak maddi ve manevi gücü
kalmamıştır. İstikbal gazetesinde “YUNAN FECİATLARI” adlı bir haberde şu
ifadeler kullanılmıştır:

Aydın liva merkeziyle Nazilli kaza merkezi ve bir çok köyleri kamilen
ve Söke kazasıyla Köşnek, Kirmencik, Sultanhisar nahiyeleri ve bazı köylerin
kısmı azmini ihrak(yakmışlar) etmişlerdir. Bu livada ihrak olunan hane
mecmu-i 28351; , 89: cami ve mescit 6600 han-hamam ve dükkan 133
fabrika ve yağhane 140 mektep ve medrese tahrip edilmiştir. (İstikbal
Gazetesi, 21 Ekim1922).

Bununla da yetinmeyen işgalciler ve yerli Rumlar kaçarken özellikle


öğretmenleri, aydınları, gençleri ya şehit ettiler, ya da esir olarak
Yunanistan’a götürmüşlerdir. Başka bir haberde ise Yunanlılar Ermenileri de
beraberinde götürmüşlerdir şöyleki:

Yunanlılar Rumlarla Ermenileri beraberinde götürüyorlar.

Ankara-(Hususi Muhabirimizden): Mağlup ve perişan düşman,


(Eskişehir)den esnai firarında 8 mahallesini, Fabrikalarını, Fransız ve Alman
Mekteplerini kâmilen yakmıştır. Osmanlı Bankası kurtarılmıştır. Yunanlılar
yerli Rumlarla Ermenileri beraberlerinde alıp götürmüşlerdir…(İstikbal
Gazetesi, 8 Eylül1 1922).
137

Burhaniye’de Şükrü Efendi adında bir müderris derslerini bırakıp


işgalcilerle çarpışırken yakalanmış ve Yunanistan’a götürülmüş, orada atıldığı
zindanda şehit olmuştur. Onun atıldığı zindan bir Yunana adasında ki
sönmüş yanardağın krateri içindedir. Kraterin içinde 270 basamak aşağıda
bulunan bu zindana atılan 200’den fazla Türk esirinden ancak 5’i sağ
kalabilmiştir. Savaştan sonra esir değişimi sırasında gemi ile Bandırmaya
getirilen Türk esirler trenle Balıkesir’e gönderilmiş fakat istasyonda onları
karşılamaya gelen yakınları iskelete dönmüş bu insanları tanıyamamışlar,
ancak esirler akrabalarını tanıyarak gidip kendilerini tanıtmışlardır(Akyüz,
2012:350).

Kâmil Su , Yunanlıların işgalinin ve burada yaptıkları cinayetlerin okul


tarih kitaplarında iki üç satırlık bir yer aldığını dile getirerek mutlaka genç
nesillerin bu konuda aydınlatılması gerektiği üzerinde de durmaktadır.

4.1.3.2. Fransız İşgal Bölgesinde Eğitim

O zaman “Kilikya” denen Çukurova ve çevresini işgal eden Fransa,


işgal süresince Ermenilere askeri harekâtta yer vermiş, bölgeyi idari yönden
Ermenileştirmeye çalışmış hatta bölgeye “Ermenistan” demiştir. Bölgenin
tüm idari işlerinde Ermeni görevlilerini kullanması ve Ermenilere büyük bir öç
duygusu ile halka, öğretmenlere ve aydınlara zulümler katliamlar yapması,
ayrıca Fransa’nın Kilikya yanında Suriye’yi ele geçirme politikası bu
bölgedeki işgalin temel özelliklerini oluşturur. Yalnız işgallerin ilk zamanlarda
ve daha sonralarında işgalcilerin öğretmen ve okullara ilişkin tutum ve
davranışları farklı olmuştur. Bu tutum ilk zamanlarda genellikle, yumuşak bir
politika izleyerek öğretmenleri ve halkı kazanma amacına yöneliktir. Daha
sonraları ise işgalciler baskı, sindirme ve katliam yolunu tutmuşlardır.
Örneğin, Fransa’nın Adana’daki komutan Bremond Mayıs 1920’de Adana
Lisesini ziyaret ederek Müdür vekili Mersinli Asım hoca’nın salona topladığı
öğrencilere şunları söylemiştir:

Türkiye ile en çok ilgilenen Fransa’dır. Biz İstanbul’un Osmanlı


idaresinde kalmasına çalıştık ve bıraktık. Kemalistler hata ediyorlar. Mağlup
olan milletler umutsuzluğa ve karamsarlığa düşmemelidirler. Biz de
138

Almanlara yenilmiştik. Çalıştık, memleketimizi yükselttik. Siz de vatanınız için


çalışınız ve onu geliştiriniz Bu kısa söylevden sonra Bremond, eğitim işleriyle
görevli yardımcısından Liseye zengin bir kitaplık kurmasını istemiştir. Burada,
işgalci komutanın sinsi bir propaganda amacı görülüyor.. Nitekim bir süre
sonra Liseyi kapatmıştır.

Adana Kız Öğretmen Okulu öğrencileri de, okulların kapalı bulunduğu


bir sırada, “yara sarmak, pansuman yapmak, dikiş dikmek için geceli
gündüzlü çalışmaya hazır bulunduklarını “ öğretmenler kanalıyla milli
kuvvetler komutanlığına bildirmişlerdir(Akyüz,2012:152-153).

4.1.4. Dönemin Eğitim Politikaları ve Uygulamaları

İşgal kuvvetlerinin vasiliğine ve kontrolüne bağlı olan başkent İstanbul


ve çevresiyle, Yunan ordusu tarafından işgal edilen Batı Anadolu dışındaki
illerin öğretim ve eğitim kurumlarına el koyma ve onları Milli Kurtuluş anlayışı
içinde yürütme dönemi olarak bilinen bu dönem Cumhuriyet eğitimine geçiş
dönemi sayılmıştır. Bu dönem 23 Nisan 1920’ de TBMM’nin Ankara’ da
toplanması17-25 Nisan 1920 tarihinde icra Vekilleri Heyeti’nin kurulmasıyla
başlamış, Cumhuriyet’in ilanı olan 29 Ekim 1923 yılına kadar sürmüştür(
Binark, 2002:12).

Milli iradeyi gerçekleştiren ilk meclis 23 Nisan 1920’ de Ankara’ da


toplanmıştır. Bu meclis, Erzurum Kongresinde yer alan, “Kuva-yı Milliyeyi
amil ve milli iradeyi hakim kılma” temel ilkesine dayanarak Mustafa Kemal
Paşanın Heyeti Temsilîye Reisi sıfatıyla 19 Mart 1920 tarihli bildirisi ile
açıkladığı esaslara uygun olarak seçim yolu ile iş başına gelmiştir. TBMM,
kuvvetler birliği ilkesini kabul ederek yasama, yürütme ve yargı yetki ve
görevlerini kendinde toplamak suretiyle bağımsızlık savaşını zaferle sona
erdirmek ve yurdun kurtuluşunu sağlamak gibi olağanüstü önemli görevleri
yerine getirme çabasında milli egemenlik ilkesinden bir an ayrılmamış,
normal zamanlarda görev yapan bir parlamento gibi denetim faaliyetini titiz
bir şekilde sürdürmüştür (Çoker.a.g.e., 664).

Meclisin üyeleri, Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mart 1920 tarihli bildirisi


üzerine seçimle üyelik hakkını kazananlar ile İstanbul Meclisi Mebusan’ın
139

Anadolu’ da başlayan Kurtuluş Mücadelesine katılan üyelerinden teşkil


edilmiştir. Mecliste, Osmanlı imparatorluğunun tüm eğitim kurumlarından
yetişen milletvekillerine rastlanmıştır. 228’i yüksek eğitim, 94’ü orta öğretim,
21’i meslek ve özel eğitim mezunudur. Milletvekillerinden 30 kadarı da
öğretmendir. Meclise katılan milletvekillerinden 216’sı Türkçenin dışında
başka bir dil bilmezken 162’si Türkçe dışında bir dil biliyordu. Bu sayılar,
ülkenin o günkü koşulları göz önüne alındığında, meclisin eğitim düzeyinin
üstünde olduğunu kanıtlar(Güneş, 1997: 87 ).

Büyük Millet Meclisi, 2 Mayıs 1920’ de Heyet-i Temsiliye’nin fiililikte


kurtulmuş şekli olan icra Vekillerinin ne şekilde seçileceğini belirleyen kanunu
kabul etmiştir. Bu kanuna göre hükümet işleri 11 kolda toplanacak (Erkan-ı
Harbîye-i Umumiye Riyaseti dahi!), vekiller Meclisçe mebuslar arasından
seçilecek, vekiller arasında çıkacak anlaşmazlıklar da Meclis tarafından
çözülecekti. Bu kanun gereğince Meclis, 3 Mayıs 1920 günü icra vekillerinin
seçimine geçmiştir. Kısa tartışmalardan sonra seçimin her vekalet için ayrı
ayrı değil de bir liste halinde yapılması kabul edilmiştir. Yani her mebus bir
liste yapacak ve bu listede kimi, hangi vekalete seçtiğini belirtecekti. Meclisin
3 Mayıs günkü ikinci oturumunda oylar tasnif edilmiş, üçüncü oturumunda da
seçim sonuçlan açıklanmıştır. Buna göre 3 Mayıs günü icra Vekilleri Heyetine
mebuslar seçilmiştir, ilk tur oylama sonucunda dokuz vekalet için vekil
seçilmiş, diğer iki vekalet (Maliye ve Maarif) için ise hiç kimse mutlak
çoğunluğun oyunu alamamıştır. Daha sonra yapılan ikinci tur oylamada da bir
sonuç alınamamış ve bu vekaletler için ekili seçimi ertesi güne bırakılmıştır
(Aslan, 2001:60-61).

Bu seçim sonucunda Maliye Vekaletine 72 reyle Hakkı Behiç Bey,


Maarif Vekaletine 65 reyle Rıza Nur Bey seçilmişlerdir, lora Vekilleri Heyeti
Reisi olan Fevzi Paşa-Fevzi Çakmak» aynı zamanda 118 reyle Milli Müdafaa
Vekilliğine seçilmiştir. Erkan-ı Harbiye-î Umumiye Vekaletine 129 reyle Albay
ismet —ismet İnönü-; Umur-u Seriye Vekaletine 8 reyle Karacabey Müftüsü
Mustafa Fehmi Efendi; Dahiliye Vekaletine 96 reyle Hami Bey; Adlîye
Vekaletine 83 reyle Delalettin Arif Bey; Nafia Vekaletine 79 reyle İsmail Fazıl
Paşa; Hariciye Vekaletine 121 reyle Bekir Sami Bey; Sıhhat ve Muaveneti
içtimaiye Vekaletine 127 reyle Adnan Bey; iktisat Vekaletine 90 reyle Yusuf
140

Kemal Bey seçilmek suretiyle TBMM Hükümeti kurulmuştur(Şapolya, 1969


:31).

İcra Vekilleri Heyeti hemen çalışmalarına başlamış ve ilk toplantısını


Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında 5 Mayıs 1920 tarihinde yapmıştır.
Heyet, yaptığı toplantılar sonucunda bir program hazırlamış ve bu program 9
Mayıs 1920 tarihinde Maarif Vekili Dr. Rıza Nur tarafından mecliste
okunmuştur. Özellikle maarif ve adliye hakkında biraz daha tafsilatlı olan
programın okunmasından sonra görüşmelere geçilmiştir. Program hakkında
konuşmak için söz alan mebuslar, genelde programı beğendiklerini
söylemekte beraber, programı oldukça kısa bulmuşlardır. Bilhassa program
hakkında konuşan mebuslar maarif ve adliye işlerinde ıslahat yapılması
üzerinde durmuşlardır. Gerek programda gerekse mebusların program
hakkında yaptıkları konuşmalarda maarif ve adliye meselelerinin ağırlık
kazanması, o tarihlerde yurdun içinde bulunduğu durum düşünüldüğünde,
oldukça ilginçtir. Bu yüzden Tarık Zafer Tunaya’nın “...gayet kısa ve içinde
bulunulan şartların gerektirdiği birçok meselelere temas edilmemiştir.”
Şeklinde değerlendirdiği icra Vekilleri Heyeti’nin bu programı, kısa ve o gün
için basit kalan görüşmelerden sonra meclisin oyuna sunulmuş ve kabul
edilmiştir((Aslan, 2001:68-69).

Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemâl’ in başkanlığında toplanan


İcra Vekilleri Kurulunun mecliste okunan 9 Mayıs 1920 tarihli programında
eğitim işleri için saptamış olduğu metinde ve ilk Umur-u Maarif Vekilî”nin( Milli
Eğitim Bakanının) bu işe başlarken 10 Mayıs 1920 tarihli bildirisinde bu
dönemin eğitim açısından mevcut örgütleri muhafaza ve idare etme devresi
olduğu görülmüştür. O dönemin eğitim anlayışını şu ifadelerle izah edebiliriz:

“ Maarif işlerindeki gayemiz, çocuklarımıza verilecek terbiyeyi her


manasıyla dini ve milli bir hale koymak ve onları cidal-i hayatta muvaffak
kılacak, istinatgahlarını kendi nefislerinde bulduracak kudret-î teşebbüs ve
itimad-ı nefis gibi seciyeler verecek, müstahsil bir fikir ve şuur uyandıracak bir
derece-i aliyeye isal eyleyerek, tedrisat-ı resmiyeyi, bütün mekteplerimizi en
ilmi ve asri olan bu esasat ile kavaid-i sıhhiye dairesinde yeniden tanzim ve
programlarını ıslah etmek, mizac-ı millete ve şerait-i coğrafîye ve
iklimiyemize, ananat-ı tarihiye ve içtimaiyemize muvafık ilmi ders kitapları
141

meydana getirmek, halk kitlesinden lügatleri toplayarak dilimizin kamusunu


yapmak, bizde ruhu milliyeyi nemalandıracak asar-ı tarihiye, edebiye ve
içtimaiyeyi erbabına yazdırmak, asar-ı atakai-milliyeyi tescil ve muhafaza
eyleyerek garp ve şarkın müellefat-ı ilmiye ve fenniyesini dilimize tercüme
ettirmek, hasılı bir milletin hıfe-ı hayat ve mevcudiyeti için en mühimamil olan
maarif umuruna dikkat ve gayreti mahsusa ile çalışmaktır. Bugün ise işimiz
mekatib-i mevcudiyeyi hüsnü idare etmektedir(Ekinci, 1994: 3).

Bakanlar Kurulunun eğitimle ilgili yukarıda ki programından şu


amaçları çıkarabiliriz:

“ Çocuklarımıza verilecek eğitimi dinî ve millî duruma getirmek,


Çocuklarımızı, üretici duruma gelecek, kendilerine güvenen, iş
kurabilen kişiler olarak yetiştirmek, okullarımızı ve eğitim kurumlarımızı ilmi
ve modern temellere göre yeniden düzenlemek,
Millî mizacımıza, tarihi, coğrafi ve sosyal özelliklerimize uygun
yeni ve ilmi ders kitapları hazırlamak,
Halk dilinden Türkçe kelimeleri toplayarak dilimizin bir
sözlüğünü yapmak,
Doğunun ve Batının klasiklerini dilimize çevirmek,
Eski eserlerimizi saptamak ve korumak
Bugün ilk işimiz eldeki okulları iyi idare etmektir”(Başgöz,Wilson
1968 :59).

Hükümetin mecliste okunan bu programında eğitim ile ilgili ileride ele


alınacak birtakım temel işler tasarlanmış fakat ilk Maarif Vekili Rıza Nur’un
programı açıklarken söylediği gibi şimdilik mevcut eğitim kurumlarını idare
etmekle yetinilmiştir. Programında ayrıca Osmanlı Devleti zamanında yapılan
çalışmalarda, padişaha sunulan önerilen hatta padişah emirnamelerinde hiç
tesadüf edilmeyen “milli şuuru geliştirici kitapların yazdırılması” ifadesi yer
almıştır(Özalp, 1983:106)

“Atatürk’ün Milli Eğitim Politikaları (1985:32) “adlı eserde Bu ilk


genelgenin son cümlesindeki “Bugün ise işimiz mekatib-i mevcudiyeyi hüsnü
idare etmektir.”-Bugün ilk işimiz mevcut okulları iyi bir şekilde idare etmektir.-
cümlesi eğitim ve öğretimde işe el koymanın ilk resmi ifadesini vermiştir. Bu
142

programın mecliste okunmasını izleyen 10 Mayıs 1920’ de Maarif işleri


Vekili’nin maarif müdürlüklerine gönderdiği genelge de çok ilginçtir ve
şöyledir:

Mevcut eğitim ve öğretim kurumlarını, sayılan ve durumları ile


tanıtmak ve bilmek ihtiyacı bu konunun başta ele alınması gereğini ortaya
çıkarmıştır. Bu nedenledir ki 1920 merkez teşkilatının ilk yeni kuruluşu
İstatislik ve Sicil Müdürlüğü ile mecliste okunan programda önemle belirtilen
Türk Kültürü hazinesini değerlendirme ihtiyacıyla kurulan- Hars Dairesi
olmuştur. Hars Dairesi özellikle l. Maarif vekilinden sonra bu göreve atanan
Hamdullah Suphi (Tanrıöver)’ nin vekilliği zamanında önemli direktifler ve
yönetmeliklerle konu üzerinde çalışmış, anketler ve denemelerle çaba
harcamıştır, istatistik Dairesi sayı ve malzemece maarif vekilliği çalışmalarını
ayarlamak ve düzenlemek için ne kadar gerekli sayılmışsa Hars Dairesi de
Atatürk’ ün deyimiyle kurtuluş savaşlarının temel gücünü halktan ve milletten
alan, öz kaynağını değerlendirmek ve bu açıdan eğitimi millileştirmek
amacına ulaşmak için ele alınmıştır. Bu araştırmalar Türk romantizminin de
bir nevi kaynağı ve beşiği olmuştur( Öymen,1988:1014).

Atatürk’ün Milli Eğitim Politikaları (1985:38)göre, Ankara’ da TBMM’nin


açılmasıyla başlayan bu dönemin en önemli işi, savaş içinde daha işe
başlarken eğitim işlerini düzeltebilmek için mevcut tüm okulların durumlarını
öğrenmek, onları iyi idare edebilmek olanağını araştırmak, yapılacak
çalışmalara ve programlara egemen olmaya çalışmak olmuştur. Bu anlamda
ihtilal hükümetinin eğitim örgütlerini ve buna bağlı olanlarını uyarmak
gereksinimiyle yayınladığı genelge üzerine öğretmenler arasından ve halkın
itibarlı kişilerinin de katılmasıyla Heyeti Nasıha (öğüt verme, uyarma) adıyla
bazı heyetler kurulmaya başlanmıştır. Böylece düşmanın amacı hakkında
halk bilgilendirilmiştir

Bu durumu daha iyi anlayabilmek için Kurtuluş Savaşı döneminde


devletin eğitim kurumlarının ne vaziyette olduğuna bakmamız gerekmektedir.

Kurtuluş savaşı yıllarında iki eğitim bakanlığı vardı: İstanbul’ da


Osmanlı Hükümeti’nin Maarif Nezareti, Ankara’ da TBMM Hükümeti’nin
Maarif Vekaleti.
143

Maarif Nezareti, 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanı


doğrultusunda kurulan bir kurum olmuştur. Fermanda Osmanlı yurttaşı olan
herkesin çocuklarını, okulların koşullarına uydukları ve sınavlarda başarı
gösterdikleri taktirde imparatorluğun tüm okullarına serbestçe
gönderebilecekleri belirtilmiş ve Müslüman ve Gayrimüslim gruplardan her
isteyene özel okul açma izni verilmiştir. Ancak buralarda okutulacak kitapları
Eğitim Bakanlığı belirleyecek, hocalarını da yine Eğitim Bakanlığı atayacaktı.
Bu planlamanın eğitimin artık devlet politikasında yer almasını
gerektirdiğinden eğitim işlerinin kabinedeki bir nazır tarafından yürütülmesi
için 5 Ramazan 1273/29 Nisan 1857’ de Maarif-i Umumiye Nezareti kurularak
nazırlığına Sami Abdurrahman Paşa, müsteşarlığına Hayrullah Efendi,
mektupçuluğuna da Raşid Efendi atanmıştır(Bilim, 1988:127).

Kurtuluş savaşı yıllarındaki Maarif Nazırları şunlardır:

1. Ali Kemal (Mart-Mayıs 1919)


2. Sait (Mayıs 1919-Mart 1920)
3. Abdurrahman Şeref (Mart-Nisan 1920)
4. Rumbeyoğlu Fahrettin (Nisan-Temmuz 1920)
5. Hadi Paşa (Temmuz-Ekim 1920)
6. Sait (Ağustos 1921-Ekim 1922) ( Onat, 1964:23).

Akyüz’e göre; Osmanlı Hükümetinin Maarif Nezareti, yönetiminde


bulunan İstanbul” da öğretmenleri ve dolayısıyla eğitimi baskı altına almıştır.
Bu duruma şu örnekleri verebiliriz; Maarif Nezareti, ittihat ve Terakki
Fırkasına mensup olmakla suçladığı bazı öğretmenleri azletmiştir. Bu baskı
özellikle Maarif Nazın Ali Kemal döneminde görülmüştür, İstanbul
Darulmuallimin mezunları millî harekete katılırlar korkusuyla Anadolu’ ya
atanmamıştır. 1920 yılı Nisan-Temmuz aylarında Maarif Nazırlığı yapan
Rumbeyoğlu Fahrettin, okul kitaplarından Türk’ sözcüğünün çıkarılıp
‘Osmanlı’ sözcüğünün konmasını istemiştir. Maarif Nezareti, öğretmen ve
öğrencilerin Anadolu’ da doğup gelişen milli hareketle ilgilenmelerini
engellemeye çalışmışlar fakat İzmir’in işgalinden doğan milli heyecanı
ateşlemek ve dile getirmekte öğretmenlerin görev almalarına karşı da
çıkamamışlardır. Bütün bu çalışmalara ek olarak işgalciler de öğretmenlere
ve okullara açıkça ya da sinsice yıldırma politikası uygulamışlardır. Bu
144

politikalarını öğretmen ve öğrencilere propaganda konuşmaları yapmak, işgal


altındaki bazı okulları kapatmak, her derecede okullara kendi difterinde ders
koyup bu dersten geçme zorunluluğu getirmek suretiyle ileri boyutlara
taşımışlardır.

Osmanlı Maarif Nezareti ve işgalciler tarafından uygulanan bütün bu


baskılar, Türk eğitimini ortadan kaldırmak, Türkleri eritmek ve yok etmek
amacına yönelik olmuştur. Fakat baskılara rağmen İstanbul öğretmenlerinin
büyük çoğunluğu Anadolu hareketine bağlı kalmıştır. 23 Nisan 1920’de
TBMM açıldıktan sonra hükümet 3 Mayısta kurulmuş ve bakanlıklara,
Osmanlı Hükümetinden farklı ve daha anlamlı olarak Vekalet adı verilmiştir.

Maarif Vekaletinin merkez teşkilatı ilk kuruluşunda Ulus’taki Vilayet


Konağı’nın birkaç odası içinde yerleşmiş ve bir avuç idealist memurla
çalışmaya başlamıştır. Maarif Vekaleti merkez daireleri, ders programları
heyeti ilköğretim, ortaöğretim, Türk Asarı Atikası, istatistik Müdürlüklerinden;
teftiş kadrosu ise bakan adına vazife gören üç müfettişten meydana gelmiştir

Kurtuluş savaş yıllarındaki Maarif Vekilleri şunlardır:

1. Dr. Rıza Nur (Mayıs-Aralık 1 920)


2. Hamdullah Suphi (Aralık 1920-Kasım 1921)
3. Mehmet Vehbi (Kasım 1921-Kasım 1922)
4. İsmail Safa (Kasım 1 922-Mart(Akyüz,2012:320)

1920’ de TBMM Hükümetine bağlı illerde (o zaman İstanbul padişaha


ve onun hükümetine bağlı, İzmir ve çevresi de Yunan işgalindeydi) 3495
ilkokul (682’si kapalı), 3316 ilkokul öğretmeni, 5 tam devreli yani 12 yıllık
sultani, 32 sultani ve idadi (9 yıllık). 13 öğretmen okulu (4 yıllık), 4 kız
öğretmen okulu (5 yıllık) bulunmuştur. Köyler için okuldan söz edilmemiştir.
TBMM Hükümetinin henüz kurulduğu aylarda yurdun bu eğitim durumu o
günlerin bütün güç koşullarına rağmen Millet Meclisinde şöyle açıklanmıştır
(İnan, 1983: 55).

[19 Ekim 1920, 86. Toplantı, 2. Oturum]

Maarif Vekili Dr. Rıza Nur Bey:


145

...”Bugün elimde bulunan sayılamalara göre 28 sultani (lise) vardır,


bunların bir kaçı da işgal altında bulunuyor. Yatlı öğrencisi 340, gündüzlü
2591’dir. Öğretmen ve memur 587’dir, her öğretmene 20 öğrenci düşüyor.
Galata Saray Sultanisi’nin yıllık harcama 40.000 lira ile 50.000 lira
arasındadır. 50-60 kadar da idadi (ortaokul) var. Bugün İptidaî mektepleri
(ilkokullar) en az 40.000 öğretmen istiyor...”

Milli Eğitim Komisyonu Yazmanı Cevdet Bey:

...”2.500 sultanilerin öğrencileri değil, ilkokul öğrencisidir. 347


öğrenciye karşılık 587 öğretmenle memur var ve işçiler sayılmamıştır.”

Tutanak Yazmanı Cevdet Bey:

...”Biliyorsunuz ki, Meşrutiyetten beri bir çok okullar açıldı, liseler,


öğretmen okulları bir çok savurganlıklarla kuruldu. Ama bunların hiçbirisi
kendilerinden beklediğimiz ereği, bilim ve bilik (irfan) ereğini sağlayamadı.
Alet ve araç azlığı, binaların bulunmayışı, gereçlerin bulunmayışı ve yahut
azlığı bu okullara bir türlü yaşama yeteneği vermedi…(İnan, 1975:154).

[4 Kasım 1920, 102. Toplantı, 1.Oturum]

Karesi (Balıkesir) Milletvekili Vehbi Bey:

...”Bir kasabada sadece yüz hane kadar gayrimüslim, buna karşılık


binlerce hane Müslüman nüfus yaşadığı halde, gayrimüslimlerin düzenli
ilkokulları, ortaokulları, yüksek öğrenim görmüş öğretmenleri olduğunu
görüyoruz. Buna karşılık on binlerce Müslüman nüfus tek bir okula sahip
değildir”(Feyzioğlu,1986:155).

“...bunlar gerçek bir oku! Değildirler. Her okulda 15-20 öğrenci vardır.
Bu, bizim için düşünülecek bir sorundur...”

[25 Kasım 1920,102. Toplantı, 1. Oturum]

...”öğrenek (ibret) gözüyle görebileceğimiz gibi, bir ilçe merkezînde yüz


ev Müslüman olmayan varsa, buna karşılık 1.500, 2.000, 3.000, 10.000 İslam
evi bulunuyor. Onların, Müslüman olmayanların düzenli çocuk bahçesi,
ilkokulu, rüştiye okulu, yüksek okullarda öğrenim görmüş öğretmenleri
bulunuyor. Oysa 60-70.000 kişilik koca bir kentte topluluk adına bir İslam
okulu yoktur.”
146

[26 Eylül 1920’ de Antalya Milletvekili Rasih Bey’in (kaplan)


öğretmenlerin ve öğretmen okulu öğrencilerinin askerliklerinin ertelenmesi ve
askerde bulunanların terhisler (salıverilmeleri) önerisi görüşülürken] Yusuf
Ziya Bey (Mersin):

...”Bir tek olan Ziraat Mektebi ile yine bir tane olan Ziraat Ameliyat
(uygulama) Mektebinin de bu ayrılıklar arasına katılmasını arz eder,
öneririm.”

[4 Aralık 1920,108. Toplantı, 1. Oturum]

Mustafa Bey (Tokat):

...Benim ilimin nüfusu 100.000 küsurdur. Burada aydın olarak iki kişi
bile yoktur. Neden okulları Bursa’ ya, İstanbul’a yaptılar da bizimkileri öğretim
ve eğitimden yoksun bıraktılar? Bu derdi biz çözeceğiz....”

[9 Aralık 1920, 111. Toplantı, l Oturum]

Yusuf Ziya Bey (Bitlis):

...”Kesin olarak hiç okulu yoktur doğu illerinin. Bitlis, Van illerinde
bugün okul adına bir şey yoktur”(İnan, 1975:155).

Güneş’(1997)’e göre, görüldüğü gibi, bir milletvekili kendi ilinde yüksek


öğrenim görmüş iki kişi bile olmadığını, bazı illerin milletvekilleri ise kendi
bölgelerinde hiçbir okulun bulunmadığını acı bir dille anlatmışlardır. Meclis,
eğitim sorununun tartışılmaya başlandığı dönemde-26 Nisan 1920- İslamcılar
ve Ulusalcılar olmak üzere ikiye ayrılmıştır:

4.1.4.1.İslamcıların Eğitim Yaklaşımı

Mehmet Hulusi, Hacı Şükrü, Fuat, Hüseyin Hüsnü ve Müfid ortak


imzayla verilen önergede eğitim sorunlarının çözümü için hazırlanacak tüm
programlarının Şef iye ve Evkaf Vekaleti’nin denetiminden geçmesi
istenmiştir. Önergelerini açıklamak için söz alan Müfid Efendi, “Tedrisat ikiye
ayrılır. Biri tedrisat-i diniyye, diğeri dünyeviye yani fen vs. Bab-ı Meşihat
yalnız dini eğitimle mi meşgul olsun, yoksa program koymak suretiyle
medreselerin tedrisatını da iyi bir hale ifrah mı etsin? Bu durumu düşünmeye
147

mecburuz. Çünkü memlekette, mektepli-medreseli gibi adeta iki cereyan


hasıl oluyor.” Diyerek bu ikiliğe son verilmesini istemiştir. Hafız İbrahim Bey
ise, ilk eğitimin ve okullardaki dinsel eğitimin düzeltilmesi ve iyileştirilmesi için
eğitimin mutlak Şer’ iye ve Evkaf Vekaleti’nin denetimine verilmesi gerektiğini
belirtmiştir. II. Meşrutiyet’ ten beri savunulan, din hiçbir zaman ilerlemeye
engel değildir, düşüncesi İbrahim Bey tarafından da savunulmuştur. “Bizi
Avrupa’ nin sefil safahatından kurtaran” öğenin din olduğunu belirten Hafız
İbrahim Bey, bu öğenin eğitimde de temel ilke olmasını istemiştir. Taki Efendi
de Türkiye’yi geri bırakan nedenin din ile dünyanın ayrı ayrı
düşünülmesinden kaynaklandığını, İslam dininin ilerlemeye engel olmadığını
belirtmiştir. Avrupa’daki gelişimin din ile dünyanın aynı düşünülmesinden ileri
geldiğini de söyleyen Taki Efendi, “Eğer onlar bu işi yapmasaydılar
ilerleyemezlerdi. Çünkü onların dinleri maddî ilerlemeye uygun değildir
demiştir(Güneş, 1997: 285).

Taki Efendi, TBMM’nin din ile dünyayı ayırmasına şiddetle karşı


çıkarak böyle bir işin ülkeyi geri bırakacağım görüşünü savunmuştur.
Medreselerden yetişenlerin, okuldan yetişenleri tutucu ve hiçbir işe yaramaz
olarak görmeleri, okuldan yetişenlerin de medreselileri yabancı düşünceli
itikatsız olarak nitelendirmeleri sonucu toplumun skiye bölündüğünü bildiren
Taki Efendi, toplumda birliği ağlamak için bu iki kaynağın birleştirilmesinin
zorunlu olduğunu da vurgulamıştır. Taki Efendi, “...mademki dinimiz maddi
ilerlemeye engel değildir, o halde dini terbiye ile dünyevî terbiyenin birbirine
mecz edilmesinde hiçbir sakınca yoktur.” Düşüncesini savunurken maarif
sorununu bir ilim sorunu, bir terbiye, bir ahlak sorunu olarak ele alan Hasan
Basri Bey de maarifin ülkenin ruhu hatta ulusal varlığının temeli olduğunu
savunmuştur.

Fakat İslamcılara göre maarif büyük bir buhran içindedir. Ülkenin “irfan
ve efkarı” büyük bir keşmekeşe uğramıştır. Yabancı enkazı üzerine “Batı
terbiyesi”, Batı mektepleri üzerine kurulan maarif fabrikasını bunun nedeni
olarak görmüşlerdir. Bunlar milletin ruhuna yabancı ruhlar yetiştirmekten
başka bir fayda vermemiştir (Güneş ,1997: 285).

Cehalet azalmamış, artmıştır. Bu da halk ile hükümetin arasındaki


uçurumun giderek büyümesine neden olmuştur. Halkın maarife karşı ilgisi
148

giderek azalmıştır. Ülkenin maddi ihtiyaçlarını karşılamak için “sınai, ilmi,


müspet ilim ve fenni neşriyat yapılacağı yerde” bunun tersi yapılmıştır. Halkın
hissiyatına, ananatına uygun bir eğitim düzeni kurulamamıştır. Halkın
maneviyatını bozuyor, dinden uzaklaştırıyor gerekçesiyle dans salonlarının
açılmasını, okullarda tiyatro sahnelerinin kurulmasını tepkiyle karşılayan
İslamcılar, özünde mekteplerin dini eğitim yerine çağdaş eğitime yönelmesine
karşı çıkmışlar ve eğitimdeki çağdaşlaşmanın durdurulmasını istemişlerdir.

Fen Bilimlerine tümüyle karşı olmanın mümkün olamayacağını


bildikleri için bunları okunması farz olanlar, okunmadığı zaman günah
işlenmemiş olunanlar olmak üzere ikiye ayırmışlardır. İslami özün dışında
kalan eğitim kurumlarından yetişenlerin topluma yük olduklarını belirten
İslamcılar, eğitimde şer’i kurallara özen gösterilmesini savunmuşlar ve
eğitimin İslami bir öz taşımasını belirtmişlerdir.

4.1.4.2.Ulusalcıların Eğitim Konusundaki Düşünceleri

Ulusalcı ve üretken bir eğitimi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları


savunmuşlardır. Amerikan gazetecisi Mr. Brown ile yaptığı görüşmede Türk
halkının iyi bir eğitim görmesi gerektiğini belirterek eğitimin okul demek
olduğunu daha 1919’da ortaya atan Mustafa Kemal Paşa, milli devletin ulusal
eğitim politikası konusundaki görüşlerini çeşitli yerlerde çeşitli nedenlerle
açıklamıştır(Güneş ,1997: 286).

Bunların en önemlisi kuşkusuz Maarif Kongresinde yaptığı


konuşmadır. Bu konuşmada Mustafa Kemal, Türkiye’de ulusal eğitimi
kuracak görüşlerin üretilmesini ve kararların alınmasını istemiştir. Eğitim
sorununa gerçekçi bir açıdan yaklaşılmasını isteyen Mustafa Kemal, bugün
maddi manevi güç kaynaklarımızı ulusal sınırlarımız içinde bulunan işgalci
güçlere karşı kullanmak zorunda olduğumuzu, ülke irfanı için ayrılan her
şeyin ilerde eğitimimiz için övünç kaynağı olacak bir temel kurmaya yeterli
olmadığını söylemiştir.

Mustafa Kemal, ulusal bir eğitim programının bir yandan toplum


ihtiyaçlarına cevap vermesi öte yandan çağdaş bir nitelik taşıması gerektiği
görüşünü savunmuştur. Bu görüşünü 27 Ekim 1922 günü büyük zaferi
149

kutlamak üzere İstanbul’dan Bursa’ya giden kalabalık bir öğretmenler grubu


ile Bursa öğretmenlerine Bursa’ da Şark Tiyatrosundaki konuşmasında ifade
etmiştir. Kanısınca, düşmana karşı zaferin kazanılmasında başlıca neden,
vatanseverlik ve fedakarlık duygulan kadar ordunun yönetiminde bilim ve fen
ilkelerini kılavuz edinmek olmuştur. Ülke büyük bir tehlikeden kurtarılmıştır.
Ancak gerçek kurtuluş henüz elde edilememiştir. Bağımsızlığı tehlikeye
düşen zaafların giderilmesi için mutlaka eğitim işlerinde de başarılı olmak
gerekir. Bu amaçla yapılacak eğitim programının iki temel esası, eğitimin
toplum ihtiyaçlarına cevap vermesi ve çağın gereklerine uygun olmasıdır.
Konuşmasının sonunda Mustafa Kemal orduların kazanmış olduğu zaferin
irfan ordusunun zaferi için zemin hazırlamış olduğunu, gerçek zaferin eğitim
yoluyla kazanılacağını ifade ederek devletin, öğretmenleri çalışmalarında
bütün gücüyle destekleyeceğini bildirmiştir (Oğuzkan, :1987:118 ).

1922 yılı meclisi açış konuşmasında da”... yetişecek çocuklarımız ve


gençlerimize görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en evvel ve her
şeyden evvel Türkiye’ nin istiklalini kendi benliğine ananat-ı milliyesine
düşman olan bütün anasırla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.
Beynelminel vaziyet-i cihana göre bir cidalin istilzam eylediği anasır-ı ruhiye
ile mücehhez olmayan fertlere ve bu mahiyette fertlerden mürekkep
cemiyetlere hayat ve istiklal yoktur.” Diyerek bağımsızlığın temelinde de
eğitimin yattığını vurgulamıştır (Güneş 1997: 287).

Mustafa Kemal Paşa, “...bu memleketin sahibi aslisi ve heyet-i


İçtimaiyemizin unsur-u esasisi” olarak nitelendirdiği köylünün yeterli eğitime
kavuşturulmasının, cehaletin yok edilmesinin eğitim programlarının temel
hedefi olduğunu da söylemiştir. “Bir taraftan izale-i cehle uğraşırken bir
taraftan da memleket evladını hayat-ı içtimaiye ve iktisadiyede fiilen müessir
ve müsmir kılabilmek için elzem olan İptidaî malumatı ameli bir tarzda”
vermeyi amaçladıklarını, uzman yetiştireceklerini, okulların yeniden bir
planlamaya tabi tutacaklarını, bayanların da erkeklerle eşit tahsil
göreceklerini açıklamıştır. Böylece bir ölçüde TBMM Hükümeti’nin ulusal
eğilim politikasını da açıkça ortaya koymuştur. Mustafa Kemal Paşa,
toplumun kurtuluşunu, toplumsal hastalıkların bilimsel ve teknik unsurlara
dayanan tedavi yöntemleriyle giderilmesinde görmüştür. Ulusu ulu yapan
150

gücün “fikir kuvvetleri ve içtimai kuvvetler” olduğunu belirterek fikirlerin de


anlamsız, mantıksız safsatalarla dolu olmamasını belirtmiştir. Toplumsal
hastalıkları yok etmenin çağdaş bir ilerleme göstermenin “ilim ve fenle”
mümkün olabileceğini belirterek, bunların merkezlerinin de mektep olduğunu
söylemiştir(Güneş, 1997:288).

Medreseye karşı mektebi savunan Mustafa Kemal Paşa,


“...Binaenaleyh mektep lazımdır, mektep namını hep beraber hürmetle,
tazimle zikredelim. Mektep, genç dimağlara, insanlığa hürmeti, millet ve
memlekete muhabbeti, şeref-i istiklali öğretir, istiklal tehlikeye düştüğü zaman
onu kurtarmak için takibi muvafık olan en salim yolu belirtir.” Demiştir.
Mustafa Kemal Paşa, ulusu yetiştirmede mektebi temel unsur olarak
görmüştür. Mektebin vereceği ilim ve fen sayesinde de Türk sanatının, Türk
ekonomisinin yükselebileceği kanısındadır. Zira uygarlığın temel taşının ilim
ve fen olduğunu ilim ve fen nerede ise oradan alınarak ve her ulus bireyin
kafasına konulmasını istemiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın dışında diğer ulusalcıların eğitim yaklaşımı


nedir? Bunlar genel olarak ülkenin kurtuluşunu eğitim sorununun çözümünde
görmüşlerdir. O güne kadar ki izlenen eğitim politikasının salt okuyup-yazma
düzleminde görülmesine karşı çıkarak çağdaş bir yaklaşımla eğitimi, çocuğu
çevreye alıştırıcı, çocuğun doğuştan sahip olduğu yetenekleri geliştirici ve
onun sosyalleşmesini sağlayıcı bir süreç olarak değerlendirmişlerdir.
Ulusalcılar; mühendis yetiştiren okul açılmasına karşılık yol yapacak
mühendis, hukukçu yetiştirecek okulun açılmasına karşılık ulusal hukuku
saptayacak hukukçu yetiştirilememesini ve iyi bir yönetim kurulamamış
olmasını taklitçi eğitim yöntemine bağlamıştır.

Ulusalcılar, dini eğitim demenin, çocukların ruhunda din duygusunu


yaşatmak olduğunu, bununda kuru kuru ezberciliğe dayanan bir eğitim
olmadığını savunmuşlardır. Dinin salt ibadet, itikat yönlerinin çocuğa telkin
edilmemesini, onun uygarlık yönleri üzerinde de durulmasını, bu nedenle de
din hocalarının İslam tarihi, İslam uygarlığı bilmeleri gerektiğini belirterek
okulların dini, hurafelerle karıştıran yarım alimlerden temizlenmesini
istemişlerdir(Güneş A.g.e., 289).
151

Ulusal devletin, ekonominin de ulusallaştırılmasıyla kurulabileceğini


savunan ulusalcılar, okullarda işçi yetiştirecek bir politikanın taraftan
olmuşlardır. Ulusalcı maarif vekilleri eğitim kurumlarında efendi yerine
üretken insanlar yetiştirilmesine önem verilmesini istemişlerdir. Bu yapılırken
yörelerin koşullarının da göz önüne alınması görüşünü benimsemişlerdir.
Anadolu’ da Amerikalıların açtığı okulların örnek alınarak ilkokuldan başlayıp
sanat ve ticarete yönelik eğitim verilmesi planlanmıştır. Genel olarak “bir tek
elin kalsa da avuç açmayacaksın” ilkesi ulusalcıların hareket noktası
olmuştur. Çocuğun ailesine yardımcı olacak bilgi ve beceriyle donatılmasına
özen göstermişlerdir. Ülkenin somut koşullan göz önüne alınarak onu
ekonomik bakımdan geliştirecek işadamı yetiştirecek, zanaat, ticaret, teknik
okullara ağırlık verecek bir eğitim stratejisi saptamışlardır. Sanayi
mekteplerinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere iktisat Vekaleti, 1921 yılı başında
Ankara’ ya 120.000 kuruş, Konya’ ya 80.000 kuruş, Kastamonu’ ya 70.000
kuruş, Sivas’ a 60.000 kuruş para göndermiştir. Halkın %80’ inin köyde
yaşadığını göz önüne alan ulusalcılar, köyle iç içe olabilecek okulların
açılarak köyden yetişen aydınların çevreye yabancılaşmalarını önlemeyi
düşünmüşlerdirUlusalcılar eğitimde Batıya yönelmenin gerektiğini
savunmuşlardır, İslamcıların “bu yeni mektepler oldukça bize felah
yoktur.”düşüncesine karşı çıkarak İslam dünyasının “tecerrüdden” dolayı
gerilediğini belirterek ekonominin dünya ekonomisiyle, askerliğin dünya
askerliğiyle, tıbbın uygar dünya tıbbıyla bağlantılı olmasını istemişlerdir. Aksi
taktirde, ordunun yeniçeri ordusundan, tıbbın kurşun dökücülükten,
macunculuktan ileri gitmeyeceğini belirtmişlerdir. O nedenle de eğitimde de
çağdaş ilkeler ve gelişmeler göz önüne alınmazsa aynı sonucun kaçınılmaz
olduğuna dikkati çekmişlerdir. On beş-yirmi yıl içinde çocukları kansızlığa,
neşesizliğe, cesaretsizliğe, hayatta feci bir vaziyete düşüren ölgün ve uhrevi
terbiye yerine hayata bağlı, elinde sanatı, hüneri olan yarınki üretken
insanları yetiştirecek çağdaş bir eğitimden yana olan ulusalcılar, bu eğitimde
“ruhunun ulus, yönünün Batı, hedefinin ulusal ekonomi” olmasını
istemişlerdir. Bunun başarıya ulaşması için de orduya gösterilen özen kadar
maarife de özen gösterilmesini belirtmişlerdir (Güneş,1997 289-290).
152

Yeterli sayıda öğretmen, hekim, subay, hukukçu, mühendis, iktisatçı,


ziraatçı, veteriner, eczacı vs. bulmak bir yana duvarcı, marangoz, demirci,
terzi, şoför, nalbant bulmanın bile imkansız hale geldiği zor dönemde
ordunun ihtiyacı olan nalbantları yetiştirmek üzere özel kurs açmak
gerekmiştir. Konya’ da açılan bu kursu bitirenlere 3 Nisan 1922 günü, bizzat
Gazi Mustafa Kemal Paşa, diploma dağıtmıştır. Bu görevi yaparken yurda,
orduya yararlı ustalar yetiştirmesinden “derin bir sevinç duyduğunu” haklı
olarak belirtmiştir. Yetişmiş insan gücünün azlığı, her alanda, kendini
hissettirmiştir(Feyzioğlu,1986: 155).

Bu nedenle Ankara Hükümeti eğitim çalışmalarının en büyüğünü halk


eğitimine harcamıştır. Halk eğitimi her şeyden evvel pratik bir zorunluluk
halini almıştır. Bir yandan işgal kuvvetlerinin, bir yandan Halife Ordusunun,
halkı millî mücadeleden vazgeçirmek için ellerinden gelen her şeyi yaptıkları;
gizli İngiliz derneklerinin Hilafet Ordusuna asker yazılanlara ödediği aylığın
Ankara Hükümeti bakanlarının aldığı maaşı geçtiği bir dönemde halkı milli
mücadeleye inandırmak başarının ilk şartı halini almıştır. Meclisin
açılmasında kısa bir zaman sonra Ankara, Türkiye’nin basın merkezlerinden
biri durumuna geçmiştir. Hükümetin resmi görüşünü yansıtan Hakimiyet-i
Milliye Gazetesinden başka, Yeni Gün, Öğüt, Köy Hocası, Yeni Dünya gibi
günlük veya haftalık gazeteler, Kalem, Anadolu, Terbiye Mecmuası, Kızılay
gibi dergiler Ankara’ da yayınlanmaya başlamıştır. Mürekkebin baca
kurumundan yapılması, kağıdın Kötü Ahmet adında bir tütün kaçakçısı
tarafından katır sırtında ve gizli olarak Bursa’dan kaçırılıp getirilmesi, bu
yayın çalışmalarının na güçlüklerle yapıldığının göstergesi olmuştur(Wilson,
1968: 63).

Basının gösterdiği çalışmalar başka eğitim yolları ite de


desteklenmiştir. Ankara okullarında birinin salonunda devrin tanınmış
aydınlan halk için serbest dersler vermişlerdir. Millet Bahçesi’nde bir açık
hava sahnesi kurulmuştur. Basit tahtalarla yapılan bu sahnede, zafer ve
yenilgi günlerinde heyecanlı toplantılar yapılmış, temsiller
verilmiştir(Wilson,A.g.e., 64).

O yıllarda Ankara’yi ziyaret eden Amerikalı gazeteci Clarence Streit,


bu salaş tiyatroda bir Hamlet temsili seyretmiş, bir yandan İngilizlerle
153

savaşan Türklerin bir yandan Hamlet’i oynamasına şaşırıp kalmıştır(


Başgöz,1995: 59).

Meclisin bahçesine halka konserler vermek için küçük bir köşk


eklenmiştir. Meclis bandosu İsmail Zühtü Bey” in idaresinde her akşam
burada halka konserler vermiş ve bu konserler ilgi görmüştür. Müzik
öğretmenleri tarafından bestelenen şiirler okullardan başlayarak dalga dalga
halka yayılmıştır. Aydın’ in işgal edilmesi üzerine Samih Rıfat Bey’ in yazdığı
“Aydın Aydın güzel Aydın, keşke yanıp kül olaydın” nakarat mısralı bir şiir,
Yekta Bey tarafından bestelenmiş ve pek tutulmuştur, istiklal Marşı, gene bu
arada yazılıp bestelenmiştir. Din ve camiler de halkın eğitiminde büyük rol
oynamıştır. Kuva-yı Milliye Devri boyunca din, Anadolu hareketinin en büyük
yardımcılarından biri olmuştur, İstanbul’daki halife ve onun çevresinde
bulunan din adamları milli mücadeleyi kırmak için bütün kuvvetlerini
harcarken Anadolu’ nün din adamları bu kötü tesiri karşılamak ve halkı bu
ölüm-kalım mücadelesine katabilmek için ellerinden geleni yapmışlardır.
Hocalardan kurulan bir irşat Heyeti, cami cami dolaşarak halka vaazlar
vermiştir. Ayrıca meclisin bütün yayınları camiler kanalı ile halka
duyurulmuştur. Yokluklar içinde ve işgal altında yürütülen bu eğitim
çalışmaları halkın inancını canlı tutmuş, Ankara’ da büyük bir idealizmin yer
etmesine yardım etmiştir. Memlekete faydalı olmak gayreti, bilmek arzusunu
kamçılamış, Ankara Fransız gazetecisi M. Gaulis’ in dediği gibi en çok kitap
aranan ve okunan şehir halini almıştır, İstanbul’dan katır sırtında taşınan ilk
kitaplarla Ankara’nın kitapçı dükkanları kurulmaya başlamış ve ihtiyacı
karşılamaya çalışmıştır(Wilson,1968: 64-65).

4.1.4.3.Milli Mücadele Dönemi Basına Yansıyan Eğitim


Bakanlarının Çalışmaları

4.1.4.3.1. Maarif Vekili Rıza Nur

Rıza Nur Bey, 1878 (1294)’ de Sinop’ ta doğmuştur. Kunduracı


İmamoğlu Mahmut Zeki Efendi’ nin oğludur, ilk ve orta öğrenimini Sinop
Iptidai Mektebi, Rüştiyesi ve İstanbul’ da Soğukçeşme Askeri Rüştiyesinde
tamamladıktan sonra Kuleli askeri idadisinden mezun olmuş, 1895’ te Askeri
154

Tıbbiye Mektebine girmiştir. 1901’ de Tabib Yüzbaşı rütbesiyle okulu bitirdi.


Bir yıl Gülhane’ de stajyer olarak çalıştı ve sonra da cerrahi ve ortapedi
dallarında uzmanlık için Gülhane’ de alıkonulmuştur. İstanbul Mebusan
Meclisi’ nin son dönemi için 21 Ocak 1920’ de yapılan seçimde Sinop
milletvekili olarak meclise girmeye hak kazanmıştır. (Nur, 2003,:301-304).

Vekillerin seçiminde Maarif Vekilliğine seçilen Rıza Nur Bey’ in durumu


oldukça ilgi çekici olmuştur. 4 Mayıs’ da yapılan oylamada 64 salt çoğunluğa
karşı 65 oy alan Rıza Nur Bey vekil seçilmiştir. Durumu öğrenen Rıza Nur
Bey, hemen meclise gelip söz alarak kürsüye çıkmış, oylamanın üç kere
yapılması zorunluluğunda kalınmasının kendisi hakkında bir tereddüdün
ifadesi olduğunu, son oylamada aldığı oy sayısının da bu kanıyı pekiştirdiğini,
salt çoğunluktan bir tek sayı fazla olan zayıf güven oyunun anlamlı olduğunu,
bu durumda seçimi kazananlara düşen görevin istifa etmek olduğunu,
parlamenter düzenin bunu gerektirdiğini şu sözleriyle ifade etmiştir:
“Efendiler, bendenizi Maarif Umuruna tayin buyurmuşsunuz, intihab birinci
rey itasında hasıl olmamış, ikinci defasında yine olmamış, balotaj dedikleri
surete düşmüş, üçüncü defada intihab olunmuşum. Bendeniz zaten çoktan
beri bir vazife kabul etmemek için duruyordum(Tütengil,1965: 34).

Rıza Nur’un meclisteki bu oylamaya bakarak görev almasının etik


olmayacağını ifade etse de, Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Rıza Nur’un
maarif vekili olarak atandığını gösteren haber şu şekilde yayınlanmıştır: 24
Nisan ve 2 Mayıs 1920 tarihleri arasında TBMM’de yapılan toplantıların
sonucunda alınana kararlardan yola çıkarak tekrar TBMM’de seçimler 3
Mayıs 1920 tarihinde yapılmış. Bu seçimlerin sonuçlarına göre gerekli
çoğunluğu sağlayan 9 vekilin seçimi tamamlanmış, Maliye ve Maarif
Vekillikleri için gösterilen adaylar gerekli çoğunluğu sağlayamadıkları için
seçim bir sonraki toplantıya ertelenmiştir. 4.5.1920 tarihinde yapılan ikinci
günkü seçimlerde, Maliye Vekilliğine Hakkı Bey, Maarif Vekilliğine de Sinop
Mebusu Dr. Rıza Nur Bey seçilmiştir (Hakimiyet-i Miliye Gazetesi, 2 Mayıs
1920).

Rıza Nur’un Maarif vekili olduğu dönemi çok iyi analiz etmek gerekir.
Bu bağlamda yeni Türkiye kurulurken ülkenin içinde bulunduğu sosyal,
ekonomik ve siyasal şartlar son derece elverişsizdi. Türk toplumu, 11 yıl
155

süren ağır savaşlardan çıkmış fakat yeni bir savaşın içine girmişti. Bu
savaşlarda, toprak varlığının 2/3’ü savaş alanları olmuş, birçok yer yanmış,
yıkılmıştı. Nüfusunun 1/5’ini, yani yaklaşık 3 milyonunu bu savaşlarda
kaybetmişti. Ülkenin büyük fedakârlıklarla yetiştirmiş olduğu nitelikli insan
gücü, bu savaşlarda yok olmuştu. Öğretmen, hekim, eczacı, mühendis,
mimar, hukukçu, özetle yüksek okul çıkışlı insanlar parmakla gösterilecek
kadar az kalmıştı. Hatta duvarcı, marangoz, demirci, nalbant, terzi gibi
sanatkârlar da kalmamıştı(İnan, 1973: 153).

En önemlisi ise devletin köklü olan tüm kurumları hem savaştan, hem
ekonomik yapıdan, hem de kurumu idare edenlerin ehliyetsizliğinden
kaynaklı olarak çok büyük bir sıkıntıyla karşılaşılacağını göstermektedir. Bu
bağlamda Ankara’da TBMM’nin açılmasından itibaren oluşturulmaya çalışılan
“Milli Hükümet” işe yarar ne kadar bina bulmuşsa oraya yerleşmeye
başlamıştı. Bu binaların büyük bir bölümünün okul olması, eğitim ve öğretim
faaliyetlerinin adeta durmasına yol açmıştır.

4.1.4.3.1.1. İlköğretim ve Özel İdarelerden Maaş Alan Öğretmenlerin


Maaşı Sorunu :

Meşrutiyet’ ten önce orta dereceli okullardaki öğretmenlerin maaşları


devlet, ilkokullardaki öğretmenlerin maşları, yerel yönetimler tarafından
ödenirdi. Yerel yönetimler tarafından yerel gelirlerin toplanıp Ziraat
Bankası’na yatırılması ile öğretmenlerin maaşları ödenirdi, ödenekler halkın
üzerindeydi, ilkokul meclisleri masrafı, okulun bulunduğu yerin halkına böler,
bir hafta içinde idare Meclisi’ ne itiraz edilebilirdi, itiraz edilmeyen dağıtım
cetveli kesinleşirdi. Maliye tahsildarları bu parayı dört taksitte toplar ve Ziraat
Bankası’ na yatırır, Eğitim Komisyonları da oradan alıp okul için harcardı.
(Gülmez,1999: 499). Eskiden de doğru dürüst yürümeyen bu işlem savaş
dolaysıyla hepten durmuş, böylece savaş yıllarının en zor eğitim
meselelerinden biri, ilkokul öğretmenlerine maaş verebilmek olmuştur.
(Ergün,1982:13)

Maaşlarını il özel İdarelerinden alan ilkokul, liva idadileri ve öğretmen


okulu öğretmenleri maaşlarını bir türlü düzenli alamamışlardır. Bazen 8-10
156

ay, bazen bir yıldan fazla maaş yüzü görmeyen öğretmenler olmuştur.
Maaşlarını zamanında almayan ilkokul öğretmenlerinin feryatları TBMM’ye
kadar ulaşmaya başlamıştı. Öğretmenler mektuplarla vekile sorunlarını dile
getirirken, diğer yandan mebuslara da aktarmaktaydılar.

Meselenin mecliste konuşulması sırasında Eğitim Bakanı,


öğretmenlerden aldığı bazı telgrafları okumuştur: “ 10 aydır maaş alamıyoruz.
Yoksulluğun maddi ve manevi sıkıntılarına daha fazla dayanamayacağız. Bu
yüzden arkadaşlarımız melekten ayrılıyor. Fakat biz çok sevdiğimiz
mesleğimizi bırakamıyoruz. Yıllarca didinerek satın aldığımız bakır, kilim,
yorgan gibi ev eşyalarımızı sattık, yoksulluğa dayandık. Fakat gene de
biriken borçlarımızı ödeyemediğimiz için, kimsenin yanında haysiyetimiz
kalmadı. Diğer memurlar maaşlarını ayın 22’sinde alabiliyorlar. Bizim aç
bırakılmamızın sebebi nedir?” (Başgöz, 1995:57).

Geçici ilköğretim Kanunu’ nun 15. Maddesinden çıkan bu güçlüğün


asıl sebebi şüphesiz memleketin ekonomik durumunun bozukluğu olmuştur.
Halk, okul ve öğretmen maaşları için kendilerinden istenen vergiyi
ödeyemeyince öğretmenler maaşsız kalmışlardır. Bu mesele için Eğitim
Bakanlığı savaş yıllarında bazı çareler aramıştır (Wilson, 62). Ergün’e (1982)
göre, İlkokul öğretmenlerine de diğer memurlar gibi genel bütçeden maaş
verilmesi için bir yasa tasarsı hazırlamış ama maliye gerekli ödeneği
ayıramadığı için buna imkân olmamıştır. Bunun üzerine vilayetlere sıkı
emirler verilmiş, öğretmen maaşlarına öncelik tanınması istenmiş, fakat
bunların hiçbiri güçlüğü halledememiştir.

4.1.4.3.1.2. Mekteplerin Kapatılması Sorunu ve Anadolu Eğitimini


Ankara’ya Bağlama Çabalan:

1920’ lerin Türk eğitiminde yaygın bir başka rahatsızlık da “mektep


lağvı hastalığı” olmuştur. Hükümet programında eldeki okulların iyi bir
biçimde idare edileceği belirtilmiş olmasına karşılık, ekonomik ve siyasal
nedenlerle ilk yıllarda okulların sık sık kapatıldığı görülmüştür(Güneş,
1997:281).
157

“Atatürk’ün Milli Eğitim Politikaları”(1985:22) adlı eserde, okulların


kapatılması şu ifadelerle tasvir edilmektedir:

Vekilin deyimiyle eğitime bir salgın gelmiş, eğitimi kırıp geçirmiştir.


Kimi yerde ilkokul, kimi yerde sultani, kimi yerde öğretmen okulu
lağvedilmiştir. Bunu bazen idareciler yapmış, bazen de ahali isteyip
yaptırmıştır. Ayıntap’ de 44 okul varmış ve bir yıl içinde 23’ü kapanmıştır.
Kapanan okullardan bir ikisinin kısa hikâyesi bize sebepler hakkında fikir
verebilecek durumdadır. Ankara öğretmen Okulunun 20 öğrencisi, 30
öğretmeni varmış. Masrafı çok yüksek olduğu ve kedisinden beklenen
faydayı veremediği için Vilayet İdare Kurulu, okulu kapatmıştır. Kız öğretmen
Okulunun ise ödeneği bitmiş, öğrenciye yemek ve ilaç bulmak mümkün
olmuyormuş. Okul her yana borçlanmış. Borçlar ödemek mümkün olmamış
ve okul kapanmıştır. Bazı okullar ise askeri birlikler tarafından işgal edildiği
için kapanmıştır. Ankara Sultanisini Milli Savunma Bakanlığı almış, Kırşehir
ilkokulu hastane haline getirilmiştir. Cepheye yakın yerlerde ise bütün işe
yarar binalar, bu arada tabi ki okullar, askeri birliklerin emrine verilmiştir.

Savaş yıllarının sıkıntıları ile açıklanabilecek bu sebeplerin yanında


meclisteki farklı düşünceler, okulların Maarif Vekaleti, merkezde ve tüm yurtta
sağlam bir teşkilat kuramadığından önemli sıkıntılar geçirmiştir. Bazı
milletvekilleri azınlıkları örnek alınarak bu işin toplumlara bırakılmasını
isteyerek yasa tasarıları bile hazırlamışlardır. Maarif Encümeni de “maarif-i
İptidaîyenin halkın eline tevdiini” uygun görmüştür. Rıza Nur Bey ise bunlara
karşı çıkmış, okullar halkın eline bırakılırsa hepsinin kapanacağından
korktuğunu belirterek, “Maarifimiz adeta bir harabzardır ve orada müteferrik
kalmış bir iki muallim de baykuş gibi ötüp duruyorlar.” Demiştir. Eğitim işinde
halk ile hükümetin ortasının bulunması gerektiğini belirten bakan, bu hususta
bir de Tedrisat- İptidâiye Kanunu” hazırladığını söylemiştir(Ergün, 1982 :14-
15).

Dr. Rıza Nur, daha sonra okul kapatma hastalığının devam etmesi
durumunda milletin yaşayamayacağını, çünkü bir milleti ancak irfanlı
kafaların kurtarabileceğini, kalkındırabileceğini vurgulayarak sözlerini
sürdürmüşse de kendisinin sorunu çözücü ne gibi önlemler düşündüğünü
açıklamamıştır. Buradan da daha önce de belirtildiği gibi Maarif vekilliğinin
158

acz içinde olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır: 1920’ lerin Türkiye’sinde


Anadolu okullar ve öğretmenleri üzerinde; TBMM Hükümetinin Maarif
Vekaleti, Osmanlı Devleti’ nin Maarif-i Umumiyye Nezareti, Yunanlıların işgali
altındaki bölgelerde Yunanlıların Anadolu Eğitim Genel Müdürlüğü olmak
üzere üç değişik yönetim egemen olmak istemiştir. İstanbul Maarif Nezareti,
İstanbul dışındaki okullar üzerinde herhangi bir etkinlik kuramamış hatta
İstanbul öğretmenlerini bile kontrol altında tutamamıştır. Ama genelgeler,
okul programları ve öğretim araç-gereçleri yollamaktan geri kalmamıştır, ilk
ve ortaokul programlarına üretim gücünü artırıcı “ameli ve hayati dersler”
koyarak “ayani ve hayati” bir öğretim için okullara malzeme göndermiştir.

Yunanistan Eğitim Bakanlığı ise işgal altındaki bölgelerde mevcut


eğitim kurumlarının kendi denetimleri altına girdiğini, okulların yetkililerine
yayınlamış oldukları genelgelerle duyurmuşlardı. Bu gelişmeler üzerine
7.11.1920 tarihli Hakimiyeti Milli Gazetesinde şöyle bir haber ve yorum yer
almıştı:

“Yunanlılar Türkiyemiz de yerleşmek, hem de uzun asırların ve hayatın


oraya bağladığı Türk ruhunu sökmek istiyorlar ve biliyorlar ki kesir Türk
ekseriyeti içinde eriyeceklerdir. Siyasi ve idari hükümler nihayet çok az
payidar olacak kadar kudretlidir. Asıl kudreti yaratan milletlerin ruhudur.
Türkiye’ye tayin edilen Maarif Müdürü Umumiyesi verdiği bir emirle bütün
mektepleri Yunan idaresinde topluyor. Bütün hususi mektepler de Yunan
idaresi altına giriyor. Yunanlılar tedrisat menbağlarını ellerine alıyorlar.
Muallimler Yunan muallimleri gibi Atina’dan talimat alacaklardır. Esasen
müdürü umumi beyanatına devam ederken “şimdilik yalnız lisan dersleriyle
tarih tedrisatını değiştiriyoruz. Rumca lisan resmi olacaktır. Bundan sonra
hususi ve resmi mektepler yoktur. Hepsi bir idare altında toplanmıştır”
(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi 7 Kasım 1920).

Ergün’e göre: Yunanlıların Anadolu’ ya tayin ettikleri Eğitim Genel


Müdürü de verdiği bir emirle ve “Şimdilik yalnız dil dersleriyle tarih öğretimini
değiştiriyoruz. Rumca, resmi dil olacaktır. Bundan sonra özel ve resmi okullar
yoktur; hepsi bir idare altında toplanmıştır.” Şeklindeki genelgesiyle işgal
altındaki yerlerin bütün okullarını Yunan hükümetine bağlandığını ifade
etmektedir.Bunlara karşılık Ankara Maarif Vekaleti, zaten kendilerini
159

desteklemekte olan Anadolu öğretmenlerini örgütleyerek, toplantılar yaparak,


Anadolu eğitimini Ankara’ ya yöneltmeye çalışmıştır. 1920 Temmuzunda
Ankara’ da bir “Muallime ve Muallimler Cemiyeti” kurularak Hacı Bayram
Camiinde bakanların da davetli olduğu bir mevlit töreni ile çalışmalarına
başlamıştır. Bu demek 7 Mayıs 1921’ de “Türkiye Muallime ve Muallimler
Birliği” adını alıp bakanlığın da desteğiyle bir örgütlenmeye gitmiştir (Ergün,
1982:15-16).

Rıza Nur Bey, 8 ay 11 gün süren Maarif Vekilliği yaptıktan sonra


Aralık 1920’ de bakanlıktan istifa etmiş ve yine önemli görevlerde
bulunmuştur. Bekir Sami Bey1 in izinli olduğu sırada 9- 31 Mayıs 1920 arası
Hariciye Vekilliğine vekalet etmiştir. Lozan Barış Konferansı için ismet
Paşanın başkanlığında oluşturulan heyete II. Delege olarak girmiş ve 3
Kasım 1922’ de Lozan’a gitmiştir. 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış
Antlaşması’ nı ismet Paşa ve Haşan Bey ile birlikte imza etmiştir. II.
Dönemde Sinop’ tan tekrar milletvekili seçilmiş, 14 Ağustos 1923’ te Ali Fethi
Bey (İstanbul) başkanlığında kurulan icra Vekilliği Heyetinden Sıhhat ve
içtimai Muavenet Vekili olmuştur. Atatürk’ e suikast girişimi (14 Haziran 1926)
olayından sonra siyasi hayattan çekilerek Fransa’ ya gitmiş, 1933’ te Mısır1 a
geçmiştir. Beş yıl iskanderiye’ de kalmıştır. Evvelce Paris’ te başladığı
Türkoloji çalışmalarına Mısır’da devam etmiştir. “Türk Birlik Revüsü” adında
bir dergiyi sekiz sayı yayımlamıştır.

1938 sonunda yurda dönmüş, “Tanrı Dağı” dergisini çıkarmıştır.


Ölümünden yirmi beş yıl sonra yayımlanmak üzere 4 Haziran 1935’ te
Londra’ da “British Museum” kitaplığına bıraktığı, kendi yaşamındaki
anormallikleri de anlatan ve Atatürk’ e ilişkin ağır suçlamalar, yalan ve
iftiralarla dolu anıları (Hayat ve Hatıralarım) 1967-1968’ de dört cilt olarak
yayımlanmıştır. 8 Eylül 1942’ de İstanbul’ da vefat etmiştir. Evli olup çocuğu
yoktur(Çöker, 1994: 870).

17 Mayıs 1920 Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Maarif Vekili: Doktor


Rıza Nur’un “Maarif Vekili Tamimi” adlı haberi yayınlanmış olup içeriği şu
şekildedir:
Garbın köle etmek isteyen emperyalist tecavüzüne düçar olan vatan
ve milletimizin de müthiş bir buhran karşısında olduğu malumdur. Demek din
160

ve milletimizin hayatı tehdit altındadır. Tarih sahifelerinde açıkça görüldüğü


vecihle Avrupalıların müstemleke yapmak istedikleri memleketlerde tatbik
ettikleri bir vatan evladını, bir millet efradını bir birine düşürüp kırdırmak ve
sonra gelip hepsinin birden boynuna esaret halkası geçirmek usulü bu gün
bize de aynıyla tatbik edilmek isteniyor. Bu hale düşmüş olan milletlerin hal-i
feciyelerini tarihten öğrenip ders almazsak bizde sonunda onlar gibi dövünüp
inleyeceğiz. Fakat iş işten geçmiş olacaktır. İşte bunun içindir ki siz maarif
memurları milletin en vefalıi tabakası ve ilk sınıf-ı aliyesi olduğunuzdan bu
babta milleti irşat etmek vazifesiyle mükellefsiniz.
Rıza Nur memleketin batı’nın işgali altında olduğunu söyleyerek tarih
den ders alarak birlik ve beraberlik içinde bu toprakları sahip çıkılması
gerektiğini özellikle bu milli mücadeleyi halka anlatacak irşad edeceklerin
muallimler camiası olduğunu ifade eder.

Milli Mücadelenin yapıldığı bir dönemde maarif ile ilgili reformların


yapılmaya çalışılması ve öğretmenlerin sorunlarının meclise getirilip
tartışılması milli bir devletin ve milli bir eğitim anlayışının temellerinin
atılmasına vesile olmuştur.

4.1.4.3.2.Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey

Hamdullah Suphi Tanrıöver, 1885 yılında İstanbul’da dünyaya


gelmiştir. Babası eski Maarif-i Umumiye Nazırlarından olan Abdüllatif Suphi
Paşa’dır. Annesi ise Ülfet Hanımdır. Hamdullah Suphi’nin dedesi de Osmanlı
Devletinin ilk Maarif-i Umumiye Nazırı olan Abdurrahman Sami Paşa’dır.
Görüldüğü gibi gerek babası, gerekse de dedesi dönemlerinin önde gelen
devlet adamlarıdır. Bu yönüyle o geniş bir aile ortamı içinde yetişmiştir.
Hamdullah Suphi’nin çocukluğu, dedesinin Çamlıca’daki köşk ve bahçesinde
geçmiştir. İlköğrenimini Kısıklı, Altunizade ve Numune-i Terrakki
ilkokullarında yaptıktan sonra orta öğrenimini de Galatasaray Sultanisinde
tamamlamıştır. Tanrıöver, Mustafa Baydar’a anlattığına göre Galatasaray
Sultanisinde padişah II. Abdulhamit’in iradesiyle parasız yatılı olarak
okumuştur(Baydar,1968: 38).
161

1913’te Darülfünûn edebiyat fakültesinde Türk Edebiyatı ve Eğitim


Bilimi Müderrisi olmuş, 23 Nisan 1920’ de Türkiye Büyük Millet Meclisinin
açılışında hazır bulunmuştur. (Çoker, 1994: 110).

Hamdullah Suphi, İkinci Meşrutiyetin ilan edilmesiyle birlikte Türkiye’de


başlayan geniş özgürlük ortamı içinde çeşitli gazete ve dergilerde yazılar
yazarak yazı hayatına başlamıştır. Bu gazeteler arasında Yeni Gazete,
İkdam, Sabah, Hak gazeteleri yer almaktadır. Ayrıca Musavver, Muhit,
Resimli Kitap ve Servet-i Fünun gibi dergilerde de makaleleri yayınlanmıştır.
Bir aralık birkaç ay süreyle de “Davul” isimli resimli mizah dergisini
yayınlamıştır. Bu arada ittihat ve terakki cemiyetinin yayın organı olan
“Şuray-ı ümmet” gazetesinde şiirleri yayınlanmıştır (Tevetoğlu,1986:29 ).

Hamdullah Suphi Galatasaray Sultanisindeki öğrenimini


tamamladıktan sonra bazı devlet görevlerinde de bulunmuştur. 1905 yılında
Tütün İnhisarı Merkez İdaresi (Deji İdaresi)’nde Terceme Mülazimliği yapmış
olan Hamdullah Suphi, buradan 1907 yılında Defter-i Hakani Nezareti
Mektubi Kalemi Mülazimlığına geçmiştir. 1908 yılında da Ayasofya Rüşdiye
Mektebinde “Kitabet”, Malumat-ı Diniyye”, “Fransızca” derslerini okutmuştur.
Bu Hamdullah Suphi’nin ilk öğretmenlik görevidir. 1909 yılında Şehremaneti
Tercümanlığı yapan Hamdullah Suphi, daha sonra 1910 yılında İstanbul
Darülmualliminin (öğretmen okulu) İptidaî ve rüşti kısımlarında “Fenni
Terbiye”, “Lisani Osmani” öğretmenliği ve 1913 yılında da İstanbul
Darülfünûnda (Edebiyat Fakültesinde) muallim ve müderris olarak göreve
başlamıştır (Baydar,1968: 39).

Hamdullah Suphi, Halit Ziya Uşaklıgil’in Mabeyin Başkanlığına


atanması üzerine Darülfünûna müderris olduğu vakit 24 yaşındadır. Selefinin
okuttuğu “Hikmet-i Bedayi” dersi yerine Maarif Nezaretinden izin alarak “Türk
ve İslam Sanayi-i Nefise Tarihi” dersini koydurmuştur.

Hamdullah Suphi’nin Darülfünûndaki müderrisliği zamanında


derslerine girdiği öğrencileri arasında daha sonra adlarını bütün Türkiye’ye
duyuracak olan Reşat Nuri Güntekin, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Burhanettin
Develioğlu da vardı. Hamdullah Suphi tanınmış eğitimci İsmail Hakkı
Baltacıoğlu’nun, Darülmuallimin öğretmenliğinden Darülfünûn müderrisliğine
162

de geçmesine yardımcı olmuştur. Kendisi tarafından okutulmakta olan Fenn-i


Terbiye dersini de daha sonra İsmail Hakkı Baltacıoğlu’na devretmiştir
(Baydar ,A.g.e., :376).

İcra Vekilleri Heyetine ilk Maarif Vekili seçilmiş bulunan Dr. Rıza Nur
Bey, Moskova’ ya gönderilen Türk Delegeler Heyeti’ nde vazifelendirilmiş ve
bu yüzden bakanlıktan istifade etmişti. Yerine 14 Aralık 1920 Salı günü
Hamdullah Suphi Bey, Maarif Vekili seçilmiştir. 15 Kasım 1921 (03.11.1337)
Salı günü Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey’ in Milli Eğitim Bakanı Hamdullah
Suphi Bey için “öğretmen ve Maarif Müdürlerinin usulsüz işten alınmaları ve
yenilerinin atanması ile ilgili olarak” verdiği gensoru önergesi, bir hafta sonra
mecliste sert bir tartışmaya yol açmıştır. Bunun sonunda başvurulan güven
oylamasında 68 kırmızı oya karşılık 75 beyaz oy çıkmıştır. Hamdullah Suphi
Bey, 22 Kasım 1921 (10.11.1337) Salı günü bakanlıktan istifa etmiş ve
ayrılmıştır. 11 ay 10 gün süren bu birinci Maarif Vekilliğinden sonra
Hamdullah Suphi, II. İsmet Paşa (İnönü) Hükümeti’nde ikinci kez bu
bakanlığa getirilmiştir. Hamdullah Suphi’ nin bu ikinci Maarif Vekilliği, 4 Mart
1925 Çarşamba gününden, sağlık durumunu ileri sürerek ayrıldığı 19 Aralık
1925 Cumartesi gününe kadar 9 - 10 gün sürmüştür. Toplam 20 ay 26 gün
Maarif Vekilliği yapmış bulunan Hamdullah Suphi, imkanların son derece
kısıtlı bulunduğu bu iki dönemde de bir çok önemli hizmetler görmüştür.
(Tevetoğlu,1986:158-159).

Hamdullah Suphi Bey, uygulayacakları eğitim politikasında bazı


yüksek okulların ve sultanilerin dışında bütün ilk ve orta öğretimin amacının
“işçi” yetiştirmek olduğunu belirtmiştir. Özellikle okulların üretici insanlar
yetiştirmeleri gerektiği konusuna ağırlık vermiştir. Bu konudaki görüşlerini
kendisiyle bir görüşme yapan Hakimiyeti Milliye Gazetesi muhabirine şu
şekilde açıklamıştı:

“Mekteplerimiz işçi yetiştirecektir ve maarifimizin hedefi,


memleketimizin evladı memleketimizin istihsaline teşrik etmek ve bu istihsali
muasır medeni tekamüle mazhar etmek, takviye ve teksif eylemektir.
Memleketin çocuğunu her mesleklere ishal edecek üç beş sultanımız ve bazı
mektebi âliyemiz bir tarafa bırakılırsa, bütün mektep-i İptidaîyemizin ve
163

talebimizin hedefi umumiyesi işçi yetiştirmek olmalıdır”(Hakimiyet-i Milliye


Gazetesi10 Mart 1921).

Eğitimin, çocuğa çevresini ve mensup olduğu milleti, onun sorunlarını,


maddi ve manevi ihtiyaçlarını tanıtması ve çözüm yolların göstermesi
gerektiğini bunun için de programların değiştirilmesi ve öğretmenlerin
askerleştirilmelerinin önemli olduğunu belirtmiştir. Öğretmenliğin bir meslek
durumuna getirilmesi hususu üzerinde çok durmuştur. Hakimiyet- i Milliye
gazetesinde verdiği mülakatta konuyu şöyle tasvir etmiştir:

Muallimleri tıpkı zabitler gibi bir yerde tedrisatı deruhte etmeye mecbur
olacak bir teşkilat tasvir etmekteyim. Muallimleri askerleştireceğiz. Bunun için
meclise takdim etmiş olduğum bir takriri kanun teklifi halinde Heyet-i
Umumiyenin tasvibine arz edilecektir. Memleket için kendilerinden cebri
kanunlarımızla vergi istediğimiz millet, bizden ilim de istediği vakit, arzusunu
yerine getirmeyi kendimiz için bir vazife addetmeliyiz. Hükümet aldığı kadar
vermelidir. Muallimlerin bir nevi askeri mükellefiyetlerine mukabil kendiler için
kanuni tanzim, derece, terakki, emniyet, maişet şerefli mevki lazımdır.
Vekalet bunu temin için lazım gelen kanunu hazırlıyor. Ucuz muallim, ucuz
müdür, nihayet ucuz insan yetiştiriyor. İstanbul’da yapılmış gayet kıymetli bir
tecrübemiz vardır. Bir Darüşşafaka mektebi diye, Mülkiye Şahane, bir
Harbiye aza ve müdürlerinin ve muallimlerinin memlekette çok kıymetli
erbab-ı irfan arasından intihab olmaları neticesi, kendilerinden azami istifade
gördüğümüz güzide adamlar yetiştirdi. Bunlar adedi çok daha fazla, fakat
heyet-i talimiyeleri, tedrisiyeleri büyük bir itina ile intihab edilmiş olmaları bize
ne verebilirlerdi? Bunun için faziletleri ile ilimleri ile herkesin kalbinde mevki
tutmuş adamlarımızı şimdi olduğundan daha fazla miktarda mekteplerimize
ithal etmeliyiz”(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi10 Mart 1921).

TBMM’nin kuruluşundan itibaren medreselerin ve İmam-Hatip gibi dini


okulların kurulması hakkında bir çok önergeler verilir ve bunlar komisyonlarda
görüşülürken Maarif Vekili, eğitim ve öğretim sorunlarının kendi
göreneklerimiz içinde halledilemeyeceğini, bugünkü Türkiye’yi medreselerin
değil batı örneğine göre kurulan okulların kurtardığını belirterek, “Maarifimizin
ruhu milliyet, istikameti garp, hedefi milli iktisattır.” Açıklamasında
bulunmuştur.( Ergün, 1982 :16).
164

Yeni Türkiye’de çocukların hayat için hazırlanacaklarını belirten bakan,


Türk eğitimindeki bunalımın dini nedenlerden çıkmadığını “Mektep, bir iş
evidir, esnaf ocağıdır. Mektep, meslek tahsiline yarar. Türk mektepleri, Türk
milletinin iktisadi refahını vücuda getirecek zirai, ticari ve sınai terekkiyata ve
tedrisata malik kılınmalıdır. Türk mektepleri süratle nazariyeden ameiiyeye
geçmek üzere umumi bir istihaleye tabi tutulmalıdır.” Şeklindeki sözleriyle
ısrarla vurgulamıştır. Cumhuriyetin kuruluş yıllannda askerlik alanında olduğu
kadar eğitim alanında da düşünceleri ve çalışmalarıyla değerli hizmetleri
geçen Kazım Karabekir Paşa, yeni devletin eğitim programının bir hareket
üssünde hazırlanarak çevreye yayılmasını, ilköğretimin kesin olarak her
yerde yayılmasını ve uygulanmasını, dilimizin ve ders kitaplarının arap ve
acem kisvesinden kurtarılmasını isteyerek, “Yalnız yenilik değil, birlik ve
beraberlik lazımdır. Tıpkı bizim askerlerin yaptığı gibi. Her şeyden evvel bir
“Hizaya gel!..” kumandası lazımdır.” Demiştir. ( Ergün, 1982 :17).

Millî Mücadele döneminin Milli Eğitim Bakanı olan Hamdullah Subhi,


konuşmasının devamında yetiştireceğimiz çocuklarımıza ve gençlerimize
sadece bilgi vermenin yanlış olacağını aynı zamanda amelî eğitimin onlara
istidatları derecesinde kazandırılması gerektiğini söyleyerek hem bilgi hem
de beceri sahibi gençlere ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Ayrıca bugünkü
manada Endüstri Meslek Liselerinin kurulması gerektiğinin işaretlerini
vermiştir. Ancak bütün bunları başaracak olan Maarif Teşkilâtının vaziyeti pek
de iç açıcı değildir. Anadolu ve İstanbul’da iki ayrı Maarif Vekâleti vardır.
İstanbul işgal altında olduğundan İstanbul Hükümeti’nin Maarif Nezareti’nin
vaziyeti Ankara’daki Vekâlet’ten çok daha kötüdür. Hâkimiyet-i Milliye’de bu
durum şu cümlelerle anlatılmaktadır:

Bütün devlet dairelerinde yeniliğe doğru bir hareket var. Bunların en


bariz mümessillerini yeni idare idarenin mümkün olduğu kadar
kırtasiyecilikten uzak durmasıdır. İstanbul’daki Nezaret yüzlerce memurla
idare edilirken burada aynı idare daha az memurla idare edilebilmektedir.
Maarif Vekâletinin yeni kadrosu vekil ve odacısı da dâhil olduğu halde yirmi
kişiden mürekkeptir. Diğer daireler de aynı suretle hareket etmektedirler.
İstanbul’daki nezaretlerin teşkilâtı nazar-ı itibara alınırsa işten ve adamdan ne
kadar istifade ettiğimiz meydana çıkar. Maarif Nezareti’nin İstanbul’daki
165

vazifesini yaptıktan başka ders programı ve kitab heyeti ve Türk âsâr-ı âtik’a
heyetlerinin vazifelerini de aynı daire yapmaktadır”(Hakimiyet-i Milliye
Gazetesi, 23 Ağustos 1920).

4.1.4.3.2.1.İstiklal Marşı’nın TBMM’ de Görüşülmesi ve Kabulü

İstiklal Savaşı sırasında bir İstiklal Marşı yazılması isteği doğmuştur.


Garp Cephesi Komutanlığı buna ısrarla taraftardı. Şark Cephesi Komutanı,
bu isteği yazıp bestelediği bir İstiklal Marşıyla destekliyordu. Ankara’ da
kurulan ilk TBMM Medisi’nde de Kurtuluş Savaşını ve bu savaştaki milli
ruhumuzu dile getirecek milli bir marştan söz edilir olmuştu. Bu durum
zamanın Maarif Vekili Rıza Nur a intikal ettirildi. Neticede Maarif Vekilliği, yurt
çapında bir İstiklal Marşı seçimine karar vermiştir (Kaytancı,2002:79).

Dr. Rıza Nur Bey zamanında açılmış yarışmanın sonuçlandırılması ve


Şair Mehmet Akif (Ersoy) ‘in yazdığı şiirin 12 Mart 1921 Cumartesi günü
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce Türk İstiklal Marşı olarak kabulü, Hamdullah
Suphi’ nin çabası ile gerçekleşmiştir (Tevettoğlu,1986: 159).

İstiklal Marşı kabul edilecek şiirin yazarına 500 lira verilmesi


kararlaştırılıp durum yayın vasıtasıyla, geniş ölçüde, her tarafa ilan edilmiştir.
Savaş heyecanı içerisinde bulunan yurt ve millet sevgisiyle dolup taşan
şairler, istiklal Marşı şairi olma şerefini elde edebilmek için, bu yarışmaya
seve seve katılmışlardır. Yeni Maarif Vekili Hamdullah Suphi, gelen marşları
teker teker incelemiş, fakat o günleri en iyi canlandıracak ve yaşatacak şiir
görememiştir. Bu arada daha Balkan savaşından beri milletin her türlü
ıstırabını dile getiren, millete ümit telkin eden, Kuva-yi milliye hareketini
candan destekleyen şair Akif in yarışmaya katılmadığını görmüştür. Mehmet
Akif in bu yarışmaya katılmamasının başta gelen sebebi, yarışma şartları
arasında, 500 lira gibi büyük bir miktarın bulunmasıydı. İstiklal Marşını, ancak
Akif in yazabileceğine inanan Hamdullah Suphi, Akif’in yarışmaya katılmama
sebebini müsabaka şekli ve bilhassa ikramiye olduğunu öğrenince şaire,
marşı yazdığı taktirde diğer meselelerin hal olacağına dair bir tezkire
yazmıştır(Kaytancı,2002: 80).
166

Büyük millet Meclisi’ nin 1 Mart 1337 (1921) Salı günü yapılan
toplantısında, Karasi Mebusu Haşan Basri Bey’ in “istiklal Marşı güftesini,
Hamdullah Suphi Bey’ in meclis kürsüsünden okunmasına dair takrir”i
üzerine istiklal Marşı konusunda görüşme açılmıştır. Kısa tartışmalardan
sonra Haşan Basri Bey’in teklifi kabul edilerek Antalya Mebusu Hamdullah
Suphi Bey’ in meclis kürsüsüne gelmiştir. Hamdullah Suphi mecliste şu
konuşmayı yapmıştır: “Arkadaşlar, hatırlarsanız, Maarif Vekaleti son
mücadelemizin ruhunu terennüm edecek bir marş için şairlerimize müracaat
etmiştir. Birçok şiirler geldi. Arada yedi tanesi en fazla vasıflara sahip olarak
görülmüş ve ayrılmıştır.Yalnız Bakanlık yapmış olduğu incelemede
fevkalade kuvvetli bir şiir aramak lüzumunu hissettiği için ben şahsen
Mehmet Akif Beyefendi’ ye müracaat ettim ve kendilerinin de bir şiir
yazmalarını rica ettim. Kendileri çok asil bir endişe ile kararsızlık gösterdiler.
Bilirsiniz ki bu şiirler için bir ikramiyemiz var..Halbuki bunu kendi isimlerine
yaklaştırmak arzusunda bulunmadıklarını ve bundan çekindiklerini
açıkladılar. Ben şahsen müracaat ettim. Lazım gelen tedbiri alırız ve icap
eden ilanı yaparız dedim. Bu şartla büyük dini şairimiz bize fevkalade nefis
bir şiir gönderdiler. Diğer altı şiirle beraber nazar-ı tetkikinize arz edeceğiz.
Seçme size aittir. Arkadaşlar, reyimi duyuruyorum. Beğenmek, takdir etmek
hususunda hürriyete sahibim. Seçimimi yapmışım, fakat sizin seçiminiz
benim seçimimi eksiltebilir. Arkadaşlar bu size aittir efendim” (Tevettoğlu,
1986:,160-161).

Türk milletinin bağımsızlığının ve özgürlüğünün timsali olan İstiklal


Marşı’nın kabul edilmesinde Hamdullah Suphi’nin önemli katkıları, hizmetleri
olmuştur.

4.1.4.3.2.2.Azınlık ve Yabancı Okullara Karşı Tutumu

Milli mücadele dönemi olarak adlandırılan bu zamanda “Milli


Hakimiyet” prensibini benimseyen TBMM Hükümeti hemen her alanda “milli ”
bir politika takip etmiştir, özellikle eğitim konusunda titizlikle uygulanan bu
politikanın yabancı okullara da yansıtıldığı dikkati çekmiştir. Mütareke ile
yeniden açılan yabancı okullardan bir kısmı eski alışkanlıklarını sürdürerek
167

olağanüstü günlerin yaşandığı bu dönemde de problem olmaya devam


etmişlerdir. Bir kısım yabancı okulun ülkedeki azınlıklara ve bazı işgalci
güçlere destek verdikleri gözlenmiştir. Bu durumlar dönemin ileri gelenleri
tarafından dikkatle incelenmiş ve gerekli tedbirler alınmıştır. Konuyla ilgili
olarak dönemin Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Miralay İsmet Bey (İnönü)’
in 1920 yılında TBMM’ de yaptığı konuşmada, “Ayıntap civarında Amerikan
mektepleri kolejleri vardır. Bu Amerikan kolejleri, Fransızların bugün üssül
harekesidir. Bizim canımızı yakmak ve ahalimizi öldürmek için Amerikan
mekteplerini üssülhareke ittihaz ediyorlar. Taamız ederler ve oraya top
yerleştirirler, ambar olarak kullanırlar. Hasılı mektep değil memleketimizin
içinde bir kale olarak inşa olunmuş zannolunur” diyerek okulların olumsuz
faaliyetlerine dikkati çekmiştir (Sezer,1999:12-14).

Bu yüzden de TBMM Hükümeti kurtuluş savaş sırasında Anadolu’daki


yabancı okulların pek çoğunu kapatmıştır. Ama Amerikan okulları her zaman
açık kalmıştır( Ergün, 1982:19).

1921 Martında Merzifon’ daki Amerikan Okulu, Pontus örgütüne


merkezlik yapması ve bir Türk öğretmeninin (Türkçe öğretmeni Zeki Bey)
Rumlar tarafından öldürülmesinden sonra kapatılmış, evraklarına el
konulmuş, ermeni ve rum gençlerine propaganda yapıldığı dolayısıyla tüm
ülkedeki Amerikan okullarına karşı sert bir tutum takınılmıştır (Akyüz, 2012:
358).

Görüldüğü gibi yabancı okullara karşı olumsuz faaliyetlerinden dolayı-


kararlı davranan TBMM Hükümeti’ nin bu dönemde, Osmanlı Hükümeti’ nin
azınlık okullarıyla özel okulları denetim altına almak için çıkardığı 1915 tarihli
Mekatib-i Hususiye Talimatnamesi’ni -1920 Ağustosunda imzalanan Sevr
Antlaşmasıyla geçersiz kılınmasına rağmen- yürürlükte tuttuğu görülmüştür.
Nitekim Amerikan misyonerlerinin okul açmakla ilgili talepleri bu
talimatnamenin 4. Maddesine istinaden reddedilmiştir. Her şeye karşın bu
dönemde TBMM Hükümet’ nin yabancı okullar konusundaki tutumu peşin
hükümlü olmamıştır. Daha İstiklal Savaşı devam ederken 20 Ekim 1921’de
Fransa ile imzalanan Ankara Itilafnamesi ile Türkiye’ nin menfaatlerine aykırı
168

düşmemek şartıyla, Fransız öğretim, sağlık ve yardım kurumlarını varlıkları


kabul edilmiştir(Sezer,1999:15).

Yabancı okullar meselesi herhalde emperyalizme karşı savaşan Türk


milletinin, milli eğitim bakanının gündemini o kadar meşgul etmiş olmalı ki
Bakan Hamdullah Suphi şubat 1921’ de Büyük Millet Meclisi’ nde yaptığı
konuşmada “Bazı mahsurları olmasa bir tane bile ecnebi mektebi bırakmam.

Fakat bu konu dahili olduğu kadar harici bir meseledir. Amerikan,


Fransız veya İtalyan okulları kapatıldığında bunun harici tesirlerini düşünmek
zorundayız.” Demiştir. Gerçekten de daha çok harici bir mesele olan azınlık
ve yabancı okulları sorunu Lozan’ da Türkiye’ yi uzun süre uğraştırmıştır
(Sevinç, 2002:340).

Hamdullah Suphi‘nin bakanlık yaptığı dönemde eğitim ve öğretmen


sorunlarına karşı gerçekçi çözüm önerileri getirmeye çalışmasına rağmen o
dönemin özellikle savaştan çıkmış bir ülke, tüm kurumları harap olmuş,
ekonomik problemlerle mücadele eden bir idari yapıda istenilen başarıya tam
anlamıyla ulaşılamamıştır.

4.1.4.3.3 Maarif Vekili Mehmet Vehbi Bey

Mehmet Vehbi Bey, 1882’de Balıkesir de doğmuştur. Müderris


abacılar Kethüdâsızâde Hacı Yahya Nefi Efendi’ nin oğludur. İlk ve orta
öğrenimini Balıkesir iptidâi Mektebi ve idâdinin Rüştiye kısmında
tamamladıktan sonra Bursa idadisinden mezun olarak 1904’ te Mülkiye
Mektebine girmiştir. Bir süre de ilköğretim müfettişliği yapmıştır. TBMM’ nin
Dönemi için yapılan seçimlerde Karesi Milletvekili seçilmiş, Kasım 1921 de
Maarif Vekilliğine getirilmiştir (Çöker,1994: 782).

Hakimiyet-i Milliye Gazetesi ‘inde 20 Aralık 1921’de Mehmet Vehbi


Bey’in özgeçmişi şöyle haber edilmiştir:

Mekteb-i Mülkiye’den mezun olduktan sonra 16 Eylül 192 tarihinde


Hüdavendigar (Bursa) vilayetinde maiyet memuru olarak devlet memuriyetine
başlamış olan Mehmet Vehbi, bu görevini 1 Eylül 1915 tarihine kadar
169

sürdürmüştür. Daha sonra çeşitli devlet dairelerinde memuriyet hayatına


devam etmiştir. Bu memuriyetleri sırasıyla şunlardır:

6.10.1909-28.10.1909 Bala Kaymakamlığı

1.1.1910-14.3.1910 Kızılkilise Kaymakamlığı

14.3.1910-12.4.1912 Çarsancak Kaymakamlığı

Bursa ilindeki maiyet memurluğu sırasında Gönen, Balya, Karacabey,


Burhaniye Kaymakam vekilleriyle Maarif Müfettişliklerinde de bulunmuştur.
Balıkesir’de, mutasarrıf Ali Bey’in zamanında gönüllü olarak yapmış olduğu
Maarif Müfettişliği sırasında bu yöredeki okulların yapılmasında ve
çoğaltılmasında önemli hizmetlerde bulunmuştur. Mehmet Vehbi Bey,
Afyonkarahisar mutasarrıflığı da yapmıştır. Bu görevinden sonra Çatalca
livasına tayin olunmuşken Damat Ferit Paşa hükümeti tarafından görevinden
uzaklaştırılmıştır. Bu görevinden önce de bir süre Eskişehir kaymakamlığı da
yapmıştı. Mehmet Vehbi, Osmanlı Meclisi Mebusanında ikinci ve üçüncü
intibap dönemlerinde Karesi mebusu olarak bulunmuştur. İzmir’in Yunanlılar
tarafından işgalinden sonra Balıkesir ve yöresinde Hareket-i Milliye’nin
önderliğini yapmış ve bu arada da on dört ay Müdafaa-i Hukuk Merkezi
Riyasetinde bulunmuştur. Mehmet Vehbi, TBMM’ye birinci devresinde Karesi
Mebusu olarak katılmıştır. TBMM hükümetlerinde Maarif Vekilliğinin yanı sıra
İktisat vekaleti vekilliği, Heyeti Vekile Kararıyla da Dahiliye ve Maliye
Vekaletleri vekilliklerinde bulunmuştur. Mehmet Vehbi 1958 yılında ölmüştür.

Hamdullah Suphi’ den sonra Maarif Vekilliğine seçilen Vehbi Bey,


çalışmalarının ana dayanağını “her türlü yabancı tesirlerden azade olarak
esasat-ı diniyye ve milliyemiz dahilinde milli hars ve irfanımızın inkişaf ve
tealisi” olarak belirtmesine rağmen kısa bakanlık dönemi içinde birkaç
genelgenin dışında önemli bir şey yapmamıştır (Ergün,1982: 20).

Bu genelgelerden özellikle 21 Mart 1922 tarihinde basında İstikbal


gazetesinde “Maarif Vekilinin Bir Tamimi“ başlıklı haber çok önemlidir.

Maarif Vekili Vehbi Bey atideki tamimiyle Mekâtib-i Muallimin ve idare


memurlarının nazar-ı dikkatlerini celp ediyor.
170

1-Mekteplerde ameli bir surette de dinini öğrenecek etfal-ı


(çocuklara)vatana namaz vakitlerinde alakadarları hazır oldukları halde
cemaatle namaz kıldırılacaktır.

2-Mekteplerimiz cehaletten, binaenaleyh maddi ve manevi


müşkülattan kurtarma merkezleridir.

3-Tedrisatın devamı hiçbir suretle haleldar eylemeyecektir.

4-Vatanı temsiller suistimal edilmeyecektir. Her taraftan bin türlü


şekliyat ve adeta maarifimize âdem-i rağbeti badi olan temsiller dahi pek
ziyade fayda bahş olacağına kanaat-ı kâmile olmadıkça teşebbüs ve icra
edilmeyecek, bilhassa kadınlık rolleri genç evlatlarımıza icra ettirilmeyecektir.

5-Muallimlerimiz ihtisası dâhilinde mahalli takibat icra edecektir. Esfele


görülüyor ki biz memleketimizi yabancılar kadar tanıyamıyoruz.Türkçe
muallimi, Türkçenin mahalli şivesini, mahalleye mahsus lügatleri ve darbul
meselleri, türküleri, şarkıları; Ziraat muallimi muhitin kuvve-i enbatiyesini,
iklimini, hangi mahsuller yetiştirildiği, tezyidi neye mütevakkıf olduğunu, daha
ne gibi mahsuller yetiştirilebileceğini, alet cedide-i ziraiyeden hangileri
suhuletle tatbik olunabileceğini tatbik edecektir.

6-Muallimler arasında vahdet temadı edecektir.

8-Mekteplerde fırkacılık yoktur. Furkan ocaklarımızın aliyyul âla kesr-i


ihtirasata(ihtiraslara) alet olan fırkacılıktan mu’teberi olması zaruridir.
Maziden ibret almak suretiyle bahsedilebilir. Arkadaşlarımın ibret almaktan
başka noktalardan maziyi unutarak istikbali kurtarmaya müttehiden(birlik
olarak) çalışmak vatanımıza nafidir. Gazetelerde imzaları tahtında şunu ve
bunu tenkit yollu siyasi ve idari makaleler yazamazlar. Bütün himmetlerini ilmi
vaki mevzulara hazır etmeleri ve bu vadide makalat yazmaları arzu ve takdir
olunur.

Bu yönergeye baktığımızda şu başlıklar öne çıkmaktadır:

1.Muallimler öğrencilere iyi bir din eğitimi verecekler.

2.Mektepler kanunda belirtilen günler içinde tatil yapacaklarıdır.

3.Mekteplerde yapılan müsamerelere sınır getirilecek sık sık


yapılmayacak ve gençlere kadın rolü verilmeyecektir.
171

4.Her muallim uzman olduğu alanında öğrencilere ders verecek,


meslekteki başarıları sicillerine yansıtılarak ödüller verilecektir.

5.Muallimler siyasi açıklamalar yapmayacak bu düşüncelerini


gazetelerde makale olarak yayınlamayacaklardır.

6.Muallimlerin bir arada bulanabileceği fikirlerini paylaşabileceği


mekanların mutlaka açılması gerektiğini ifade edilmektedir.

Öğretmenlerin sarık sarmasını, şeriata aykırı davranışlarda bulunan


öğretmenlerin cezalandırılmasını isteyen Vehbi Bey, kurduğu bir komisyonla
programdaki derslerin adlarını değiştirmeye yönelmiştir. 25 Şubat 1922’de
yayınladığı bir genelge de şu görüşlere yer vermiştir.

Yukarıdaki sözlerinden ne anlaşıldığı gibi Vehbi Bey’in izlemeyi


tasarladığı yol daha çok dini eğitim ağırlıklı bir yol olarak görülmektedir.
Nitekim Vekil olduktan sonra okulların programlarını yeniden düzenlemek
maksadıyla çoğunluğunu din adamlarının oluşturmuş olduğu bir komisyon
toplaması da bu görüşü doğrulamaktadır.

Mehmet Vehbi Bey’in Hakimiyet-i Milliye gazetesinde ”Yeni Maarif


Vekilimiz Darülmuallimlere Büyük Ehemmiyet Vermektedir “başlıklı haberde
eğitim anlayışını şu şekilde tasvir etmektedir:

Maarif, memleketin muhtelif sahalarında, muhtelif derecelerinde


büyük bir tekamüle muhtacız. İmkan olsa bunların her birine beraber
başlayalım. Bunun için en mühimi tercih mecburiyetindeyiz. Halkın
eğitimi için, her şeyden önce muallime ihtiyacımız vardır. Ve bunun ne
kadar kuvvetli bir ihtiyaç olduğunu size şimdi rakamla ispat edeceğim.
Elimizde 2627 muallim ve 689 muallime mevcuttur. Bunlardan 1207’si
Darülmualliminden, mezun, diğerleri muhtelif tahsil görmüş zevattır.
Elimizde mevcut mekteplere nazaran yalnız şurasında dikkat ediyoruz
ki, bu mektepler irfanı memleket için demektir. Daha 600 muallim ve
250 muallimeye ihtiyaç vardır. Halbuki yalnız Ankara vilayetinde 1050
köy mevcuttur ve bu köylerin yalnız iki yüzüne mektep açmak lazım
gelse, elimizde ki Darülmuallimin, senede 20 talebe yetiştirirse vefat
azl, istifa olmak üzere bu iki yüz köye hoca verilmek için tam on sene
172

beklemek lazım gelecektir. Halbuki geride nur-u maariften mahrum


850 köy kalır ve bundan 9 kaza merkezi ile merkez halkı hariç
bulunmaktadır. Görülüyor ki her şeyden evvel hoca lazımdır. Ve
elimizde hoca yoktur. İstiklal mücadelesinde nasıl bir azim
gösterdiysek, cehalet mücadelesinde de aynı azmi muvaffakiyeti elde
etmekliğimiz lazımdır. Bize büyük ve imanlı ve şevkli bir muallim
ordusu lazımdır. Halbuki elimde bu ordunun birkaç taburu bile
yok”(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 5 Ocak 1921).

Vehbi Bey, meclisteki ikinci grubun (İslamcıların) tuttuğu bir


vekil olmuş, meclisteki hocalar ona güvenerek bir takım uygulamalar
ortaya koymuştur. Muallim mektebi talebelerinin sark sarmaya
başlaması, müzik dersinin adının ilahi olarak değiştirilmesi, resim
dersinin müfredattan kaldırılması, Fransızca dersinin yerine Kuran-ı
Kerim dersinin konulması, meclis kapısında Hafız Hüseyin’ in beş vakit
ezan okuması, talebelerin namaza mecburi olarak gönderilmesi
bunlardan bazılarıdır (Şapolya, 1969: 195).

4.1.4.3.3.1.Maarif Vekaleti’nin Bütün Türkiye’ye Hakim Olması ve


Bakanlıkta Komisyonların Çalışmaya Başlaması

1922 yılı sonlarında İstanbul’ daki eki Osmanlı yönetimine ait bütün
“Nezaretler” ilga edilmiş, bütün okullar korunarak kendi ilgili oldukları
vekaletlere bağlanmış, Maarif Vekaleti’ nin İstanbul örgütü kurulmuştur. Zaten
daha önce Vekalet, Almanya’ da öğretimde bulunan ve gönderildiği İstanbul
Hükümetince ödenekleri kesilen öğrencilerin de harcamalarını üzerine alarak
kendini hemen her alanda kabul ettirmiştir. Bu arada Maarif Vekaleti’ nin
öğretmen örgütü, “Türkiye Muallime ve Muallimler Birliği” adını alarak bütün
Türkiye’ deki öğretmenlere bildiriler yayınlarken, İstanbul’ daki öğretmen
örgütleri “Muallimin Cemiyeti” ve “Mekatib-i İptidaîye Muallimleri Cemiyeti”
Nezaret’ i çoktan terk etmişlerdi ve sorunlarını Ankara’ daki Maarif Vekaleti’
ne bildirmeye başlamışlardı (Ergün, 1982: 20).

Vehbi Bey, şahsi girişimlerden kaçınan bir kişi olduğu için Bakanlık
yönetiminde çeşitli komisyonlar kurarak çalışmaya başlamıştır. Çok çeşitli
fikirlerdeki kişilerden kurulu komisyonlar, uzun süre öğretim programlarıyla
173

uğraşmıştır, özellikle Resim, Müzik, Yabancı dil ve Hendese dersleri üzerinde


tartışılmıştır. Sonunda eskisinden pek de farklı olmayan bir program kabul
edilmiştir. Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde Ahmet Edip’in “Maarifte İstikamet”
adlı makalesinde “Resim, Müzik, Yabancı dil ve Hendese dersleri hem milli
hem de dini açıdan uygun olmadığını konusunun tartışıldığını ifade
etmektedir(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,20 Ocak 1922).

Komisyonun çalışmalarına göre, eğer Darülfünûna gitmek veya idari


bir iş başına geçilmek isteniyorsa, ikinci derecede bir ortaöğretim kurumu
olan “Yeni Medrese” (Sultani) lere gitmek gerekiyordu. Program Komisyonu
tarafından bu okulların programları da yeniden belirlenmiştir. Ama Vehbi Bey’
in bakanlığı sırasında bile bu programlar uygulanmamış ve eski programlara
dönülmüştür. Osmanlı eğitim zihniyet ve uygulamalarından pek farklı
olmayan bir şekilde hazırlanan bu programlar da Bakanlıkça taşraya
gönderilmiş ve ilgililerden görüş istenmiştir. Program komisyonu bunlardan
başka, yeni kurulması planlanan bir “İktisat Mektebi” nin de programını
hazırlama çalışmalarına girişmiştir. Eğitimde koca bir yıl böylece
kaybolmuştur. Sonra genel eğitimin yönünü, amacını ve izleyeceği yolu
belirlemek için ayrı bir komisyon kurulmuştur. Bakanlıkta bu çalışmalar
yapılırken Maarif Vekilliğine İsmail Safa Bey getirilmiştir. Komisyonların
hazırladığı projeleri yetkili eğitimcilere dağıtarak rapor istemiştir. Gelen
raporlarda pek çok eleştiriler olduğundan bu programlar hepten ortadan
kaldırılmıştır(Ergün, 1982: 21).

4.1.4.3.3.2.Yüksek öğretim ve Okul Programlarının Değiştirilmesi

Ergün (1982)’e göre; Yeni Türk üniversitesinin esaslarını hazırlamak


amacıyla kurulması planlanan “Serbest Âli Dersler” ilmi bir kuruluş olarak
düşünülmüştür. Her müderrisin serbesti-i fikri, serbesti-tedrisi mahfuz olan bu
kuruluşun üç amacı vardı: Milliyetçilik, Halkçılık ve Aydınlık.

19 Mart 1922 tarihinde “Serbest Âli Dersler” öğretim elemanları Maarif


Vekaleti’ nde toplanarak; serbest ali derslerin bilimsel anlayış, eğitim ve
idaresinde özerk olduğunu, kurumun bilimsel anlayışının ve idari işlerinin
174

bütün öğretim elemanlarının gözetiminde bulunduğunu ve parasız eğitim-


öğretim verdiğini, yeni bir kürsü açma kararının seçimle iş başına gelen genel
heyetin oy birliği veya oy çokluğu ile aldığı karara bağlı olduğunu
kararlaştırmışlardır. Üniversite özerkliğinin ilk temelleri böylece
atılmıştır(Gülmez,1999: 503).

Dersler şunlardır Lisaniyat, Tarih, Terbiye, iktisad-ı Nazari, Hukuk-u


Düvel, Maliye, İslam Güzel Sanatları Tarihi, Şimdiki Yüzyılda Devlet, İktisadi
Görüşler Tarihi. Aralık 1921’ de başlayan Serbest Âli Derslernin ilk dönemi 25
Mayıs 1922’de bitmiştir; İkinci öğretim yılı da İlahiyat, Sosyal Sağlık ve
Psikoloji alanlarında 1922 Ekiminde başlamıştır.

Bu arada İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Fakültesi öğrencileri, “Türk


Darülfünûnu, Türk milletinin ahlak ve ilim müessesesidir” diyerek, istiklal ve
milliyet hislerine yabancı olan, Fakültedeki şu hocaların istifasını istemişlerdir:
Cenap Şahabettin, Barsamiyan, Ali Kemal, Rıza Tevfîk, Hüseyin Daniş. Tıp
Fakültesinde de bu gibi bazı isimlerin tespit edilmesiyle hareket genişlemiş,
10 Nisan 1922’ de Darülfünûnun bütün şubeleri kapatılmıştır. Bu hareket,
Türkiye’ nin en güç günlerinde üniversite öğrencileriyle Ankara Hükümetini
birleştirmiş, Maarif Vekaleti Darülfünûn öğrencilerini telgrafla kutlayıp
desteklemiştir(Ergün, 1982: 22).

Okul programlarını değiştirmek için yapılan çalışmalar, savaş yıllarının


dikkate değer eğitim çalışmalarından birisi olmuştur. Meclisteki tutucu grubun
desteği ile eğitim bakanı olan Vehbi Efendi, çoğu hocalardan ibaret olan bir
program komisyonu toplamıştır. Basında da çeşitli eleştirilere yol açan uzun
tartışmalardan sonra komisyon, okul programlarını aşağıdaki biçimde
değiştirmeye karar vermiştir: “Okullarda din dersleri artırılacaktır. Sultanilere
‘Yeni Medrese’ adı verilecek ve bunlar medreselerle birleştirilecektir.
Öğretmen okulu öğrencileri sarık saracak, okullardaki müzik derslerinin adı
ilahi’ olarak değiştirilecek ve bu derslerde öğrenciye uygun ilahiler
öğretilecektir. Resim derslerine ‘Çizgi Dersi’ adı verilecek ve canlı
mahlukların resimlerinin yapılması yasak edilecektir. Okullarda ameli
öğretime önem verilecek, köy ilkokullarında öğrencinin hiç olmazsa çarık ve
çuval dikmesini öğrenmesi sağlanacaktır.” Kurtuluş Savaşının zaferle bitmesi
175

ve kısa bir zaman sonra da Vehbi Efendi’ nin Eğitim Bakanlığından ayrılması,
düşünülen bu değişikliğin uygulanmasını önlemiştir(Wilson ,1968: :63).

4.1.4.3.4. Maarif Vekili İsmail Safa Bey

Cumhuriyet eğitimine geçiş döneminin dördüncü, cumhuriyet’in


başlangıcında birinci Milli Eğitim Bakanı İsmail Safa Bey olmuştur. İsmail
Safa Bey, 1885’ te Adana’ da doğmuştur. Çiftçi Ali Ağa’ nin oğludur. İlk ve
orta öğrenimini Adana idadisinde tamamladıktan sonra Mülkiye Mektebine
girmiş, Temmuz 1908’ de yüksek kısmından mezun olarak Adana ve Şam’ da
Maiyet Memurluğu yapmıştır. TBMM’ nin I. Dönemi için yapılan seçimlerde
Mersin Milletvekili olarak 9 Mayıs 1920’ de meclise katılmış ve 6 Kasım
1922’ de Maarif Vekilliğine seçilmiştir(Çoker, 1994: 782).

İsmail Safa, Kurtuluş savaşının kazanılıp, tüm düşman kuvvetlerinin


yurttan kovulmasından sonra ve İstanbul Maarif Nezaretinin ilga edilmesinin
arkasından bakan olmuş; hazırlık dönemi eğitimini tam anlamıyla
olgunlaştırarak, gelecekteki eğitim devrimlerinin temelini sağlamıştır. Ona
göre barış döneminde eğitimin üç amacı olacaktır: Terbiye, Tahsil ve İhtisas.
Türk eğitiminin görevi, yarının fikri, hukuki ve özellikle iktisadi inançlarıyla
doğacak bir uygarlığa gençleri hazırlamak; fikren, ilmen, ahlaken sarsılmaz
bir gençlik yetiştirmek olmuştur. Bu görüşünü, “Onları, her cereyana sükun ve
tevekkülle tabi olacak şu veya bu fikir ve kanaatlerle değil, en doğru ve
ihtiyaca en uygun istikametleri sezecek, kendi azmiyle ileri atılacak bir
kabiliyet-i fikriye ile yetiştirmek, millet için bir hayat meselesidir.” Sözleriyle
dile getirmiştir (Ergün ,1982:,22-23).

İsmail Safa Bey, 8 Mart 1923’ te yaptığı bir genelgede milli bir eğitim
görüşünü şöyle belirtmiştir: “Barışın kararlaşması eğitim, irfan ve uzmanlık
ocaklarımız ile uğraşmamıza elverişli bulunduğu dakikada çalışmalarımızı en
önce birbiriyle dayanışık (mütenasit) üç amaca yöneltmek zorundayız; Eğitim,
öğretim ve uzmanlık, ilk amacımız ulusal ve çağcıl eğitimi yurdumuzun en
uzak köşelerine dek dağıtmak olacaktır. Her kuşağın ödevi yeni kuşağı
geleceğin gereksinmelerine göre hazırlamaktır. Biz, tarihin geçirdiği ve
176

geçireceği genel devrimler içinde ayağımızın kuvvetle ve gönül kanısı ile


basacağı yeri bilmeliyiz. Yarının düşünsel, tüzel (hukuki) özellikleri, tutumsal
inançları (iktisadi akideleri) ile doğacak uygarlığı gençlerimiz dayanıklılıkla
karşılayabilirler. Biz her yaşta güçlü ve kesin kararlı olacağız. Çünkü daha
elde edeceğimiz haklarımız var; Ulusal, uygar ve insanca ülkülerimiz var.
Güçsüzlük(zaaf), bütün kötülüklerin anasıdır. Güçlülük, insana sorumluluğu,
kendine güveni ve hakları korumayı öğretir”(İnan, 1975:.64).

İsmail Safa, aynı “Misak-ı Milli” gibi, eğitim alanında yeni devletin
ulaşmayı planladığı amaçları gösteren bir “Maarif Misakı” belirlemiştir. Bu
misakın ana ilkeleri şunlardır: Türk milletini medeniyet safında en ileriye
götürmek ve yeni nesilleri, Türk olmak hassasiyetinin gerektirdiği bu amaca
en kısa zamanda varmayı mümkün kılacak aşk, irade ve kudretle yetiştirmek;
Milliyetçi, halkçı, inkılapçı, ve laik cumhuriyet vatandaşları yetiştirmek;

-İlköğretimi yaygınlaştırmak, herkese okuma-yazma öğretmek;

-Yeni nesilleri bütün öğretim kademelerinden geçirmek, onlar


ekonomik hayatta başarılı kılacak bilgilerle donatmak;

Safa Bey’ e göre yeni Türk eğitiminin amaçları şunlar olmalıdır:

-Gençleri, kardeşlik ve memleket sevgisine dayalı milli bir duygu ile


yetiştirmek;

-Ekonomik devrimlerin yakın olması dolayısıyla gençliğe çalışma


fikrini, üretim amacını ve üretim yollarını iyice öğretmek;

-Eski yorgun uygarlığın ve onun kurumlarının yıkılmasına karşı


gençliği soğukkanlı ve metin yetiştirmek.(Ergün,1982:23).

4.1.4.3.4.1. İsmail Safa Bey’ in Çeşitli Eğitim Kademeleri Üzerine


Görüş ve Çalışmaları

İlk ve Ortaöğretim

İlköğretim, aile eğitimini tamamlar, dini eğitim verir ve çocukları


ortaöğretime hazırlar. Türkiye’ de şimdiye kadar eğitim ve öğretim, ilköğretim
177

düzeyinde dönüp durmuştu. İlk ve ortaöğretim amaçsızlıktan kurtarılarak


sanat, ticaret ve ziraata yönelmelidir. Hayata ve geleceğe öğrenci
hazırlayacak olan ortaokullarda geçmiş ile ilgilenen bilimler yer alamaz.
Ortaokulların yanında atölyeler ve uygulama odaları yer almalıdır. Liselerde
ise gençler hem mesleki hem de edebi-kültürel yönden eğitilmelidirler. İlk ve
ortaöğretimin ıslahı için Anadolu 15 öğretmen Okulu bölgesine ayrılmıştı. Her
bölgede tam devreli bir lise, birer kız ve erkek öğretmen okulundan oluşan bir
“Maarif Merkezi” kurulacaktı. Tatil sırasında da köy imamlarına 20-30
merkezde verilecek kurslardan sonra, bunlardan köy okullarında öğretmen
olarak yararlanılacaktı. Sultanilerin bazılarında da yabancı dil öğretmeni
yetiştirilecekti.
Yüksek öğretim; Yüksek öğretim daima mesleki olmalıdır. Türkiye’ de
iyi bir üniversite hayatı vardır. Bunun yanı sıra Yüksek öğretmen okulu,
enstitüler ve konservatuarlar kurulmalıdır.
Halk Eğitimi; Maarif Vekili İsmail Safa Bey, bakan olduktan az sonra vilayet
ve sancaklara gönderdiği bir genelgede özellikle halk eğitimi üzerinde
durmuştur. Bu genelgede; halkın eğitimine ilgi ve fedakarlığın arttırılması,
halk ile okul ve öğretmenleri birbirine yaklaştırmak, zorunlu öğretimle beraber
eğitimi her sınıf halkın arasında yaymak gibi önemli istekler yer
almıştır(Ergün,1982:24).

Yabancı Okullar;

Lozan Barış görüşmelerinin yapıldığı dönemde Avrupa kamuoyunda ve


basınında en çok tartışılan konulardan biri, Türkiye’ deki yabancı okullar olmuştur.
Safa Bey, barış öncesinde bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamıştır:

“Memleketimizdeki ecnebi müesseselere karşı maziyi kat’iyyen


unutmuşuzdur. Bütün dünyaca kabil-i inkâr değildir ki bu müessesat şimdiye
kadar memleketimizde mateessüf samimi bir maksatla çalışmamışlardır.
Memleketi ihtilale sevk eden, muhtelif yerlerde isyan çıkaran unsurların
çoğunu, bu mekteplerin yetiştirdiği insanlar teşkil etmektedir ve denilebilir ki
bu müessesat en çok bununla uğraşmış ve Türkiye devletini tahrip etmek için
bir gün mesaisinden geri kalmamıştır.”
178

Hakimiyet-i Milliye gazetesinde “Mülkümüzde Ecnebi Mektepler“adlı


başlıkta ki haberde İsmail Safa Bey şu ifadeleri kullanmıştır:

Onun için derhal bir tamim yaptım ve ecnebi mekteplerinin kati surette
kanunlarımıza ve talimatnamelerimize riayet mecburiyetinde olduklarını ve
hak-ı murakabe ve teftişimize en küçük bir menanaat göstermelerine razı
olamayacağımızı yazdım. Bundan sonra dahi koyduğumuz kurallara riayet
etmediği anlaşılan mekteplerin seddini amar ettim ve zannederim ki hürriyet
ve istiklal içinde yaşayan milletlerin bundan başka yapacağı bir şey yoktur”
(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 21 Kasım 1922).

Bu kurumların geçmişlerinin bu kadar kötü olmasına rağmen,


Türkiye’nin her şeyi unutmaya hazır olduğunu bildiren bakan, şu kesin
görüşünü de açıklamaktan geri kalmamıştır:
“Bütün dünyaya ve bilhassa bu müessesatla alakadar olanlara kat’ i suretle
bildirmek istiyoruz ki artık eski oyunların tekrar edilmesi imkansızdır. Onun
için memleketimizde yaşamak isteyen her ecnebi müessesesi kanunlarımıza
ve mektepler hakkında koymuş olduğumuz ve koyacağımız esas ata harfiyen
riayet edeceklerdir. Bu esasata riayet edilip edilmediğini daimi surette teftiş
ve murakebe etmek en büyük hakkımız ve bir dakika olsun gözden
kaçırmayacağımız bir esastır”(Sezer,1999:15).
Bakan, ayrıca bir genelge yayınlayarak Türkçe’ den başka dilde
öğretim yapan özel okullarda Türkçe, Türk Tarih ve Coğrafyası derslerinin
Türk öğretmenler tarafından Türkçe okutulacağını ve bu derslere yeteri kadar
ders saati ayrılacağını bildirmiş; Mekâtib-i Hususiye Talimatnamesi’nin altıncı
maddesini de bu şekilde değiştirmiştir. Bu arada hükümet de Lozan Barış
görüşmelerinde bu hususu savunma kararlan almıştır (Ergün,a.g.e.,25).
Uzun görüşmelere sonunda yabancılara ait Türkiye’ deki kurumların
varlığı ancak dini telkinlerde bulunmamaları ve devletin genel kanunlarına
uymaları şartlarıyla Lozan Barışının imzalanmasından sonra İsmet Paşa
tarafından Fransız, İngiliz ve İtalyan temsilcilerine ayrı ayrı gönderilen
mektuplarla tanınmıştır (Sezer, A. g.e.,16).

Safa Bey, yabancı okullarda verilmekte olan eğitimin de Türkiye’nin


eğitim felsefesine uygun olması için gereken önlemleri almıştır. Ona göre bu
okullarda okumakta olan çocukların milliyetleri ayrı da olsa “Türk gibi
179

yetişecek, yetiştirilecek bunun için de Türk Dilini, Türk Tarihini, Türk


Coğrafyasını ve özetle Türk kültürünü öğreneceklerdir.

Safa Bey İllerdeki muallim cemiyetlerinede ziyaretler yaparak hem


cemiyetlere destek vererek konuşmalar yapmış hemde muallim camiasının
sıkıntılarını dinleyerek çözüm önerileri oluşturmaya çalışmıştır.

6 Aralık 1923 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde” Adana Muallime


Ve Muallimler Derneğinde
“Maarif Vekili İsmail Safa Bey’in Hararetli Bir Nutku”
Safa Bey muallimlere hitaben demiştir ki : “Milletin en münevver kısmının
yapacağı iş, genç Türkiye Cumhuriyetini hiçbir tehlike ve tecavüz karşısında
katiyen sarsılmayacak bir halde muhafaza etmek onu her şeyden
kuşatmaktır”.
Dün akşam Muallime ve muallimler derneği tarafından maarif vekili
Safa bey şerefine Türk Ocağında bir çay ziyafeti verildi.
Safa Bey: Arkadaşlar hepimiz katiyen bilmeliyiz ki milleti idare
edenlerin milletle baş başa bulunması, onların içinde kalması bugünkü halk
hükümetinin tabiatından doğan bir şeydir. Hükümetimizi temsil eden insanlar,
bu hadiseleri hürmetkâr kalarak bu samimi esaslar dairesinde görülmeye
katiyen az etmişlerdir esasen halk hükümetinin manası da budur. Bugünkü
genç Türkiye Cumhuriyeti erkanı unsurlardan bizi görüldüğü ve acılarını
çektiğimiz günlerde istediği gibi yapan istediği ve düşündüğü gibi hareket
eden,istediği gibi arzusu uğrunda istihdam etmek isteyen insanlar gibi
düşünüyorlar ve o insanlar gibi değildirler. Ancak milletin arzusu dahilinde
hareket etmek mecburiyetindedirler. Ve onun kuvvetine istinat eden icra-i
vazife ederler. Bunu böyle yapmayan ve yapmak istemeyen insanlar halk
hükümetinden olmayan ve onun mevcudiyetini istemeyen insanlardır.
Genç Türkiye Cumhuriyeti baki kaldıkça ki bakî kalacağına tamamen
ve kuvvetle inancımız var vekilleriniz, başımızda bulunanlar daima sizlerle
baş başa vermek mecburiyetindedirler.
Bu vesile ile şu noktayı arkadaşlarımın nazar-ı dikkatine arz etmek
isterim: Hepimiz milletin sesine, arzusuna hürmet edelim ve onların arzularını
ifaya çalışalım. Bunun içinde milletin en münevver kısmının yani sizlerin
yapacağı iş , genç Türkiye Cumhuriyetini hiçbir tehlike ve tecavüz karşısında
180

katiyen sarsılmayacak bir halde muhafaza etmek, onu her şeyden


kıskanmaktır cumhuriyetimiz daima takviye edilmelidir. Sizler gibi kıymettar
unsurları cumhuriyetlere zahir olacak bu mahsus hakkında endişeye katiyen
mahal yoktur. Cumhuriyetin genç dimağlar da yerleşmesine son derece
çalışınız çünkü o baki kaldıkça kuvvetlendikçe hükümet milletle beraber
kalacaktır. Milletin ve sizlerin dertlerini yakından dinleyecektir. Aksi takdirde
tehlike pek büyüktür. Bundan sonra maarif vekili Safa Bey tedrisat ve maarif
programı ve maarifimizin temini istikbali ve hali hakkında üç buçuk saat
devam eden izahatta bulundular. Safa Bey üç gündür mektepleri teftiş ile
meşguldür yarından sonra dönecektir

Safa Bey yeni kurulmuş olan cumhuriyete sahip çıkılması gerektiğini


iafade ederek genç nesillerin cumhuriyete sahip çıkmaları için halk ve vekiller
üzerine düşen görevleri mutlaka yapmalıdırlar zira cumhuriyete sahip
çıkamazsak millet olarak yeni bir buhran dönemine gireriz ifadelerini
kullanmıştır.

Maarif Vekaleti Merkez Örgütü ve İstanbul Anadolu Çekişmesi

1920 yılında Maarif Vekilliği kurulduğunda merkez örgüt İlk Tedrisat


Müdürlüğü, Orta Tedrisat Müdürlüğü ve Telif-Tercüme Heyetinden oluşan
basit bir yapıda kurulmuştu. Bakanlığın merkez örgütü 1923 yılında İsmail
Safa Bey’ in bakanlığı sırasında yeniden kurulmuştur. Bu örgütlemede
Fransa ve İspanya merkezi eğitim örgütü esas alınarak- ilmi ve idari
bölümlere yer verilmiştir. Üyeden oluşan ve yılda iki ay toplanacak olan
Bilimsel örgütlenme kurulu, Osmanlı eğitim sistemindeki Meclis-i Maarif-i
Kebir ile benzerlik göstermiştir. İlk ve ortaöğretim genel müdürlükleri ile
yüksek öğretimin bir müdürlük şekline dönüştürülmesi ile örgütlenen idari
kısım, Heyet-i Teftişiye, İstatistik (Ihsaiyat) Müdürlüğü, Hars ve Sanayi
Dairesini de bünyesinde oluşturmuştur (Ergün, A.g.e.,25-26).
1923’ün başından itibaren İstanbul’daki eski yönetimden arda kalanlar,
Ankara’nin yaptığı hareketleri çeşitli yönlerden eleştirmeye başlamışlardır.
Eğitim alanında da İstanbul muallimler Cemiyeti yedi-sekiz maddelik bir
kararlar demetini Maarif Vekaleti’ ne göndermiş, Anadolu öğretmenlerinin
181

kayrıldığını iddia etmişlerdir. Bakan ise bunların asılsız olduğunu, İstanbul


eğitim bütçesinin Anadolu’ nun iki katı olduğunu bildirmiştir. Ama buna
rağmen eleştiriler durmamıştır. İstanbul Muallime ve Muallimler Cemiyeti’ nin
yıllık kongresinde Anadolu ve İstanbul ayrılığından ve düşmanlığından söz
edilmiştir. Bunun, cehlin ilme karşı düşmanlığına benzediğini iddia
etmişlerdir. Bunlara karşı ise Bakanlık, rakamlarla Anadolu’ nun İstanbul
lehine fedakarlık yaptığını açıklamış, Türkiye Muallime ve Muallimler
Demekleri de İstanbul’a karşı sert tepkiler göstermişlerdir (Ergün, A.g.e.,31).
Sadece muallim cemiyetleri eleştiri yapmamış aynı zamanda basın da
eleştirilerde bulunmuştur.
30 Şubat 1923 Tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde “İstanbul’da
Maarif Meselesi Var mıdır? İsmail Safa Beyanatı” adlı bir haber
yayınlanmıştır. Bu haberin konusu basında özellikle İstanbul Maarifi ile ilgili
Maarif Vekilini ve icraatlarını eleştiren yazılar yazan gazetecilere karşı Safa
Bey’in Beyanatıdır:
Maarif Vekili İsmail Safa Bey maa-t teessüf İstanbul Matbuatı vekaleti irticale
ve İstanbul’a karşı yersiz ithamda bulunmaktadırlar. Fakat bu yazılar bu
ithamlar bir hakikat olmaktan çok uzaktır diyorlar.
Vekaletçe tanzim edilen İstanbul mektepleri kadrolarının İstanbul
muallimleri ve matbuatı tarafından gayri müsait telakki edildiğine dair temadi
edip gelen neşriyat dolayısıyla vekaletin bu husustaki mütalaasını soran bir
muharririmize Maarif Vekili İsmail Safa Bey Efendi beyanat-ı atiyede
bulunmuştur.
İstanbul matbuatının bir sistem dahilinde Maarif Vekaletine hücum
ettiklerini bende okuyorum. Maa-t teessüf İstanbul’da matbuat vekalete karşı
çok ağır ve insan sırf tenkitlerde bulunmaktadır. Vekaleti, irticale, aleme
kadar vukufu olmamakla, İstanbul’a karşı husumetle itham etmektedirler.
Fakat bu yazıların birçoğu hakiki ve ilmi olmaktan uzaktır ve İstanbul
Sultanileri kadrolarını ilmi bir nazarla gören ve tetkik eden yazılar değildir.
Sonra yapılmayan ve tasavvurda olmayan bir çok şeylerde vekalete isnat
edilmek suretiyle tenkit ve hücuma zemin olmuştur. Mesela gazetelerin birisi
Mekteb-i Mülkîyenin kaldırılacağından bahseder. Bir diğeri, Tıp Fakültesinin
Haydar Paşa’dan İstanbul’a nakil edileceği şayiasını ele alarak ulu orta yazı
yazmaktadırlar. Halbuki Mekteb-i Mülkîyenin nakil edileceğine dair ne
182

Vekaletçe, ne de Muvazene-i Maliye ve Meclis’çe en küçük bir söz bile


geçmemiştir. Fakültenin İstanbul’a nakli dahi böylece esassızdır. Biz yalnız
İstanbul’da ki hastane den fakültenin istifade edebilmesi imkanını tedkik
ediyoruz ve İstanbul’dan da bu hususta mütaala sormuştuk bunu öyle
zannediyorum ki esasını ve mahiyetine tedkik ve tahkik etmeden fakültenin
İstanbul’a nakli suretinde kabul etmişler ve yazılarını bu yolda yazmışlardır.
Diğer taraftan mesela İstanbul’daki leyli talebe ücretlerinin mütedahil
maaşlara mahsusu dolayısıyla insafsızca bir karar merluhası altında en ağır
yazılar yazılıyor. Halbuki aynı makaleyi taşıyan gazetenin diğer sayfasında
bu meselenin halledildiğini gösteren vekaletin bir tebliğide vardır. Yani bu
meseleye bir karar verilinceye kadar talebe ücretlerinin tecil edilmiş olduğu
bildirilmiştir. Ben ket meselelerinden bilhassa maarif işlerinde bütün
mütefekkirlerin ve matbuatımızın söz söylemesini çok faydalı addetmekteyim.
Onun içindir ki bu hususta daima maarifçilerimize, matbuatımıza müracaat
ederek vekaleti irşat etmelerini rica ediyorum ve bunun bütün memlekette her
resmi memur, her resmi şahıs ve tarafından samimi bir prensip olarak
addedilmesini arzu ve temenni ediyorum.
Ancak bazı gazetelerin meselenin mahiyetini tahkik etmeden
insafsızca mantıktan uzak yazı yazmaları memlekette kuvvetlenmesini arzu
ettiğim bu prensibe tesir yapabiliyor. Böyle hak ve hakikatten uzak yazılar
matbuat sütunlarında çoğaldıkça bunlara karşı atfedeceğiz tebligatla da
hafifleyebilir ve bundan şüphesiz memleket zarar görür. İrticai hangi işte ve
nerede oldu ne türlü oldu anlayamadım. İstanbul’da sultani kadrolarında grup
esasının kabul edilmiş olması bu isnada meydan veriyorsa bunda da haksız
olduklarını söylemek lazımdır. İstanbul’da matbuat tediyen bir ihtisas
meselesinden bahsediyor sultanilerde ihtisasa ehemmiyet verilmediğinden
İstanbul mekteplerini Anadolu mektepleri seviyesine indirmek gibi bir maksat
bulunduğunu ileri sürüyorlar.
Burada görüyorum ki mesele yine tetkiksiz ortaya konulmaktadır.
İstanbul’daki sultaniler iki kısımdır. Birisi tam devrelilerde ihtisasa muvakki ve
ehemmiyet vermek lazımdır ve bu lüzum Vekaletçe kabul edilmiştir. Onun
için İstanbul’un on iki sınıflı tam devreli sultanilerinde tarih, coğrafya, hikmet
ve kimya gibi dersler ayrı ayrı mütehassıs muallimlere verilmiştir.
Maatteessüf İstanbul matbuatı bu kısımlara ihtisasın kabul edilmiş
183

olduğundan katiyen bahsetmiyorlar. Yalnız Sultanilerde grup esası kabul


edilmiştir, yanlıştır, davasını ileri sürüyorlar.
Biz grup esasını, dokuz sınıflı mekteplerde, ihtisasa lüzum yoktur.
Bunların vazifesi daha ziyade malumat-ı umumiye vermekten ibarettir. Hatta
bu mekteplerde ihtisas zararlıdır. Seviyesi yükselmemiş umumi malumat
almak ihtiyacında bulunan talebeye herhangi bir ilim şubesinden fazla
malumat vermek ve fazla ihtisas vermek, öğrenmek ihtiyacında olduğu diğer
malumatın zararına ve aleyhinedir. İstanbul matbuatı ve bu hususta yazı
yazanlar elyevm İstanbul sultanilerinin tatbik ettikleri müfredat programını
nazar-ı dikkate alsalardı iddialarının yanlışlığını görebilirlerdi. Elde ki program
ilk devreyi ikmal ettikten sonra ihtisası azdır. Onun içindir ki Sultanilerin
devre-i saniyeleri fen ve edebiyat şubesine ayrılmıştır. Ve bu şubelerde
dersler ihtisası dairesinde gösterilmektedir.
Bu tefrik olmadan hatta bu sınıflarda dahi her dersin daha tafsilatlı ve
daha ihtisaskarane gösterilmesine imkân bulunamazdı. Demek oluyor ki
seviyesi yükselmiş ve ilk devreyi bitirmiş efendilerin bile ihtisas dahilinde ders
göstermek nasıl kabul-i tasavvurdur. Bu ihtisas ciheti ancak Darülfünûn
tahsilini takip edecek efendiler için bir ihtiyaç olabilir. Yoksa henüz
Darülfünûna gireceği malum olmayan, hayatta kendisine lazım olacağı her
şeyden az çok malumatdar olmak ihtiyacında bulunan bu sınıflardaki
çocuklara grup halinde ders göstermek ilmin kabul ettiği bir esastır.
İstanbul’daki maarif müesseseleriyle masraf ve maşatından tasarruf
etmeyi hatırımıza bile getirmedik. Muvazene-i maliyede bu hususta azami
dikkat göstermiştir. Beş yüz altmış bin liralık bütçe üzerinden yaptığı tenfihat
ancak yirmi otuz bin liradır. O da muallimlerimizin terfi ve terkisi hususlarının
bir inzibat ve kaide altına alınmamış olmasıdır. Fakat insaf etmeli ki bu kusur
bugünkü maarif vekaletine ait değildir.
Buna bir çare bulmakta imkansızdır. Ben vekalete geldiğim vakit ilk
gözüme çarpan bu vaziyet olmuştur. Onun için bir kanun hazırlıyorum.
Muallimlerimizin terfi ve terfilerini hakiki bir intizam altına almak istiyorum. Bu
kanunu çıkardıktan sonra zannederimki muallimlerimiz istikballerinden
haklarından emin olarak çalışabilirler. Şimdiye kadar bin türlü te’sirat tesadüf
altında mağdur ve sefil olan bu kıymetli insanlarda hak ve tayinlerini almış
bulunurlar.
184

Safa Bey, gazetedeki beyanatında İstanbul maarifi ile ilgili nelerin


yapıldığını ifade ederken gazetede gerçek dışı birçok haberin yayınlandığını
bu haberlere inanılmaması gerektiğini ifade eder. Sultani mekteplerinde
derslerin nasıl işlendiğini, gece mekteplerinin ücretlerinin ne kadar olduğunu,
Anadolu maarif bütçesinin iki katının İstanbul maarifine ayrıldığını,
muallimlerin terfilerini, ekonomik durumlarını düzeltilmesi hususunda kanun
maddesi hazırladığını ifade ederek tüm basında ki eleştirilere cevap vermiştir.

4.1.4.3.4.1.1. Birinci Heyet-i İlmiye:

Bakanlığın Maarif Heyeti İlmiye’ sinin 15 Temmuz 1923’te başlayan


toplantısı, hazırlık dönemi Cumhuriyet eğitiminin en olumlu çalışması ve
Maarif şuralarının bir çeşit başlangıcı olmuştur. Artık cephe savaşı
kazanılmış, eğitim savaşına başlanacaktır. Burada Türkiye’nin bütün eğitim
sorunları inceden inceye konuşulmuştur.

Maarif Vekaleti Birinci Heyet-i ilmiyeye Türkiye’nin tanınmış eğitim ve


bilim adamlarını davet etmiştir. Heyet çalışmalarına 15 Temmuz 1923
tarihinde Ankara Darülmualliminin toplantı salonunda Maarif Vekili İsmail
Safa’nın bir açış konuşmasıyla başlamıştır. Maarif Vekilliği yer darlığı
nedeniyle her gün halktan 30 kişinin de çalışmaları izleyebileceğini ilan
etmişti. Dinleyicilere vekaletçe özel giriş kartı da verilmiştir(Hakimiyet-i Milliye
Gazetesi, 15 Temmuz 1923).

Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde “Heyet-i İlmiyenin İçtimağı” başlığı


altında duyurulmuştur.

Heyet- i İlmiyenin İlk İçtimai

Dün Resmi bir Celse Olmasına Rağmen Mühim Bahisler Açılmıştır.

Heyet-i ilmiye dün öğleden sonra saat ikide darülmuallimin konferans


salonunda maarif vekili riyasetinde toplandı ve atideki nutku irat eyledi :

Muhterem efendiler,

Uzun ve ağır bir mücadeleden sonra, sulh seslerini kuvvetle işittiğimiz


şu sırada muhterem heyetimizin içtimai edebilmesi, genç Türkiye’miz için en
hayırlı en ümit dolu bir hadisedir. Zahmet ve sıkıntıya katlanarak davetimizi
185

lütfen kabul ettiğinizden dolayı memnuniyet ve teşekkürlerimi arz eder, sizleri


hürmet ve minnetle selamlarım hoş geldiniz.

Muallimlerimizin bakımsızlığına irfan bütçemizin zavallılığına alakadar


olmayan bir köşe ve fert yoktur. Diyebilirim ki sevgili milletimiz isabetli bir
görüşle maddi ve fikri kuvvetlerini bir yer toplamaya hazırlamış, hakiki
kurtuluşunu maariften beklemektedir. Kendince şiddetlenen artık kabına
sığmayan bu mucîb ve haklı arzu, bizim için en sağlam istinat noktasıdır.
Tereddüt etmeden yürüyebiliriz(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,16 Temmuz
1923).

İsmail Safa, Birinci Heyet-i İlmiyenin açılış konuşmasında “uzun ve


ağır mücadeleden sonra sulh seslerini kuvvetle işittiğimiz şu sırada
muhterem heyetinizin içtimağ edebilmesini genç Türkiyemiz için en hayırlı, en
ümid dolu bir hadise” olarak nitelendirdikten sonra Türk milletinin bağımsızlık
savaşını nasıl kazandığının üzerinde durmuştur(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,
16 Temmuz 1923).

Maarif Bakanı Türk milletinin milli mücadelede ne sıkıntılar çekerek


bugünlere geldiğini ifade ediyor. Şimdi en önemli savaşın maarifte yapılması
gerektiğini ortaya koymaya çalışırken, aslında yeni Türkiye’nin maarif
politikalarını gündeme taşımıştır. Bu toplantıyı maarif bakanı Safa Bey “Genç
Türkiyemiz için en hayırlı, en ümit dolu bir hadisesi olarak nitelendirmiştir.
Bu memleketin en önemli probleminin maarif olduğunu bu problemin millet
olarak birlikte çözebileceğimizi ifade ederken her aydının ve mütefekkirin bu
kutsal işte görev almasını istemiş ve o dönemin aydınlarına da maarif
sorunlarını “Heteyet-i İlmiyelerde tartıştırmıştır.

17 Temmuz 1923 Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde “Heyet-i İlmiyenin


Dünkü Mesaisi” Birinci Heyet-i İlmiyeye dönemin önde gelen eğitim, bilim ve
devlet adamları katılmışlardı. Bunların arasında, Maarif Vekili İsmail Safa
başta olmak üzere, Müsteşar Semih Rıfat, metbuat müdürü Ahmet Ağaoğlu,
Ziya Gökalp, İsmail Hakkı, M. Fuat Köprülü, Selim Sırrı Tarcan, İbrahim
Alaattin, gibi daha sonraları çok tanınmış kişilerde iştirak etmiştir. Bakanlığın
bütün daire müdürleri de çalışmalara katılmışlardır. Heyet-i İlmiye heyetine
baktığımızda yaklaşık olarak seksen kişi katılmış ve her biri farklı
186

komisyonlarda görev alarak Yeni Türkiye’nin maarif politikalarını belirlemeye


çalışmışlardır.

Özellikle yeni neslin yetiştirilmesinde din eğitiminin üzerinde


durulurken bu eğitimi verecek olan muallimlerinde iyi din eğitimi almaları
gerektiği ve hangi derslerin okutulacağı tartışılmıştır. Buna en güzel örnek ise
Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde çıkan “Maarifte Tedrisat-ı Diniye” adlı Ahmet
Hamdi’nin yazısıdır.

Gençlikte buhrana mani olmak ve mevcut buhranı izale etmek için


tedabir-i atiyeye tevessül olunmak zarürettir:

1 – Din derslerine ait programlar esaslı bir surette ıslâh edilmeli.

2- Talebede din muhabbeti uyandıracak bir tarzda din kitapları vücuda


getirilmeli.

3-Ulumu diniye tedrisatında İslamın ferdi olmaktan ziyade içtimai ve


ahlaki bir din olduğu nazar-ı dikkate alınmalı

4-Her dersin sahası ayrı olmakla beraber her muallim sırası geldikçe
talebede din hissinin inkişafına çalışmalıdır. Ve hiçbir muallim talebenin dine
karşı laubaliyane bir vaziyet almasını intaç edecek sözlerde bulunmamalıdır.

5-Dini edebiyatına ehemmiyet vermeli.

6-Mevlüd-ü şerif vesaire gibi mübarek ve resmi günlerden azami


istifade olunmalı.

7-Din ulularının bilhassa hayata teallük eden faaliyetlerinden sık sık


bahs olunmalı.

8-Hazreti peygamber efendimizin siyer-i celilelerinden, ahlak ve


içtimaiyata taallük eden menakiblerinden sık sık bahs olunmalı( Hakimiyet-i
Milliye Gazetesi,19 Ağustos 1923). Ahmet Hamdi

15 Temmuz 1923’ te başlayan heyetin ilk toplantısında bir konuşma


yapan Safa Bey, son düşman askerlerinin denize dökülmesinden itibaren
bütün gözlerin eğitime çevrildiğini ve ülkenin “hakiki kurtuluşu”nun eğitimden
beklendiğini vurgulamıştır.
Birinci Heyet-i ilmiye’nin aldığı önemli kararlar şöyle sıralanabilir:
187

1. İlköğretim altı yıldır, öğretim zorunluluğu 7-14 yaşları arasındadır.


Birinci ve ikinci sınıf mevcudu 30’u, diğerleri 40’ı aşamaz; öğrenci çok olursa
şubelere ayrılır.
2. Zorunlu eğitim yaşında bulunan çocukların yabancı okullara
devamları yasaktır.
3. Maarif Vekaletinden başka bakanlıkları ilköğretim yaptıramaz. Bu
bakanlıkların elinde var olanlar maarife devredilecektir. Yabancılar dahil,
bütün özel okullar Maarif Vekaleti’ nin denetimi altındadır. Yasa ve
yönetmeliklere uymayan ve başka amaçlarla açıldığı anlaşılanlar, derhal
kapatılacaktır.
4. Küçük köyler için, seçilecek yerlerde “Leyli Köy Mektepler” (Yatılı
Bölge Okulları gibi) kurulacak, hatta gezici öğretmenler kullanılacaktır.
5.İlkokul öğretmenlerinin mali sorunları çözümlemek üzere bir yasa
tasarısı hazırlanmıştır.
6. İlköğretimden sonra ortaöğretime gidemeyecekler için, zorunlu
öğretim iki yıl daha devam eder. İki yıllık “ihzarî mektepler” de hayati ve
mesleki eğitim yaptırılır.
7. Kadınlar, Heyet-i ilmiye’ ye gidebilecekler ve ilköğretim müfettişi
olarak da atanabileceklerdir. Daha önce de değinildiği gibi kadın
öğretmenlerin maarif kongresine katılması Hamdullah Suphi’nin sert
eleştirilere muhatap olmasına yol açmıştı. Böylece bu kararla soruna çözüm
getirilmiştir.
8. Din dersi öğretmenlerinin seçiminde, diğer öğretmenlerdeki gibi
şartlar aranılacaktır. Din dersleri programı, din ve eğitim adamlarından kurulu
bir komisyonca yapılacaktır.
9.“Sultani” adının “lise” olmasına karar verilmiştir. Liselerin 4+4+3=11
yıl olmasına; fen ve edebiyat şubelerinin lise son sınıfta ayrılmasına karar
verilmiştir (Ergün,1982:29).
10. Lise ve dengi okullarla yüksek okullar ve yüksek medrese
mezunlan için “hidmet-i maksureden istisna yoktur.”

11.Göreve başlayınca askerlik yaşları gelen öğretmenlerin bin defa ve


bir yıldan fazla tecil hakları yoktur. Yüksek okul ve medresede okuyanlarla
Avrupa’ da tahsil yapanların “hidmet-i maksure” leri tecil olunur.
188

12.Diplomalı ve ehliyetnamen ilkokul öğretmenleri, askerliklerini,


öğretimi aksatmayacak şekilde yaparlar.
13.Öğretmenlerin nedensiz azlini önlemek için Meclis’ ten yasalar
çıkartılacaktır. Ama o zamana kadar, Heyet-i İlmiyece bu hususta
uygulanacak esaslar önerilmiştir.
14. Beden Eğitimi ve izcilikle ilgili olarak Selim Sırrı Tarcan Beyin
hazırlamış olduğu rapor uyarınca beden eğitimi öğretmenlerini yetiştirmek
üzere bir öğretmen okulunun kurulması, beden eğitimi öğretmenlerinin de
diğer öğretmenler gibi eşit hak ve statüye kavuşturulmaları, her okulda bir
jimnastik salonunun kurulması vb. kararlaştırılmıştır.
15. Bu arada Milli Hars Komisyonu da Hars Genel Müdürlüğü’ nün ve
birçok enstitü, müze vs. kurulmasını öneren raporunu sunmuştur. Heyet-i
İlmiye de halk eğitimi hakkında Ziya Gökalp ve İsmail Bey tarafından verilen
bir taslağı kabul etmiştir.
16. Heyet-i ilmiye toplantısında en çok önem verilen konulardan biri
de, beden eğitimi alanı olmuştur. Selim Sırrı (Tarcan) Bey toplantıya sunduğu
bir tasarıda Beden eğitimi Öğretmen Okulu ve genel müfettişliğinin
kurulmasını, beden eğitimi öğretmenlerine diğer öğretmenler kadar maaş
verilmesini, her okulda birer jimnastik salonu kurularak okullarda ilmi bir
şekilde spor ve jimnastik yapılmasını istemiştir. Toplantını sonunda Beden
eğitimi ve İzcilik komisyonu da çok önemli kararları içeren raporunu
yayınlamış, bakanlığın bir izci ve keşşaf teşkilatı kurması hakkında somut
öneriler getirmiştir(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 20 Ağustos 1923).
Sonuç, itibariyle Heyet-i İlmiye, gündeminde bulunan konular üzerinde
gerekli incelemeleri yapmış ve her konunun ayrı ayrı görüşülmesi için
komisyonlar kurulmuştur. Hazırlanan raporlar genel kurulda tartışılmış ve
alınan kararların büyük bir kısmı uygulamaya konmuştur. Birinci Heyet-i
İlmiye Cumhuriyet eğitimine geçişte bir köşe taşı olarak tarihi görevini yerine
getirmiştir. Cumhuriyet eğitimi de bu heyetin almış olduğu kararlar temeli
üzerine kurularak gelişmiştir denilebilir.
189

4.1.4.3.4.1.2. Maarif Kongresi

1921 Maarif Kongresi, Türk ulusal eğitiminin kurulmasında önemli bir


aşamayı temsil etmektedir. Kuşkusuz ki, Türkiye’nin bağımsız ve özgün
eğitim düzeni kurma çabaları Tanzimat, hatta Islahat dönemine kadar gider.
Ülkemizde eğitimi modernleştirme çabaları ona ulusal bir biçim verme
çabalarını da içerir. Çünkü Türkiye, eğer bağımsız ve modern bir ülke olacak
idiyse bunu ancak ulusal bir eğitimle başarabilirdi. İşte Kurtuluş Savaşı yılları,
bu çabaların en üst düzeye çıktığı bir dönemdir. Önceki yıllarda da bazı
eğitimciler ve devlet yöneticileri bu konularda görüşlerini belitmişler ama
bunların hem sistemleşmediği, hem de bunları uygulayabilecek bir siyasi
gücün yönetimi tam olarak ele almadığı görülmektedir(Sarıhan, 2009:9).

İşte bu bağlamda, 23 Nisan 1920 ‘de Ankara’da yeni bir Türk


devletinin kurulması ve bu devletin ilk iş olarak da bütçesinin kısıtlı olmasına,
milli mücadelenin devam etmesine rağmen, 1921 yılında M. Kemal Paşa’nın
öncülüğünde “Maarif Kongresinin” yapılması bu mücadeleyi Türk ulusunun
kazanacağını, milli bir devletin kurulacağını en önemlisi milli bir eğitim
politikası oluşturmada ki kararlığını gösteren milli bir iradenin tezâhürüdür.

Maarif kongresinin hangi tarihte hangi günde yapıldığı konusunda


farklı görüşler olmakla birlikte son noktayı araştırmaları ile Yahya Akyüz
koymuştur. Kongrenin 15 Temmuz 1921 Cuma günü açılmıştır. Cuma tatil
günüdür. Ancak bu tarih üzerinde uzun süre kargaşalık yaşanmıştır.Yahya
Akyüz’ün “Cumhuriyet Dönemi Eğitim”adlı kitapta yer alan makalesinde
doğru tarih olan 15 Temmuz’u verdiği gibi bu kargaşalığın nedenlerini de
anlatmaktadır.Akyüz, bu tarih karışıklığının asıl nedeni, Hakimiyet-i Milliye’nin
kongrenin açılışı ile ilgili yaptığı yayındır. Gazete , 17 Temmuz 1921 Pazar
günkü sayısında manşette “ Evvelki gün Maarif Kongresi açıldı” demekte ,
dolayısıyla doğru tarih, 15 Temmuz’u vermektedir. Fakat , başlık altı
açıklamasındaki ibarenin biri şöyledir:

“Maarif Kongresi dün küşat edildi“. Haberin ilk cümlesi ise “ Maarif
Kongresi, 16 Temmuz Cuma günü Darülmuallimin Konferans salonu’nda
küşat olundu“. Oysa 16 Temmuz cumaya değil, cumartesiye denk
gelmektedir. Bir yerde “ Evvelki gün” ifadesi kullanılarak , 15 Temmuz’u
190

başka bir yerde gene aynı tarih olan cumayı işaret eden haberde , 16
Temmuz metne nasıl girebilmiştir? Bunun nedenini, Akyüz’ün de yorumladığı
gibi , yazının 16 Temmuz günü yayınlanacağının hesap edilerek kaleme
alınması olabilir(Sarıhan, 2009:59).

Mustafa Kemal, Millî Mücadele kadar Millî Eğitim’e de önem


vermiştir. Eğitimi kurtuluş savaşına paralel olarak ele alırken savaşın
örgütlendiği kongrelerde eğitimin önemli olduğunu vurgulayarak bu konuyla
ilgili yakın çevresinin de dikkatini çekerek görüşlerine başvurmuştur.
Öğretmenlerin bilinçlenmelerini ön plana alan Atatürk, her yurt gezisinde, her
söylevinde öğretmenlere seslenmek ve izlenecek eğitim politikasına yön
kazandırmak görevini üstlenmiş. Top seslerinin Ankara’da duyulmakta olduğu
günlerde savaşın eğitim düzenlemesine engel olamıyacağını göstermek
istercesine Ankara’da bir genel eğitim kongresi düzenlemiştir. Bundan sonra
Atatürk’ün eğitim-öğrenimi kesin olarak ön planda tuttuğunu ve düzenlenmesi
için, çabalarını sürdürdüğünü görürüz.

Sakarya Muharebesi’nden kısa bir süre önce Milli Eğitim Bakanlığının


çağrısı üzerine ülkenin eğitim ve öğretim meselelerini tartışmak, Milli
Eğitimimizin yeniden düzenlenmesi için alınacak tedbirleri ve yeni Türk
Devleti’nin eğitim ilkelerini belirlemek için bir Maarif Kongresi toplanmıştır.
Hakimiyet-i Milliye gazetesinde kongrenin ilanı yapılmış. Kongre hakkında
bilgiler verilmiştir. Kongrenin Türk milleti için ne kadar önemli olduğu vurgusu
üzerine durulmuş olup şu ifadeler kullanılmıştır:

Maarif Vekâletinin teşebbüsü ile Temmuz’un on beşinde Ankara’da bir


Maarif Kongresi toplanacaktır. Kongre bütün maarif müdürlerini, Sultanî,
Darü’lmuallimin yahut idâdi müdürlerini ve kısmen maarif müfettişlerini ihtiva
edeceği yani muallimler ordusunun kuvvetli bir mümessili halinde toplanacağı
için kendisini ehemmiyetle beklemek Anadolu hayat-ı irfanında mühim bir
hâdise gibi telâkki etmek mecburiyetindeyiz.

Cephelerdeki muvaffakiyet ancak cephe gerisindeki muallim


ordusunun muvaffakiyeti ile tamamlanır. Milletleri muzaffer eden iki esaslı
unsur, asker ve muallimdir. Memleketleri fethetmenin usulü bir değil ikidir.
Ordu ve mektep! Ne vakit mektep orduya yardım etmez, ne vakit ordu
191

zaferini mektep fütuhâtı takip etmezse, mutlaka o zafer boşa gitmiş, o fetih
sekteye uğramıştır. Eğer vaktiyle yeniçerilerin ta Viyana’ya kadar yürüyüp
zapt ettiği ülkeleri mektep ve maarif kudretiyle teşhire çalışsaydık, oralardan
belki bu kadar seri dönmezdik. İşte bu düşüncelerin sevkiyledir ki Anadolu’da
irfan faaliyetinin şâyân-ı dikkat bir hadisesi olan maarif kongresine fevkalâde
ehemmiyet atfediyoruz. Bu kongre Türk hayat-ı hükümetinde ilk defa olarak
mektep ve tahsil namına mevcudumuzun neden ibaret olduğunu öğretecek,
mektep ve tahsil için mesaimizin istikâmetini tayin edecektir. Kongrede
toplanacak liva murahhasları kendi mıntıkalarının bugünkü maarifine ait
malûmat verecekler ve âtiye ait müşterek maarif programını münakaşa
edeceklerdir. Maarif Kongresi Anadolu irfanı için adeta bir pusula vazifesini
görecektir. Aynı gün gazetede saat kaçta başlayacağı, nerede yapılacağı,
açılış nutkunu kimin yapacağı ve hangi konuların konuşulacağı hakkında
şöyle bilgi verilmiştir:

“Yarın saat 3’te Maarif Kongresi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin


nutuklarıyla küşad olunacaktır. Ankara’da muhtelif maarif meseleleri
hakkında münazaralar yapılacak. Maarif Kongresi yarın öğleden sonra saat
3’te Darü’lmuallimin konferans salonunda küşad olunacaktır. Mustafa Kemal
nutuk okuyacak. Kongrede usul-ü terbiye ve ders meseleleri, maarif
nezaretlerinin mahalli teşkilâtı gibi meseleler ele alınacaktır” ifadeleri
kullanılmıştır (Hakimiyet-i Milliye, 3 Haziran 1921).

Maarif Vekili Hamdullah Suphi’nin 16 Temmuz 1921’de Ankara’da


topladığı ve 180 üyeyle açılışını yaptığı kongrenin ilerleyen günlerinde yurdun
her tarafından gelen 250’den fazla erkek ve kadın öğretmen, okul müdürleri
ve maarif müdürleri bir araya toplanmıştır ifadesi kullanılmıştır (Hâkimiyeti
Milliye, 22 Temmuz 1921).

Mustafa Kemal, eğitimin gücünü askerî kuvvetten üstün görmüştür.


Millî gücün ortaya çıkması için halkın bilinçlenmesi gerektiğini ve bu sürecin
de eğitimden geçtiğini savunmuştur. Hâkimiyet-i Milliye’de imzasız
yayımlanan ve Mustafa Kemal’e ait olduğu tahmin edilen aşağıdaki yazıda
muasır medeniyetlerin bu günkü duruma geliş süreçleri sıralanarak yeni
kurulan Türkiye’nin de takip etmesi gereken yol gösterilmiştir:
192

“Türkiya muallime ve muallimleri memleketimize karşı ifa


edecekleri vazifenin canlı bir kımıldatıcı hareketin en büyük günlerinde
bulunuyorlar. Almanya, Rusya, Bulgaristan gibi büyük milletlerin
teceddüt, istiklâl ve hürriyet cidallerinde en büyük hareketi yine irfan
teşkilâtı vücuda getirdi. İrfana, zekâ ve idrâke istinât eden bu hareket
sağlam temeller üzerinde devam etti. Napolyon orduları Almanya’yı
işgal ettikleri zaman Fischer’in icazkâr nutukları bir dârülfünun, bir irfan
hareketi yarattı. Almanya’nın fikir ordusuna Napolyon orduları kısa bir
süre sonra silahlarını teslim etmişlerdir”(Hakimiyet-i Milliye 26 Haziran
1922).

15-21 Temmuz 1921 günleri arasında yapılan Maarif Kongresinin


konuları şunlardı: Mustafa Kemal Paşa’nın konuşması, milli bir terbiye
programı lüzumu, M. Kemal’in konuşmasına cevaben bütün öğretmenler
adına Osman Nuri Bey’in konuşması, İstanbul Muallimler Cemiyetinin yazısı,
Hamdullah Suphi Bey’in konuşması, çay ziyafeti ve fotoğraflar. Kongre,
Darülmuallimin konferans salonunda Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa
Kemal Paşa tarafından açıldı. Hakimiyet-i Milliye gazetesinde, kongreye
Türkiye’nin çeşitli yerlerinden ve Ankara’dan gelen üyelerin sayısının 180’e
yakın olduğu yazılmıştır. Gerek salon, gerekse bina bayraklarla ve levhalarla
süslenmişti. M. Kemal kongreye saat 3’te gelmiş ve Maarif Vekili Hamdullah
Suphi Bey tarafından kongre üyeleri birer birer M. Kemal’e tanıtılmıştır. Daha
sonra M. Kemal açılış konuşmasını yapmıştır(Hakimiyet-i Milliye 17 Temmuz
1921).

M. Kemal konuşmasına “Muhterem Hanımlar, Efendiler!” diye


başlamış. I.Dünya Savaşının memlekette yarattığı buhrandan,
Ankara’nın milli mücadelenin merkezi olmasından ve TBMM’nin
açılmasından bahsederek şöyle devam etmiştir: “Bugün Ankara, milli
Türkiye’nin milli maarifini kuracak olan Türkiye Muallimler ve
Muallimeler Kongresinin in ‘ilk adına da sahne olmakla müftehirdir(şan
ve şöhret). M. Kemal, şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye
usullerinin milletimizin gerileme tarihinde mühim bir etken olduğunu
belirtmiş. Milli terbiye programı ile; eski devrin hurafelerinden ve
doğuştan sahip olduğumuz özelliklerle hiç ilgisi bulunmayan yabancı
193

fikirlerden, doğudan ve batıdan gelen bütün etkenlerden uzak, milli


karakterimize ve tarihimize uygun bir kültür amaçladıklarını söylemiştir.
M. Kemal çocuklara ve gençlere de verilmesi gereken eğitimden
bahsederek şöyle demiş: “Çocuklarımızı ve gençlerimizi yetiştirirken
birliğimize ve varlığımıza taarruz eden her kuvvete karşı müdafaa
kabiliyeti ile mücehhez bir nesil yetiştirmeye mecbur olduğumuzu
unutmayalım.” M. Kemal konuşmasının sonunda, muallimleri
gelecekteki kurtuluşumuzun saygıdeğer öncüleri olarak gördüğünü,
vazifelerinin pek müşkül ve hayati olduğunu, bu yolda muzaffer ve
muvaffak olmalarını dileyerek konuşmasını bitirir (Hakimiyet-i Milliye,
17 Temmuz 1921).

Mustafa Kemal Paşanın açış konuşmasıyla başlayan kongrenin ana teması


iki ana konu gündeme gelmiştir. İlk mekteplerin programları ve öğretim
süreleri orta öğretim programları ve süreleridir.

Kongrede, Halk Mektepleri projesi, ilköğretimin dört yıldan beş yıla


çıkartılması, öğretim programına çalışma hayatına dönük dersler konulması,
köylülerin beş altı yıllık İptidaî okullarına süre ve külfet bakımından
dayanamayarak eski mahalle mekteplerine rağbet etmeleri gerçeği, halk
maarifinin ileri programları değil, köylünün en çok ihtiyaç duyduğu dil, din,
hesap konularını içermesi gerektiği tartışılmıştır. 19 Temmuz 1921 günü
başlayan oturumda Orta Tedrisat Müdürü ve ayni zamanda Türkiye
Muallimeleri ve Muallimleri Cemiyeti Kurucu Üyesi olan Kazım Nami bir
konuşma yaparak, Maarif Vekili Hamdullah Bey’i ve üyeleri bilgilendirmiştir
(Hâkimiyeti Milliye, 20 Temmuz 1921).

Kongrenin daha sonraki günlerinde öğretimin sadeleştirilmesi


uygulamalı hale getirilmesi ve yörelere göre çeşitlendirilmesi istenmiştir.
Kongrede bir konuşma yapan Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey ise, bu
doğrultuda şöyle konuşmuştur:

“Maarif siyasetimiz, milletin kitle-i esasiyesini teşkil eden çiftçi


ve işçi sınıfının her şeyden evvel nazar-i dikkat önünde tutulmasına ve
yeni istikametin bu umdeye dayanmasına bağlıdır. Anadolu gene bir
sanat merkezi olacaktır. Halkın geçimini yükseltecek ve ıslah edecek
194

nazarî ve amelî bilgiyi vermek hedeftir”( Hâkimiyeti Milliye, 21 Temmuz


1921). İki yüz elliden fazla erkek ve bayan öğretmenin katıldığı ilk
toplantıdan beri, eğitimin hedefi ve programı üzerinde tartışmalar
yapılmış ve tüm öğretmenler bundan sonra yapılacak toplantılara da
davet edilmiştir(Hâkimiyeti Milliye, 20 Temmuz 1921).

Akyüz’ göre: İkinci toplantıda Yeni ilköğretim programı tartışılmıştır,


İptidaî ve tâli mekteplerde hangi derslerin kaç saat okutulacağı belirtilmiştir.
En fazla altı senelik programın dört seneye sıkıştırılması ve din derslerinin
saatinin az olmasına itiraz edilmiştir. Kongre adına Hamdullah Suphi, İstanbul
Muallimler Cemiyetinin gönderdiği yazıya karşılık cevabî mektubu okur.
İstanbul’daki muallimlerin Ankara’daki muallimlerden sadece şekli olarak ayrı
olduklarını, onların samimiyetinden hiç şüphe etmediklerini ve kendilerine
büyük hasret ve muhabbet hislerini gönderdiklerini belirtir. Cevabi mektuptan
sonra tekrar münakaşaya devam edilmiştir. Kürsüye Ankara Darülmuallimat
Müdüresi çıkarak, kongrede konuşan ilk Türk kadını olduğunu beyan ettikten
sonra, kız mekteplerinde kadınlara dikiş gibi sanatların ve sağlık derslerinin
verilmesinin gerekli olduğunu belirtmiştir. Maarif Vekâleti daha sonra bir
program encümeni oluşturarak, mekteplere verilecek şekli, okutulacak
dersleri ve ders saatlerini tespit etti. Encümenin kararlarına göre tahsil üç
devrede verilmek üzere on iki senelik bir bütündür. Bunun ilk dört senesi
İptidaî devresidir ki her ferd için mecburidir. Beş senesi idadi, son üç senesi
de Darülfünûn’a hazırlık devresidir. Encümen çocukların ve gençlerin iyi bir
dini, milli terbiye alarak tahsil görmelerini ve mektepten çıkınca herhangi bir
işe başarıyla girebilmelerini temin etmek istiyor. Maarif Kongresi 19 Temmuz
Salı günü yaptığı toplantıda ortaöğretim konusunu ele almıştır (Akyüz, 1999:
97).

Bununla birlikte Maarif kongrelerinde sunulan tebliğler Hâkimiyet-i


Milliye’de yayımlanmıştır. Bu uygulama, günümüzde modern anlamda
kongrelerin takip ettiği metottur. Mustafa Kemal, senelerce evvel bu metodu
uygulamıştır. 1921 yılının Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi de eğitimi
muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak için Batı’daki ve Japonya’daki
eğitim sistemi hakkında araştırmalar yaptırıyordu. Yapılan tetkikleri
kongrelerde tebliğ olarak sunuyordu:
195

“Dünkü nüshamızda Maarif Kongresi hakkında kısaca malumat


vermiştik. Maarif Kongresi’ne iki yüzden fazla muallim iştirak eyledi. Maarif
Vekili Hamdullah Suphi Beyefendi âtideki mühim nutku irad eylemişlerdir:
Avrupa ve Japonya mekteplerindeki amelî eğitimi ülkemizde tatbik etmek
bizim için elzemdir. Yetiştireceğimiz bu çocuklarımızın harikulade
istidatlarının temin edebilmeleri mümkündür. Bu vesileyle çocuklarımıza ve
gençlerimize çalışmalarını tavsiye ediyorum. Kalplerinde aşk ve muhabbetleri
olan yeni nesiller muhakkak ve büsbütün kurtulacak olan anayurtlarında
mesut bir istikbale nail olmayı hak etmişlerdir”(Hakimiyet-i Milliye, 22
Temmuz 1921).

Millî Mücadele döneminin Milli Eğitim Bakanı olan Hamdullah Suphi,


konuşmasının devamında yetiştireceğimiz çocuklarımıza ve gençlerimize
sadece bilgi vermenin yanlış olacağını aynı zamanda amelî eğitimin onlara
istidatları derecesinde kazandırılması gerektiğini söyleyerek hem bilgi hem
de beceri sahibi gençlere ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Ayrıca bugünkü
manada Endüstri Meslek Liselerinin kurulması gerektiğinin işaretlerini
vermiştir. Ancak bütün bunları başaracak olan Maarif Teşkilâtının vaziyeti pek
de iç açıcı değildir. Anadolu ve İstanbul’da iki ayrı Maarif Vekâleti vardır.
İstanbul işgal altında olduğundan İstanbul Hükümeti’nin Maarif Nezareti’nin
vaziyeti Ankara’daki Vekâlet’ten çok daha kötüdür. Kongre 21 Temmuz
Perşembe günü 4.ve son toplantısını yapmıştır. Gazeteler, kongrenin
toplantılarına ilk günden bu yana iki yüz elliden fazla öğretmenin katıldığını
yazmışsa da Hakimiyet-i Milliye ilk açılışta kongrede 180 üyenin
bulunduğunu yazmıştır. Ankara’da toplanan Maarif Kongresi’ne, İstanbul
Muallimler Birliği de bir telgraf çekmiştir. Bu telgraf o günün şartları içersinde
düşünüldüğünde İstanbul öğretmenlerinin Ankara’ya ve Anadolu’ya destek
verdiklerini göstermeleri açısından önemlidir. İstanbul ve Anadolu’daki
öğretmenlerin milli dava etrafında birleştiklerinin en güzel kanıtlarından
birisidir (Aytaç,1984:24-25).

Son toplantıda Darülfünûn fen terbiye müderrisi İsmail Hakkı Bey’le, âli
dersler muallimlerinden Cemal Hüsnü Bey’in konuşması kongre üyelerini
etkilemiştir. En son ilköğretim Genel Müdürü Edip Bey, sorulara ve bazı
itirazlara dair açıklama yapmıştır. Toplantıya son verilirken Maarif Vekili
196

konuşma yapmıştır. Kongrenin gelecekteki projelere mühim bir tesir


edeceğini belirtmiş. Şehid çocuklarının kimseye el açmayacak şekilde iyi bir
terbiye ile yetiştirilmesi gerektiğini söylemiş. Ayrıca yabancıların verdikleri
eğitime ve ülke içindeki Amerikan mekteplerinin verdiği eğitime de dikkat
çekmiştir. Maarif Vekili dilek ve temennilerde bulunarak kongreye son
vermiştir. Kongrenin planlandığından daha kısa sürmesinin nedeni cephenin
her geçen gün daha da alevlenmesi ve savaşın Ankara’ya yaklaşmasıdır.

Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, daha önce iki İnönü Savaşını ve başlamak


üzere olan Sakarya Savaşı’nı kastederek, şöyle demiştir:

“Mustafa Kemal Pasa, üçüncü Yunan taarruzunun en ateşli


zamanında muallim ordusunun gelecek vazifesiyle meşgul bulunuyor.
Bu asil ve yüce örnek Türk tarihinin benzeri ender bulunan kıymetli
hatıralardan biri olacaktır. Kuskusuz bu, dünya tarihinde de benzeri
bulunmayan bir örnektir (Hâkimiyeti Milliye, 17 Temmuz 1921).

Sarıhan’a göre, Maarif Kongresi yeni bir kültür atılımının eğitim


alanına yansımasıdır. Kurtuluş savaşı‘nın Türk tarihindeki yeri ne ise,
bu savaşın en bunalımlı günlerinde toplanan bu kongrenin Türk eğitim
tarihindeki yeride odur.

Kongrenin Önemi ve Yankıları

Hakimiyet-i Milliye Gazetesi 18 Temmuz 1921 tarihli kongrenin


açılışına ayırdığı baş yazıda, Anadolu’ da hareketine ‘isyan’ ve onun liderine
‘asi general’ diyen Batılı devlet adamlarının (özellikle Lloyd George’ un)
Ankara’da öğretmenler kongresi toplandığını öğrendikleri zaman haksız
yargılardan utanacaklarını yazmıştır. Kurtuluş savaşımıza ilişkin Fransız
kaynaklarında, yurt dışında böyle bir yankı olduğuna dair bir belgeye
rastlanmamıştır. Fakat İsmail Habib Bey, gazetenin yorumu doğrultusunda
şunları yazmıştır: “Lloyd George bu kongrenin küşadını haber aldıysa
şüphesiz kaşlarını çatarak şöyle söylenmiştir: ‘Türklerin hiç yoktan ordular
çıkarmasından değil, orduları kanlı harple uğraşırken onların böyle bir kongre
açmalarından ürküyorum! (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 18 Temmuz 1921).
197

Buna karşılık kongrenin yurt içinde önemli yankıları olmuştur.


TBMM’nde Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’e karşı bazı milletvekilleri
saldırıya geçmiştir.

Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey şunları söylemiştir: “Harb zamanın ,


Vekil-i Muhterem bir Muallimler Kongresi toplamışlar. Bu muallimler ve
muallimeler kongresi, kongre on bin lira masrafa mal olmuş. Bir on bin lira da
gelenlerin zararlarını hesap edersek yirmi bin lira masrafa mal olmuştur. Rica
ederim bunun temin ettiği faide nedir? Milletin 20-30 bin lirası bu iş için feda
edilemez. Bu millete yazıktır. Hamdullah Suphi Bey, Yusuf Ziya Bey’e şu
cevabı vermiştir: “Bu muallimler kongresi benim için en belalı işlerden birisi
olmuştur. Fakat bütün şikâyetlere rağmen, bu hususta bir zerre nispetinde
pişman olmuş değilim. Her maarif vekilinin; teşkilât başında olan her adamın,
tüccarın, esnafın her sene yapmaya mecbur olduğu bir şey vardır ki; beraber
çalıştığı adamları toplamak ve muayyen iş hakkında konuşmaktır. Dünyanın
bütün ilerlemiş milletleri kendi medeni kongrelerini toplarlar,

Kırşehir milletvekili Yahya Galip Bey, Karahisarı sahip milletvekili


Mehmet Şükrü Bey ve Karesi milletvekili Hasan Basri Bey kongrede
kadınlarla erkeklerin bir arada bulunmalarına tepki göstermişlerdir.

Hasan Basri Bey ayrıca ilk sınıfta din dersinin kaldırılmasına ve


okullarda yabancı dillerin okutulmasına da tepki göstermiştir. Hamdullah
Suphi Bey kendisine yöneltilen hücumlar karşısında yapılan güvenoyuyla
Bakanlıkta kalmışsa da, kendisi çekilmeyi uygun bulmuştur. Maarif Kongresi
her geçen gün savaşın şiddetlenmesinden dolayı gündemindeki konulan
istenilen derinlikte ele alamamıştır. Fakat yine de ilk ve orta öğretime ilişkin
bazı önemli konular tartışılmıştır.

Meclisteki medreseli mebuslar, kadın ve erkek öğretmenler bir arada


oturdukları için kongrenin açılmasında Vekalete yardımcı olan Türkiye
Muallime ve Muallim Dernekleri Birliği’ni de Mustafa Kemal’e şikayete
gitmişlerdir. Bu önemli olayı İsmail Habib şu şekilde dile getirmiştir: “Gazi,
kuruluşun o sırada reisi bulunan Mazhar Müfit Beyi çağırtır, hiddetle çıkışır:
‘Hanımların da iştirak ettiği birlik içtimada siz ne yapmışsınız?’ der. Mazhar
Müfit Bey, hiç beklemediği bu hitap karşısında şaşırır. Şikayetçi mebus
198

hocalar durumdan memnundurlar. Fakat Gazi devam eder: ‘Evet, siz


içtimada ne yapmışsınız? Gelen muallim hanımlar ayrı, erkek muallimler de
ayrı oturmuşlar. Halbuki karmakarışık oturmaları lazımdı. Bir daha öyle
hareket etmeyiniz! ’ Şaşkınlık bu kez mebus hocalara düşer, önlerine
bakarak odadan çıkarlar( Akyüz,1999:100).

M. Kemal bu kongrede kadınlarla erkeklerin bir arada oturmalarına


tepki gösterenlere çok sert çıkmış ve bir daha ki kongrede karışık oturmaları
gerektiğini söyleyerek, kadına verdiği öneme dikkat çekmiştir.

Bu kongrede gerek Mustafa Kemal, gerekse zamanın Milli Eğitim


Bakanı Hamdullah Suphi eğitime verdikleri önemi göstermeye çalışmışlardır.
Kongrenin asıl önemi, bir ölüm-kalım savaşı sırasında Ankara’da
öğretmenlerin bir araya getirilmesi ve eğitimin amaçlarının tartışılmasıdır. M.
Kemal açış konuşmasında, yeni kurulmakta olan devletin eğitim ilkelerini
ortaya koymuştur. Bu konuşma Atatürk’ün eğitimsizlikle mücadeleyi,
düşmanla çarpışmaktan farksız gördüğünü de kanıtlar.

Hakimiyet-i Milliye kongrenin açılışına ayırdığı başyazıda, Mustafa


Kemal, Yunan taarruzunun en ateşli zamanında öğretmen ordusunun
gelecekteki görevi ile meşgul oluyor, “bu asil ve yüce örnek, Türk tarihinin
ender bulunan kıymetli hatıralarından biri olacaktır” diyordu. Gerçekten bu
durum dünya tarihinde de benzeri bulunmayan bir örnektir.

Akyüz’e göre: Kongre, bir sonuca varmasa da, Mustafa Kemal’in


önemli açılış konuşması ve öyle bir zamanda toplanmış olmasıyla eğitim
tarihimizde önemli bir yer tutar. Kongrede erkek ve kadın öğretmenlerin aynı
salonda beraber bulunmaları da TBMM’de medreseli grubun eleştirilerine yol
açmıştır. Maarif Kongresi, önceden kararlaştırıldığı kadar bir süre
çalışamadığı gibi, gündemdeki konuların hepsini inceleyememiş, incelenen
konular da yeterli bir derinlikte ele alınamamıştır. Bunun nedeni, savaşın
bütün şiddetiyle devam ediyor olmasıydı. Ancak bu şartlara rağmen ilk ve
orta öğretime ilişkin bazı önemli konular tartışılmıştır. Maarif Kongresi’nin asil
önemi, bir ölüm-kalım savaşı sırasında Ankara’da öğretmenlerin bir araya
getirilmesi ve eğitimin amaçlarının tartışılmasıdır.
199

4.1.5. Milli Mücadele Dönemi Basınında Okullarda Uygulanan


Eğitim Politikaları ve Uygulamaları

4.1.5.1. İlköğretimdeki Sorunlar (İptidaî Okullar )

Osmanlı Devleti’nde iptidaî okullar Tanzimat’tan sonra sıbyân


okullarının yerini almış olup günümüz eğitim sistemi içinde ilkokul öğretiminin
karşılığı olarak gösterilebilir. Osmanlı eğitim sistemi içindeki önemini
tartışmaya dahi gerek olmayan İptidaî okulların Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra içinde bulunduğu durum ne yazık ki ideal olanın ve standartların
oldukça altında bulunmaktaydı.

Maarif Vekâleti kurulduğunda, Osmanlı Devleti’nin eğitim sorunlarını


ve mevcut eğitim sistemini olduğu gibi devralmıştır. Eğitim, geniş halk
kütlelerine ulaşmış değildi. Çok az köyde okul vardı ve halkın %90’ı okuma-
yazma bilmiyordu. İmparatorlukta 1913 tarihli İlköğretim Kanunu ve yine aynı
yıl kabul edilmiş İdare Kanunu’na göre, ilkokulların yönetimi ve masrafının
karşılanması, Özel İdarelere (idare-i Hususiye) bırakılmıştı. İlkokulların
idaresi ile İlk Öğrenim Kurulları görevli olup, bu kurulları da İdare Kurulları
kontrol etmekteydi. İdare Kurulları, Valinin başkanlığında genellikle medrese
mezunları veya eşraftan oluşmaktaydı. İlkokulların yapımı, idaresi,
öğretmenlerin tayini, maaşlarının miktarı, okulların teftişi, eğitim bütçelerinin
hazırlanması gibi konularda bu kurullar, tam yetkiliydi (Başgöz, 1973 :78).

Hazırlanan eğitim bütçeleri, Dâhiliye Vekâleti tarafından


denetlenmekteydi. Dolayısıyla, Maarif Vekâleti’nin kendi bütçesini bile kontrol
etme yetkisi yoktu. Bu okulların öğretim ve yönetimi ise Maarif Vekâleti’ne
bağlı idi. Bu yüzden bazen vali ve vilâyet meclisleri, bazen da halk,
harcamalarını karşılayamayacakları okulları kapatıyorlardı(Başgöz, 1995:
56).

Gerçi 1913 tarihli Geçici İlkögretim Kanunu’nun bazı maddeleri


değiştirilmiş ve halkın ödemekte olduğu “ Mesarifi Mecbure “nin (Zorunlu
Giderler ) yükü hafifletilmek istenmiştir. Fakat bu, mali güçlükleri halledecek
ciddi bir değişiklik değildir. Ağır eğitim giderlerini karşılayacak bir kaynak
bulunamamıştır. Maarif Vekâleti’nin ayrı bir bütçesi de yoktur. Savaş bitene
kadar eğitim giderleri genel bütçeden alınan avanslarla karşılanmıştır. Genel
200

hesaplara göre, savaş yıllarında eğitime ayrılan para, bütçe giderlerinin %


6‘sı kadardır. Her şeyin memleket savunmasına ayrıldığı bu yokluklar
yılında Maarif Vekili elbette “ eldeki okulları iyi idare etmek “ den ibaret
bulunan programında bile güçlüklerle karsılaşır. Yeni okullar açılamadığı gibi
eldekiler de üst üste kapanmaktadır. İller, ilköğretimin ve 1914 yılından
itibaren öğretmen okullarının masraflarını Aşar Vergisi’nden ve halktan
toplanan özel eğitim vergisinden “ Mesarif-i Mecbure”den sağlıyordu. Ayrıca,
liva idarelerinin masrafları da bu yolla karşılanıyordu. Mesarif-i Mecbure, her
bölgedeki okulun giderlerini, yine o bölgenin halkı tarafından ödenmesi için
alınan bir vergi olup bu vergiyi herkesin vermesi gerekiyordu. Bu verginin
miktarı, bölgedeki okulun yıllık masrafı ve öğretmenin aylığı hesaplanıp o
bölgenin nüfusuna bölünerek İdare Kurulları’nca hesaplanıyordu. Eğer köy
kalabalıksa, kişi başına daha az vergi, kalabalık değilse daha fazla vergi
düşüyor, bu da haksızlıklara ve şikâyetlere sebep oluyordu
(Başgöz,1973:79).

Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey, Muhasebe-i Hususiye’de bazı


düzenlemeler yapılmasının uygun olacağını bu verginin kaldırılmasının
imkânsız olduğunu belirtmiştir. Maarif Vekili, her yerde ilkokul açmanın
olanağı olmadığını, yeterli öğretmen bulunmadığını, herhangi bir köy, okul
açmak isterse ve bu Meclis-i Umumiye tarafından uygun görülürse açıldığını
ve okulun masrafının, bu köy tarafından karşılanacağını belirterek bu verginin
o köyün ahalisinin karşılayacağını, bundan başka çıkar yol olmadığını
belirtmiştir. Mecliste bu konu sık sık gündeme getirilerek milletvekilleri
tarafından tartışılmıştır. Halktan gelirine göre vergi alınması karara
bağlanmıştır. Okulu olmayan köylerden vergi alınmayacaktır. İdare-i
Hususiye bütçelerinin maarife ait kısmının Maarif Vekâleti’nce incelenmesi
kararlaştırılmıştır. Darülmuallimin, Darülmuallimatların ve Mekâtibi Tâliye’nin
maaşları ve masrafları Maarif Vekâleti’ne alınmıştır.

Yapılan bu değişikliklerle halkın üzerindeki vergi yükü hafifletilmeye


ve İptidaî mekteplerinin ( ilkokul ) durumu düzeltilmeye çalışılmıştır. Her ne
kadar çözümler bulunmaya çalışılsa da, Milli Mücadele’nin devam etmesi,
halkın ekonomik sıkıntı içinde olması vb. etkenler nedeniyle soruna köklü bir
çözüm bulunamamıştır. Bu masraflar, savaş bitinceye kadar genel bütçeden
201

alınan avanslarla karşılanmıştır. Maarif Vekâleti, merkezde ve tüm yurtta


sağlam bir teşkilât kuramamıştır. Maarif Vekâleti ekonomik problemlerden
kaynaklı olarakta okul, sıra ve öğretmen açığığını da kapatamamıştır.

9 Aralık 1920, I. Oturumda Bitlis Vekili Ziya Bey, okul yetersizliği ile
ilgili görüşünü söyle ifade etmiştir:

“ Doğu illerinin Bitlis, Van illerinde bugün okul adına bir şey yoktur…”
19 Ekim 1920, 86.toplantı, 2. Oturumda Maarif Vekili Dr. Rıza Nur Bey de

Öğretmen yetersizliği ile ilgili görüşlerini söyle ifade etmiştir: “Bugün


iptidaî mektepleri ( ilkokullar ) en az 40 000 öğretmen istiyor…”

Öğretmenlerle ilgili diğer önemli bir sıkıntı da Milli Mücadele’nin devam


etmesi nedeniyle öğretmenlerin askere alınmasıdır. Bu nedenle az olan
öğretmen sayısı daha da azalmıştır. Sorun sık sık Meclise taşınmış ve
öğretmenlerin askere alınmaması ve alınanların tecil edilmesi önerilmiştir.
Konu ile ilgili olarak Karesi Milletvekili Vehbi Bey: “ Memlekette düşmanla
nasıl çarpışılıyorsa, cahillikle de öyle mücadele etmek gerektiğini,
öğretmenlik mesleğinin henüz gelişmeye başladığını, ihtiyaç olmadan
öğretmenlerin askere çağrılarak sayılarının azaltılmaması gerektiğini
belirtmiştir(İnan,1983:55-56).

“Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli


Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri” adlı eserde şu ifadeler kullanılmıştır:

Eğitimle ilgili olarak okul yetersizliğinin yanı sıra, eğitim programı


sorunu da yaşanmıştır. Tutucu ve dinci kanada göre Maarif Vekâleti’nin
uyguladığı eğitim programı kabul görmemiş ve eleştiriye maruz kalmıştır.
Tutucu ve dinci kesim Maarif Vekâleti’nin çalışmalarını şu şekilde ifade
etmektedir:

“ Halk diyor ki bizden okullar için on bin lira istiyorsunuz. Biz yirmi bin
lira vereceğiz. Ama okullarda hiçbir öğrenci namaz kılmazsa o öğretimden
millet bir hayır görmez. Bu yüzden bizim eğitimimiz milletin yüreğinde yer
tutmuyor. Okullarımız halkın gözünde aşağılıktır. Çünkü dinin temeli ilkelerine
ve memleketin geleneklerine okullar saygı göstermiyor”.
202

Mecliste eğitim politikaları üzerine yapılan tartışmalara rağmen


mekteplerin programlarının çağdaş eğitim anlayışının temsil eden derslerin
konulduğunu görmekteyiz ki bu düşüncemizi destekleyen haberde İstikbal
gazetesinde Ankara’nın uzun süren bir çalışmasından sonra “İptida-i
Mekteplerinin” programını yayınlamıştır ifadesi ile açıklanmıştır. Şöyle ki:

Tahsil-i İptidaî

Ankara encümeni uzun boylu müzakereden sonra, bil-umum Mekâtib-i


İptidaîyenin dört sınıf tenziline(düşürülmesi) karar verilmiş ve derslerin
hakkında muntazam bir program tânzim ve tertip edilmiştir. Program
mucibince İptidaî;

Birinci sınıflara okutturulması tekrar eyleyen dersler şunlardır: Türkçe,


Elifba, Hesap, Eşya Tatbikatı, Âli işleri,

İkinci Sene Dersleri de: Kur-an’ı Kerim, Din dersleri, Türkçe, Hesap,
Eşya ve Tatbikatı, Âli işleri, Çizim ve Musiki derslerinden oluşur.

Program Encümenince Üçüncü Senede: Kur-an ve Din derslerinden


maide, Türkçe, Hesap, Hendese, Coğrafya, Tarih, Eşya Tatbikatı, Âli işleri ve
Çiziki, derslerinin tedrisi tekerrür eylemiştir.

Encümen, İptidaî son sınıflara fevkalade ehemmiyet vermiş bu


sınıflarda Kur-an’ı Kerim, Din dersleri, Türkçe, Hüsnü hat, Hesap, Hendese,
Coğrafya, Tarih, Eşya ve Tatbikatı, Âli işleri ve (Malumatı Medine ve
Kanuniye) tedrisi cihetinde atfı ehemmiyet eylemiştir. (İstikbal Gazetesi, 4
Ocak 1922).

Aynı gazetede İptidaî mekteplerine öğrencilerin nasıl kayıt olabileceği


ve hangi belgeleri gerekli olduğu gazetede şu şekilde ilan olarak
yayınlanmıştır:

Vahdettin namı diğer Zeytinlik Numune İptidaîsinden:

1-Mektep 10 Ağustos 1922 tarihinden itibaren küşâd ve talebe kayıt ve


kabulüne başlamıştır.

2-Kayıt muamelesi Ağustos 38 nihayetine kadar devam edecek kayıt


kapandıktan sonra vaki olacak müracaatları nazar-ı dikkate alınmayacaktır.
203

3-Mektebin devre-i evveli birinci sınıfı için otuz beş devre-i âliye ikinci
sınıfı için on talebe kabul edilecektir. Sair (diğer) sınıfların mevcudu had
nizamiyesinden fazla olacağından kabul edilmeyecektir.

4-Kayıt için müracaat edeceklerin Tezkere-i Osmaniyesi’yle aşı kâğıdı


ve emraz--ı sâriyeden(bulaşıcı hastalıklardan) tabip raporu beraber
getirecektir.

5-İkmâl imtihanına kalmış olanlar Eylül’ün onuncu gününe müsadif


(rastlayan) Pazar günü akşamına kadar müracaatla imtihanlarını vermeleri
icap eder. Aksi takdirde sınıflarında ibka(sınıfta kalacaklardır) edileceklerdir.

6-Tedrisat Eylül’ün ikinci Cumartesi günü başlayacağından umum


talebenin o günden itibaren devama başlamaları müktesebtir (kazanılmış
hakdır) İstikbal Gazetesi,21 Ağustos1922).

İptida-i Mektepleri ile ilgili gazetelerde özellikle bu mektepler nasıl ıslah


edileceği üzerinde birçok yazılar çıkmakla beraber o dönemin aydınları
gazetelere yazdıkları makalelerle bu mektep sorununun nasıl çözüleceği
konusunda çok kapsamlı bilgiler vermişlerdir. Kendi aralarında tartışmışlardır.
Bu bağlamda Milli mücadele döneminde iptida-i mekteplerinin nasıl bir işleve
sahip olduğunu çağın gerisinde kalan kendini reformize edemeyen bu kurum
hakkında bilgi edinme noktasında gazetelerde çıkan haberleri, makaleleri
incelersek daha güvenli bir bilgiye sahip olabiliriz. Özellikle de Hakimiyet-i
Milliye gazetesinde, eğitim ile ilgili bir çok araştırması olan “Mustafa Rahmi,
Muallim Ahmet Halit” makalelerini inceleyeceğiz. Bu araştırmalarında eğitim
sisteminin aksaklıklarını gündeme getirirmişler, programların içerikleri nasıl
olması gerektiğini örneklerle açıklamışlardır.

İptidaî Mekteplerimizin Islahı ve Tali Mektepler

Maarif siyasetimizin hedefi ne olmalıdır? Bizde maalesef şimdiye


kadar bir maarif tesis edilememiştir. Bu şimdiden maarifimiz tamamen buz
üstü kalmıştır.

Biz medeniyetin yüksek mertebesine çıkmış bir millet değiliz. İlmen ve


irfanen çok terakkiye muhtacız. Milletimizin yüzde sekseni cahildir;
okumamış, okutulmamıştır. Onlara milli hakimiyetin, milliyenin ne demek
olduğunu ancak mektepler öğretebilir.
204

Şu halde maarif siyasetimizin hedefi doğrudan doğruya ilk tedrisat


olacaktır. Bu cepheyi esaslı birer surette takviye edersek muvaffakiyet
imkanını sağlamış oluruz. Her milletin kendine göre varlığı, bir yaşayış tarzı
olduğu gibi milli ilim ve terbiyesi de vardır. Maarif hayatımızda dünden
aldığımız ve körü körüne tatbike çalıştığımız ilimlerin neticesini gördük. Öyle
ki: İptidaîler olmasaydı maarifi ıslah ederdim diyen maarif vekilleri bile vardı.

Tuba ağacı nazariyesi hala yaşıyor! Maarif yarasının tedavisine


İptidaîden başlamak elzemdir. Memleketin on binlerce İptidaîye ihtiyaç vardır.
Bunu herkes mutabıktır. Fakat bugün itibarı ile sultaniye ihtiyacı yoktur.
Bugün hala tuba ağacı nazarisi yaşıyor bir aralık sultani açmak moda
olmaya başladı. Sözü geçen her zat kendi memleketinde sultani açtırmak
istiyordu. Halbuki bu bir ziynet meselesidir. Yedi sekiz yaşında ki çocuklar
köy sokaklarında harap olurken on, on beş talebelik sultanilerin ifade ettiğini
anlamak müşkildür. Her müessese ihtiyaç üzerine vücut bulmuştur ve
şüphesiz maarif müessesesi memleket için daha âcil müesseseleri açmalıdır
(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 27 Mayıs 1923).

Bu haberde dünden bugüne iyi bir eğitim politikası oluşturulamadığını


halkın cahil kaldığını yeni bir medeniyet kurma noktasında ilk önce iptida-i
mekteplerinden başlanması gerektiği üzerinde durulmuştur.

İptidaî Mektepler

Gazi Paşa Hazretlerinin maarif umdesinin isnat ettiği pedagoji,


psikoloji ve felsefe derslerini, geçen altı makale de izaha çalıştım. Bundan
sonraki makalelerde de okuyucularıma umdenin tatbiki bazı çocukları hayata
hazırlamak için ilk ve orta mekteplerin ne suretle faaliyette olunması lazım
geldiğini terbiye ilminin son noktalarına esas ittihaz(kabul) ederek arz
edeceğim. İlk tahsilin, içtimai hayat için ne kadar önemli olduğunu izaha
hacet yoktur.

İlk tahsil programını ne gibi esaslara istinat ettirmeli ki gerek fert


gerek içtimai hayat için azami kavaid(kaideler) temin etsin? Bunu temin için
şu iki düsturu tatbik etmek yolu eyler:

1)Programın çocuk ruhuna muvafık (uygun) olması,


205

2)Mektep, hayat-ı içtimaiyenin küçük bir rolü olarak, ders programıyla


ve hayat rotasıyla çocukları hayata hazırlamak olduğunu ifade ederek bazı
derskerden örnekler vermiştir:

Çocuğun muhitindeki eşya(dürûs-i eşya-tabiat bilgisi)

Resim

Modalaj (Çamur işleri)

Anadil (Muallimler, kahramanlar, hikayeler)

Mübadi,hesap.

Mektep öğretmeye okuyup yazmak ile değil muhitte de olup çocuğu


alakadar eden şeylerle başlamalıdır. Dürûs-i eşya ile muhitteki eşya tarassut
ettirilmekle çocuğun tarassud(dikkat, gözetleme) kabiliyeti terbiye edilir.
Zekanın inkişafına en ziyade hizmet eden tarassuttur. Denilebilir ki tarassud,
zekanın destek ve umdesidir.

Dürûs-i eşyada bu terassudata, çocuğun faaliyeti de muazzam


olmalıdır. Bu ders, kitap ve takrir ile verilmekle kalmayarak, çocukların ufak
tefek işler ile bir şey meydana getirmesi de temin edilmelidir.

Resim: Çocuklara Elifbadan evvel biraz resim öğretmelidir. Zaten


çocuklarda resim yapmak merakı, harfleri öğrenmek merakından çok evvel
doğar.

Bu merak doğduğu zaman, çocuklar biraz resim yapmayı alıştırırsak,


bilahire harfleri çok daha kolay öğretirler. Bunda gaye, çocuğu ressam
yapmak ve resimlerin pek mükemmel olmasına ita etmek olmayıp; el ve
gözüyle meleke-i dikkati terbiye etmektir. Çamur işlerinden keza(böylece)
resim gibi istifade olunur: El, göz ve dikkat terbiye edilir.

Bununla çocukların dikkat semiyeleri ve istidad-ı musikileri terbiye


edilmiş olur. Fakat bunda güftesini de çocukların sevdiği mevzular üzerine;
ve bestesini hücrelerine zarar vermeyecek olanlardan intihabına itina
etmelidir.
206

İnşad(şiir okuma) için çocuğun okuyup yazma öğrenmesini


beklemeyerek ağızdan çocuk şairleri belletmekle hem hafızası hem de dikkati
terbiye edilmiş olur.

Harfler: Öncelikle çocuk biraz resim yapmaya alıştıktan sonra harflere


başlamalıdır. Resim ve modalaj vasıtasıyla çocukların elleri, gözleri ve
dikkatleri terbiye edilmiştir. Binaen aleyh harfleri daha kolaylık ile
öğrenebilirler. Bittabi evvela kolay, sonra güç harfler öğretilir. Kezalik bu da
çocuklar tarafından sarf olunacak bir faaliyete rabıta olunabilir. Müterakki
(gelişmiş) memleketlerde çocuklara harfleri evvela mukavva ba’de tahtadan
imal ettirilmektedir. Çocuk, bu suretle ilk kitabını kendi yapıyor.

İmla: Muallimin söyleyip yazdırarak imla öğretmek usulü pek de


muvaffak değildir. Bu babta çocuğun sevdiği hikaye ve şiirleri dikkatle
okutmak, bunlar için bir defter tutturmak yazdırmak daha muvaffaktır.

Misalen, kahramanlara çocukların, efsaneleri pek çok sevdiklerini


izaha hacet yoktur. Çünkü çocuklar; beşerin efsane devresindedir. Bazı
Amerika Darulmuallimatlarında birer masal şubesi açılmıştır. Burada her
milletin(Çin, Japon, Rus, German, İngiliz, Fransız) masalları ve masal
söylemek usulü, hangi yaşlarda çocukların ne gibi masalları seveceği,
mürebbiye namzetlerine öğretiliyor. Bu mürebbiyeler, sinema ve ya
projeksiyon ile çocuklara bu masalları hikaye ediyorlar. Çocuklarda böyle
masal ve hikaye merakı uyandıktan sonra, ellerine masal kitaplar veriliyor.
Böyle binlerce masal kitapları çocuklar tarafından ilgi ile okunmaktadır.

Yazık ki bizim çocuklarımız için böyle kitaplar yok ve bu sayı bir iki
tanedir.

Bir taraftan milli masallarımızı, çocukların anlayabileceği bir dil ile


tedvin, bir taraftan diğer milletlerin masallarından bil intihab(beğenmek)
tercüme suretiyle (çocuk kitapları)meydana getirilmelidir. Mübadi hesap:
Çocuklar elli veya altmışa kadar sayıları yedi yaşından evvel öğrenmiştir.
Mektepte adetleri yazmayı öğrenmezden evvel, hayatı bir surette boncuk,
fındık gibi şeyler veya ufak cem ve tarhlar (çıkarmalar)öğretilir. Seviye-i
zihniyelerine uygun hesap meseleleriyle çocuklar alakadar olur. Muallim
207

böyle meseleler bulabilirse bunlar, çocukların terbiye-i fikriyesi için en mühim


vasıtalardan olacaktır.(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 28 Mayıs 1923).

Mustafa Rahmi

Mustafa Rahmi İptida-i Mektepleri adlı yazısında şu konulara işaret


etmiştir.Ders programları öğrencilerin günlük hayatta kullanabileceği bilgileri
içermeli, çocukların gelişim seviyeleri ve yaş aralığına bakılarak programların
hazırlanması gerektiği üzerinde durmuştur. Ders planında hangi derslerin
verileceğini tek tek izah etmiştir.

Muallim Ahmet Halit gazetede” İptidaî mekteplerinden sonra


Sultanilere önem verilmeli” adlı makalesinde hayat mekteplerinin açılmasının
önemini şu ifadelerle açıklamıştır:

İptidaîleri tamamlayan mektepler ya (sultaniler)yahut (hayat


mektepleri) dir. Sultaniler beşi İptidaî ve yedisi tali olmak üzere on iki senedir
bunların İptidaî kısımları yukarıda arz ettiğim vecih ile derhal lağv olunmalıdır.
Geri de kalan yedi senelik tahsil ise fazladır. Programlar mahmul(dahil
edilmiş) ve gayr-i kabil hakimdir. Fikrimce sultaniler (7) senelik bir cüzü tam
olmalı, fakat buraya İptidaîlerin dördüncü sınıfını ikmal eden talebe
alınmalıdır. Böylece on iki senelik tahsil on bir seneye inerek bir sene tasarruf
edilmiş olur. Sonra programların tedrisi bir tekamüle tabi tutulmasına dikkat
etmelidir. Dördüncü sınıfı ikmal eden bir İptidaî talebesi birden bire zihninin
alamayacağı malumat karşısında kalmamalıdır.

Fransız programlarından tamamen uzaklaşmalıdır. Öyleki buğdayın


Fransa da yetiştiğini nebatat kitaplarında okumasınlar. Tedrisatta ecnebi
lisanına fevkalade ehemmiyet vermeli, bir kısım derslerin herhalde o lisanla
okutulması temin edilmelidir. Ecnebi lisanı yalnız lisan dersi olarak kaldığı
takdirde talebenin bir şey öğrenmek ihtimali olmadığını pek acı bir surette
kendi tecrübelerimle iddia edebilirim.

Kezâ bir sultani de ecnebi lisanlarından yalnız biri tedris edilmelidir.


Mesela Galatasaray Sultanisi nasıl kamilen Fransızcaya tahsis edilmiş ise
Vefa Sultanisi İngilizce, İstanbul Sultanisi de Almanca tedrisatta bulunmalıdır.
Böyle olmadığı takdirde bir kısım derslerin ecnebi lisanlarının gösterilmesi
kabil olmazsa lisan da öğrenilmez.
208

Hayat Mektepleri

Benim en büyük emelim hayat mekteplerinin açıldığını görmektir. Bu


mektepler ciddi bir surette teessüs ederse hem İptidaîyi ikmal edenlerden
doğruca hayata atılmak isteyenlere, hem de yere masraf ettiğimiz halde
hiçbir şey öğrenemeyerek ömürlerini ziyaata uğrattığımız a kani olduğum dar-
ül eytamlara bir istikbal sahası temin edilmiş olacaktır.

Hayat mektepleri muhitin ihtiyacına göre açılacak, gayet ilmi bir tarzda
ticaret, ziraat, sanayi, orman, maden, gemicilik, dokumacılık kısımlarını
muhtevî (kapsayan)bölümleri içermelidir.

Bu mektepler, üçer ve nihayet beşer senelik olup ilk sınıfları ihzarî


kısmı teşkil edecektir. Bunlara İptidaîlerin dördüncü sınıfını ikmal edenler
alınacaktır. İptidaîyi ikmal edenlere mahsus ve her muhitin ihtiyacına tekabül
edecek basit mekteplerde lazımdır.

Bil arz talebesi çok olan yerlerde konservecilik, balığı çok olan yerlerde
balıkçılık gibi mesalikler (meslekler) bir senelik ameli tedris ile telkin edilir ki
böylece fakir ve tahsilini idameye gayr-i muktedir çocuklar kolayca hayata
hazırlanmış olur. Bunun için İptidaîleri bitiren çocukların hayatını tetkik
lazımdır. Yüzde kaç talebe nereye, yüzde kaçı sultaniye, ne kadarı doğrudan
doğruya çıraklığa dahil oluyor? Böyle bir istatistik şimdiye kadar yapılmamış
ve tali mektepler böyle bir tetkik neticesinde tertip edilmemiş olduğu içindir ki
bizi yanlış yollara saptırmıştır.

Ufak bir himmetle böyle bir istatistik yapacak olursak alacağımız netice
bizi şayan-ı hayret bir vaziyet karşısında bulunduracaktır.

Hayat mekteplerinin hepsinde, kabil olmadığı takdirde şimdilik


ekserisinde tedrisatın ecnebi lisanlarından biriyle olmasına çalışılacaktır.
Derslerden bazıları ise şunlardır: dikiş, biçki, tabahat, çocuk terbiyesi gibi
kadınlığa ait ve lazım dersleri, muhtevi bulunacaktır. Hayat mektepleri
açıldığı takdirde gayet sehuletle memleketin her tarafında okumuşların adedi
çoğalacak ve memlekete çok müfit unsurlar temin edilmiş olacaktır.

Hayat mekteplerinin bir kısmı leyli olacak ve Darüleytamlardan gelecek


talebe bu kısmı teşkil edecektir. Ben hayat mekteplerinin maarif tarihinde bir
zafer abidesi makamına kaim olacağına kanım bilfarz Adana’da pamukçuluk
209

ve dokumacılık Kastamonu’da ormancılık, Trabzon’da gemicilik mektepleri


teessüs ettiğini düşünelim. Hiç şüphesiz o memleket gençleri buralara
koşacak ve mektebi ikmal edince de o mesleğe atılacaktır ki bunun
neticesinde birtakım fabrikaların tesisiyle iktisabatımız Frenk dest-
gâhlarından kendi zanaatkahlarımıza intikal edecek ve ancak o zaman
iktidar-ı hakimiyeti kain etmiş olacağız(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 30 Mayıs
1923). [*]Kazım Kara Bekir Paşa hazretlerinin yetiştirdikleri şark
yetimleri(hala bu mektep)temsilleriyle bunu nekadar canlı bir suretten tasvir
etmiş ve yaşatmışlardı .

Muallim Ahmet Halit

Derslerde yabancı lisanın mutlaka uygulamalı olarak kullanılması


gerektiğini ifade ederken Galatasaray lisesini örnek vermiştir. Özellikle
“Muallim Ahmet Halit” Hayat mektepleri üzerinde durarak en büyük hayalinin
bu mekteplerin açıldığını görmektir diye ifade eder. Bu mekteplerin nasıl eğiti
verileceği konusun da açıklamalar yaparak, Adana da pamukçuluk ve
dokumacılık, Kastamonu da dokumacılık, Trabzon da ise gemicilik
mekteplerini açtığımızı düşünelim der ve bu sayede iş sahalarının açılacağını
ifade eder.

Mustafa Rahmi’nin “İptidaî Mektepleri” başlığında gazetede yazdığı


makaleye bakacak olursak;

İptidaî Mektepleri

10-12 yaşlarında çocukların halet-i ruhiyesi şöyle telhis edilebilir: On


yaşında artık çocuğun sıhhati sağlamlaşmıştır. Onlarda terbiye-i fikriye usulü
hayat-ı ruhiyeye uydurmak lazımdır.

Binaen aleyh 10-12 yaşlarındaki çocuklarda: büyük adımlar tercüme-i


halleri Tarih,Coğrafya,Tarih ,Tabii ve Ziraat,Malumat-ı Ahlakiye ve Diniye
Alakaları uyanır. Coğrafya on bir, on iki yaşlarında çocuk, uzak yerlerde
alakadar olur. Coğrafya derslerine, muhitten başlamalıdır. Çocukları civarda
bulunan dağın nebatatını ve ormanlarını mutalaya götürmeli. Avarız-ı arziye
üzerine nazar-ı dikkatlerini celb etmeli. Bu gezme üzerine tahrir(yazmalar)
vazifeler yaptırmalı, çocuk, bu suretle coğrafyaya biraz alıştıktan sonra ona
210

diğer memleketlerin coğrafya-i tabisini, insanların adetini ve meşguliyetlerini


tasvir eden (Seyahatname)ler ve (Coğrafya Kıraat)ler verilmeli.

Yazık ki bizde çocuklara mahsus böyle kitaplar yapılmamıştır.

Gerek Tarih ve gerek Coğrafya tedrisatında mektep filmlerinden pek


çok pek çok istifade edilebilir. Sinema olan şehirlerimizde maarif adamları bu
nevi filmler kiralamalı için sinemacıları teşvik ile haftada birer saat çocukların
böyle canlı coğrafya, tarih ve tarih-i tabii dersleri almalarını temin etmelidir.

Avrupa’nın bir çok yerleriyle Amerika ve Japonya’da her mektebin bir


tarla ve bahçesi vardır. Çocuklara burada ziraat tarassud ve tecrübeleri
yaptırılır. Bu suretle çocuklar, Hayata tâ mektep sıralarından itibaren
hazırlanmış oluyor. İşte yeni terbiyenin, eskisinden ayrılması bu noktadadır.

Bugünkü terbiye: Çocukların melekâtını faaliyet vasıtasıyla tekamül


ettirerek cidal-i (muharebeye) hayata hazırlamaktır. Eski terbiye ise bunu
faaliyet vasıtasıyla değil kitap ve takrir vasıtasıyla malumat vermekten
bekliyordu (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 30 Mayıs 1923).

Mustafa Rahmi

.Mustafa Rahmi, İptidaî mekteplerinde verilecek derslerin içeriklerinin


ne olduğunu ve derslerde öğretilen bilgilerin mutlaka uygulamalı olması
gerektiği üzerinde duruyor ve çocukların doğaya çıkarılarak tatbiki eğitim
yapmaları aynı zamanda eğitim ve öğretimde sinema filmlerinin de
kullanılmasının öğrenciler üzerinde kalıcı izli bir öğrenmenin gerçekleşeceğini
ifade ediyor. Yaparak yaşayarak öğrenmeyi savunuyor.

Mustafa Rahm”i İptidaî Mektepler “ adlı gazetede ki makalesinde Batı


eğitim sitemleri hakkında bilgiler vererek bir karşılaştırma yapmıştır şöyleki:

Şimdiye kadar biz de, terbiye ve maarif hususunda yalnız Latin ve


bilhassa Fransız usulleri tetkik edildi ve orada ilham alındı. Angelo Sakson ve
Cermen usulleri ihmal edildi. Evvelki makalelerimin birinde arz ettiğim vecihle
Belçika gibi maarifi en müterakk(ilerlemiş)i bir memleket, maarif
adamlarından (Evmer Buris)i, Amerika’ya göndererek yeni terbiye-i esasatını
tetkik ettirdi.
211

Bütün devre-i sabavet(sabilik) müddetince, çocuklar (aşık-ı tabiattır).


Çocukların bu insiyakı ihtiyaçlarını tatmin için yeni terbiye bir takım usuller
keşif eylemiştir ki bazılarını zikir edelim:

1-Açık Hava Mektepleri: Bunlar şehir kenarlarında, ağaçlık yerlerde,


deniz ve ırmak kıyılarında basit bir barakadan ibarettir. Bütün dersler ağaçlar
altında ve ya gezerek verilir. Barakaya ancak yağmur yağınca girerler.
Nisandan teşrin-i evvele(ekim) kadar açıktır. Almanya ve İsviçre de böyle pek
çok mektepler açılmıştır.

2-Tatil Kolonileri: Çocukları, tabip muayene ederek ahval-i


sıhhiyelerine göre: Dağa ve ya deniz kıyısına ve ya ovaya gidebilir diye
gruplara ayrılıyor. Bu gruplar, tatilde muallimlerin riyaseti altında üç dört hafta
dağ, sahil ve ya ova da kalıyor. Meşguliyetleri: Oyunlar, tarih-i tabii
tarassutlar(gözlemleri).

3-Güneş ve Su Banyoları: Her şehrin kenarında göl ve ya deniz


kıyılarında (plaj)lar tesis edilmiştir. Yaz iptidasından sonbahar ortalarına
kadar, her gün iki saat çocuklar buralarda muallimlerin riyaseti altında güneş
banyosu, suya girinme, jimnastik yapmaktadırlar.

Mekatip-i İptidaîyeyi bitirince, tahsil-i taliye ye devam etmeyerek


hayata atılacak çocuklar için memalik-i müterakkiye de bir senelik bir(sınıf-ı
mahsus)vardır ki burada çocuklara hayatta en ziyade işlerine yarayacak
ameli şeyler okutulur.

Maarifte en mühim esaslardan biri de çocukları derece-i zekalarına


göre ayırarak hiç olmazsa (azarlı- anormal) çocuklara mahsus sınıflar
açmaktır. Azarlı çocuklar usul-i terbiyesi, bu gün pedagojinin mühim bir
şubesi haline gelmiştir. Bir maarifçi ile konuşurken bahis bu azarlı çocuklar
destesine intikal etti. Hiç olmazsa büyük şehirlerde bu azarlı çocuklara
mahsus sınıflar açılsa, diye bir fikir dermiyan etmiştim. Buna şu cevabı
vermişti :Hele şu vasitileri okutalım da zekaca vasitiden aşağı olan azarlılar
dura koysun. Cevapta belki bir zerre-i hakikatte vardır. Fakat azarlı çocuklar,
sınıfta zekaca üstün vasiti olanlara mani olmakta kendileri hiç istifade
edememektedir. Çünkü azarlı çocukların usul-i tedris ve programı başkadır.
212

Mektepler de (temsil)lerin kıymet-i terbiyesi pek mühimdir. Milli


masallarımızdan piyesler tertip etmek ve bu piyeslere halk melodilerini de
sokmak en ziyade muhtaç olduğumuz şeylerdendir.

İlk tahsil, bu suretle yeni esaslara istinat ettirmekledir ki Gazi Paşa


Hazretlerinin maarif umdesini hakikat ve ameli sahasına isal (ulaştırabiliriz)
Bütün kuvvetimizle buna çalışmalıyız(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 1 Haziran
1923). Mustafa Rahmi

Mustafa Rahmi, mekteplerde hayata adam hazırlayalım fikrini


savunarak bu düşüncesinin gerçekleşmesi içinde öğrencilerin açık hava
mekteplerinde, tatil konilerinde, güneş ve su banyolarını muallimlerin
gözetiminde yapmalarını öğrencilere tabiat sevgisinin mutlaka bir aşk
seviyesinde benimsetilmesi gerektiği üzerinde durmuştur.Öğrencilerin
zekalarına göre ayırarak ona göre sınıflar oluşturulup öğretim verilmesini dile
getirmiştir.

Mahmut Celalettin 18 Aralık 1922 tarihli Açıksöz Gazetesinde “Dini,


Milli, Ahlâki ve İctimaî Nikat-ı Nazardan “ “Türk Köylüsü ve Tarz-ı Hayatı
Daday Köy Mektepleri” adlı makalesinde o dönemde ki maarifi anlayışını
ortaya koymaya çalışmıştır:

Mekteplerde muallimlik yapan kişilerin çocuklara bir şeyler


öğretemediğini hatta kıraat kitabını dahi okuyacak bir talebenin
bulunmadığını bundan dolayı da, halk da mektebe karşı olumsuz yargının
oluştuğunu görmekteyiz. Halk arasında şu ifadelere kullanılır olmuştur ki:”
çocuğunu okula göndereceğine çoban olsun daha makbul olur. Mektebe
çocuklarını göndermeler için pratikte olan kanunun yaptırımının olmadığını
yeni kanunların olması gerektiğini en önemlisi muallimlerin alanında
yeterliliklerinin yüksek olması üzerinde durulmuştur. Türk köylüsünün
yegane kurtuluşunun maariften geçtiğini ifade edilmiştir.

4 Haziran 1923 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde “Leyli İptidaî


Mektepler” başlıklı yazısında “Mustafa Tevfik Uluğ” mekteplerin nereye
açılması gerektiğini ve hangi derslerin programa dahil edilmesi ve köyde
yaşayan insanları nasıl bir eğitim sürecinden geçirilmeleri hususunda
açıklamalar yapmıştır. Özellikle Leyli İptidaî mekteplerinin köylere açılmasını
213

savunmuş ve bunu örneklerle izah etmeye çalışmıştır. Şehirlere açıldığında


çocukların çok büyük bir sıkıntı yaşayacağını o hayata ayak
uyduramayacağını en önemlisi onu yaşadığı ortamdan ayırmanın ileride
sıkıntılara sebep olacağını kendi yaşadığı köye bir daha dönmeyeceğini
vurgulamıştır.

4.1.5.2. Orta Öğretimdeki Sorunlar (Sultani Okulları)

İlköğretimdeki sorunlar, orta öğretimde de yaşanmaktaydı. Okulların


ve öğretmen mevcudunun yetersizliği, maddi sıkıntılar orta öğretimin başlıca
sorunlarını oluşturuyordu. Bu nedenle yeni okul açmak imkânsızlaşırken,
mevcut okulların varlığı da korunamıyordu.

Birinci dünya harbi, eğitime çok büyük bir darbe indirmiştir.


Öğretmenler ve yaşları on yediden ziyade olan öğrenciler “İhtiyat zabiti”
olarak askere alınmıştır. İhtiyat Zâbiti Tâlimgâhı derlerdi. Liselerin son
sınıflarında öğrenci sayısı oldukça azalmıştı (Velidedeoğlu, 1983: 20).

Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin ardından ülkede her alanda


yaşanan kriz durumu ve geçiş dönemi, birçok kurumun çalışmalarının
aksamasına yol açtığı gibi eğitim kurumları da bu durumdan payını almıştır.
Mevcut koşullar nedeniyle İstanbul’da okulların açılması gereken zamandan
daha geç öğretime başlamasında, özellikle yabancı devletlere ait binalarda
eğitim veren okulların boşaltılması ve bu okullara yeni binalar aranması yanı
sıra İspanyol nezlesi hastalığının bir salgın şeklinde yayılma göstermesi esas
unsurlar olmuştur. İspanyol nezlesi hastalığının salgın olması nedeniyle bir
süre geçici olarak tatil edilmiş olan sultanilerin yıl içinde uygulanması gereken
birinci yoklama sınavının yapılmaması konusu Maarif Nezareti tarafından
kararlaştırılmış ve durum genelge ile okul müdürlüklerine bildirilmiştir(Minber
Gazetesi, 20 Aralık 1918).

1918-1919 ders yılından itibaren sultani okulları öğretmenleri iki kısma


ayrılarak, bir kısmı haftada en fazla yirmi dört saat ders vermek üzere sırf
öğretim ile meşgul olacaklardır. Diğer bir kısım öğretmenler yardımcı görevini
yerine getirmek ve aynı zamanda kaldırılacak olan muîdlik (güvenliği
sağlamakla görevli öğretmen yardımcısı) görevi ile de uğraşmak üzere
214

haftada en fazla on saat ders vereceklerdir. Yabancı dil öğretmenleri


okutacakları dili pratik olarak öğretmek için ikinci kısmın ortasına
gireceklerdir. Ayrıca yabancı diller, Türkçe derslerden ayrılarak bu konuda
yetenekli olanlar için sınıflar açılacaktır. Sonradan Maarif Nezareti tarafından
alınan karar gereğince sultani okulları öğretmenlikleri için Darülfünûnda bir
yarışma açılmıştır. Yarışma ders verme yöntemi ve Dârülmualliminde
okutulan derslerden ibaret olup gerekli özelliklere sahip olanlar yarışmaya
katılabileceklerdir(İkdam Gazetesi,15 Nisan 1919).

Sultani okullarında da bazı yeni düzenlemeler yapılması


kararlaştırılmıştır. Bu konuyla ilgili olarak Maarif Nezareti Müsteşarı
Muslihiddin Adil Bey açıklamalarda bulunmuştu(Vakit Gazetesi, 21 Ocak
1919). Şöyle ki;

“Balkan Savaşı’ndan sonra sultanilerde bazı değişiklikler yapılmıştır.


Tâli öğretim esas alarak iki aşamadır. Birincisi “idâdi” safhasıdır ki bunun
gayesi gençleri pratik yaşama süratle hazırlamaktır. Diğeri “sultani” safhasıdır
ki bunun gayesi gençleri yüksek öğrenime hazırlamaktır. Bizde idâdi öğrenimi
henüz lâyık olduğu dereceye ulaşamamıştır. Bunun birçok sebebi vardır.
Bunlardan en dikkat çekeni halkın anlayışıdır. Herkes çocuğuna bir sultani
tahsili vermek istiyor ve bunun yaşam için gerekli bir öğrenim olduğunu
düşünüyor. İşte bu anlayışı düzeltmek, bir yandan idadilere, diğer yandan
sultanilere daha büyük bir pratik değer kazandırmak için esaslı bazı
değişikliklere gerek duyuyoruz. Bir defa sultaniler için tâli öğretimin birinci
devresini bir idâdi tahsilini tamamen taşıyan bir şekle koymak ve ikinci
devresini yüksek öğrenimin bir hazırlayıcı kısmı olmasını istiyoruz. Bu itibarla
birinci kısmı tamamlayan bir genç isterse doğrudan pratik yaşama
atılabilecek, isterse yüksek okula girebilmek için ikinci devreye devam
edecektir. Bundan başka ikinci devrenin üç yıllık tahsil süresini ikiye indirmek
düşüncesindeyiz. Bundan başka sultanilerin İptidaî kısmıyla beraber küçük
yaştaki gençleri sultanilerden çıkarmak yani ilk iki İptidaî yılını kaldırmak
istiyoruz. Zaten bu şekil hemen hemen tüm uygar ülkelerde kabul edilmiştir.
Ayrıca liva (Sancak) idâdileri adını verdiğimiz idâdilerin de programlarını
daha genel bir biçime dönüştürmeyi düşünüyoruz (Vakit Gazetesi, 3 Şubat
1919).
215

İstanbul’da eğitim ve öğreti veren “Galatasaray Sultanisi” o dönemde


çok tercih edilen bir kurum olup gazetelerde ilanlar vererek öğretimin ne
zaman başlayacağı şartlarının ne olduğunu, ücretinin ne kadar olduğu ilanla
halka duyurmaktadır: Bu ilanlardan biride “Peyam- Sabah” Gazetesinde
yayınlanmıştır. Şöyle ki: Galatasaray Mektep-i Sultanisi Müdüriyetinden:

Mekteb-i Sultani şehr-i Eylülün on sekizinci Cumartesi günü açılacak


ve ertesi Pazar günü alafranga saat sekiz buçukta tedrisata olunacaktır.
Esbab-ı maliye dolayısıyla mektebin ücret seneviyesi Eylül ve Şubat İptidaîsi
olmak üzere iki taksitte istifa olunacaktır. Yeniden kayıt ve kabul edilmek
üzere müracaat edenlerin adedi pek kesir olduğu cihetle kayıtlarının tecdidini
uzun müddet tehir eden talebe-i asliye yerine yeni talebe alınacağından
talebe-i asliyenin Eylül İptidaîsinden itibaren mektep muhasebesine
müracaatla teceddüt kayıt ettirmeleri tavsiye olunur. Müceddeden(yeni
baştan) kayıt edilmek isteyen talebenin istida ve evrak müteferriası(feraseti) [
tezkire-i Osmaniye, şimdiye kadar devam ettiği mektepten alınan
tasdikname, sıhhat raporu, bir kıta kartpostal şeklinde fotoğraf] Eylülün
dördüncü günü tetkik edilecektir(İstikbal Gazetesi,1Eylül 1920).

Galatasaray Sultanisi’nde de Maarif Nezareti tarafından bazı yeni


düzenlemelere gidilmiştir. Ö güne dek görülen “Medeni Bilgiler” ve “Tercüme
Yöntemi” gibi dersler kaldırılmıştır. Maarif Nezareti tarafından Galatasaray
Sultanisi için Fransa’dan yeni öğretmenler getirilmek istenmiştir. Bu
öğretmenler “lisans” veya “agreje(doktora)” derecesine sahip olacaklardır.
Dârülfünûn’da açıkta bırakılmış olan öğretmenlerden Muzaffer Bey,
Galatasaray Sultanisi İslam ve Osmanlı Tarihi öğretmenliğine atanmıştır(
Vakit Gazetesi,7 Nisan 1919).

Galatasaray Sultanisi’nde zaman zaman Osmanlı devlet erkânı ile İtilaf


yetkililerini buluşturan kutlamalar ve toplantılar düzenlenmiştir. 30 Nisan
gecesi Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya okul öğretim üyeleri tarafından bir
ziyafet verilmiştir. Sadrazam ve bakanlar ile bu okul bayramı ziyafetine
katılan İtilaf kuvvetleri yetkilileri Okul Müdürü Salih Arif Bey ile Fransız ve
Türk müdür yardımcıları Mösyö Blanşon ve Nedim Bey taraflarından
karşılanmışlardır(İkdam Gazetesi, 2 Mayıs 1919).
216

Ülkenin içinde bulunduğu durum hakkında (19 Ekim 1920,


Toplantı,2.oturum ) Maarif Vekili Dr. Rıza Nur Bey şunları söylemiştir:

“ Bugün elimde bulunan sayılamalara göre yirmi sekiz Sultanî ( lise )


vardır, bunların birkaçı da işgal altında bulunuyor. Yatılı öğrenci 340,
gündüzlü 2591’dir. Öğretmen ve memur 587’dir, her öğretmene yirmi öğrenci
düşüyor. Her Sultanîye yılda 6000 lira harcanıyor. Galatasaray Sultanisi’nin
yıllık gideri 40000 lira ile 50000 lira arasındadır. 50-60 kadar da idadî (
ortaokul ) var” (İnan,1973:55-56).

İnan‘a göre mecliste bu konu hakkında tartışmalar olmuştur özellikle


Aralık 1920,108. Toplantı,1.oturumda Tokat Vekili Mustafa Bey ili ile ilgili
öğretim sorununu şöyle dile getirmiştir:“ Benim ilimin nüfusu 100000
küsurdur. Burada aydın olarak iki kişi bile yoktur. Neden okulları Bursa’ya,
İstanbul’a yaptılar da bizimkileri öğretim ve eğitimden yoksun bıraktılar?”

Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde özellikle orta öğretimde yenilikler


yapılması ders programlarının gözden geçirilmesi, okulların süresinin
kısaltılması ve burada çalışan muallimleri yeterlikleri hususunda bir çok haber
yayınlanmıştır. Gazetede çıkan konu olan orta mekteplerle ilgili ortaya
konmaya çalışılan önerilere ve reformlara bakarak o dönemde ki orta
mektepleri değerlendirmemiz daha doğru olacaktır. Bu haberlerden bir kaçını
ele alacak olursak:

Orta Tahsil Programı

Orta tahsilin tanzim ve ıslahı için bu sene nazar-ı dikkate alınacak.


Osmanlı hükümetinin teşkilat-ı idareye vesairesine ait müşterek bir eser
yazmış olan Obi Sini ve Pave Dö Korti - isminde iki Fransız mütefekkiri o
zamanki Sultani ve İdadilerimizden bahis ederken mealen şu sözleri ifade
ediyorlardı:

İdâdiler bizim nahiye idâdilerimize, Sultaniler tam devreli İdadilerimizle


(lise) lere muadildi(eşittir). Halbuki her ikisi yalnız kağıt üzerinde mevcuttur. O
zamandan beri geçen kırk altı sene zarfında İdâdi ve Sultani mektepleri bir
çok inkılâbât’a uğradı. Fakat hâlâ ne tedrisâtı lüzumu kadar kat’i ve
217

muntazam esasata rabt (bağlanmak) olundu, nede heyet-i tâlimiyesi için


lazım olan inşalar temin edildi.

Şimdiye kadar velev ki nakıs(noksan olmak) olsun, bir maarif-i


umumiye kanunu vücuda getirememiş olan sâbık(önceki) mekâtib ve maarif
nezaretleri hab-i umumi senelerinde tâli mekteplere ait bazı layihalar
hazırlamağa teşebbüs ettiği halde bunlara da şekil kanunu vermeğe
muvaffak olamamıştır. Tâli tahsili tanzim için ilk yapılacak şey, Sultani ve
İdâdilerin programlarını yukarıda bahsedilen esasat dahilinde birbirinden
tefrik etmek ve Sultanilerin ikinci devresine muallim yetiştirecek
Darülmuallimin-i Âliye’nin kısm-ı âlisini teşkil ve tanzim etmektir. Maarif
Vekâleti bu seneki bütçesine her iki ciheti temin edecek tahsisatı
vazetmiştir(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 8 Mart 1923).

Orta Tedrisatın Gayeleri

İlk tahsili bitirecek çocuklar için bir de orta tedrisata lüzum vardır;
Fakat orta tedrisat münhasıran yüksek mekteplere talebe yetiştirmek
gayesine müteveccih (yönelmiş)değildir. Bütün bir milletin Darülfünûn
mezunu olmasına ne lüzum, ne de imkan vardır. Binaenaleyh orta tedrisatın
Darülfünûna talebe hazırlamaktan başka ve çok mühim bir gayesi daha
vardır ki o da hayat adamı yetiştirmektir. Sultanilerin on üç senelik hayatı göz
önüne getirilir ve umumi harp dolayısıyla pek tabi olan boşluktan sarf-ı
nazarla muharebeden evvel ve mütarekeden sonra ki istatistikler tetkik
edilirse görülür ki ilk sınıfları müteaddid(birden fazla) şubelere ayrılan
sultanilerin son sınıflarında dört, beş ve hatta bazen bir iki talebeden fazla
bulunmamıştır.

Kezâlik kısmen tahsil devresinin uzunluğundan kısmen programların


fazla mahmu(yüklenmiş)l olmasından ve nihayet bu tahsil ile doğrudan
doğruya hayata atılamayacaklarını anladıklarından dolayı birçok talebe
yedinci ve sekizinci sınıflardan itibaren mektebi terke başlamışlardır. Her
sene binlerce gencin bu suretle darmadağınık olup gitmesi tetkike layık bir
hadise değil midir?

Şu mütalaadan mukaddem sultanilerin lüzumsuzluğunu değildir. Bu


memleketin binlerce ilim ve müessesesine ihtiyaç vardır. Bilhassa sultaniler
218

birer (hars) müessesesi olmak itibarıyla en büyük bir noksanı telafi


etmektedir. Milletin ilim ve mütefekkir zümresi buralarda hazırlanacaktır.
Ancak madem ki sultaniye girenlerin pek cüzi bir kısmı Darülfünûna dahil
olarak diğerleri birer suretle ayrılıyor? Şu halde bir taraftan program ve
kitaplarıyla teşkilatını ıslah ederek bunları müdavimleri için daha müfit bir
hale getirmeli ve yalnız yüksek mekteplere muharreç olarak bırakmalı, diğer
taraftan doğrudan doğruya hayat adamı yetiştirecek mektepler vücuda
getirmelidir. Ancak sultaniler haricinde bazı kimselerin hayat mektepleri
unvanını verdikleri mekteplere büyük bir ihtiyacımız vardır. Bazı vilayet ve
livalardaki buna benzer görünen idadiler müfit bir hizmet ifa edememişlerdir.
Gerek bunların, gerek vilayet ve livalardaki sultanilerin hayat mektepler
şekline ifrağı (dönüşümü)zaruridir.

Mektep binaları ve levazımı noksandır.

Mektep denilince hatıra şunlar gelir: Mektep binası ve ders levazımı,


muallim ve program bütün memleket talebe ile dolu olsa muallim
bulunmadıkça tedrisat kabil olamayacağı gibi ders okutulacak bir binaya da
ihtiyaç vardır. Şu itibarla mektep binası ve ders levazımının maarif hayatında
pek büyük bir yeri olması lazım gelirken maalesef şimdiye kadar pek az
ehemmiyet verilmiş ve rastgele herhangi bina mektep olarak açılmıştır.
Mektebe gelen bir çocuk dersten ve muallimden daha evvel mektep binasını
görecektir. Rûhi ve terbiyevi nokta-i nazardan harap bir binanın yapacağı
tesir izaha muhtaç değildir. Meşrutiyetten beri her vilayet ve livasına da
birkaç mektep inşasına teşebbüs etseydi, bu gün yüzlerce mektep binası
vücuda gelirdi. Yeni mektepler küşâdı için bütçeye tahsisat vazından evvel
açılacak mektep binası hazırlamak lazımdır. Her türlü rûhi ve terbiyevi şeraiti
haiz olmayan kırk mektep açmaktan ise dört mektep inşası daha doğrudur.Bu
gün İstanbul’un birçok mekteplerinde ders levazımı yoktur. Anadolu’nun
başka türlü olduğunu da zannetmem. Demek ki dersler yalnız nazari olarak
gösteriliyor. Bütçelere mektep açmak için para koymazdan evvel mektep
yapmak, bundan sonra da ders levazımının ihtarını düşünmelidir.
219

Program ve Kitaplarımız

Bugünkü İptidaî programlarımızla birçok kitaplarımız hemen aynen


Fransız programlarından ve kitaplarından tercüme edilmiştir. Bu sebeple ne
milli terbiyemiz, ne de ilmi ihtiyacımıza tekabül etmektedir. Bu günkü
tedrisatın yolu talebeye çok malumat vermek ve bize faydası olmayan her
şeyi öğretmek cihetine matuftur. Bizi geri bırakan meselede budur.

Fransız programlarının ve Fransız terbiyesinin kendi memleketleri için


bile müfid olmadığını bilen kendi aralarından birçok müttefikler eda edip
dururken ve hatta son senelerde onlar programlarına kısmen ta’dil suretiyle
hatalarını tashihe çalışırken bizim hâlâ körü körüne taklidimize bilmem ne
mana vermeli?

Robert Kolejde hocalık yaptığım zaman yalnız İptidaî sınıflardaki


talebeye bile muhtelif derslerdeki en mühim konuların nasıl suhûletle telkin
edildiğini merak ve tetkik etmiştim. Netice de buna iki suretle muvaffak
olduklarını anladığımdan beri, program ve kitapların sadeliği, diğeri bütün
derslerin tecrübi olması.

Dünyanın en yeni ve en çalışkan milleti olan Amerikalıların


programları tetkike şâyandır. Binaenaleyh Amerika’nın muhtelif memleket ve
mekteplerine ait programları tercüme ettirilmelidir. Bunun neticesinde
görülecektir ki Amerika da umumi ve başka memleketlere ait malumattan
ziyade milli ve mahalli tetkikat için programda mühim bir mevki ayrılmıştır.
Halbuki bizim çocuklarımız memleketimizin neresinde pirinç yetiştiğini
bilmediklerinden sarf-ı nazar hala Topkapı’daki bir çocuğa Çemberli Taş’ın
nerede olduğu sorulursa cevaptan aciz kalır. Halbuki yine aynı çocuklar Mısır
Firavunlarının isimlerini sırasıyla sayabildikleri gibi Fransa’da ne gibi nebatat
yetiştiğini de ezber söylerler(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 27 Mayıs 1923).

Orta öğretim programlarının mutlaka değişmesi gerektiğini ve en


önemlisi bu programların öğrencileri hayata hazırlayan bir içeriğe sahip
olması ifade edilmektedir. Mekteplerde ki öğrencilerin sayısı gün gittikçe
azalmaktadır. Bunun temel nedenleri ise sürenin uzun olması, programların
öğrencileri hayata hazırlayamaması ve mektep binalarının yetersizliği,
öğretimde kullanılacak olan araç ve gereçlerin eksikliği de önemli bir etkendir.
220

Mekteplerde izlenen programların ve okutulan ders kitaplarının birçoğunun


kaynağı Fransız eğitim sistemidir. Milli bir eğitim anlayışının olmaması ve batı
eğitim sisteminin taklit edilmesi öğrencilere güncel hayatta kullanılacak
bilgilerin programların içeriğinde olmaması büyük bir sıkıntı yaratmaktadır.
Amerika eğitim sistemine bakılarak eğitim anlayışımızda yeni bir
yapılanmaların yapılacağı konusunda fikir beyan edilmiştir.

Bu bağlamda bu sorunlar Mecliste de 1920 Aralığında gerekse


basında en çok tartışılan konulardan biri, sultanilerin lağvedilip yerine
İdadilerin kurulması seklinde, İkinci Meşrutiyet yıllarından beri tartışıla
gelmekte olan bir sorun ve ortaöğretim süresinin iki yıl kısaltılıp
kısaltılmaması sorunudur(Ergün,1982:15).

Anadolu’da bulunan orta mekteplerin en önemli sorunu ekonomik


sorunlardır. Zira savaştan çıkmış bir devlet geçimini sağlayamayan bir toplum
birde bunu üstüne eğitime ayrılan paranın yeterli olmaması bu mekteplerde
büyük sıkıntılara sebep olmuştur. Bu düşüncemizi destekleyecek bir haberi
Trabzon’da çıkan istikbal gazetesinden verecek olursak:

Sultani’yenin Vaziyet İaşesi

Mekteb-i Sultani’de iaşe vaziyetinin pek müşkül bir safhaya dâhil


olduğunu bu gidişle mektebin leyli kısmının kapanmak tehlikesinden
kurtarılmasına bulunamayacağı haber olunmuştur. Bu, haber doğrusu bizi
pek ziyade müteessir etmiştir. Şu memlekette yegâne irfan medresesi demek
leyli ve kısmı hemen kâmilen evlat ve eytam-ı şühedaya teslim edilmiş
sultanimizin bu vaziyete düşmesi, sonrada bu vaziyetten kurtarılması
çaresinin bulunmasına ehemmiyet verilememesi pek çok şayan tesir bir
şeydir. Mesele para verilmemekten teşebbüs etmekteymiş. Yani dönüp
dolaşıp defterdar beyin himmetine dayanmaktaymış. Mektep İdaresi şimdiye
kadar birçok müşkülatla mücadele ederek bu güne kadar işi sürükleyebilmiş
fakat artık daha fazla ileri götürülmesi imkânı bulunmayan bir safhaya
dayanmıştır. Tahkikatımıza nazaran mektebin iaşe havalesi mevcutmuş.
Sonrada haftalık yetmiş lira kadar bir meblağ mektebin ihtiyacını temine kâfi
gelmekteymiş. Makam defterdarını bu hususta tenkit etmek insafsızlığında
değilsende Sultaniyenin leyli kısmının kapanmasını bir vaziyetin temadisine
221

de göz yumulmaması lazım geleceğini söylemekten geri duramayız. Bu


mektebin arz ihtiyaç eylediği meblağ çok fazla bir şey değil. Hafta da yetmiş
liradan ibarettir. Tatile de şurada iki üç ay kadar bir zaman kalmıştır. Bu iki üç
ay kadar işi idare etmek hem mümkün, hem lazımdır. Bu hususta defterdar
beyin işite sahup etmiş arzu edilen neticeyi temine çok kâfi gelebilir vizyonu
kendilerinden bekliyoruz(İstikbal Gazetesi,5 Nisan 1922).

Mili Mücadele Döneminde Anadolu ve İstanbul’da okulların en fazla


yaşadıkları sıkıntılar arasında ekonomik problemler gelmektedir. Zira bu
sorun hem okulların kapatılmasına hemde açık olan okulların öğretmenlerine
maaş verilememesine yol açmaktadır.

Orta mekteplerde çalışan öğretmenler hakkında çeşitli kanunlar ve


yönergeler çıkarılmıştır.Bu bağlamda orta mekteplerde çalışan muallimlerin
özellikleri ve çalışma ortamları da önemlidir. Meclisin muallimler için çıkardığı
kanunda “muallimlerin hangi özelliklere sahip olacağı, nasıl çalışacağı
konusunda bize bilgi vermektedir. Kanun maddesi ve özelliklerine bakacak
olursak: Orta Tedrisat

Encümence Kabul Edilen Bir Kanunla Yeni ve Müfid Bir Şekle


Getirilecektir. Orta tedrîsat mekteplerine tayin olacak muallimlerin evsâf
(vasıfları)) ve şeraiti, terfileri hakkındaki kanun-i layihayı;(tasarılar) maarif
encümeninin müteaddid(çeşitli) içtimalarında müzâkere edildikten sonra
ikmâl edilmiştir.

Maarif encümenince tanzim kılınan ve heyet-i umumiye der-dest


takdim bulunan esasat kanuniyeye nazaran orta tedrisat mektepleri ile
darülmuallimin ve darülmuallimat muallimler, Darülfünûn, âli darülmuallimin
ve darülmuallimat ve yüksek ihtisas mektepleri mezunları intihab(seçmek)
edecektir. Ve bu mekteplerden mezun olanlar maarif vekaletince tensip
olunacak bir mektepte muallim muavini unvanıyla bir sene staj gördükten
sonra muallim unvanını ihrâz edeceklerdir. Muallim unvanını ihrâz için yirmi
yaşı ikmal şart gösterilmektedir keza muavinlerinin muallim unvanını ihrâz
edebilmeleri staj gördükleri mektep meclis mualliminin; kabiliyet ve ahlakını
tasdikine ve Türkçe, fenni terbiye, felsefe ve içtimaiyattan verecekleri
imtihanlarda muvaffak olmalarına vasıta olup Darülfünûn ihtisas
222

mekteplerinden mezun olmayanların orta tedrisat muallimliğine dahil


olabilmeleri için orta tedrisat şehadetnamesini, haiz olması esası teklif
edilmektedir.

Orta tedrisat muallimleri sabit ve mevkut namıyla ikiye taksim edilmiş


olup mertebe-i sınıf derslerini deruhte edenler sabit; yedi saatten fazla ders
okutmayanlar mevkut(vakti belli olan) muallimler adedine dahil edilmiştir.

Orta tedrisat muallimleri otuz sene tedris ile mükellef olup staj
esnasında sabit muallimlere bin beş yüz kuruş maaş verilecek ve muallim
unvanını ihrâzdan sonra maaşları bin yedi yüz elliye iblağ edilecektir.
Maaşat; müddet-i hizmetin yirmi birinci senesine kadar üçer sene ve
sonraki müddet için ikişer sene fasıla ile (300 ) kuruş zam görecek ve 27’ nci
sene nihayetinde maaş beş bin kuruşa baliğ olacaktır. Mevkut muallimlerin
maaşı bin kuruştan başlayacak ve 25’ inci sene nihayetinden iki bin kuruşa
çıkacaktır. Tespit olunan esasata göre muallimler kanunen müsteizim ceza
ahvali müstesna olmak üzere azlolunamayacaklar taksiri hilafetten açıkta
kalan muallimler altı ay zarfında behemehal tavzif(vazifelendirilerek) edilecek
ve bu müddet zarfındaki maaşlarını da tam olarak alabileceklerdir.

Orta tedrisat muallimlerinden mesleklerinde temayüz edenlerle asar-ı


telif ve tercüme eyleyenler ve mektep kitabı yazanlar takdirname, maarif
nişanı ve mükafat-ı nakdiye ile taltif olunacaklardır. Orta tedrisat muallimleri
merasim ve teşrifatta devair müdürlerinin hukukunu haiz olacaklar ve
kıdemleri diğerlerine takaddüm eyleyeceklerdir. Bilfaal tedrisâtta bulunanlarla
munkatı muallimlerin çocuklarından nehari(gündüzlü) mektep ücreti
almayacak ve on seneden ziyade hizmeti olan muallimlerin çocukları da
mekatip-i leyliyeye meccani olarak kabul edileceklerdir. Eyyam-ı tamiliye de
netbaat-ı ilmiye de bulunmak üzere mekatip-i ecnebiyeye girmek isteyenlere
beş sene de bir kere vekaletçe mezuniyet ve tahsisat ita olunacaktır.
Encümence tespit olunan mevada nazaran hali hazırda müstahdem olan orta
tedrisat muallimlerinden bu kanunun neşri tarihinde kıdemlerine göre fazla
maaş alanlar maaşlarını muhafaza edecek ve kısımlarını ikmale kadar zam
göremeyeceklerdir. Kanunda muayyen miktardan dün maaş alan
muallimlerden kıdemi altı seneyi tecavüz edenler defaten bir derece ve on
seneyi tecavüz edenlerde keza defaten iki derece terfi edeceklerdir. Kıdem
223

zamları mart ve eylül başlarında icra olunacaktır(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,


19 Kasım 1923).

Muallimler mesleğe başlamadan önce nasıl staj yapacaklar, kaç saat


zorunlu derse girecekler, maaşları ne olacak, meslekte başarılı olanlara nasıl
bir ödül verilecek, kıdem, terfi ve dereceleri ne zaman ve nasıl yapılacak bu
kanun maddesi ile ortaya konulmuştur. Birde muallimlerin çocukları
okudukları mekteplerde diğer öğrencilerden alınan ücretler alınmayacak. Bu
kanun maddesine baktığımızda muallimlerin yetiştirilmesi, terfi, kıdem,
başarılı olanların ödüllendirilmesi ve en önemlisi savaştan çıkmış bir devletin
öğretmenlere hem madden hem de manen değer vermesi önemli bir
reformdur diyebiliriz.

Peyam-ı Sabah gazetesinde muallimler ile ilgili çıkan “Sultani


Mektepleri Tâlimatnâmesi” adlı haberde ise muallimlerin okullarda dersleri
olmadıkları zaman bile başka işlerle uğraşmayıp öğrencilerle bire bir iletişime
geçerek rehberlik yapmaları istenmiştir şöyleki:

Sultani Mektepleri Tâlimatnâmesi

Önümüzde ki sene-i dersiye zarfında Mekâtip-i Sultaniyede yeni bir


talimatnamenin mevki tatbike konulacağı haber alınmıştır. İstihbaratımıza
nazaran bu talimatname mucibince Sultanilerin kısm-ı tâli ve İptidaîsinde
bulunan bilumum muallimin bütün evkatını(vaktini) mektebe hasır etmeye
mecbur tutulacaklardır. Muallimlerin dersleri olmadıkları saatlerde başka
yerlerde meşgul olmaları men edilmiştir. Mektepte kalan muallimler talebe ile
bir takım hasıl edecekler ve onların ruhen yükselmelerine çalışacaklardır.
Leyli mekteplerde boş zamanları olunmakla beraber muallimler müteaddit(bir
çok) geceler nöbetçi kalacaklar ve talebe ile temas edeceklerdir(İstikbal
Gazetesi, 2 Eylül 1920). Bu bağlamda orta mekteplerde uygulanan ders
programlarının içerikleri ve ders saatlerini tablo halinde gösterecek olursak:
224

Tablo: 8 Orta Mekteplerde Uygulanan Ders Programı10

Dersler Birinci Sınıf İkinci Sınıf Üçüncü Sınıf

Din Dersleri 2 2 2

Türkçe 4 3 3
Arapça 4 3 3
Farsi 1 1 -

Ecnebi Lisanı 5 5 5
Tarih 3 2 2

Hukuk - 1 1

Coğrafya 1 1 1
İktisat - 2 2
Fizik 2 2 2
Kimya 2 2 2

Hayvanat 2 - -
Nebatat(bitkiler) 2 - -
Tabakat(tabakalar) - - 2
Hey’et (Astronomi - - 1
Cebir 2 1 -
Müsellesat(üçgen) 1 - -

Hesab 1 - -

Hendese 1 2 1

Makine 1 - 1
Felsefe 2 2 2
Resim 1 1 1

10
Osmanlıca Eğitim ve Öğretimle ilgili Terimler” Yahya Akyüz’ün Türk Eğitim Tarihi
Kitabından”Terimler Sözlüğü”bölümünden yararlanılmıştır.
225

Sultani Programlar (Açıksöz Gazetesi, 10 Aralık 1922).


İdadi tahsilini ikmal edip de ya Darülfünûn’a gitmek, yahut
memleketinde idari bir iş görecek kabiliyyeti edinmek isteyenlerin
yetiştirilmesine mahsus ikinci derecede tâli mekteplerdir. Yeni medreselerin
tahsil müddeti üç senedir. Ancak buradan mezun olacaklar Darülfünûn’a dahil
olacaklardır.

Din dersleri: En lazım ma’lumat-ı fıkhiyye(fıkhi bilgiler) ile muhtasar-ı


(kısaltılmış)ilahiyyat, ahlak-ı İslamiyyenin esasatı.

Türkçe: Kıraat-ı edebiye ,inşad-ı edebi pek az fıtriyyat-ı edebiyye,


tarih-i edebiyat biraz hikmet-i bedayi(güzel sanat- estetik).

Arapça: Kavaid-i sarfiyye(gramer kuralları) ve nahviyye, kıraat-i


edebiyye, Arapçadan Türkçe’ye tercüme.

Farsça: Arabi hakkındaki mütalaât (okumalar)aynen cari(akıcı)


olacaktır.

Ecnebi Lisanı: Fransızca, İngilizce, Almanca’dır. Bu lisanlardan birini


intihabda şakird muhayyirdir. Fakat intihab(seçtiği) ettiği lisanı
taallüm(öğrenmeye) mecburidir. Ecnebi bir kitabı okuyup anlayabilecek kadar
sahib-i malumat olmaları lazımdır. Kavaid-i sarfiyye ve nahviyye, kıraat-i
muntazama, Türkçe’ye tercüme.

Tarih: Türk tarihi, İslam tarihi, tarih-i umumi, bilhassa asr-ı


hazır(güncel) tarihi, en ziyade tarih-i medeniyyete ehemmiyet verilecektir.
Birinci, ikinci senelerde birer saat tarih-i âtik’a(eski) vardır ki burada en çok
Yunan ve Roma tarih-i medeniyyesine ehemmiyet verilecektir.

Coğrafya: Türkiye coğrafyası, mühim mevkii hâiz olmakla beraber,


coğrafya-i umûmî(genel coğrafya), iktisadî ve umranide(gelişmeler) kâfi
derece gösterilecektir.

Hukuk: Esâsât-ı hukukiye, malumat-ı hukukiye ve kanuniye.

İktisat: İlm-i iktisâdi.

Fizik: Hararet(sıcaklık), seda(yaşlık), ziya(ışık), elektrik,


ameliyathânede tatbikat.
226

Kimya: Kimya-i uzvi,(organik kimya) gayr-i uzvi(inorganik kimya),


laboratuarlarda kimya tatbiki.

Tabî’iyyât: Birinci senelerde hayvanat daha ziyade müteallik(alakalı,


bağlı) malumat, teşrih-i hayvani(hayvan anatomisi), fizyoloji, mahsulât ve
hayvaniye(hayvanlardan elde edilen gıda maddeleri ) müteallik malumat-ı
fenniye. İkinci senede: nebatat, teşrih-i nebati(bitki anotomisi), fizyoloji-
nebati, mahsulat-ı nebatiyye müteallik malumat-ı sıhhiye. Üçüncü senede:
Tabakatü’l-arz(jeoloji) ve ma’deniyat bilhassa memleketimize ait malumat-ı
Jeolojiye ve ma’deniye.

Hey’et: (Astronomi) Mebadi-i(ilk bilgiler)hey’et,muhtasar(kısa)


nazariyyât-ı hey’etiyye.

Cebr: Cebr-i adi,(alt düzeyde cebir) nazariyyât-ı cebriye, birinci ve


ikinci derecede muadeleler(denklemler).

Müsellesat(trigometri) Müsellesat-ı küreviye(Küresel trigometri) kâfi


malumat, logaritma

Hesab: Birinci senede hesab-ı nazari, üçüncü senede hesâb-ı temami


ve tefazuliye ait ma’lumat-ı kâfiye.

Hendese: Musattaha, mücessem’e(düz şekiller) nazari olarak, üçüncü


senede hendese-i hilye(görünüş) ve resmiye.

Makine: Makinenin mebahis-i (kısmı)umumiyyesi nazariyatıyla


beraber.

Felsefe: Felsefeye dair malumat-ı kâfiye(kitap), ilm-i nefs ve mantık.

Resim: Kara kalem, suluboya, pastel, yağlı boya gibi resm-i


bedîî(güzel).

Yeni medrese (Sultani)de de terbiye-i bedeniye her gün yirmişer


dakika yaptırılacak, millî neşideler zenginleştirilecektir . Her gün altı saat ders
yapılmaktadır. Pazartesi ve Perşembe günleri öğleden sonra ders yoktur.
Okullarda eğitsel amaçlı geziler düzenlenecektir.

Ders programına baktığımızda öğrenciler yaklaşık olarak 20’ye yakın


ders almaktadır. Bu derslerden özellikle bazılarının saatleri diğer derslere
227

oranla fazladır. Örneğin yabancı dil dersi 15 saat, Türkçe ve Arapça dersi ise
10 saat’dir. Aynı zamanda her gün yirmişer dakika da beden eğitimi dersi
verilmekte ve öğrenciler okul dışında gezilere de götürülmektedir. Her gün
altı saat ders yapılmaktadır.Pazartesi, Perşembe günleri ise okul tatildir.

Mecliste tartışıla gelen bu konular, güçlükler, finansman sorununda


toplanmaktaydı. Ağır ekonomik sıkıntılar ve dış borçlar uzun savaş yıllarının
yükü ve yıkıntıları vardı. Okul sayısının yetersizliğinin yanı sıra mevcut olan
okulların bazıları da ihtiyaç üzerine amaç dışı kullanılmaktaydı(İhtiyaç üzerine
bazı okullar işgal edilmişti). Öğretmen sayısının yetersizliği de diğer önemli
bir sorunu teşkil etmiştir. Nitekim diğer eğitim kurumlarında olduğu gibi
ortaöğretimde de durum pek iç açıcı değildir.

4.1.5.3. Milli Mücadele Dönemi Basında Kapatılan Okullar

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na girdikten sonra seferberlik


ilanı dolayısıyla savaş durumunda bulunduğu İtilaf bloğuna mensup
devletlere ait olan İstanbul’daki hastane, okul gibi kuruluşların bulunduğu
binalara ordu mârifetiyle el koyarak işgal etmiştir. Savaş sona erdikten ve
Osmanlı Devleti yenik taraf olarak Mondros Ateşkes Antlaşması’nı
imzaladıktan sonra İtilaf Devletleri daha önce işgal edilmiş olan bu yapıların
iâdesini talep etmiştir.

Osmanlı Hükümeti savaş durumunda bulunulan İtilaf Devletlerine ait


İstanbul’daki okulların Osmanlı Maârif Nezareti’nden ayrı olarak bağlı
bulundukları devletlerin eğitim sistemini ve müfredât programını uygulamaları
nedeniyle savaş sırasında Osmanlı Devleti aleyhinde faaliyette bulunmaları
ve propaganda yapmaları olasılığı üzerine bu okulları işgal ederek binalarına
el koyma gereği duymuştu. İşgal edilen bu yapıların bir çoğu yine okul olarak
faaliyetini sürdürmüş olup Maarif Nezareti’ne bağlı okullar bu binalara
yerleştirilmişti. Ancak İtilaf Devletlerinin ateşkesten hemen sonra bu binaların
boşaltılmasını ve iadesini istemeleri üzerine Maârif Nezareti bu durumda yeni
bir sorunla karşı karşıya kalmıştır ki boşaltılan binalarda bulunan okulları
yerleştirmek için yeni yapılar bulmak zorunluluğu doğmuştur. Dolayısıyla bu
nakil süresi zarfında birçok okulda öğretime ara verilmek zorunda kalınmıştır
228

Kasım ayı başı itibariyle Maârif Nezareti tarafından işgal edilmiş olan
Fransız ve İngiliz okullarının boşaltılmasına başlanmıştır. Bu okulların
eksiksiz olarak boşaltılmasına İngiliz ve Fransız heyeti yetkilileri tarafından
özen gösterildiği için Maarif Nezareti bu konuda acele etmek zorunda olduğu
gibi bu binalara yerleştirilmiş olan darüleytam ve sultaniler gibi resmi okullar
için elverişli yapılar araştırmak durumunda kalmıştır(Minber Gazetesi,8
Kasım 1918).

İngilizlerden oluşan bir heyet, Beyoğlu’nda Bonmarşe karşısındaki


Ticaret Okulu’na gitmiş ve binanın iki saat içinde kendilerine teslimini talep
etmiştir. Bu bina esasen İngiltere Elçiliği’ne aittidi. Savaşın başında hükümet
tarafından işgal edilerek Ticaret Okulu haline getirilmiştir. Okul müdürü, iki
saat içinde boşaltılmasının olanaksızlığını anlatmış ve üst makamlarla
görüşerek bu süreyi kırk sekiz saate çıkarabilmiştir. Ticaret Okulu bu süre
içinde kendine ait eşyayı kız öğrenciler bölümüne taşıyarak okul İngilizlere
iade ve teslim edilmiştir. Bu binanın elçiliğe ait bir daire olarak kullanılacağı
bildirilmiştir.

Resmi okul haline getirilmiş olan yabancılara ait binaların sahiplerine


iadesi gereği üzerine Maârif Nezareti tarafından bu okulların süratle
boşaltılması emri edilmiştir. Nişantaşı’ndaki İngiliz okulu işgal edildikten sonra
Nişantaşı Sultanisi olarak eğitim vermiştir. Okul esas olarak üç kısımdan
oluşmakta idi. İki kısmı kirada olduğu için diğer bölümü boşaltılmış, okul ise
Nişantaşı’ndaki Fehim Paşa Konağı’na taşınmıştır.

Kadıköy’de bulunan Dârülmuallimin’in yatılı kısmı o sırada tatil halinde


bulunan Haydarpaşa’daki Tıp Fakültesi binasına, Kadıköy Sultanisi de o
civardaki Osmangazi Okulu’na (Ali Şamil Paşa Konağı) taşınmıştır (Minber
Gazetesi,14 Kasım 1918).

Bebek Dârüleytamı öğrencisinin bir kısmının Said Halim Paşa


Konağı’na, diğer kısmının da Adile Sultan’ın Kuruçeşme’deki sarayına
nakilleri durumu Padişah’a arz edilmiştir

Kadıköy’de Fransızlara iadesi gereken binaların arasında Moda


caddesi üzerindeki Dârüleytam binası da vardır. Beş-altı Fransız askeri
yanlarında birkaç Fransız rahibesi olduğu halde bu binaya el koymak üzere
229

gelmişlerdir. Cuma olması nedeniyle okulun kapısı kapalı olduğundan


askerler kapının usulen açılmasını beklemekte iken Fransız taraftan geçinen
bazı Rumlar binanın duvarını yıkmaya kalkışmışlar, kapının açılması üzerine
Fransız askerleri de içerideki eşyayı süngülemeye ve ortalığı dağıtmaya
başlamışlardır. Binanın içinde ve dışında toplanan bilinen topluluk alkışlarla
bu durumu desteklemişlerdir. Eğer Kadıköy polisi biraz ihmal göstermiş olsa
idi çok üzücü olayların meydana gelmesi kaçınılmazdı (Yeni Gün Gazetesi,17
Kasım 1918).

İstanbul’da özellikle İtilaf Devletlerinin şehre gelmesiyle azınlıkların


cesaretlerinin arttığı ve bu türden olayları propaganda aracı olarak
kullanmaları artık rutin olaylar haline gelmiş dolayısıyla şehrin güvenlik
sorununun büyümesinde önemli bir etken olmuştur.

Bu arada Galatasaray Sultanisi’ne gelen iki İngiliz subayı okul


binasının iç kısımlarını kendi başlarına incelemeye başlamışlar ve okulun
İngilizler tarafından işgal edileceğini duyurmuşlardır. Bunun üzerine okul
müdürü Salih Arif Bey bir yandan derhal Maârif Nezareti’ne bilgi vermiş diğer
yandan Fransız öğretmenler aracılığıyla Fransız Elçiliği’nde bulunan General
Bunoust’ya başvurarak işgal isteğine engel olmasını rica etmiştir. Öte yandan
İngilizlerin bu talebine bir anlam verilememektedir. Çünkü Galatasaray
Sultanisi nakledilmiş binalardan değil doğrudan doğruya Türk Ulusunun,
Osmanlı Hükümeti’nin malıdır. Bilindiği üzere Galatasaray Sultanisi’nde
çeşitli bilimler Fransızca diliyle öğrenilir. Okulda Fransızca öğretimi yapan
öğretmenlerin çoğunluğu Fransız uyruğunda bulunan kişilerdir. Bu
öğretmenler Genel Savaş boyunca okul yönetimi ve öğretim kadrosu
arasında yaşamış, daima iyi muamele görmüşlerdir(Vakit Gazetesi 17 Kasım
1918).

Bundan dolayı İngiliz subayları tarafından böyle bir kuruluş hakkında


işgal talebinde bulunulması doğal olarak üzüntüyle karşılanmıştır.İşgal
altındaki yabancı okulların bu türden onur kırıcı davranışlara fırsat vermeden
boşaltılamamış olması basın ve halk katında öfke ve tepkiyle karşılanmıştır.

Harbiye Caddesi’ndeki binanın Fransızlar tarafından işgalinden sonra


Mühendis Okulu’nun yersiz kalan öğrencileri önce geçici olarak Harbiye’de
230

yerleştirilmiş, ardından Gümüşsüyü Kışlası’nın Dolmabahçe Sarayı’na bakan


cephesine nakledilmiştir. Ancak nakil tamamlanmak üzere iken kışlaya
başvuran bir subay bu kez de burasının İngilizler tarafından işgali için emir
aldığını bildirerek, okul için başka bir yer aranması gereğini bildirmiştir(Minber
Gazetesi,30 Kasım 1918). Ardından Gümüşsüyü Kışlası ve Taşkışla İngilizler
tarafından işgal edilmiştir.

Mühendis Okulu’nun boşaltılması üzerine öğrencileri perişan bir


duruma düşmüş, aileleri İstanbul’da bulunanlar evlerine gitmişlerse de
taşradan gelenler ortada kalmışlardır. Okul aniden boşaltıldığı için
üzerlerindeki elbiseleri ile dışarı çıkabilen bu öğrencilere okulun resmi
öğretmeni ve Harb Okulu Müdürü Reşit Bey şefkat göstererek kendilerine
Harb Okulu’nda bir yer göstermiş ise de yatak bulunmadığından öğrenciler
tahta üzerinde yatmak zorunda kalmışlardır. Öğrenciler Nafia Nezareti’ne
başvurarak kendilerine bir yer gösterilmesini ya da para yardımında
bulunulmasını talep etmişler, ancak Nezaret bu başvuruyu dikkate dahi
almamıştır(Vakit Gazetesi,19 Kasım 1918).

Ülkenin yetişmiş insan gücüne fazlasıyla ihtiyacı olduğu bir dönemde


Nafia Nezareti’nin bu duruma kayıtsız ve seyirci kalması kamuoyunda
tepkiyle karşılanmıştır.Öte yandan okulların boşaltılması işlemi sürmektedir.
Galatasaray Sultanisi’nin arka tarafında bulunup Dârülmesâî (atölye) haline
getirilmiş olan İtalyan Okulu da boşaltılmıştır. Hukuk Okulu olarak kullanılan
Union Fransız binası boşaltılarak okulun eşyası Darülfünûna
nakledilmiştir(İkdam Gazetesi,16 Kasım 1918).

Okulların İşgali işleminde görülen bir takım karışıklık ve


düzensizliklerin, bu işlerle ilgili kişi ve kuruluşların daha önceden gerekli
hazırlık ve girişimlerde bulunmamış olmasından kaynaklandığı
anlaşılmaktadır.

İşgal edilen binaların boşaltılması ve iadesi yüzünden okullarda


öğretim konusunda yaşanan karışıklık Mart ayına gelindiğinde yavaş yavaş
giderilmeye başlanmıştır. İstanbul Sultanisi 488 yatılı kadrosunu 192’ye
indirmek ve Saraçhane başındaki iki binaya yerleşmek suretiyle sistemini
düzene koymuştur. Hatta okulun ilk kısım sınıflarına yabancı dil bilgisi konusu
231

da dikkate alınarak yatısız öğrenci kaydedilmiştir. Ancak Kadıköy Sultanisi’ne


bir yer bulunamamıştır. Haydarpaşa’da bulunan Tıp Fakültesi civarında
dârûleytâm hastanesi olarak kullanılmakla olan binanın bu okula ayrılması
için çalışılmıştır(Vakit Gazetesi, 2 Mart 1919).

Hükümeti’nin emriyle boşaltılan binaların sahipleri tarafından teslim


alınmayarak terk edilmiş bir durumda kalmaları, zamanla bu binalarda
meydana gelen tahribatın büyümesine ve hazineye mâli bir yük getirdiği
ifade edilmektedir.

Savaş koşullarının doğurduğu birçok olumsuzluktan biri de hiç


kuşkusuz salgın hastalıklar olmuştur. Cephede verilen kayıplar yanında ve
cephe gerisinde sivil halkın da karşı karşıya kaldığı salgın hastalıklar, zaman
zaman toplum sağlığını ve sosyal yaşamı tehdit eden bir boyuta ulaşmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra da İstanbul’da etkisini sürdüren birçok
bulaşıcı hastalık yanında özellikle savaşın korkunç âfeti olarak bilinen
İspanyol nezlesi halkın sağlığını tehdit ettiği gibi sosyal ve kültürel yaşamı da
olumsuz yönde etkilemiştir. Hastalık dolayısıyla İstanbul’da okullar tatil
edilmiş, sinema ve tiyatrolar kapatılmıştır.

Gazetelerde okulların salgın hastalıktan dolayı tatil edildiği


duyurulmuştur. Şöyleki; “Sultani Mektepleri”

Sultani mektepleri , İspanyol hastalığından da salgın bir suretle hüküm


ferman olması dolayısıyla bir müddet-i muvakkata(geçici bir süre) için tatil
edilmiş olduklaraından birinci imtihan-ı sarf-ı nazar edilmesi hususu Maarif
Nezaretince takarrur etmiş ve keyfiyet Mekâtib-i Sultaniyye müdürriyyetine
tebliğ edilmiştir(Minber Gazetesi, 20 Ekim 1918).

Üç dönem olarak seyreden hastalığın ilk devresi Temmuz 1918’de


yaşanmış ve fazla kayıp verilmemiştir. En fazla tehlikeli olan ikinci dönem ise
Eylül 1918’de başlamış, beklenenden uzun sürmüş ve büyük oranda kayıplar
verilmiştir. İstanbul’da hüküm süren İspanyol nezlesi salgınının yayılması
üzerine Sağlık İşleri Genel Müdürlüğü tarafından resmi ve gayri resmi
okullarda eğitime ara verilmesi uygun görülmüş ve 9 Kasım tarihine kadar
okullar tatil edilmiştir(Minber Gazetesi, 7 Kasım 1918)
232

Ocak ayı başı itibariyle bütün okul, sinema, tiyatro ve diğer toplu halde
bulunulan yerlerin bazı koşullar çerçevesinde açılması uygun görülmüştür.
Bu görüşten hareketle ulaşım kolaylığı olmayan okulların dışında diğerlerinin
açılmaları, ancak öğrencilerin sağlık durumunun sürekli kontrol altında
bulundurulması; öğrencisinin yüzde on beşi devam etmeyen okulların
kapatılması,dershanelerle yatakhanelerin uygun zamanlarda
havalandırılması ve daha bazı sağlık koşullarının yerine getirilmesi
kararlaştırılmıştır. Ulaşım kolaylığı olan okulların hemen açılması ve öğretime
başlaması gerekli yerlere bildirilmiştir(İkdam Gazetesi,6 Ocak 1918).

Çeşitli sebeplerden dolayı tatil etmek zorunda kalınan okullardaki yatılı


öğrencilerin taksitleri eskiden olduğu gibi çocukların velileri tarafından
ödenmekte olduğu ve bunun uygun olamayacağı yüzünden Maarif Meclisi bu
sorunu görüşmüştür.

Sultani okulları yönetmeliğinin II. Bölümünün 9.maddesinde, “Taksit


süresi sona ermeden okulu terk eden veya kaydı silinen öğrenciye ödetilen
taksitten bir şey iade edilmeyeceği” yazılmış ise de içinde bulunulan
olağanüstü durumun gerekli kıldığı tatillerden dolayı ücretlerin iade
edilmesinin uygun olacağı düşünülmüştür. Bunun için de bir ders yılının
dokuz aydan ibaret olup üç taksitle alınan yatılı ücretten her bir taksitin üç
aylık yani doksan günlük olması itibariyle bu durumdaki öğrenciden alınan
taksitin, hastalık sebebiyle okulun tatili dışında kalan günler de dahil olmak
üzere kayıt tarihlerinden itibaren yatısıza çevrilmelerine karar verilmiştir.
Okulda geçirdikleri süreye isabet eden miktarıyla yatısız kaldıkları günlerin
taksitleri iâde edilecektir. Okullar açıldığı taktirde eskiden olduğu gibi yatılı
devam edecek olan öğrenciler için bu düzenleme geçerli olacaktır. Bu
durumdakilerden alınan taksitlerin de bunu izleyen taksitlere hesap edilmesi
işleminin uygulanması” Maarif Meclisi’nce kararlaştırılmıştı(Yenigün
Gazetesi, 25 Aralık 1918). Böylece yatılı öğrencilerin okulda bulunmadıkları
süre içinde uğrayacakları zararın önüne geçilmek istenmiştir.
233

4.1.5.4. Bazı Bölgelerde Okul ve Öğretmenlerin Durumu

Okullar Milli Kurtuluş Savaşı boyunca hastalara, sakatlara, yetimlere,


şehit aile ve çocuklarına, yaralılara kapılarını açmışlardır. Birçok okul ise
cephelerde çarpışan askerlere çorap, iç çamaşırı üreten, sökük dikilen
atölyeler durumuna getirilmiştir. Bütün bunların yanında okullar, millici
önderlerin gizli örgütler kurmak için toplantı yeri, propaganda merkezleri
olarak kullanılmıştır. Anadolu’da çıkarılıp gizli yollarla işgal altındaki bölgelere
gönderilen gazete, bildiri ve dergiler öğrenciler tarafından halka ulaştırılmıştır.
Birçok yerde öğrenciler yara sarmak, haber ulaştırmak, istihbarat toplamak,
iaşe, su taşımak, düşmanı yanlış bilgilerle şaşırtmak gibi işleri de başarıyla
yerine getirmişlerdir (Göldaş, 1981; 120).

Bazı bölgelerdeki okullarda Anadolu hareketinin nasıl yürütüldüğünün


örneklerini görelim.

4.1.5.4.1 İstanbul’da

İşgal altında bulunan İstanbul’da, milli mücadelenin örgütlenmesi çok


zor koşullar altında yürütülebilmiştir. İstanbul okullarında (özellikle yüksek
okullarda) milli mücadele daha çok; milli mücadeleye düşman, karşı-devrimci
öğretim üyelerinin okullardan atılması için boykot biçiminde yürütülmüştür,
İstanbul milli mücadele günlerinde büyük bir öğrenci olayına tanık olmuştur.
Bu Darülfünun grevidir. Darülfünun grevi, milli mücadeleye düşman öğretim
üyelerinin üniversiteden atılması ile başarıya ulaşmıştır. Milli mücadele
yanlısı öğretim üyeleri de grevi başlatan öğrencilere yardımcı olmuşlardır.

İstanbul yüksek öğrenci gençliğinin mücadelesi Ankara’da da ilgiyle


izlenmiştir. Ankara, grevci öğrencileri sıcak bir yakınlıkla desteklemiştir.
Mustafa Kemal’in İstanbul’a gönderdiği yazıların, emirlerin, propaganda
malzemelerinin gençlik tarafından çok dikkatle izlendiği, okunduğu, okullara
sokulduğu, gizli yollarla çoğaltılarak halka ulaştırıldığı bilinmektedir (Göldaş,
1981; 131).

İstanbul’daki öğrencilerin grevde ısrarlı olmaları sonucu fiilen tatil


edilmiş olan öğretim, 12 Nisan 1922’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından
resmen tatil şekline kondu (Gürkan,1981:.56). 20 Mayıs 1922’de
234

Darülfünun’un tekrar açılması üzerine öğrenciler ayaklanmaların şiddetini


artırınca Darülfünun talebe tarafından fiilen tekrar kapatıldı (Gürkan, 1981;
74).

Milli mücadele yıllarında İstanbul öğretmenleri üzerinde Maarif


Nezareti, Mayıs (1919) mitinglerinden sonra baskı kurmaya çalışmıştır.
Özellikle İstanbul Hükümeti Maarif Nazırlarından Ali Kemal, Sait ve
Rumbeyoğlu Fahrettin zamanında baskılar artmıştır (Akyüz, 1978; 209.).

Ali Kemal, Kuvayi Milliye ve milli uyanış için çalışan bazı öğretmenleri
azletmiştir. Niğde Maarif Müdürü Besim Atalay gibi.

Ondan sonra Maarif Nazırı olan Sait de (Mayıs 1919-Mart 1920) 1919
yılı Darü’lmuallimin mezunlarını ve genç öğretmenleri “milli harekete katılırlar”
korkusuyla Anadolu’ya atamamış, İstanbul’da tutmaya çalışmıştır.

Baskılara rağmen İstanbul öğretmenlerinin büyük çoğunluğunun


Anadolu hareketine bağlı kaldıkları söylenebilir. Fakat az da olsa karşı olan
öğretmenler de olmuştur.

Kurtuluş Savaşı boyunca hem İstanbul Maarif Nezareti, hem de


Ankara Maarif Vekâleti, görev ve işlevlerini sürdürdüler, İstanbul Maarif
Nezaretinin gücü, etkisi, Anadolu hareketinin geliştiği, ilerlediği ve ağırlığını
iyice hissettirdiği aşamada, oldukça sınırlanmış, giderek de İstanbul ve
İstanbul Hükümeti’nin sözünün geçebildiği bir iki merkezin (İzmir gibi) sınırları
içinde kalmıştır.

O dönemdeki İstanbul Hükümeti Eğitim Bakanları şunlardır:

1. Ali Kemal: Mart-Mayıs 1919

2. Sait Bey: Mayıs 1919-Mart 1920

3. Abdurrahman Şeref: Mart-Nisan 1920

4. Rumbeyoğlu Fahrettin: Nisan-Temmuz 1920

5. Hadi Paşa: Temmuz-Ekim 1920

6.Sait Bey: Ağustos 1921-Ekim 1922

Anadolu’da kurtarılmış bölgelerin çoğalmasından sonradır ki, İstanbul


Maarif Nezareti’nin gücü ve otoritesi daha çok düşmüştür. Sadece İstanbul ili
235

için yetki kullanabilen bir kurum haline gelmiştir, İstanbul hükümeti kökten
feshedilinceye kadar bu kurum etki alanı dar da olsa varlığını sürdürmüştür.
İstanbul öğretmenleri de buna bağlı olmak durumunda kalmışlardır,
İstanbul’un işgal altında olması, maaşlarını İstanbul maliyesinden almaları,
Anadolu hareketinden yer olarak uzakta bulunmaları, onların İstanbul
Hükümetine boyun eğdikleri izlenimini vermiştir. Bu da Anadolu öğretmenleri
tarafından aleyhlerine bir tartışmanın başlamasına neden oldu. Çıkan bazı
söylentiler “İstanbul öğretmenlerinin hizmetinin memleket hizmetinden
sayılmayacağı” şeklindedir. Bu durum İstanbul öğretmenlerini oldukça üzer.
Hatta milli hükümet idarecilerinin kendilerine “husumet” beslediklerini
düşünmüşlerdir. Daha sonra yaptıkları bir kongrede kendilerini savunma
yoluna gitmişlerdir. Kongrede, bu durumun izzet-i nefislerine dokunduğunu ve
haysiyetlerini yaraladığını söylemişlerdir (Muallimler Mecmuası, 12 Ocak
1923).

İstanbul’dakiler her şeye rağmen Anadolu’ya olan sevgilerini


kaybetmemişlerdir. Mudanya Konferansında Doğu Trakya’nın tahliyesine
karar verilmiş ve bunu denetlemek için de Refet Paşa görevlendirilmiştir.

Refet Paşa İstanbul’a geleceği zaman İstanbul’da büyük bir hazırlık


yapılmış ve kendisini coşkuyla karşılamışlardır. Karşılamaya gelenler
arasında öğrenciler de vardı. 19 Ekim 1922’de Refet Paşa İstanbul’a
geldiğinde İstanbul Hükümeti hâlâ varlığını sürdürmesine rağmen Ankara
Hükümetinden gelen bir temsilci büyük sevinç gösterileriyle karşılanmıştır.
Refet Paşa, İstanbul’da Darülfünun’u ve Galatasaray Sultanisi’ni ziyaret etmiş
ve buralarda gençlere hitaben yaptığı konuşmalarda, milli mücadeledeki
başarılarından ve kendisine gösterdikleri muhabbetten dolayı onlara teşekkür
etmiştir(Arslan,1991;29).

4.1.5.4.2. İzmir’de

Yunan işgalinin doğurduğu zorluklar 1919-1920 öğretim yılı sonunda


İzmir Öğretmen Okullarını da etkiledi. Mahalli Yunan idaresi, bütün İslâm
okullarının masraflarını İslâm Cemaati tarafından karşılanması gerektiğini
bildirdi. Bundan sonra öğretmenlere aylıklarının Mahalli idare tarafından
236

verilemeyeceği söylendi. Öğretmen okulları ve öğretmenler parasızlıktan güç


durumda kaldılar (Su, 1981; 53)

İzmir Sultanisi 1919-1920 öğretim yılını sıkıntılar içinde tamamladı.


1920-1921 öğretim yılı başlarında Sultani binasının Yunan idaresince işgal
edileceği söylendi. Yunan işgal makamları, adliye binası olarak Yunan
hakimlerinin yerleştirileceğini bildirerek söz konusu binanın boşaltılmasını
istediler. Milli Eğitim, Sultani müdürünü makamına davet ederek Yunanlıların
bu isteğini kendisine bildirdi (19 Ekim 1920). Bu durum İzmir’de büyük bir
üzüntü yarattı.

16 Kasım 1920’de Sultani binasında idadi Müdürü Ahmet Naili ile


bütün Sultani öğretmenleri ve yöneticileri toplanarak haklarını savunma
konusunda bazı kararlar aldılar (Su, 1981;54).

Ertesi gün şehrin ileri gelenlerinden bir heyet (bu heyetin içinde
öğretmenler de var) Yunan Fevkalâde Komiserliğine davet edildiler.
Toplantıda Sultani binasının boşaltılması meselesi sert ve tartışmalı geçti.
Toplantıdan bir sonuç alınamadı. Bina işgal makamlarınca süngülü askerler
kullanılarak zorla boşaltıldı. Böylece 1920-1921 öğretim yılı ortalarına doğru
Sultani Mektebi kapandı. Okulun kapalı olduğu ileri sürülerek öğretmenlerine
de 1920 yılı Aralık ve 1921 yılı Ocak aylıkları verilmedi. Bina Yunanlılar
tarafından adalet sarayı olarak kullanıldı.

İzmir Nehari idadisi 1920-1921 öğretim yılı başında Milli Eğitim


Müdürlüğü tarafından kapatılmıştır (1 Eylül 1920). Okul kapatıldığı için
yönetici ve öğretmenlerinin aylıkları fevkalâde komiserlikçe kesilerek bu
kişiler yokluğa ve açlığa mahkûm edilmişlerdir. Milli Eğitim Müdürünün kanuni
olmayan bu kararı Maarif Nezareti katında şikayet konusu yapılmıştır. 1920-
1921 öğretim yılında İzmir Kız İdadisi ile Hilâl idadisi de ödenek verilmediği
için güç duruma düşmüştür (Su, 1981; 23).

Yunan Fevkalâde Komiserliğinin İzmir ve yöresinde Türk ilkokullarının


yönetimi ile ilgili olarak çıkardığı kararnamenin 14.maddesi ilkokul
öğretmenlerinin atamaları ve yer değiştirmeleri ile ilgiliydi. Bu maddeye göre
Fevkalâde Komiserlik istemedikçe hiçbir öğretmenin ataması yapılmayacak,
yeri değiştirilemeyecektik (Su, 1981; 33 )
237

İşgal kuvvetleri Türk eğitimini ortadan kaldırmak için her yola


başvurmuşlardır. Bütün bunlara rağmen işgallere karşı Ege’de direnme
başlatacak olan örgüt (Redd-i İlhak) bir okulda, öğretmenlerin çabalan
sonucu kurulmuştur (Göldaş, 1981; 129)

4.1.5.4.3 Kastamonu’da

Kastamonu’da okullar Anadolu ihtilaline insan unsuru yetiştiren, Kuva-


yi Milliyeye katılacak olanların eğitim merkezleri olarak kullanılmıştır.
Öğretmen okulu öğrencileri şehri koruyabilmek için silahlı talimler
yapmışlardır. Mektebi Sultani halkın milli mücadele doğrultusunda
bilinçlendirildiği toplantı alanı haline gelmiştir.

Liseli öğrenciler, öğretmenlerinin koruyuculuğu altında, milli kurtuluş


savaşının propagandasını yayan “Açıksöz” gazetesinin basılıp, dağıtılmasını
fedakârca üstlenmişlerdir, işgalleri protesto etmek için, Kastamonu Kız
Muallim Mektebi, özellikle bayan öğretmen ve kadınların toplantı yerlerinden
biri olmuştur (Göldaş, 1981; .121)

4.1.5.4.4. Trabzon’da

Milli Mücadelenin propagandasının etkili olarak okullarda yürütüldüğü


yerlerden biri Trabzon’dur. Trabzon’da Darü’lmuallimin öğrencilerinden bir
alay kurulmuştur. Bunlar, muhtemel çatışmalara karşı atış talimleri de
yaparak savaşa hazırlık yapmışlardır. Trabzon okullarında dersler milli
mücadele hareketinin çıkarlarına uygun olarak işlenmiştir (Göldaş,1981;
122).

Milli kurtuluş bilincini okullarda alan öğrenciler, pratik olarak da


savaşın evrelerine, çeşitli biçimlerde katılmışlardır. Öğrenciler işgalleri
protesto eden mitinglere katılmış, haber getirip, götürme işinde çalışmış,
işgalcilerin uçakla attıkları kışkırtıcı bildirileri toplayarak imha etmişlerdir. Milli
mücadele döneminde okullar en hareketli ve isyan heyecanının yaşandığı
yerler olmuşlardır.
238

4.1.5.4.5. Samsun’da

Samsun’da da öğretmenler, hem milli kurtuluş bilincini okullarında


işlemişler hem de milli örgütlenmeye katılmışlardır. Okullar Kurtuluş
Savaşının propagandasının yapıldığı yerler haline gelmiştir.” İngilizlerin
bulunduğu Samsun’da öğrenci gençler milli mücadelenin örgütlenme
çalışmalarına öğretmenleri tarafından teşvik edilmişlerdir (Göldaş,1981; 123).

4.1.5.4.6. Adana’da

11 Aralık 1919’da işgal kumandanı General Guro’nun Adana’ya


gelmesiyle şehir işgalci devletlerin bayraklarıyla donatılır. Ancak yerli halk
evlerine çekilmiş ve bütün zorlamalara rağmen bu bayrakları asmamışlardır.
Adana Erkek Lisesini ziyaret eden işgal kumandanını öğrenciler
alkışlamadan, sessizlik ve öfke içinde karşılarlar. Bütün zorlamalara rağmen
Fransız milli marşını söylemezler. Kız Öğretmen Okulu öğrencileri okul
müdürlerine cepheye yardıma gitmek istediklerini ifade eden bir dilekçe
verirler (Göldaş,1981; 124).

Adana’da işgallerle birlikte okullar üzerinde ağır baskılar da başlamış


ve okullar kapatılmıştır. Ancak öğrenciler Kuvayi Milliyeye yardımcı olmaktan
kaçınmamışlardır. Bu davranışları milli mücadele önderleri tarafından ilgiyle
izlenmiş ve övgüyle karşılanmıştır.

4.1.5.4.7. Konya’da

Konya Sultanisi, Milli Mücadele boyunca onun lideri ve önemli


simalarının ziyaret, toplantı, görüşme yerlerinden birisidir. Mustafa Kemal,
Konya’ya gelişinin (3 Ağustos 1920) ikinci günü Gurebâ Hastanesi’nden
sonra Mekteb-i Sultani’yi ziyaret eder. Burada öğretmen ve öğrencilere kısa
bir konuşma da yapar (Arabacı,1996;30).

Milli Mücadele döneminde Darü’lmuallimin de önemli olaylara sahne


olmuştur, İtalyanlar Konya’yı işgal ettiklerinde bina Vali Cemal Bey’in emriyle
boşaltılarak İtalyan kumandanlığına teslim edilir, İtalyanlar burayı bir kale gibi
tahkim ederek, silahlarını yerleştirirler. Memleketin bu önemli eğitim
239

kurumunun işgal edilmesi öğretmen ve öğrenciler arasında büyük bir üzüntü


meydana getirmiştir.

1919 Ocağında Konya’yı işgal eden İtalyanlar Mart 1920’de askerlerini


geri çekerler. Okul tekrar kendi binasına kavuşur. Konya Darü’lmuallimini
işgal acısını kendi bünyesinde tattığı için her fırsatta milli şuurun
uyandırılmasında çaba sarf etmiştir. Namık Kemal’in ‘Vatan Yahut
Silistre”sinin temsili yapılmış, Konya’da bulunan Mustafa Kemal de davet
edilmiştir. Müsamereden sonra Mehmet Akif’in istiklâl Harbi şehitlerine
yazdığı, şimdiki İstiklâl Marşımız şiir olarak okunmuştur. Mustafa Kemal,
oynayan bütün talebelere tek tek ellerini sıkma suretiyle iltifatta bulundu.
Konya Darü’lmuallimâtı da Milli Mücadele’de milli şuurun uyandırılması için
yapılan çalışmaların, toplantıların merkezi olmuştur. Konya öğretmenleri de
konferanslar, mitingler, temsiller düzenlemişler gazete ve dergilerde yazılar
yazmışlar, bazıları fiilen sıcak savaşta görev alırken, bazıları da cephe
gerisinde dönemin en önemli teşkilâtı olan Müdafaa-i Hukuk vb. cemiyetlere
yardımcı olmuşlardır ( Arabacı,1996;40-46).

4.1.5.4.8. Sivas’ta

Sivas Kongresi öğretmen ve öğrencilerin de yardımıyla bir okul


binasında toplanmıştır. 28 Kasım 1919 günü bir ilkokul salonunda yapılan
toplantıya yurt uğruna her şeyi göze alan bayan öğretmenlerin çoğunluğu
katılmıştır. Toplantıya katılan öğretmenler birer konuşma yaparak, milli
mücadeleye olan bağlılıklarını dile getirmişlerdir. Toplantının ertesi günü,
İstanbul’a, İtilâf Devletleri temsilcilerine işgalleri kınayan bir protesto telgrafı
gönderilmiştir. Sivas Kongresi kararları okullarda da tartışılmış, basılmış ve
halka ulaştırılmıştır. Mustafa Kemal’i Sivas’a gelişinde ve gidişinde öğretmen
ve öğrenciler karşılamışlardır.

4.1.5.4.9. Bursa’da

Bursa Lisesi öğrencileri okullarında İzmir’in işgaline karşı bir toplantı


düzenlemişlerdir, işgali protesto etmişler ve işgallere karşı alınacak tedbirleri
görüşmek için de çeşitli toplantılar düzenlemişlerdir. Bazı öğrenciler cepheye
240

katılmaya karar verirler. Gönüllü öğrencilere elbiseler verilerek cepheye


gönderilirler (Göldaş,1981; 126).

4.1.5.4.10. Ankara’da

Ankara’da okullar milli mücadele için en etkili propagandaların


yapıldığı yerler olmuşlardır. Meclisin açılması ile milletvekillerinin oturacağı
sıralar öğretmen ve öğrencilerin yardımlarıyla Ankara okullarından taşınarak
salona yerleştirilir. Meclis açılınca tutanakların tutulma işini öğrenci ve
öğretmenler yaparlar. Ankara Lisesi’nin bir bölümü İstanbul’un işgalinden (16
Mart 1920) sonra asker hastanesi olarak kullanılır ve öğretime bir süre ara
verilir. Ankara Lisesi öğrencileri topluca Mustafa Kemal’e başvurarak
cepheye gitmek istediklerini bildirirler (Velidedeoğlu,1971;13).

Mustafa Kemal’in öğrencilere 1921 yılında Ankara’da, Anadolu


hareketinin gelişmesine paralel olarak, öğretmenlerin de merkezi bir
örgütlenmeye ihtiyaç duymaları İstanbul Muallimler Cemiyetinin de
etkilenmesine yaramıştır. Bu merkezi örgüte katılıp-katılmama cemiyet
arasında tartışmalara sebep olmuştur. Cemiyet 29 Aralık 1922’de ikinci
olağanüstü bir kongre daha toplamıştır. Bu kongreye iki yüz elliden fazla aza
katılmıştır. Kongrede ele alınan konular; İstanbul’un içinde bulunduğu karışık
durum, maaşlarını alamamaları, Anadolu’daki muallim açığı, bazı
muallimlerin Anadolu’ya gitmek fikrinde oldukları, Anadolu’nun milli mücadele
döneminde kendilerini haksız yere suçlamaları ve bundan duydukları
üzüntüdür (Muallimler Mecmuası, Ocak 1923, .64-69). Maksatları maarifi
buhrandan kurtarmaktır. Bunun için Ahmed Halit ve İbrahim Alaaddin Beyler
on beş gün mezuniyetle Ankara’ya giderler. Mustafa Kemal ve İsmet İnönü
tarafından büyük bir ilgi ve sevgiyle karşılanırlar. Cemiyet Ankara’daki Birliğe
katılma kararı alır ve tam olarak 1924 yılında katılır.

4.1.5.5.Yüksek Öğretimdeki Sorunlar

Birinci Dünya Savaşı sonrasında ülkedeki bütün kurumlar gibi


Darülfünûnda da ciddi sıkıntılar yaşanmıştır. 1918-1919 öğretim yılı başında
yabancı hocalar ülkelerine dönmüşlerdir. Bütçe tasarrufları sebebiyle
241

fakülteler için kiralanan binaların hemen hemen hepsi boşaltılmış; savaş


sonunda terhis edilen öğrencilerin de dönmesiyle geniş ölçüde yer ve öğretim
elemanı sıkıntısı yaşanmıştır.

Darülfünûn Edebiyat Fakültesi Müdürlüğü’nden yapılan duyuru ile; 11


Kasım 1918 Pazartesi günü müderris yardımcısı İbrahim Necmi Bey
tarafından “Edebiyatımızın son yüzyıldaki yenileşmesine dair” ve 13 Kasım
Çarşamba günü müderris filozof Rıza Tevfik Bey tarafından “Felsefeye Dair”
serbest dersler verileceğinden ilgilenenlerin öğleden sonra saat dörtte adı
geçen yerde bulunmaları ilan edilmiştir( İkdam Gazetesi,9 Kasım 1919).

Ateşkesten sonra uygulanan bütçe tasarrufları nedeniyle fakülteler için


kiralanan binalar boşaltıldığı gibi okul adına alınmış olan arsalar da satışa
çıkarılmıştır. Maârif-i Umûmiye Nezâreti’nden yapılan bir duyuru ile;
Dârüîfunun enstitüleri ile kütüphane inşa edilmek üzere daha önce Nezâret
tarafından kamulaştırılması kararlaştırılıp ilgili komisyonca kamulaştırma
bedeli belirlenen; Darülfünûn bahçesinden, Lâleli Camii önünden
Çukurçeşme’ye giden caddeye kadar uzanan sekiz adada bulunan 168 kıta
arsa ve binalardan o zamana dek satın alınanlardan başka kamulaştırmadan
vazgeçildiği gibi satın alınan arsaların da satılması kararlaştırılmış olup bu
arsaları almak isteyenlerin Maarif muhasebesine başvurarak ayrıntılı bilgi
edinebilecekleri ilân edilmiştir. Öte yandan İtilaf Devletlerine ait binaların iade
edildiği sırada Hukuk Fakültesi olarak kullanılan Union Fransız binası da
boşaltılarak okulun eşyası Darülfünûn binasına taşımaya başlanmıştır(Minber
Gazetesi, 16 Kasım 1918).

Nakil işlemleri tamamlandıktan sonra 18 Kasım’dan itibaren Hukuk


Fakültesi’nde öğretime başlanmıştır. Ayrıca Kız Darülfünûnu da
Sultanahmet’teki Telif ve Tercüme Dairesi’ne nakledilmiştir. Daire ve
encümenlerden bir kısmı ise Divanyolu’ndaki Lisan Enstitüsü’ne ve Lisan
Enstitüsü ile Fen Eğitim Komisyonu da Darülfünûna nakledilmiştir (Minber
Gazetesi, 27 Kasım 1918).

Darülfünûn Edebiyat Fakültesi’nde de öğretim yılı başlamış olup bu


konuyla ilgili olarak fakülte müdürlüğünden bir duyuru yapılmıştır. Buna göre;
“1918-1919 öğretim yılında Yüksek Öğretmen Okulu’na kaydolmak isteyip de
242

henüz yatılı uygulamanın başlamaması üzerine öğrenime devam etmeyen


veya Darülfünûna kayıt olup ordudan terhis olundukları halde henüz devama
başlamamış olan öğrencilerin öğretim yılını kaybetmemeleri için derslere
devam etmeleri gereği” ilan edilmiştir.

Maarif Nazın Ali Kemal Bey, Paris Yüksek Öğretmen Okulu Müdür
Yardımcısı Mösyö Şamon ile birlikte Darülfünûnu ziyaret etmiştir. Ali Kemal
Bey Darülfünûn’da yapılacak olan yeni düzenlemeler için Mösyö Şamon’un
uzmanlığından ve bilgisinden yararlanılacağını belirtmiştir( İkdam Gazetesi,
14 Mart 1919).

Darülfünûn kadrosunda yapılan değişiklik sırasında kız şubesi


kaldırılmış olduğu için bu şubenin öğretmenleri derslere devam
etmediklerinden kız şubesi, durum kesinlik kazanmcaya kadar Nisan ayına
kadar tatil edilmiştir(İkdam Gazetesi, 2 Nisan 1919).

Sadrazam Damat Ferit Paşa, beraberinde Maarif Nazın Ali Kemal Bey
olduğu halde 8 Mayıs günü Darülfünûnu ziyaret etmiştir. Felsefe şubesinden
Rıza Tevfik Bey ile Fıkıh şubesinden Seyyid Bey’in önergelerini dinlemiştir.
Daha sonra Darülfünûnun öğretmenleri ile erkek ve kız öğrencileri hazır
olduğu halde konferans salonuna gidilmiş ve Rıza Tevfik Bey öğretmenler
adına uzun bir söylevde bulunmuştur. Konuşmasında; “Bilim kuruluşu olan
Darülfünûna dini ve politik ihtirâsların giremeyeceği ve burada dini
tartışmalara söz konusu olmadığını, ulusların ilerlemesi ve büyümesine
hizmet eden fen bilimleri, hukuk ve matematik gibi öğretim ile uğraşıldığını”
belirterek “öğleye kadar erkek, öğleden sonra kız öğrencinin öğrenim görmesi
sebebiyle dışarıda dolaşan dedikoduların anlamsız ve yersiz olduğunu” ifade
etmiş ve sözlerine “serbest öğretimin sağlanmasını, Avrupa ile ülkemizi
yakından tanıyan Zeki Paşa’dan rica ederiz” cümlesiyle son vermiştir (İkdam
Gazetesi, 9 Mayıs 1919).

4.1.5.5.1. Darülfünûn Öğretiminde Yapılan Yeni Düzenlemeler

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra Darülfünûna getirilen


birçok Alman profesör savaş sonrasında okul ile ilişkilerini keserek ülkelerine
dönmüşlerdir. Bu sebeple dört yıl önce kurulan kürsülerden bazıları
243

kaldırılmış ve oldukça dağınık olan uzmanlık bölümleri, Fransız


Darülfünûnunda olduğu gibi dört şube olarak eski haline dönüştürülmüştür.
28 Kasım 1918 günü toplanan müderrisler meclisi bu sebeple Darülfünûn
Edebiyat Medresesi’nin son şeklini saptamıştır. Mecliste yapılan
tartışmalardan sonra kaldırılan kürsüler ise; Ural ve Altay Dilleri, Sami Dilleri,
Karşılaştırmalı Gramer Bilgisi, Batı Tarihi Edebiyatı, Uygarlık Tarihi, Güzel
Sanatlar Tarihi olmuştur. Profesör Yakubi’nin sorumluluğunda olan Metafizik
kısmını Rıza Tevfîk Bey, Felsefe Tarihi kısmını Mehmet Emin Bey
üstlenmişlerdir. Tüm eğitim dersleri İsmail Hakkı Bey’in sorumluluğuna
verilmiş ve yalnız Deney, Labaratuvar Eğitim ve Ruhbilim kürsüsü Amerikalı
uzmanın gelmesine kadar boş bırakılmıştır. Eskiçağ Kavimleri Tarihi kürsüsü
de boş bırakılmış ve bu kürsüye İstanbul’da bulunan Amerikalı profesör ile
Müze Müdürü Halil Bey’in adaylıkları koyulmuştur. Fransız Edebiyatı Tarihi
adıyla bir kürsü Halid Ziya Bey’in sorumluluğuna verilmiş ve Alman ve- İngiliz
Edebiyatları kürsüleri de boş bırakılmıştır. Ayrıca Klasik Edebiyat kürsüsü
kurularak müderris Yahya Kemal Bey’in sorumluluğuna verilmiştir( Vakit
Gazetesi, 30 Kasım 1918).

Darülfünûn’daki yapılacak olan yenilikler ile ilgili Minber Gazetesinde


çıkan İsmail Hakkı Bey ile yapılan mülakata bakacak olursak:

Darülfünûn’un Yeni Teşkilatı Hakkında Mülâkat

Darülfunün meclis-i müderrisi tarafından tâkip olunan nokta-i nazarları


öğrenmek ve müesssenin istikbali ve teşkilatı hakkında mevcut tasavvurâta
dair mâlumat almak için Darülfunûn Terbiyeyi müderrisi İsmail Hakkı Bey
Efendi ile bir mülakat icrâ eyledik.

Bu hususta vermiş oldukları malumata göre Darülfünûn son


zamanlarda sarf olunan emek nispetinde müfid olamaması burası için
mekâtib-i İhzâriyye demek olan sultanilerin henüz pek genç müesseseler
olmasından ve harp münasebetiyle Darülfünûnun talebesiz kalmasından
mütevellidir. Diğer taraftan bizim Darülfünûnumuz şimdiye kadar nef’i
mahdud bir zümreye munhasır tedrisat sahasında izhâr-ı faaliyet etmiştir.
Halbuki ilmi ve millî vezâifi itibariyle tekâmül-ı içtimâ’ide büyük rol ifade
etmesi icap eder.
244

Hatta Avrupa’da Darülfünûnlar harb esnasında içtima-i sahada


çalıştılar. Durkheim gibi profesörler propaganda cemiyetinin katib-i
umumiliğini ifâ etmek suretiyle doğrudan doğruya fiiliyata dahil oldular. Bizim
Darülfünûnumuz şimdiye kadar bir hareket-i fikriyeyi izhar etmek ve bu
cümleden olarak Türk Milletinin tarihini medeniyetini ilmi ve tarih ve sâikle
isbat etmek teşebbüsündedir.

Darülfünûn’un ale’l-âde zamanlarda dahi ifa edeceği vezâif-i ilmiye ve


neşriyye vardır. Ez cümle büyük, küçük, kadın erkek, yüzlerce halkı kürsüsü
etrafında toplayan ders-i’ âmmlar(herkese açık olarak yapılan ders) ilim
mefkuresi gibi medeniyet hislerinin de intişârına en müsait bir fezâdır.
Darülfünûnumuzda bir nevi umumi derslerin inkişâfı temenni edilir.

Darülfünûn müderrislerinin tayini meselesin de de Hakkı Beyefendi


şimdiye kadar takip olunan tayin usulünün bundan böyle tebdiliyle
muallimlerin Avrupa Darülfünûn’larında olduğu gibi intihaba tabi tutulmak
istenildiğini beyan etti. Darülfünûn heyeti kendi arasında münhal mevkilere
layık zevâtın intihabı için en ziyade alakadar ve salâhıyyetdâr bir heyet
olmakla müderrisliğe intihab olunacak zevatın âsârını tedkik ve hazırladıkları
tezleri takdim edecektir. Ancak bu suretle Darülfünûnumuz efradı mütasanid
bir aile-i ilmiye haline gelebilecektir(Minber Gazetesi, 8 Kasım 1919).

Darülfünûn terbiye müderrisi olan İsmail Hakkı Bey ile yapılan


mülakatta şu konular gündeme getirilmiştir:

Savaştan dolayı Darülfünûn ‘da öğrenci sayısı düşmüştür. Belli bir


zümreye hitap eden bu kurum artık tüm halka hitap etmeli halk ile iç içe
olmalı halktan kopuk olmamalı. Avrupa’dan Sosyolog Durkheim’den örnekler
vererek savaşta bile halkın içinde olduğunu ifa de eder. Bu kurumlar, milletin
tarihinin, kültürünün, medeniyetinin öğretildiği yerler olmalı. Halkım tüm
kesimini ayırmaksızın bu kurundan faydalanmalı. Darülfünûn müderrislerin
tayin ve atama işleri Avrupa ülkelerinde olduğu gibi hem yeterliliğine hem de
hazırladıkları tezlere bakılarak bir komisyon tarafından seçilecektir. Bazı
dersler müderrislerin olmamasından kaynaklı olarak kaldırılmıştır.

Bu suretle Edebiyat Medresesi (Fakültesi); Edebiyat, Tarih,


Coğrafya,Felsefe adlarıyla dört şubeye ayrılmıştır. Bu şubelerden, diploma
245

almak isteyen öğrenciye tüm dersler zorunlu olmayıp Fransa’daki yöntem


kabul edilmiştir. Darülfünûna alınacak öğretmenlerin kabul usulü hakkında
Fransız “agregasyon”unu karşılayan bir sınav açılmıştır. Alman profesörleri
sorumluluğunda bulunan derslerden bir kısmı Türk müderrislere dağıtılmış,
bir kısmı da kaldırılmıştır. Darülfünûn kütüphanelerinin birleştirilmesi ile
öğrenci ve öğretmenlerin yararlanmasını sağlayacak bir şekle getirilmesi için
bir komisyon oluşturulmuştur.Maarif Nezareti ile ilgili uygulamalar hakkında
Müsteşar Muslihiddin Adil Bey bazı açıklamalarda bulunmuştur(Vakit
Gazetesi 17 Aralık 1918).

Hukuk Fakültesi müderrisler meclisi 2 Şubat günü bir toplantı yaparak


programlara değiştirilmesi hakkında birkaç haftadan beri devam eden
görüşmeleri sonuçlandırmıştır. Fakültenin öğrenim süresi dört yıl olarak
kararlaştırılmış; üçüncü sınıfı tamamlayan öğrenci bir yıl da adlî, siyasî veya
iktisadî şubelerinden birine devam ederek mezun olacaktır. Doktor olmak
isteyenler bir araştırma eseri (tez) yazarak bunu savunmak zorundadırlar(
Vakit Gazetesi, 3 Şubat 1919).

Edebiyat Fakültesi’nde bazı dersler kaldırılmıştır. Müderris Ali Ekrem


ve Necmi Beyler tarafından verilen Edebi Düşünceler, Necip Asım Bey’in
verdiği Türk Dil Tarihi, Halim Sabit’in verdiği Edebi Eserler İncelemeleri,
Mehmet Emin Bey’in verdiği Felsefe Tarihi, Ahmet Emin Bey’in verdiği
İstatistik dersleri kaldırılmış, öğretmenleri de açıkta kalmıştır. Sosyoloji
müderrisi Ziya Gökalp ve İslam Tarihi müderrisi Ağaoğlu Ahmet görevden
alınmıştır. Ondokuzuncu Yüzyıl Tarihi, Yeniçağ Tarihine ilave edildiğinden
öğretmeni Ali Muzaffer Bey açıkta kalmıştır. Osmanlı Tarihi öğretmenlerinden
Efdaleddin ve Kâzım Şinasi Beyler açıkta kalarak Osmanlı Tarihi dersi
tamamen Ahmet Refik Bey’e bırakılmıştır. Batı Tarihi Edebiyatı müderrisi
Halid Ziya yerine Yahya Kemal atanmıştır. Sosyoloji dersine Necmeddin
Sadık görevlendirilmiştir. Diğer bazı derslerin de kaldırılması olasılığı vardır.
Açıkta kalan müderris ve öğretmenlerin Darülfünûn’daki maaşlarıyla sultani
okullarına atanmaları düşünülmüştür (Vakit Gazetesi, 23 Mart 1919).

Darülfünûn Fen ve Hukuk Fakültelerinin teşkilatı henüz


sonuçlanmamıştır. Edebiyat Fakültesi’nde yeni oluşturulan teşkilat gereğince
Fakülte; edebiyat, felsefe, tarih ve coğrafya olmak üzere dört şubeye
246

ayrılmıştır”. Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde Darülfunün ile ilgili bazı


problemlerde sık sık basında gündeme getirilmiştir. Şöyleki:

Darü’lfünunda Münhal Kürsüler

İstanbul Darülfünûnunun Edebiyat ve Hukuk Fakültelerinde bazı


medreselerin gerek şehrimizdeki vazifeleri ve gerek heyet-i murahhasamıza
iltihak etmiş olmaları itibariyle bir kısım kürsülerin vekaleti işgal edilmekte
oldukları malumdur. Medreselerinden çoğunu gaip ettiği cihetle bilhassa
Edebiyat Fakültesi tedrisat nokta-i nazardan mühim bir boşluk arz etmektedir.
Keyfiyet-i nazarlar dikkate alan Darülfünûn, mezun medreselerin vazife-i
asliyelerine avdet etmeleri için ait oldukları vekaletler nezdinde teşebbüsatta
bulunmuşlardır. Bu meyanda şer’i, maarif ve hariciye vekaletleri birkaç güne
kadar daire-i hizmetlerinde bulunan Darülfünûn hocalarının vazifelerine
avdetleri(asıl görevlerine) imkanı temin edecek bir karar ittihaz(kabul
edilecektir) eyleyecektir(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 1 Mart 1923).

Maarif Nezareti tarafından Darülfünûnun çeşitli şubelerinde


uygulanmakta olan yeniden yapılanma çerçevesinde Fen Fakültesi’nde
yapılan teşkilat, Darülfünûn Genel Müdürlüğü’ne tebliğ olunmuş olup hemen
hemn tüm bölümlerde yeni bir yapılanmaya gidilmiştir.Hangi derslere kimlerin
gireceği belirlenmiş, bazı dersler muallimlerinin olmamasından dolayı
tamamen kaldırılmıştır. Özellikle Darülfünûn’un öğrencileri ve muallimlerinin
aktif olarak Milli Mücadele Döneminde rol almışlardır.

4.1.5.5.2 Darülfünûn Olaylarının Başlaması ve Genişlemesi

“Darülfünûn tarihi” adlı eserinde Mehmet Ali Aynî daha önce


Almanya’dan getirtilmiş olan öğretim üyelerinin, Mondros Mütarekesiyle
birlikte İstanbul’u terk etmek zorunda kaldıklarını ve müttefik işgalinden sonra
da Darülfünûn için gerçek bir mûsibet döneminin başladığını kaydeder.
Özellikle Edebiyat Fakültesi’nin kıymetli erkanından Sosyoloji Profesörü Ziya
Gökalp ile Tarih profesörlerinden Ağaoğlu Ahmet Beylerin önce Bekir Ağa
bölüğüne sonra Malta’ya sürgünleri; İngilizlerin asker sevk ederek derslerin
verilmesini engellemeleri “bir devr-i keşmekeş ve felâket” yaratmıştı
(Ayni,1995:80).
247

Bu süreç içinde Mehmet Ali Ayni’nin belirttiği “devr-i keşmekeş ve


felaket” ikinci kez Mart 1922 sonu ile Nisan ayları ve nihayet nihâi zafer
günlerine kadar devam edecek bir şekilde yeniden yaşanmıştı. Ancak şimdiki
kargaşalık nedeni dışarıdan herhangi bir telkin ya da müdahaleden ziyade
hürriyet ve itilafçılığa yakınlığıyla bilinen bazı müderrislerin “milli kimlik ve
benliği küçük düşürücü ve milli hislere aykırı tavır ve görüşlerinin” giderek hız
kazanmasıydı. Buna karşılık öğrencilerin başlattıkları eylemler ise, Milli kimlik
ve benliği hafife almaya kalkışan bazı öğretim üyelerini protesto etmeye
yönelik bir tavır, bir anlamda grevdi(Gürkan, 1971: 14).

Müterâkeden bir süre sonra Ali Kemal Sabah gazetesinde yazmış


olduğu “Hakk-ı İstiklâl ve Türkler” başlıklı yazısında “kendini idareye
iktisaden, ilmen, siyaseten ve medeniyeten muktedir olmayan bir kavmi;
haydi git istediğini yap diye başıboş bırakmanın ne terakkiye ne insaniyete
hizmet olamayacağını bilakis cihande kargaşa ve zararları arttırmanın yanı
sıra asrın icablarını idrak edememektir” şeklinde görüşler beyan etmesi
Darülfünûn öğrencilerinde tepkiler doğurmuş ve o nedenle kendisine “Artin
Kemal” adı verilmiştir( Gürkan,1971: 15).

Ali Kemal’in “hakk-ı istiklâl ve hürriyet hangi kavimlere cemiyet-i


medeniyece bahş edilmelidir, onların tetkik edilmesi gerekir” şeklinde,
İstiklâle sahip olabilmek için öne sürdüğü 5 şartın kendinize (Türklere) tatbiki
halinde; istiklale hürriyete bi hakkın müstahak olmak için nekaisden (kusur ve
kayıplar) bir türlü beri olamadığımız görülür ve bu durumu da teslim etmeliyiz”
biçiminde devam eden makalesi, Darülfünûn grevinde birinci sebep olarak
gösterilmektedir.

Gürkan’a göre Darülfünûn Grevinde ikinci sebep ise Rıza Tevfik’in 29


Mart 1922’de “Fuzûli’nin Mülâhazât-ı Felsefiyesi” konulu konferansıdır. Hukuk
edebiyat ve Fen Fakültelerinin bulunduğu Vezneciler’deki Zeynep Hanım
Konağının yanı başındaki konferans salonunda verilen konferansta askeri-
sivil kalabalık ile öğretim üyelerinin de hazır bulunduğu bir ortamda Rıza
Tevfik “Fuzuli Türk değildir, Aeemdir.” Şeklinde söz başlar başlamaz ön
sırada oturan Süleyman Nazif “Hatip Bey yanılıyorsunuz. Fûzuli Türktür ve
Azeri Türklerindendir” şeklindeki tepkisine Rıza Tevfik şu cevabı vermiştir.
248

“Efendim Türk değildir, eğer Türk olsa idi bir şiirinde Türk dili şiiri
olmaya müsâit değil ise de, benim kudret-i şairânem bu lisana, bu kabiliyeti
bahşetmiştir demezdi. Hem efendim Türk olsa ne çıkar? Siz Türkler, bir tek
Fûzuli’yi aranıza almakla ne kazanırsınız? İmam-ı Azam da Türk değildir.
Türk’ün asırlar boyu bileğinde salladığı kılıcından başka övünülecek nesi
var? Siz Türkler bugün hâlâ daha Makarr-ı(payitaht-ı) Hilafet-i İslâmiyye olan
İstanbul’da oturabiliyorsunuz, bunu Düvel-i Muazzamanın, Âlem-i İslâm’a
karşı olan hürmetine borçlusunuz”(Gürkan,1971: 16).

Bu sözler üzerine öğrenciler birden ayaklanmışlar ve toplantıya


katılanların birçoğu Rıza Tevfik’i “Milliyetsiz” olmakla suçlamışlardı. İşte bu
olayda Darülfünûn grevinin ya da olaylarının ikinci nedenini oluşturuyor ve
öğrenciler 30 Mart’ta 1922 Perşembe günü bir kongre yapmışlardır. Bu
kongre de alınan kararlar İstanbul gazetelerinde haber olarak çıkmıştır. 8
Nisan 1922’de Trabzon da basılan İstikbal gazetesinde Edebiyat Medresesi
talebelerinin kongrede aldıkları kararlar ”Milliyetsiz Müderrisler” başlıklı
haberde şöyle ifade edilmiştir;

Milliyetsiz Müderrisler

Darülfünûn Talebelerinin Kararı

İstanbul Gazetelerinde okunduğuna göre 30 Mart 1922 Perşembe


günü Darülfünûn’da içtima eden Edebiyat Medresesi talebesi akd ettikleri
fevkalâde kongrede ittifak arayışıyla mukarrerâtı(kararları) ittihaz (kabul
)etmişlerdir.

1- Türk Darülfünûnu Türk Milletinin ahlak ve âli müessesesini bilen


Edebiyat Medresesi kendi samimi varlığı arasında manevi
heyecanların zevkinden mahrum, muhacim(saldıran) şahsiyetleri
görmekten dolayı hüzünlüdür.

2- Darülfünûn gençliği memleketin vicdanı esasen mahkum edilmiş fakat


her nasılsa ahlak ve irfan ocağına sokulmuş olan bu efendilere karşı
nefret duygularını beyan eder.

3- Kongrece müntehâb(seçilmiş) bir heyetin Cenab Şahabettin,


Yarsamıyan, Ali Kemal, Rıza Tevfik ve Hüseyin Danış Beylere ve
kararları tebliğ ile istifaya davet ve talebenin ilim ve irfan namına değil;
249

alelâde bir vatandaş sıfatı ile dahi kendileriyle münasebette


bulunmayacaklarını ilan eder.

Dar-ul Fünun Talebelerinin Beyanatları

Ankara-(Muhabiri Mahsusumuzun Telgraf nâmesidir): Mütâreke


devrinin ve Damat Ferit idaresinin Darülfünûna soktuğu dört rezilden Ali
Kemal ‘’Her sükûtumuzda memleket temizlendi !’, Cenab Şahabettin
‘’Yunanlılar menfaatımıza çalışıyorlar !.’’ Filozof Rıza Tevfik ‘’Türk bayrağı
masum kanlarıyla kızıl bez parçasıdır !.’’ Hüseyin Danış ,Ertuğrul Gaziye
tatar yavrusu sevilmek gibi rezalet ve hıyanette bulunduklarından Darülfünûn
talebeleribu maskaralıkları istemediklerini beyan etmişlerdir(İstikbal Gazetesi,
9 Nisan 1922).

Gazetede ifade edildiği gibi esasen öncelikle öğrencilerin istemediği


hocaları belirtmekte yarar var. Bu hocalar, Avrupa Münasebetleri Tarihi
müderrisi Ali Kemal, Türk edebiyat Tarihi müderrisi Cenab Şahabettin, İran
Edebiyatı müderrisi Hüseyin Daniş, Felsefe müderrislerinden filozof Rıza
Tevfik ve müderris Barsamyan Efendi idi. Ali Kemal’e karşı öğrencilerin
kızgınlarının sebebi belliydi. Ali Kemal, kendini iliğine kadar siyasete
kaptırmış ve bu siyaset daima muhalif, menfi ve büyük halk yığınının hislerine
aykırı, hırçın ve inatçı bir politika olmuştu. Daha önceki muhalif tavrı bir yana
özellikle mütâreke devrinin başından sonuna kadar yazdığı devamlı ve ısrarlı
olumsuz yayınlarla kamuoyuna karşı bir nevi sinir savaşı açmıştı
(Göztepe,1969:414-415).

Cenab Şahabettin’de Milli Mücadele karşıtı tavrının yanı sıra “La


Revue Des Deux Mondex” adlı bir dergiye verdiği demeç öğrencilerin
kendisine karşı kızgınlıklarına neden olmuştu. Cenab Şahabettin’in verdiği
demeç, 25 Mart 1922 tarihli İkdam gazetesinde Yakup Kadri’nin makalesine
konu olmuş ve hadiseyi Yakup Kadri “bir züppenin tekâmülü” başlığı altında
değerlendirilmiştir.

Yakup Kadri’nin makalesine göre Cenap Sahabettin “Türkler ilim ve


medeniyet sahasında hiç bir şey yapmamışlar, hiç bir eser vücuda
getirmemişlerdir. Ne bir mezhep, ne bir felsefe, ne bir sanat yaratmışlardır”
demiştir. Yakup Kadri 1 Mart tarihli dergide yayınlanan bu yazıyı ve demeç
250

sahibi Cenap Şahabettin “iftiralarla dolu bir züppe azmanı” olarak


nitelendirmişti. Yakup Kadri’ye göre Cenap Sahabettin bu demeciyle
“züppeliği ilk defa olarak Türk edebiyatına sokmak suretiyle Türk’ün milli
kültürüne saldırmış Türk düşmanı ve Türk edibiydi”. Yakup Kadri yazısına
şöyle devam ediyordu:

Bazı ilmi ve tarihi gerçekler vardır ki bunlara bağlı bulunduğunuz millet


ve cemiyet menfaatlerine aykırı olsa da söylemek bir çeşit fikir cesareti gibi
düşünülebilir. Bunun yüzünden âlimler vardır ki “Herşey den evvel hakikat”
derler. Bu hakikatı evlâdı bulundukları vatanın zararına olsa da itiraftan
çekinmezler. Bunun adına “ilmi namuskârlık” derler. Halbuki onun sözleri ilmi
ve tarihi hakikatlere dayanmak şöyle dursun, tamamıyla yalan ve iftiradan
ibarettir. Öyle yalanlar ve iftiralar vardır ki bizi layıkıyla tetkik etmemiş bazı
Batılı âlimler tarafından birer hakikat olarak neşredilmiş ve bu züppe azmanı
da bütün bunlara “doğma” gibi iman etmiştir(Karaosmanoğlu, 1981:134-135).

Yakup Kadri tarafından Darülfünûn olaylarının çıkmasına az bir zaman


kala bu şekilde eleştirilen Cenap Şahabettin’den sonra Rıza Tevfik de 1
Nisan 1922 tarihli Peyam-ı Sabah’ta “Efendiler koğuşunu terk ediyorum”
başlıklı bir yazı yazar. Rıza Tevfik söz konusu yazısını 30 Mart tarihinde
öğrencilerin aldıkları kongre kararı ertesinde derslerine girmemeleri üzerine
yazmıştı. Rıza Tevfik söz konusu yazısında “öğrencileri asi olarak
nitelendirerek, bir gün önceki boykot kararı nedeniyle öğrencilerin sınıflarını
tulumbacı koğuşuna benzetmiş ve şöyle devam etmişti:

“Aristo, talebesi Büyük İskender’in babasına kralzâdeler için ayrıca bir


usulü tedris yoktur” demiş, kaldı ki sizler kralzâde de değilsiniz. Hamd olsun
ki koğuşunuzdan ayrılırken gözüm arkada kalacak tek bir hatıra
bırakmadınız. Rıza Tevfik’in bu sözleri öğrencileri daha fazla galeyana
getirmiştir (Peyam-ı Sabah Gazetesi,1 Nisan 1922).

İstenilmeyen müderrislerden İran Tarihi ve Edebiyatı müderrisi


Hüseyin Daniş Bey’in istenmeme gerekçesi hakkında Göztepe’nin eserinde
bilgi bulunamıyorsa da, Ali Kemal’in “Darülfünûn’da” başlıklı makalesine göre
Hüseyin Daniş Bey “Ertuğrul Gazi’ye Tatar yavrusu” demekle itham
edilmişti(Peyam-ı Sabah Gazetesi,6 Nisan 1922).
251

Darülfünûn öğrencilerinin Barsamyan Efendiyi istememe gerekçesi ise


yine milli his ve heyecandan kaynaklanan bir durumdu. Azerbaycan İçişleri
Bakanı Behbûdhan Civarşirin 18 Temmuz 1921’de İstanbul’da öldürülmesiydi
(Gotthard, 1989:156).

Milli galeyan ve heyecan ile mütareke tekliflerinin ortamı giderek


gerginleştirdiği bir dönemde ortaya çıkan Darülfünûn olayları derhal dönemin
fırkalarına mal olmuştu. Her fırsatta karşı karşıya gelen ittihatçılık ve itilafçılık,
bu davayı vesile addederek, Darülfünûn’a ait bir hadiseyi istismara
kalkışmışlardı. Özellikle Hürriyet itilafçıların öğrencilikle hiç bir ilişkisi
olmayacak türde tavır ve davranışlarına karşı; öğrenciler hesaplı, ölçülü,
bilinçli ve alabildiğince metodlu hareket etmişlerdi. Hocaların tavır ve
görüşlerine isyan eden öğrenciler. Milli his ve benliğe aykırı görüşleri açık
delillerle ortaya koymuşlar ve derslerine devam etmek istemedikleri hocaları
hakkındaki gerekçeleri ayrıntısıyla açıklamışlardı(Göztepe,1969:417-418).

4.1.5.5.3. Öğrencilerin Aldıkları Kararlar ve Olayların İstanbul


Basınına Yansımaları

Uzun süreden beri devam eden siyasi ve sosyal gerginlikleri yaşayan


Türk halkı gibi üniversite gençliği de hem bu gerginlikleri yaşıyor ve hem de
üniversite hocalarının tavır ve görüşlerine artık tahammül edemez duruma
gelmişlerdi. Bu tahammül sınırını aşan olay 16. Yy. Türk şairi Fûzuli İle ilgili
filozof Rıza Tevfik’in sunduğu konferans olmuştur. Yukarıda açıklandığı gibi
Rıza Tevfik’in milli hislere aykırı konuşması bazı hocaların yanı sıra
öğrencilerin de tepkilerine neden olmuş ve öğrenciler 30 Martta bir toplantı
yaparak önemli kararlar almışlardı.

Tabiatıyle Rıza Tevfik’in konuşması tek başına olaylara neden olan


faktör değildir. Öteden beri milli hisleri rencide edici görüşlerin yer yer dile
getirilmiş olması olayların asıl nedenidir. Bu bakımdan Rıza Tevfik’in
konferansı, olayların başlamasında yalnızca bir kıvılcım olmuştur. Bu
bağlamda gazetelerde çıkan haberlerde ise öğrenciler tepkilerini sürekli yazılı
basında gündeme getirmişlerdir şöyle ki;
252

Öğrenciler 30 Mart tarihinde Coğrafya Enstitüsünde içlerinden


seçtikleri Halit Oğuz adlı öğrencinin başkanlığında toplanarak hararetli
konuşmalar yapmışlar ve Ali Kemal, Rıza Tevfık, Cenap Şahabettin, Hüseyin
Daniş ile Barsamyan Efendi’nin görevlerinden azillerini, aksi halde derslere
devam etmeyeceklerine dair bildiriyi “Müderrisler Meclisi”ne sunulmak üzere
Müderrisler Meclisi Reisi İsmail Hakkı Bey’e söz konusu kişilerin öğrencilerin
ilim ve irfan namına değil, alelade bir vatandaş sıfatı ile dahi kendileriyle
münasebette bulunmayacaklarını belirtmişlerdi (İstikbal Gazetesi, 30 Mart
1922). Öğrenciler Darülfünûnda ki müderrislerin niçin halen görevden
alınmadıklarını gazetelerde açıklamalar yaparak bu konuda kendilerinin
bilgilendirilmelerini istemişlerdir.

Öğrencilerin bu hareketi ilkin “fevrice verilmiş bir istemezük” kararı


olduğu sanılmıştı. Ancak öğrenciler böyle bir anlayışa sebep olmamak için
olayı halka da duyurmak amacıyla kararları ağaçlara ve tramvay direklerine
gizlice yapıştırmışlardı(Gürkan,1971: 18).

Öte yandan Rıza Tevfik’in olaya neden olan konferans metni 31 Mart
ve 1 Nisan tarihli Peyam-ı Sabah gazetesinde yayınlanarak Fûzuli’nin
İranlılığı ispat edilmeye çalışılmış ve konferansın protestolarla değil, alkışlarla
sona erdiği duyurulmuştu (Peyam-ı Sabah Gazetesi,31 Mart 1922).

Rıza Tevfik, 2 Nisan tarihli azınlıklar için çıkarılan “Reveit gazetesinde


ise “bir bardak suda fırtına” başlığıyla kendisini savunmuştu. Ona göre bu
olay, “fikri istiklalini koruyabilmiş olan bir kaç müderristen milliyetperverlik
adına Darülfünûn’u kurtarmak için bir bahaneydi. Olayların başlangıç noktası
ise, İranlılığından şüphe edilmeyen, hatta Leylâ ve Mecnun’u Şeyh
Nizamî’den satır satır kopye etmiş olan Fuzuli’nin Türk olmadığını açıklamış
olmasıydı. Rıza Tevfik burada bir çelişki içine de düşmüş, “Ben Fûzuli
İranlıdır, Türk değildir demedim. İranlı ruha sahiptir” demiştim şeklinde bir
açıklaması da bulunmaktaydı (Gürkan,1971: 18).

Bu olaylardan dolayı darulfunun geçici bir süre kapatılmıştır. Basına


şöyle yansımıştır:
253

Darülfünûn Divanı toplantısı sonrası, dosyanın Edebiyat Fakültesi’ne


tekrar havale edilmesi ve toplantı sırasında istenmeyen olayların çıkması
üzerine Darülfünûn bir süre daha kapalı kalmış ve nihayet Maarif Nezareti’nin
18 Mayıs tarihli gazetelerde “Darülfünûnun bir müddet daha kapalı
kalmasının bazı medreselerde bir, bazı medreselerde iki öğrenim devresinin
kaybolmasına sebep olunacağı” gerekçesiyle öğretime 20 Mayıs’ta
başlanılacağı duyurulmuştu( Peyam-ı Sabah Gazetesi, 18 Mayıs 1922).

Darülfünûn kapanacağı o günkü çıkan gazetelerin hepsinde


duyurulmuştur. Hakimiyet-i Milliye gazetesinde 10 Nisan 1922‘de
Darülfünûnun bütün şubeleri kapatılmıştır. Darülfünûn öğrencilerinin bu
mücadeleleri Anadolu da da yankı bulmuştur. Özellikle öğrencilerin çektikleri
telgraflar yayınlanmıştır. Bu telgraflardan bir örnek verecek olursak:

Darülfünûn Talebesi’nin Necabetini(soylulğuna)) Takdir

Ankara-(Muhabiri Mahsusumuzun Telgraf nâmesidir): Darülfünûnun


vatansız medreselerine karşı talebenin gösterdiği necabet Ankara’da ve
bütün Anadolu’da pek derin taksirat ile karşılanmıştır. Birçok mebuslarla
İnebolu gençleri tarafından Darülfünûn gençlerinin ulviyet ve necabeti
takdiren tebrik telgrafları çekilmiştir (İstikbal Gazetesi, 19 Nisan 1922).

Aynı zamanda Darülfünûn öğrencileri heyetler oluşturarak Anadolu’yu


gezerek hem milli bilgilendirmişler hem de bu mücadeleyi destekledikleri için
şükranlarını iletmişlerdir. Gazetede çıkan haberde şu başlıklarla
yayınlanmıştır:

Darülfünûn’lular Şükran Heyeti Anadolu’ da

Düşmandan tahlis olunan kul yerlerimizi ziyaret etmek üzere Dar-


ulfünunun muhtelif fakültelerine mensup yirmibir talebeden mürekkep bir
heyet galata rıhtımından medaniyeye müteveccihen hareket etmiştir. Talebe
ile birlikte medreselerden Şemsettin, Yahya Kemal, Şekip, Edebiyat
Fakültesinin baş katibi Kesriyeli Muhammed Sıtkı beyler bulunmaktadır.
Heyet evvela Bursa’yı ziyaret edecektir. Manisa, Kütahya, Afyonkarahisar,
İzmir’i ayrı ayrı ziyaret edeceklerdir(İstikbal Gazetesi, 18 Ekim 1922).

Aynı haber Hakimiyet-i Milliye gazetesinde ise şu başlıkla


yayınlanmıştır:
254

Darülfünûn Mümessilleri

Dün Şehrimizde Misafir Olmuşlar Ve Akşam İstanbul Mebusları


Tarafından Şereflerine Bir Ziyafet Verilmiştir.

İstanbul‘dan son büyük zaferimizi tebrik için Darülfünûn müderrisin ve


on iki talebemizden mürekkep bir heyetin Bursa ‘ya geldiğini ve yakında
Ankara ‘ya geleceğini yazmıştık. İstanbul‘da ki vazifemizle milliyet ve hamiyet
namına mücahidelerde bulunan bu irfan ordusu mensuplarından yalnız altı
talebe dün öğleden sonra saat dörtte gelen trenle Ankara ‘ya muvasalat
(ulaştılar) ettiler. Darülfünûnlular istasyonda maarif vekaleti tarafından kalem
-i mahsus müdürü İzzet Ulvi ve sicil müdürü Halil İbrahim Beyler tarafından
istikbal edildiler. Bazı devair-i(daire müdürleri) müdüranı ve muallimin de
istasyonda hazır bulunmuşlardır.İstikbal arzusunda bulunan İstanbul
mebusları misafirlerimizin vürudu sırasında istasyona yetişememişlerdir.:
Müderrisinden Şekip Bey ile talebeden bir kısım efendiler imtihan dolayısıyla
İstanbul‘a avdet etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Müderris Yahya Kemal
Bey Bursa ‘da kalmıştır. Daha sonra ise Ankara ‘ya geleceklerdir.

Darülfünûnun genç ve münevver heyetinin misafirliği için


darülmualliminliğinde yer hazırlanmış olduğundan doğruca darülmuallimine
getirilmiştir. Misafirlerimiz meclis binası önünden geçerken münhasır ve
hürmetkar nazarla ve milli heyecanlar içinde binayı süzmüşlerdir.

Heyet-i darülmualliminde biraz istirahat edildikten sonra Gelibolu


mebusu Celal Nuri, İstanbul mebusları Neşet ve Numan ve şeriye vekaleti
telif heyetinden İsmail Hakkı, Girit ve şura-ı evkaf azasından Vahit Beyler
darülmuallimine gelerek Darülfünûn talebe heyetiyle görüşmüşlerdir. Mebus
beylerle talebe biraz sonra meclis binası dahilini ziyarette bulunmuşlardır.

İstanbul mebusları heyet şerefine Anadolu Lokantasında bir akşam


ziyafeti vermişler, yemekte mebus Celal Nuri, Neşet ve Numan Beyler maarif
müdürü Talat darülmuallimin müdürü Kemal Beyler bulunmuşlardır. Yemek
pek samimi, İstanbul ‘a ve Bursa ‘ya kurtulan anavatan parçasına ait yolculuk
maslahatıyla geçmiştir.

Anadolu‘nun hür ve samimi kucağında, istiklal mücadelesinin


merkezi olan Ankara’mızda, aramızda bulunan misafirlerimiz Darülfünûn fen
255

şubesinden Sami ,Felsefeden Osman , Halil Vedat , Vehip Ata , İsmet ve


Edebiyattan Mustafa Nihal , beylerdir. Muhterem misafirlerimiz Bursa‘da
kalmışlar ve paşalar hazreti ile görüşmüşlerdir. Bursa‘dan Ankara ‘ya üç
günde gelmişler(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 18 Ekim 1922).

Sonuç olarak, Darülfünûn boykotu, öğrencilerin mütarekeden beri hızla


aşağılanan, hafife alınan, Türklük gurur ve şuuru ile millilik kimliği değerlerini
alaya alan, yer yer horlayan bir takım görüş ve düşünceler ülkenin işgal
edildiği, İzmir, Afyon, Eskişehir ve nihayet Sakarya gibi bir çok yerlerde Türk
kanının döküldüğü bir zamanın, yarattığı ruh hali sırasında cereyan etmiştir.
Milli duyguların galeyana gelmesiyle başlayan bu olay, bir süre sonra Hürriyet
ve İtilafçıların, İttihatçılarla kavgasına dönüşmüş ve olayların büyümesinde
sözü edilen, Darülfünûn hocaların basına verdikleri beyannamalerin etkili
olduğu ifade edilmektedir.

4.1.5.5.4.Serbest Âli Dersleri

Atatürk, daha Millî Mücadele yıllarında eğitimi, başlı başına bir ülke
sorunu olarak görmüş ve bu alanda, bir takım ciddi girişimlere öncülük
etmişti. Bunlardan birisi, Türk Kurtuluş Savaşı’nın kaderini belirleyen Sakarya
Meydan Muhârebesi’nden birkaç gün önce, 15 Temmuz 1921’de Ankara’da
bir “Mâarif Kongresi” toplayarak, eğitimle ilgili sorunların tartışılmasına ve
geleceğe dönük eğitim politikalarının oluşturulmasına bir zemin oluşturmaya
çalışmasıydı. Aynı şekilde, savaş yıllarında, ülkenin kıt imkânlarına rağmen,
eğitimin her kademesini geliştirmeye yönelik bazı adımlar da atılmıştır
(Öztürk,1994:56).

Bu adımlardan ilki Ankara’da Yüksek Dersler öncesi ise 1920


sonlarında Basın Yayın Genel Müdürü Muhittin Bey tarafından Erkek
Öğretmen Okulu Konferans salonunda “Halk Dersleri” adıyla açılmıştır. Daha
sonraları Ankara Sultanisinde “Serbest Âli Dersler’e” başlanmıştır
(Sarıhan,2009:28).

Yeni Türk üniversitesinin esaslarını hazırlamak amacıyla kurulması


planlanan “Serbest Âli Dersler” ilmi bir kuruluş olarak düşünülüyordu. ”Her
256

müderrisin serbesti-i fikri, serbest tedrisi mahfuz” olan bu kuruluşun üç amacı


vardı: Milliyetçilik, halkçılık ve aydınlık.

Bu dersleri verecek müderrisler 19 Mart 1922 tarihinde bakanlıkta


yaptıkları bir toplantıda, şu kararları almışlardır: Serbest Âli Dersler, yüksek
bir kurumdur. Öğretim ve yönetimde özerktir. Müderrisler fahri olarak ders
verir, öğrenciden ücret alınmaz. Yeni bir kürsü açılması ve müderrisin
seçilmesini” Müderrisler Heyeti” belirler. Belli bir dönem sonrasında, devam
edenlere bir belge verilir. Dersler şunlardır: Lisaniyet, Tarih, Terbiye, İktisad,-
Nazari, Hukuk-u Düvel, Maliye, İslam Güzel Sanatları Tarihi, Şimdiki Yüzyılda
Devlet, İktisâdi Görüşler Tarihi.

Aralık 1921 yılında başlayan Serbest Âli Dersler’in ilk dönemi 25 Mayıs
1922 ‘de bitmiştir. İkinci öğretim yılı da İlâhiyat, Sosyal Sağlık ve Psikoloji
alanlarında 1922 Ekiminde başlamıştır.

Bu arada İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Fakültesi öğrencileri, “Türk


Darülfünûnu, Türk milletinin ahlak ve ilim müessesesidir” diyerek, istiklal ve
milliyet hislerine yabancı olan, fakültede ki şu hocaların istifasını istemiştir:
Cenap Şahabettin, Barsamiyan, Ali Kemal, ,Rıza Tevfik, Hüseyin Danış. Tıp
fakültesinden de bazı isimlerin tespit edilmesi üzerine, hareket giderek
genişlemiştir. 10 Nisan 1922’de Darülfünûnun bütün şubeleri kapatılmıştır. Bu
hareket, Türkiye’nin en güç günlerinde üniversite öğrencileriyle Ankara
hükümetini birleştirmiş, Maarif Vekâleti Darülfünûn öğrencilerini telgrafla
kutlayıp desteklemiştir(Ergün,1982:21-22).

Kurum başkanı Yusuf Akçura, 1922-23 öğretim yılının açılış töreninde


yaptığı konuşmada, TBMM Hükümeti’nin işgâl eden düşmana, diğer yandan
da yüzyıllardan beri Türk milletinin üzerine çökmüş bulunan cehalet ve
taassuba karşı savaş verdiğini söyledikten sonra, bu kurumun ikinci amaca
hizmet etmek üzere kurulduğunu belirtiyordu. Akçura daha sonra, “Heyet-i
talimde müştereken Serbest Alî Derslerin istihdâf(hedefi) ettiği gaye üç
kelime ile hülâsa edilebilir: Milliyetçilik, halkçılık ve aydınlık!” diyerek kurumun
temel ilkelerini özetliyordu. Aynı törende, Mehmed Vehbi Bey’ de, yine
düşmana karşı kazanılan askerî zaferin, ancak ilim ordusunun kazanacağı
zaferlerle asıl amacına ulaşabileceğini ifade etmişti. Ona göre, ilim
257

ordusunun da erkân-ı harplere ihtiyacı vardı. Bunlar, ancak öğretmen


okullarından ve üniversitelerden temin edilebilirdi. Dârülfünun İstanbul’da
mahsur kaldığı için Anadolu’ya bir faydası yoktu. Oysa, Anadolu’nun
kaybedecek bir dakikası bile bulunmuyordu. Kaldı ki, Dârülfünun Anadolu için
yeterli değildi. Ayrıca Anadolu’da millî akımlardan feyz alan bir kuruma ihtiyaç
vardı. İşte, Serbest Âlî Dersler Müessese-i İlmiyyesi, Anadolu’nun ihtiyacı
olan bu üniversitenin çekirdeğiydi(Hakimiyet-i Milliye, 10 Ekim1922).

Bu kurumun açılması yönündeki ilk adım, Maarif Vekâleti bünyesinde


bir komisyonun oluşturulmasıydı. Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde 17 Haziran
1921 ‘de “konferans komisyonu” gazete de ilan edilmiştir.

Bu isimler şöyledir: Veled Çelebi, Yusuf Akçura, Suad, Cemal Hüsnü,


Nafi Atuf, Mustafa Şeref, Edib, Ziya Gökalp, Vehbi ve Kâzım Nami gibi, II.
Meşrutiyet’ten beri Türkiye’ nin önde gelen fikir adamı ve eğitimcilerinden
meydana gelen bu komisyon, ilk toplantısını 16 Haziran 1921’de yapmıştı.
Komisyon, a) “vaaz ve konferans” b) “yüksek dersler” türünde eğitim ve
öğretim faaliyetleri yapılmasını kararlaştırmıştı. Komisyon, ayrıca, okutulacak
dersleri belirleyen bir taslak program hazırlamış ve bunlara yapılacak ilâveler
ve değişikliklerle ilgili çalışmalarda bulunmak üzere, Cemal Hüsnü, Nafi Atuf
ve Mehmed Vehbi Beylerden oluşan bir kurul seçmişti(Öztürk,1994: 58).

Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde “İlmî konferanslar ve Âlî Dersler”


başlıklı yazı ile kurul müfredatla ilgili raporunu hazırladıktan sonra komisyon,
20 Haziran 1921’de ikinci toplantısını yaparak, şu kararları almıştı:

1) Herkese açık olmak üzere Ankara’da ve Anadolu’nun diğer


şehirlerinde ve kasabalarında “konferanslar” verilecektir.

2) Ankara’da “tedrisat mahiyetinde muntazam dersler” açılacaktır.


Komisyon, 23 Haziran 1921’de üçüncü defa toplanmış ve ilk iki toplantıda
belirlenen “müderris” ve derslere bazı ilâveler yapmıştı. Ayrıca, hem “ilmi
propaganda konferansları”11 hem de “Âli Derslerde ait idari işleri yürütmek

11
İlmi Propaganda Konferansları: Bu konferansların en önemli amacı, Anadolu'da
Millî Mücadele'nin gayesini, önemini, özelliklerini ve dışarıda uyandıracağı yankıları
anlatmak ve bu suretle halkı bilinçlendirmekti. Bu işle görevlendirilen Ahmed Ağaoğlu
Bey, İsmail Hakkı Bey ve Mehmed Emin Bey gibi aydınlar, Ağustos 1921'den itibaren
Ankara Hükümeti'nin yönetimindeki şehir ve kasabalarda pekçok konferanslar vermiş;
ve bunlar halk üzerinde çok olumlu bir etki yapmıştı ( Hâkimiyet-i Milliye 29 Ağustos
258

üzere, ikinci toplantıda alınmış kararlara paralel olarak, bir yönetim kurulu
seçmişti. Bu kurulun görevlerinden birisi de, yürütülecek faaliyetler hakkında
bir yönetmelik hazırlamaktı.

30 Haziran’da ise, Maarif Vekâleti’nde Âlî Dersler öğretim


elemanlarından ve gizli oyla bir “Müderrisler Encümeni seçilmişti. Bunlar Ziya
Gökalp, Yusuf Akçura, Mahmud Esad, Cemal Hüsnü ve Mehmed Vehbi
Beyler idi.

Serbest Âlî Derslerin hazırlıkları 1921 Haziranında başlamasına


rağmen, açılışı ancak aynı yılın Aralık ayında mümkün olacaktı. Derslerin
daha önce, Kasım’da açılacağı duyurulmuş ise de, muhtemelen başvuran
adayların yeterli sayıda olmaması yüzünden, bunun bir süre ertelenmesi
gerekmişti. Maarif Vekâleti, derslere olan ilgiyi artırmak için, müderrislerin
okutacakları dersler hakkında Hâkimiyet-i Milliye’de tanıtıcı mahiyette yazılar
yazmalarını kararlaştırmıştı. Nitekim gazete, 17 Kasım 1921’den itibaren bu
yazıları yayınlamaya başlamıştı. Nihayet, gerekli hazırlıklara tamamlanıp,
yeterli öğrenci kaydedildikten sonra, Serbest Âlî Derslerin 3 Aralık 1921 günü
açılacağı ilân edilmiştir (Öztürk,1994,59).

Kurumun bilim ve yönetimle ilgili faaliyetleri, Müderrisler Encümeni


tarafından yürütülmekteydi. Encümen, kendi içinden bir başkan seçiyordu.
Başkanlığı, açılışından Kasım 1922’ye kadar Yusuf Akçura yürütmüş ve bu
tarihte “Sanayi-i Nefise Tarihi müderrisi” Hamdullah Suphi (Tanrıöver)
devralmıştı. Serbest Âlî Dersler Heyet-i İlmiyyesi yani bilim kurulu; yönetim,
eğitim ve öğretimde özerkliğe sahipti. Örneğin, yeni bir kürsünün açılmasına
veya yeni bir müderrisin görevlendirilmesine, bu kurul karar veriyordu.
Serbest Âlî Dersler müderrisleri, kurumun bu özerkliğini titizlikle korumuştu.
Örneğin, Ağustos 1922’de, Maarif Vekâleti’nin özerkliği zedeleyecek
nitelikteki bir yönetmelik düzenleme girişimine karşı çıkan müderrisler,
“derslerin kayıtsız şartsız serbest kalması”nda ısrar etmişlerdi. Yusuf Akçura,
9 Ekim 1922’de, Serbest Âlî Derslerin 1922-23 öğretim yılının açılışında
yaptığı konuşmada, her müderrisin “serbesti-i fikir” ve “serbest-i tedrisle sahip
olduğunu vurgulamayı ihmal etmemişti.

1921, 15, 22 Eylül 1921).


259

Serbest Âlî Dersler Müderrisler Encümeni. Temmuz 1921’de çok geniş


bir program hazırlamıştı. Programda yer alan dersler: sosyoloji, eğitim
bilimleri, Türk dili ve edebiyatı, Batı Edebiyatı, Tarih, Hukuk ve İktisat Bilim
dallarına aitti. Encümence hazırlanan tezkereye göre, bir dersin açılabilmesi
için ona en az beş kişinin kayıt yaptırması gerekiyordu. Öğrenciler istedikleri
dersleri seçme hakkına sahiplerdi. Dersler, Cuma hariç, her gün 9.00-10.00
arasında yapılacaktı. Fakat, Tablo 9’ da görüldüğü gibi, muhtemelen yeterli
öğrenci bulunamadığı için veyahut imkânlar yeterli olmadığından, söz konusu
derslerin hepsi açılamayacaktı.

Tablo. 9 1921-22 Öğretim Yılı Serbest Âlî Dersler Haftalık Ders Çizelgesi

Günler Dersin Adı Müderrisin Adı

Cumartesi İktisadiyat Cemal Hüsnü


Bey
Pazar Terbiye Kâzım Nami
Pazartesi Asr-ı Hâzır Tarihi Yusuf Akçura
ve Şark Meselesi
Salı Türkiyat Veled Çelebi
Çarşamba Hukuk-ı Düvel Mahmud Esad M
Perşembe İlm-i Malî Hasan Beyt’
( Hakimiyet-i Milliye 30 Kasım. 1 Aralık l 1921).

1922-23 öğretim yılında Serbest Âlî Dersler programı, Tablo’10’da


görüldüğü gibi daha genişletilmiş; öğretim kadrosuna, yeni dersleri okutmak
üzere başka müderrisler ilâve edilmişti. Bu programa, yukarıda belirtildiği gibi,
Müderrisler Encümeni kararıyla yeni dersler ilâve etmek mümkündü. Nitekim
1921-22 ve 1922-23 öğretim yıllarında, programa bazı başka dersler
konulmuştu.

Bunlardan birisi, 1922-23 öğretim yılı bahar döneminde konulan Hâlide


Edip (Adıvar)’ “Garp Edebiyatı Tarihi” adlı dersiydi. Maarif Vekâleti, Serbest
Âlî Dersler Müessese-i İlmiyyesi’nde yapılan eğitim ve öğretim
faaliyetlerinden daha geniş kitlelerin, faydalanmasını sağlamak için, verilen
derslerin özetlerini veya tam metinlerini Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde
yayınlatmıştı. Serbest Alî Dersler Müessese-i İlmiyyesi’nde dersler, isteyen
260

herkese açıktı. Derslere katılmak için, kaydolmuş olmak gerekli değildi(.


(Öztürk,1994::60).

Tablo 10. 1922-23 Öğretim Yılı Serbest Âlî Dersler Haftalık Ders
Çizelgesi

Günler Dersin Adı Müderrisin Adı

Cumartesi İslâm ve Türk Sanayi-i Hamdullah Suphi


Nefise Tarihi Hoca Nusret Efendi
İlâhiyat Nizameddin Ali Bey
İktisadiyat Mahmud Esat Bey
Asr-ı Hâzırda Devlet
Pazar Ruhiyat Dr. Nazım Şakir Bey
Hukuk-ı Düvel Münir Cemil Bey
Nazariyatı Veled Çelebi
Türk Edebiyatı Tarihi
Pazartesi Medeniyet Tarihi Ağaoğlu Ahmed Bey
Hukuk-ı Hususiye-i Suad Bey
Düvel Samih Rıfat Bey
Lisaniyat

Salı İlm-i Malî Hasan Bey


Türk Tarihi Dr. Rıza Nur Bey
XIX. Asırda Avrupa Akçuraoğlu Yusuf Bey
Tarihi
Çarşamba İçtimâi Hıfzzıssıhha Tevfik Rüşdü Bey
Terbiye Tarihi Kâzım Nami Bey
Perşembe İktisat Tarihi Mehmed Vehbi Bey
Hukuk-ı Umumiye-i Tevfik Kâmil Bey
Düvel
( Hâkimiyet-i Milliye, 12 Ekim 1922).

Bu dersler sadece Ankara da değil Anadolu’nun birçok illerinde de


hem “Serbest Âli” dersleri olarak hem de halkı bilinçlendirme adına
konferanslar verilmiştir. En çok konferanslar verilen iller arasında ilk sırayı
Kastamonu almaktadır. Özelliklede Kastamonu aydınları, Gençlik Derneği ve
Muallimler Cemiyeti yoluyla bu aydınlara konferanslar verdirmektedir.

İzmir Bergama da “Serbest Âli Dersleri” kapsamlı bir şekilde bir


program dahilinde saatleri, nerede yapılacağı, hangi derslerin olduğu ve
kimler tarafından verileceği Tablo:11’de gösterilmiştir:
261

Tablo. 11 İzmir Bergama da Serbest Âli Dersleri Öğretim Yılı


Serbest Âlî Dersler Haftalık Ders Çizelgesi (Hakimiyett-i Milliye
Gazetesi,12 Şubat 1923).

Günler Mekan Saatleri Dersin Adı Müderrisin Adı

Cumartesi Kütüphane 830 Fasiki din Hoca Sabri Efendi


9:30 mukayeseleri Hamdullah Suphi
9:30 - Bediayat ve Türk – Bey,
10:30 İslam Sanayi-i Nefise Mahmut Esat Bey
Tarihi Ruhiyat Doktor
Hukuk –u Amme Nazım Şükrü
Bey’e vekaleten
Nuri Bey.

Pazar Salonda 9:30 - Nazarı ve Tatbiki Nizamettin Ali


10:30 İktisat Bey
Kütüphane Garp Edebiyatı
8:30 – Tarihi: Celal Nuri Bey
9:30 Garp Türkleri Tarihi
İl Bilgisi Niyazi Bey
İlmihal Bilgisi
Pazartesi Kütüphane 9:30 - Medeniyet Tarihi Ağa Ahmet Bey
Salonda 10:30 İçtima-i Hıfz-ı Sıhha Doktor Tevfik
8:30 - Tarih-i Siyasi ve Rüştü Bey
9:30 Şark Meselesi Sait Hikmet Bey

Salı Kütüphane 9:30 - Şark Edebiyatı Tarihi Veled Çeleb


Salonda 10:30 Türk Tarihi Efendi
Lisaniyat ve Rıza Nur Bey
8:30– Mukayese Salih Refet Bey
9:30 Avrupa Tarihi Yusuf Akçura Bey

Çarşamba Kütüphane 9:30 - Terbiye ve Terbiye Nafi Atuf Bey


Salonda 10:30 Tarihi Şevket Bey
Kütüphane 9:30 – Mudahhal Hukuk ve Tevfik Kamil Bey.
10:30 Tarih- i Hukuk
Hukuk-u Düvel:

Perşembe Kütüphane 9:30 İktisat Tarihi Mehmet Vecihi


10:30 Bey
262

Bu derslere halkın tüm kesiminden büyük bir katılım olmuştur.


Örneğin, Veled Çelebi’nin 24 Ekim 1922 günü verdiği “Türk Edebiyatı Tarihi”
adlı derse, milletvekilleri, ordu erkânı ve subaylar, öğretmenler, memurlar ve
öğrenciler katılmışlardı. Devlet memurları, derslere katılabilmeleri için, ders
saatlerinde izinli sayılmışlardı. Fakat, Âlî Dersler sonunda verilen
tasdikname’’yi alabilmek için, mutlaka kayıtlı olmak ve derslere devam etmek
gerekiyordu. Tasdikname almak isteyen bir kimse, dönem sonunda yapılacak
sınavlarda da başarılı olmak zorundaydı. Kurum, örgütlenme ve halka açık
konferanslar şeklindeki eğitim ve öğretim faaliyetleri ile, Türkiye’de
üniversitelerin kuruluşunda bu zamana kadar izlenmiş olan bir geleneği
sürdürmekteydi. Zira, İstanbul Dârülfünunu’nan, 1863, 1865 ve 1870
yıllarındaki açılış girişimlerinde de, ilk önce halka açık serbest derslerle
yetinilmişti.

Aynı şekilde, 1914’te açılan înas {Kız) Dârülfünu’nda da eğitim ve


öğretim bu tür serbest derslerle başlamıştı. Bir farkla ki, özellikle Dârülfünun,
açıldığı yıllarda öğrenci bulmakta büyük güçlük çekip, kapanmasına neden
olacak kadar bir takım sosyo-kültürel tepkilere maruz kalırken, Serbest Âlî
Dersler Müessese-i İlmiyyesi’nin konferansları, Millî Mücadele Dönemi
Ankara’sının, en fazla ilgi gören kültür faaliyetlerinden biri olmuştu. Serbest
Âli Dersler Müessese-i İlmiyyesi, zaman zaman Maarif Vekâleti’ne ait
muhtelif binalardan da faydalanmış ise de, faaliyetlerinin büyük kısmını, Millî
Mücadele Dönemi Ankara’sının en önemli kültür merkezi olan Ankara
Dârülmuallimîni’nde sürdürmüştür( Öztürk,A,g.e., :62).

Serbest Âli Dersler’in dışında İlmi konferanslar Milli mücadele dönem


sürekli aydınlar tarafından yapılmış olup kimlerin ne zaman nerede saat
kaçta verileceği basında duyurulmuştur. Kimi zaman muallimler için verilmiş
kimi zaman ise halkı bilinçlendirmek adına ve yeni kurulmakta olan
cumhuriyet rejiminin temel mihenk taşları bu türlü ilmi konferanslarla
anlatılmaya çalışılmıştır. Anadolu’nun çoğu illerinde bu tür konferanslar sık
sık verilmiştir.Bu konferanslardan örnekler verecek olursak:

Cuma Günü Konferans : Muallime ve muallimler birliği namına yarınki


Cuma günü öğleden sonra ikide Daru’lmuallimin konferans salonunda
263

müderris Niyazi Bey tarafından Cenub Anadalu’da Türklük tetkikatına dair


üçüncü konferans verilecektir (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 9 Şubat 1923).

Konferans

Bu Cuma öğleden sonra tam saat ikide Daru’lmuallimin konferans


salonunda Kütahya mebusu Besim Atalay Bey tarafından Anadolu lehçeleri
hakkında bir konferans verilecektir.

İhtimal kaderde şehit şanı var

Alırsa künyemi şubeden muhtar

Saklasın, vermesin kimseye zinhar

Acımla sararıp solmasın anam

Gurbette ölür isem adımı anma

Ayrılık oduyla hiç bana yanma

Şehittir evladın bir ölü sanma

Gözlerin yaşlarla dolmasın anam

Kalkıpta kuşlar ile her seher seher

Bana bir evfik okursan söner

O Büyük armağan ruhuma değer

Ellerin saçını yolmasın anam

Yazan : Aksaray : Muallim Hikmet Recep

Muallimlerimiz İçin Konferans

Ankara maarif müdüriyetinin muallime ve muallimler için tertip ettiği


sıra konferanslardan biri, dün Nakşibendi Kız Mektebinde Sultani
muallimlerinden Nezhet Haşim Bey tarafından verilmiştir. Konferansın
mevzuu, Osmanlıca tabir olunan gayr-i tabii lisan ile asıl Türkçemizin fark ve
evsafına ait mukayeseleri idi. Dünkü konferans muallime hanımlara
münhasırdı.Program mucibince müteakip konferanslarda Türkçenin
264

bünyesini, sarfı, imlası ve usul-i tedrisi mevzu-i bahis ve münakaşa


edilecektir( Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,30 Mayıs 1923).

Muallimler Birliği Konferansı

Geçen hafta ekseriyet olamadığından dolayı içtima edemeyen


muallim ve muallimeler konferansı, bu Cuma öğleden evvel saat onda posta
hane arkasındaki dernek binasında içtima edecektir (Hakimiyet-i Milliye
Gazetesi,8 Kasım 1923).

HALK DERSHANESİ

Muallime ve Muallimler Derneğinin Müfid Bir Teşebbüsü

Ankara muallime ve muallimler derneği, halkımız için gayet faydalı bir


teşebbüste bulunmuştur. Dernek Nakşibendi erkek mektebinde esnaf ve
halkımızın her tabakası için bir gece dershanesi açmaktadır. Bu bapta
dernekten gönderilen ihlasnameyi aşağıya derc ederken, derneği ve bu işte
büyük bir amil olan Nakşibendi mektebi muallimlerini takdir ve tebrik ederiz.

Muallime ve muallimler derneğinden :

1- Muallime ve muallimler derneği, Ankara da esnaf ve halkımızın


her tabakası için bir [ halk dershanesi ] açmıştır.
2- Dersler geceleri [ Nakşibendi erkek mektebi]’nde ayrılmış
dershane de verilecektir.
3- Dershanede( Türkçe ) , ( Hesap ) okutulacaktır.
4- Dersleri, dershanenin müteşebbisleri, derneğimiz azasından
Nakşibendi Mektebi muallimleri Hilmi , Ali Baver ve Cevdet Beyler deruhte
etmişlerdir.
5- Dersler meccanidir. Her ders için asgari (10 ) öğrenci
kaydedilmiş olması lazımdır.
6- Kayıt defteri, 26 Aralık pazartesi gününden itibaren açılacak ve
derslere 10 Kanunu -i evvel pazartesi günü başlanacaktır.

Kayıt için cumadan maada her gün alafranga saat ( 11 )’den (2)’ ye
kadar Nakşibendi mektebinde baş muallim Şerafettin Beye müracaat
edilmelidir (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,25 Kasım 1923).
265

Kastamonu’da çıkan Açıksöz gazetesinde konferansları kimlerin


nerede verildiği ilan edilmiştir. Şöyleki:

Kastamonu Sultani konferans salonu, zaman zaman sosyal


konferanslara ev sahipliği yapmıştır. 13 Kasım 1919 tarihinde Deftardar Ferid
Bey “Şirketler, Vilayet Sıhhıye Müdürü Ferruh Bey “Ahval-i Sıhhıye”, 28
Kasım 1919 tarihinde Posta ve Telgraf Müfettişi Enver Bey “Elektrik ve
Sanayide Tatbiki” , Bakteriyolog Doktor Hakkı Bey “Alkol ve Tahribatı”
hakkında, 1 Temmuz 1921 tarihinde Ahmet Ağaoğlu “”Malta Hatıratları”, 26
Mayıs 1923 tarihinde de İsmail Habib Sevük “İmtihan Veren Millet” adlarında
konferanslar vermişlerdir. Aynı salonda, 1921 Mayıs ayı içerisinde Hilal-i
Ahmer Hanımlar Cemiyeti şubesi tarafından bir konferans varilmiş ve bu
konferans da beş yüz lira teberru toplanmıştır.

Sonuç olarak, giriş’te belirtildiği gibi, Millî Mücadele yıllarında TBMM


Hükümeti, bir yandan ülkeyi işgâl eden düşmana, diğer yandan da
yüzyıllardan beri Türk milletini geriliğe mahkum eden cehalet ve taassuba
karşı savaş açmıştı. Bu bakımdan, Mustafa Kemal Atatürk’ün deyimiyle,
asker ordusu kadar eğitim ordusu da ülkenin geleceğini belirlemede etkili
olacaktı. İkinci orduyu yetiştirmek için, bu yıllarda, sadece ilkokul öğretmeni
yetiştiren Anadolu’daki ilk öğretmen okulları yeterli değildi. Bu bakımdan,
Anadolu’da en kısa zamanda bir üniversite kurmak gerekmekteydi. Ayrıca,
Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Kuvây-ı Milliye hareketi, sadece bir siyasî
bağımsızlık mücadelesi vermiyor; fakat aynı zamanda, Anadolu’da modern
bir Türk Devleti’ nin temel dinamiğini de oluşturuyordu. Adı henüz
konulmamış olmakla birlikte, TBMM Hükümeti’nin yapısında ifadesini bulan
bu devletin rejimi, cumhuriyet olacaktı. İşte, Mustafa Kemal Paşa, böylesine
önemli bir siyasî ve kültürel değişimi gerçekleştirecek kadroları yetiştirmek
amacıyla da, eğitime büyük önem veriyordu. Serbest Âlî Dersler, bu açıdan
büyük anlam ve önem taşımaktaydı. Nitekim, yukarıda belirtildiği gibi, bu
derslere Ankara’daki öğretmen ve öğrenciler kadar, subaylar, memurlar ve
milletvekilleri de devam etmişlerdi.

Seçilen dersler arasında siyaset, sosyoloji, hukuk ve iktisata ait olanlar


önemli bir yer tutuyordu. Üstelik bunlar, İkinci Meşrutiyet’den itibaren, aydın
ve devlet adamı olarak ülkenin kaderinde rol oynamış kimselerdi. Dahası
266

birçoğu Millî Mücadele Dönemi’nde de bakanlık da dahil hükümetin en üst


kademelerinde görev yapmışlardı. Dolayısıyla, bir bakıma Serbest Âlî
Dersler, gerek Ankara’daki elit ve okur-yazar kesimi mevcut gelişmeler
konusunda bilgilendirmek, gerekse Millî Mücadele hareketinin siyasî
misyonunu anlatmak yönünden de büyük önem taşımaktadır.

4.1.5.6. Azınlık ve Yabancı Okulları

Osmanlı devleti etnik köken ve dini inançlara sahip unsurları


bünyesinde barındırıyordu. Bu topluluklar kendi dillerini konuşmakta
kendilerine ait din ve eğitim kurumları ile kültürel değerlerini korumakta
serbesttiler. Her tebaanın eğitim kurumu ile buralarda uygulanan programlar
birbirinden değişikti. Bir tarafta Türk ve Müslüman tebaaya yönelik faaliyette
sıbyan okulları ile medreseler; diğer tarafta ise Rum, Ermeni, Yahudilere ait
okullar faaliyetlerini sürdürüyorlardı(Sezer, 1999: 1).
Osmanlı devleti önceleri Fransızlara daha sonraları ise diğer Avrupa
ülkelerine bazı imtiyazlar tanımış. Bu durum yabancıların ülkedeki Hıristiyan
azınlıklarla ilgilenerek, onlardan yararlanmaya çalışmalarına neden olmuştur.
Fransızlar Katoliklerin, Ruslar Ortodoksların, İngiliz ve Amerikalılar ise
Protestanların koruyuculuğunu üstelenerek, İmparatorluk içindeki Rum,
Ermeni, Yahudi vb. unsurların haklarını koruyormuş gibi göründüler. Bu
amaçla okul, matbaa, hastane gibi kurumları araç olarak kullandılar. İlk olarak
Fransızların açtığı Katolik okullarını, Protestan okulları takip etmiştir. Daha
sonraları Fransa, Amerika, İngiltere, Almanya ve İtalya okul açmıştır(Sezer,
A.g.e., 7-8).
Bu bağlamda azınlık ve yabancı okulları kendi toplumlarının eğitim
ihtiyaçlarını karşılayarak hem din adamı yetiştirmek hem de bu kurumlara
öğretmen yetiştirmek amacıyla kurulmuş müesseselerdir. Bu Osmanlı
coğrafyasında asırlardır birlikte yaşayan bu toplumlar ne yazık ki Milli
mücadele döneminde yabancı okulların ülkedeki azınlıklara ve işgal güçlerine
destek vermişlerdir.
Azınlık okullarından Rum, Ermeni ve Musevi okulları anlaşılmakla
beraber en önemlileri Rum okullarıdır. Şubat 1919’da Paris gazetesine
verdiği demeçte Yunanistan Başbakanı Venizelos yalnızca Aydın ve Bursa
267

illerinde 652 Rum okulu ve okullarda 91158 öğrenci bulunduğunu iddia


eder. Yunanlıların Anadolu’daki tüm okulların sayısını 2228, öğrenci sayısını
187577, öğretmen sayısını 4930 olarak gösterirler. Bunlar kuşkusuz, Avrupa
kamuoyu, Anadolu ‘da Yunan kültür ve etkisinin önemine inandırma amacıyla
abartılmış rakamlardır. Fakat, o yıllarda Anadolu’da çok Rum okulu ve
öğretmeni bulunduğu da gerçektir(Akyüz, 2012:354).
İstanbul’da bulunan Rum okullarının sayısı ise bazı kaynaklara göre
birbirinden çok farklılık göstermektedir. Örneğin, İstanbul’da genç dernekleri
tarafından hazırlanan raporda, İstanbul’da toplam 123 Rum cemaati
tarafından açılan okul bulunduğu ve bu okullarda 25.176 öğrencinin öğrenim
gördüğü belirtilmiştir.
Johnson, “İstanbul 1920” adlı eserinde Mütareke döneminde Rum
patrikhanesinin listesinde 93 Rum okulunun yer aldığını, bunlardan 82’sinin
ilkokul, 10’unun ortaokul, birinin de üniversite olduğunu ifade etmektedir.
Johnson’a göre okullardaki öğrenci sayısı şöyledir:

Tablo 12. 1920 Yılı İstanbul’da İlk ve Orta Mekteplerde Rum


Öğrenci Sayıları

Okullar Kız Erkek Toplam


İlköğretim 9.210 11.280 20.490
Orta öğretim 1.593 1.209 2.812
Genel Toplam 10.893 12. 499 23.302

Bu tablo da sadece ilk ve orta mektepler dahildir. Bir diğer araştırmacı


Alexandres(1983) ’e göre, 1920 yıllarında İstanbul’da 1 yüksek okul, 10 orta
öğretim, 65 ilköğretim, 3 özel okul, 19 dini eğitim veren okul olmak üzere
toplam İstanbul’da 98 Rum okulu olup, bu okullarda öğrenci sayısı 19.318 kişi
eğitim görmektedir. Yunanistan Başbakanı Venizelos, Amerika, İngiltere,
Fransa, İtalya, hükümet başkan ve nazırları ile Japonya temsilcilerinin hazır
bulunduğu bir toplantıda İstanbul’da yaklaşık olarak 400.000 civarında olan
Rum nüfusa ait 237 okulun olduğunu belirtmiştir. Venizelos’un bu okulların
sayısının bu şekilde çok göstermesindeki amaç toplantıda İstanbul’da
bulunan Rum nüfusunu fazla gösterme çabasından kaynaklanmaktadır.
268

Yunanistan İstanbul’da bulunan Rum okullarını birer propaganda


merkezi olarak kullanmanın ötesinde sayılarını da yüksek göstererek “Yunan
Emelleri “ için bir araç olarak kullanmıştır. Okullarda yapılan propagandalar
buralarda muhafaza edilen silahlar sayesinde bir süre sonra eylem düzeyine
çıkarılmıştır.
Bu okullar içinde Milli mücadele aleyhine en yoğun çalışan 1886
12
yılında kurulmuş olan Merzifon Amerikan Koleji’dir. Milli mücadele
döneminde Pontus Rumlarını desteklemişlerdir. 12 Şubat 1921 tarihinde
okulun Türkçe öğretmeni Zeki Bey bizzat kendi öğrencileri tarafından
öldürülmüştür. Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Türkçe öğretmeni Pontus gizli
örgütünü hükümete bildirdiği için öğretmenler ve öğrenciler tarafından okul
bahçesinde katledilmiştir(Akyüz,2012: 355).
Mustafa Kemal Atatürk’ta Mili Mücadele Dönemine İlişkin “Rumlar”
hakkında şu ifadeleri kullanmıştır:
Mütarekeden sonra Rumlar’ın Yunanlılık âmâl-i(gayesi) milliyesiyle
her tarafta şımardığı gibi Etnik Eterya Cemiyeti Propagandacıları ve Merzifon
Amerikan Müessasatı tarafından manen yetiştirilen ve ecnebi hükümetlerin
silahlarıyla maddeten takviye ve teşcil edilen bu havalideki Rum kütlesi de
müstakil bir Pontus hükümeti teşkil etmek emeline düştü(Nutuk,1984:91).
Gazetelerde Merzifon Amerikan koleji hakkında birçok haber
yayınlanmaktadır. Bu haberlerden biride Trabzon’da çıkan İstiklal gazetesinin
haberidir. Haberin içeriği şöyledir:

12
1863 yılında Merzifon’da Amerikan Ruhban Okulu olarak açılmıştır. Okul,1881’de orta
dereceli okul ve 1886 yılında ise kolej seviyesine çıkarılmış vegenel eğitim verilmeye
başlanmıştır. Okulun her türlü masrafı Amerikalılarca karşılanmıştır. Okulun bağ ve bahçesi,
kitaplığı ile çeşitli eğitim araç vegereçlerinden oluşan laboratuarları bulunmaktaydı. Okulun
öğretim dili İngilizce idi. Ayrıca Fransızca, Türkçe, Ermenice ve Rumca dilleri de
okutulmaktaydı. Okulda Ermenice öğretimine büyük önem verilmekte, Ermenice okutan
öğretmenlere, Türkçe öğretmenlerine ödenen ücretin üç katı ücret ödenmekteydi. Okulda
Fen Bilimleri ve Genel Kültür Dersleri yanında Hıristiyanlık Tarihi ve Felsefesi ile Ermeni ve
Yunan Mitolojisi gibi dersler de okutulmaktaydı. Merzifon Amerikan Kolejinin öğretmen ve
yöneticilerinin teşvik ve yardımları ile 1904 yılında Megalo ideolojinin gerçekleşmesi için
mücadele eden Etniki Eterya’ya bağlı ve Rum Patrikhanesinin himayesinde olmak üzere;
Karadeniz sahillerinde Pontus Devleti kurmak amacıyla bir Pontus Cemiyeti kuruldu. 1908
yılında Meşrutiyetin ilanından sonra ise, Müdafaa-i Meşruta adında bir ihtilal örgütü teşkil
edildi. 1910 yılından itibaren de “Pontus” adında bir dergi yayınlanmaya başlandı. Böylece
Merzifon Amerikan Koleji tam bir Pontus merkezi haline getirilmiştir(Taşdemirci, 2001:27-28).
Merzifon Amerken Koleji ve Anadolu’daki Etkileri adlı Dr. Gülbadi Alan tarafından Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde yaklaşık olarak 500 sayfalık çok kapsamlı bir
doktora tezi hazırlanmış olup kitap halinde de okuyucu kitlesine ulaştırılmıştır.
269

İstikbal gazetesi Aralık ayı 1922 tarihli “Hıyanet Vesikaları“ adlı haberde
konu başlığı olarak” Yedinci Fasıl Merzifon da Yabancı Okullar
Pontus teşkilatının elde edilen vesaike(vesikalar ,belgeler) nazaran ile
tesis edildiği yer Merzifon’dur. Zira Samsun ‘da bulunan 1908 senesine ait
vesaikten tarihi evraka dest-res(isteğine) olunamamış ise de burada ki
Amerikan Kolejinde yapılan tahkikatta 1904 tarihli bir Pontus Cemiyeti
nizamnamesi meydana çıkarılmıştır. Evrak mührü resmi, arma, bayrak,
silahlar, kadim Pontus madalyaları, pontus mecmuası ve heyetin
münasebette bulunduğu çetelerin fotoğrafları, marşlar, notalar bulunmuştur.
Merzifon’da Amerikan Koleji Pontus kulübü nizamnamesinin şayanı
dikkat bazı mevadd(maddeler):
1-Madde: Merzifon’da Amerika Koleji’nde Mevcut Rum talebesini Maarif
Kulübü talebesiyle birleştirmek maksadıyla Pontus unvanı altında surfeis
ismindeki musiki kulübünü de şamil olmak üzere bir cemiyet teşkil etmiştir.
2-Madde: Mektep haricinde bulunanlarla Merzifon dâhilinde ikâmet
eden Rumlar azası tabiinin hukukundan istifade ederler ancak idare heyeti
azalığına kabul edilmezler.
3-Madde: Merzifon dan Pontus teşkilatı reisinin buradaki bir Yunanlıya
Mektup faaliyeti teşdit etmek üzere olduklarını ve Yunanistan’dan imdat
beklemekte bulunduklarını vazihen göstermektedir. Vesika dâhilinde ismi
(Yabancı bir Mektep) olarak geçmekte olan bina (Merzifon Amerikan Koleji)
dir.
Bu haberin hemen arkasından yine “Hıyanet Vesikaları” başlıklı
gazetede Merzifon Amerikan koleji hakkında şu bilgiler verilmiştir:
Aralık 1922 İstikbal Gazetesi “Hıyanet Vesikaları “
Merzifon’da ilk Pontus teşkilatı vücuda getirerek sinesinde
besleyen(Merzifon Amerikan Koleji) müdürü Türk Hükümeti’nin bi nihaye
misafirperverliğinden müsta’fi olarak dahil olduğu bir memleketi tabii olduğu
altı yüz senelik matbundan ayırmak cüret ve cesareti göstermekle iktifa
etmek istemeyerek diğer taraftan Müslümanları ne suretle Hrıstiyan
tasavvurunda olduğunu da ayrıca izah ediyor, içinde birkaç yerde cemiyetten
bahis edildiğine nazaran (Kolej Müdürü) (Huveyit)’den Mister Kutsel’e
gönderilen bu rapor her iki husustaki faaliyeti de mübin (açıklamaktadır).
270

Madde-2: Hizmetimiz ihtilal ile değil idare ile yapılmalıdır. Bunun içinde
memurların tezyidi(artırılması) lazımdır.
Gazete yayınlana her iki haberde de Merzifon Amerikan kolejini Milli
mücadele dönemi Pontus Rumlara nasıl yardım ettikleri şu belgelerle ispat
edilmiştir:
Arma, bayrak, silahlar, kadim Pontus madalyaları, Pontus mecmuası ve
heyetin münasebette bulunduğu çetelerin fotoğrafları, marşlar, notalar.
Kolejden Yunan işgalcilere mektup yazılarak onlardan övgülerle bahsedip
yardım istemişlerdir. Altı yüz yıl beraber yaşadığımız bu toplumu hem bizden
ayırıp hem de Anadolu’yu işgal eden Yunanlılarla işbirliği halinde Milli
mücadele aleyhinde çalışmalar yapmışlardır.
5 Nisan 1922 tarihli Hakimiyeti Milliye Gazetesinde “Bir Dişi Akrep” adlı
yazıda Pontuscu eylemleri hakkında bilgi vermektedir. Rum bayan muallimin
İstanbul’a getirdiği gizli bir evrakla yakalanmış olup, Anadolu Rumlarını
Yunanlılaştırmak için bestelenmiş şarkılar ve marşlar ele geçirilmiş ve her
Rum muallim mutlaka bu görevi bir misyon kabul ederek yapmak zorunda
olduğunu da ifade etmiştir.
Akyüz (2012)’e göre, İstiklal mahkemeleri zararlı eylemleri saptanan Rum
öğretmenleri cezalandırmış, Eğitim Bakanlığı da Antalya’da, Trabzon gibi
bazı bölgelerde bu okulları kapatma yoluna gitmiştir.
Bu Kolej’in Rumlar’ın hesabına çalıştığı, belgelerle ortaya çıkarılmış ve
hemen kapatılmıştır. Antep ve Maraş’ta ki Amerikan kolejinde de benzer
faaliyetler görülmüştür.
Trabzon’da çıkan 6 Haziran 1922 tarihli İstikbal gazetesinde” ’Gençleri
Milliyetperver Yetiştirmeliyiz’’ başlıklı haber İkdam gazetesinden alınarak
yayınlanmıştır. Haberin içeriğinde şu ifadeler kullanılmaktadır:
Darülmuallimin ve Darülmuallimat mezun ve mezunları saat üç buçukta
Mercan Sultanisi salonunda toplanarak bayramlaşmışlardır. Bu münasebetle
cemiyetin reisi Darülfünûn Türk tarihi medreselerinden Şemsettin Beyle Eyüp
Sultan İnas Numune Mektebi müdürü Bekir Sıtkı Efendi ve musiki
muallimlerinden Kazım Beyiniştirak etmiştir.
Bayramlaşma münasebetiyle orda toplanan muallimlerden Haydar Bey
tarafından Edirne’den birkaç gün evvel gelen sekiz yaşlarında bir kız talebe
takdim edilmiştir. Yunanlıların Edirne’yi işgal üzerine İnas Mektebine tayin
271

ettikleri bir Rum Mualliminin telkinatı altında bu zavallı masumun ne elim


tezahüratlarda bulunduğunu orada bulunanlar görmüşlerdir. Fil-hakikat
babasının şehit olduğunu söyleyen bu kızcağız evvela Rum mualliminin
sabahları derse girerken Müslüman çocuklara mecburen istavroz çıkardığını
söylemiş; Sonra kendisine hangi marşı bildiği sorulunca:
Konstantin marşını biliyorum, isterseniz okuyayım, muallime bana bunu
öğretti, ayağa kalkmalısınız ki okuyayım. Çünkü Konstantin çok büyük bir
adammış” demiştir. Bunun üzerine kıza bu Rum Mualliminin başka neler
öğretmek istediği sorulmuş ve kız cevaben “ Türkler en fena bir milletmiş bize
sınıfta bunu öğrettiler” demiştir.
Dünyanın hiçbir milleti bu kadar tecavüzkâr değildir. Ve hiçbir idare ve
istila bu derece İptidaî değildir. “İşte görüyorsunuz ki Edirne’den birkaç gün
evvel gelen bu kızcağız gibi daha binlercesi altında benliklerini yavaş yavaş
unutuyor. Türkleri temsil politikasını kullanan Yunan Devleti tarafından istila
altında kalan memleketlerdeki çocuklarımıza böyle fena telkinler icra ediliyor.
Onlar Müslümanlara böyle hareket etmelerine mukabil biz muallimler kendi
talebemize vatan ve milliyet dersini vermekte bile tekâmül gösteriyoruz.
Eğer bu milleti kurtarmak istiyorsak ve bu milletin kurtarılması için
muallimlerin irfan dağıtması lüzumuna kani isek vazifelerimizi ifa ederek
yavrulara evvel milli duyguları, vatani hisleri telkin etmeliyiz. Ciddi milliyet
perver gençler yetiştirmeye hasr mesai etmeliyiz” Demiştir (ikdam).
Tezimizde Yunanlıların “Anadolu Eğitim Genel Müdürlüğü” başlığında
konu geniş olarak işlenmiştir. Yunanlılar işgal altına aldıkları tüm illerdeki
okullarda kendi eğitim politikalarını uygulayıp Rumlaştırma ve işgali
meşrulaştırmak amacıyla kurumlara atadığı öğretmenler sayesinde Türk
çocuklarına hem kendi marşlarını, dini inançlarını, Yunan lideri Konstantin
büyük insan olduğunu ama Türklerin ise fena bir millet olduğunu çocukların
hafızalarına yerleştirmeye çalışmışlardır.
1920-21 yılları tarih derslerinin içeriğini değiştirip ilk orta ve yüksek
mekteplerde Yunanca dersini zorunlu kılmışlardır. Bu milleti kurtarmak
istiyorsak mutlaka muallimlerin çocuklara milli duygu ve vatan sevgisini
öğretmeleri elzemdir ifadeleri kullanmıştır.
Yunanlılar Batı Anadolu’da kaldıkları süre içerisinde türlü bahanelerle
Türk okullarını kapatıp, Türkleri eğitimden yoksun bırakmak, mevcut okullara
272

Yunanca dersi koyarak Türk çocuklarına Yunan kültürünü aşılamak gibi


tedbirlere başvurmuşlardır(Su,1977:48).
İstanbul’da ki Rum mektepleri Atina’dan gelen bir telgrafa nazaran
İstanbul’da ki Rum İnas Zayibun mektebi Yunanistan’ın yüksek mekâtibine
muadil(eşit) add(sayılarak) olunarak Yunan Devleti mekâtibi meyanına
idhal(dahil) olunmuştur(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,8 Temmuz 1920).
Yunanistan devleti İstanbul’da ki Rum mektebi olan Rum İnas Zayibun
mektebi bir telgrafla Yunan mekteplerine dahil etmiştir. O derece ki
Osmanlının iç işlerine karışarak adeta kendi kurumları gibi kullanmış en
önemli ise Milli mücadele döneminde bu okulları kendilerine üs olarak
seçmişler bu okullarda hem silah, hem de propaganda araç ve gereçlerini
buralarda saklamışlardır.
26 Aralık 1922 İstiklal gazetesinde” Hıyanet Vesikaları“
Ümit ederim ki vaziyetim muhalefete olacak derecede muhafazakâr
değildir. Otuz senedir vazifemin müsaadesi dahilinde İslamlar ile temasta
bulundum. Onların amal ve efkârı ile hemhal olmayı öğrendim ve bu gün
takip ettikleri akaid mezhebiyeyi anladım yalnız geçen hafta mutasarrıf (idari
amir)ile mektebimizde mezhep tedrisatının idamesi için münakaşatta
bulundum.
O bunu ilga etmek istiyordu ben vaziyetimizin tebdilini kabul etmemekte
olduğum bir sırada bilmem nereden gelen Hristiyanlığa kabul olunmuş bir
Müslüman talebenin Müslüman talebeyi kazanmak için en birinci yapılacak
şeyin İncil tahsil mecburiyetinin ilga edilmesi olduğunu bana söylediğini
tahattur ettim bu sene ki 200 talebeden 27 müslim talebe ve heyeti
talimiyemizden iki Türk İle beraber bu sene diğer senelerden ziyade
Müslüman var demektir.
Şahsi olarak iddia etmeye Doktor Belişin (Modern Misyoneri) adlı eseri
pek işimize yaradı. Bunun mektebimizde yürütülen gaye için kullanıldı. Hasta
haneden esaslı surette istifade edildiği gibi kadınlar beytinde de mektebimizin
nas kısmı pek çok tesir bırakmıştır.
26 Aralık 1922 İstiklal gazetesinde “Hıyanet Vesikaları”” adlı haberde
bu kurumların misyonerlik yaparak Türk çocuklarını nasıl din değiştirdiklerini,
hastanelerde ve özellikle kadınları nasıl etkilediklerini açıklayan bu haberler
Türk basının da hıyanet vesikaları olarak adlandırılmaktadır:
273

Milli eğitim bakanları arasında en fazla azınlık ve yabancı okulların


milli mücadeleye karşı yürüttükleri faaliyetlerden dolayı tedbir alan kanunlar
çıkaran ve bir çok azınlık ve yabancı okulların kapatılmasını sağlayan
bakanlar arasında Rıza Nur özellikle Hamdullah Suphi ve İsmail Safa’yı
sayabiliriz.

Hamdullah Suphi, azınlıklara ait okullar üzerinde, milli bir eğitim


politikası uygulamağa özen göstermiştir. Osmanlı imparatorluğu döneminde
çeşitli ferman ve uluslararası antlaşmalarla mali ve sosyal yönlerden birçok
haklar elde etmiş ve hatta bu hakları nedeniyle imtiyazlı bir sınıf haline gelmiş
olan azınlıklar, eğitim alanında da geniş bir özgürlüğe sahip bulunuyorlardı.
Kendi kültürlerini koruyup geliştirmek maksadıyla açmış oldukları eğitim
kurumları, devletin siyasi birliğinin bozulmasında çok önemli bir rol
oynamışlardı. Onların bu zararlı ve yıkıcı faaliyetlerini, milli mücadele
döneminde apaçık sürdürmeleri üzerine, hükümet, ister istemez bazı
önlemleri alarak devreye sokmuştu. Hamdullah Suphi’nin bu sorunu bütün
boyutları ile gördüğünü TBMM’de yapmış olduğu şu konuşmasından kolayca
anlamak mümkündür. Hamdullah Suphi, şöyle diyordu:

“...Biz kendilerine o mektepleri açmayı teklif etmedik. Doğrudan


doğruya milli bir propaganda yapmak, Rumları Yunanistan’a, Ermenileri icat
edilecek bir Ermenistan’a tevcih etmek için kendi arzularıyla bu mektepleri
açmışlardır.

Memleketimizin elimizde kalan son parçasında Ermeni, Rum


mektepleri meselesi, yeni bir tabir ile istiklal meseleleri, Rumeli’de, Suriye’de
tekerrür etmiş olan tarih, Anadolu’da aynen geçecektir. Diğer biz bu
mekteplerin memleketi içerden yıkmak için ika ettiği meşum tesiri nazarı
dikkat önünde tutmazsak çok yanılırız.

Rumeli’de, Manastırlar ve Klişeler ve mektepler içinden içine


memleketimizin temelini kazmış ve Rumeli’de gördüğümüz inhidamı her
şeyden önce, ziyade onlar hazırlamışlardır Şimdi arkadaşlar bir İzmir faciası
karşısındayız, içinde çırpındığımız bu muazzam felaketi hazırlamış olan belli
başlı sebep, vasi bir cenap ile meydanda durmasına müsaade ettiğimiz
274

mektepler ve kiliselerdir. Eğer vakti ile gözlerimizi bunun içinde tertip edilmiş
olan hıyanete çevirmiş olsaydık Anadolu’muz masun ve mahfuz
kaIırdı(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 3 Mart 1921).
Hamdullah Suphi kendisiyle yapılan bir röportajda gayr-ı Müslim
mekteplerin zararlarından bahsetmiş ve bunların faaliyetlerine en kısa
zamanda son vereceklerini şöyle belirtmiştir: Gayr-ı Müslim mektepler,
memleketimizde çok acı ve kanlı vakayı ile sabit olduğu üzere, siyasi
propaganda merkezi hizmetini görmekte devam edemezler. Bunların
mevcudiyetine razı olmak, memleket emniyetine karşı kurulan açık bir ifsat
teşkilatını serbest bırakmak demektir. Gayr-ı müslim mekteplerinin bu
faaliyetlerinden menetmek için azami mürakebe şeraitini tatbik edeceğiz.
Şimdiye kadar memleketin bazı kısımlarında bu sahada lazım gelen
teşebbüslerde bulunduk (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 10 Mart 1921).

Sözlerinden de anlaşıldığı gibi Hamdullah Suphi, yabancı okullar


sorununa bu okulların gerçek maksatlarını ve emellerini iyi tahlil ederek,
Maarif Vekili olarak kendisi Yunanlıların işgal ettikleri Ege Bölgesinde Türk
okullarına yaptığı zulme ve baskıya, hem protesto, hem de misilleme olarak
Antalya çevresinde bulunan azınlık okullarını kapatmıştır.

15 Temmuz 1921’deki Maarif kongresinde de yabancı okullar


konusuna değinilmiş bu okulların kendi bünyesindekilere verdiği eğitim
karşısında bir tedbir alınmazsa, bunların yakında Anadolu’ya hakim
olacakları belirtilmiştir.

Başar(2004)’a göre, Türkiye’de yaşamakta olan azınlıkların ve yabancı


ülkelerin kendi kültürlerini yaymak maksadıyla açmış oldukları okullar ile ilgili
sorunlar, İsmail Safa Bey’in Maarif Vekilliği döneminde de önemini
korumuştur. Türkiye’nin bu yabancı okullar üzerinde uygulamaya koyduğu
tavizsiz politika özellikle dış ülkelerde geniş yankılar uyandırmaktaydı. Ve
hatta bir ara Fransa basınında bu sorunla ilgili olarak yazılmış olan yazılarda
konu saptırılmış ve Türkiye ile Türklük aleyhinde bir yayın furyasına
dönüşmüştü. Lozan Barış görüşmeleri öncesinde başlatılan bu propaganda
çalışmalarının gerisinde bir takim sinsi hesapların olduğu da bir gerçekti. İşte
bu dış basında çıkan yazılarla ilgili olarak İsmail Safa görüşlerini Hakimiyeti
275

Milliye Gazetesinde “Mülkümüzdeki Ecnebi Mektepler” konusunda görüşlerini


muhabirine şöyle açıklamıştır:

“…Avrupa basınında bu yöndeki yayını ben de görüyorum. Bu


doğrudan barış masası etrafında toplanıldığı sırada Türk devletinin müstakil
yaşamasını ve Avrupa milletleri kadar hür ve bağımsız yaşamaya bir aşk ile
azim ettiğini bir türlü kabul edemeyenlerin ortaya çıkardığı bir meseledir. Bu
vesileyle dahi aleyhimizde hatır ve hayale gelmeyen mezalim masallarını
efkar-ı umumiyeye yaymak ve aleyhdar cereyanları kuvvetlendirmek
istiyorlar. Buna dünyanın muhtaç olduğu sulhperverlik namına çok teessüf
ederim…

Dünyanın erkarı umumiyesi böyle yanlış ve haksız cereyanlar


karşısında kaldıkça, dünya siyasetçileri böyle yalan esaslardan istifade etmek
hevesinden vazgeçmedikçe, müteessif hakiki sulhun olacağına kani değilim.
Biz çok felaket çektik. Bütün bu felaketler içinde, arzumuz ve taleplerimiz ve
dünyanın medeni milletlerinden istediğimiz şu, çok basittir. Biz de hür
yaşamak istiyoruz. Biz de Avrupa medeni milletleri arasında müsavi muamele
görmek istiyoruz. Biz de Avrupa medeni milletlerinin birçok ihtilal ve inkılap ile
kurdukları hükümet sistemini onlardan daha çok ızdırap çekmek suretiyle
tesis etmişizdir. Binaenaleyh inkılaptan birçok can pahasına olarak tesis eden
hakl hükümetimiz de Avrupalılar bizi medeni yahut henüz yaşamamış bir
vaziyette görerek muamele yapmalarına katiyen tahammül edemeyiz.

Biz memleketimizdeki ecnebi müsesasata karşı maziyi katiyen


unutmuşuzdur. Bütün dünyaca kabulü inkar değildir ki müessesar şimdiye
kadar memleketimizde mateessür samimi bir maksatla çalışmışlardır.
Memleketi inhilale sevk eden muhtelif yerlerde süriş ve isyan çıkaran
unsurların birçoğu bu mekteplerin yetiştirdiği insanlar teşkil etmektedir ve
dünya bilir ki bu müssesat en çok bununla uğraşmış ve Türkiye devletini
tahrip etmek için bir gün mesaisinden geri kalmamıştır. Bu müessesatın
mazisi bu kadar feci olduğu halde biz her şeyi unutmak istiyoruz. Bu gün
bizim istediğimiz bir şey vardır. Bütün dünyaca ve bilhassa bu müesseatla
alakadar olanların kati surette bildirmek isteriz ki, artık eski oyunların tekrar
edilmesi imkansızdır. Onun için memleketimizde yaşamak isteyen he ecnebi
276

müessesi kanunlarımızla ve mektepler hakkında koymuş olduğumuz ve


koyacağımız esasta hariyen riayet edeceklerdir ve bu esasatta riayet edilip
edilmediğini daimi surette tertiş ve murakebe etmek en büyük hakkımız ve bir
dakika olsun gözden kaçırmayacağımız bir esastır” (Hakimiyet-i Milliye
Gazetesi,21 Kasım 1922).

Sözlerinden de anlaşıldığı gibi İsmail Safa Bey yabancı okullar


sorununa son derece gerçekçi ve vatanperver bir anlayışla yaklaşmış.
Osmanlı devlet adamlarının düşmüş olduğu yanlışların bir kez daha
düşmemek için bu okulların amaçlarını gayet iyi görmüş ve aynı amaçları
genç Türkiye Cumhuriyeti devletinde de sürdürmelerinin mümkün
olamayacağına kesin bir dille karşı çıkmıştır.

Başar(2004)’a göre, İsmail Safa göreve başladığı zaman, Türkiye’deki

yabancı okulların durumunu ve bu okullarla ilgili olarak kendinden önceki

vekillerin zamanında alınmış bulunan kararların ne derece uygulandığını da

araştırmıştır. Bu okulların alınmış bulunan kararlara uymamakta direndiklerini

görünce hayret etmiş ve bunun üzerine nasıl bir yol izlemeye karar verdiğini

yine aynı söyleşide şu şekilde dile getirmiştir: Hakimiyet-i Milliye gazetesinde

“Mülkümüzdeki Ecnebi Mektepler” adlı haberde şu ifadeler kullanılmıştır:

“… onun için derhal bir tamim yaptım ve ecnebi mekteplerinin kati


surette kanunlarımıza ve talimatnamelerimize riayet mecburiyetinde
olduklarını ve hak-ı murakabe ve teftişimize en küçük bir tepki göstermelerine
razı olamayacağımızı yazdım. Bundan sonra dahi koyduğumuz kurallara
riayet etmediği anlaşılan mekteplerin seddini(kapatılmasını) ifade ettim ve
zannederim ki hürriyet ve istiklal içinde yaşayan milletlerin bundan başka
yapacağı bir şey yoktur” (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,21 Kasım 1922).

Safa Bey, yabancı okullarda verilmekte olan eğitimin de Türkiye’nin


eğitim felsefesine uygun olması için gereken önlemleri almıştır. Ona göre bu
okullarda okumakta olan çocukların milliyetleri ayrı da olsa “Türk gibi
yetişecek, yetiştirilecek bunun için de Türk Dilini, Türk Tarihini,
277

Türk coğrafyasını ve özetle Türk kültürünü öğreneceklerdir. İsmail Safa


20.12.1923 tarihinde vilayetle bağımsız mutasarrıflıklara da göndermiş
olduğu bir tamimle bu okul yöneticilerinden Türkiye devletinin kanunlarına
tam riayet etmelerini, ilk sınıflarında haftada 4, orta sınıflarında 2 saat olmak
üzere Türkçe, her sınıfta da haftada 1 saat olmak üzere Türkçe, her sınıfta
da haftada 1 saat olmak üzere Türkiye Coğrafyası dersi okutulmasını
istemiştir. Ayrıca her sınıfta haftada 2 saat de Türk Tarihi dersinin
okutulmasını şart koşmuştur. Bu derslerin Türk öğretmenler tarafından
okutulması gerektiğini, maaşlarının da Türk öğretmenlerinin almakta oldukları
maaşlardan az olamayacağını bildirmiştir(Öymen, 206-207).

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivinde “Azınlık ve Yabancı Okullar da


Okutulması “ zorunlu olan dersler ile ilgili bir belgede şu ifadeler kullanılmıştır:
İstanbul Maarif Müdürlüğünden 28 Temmuz 1923 tarihinde bütün
yabancı ve gayrı muslim okullarına gönderilen yazı ile özel okullarda
zorunlu olarak okutulmakta olan Türkçe, Türk Tarih ve Coğrafya derslerinin
sadece Türk öğrencilerine değil bütün öğrencilere zorunlu olarak okutulması,
buna uymayanların hükümet kararına karşı çıkmış kabul edileceği
bildirilmiştir. Bunun üzerine örneğin :
Haydar paşa Musevi cemaati mektebi ile Üsküdar Rum Mektebi
müdürlüklerinden cevaben gönderilen yazılarda söz konusu kurala uyulduğu
ve bundan sonrada uyulacağı ifade edilmiştir.( BCA: 180.03.24.130).
Azınlık ve yabancı okulların tamamı olmamakla beraber maarif
vekaletinin resmi olarak çıkardığı kanunlara uyarak okullarda öğrencilere
okutulacak dersleri programlarını uyguladıkları görülmektedir. Aynı zamanda
Maarif vekaleti yabancıve azınlık okullarına Türkçe muallimlerini atamıştır. Bu
dönemde gerek türk okullarında gerekse azınlık ve yabancı okullarda
muallimlim bulmak çok zordu. Bunun nedenleri arasında milli mücadelenin
devam etmesi muallimlerin cephede olması ve ekonomik problemleri
sayabiliriz. Muallim ihtiyaçları gazetelerde ilanlar verilerek duyurulmuştur.
Öğretmen okulu mezunu olmayanlarda sınavdan geçirilip staj yaptıktan sonra
bu dönemde öğretmenlik yapmışlardır.
Başbakanlık cumhuriyet arşivinde “Emekli Binbaşı Arifin 7 Ağustos
1923 tarihinde İstanbul Maarif Müdürlüğüne verdiği dilekçe örneği:
278

Ben 30 sene Askeri mekteplerde Türkçe ve başka dersleri okutmuş


askerliğini eğitime vakfetmiş emekli bir binbaşıyım. Gayri müslim
okullarından birine muallim olarak atanmamın yapılmasını istiyorum.
Kuleli İdadi Mektebi Ders Nazırı Binbaşı:

Şam İdadisi Osmanlı lisanı muallimliğinden naklen Ekim 1918


tarihinde mektebimize gelmiş ve 4 Ocak 1922 tarihli kadro uyarınca açığa
alınmış ve kısa süre önce emekliliğe sevk edilmiş olan Piyade Binbaşı Arif
Efendinin mektebimizde geçen öğretim hayatı boyunca ahlaki ve mesleki
takdire şayan birisi olduğu İptidaî ve Rüştiye mekteplerinde Türkçe
derslerinde hayli başarılı olduğunu tasdik ederim.
İstanbul Kumandanlığından Erkeni Harbiye den İstanbul valiliğine
gönderilen 16 Ağustos 1923 tarihli bir yazı:
Gayri Müslüm mekteplerinde muallimliğe talip olan Binbaşı Mehmet
Arif efendinin askeri mekteplerde muallimlik yaptığı ve şuan da muallimlik
mesleğine atanmasına engel bir durum olmadığı görülmüştür (BCA:
180..9.173.836).
Atamalarda muallimlimin meslekteki başarısına ve özellikle ahlaki
yapısına bakılarak atanması yapılmaktadır. Milli mücadele döneminde
yabancı ve azınlık okullarında muallimlik yapmak isteyen muallim sayısı Türk
okullarında çalışmak isteyen muallim sayısına oranla daha yüksektir. Bunun
en önemli nedenlerinden biri köklü bir eğitim müesseseleri kurmuş olmaları
yeni teknik ve yöntemleri uygulamaları, çağın yeniliklerini takip etmeleri ve
ekonomik sıkıntılarının olmamasına bağlanabilir.
Anadolu ve İstanbul’da Maarif vekaletine bağlı okullarda azınlıklar ve
yabancılarda bu okullarda çeşitli derslere girerek muallimlik yapmışlardır.
Aynı zamanda Maarif vekaleti kendine bağlı olan okullarda çalışan Türk
öğretmenlerinin mağduriyetini gidermeye çalışırken ayrım yapmadan bu
kurumlarda çalışan yabancı ve azınlık muallimlerininde taleplerine cevap
vermeye çalışmışlardır. Milli mücadele dönemi ekonomik sıkıntılar bu
coğrafyada yaşayan tüm toplulukları derinden etkilemiştir.Buna bir örnek
verecek olursak:
279

Başbakanlık cumhuriyet arşivinde 2 Nisan 1923 tarihli dilekçesinde


Eski Sivas Darülmuallimat Fransızca öğretmeni Nişan (Ermeni) adlı kişi şu
talepte bulunmuştur.
Ben 28 yıldır İstanbul Anadolu ve Balkanlar da çeşitli resmi
mekteplerde hayatını tüketmiş bir maarif emektarıyım. Kendim Katolik
olmakla birlikte bu kadar senelik bir emektar Türklerin (hadimi) ve bu
vatanın öz evladı olmamdan dolayı terfi edilerek Afyon İdadi mektebi ve
darülmuaallimin mekteplerinde Fransızca muallimliğine atandım. Bir sene
kadar muntazam bir şekilde namus ve dürüstlüğümü koruyarak çalıştım.
Fakat daha sonra Ankara Maarif Vekaleti bir telgrafla tayinim Sivas’a
Darülmuallimata Fransızca muallimi olarak atanmam emredilmiştir. Emektar
ve sadık bir Hıristiyan olarak bunu kabul ettim. Ancak birkaç ay önce bulaşıcı
hastalık nedeniyle Sivas ta ki mekteplerin kapatılmasından dolayı izinli olarak
üç yıldır görmediğim ailemin yanına İstanbul’a geldim. İstanbul’da bulunan
resmi mekteplerde Fransızca muallimliği için Maarif vekaletine müracaat
ettim. Bugüne kadar açıkta sefil ve başı boş ve hatta ekmek parasına muhtaç
bir durumdayım. Yeni alına karara göre Hıristiyanlara bile memuriyet
verildiğini ve maaş tahsis edildiğini duydum. Bu yüzden beni de
emektarlığıma hürmeten bu nimetten mahrum bırakmamalısınız. Son derece
sefil hayatımın bu mağduriyetimin giderilmesi konusunda bu Katolik kulunuza
Fransızca muallimliğinin verilerek sevindirilmemi niyaz ederim.
ELCEVAP:
Şu anda Sultani mekteplerinde boş Fransızca muallimliği kadrosu
yoktur. Dilekçe sahibi (Nişan) taşraya gidemeyeceğini ve binanayh numüne
mekteplerinin birinde Fransızca muallimliği istediği takdirde ve bulunduğu
cihetle gereğinin yapılması için ilk tedrisat müdürlüğüne bilgi verilsin (2 Nisan
1923) ( B.C A: 180.09.190.932).
Maarif vekaleti azınlık ya da yabancı muallim olmasına bakmazsızın
muallimlerin sıkıntılarını gidermeleri çok önemli bir tavırdır. Azınlık ve yabancı
okullarda çalışan muallimlerin milli mücadele dönemi işgalcilerle işbirliği
içinde olmalarına rağmen maarif vekaletinin kendi kurumlarında çalışan
işgalcilerle işbirliği içinde olmayan muallimlerin her türlü sıkıntılarını
gidermeye çalışmışlardır.
280

Yabancı okullar, 19. ve 20. Yüzyılda Türk toplumunda meydana gelen


sosyal ve kültürel değişime olumlu ve olumsuz etkileri olmuş önemli
müesseselerden biridir. Tüm topluma hizmet veren hastaneler, eczaneler bu
hizmetlerin başında gelmektedir. Fakat özellikle eğitim anlayışları ile Türk
eğitim sisteminin yeniden yapılanmasına katkılar sağlamışlardır. Şöyle ki:
Okullaşma oranının artması, okur- yazar oranının artması , kız okullarının
açılması, yeni mesleki, ticaret ve teknik eğitimin başlamasına ön ayak
olmuştur. Çağdaş eğitimin sağlanmasıiçin Batı Eğitim Sisteminin birer modeli
olan bu okullar, o günkü modern eğitimin adresi olan Batı Okullarında ne
varsa Türk toprakarına taşımışlar. Bağlı bulundukları ülkelerin eğitim
sistemlerine göre hareket eden bu okullar, yeni öğretim teknik ve
yöntemlerini, araç- gereçleri, bilgileri kısa sürede öğrenilerine taşımışlar.
Deney, gözlem gibi metotların yaygın kullanımı ile sınıf ve sıra düzeni bile bu
okullarla eğitim hayatımıza girmiştir.
Tam donanımlı okullar kurma, yönetim kadrosu, öğretim elemanları ve
yardımcı birimlerle okul organizasyonu gelişmiş bu okullar; derslik ve
laboratuar, kütüphane, atölyeler açmışlar. Yatılı da hizmet veren okullarda,
mutfak, yatakhane, banyo ve diğer tüm ihtiyaçlar düşünülmüştü. Öğrenciyi
okul dışına çıkartmadan yaşatabilen bu okullar günümüzün özel okullarıyla
boy ölçüşebilecek donanım ve sisteme sahiptiler. Bu okullardaki çağdaş
eğitim anlayışından Türk eğitim sistemide faydalanmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin kurulduğu 1920 yılından


itibaren milli bir eğitim politikasının sonucu olarak yabancı ve azınlık
okullarında tam bir denetim sağlanmaya çalışılmış onların laik bir eğitim
anlayışı doğrultusunda Türk okulları ile paralellik gösterecek programları
uygulamaları için ciddi kararlar alınmıştır. Fakat yabancı ve azınlık okullar
sorunu belirli bir çözüme kavuşturulamadan Milli Mücadele boyunca devam
etmiştir.

4.1.5.7 .Darüleytamlar (Yetimler Yurdu)

Darüleytamların lugat anlamı “yetimhane” Türk ansiklopedisinde ise ev


manasına gelen dâr, yetim manasına gelen eytam kelimelerinin birleşmesiyle
281

oluşup, yetimevi ya da yetimhane anlamında kullanılmasına rağmen sadece


yetimlerin barındırmak ve himaye etmek maksadıyla kurulmamıştır.

I.Dünya savaşı sırasında Türkiye’yi terk eden İngiliz, Fransız ve


İtalyanların boşalttıkları yurt ve mekteplere yerleştirilen sahipsiz kalan
çocukları himaye altına almak amacıyla kurulmuştur. Osmanlı Devleti bu
devletlerin boşalttığı bu mektep ve binalara el koyarak darüleytam haline
getirmiştir(Nuhoğlu,1993: 521).

Maarif Nazırı Şükrü bey tarafından 25 Kasım 1914’te tesis edilen


darüleytamların kurulma süreci, 1913 yılı Haziranında Harbiye Nezareti
yetkilileri savaş ve hastalık nedeniyle kimsesiz ve himayesiz kalan çocukların
eğitim ve öğretimi için Maarif Nezaretine başvurması ile başlamıştır. Ancak
başlangıçta bunun Batı ülkelerinde olduğu gibi bizde de hayırsever kişiler
tarafından yapılmasının uygun olacağı vurgulanmıştır(Ergin,1977: 1548).

Fransız Katolik rahiplerinin yönetimi altında bulunan Galata’daki Saint


Louis Okulu, Bebek’teki Fransız yetimhanesi ve Kadıköyü’nde Moda’da
bulunan manastır, savaş sırasında diğer yabancı okul kuruluşları gibi zapt
ederek dârüieytam haline getirilmişti. 13 Kasım günü yani İtilaf Devletlerinin
İstanbul’u işgal ettiği gün bir Fransız yüzbaşısı Dârüleytam Genel
Müdürlüğü’ne başvurarak bu binaların iki saate kadar boşaltılmasını ve
teslimini talep etmiştir. Yetimlerin bu kadar kısa bir süre içinde başka yerlere
nakledilmelerinin zorluğuna rağmen Saint Louis Okulu’nda bulunan yetimler
hemen Bebek’te Sait Halim Paşa Yalısı’na yerleştirilerek okul, yüzbaşı ile
birlikte başvuruda bulunan rahibe teslim edilmiştir. Rahip, okul içinde kalan
altmış çeki odun, İki ton maden kömürü ve bir ton ağaç kömürünü de daha
Önce okulda kalmış olan eşyaya karşılık almış ve okulun durumunun
bıraktığından daha iyi bulduğunu ifade ederek memnuniyetini göstermiştir.
Gerçekten de Maarif Nezareti bu okulun onarımı ve bazı ilavelerin yapılması
için 20 bin lira harcamıştır. Bebek’te dârüleytam haline getirilen Fransız
yetimhanesine de 90 bin lira ve Kadıköy’deki yetimhaneye de binanın kendisi
kadar masraf yapılmıştır ki bütün bu harcamalar böylece boşa gitmiştir.
Maarif Nezareti’nin bu tutumu, geleceği düşünmeden hareket etmenin,
öngörüsüzlüğün belirtisi olarak kamuoyunda eleştirilere yol
açmıştır(Brown,1995:197).
282

Bu durum karşısında Maarif Nazın Rıza Tevfik Bey 14 Kasını günü


Dârüleytam Genel Müdürü Salahaddin Bey ile birlikte Saray’a giderek,
dârüleytam haline getirilmiş olan söz konusu binaların derhal boşaltılması
üzerine yetimlerin yerleştirilmesi konusunda ortaya çıkan zorluklan Padişaha
arz etmiştir. Merhametini gerekli kılan bu talep karşısında Padişah, “kimsesiz
yetimlerin bakımı ve durumunun iyileştirilmesi benim boynumun borcudur”
diyerek dârüleytam olarak kullanılmak üzere kendi mülklerinden olan
Üsküdar’da Altunizade’de Validebağı adıyla bilinen köşkün, Ortaköy’de
Hatice Sultan Sarayı ile civardaki köşklerin, Kağıthane’de Imrahor Köşkü ile
civardaki binaların ve Topkapı Sarayı’nda eski Hazine-i Hassa dairesinin
yetimlere tahsisini emretmiştir( İkdam Gazetesi, 15 Kasım 1918).

O sırada boşaltılmakta olan okulların çoğunda buna benzer olaylar


yaşanmış, bu durum kamuoyu ve basın tarafından tepkiyle karşılanmıştır.
Bu türden olaylar hem kamu vicdanını yaralamakta ve onur kırıcı bulunmakta
olduğu gibi hem de okullarda birçok eşya ve erzak terk edildiği için zarara
uğranılmasına meydan verilmekteydi.

Basında Darüleytam ile ilgili çıkan haberlere bakacak olursak:

Darüleytam Bütcesi

Darüleytam müdüriyet-i umumiyesinden bin üç yüz otuz altı sene-i


maliyesi Mart ve Nisan mahilerine(aylarına) ait 18 Mart 1336 tarihli bütçe
tahsisata ikinci altı aylık olarak üç yüz altmış üç bin lira ilave edilmiştir. Yine
gazetede ki haberde Darüleytamların 1920 yılında bir yıllık bütçe hazırlamak
mümkün olmadığından, Darüleytam Genel Müdürlüğü 1920 Mart ve Nisan
ayları giderleri için 121.000 lira ayrılmış, maaş ve ücretlere eklenecek para
dahil edilmemiştir. (Peyam-ı Sabah Gazetesi,1 Eylül 1920).

Darüleytamlara hem Anadolu hem de yabancı ülkelerden de büyük bir


yardım kampanyaları başlatılmış olup savaştan dolayı öksüz kalan çocukların
her türlü ihtiyaçlarını gidermek amacıyla adeta bir seferberlik başlatılmıştır.
Basından örnekler verecek olursak:

Yusuf Mahmut Pehlivan

Amerika’ da Türk kuvvetini zaman zaman ispat eden kahramanlardan


Kızılcıklı Yusuf Mahmut Pehlivan Vakit Gazetesine şu mektubu göndermiştir:
283

‘Tarafınıza Darüleytam namına iki yüz elli bir dolar elli sentlik bir çek
gönderiyorum. Bu meblağ geçen Cuma günü akşamı İtalya’n otelinden ki
yetim İslam kızları menfaatine yapılmış güreş müsameresinin bütün hâsılatını
teşkil eder. Bu müsamereyi, bütün masrafını der uhde ederek ben tertip
ettim. Çekin muhteviyatı hâsılatın yekûnudur. Yani 201 buçuk dolardır. Bunun
Darül Eytam’a tedvini rica ederim. Böyle bir emri hayra iştirakten dolayı
kendimi bahtiyar addederek güreş hakkında malumat vermek isterim(İstikbal
Gazetesi, 20 Şubat 1922).

Yeni Darüleytamlar Açılıyor

Ankara-15( AA):Masarifi Amerika muavenet heyeti tarafından temin


edilmek üzere öksüz çocukların ve tercihen evladı şühedanın iaşesine ve
terbiyeleri maksadıyla darüleytamlar açılması takrir etmiş ve bu hususla
meşgul olmak üzere Halide Edip Hanım’ın Mills Biltanges Sıhhiye vekili Rıza
Nur Bey İzmir mebusu Refet Hilal-i Ahmer murahhası İsmail Besim Paşalar,
İstanbul mebusu Doktor Adnan ve dahiliye vekili Fethi Beylerden mürekkep
daimi bir komisyon teşkil etmiştir. İlk darüleytam Kayseri’de açılacaktır
(İstikbal Gazetesi,19 Mart 1922).

Darül Eytam Piyangosu İstanbul-17(AA): Darüleytam İdaresi iki yüz


otuz bin liralık açığını kapatmak için bir piyango tertip etmiştir. Gazeteler
rağbetsizliğimizden şikâyet etmektedirler. (İstikbal Gazetesi,21 Mayıs 1922).”

İstikbal gazetesinde 11 Haziran 1922 tarihli basımda çıkan “Sürmene


Kır Ali Zade Eytam Mektebi Müesseseliğinden Teşekkür “adlı haberde
kimlerin ne kadar yardım ettikleri isim isim ilan edilmiştir. Şöyle ki:
284

Tablo. 13 Sürmene Kır Ali Zade Eytam Mektebi Müesseseliğinden

İSİMLER KURUŞ
Şarkı Amerika Muavenet Heyeti İ-si 10375
Mister Kareçer
Tüccardan Oflu Veli Zade Dursun 750
Efendi
Tüccardan Oflu Hacı Dursun Zade 750
Ahmet Efendi
Tüccardan Oflu Sarıca Zade Ferhat 750
Efendi
Tüccardan Oflu Sarıca Zade Efendi 310
Tüccardan Oflu Sarıca Zade Efendi 750
Tüccardan Oflu Kara Ahmet Zade 6000
Hasan Efendi
Tüccardan Sürmeneli Zade Hacı Musa 750
Efendi
Tüccardan Oflu Hacı Yakup Zade 500
İsmail Efendi …
Tüccardan Oflu Hacı Paşa Zade Hacı 500
Hafız Efendi
Tüccardan Oflu Hacı Arif Kaptan Zade 500
İbrahim Efendi
Tüccardan Oflu Sekmen Zade İlyas 500
Efendi
Tüccardan Oflu Çehreli Zade Şükrü 500
Efendi
Tüccardan Oflu Çakır Zade Veysel 750
Efendi
Tüccardan Oflu Hacı İbrahim Zade 500
Biraderler Efendi
Tüccardan Oflu Salih ve Muhammet 250
Kaptan Zade Efendi
Tüccardan Oflu Hacı Arif Kaptan Zade 750
Hamdi Efend
Tüccardan Oflu Kır Ali Zade Ali Bey 500
Efendi
Tüccardan Oflu İsmail Çebi Zade Ömer 2000
Efendi
Tüccardan Oflu Çilingir Zade Biraderler 1800
Efendi

Yekun … 37475

Talebelerin elbiselerinin temini için nakden muavenette zevatı


muhtereme tüccardan Sürmeneli der saadette Şükrü Zade Ali Efendi: 3000
kuruş, Tüccardan Sürmeneli dersaadette Timur Çebi Zade Yunus Efendi
285

Mahdumu Murat Efendi tarafından:2500 toplam yekun: 37975 kuruş para


toplanmış olup aynı zamanda para dışında başka yardımlarda yapılmıştır.

Darüleytamlar hem yetimleri barındırıp, eğiterek meslek sahibi yapmak


suretiyle de üretici hayatını kazanabilen yararlı bir yurttaş yapmayı hem de
ülkenin ihtiyacı olan meslek grupları oluşturmayı hedefledikleri görülmektedir.
O yüzden aldıkları eğitim ve öğretim sürecinde hemen meslek edinecekleri
sahalara yönlendirmeler yapılarak sanayi mekteplerine gönderilmişlerdir.
Bunun örnekleri çoktur. Kastamonu’da çıkan 22 Eylül 1922 tarihli Açıksöz
Gazetesinde şu başlıkla çıkmıştır:

“Darüleytamlar Ve Anadolu’dan Yeni Gelen Yetimler Yetimlere Ameli


Dersler Vermek Lüzumu “

Sahib-i salahiyet bir zatın mütalaası: Büyüyen çocukları işlere sevk


ederek onların yerine yeni bedbahtları almak tasavvuru var. Darüleytam
idaresi, evi ve ailesi perişan olarak Anadolu’dan buraya iltica eden
çocuklardan bir kısmını daha Darüleytam’a kabul etmek tasavvurundadır.
Fakat kadrosu, bütçesi bu tasavvurun icrasına müsaade etmediğinden talebe
arasında bir tasfiye yapmak lüzumu bu hayırlı ve mübrem işi biraz tehir
edecektir. Sahib-i salahiyet bir zat bize şu malumatı verdi.

-Bu mesele dolayısıyla her şeyden evvel hatırımıza gelen bazı


noktaları öne sürmek lazımdır. Harb-ı umuminin meydana döktüğü yetimlerle,
bugünün yetimleri arasında bazı farklar görülebilirse de hepsi kimsesizlikte
müşterektir. Filhakika memlekette temadi eden ıztırabın en son ve en feci bir
surette hırpaladığı, yollara, sokaklara attığı, açlık ve sefalete maruz bıraktığı
Anadolu yavrularının, Darüleytamların himayesine herkesten ziyade ihtiyacı
olduğu meydandadır. Lakin benim kanaatime göre Darüleytam Müdüriyet-i
umumisi şubatındaki bazı teşkilatı kaldırmak suretiyle bu yavrulara sıcak ve
emin bir yer tedarik edebilir.Elyevm muhacirin müdüriyetinin ianesiyle
yaşayan bu çocukların mühim bir kısmı da memleketin istikbali için hakiki bir
kazanç olur. Bugünkü vaziyet dolayısıyla Mâarif İptidaîyyemizin bile sarsıldığı
bir sırada oldukça mühim bir mevcudiyet gösteren Darüleytamların müttefik
kucağında Anadolu’nun saf, temiz fakat mahrum yaşayan yavrularını da
görebilmek vicdan-ı umumiyi tamamen tatmine kâfi gelemezse de her halde
286

kısmen olsun müsterih kılınır. Altıncı sınıfı ikmal eden Darüleytam çocukları
için faydalı işler düşünülerek onların yerine sefalet ve ıztırabı daha derin olan
ve ölümünden kurtulan muhacir çocukları alınmalı.

Darüleytamlarda çocukların tüm ihtiyaçları giderilmeye çalışılmış olup,


özellikle de eğitim ve öğretimlerini de bu kurum üstlenmiştir. Darüleytamlar,
Almanya, Avustralya, Macaristan, İsviçre Romanya, Bulgaristan’dan sanayi,
ziraat ve ticaret mekteplerinin programları getirilerek bu programlar incelenip
buna uygun programlar uygulanmak istenmiştir. Darüleytamlarda ilk eğitim
kademesini Ana mektepleri oluşturmaktadır. Darüleytamın hazırlamış olduğu
nizamnameye uygun olarak eğitim ve öğretim verilmektedir.1913 yılında
yürürlüğe giren Mekatip-i İptidaîyye Talimatnamesi uygun olarak ilkokul
eğitimi yapılmaktadır. İlkokullarda Türkçe, Fransızca, İngilizce, Aritmetik,
Coğrafya, Geometri, Fen bilgisi, Elişi, Müzik, Resim, Din bilgisi, Jimnastik,
Tarih dersleri okutulmaktadır. Talimatnameye göre Darüleytamlarda aynı
dersleri almaktadır. Darüleytamlarda ilk tahsillerini tamamlayıp sınavlarda
başarılı olanlar: Darülmuallimin, Darülmuallimat, Sanay-i Nefise, Mektebi
Sultani, Mektab-i Sanayi gibi okullara gönderilerek kabiliyet ve isteklerine
göre tahsil yapmaları sağlanmıştır.Bu çocukları yönlendirmek ve teşvik etmek
suretiyle manevi destek veren darüleytamlar, tüm maddi ihtiyaçlarını
karşılamışlardır. Bu bağlamda 1921-1922 Eğitim ve Öğretim yılı sonunda
95’ierkek, 44’ü kız olmak üzere 139 talebe ilk tahsillerini tamamlamışlardır
(Okur, 1996:43).

Sonuç olarak: Darüleytamlar Osmanlı devletinin son dönelmelerinde


cereyan eden Doksanüç Harbi, Balkan Harbi, I. Dünya Savaşı ve onun
akabinde Milli Mücadele dönemi yaşanan siyasi olayların toplum üzerinde ki
izdüşümüdür. Zira toplumun yaşadığı savaşların ekonomik ve siyasi
sonuçlarından dolayı halk arasında dul, öksüz ve yetimlerin sayısı artmıştır.
İşte darüleytam himayeye muhtaç şehit ve yetimlerin sayısının artması
neticesinde zaruri olarak kurulmuş bir kurumdur. Yetimleri barındırıp himaye
etmek yanında eğitmek, bir zanaat öğreterek meslek sahibi yapıp,
istikballerini güven altına almak Darüleytamların temel hedefleri olmuştur.
Diğer taraftan savaş esnasında şehit olanların ailelerini mağdur etmemek için
287

çareler üretmeye çalışmışlar. Vefakar Anadolu insanının yardımlarıyla


faaliyet gösteren bu kurumlar olağanüstü bir hizmet yapmışlardır.

4.1.5.8.Okullarda ki Sosyal Etkinlikller

Okullardaki sosyal etkinlikler “Müsamereler, Spor Etkinlikleri ve


Kutlamalar” olarak yer almıştır.

4.1.5.8.1.Müsamereler

Hâkimiyet-i Milliye gazetesi eğitim ve öğretim dışında kongre ve


müsamerelere de millî kültüre hizmet ettiği için önem vermiştir. Özellikle
sağlık ile ilgili müsamereler sıkça yapılmaktadır. Bu tür etkinliklere “Tıbbî
Müsamere” adı verilmiştir. Ülkemizde doktor sayısı yeterli olmadığından ve
var olan sağlık personelinin cephede yaralanmış askerlerle ilgilendiklerinden
dolayı bu tür müsamereler genellikle öğretmenler tarafından verilmiştir.
Yapılan konuşmalarda ilk yardım, çiçek ve kuduz hastalıkları ve tifo hakkında
gerekli bilgiler ve tedavi yolları anlatılmıştır:

“Ankara hastanelerinin dokuzuncu müsameresi geçen Cuma günü


Dârülmualliminde verilmiştir. Muallim Hüsameddin Bey kuduz hastalığından
bahsetmişlerdir. Bu hastalığın ekseriya köpek, kurt veya kedilerden
geçebildiğini ve hastalığın tamamen geçmesi için 30 ile 50 gün arası bir
zamanın geçmiş olma gerekmektedir, diyen Hüsameddin Bey Almanya’da
yayınlanan tıbbî dergilerden de alıntılar yaparak şu sözlerle müsamereye
devam etmiştir: Almanya’da neşredilen Biruslavmuse mecmuasında kuduz
hastalığı hakkında şu malumat vardır: Kuduz emrâzının görülebilmesi için
mutlaka kırk gün zaman geçmesi lazım gelir. Ayrıca ekseriyetle hayvanların
ısırmasıyla bu virüs insana geçer” (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,19 Ocak
1922).

Gazetenin farklı nüshalarında Muallim Hüsameddin Bey, çiçek ve tifo


gibi hastalıklarla mücadele metodları hakkında çeşitli bilgiler vermiştir. Ancak
Millî Mücadele dönemi Türkiye’sinde en acil mesele yaralıları tedavi etme
sorunudur. Eleman yetersizliği, maddî imkânsızlıklar tedaviyi adeta olanaksız
288

hale getirmiştir. Cephelerde yaralıları tedavi edip tecrübe kazanan


öğretmenler pratik tedavi ve acil müdahale konusunda edindikleri tecrübeleri
müsamereler düzenleyerek paylaşmışlardır

Bununla birlikte sosyal içerikli ve milli mücadele bilincini geliştirmek


amaçlı mekteplerde muallimlerin ve talebelerin birlikte yaptıkları müsamereler
çok önemlidir. Hem toplumu bilinçlendirmek hem de müsamereler sayesinde
de işgal kuvvetlerine de bu vatan topraklarının asla işgal edilemiyeceğini
göstermişlerdir. İşgal devletleri yer yer bu müsamereleri yasaklamaya da
çalışmışlardır. Millî Mücadele yıllarında art arda devam eden savaşlar,
düşman istilâları ve sefalet yüzünden özellikle muharebelere sahne olan
yerlerin durumu oldukça üzüntü vericidir. Ekonomik sıkıntılardan dolayı halk
perişandır. Bu yüzden müsamerelerde yardımlar toplanmıştır. Özellikle
cephede şehit olan askerlerimizin yetim çocuklarına bu tür etkinliklerle yardım
kampanyaları da oluşturulmuştur. Basında özellikle “Hakimiyet-i Milliye,
Açıksöz ve İstikbal gazetelerinden örnekler verecek olursak:

Müsamere

Artvin Numune Mektebi’nin günden güne çoğalan yavruları kudret-i


maliyesi gayri müsait olan birçoklarının elbise, almak gaye-i ve sair
ihtiyaçlarına medara olmak ve memlekette umumi birçok zevki uyandırmak
maksadıyla 23 Kanun-u evvel- 27 Cuma günü akşamı bir müsamere
verilmiştir. Hâsılat safiye 200 küsur liraya baliğ olmuştur(İstikbal Gazetesi,17
Ocak 1922).

Bu Haftaki Müsamere

Muallimler cemiyetinde geçen Cuma gecesi de bir müsamere tertip


edildi. Program vecihle müsamereye alafranga saat yedide sanayi
bandosuyla başlandı. Badehu memleketimizin yetiştirdiği vücuduyla iftihar
eylediği cemiyet-i idare heyeti azasından ve Trabzon tarihisi müddet ki ve
muhterem ve kıymetli edibimiz Muhammed Murat Bey Trabzon’la alakadar
şahsi ve ilmi tabiat tarihiye sine ait müfit bir musahabede bulundular.
Musahabe’nin hitabınıı müteakip üstat musiki Cemil ve İskender Beylerin
taksimleri, cemiyetin ince saz takımının ahenktar fasılları iki yüzü mütecaviz
samiini teshir eyliyordu. Bu meyanda Darüleytam mini minilerinin monolog ve
289

fazla mutahharı takdir olan milli oyunları, Sultan Vahdettin tatbikat


yaverlerinin vatani şiirleri, emare-i Ferit, Kemal Ahmet Beylerin pek büyük
muvaffakiyetleri ile irşâd eyledikleri vatani ve hissi manzumeleri samiin
tarafından şevk ve heyecanla alkışlanmıştır.Müsamerenin şekli cereyanı bu
yavruların nasıl bir his vatanperver hane ile yetiştirilmekte olduklarını
gösteriyor(İstikbal Gazetesi,30 Ocak 1922).

Bu müsamerelerin çoğu mekteplerde muallimler ve talebeler


tarafından yapılmaktadır. Bu sayede çocuklara milli bilinç işlenmektedir.
Yunan mezalimini gösteren oyunlarda oynanmıştır.Muallim cemiyetlerinde
de halkı milli mücadele ruhunu canlı tutmak amacıyla bir çok illerde
müsamereler yapmışlardır.

Bugünkü Terbiyevi Müsamere

Üç buçuk seneden beri Kazım Karabekir Paşa Hazretleri tarafından


müesses şark cephesi mekteplerinde tatbik edilmekte olan usul-u terbiyenin
şayanı dikkat ve şayanı tetkik bir hareket olduğu şüphesizdir. İşte bu mühim
terbiye tarzının esas ve gayesini göstermek üzere, bu defa şehrimize gelen
şark cephesi şehit yaverleri tarafından sinema binasında müsamereler
tertibine başlanmıştır. Bu müsamerelerden birincisi bu gün zevali saat sekiz
sonrada umuma, mızıka bandosunun iştirakiyle verilecek ve yarın ki
Cumartesi günü aynı programla öğleden sonra saat ikide de hanım efendilere
verilecektir.

Çocukları himaye cemiyeti menfaatine

1- İstiklal Marşı
2- Gemici şarkılı ibreti
3- Eski Türklük(manzum)
4- Küçük Süvari
5- Her iş bitti de buna mı kaldı “sükût”
6- Ana yurdunun idmanı
7- Çocuklar ordusu marşı
8- Kefereyi yemin “sükût”
9- Küçük Pehlivanlar
10- Nalıncı Keseri “sükût”
290

11- Makine ve mikrop temsil perde: 3


12- Elmas Yüzük
13- Eski Mektep temsil perde: 1

Bu birinci müsamereden sonra bir ikinci daha tertip edilmiştir ki, temsil
günleri bilahare ilan edilecektir.

Müsamere fiyatları bir veçhe atidir:

Birinci sınıf localar……………………....:….. ………..Sekiz yüz kuruş

İkinci sınıf localar ………………………..: …………...Beş yüz kuruş

Birinci mevki ……………………………: …………..Yüz kuruş

İkinci mevki …………………………...: ………….Yetmiş beş kuruş

Üçüncü mevki …………………………...:… ..Elli kuruş. (İstikbal


Gazetesi,1 Eylül 1922).

Kazım Karabekir paşa bu türlü etkinlikleri desteklemiş ve bizzat


katılmıştır. Özelliklede yetim ve öksüz kalan şehit çocuklarına sahip çıkarak
onların tüm eğitimlerini üstlenmiş yer yer Anadolu’nun her ilinde bu kurumları
açmaya çalışmıştır.

Sultani’de Müsamere

Bu Cuma gecesi sultanide Darülmuallimin talebesinin de iştirâkiyle


bir talebe konseri verilmiştir. Müsamerede bazı talebe velileri de bulunmuştur.
Birçok talebe efendiler tarafından şiirler okunmuş, keman çalınmış ve
müsamerenin nihayetinde “projeksiyon” ile mütenevvi levha gösterilmiştir.
Şehrimizin iki irfan müessesesi beynindeki kardeş ağı ziyadeleştirecek ve
talebeyi hayata daha ziyade alışkan edecek olan bu gibi müsamerelerin her
Cuma gecesi icra olunacağını haber aldık. Muvaffakiyetler dileriz (Açıksöz
Gazetesi, 16 Aralık 1921 ).

Müsamerelerde ortak vurgulanan fikir, Türk milletinin büyük bir millet


oluşudur. Bunun sebebi ise vermiş olduğu istiklal mücadelesidir. Milli
mücadeleyi tüm yönleriyle hem çocuklara hem de yetişkinlerin beyinlerine
nakşetmeyi hedeflerken, diğer taraftan savaşın bıraktığı derin izleri
yoksulluğu ortadan kaldırmak amacıyla milli birlik ve beraberliğin
291

pekiştirilmesi için milletçe beraber hareket edilerek yardımların bu tür


etkinliklerde toplanması sağlanmıştır.

4.1.5.8.2.Spor Etkinlikleri

Spor denilince aklımıza günümüzde hemen futbol gelmektedir. Ancak


Mustafa Kemal’in önderliğinde çıkarılan Hâkimiyet-i Milliye’de izcilik, güreş
gibi aktiviteler de spor faaliyetleri kapsamına girmektedir. Gazetede spor
haberleri kuru ve tekdüze bir anlatımla anlatılmamıştır. Canlı tasvirlerle
anlatıma akıcılık kazandırılmıştır. Spor haberleri aktarılırken muasır
milletlerde yapılan sportif faaliyetlere de yer verilerek o dönem Türk
toplumunun kültürlenme sürecine katkıda bulunulmuştur: Ankara’da spor
faaliyetleri başlıklı yazıda:

Cuma günü Ankara izcilik için mühim bir teşebbüsü karşıladı. Son
asrın milletleri arasında sağlam kafalar sağlam vücutlarla birlikte ilerliyor.
Hele bizim buna ne kadar ihtiyacımız var. Bir memleket istiklâlini; bütün
varlığını hakkının, ruhunun, bileğinin kuvvetine dayanarak kazanmak
mecburiyetinde kaldıktan sonra; artık onun zevklerinde hatta yürüyüşünde
bile yeni bir esas hakim olacaktır” (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,18 Temmuz
1920).

İşte Türkiye Cumhuriyeti bu yeni esas üzerine kurulmuştur. Hâkimiyet-i


Milliye’de sadece izcilik ve güreş değil futbol haberleri de yer almaktadır.
Hatta gazete “Hâkimiyet-i Milliye Kupası” adında bir de futbol müsabakası
düzenlemiştir. Her yıl geleneksel olarak yapılan bu müsabakalara Ankara’da
faaliyet gösteren futbol takımları katılmıştır. Gazete yarışmada birinci olan
takıma bir de kupa vermiştir.

Hâkimiyet-i Milliye kupası İstanbul’da imal edilerek Ankara’ya getirilmiş


ve müsabakalara başlanmıştır. Gazetede bu kupa yakından takip edilerek
günbegün maçlar ve maçın önemli dakikaları maç sonrasında gazetede
neşredilmiştir(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,20 Ağustos 1922).

Hâkimiyet-i Milliye’de futbol denilince genellikle Ankara’daki futbol


faaliyetleri akla gelmiştir. Gerçi İstanbul takımlarına da yer verilmiştir ama
bunların sayısı çok azdır. Oysa Ankara takımları arasında yapılan
292

müsabakalar gazetede geniş yer tutmaktadır. Gazetede, yapılan maçlar ve


hazırlıklar ayrıntısıyla ve yorumlarıyla verilmiştir.Yine futbol ile ilgili yazılarda
sadece maçlar ve yorumları değil, maç öncesi yapılan gzersizlere de yer
verilerek maçın sonucu hakkında tahminler yapılmıştır. Aynı zamanda
İstanbul’un köklü takımlarından olan Fenerbahçe hakkında da maç yorumları
yapılmıştır: İzzet Ulvî, Futbol Egzersizleri

Bu Cuma gecesi İdman Yurdu takımı 1338-39 yılı şampiyonluğu


için egzersiz yapacak. Eğer İdman Yurdu evvelki egzersizlerde yaptığı
gibi sahada oynarsa değil şampiyonluk, ikinciliği bile alamaz.
İstanbul’un en kuvvetli takımlarından olan Fenerbahçe, Altınordu
takımına mağlup olmuştur” (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,12 Ekim
1922).

Spor eğlence amaçlı yapılmakla beraber bizin için en önemli tarafı bu


tür ekinliklerin mekteplerde de çok sık yapılmasıdır. Özellikle mektepler
arasında turnuvalar düzenlenmiştir. Hemen hemen tüm spor dallarında
yapılmıştır.

Futbol Müsabakası

Geçtiğimiz Cuma günü Darülmuallimin ile Şarkaltın Ordu Kulübü


arasında icra edilen müsabakaya zevali saat birbuçukta başlanıldı.
İlkönce ehemmiyetsiz bir halde olan oyun Darülmuallimin kalesi
önünde birkaç zıt hamleye uğradıktan sonra birinci sayı Darül
muallimin sol içi tarafından yapıldı. Şarkaltın Ordu’nun şiddetli
taarruzları Darülmuallimin takımı karşısında eriyordu. Mukabil taarruza
kalkan Darülmuallimin merkez muhacimi Osman Bey ikinci sayıyı
yaptı. İkinci başlangıç yine Darülmuallim tarafında idi. Bire karşı iki
sayı ile Darülmuallim galip geldi.(İstikbal Gazetesi,12 Aralık 1922).
Diğer kurumlarla da özelliklede futbol müsabakaları yapılmıştır.

Sosyal hâdiseler toplumsal yaşamın nabzı mahiyetindedir. Basın


toplumun nabzını tutan, toplumun hem sevinçleriyle hem de sorunlarıyla
ilgilenen ulusal bir vasıta olmuştur. Spor, sağlık, deprem ve hastalık gibi
hadiseleri yakından takip etmiş ve olaylara ayna tutarak toplumu
bilgilendirmiştir. Milli mücadele dönem olmasına rağmen bütün sosyal
293

etkinliklerin Anadolu’nun her ilinde yapılmış olması da Anadolu insanının


kendine güven duygusunun yüksek olmasına bağlıdır.

4.1.5.8.3 Zafer Kutlamaları

Millî Mücadele devam ederken kazanılan zaferler halka moral vermiş


ve heyecanlı zafer kutlamalarını beraberinde getirmiştir. Zafere ve sevince
susamış olan kitleler Mehmetçiğin kazandığı her muharebeden sonra
sokaklara çıkıp meydanlarda toplanmış ve zaferi kutlamışlardır. Halk, kendini
askerle aynileştirerek askerin her zaferini kendi zaferi saymıştır. Türk milleti,
ordu ile öylesine bir olmuştur ki askerin en küçük bir ihtiyacını kendi
ihtiyacından öncelikli görmüştür. Türk varlığının en son kalesi olan Anadolu
düşman eline geçmesin diye halk, ortaya mallarını ve canlarını koymuştur.
Kazanılan muharebeler de öylesine coşkulu kutlanmıştır ki sokaklarda herkes
kendini el ele, kol kola bulmuştur:

Dün Ankara bir zafer günü yaşadı. İkinci İnönü Meydan


Muharebesi’ni kazanan ordumuzun ve bu orduya maddeten ve manen
destek olan milletin yaşadığı ne coşkulu ne heyecanlı bir gündü.
Mektepliler, esnaf cemiyetleri, halk toplandı. Alay tekbirlerle Büyük
Millet Meclisi önüne geldi. Herkesin gözünde zaferin verdiği neşe ve
saadet okunuyordu(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,3 Nisan 1921).

Yaşanan zaferler halkta moral ve heyecan oluşturmuştur. Zaferlerin


ardından gelen her sevinç yeni bir zaferin daha doğrusu istiklâlimizin ve tam
bağımsızlığımızın bir teminatı olmuştur. Halk, birçok ilde zafer kutlamaları
yaparak heyecanlı nutuklar söylemiş, böylelikle Türk toplumu Gazi Mustafa
Kemal’e her gün biraz daha bağlanmıştır. Her zafer kutlamasının ardından
halk, düşmanı kovacağına dair ahd etmiştir. Gazetede bu tür haberlere sıkça
rastlamaktayız: “Bütün Anadolu Ayakta”

“Hayat-ı istiklâlimizi mahve çalışan ve sevgili Anadolu’muzu


ezmek isteyen hunhar düşmanın Anavatanımızdan çıkarılması için
bütün halk yekvücut olmuştur, bütün Anadolu ayaktadır. Ve istiklâl-i
millî temin edilene kadar da oturmayacaktır” (Hakimiyet-i Milliye
Gazetesi,26 Ağustos 1921).
294

Anadolu insanının bu zafer heyecanı ve isteği neticesiz kalmamış ve


ardından yeni zaferleri de beraberinde getirmiştir. Zaferlerin devamı ancak
orduya yeni katılımlarla mümkün olmuştur. Türk ordusu yıllardır yapılan
savaşlardan dolayı bitkin bir hâle düşmüştür. Ancak her geçen gün orduya
yeni katılımlar olmuş ve özellikle camilerde vatan müdafaası hakkında etkili
vaazlar verilmiştir. Ankara’da silah altına alınacaklar için büyük şenlikler
yapılmış ve bu kutlamalar davul, zurna eşliğinde adeta bir bayram edasıyla
yapılmıştır. Ayrıca yeni kazanılan Sakarya Zaferi de bu şenliklere ayrı bir
neşe katmıştır.Zafer şenlikleri Anadolu’nun birçok ilinde kutlanmaya
başlanmıştır. Halk sokaklara çıkarak sabahlara kadar kutlamalar
yapmışlardır. Bu kutlamalara halkın tüm kesimleri katılmıştır. İstikbal
gazetesinde çıkan haberde “”Gece Kutlamaları” başlığında yayınlanmıştır
şöyle ki:

Ezan-ı saat birden sonra yine Zağanos Meydanı’nda toplanan


mektepler, askerler, ahali, kalabalık bir cem. Halinde ellerinde fenerleri uzun
sokağa, meydan tarîkiyle Güzelhisar’a gitmiş ve orada geç vakte kadar
şenlikler, oyunlar devam etmiştir(İstikbal Gazetesi,12 Eylül1922). Trabzon’da
yapılan kutlamalara İstikbal gazetesi çok geniş yer vermiştir.

Görüldüğü gibi mektepler, dernekler, askeri birlikler, sivil toplum ve halk


olmak üzere tüm Türk halkı şenliklere katılarak milli mücadeleyi kazanan
kahraman bir milletin adeta tekrardan kendine döndüğü şahlandığı milli bir
bilincin oluşmasını sağlayan bir tablodur. Basında sadece zafer şenliklerine
değil bayram kutlamaları ve bayram merasimlerine de geniş yer ayrılmıştır.
İyi ve kötü günlerde her zaman halkın yanında olan Özellikle Milli mücadele
döneminin resmi gazetesi olan” Hâkimiyet-i Milliye” gazetesi toplumun
duygularına bir nevi tercüman olmuştur. Özellikle Mustafa Kemal’in de bu
merasimlere veya kutlamalara katılması canlı bir tablo suretinde gözler
önüne serilmiştir. Onun diğer kumandanlarla ve halkla iç içe bayram
namazına gitmesi ve tebrikleri kabulü gazetede ayrıntısıyla verilmiştir.
295

4.1.6. Milli Mücadele Dönemi Basında Edebi Eserlerde Eğitim ve


Öğretmen Sorunları
Bu bölümde tezimize kaynak olarak aldığımız gazetelerden milli
mücadele dönemi gazetelerde edebi, sosyal kültürel konularla ilgili aydınların
makalelerinden şiirlerinden, hikâyelerinden o dönemin manzarasını tasvir
eden milli mücadele ruhunu yazıları ile halka duyuran ve bu mücadelenin
karşısında olan mütareke basını ve o basında yazı yazan aydınların görüşleri
de ele alınacaktır. Tezimizde örneklem olarak aldığımız gazete ve dergilerin
sayısı yaklaşık olarak 10’un üzerine olmakla beraber Hakimiyet-i Milliye
Gazetesi, İkdam gazetesi ve milli mücadelenin karşısında olan muhalif
gazete Peyam- Sabah gazetelerinden örnekler vereceğiz. Özellikle milli
mücadele döneminde Ankara hükümetinin resmi basın organı olan
Hakimiyet-i Milliye gazetesi çok önemlidir. Aynı zamanda bizim tezimizin de
en önemli kaynağını oluşturan gazetedir.
Devrin edebî çerçevesi millî mücadele’nin başladığı yıllarda
İstanbul’dan Ankara’ya çeşitli yollarla kaçarak gelen yazar ve şairler topluluğu
Hâkimiyet-i Milliye gazetesi etrafında birleşmişler. Gazete, Mustafa Kemal’in
bilgisi dâhilinde yayın hayatına devam ettikçe bu aydınlar da kalemleriyle Millî
Mücadele’ye destek olmuşlardır.
Hâkimiyet-i Milliye’de makaleleri, şiirleri ve hikayeleri yayınlanan bu
aydınlar şu isimlerden oluşmaktadır: Tunalı Hilmi, Müfide Ferit Tek, Hakkı
Behiç, Besim Atalay Mehmet Akif Ersoy, Celâl Nuri İleri, Hüseyin Ragıp
Baydur, Halide Edip, Aka Gündüz. Millî Mücadele’nin başarıyla
sonuçlanmasında bu yazarların büyük katkısı olmuştur. Ankara’ya gelen bu
insanların kalemlerinden çıkan yazılar, halkı ve cephedeki askerleri psikolojik
olarak motive etmiştir. Mustafa Kemal’in büyük zaferler kazanması bu
aydınların hayata bakışlarını değiştirmiştir:

4.1.6.1. Kültürel ve Sosyal İçerikli Yazılar

Millî Mücadele’nin bir ölüm kalım mücadelesine dönüştüğü bir ortamda


doğal olarak kültürel konulu yazılar ikinci plana itilmiştir. Ama bunca kanlı
muharebeler sırasında bile Hâkimiyet-i Milliye’de bizi biz yapan Türk
kültürüne ait önemli yazılara öncelikli olarak yer verilmiştir. Çoğunluğunun
296

İzzet Ulvî tarafından kaleme alındığı bu yazılarda genellikle “Türk” ve


“Türklük” kavramları üzerinde durulmuştur. Türk kültüründe var olan bize has
hususiyetlerin irdelendiği yazılar, halkı bilinçlendirme adına pek önemli bir
vazife görmüştür. Bunlardan İzzet Ulvî tarafından kaleme alınan “Ergenekon-
Nevruz” başlıklı yazıda Türklerin demir dağı eritip çıkmaları anlatılmıştır:
“İşte Nevruz tesmiye edilen Ergenekon bayramı bu suretle yaşamakta
olan bir ananemizdir. (…) Tatarların da karıştığı bu muharebede
Türkler büsbütün ortadan kaldırılmak isteniliyor. Yalnız dokuz kişi
kurtulup ıssız dağlara çekiliyorlar. Dört yüz sene orada kaldıktan sonra
bir kurdun delaletiyle oradan çıkıp Çinliler üzerine çullanıyorlar ve
dedelerinin öçlerini alıyorlar. Dört asır kaldıkları yaylaya Ergenekon
deniliyor ki maden vatanı demektir. Eski Türkçe’de Ergene, Eriken ve
Ergani kelimeleri maden manasına gelir. Nitekim Ergani kasabası
madeniyle meşhurdur (Hakimiyet-i Milliye, 23 Mart 1921).
Mustafa Kemal’in bilgisi dâhilinde neşredilen bu yazılarda Türk milletlinin
tarihin en eski ve en medenî milletleri arasında yer aldığı vurgulanmıştır.
Bilindiği gibi Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan Türk vatandaşları bile Türk
olduklarının bilincinde değildirler. Osmanlı, farklı milletlerden oluştuğu için bir
devlet politikası olarak halka Millî bilinç yerine Osmanlıcılık aşılanmıştır. Bu
nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel alt yapısını oluşturacak olan Türklük
bilinci, genellikle İzzet Ulvi tarafından gazete” Türkler ve İslâmiyet adlı
makalesiyle halka anlatılmıştır:
Tarihi tedkik olunursa anlaşılır ki Türkler, dünyanın en ziyade şeref,
azim ve izzet-i nefs sahibi bir milletidir. Türk’ün necabet ve yüksek ruhu,
hâkimiyet ve istiklâli ve istidâdı birçok milletlerce kabul edilmiş bir hakikattir.
Türk, yaratılışındaki harikuladelikleriyle asırların sinesinden gelip geçen
senelerin daima hayretini celp etmiştir.(Hakimiyet-i Milliye, 2 Ekim 1921).
Sakarya’da savaşan Türk askeri de tıpkı âbidelerde anlatılan Türk
kahramanları kadar yüksek bir ruha sahiplerdir. Kahraman Türk askeri tarihte
gösterdiği kahramanlığı Sakarya’da, İnönü’de, Dumlupınar’da ve diğer
muharebelerde de göstermiştir. Bu mücadelelerin sonucunda ortaya yepyeni
bir Türkiye çıkmıştır. I. Dünya Harbi’nden yenik çıkan bütün uluslar ümitlerini
Amerikan Başkanı Wilson tarafından ortaya atılan Wilson prensiplerine
bağlamışlardır. Hatta Türk toplumunda bile savaşmayıp Wilson ilkeleriyle
297

vatanı kurtaralım, diyenler bile olmuştur. Ancak uygar (!) Batı yine iki
yüzlülüğünü göstermiş ve silahlarını bırakıp mücadele etmeyen ülkeler
sömürge olmuşlardır. Ancak Türkiye böyle yapmamış ve inandığı dava
uğruna bütün Batı dünyasını karşısına alıp Millî Mücadele’ye başlamıştır. İşte
bu mücadele, “yeni Türkiye’nin davası” olmuştur:
İzmir Mebusu Mahmud Esat, Yeni Türkiye’nin Davası
“Avrupa diplomasisinin Türkiye hakkında yirminci asırda reva
gördüğü muamele ile on beşinci veya on dördüncü asırda reva
gördüğü diplomasi arasında hiçbir fark yoktur. Türkiye hakkında on
beşinci asırda ve daha sonraki asırlarda Avrupa Hıristiyanları ne
düşünüyorlardı ise bugün pek farklı düşünmüyorlar. Ne yazık ki
memleketimiz, böyle bir vaziyet karşısında bulunduğuna bir türlü
inanmadı. Wilson şartlarıyla avutulan diğer mağlup ülkelerde vaziyet
pek de farklı değildi” (Hâkimiyet-i Milliye, 7 Ekim 1921).
Bizi biz yapan kültürel değerleri halka kazandırmak ve toplumu
kültürlendirmek için tiyatro gibi modern vasıtalardan istifade etmek
lüzumunun dile getirildiği yazıda her milletleri ayakta tutan kendi millî harsıdır,
denilerek harsa verilmesi gereken ehemmiyet vurgulanmıştır. Millî Mücadele
bir ölüm kalım savaşı haline geldiği zamanlarda bile kültürel değerlerimiz
cephe havadisleriyle birlikte gazete sütunlarında yerini almıştır. Ayrıca
Ankara’da Mustafa Kemal’in emirleriyle muallimler arasında belli zamanlarda
kongreler yapılmış ve hemen her konuda halk bilgilendirilmiştir. Gazetede
özellikle ruh, psikoloji, tarih gibi mevzularda neşredilen yazılar o dönem Türk
toplumunun ilgisini çekmiştir. Bu mevzulardan olan, Ruh ölür mü? Sorusunun
cevabı yine gazete sayfalarında cevaplandırılmıştır:
Darülfünûn Müderrislerinden İsmâil Hakkı, Ruh Ölür mü?,
“Bazı gençler ruh fânidir, zannediyorlar. Hayır, ruh bâkidir. Özellikle
Türk ruhu bakidir. Çünkü onun ruhu her fedakârlığı yapan, çalışan Türk’ün
ruhu, evliyâların ruhu gibi bâkidir. İyiliğe, fedakârlığa sarf edilmiş her ruh
bâkidir. Bu ruhlar, lâ- yemut olan milletin ruhuna karışır” (Hâkimiyet-i Milliye,
29 Temmuz 1921).
Müfide Ferid, Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde 15 Ocak 1921 tarihli”
Türk Askeri” adlı makalesinde Türk askerlerine seslenerek onları, Türk
kahramanlığını över.
298

Türk askerleri yaşa…! Türk askeri bir kere daha istiklal sahasında
güneş gibi yükseldin! Bir kere daha karanlık çöken kalplerimize, ağlamaktan
kararan gözlerimize sevinç ışığı verdin. Türk askerinin Çanakkale de büyük
kahramanlık örneğini verdiğini, Erzurum’da üstlerinde kışlık elbise olmadığı
halde Rus kuvvetlerini püskürttüğünü belirtir. Kısacası, Türk askeri asla
yenilgiyi kabullenmediğini vatanı uğruna tüm dünyayı da karşısına aldığını
ifade eder.
Müfide Ferid, 7 Şubat 1921 tarihi Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde
“Gazi Antep” adlı makalesinde Büyük Millet Meclisi tarafından” Gazi”
ünvanının verilmesi sebebi ile bu makaleyi yazmıştır. Makalesini şu ifadelerle
bitirir: “
“Gazi Anteb, dünyada bir Türk kaldıkça, senin ismin mukaddes
tanınacak, dünya durdukça, senin gazan Türklüğün edebi bir timsali
olacaktır”.
4 Mart 1921 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde “Vilson” adlı
makalesinde Amerika Cumhurbaşkanı Vilson’un Beyaz saray’dan hasta bir
halde ayrılması ile ilgili düşüncelerini açıklar.
Vilson’un Hıristiyanlık taassubuna sahip olduğunu şu cümleleri ile
ifade eder:
Vilson’un Hıristiyan olmayanlar için verdiği hükümler Kızılderilileri
merhametsizce öldüren,, siyah köleleri zalimcesine idare eden ecdadının
hikmetlerinden pek farklı değildi, onlar gibi Vilson’da insan denilince yalnız
Hıristiyanlar akla geliyor. Müfide Ferid şu cümlelerle makalesini sonuçlandırır:
Bugün o, vatandaşların ilgisiz nazarları altında Beyaz saray’ın kapısından
sedye ile çıkarken dünya üstünde iki seda yükseliyor. Bunlardan biri Avrupa
siyasilerinin alaycı kahkahası, diğeri ise ümitlerini kırdığı günahsızların
hiddeti ve bedduası…
Hakimiyet-i Milliye gazetesinde sosyal ve siyasi yazılar arasında
Mustafa Kemal’in ve milletvekillerinin de yazıları da vardır. Örneğin: “Ermeni
Mezâlim” Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukûk Cemiyeti Heyet-i Temsîliyesi
Nâmına Mustafa Kemâl, “İstanbul Ahalisine Beyannâme” Büyük Millet
Meclisi Nâmına Şeriyye Vekili Mustafa Fehmi ve gazetede bir çok imzasız
yazılarda bulunmaktadır.
299

Milli mücadele taraftarı olan ikdam gazetesinde o dönemin sosyal


olayları başyazarlığını hem de milli mücadeleye karşı olan Peyam-ı Sabah
gazetesinin yazarlarından olan muhalif Ali Kemal’e köşesinden cevap veren
aydın Yakup Kadri’dir.

Yakup Kadri, İkdam Gazetesi 13 Aralık 1921 tarihli ”Anadolu ve


İstanbul” adlı makalesinde Anadolu ve İstanbul’un milli mücadele dönemi
panoramasını tasvir eder:

Büyük Millet Meclisi azasından Hamdullah Suphi Bey, Ankara’da


İstanbul matbuatı erkanından bazı zevat şerefine verilen bir çay ziyafetinde
hararetli bir lisanla İstanbul matbuatının Anadolu hareketine ettiği hizmetleri
sayıyor ve bu vesileyle bütün İstanbul halkına karşı Anadolu’nun nasıl bir his
beslediğini, ne kadar minnet ve şükran duyduğunu söylüyor. Milli hareketin
başında bulunanlardan ve düşman Önünde can verenlerden birçokları gibi
İstanbul çocuklarından biri olan aziz hatibimizin bu ateşli nutku bizi bir kere
daha İstanbul’la Anadolu’nun münasebetine dair düşünmeğe sevk ediyor.

Hakikatte bir İstanbulluluk ve Anadoluluk davası var mıdır? Buna hiç


ihtimal veremiyoruz. Anadolu nazarında, İstanbul davasının mahiyeti olsa
olsa bir İzmir davası ve bir Edirne davası mahiyetindedir. Bugün Osmanlı
devletinin dört büyük vilayeti-ki bunlardan ikisinden biri Bursa diğeri
İstanbul’dur. Ecnebi işgal altında bulunuyor ve halkıyla, hükümetiyle beraber
elim bir esaret devresi geçiriyor, istiklal namına her şeyden mahrumdur; ne
fikrinde ne sözünde ne mülkiyetinde hatta ne de şahsiyetinde zerre kadar
hürriyete malik değildir. Matbuat bin türlü kuyud ile bağlıdır ve ticareti elinden
alınmıştır. Vaki’a, İstanbul; Edirne, İzmir ve Bursa’ya nazaran nisbi bir huzur
ve serbestiye kaildir; zira, burası diğer vilayetlerimiz gibi harben işgal edil-
memiş ve fazilet, necabet nokta-i nazarından Yunanlılarla kıyas-ı kabul
etmeyecek derecede medeni olan milletlerin hükmü altına girmiştir; bundan
başka İstanbul bir ilhak ve istila iddiasıyla işgal olunmuyor ve muvakkat bir
tedbir-i siyasiye ram bulunuyor.

Madem ki son çocuğunu Yunan askeriyle boğuşmağa gönderen


İstanbullu Türk kadınının dolaştığı sokaklarda Yunan bayrakları sallanıyor»
300

mademki yarin cepheye gidecek olan bir İstanbullu Türk zabitinin karşısına,
gah bir şirket vapurunda, gah bir tramvayda, gah bir kahvehanede
oturmasının bütün şaşaasıyla bir Yunan zabiti geçip oturuyor, mademki
İstanbul’un bir mahallesi olan Beyoğlu’nda bizim başımızı bu badireye sokan
Venizelos namına hala ikide bir ayinler yapılıyor, mademki bir kısım Yunan
matbuatı bizim gümrüklerimizden geçen kağıtlar üzerine her gün birbirinden
geriye bühtan ve iftira destanları diziyor ve bunları bizim yerlere eğilmiş
başlarımız üstünden İstanbul’un dört köşesine dağıtıyor: Binaen-aleyh Büyük
Millet Meclisi erkanının İstanbul’a karşı hala meşkuk bir vaz’ almalarını
haksız görmek için ortada hiçbir sebep yoktur denilebilir.

Görülüyor ki ne İstanbulluların ne İstanbul Hükümetinin, hatta ne de


İstanbul’u taht-ı işgallerinde bulunduran büyük Avrupa devletlerinin hiç bir
sun’ ve dahli olmaksızın ve belki bu sonuçların bütün hüsnüniyetine rağmen,
hiçbir zaman Anadolu’dan ayrı tutmak istemediğimiz İstanbul’da sırf hadisat
ve vakayiin ilcââtıyle Öyle bir vaziyet hadis oluyor ki burayı tamamıyla bir
ecnebi memleketi haline sokuyor ve bu yüzden vatanın her iki parçası
arasında hiç değilse şekli bir iftirak hasıl olmuş bulunuyor.

Buna rağmen Hamdullah Suphi Beyin dediği gibi İstanbul halkı


kalbiyle, akliyle, ilim ve irfaniyle, malı ve bedeni ile bugünkü Anadolu
mücadelesine iştirak etmek imkanını bulmuş, kudretini göstermiştir. Hatta biz
daha ileriye giderek söyleyeğiniz ki milli hareketi hazırlayan ve ona kol ve
kanad veren İstanbul’dur (İkdam Gazetesi,13 Aralık 1921).

Milli mücadeleyi İstanbul basınında desteklemeyen muhalif olan ve bu


muhalefetini özellikle köşe yazarları ile dile getiren gazete “Peyam-ı Sabah”
gazetesidir.

Refik Halit, Peyam-ı Sabah Gazetesi 31 Ekim 1921 tarihli “Sulh


Gazisi” adlı makalesinde artık Avrupa devletleri ile sulh yapmanın gerekli
olduğunu hem hükümet yetkililerine özelliklede Mustafa Kemal Atatürk’e
çağrıda bulunduğu bir yazısıdır:
301

Gazi Paşa da Ankara’da mütamadiyen harpten dem vuran zümreye


minareden atlamak kadar tehlikeli olan bu delice muharebe taraftarı kadim ve
günahkar ittihatçı zümresine artık:

Beğler marifet harp etmekte değil, sulh sulh kazanalım!

Dese ve sulha ayak basar basmaz da milletin yakısını artık bu şerefli


fakat kanlı beladan kurtarmış olsa hakikaten isabet eder Biraz da sulh
kazanalım bir defa da sulh gazisi olalım. Bu bize Kaynarca Muahhadesinden
beri müyesser olmadı, halbuki o zamandan beri ne harp gazileri gördük, nice
harpler kazandık, fakat sulh kazanamadı(Peyam-ı Sabah Gazetesi, 31 Ekim
1921). Milli mücadele hareketine karşı en aşırı saldırıları Peyam- Sabah
gazetesinin başyazarı Ali Kemal yapmıştır. Kuvayi Milliyecilere (Daği-ler,
Baği-ler) diye ateş püsküren, Mustafa Kemal hakkında durmadan makaleler
yayınlamıştır. Bu makalelerden birkaç örnek verelim:

23 Mayıs 1920 tarihli Ali Kemal’in “Sözlü Mudafaa” adlı makalesinde


Mustafa Kemal‘e hem de milli mücadeleyi savunanlara şu ifadeleri
kullanmıştır:

Bu hakikatleri inkar ve değiştirmek elimizden gelir mi? Bu mezalimin


önünü almazsak, bu haydutları ortadan kaldırmazsak, Kuvayi Milliyeciler
kisvesine girsin, Enver’lere bedel Mustafa Kemal’leri ileri sürsün ne yaparsa
yapsın İttihat ve Terakkinin o ortaçağ o göçebe vahşiliği o asmak ve kesmek,
sürmek ve öldürmek idrakinin b,r daha bu toprakta dikiş tutturamayacağını en
kati delillerle ispat edemezsek, hakkımızın müdafası için delegelerimizin
yüksek sulh meclisine en delilli, en ispat edilmiş sözleri yetersiz kalmaz mı?

2-13 Temmuz 1920 ve tarihli Peyam- Sabah gazetesinde “Yine


Yandık” ve” Lanet, Lanet, Lanet “başlıklı makalelerinde Ali Kemal Milli
mücadeleyi başlatanlar şu ithamlarda bulunuyor:

“Yine Yandık”

Evvela, söylemeye bile hacet yok, müttefik devletlerin birdenbire bir


derece daha aleyhimize dönmeleri ve böyle beklenmedik şiddetli tedbirler
almasına cevabımızı bile almadan sulh muahedesinin hükümlerini icraya
302

kalkışmaları Mustafa Kemal ve hempalarının Anadolu’daki en son delice


hareketleri, bilhassa İzmit’e hücumları ve o hücum esnasındaki cinayetleri
sebebiyledir. O zaten dolmuş kabı, bu damla taşırdı.

Lanet, Lanet, Lanet

Milli mücadeleye karşı olan İstanbul basını ile İngilizler arasında


yakınlığı açıklaması açısından Trabzon mebusu Hüsrev Bey’in anlattığı olay
ilgi çekicidir: İstanbul’daki işgal ve baskıya dayanamayan bir İstanbullu
Anadolu’ya geçerken İngilizler tarafından yakalanıp tutuklanır. Üstü aranan
bu kişinin, üzerinden Alemdar ve Peyam-ı Sabah gazeteleri çıkar. İngilizler
bu gazeteleri görünce adamı serbest bırakırlar(Kaplan,1981:144).

İstanbul’daki milli mücadeleye karşı olan gazetelerde Ankara’nın


ekonomik sıkıntıları olduğunu, memurların maaşlarını alamadıklarını, bunun
askerler ve memurlar arasında hoşnutsuzluğa sebep olduğunu, askeri ve
idari yapının günden güne çözülüp dağıldığını ifade eden haberleri
yayınlamakla beraber Ermeni ve Rum basını da bu haberleri gazetelerinde
yayınlamaktadırlar. Bu gazetelerde yazı yazan aydınlar ki bunun başında Ali
Kemal gelir Türk milletini ancak ecnebi zabıtasının, mahkemesinin ve
mektebinin adam edeceğine inanan bu guruh İngiliz himayesini istiyorlardı.
Buradan çıkacak en önemli sonuç Mustafa Kemal, sadece dış düşmanlarla
değil onlardan daha tehlikeli olan iç düşmanlarla da mücadele ediyor
olmasıdır.

Milli mücadeleyi destekleyen gazeteler de kültür ile ilgili neşredilen


yazılar genel olarak Türk kavramı etrafında toplanmıştır. Osmanlı gibi farklı
milletleri içerisine alan bir toplum düzeninden yeni çıkmış olan Türk halkına
Millî bilincin kazandırılması gerekmekteydi. Bir taraftan cephelerde işgal
güçlerine karşı büyük mücadeleler verilirken diğer taraftan halka Türk kimliği
kazandırılmıştır. Millî Mücadele döneminde aslen Türk olup da hâlâ Türk
olduğunun farkında olmayan geniş bir kitle vardı. Onlar kendilerini Osmanlı
olarak değerlendirmişlerdi. Bu sebeple halka, Türk kimliği ve Türk tarihi
gazete vasıtasıyla anlatılmaya çalışılmıştır.
303

Ankara’ya gelen aydınların gazetedeki yazıları genellikle Millî


Mücadele ile ilgilidir. Muharebelerin büyük fedakârlıklar ve yokluk içerisinde
sürdürüldüğü bir ortamda bu yazarlardan estetik, şiirsellik, aşk gibi konularda
şiir veya yazılar beklemek devrin şartlarıyla bağdaşmaz. Bu aydınların şiirleri,
cephedeki askerleri coşturmak ve millî heyecanı arttırmak gayelerine hizmet
etmiştir. Özellikle Tunalı Hilmi’nin Topçu Marşı adıyla yayınladığı bir dizi marş
bunun bir göstergesidir. Yine Mehmet Akif’in Leyla ve Bülbül şiirleri bu
yıllarda dillerde dolaşan ve millî duygularla yoğrulmuş şiirlerdir. Kısa
hikâyede ise adını anmadan geçemeyeceğimiz yazar Aka Gündüz’dür.
Hâkimiyet-i Milliye’nin hikâyecisi diyebileceğimiz Aka Gündüz, peş peşe
hikâyeler yayımlayarak işgalin Anadolu’da yaptığı tahribatı gözler önüne
sermiştir. Bilindiği gibi devrin şartları, dönemin edebiyatını yakından etkiler.

Millî Mücadele şartlarında ortaya konan ürünlerin Kurtuluş Savaşı ile


ilgili olması doğal bir hadisedir. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan
edebî mahsuller, Millî Mücadele ile yakından ilgilidirler. Devrin sosyal, siyasî
ve askerî şartları Hâkimiyet-i Milliye’nin sayfalarına yansımıştır

4.1.6.2. Millî Mücadele Hikâyelerinin İncelenmesi

Hâkimiyet-i Milliye’de yayınlanan hikâyelerde daha çok işgal altında


bulunan yerlerin panoraması çizilmiştir. Genellikle Aka Gündüz tarafından
kaleme alınan bu hikâyelerde Yunan vahşeti, Millî Mücadele ve cephe
havadisleri öyküleştirilmiş ve cephede olup bitenler bu suretle Anadolu
halkına duyurulmuştur.
1922’de art arda Millî Mücadele ile ilgili hikâyeler neşreden Aka
Gündüz, Kurtuluş Savaşı’nın kanlı sahnelerini görüp yaşayan biri olarak
hikâyelerinde o günkü olayları tasvir etmiştir. Aka Gündüz’ün on hikâyesi Millî
Mücadele dönemi ile ilgili hikâyelerdir(Doğramacıoğlu,2007:116).
Tel Örgüler Arasında, Eskişehir Titriyor ve Yanıyor, Ölümü Öldüren Üç
Kurşun, Denizlerin Çifte İntikamı, Bir Yarım Mezarın Huzurunda,
Karacabey’le Kermasti Arasında, Güzel, İyi ve Zengin, Öç Ali ile Dülger
Emine, Ölüm Meselesi, Aksu Matemhanesi, Denizlerin Çifte İntikamı.
Aşağıda bu hikâyelerden kısa örnekler verecek olursak:
304

Tel Örgüler Arasında


Fakat kandan ve ateşten düşman eli buraları silmiş, süpürmüş. (…)
Eskişehir’in minareleri, ağaçlıkları, fabrikalar, değirmenler yanmış yıkılmış.
Daha muhacir mahallesine girer girmez uzaktan bir is kokusu, yangınlara
mahsus o göz yaşlandıran ve yürek ezen ağır felâket kokusu geliyor”
(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 4 Ekim 1922).
Yunan ordusunun geri çekilmeye başladığı yıllarda onları yurttan
kovmak için kovalayan Türk askerlerinin gittikleri yerlerde karşılaştıkları
manzaraların anlatıldığı ve canlı tasvirler ve konuşma sahnelerinin yer aldığı
bu hikâyede, İstiklâle susamış Anadolu insanının panoraması çizilmiştir.
Eskişehir Titriyor ve Yanıyor
Çünkü halk, isyan için olmasa bile yürekleri ağzında, talanı şikâyete tevessül
edeceklerdi. Dünden beri çapulculuk devam etti. Çarşambayı perşembeye
vâsıl eden karanlık gecede, isimsiz sokaklarda tek ışıklar faaliyette idi. Bunlar
evlere taksim olunmuş soygun müfrezeleri idi (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,
17 Ekim 1922).

Yunan ordusu Eskişehir’i ele geçirmiş ve talan etmektedirler. Eşraf


Heyeti de yapılan talanı durdurmak için mücadele eder ama şehir dört bir
yandan yakılmıştır. Eskişehir kısmen yanmış ve perişandır. Herkes çaresiz
gözlerle Yunanlıların zulümlerini ve talanlarını seyretmektedir

Millî Mücadele’nin bütün şiddetiyle sürdüğü bir ortamda sınırlı


imkânlarla ve dar bir bütçeyle çıkarılan bir gazetenin sütunlarında
yayımlanmak için yazılan hikâyelerde bu sınırlandırmaların olması gayet
tabiidir. Yunan ordusunun geri çekilmeye başladığı yıllarda onları yurttan
kovmak için kovalayan Türk askerlerinin gittikleri yerlerde karşılaştıkları
manzaraların anlatıldığı ve canlı tasvirlerle konuşma sahnelerinin yer aldığı
bu hikâyelerde, İstiklâle susamış Anadolu insanının panoraması çizilmiştir.

Sonuç olarak gazetelerdeki hikâyelere baktığımızda ise: Anadolu’da


vatan savunmasını, kahraman Türk insanını tasvir eden hikâyeler vardır.
Diğer tarafta ise vatan topraklarını işgal eden işgal kuvvetlerinin Türk
insanına yaptığı zulümler hikâyelerde yer alan konulardan birisi olmuştur.
Özelikle Hâkimiyet-i Milliye’nin hikâyecisi diyebileceğimiz Aka Gündüz,
305

gazetede peş peşe hikâyeler yayımlayarak işgalin Anadolu’da yaptığı


tahribatı gözler önüne sermiştir.

4.1.6.3. Millî Mücadele Şiirlerinin İncelenmesi

Milli hayatımızın çok mühim bir yeri olan Mütareke ve Milli Mücadele
döneminin duygularını ifade eden, aksettiren edebi yazılarımız arasında başlı
başına yer tutan şiirler gelmektedir. Bu şiirler o karmaşık günlerin
psikolojisini, toplum hayatını, endişelerini, halkın yorgunluğunu, kararsızlığını
hatta mücadele fikrinin hangi duygu aşamalarından geçtiğini hissete biliriz.
Türk Askerine
Sen ey koca Türk, ey yüce millet ki çıkardın
Osman gibi, Orhan gibi, Fâtih gibi erler
Sen ey ulu derya ki kabardıkça yıkardın
Dağlar gibi bin orduyu ey her biri Hayder
Ey kalbi Muhammed’le dolan Müslüman asker
Allah kılıcıyla yine vurdun yine kırdın (………)
(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,24 Eylül 1922)
Ali Ekrem
Ali Ekrem, Hâkimiyet-i Milliye’de Millî Mücadele boyunca şiirler yazmış
ve Türk kahramanlığını bu şiirlerinde işlemiştir. Millî Mücadele yıllarında
ordunun ve milletin manevî desteğe ihtiyacı vardır. Asker, cephede işgalci
güçlerle bütün imkânsızlıklara rağmen savaşırken halk da askere destek için
kolları sıvamıştır. Anadolu halkı genç, yaşlı çocuk demeden her kim olursa
olsun maddî kaynaklarını, malını, canını, her şeyini ortaya koymuş, cephe
gerisinde mücadele etmiştir. Ali Ekrem de ordu ve millete kalemiyle, şiirleriyle
destek vermiştir.
Anadolu Toprağı
Senelerce sana hasret taşıyan
Bir gönülle kollarına atılsam
Ben de bir gün kucağında yaşayan
Bahtiyarlar arasına katılsam
En bakımsız, en kötü bir bucağın
306

Bence “İrem Bağı” gibi güzeldir


Bir yıkılmış evin, harab ocağın
Şu heybetli saraylara bedeldir.
(……..)

Bir gün ölüp kucağına ulaşsam


Gözlerimden döksem sevinç yaşını
Sancağının gölgesinde dolaşsam
Öpsem öpsem toprağını taşını(Hâkimiyet-i Milliye, 1
Nisan 1921).
Orhan Seyfi
Anadolu Toprağı için duyduğu özlemi dile getiren Orhan
Seyfi’nin bu şiiri Millî Mücadele’nin tüm zorluklarıyla devam
ettiği bir dönemde Hâkimiyet-i Milliye’de birinci sayfada cephe
havadisleriyle birlikte yayımlanmıştır. Bu durum, şiirin o dönem
şartlarında ne kadar değer taşıdığını göstermesi bakımından
önemlidir!(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,24 Nisan 1921).
Cephelerde savaşan Türk askerlerine millî şuur ve millî bir ruh
kazandırmak ve ayrıca heyecan ve coşku vermek için bu şiir yazılmıştır. Ali
Ekrem’in cephede ve cephe gerisinde vatanın istiklâli için çalışanlara moral
vermek ve motive etmek gayesiyle yazdığı anlaşılan bu şiirinde Millî
Mücadele ve bayrak sevgisi millî duygularla yoğrularak işlenmiştir.
İstiklâl
Beş bin yıldan beri yanan bu ocak
Kıyamete kadar böyle yanacak
Tanrımızdan ateş aldık
Onun sönmez alevidir bu sancak
İçimizden nefer, hakan seçilmez,
Hürriyete esir olan ezilmez
Hiçbir Türk’ün başı ulu Tanrıyla
İstiklâlden başkasına ezilmez
(………)
Cemil Sinan
(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,16 Mart 1921).
307

İstiklâl şiirinde başlığından da anlaşılacağı üzere şâir, Türk halkının


istiklâlinden vatan, bayrak, hürriyet ve Türk töresinden ödün vermeyeceğini,
bu uğurda her Türk’ün gerektiğinde kanının son damlasını istiklâli uğruna
akıtmaktan geri kalmayacağını belirtiyor.

Topçu Marşı
Batarya, Ateş
Doğsun o güneş
Turan güneşi
Yoktur hiç eşi!
Toplar, patlasın...
Düşman, çatlasın!...

Topçu (Yalnız):

Hakimiyet-i Milliye 15 Ağustos 1921). Bolu Mebûsu


Tunalı Hilmi
Cephelerde Kahraman Mücâhitlerimize
Hüdâ rızası için ey mücâhidin-i kirâm,
-Ki pâk alınlarınız dine en son istihkâm-
Sebâtı kesmeyiniz, çünkü sâde sizde ümid,
Dönerseniz ebediyen söner gider tevhid,
O elde tuttuğunuz bir hayât-ı İslâm’ın.
Yegane ukdesidir yâd-ı îmân basarsa eğer,
Olur mesâlimi dinin bir anda zîr ü zeber
Ümidi sizde kalan üç yüz elli milyon can,

-Ki hasta göğsünü yıkmakta şimdiden helecan

(………)Mehmed Âkif (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,28


Mart 1921).

Abdullah Çavuş

On iki Yunanlı etrafımı sardı

Onu düştü birden ikisi vardı


308

Bilmem ötesini akşam karardı

Oradan yoldaşlar almışlar beni

Demek ki buraya salmışlar beni(Çorum Gazetesi,21 Kasım 1922).

(……… )

Suphi

Yürü Mehmetçik Yürü

……..

Yoluna billah, bu millet kurban

Çünkü ululuk sende her zaman

Mustafa Kemal, o da kumandan

Yürü Mehmetçik düşman kaçmadan

Altında kalsın…. Yok olsun Yunan !

Bolu Mebusu Tunalı Hilmi

(Çorum Gazetesi, 22 Ağustos 1921).

BELDE-İ MAZİ

Bütün Vatandaşlarıma—

(………)

Güller kurumuş, son kuş uzaklaşmış ufuktan,

Sönmüş hep ocaklar ve hep ölmüş kelebekler

Sorsam şu uçuk yüzlü ve yaşlı gözlü çocuktan


309

Atiden acep elleri böğründe ne bekler….

Halin yed-i gadrinde birer hasta ersiz

Virane-i maziyi gelin seyr edelim biz.

Cenab Şahabettin (Peyam- Sabah Gazetesi,20 Ekim 1921).

Feryat”

Ey öksüz vatanım, yaralı yurdum,

O onmaz derdine derman ağlasın,

Seni böyle gördüm, candan vuruldum,

Bu kara bahtına cihan ağlasın.

(……) Mehmet Behçet Yazar (Açıksöz Gazetesi, 7 Haziran 1920).

Açıksöz gazetesi yazarı Talat Bey İnas mektepleri için bir marş
yazarak bestelemiştir. Marş şöyledir:

Bizimle yükselir vatan

Bizimle kesb-i şan eder,

Biz olmazsak hayat ve şan

Olur eser zulm ve şer.

(…..).

Talat Bey(Açıksöz Gazetesi, 28 Haziran 1920).

Genelde milli mücadele dönemi gazetelerde yayınlanan şiirlere


baktığımızda temalarının vatan sevgisi, bayrak, ümit, zafer, şehitler, cephe ile
ilgili ve özellikle işgal edilen İstanbul ve İzmir’e dair olduğu görülmektedir. Bu
şiirlerin bir kısmı muallimler tarafından da yazılmıştır. Amaç milli mücadele
ruhunu öğrencilere ve halka benimsetmek, milli duyguyu ayakta tutmak
amacıyla yazılmıştır. Özelikle de İzmir’in işgalinde bu şiirler mitinglerde
310

okunmuştur. Bazı şiirler bestelenerek marş haline getirilerek öğrencilere


ezberletilmiştir. Biz sadece tezimizde bu şiirlerden bir kaçını örnek olarak
aldık.

4.1.6.4. Milli Mücadelede Romanlar

Milli mücadele ile ilgili romanlara bakıldığında çoğunun mili


mücadelenin hemen sonrası veya yakın tarihlerde yazılmıştır. Yazılan bu
romanlar toplumsal gerçekleri edebi bir dille kaleme alınmıştır. Birde bu
dönem yazılan romanlardan bazıları: Halide Edip’in Vurun Kahpeye, Yakup
Kadri’nin; Yaban, Ankara, Sodom ve Gomore, Reşat Nuri’nin; Çalıkuşu ve
Yeşil Gecesi gibi romancıların bizatihi yaşadıkları olayları romanlarına
yansıtmaları da tarihi bir kaynak olma özelliğini göstermektedir. Fakat Reşat
Nuri’nin: Çalıkuşu ve Yeşil Gecesi, milli mücadele dönemi eğitim-öğretim
anlayışını ve o dönemin idealist muallim profilini ortaya koyması açısından
önemlidir.

Kavcar(1974:278)’e göre, toplumun kalkınmasında en büyük rolü


öğretmene ayıran ve bir öğretmen ve yazar olan Reşat Nuri’nin 1922 yılında
“Çalıkuşu “adlı romanı geniş kitleleri etkilemiştir. Çalıkuşu, yurt sevgisini
yaygınlaştıran, gönüllerde yatan Anadolu sevgisini harekete geçiren; o devrin
eğitimin bozuk yönlerini, ihmal edilmiş, bakımsız okullarını ve idealist
öğretmen Feride’yi ele alan eserdir. Çalıkuşu edebiyatımızın en çok aranan
ve okunan eserlerin başındadır. Atatürk büyük zafer sırasında,21-22 Ağustos
1922 günleri okuyup çok beğendiğini ifade eder.

İkinci romanı olan “Yeşil Gece” adlı romanı ise Şahin Efendi adındaki
öğretmenin Sarıova kasabasında işgalcilerce camilerde Yunan propaganda
yapması için görevlendirilir. Ancak Şahin Efendi bunu yaparken, gizliden
gizliye işgalcilere karşı çıkar(Akyüz,2012:343).

Aslında eğitim meselesini cumhuriyetçi bir bakışla anlatılan “Yeşil


Gece” medrese-mektep- eski-yeni eğitim zıtlığı romanın temel temasını
oluşturmuştur. Şahin Efendi, eski eğitim sisteminin en önemli üç yanlışını
311

tespit eder. Bunlardan ilki, öğrencilerin çok katı disiplin altında tutulmaları, en
doğal ihtiyaçlarının bile sınırlandırılmasıdır. İkincisi ise, medreselerin çok
sağlıksız ve kötü yerler olmalarıdır. Üçüncüsü ve en önemlisi buralarda
verilen eğitimin çağ dışı ve hurafeye dayalı hamasi bilgilerin öğrencilere
dayatılmasıdır.

Bu eserlerinin en önemli özelliği ise Reşat Nuri’nin yıllarca öğretmenlik


ve maarifin çeşitli kademelerinde yöneticilik yapmasından dolayı ideal
öğretmen ve iyi bir maarif nasıl yönetilir sorularına tecrübelerinden yola
çıkarak romanlarında kendi bakış açısı ile bir çözüm önerisi de sunmaya
çalışmıştır. Reşat Nuri’nin romanlarında öğretmen ve Türk eğitim sisteminin
çok özel bir yeri vardır.

Milli mücadele döneminde eğitim- öğretim ve öğretmen konulu ilk


yazılan romanlar: Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu ve Yeşil Gece”dir. Milli
mücadelenin hemen arkasında yazılan en önemli romanların başında Müfide
Tek’in “Pervane “ ve Halide Edip’in” Vurun Kahpeye” adlı romanları
gelmektedir. Bunlar hakkın da kısa bilgiler verecek olursak:

Hakimiyet-i Milliye yazarı 1924 yılında kaleme aldığı “Pervaneler” adlı


romanı milli mücadele dönemi yabancıların Türk gençlerini milli değerlerinden
uzaklaştırıp, Protestan bir Amerikan hayranı yapma gayretlerinin merkezi
olan İstanbul’un ortasında bağımsız bir ülkeyi andıran Bizans kolejidir. Bu
kolej Amerika tarafından himaye edilir Kolej’in çalışanlarının ve öğrencilerinin
çoğu Ermenilerdir.

Yabancı kültürle yetişen, yabancılarla evlenen kendi öz kültüründen ve


milli şuurundan kopan gençlerin dramını anlatan bir romandır.”Kendisi gibi
ecnebi mekteplerde okuyan muharrir, yabancı kültürün bir alevin pervaneleri
çekip yaktığı gibi Türk çocuklarının milli duygularını yok ettiğinden şikayette
bulunuyor. Bu eserin bizim açımızdan önemi ise milli mücadele dönemi
yabancı ve azınlık okullarının eğitim politikaların nasıl şekillendiği açısından
önemlidir.

Halide Edip’in” Vurun Kahpeye” adlı romanında da bir Anadolu


kasabasında çalışan idealist ve yenilikçi Aliye öğretmenin eğitim anlayışıyla,
312

okulun eski öğretmeni Hatice Hanım’ın eğitim anlayışları tamamen farklıdır.


Hatice Hanım dini bir eğitimi savunmaktadır. Öğrencileri ona göre
yetiştirmektedir. Yeni eğitim anlayışına karşıdır. Yeni gelen öğretmenlerin
çocukların terbiyesini veremediklerini hatta onların ahlaklarını bozdukları
inancındadırlar. Vurun Kahpeye ve Yeşil Gece’de olduğu gibi, Millî
Mücadele’de millî kuvvetlerle değil Yunan’la iş birliği yapan Anadolu halkı
işlenir. Halkı bu iş birliğine sevk eden ise nüfuzu ve erki elinde tutan eşraf ile
din adamlarıdır.

Millî Mücadele de taşıdığı tarihî önem itibariyle Türk romanında


kendisine geniş bir yer bulmuştur. Hemen her dönemde Millî Mücadele’yi
konu edinen romanlar yazılmış, yazarlar Türk tarihinin önemli bir dönemeci
olan bu mücadeleyi çeşitli vesilelerle romanlarına taşımışlardır. Sadece
toplumsal olaylar değil aynı zamanda eğitim- öğretim ve öğretmen sorunları
da bu dönemde romanlara konu olmuştur.

4.1.7.Atatürk’ün Eğitim Görüşleri

Mustafa Kemal, Millî Mücadele kadar Millî Eğitim’e de önem vermiştir.


Toplumumuz yüzyıllardır sadece ekonomik ve askerî bakımdan değil eğitim
ve kültür yönüyle de erozyona hatta yozlaşmaya yüz tutmuştu. Muasır
medeniyetler seviyesine ulaşmak ancak eğitim ve sosyal kültürlenme ile
mümkün olabilirdi. Bunun için de işe eğitimden başlamak gerekmekteydi.
Mustafa Kemal, eğitime o kadar çok önem vermiştir ki eğitimle ilgili tüm
toplantı ve kongrelere katılarak konuşmalar yapmış ve Millî Eğitim’e sürekli
destek olmuştur.

Düşman ordularının Anadolu’dan çıkarılmasından sonra bazı kimseler


eski anlayış ve yapının devam edeceğini düşünürlerken, Atatürk ise yeni bir
devlet kurarak, Türk toplumunun sosyal , kültürel, politik, ve ekonomik
yapısına yeni bir şekil ve ruh vermeyi düşünmüştür.Milli kurtuluş
mücadelesinin önderi ve onun gibi düşünenler kutacakları yeni yapıya
uygun insan yetiştirecek eğitim sistemini oluşturma çabasını savaş
boyunca sürdürmüşlerdir.Hatta ulusal, çağdaş ve laik ilkelere dayalı eğitim
313

dizgesini kurma çalışmalarına Cumhuriyet öncesinde, kurtuluş savaşı


yıllarında başlamışlardır(Duman,1991:20).

Hakkı Tarık, Evvelki Gün Maarif Kongresi Açıldı adlı gazetedeki


yazısında şu ifadeleri kullanmıştır:

“Maarif Kongresi’nin açılması münasebetiyle Mustafa Kemal Paşa


Hazretleri eğitimle ilgili nutuk irad eylemiştir. Nutukta harb nedeniyle
memleketimizin harabeye döndüğü, milletimizin bu şerâit altında hayatını
idame ettirmek mecburiyetinde kaldığını ifade ettikten sonra konuşmasına
şöyle devam eder:

Ancak bugün maddî ve manevî gücümüzü düşmana karşı istimal


etmeye mecburuz, bu da maarifle olacaktır. Milletimizin inkişafı yabancı
kültürle değil oluşturacağımız yeni kültürle mümkün olur. Bu kültür ise
milletimizin seciyesiyle mütenasip olmalıdır. Çocuklarımızı ve gençlerimizi
yetiştirirken birliğimize ve varlığımıza taarruz eden her kuvvete karşı müdafaa
kabiliyetiyle mücehhez bir nesil yetiştirmeye mecbur olduğumuzu
unutmayalım. Yeni neslin ruhuna bu vasf ve kâbiliyâtı zerk etmek lazımdır.
Bu nesli yetiştirirken onları kuvvetli bir şevk vefaziletle techiz etmek
lazımdır”(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,17 Temmuz 1921)

Mustafa Kemal, eğitimin gücünü askerî kuvvetten üstün görmüştür.


Millî gücün ortaya çıkması için halkın bilinçlenmesi gerektiğini ve bu sürecin
de eğitimden geçtiğini savunmuştur. Hâkimiyet-i Milliye’de imzasız
yayımlanan ve Mustafa Kemal’e ait olduğu tahmin edilen aşağıdaki yazıda
muasır medeniyetlerin bu günkü duruma geliş süreçleri sıralanarak yeni
kurulan Türkiye’nin de takip etmesi gereken yol gösterilmiştir:

“Türkiye muallime ve muallimleri memleketimize karşı ifade edecekleri


vazifenin canlı bir kımıldatıcı hareketin en büyük günlerinde bulunuyorlar.
Almanya, Rusya, Bulgaristan gibi büyük milletlerin teceddüt, istiklâl ve
hürriyet cidallerinde en büyük hareketi yine irfan teşkilâtı vücuda getirdi.
İrfana, zekâ ve idrâke istinât eden bu hareket sağlam temeller üzerinde
devam etti. Napolyon orduları Almanya’yı işgal ettikleri zaman Fischer’in
icazkâr nutukları bir dârülfünun, bir irfan hareketi yarattı. Almanya’nın fikir
314

ordusuna Napolyon orduları kısa bir süre sonrasilahlarını teslim etmişlerdir”


(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,26 Haziran 1922)

Eğitim bu derece önemli olduğundan o dönem için yeni kurulmuş olan


Türkiye Cumhuriyeti eğitim seferberliğine başlayacaktır. Bu seferberlik
yirminci asra yakışır bir Türkiye hedefi için yapılacaktır:

Türkiya’mız bugün yirminci asrın manasıyla mütenasip bir istiklâl ve


dâhilî bir inkılâp mücadelesi içindedir. Ve bu yaşamak isteyen biz Türklerin
bu vaziyete ittibası zaruridir. Türk milleti ve bütün Türkiye herkesin teslim
olduğu bir günde beşerin kudretinin fevkinde bir liyakat, bir fedakârlıkla bütün
ceberut-ı âleme karşı hayat haklarını müdafaa için baştan başa ayaklandılar.
Geçmişe baktığımızda en münharif ve istibdadın elinde olduğumuz
devirlerde Tıbbiye ve Harbiye’nin dışında muasır mektepler vücuda
getiremedik. Bütün bir tarihinde belki her gün hazin hazin ağlayan Türk halkı
şimdi büyük bir azim ve iman ile düşmanlarıyla çarpışırken şuurunun
inkişâfını muallime ve muallimlerinden bekliyor” (Hakimiyet-i Milliye
Gazetesi,26 Haziran 1922).

Hâkimiyet-i Milliye’deki yazılar, Mustafa Kemal’in bilgisi dâhilinde ve


onun tashihi ile yayımlanmıştır. Bu durum göz önüne alındığında bundan
seksen beş yıl önce günümüzdeki sosyal derneklerin temelinin Mustafa
Kemal tarafından atıldığı ortaya çıkar. Yazının devamında bu tür cemiyetlerin
“takdire layık” olduğu belirtiliyor. Aydınlık nesilleri yetiştirecek olan
eğitimcilerimize genç ve faal öğretmenler bir prototip olarak sunulmuştur.
Ayrıca Batı’daki eğitim uygulamaları da gazetede anlatılmıştır. Bununla
birlikte Maarif kongrelerinde sunulan tebliğler Hâkimiyet-i Milliye’de
yayımlanmıştır. Bu uygulama, günümüzde modern anlamda kongrelerin takip
ettiği metottur. Mustafa Kemal, senelerce evvel bu metodu uygulamıştır.
1921yılının Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi de eğitimi muasır
medeniyetler seviyesine çıkarmak için Batı’daki ve Japonya’daki eğitim
sistemi hakkında araştırmalar yaptırıyordu. Yapılan tetkikleri kongrelerde
tebliğ olarak sunulmuştur:

Dünkü nüshamızda Maarif Kongresi hakkında kısaca malumat


vermiştik. Maarif Kongresi’ne iki yüzden fazla muallim iştirak eyledi. Maarif
315

Vekili Hamdullah Suphi Beyefendi âtideki mühim nutku irad eylemişlerdir:


Avrupa ve Japonya mekteplerindeki amelî eğitimi ülkemizde tatbik etmek
bizim için elzemdir. Etiştireceğimiz bu çocuklarımızın harikulade istidatlarının
temin edeceği bütün inkişafata mazhar olmaları mümkündür. Bu vesileyle
çocuklarımıza ve gençlerimize çalışmalarını tavsiye ediyorum. Kalplerinde
aşk ve muhabbetleri olan yeni nesiller muhakkak ve büsbütün kurtulacak olan
anayurtlarında mesut bir istikbale nail olmayı hak etmişlerdir (Hakimiyet-i
Milliye Gazetesi,26 Haziran 1921).

Meclisin ilk üç Milli Eğitim Bakamın girişimleri, yani Rıza Nur’un ulusal
eğitim, Hamdullah Suphi’nin Türk kültürü ve çağdaş eğitim, Vehbi Bey’in ise
ülkede eğitime bir ‘başka türlü tutsaklık getiren misyoner okullarından
kapananların yerine yenilerinin açılmasını engelleyen eğitimin
ulusallaşmasına yönelik adımları bir atılmıştır. Atatürk, ilk öğretimden yüksek
öğretime kadar açılan yüzlerce yeni okulun yanı sıra, eğitim ve kültür
faaliyetlerinde bulunmak ve ilmi araştırmalar yapmak üzere bazı müesseseler
de kurmuştur. Bunlar kuruluş sıraları göre; Türkiyat Enstitüsü, Türk Tarih
Kurumu, Türk Dil Kurumu gibi. Bütün bu çabalarla, Atatürk dönemi eğitim ve
kültür politikası; Türk toplumunun millileşmesi ve batılılaşma ekseninde
değişmesi, gelişmesini ve netice olarak modernleşmesini sağlamıştır.

Tevhid-i Tedrisat yasasından sonra sırayla eğitim ile ilgili yeni kanunlar
yapılmış ve bir ulus yaratmak için gerekli her unsur eğitim ile halka verilmiştir.
Türk Tarih Kurumu ile insanlara Osmanlı Devleti’nden önce de dünyada Türk
olarak var oldukları ve büyük bir uygarlık oluşturuldukları yapılan
araştırmalarla öğretilmiş onların din dışında da birleşebilecekleri ortak bir
geçmiş yaratılmıştır. Bilimselliğin ilerlemedeki ve çağdaş uygarlığa giden
yoldaki en büyük merdiven olduğu gösterilmiş bu nedenle okuma yazma
bilmeyen kimsenin kalmaması için yeni ve herkesin anlayacağı şekilde Türk
harfleri kabul edilmiş, yeni alfabenin halka en kısa sürede öğretilmesi için
yaygın Millet Mektepleri, Halk Odaları gibi yaygın eğitim kurumları
oluşturulmuştur. Dünya dillerinden birçok eser Türkçe’ye çevirtilerek halka
sunulmuş, cumhuriyet döneminde halk kütüphaneciliğine ve halk eğitimine
büyük önem verilmiştir. Cumhuriyet dönemindeki tüm reformlar aslında
aydınlanma düşüncesinin bir ürünüdür. Bu da kuşkusuz Mustafa Kemal
316

Atatürk, Namık Kemal, Ziya Gökalp gibi Türk aydınların ileri düşünceleri ve
araştırmacı bilimsel kişilikleri sayesinde bir temele kavuşmuştur. Atatürk,
gerek Türk tarihi olsun, gerekse dünya tarihi olsun, birçok kitap okumuş,
araştırma yapmıştır. Cumhuriyetin ilerici kadrolarını düşünceleri ve
araştırmacı ve azimli kişilikleri de cumhuriyetin eğitim idealinin oluşumunda
büyük rol oynamıştır.

Akyüz(2012)’e göre: Atatürk’ün Türk eğitim tarihindeki yerini ortaya


koyabilmek için başlıca şu konuların incelenmesi gerekmektedir: 1)
Atatürk’ün yetişmesi ve Öğretmenleri 2) O’nun eğitimimize durumuna ilişkin
gözlem ve teşhisleri 3) Eğitimimiz için önerileri ve istekleri 4) O’nun öğretici
kişiliği ve eğitim uygulayıcısı oluşu.

Atatürk, Türk eğitim tarihinde çok önemli bir yer tutar. Çünkü o, bazı
aydınlarımızca kısmen farkına varılsa da ayrıntılı, doğru, sistemli, kesin
teşhisi konulamayan felâketlerimizin nedenlerini, bunların eğitimle ilişkilerini
çok iyi görmüş ve göstermiştir. Bunlardan hareketle O, yeni devlet için yeni
bir eğitim felsefesi ve politikasını benimsemiş ve eğitimimizde, en zor fakat
en gerekli atılımları gerçekleştirmiştir(Akyüz,2012:343).

Akyüz’e göre: Atatürk’ün istediği milli bir eğitimi kriterleri şunlardır:

Gelecek kuşaklar Türkiye’nin bağımsızlığını koruyacak cumhuriyeti koruyup


yükseltecek biçimde yetiştirilmelidir. Eğitim milli olmalı, eğitim bilime
dayanmalı, eğitim işe yarar üretici olmalı, eğitim yeni kuşaklara fazilet, düzen
ve disiplin duygularını geliştirmelidir. Eğitim halkı cehaletten kurtarmalı, onun
bilgi ve ahlak düzeyini yükseltmeli, kabiliyetlerini ortaya çıkarıp geliştirmelidir.

Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin şekillenmesinde Ulusal Kurtuluş


Savaşından sonra eğitimin rolü. çok büyüktür. Atatürk’ün deyimiyle, bir
devletin iki ordusu olur .Bunlardan biri,askeri ordudur; diğeri ise öğretmenler
ordusudur.
317

4.1.8.Kazım Karabekir’in Milli Mücadele Dönemi Eğitimine Katkısı

Kazım Karabekir Paşa (1882-1948), Türk İstiklal Harbi’ne damga


vurmuş şahsiyetlerdendir. Askeri kimliğinin yanı sıra eğitimci kimliğiyle de ön
plana çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşı Doğu Anadolu’da çok büyük yıkımlara
neden olmuştur. Ruslar ve Ermenilerin yaptıkları ortak tahribatlar tam
manasıyla sosyal bir faciaya dönüşmüştür. Bu durumdan en çok
etkilenenlerin başında çocuklar gelmektedir. Doğu Cephesinde kesin zafer
kazanıldıktan sonra Erzurum-Sarıkamış bölgesinde Kazım Karabekir Paşa eli
kalem tutan yetim ve öksüz çocukların eğitilebilmesi için büyük gayret sarf
etmiştir.

Kazım Karabekir Paşa, Türk tarihinde iz bırakan önemli


şahsiyetlerdendir. Türk ahlak ve karakterinin seçkin simalarından olan Kazım
Karabekir gerek askeri gerekse siyasi hayatında doğruluktan ve dürüstlükten
ödün vermemiştir. Dönemindeki tüm savaşlara atılmış askeri hayatı boyunca
cephe ve kıta görevlerinde önemli başarılara imza atmıştır. Asker olduğu
kadar önemli bir eğitimci de olan Karabekir, Anadolu’nun yaşadığı ağır
savaşlar sonunda mağdur olan yetim çocukların eğitimi noktasında da önemli
görevler üstlenmiştir (Taşkıran, 2008, :13).

Karabekir’in askerlik hayatı onun eğitimle iç içe olmasını sağlamıştır.


Birinci Dünya Savaşı sonlarında Tekirdağ’da XIV. Kolordu Kumandanı olarak
bulunduğu dönemde birçok yetim ve yardıma muhtaç çocukla karşılaşmış
onları himayesi altına alarak eğitimleriyle bizzat ilgilenmiştir (Karabekir, 2010
:1145).

Erzurum-Kars bölgesinde uzun yıllar süren savaşlar sonucu ailelerini


kaybeden çocuklara sağladığı eğitimle onların yeniden hayata tutunmalarına
vesile olmuştur. Bölgenin olumsuz şartlarını ve maddi imkânsızlıklarını
bertaraf ederek beynelmilel eğitim anlayışını darüleytamlarda uygulamaya
çalışmıştır.

Karabekir’in eğitim felsefesinin temelinde ekonomik gelişmeyi ve


üretimi artırmak görüşü yatmaktadır. Amerikan eğitim sisteminin, eğitimi
genel olarak üretime ve pratiğe bağlı olarak ele alan yaklaşımı Karabekir’in
eğitim anlayışının oluşmasında etkili olmuştur. Ayrıca ortaöğretimin işadamı
318

yetiştirmesine vurgu yapan ünlü eğitim bilimci Paul Monroe’nin görüşlerinden


de etkilenmiştir. Ona göre insanları üreticiliğe ve yaratıcılığa değil,
memurluğa muhtaç eden eğitim sistemi kötüdür (Çiftçi, 2009: 1181).

Kazım Karabekir yoksul ve kimsesizleri koruyup gözetmeyi ailesinden


görmüştü. Anadolu topraklarında himaye altına aldığı çocukları da “Çocuk
Davamız” adıyla adlandırmaktaydı. Karabekir “Çocuk Davamız” ı şu şekilde
tanımlamaktaydı:

“Yoksul ve bakımsız çocukları devlet himayesine alarak memleketin


diğer çocukları gibi başarılı ve hayat mücadelesine kudretli kılacak maddi ve
fikri bir talim ve terbiye ile donatmak; benim öteden beri güttüğüm bir davadır.
Ben buna “Çocuk Davamız” diyorum” ( Karabekir, C :1, 2000 : 7).

1919’da Kazım Karabekir doğuya gelir gelmez ilk iş olarak kimsesiz


kalmış yetim çocukları himayesi altına almıştır. Öncelikle Bayburt sonra
Erzurum’daki darüleytamlardaki parasızlıktan bakılamayan çocukları Kolordu
Sanayii takımları kadrosuna aldı. Kolordu’da bulunan mevcut ustalar; iş
muallimi, zabitler de terbiye ve okuma muallimi olarak görev yapmaya
başladı. Böylece ilk etapta 600 çocuk koruma altına alındı.

Kolordunun imkânlarını kullanarak yetimler için Sanayi Mektebi, Leyli


Eytam İbtidâi Mektebi, İş Ocağı, Sıhhiye Mektebi, Sarıkamış Askeri İdadisi ve
Sarıkamış Ana Mektebi gibi eğitim kurumlarını açmıştır (Küçük, 2002 :150).

Karabekir bu okullarda yetişen çocukların bir kısmını Kolordu’da


bırakmış, diğerlerinin de dışarıda iş bulmasına yardım etmiştir. Zeki olanlarını
ise özel eğitime tâbi tutarak, askeri okullara göndermiştir. (Türkten, 2006
:.202-203).

Bütün alanlarda olduğu gibi yeniden inşa edilecek olan idari, siyasi ve
askeri yapılanmaların yanında, eğitim, tiyatro ve basın onun sayesinde büyük
adımlarla gelişecek ve yedi yıl önce burada canlarını veren kahramanların
ruhları okula başlayan yetim çocuklarla hayat bulacaktır. Artık silahlı savaş
bitmiş siyasi, kültürel ve ekonomik savaş başlamıştır. Bu nedenle
Sarıkamış’taki gelişmeler çok önemliydi. Savaştan sonra bakıma muhtaç olan
Türk çocukları yetimhanelerde toplamış okullar açılmış, tiyatro grupları
oluşturulmuş, gazete çıkarılmıştır.
319

Birinci Dünya Savaşı esnasında Türk ordusu tarafından icra edilen


Sarıkamış Harekâtında binlerce şehit verilmiştir. Harekâtın başarısız olması
sonucu bölgede tam bir Rus hâkimiyeti kurulmuş, Türk ordusunun Erzincan’a
kadar olan geri çekilmesi başlamıştır. Bölge halkına Ruslar ve hemen
akabinde Ermeniler tarafından yapılan mezalimler neticesinde binlerce çocuk
yetim ve öksüz kalmıştır. Bu sırada Azerbaycan Türkleri yardım elini uzatmış
ve “Kardaş Kömeği” denilen yardımları bölge halkına ulaştırmıştır (Aslan,
2000 :75).

Savaş sonrası yetim ve öksüz kalan çocuklar giyecek bir hırkaya,


yiyecek bir lokmaya muhtaç durumdaydılar. Milli Mücadele ile yeniden Türk
topraklarına katılan bölgede de durum içler acısıydı. Kazım Karabekir Paşa
savaş sonunda yetim ve öksüz kalan çocukları toplayıp, onları açlık ve
sefaletten kurtarmak için büyük bir mesai harcamaya başlamıştır. Öncelikli
olarak kız çocukları, köyden hali vakti yerinde kimselere, Kolordu’da kayıtlı
olmak ve Köy Muhtarlığı Defteri’ne de yazılmak suretiyle veya çocuksuzlara
Türk geleneğine göre “evlatlık” olarak verilmiştir. Bu çocuklar yeni ana ve
babasının “iç gömleğinden geçirilmek” suretiyle muhtar, imam ve köyün ileri
gelenleri eliyle teslim edilirdi. Bunlara yılda iki defa Kolordu adına kontrole
gelenler, durumlarını bir “köy muhtarlığı mazbatası” ile üstlerine bildirirlerdi
(Köstüklü, 2004, : 27-34).

Böylece doğudan toplanan 2000’den çok kız çocuğu, evlatlık verilmiş,


1000 kadarı da 1926’ya kadar, Kars, Erzincan ve Erzurum kız ilkokulu ve
ortaokulunda okutulmuştur. Bunlardan evlenme çağında olanlar evlenince,
çeyiz giderleri de toplanan yardımlardan sağlanmıştır. Erkek çocukları ise
akrabası, komşuları ve tanıyanlar yoksa arkadaşlarının tanıklığı ve “sünnetli”
oluşlarına göre seçilmişlerdir. Türk erkek yetim ve öksüzlerinin 1922
sonlarında 4000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Kazım Karabekir
Paşa, yetim, öksüz ve bakıma muhtaç çocukları rastgele değil de ciddi bir
inceleme ve mesai sonucunda eğitim kurumlarına almıştır (Köstüklü, 2004
:27-34).

Karabekir paşa şehit çocuklarını aynı zamanda meclise götürmüş


orada çocukların okullarda öğrendiklerini sergilemelerini sağlamıştır. Bu
haber İstikbal gazetesin şöyle yayınlanmıştır:
320

Kazım Paşa Yavruları Ankara’ da

Şark cephesi kumandanı Kazım Karabekir Paşa Hazretlerinin


beraberlerinde getirdikleri şehit yavruları bugün şehrimize gelmişlerdir. Ve
mektep talebesiyle bir müfreze ve birçok zevat tarafından istikbal
edilmişlerdir. Mini mini misafirlerimizin önlerinde muzikleriyle doğruca Büyük
Millet Meclisi’nde İstiklal Marşını terennüm etmişler. Meclis salonuna alınarak
çay ve bisküvitler ikram edilmiş yavruların gösterdiği intizam ve terbiye halk
üzerinde fevkâlede hüsnü tesir bırakmıştır(İstikbal Gazetesi, 27 Ekim 1922).

Çocukları Himaye Cemiyeti

Kars ve çevresi düşman işgalinden kurtarıldıktan sonra çok yönlü


kalkınmanın sağlanması için birtakım adımlar atılmıştır. Sarıkamış’ta Kazım
Karabekir Paşa’nın gayretleriyle çıkarılan Varlık gazetesi* bu faaliyetler
hakkında bize ayrıntılı bilgi vermektedir. Bu dönemde öksüz ve yetim
çocukların eğitim için Sarıkamış’ta Çocukları Himaye Cemiyeti’nin
kurulduğunu görmekteyiz. 10 Kasım 1921 tarihli Varlık Gazetesi’nde
Çocukları Himaye Cemiyeti’nin kurulacağı şu şekilde bildiriliyordu:

8 Aralık 1921 tarihli Varlık Gazetesi’nde Sarıkamış’ta kurulan


Çocukları Himaye Cemiyeti’nin kuruluşu hakkında şu bilgiler verilmektedir:

“Sarıkamış birkaç haftadan beri memleketin kurtuluşuna doğru


ehemmiyetli hareketlerin başlangıç yeri olmuştur. Bu hareketlerden biri
“Çocukları Himaye Cemiyeti” nin kuruluşu, ikincisi de “anasınıfları”nın
açılmasıdır. Kazım Karabekir Paşa bu iki kurumun oluşmasında öncülük
etmiş ordu kumandanlığı, diplomatlık alanlarındaki başarılarını şimdi de
Sarıkamış’ta açmış olduğu okullarla devam ettirmiştir” (Varlık, 8 Aralık1921 ).

Karabekir cemiyetler ilgili yaptığı konuşmada, en zengin milletlerin bile


çocukları korumaktaki faaliyetlerinin yeterli olmadığı bunun kurulacak dernek

*
Kars 30 Ekim 1920’de anavatana katıldıktan sonra Kazım Karabekir Paşa öncülüğünde
başlayan basın-yayın faaliyetleri uzun süre devam etti. Ruslardan ele geçirilen matbaa
makinesi ve takımları kolordu merkezi olan Sarıkamış’a yerleştirilerek “Varlık Evi” adından
yeni bir matbaa kuruldu. Bu matbaa 25 Ağustos 1921’den itibaren haftada iki kez yayınlanan
“Varlık” adıyla bir gazete çıkarmaya başladı. Matbaa ve gazetede, Kazım Karabekir Paşa
tarafından yetiştirilen yetim ve kimsesiz çocuklar çalışıyordu. “Varlık Birlikte Yaşar” başlığı
altında “Milletin Uyanmasına Çalışır, Siyasi, İçtimai, İlmi, Ahlaki, Edebi Gazetedir” şeklinde
bir açıklamada bulunuyordu. Sekiz yıl boyunca Sarıkamış’ta yayın hayatına devam eden
gazete IX. Kolordu ile birlikte 1929’da Erzurum’a nakledildi. (ARSLAN, 2011, s.63-65.)
321

ve cemiyetlerin çatısı altında yapılabilmesinin daha fazla yarar


sağlayacağının altını çizmiştir. Bu görüşünü de Erzurum ve Sarıkamış’ta
devlet yardımıyla sadece 2000 çocuğun koruma altına alınabildiğiyle
desteklemiştir. Sadece Erzurum ve Sarıkamış’ta değil vatan toprağının diğer
noktalarında da himaye cemiyetlerinin kurulmasının zaruretini belirtmiştir.
Ayrıca bu çocukları sadece koruma almakla yetinilmeyip çağın gerektirdiği
eğitimi vermenin gerekliliğini de vurgulamıştır (Varlık, 17 Kasım 1921 ).

Anamektepleri

Çocukları Himaye Cemiyeti’nden sonra açılan önemli kuruluşlardan


biri de anasınıflarıdır. Bu kuruluşa önayak olan yine Kazım Karabekir
Paşa’dır. Karabekir sadece kendisi Sarıkamış’ta üç dört tane okul
yaptırmıştır. Bu müesseselerde günün şartlarında binden fazla yetim Türk
yavrusu eğitim görmüştür. Bu da memleketimizin istikbali için büyük bir
adımdır.

Kazım Karabekir Paşa, “Sarıkamış Ana Mektebi” ni 28 Kasım 1921’de


törenle açmıştır Okulda ilk dersi Kazım Karabekir Paşa vermiştir. Ana
Mektebi 100 kişilik kontenjanı olduğu halde 70 çocuk ile öğrenimine
başlamıştır (Bulut, 2006: 363).

Kazım Karabekir Paşa, çocuğa okul hayatını sevdirmenin, onu ilkokula


hazırlamanın, ana mekteplerinin başta gelen amaçlarından olduğunu
belirterek şöyle diyor; “Çocuklar yedi sekiz yaşından itibaren birdenbire
tahsile başlatılarak zor bir hayatın içine sokulmamak için, çocukları beş altı
yaşlarından sonra iki senelik hayatları esnasında sevimli bir insan oyuncağı
şekline sokmak lazımdır. Anaokullarında iyi bir tahsil ve terbiye verilirse
çocuklar ilköğretim hayatına çok iyi bir şekilde hazırlanmış olurlar.(Ana
mektepleri, her ne kadar çocuğu okul hayatına hazırlıyor ise de Karabekir’e
göre, bu devrede çocuğa, ileride sağlığını, zihni ve ruhi gelişimini olumlu
yönde etkileyebilecek bazı melekeleri kazandırmak da aynı müessesenin
görevleri arasında olmalıdır. Bunlara göre ana mektebinin amacı iki yönlü
olmaktadır. 1- ilkokula hazırlamak, 2- hayata hazırlamak (Köstüklü, 2004: 39-
40).
322

Anasınıfının açılma merasiminin en ruhlu ve dikkate değer olan kısmı


Kazım Karabekir Paşa’nın nutku olmuştur. Paşa nutkunu kendine has olan
açık diliyle, adeta ana çocuklarının dikkatini harekete geçiren bir sadelik
içinde vermiştir. Paşa çocukluğunda başından geçen üzücü bir olayın
etkisiyle eğitimde eski usule karşı yeni usul de getirmiştir.

Anasınıflarının açılma merasiminde dikkate şayan bir safha da


Paşa’nın çocuklara öğretmenlik yapması olmuştur. Çocukları çok yönlü
yetiştirmek için çeşitli eğitim programlarının uygulandığı yedi ayrı masa
tanzim edilmiştir. 1- Kâğıt işleri masası, 2- İğne- iplik masası, 3- Fikri terbiye,
4- Çamur-kum ve boya masası, 5- Temizlik masası, 6- Güzel yaşayış
masası, 7- Ağaç ve mukavva masası her masada çocuklara işler pratik
olarak yaptırılmaktaydı (Karabekir, 2010, : 1149).

Bu tür çalışmalarla çocuklara el becerisi kazandırılmak istenmiştir.


Ana mektebinin bu tür faaliyetlerine baktığımızda, Ana Sınıfı’nda modern
eğitim araç ve gereçlerinin olduğu anlaşılmaktadır. Okulun ilk açılış gününde
Kazım Karabekir Paşa, çamur işleri masasından başlayarak bütün iş
masalarını dolaşmış ve etrafındaki çocuklara yarım saat kadar eşlik etmiştir.
Paşa bir masada kendi eliyle çamurdan cisimler yapıyor ve çocuklara
yaptırıyor, diğerinde ise çocuklarla beraber tahta paralarını yontuyor, kâğıt
kesiyor, iğneye iplik geçiriyordu Kazım Karabekir Paşa’yı güler yüzüyle
çocuklara söz söylerken, onları takdir ve teşvik ederken görenler, ruhunun ne
derin bir baba şefkati, ne halis bir mürebbi zevkiyle titrediğini anlamışlardır.
Küçük bir kasaba bu büyük adamla çok şey kazanmıştır.

Ne yazık ki Türkiye’nin ilk Anaokulları’ndan ve Doğu Anadolu


Bölgesi’nin Cumhuriyet öncesi ilk Anaokulları’ndan biri olan “Sarıkamış Ana
Mektebi” Kazım Karabekir Paşa’nın Sarıkamış’tan ayrılmasından sonra o
döneme has bazı bilinmeyen sebeplerden dolayı kapatılmış, her tarafa haber
gönderilerek çocuklarının yakınlarının bulunması istenmiş çocukların yakını
olan bazı kişiler tanıyabildiklerini yanlarına alarak evlerine dönmüşler,
kimsesi olmayan çocuklar da Türkiye’nin diğer illerine gönderilerek kimsesiz
yurtlarında barınmaları, eğitim öğretime devam etmeleri sağlanmıştır.
Sarıkamış ve çevresi için bu okulun ve Kazım Karabekir Paşa’nın açmış
323

olduğu diğer okulların kapatılması büyük kayıp olmuştur (Bulut, 2006 :363-
364).

Diğer Eğitim Faaliyetleri

Kazım Karabekir Paşa’nın liderliğinde Sarıkamış’ta açılan Varlık


Gazetesi ve akabindeki gelişmeler bize göstermektedir ki; Kazım Karabekir’in
eğitim faaliyetlerine başladığı 1919 yılından ölümü olan 1948 yılına kadar
devam etmiştir. Bu süreçte Sarıkamış önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü hem
başlangıç, hem de Sarıkamış’ın iki savaş sonrası durumunun değişmesi ve
gelişmesi anlamında önemlidir. Kazım Karabekir Paşa’nın İstiklal Harbimiz,
Çocuk Davamız, Öğütlerim, Şarkılı İbret adlı eserlerinde ve çeşitli beyanat ve
konuşmalarında, Karabekir’in öğrencilerinin hatıralarında eğitimdeki
gelişmeler yakından takip edilebilir.

Sarıkamış’taki eğitim faaliyetleri bunlarla sınırlı kalmamıştır. 1920


yılının Mayıs ayında Sıhhiye mektebi kurulmuştur. Sarıkamış hastanesinde
öğretim yapan sıhhiye mektebi ilk mezunlarını Mayıs 1921‘de vermiştir ve
buradan mezun olanlar “Küçük Sıhhiye Memuru” unvanını alarak mezun
olmuşlardır. Yaklaşık üç yıllık bir öğretimden sonra bu okul kapanmıştır
(Köstüklü, 2004 :148).

Sarıkamış Askeri İdadisi, Leyli Eytam İbtidâi Mektebi belli bir eğitim
düzeyine ulaşmış ve beş sınıflı bir hale gelmiştir. Bu gelişmelerden sonra
okul askeri ortaokul haline çevrilmiştir. İptidaî Mektebin 19 Aralık 1920’den
itibaren Erzurum’dan Kars’a alınmaya başlanması ve naklin
tamamlanmasından sonra bu ilkokul Askeri İdadi ’ye çevrilmiştir. Askeri İdadi
Kars’ta kurulduktan sonra yaklaşık yedi ay öğretimini burada sürdürmüş daha
sonra, 24 Haziran 1921’de Sarıkamış’a alınmıştır. Mayıs 1922’de okulun
henüz ilk sınıflarının mevcut olduğu, Kasım 1922 tarihlerinde ise altısı İptidaî,
üçü İdadi olmak üzere, dokuz sınıflı bir eğitim kurumu haline geldiği
bilinmektedir (Köstüklü, 2004 : 148-149).

Bu okulda hangi derslerin okutulduğu hakkında yeterli bilgi olmamakla


birlikte bu okulda okumuş olan Em. Org. Zeki İlter’in ifadesine göre; Tarih,
Coğrafya, Hesap, Cebir, Hendese, Hayvanat, Resim, Din Dersi, Musiki,
324

Güzel Yazı ve Beden Terbiyesi dersleri okutulmuştur. Arapça ve Farsça


öğretime yer verilmeyen bir ders programı takip edilmiştir.

Karabekir Paşa çok yönlü bir insandı. Askeri ve eğitimci kimliğinin


yanında iyide bir yazardı. Karabekir’in kurduğu diğer okullarda olduğu gibi bu
okulda da sosyal faaliyetlerden olmak üzere tiyatro çalışmalarının yapıldığı
görülmektedir. Ayrıca tiyatro faaliyetleri için yine aynı okulda özel bir salonun
mevcut olduğu bilinmektedir (Köstüklü, 2004 :.150-151).

Kazım Karabekir Paşa, Şarkılı İbret, Türk Yılmaz, Küçük Süvari ve


Sanayi Oyunları gibi (Karabekir, 2010, s.1229) musikili oyunlar da yapmıştır.
Bu oyunlardan kastı çocukların ruh, beden ve dimağlarını bir arada terbiye
etmek ve Milli Mücadele yıllarındaki ruh ve heyecanı yansıtmaktır. Gerçekte
bütün bu faaliyetlerin milli mücadele gibi azim ve iradeye, milli birlik ve
beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan yıllarda meydana gelmiş olduğunu
düşünürsek Sarıkamış’ta Kazım Karabekir’in bu çalışmalarına ayrı bir anlam
vermemiz gerekecektir. Aynı zamanda bu faaliyetler en zor şartlarda bile olsa
Türk Milleti’nin eğitime ne kadar ehemmiyet verdiğinin, kalemi üstün
tuttuğunun bir örneğidir.

Doğunun kurtuluşu ve sınırların çizilmesinden sonra Kazım Karabekir


Paşa tüm gayretini yetim çocukların terbiye ve tahsilleri için sarf etmiştir.
Kendi deyimiyle ülkesi için yaptığı askerlik hizmeti sonucunda başarı
kazanmış ve bunun tadını çıkarmıştır. Sarıkamış hayalindeki çocuk
kasabasını kurması için adeta biçilmiş kaftan mahiyetindeydi. Yeşilçam
ormanları, güzel şoseler, binalar, Kars’a ve Erzurum’a şimendifer hattı ile
bağlı olması Sarıkamış’a ayrı bir değer katıyordu. Karabekir Paşa burada
yapmak istedikleriyle ilgili yeni projeler hazırlamıştır. Eğitim hakkında getirttiği
yabancı kaynaklarla haşır neşir olmuştur. Ayrıca mektepler için sinema
makinası ile ilmi, sınai ve coğrafi filimler getirtip Sarıkamış’ta elektrik
aydınlatması yaptırmıştır. Halktan arzu edenlere doğu dilleri, sinema, elektrik
ve fotoğraf kursları açılmıştır. Bu açılan kurslar gazetelerde halka
duyurulmuştur Örnek verecek olursak:
325

Kurslar Başladı

Sarıkamış’ta, sinema, elektrik, şark lisanları, fotoğraf kursları


açılacağını bildirmiştik. Erkan-ı Harbiye namzedi efendiler için de bir kurs
küşad edildiğini haber aldık. Erkan-ı Harbiye namzetlerinin kursu 18 Mart
Cumartesi günü başlamış ve ilk konferans tabiye ve Erkan-ı Harbiye vezaifi
dersleri der uhde etmiş olan cephe kumandanı Kazım Karabekir Paşa
hazretleri tarafından takrir olunmuştur. Takrirde samiin sıfatıyla Heyet-i
Mahsuse Reisi Trabzon Valisi Hazım Beyle Sait Paşa Hazretleri kolordu fırka
kumandanlarıyla birçok umera ve zabıtan hazır bulunmuşlardır. Kurs üç ay
devam edecek ve namzet efendiler kurs içerisinde yapılacak Erkan-ı Harbiye
seyahatına da iştirak edeceklerdir(İstikbal Gazetesi, 4 Nisan 1922).

Karabekir’e göre en büyük üniversiteler Anadolu’nun göbeğine


kurulmalıydı. Bu görüşünü de İstanbul gibi büyük şehirlerin boğaz yoluyla
istilaya her daim açık olduğunu, Anadolu’nun iç bölgelerinin işgalinin daha
zor olduğunu anlatarak savunuyordu. Anadolu ve Trakya’ya fakir çocuklar
için yeni tipte Anadolu üniversiteleri kurulmalıydı. Böylece büyük şehirlere
göç yerine aydınlar memleketin her köşesine ulaşabilecektir. Ayrıca Ankara
siyasi, Kayseri sınai, Konya’nın da ilmi birer merkez olarak düzenlenmesi
Karabekir’in temel düşüncelerindendir (Karabekir, 2000:124-125).

Kazım Karabekir sadece askeri kimliğiyle değil eğitimci yönüyle de


bilinmesi gereken önemli bir şahsiyettir. Karabekir Doğu Cephesi komutanı
olarak Doğu Anadolu’ya geldiği zaman binlerce yetim vatan evladıyla
karşılaşmıştır. Bu çocukları koruma altına alarak gerekli eğitimleri görmelerini
sağlamıştır. Bu amaca yönelik olarak Doğu Anadolu bölgesinde birçok okulun
açılmasına ön ayak olmuştur. Deneyim kazanarak öğrenmenin esas alındığı
bu okullarda çağın en modern eğitim ilkeleri uygulanarak öğrencilere
eğitimler verilmiştir.

Karabekir yaşadığı dönem içerisinde çağdaş ülkelerde uygulanan


modern eğitim sistemlerini Türk adet ve inanışlarıyla harmanlayarak ilerici bir
genç kuşak yetiştirmek için mücadele vermiştir. Eğitim görüşü içerisinde
Batılılaşmayı ekonomik yönüyle ele alan Karabekir, kültürel anlamda ise
Türk-İslam sentezini ön plana çıkarmıştır.
326

Çocuk ve halk eğitimine ileri düzeyde önem veren Karabekir,


Türkiye’de modern anlamda kabul edilen ilk anaokullarını kurmuştur. Halkın
dönem içerisinde gerek duyduğu meslek edindirme kurslarını açmıştır.
Çocuklara anaokulundan itibaren sistemli bir eğitim uygularken, daha ileri
yaşta olan halk kitlelerini ise meslek edindirme kursları ile sosyal hayata
entegre etmeye çalışmıştır.

Kazım Karabekir paşa aynı zamanda Anadolu’nun birçok illerine


ziyaret yaparak açtığı mekteplerde ki öğrencilerin neleri yapabildiklerini
göstermeye çalışmıştır. Gittiği her ilde büyük bir sevgi seli ile karşılaşmıştır.
Açtığı mektepleri de ziyaret ederek oradaki öğrencilerle bire bir görüşerek
onların yaptıkları tüm etkinliklere katılmıştır. Bazı illerden örnekler verecek
olursak:

1922 yılında Kastamonu’ya gelirken yanında getirdiği çocuklardan 50


tanesini de beraberinde getirmiş, çocukların müsamereleri büyük bir
hayranlıkla izlenmiştir(Açıksöz Gazetesi, 18 Ekim 1922).

Kastamonu’da bütün okulları ziyaret etmiş, Sultani’de yaptığı bir


konuşmasında memleketin maarife olan ihtiyacını ve muallimlere düşen
görevi anlatmış “her türlü mahrumiyetler içinde bulunan muallimliğin temin-i
refahı ve saadeti için her türlü teşebbüsatda bulunmayı vaad etmişlerdir
Onun bölgesinde büyük bir eğitim seferberliği başlatılmıştır. İstanbul ve
Anadolu’da gazetelere ve dergilere ilanlar verilerek dolgun maaşlarla
öğretmenler aranmıştır(Açıksöz Gazetesi, 13 Ekim 1922).

Hakimiyet-i Milliye gazetesinde “Maarif Ve Kazım Karabekir Paşa”

Yalnız Yüksek Tahsil Değil, Daha Ziyade İş Adamları Yetiştirmek


Maarif Siyasetimizin Umdesi Olmalıdır”başlıklı çıkan haberde eğitim
sisteminin nasıl oması gerektiğini ne tür iş sahalarına ihtiyacımızın olacağını
ve sistemin buna göre insan yetştirmesi gerektiği üzerinde durmuştur.

Maarif Vekili Sefa Beyefendi, beyanatta bulunmuşlar ve evvela maarife


verecek istikametin tayin etmesi lazım geldiği ve bunun ise, yalnız başına ve
fikri hususi ile değil, memleketin erbap-ı irfan ve mütefekkirlerinin rabetiyle
mukayyet bir tarzda yapılabileceğini söylemişlerdi. Bu teklif bir anket maiyeti
327

hazırladı. O zaman en ziyade salahiyattar zevatın fikrine müracaat etmiş ve


bu sayede maarif sahasında pek şaşaalı muvaffakiyetleri bulunan,

Kazım Karabekir Paşa Hazretlerinin şehrimizde bulunmalarından


istifade idik. Kazım Karabekir Paşa Hazretleri, o zaman bize şöylece, bir
sohbet esnasında, fikirlerini bildirmişler ve fakat daha esaslı surette bu
bahse: Tekrar geleceklerini vaat buyurmuşlardı. Kazım Karabekir Paşa
Hazretlerinin vaat ile diğeri bu kıymettar mütalaaları bugünden itibaren
elimizde buluyor. Paşa, maarifte büyük bir ihtisasım yoktur diyerek
görebildiğim eksiklikler izah edeyim demiştir:

İş aleminde hem hemen hiçbir diplomalının mevcut bulunmaması


onların muvaffakiyetsizliklerin delili sayılarak maarif programlarında hayli
zamanlar evvel iş adamları yetiştirmek için gençlere mahsus fenni mektepler
açılmıştır. Bu suretle, çok okumuş fakat eli böğründe, hükümet kapılarında
memuriyet arayan, ve ya aç kalan insanlar yetine İptidaî tahsilinden sonra
memleketin iktisat hayatına sokulan, hem bu hayatı yükseltmek ve hem de
refah ve saadete kendileri yüz binlerce genç yetiştirilmiştir. Biz Asya,
Avrupa ‘nın eski hataları üzerinde durmuşuz. Sultanilere, idadilere verdiğimiz
ehemmiyeti asıl mektepleri olan maksadı müesseselere vermemişiz.

Memleketimizin her yerinde gençleri yüksek tahsillere hazırlayan


mekteplerin adedi ve bu mekteplerdeki şubeler daha çok; ziraat, sanat,
ticaret ve fen mekteplerimiz ise bunların yanında pek zayıf, ihtimam ve
alakadan uzak ve ekserisi ise hiç yoktur.

Bir de veliler zannediyorlar ki, çocukları tefyiz ve tekamüllerini,


refahlarını sultani gibi mekteplerde mütemadi bir tahsil ile kazanır ve ancak
böylelikle adam olurlar. Hatta sanatkarlarımızı oğulları dahi bu böyle sokulur
ve bunlar için bir sanat mektebine gönderilmek ve ya İptidaî tahsilden sonra
babasının yaşında sanatı ilerlenmek ekseriya ayıp sayılır. İşte bu zihniyet
karşısında ziraat, sanat mekteplerimiz kimsesizlere ait gibi kalmıştır; bu
yüzden evlatlar bazılarından daha ziyade okumuş, hatta daha fakir
yetiştiğinden sanatlar pek geri kalmış, mevcut sanatçımız köhne usullerden
kurtulamamıştır.
328

Memleketimizin tabi servetiyle alakadar ve onun mühim sanayimiz bile


yavaş yavaş diğer unsurların eline geçmiş ve biltabi memleketin umumi
hayatına bu yanlış hareketten müterrik ve batanlar değiştikçe mütezayit bir
fikir ve zaruret çökmüştür. Çocukların, babalarının sanata girmesi yüzünden,
az bir tahsilden sonra ekser … babasını beğenmiyor … işine göre kendisi iş
başına geçip baba sanatını ilerleteceğine çıkmaz sonun ve kazançsız bir yola
sapıyor. Baba sermayesi azalıyor ve netice de aile anlaşmaz. Aile iktisadı ve
aile muhabbeti de ölüyor.

İşte böylece birçok ailelerin semeresi ve bozulması memleketin


umumi hayatı günden güne sarsmakta devam ediyor. Binaen aleyh maarif
siyasetimizin tespitinde mülahazaya büyük bir önem verilmelidir. Çocukları
memleketin ihtiyacata göre, ordunun ihtiyacı için zabıtların tefriki gibi en ince
bir hesapla ve büyük bir ekseriyetle iktisat sahasına ayırmalı çoğaltılacak
ziraat , sanat , ticaret ve fen mekteplerimiz mütemadiyen baş adamları
yetiştirmelidir.

Şimdiye kadar iktisadi vaziyet ihtiyacımız nazar-ı dikkate


alınmamıştır. Bilfarz memleketimizin şark kısmında kayıtlı hayvan
yetiştirilmesinden dolayı yün, deri ve kemik gibi İptidaî mevadın oralarda
mebzul olduğu; Orta kısmının ziraiyata ve şimal, garp kısımlarının meyve,
orman ve ticarete kabiliyeti açılacak mekteplerin esas olacağına hemen her
tarafta mebzulen açılan sultanilere birinci derecede ehemmiyet verilmiş ve
buna mukabil bazı yerlerde seyrek bir halde ve muhitin ihtiyacı ile alakasız bir
surette yapılan ziraat ve sanayi mektepleri ise bir fayda getirmemiştir.

Her ziraat ve ya sanayi mektebinin teessüsü bidayetinden itibaren


senelik irat ve masrafı çıkardığı talebenin nerelerde hangi işlerde kullanıldığı
gözden geçirilirse milletin büyük masraf ve fedakarlıklarla kurmaya bu
müesseselerin ne dereceye kadar yararlık gösterdikleri görülür. Mesela,
ziraat ve sanayi mekteplerinden çıkmış kalem efendileri ve belki polis
efendiler bile her yerde bulunabilir. Mevcut ziraat mektepler her umumi
surette büyük kasabalarda, köylerle alakasız bir vaziyette ve bütün
faaliyetlerini kendilerine mal etmiş bir haldedir. Müdavimleri ekseriya bir çiftlik
ve ya arazi sahibinin çocukları değildir. Pek yakındaki köylerle dahi alakadar
olamamışlardır. Köylülerde kendilerine ve getirdikleri yeniliklere karşı lakayt
329

kalmaktadırlar. Mektep tahsilini bitirenler için hakiki çiftlik ve köy hayatı


büsbütün yabancıdır. Binaenaleyh ziraat mektepleri ziraate müsait arazide
ve aşağıda ayrıca bahis edilecek olan kasaba ve köylerde tesis olunmalı.Bu
müesseseler, hükümetçe suret tesislerini aşağıda ayrıca izah edeceğim esas
harekelere kasaba ve köylerde vücuda getirilmelidir.Bu müesseselere İptidaî
tahsilini bitirmiş çocuklar alınmalıdır(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,15 Aralık
1922).

Sonuç olarak birçok yerli ve yabancı eğitim teorisyeninin görüşleri


günümüzde bilim dünyasında kabul edilip tartışılırken, Kazım Karabekir’in
eğitimci yönü gereken değerlendirilmelerin dışında tutulmaktadır.
Unutulmaması gereken bir başka husus ise Karabekir’in eğitim ile ilgili
görüşlerinin sadece kitaplarda kalmadığı aynı zamanda kendisi tarafından
bizzat uygulandığıdır. Bunun sebebi Karabekir’in eğitim ile ilgili çalışmalarının
ortaya çıkarılmasına yönelik yapılan araştırmaların yetersizliğidir.

Kazım Karabekir Paşa, asker olmasına ve sorumluluk alanına


girmemesine rağmen tüm olumsuzluklara rağmen Doğu cephesinde sosyal
kültürel ve eğitim seviyesini yükseltmek için yaptığı çalışmalar takdire
şayandır. Beden eğitimi ve spor faaliyetlerinin yeni bir neslin yetişmesinde
nasıl bir etkili şekilde kullanıldığını göstermiştir. Bu okullarda modern eğitsel
ve geleneksel sporların birçoğunun çocukların fiziksel, zihinsel ve ruhsal
gelişmelerinde ayırt edilmeden kullanılmıştır. Ayrıca düzenlene etkinliklerde
davet ettiği önemli misafirlerin huzurunda Türk gençlerine imkân verildiği
zaman neleri yapacağını da göstermiştir.

4.1.9. Mehmet Cevat Dursunoğlu’nun Milli Mücadele Dönemi


Eğitimine Katkısı

Cevat Bey; 10 Temmuz 1892 yılında Erzurum’da doğmuş, İlkokulu


Erzurum’da Ayazpaşa ve Numune-i Terakki İptidaî Mektepleri’nde
tamamlamış. Orta öğrenimini Erzurum Mülkiye Mektepleri’nde ve İdadi
mektebinde okuyup, bu okuldan 1910 tarihinde birincilikle mezun olmuştur.
Aynı yıl Maarif Nezaretinin açmış olduğu imtihanı kazanan Cevat Bey, 1910
Kasım’ında yüksek öğrenim yapmak için Almanya’ya gönderilmiş.
330

Almanya’da Berlin İlfeld Gimnazyum Felsefe fakültesinde 1910-1911 tarihleri


arasında Almanca öğrenim gören Cevat Bey, Jena Üniversitesi’nde 1911-
1914 yılları arasında Felsefe, Sosyoloji ve Pedagoji öğrenimi
görmüştür(Cırıtlı, Sorguç ,1987:145).
Cevat Bey, 4 Aralık 1918 tarihinde terhis olunca Maarif Nezareti ne
baş vurmuş daha önceki atamasından dolayı Erzurum’da görev alma isteğini
dile getirmiştir. Fakat Maarif Nazırının “ Erzurum’un hudutlarımız içinde kalıp
kalmayacağı belli olmadığından orada yeni bir öğretmen okulu açmaya lüzum
yoktur” şeklinde ifadesiyle karşılaşmıştır. Cevat Bey, Nazır’ın İstanbul
Sultanisi’nde bir öğretmenliğe atama önerisini de reddetmiştir(Dursunoğlu,
1998:17).
19 Mayıs 1920 tarihinde Erzurum Öğretmen Okulu Müdürlüğüne
atanan Cevat Bey, bu görevine 5 Haziran tarihinde başlamış ve 2 Mart
1921’de Kars Milli Eğitim Müdürü olmuştur. Grevde iken 1 Ekim 1921
tarihinde iki ay kısa süreli olarak ikinci kez askere alınmış bu görevden sonra
da Kayseri Lisesi Tarih-Coğrafya öğretmenliğine atanmışsa da bu göreve
gitmemiş ve istifa etmiştir.30 Eylül 1922 tarihinde Erzurum Lisesi müdürü
olarak atanmış. 1924 tarihinde Maarif Müfettişi, 1925 tarihinde ise İlköğretim
genel müdürü 1926 yılında Orta öğretim genel müdürü olmuştur.1931
tarihinde Almanya Türk talebe müfettişi olarak Berlin’e görevlendirilmiştir.
Son görevi olarak da Yüksek Öğretim Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü
yapan Dursunoğlu, 1942-46 tarihleri arasında Kars milletvekilliği, 1946-5-
tarihleri arası da CHP Erzurum milletvekilliği yapmıştır.12 Ocak 1970
tarihinde vefat eden Cevat Bey, Ankara Cebeci Mezarlığına toprağa
verilmiştir (Cırıtlı, Sorguç ,1987:148).
Milli mücadele döneminde Erzurum’un sesi haline gelen Albayrak
gazetesi yayın heyeti içerisinde bulunan Cevat Bey, bu gazetede yazmış
olduğu siyasi içerikli yazılarıyla ön plana çıkmıştır. Yabancı işgallere karşı
Erzurum halkının duymuş olduğu nefretin, gerek protesto mitinglerde,
gerekse Albayrak sütunlarında sözcülüğünü yapmıştır.
Cevat Bey, eğitim sisteminin çeşitli kademelerinde yapmış olduğu
müdürlük ve müfettişlik görevleri yeni Türk Devletinin gelişme yılarına
rastlamaktadır. Bu dönemde Cevat Bey, Türk Eğitim Sisteminin geliştirilmesi
yönünde yapılan çalışmalara büyük katkılar sağlamıştır.
331

Cevat Bey, 1925 ‘de Konya’da yapılan maarif müfettişleri kongresine


katılmış, bu kongrede Milli Eğitimin sorunları üzerinde durularak 1925
Haziranı’nda Bakanlar kurulu tarafından “ Maarif Müfettişi Umumileri’nin
Hukuk Salahiyet ve Vazifelerine Dair Talimatname “ hazırlatmıştır. Üçüncüsü
yapılan Heyet-i İlmiyelere katılmış, Avrupa’ya giden öğrencileri müfettişliği
döneminde takip etmiş öğrencilerle baba gibi ilgilenerek, onları başarıda
devamlı olarak takip ve teşvik etmiştir(Su,1974:18).
Türk musikisi ve tiyatro alanına yabancı uzmanları getirerek çalışmalar
yapmıştır. 1935 tarihi’nde Ankara’da açılan Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin
kuruluşunu bir taraftan Atatürk’ün dil ve tarih konularına karşı duyduğu ilgiye,
diğer taraftan da o zaman ki Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek okulları bölümünün
genel müdürü olan Cevat Bey’in gayretlerine borçludur.
Politika hayatı süresince de özellikle eğitim konuları ile ilgilene Cevat
Bey, TBMM Milli Eğitim Komisyonu başkanlığını da yapmış, bu konularda
politik görüşlerini Ulus gazetesinde dile getirmiştir. Ayrıca Milli Eğitim
Bakanlığında ki görevleri sırasında bazı klasik eserlerin ülkemizde bastırılıp
dağıtılmasını da sağlamıştır( Cırıtlı, Sorguç ,1987:163).
Cevat Bey, Milli mücadele günlerini, Erzurum kongresini, Atatürk ‘ün
ilke ve inkılaplarının çerçevesinde özellikle genç nesillere konferanslarla ve
gazete ve dergilerde yazdığı yazılarla anlatmaya çalışmıştır.
Akyüz’(2012) ‘e göre “Kurtuluş Savaşı döneminde İngiliz, Fransız ve
İtalya işgali altındaki İstanbul’da öğretmenlerin durumunu incelemeye
başlarken ilk önce Cevat Dursunoğlu’nun anılarından alıntılar yapmamız
birçok açıdan aydınlatıcı olacaktır ifadesini kullanarak Milli mücadele
döneminde Cevat Bey’in çok önemli bir görevi üstelenen aydın, öğretmen ve
gazeteci olduğunu ifade etmektedir.
332

V. BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ BASINDA

ÖĞRETMEN SORUNLARI

5.1. Öğretmenlerin Sayısal Durumu

Milli Mücadele yıllarında öğretmenlerle ilgili istatistik yapılmamıştır.


Osmanlı Devleti’nde öğretmenler ile ilgili son istatistik 1917-1918 yılları arası
yapılmış olup 1919 yılında neşredilmiştir. Bu istatistiğe göre bütün Müslüman
okullarında 11.147 muallim ve muallime vardır. Bunlardan 3500 kadarı
İstanbul’da bulunmaktadır. Bu muallimlerden bir kısmıda Mondros
mütarekesinden sonra sınırlarımızın dışında kalmıştır (Yılmaz, 1989: 22).

Maarif Vekili Vehbi Bey, 1921 Aralığında TBMM’de “elimizdeki


muallimlerin adedini bu kürsüden söylemeye haya ediyorum” demiştir. Vehbi
Beyin Hakimiyet-i Milliye’ye verdiği bilgilere göre, o sırada Anadolu’da 2617’si
muallim ve 689’u muallime olmak üzere 3316 öğretmen vardır. Bunlardan
ancak 1207’si Darülmuallimin çıkışlıdır(Akyüz, 2012:292).

Yakup Kadri’de 5 Ocak 1922’deki İkdam Gazetesinde “Anadolu ve


Mektepler “ makalesinde muallim ihtiyacını ve maarif politikasını şöyle
eleştirmiştir:

Maarif Vekili muallimlerin azlığından şikayet ediyor ve esaslı bir


suretde işe başlamak için bilmem kaç bin kişilik bir muallim ve muallime
ordusuna muhtaç olduğunu söylüyor, selefi Hamdullah Subhi Bey’in de en
büyük derdi bu idi ve bunun içindir ki, İstanbul’daki muallim ve muallimeleri
mütemadiyen Anadolu’ya çekmeye çalışıyordu.

Vehbi Bey memleketine muallim yetiştirmek için Anadolu’da


Darülmuallimin’lerin ikmal-i teksiri lazım geldiğini söylüyor. Fakat bu
Darülmuallimlerin açılıncaya ve oradan yeni muallimler çıkıncaya kadar,
Ankara Maarif Vekilinin tabiri vecihle nur-ı maariften mahrum oy binlerce köy
333

ve bilmem ne kadar kaza merkezi zulmet içinde beklemeye mi mahkum


olacak?”

Yakup Kadri, kısa vadede çareyi muallim muavinliği ve vekil Öğret-


menlerde görüyordu.” Hiç olur mu? Diyeceklerdir, muallimlik hassaten
İptidaîye muallimliği ayrı sanattır, her okumuş yazmış adam okutup
yazdıramaz. Lakin bende bunlara derim ki: Adam sizde bırakın okuttuğu
kadar okutur, yazdığı kadar yazdırır. Bu ise hiç yoktan iyidir”( İkdam
Gazetesi, 18 Aralık 1921).

Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar Yakup Kadri’nin bu konudaki fikri pek


makul karşılanmamakla birlikte başka çarede bulunamamıştır.

Milli Mücadele ortalarında Fuat Gündüzalp, Maarif vekaletine yazdığı,


1925 yılında neşredilen raporunda konuyla ilgili şöyle diyor. “Bir memleketin
tekmil-i nüfusunun on ikide biri 8 ile 13 yaşlarında erkek çocuklardan ibarettir,
On ikide birinin de kız çocuklarından ibaret olduğu düşünülürse, tahminen on
iki milyon nüfusa malik olan memleketimizde mecburi tahsilinde bulunan kız
ve erkek çocukların iki milyondan ibaret olduğu anlaşılır. Kanunun onuncu
maddesinde bir dershanede elliden fazla talebe bulunamayacağı mezkûr
olduğuna ve biz ise bu rakamı, azami değil vasati olarak kabul ettiğimize
göre: 2,000.000:50 + 40.000 İbdidai muallimine ihtiyaç vardır.” 1919 yılında
yedi kaza, on iki nahiye ve bin üç yüz karyesi olan İzmit livasında, mevcut 92
okulda 21 adet Darülmuallimin mezunu vardır. Diğerleri, “bu kadar
mektebimiz var denebilmek için ekseriyetle muallim vekili unvanıyla derme
çatma toplanan bir küme” den ibaretti. İstanbul’un dibinde hal böyle iken,
Anadolu’nun diğer vilayetlerinde durum daha da kötü olmalıdır. Milli
Mücadele yıllarında 370 bin civarında nüfusu olan Kastamonu Vilayetinde,
mezkur hesaba göre yaklaşık 60 bin ilkokul çağında çocuk vardır. Her sınıfın
50 kişiden oluştuğu var sayılırsa, 1200 kadar öğretmene ihtiyacı olduğu
görülür. Bölgenin çok dağlık olması sebebiyle gerçek İptidaîye muallimi
ihtiyacı 2000 civarındadır(Yılmaz, 1989:21).
334

Tablo.14 Kastamonı Darülmuaalimin’deki Öğrenci Sayıları

Ders Yılı 1.sınıf 2. sınıf 3.sınıf 4.sınıf Toplam

1918-1919 3 16 12 13 44
1919-1920 7 8 14 14 33
1920-1921 14 9 13 10 46
1921-1922 21 19 5 13 58
1922-1923 33 13 15 6 67
1923-1924 34 40 24 40 138

Yılmaz, 1989 :26 ‘daki bilgilerden elde edilmiştir.

Tabloya baktığımızda özellikle milli mücadelenin ilk yılları olan 1919-


21 yılları arası öğrenci sayısının düşük olduğu görülmektedir. Öğrenci
sayısının bu yıllarda giderek azalmasının en önemli sebeplerinden birisi
muallim adayları milli mücadele her cephede hem de cephe gerisinde
mücadele etmeleridir. Bazı kaynaklara görede milli mücedele dönemi
babaları askerde olan çocuklar ailelerinin geçimlerini sağlamak amacıyla
ziraat işleri ile uğraştıkları için zorunlu olarak bu yıllarda okulu
bırakmalarından da kaynaklanmaktadır.

Cumhuriyetin ilan edildiği yıl Türkiye’de 10102 ilkokul öğretmeni vardı.


Bunların 9021’i erkek, 1018 ‘i kadındır. Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın 1936
‘da mecliste söylediğine göre, o tarihte ilkokul öğretmenlerinin sayısı 13834
‘tür. Ve bunlardan 3518’i erkek ve 3515’i kadın olmak üzere 6933’ü kentlerde
bulunmaktadır. Köylerde ise 5825’i erkek ve 1076’si kadın 6901 öğretmen
görevlidir Ortaöğretim kademesinin durumu da aynıydı. Vekilin TBMM’de
yapmış olduğu açıklamaya göre 28 sultani vardı. Bunların birkaçı da işgal
altındaydı. Bu okullarda yatılı olarak 340, gündüzlü olarak da 2591 öğrenci
öğrenim görmekteydi. 5887 tane de öğretmen ve memur görev yapmaktaydı
(Akyüz,2012:361).

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte öğretmen sayısındaki artış, öğrenci


sayısındaki artışa oranla daha az olmuştur. Bu durum öğretmen başına
düşen öğrenci sayısı göz önüne alındığında daha da belirginleşmektedir.
Örneğin 1923 -1924 öğretim yılında 1 öğretmene 33 öğrenci düşerken bu
335

sayı 1937-1938 öğretim yılında 48’e yükselmiştir. Öğretmene düşen öğrenci


sayısını yükselmesi, niteliksiz öğretmen okulları yerine, nitelikli az sayıda
öğretmen okulu açma düşüncesiyle birlikte 1924 yılında kapatılan medreseler
yoluyla yetiştirilen öğretmen kaynağının kuruması sonucu ortaya çıkmıştır. 39
vilayet ve sancakta mevcut ilkokulların sayısı 1764’ü açık, 581’i kapalı olmak
üzere 2345’tir. Darülmuallimin mezunu 875 erkek öğretmen mevcuttu. Geri
kalan 1511 öğretmen başka kaynaklardandı. Kız öğretmenlerin 135’i
Darülmuallimat mezunu, 512’si diğer kaynaklardandı.(Tonguç ,1946:210).

Milli mücadele döneminde çeşitli eğitim kurumlarında çalışan


muallimlerin sayılarını tablolar halinde verecek olursak o dönemde ki muallim
sayılarını daha iyi analiz edebiliriz:

Tablo.15 1917-1924 Yılları Arası “Edebiyat Medresesinde”


Öğretim Kadro Sayıları
Ders Yılı Müderris Muallim Toplam
1917-1918 32 28 60
1918-1919 32 28 60
1919-1920 17 13 30
1920-1921 16 12 28
1921-1922 16 13 29
1922-1923 12 15 27
1923-1924 25 2 27
Alkan, 2000: 287’deki bilgilerden elde edilmiştir.

1917-1918 yılları arasına baktığımızda toplam muallim ve müderris


sayısı 60 iken bu sayı 1919-24 yılları arası özellikle muallimlerin sayısının
düştüğünü görmekteyiz.

Tablo.16 1917-1924 Yılları Arası “Hukuk Medresesinde” Öğretim


Kadro Sayıları
Ders Yılı Müderris Muallim Toplam
1917-1918 23 5 28
1918-1919 12 10 22
1919-1920 12 11 23
1920-1921 21 4 25
1921-1922 22 5 27
1922-1923 22 5 27
1923-1924 24 2 26
Alkan, 2000: 286’deki bilgilerden elde edilmiştir.
336

Hukuk medresesinde müderris ve muallim sayısına baktığımızda


özellikle 1919-1924 yılları arası muallimlerin sayısının düştüğünü
görmekteyiz. Ama müderrislerin sayısında ise 1918-1919 yılları arası düşse
de diğer yıllarda arttığını görmekteyiz.

Tablo.17 1923-1924 Yılları Mekteb-i Mülkiye Öğretim Kadro Sayıları


Ders Yılı Muallim Muallim Toplam
Muavini
1923-1924 19 2 21
Alkan, 2000: 288’deki bilgilerden elde edilmiştir.

Mekteb-i Mülkiye’ye ait 1923-1924 yılları arasında toplam 21 muallim


olduğunu görmekteyiz. Bu bağlamda edebiyat medresesi, hukuk medresesi
ve mülkiye’ye baktığımızda muallim sayılarının milli mücadele yıllarını
kapsayan dönemlerde sayılarının azaldığını görmekle beraber bunun temel
sebebinin muallimlerin milli mücadele döneminde kurtuluş savaşına katılarak
hem cephede hem de geri hizmetlerde mitingler yaparak, konferanslar
vererek milli ruhu ayakta tutmak için halkı bilinçlendirdiğini görmekteyiz İşte
bu sebepten kaynaklı olarak muallimlerin sayıları bu yıllarda azaldığını
görmekteyiz. Anadolu’nun çeşitli şehirlerindeki 1923 -1924 yıllara arası
“Erkek ve Kız “ liselerindeki muallimlerin sayılarını tablolar halinde bakacak
olursak:
337

Tablo.18 1923-1924 Yılları Arası Erkek Liseleri Öğrenci ve Muallim


Sayıları:
Okullar Öğrenciler İptidaî Kısım Tali Kısım Toplam
Yabancı Öğretmenleri Öğretmenleri Öğretmen
Dilde Sayısı
Devam
Edenler
Edirne Lisesi 135 7 28 35
Erzurum - 6 20 26
Lisesi
İzmir Lisesi 163 7 35 42
Adana Lisesi 132 6 25 31
Ankara Lisesi 109 6 20 26
Bursa Birinci 129 7 22 29
Lisesi
Sivas Lisesi 88 5 19 24
Trabzon - 11 20 31
Lisesi
Kabataş 200 7 28 35
Lisesi
Kastamonu 84 6 19 25
Lisesi
Konya Lisesi 137 7 23 30
Kayseri 82 7 24 31
Lisesi
Galatasaray - - - -
Lisesi
İstanbul 354 11 25 36
Lisesi
Toplam 1343 93 308 401
Alkan, 2000: 290’deki bilgilerden elde edilmiştir.

Tabloda özellikle Anadolu’nun nüfusu büyük olan illerdeki erkek


liselerine baktığımızda toplam olarak 401 muallimin olduğunu görmekteyiz.
Özellikle İstanbul, İzmir, Adana, Bursa ve Konya ‘da muallimlerin sayısının
fazla olduğunu görmekteyiz.
338

Tablo.19 1923-1924 Yılları Arası Kız Liseleri Muallim Sayıları:

Okullar İptidaî Kısım Tali Kısım Toplam


Öğretmenleri Öğretmenleri Öğretmen
Sayısı
Edirne Kız Lisesi 6 12 18
İzmir Kız Lisesi 6 12 18
İstanbul Kız Lisesi - 23 23
Ankara Kız Lisesi 4 13 17
Bezmi Alem Kız Lisesi 12 22 34
Nişantaşı Kız Lisesi 6 15 21
Erenköy Kız Lisesi Lisesi 8 19 27
Çamlıca Leyli Kız Lisesi 6 26 32
Kandilli Leyli Kız Lisesi 5 18 23
Üsküdar Sanayi Kız 7 19 26
Lisesi
Bolu Sanayi Kız Lisesi 6 9 15
Selçuk Han Sanayi Kız 8 18 26
Lisesi
Toplam 74 197 280

Alkan, 2000: 295’deki bilgilerden elde edilmiştir.

Kız liselerine baktığımızda İptidaî mekteplerinde toplam 74 öğretmen,


Tali kısımda ise 197 öğretmen her ikisinin toplamı olan 280 öğretmen bu
eğitim kurumlarında çalışmaktadır.

1923-1924 yıllara arası kız liselerinde ise erkek liselerine oranla


muallim sayısının daha az olduğu tabloda görülmektedir. Her iki lisede de
İptidaî kısmında ki muallimlerin sayısı Tali kısmına oranla daha düşüktür.
Anadolu’nun her yerinde değil büyük şehirlerde bu kurumların olduğunu
görmekteyiz.

Milli mücadelenin kazanılmasından sonra milli eğitimin yapısını genel


olarak değerlendirdiğimiz de bir yandan Tanzimat devrinden itibaren
kurulmaya başlayan batı tarzlı okullar diğer yanda ise, medreselerin varlığını
devam ettiğini görmekteyiz. Azınlık ve yabancı okulları da bu dönemde kendi
başlarına buyruk bir tutumla eğitim politikalarını devam ettirmektedirler. Bu
bağlamda Cumhuriyetin kuruluşunda ülkenin eğitim kurumlarının, öğretmen
ve öğrenci dağılımı şöyledir:
339

Tablo.20. 1923 Yılı Okul, Öğretmen ve Öğrenci Sayısı

Okulların Öğretmen Kız Erkek Toplam


Okullar Sayısı Sayısı Öğrenci Öğrenci Öğrenci

4894 10238 62054 279887 341941


İlkokul
72 796 1182 3913 5095
Ortaokul
Lise 23 513 311 930 1241

Meslek 44 258 ----- 4019 4019


Okulu

Yüksek 9 307 285 2634 2994


Okul

Gedikoğlu, 1978: 32’den alınmıştır.

İlkokullarda ki okulların sayısı, öğrencilerin ve öğretmenlerin sayısının


diğer kurumlara oranla fazla olduğu görülmektedir. Toplam olarak 12.112
öğretmen aktif olarak okullarda çalışmaktadır.

Sonuç olarak, Milli Kurtuluş Savaşı döneminde öğretmenlerin sayısı


oldukça azdır. 2 Mayıs 1920’de Ankara Hükümeti, Milli Eğitim Bakanlığını
kurmuş, eğitimle ilgili programını hazırlamıştır. Buna rağmen ortada bir
bakanlık örgütü dahi bulunmamaktadır. Üstelik bakanlık taşra örgütü
konusunda da hiçbir bilgiye sahip değildir. Türkiye’nin neresinde kaç okul
bulunuyor, öğretmenlerin sayıları ne kadardır? Bütün bunlara ait doğru
bilgiler mevcut değildir ve üstelik toparlanamamaktadır. Bu yüzden bakanlığın
ilk işi emrindeki öğretmenlerin sayısını öğrenmek olmuştur. Fakat yazışmalar
çok zor olup doğru cevap alınamamaktadır. Birinci Dünya Savaşı günlerinden
Milli mücadele dönemini kapsayan yıllara baktığımızda öğretmenlerin birçoğu
silah altına alınarak cephelere sevk edilmiştir. Savaş hattına sürülen birçok
öğretmen şehit olduğundan bir daha yurtlarına dönememiş bu yüzden de
öğretmen sayısında azalma olmuştur. Okulların kapatılmasına bir etken de
öğretmenlerin ağır ekonomik ve siyasal baskılara dayanamayarak
görevlerinden istifa etmelerine öğretmenlerin sayılarının azalmasının temel
sebepleri arasında gösterilmektedir. Tezimizin ilerleyen aşamalarında
öğretmenlerin milli mücadele dönemi hem kendi aralarında örgütlendiklerini,
340

hem de halkı örgütlediklerini ve mücadelenin başından sonuna kadar aktif


görev aldıkları görülmektedir.Bu bağlamda düşündüğümüzde
öğretmenlerimizin eğitim ve öğretim yapmaktan ziyade cephede halkın
arasında kurtuluş savaşını kazanılması için çaba harcadığını görmekteyiz.

5.2. Öğretmenlerin Yetiştirme Sorunu

Bugünkü anlamda, yani bazı meslek dersleri okutularak öğretmen


yetiştirmenin tarihi Tanzimat dönemine başlar. İlk öğretmen okulu Darül
muallimin adıyla İstanbul Fatih’te 18 Mart 1848 yılında açılmıştır. Türk eğitim
tarihinde ve Tanzimat döneminin sivil okullar açılması atılımında çok önemli
bir olaydır. Kuruluş amacı, öncelikle yeni yeni açılmakta olan Rüşdiyelere
öğretmen yetiştirmek olmakla beraber, bununla da sınırlı değildi.
Darülmuallimin, mektepler için öğretmen gerekli oldukça oradan alınmak
üzere açılmıştır.1848’de İlk Darülmuallimin Türkiye’de eğitim bilimlerinin etkili
öğretim yöntemlerinin öğretilmesi ve bu doğrultuda öğretmen yetiştirmek
amacı ile açılmıştır. Ağustos 1850 ‘de Ahmet Cevdet Efendi müdür olarak
atanmıştır. 1851 yılında Darülmuallimin için Nizamnane yi kaleme almış ve
uygulamaya koymuştur. Bu belge ilk defa tarafımızdan bulunup geniş
açıklamalar ve yorumlarla yayınlanmıştır. Bu nizamname ile Darülmuallimin
köklü bir yasal ve eğitimsel düzenlemeye tabi tutulmuştur. Maarifi Umumiye
Nizamnamesi, kız okulları ve kız Rüştiyelerine kadın öğretmen yetiştirmek
amacıyla Darülmuallimat açılmasını öngörmüş ve bu okul 26 Nisan 1870
tarihinde açılmıştır(Akyüz,2012:177).

Milli mücadele dönemi özellikle başlangıç tarihi olan 1919 ‘da yabancı
işgaline uğrayan bölgelerde bulunan darülmuallimin ve darülmuallimatların
büyük bir kısmı, işgalciler tarafından kapatılmış ve bunlara ait binalar başka
amaçlarla kullanılmaya başlanmıştır. Açıkta kalan okullar ise, eğitim ve
öğretim büyük ölçüde işgalci devletlerin kontrolüne geçmiştir. Meselâ,
işgalden sonra Edirne Darülmuallimin’de derslerin bir kısmı Yunanca olarak
yapılmış ve özellikle tarih dersine bazı sınırlamalar getirilmiştir. Ayrıca,
okulun bir kısmına da Rum göçmenleri yetiştirilmiştir(Öztürk,1996:44).
341

Özellikle Milli mücadelenin ilk yıllarında çıkan Minber gazetesine bu


okullarla ilgil şu haberler yayınlanmıştır: Kasım ayı başı itibariyle Maarif
Nezareti tarafından işgal edilmiş olan Fransız ve İngiliz okullarının
boşaltılmasına başlanmıştır. Bu okulların eksiksiz olarak boşaltılmasına
İngiliz ve Fransız heyeti yetkilileri tarafından özen gösterildiği için Maarif
Nezareti bu konuda acele etmek zorunda olduğu gibi bu binalara
yerleştirilmiş olan darüleytam ve sultaniler gibi resmi okullar için elverişli
yapılar araştırmak durumunda kalmıştır( Minber Gazetesi,8 Kasım 1918).

Kadıköy’de bulunan Dârülrmuallimin’in yatılı kısmı o sırada tatil halinde


bulunan Haydarpaşa’daki Tıp Fakültesi binasına 4, Kadıköy Sultanisi de o
civardaki Osmangazi Okulu’na (Ali Şamil Paşa Konağı) taşınmıştır (Minber
Gazetesi,14 Kasım 1918).

Milli mücadele dönemi çoğu öğretmen okulları hatta TBMM


Hükümeti’nin hakimiyeti altına giren bölgelerdeki okulların çoğu mali
sıkıntısından dolayı kapatılmak zorunda kalmıştır. Kastamonu’da çıkan Açık
söz gazetesinde öğretmen okullarının kapatılması konusu şu şekilde haber
olmuştur:
Darülmuallim ve Darülmuaalimat lağv mı olacak?
Maarif vekaleti, bir tamimle Ankara, Konya, İzmir, Edirne, Bursa,
Adana, Sivas, Erzurum, Trabzon, Diyarbakır illerindeki darülmuallimleri
bırakıp diğer illerde bulunanları kapatıp öğrencileri bu okullara gönderecektir.
Kastamonu darulmuallimini 30 yıllık bir geçmişe sahiptir( Açıksöz Gazetesi,
30 Haziran 1923).

Darülmuallim ve Darülmuaalimat
İlkokul açmak için darülmuallimin ve darülmuallimatın çoğaltılması
gerekir, bunların kapatılması ilköğretimi engeller. Atılan adım bizi çok
üzmüştür. Maarif vekaleti darülmuallimleri 10, darülmuallimatları 6 vilayette
topluyor ve diğer vilayetteki okullar kapatılıyor. Bu icraatlar maarif vekaletini
büyük hatalar düşürmüştür. Kastamonu ili bu 10 merkezin içinde yer
almamaktadır( Açıksöz Gazetesi,1 Temmuz 1923).
342

Maarif vekaleti maarif müdürlüğüne iki yüz yatılı talebeyi alacak


binaların olup olmadığını sormuştur. Maarif müdürüyeti, vilayet merkezinde
böyle çok sayıda binanın bulunabileceğini cevaben bildirmiştir. Buna rağmen
maarif vekâletinden gelecek bir telgrafla darülmuaalim ve darülmuaalimatlar
kapatılacaktır. Bunu şimdiden haber veriyoruz( Açıksöz Gazetesi,15 Temmuz
1923).
3 ,Eylül 1923 tarihli Açıksöz gazetesine şöyle bir haber yayınlanır:
Darülmuallimin kapatılmadığı hakkında şunlar yazılır:
“Mebuslarımızdan Hasan Fehmi Efendi şehrimiz Mudafa-i hukuk cemiyetine
ulaşan bir telgrafın muhitimizde memmuniyet uyandırdığına şahit olduk.. Bu
darülmuallimin ibgası idi. Hasan Fehmi Efendi darülmuallimin kalması için
gayret sarfeden diğer matbuatımıza teşekkür eder ve bize bu irfan
müessesesini kazandırmak hususndaki çalışmalarından dolayı geçmiş
valilerimize, bu, derecede tasarruf edilen tahsilat ile darülmuallimi yaşatmnak
hususndaki kararaından dolayı müteşekkirüz. Fakat Darülmuallimata ne
oldu? Kastamonu’lu kadınlara ilim tahsili farz değil mi? Darülmuallimat
kapansın demek, muallime yetişmesin demektir, bu ise kadınlarımız cahil
kalsın demektir “.
Bu haberden darülmuallimiin kaldığı fakat darülmuallimatın kapatıldığı
anlaşılıyor.1923 Eylül ayı içerisindede kapatılan Kastamonu darülmuallimatın
29 öğrencici Bursa darülmuallimatına nakladilmiştir.
Darülmuallimlerin on beş merkezi şehirlerde açılması ve nasıl bir
eğitim ve öğretim yapılması konusunda 8 Mart 1923 tarihli Hakimiyet-i Milliye
Gazetesine”Darülmuallimin Mıntıkaları” başlıklı aşağıdaki yazı yayınlanmıştır:

Darülmuallimin Mıntıkaları
İlk ve orta tahsilin mümkün mertebe-i ıslahı için Anadolu on beş
Darülmuallimin mıntıkasına ayrılacaktır. Buralarda tam devreli birer Sultani
mektebi ile iki yüz talebelik birer Darülmuallimin İptidaî, birde Darülmuallimat
bulunacaktır. Bu haberde hem darülmuallim hem de darülmuallimat açılmalı,
gece dersleri açılarak halkın bu eğitim ve öğretim sürecinden faydalanması
sağlanmalı. Köy imamlarına da bu mekteplerdeki öğretim yöntem ve
teknikleri kurslar halinde verilerek mutlaka yetiştirilmeli. Çocuklara be
343

meketeplerde vatan ve millet sevgisini verilmelidir. Fransızların yeni


mektepleri incelenerek uygulanabilir ifadeleri kullanılmıştır.
Milli mücadele hareketinin merkezi olan Ankarada’ki öğretmen okulları
dahi kurtulamamış; 1920 yılında Ankara Darülmuallimi mali sıkıntıdan
kaynaklı olarak kapatılmış, fakat tepkiler yüzünden masrafları genel bütçeden
karşılanarak tekrar açılmıştır. Fakat paranın bitmesiyle darülmuallimin tekrar
kapatılmıştır. 1921 yılı sonlarına gelindiğinde, TBMM Hükümeti’nin hakimiyeti
altındaki bölgelerde fadakrlıklarla ayakta kalmayı başaran öğretmen okulu
sayısı 14 idi ve bunlarda, yaklaşık olarak 900 öğrenci okumaktaydı. Fakat bu
kurumlarıda savaşın yıkıcı etkilerinden kurtulamamıştır(Öztürk,1996:45).
Darülmuallimlerde okumak isteyen muallim adaylarından hangi
kriterler istenmektedir bu şartlar gazetelerde ilanlar şeklinde yayınlanmıştır.
Trabzon da çıkan İstiklal gazetesinde bu haber şöyle yayınlanmıştır:

Darülmuallimine Kabul Şartları

1- Trabzon Darülmuallimini bu sene on biri leyli olmak üzere ve kâfi


derecede nehari(gündüzlü) talebe kayıt ve kabul eyleyecektir.
2- Kayıt muallimesine Ağustos’un on sekizinci gününden itibaren
başlanıp 28’inci gününe kadar devam olunacak, talebelerin sayısı
fazla olsa bile yine bu halde müsabaka imtihanı icra kılınacaktır.
Toplam kırk leyli nehari öğrenci alınacaktır.Kırk leyli ve nehari
suretiyle kayıt olunmak isteyenlerin şu şartları taşıması lazımdır:
A- Yaşları 16’dan aşağı 18’ den yukarı olmayanlar yani on altı, on
yedi, on sekiz yaşlarında bulunanlar.
B- Mekâtib-i İptidaîye-i Umumiye tasdiknamesini veya bulunduğu
mektebin nakil il muhabirini alanlar veyahut İptidaî derecede
tahsil görmüş olduğu imtihan ispat eyleyenler.

Muallimliğe mani olacak sağlık durumundan bir sıkıntısı olmayanlar şu şeraiti


haiz olanların nüfus tezkeresini vâsi il muhabirini hamil oldukları halde
Ağustos’un on sekizinden itibaren Zağanosta Darülmuallimin Müdüriyetlerine
müracaatları kabul edilecektir(İstikbal Gazetesi 26 Temmuz 1922).
Darülmuallimatının Küşadı Maarif müdüriyetinden
344

Gazetelerde darülmuallim mekteplerinin ilanları çıkmıştır. Müracaat


edecek olanların için şartları ilan edilmiş olup bu şartları taşıyanların maarif
müdürlüğüne başvurmaları istenmiştir.
Milli mücadele dönemi, darülmuallimlerin ekonomik sıkıntıdan
kaynaklı olarak yaşadıkları problemler ve bu kurumların muallim yetiştirmede
yaşadığı sıkıntılar büyüktür. Özellikle bu kurumlarda öğrencilere uygulanan
ders programlarının içerikleri ve batı eğitim sistemi ile karşılaştırmaları basına
özellikle gazetelere o dönemin köşe yazarları tarafından kaleme alınmıştır.
Bu kurumları nasıl ıslah edip, gelişen ve değişen sosyal yapıya uygun ve batı
eğitim sisteminden örnekleri de ele alarak nasıl ıslâh ederiz sorusuna
cevaplar aranmıştır. Özellikle o dönemin adeta resmi gazetesi olan
Hakimiyet-i Milliye gazetesi bu konuları sık sık gündeme getirmiş ve baş
yazarı olan Mustafa Rahmi tarafından kaleme alınmıştır. Bu bağlamda
Açıksöz gazetesi, İstikbal gazetesi ve Muallimler mecmuasında muallim
yetiştiren kurumlar ve nasıl bir muallim yetiştirilmeli sorunları gündeme
getirilmiş ve tartışılmıştır. Şimdi bu tartışmalardan örnekleri ele alarak basına
nasıl yansıdığını ve ne tür çözüm önerileri sunduklarını ortaya koymaya
çalışalım:

3 Nisan 1923 tarihli Hakimiyet-i Milliye‘de “Muallimlik Bir Meslek


Olacaktır!”adlı yazıda muallimlerin özellikleri şu şekilde dile getirilmiştir:
Muallimlik Bir Meslek Olacaktır!
Muallimlik bizde şimdiye kadar bir meslek-i mahsus haline
girememiştir. Buna nihayet vermek ve muallimliği bir meslek haline koymak
maksadıyla vekaletçe bir kanun layihası tanzim edilmiştir. Mecliste
müzakeresinden evvel alakadar olan mütehassıslar ve müntesîbin(intisab
edenler) maarifçe müsaade olunması ve bu husustaki mütalaanın matbuat
sayfalarına geçerek meselenin tenevvür(bilgi verilmesi) etmesi için layihayı
efkâr-ı umumiyeye vaz ediyoruz.
Muallimler menşelerine ve bulundukları mektebin derecesine göre üç
kısma ayrılıyor.
1.Yüksek Tedrisat Muallimleri 2. Orta Tedrisat Muallimleri. 3. İlk Tedrisat
Muallimleri. Bu sınıfların fevkinde olan Darülfünûn medreseleri ile yüksek ilk
tedrisat muallimlerinin evsâf ve şerait(şartları) diğer nizamnamelere tabidir.
345

Orta Tedrisat Muallimlerinin Menşei ve Suret-i Tayinleri


1.Orta Tedrisat Mektepleriyle Darülmuallimin ve Darulmuallimat-ı Âliye
ve yüksek ihtisas mektepleri mezunlarından intihab olunur.
2.Darülmuallimin ve Darülmuallimat-ı Âliye mezunları vekâletince takip
edilecek mekteplerde bir sene tatbikat göreceklerdir. Bu müddet zarfındaki
derece-i mesai kabiliyetlerine nazaran muallimlik edebilmek hususunda
hayiz-i selahiyet bulundukları mektep-i heyet talimiyesinin raporu ve maarif
müdürünün tasdiki ile sabit olunduğu taktirde kendilerine muallim unvanı
verilir. Tatbikat müddetini ikmal etmemiş olan namzetler muallim muavini add
olunurlar.
3.Darülfünûn ve yüksek ihtisas mektepleri mezunları orta tedrisat
mekteplerinde kendi ihtisaslarına ait bir ders zümresinin talimini deruhte
edebilmek için evvela Türkçe, fen-i terbiye ilm-i ruh, felsefe, ahlakiyat,
içtimaiyatdan imtihan olacaklardır. Bu imtihanlarda kazananlar muallimlik
mesleğinde Darülmuallimin ve Darülmuallimat-ı Âliye mezunları hukukunu
iktisab ederler.
4.Darülfünûn şubesinden ve yahut diğer yüksek ihtisas mekteplerinden
mezun olmayıp da orta tedrisat muallimliği mesleğine dahil olmak isteyenlerin
orta tedrisat şehadatnamesini haiz olması meşruttur. Bunlar evvela
mütehassıs oldukları şubeden bir imtihan geçirerek muallim muavini sıfatını
iktisab ettikten sonra diğer namzetlerin hukukuna haiz olacaklardır.
5.Sanat ve terbiye-i bedeniye dersleri talim etmek isteyenlerin
Türkçeye vakıf olması lazımdır. Meslek tahsillerini bir müessese âliye de
ikmal etmemiş olanlar maarif vekaletinden istihsal edilmiş bir ehliyetnameyi
haiz olmadıkça orta tedrisat mekteplerine muallim olamazlar.
6.Yukarıda ki maddeler de mevzu bahs olan imtihanların şeraiti ve
suret-i icrası ayrıca bir talimatnameyle tayin edilecektir
Muallimlerin Vazife ve İştigalatı
7.Muallimler vazife-i itibarlarıyla sabit ve mevkut olarak iki kısma
ayrılmıştır. Her tip sınıf derslerini deruhde eden muallimler sabit kısımdandır:
Resim, elişleri, musiki, terbiye-i bedeniye gibi birkaç sınıfın tevhidiyle ta’lim
edilmeğe müsait bulunan sanat ve temrin(tekrar) dersleri ile bir hakika
zarfında ki müddet-i tedrisiyesi bedîî saati geçmeyen fer’î meslek ve ihtisas
346

dersleri verenler mevkut muallimler safını teşkil ederler. Mecburi tahsil lisan
kurslarını idare eden muallimler birinci kısmındadır.
Maaşat ve Terakki
8.Sabit muallimlerin maşatı müddet-i hidmetlerine göre derecata
ayrılmıştır muallim muavinlerinin maaşı bin kuruştur. Muavinler dördüncü
maddede muharrer şerait mucibince muallim sınıfı ihraz ettikleri tarihten
itibaren maaşları bin iki yüz kuruşa terfi ediyor.
9. Muallimler, otuz sene icray-ı tedrisât ile mükelleftirler. Mümtaz
müddetinde bin kuruş maaş alırlar bilfiil muallimlik sınıfını ihraz ettikleri
tarihten itibaren maaşları bin üç yüz kuruşa iblağ edilir. Muallimlik maaşı
maaşı müddet hidmetinin yirmi birinci senesine kadar üçer ve bundan sonra
müddette ikişer senede bir kere üç yüz kuruş tezayüd(artma) ederek bu
müddetin yirmi yedinci senesinde dört bin kuruşa baliğ olur.
Mükafat ve Mücazaat
10.Hiçbir muallim kanunen müstelzim (sebepten) ceza olan ahval
haricinde bir sebep ve şüphe ile memuriyetinden azledilemez.
11.İ’fayı vazifeden bila sebep imtina, maarif veya mektep idarelerinin
bihak şikayetini davet edecek harekat ve devamsızlık muallimlerin tebdil ve
infisaline(ayrılma) mucibtir(sebep). Bu gibi Esbab-ı tahtında dört senede üç
defa infisal eden veya tebdil olunan muallim mesleğinden ihraç edilir.
12. Maarif vekaletinin esbab-ı idariyeden dolayı açıkta bıraktığı
muallim nihayet altı ay zarfında yeniden intihap ve tayin olunur (Hakimiyet-i
Milliye Gazetesi, 3 Nisan 1923).
Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde “Muallimlik Bir Meslek Olacaktır!”adlı
bu yazıda toplam 34 maddeden oluşan şu ana başlıkları içermektedir: 1.Orta
Tedrisat Muallimleri Kanunu, 2.Orta Tedrisat Muallimlerinin Menşei ve Suret-i
Tayinleri, 3.Muallimlerin Vazife ve İştigalatı, 4.Maaşat ve Terakki, 5. Mükafat
ve Mücazaat başlıklarından oluşmaktadır. Bu yazıda öğretmende aranan
özellikler, öğretmenlerin maaş ve terfi durumları, mükafat ve ceza durumları
kapsamlı bir şekilde ele alınarak tek tek açıklanmıştır. Bu yazıya
baktığımızda bugünde mihver ders olan Türkçe dersinin önemli olduğunu
özellikle muallimlerin Türkçeyi çok iyi kullanmaları gerektiği ifade
edilmektedir. Muallimlerin mutlaka bir imtihana tabi tutulduğunu, maaşların
347

kıdeme göre artırılacağını ve en önemlisi muallimim asla bir şüphe ile


görevden alınamayacağı belirtilmiştir.
Mustafa Rahmi, eğitim-öğretim ve muallim sorunları ile ilgili görüşlerini
kaleme aldığı yazılarının çoğu Hakiimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanmıştır.
Özelliklede ortaya koyduğu görüşlerini desteklemek amacıyla Batı ülkelerinin
eğitim ve öğretmen yetiştirme ve programlarını incelemiştir. Muallimlere ihtar
bir ve iki adlı yazılarında Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya eğitim
sistemini özelikle de öğretmen yetiştirme anlayışlarını teferuatlı bir şekilde
analiz etmiştir. Bu kaleme aldığı batı eğitim sistemi ve öğretmen yetiştirme
modellerini kendi ifadeleriyle ortaya koymaya çalışalım.
İhzar
En mühim maarif meselelerinden biri de (muallim ihzarı ) meselesidir.
Her türlü vesait ve programlar ancak değerli muallimler elinde olursa pek
faydalı neticeler elde edilebilir. Amerika’da ve Avrupa’nın muhtelif
memleketlerinde muallimleri ne suretle ihtar ettiklerini görelim:
Amerika ‘da muallim ihzarına ilk evvel Darülfünûnlarda başlandı. Bu
yolda ilk muallim teşkil eden Darülfünûn 1709 ‘de (Filedelfiya)’dakidir. Bu iş o
zaman meselenin faal sahasına gelmesine uğraşan (Benjamin Konstan )ın
idaresine tevdi edildi. Amerika’da resmi Darulmualliminler dört ve bazı
yerlerinde beş, altı sene olup bunu iki senesi sırf pedagoji derslerine
münhasırdır. Talî mektepler mezunları alınır. Meslek dersleri: Psikoloji,
pedagoji, terbiye ve mektep-i İptidaîye de verilen dersleri müşaade ve
tenkittir. Muallimlerin kıymetlerini yükseltmek, pedagoji seneden seneye
terakki etmekte olduğundan bu terakkiyattan hissedar edilmek suretiyle
muallimlerin kıymetlerini yükseltmeye uğraşmaktadırlar. Bu bapta nazari ve
ameli olmak üzere iki suretle çalışılıyor
Bir de muallimler, her sene tatilde kongreler akd ederek burada
mektep programının ihtiva eylediği derslerden her birinin usul tedrisi
münakaşa edilir ve bu münakaşaların neticesi olarak bir rapor kaleme alınıp
büyük pedagoglara gönderilir. Bu rapor, büyük pedagoglar tarafından tetkik
ve tashih olunduktan sonra, mektep muallimlerine gönderilerek bu, esas
ittihaz edilir. Ameli: Usul-i tedrisin nazariyat ve ameliyyatında mütehassıs
bütün muallimler, çocuklara nümune dersleri verir. Bu derslerde büyük
muallimler hazır bulunur. Dersi müteakip, numune ders münakaşa edilir. Bir
348

de, yalnız bazı derslerin usul tedrisinde ihtisas kesb etmiş muallimler vardır ki
bunların sınıflarına diğer mektep muallimleri gönderilerek derslerde hazır
bulunurlar ve bade münakaşa yapılır.
Amerika Darulmualliminlerde terbiye laboratuarları, buralarda
aramalar ve tecrübeler pek ileridedir. İngiltere, Almanya ve Fransa ‘da ne
suretle muallim ihzar edildiğini gördükten sonra program hususunda bizim
bunlardan nasıl muallim olabileceğimizi görelim.
İngiltere’de
İngiltere de: 1800 senesine kadar, İngiltere de muallim ihzarı için
sağlam bir usul yoktur. İngiltere muallimler ihzarı meselesiyle ancak
1883’ten sonra ciddi surette iştigal edilmeye başlanmıştır.
İngiltere’ de yeni bir muallimlik usulü getirilmiştir: Kalfa usulü yani zeki
ve büyücek çocukların, küçükleri okutması. Bir kalfa, bir muallimin maiyetinde
beş sene kalfalık ediyor. Çıraklık ile muallimlik öğreniyor. Bu çıraklık müddeti
hitam(sona erince) olunca Darulmuallimine gidiyor. Darulmuallimine gidenler
senede yirmi, yirmi beş lira veriliyordu ve tahsil müddeti iki sene idi. 1874’te
bu usul biraz ıslah olunarak Darulmualliminlerdeki tedrisata daha ziyade
ehemmiyet verildi. Evvelden kalfa olmanın şartı on üç yaş iken 1878 te on
dört, 1896 da on beş, ve bilahire 16 yaş yapıldı. Çıraklık müddeti de eş
seneden iki seneye indirildi.
İki senelik âli darulmualliminlerin programları: İngilizce, kitabe,
edebiyat ,tarih, coğrafya ,mübadî- riyaziyat , hıfzıssıhha, musiki,usul-i tedris,
tatbikat-ı dersiye , mübadî- i fünun , inşad , resim ,terbiye-i bedeniye , el işleri
(kızlar için dikiş) .
Bu dersler iki kısma ayrılmaktadır: İlk altısında talebe, birer birer
imtihan edilir. Sonrakilerinde, teftişlerde görülen mektebin umumi kabiliyeti
nazar-ı itibara alınır.
Darülfünûnların bir şubesi olan Âli Darülmualliminlerin tahsil müddetleri
üçsene olup (malumat-ıumumiye) dersleri burada Darülfünûn derecesindedir.
Terbiye ve psikoloji gibi mesleki derslere zaman az kalıyordu. Bunun için
1911 den itibaren Londra ve Manchester Darülfünûnları terbiye fakülteleri üç
seneden dörde iblağ edildi. Diğer Darülfünûnlarda böyle olacaktır .Terbiye
fakültelerinde psikoloji iyi okutulur; lakin tatbikat- ı dersiye altı, sekiz ve ya on
iki haftadan ibaretki kafi değildir. Muallimlerin kıymetlerini arttırmak.-
349

Amerika‘da olduğu gibi pedagoji kulüpleri, meslek konferansları ve buna


mümasil-i teşkilat İngiltere de pek azdır. Ekseriya tali mektepler muallimleri,
Almanya, Fransa, gibi ecnebi mekteplerine tatil lisan derslerine giderler.
Almanya’da:
Almanya’da İptidaî mekteplerine muallim hazırlayan
Darülmualliminlerin tahsil müddeti altı sene olup üçü ihzarı, üçü asıl
Darülmualliminlerdir, leylidir. İptidaî tahsilini bitiren, on dört yaşındaki çocuk
ihtarı birinci seneye alınır. Üç ihzarı sınıfın malumatına malik olan doğrudan
doğruya aslı Darülmuallimine alınabilir.
Ders programları ise şöyledir: Pedagoji, tatbikat-ı dersiye, ulum-i
diniye, tarih, almanca, ecnebi dilleri (ingilizce, fransızca), coğrafya, biyoloji,
kimya ve maden, fizik, tarih-i tabii , hesap ,cebir, hendese, müsellesat, sanayi
nefise tarihi ,resim, hüsnü hat, jimnastik , musiki ,(keman , piyano, nazariyat-
ı musikiye ) el işleri.
Müfredat programı: Pedagoji, nazariyat birinci sene ( haftada üç saat ) :
Ruhiyat ve mantık ve bunların usul-i tedriste tatbikatı.
İkinci sene (haftada üç saat ): Terbiye nazariyeleri ikinci sömestrden
itibaren terbiye tarihi.
Üçüncü sene (haftada üç saat ): Terbiye tarihine devam, mektep
teşkilatı, hıfzıssıhha, usul-i idare mekatip.
Ameliyyat, tatbikat mektebinde ikinci sene: Talebe tatbikat mektebi
muallimin verdiği derslerde hazır bulunur ve tarassut ederler.
Üçüncü sene: Talebe, tatbikat mektebinde ders verir, münakaşa edilir.
Namzetler biri pedagoji, ikisi diğer fenlerden olmak üzere sekiz haftada bir
(tez) takdim etmek mecburiyetindedir. Ba’de pedagoji ile diğer fenlerin
ikisinden tahrir(yazılı)i ve şifahî imtihan.
Almanya, gerek İptidaî gerek tali muallimler ihtarı hususuna en ziyade
çalışan ve itina eden bir memlekettir.
Fransa da:
Muallim ihtarı için Fransa’da her departman merkezinde birer İptidaî
Darülmuallimat ve Darülmuallimin vardır. İktisâda riayeten bunların
birleştirilmesine son zamanlarda müsaade edilmiştir. Seksen beş
Darülmuallimin, seksen dört Darülmuallimat vardır.
350

İptidaî mekteplerden şehadetnama alanlar, Darülmuallimine imtihanla


kabul olunur. Darülmualliminler leyli olup tahsil müddetleri üç senedir. Meslek
dersleri üçüncü senede olup tatbikat mektebinde de muallimlerinin riyaseti
altında ders verilir.
Program: Ruhiyat ve tatbikatı Fransızca, kitabet, edebiyat, tarih ve
ma’lumat-ı medeniye, coğrafya, ecnebi dilleri, riyaziyat ve tatbikatı, hikmet ve
kimya ve tatbikatı, ziraat, resim, modalaj, musiki , jimnastik , hüsnühat .
Umumi ve hususi usul tedrisi.
İptidaî Darülmualliminlerden çıkanlar iki sene müddetle İptidaîlere
(stajyer muallim) olarak tayin edilirler. İki sene nihayetinde bir imtihan geçip
muvaffak olursa eline bir pedagoji sertifikası verilir.
İmtihanlar, amali, tahriri ve şifahidir. Amelisi: İmtihan heyeti huzurunda
namzet bir ders verir. Bu imtihanı geçenlerin isimleri (Titulaire ) unvanıyla
kayıt olunur. Birde mekatip-i İptidaîye sınıf-ı âlisine ve İptidaî
Darülmualliminlere muallim hazırlayan iki müessese daha vardır: Paris
civarında Darülmualliminle Darülmuallimatıdır. Bu iki müesseseye Ta’li
Darülmuallimat ve Darülmuallimin denilebilir.
Âli Darülmuallimin: Mekatip-i Ta’liye muallimleri Âli Darülmualliminden
neşet ederler. Bu müessese olduğundan müstakil idi; Şimdi (Sorbon )
Darülfünu ile birleştirilmiştir. Âli Darülmuallimin talebesi derslerini Sorbon‘da
alınır. Âli Darülmualliminde yalnız meslek derslerini okurlar. Âli
Darülmuallimin mezunları için müsabaka imtihanı vardır. Kazananlar, bir
müddet daha tahsilden sonra Darülfünûnlara muallim olarak tayin edilirler
(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 6 Haziran 1923).
Sonuç olarak, Amerikada, İngiltere de, Fransa da ve Almanya’da nasıl
öğretmen yetiştirdiklerini özetleyecek olursak: Amerika’da muallimlerin her
sene tatilde kongrelere katılarak programları diğer muallimlerle tartıştıkları
ve elde ettikleri sonuçları rapor halinde yazıp pedagoglara gönderilerek
programların yeniden yapılandırılması ve onlara sunulması önemli bir eğitim
modelidir. Aynı zamanda muallimler bugün ki gibi stajı mesleğinde
deneyimli ve tecrübeli bir muallimin öncülüğünde yaparlar. Hakikaten o
dönemden bugüne baktığımızda önemli bir eğitim ve öğretim
yapılanmasıdır. Almanya’da yine muallimler kendi tecrübelerinden yola
351

çıkarak ortaya koydukları performansı ifa eden rapor hazırlarlar bu rapora


göre muallimleri tasdik edilir.
Mustafa Rahmi’nin Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 7 Haziran 1923 tarihli
“Büyük Adam Yetiştirmek” adlı makalesinde “Büyük zekalar yetiştirmeye en
mühim malumat yeri de (mektep)tir”. İfaedesini kullanarak Japonya maarif
nazırı Avrupa mekteplerine talebe gönderecekti. Fakat evvela kendi kendine
şu suali sordu? Nasıl talebe göndermeliyim ki Avrupa’da azami istifade etsin,
bilahire dahi, büyük adam olsun ifadelerini kullanmıştır. Avrupa’ya
göndereceğimiz talebeyi, Japonlar gibi, bizimde bu esas dahilinde seçmemiz
pek iyi olur. Bu makalesinde Mustafa Rahmi, Büyük Adam yetiştirmek
istiyorsak Batı’ya göndereceğimiz öğrencileri çok iyi seçerek yeteneklerine
bakarak yönlendirmemiz gerektiğini ifade ederek Japonya’nın nasıl ve hangi
kriterlerle öğrenci seçip gönderdiğini izah eder. Batı’nın öğrencileri zeka
boyutlarına göre eğitim verdiklerini savunarak bu türlü eğitim anlayışının
bizde de uygulanmasını hararetle makalelerinde tavsiye eder.
Muallimler mecmuasında Süleyman Şevket imzasıyla kaleme alınan”
İlk ve Orta Darülmuallimat ve Muallimeliğe İhtiyaç” adlı makalede batı eğitim
sistemini ve muallimlerin sayılarını ve artışlarını tablolar halinde ve
yüzdelikler şeklinde tasvir ederek bir kıyaslama yaptığı makaleyi inceleyelim:
Harplerden ve sefaletten her gün kırılıyoruz, insan tasarrufuna hiçbir
millet, bizden fazla muhtaç olamaz. Darphanelerde bir zerre altını fedaya rıza
göstermezler. Bankalarda santim farkı için kıyamet kopar, biz çocuk
zekâlarına da bu ehemmiyeti kazandırmak ihtiyacındayız. Küçük-büyük, kız-
erkek hiç kimseyi ihmal ve israfımızla heder etmeye hakkımız yoktur.
Mektepler çocuklardaki melekâtın bankalarda santime verilen kıymetten
yüksek itinalarla bakılmasını ancak hoca yetiştiren müesseselerden
bekleyebilir.
Devir değişiyor, milletimizin başkalarından farklı bazı evsâfı(vasıfları)
vardır, fakat tarihin hakiki sırrına bakılsın: Avrupa ve Amerikalılarla aynı
“mahiyette” insanlarız, bütün beşeriyet, medeni yolda bir “köprü”den geçiyor.
Bizden evvel yürüyenler, maksadımıza örnek ve ibret olmalıdır. Son on beş
sene içinde pek çok genç erkek öldü. Kadınlarımız kimsesiz kalıyor. Mazideki
şeraitin devamına fikren kani bile olsak içtimai teşkilatı bugünkü halinde
bırakmaya kudretimiz kâfi gelmez. İktisadî buhran, hemşirelerimizi,
352

annelerimizi harici hayata itiyor. Kadınlar yaşamak için okuyacak ve iş


arayacaktır. Bu zarureti ilmi usule muvaffak tedbirlerle karşılamak vazifesi
hükümet adamlarına, memleketin mütefekkirlerine düşer, onlar çare bulmakla
mükelleftir.
Milletlerin iyi ve temiz yaşaması aile terbiyesindeki liyakatleriyle ölçülür.
Hanımlar esasen evlerinin şefkatli ve idareli hakimesi olacak evsaf ile
yetiştirilirse memleket kurtulmaya hak kazanır.
Kadın şimdiye kadar erkeklerin çalıştığı daha birçok mesleklere giriyor.
Hanımlar ev kadınlığı haricinde en fazla mürebbiye ve muallime olmakla
yükselir. Daha müterakki memleketlerde bu fikir, iktisadi ve terbiyevi çare
diye çoktan tatbik edilmiştir. Şu istatistiklerden terbiye ve maarif aleminde
kadın erkek iki cinsin mevkii daha iyi anlaşılır:1908 tarihinde muhtelif
memleketlerin İptidaîyye mekteplerinde çalışan hocaların nispeti:13

Tablo. 21 İptidaî Mekteplerinde ki Muallim Sayılarının Oranları

Memleketler Muallimelerin Miktarı Muallimlerin Miktarı


Avusturya 32,2 67,8
Fransa 56,6 43,4
Asıl İngiltere ve Gal 75,8 24,2
İskoçya 72,9 27,1
İrlanda 62,3 37,7
İtalya 67,3 32,7
Norveç 37,8 62,2
İsveç 38 62
İsviçre 40,4 59,6

Umumi harpte erkeklerin yerine geçen kadınlarda ikame kanunu geniş ve


derin bir nispet almıştır. Her sene muallimelerin miktarı artıyor. Hakiki
sebepleri derecesi başka bir fırsatla yazılabilir.
Bu izahattan çıkarılacak tatbikî neticeyi böyle düşünüyoruz:

13
Yazılan istatistikler Kolombiya Darülfünûnuna mülhak darülmuallimin-i aliye terbiye tarihi
müderrisi Pol Monroe’nin) neşrettiği “terbiye ansiklopedisi” ile Fransa’nın 1922 tarihli umumi
salnamesinden alınmıştır.]
353

Başka memleketler, terbiye ve maarifin “çocuk bahçeleri-ana mektepleri,


yuvalar” ve İptidaîler sahasını büyük bir ekseriyetle, tali devresini kısmen
kadınlara teslim etmiştir. Biz iyi ve seri usulle hoca yetiştirmezsek medeni
rekabette her millete karşı alçalırız. Kadınlar cemiyet arasında çalışmak
zaruriyetindedir. “İptidaî darülmuallimat”ları kemiyet ve keyfiyet itibarıyla
çoğaltmak ve yükseltmek teşebbüsü hükümetin pek akilane bir tedbiri olur.
Orta darülmuallimatı da şu sebeplerle hemen tesis etmek lazımdır.
Darülfünûn, ilimde mütehassıs namzetleri yetiştirir. Hocalık tatbikatıyla
uğraşmaya lüzum görmez. İptidaî darülmuallimatlara, tali kız mekteplerine
tedris heyetleri ihzar etmekle mükellef bir müessese yoktur.Kız sanayi
sultanilerinin esaslı ihtisas dersleri haricindeki umumi tedrisatı kimlere tevdi
edeceğiz? Usulü dairesinde okumadan ve tatbikatlı tecrübe görmeden kimse
müfettişe olamaz. İptidaî muallimatlarda ekseriya aynı dereceli mektepten
çıkmış hocalardan istifade ediyoruz. Bu elbise o vücuda, yüksek kabiliyet
sahiplerini istisna edince, pot (dar-yırtık)durmaya mahkûmdur.
Netice: Terbiye ve maarif hayatında yapılacak bir vazife var, ona muvafık
bir uzviyet tekevvün etmek tabiidir. Vekâlet, ehl-i zevat yetiştirmek için orta
darülmuallimin ve darülmuallimatı küşada karar vermekle çok doğru bir adım
atmıştır.
Bizce ta’li dereceli kız mekteplerinden ve ilk darülmuallimatlardan mezun
bulunanlar orta darülmuallimata müsabaka ile alınmak lazımdır. Leylî ve
meccani imtiyazına mazhar olarak yarın mekâtib-i ta’liye tedris heyetlerini
teşkil edeceğini bilen talebatın iyileri bu müesseseye rağbet gösterir. İlk
darülmuallimatlarda öteki tali mekteplerde bu vesile ile yeni ve feyzli bir hayat
uyanır. Teftiş şebekesini tanzim etmeye imkân bulunur. Terbiye ve maarif
ordusu, kuvvetli bir cephe kazanır (Muallimler Mecmuası,30 Haziran 1923:
254).
Milli mücadeleden daha yeni çıkmış tüm kurumları yeniden
yapılandırılmaya çalışılan ve savaşta çoğunlukla erkek nüfusun kaybedildiği
bu dönemde özellikle kadınlarımızın eğitim ve öğretim hayatına aktif
katılmalarını muallim olabileceklerini ifade ederken aynı zamanda Batıda
kadın muallimlerinin yüzdelik olarak artışlarını tablo halinde göstermiştir.
Muallimler mecmuasında Süleyman Şevket imzasıyla kaleme alınan
makalelerinde, “iyi ve seri usulle öğretmen yetiştiremezsek medeni rekabette
354

her millete karşı alçalırız”, ifadesini kullanarak özellikle öğretmen okullarının


ıslah edilmesini ve bunu yaparken de batı eğitim sisteminin gözden
geçirilerek faydalanılması gerektiğini ileri sürmüştür.
Trabzon’da çıkan İstikbal gazetesinde “ Rize’de Maarif” adlı haberde
Milli Mücadele Dönemi Karadeniz’in bir ili olan Rize’deki eğitim, öğretim ve
muallim sorunları şu ifadelerle dile getirilmiştir:

Rize’de Maarif”
Bunda gülünecek hiçbir şey yoktur. Bu ibare’ deli saçması değildir.
Burada biz İptidaî Mektebi’nde (subhaneke)yi okutmaya çabalayan 40-50
çocuğun pek avaz olarak ganî ettikleri hocalardan ibarettir.
Eskiden daha çok eski ve garip bir usul tedris ki çocukların sabahtan
akşama kadar ona arkaya yalpa vurarak taksini ettiği bu seslerden ne elde
edilecek; Kim bilir ilimsiz memleketler bilhassa 14 senedir “maarif, maarif”
diye feryat ettiği halde, açtığı açabileceği mekteplerin yüzde ikisine bile ciddi
ve hakiki muallim evsafına(şartlarına) haiz bir kimse bulamamıştır.
Düşünmeli ki bu memlekette inkişâfı ki temenni edilmeyen maarif,
kiralık dükkân, bir ahır bozmasına bir sürü küçüğü toplayıp onlara okuma
azmini öğretmekten çok daha fazla, çok daha başka bir şeydir. Bu köylerde
ve bu kasabalarda senelerden beri hocaların önünde sallanıp duruyorlar
içlerinden birçoğu okuyup yazma öğrenmiştir. Fakat telakki ve idrak itibarıyla
daima oldukları gibi kaldıklarına hiç şüphe yoktur. İptidaî Muallimi-(muallim)
vasfından evvel (mürebbi) vasfına haiz olmak gerektir. Öyle bir mürebbi ki
yarının neslini (yeni hayat) için teçhiz etmekle mükelleftir. Bu vazife,
hurafelerle harabeler içinde boğulmuş kalmış bir memlekette ne kadar ulvi,
ne mertebe mühimdir…
Mektep, zekai geliştiren bir müessesedir. Bu mevzular, muktedir
vicdan unsuru adamların elinde olmadıkça memlekete müfid olamazlar.
Hayat yolda o kadar geç ve geri kaldı ki hiç değilse gelecek neslin anlamış ve
duymuş uzuvları kesif bir surette ihtiva etmesi katiyen lazım. Bunu temin ise
muallim yetiştiren Darülmuallimlerin, Darülmuallimlere hoca yetiştirecek
Darülfünûnluların tesisine vabestedir(bağlıdır).

355

Burada bir İdadi Mektebi ile şehirde ikisi Zekur, ikisi İnas, biri Ana
Mektebi olmak üzere (5), bütün Liva dâhilinde de(41) İptidaî Mektebi var.
İdadi sınıflarının mevcudunu sordum:
13 dediler. 13 talebe için ayda 300 lira kadar masraf ediliyor. Bu Liva
vâridât husisiyesi o kadar az ki, masraf olmasın için Meclis Umumisi
olmadıktan başka muhasebeyi hususiye vazifesinide Liva muhasebeciliği
tedvir ediyor. Bu buhranın maliyeye müteallik kısmıTabii muallim buhranı da
var. Nitekim müdür bey anlatıyordu; Bilmem kaç aydır, maaşı 800 kuruş olan
bir riyaziye muallimi için edilmedik Liva bırakmamışlar da yine
bulunamamışlar.
Düşündüm; Bu yokluk içinde, bu kadar az talebe için Rize’de İdadi
Mektebine ne lüzum vardı? Mektep nehari olduğu için bundan ancak şehir
istifade edebiliyor. Şu sahile göz gezdirelim; Trabzon’dan sonra, (Giresun)
da, (Ordu) da, hatta şimdi (Ünye)’de birer İdadi var. Talebeleri onar on beşer
efendiden ibaret. Bir taraftan da ne maaş verebiliyorlar, ne de muallim
bulabiliyorlar. Mekteplerin yalnız isimleri var. Binalarının içinde birçok paralar
(heba-i mensura) olup gidiyor(İstikbal Gazetesi, 12 Ağustos 1922).
Trabzon’da çıkan İstikbal gazetesinde “Rize’de Maarif” başlıklı yazıda
İptidaî mekteplerindeki eğitim ve öğretim anlayışı ve öğretmenler eleştirilerek
öğretmenlerin yetersiz olduğu fikri ileri sürülmektedir. Eğitim yapılan
mekteplerin fiziki koşullarının iyi olmadığı, gereksiz yerlere mekteplerin
açılarak paraların boşa harcandığını aynı zamanda bu mekteplere ne
öğretmen bula bildikleri nede olan öğretmelerin maaşlarının ödenemediğini
ifade edilmektedir.
Ergün’e (1982)’ göre eğitim devrimleri dönemini çok iyi analiz
edebilmek için hazırlık dönemi olan ya da geçiş dönemi eğitime yön vermiş
kişiler arasında yapılan anket o dönemin tahlili açısından çok önemli bir
belgedir. Türk eğitim sisteminin sorunları hakkında sorulan 14 sorudan
oluşmaktadır. Özellikle ilk iki soru çok önemlidir. İlk soru “Maarifimizin en
noksanı nedir ? İkinci soru ise” Eğitimde ki bu gerileme ne zamandan beri
devam ediyor bu eğitimdeki duraklama dönemini nasıl atlatırız görüşleriniz
nelerdir? Soruları sorulmuştur. Hakimiyet-i Milliye gazetesinde 3 Ağustos
1923’te “On Dört Sualimize Cevaplar” adlı başlıkla yayınlanmıştır.İlk iki
soruya cevap veren: Selim Sırrı, Ali Haydar Bey, Mekteb-i Sultani Müdürü
356

Faik Bey, Maarif Vekaleti Müfettişlerinden Ahmet Hilmi Bey’in ankete


verdikleri cevapları inceleyelim.

Heyet-i İlmiye Azasından On Bir Zat, Anketimize Pek Şayan-


ı Dikkat Mütaalat İle İştirak Etmişlerdir.
Bu sorulara şöyle cevaplar verilmiştir:

Hakimiyet-i Milliye, Heyet-i ilmiye azasından, muhtelif maarif


meselelerine dair tertip eylediği on dört suale cevap verilmesini rica eylemişti.
Bu anketimize kırk kişiden mürekkep olan heyet-i ilmiye azasından yalnız on
bir zat iştirak eylemiştir. Bazı zevat bir iki gün zarfında cevaplarını
vereceklerdir. Bazıları ise pek ziyade meşguliyetlerini ileri sürerek cevaptan
imtina eylemişlerdir. Bu on bir cevap içinde pek şayan-ı dikkat mutalaat
görülecektir. Anketimize şu suretle neşr ediyoruz. Her sualimiz karşısında,
muhtelif zevat zarfından verilen cevaplar bulunacaktır ve bu cevaplar idare
hanemize tevzi sırasıyla yazılmaktadır. Bu gün iki ilk suale karşı verilen
cevapları neşr ediyoruz.
Birinci Sualimiz: Maarifimizde en büyük noksan nedir?
İkinci Sualimiz: Maarifimiz terakkidemidir, tertibte midir. Ve bu vaziyet ne
zamandan beri devam ediyor, sebepleri nedir izale için en müesser-i ilmiye
olarak ne tevziye edersiniz?

1-Gaye, metot, program ve muallim.


2-Şüphesiz terakkidedir. Yalnız bu terakki komşu milletlere nispetiylele çok
yavaş gidiyor. Esbabı memleketin meşrutiyetten beri bir an huzur ve sükun
görememesidir. İzalesi için en mühim çare memlekette sulh ve asayişin
teminidir.
Selim Sırrı

1-Noksanlar çoktur. Hepsi birbirine bağlıdır, para, bina, levazım-ı


dersiye iyi yetişmiş muallim ve muallimeler. Terbiye ve tedris gayesinin tayin
rütbeler ederek maarif adamlarının ve mektep hocalarının zihnine
yerleşmemiş olması pek büyük bir noksandır.
357

2-Şüphesiz terakkidedir. Yalnız son on sene zarfında bu terakki batı


oldu. Sebebi harplerdir. Ali Haydar

1- Maarifimizde en büyük noksan evsâf-ı matlubeyi haiz muallimlerin


fıkdanıdır.(yokluğu)
2- Mekâtib-i şakirdanın adetleri itibarıyla maarifimizde zahiri terakki var
ise de netice itibariyle bu terakki aradan mürur(sona erdiren) eden
zaman ile münasip değildir. Bu sebepten dolayı ben terakki
(gelişme)yerine tedenni(düşme–gerileme) vardır derim. Bu tedenni
mekteplerde keyfiyet yerine kemiyet aramaya başladığımız zamandan
beri devam ediyor. Zira binayı, levazım-ı dersiyyeyi,muallimi
hazırlamadan mektep açdık. Programlar üzerinde çok oynadık. Yıktık,
yeniden yaptık, lakin yıkarken neyi yıktığımızı hiç araştırmadık ve ne
için yıktığımızı düşünmedik.Kendi ihtiyacımızı asla nazar-ı itibara
almadık.Netice itibariyle bir şey kazandık.Bilakis kaybettik.Maarifimizin
terakkisi için düşündüğüm yegâne çare maarifimizin istikametini tayin
ve tespit ve cihet-i ilmiyesini idare edecek sahib-i salahiyet daimi bir
heyet-i ilmiye teşkil eylemektir. Şimdiye kadar bir tedrisat müdürü,bir
nazır ders programını alt üst etmeye kendinde salahiyet görüyordu.
Artık bu gibi muamelata nihayet vermelidir. Zira böyle fuzuli
müdaheleler maarifimize değil terakkisine hatta tesisine manidir.
Faik Mekteb-i Sultani Müdürü ***

1-Maarifimizde birçok noksanlar vardır. Muallimlerimizin adem-i kifayeti,


muallimlerimizin azlığı, içtimai hayatımıza uygun bir teşkilatın bulunmaması
2-Maarifimiz şüphesiz terakkidedir. 324 senesinden beri birçok esbabın
şiddet-i tesiri ve bu terakki bin misli devam ediyor. Düne nisbetle bugün daha
çok mütefekkirlerimiz vardır. Dün hiç düşünülmemiş mesail-i ilmiye bugün
daha canlı bir surette düşünülüyor. Dün ihtisab verilmeyen kıymet bugün
nazar-ı dikkate alınıyor. Dünkü safi mektepçilik bugün daha neticeler elde
edilmeye çalışılıyor.
MaarifVekaleti
Müfettişlerinden
Ahmet Hilmi
358

Öğretmen okullarında reform yapmanın kaçınılmaz olduğunu, en önemli


önceliğin öğretmen yetiştirerek başlanılması gerektiği fikri ileri sürülmektedir.
Programlar, fiziki ortamlar, araç gereçler, yeni bir eğitim politikaları ve
özellikle bu dönemde en önemli sorun olan ekonomik problemler maaş
durumları gözden geçirilmelidir. Anketteki diğer sorular ve sorulara verilen
cevaplar tezimizin ileriki aşamalarından tek tek analiz edilecektir.
Muallimler mecmuasında 31 Aralık 1923 tarihli haberinde
darülmuallimin ve darülmuallimatların programları detaylı olarak ders saatleri
ve isimleri yayınlanmıştır. Muallimlerin hangi dersleri ve kaç saat alarak
işledikleri ve bu derslerin muallimlerin yetişmesinde ne derecede etkili olması
açısından önemlidir.
“Programlara Dair”
Darülmuallimat ve darülmualliminin ta’li sınıflarında okutulacak
derslerin isimlerini ve saatlerinin miktarını öğrendik. Mecmuumuz bilhassa
riyaziyat şubesine dair ayrıca iki tekliften de haberdar edildi. Kabataş
Hendese muallimi Lütfü Bey, kabul olunduğunu istihbar ettiğimiz resmî cetvel
mündericatının yetiştirilecek muallime ve muallim namzetlerine, ta’li tedrisat
ile meşgul mekteplerde Riyaziyat okutmaya salahiyet verileceğine kani
değildir. Tertip ettiği programın tetkikine lüzum gösteriyor, mukabil teklifini
ehemmiyetle derc ediyoruz.Darülmuallimin’in ders programları tablo halinde
gösterilmiştir:

Tablo. 22.Darülmuallimin Kısm-ı Ta’lisinin Dört Şubesinde “Müşterek


Dersler”
Yıllar 1. Sene 2. Sene 3. Sene
Türkçe 2 2 2
Ecnebi Lisanı 4 4 4
Meslek Dersleri 5 5 5
Terbiye-i 2 2 2
Bedeniyye
Resim 1 1 1
Toplam 14 14 14
359

Çocukluk ve Gençlik Ruhiyyatı, Fenn-i Terbiye, Usul-i Tedris, Usul-i


İdare ve Teftiş, Tarih-i Terbiye, Mukayeseli Maarif, Teşkilatı,Tatbikat-ı
Dersiyye, Mekteb-i Hıfzıssıhhası

Tablo. 23. Darülmuallimin Kısm-ı Ta’li Tatbikat Şubesi Dersleri

Yıllar 1. Sene 2. Sene 3. Sene


Riyaziyyat 3 - -
Hikmet ve 3 3 3
Mihanik
Kimya 3 2 2
Teşrih ve - 2 -
Fizyoloji
Hayvanat 2 2 -
Nebatat 2 2 -
Tabiat - 1 2
Hıfzısıhha - - 2
Tatbikat-ı - - 3
Fenniye
Toplam 13 12 12
Müşterek 14 14 14
Dersler
Toplam 27 26 26
(Muallimler Mecmuası,31 Ağustos 1923:236).

Öztürk’’e (1996)’ göre: Öğretmen okullarında, öğretmen adaylarının


istenen nitelikte yetiştirilebilmesi için, müfredat programlarındaki dersler
kadar, bu derslerde öğrenilen bilgi ve becerilerin mektepler de
uygulanmasına yönelik olarak “Tatbikatlar”’a büyük önem verilmiştir.
Tatbikatlar için,1915 Darülmuallimin ve Darülmuallimat Nizannamesi ile
bütün ilk öğretmen okullarında birer “Tatbikat Mektebi” açılması
öngörülmüştür. Son sınıf öğrencileri mayıs ayı içerisinde çevredeki okullara
dağıtılıyor, uygulamalarını buralarda ders vererek ve ders dinleyerek
yapıyorlardı. Bu okullardan mezun olabilmek için, Usul-i Tedris dersiyle
360

birlikte,”Tatbikat imtihanından da başarılı olmak gerekiyordu.Programlardaki


derslere baktığımızda mesleki derslerin daha ağırlıkta olması ile beraber
yabancı lisana da önem verildiğini görmekteyiz.
Başbakanlık cumhuriyet arşivinde “Maarif vekâletinin İlk ve orta
mekteplerle memleket dahilinde oynanan oyunlar hakkında “Anket” adlı
belgede muallimin doğum tarihi, yaşı, boyu, ağırlığı, mezun olduğu okullar,
alışkanlıkları, hangi spor alanında yetenekleri var. Kişisel bilgilerinin alınması
ve sonraki aşamalarda muallimin çocuklara öğrettiği eğitsel oyunlar ve
yerel oynanan oyunlar hakkında görüşlerinin alınması, öğretmenlerin ankete
verdiği cevaplara bakılarak programın içeriğinin oluşturulması ise kayda
değer bir eğitim ve öğretim anlayışıdır. Bu anketlerde muallimlerin ön
profilden de çekilmiş resimleri anketin ilk sayfasına yapıştırılmıştır. Bu
anketlerden örnekleri tezimizde ekler kısmına ekleyeceğiz. Ankete bakacak
olursak:

Maarif Vekâletinin
İlk ve Orta Mekteplerle Memleket Dahilinde Oynanan Oyunlar Hakkında
Anket
İstanbul Koca Mustafa Paşa 28 Erkek ilk mektebinde
Tetkik yapan muallim hakkında izahatlar
Adı: Arif Feyzi
Memleketi: Manastır
Yaş: 26
Boyu:1;65 cm
Ağırlığı: 60 kilo
Muhit-i Sadri (Nefes Sayısı) Nabız Sayısı: Soluk alırken:90, Verirken:80
Tahsili Mezun Olduğu Okul: Darülşafaka
Mesleki Eğitim Mektebi:1339 zarfında Darülmuallimin Terbiye-i Bedeniye
kursundan mezun
İhtisas tarihi yaptığı yer ve süresi: 8 seneden beri ve izciliğin bizde
uygulanmaya başlandığı tarihten itibaren. 1 Şubat 1334 Pazartesi.
Muallimin Beden Eğitimi Hocasının İsmi ve Bugünkü Görevi: İstanbul Beden
Terbiyesi Mektebi Kalfası Sami Bey ve Selim Sırrı Bey
Tütün Kullanır mı? Alışkanlık düzeyinde değil.
361

İçki Kullanır mı? Kullanmaz.


Muallim yüzme bilir mi? Hangi çeşitleri bilir? Su altında kaç saniye durabilir?
Yüzerim.
Muallimin uğraştığı özel spor dalları var mı? Tahammül koşusu, düzenli
beden hareketleri
Tetkik Konusu
A. Beden eğitimi muallimi derslerde müfredat programına dahil veya
isimleri 2. Sayfada yazılı olan eserlerden mevcut oyunlardan hangisini
talebeye oynatmıştır veya oynatmaktadır? Oyunların isimlerini
yazabilirsiniz.

Cevap: Müfredata dahil oyunlardan: Yurdunu bul, Eş yetişen, Kaç dur kurtul,
Esir almaca, Balık ağı, Kurt kuzu ve diğerleri sırasıyla tatbik edilecektir.
Esasen mektebin kadrosunda daimi muallimi olarak bulunurum. İhtisasıma
göre cihet müfettişleri, Beden eğitimi müfettişi beylerin onamasıyla henüz 4
ay öncesinden beri bütün talebeler efendilerle meşgul oluyorum.
B. Bu oyunlarda oynatamadığı, talebeye sevdiremediği, oyunlar var mı
dır? İsimlerini yazın?
Cevap: Kurtul oyunu sevilmiyor .

C. Oyunları talebenin sevmemesi hakkında talebenin öğretme yorumu


nedir?

Cevap: Heyecanlı olmaması ve çabuk bıktırıcı olmasındandır.

D. Müfredat programında 2. Sayfasındaki isimleri yazılı eserlerden


zikredilmeyen oyunlardan muallimin talebeye oynattığı başka eğitici oyunlar
var mıdır? İsimleri nedir? (Her oyunun isminin yanında mutlaka kaynak
gösterilecektir. Oyunlar mahalli ise hakkında aşağıda yazılı eserler
dahilinde ayrıntılı açıklanacaktır).
1..2.3.- izahat
Veleybol, henüz tatbik edilmek üzeredir. Müfredat programında mevcut
olmayıp bizzat tarafımdan düşünülerek tatbik eylediğim şimdilik bir oyun
vardır ki ismini “aralarından geçerek fesini bul”. Çocuklar Kurt kuzu oyunun
da ki gibi el ele verirler ve halka yapılır Sonra hazır ol emri verilir. Muallim
362

tarafından dikkat edilmesi hususunda uyarılır. İki öğrenci biri sağa biri sola
dön emri verilir. Muallim elinde fes olduğu halde her iki yöne dönmüş
öğrencilerin ortasına girer. Talebeye şarkı söylemeyi emreder. Şarkı
esnasında her iki öğrenci emre mütaakip istikametleri üzere arkadaşları
arasından yılan gibi geçerek koşarlar. Hangisi önce gelip fesi kaparsa o
kazanmış olur ve arkadaşları da onu alkışlar. Bu oyun hem heyecanlı ve
bilvesile aynı zamanda fazla dikkat isteyen bir oyundur.
G. Tenefüslerde oyun zamanlarında okul dahilinde öğrenciler kendi
aralarında daha ne gibi oyunlar oynamaktadırlar? Bu oyunlar hakkında
gerekli izahat ayrı bir kağıda yazılıp bu sayfaya eklenecektir.
CEVAP: Eğitici olmayan oyunlar yasaklanmıştır. Bu madde hakkında gerekli
izahat verilmiştir.
K. Okul dışında okula giden veya gitmeyen çocuklar arasında daha ne gibi
oyunlar oynanmaktadır? “Oyunların ismi, mahalli olanlar hakkında yukarıda
belirtilen şekilde izahatı yapılarak ayrı bir kağıda yazılarak sayfaya
eklenecektir”.
CEVAP: Dışarıda mektebe devam edenler ve etmeyenler arasından mahalli
olarak oyunlar mevsimlere göre değişmektedir. Kısaca özetle kış mevsiminde
koşturucu oyunlar (köşe kapmaca koşmacı…saklambaç)’dır. Diğer
oyunlarda Hırsız Polis, Koka (kaydıraktır).
KE: İlk ve orta mektep yaşını geçmiş gençler ve büyükler arasında özel
günlerde normal ve milli günlerde oynanan oyunlar var mıdır?
Cevap: Bölgemizde gayri muslim halk en ziyade futbol ile meşgul
olmaktadırlar. Müslüman halk ise bu yaşta bulunanlar ancak mecbur
dükkanlarda çıraklık yaptıkları için bu türlü oyunları oynamaya zamanları
yoktur. Açıklama; (Türklerin başka çaresi yok mecburlar).
Eklemek istediğiniz hususları görüşleri belirtiniz?

Beden eğitimi ve sportif faaliyetleri bu esaslara dayana eğitici oyunları


bölgeye sokmak için en büyük araç mahalli konferanslar düzenlenmesi ve
okullara ders araç ve gereçlerin dağıtılması elzemdir….. Bu suretle Nesli Ati
gelecek nesil kurtarılmış olur görüşündeyim.
363

Koca Mustafa Paşa İlk Mektebi Terbiye-i Mektep Muallimi


1922
İmza
Mühür
İZAHAT
1.Yerel oyunlar hakkında düzenlenen izahnamelerin kağıdın yalnız bir
tarafına yazılması unutulmamalıdır.
2.Her maddeye ait cevap kendisine ait haneye yazılmalı ve burası kafi
gelmediği takdirde kağıt ilavesi yapılabilir.
3. Kağıtların temizliğine ve yazıların okunaklı olmasına dikkat edilmelidir(B C
A: 180.09.14.78).

Öğretmenlerin çocuklara hangi oyunları öğretiyor, öğrenciler hangi


oyunları sevmiyor, oyunları sevmemelerinin sebepleri, müfredatın dışında
oynana oyunlar nasıl oynatılıyor, okul dışında çocuklar hangi oyunları
oynuyor isimleri nelerdir? Sorularına cevap almakla birlikte öğretmenin
özellikle tavsiyeleri alınıyor. Bu anketteki öğretmenimizin tavsiyesi bu eğitsel
oyunları bölgeye sokmak için mahalli konferanslar düzenlenmesi ve araç ve
gereç ihtiyacının giderilmesi fikrini ifade ederken şu cümle ile anketi bitiriyor:
Bu suretle Nesli Ati gelecek nesil kurtarılmış olur görüşündeyim”.
Milli mücadele dönemi bakanlık yapan Rıza Nur, Hamdullah Suphi,
Vehbi Bey, İsmail Safa öğretmenlerin hem yetiştirilmesi hem de ekonomik
sıkıntılarının giderilmesi hususunda önemli çalışmalar yapmış olup, mecliste
de gündeme getirilerek milletvekilleri arasında tartışmalara sebep olmuştur.
Fakat ne kadar olsa da savaşın getirdiği hem ekonomik hem de diğer
sıkıntıların bir arada olması sebebi ile yeniliklerin yapılması konusunda
problemlerle karşılaşılmıştır. Özellikle bu dönemde en çok karşılaşılan güçlük
ekonomik sıkıntıdan kaynaklı olup bu konuyu tezimizde “Öğretmenlerin
Ekonomik Sorunları “ başlığında teferruatlı bir şekilde işlenecektir.
Kazım Karabekir Paşa ise 19 Ocak 1923 yılında Hakimiyet-i Milliye
Gazetesinde “Muallime ve Muallimler Derneği Konferansları” başlığında
Ankara Darülmualliminde verdiği bir konferansta ise öğretmen yetiştirilme
konusunda farklı bir bakış açısı ortaya koymuştur. Kazım Karabekir Paşa bir
komutan olmanın ötesinde eğitim ve öğretim alanın da özellikle doğuda
364

birçok yenilikler yapmıştır Tezimizde Kazım Karabekir Paşa ve eğitim


görüşleri olarak ayrı bir başlıkta derinlemesine işlenmiştir.
“Kazım Karabekir Paşa öğretmen okullarını da tıpkı mühendislik
okulları ve harbiye mektepleri gibi meslek okulları olduğunu, bu sebeple her
vilayette öğretmen okulları açmanın anlamsız olduğunu ifade etmektedir.
Ona göre çoğu vilayette öğretmen okulu açmak yerine, birkaç merkezde
askeri okullar gibi bütün eğitim ve öğretim imkanına sahip yatılı öğretmen
okulları kurmak daha doğru idi. Bu uygulamanın en önemli faydası muhtelif
okullarda ki öğretmen yetiştirme metotları arasındaki farkların asgari bir
seviyeye inmesi olacaktır fikrini savunmuştur.
TBMM Hükümeti Dönemi’nde öğretmen okulları, Misak-ı Milli dışındaki
Türk illerindede öğrtemen yetiştirmiştir. Trabzonda çıkan İstikbal gazetesinde
bu haber şu başlıkla yayınlanmıştır. “Buhara Mümessilinin Beyanatı”
Buna paralel olarak, 1921-1922 öğretim yılnda 30 kadar buharalı
öğrenci Trabzon ve Kastamonu Darülmualliminlerine kabul edilmiştir. Bu
öğrencilerin masraflarının bir kısmı mahalli idareler , diper kısmı ise Maarif
Vekaleti tarafından karşılanmıştıt(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi 13 Mart 1922).
Hakimiyet-i Milliye gazetesi 29 Mayıs 1923 tarihli Ahmed Halid’in
“İptidaî mekteplerimizin ıslahı ve tali mektepler hakkında bazı mütalaat” adlı
yazısında öğretmen okullarının mutlaka yenilikler yapılmalı diyerek şu
tedbirlerin alınmasının elzem olduğunu ifade etmektedir:

a) Öğretmen okullarına birer hazırlık sınıfı ilave edilmeli ve onaltı


yaşını tamamlamamış ve bedeni özür sahibi kimseler öğrenciliğe
kabul edilmemelidir.

b) İlk öğretmen okullarından mezun olanlar, sınıf öğretmeni olarak,


öğretmenlikleri boyunca ilkokullardaki bütün dersleri
okuttuklarından, bu okullardaki ders programları hazırlanırken
ilkokul müfredat programı göz önünde bulundurulmalı ve Türkçe
dersine özel önem verilmeli.

c) İlk öğretmen okulları ıslah edilmeli ve bu yapılırken de ilkokul


müfredat programı dikkate alınmalıdır.
365

d) Mevcut öğretmen okullarının eğitim ve öğretim kadroları hem


nicelik ve hem de nitelik bakımından yetersiz bir vaziyettedir. Bu
sebeple öğretmen okullarının sayısı süratle azaltılmalı ve buralara
ülkenin en iyi yetişmiş eğitimcileri istihdam edilmelidir.

e) Öğretmen çocuklarının, öğretmen okullarına girmesi teşvik


edilmelidir.

f) Öğretmen okulları, buradan mezun olanların gelecek ve refahları


garanti altına alınmak suretiyle, zeki ve kabiliyetli gençler için cazip
hale getirilmelidir (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 29 Mayıs 1923).

Öztürk’e göre: Milli mücadele döneminde öğretmen yetiştirme ve öğretmen


okulları konusu hakkında ileri sürülen fikirleri şu başlıklarda toplayabiliriz:

1.1920-22 yılları arasında mevcut okulların, mali buhrandan


kurtarılarak yaşatılabilmesi için idare-i hususiyelerin elinden
alınarak doğrudan Maarif Vekaleti’ne bağlanması.

2. Çok sayıdaki niteliksiz öğretmen okulu yerine, az sayıda ve belli


mıntıkalarda büyük ve modern öğretmen okullarının açılması
üzerine yoğunlaşılmıştır.

3. 1923’te ise, bir taraftan yukarıdaki uygulama alanına girerken,


öte taraftan da bu okulların nitelik bakımından geliştirilmesi konusu
tartışılmaya açılmıştır( Öztürk,1996: 55).

Milli mücadele dönemi olan 1918- 1919 yıllarından başlayıp,


Cumhuriyet ilanına kadar olan bu dönenlerde öğretmen yetiştirme,
hususunda hem teori anlamında hem de pratik anlamda yenilikler yapılmıştır.
En önemli ise ilk defa Anakara’da maarif kongresinin toplanması, ileriki
aşamalarda ise heyet-i ilmiyelerinin yapılması bile kayda değer önemli bir
çalışmadır.
366

5.3. Öğretmenlerin Örgütlenme Sorunları

II. Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük havası siyasi, mesleki birçok


cemiyetin mantar gibi türemesine yol açmıştır. Bu dönemde dernekler hiçbir
yasal koşula kulak asmaksızın şenlikler içinde kurulmuştur. Dernekleşme
alanında köklü bir geleneğe sahip olmayan Osmanlılarda, ayni meslek
mensubu birkaç kişi gazete ilanlarıyla birbirlerini dernekleşmeye
çağırmıştır(Tunaya, 1984:372).
Akyüz’(2012)’e göre: Bu ortamdan faydalanan öğretmenler de bazı
mesleki teşekküller kurmuşlardır. Bizde ilk öğretmen örgütü Darülfünûn ve
Darülmuallim mezunlarının Temmuz 1908 inkılâbından hemen sonra
İstanbul’da kurdukları Encümen-i Muallimin’dir. Bu girişimden çok az bir süre
sonra yine İstanbul’da idadi, Rüşdi ve İptidaî okulların öğretmenleri
Muhafaza-i Hukuk-u Muallimin Cemiyeti adi altında ikinci bir örgüt
kurmuşlardır. Bu örgütlerin dışında Bursa’da kurulan, Nesr-i Maarif ve
Teavün-ü Muallimin Cemiyeti (Eğitimi Yayma ve Öğretmenler Yardımlaşma
Cemiyeti) ve Mahfel-i Muallimin Cemiyetleri ile birkaç örgüt kurma girişimi de
olmuş ancak başarılı olunamamıştır.Muallim cemiyetleri hakkında kısa
bilgilwer verecek olursak:

5.3.1.İstanbul Muallimler Birliği (1918)

Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük ortamı içinde değişik yerlerde ve


adlarda öğretmen örgütleri kurulmaya başlanmıştır. İstanbul’da yavaş yavaş
oluşmaya başlayan örgütlenme geleneği Balkan Savaşları’nın ardından
devam etmiştir. O sırada öğretmenler arasındaki örgütlenme ihtiyacını
hisseden Emirgan ilkokulu öğretmenleri, bir “Muallimler Derneği” kurmaya
karar vermişler hatta derneğin nizamnamesini bile hazırlamışlardır. Dernek
üyeleri 21 Aralık 1913’te ilk toplantılarını yapmışlardır. Ancak bu örgüt fikir
aşamasından ileriye gidememiştir. Hazırladıkları nizamnameden, cemiyetin
amacının eğitim sisteminin geliştirilmesi için çalışmak, mesleki yayınlar
neşretmek ve üyeleri arasında yardımlaşmayı sağlamak olduğunu anlıyoruz(
Yaşaroğlu, 1949, 8-9).
367

Bu denemeden kısa bir süre sonra 8 Mart 1918 yılında İstanbul


Darülfünûn salonunda bir araya gelen öğretmenler bir cemiyet oluşturdular.
Kurucusu Barbaros Numune Mektebi Müdürü Ahmet Halit Yaşaroğlu’dır.
Cemiyet 9 maddelik bir tüzük hazırlamış ve kabul edilmiştir. Toplantıda bir de
idare heyeti oluşturulan cemiyetin adi “Muallimler Cemiyeti” olarak kabul
edilmiştir. 9 Martta bir araya gelen idare heyeti bir tüzük hazırlamıştır.
Hazırlanan bu ilk tüzüğün bazı önemli maddeleri şöyledir:
“Merkezi Dersaadet’te olmak ve icabında taşrada şubeler açmak üzere
(Muallimler Cemiyeti) namı ile bir cemiyet teşkil edilmiştir. Cemiyetin
maksadı, muallimleri yekdiğerine tanıtmak ve onların ilmi, içtimai ve iktisadi
ihtiyaçlarını ve mevkii ihtiramlarını temine ve halkın irfanını yükseltmeye
çalışmak gibi hususattir. Cemiyet, maksadının temini husulü için asar ve …
celp ve cemi, muallim ve talebeye mahsus meslek ve ders kitapları ile
mecmualar nesir, münazara ve muhazaralar tenezzüh ve seyehatler tertip,
teavün ve tasarruf sandıkları teşkil eder. Osmanlı muallimleri seneyi lâakal 25
kuruş vermek ve nizamnameyi kabul etmek şartıyla cemiyete üye olurlar
(Yaşaroğlu, 1949, 8-9).
Cemiyetin amacı, öğretmenleri birbiri ile tanıştırmak ve onları ilmî, içtimai,
iktisadi gereksinimlerini ve halkın irfanını yükseltmeye çalışmaktır
Tüzük hazırlandıktan sonra emniyete teslim edilmiştir. Cemiyetin
merkezi olarak Türk Ocağı gösterilmiştir. Cemiyetin kurucusu ve ilk başkanı
ise Ahmet Halit Yaşaroğlu’dur. Yeni Nesil dergisinde yayımlanan bu
nizamnamenin bazı eksiklikleri olmasına rağmen öğretmenler arasında birliği
ve dayanışmayı sağlamada büyük bir yenilik olduğu düşünülmüştür. Aynı
sayılı dergide Muallimler Birliği’nin 20 Mayıs 1921’de bir kongre
düzenlediğinden de bahsedilmiştir. İstanbul işgal edildikten sonra cemiyetin
toplantıları sık sık itilaf devletlerince basılmıştır. Bu nedenle cemiyet gizli
çalışmak durumunda kalmıştır. Cemiyet işgallerin başlaması üzerine tepkisini
göstermiş ve İzmir’in işgalini protesto amacıyla 22 Mayıs 1919’da bir protesto
mitingi düzenlemiştir. Ayrıca halkın aydınlatılması örgütlenmesi hususunda
ve Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’ya her türlü destek sağlanmıştır (Orhan,
2001:34).
Akyüz’e göre; savaşın yarattığı olumsuz ekonomik koşullarda Osmanlı
kabinesi öğretmenlerin maaşını ödeyemez duruma gelmiş. Bunun üzerine
368

1921 Nisanının ilk haftasında öğretmenler grev yapmışlardır. Bu grev


sırasında İstanbul Muallimler Birliği ikiye ayrılmış ve çoğunluğunu ilkokul
öğretmenlerinin oluşturduğu bir grup “Mekatib-i İptidaîye Muallimler
Cemiyeti”ni kurmuştur.Muallimler arasındaki ikiliğin ortadan kaldırılması
gerektiğini ve bir nesli yetiştiren muallimler olarak hareketlerimize ve
tavrımıza dikkat etmemiz hususunda uyarı yapılmıştır.
Yaşaroğlu (1949)’a göre; Bu grev sırasında Maarif Vekiliyle görüşen
İstanbul Muallimler Cemiyeti’nden bir heyet öğretmenlerin maaşlarının
ödenmesini sağlamış ayrıca birkaç atamada da etkili olmuştur. 1925 yılına
kadar çalışmalarını da devam ettiren Cemiyet, 1925 yılında Türkiye
Muallimler Birliği’ne dâhil olmuş ve çalışmalarını bu çatı altında sürdürmüştür.

5.3.2.Mekâtib-i İptidaîye Muallimler Cemiyeti

Mekatib-i İptidaîye Muallimler Cemiyeti, İstanbul Muallimler Birliği’nin


ilkokul öğretmenlerinin haklarını yeterince savunmadığını düşünen, ilkokul
öğretmenleri tarafından Nisan 1921’de kurulmuştur. Yedi yüz civarında üyeye
sahip olan cemiyet dönemin en güçlü mesleki örgütü haline gelmiştir. Yeni
Nesil dergisinde yazan, Memduh’un ilkokul öğretmenlerinin durumuyla ilgili
tespitleri şöyledir:
“Türkiye’de en fazla ezilen sefahat çeken zümre muallimlerdir. Muallimler
arasında da en az ücret alan en ehemmiyetsiz görülen sınıf İptidaî
mekteplerinde muallimlik yapan kişilerdir”
Mekatib-i İptidaîye Muallimler Cemiyeti, İstanbul Muallimler
Cemiyeti’nin tüm birleşme çağrılarına olumsuz cevap vererek kabul
etmemiştir. Mekatib-i İptidaîye Muallimler Cemiyeti, 1925 yılında Türkiye
Muallimler Birliği’ne dâhil olmuştur(Akyüz,2012:304).
Trabzon’da çıkan İstikbal gazetesinde çıkan haberde İptidaî
muallimlerinin muallimler cemiyetinde toplantıya çağrılmışlardır. Haberin
içeriği inde şu ifadeler kullanılmıştır:
İptidaî Muallimlerine, İptidaî Muallimin Grubundan: Mekatib-i İptidaîye
Muallimlerine ait hususeten bir kısım mühim müzakeremiz kalmış
olduğundan bütün muallimlerin âidine bugün saat birde mualliler cemiyetinde
bulunmalar istenmiştir(İstikbal Gazetesi,13 Nisan 1922).
369

Basına yansıyan önemli bir problemde köylerde özellikle İptidaî


mektepleri muallimine olan ihtiyaçları cemiyet gündeme alarak tartışarak
çözüm önerileri üretmeye çalışmıştır.

5.3.3.Türkiye Muallimeleri ve Muallimleri Dernekleri Birliği

7 Mayıs 1921 ‘de Ankara’da kurulmuştur. Kurulmasına önderlik eden


Kâzım Nami Duru’dur. Kısa zamanda belirli bir gelişme gösteren Birlik
Muallim ve Muallimeler Cemiyetinin Birliğe bağlanma çalışmalarını hızla
yürütmeye başlamışlardır. Türkiye Muallim ve Muallimleri Dernekleri
Birliği’nin yönetim kuruluna bir bayan öğretmen seçilmiştir (Göldaş,1981:45).
Birlik, öğretmenlerin mesleki çıkarlarının savunduğu gibi, milli hareketin
propagandasını da güçlü bir şekilde halka yaymada büyük etkinlik
göstermiştir. Öğretmenler okullarda öğrencileri de bu doğrultuda eğitirler.
Yahya Akyüz’ün belirttiği ilk öğretmen örgütünün 1908’de
kurulmasından yaklaşık on iki sene sonra Ankara’da, Temmuz 1920’de
Ankara Lisesi Öğretmenleri “Muallim ve Muallimeler Cemiyeti”ni kurmuşlardır.
TBMM’de derneğin kuruluş davetiyesi okununca milletvekilleri, özellikle
öğretmen olan üyeler bunu sevinçle karşılamışlardır. TBMM’nin açılması ile
oluşan özgürlük havası toplum içinde yaygınlaşmış ve hemen hemen bütün
kesimler dernek, parti ve cemiyet kurma çalışmalarına girişmişlerdir.
Öğretmenlerin de derhal harekete geçmeleri ve Ankara’da böyle bir dernek
kurmaları Mustafa Kemal tarafından da teşvik edilmiştir. Kuruluşunu
tamamlayan cemiyet, kurulusu dolayısıyla okutturulacak mevlüd için Meclis
başkanlığına bir davetiye göndermiştir.
9 Mayıs 1921 tarihli Hâkimiyet-i Milliye Gazetesinde, kurulması için
hükümete müracaat edilen “Türkiye Muallimeleri ve Muallimleri Dernekleri
Birliği”nin hükümet tarafından kurulmasına izin verildiğini görmekteyiz. Bu
birliğin amacı şöyle belirtilmiştir:
“Muallimlik mesleğini korumak ve muallime ve muallimlerin içtimai
vaziyetlerini yükseltmek ve bu gayesini iktisâdi ve ilmî vasıtalarla yürütmektir.
Birlik bilhassa iktisâdi esaslara ve teavünlere(yardımlara) ehemmiyet vermiş
olmakla beraber ilmî vasıtaları da ihmal etmiş değildir. Faaliyetlerimizin
esaslarını bugün iktisât esaslarını tanzim etmekte olduğuna nazaran boşluk
370

birliğin iktisâdi teavünleri ehemmiyet vermiş olmasını gayet tabi ve makul


buluruz. Hayat ve maişetlerini temin edecek vesaillerini(sebepleri) mukabil
eyleyecek maaş ve gelir tesisata gayret etmekle beraber vazifesiz kalan,
hastalanan, malül olan, evlenen, çocuğu doğan muallim ve muallimeler ve
ailelerine yardım etmeyi ve bu yardımları devletin vazifeleri arasına olması
elzemdir.
En büyük faaliyetini bu hususun teminine sarf edecek olan birlik bu
maksdıi katiyen ihmal etmemekle beraber, Muallime ve muallimlerin mevzi ve
ilmi yükselişini temin için umumi serbest ve âli dersler, eğlenceler, seyahatler,
tertip edecek, kütüphaneler, müzeler, okuma salonlari temin eyleyecek,
mecmua ve gazete neşredecek ve muallime ve muallimlerin meşgul
bulundukları muhabbetleri taınıyabilmeleri için lazım gelen kolaylıkları
bulacak ve gösterecektir. Şimdiye kadar birçok arzulara rağmen hemen
hemen ihmal edilen muallimlik mesleğine hakiki ve derin hamlesini verecek
olan bu birliğin müessisleri(kurucuları) tarafından heyet-i idaresi intihab
olunmuş ve Ankara’da faaliyete başlamıştır. Muallimlik mesleği için hakiki
istikballer vadeden bu birliğe muvaffâkiyetler temin etmeyi bir vecibe terakkî
eyleriz(Hâkimiyet-i Milliye, 9 Mayıs 1921).
İllerde bu cemiyetin kurulması ses getirmiş olup illerden kutlamalar ve
telgraflar gönderilmiştir. Çorum gazetesinde bu kutlama haberi şu şekilde
yayınlanmıştır:
Muallimler arasında mesleki ve iktisâdi rabıta ve tesanüt (karşılıklı
yardımlaşma)meydana getirmek gayesiyle merkezi Ankara’da olmak üzere
Türkiye Muallime ve Muallimler dernekleri Birliği ismiyle bir cemiyet teşkil
olduğu haber verildi. Yürütülen muameleyi ve resmiyyeyi müteakip faaliyete
geçecektir. Çoktan ihtiyacı his edilen bu hayırlı teşebbüsün muvaffâkiyetle
devamın dileriz (Çorum Gazetesi,3 Mayıs 1921).
Mete Tunçay(1967)’a göre; kurucu üyeler incelendiğinde Kazım Nami
hariç diğer üyelerin sosyalist eğilimli oldukları görülür. Örneğin Mehmet Vehbi
ve Nafi Atuf Spartakistler’den, Mahmut Esat ve Muhittin Baha Resmi Türkiye
Komünist Fırkası’ndan, Sadrettin Celal ve Leman Hanım Aydınlık
çevresindendir.
Birliğin oluşturulmasıyla ilgili olarak, Birliğin kurucusu olan Kazım Nami
şu ifadelerle birliğin amacını açıklamıştır:
371

“1920 senesi Haziran basında Ankara’da işe başladığım zaman,


İstanbul’daki Muallimler Cemiyetine mensuptum. Ankara’da, lise müdürünün
teşebbüsü ile bir muallimler cemiyeti vücuda getirdik. Bu gibi cemiyetlerin
tearüf (herkesçe bilineceğine) ve tesanüd (dayanışma) temin edeceğine kani
olduğum için, Muallimler cemiyetinin hemen her merkezde teşekkül etmesine
ve aralarında bir mühadenet(barış) husule gelmesine çalıştım. 1921’de
Almanya’da bulunmuş bazı arkadaşlar Ankara’ya geldiler; sendikamsı bir
muallim dernekleri birliği yapılmasını istediler. Bu mesele epeyce
münakaşayı mucip oldu. Muallim cemiyeti azası yeni şekli hoş görmüyordu.
Bu harekette bir nevi sosyalizm kokusu seziyordu. Mamafih iki tarafı birbirine
yaklaştırmanın yolunu buldum. Birlik müteşebbisleri Erzurum mebusu Nafi
Atuf, İstanbul Ticaret ve Sanayi odası umumi kâtibi Vehbi Beylerle birkaç
arkadaş idiler. Arzularını yerine getirmeye çalıştım muallim birliği de teşekkül
etti( Muallimler Mecmuası, 15 Nisan 1930).
Kurulan bu öğretmen derneği eğitim ve öğretmen sorunlarının yanı
sıra milli mücadeleye de destek vermiş halkı ve öğretmenleri Kurtuluş
Savaşına katılmaya ve mücadeleyi desteklemeye davet etmiştir.
“Türkiyemiz bugün yirminci asrin manasıyla mütenasip bir istiklal, dahili bir
inkılâp mücadelesi içindedir ve bu yaşamak isteyen biz Türklerin vaziyeti
itibariyle zaruridir. Türk tarihi, muallime ve muallimlerden harekete gelmelerini
bekliyor.Muallime ve muallimlerin harekete geldiği gündür ki Türkiye yirminci
asra layık manasını ikmal edecek, milli inkılâp ve istiklal cidali (mücadelesi)
bir kere daha kuvvet bulacak ve lâyemut (ölümsüz) olacaktır (Hâkimiyet-i
Milliye, 26 Haziran 1922).
Bildiride Türk halkının çağdaşlaşmasını sağlamak ve medeni bir
toplum haline gelmesi için, bütün sağlıksız fikir ve kurumların yıkılarak
yerlerine en yeni kurumların oluşturulması gerekliliği üzerinde durulmuştur.
Bu noktada öğretmenlerden destek geldiği zaman inkılâp hareketinin de
kendisini sağlamlaştıracağı düşüncesi savunulmuştur. Bildiri şöyle devam
etmiştir:
“Büyük muallime ve muallimler kongresinin içtimasına kadar Ankara’da
teşkil ve intihab edilmiş (seçilmiş) olan Birlik muvakkat idare heyeti, bütün
Türkiyeli muallime ve muallimleri birliğe ve taazuva (örgütlenmeye) milli
mücadeleyi takviye yolunda harekete, vatanin bu büyük halas gününde fikri
372

ve şuuri kıyama (eyleme) davet ediyor. Türkiye inkılâbi muallime ve


muallimlerin mesleki taazzuv ve tenasütleriyle kazanacaktır, ileri!”( Hâkimiyet-
i Milliye, 26 Haziran 1922).
Hâkimiyet-i Milliye’de yayınlanan bu bildiriye bazı milletvekilleri tepki
göstermişlerdir. Bildiride Almanya ve Rusya’daki ihtilallerin örnek gösterilip
İslamiyet’ten tek bir cümlede bile bahsedilmemesini TBMM ilkelerine ters
bulan Karahisar Sahib Milletvekili İsmail Şükrü Efendi İçişleri ve Milli Eğitim
bakanlıklarına şu soru önergesini sunmuştur:
İçişleri Bakanı Mehmet Ata Bey verdiği cevapta, derneğin cemiyetler
kanununa uygun olarak 7 Mayıs 1337(1921)’de kurulduğunu söyledikten
sonra kurucu listesini okumuştur. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan
bildirinin ise kanunen takibine gerek görülmediğini, bu durumun halk arasında
konuşulmadığını belirttikten sonra bayan ve erkek öğretmenlerin bir arada
çalışmalarına ise itiraz edilebileceğini belirtmiştir:
Milli Eğitim Bakanı Mehmet Vehbi Bey ise verdiği cevapta,
öğretmenlere daha önce gönderdiği iki tebliğle dini eğitimin ağırlıklı olarak
okutulması gerektiğini belirtmiştir. Milli mücadeleye manen destek veren
İstanbul Muallimleri Cemiyeti 1922 ve sonraki senelerde Ankara ile sıkı bir
işbirliğine girmiştir. 1922 yılında Cemiyet tarafından çekilen telgraf, o devrin
İstanbul muallimleri ve Muallimleri Cemiyeti’nin milli dava etrafında
Ankara’yla arasındaki bağı göstermektedir ( Arıkan, 1998, 111-116).
İzmir Muallimler Birliği’nin kurulmasına büyük katkıları dokunan, İzmir
Maarif müdürü Vasıf Bey, bir yandan halkı milli mücadeleye davet ederken
bir yandan da İzmir’e Doğru gazetesinde yazılar yazıyordu. Bu yazılarında
genellikle İşgallere karşı çıktığı gibi halkı da “Silah başına” davet etmiştir
(Baran, 2001, 15:69).
1922 yılının ortalarında Maarif Vekâleti, maarif müdürlerine gönderdiği
bir tamimle öğretmenlerin on beş günde bir toplanarak mesleki meseleler
üzerine tartışmalar düzenlemelerini istemiştir. Maarif Vekâleti’nin bu
toplantılarla ulaşmak istediği amaç öğretmenlerin meslekten soğumalarını
engelleyerek ilmî ve mesleki sorunların tartışılmasını sağlamaktır (Hâkimiyet-i
Milliye, 26 Haziran 1922).
Türkiye Muallimeleri ve Muallimleri Dernekleri Birliği, 1 Aralık 1922’de
Olağanüstü bir kongre toplamıştır. Kongre Darülmuallimin konferans
373

salonunda toplanmıştır. Katılım az olduğu için bir kısım üyeler kongrenin


ertelenmesini istemişse de yapılan oylama sonucunda çoğunluğun oyuyla
erteleme isteği kabul edilmemiştir.
Kongre İdare Heyeti’nin raporuyla başlamıştır. Bu raporda su
konulardan bahsedilmektedir:
1.Öğretmenlerin keyfi olarak görevden alınmamaları gerektiğini belirterek bu
konuda birliğin sürekli çalışmalar yaptığından bahsetmektedir. Ancak yapılan
girişimler İstanbul Hükümeti tarafından kabul görmemiştir.
2.Kongrenin temel toplanma amacı, öğretmenlerin ve maarifin gelecekteki
vaziyetlerini tartışmak ve faaliyet programını belirlemektir.
3.Öğretmenlerin mecburi olarak görevden ayrılmalarına karşı mücadele
edilerek olumlu sonuçlar alındı. Ayrıca haksızlığa uğrayan öğretmenlere de
yardım edildi.
4.Kimsesiz kalacak yeri olmayan öğretmenlerin okulların kullanılmayan
odalarında kalmaları temin edildi.
5.Muallimler Mecmuasının yayını sağlandı.
6.Anadolu’da yaşanan savaş ortamında dahi derslerin aksamamasına özen
gösterildi (Muallimler Mecmuası, 21 Aralık 1922 : 31-32).
Kurtuluş Savaşı’nın tamamlanıp Lozan Barış Görüşmeleri’nin yapıldığı
bir dönemde böyle bir kongrenin toplanması şüphesiz önemlidir. Kongre
raporu incelendiğinde öğretmenlerin yeni kurulacak olan hükümetten bir
takim taleplerinin olduğu görülür. Ayrıca dernek kendi çalışmalarının
öneminden de bahsederek bu konuda da hükümetten destek beklemektedir.
Olağan kongresini Temmuz 1923 yılında yapan Türkiye Muallimeleri ve
Muallimleri Dernekleri Birliği’nin, bu toplantıda da yeterli çoğunluğu
sağlayamadığını görmekteyiz. 8 Temmuz 1923 günü yapılan toplantıya,
tüzük gereği toplantının yapılabilmesi için, katılması gereken 218 üyeden
190’i katılınca, kongre reisi kongrenin ertelenmesini istemiştir. Ancak üyeler
salonu boşaltmayınca özel bir toplantıya karar verilmiştir.
Bu kongrede yapılan tartışmalarda özellikle İstanbul Anadolu ayrımının
ön plana çıktığını görmekteyiz. Kongre sırasında söz alan Orta Tedrisat eski
Müdürü Kazım Nami öğretmenler arasında adam kayırma olduğunu belirtmiş
ve Anadolu öğretmenlerinin İstanbul’a karşı bir tutum içinde olduklarını
söylemiştir:
374

“Terfi usulü dairesinde main (saf) kaidelerle yapılmıyor. İltimas bulan istediği
yere geçer, köy hocasını müdürü umumi olmuş görebilirsiniz. Anadolu’da
İstanbul’a karşı husumet vardır. Kazım Nami’nin bu konuşması üzerine bir
tahkikat yaptırıldığını açıklayan muallimler cemiyeti reisliği yayınladığı
takrirde şöyle demektedir:
“Anadolu ve İstanbul muallimleri arasında bir ayrılık gayrılık olmadığına dair
mevcud olan kanaatimizde Anadolu’daki arkadaşlarımızın da müşterek
bulunduklarını göstermeleri mucib-i şükrandır (Muallimler Mecmuasi, 31
Temmuz 1923: 226-227.)
Birliğin en etkili üyelerinden Kazım Nami ile birlik arasında yaşanan bu
tartışmalarda Kazım Nami, Anadolu’daki öğretmenlerin %75’ini seciyeleriyle
tanıdığını belirterek fikirlerinin sağlamlığını ispat etmeye çalışmıştır.
Hakimiyet-i Milliye gazetesinde “Muallimler Kongresi Türkiye Muallime
ve Muallimler Birliği Ankara Derneği heyet-i umumiyesinin senelik içtimaı”
toplantı ilan edilmiş olup toplantıya kimlerin katıldığı hangi kararların alındığı
yayınlanmıştır. Ankara’da sık sık muallimler birliği üyelerini toplayarak
toplantılar yapmaktadır. Toplantıda diğer cemiyetlerle niçin birleşilmediği
gündeme getirilip tartışılmış, derneğin yaptığı faaliyetler övülmüş derneğin
tüm faaliyetlerine Atatürk, Kazım Karabekir Paşa ve Hamdullah Suphi Bey
destek vermiş hatta Türk ocağının binasının kullanılmasına da izin verilmiştir.
Anadolu’nun her ilinde açılıp faaliyetler düzenleyen Muallimler ve Muallimler
birliği derneği Konya’da da açılmıştır. Bu haber gazeteye şöyle yansımıştır:
Konya ‘ da Muallime ve Muallimler Birliği
Konya ‘da orta ve ilk mektepler muallimleri, maarif müdürünün
riyasette(başkanlık) içtima ederek bir muallim ve muallimeler derneği tesisi
için müzakeratta bulunmuşlar ve dernek tesisi kabul olunarak hazırlıkların
icrası için bir heyet-i müteşebbise vücuda getirmişlerdir. Bu hafta tekrar
içtima edecek olan heyet-i umumiye derneği tesis ve idare heyetini intihap
eyleyeceklerdir(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi 12 Kasım 1923).
Ankara da kurulan muallim cemiyetinin hangi gerekçelerle
kurulduğunu, genç muallim camiasının bu sorumluluğun üstesinden
geleceğini, muallimlerin saygınlığını koruyabilecek, meslektaşlar arasında
birlik ve berberliği sağlayacak bir müessese olarak düşündüklerini ifade eden
bu yazının içeriği aşağıdadır:
375

Muallimler Cemiyeti
Memleketlerin terakki derecelerini meslek cemiyetlerinin miktarıyla
ölçüyorlar memleketler ve milletler bu zamanda kuru toprak ve birbirine
benzemeyen insan sürülerinden mürekkep bir heyet değildir. Bizde de bazı
bazı, meslektaşlar arasında bu suretle birleşme hareketleri görülmüyor değil.
Eğer adedin büyük kıymeti varsa bunun için iyi bir rakamda bulabilirsiniz!
Fakat itiraf edilmek lazım gelir ki; teşekkül eden meslek
cemiyetlerinden müspet faideleri görülenler pek az oldu denirse hata edilmiş
olmaz. Çünkü bunlar, Her şeyden evvel olmak istediklerini ve yapmak
istediklerini takip edemeyecek derecede cılız ve meslektaşların
muavenetlerinden mahrumdurlar.
Meslektaşlık hisleri kuvvetle meydana çıkan yerlerde bu tesanüd
bağları hayat içinde çok faal roller oynamıştır. Zaten yeni devletçilikte
meslekler meslek cemiyetlerine istinattan başka çare bulamamıştır.
Bugün bu ihtiyaç Ankara’da hissediliyor, genç bir zümrede, kadın
erkek hayatını memleketinin irfanına vakıf eden mektep hocaları bunu burada
canlandırmaya karar verdiler. Her gün yeni unsurlar ve yeni meslek adamları
ile nüfusunu artıran Ankara’dan yarın için daha çok şeyler beklemek
mecburiyetindeyiz fakat bu Ankara için bu günlük çok şayan-ı dikkat bir
kazançtır. İlk adımı muallimler attı: Fi’l-hakika bundan epey zaman evvel
Ankara’da teşekkül etmiş bir cemiyet daha vardı. Fakat, bu maksadı nedir
gayesi nedir; azm-i milliyeyi, ne suretle kuvvetlendirecektir? Kimse hiçbir şey
söylememiş, isminden ziyade başka mahiyeti haizdir.
Yeni teşekkül edecek meslektaşlar cemiyetinde hakim olacak nokta-i
nazarın esasını bilmiyoruz bu acaba bir muallim sendikası mı olacak? Yoksa
bir cemiyet-i hayriye mahiyetimi arz edecek? Memleketinde ki bu genç
zümresi; memlekete mefkurevi numuneler göstermeye karar veriyor.
Muallimliğin manevi kıymeti halk nazarında yükseltmeye terbiye ve tedrisde
en ilm-i usul-u tatbik ederek, faal, harsa hürmetkar unsurlar yetiştirmek
imkanını temin etmeye çalışacaklarını vaat ediyorlar. Bu gençler memlekete
daha bir çok vaatlerde de bulunuyorlar. Onlar halka iktisâdi, irfan-ı irşadat da
bulunmak vazife-i müddetince de genç omuzlar, üstüne yükleniyorlar, eserler,
mecmualar, kitaplar neşr etmek, gece dersleri açmak kütüphaneler, vücuda
getirmek emelleri de muallimler zümresinin maksatlarını teşkil ediyor.
376

Bu çok takdire layık teşebbüsü hürmetle selamlarken, evvela,


meslektaşlar kasaidi kuvvetlendirecek vasıtaların temin edilmesini bir daha
hatırlatmak isteriz. Çünkü Ankara’nın bu takdire layık kazancını kaydederken
temenni ederiz ki hülyadan ziyade bizzat hayat bütün bu faaliyetlerin merkez
sukuleti olsun;
Müesseselerin şimdiye kadar teşekkül eden meslek cemiyetlerinin
içinde bulunmuş olanların hastalıklarını keşfetmiş bulunduklarına kafi
olduğumuz için onların burada vücuda getirecekleri bir müessesenin her
halde İstanbul’da bazı vilayetlerde vücuda gelenlerden farkı olacağını
şimdiden tahmin ediyoruz. Aslen İstanbul’da teşekkül eden bir muallimler
cemiyeti itiraf etmek lazım gelir ki; mümkün olan cesaretle iş yaptı .Bir şeyde
aşaramadı, maarif idaresine karşı açlıktan başka hiç birşey göstermeyen
İptidaî hocalarını bir an için olsun himaye bile edemedi, maksadız, bu
hususta falan müessesesi tenkit değil teşekkül edecek olanın olanlardan
farklı olması lazım gelen noktaları biraz tavzih(beyan etmek).! (Hakimiyet-i
Milliye Gazetesi,8 Temmuz 1920).
Muallimler cemiyetinin Anakara’daki yaptığı ve yapacağı faaliyetlerin
öğretmenlerin hem sosyal hem kültürel gelişimine katkı sağlayacak, hem de
saygınlığını tekrardan kazanılmasına katkı sağlayacağını ve bu cemiyetin
etkinliklerinin İstanbul’daki cemiyetlere de örnek oluşturabilmesi
temennisinde bulunuluyor.

5.3.4. Muallimler Cemiyetlerinin Faaliyetleri

Gazete ve dergilerde muallim dernekleri ve cemiyetlerinin yaptıkları


konferanslar, müsamereler, gece dersler, diğer ve en önemlisi olan eğitim-
öğretim ve programlarla ilgili tartışmaların basında nasıl yer aldıklarını
incelediğimiz gazete ve dergilerden örnekler vererek inceleyecek olursak:
Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Ankara muallim cemiyetinin
tartışmaları şu başlıkla yayınlanmıştır:” Cumhuriyet Mektepleri ve
Muallimlerimiz”
Maarif Vekaletinin cumhuriyet mekteplerinde verilecek milli terbiye
fende bir tamim neşrettiğini yazmıştık. Ankara muallime ve muallimler
derneği azası Cuma günü öğleden sonra saat bir buçukta dernek salonunda
377

içtima ederek bu mevzu üzerinde iki saatten fazla devam eden ilmi bir
münakaşada bulunmuştur.Lise muallimlerinden Şahver hanımın iradesinde
devam eden münakaşa esnasında milli terbiyenin verilmesi için istifade
edilecek dersler ve bu derslerden istifade tarzları, bu meyanda mevcut
müfredat programlarının tadili lüzumuyla kitapların eskiliği ve kifayetsizliği
mevzu-i bahis olmuştur(30 Aralık 1923 Hakimiyet-i Milliye Gazetesi).
Ankara muallime ve muallimler derneği toplantılar yaparak kendi
aralarında ilmi tartışmalar yaparak öğrencilere milli terbiye vermek için
mutlaka halı hazırda bulunan programlarının içeriklerini değiştirilmesi ve
kitapların yetersiz kaldığı hususunda karşılıklı münazaralar yapmışlardır. İlk
olarak da Fransa ve İsviçre eğitim sistemlerine ve ders kitaplarına bakarak
faydalanılması husussunu gündeme getirmişlerdir. Bu cemiyetin
tartışmalarına diğer muallim cemiyetlerde gündemlerine alarak tartışmışlar bu
konular hakkında görüşlerini belirtmişlerdir. Muallimler mecmuasında “Türkçe
Muallimler Derneği Birliği’nden”İstanbul muallimler birliğinin çalışmalarına
yönelik bir eleştirilerini dile getirmişlerdir
Türk inkılâbının terbiye müesseselerinde ne suretle tezahür
edebileceğine dair Ankara Derneği birkaç aydan beri (demokrasi
terbiyesi) namı altında münakaşalar tertip etti. Birlik, diğer
arkadaşlarının da aynı mesele etrafında faaliyette bulunmalarını, bu
müşterek faaliyetten çıkacak neticeleri toplayarak memleket ve
meslektaş efkâr-ı umumisine arz etmeyi arzu ediyor. Bu gayeye matuf
olmak üzere Ankara Derneği’nde cereyan eden münakaşaların esaslı
noktalarını sual şeklinde şöyle tespit ettik:
1- (Cumhuriyet ve demokrasi) terbiyesiyle (Monarşi ve sultanlık
devri) terbiyesi arasında ne gibi farklar olmalıdır?
2- Bu farklar mektep teşkilatında, programlarda ve terbiye
faidelerinde ne suretle tecelli eder?
3- Maarif vekâletinin programlar ve terbiye usulleri hakkında ittihaz
ettiği son kararlar ne suretle tatbik edilmekte ve ne gibi tesirler
vücuda getirmektedir?
4- Maarif vekâletinin mektep ve terbiye sistemimizde yapmasını arzu
edebileceğimiz daha ne gibi ıslahat vardır?
378

İstanbul’daki muhterem meslektaşlarımızın da bu babda ictimalar akd


ederek vakî olacak münakaşat neticesinde tespit olunacak esasların birliğe
iş’arını rica eder, kardeş selamlarımızı bu vesile ile de arz ve teyid eyleriz
aziz arkadaşlar (Muallimler Mecmuası, Mart 1924: 503).
Muallimler cemiyetinin Anakara’daki yaptığı ve yapacağı faaliyetlerin
öğretmenlerin hem sosyal hem kültürel gelişimine katkı sağlayacak hem de
saygınlığını tekrardan kazanılmasına katkı sağlayacağını ve bu cemiyetin
etkinliklerinin İstanbul’daki cemiyetlere de örnek oluşturabilmesi
temennisinde bulunuluyor.
Muallimler cemiyetleri ve birlikleri sosyal faaliyetlerle müsamerelerle,
konferanslarla hem halkı bilgilendirmek hem de milli mücadele döneminde
mitingler düzenleyerek bizatihi bu mücadelenin baş aktörleri olmuşlardır. Aynı
zamanda muallimler arasında mesleki birliği sağlamak, mesleğin prestijini
artırmak, ekonomik sıkıntıları gündeme getirmek, muallimler arasında
yardımlaşmayı sağlamak ve her türlü kültürel alışverişi geliştirmek ve basın
hayatına girerek gazete ve dergiler çıkarılmasında da katkılar sağlamışlardır.
Muallimler cemiyetinde, eğitim, öğretim, programlar ve özellikle
cumhuriyetin bu ilk dönemlerinde milli bir eğitim nasıl inşa edilir milletvekilleri
tarafından bu cemiyetlerde tartışılmıştır. Yeni kanunların mutlaka çıkarılması
gerektiği üzerinde durulmuştur.
Bu cemiyetlerin yaptıkları faaliyetlerden biride hemen hemen her ilde
halk dershaneleri açarak toplumun tüm kesimini kapsayan kurslar
düzenlemişlerdir. Bu kurslardan biride Ankara’da açılmıştır. Gazetede çıkan
ilanda ”Halk Dershanesi Muallime ve Muallimler Derneğinin Müfid Bir
Teşebbüsü” adı altında yayınlanmış olup kursun içeriği şu şekildedir:
Ankara muallime ve muallimler derneği, halkımız için gayet faydalı bir
teşebbüste bulunmuştur. Dernek Nakşibendi erkek mektebinde esnaf ve
halkımızın her tabakası için bir gece dershanesi açmaktadır. Bu bapta
dernekten gönderilen ihlasnameyi aşağıya derc ederken derneği ve bu işte
büyük bir amil olan Nakşibendi mektebi muallimlerini takdir ve tebrik ederiz.
Muallime ve Muallimler Derneğinden:
Muallime ve muallimler derneği Ankara ‘da esnaf ve halkımızın her
tabakası için bir [ halk dershanesi ] açmıştır.
379

Dersler geceleri [ Nakşibendi erkek mektebi]’ nde ayrılmış dershane de


verilecektir.
Dershanede ( Türkçe ) , ( Hesap ) , ( Usul Defteri ) okutulacaktır.
Dersleri, dershanenin müteşebbisleri, derneğimiz azasından Nakşibendi
Mektebi muallimleri Hilmi Ali Bey ve Cevdet Beyler deruhte etmişlerdir.
Dersler meccanidir. Her ders için asgari (10) öğrenci kaydedilmiş olmak
lazımdır. Kayıt defteri, 26 Aralık pazartesi gününden itibaren açılacak ve
derslere 10 Aralık pazartesi günü başlanacaktır. Kayıt için Cuma günü şu
saatler arası ( 11.00 )’ den (14.00)’e kadar Nakşibendi mektebinde baş
muallim Şerafettin Beye müracaat edilmelidir (Hakimiyet-i Milliye
Gazetesi, 25 Kasım 1923).

Bu tür etkinlikler diğer illerdeki muallim dernekleri de yapmaktadır.


Trabzon’da çıkan İstikbal gazetesinde şu başlıkla “Muallime ve Muallimler
Cemiyetinden” diye yayınlanmış olup, içeriği şu şekildedir: Mütehassıs bir
muallim tarafından cemiyette usul defteri, malumat-ı ticariye dersleri
verileceğinden arzu edenlerin kayıt iden ve daha fazla malumat almak üzere
her akşam yatsıdan sonra uzun sokakta memleket hasta hanesi karşısında
cemiyet heyet idaresine müracaat etmeleri(İstikbal Gazetesi, 27 Ocak 1922).

Kastamonu’da gece dersleri açılarak mesleki kurslar verilmiştir. Bu


etkinlik gazete şu şekilde yayınlanmıştır:

Muallimler Cemiyeti azası öğretmenler tarafından, geceleri “tedrisat-ı


maariften mahrum kalmış olan çıraklara Ulum-i Diniye, Hesap ve Türkçe ve
bir kısmına da Musiki” kursları verilmiştir. Masraflarının bir kısmının Belediye
bütçesinden sağlandığı Çırak Dershanesi’nden üç aylık ilk devrede 40 çırak
okuma ve yazma öğrenmiştir. Yapılan mezuniyet imtihanında başarılı
olanlara, Memleket Yurdu bahçesinde yapılan büyük bir törenle Sertifikaları
verilmiştir. Törene Vali ve ricali ile birlikte kalabalık bir şehir eşrafı katılmış,
Sanayii Mektebi mızıkası da törene neşe katmıştır. 15 Nisan 1923 tarihinden
itibaren de ikinci devre Çırak Dershanesi tertip edilmiştir(Açıksöz Gazetesi, 8
Nisan 1923).
380

Çorum’da çıkan Çorum gazetesinde de gece dersleri ile ilgili şu haber


ilan edilmiştir.

Muallim ve Muallimler cemiyetinin himayelerinde Mecidi Mektebinde


gece dersleri açıldı. Gece dersleri nimet-i maariften mahrum kalan çıraklar,
kalfalar ile tahsillerinin natamam bırakan gençler için küşat edilmiştir. Şimdilik
gece dersleri iki sınıfa tefrik edilerek tedrisat başlamıştır. Bütün gün nesl-i
atinin terbiye ve tedrisine hasr-ı vücud eden muallimler, gece istirahatlarını
de feda etmek suretiyle memleketin irfanma bezl-i(esirgemeden) fedakâri
etmektedirler. Gece derslerine kaydedilmek için gençlerin samimi bir arzu ve
heyecanlarını gördükçe memleketin atisi namına seviniyoruz. Çünkü şu
hareket gösteriyor ki: genç Türkiye’nin dimağı da gençleşiyor. Bu
“intibah(hassasiyet)” Türk ruhunu derin bir inşirah (mesrur olmak) ile
doldurmaya kafi.Gece derslerine uzun ve sarsılmaz bir hayat muntazam ve
şümullü bir teşkilat bahşetmek için iftiharla haber alıyoruz ki, İsmail Safa
Beyefendi gece dersleri mekteplerine yardım elini uzatıyorlar. Hiç şüphesiz
muhterem vekilimiz hakiki bir hayat faaliyetine geçen livamızda
utanmayacaklardır(Çorum Gazetesi, 19 Mart 1923).

Muallim cemiyetleri özellikle Milli mücadele döneminde müsamereler, şiir


ve musiki dinletisi yaparak da halkı bilinçlendirmeye çalışmışlardır.
Trabzon’da “Muallimin Cemiyetinde” adlı haberde yaptıkları etkinlikler
hakkında bilgi vermişlerdir ki şöyle ki:
Cuma akşamı Muallimin Cemiyetinde bir müsamere verilmiştir.
Cemiyet kâtip umumisi Mustafa Reşit Bey’in nesli atinin yetiştirilmesi mevzuu
üzerinde müfit bir konferansla başlayan müsamerede mektep efendileri
tarafından şiirler inşat olunmuş ve yine mektep efendilerinden mürekkebi
şayan takdir ve evfik bir musiki heyeti tarafından müntahap fasıllar üzerinde
icra-i ahenk edilmiş, istifadeli ve eğlenceli bir gece yaşanılmıştır (İstikbal
Gazetesi,23 Ocak 1922).
İstikbal gazetesinde” Muallim Cemiyetindeki Müsamere” adlı çıkan
haberde cemiyetin yaptığı etkinliklere toplumun her kesimi katılmakla beraber
ilin valisin de katıldığı duygusal konuşmaların yapılarak bu milletin
kahramanlıklarından örnekler verildiği, aynı zamanda hem müsamere hem
381

de musiki şöleninin yapıldığı halkında bundan çok memnun kaldığı ifade


edilmektedir.

Bu cemiyetler Anadolu’nun işgaline karşı sadece miting yapmakla


kalmamışlar aynı zamanda ekonomik olarak da katkı sağlamışlardır.
Kastamonu Muallimler Cemiyetinin 21 Aralık 1919 yılında Açıksöz
gazetesinde çıkan haberin içeriği şöyledir:

Muallimler Cemiyeti’nin teşvikiyle 1919 sonlarında Mekteb-i Sultani


muallimleri ile memur ve müstahdemleri Aralık ayı maaşlarının asgari yüzde
birini İzmir muhtacına teberru etmişler, İdare-i Hususiye’den maaş alan diğer
Ta’li ve İptidaî muallimleri de en sıkıntılı oldukları bir zamanda, aynı şekilde
hareket ederek, topladıkları paraları Muallimler Cemiyeti vasıtası ile Valiliğe
teslim etmişlerdir.

1919 yılı Milli mücadelenin başladığı halkın her kesiminin ekonomik


olarak sıkıntı yaşadığı bir dönemde ki özellikle muallimlerin maaşlarını
alamadığı ilk aldığı maaşlarını cemiyet vasıtası ile valiliğe vermeleri çok
anlamlı ve onurlu bir tavırdır. Anadolu’da ve İstanbul’da açılan her bir
muallimler birliği cemiyetleri kendilerine has cemiyetlerinin nizannamelerini
yayınlamışlardır. Şöyle ki Trabzon muallim cemiyeti İstikbal gazetesinde ,
Kastamonu cemiyeti, Açıksöz gazetesinde, Çorum muallimler cemiyeti ise
Çorum gazetesinde maddeler halinde yayınlamışlardır.
En önemlisi muallim camiasının birlik ve beraberlik içinde
yardımlaşarak sorunlarına ortak çözüm aramak amacıyla kurulmuş ve aktif
olarak tüm illerde çalışmışlardır. Milli mücadele dönemi bu derneklerde ki
muallimler buralarda teşkilatlanarak mücadeleye aktif olarak katılmışlardır.
Milli mücadele dönemi düzenlen tüm mitinglerde hem muallim cemiyetleri
hem de bizatihi üyeleri olan muallimler bu mitingleri organize etmişlerdir.
Muallimler cemiyetleri ve birlikleri sosyal faaliyetlerle müsamerelerle,
konferanslarla hem halkı bilgilendirmek hem de milli mücadele döneminde
mitingler düzenleyerek bizatihi bu mücadelenin baş aktörleri olmuşlardır. Aynı
zamanda muallimler arasında mesleki birliği sağlamak, mesleğin prestijini
artırmak, ekonomik sıkıntıları gündeme getirmek, muallimler arasında
382

yardımlaşmayı sağlamak ve her türlü kültürel alışverişi geliştirmek ve basın


hayatına girerek gazete ve dergiler çıkarılmasında da katkılar sağlamışlardır.
Anadolu’nun hemen hemen her ilinde açılan bu cemiyetlerde görev alan
muallim heyetlerinin resimleri tezimizde ekler bölümünde gösterilecektir.
1918-1923 döneminde kurulmuş bulunan öğretmen örgütleri, milli
mücadele hareketinin başarıya ulaşmasını temel ilke edinmişlerdir. Tüm bu
örgütler bu mücadeleyi sonuna kadar desteklemişlerdir. Öğretmen örgütleri
gönüllü fertler olarak milli mücadelede aktif görev almışlardır.

5.4. Öğretmenlerin Ekonomik Sorunları

Bir ülkenin kalkınması için gerekli insan gücünü yetiştirme sorumluluğu


olan öğretmenin bu görevi tam anlamıyla yerine getirebilmesi için öğretmenin
gerekli yaşam şartlarının iyileştirilmesi ve ekonomik sıkıntılarının
giderilmesine bağlıdır. Bu bağlamda ekonomik sıkıntılar Türk eğitim tarihinde
belli aralıklarla devam etmiştir. Osmanlı eğitim sisteminde de birliğin
olmaması, öğretmenleri daima ekonomik meselelerle karşı karşıya getirmiştir.
Milli Mücadele döneminde ise ekonomik problemler daha da büyümüştür.

I..Dünya Harbi’nin hemen arkasından gelen İstiklal Savaşı’nın getirdiği


ekonomik sıkıntılarla, maziden gelen müzminleşmiş birikimlerin bir araya
gelmesi, öğretmenlerin Milli Mücadele Devrinde ekonomik sıkıntıları bir
buhrana dönüşmüştür. Çünkü; Tedrisat-ı İptidaîye Kanunu ilan edildiği
zaman, dolaşımdaki efektif para, altın ve gümüş sikkeler ile Osmanlı Bankası
banknotlarından oluşuyordu. Dolar kuru 0,225 lira ve Sterling kuru 1,10 lira
idi. “Devletin finasman açığını karşılamak için 1915-1918 arasında, yedi tertip
halinde 161 milyon liralık kağıt para bastırılmıştır. Kağıt para çoğalınca,
Gresham Kanunu etkisiyle altın ve gümüş sikkeler dolaşımdan çekilmiştir.”
1914 yılında İstanbul’un geçinme endeksi 100 iken l922’de l256’ya
yükselmiştir (Ergin, 1983: 1-3).

Memleketin büyük bir kısmının işgal altında olması, bir çok bölgede
TBMM’e karşı iç isyanların çıkması ve nihayet düşmanla muharebe halinde
olunması, TBMM Hükümetlerini de büyük bir ekonomik problemle karşı
karşıya getirmiştir. Mesela 1921 yılında TBMM bütçe yapamamış, çıkarılan
383

ikişer aylık avans kanunlarıyla 1921 sonuna ulaşılmıştır. Ancak yılsonunda


“52 milyon 285 bin lira gelir, 77 milyon 325 bin lira gider olmak Üzere” TBMM
tarafından bağlanmıştır. Bu bütçenin 54 milyon lirası askeri harcamalara
tahsis edilmiştir. “Savaş devresinde Maarif bütçesi Cumhuriyet’in ilanı yılı
olan 1923 senesine kadar avans suretiyle ve muvakkat kanunlarla idare
edilmiştir” Maarif Vekaletine, 1921 yılında 390.412 lira, 1922 yılında
1.136.046 lira, 1923’de de 3.033.003 lira ayrılmıştır. Bu sebeple Milli
Mücadele devrinde öğretmenlerin ekonomik problemlerine kesin bir çözüm
bulmak mümkün olmamıştır(Yücel 1938 :245, İnan, 1975: 159).

Milli mücadele dönem muallimlerin maaş durumları meclise yansımış ve


milletvekilleri bu konu üzerinde ateşli tartışmalar yapmışlardır.
Mecliste dönemin bakanı Vehbi Bey tarafından gündeme getirilen
muallimlerin maaşlarının yüzde yirmi indirilmesi meclisteki diğer milletvekilleri
tarafından karşı çıkılmış ve zaten maaşlarını zamanında alamadıklarını ve bu
türlü bir kararın yanlış olacağı ifade edilmiştir. Kastamonu da yayınlanan
Açıksöz gazetesinde de bu konu ile alakalı“Ucuz Maarif” başlıklı bir haber
çıkmıştır. Haberin içeriğinde şu ifadeler kullanılmaktadır:
Bu sene meclis-i umumide Darülmuallimin, Darülmuallimat muallim ve
muallimeleri maaşlarından yine tenkisât, tenzilât, tasarrufat yapıldı. Bir
muallim düşününüz ki yirmi sene vücudunu ve dimağını meslek-i talime vakf
etmiş,bin iki yüz kuruş maaşa çıkmış, bir de bakıyorsun meclis-i umuminin
kararıyla maaşı bine iniyor. Bin kuruş alan bir muallimeyi yine görüyorsunuz
ki bütçede tasarruf için sekiz yola çalışmaya mecbur ediyoruz. Fakat ne
olursa olsun bir iki yüz bin liralık bir bütçede üç beş muallimden yapılacak
senevi üç dört yüz liralık bir tasarruf nedir? Meclisin her muallim ve
muallimeye “Hayatınızdan ve atinizden emin olunuz” kanaati vermesi üç dört
yüz lira tasarruf etmesinden daha kârlı değildir. Peki maarif vekilinin
maaşlardan tenkisat yapılmaması hakkında gönderdiği telgraf meclisçe “O
mesele kapanmıştır.” Sözleriyle örtbas edildiği vakit aklıma Maarif vekili
Hamdullah Suphi Bey’in bilmem hangi bir nutkundan okuduğum bir hikâyesi
geldi:
384

Aristo’ya biri gitmiş, “Seni oğluma hoca tutacağım.” Demiş. Aristo bunu
kabul ettikten sonra gayet pahalı bir ücret istemiş. Herif bu kadar ali bir ücret
istediğini görünce Aristo’ya diyor ki:
-Bu kadar parayla ben adeta bir köle satın alırım.
Aristo’nun verdiği cevap her an ve her zamanda yaşayacak olan bir
hakikattir:
-Ucuz muallim tutmakla bir köle değil oğlunla beraber iki köle satın almış
olursun!

Bizim meclis de daima ucuz muallimin pahalı oturacağını bilmem ki ne


zaman anlayacak!(Açıksöz Gazetesi, 10 Aralık 1921).
Bakanlığın muallimlerin maaşlarından kesinti yaparak tasarruf
yapılması düşünülüyor. Yapılacak bu tasarrufun muallimleri her açıdan
sıkıntıya sokacağını 25 yıl çalışan bir muallimin aldığı maaş 1200 kuruş olup
bunun 200 kuruşu kesilerek asla bir tasarrufun yapılamayacağını ifade
edilmiştir. Aslında en önemli dün olduğu gibi bugünde geçerli olan
muallimlerin ekonomik özgürlükleri kısıtlandığında bunun yansıması
yetiştireceği öğrencilere de bunun farklı bir şekilde tabiî ki olumsuz
yansıyacaktır. Hamdullah Suphi Bey’in şu ifadesi özetlemektedir:”Bizim
meclis de daima ucuz muallimin pahalı oturacağını bilmem ki ne zaman
anlayacak!”
Peyam- Sabah gazetesinde“Muallimlerin Maaşatı“adlı haberde ise şu ifadeler
kullanılmıştır:
Dünkü nüshamızda muallimlerin Ağustos maaşının tesviye edileceğini
yazmıştık; halbuki muhasebe-i hususiye müdüriyeti mütemahil(uzun süre))
maaş bırakmamak üzere şimdilik Haziran maaşını tesviye edecektir ve
yapılacak tasarrufat ile arada da bir maaş tesviye edilerek sene başına kadar
mualliminin bütün matlubatı (neticelendirilecek) tediye (borç ödenecek)
edilecektir (Peyam-ı Sabah Gazetesi, 3 Eylül 1920). Muallimlerin almadıkları
maaşlarının olduğunu ve bu ücretlerin kademeli olarak ödeneceğini ifade
etmektedir.
Sivas’ta çıkan İrade-i Milliye gazetesine “Zavallı Muallimlerimiz”
başlıklı haberdede muallimlerin maaşların alamadıklarını, hatta altı ay maaş
alamayan meslektaşlarının olduğunu ifade ederek geçimlerini
385

sağlayabilmeleri için ilgili makamdan mağduriyetlerinin giderilmesi için rica


etmektedirler.
Aldığımız tezkere ve mektuplarda, merkezde bulunan muallimlerimizin
hâlâ Ekim maaşlarını bile alamadıkları şikâyet edilmektedir. İrfan ordusunun
bu mühim erkânının her kısım memurinimize tercihi icab ederken
maaşlarının te’hir-i tasfiyesi (ödenmesinin geciktirilmesi) en büyük
haksızlıktır. Altı aydan beri maaş alamayan muallimlerin de mevcut olduğu
söylenmektedir. Bu müessif (üzüntü veren) ahvale (duruma) nihayet verilip
muallimlerimizin ve iktarına(geçimlerinin sağlanmasına) teşebbüs
makamat-ı aidesinden (ilgili makamdan) rica olunur (İrade-i Milliye Gazetesi,5
Ocak1919).
Büyükler Alıyor ya ! ...
Maaşlar verilmez, para yok, para yok. Zavallı muallimler biçare küçük
memurlar başvurdukları kapıdan dilenci gibi kovuluyorlar. Öyle ya ! Nebeis
(sakıncası) var! Bunlara paranın ne lüzumu var ? Erkân-ı kiram, Rüesa-
yıâzamve .güzar-ı kâm (soylu ileri gelenler, büyük yöneticiler ve zevkinde
olanlar) alıyor ya. Ötesi ne lâzım. Biz de duralım bunlardan hıdmet (devlet
hızmeti) bekleyelim. İstikbâlin irfan ordusu çerh-i idarenin (yönetim çarkının)
bu faal kolu nasıl işler?.”Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar”(İrade-i
Milliye Gazetesi,16 Şubat 1920).
Muallimlerim maaşlarını alamadıklar ve her çaldıkları kapının yüzlerine
kapandığını adeta kendilerini artık dilenci gibi hissetmeye başladıklarını fakat
devletin üst makamındakilerin maaşlarını zamanında aldıklarını ifade
edilmektedir.
Akyüz’e göre: Milli mücadele döneminde muallimlerin maaşlarını
düzenli alamadıklarını bunun sebebini de zaten az olan özel idarelerin
gelirlerinin savaş yüzünden azalmasından ileri gelmektedir.
Milli mücadele dönemi çıkan mizah dergilerine de muallimlerin
yaşadıkları ekonomik problemler mizahi olarak tasvir edilmiştir.. Özelikle
İstanbul’da ki muallimlerin yaşam şartları daha da zordu. İstanbul’da
yayınlanan“Karagöz “dergisindemuallim, çocuklar,karagöz ve ikinci bir
haberde ise” muallim muallimeler ve karagöz “ arasında şu konuşmalar
geçer:
386

Çocuklar – Aman Karagöz Amca soğuktan tir tir titriyoruz.Ne kömür


var ne odun.Aklımıza ne ders giriyor ne oyun!
Muallim – Aman Karagöz Efendi birader,halimi görüyorsun.Ne üstte
var ne başta!Memurlara zam yaptılar.Bizi ne arayan var,ne soran.Dershane
değil buzhane.Aman bize bul bir çare!
Karagöz – Evlatlarım, bu yeni usul idmandır. Bizim gibi titremeye sizi
küçükten alıştırıyorlar. Muallim Efendi, size gelince hele biraz dişinizi sıkın.
Yaza topu topu iki aycık kaldı. Rahat rahat gezer eğlenirsiniz(Karagöz
Dergisi, 20 Aralık 1919, No:1222).
Muallimler, Muallimeler – Karagöz Amca, vallahi olmaz, nafile bize
maarif müdüriyetinin yolunu gösterme.Derdimizi evvela sana
anlatacağız,devletin bütün memurları gibi bizim de maaşlarımızın zamlarıyla
verilmesine ferman çıktı, emirler verildi.Maarif müdüriyeti ne arıyor ne
soruyor.Hâlâ ocak ayı aylıklarımızı alamadık.Bu kışta kıyamette şaşırdık,
kaldık.
Karagöz – Hanımefendiler, beyler, o sizin maarif müdüriyetinizi
muhasebe-i hususiye memurunuzu falakaya çekmeli de öğrensin.
Yavrucaklarımızı okutan gençleri aç taksir bırakmak reva-yı hak değildir. Siz
getirin bana bir kızılcık sopası da ben onlara iyi bir ders vereyim(Karagöz
Dergisi, 14 Şubat 1920, No:1246).
Türkiye Cumhuriyeti sosyal ve ekonomik yönden de Osmanlı’dan tam
bir enkaz devralmıştır. On yıllar boyu ardı arkası kesilmeden devam eden
yıkıcı savaşlar, ülkenin üretken nüfusunu alıp götürmüştü. Yeni Türk
Devleti’ne kalan nüfusun çoğunluğu, çocuk veya yaşlı erkek nüfus ile kadınlar
oluşturmakta ve ekonomik sıkıntılar her anlamda halkın her kesimine
yansımıştır.Dilenci sayıları artmış, maaş alamayan memur ve muallimler
başka işlerde çalışmaya başlayarak geçimlerini sağlamaya başlamışlardır.
Mizah dergilerine de bu toplumsal, ekonomik sıkıntılar konu edilmiştir.
İstanbul’da yayınlana mizah dergisi Aydede dergisinin 3 Nisan 1922 tarihli 27
numaralı sayısında bir memur ve bakkal arasında geçen bir karikatür
yayınlanmıştır. Karikatür, “Eskiden bakkal hesap verirdi, şimdi biz bakkala
hesap veriyoruz “başlığını taşır. Memur ile bakkal arasında şu konuşma
geçer:
387

Bakkal- Terfinizi tebrik ederim


Memur- Teşekkür ederim. Ama bilmiş ol ki maaşım eski fiyat dan
yüzde yirmi daha noksan. Yine aynı dergide 1 Mayıs 19221 tarihli 35
numaralı sayında ise bir dilenci ve memur arasında geçen konuşma karikatür
olarak yayınlanmıştır. Karikatürde, “Kim Kime Acıyacak” başlığını taşır.
Konuşma metni şöyledir:
Dilenci- Bey’im on para sadakaya muhtacım.
Efendi- Aşağı yukarı bende muhtacım.

27 Mayıs1922 tarihli 40 numaralı Aydede mizah dergisinde “Bekçi ve


Memur arasında geçen bir konuşmada yine o dönemin ekonomik
sorunlarının toplumun her kesimine yansıdığını görmekteyiz. Metinde şu
ifadeler geçiyor:
Bekçi-Davulcunun ipi kaytan
-Sırtımda kalmadı mintan
-Memur(camdan)-Ben gömleksiz geziyorum
- Benim halim senden de yaman…
Aydede dergisinde 7 Ağustos 1922 tarihli 63 numaralı karikatürde
“Toplumun her kesimini içine aldığı karikatürün başlığı “Para nasıl kazanılır?
Para nasıl sarf edilir? Mizahi olarak tasvir edilmiştir. Adeta o dönemin
ekonomik portresini resmetmiştir.
Para nasıl kazanılır ?
Dilenci- On para versen kıyamet mi kopar
Para nasıl sarf edilir?
Dilenci- sekiz yüz kuruş faizleri biriksin diye(sarrafa verir).

Para nasıl kazanılır ?


Memur-(Sarrafa yüzüğünü götürür satmak için) yüzüğün değeri yirmi
lira der.
Para nasıl sarf edilir?
Sarraf- Sekiz lira veririm der.
Para nasıl kazanılır?
Harb zengini-Bursa’ dan haber gelmedi?
Para nasıl sarf edilir?
388

Harb zengini- (Yanında bir bayanla lüks içinde) yansın.


Karikatürü baktığımızda toplumun her kesiminin ekonomik durumu
hakkında çok güzel bir tasvir edilerek karikatürsüze edilmiştir.

5.4.1.Öğretmenlerin Aldıkları Maaşlar

Yahya Akyüz’e(2012:292) göre: Milli mücadele yıllarında 300 kuruş


maaşla atanan genç bir ilkokul öğretmenin eline geçen para “harp zammı” ile
beraber 15 lira civarındadır. Genel olarak öğretmenler 400-500 kuruş maaşla
atanmaktadırlar ve ellerine geçen para 20 lira kadardır. Milli mücadele
yıllarında hayat eskisine oranla çok pahalıdır. Ekim 1921’de Samsun’da
şekerin okkası 1282 gr. 53-54 kuruş, zeytinyağının ise 100 kuruştur.
İstanbul’da erkek paltosu 7 liradır. Pek nadiren bazı öğretmenler 600 kuruş
maaş almaktadır. Bu alınan maaştan vergi matrağı olarak 240 kuruş
düşüldükten sonra ele geçen para yaklaşık olarak 360 kuruştur.
Öğretmenlerin temel ihtiyaçları olan barınma, yeme içme, elbise
ihtiyaçları ve çalıştıkları okulların uzaklıklarına göre yol ücretleri ve birde
buna geçindirmekle sorumlu olduğu aile bireylerini kattığımızda
öğretmenlerin eline geçen paranın çok düşük olduğunu görmekteyiz. O
dönemde bir takım elbisenin fiyatının 18-20 lira arasında değiştiği
düşünülürse yaklaşık olarak alınan maaşın %30 elbiseye gitmektedir.
Oturduğu evin kirası, sabah, öğlen, akşam yemek masrafını ve aile fertlerini
de kattığımızda alınan ücretlerin öğretmenin geçimini sağlamada pek katkı
sağlamadığı ve buna ilaveten maaşlarını düzenli alamadıklarını da eklersek
hakikaten milli mücadele dönemi öğretmenlerin en önemli olmazsa olmaz
sorunu ekonomik problemlerdir.

Fuat Gündüzalp , o günleri şöyle tasvir etmektedir:

“Öğretmenler yeni bir sefaletle karşı karşıya geldiler. O günleri, şu


örnekle gözler önüne sermektedir. “Hocalarımız,geçim sıkıntısı içinde
kıvranıyorlardı. Hala sağ olan çok kıymetli bir hocamın, yeni doğan çocuğuna
bir kaç arşın bez bulamadığı için “Çulsuz” adını taktığını söylüyorlardı
“(Gündüzalp, 1958: 1).
389

Anadolu Ticaret Gazetesinde 1921 Mart ayı Ankara piyasasındaki bazı


malların fiyatları şöyledir; Beyaz Peynir: 1 lira, Kaşar: 60: kuruş,
Mercimek:11-12 kuruş, Nohut:9-10 kuruş, Pirinç:40 kuruş, Çay:2 lira 40
kuruş, Şeker: 1 lira’dır. Şeker fiyatının birden bire yükselip 150 kuruşa çıktığı
ifade edilmektedir.

Buradaki tabloya bakarak bir öğretmen ailesinin bir haftalık yiyecek ve


içecek masraflarını hesaplayacak olursak o dönemin ekonomik portresi daha
rahat anlaşılır:

Haftada 2 kilo peynir yense 2 lira aylık yaklaşık olarak 8- ve 10 lira


arası değişir.

2 Haftada 1 kilo çay içse 4 lira 80 kuruş yaklaşık olarak 9- 10 lira arası
değişir.

Şekerin fiyatı çok değişmekle birlikte ortalama olarak 1 lira olara


düşünürsek bir haftada 1 kilo şeker tüketilirse aylık 4-5 lira arasında da
değişir.

Haftada 1 kilo nohut tüketse 10 kuruş aylık olarak toplam 40 -44 kuruş
arası değişir.

Haftada 1kilo mercimek tüketse 12 kuruş aylık olarak 48- 60 kuruş


arası değişir.

Haftada 1 kilo pirinç tüketse 40 kuruş aylık olarak ise 160-200 kuruş
arası değişir.

1920 yılı haziran ayı içinde İstanbul’a gelen yiyeceklerden adam


başına düşen miktar; Un 2kg’dır (Hakimiyet-i Milliye, 5 Ağustos,1920).

Milli mücadele dönemi bir öğretmen ailesi yaklaşık olarak bir ayda
tüketeceği un miktarı 8-10 kg arasında değişmekte olup, fiyatı 20 kuruş
olarak alınırsa toplam olarak aylık 200 kuruş ekmeğe verilmektedir. Bu
sayısal verilerden yola çıkarak sadece bir ailenin yeme ve içme için aylık
bütçesinden ayıracağı para toplam olarak 750 kuruşu bulmaktadır. Bu sayısal
verilerde, elbise, kira ve daha başka diğer masraflar olmamakla beraber bu
dönemde öğretmenlerin aldıkları maaşla geçimlerini sağlamaları çok zordur
390

ki o yüzden öğretmenler başka mesleklere yönelmişlerdir ya da ek iş


yapmaya başlamışlardır.

Anadolu’da zaman zaman öğretmen sıkıntısı da çekilmektedir. Gazete


ilanı ile okullara müdür, öğretmen aranmıştır. Hatta bir ilanda Almanca
öğretmeni aranmaktadır (Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,5 Kasım 1920).Bunun
temel sebebi öğretmenlerin maddi sıkıntıdan kaynaklı olarak öğretmenlik
mesleğini bırakmalarıdır.

Ankara’da bazı okullarda bir kısım dersler boş geçmiş. Boş geçen
dersler için gazeteler ilanlar vererek açık bulunan branşlar ve ücretleri
gazetelerde belirtilmiştir.. Buna göre Ankara Lisesinde Arapça, Coğrafya,
Matematik öğretmenlerine ihtiyaç vardır.Bu branşlarda ki öğretmenlere 2000
kuruş maaş ödenecektir. Fransızca ve beden eğitimi öğretmenleri için ise,
1500 kuruş ödeneceği ilan edilmiştir(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,27 Ekim
1921).

İkdam gazetesinde öğretmenlerin yaşadıkları ekonomik sıkıntılar


şöyle dile getirilmektedir:
İçimizde Aksaray’da oturup her gün Üsküdar’a gitmek mecburiyetinde olan
birçok muallimler var. Bunların yalnız vapur parası olarak mahiye vermekte
oldukları kuruş nazar-ı itibara alınıyorsa buğday zammıyla birlikte 2000
kuruş ile nasıl temin-i maişet edebileceğini siz düşününüz. Bari bu parayı da
muntazaman alabilseydik ihtiyacatımız bir parça olsun nısf ederdi. Biz gayr-ı
muntazam maaş almaya pek eskiden alışmışız. Hiçbir ay hatırlayamıyorum ki
15 veya 20 gün tehirsiz para alayım. Bu vaziyet dahilinde kânun-ı sani ve
şubat maşatımız tesviye bulunmadıkça biz nasıl mekteplerde tedrisata
devam edebilelim. Levazım-ı gıdaiyye için (İkdam-Gazetesi ,5 Mart 1920).

Öğretmenlerin aldıkları maaşlarının yeterli olmadığını aynı zamanda


Ocak ve Şubat maaşlarını alamadıklarını geçim sıkıntısı yaşadıklarını, bu
sıkıntıların ailelerine yansıdığını aldıkları maaşın sadece ev kirası ve temel
ihtiyaçları olan yiyecek ve içeceklere yettiğini ifade etmektedirler.
391

Milli Mücadele Döneminde öğretmenlerin aldıkları maaşların hem


çalıştıkları illere ve hem de kıdemlerine göre değiştiğini görmekteyiz.
Öğretmenlerin aldıkları maaşlardan örnekler verecek olursak:

Tablo. 24 İsparta İdadisin de 1 Kasım 1923 ‘den Geçerli Olmak Üzere”


İdari ve Eğitimci Kadrolarının Maaşları” şu şekildedir

Almakta Olduğu Vazifesi İsmi Yeni Maaşı


Maaş
2000 Kuruş Müdür Hayrettin 2500 Kuruş
-------- Muavin Hilmi 500 Kuruş
700 Kuruş Katip Hasan 1000 Kuruş
MUALLİMLERİN MAAŞLARI

1500 Kuruş Riyaziye Abdullah Selçuk 1800 Kuruş


1500 Kuruş Tabiiyye Hasan Hilmi 1500 Kuruş
1200 Kuruş Tarih-Coğrafya Hasan Sırrı 1800 Kuruş
1000 Kuruş Din Dersi Osman Efendi 1500 Kuruş
---------- Türkçe Hikmet 1200 Kuruş
---------- Fransızca Ali 1500 Kuruş
---------- TerbiyeiBedeniyye Rasih 700 Kuruş
---------- Resim Hadi 700 Kuruş
---------- Musiki Hakkı 500 Kuruş
------------ Yazı Hasan 200 Kuruş
1000 Kuruş Elişleri Necati 1000 Kuruş
392

Tablo: 25 İptidaî Mektepleri Maaş Listesi

Almakta Olduğu Vazifesi İsmi Yeni Maaşı


Maaş
1200 Kuruş Başmuallim Hakkı Bey 1200 Kuruş
1000 Kuruş Muallim Ethem 1000 Kuruş
1000 Kuruş Muallim Adil 1000 Kuruş
1000 Kuruş Muallim Nuri 1000 Kuruş
1000 Kuruş Muallim Hüseyin 1000 Kuruş
1000 Kuruş Muallim Cahit 1000 Kuruş
700 Kuruş Muallim Hüsnü 800 Kuruş

Zamlar 1 Kasım 1923’den geçerli olmak üzere İsparta İdadisi kadrosu


yukarıdaki şekilde kabul edilmiştir.( BCA: 180.09.147.708).
Her iki tabloya baktığımızda öğretmenlerin maaşları branşlarına göre
değişmektedir. En düşük ücret alan yazı, musiki, resim öğretmenleridir.
Ortalama olarak 1000-1500 kuruş arasında değişmekte olup okul
idarecilerinin maaşları biraz daha fazladır.Tabloya baktığımızda ortalama
1000-1200 kuruş arası maaşları görülse de ellerine geçen maaş miktarları
daha düşüktür.
Başbakanlık cumhuriyet arşivinde bir belgede “Nişantaşı kız lisesinde
görev yapan muallimler ve bunların maaşları şöyle belirlenmiştir:
Şüküfe Nihal Kabataş Kız Lisesi Tarih ve Coğrafya Muallimliğine atanmıştır.
Şüküfe Nihal Kabataş Lisesinden önce İstanbul Kız Lisesi ve Nişantaşı kız
lisesinde görev yapmıştır. Yeni göreve atandığında maaşı 1800 kuruştur. 1
Aralık 1923.
…….
İstanbul Maarif Müdürlüğünden liseler muhasip müdürlüğüne gönderilen 2
Aralık 1923 tarihli yazıda Nişantaşı kız lisesinde görev yapan muallimler ve
bunların maaşları şöyle belirlenmiştir:
Nişantaşı Kız Lisesi
Riyaziye Muallimi Behçet Bey: 2000 kuruş
Tabiiye Muallimi Nazlı Hanım: 1500 kuruş
393

Tarih- Coğrafya Muallimi Şüküfe Nihal14 : 1800 kuruş


Beyaz işleri Muallimi Macide İbrahim:15 1000 kuruş
Çocuk Sağlığı Dersi Dr. Binbaşı Nazif Bey: 1000 kuruş
İptidaî kısmı Muallimleri 1000 kuruş maaşla, Cemile Hanım, Sayfiye Hanım,
Bedriye Hanım, Ayşe Nüzhet Hanım atanmıştır.
2 Aralık 1923 tarihli İstanbul Maarif Müdürlüğünden İstanbul ve
Kabataş Erkek Lisesi Müdürlüğüne yazılan yazı:

Geçen sene 1500 kuruş maaşla görev yapan Fransızca Fahri Muallimi
Mazhar Bey’in maaşı tebliğ edilen son kadro ile 1200 kuruş olarak gösterilmiş
ise şimdi Fahri muallimler için yeterli derecede ödenek verilmiş olduğundan
adı geçen muallimin başarısına ve kıdemine bakarak binaen maaşına 1000
kuruş İstanbul ve 1000 kuruş Kabataş Lisesinden ödenmek üzere 2000 kuruş
yükseltildiği Maarif Vekaletine bildirilmiştir( BCA: 180.09.147.707).
İstanbul’da “erkek ve kız liselerinde” çalışan muallim ve muallimelerin
maaşlarına baktığımızda alınan maaşların hem verdikleri derslere,
başarılarına ve kıdemlerine göre değişmektedir. Her iki belgeye baktığımızda
bazı branşlar da ki muallimlerin aldıkları ücretleri diğerlerine oranla yüksektir.
Riyaziye, Tarih- Coğrafya muallimleri gibi. İptidaî muallimlerinin maaşları
diğer kurumların muallimlerine göre daha az ücret almaktadır.
Muallimler Mecmuası 12 Ocak 1923 tarihli “muallim maaşları” başlıklı
haberde “öğretmenlerin sıkıntılarını şu şekilde gündeme getirmiştir:
Muallim Maaşları
Muhterem “Yeni Gün” refikimizde okuduk: “Kastamonu Meclis-i
Umumisince kabul edilen bütçede muhasebe-i hususiyeden maaş alan
muallimlerin maaş miktarları şu suretle tensip edilmiştir: Yedi muallim
(700),on dokuz muallim (605),kırk sekiz muallim (500),yüz muallim
(400),doksan yedi muallim (300) kuruş…”
Bu kadar az maşla ilk tedrisatta en küçük bir terakkiye ihtimal yoktur,
hamiyet, fedakârlık, memlekete hizmetin yalnız bir şartıdır, eski derviş
kanaati asrın ihtilafına uyamaz. Biz hiç olmazsa asgari maişet refahının temin

14
Şüküfe Nihal aslında terbiye muallimidir. Fakat , Tarih, Coğrafya muallimi olarak atanmıştır.
15
Eren köy kız lisesi mezunu Nakkaş Muallimi diploma sahibi.
394

olunmasına muhtacız. İptidaî muallimleri bu mülkün can feda


kahramanlarıdır. Vatanın bu çok bedbaht evladı, şefkate muhtaç bir öksüz
teslimiyetiyle yaşıyor.
Halkın mütevazı köy ve nahiye mektepleri yalnız mahalli bütçe ile asrın
ihtiyacına uygun bir hayat eseri gösteremez. İngiltere’de bile muvazene-i
umumiye, yüzde elli üç nispetinde İptidaî mekteplerine muavenette bulunur.
Şark, garp vilayetlerimiz yeniden inşa edilmeye muhtaçtır, ilk irfan ocaklarını
mahalli teşkilata bırakmak hüsranla, akametle neticelenir(Muallimler
Mecmuası,12 Ocak 1923,:88).
Muallimlerin aldıkları bu maaşla geçimlerinin çok zor olacağını ve
özelliklede mahalli bütçenin asri ihtiyaçlarına uygun eğitim ve öğretim
vermede yetersiz kalacağını bu irfan ocaklarının mahalli teşkilatlara
bırakmanın yanlış olacağı üzerinde durulmuştur.
Muallimler Mecmuası 19 Şubat 1922 tarihli haberde “maaş miktarları,
zamlar, tenzile uğrayan maaşlar” gündeme getirilerek şu şekilde tartışmaya
açılmıştır:
Kadroları tetkik edelim: Bunlar her makam, her mevki için, muzammar
olmak üzere, asgari ve azami birer miktar tespit etmiş ve azami miktar
haddine varanları kesmiş denebilir, fakat evvela bu azami miktarlardan hangi
ilmi ve salim-i mukayese vurularak tayin ve tespit edildiğine akıl erdirmek
mümkün değildir ve yekdiğerleriyle nispete başlanırsa büsbütün muğlak bir
şekil almaktadır: Mesela bütün erkek sultanilerinin 17 saat Türkçe dersini
verenler içinde 1500 kuruştan fazla maaş alan yoktur. Kız sultanilerinin 20
saatli Türkçe ve Edebiyat muallimlerinin en fazla aldığı maaş yine 1500’dür.
Aradaki 3 saatlik kemiyet ve keyfiyet farkının takdirde hiç hükmü olmamıştır.
Nehari sultanilerin riyaziye muallimleri için mahsus olduğu anlaşılan maaş
miktarı 1800 kuruş aynı sınıf, aynı saat,aynı program mukabelesinde leyli
sultanilerin muallimlerine hem de müktesib(kazanılan) hakları baltalamak
suretiyle, 1500 kuruş veriliyor.
Üsküdar kız mektebinde 15 saatlik resim dersinin muallimeliğiyle diğer
sultanilerdeki 7 saatlik resim dersine aynı miktar olmak üzere beşer yüz
kuruş maaş veriliyor.
395

Milli hükümet devresinde milliyetimizin mihenktaşı olan lisanımıza


kadronun ayırdığı mevki icabı olacak ki yine Selçuk Hatun mektebindeki
Türkçe dersine 800 kuruş, aynı saatli Fransızca dersine 150 kuruş verilmiştir.
Kabataş sultanisinde coğrafya muallimliğinin maaşı 2000 kuruş iken
İstanbul sultanisinde 1500, kız sultanilerinde 8 saatlik ulum-ı diniyyelere 1500
kuruş verilirken aynı derse Selçuk Hatun’da tahsis olunan maaş miktarı 1200
kuruştur.
Tenzile Uğrayan Maaşlar : Bir kısım maaşlar kadroda yalnız ders ve
şahsın istilzam ettiği mektep miktarlarından aşağı düşmekle ve bunların
arasına ezcümle 41 senelik maarif hizmetine mukabil 5500 kuruşla girilen bir
mektepteki maaşın tekaüd(emeklilik) maaşına müsavi(denk) denecek surette
(2500)’e kadar indirilmesi gibi açıklıkları karışmakla kalmamış, aynı mevki,
aynı kadem ve ehliyetlere ait miktarlar arasında da şayan-ı dikkat tekavütlere
meydan bırakılmıştır. Yani birtakım maaşlar vardır ki kadroda azami
olduğuna hükmedilen miktara tenzil edilmiştir.Yine birtakım maaşlar vardır ki
noksan olarak yahut kadroda asgari olduğuna hükmedilecek bir miktara
doğru irca edilmiştir.
Mesela Kabataş sultanisinden Müdür Nadir Bey’in 335’ten beri aldığı 3300
kuruş maaşı aynı derecede 3500 kuruşluk müdüriyet maaşı olmasına rağmen
(3000)’e Üsküdar Sultanisi Müdürü Kâzım Bey’in 2200 kuruş maaşı
kendisinden altı sene daha eksik kıdemli ve 2500 kuruş maaşlı bir müdüriyet
maaşı varken “2000”e Kabataş Fransızca muallimlerinden Esat Lami Bey
uzun zamandır 2200, otuz bu kadar senelik bir devlet memuru ve sabık bir
müdür olan Suat Bey 2000 kuruş alır . Yeni kadrolar bugün, maalesef daha
böyle yüzlerce arkadaşımızı haksız birer cezaya mahkûm bulunduran gayr-ı
âdilâne ilamlar mahiyetindedir ki milleti temsil eden ve temyiz mevkiinde
bulunan büyük millet meclisi azasının kendi çocuklarını ellerine tevdi(emanet
) ettiği bu irfan hadimlerine karşı reva görülen bu haksız ve bu muamelenin
maddi ve manevi mevcudiyetleri zehirlemekte devam edip gitmesine
müsaade etmeyeceklerini ümit ederiz (Muallimler Mecmuası, 19 Şubat
1922:109).
Muallimlerin aldıkları maaşlar arasında çok farklılıkların olduğu ifade
edilerek bu haksızlığın düzeltilmesi hususunda gerekenlerin yapılmasını
beyan etmişlerdir.
396

Açıksöz Gazetesinde 20 Ocak 1921 tarihli ve “Muallimlerin Maaşatı


“adlı haberde bütçeden öğretmenlere verilen maaşlar şöyle ifade edilmiştir:
Geçen gün meclis-i umumide kabul olunan bütçe mucebince 7 muallim
700; 19 muallim 600; 48 muallim 500; 100 muallim 400; 97 muallim 300
kuruş maaş alacaklardır. Milli mücadele döneminde öğretmenlerin en az
aldığı maaş yaklaşık olarak 300 kuruştur. Tabii ki alınan bu maaşlar kıdeme
göre ve branşlarına göre değişmektedir.
Kastamonu’da çıkan Açıksöz Gazetesinde 1919-1923 yılları muallimlerin
aldıkları maaşlar gazetede sık sık haber olarak yayınlanmıştır. Gazetede şu
şekilde yayınlanmıştır:
Devlet bütçesinden maaş alan Sultani öğretmenleri diğer
meslektaşlarına göre önemli bir ekonomik sıkıntı yaşamamışlardır. Her an
muntazam maaşlarını almakla birlikte, 1919 Mart’ından Eylülüne kadar
“Pahalılık Zammı”nı, Temmuz’dan itibaren de “Ekmek Bedeli” adıyla verilen
ödeneklerini almışlardı. 1919 Kasım’ından itibaren de bunların yerine, bütün
devlet bütçesinden maaş alan memurlara verilen “Fevkalade Zam” adıyla
maaşlarının mecmu üzerinden ayrı bir ödenek almışlardı(Açıksöz
Gazetesi,21 Aralık 1919). 1920 yılında Sultani Müdürü Mehmet Behçet Bey,
uhdesinde Edebiyat ve Felsefe Muallimliği tevdi edilmek suretiyle, 26000
kuruş maaş alıyordu( Açıksöz Gazetesi,12 Ağustos 1920). 1921 yılında
Coğrafya öğretmeni Ahmet Fevzi Bey iki bin, Arapça ve Farsça öğretmeni
Faik Efendi bir sekiz yüz kuruş maaş almaktaydı( Açıksöz Gazetesi,26 Eylül
1921). 1922 yılında Tarih muallimi İsmail Hakkı (Uzunçarşılı) Bey, bin sekiz
yüz kuruş maaş alıyorlardı( Açıksöz Gazetesi,26 Ocak 1922).

Sultani öğretmenlerinin her sene maaşlarının muntazaman arttığı


görülmektedir.Özellikle Sultani muallimlerin aldıkları maaşlar İptidaî
muallimlerine oranla daha fazladır. Maaş ödemelerinde pek sıkıntı
yaşamamışlardır en fazla sıkıntıyı yaşayan ileriki yıllarda maaşlarında kesinti
yapılan muallimler İptidaî muallimleridir.

Basın muallimlerin ekonomik sorunlarını gündeme getirmiş o dönemin


köşe yazarları sık sık muallimlerin yaşadığı ekonomik sorunları kaleme almış
mecliste tartışılmasına vesile olmuşlarıdır. Hakimiyet-i Milliye gazetesinde 20
397

Temmuz 1920’de ” Muallimlere Biraz Refah” başlığı altında öğretmenlerin


yaşadıkları sıkıntılar gündeme getirilmiştir:

Bir zamandan beri muallimlik mesleği sönmeye başladı: Muallimler


mesleği terk ediyorlar.Buna sebep şu idi. Esasen karınlarını doyuramayan
meslek idare-i umumiye-i vilayet kanunu ile, içinde hayat kazanılmaz bir hale
konuldu. Muallimler açlıktan istifa istediler, mesleğe hayat bahanesine olarak
merbud(bağlı) kalanların feryadına şimdiye kadar bir ses cevap vermedi.
Muallimler mesleği terk ettiklerinden dolayı mektepler kapandı. Maarif
bunların yerine muallim bulamaz oldu. Bu irfan hayatımız için büyük bir
tehlike teşkil ediyordu.
Muallimler olarak kendi odacılarından çok aşağı bir derecede
bulunduklarını söylüyorlardı. Hakikan odacılar zamlarıyla beraber iki bin
kuruş aldıkları halde zavallı muallim, zam alamadığından dolayı ancak sekiz
yüz kuruş alabiliyor ve bu muallimler içinde bu sekiz yüz kuruş üç ay dört ay
almayanlarda bulunuyordu. Maarif vekaleti, evvela mesleği kurtarmak,
saniyen bu zavallı aç muallimlere biraz refah verebilmek çaresini ilk iş olarak
telakki etmiş ve bir devlette muhtelif memurların muhtelif suretlerde maaş
almasını pek adaletsiz bulmuştur. Fakat bu hususta her ne yapılmışsa
hastalığı esasından tedavi mümkün olamamıştır.
Muallimlere biraz refah yolunu açan bu karar, meslekten
büsbütün soğumasına mani olacaktır. Maarif Vekaletince muallimlerin refahı
ve mesleğin terakkisi için tedbirler düşünülmektedir.
Hakimiyet-i Milliye gazetesinde 5 Ağustos 1923 yılında “On Dört
Sualimize Cevap”adlı ankette yaklaşık olarak 40 muallime 14 soru sorarak
anket yapılmıştır. Bu ankette sorulan sorulardan beşinci soru: ”Esaslı Bir
Maarif Bütçesi İçin Senevî Ne Kadar Paraya İhtiyaç Vardır? Bu sorulara
ankete katılan muallimler şöyle cevaplar vermişlerdir:
Selim Sırrı-
Bütçenin ne olacağını pek kestiremem. Ancak muallimlerin bütçesini
hattı zatında layıkına çıkarmak ve kendilerine sefaletten kurtarmak elzemdir.
Darülfünûnmuallimlerinden Ali Haydar-
398

Muallimlere, bilhassa İptidaî hocalarına verilen para maişetlerine kafi


değildir. Muallimlik bir meslek haline girmeli, muallim hal ve atîsinden emin
olmalı.
Heyet-i Teftişiye Müdürü Abdulfeyyaz Tevfik –
Ha ! yalnız maarif bu hususta biraz aç gözlüdür. Doymak bilmez bir
aslan ağzına benzer ne verirseniz öğütür, kâfi demez fakat nankör değildir.
Vermenin mukabilini faiz mürekkep hesabıyla öder bugün için sürüyorsanız
ancak muhtelif etaplarla yirmi senede tatbik olunacak bir maarif-i umumiye
kanununun mevcudiyetini farz ettiğimize ilk menzil için on beş milyon lira
teminini imkansız mı gördünüz? Peki biraz fedakarlık edelim. 1 milyon lira
daha aşağısıyla iş yapmak akıl ve mantığın imkana dahil değildir. Eskiden
olduğu gibi zahiri kurtaracak, her yapılan şeye olmuş nazarıyla bakacak yani
kendi kendimizi aldatacak isek o başka!
Telif Ve Tercüme Heyeti Azasından Mustafa Rahmi-
Bizim bugün maarife hasrettiğimiz para pek azdır. Amerika da tek bir (
Newyork ) şehrinin maarif masrafı bizim bütün maarif paramızdan daha
ziyadedir. Maarife hasredeceğimiz para hiç olmazsa bugünkünün beş misli
olmalıdır. Eğer memleketin yükselmesinde irfanın pek mühim bir müessese
olduğuna inanıyor isek bugünkü bulundukları darlıktan muallşimleri
kurtarmalıyız. Muallimin hiçbir maddi kaygısı olmamalıdır.
Mektep-i Sultani Müdürü Faik-
Esaslı bir maarif bütçesi için senevî ne kadar paraya ihtiyaç olduğuna
dair kat-î cevap vermek pek müşküldür. Zira maalesef memleketimizde
muntazam istatistikler mevcut değildir. Bence bugün bütün varidatımızı
maarife sarf edecek olursak yine ihtiyacımızı tatmin edemeyiz. Bana kalırsa
her türlü terakkiyetimizin esbabı faide-i tedrice riayet suretiyle ihtara
çalışmalıyız. Herhalde işe başlayabilmek için varidat-ı umumiyemizin beşte
birini maarife tahsis etmekliğimiz lazımdır.
Maarif Müfettişlerinden Ahmet Hilmi-
Esaslı bir maarif bütçesi için senevî lüzumu olan miktarı tespit etmek
evvela bir teşkilatın kabulünü ve bu teşkilatın muhit-i memlekette her sene
eldeki vesait-i tedrisat ve talimiye nispetinde bu dereceye kadar kabiliyet
tatbikiyesi olacağını bir çok kuyut (kayıtlar) ve istatistiklerle tespit eden bir
mesai ve icraat programı hazırlandıktan sonra ancak muayyen bir miktar
399

zikredilebilir. Ümit ederim ki cehalet gibi büyük bir harp bütçesi hazırlamak
tekâmül-i (olgunlaşma) milliyemiz namına pek zaruridir.
Darülmuallimin-i Aliye Müdürü İhsan- Servete endaze (ölçü)yoktur.
Mahalline maruz olmak şartıyla millet, maarifine ne kadar fedekârlık ederse
onun semeresini faiz-i sergiden daha müesser bir nispet dairesinde elde
edeceğinden emin olmalıdır.
Darülmuallimin-i Aliye Muallimlerinden İbrahim Alaattin-
Bugünkü maarif bütçesiyle gayeye takarrüb(yaklaşmak) mahal ve
esaslı bir maarif bütçesi tasviri de hayaldir. Ancak şimdiki maarif bütçesinin
hiç olmazsa on misli artmasını temenni etmeliyiz derim.
İhsaniyat Müdürü Avni-
için kat-î bir rakam söyleyemeyeceğim, Yalnız millet tütüne
müskirat(içilmesi yasak olan) kanununa rağmen içkiye sarf ettiği kadar bir
parayı terbiyeye sarf eylemeye katlanırsa memleketimiz pek az zamanda
maarifçe birinci sınıf ülkeler sırasına çıkabilir kanaatindeyim.
Orta Tedrisat Müdürü Nafi Atuf-
İlmi bir surette memleketi tanımak sayesinde ve ihtiyaçlara göre bu
bütçe tayin edebilir.
Hakimiyet-i milliye gazetesinde yayınlanan bu haberlerden yola
çıkarak şöyle bir tasvir yapabiliriz: Muallimlerin geçim sıkıntısından dolayı
mesleklerini terk ettiklerini, mevki olarak kendisinden daha düşük düzeyde
çalışanların maaşlarının daha fazla olduğunu haksızlık yapıldığını ifade
ederek istifa ettiklerini ve bunu sonucu olarak da yerlerine muallim
bulunamadığını ve gelecek nesillerin yetiştirilmesi açısından çok önemli bir
sorun oluşacağını dillendirmişlerdir. Muallimlere sorulan anketlerde verilen
cevaplara baktığımızda ise özellikle şu başlıklar üzerinde durulmaktadır:
Maarife ayrılan bütçenin artırılması hem eğitimin kalitesini artırır hem
de muallimin ekonomik sıkıntılarının giderilmesi , öğretmenin motivasyonunu
artırır. Tüm batı ülkeleri maarife büyük bütçeler ayırırken bizimde mutlaka bu
bütçeyi artırmamız gerektiği üzerinde durulmaktadır. Milletçe maarif
seferberliği ilan edilmeli her bir vatandaş katkı sağlamalı düşüncelerini ortaya
koymuşlardır.
400

5.4.2 İptidaîye Muallimlerinin Maaşlarının Düşürülmesi

19 Aralık 1921 tarihli Açıksöz gazetesinde” İptidaîye Muallimlerinin


Maaşlarının Tenzili “adlı haberde İptidaî mekteplerinde çalışan muallimlerin
maaşlarında Meclisi Umumiye tarafından veriler zam önerisi reddedilerek
maaşların düşürülmesi gündeme getirilmiş ve oy birliği ile kabul edilmiştir.
Muallimler tepkilerini şöyle dile getirmişlerdir:

Hoca Tevfik ve Hacı Necip Efendilerin önerisiyle, İptidaîye


muallimlerinin maaşlarının 300 kuruşa tenziline, oy çokluğu ile karar verildi.
İçlerinden çok azı 400 ile 500 kuruş arasında maaş alabiliyorlardı(Açıksöz
Gazetesi,19 Aralık 1921).

İptidaîye muallimleri arasında büyük tepkilere sebep olmuş. Merkezde


bulunan İptidaîye muallimleri mağduriyetlerinin giderilmesi için Maarif
Müdüriyetine şifahen müracaat ettiler. Açıksöz gazetesinde “Maarif Vekili
Vehbi Bey’e “İ.H. imzası ile bir açık mektup yayınlandı. Muharrir bu mektup
da şöyle sesleniyordu.

“Siz ki, her kaymakam ve mutasarrıf bulunduğunuz yerde en büyük


himmetinizi Maarife ve İptidaîye mekteplerine sarf ettiniz. Siz ki, ‘Almanya’yı
İptidaîye çocukları kurtardı’ diyen diplomattan daha büyük bir hararetle
‘Türkiye’yi İptidaîye muallimleri kurtaracak’ diyen bir zatsınız. (...)

Meclis-i Umumi geçen sene Darülmualliminden çıkan bütün İptidaîye


muallimlerinin maaşını asgari yedi yüz kuruştan tespit etmişti. Bu sene toptan
bütün bu maaşları üç yüz kuruşa indirdi!

İptidaîye muallimlerinin sözlü müracaatları üzerine, Maarif Müdürü


Talat Bey, Maarif Vekaleti’ne, İptidaîye muallimlerinin mağduriyetlerini
bildirerek, bütçenin onaylanmamasını istemiştir. Konu Anadolu ve İstanbul
basınına da malzeme olmuş, yurt çapında tepkiyle karşılanmıştır. Maarif
Müdürü’nün şikayeti üzerine konu Dahiliye ve Maarif Vekaletlerinde görü-
şülmüş, ancak bürokratik işlemlerin uzun sürmesi sebebiyle 1922 Haziran’ı
başlarında Maarif Vekaleti’nden, Kastamonu Maarif Müdürlüğü’ne gönderilen
bir genelge ile Vilayet Meclis-i Umumiyesinden maaş alan ve maaşı tenzil
401

edilen muallimlerin mağduriyetlerinin önlenmesi istenmiştir (Açıksöz


Gazetesi,3 Haziran 1922).

Anadolu ve İstanbul basınının da maaşların kesintiye uğratılması


konusu üzerinde haberler yapılarak bir kamuoyu oluşturulmuş ve bu
mağduriyetin giderilmesi için maarif vekaletine baskılar yapılmıştır.

İptidaîye muallimlerinin mağduriyetleri kısmen de olsa önlenirken, yeni


maaşları, Yeni Gün’den iktibas yapan Muallimler Mecmuası’nda şu yorum
yapılmıştır. “Bu kadar az maaşla İlk Tedrisatta en küçük bir terakkiye ihtimal
dahi yoktur, hamiyet, fedakarlık, memlekete hizmetin yalnız bir şartıdır. Eski
derviş kanaati asrın ahlakına uymaz. Biz hiç olmazsa asgari maişet refahının
te’min olunmasına muhtacız. İptidaîye muallimleri bu milletin can feda
kahramanlarıdır; vatanın bu çok bedbaht evladı, şefkate muhtaç bir öksüz
teslimiyetiyle yaşıyor. Halkın mütevazi köy ve nahiye mektepleri yalnız
mahalli bütçe ile asrın ihtiyacına uygun bir hayat eseri gösteremez. Şark ve
garp vilayetlerimiz yeniden inşa edilmeğe muhtaçtır. İlk irfan ocaklarını
mahalli teşkilata bırakmak hüsranla neticelenir”( Muallimler Mecmuası, 12
Ocak 1923: 88).

Akyüz (2012)’e göre, orta ve yüksek derecedeki muallimlerin maaşları


ilkokul İptidaî mekteplerinde görev yapan muallimlere oranla oldukça iyidir.
1921 yılı maarif encümenlerinin İptidaî mekteplerinde görev yapan
muallimlerin zam beklerken maaşlarının azaltılmaları muallimleri çok büyük
bir sıkıntıya sokmuştur. Zaten aldıkları maaşla da geçinemeyen ve
zamanında maaşlarını alamayan öğretmenler ya istifa etmektedirler ya da ek
iş yaparak geçimlerini sürdürmeye çalışmaktadırlar.

Muallimler Mecmuasında Aralık 1922’de “Yarının Banileri(kurucuları)


Kimlerdir?”başlıklı yazıda: İlkokul öğretmenlerinin çok düşük maaşla
çalıştıklarını ve sefalet içinde yaşadıklarını ve yüksekte bulunanların biraz
aşağıya eğilip bu ıstırap çeken insanların feryadını dinlemeleri dile
getirilmiştir(Muallimler Mecmuası, 21 Aralık 1922: 62).

Muallimler Mecmuasında 12 Ocak 1923’de” Mütedahil(ödenmemiş)


Maaşlar” adlı haberde İtilaf devletlerinin işgali altında bulunan İstanbul’da
402

Maarif Nezareti muallim maaşlarını zamanında veremiyor ifadesini kullanarak


bu sıkıntı şöyle dile getirilmiştir:

Yunan istilasından sonra daha büyük sıkıntılar başladı. Herkese bir


vazife düşmüştür. Nefer cepheye, zabit kıtasına, kumandan mevkiine
gitmeliydi. İşgal altında bulunan İstanbul’u terk etmek harbi bırakmak demek
olur. İstanbul’dan ayrılan her muallim tarihin şimdiye kadar İstanbul’a vediası
olan irfan rehberliğini vaktinden evvel ve yerine başkası kaim olmadan
tehlikeye düşebilirdi…Ödenmesi gecikmiş olan maaşlar bir haysiyet
meselesidir. Bir memur veya muallim millete karşı borcunu ödemeye
mecburdur. Buna karşılık hükümetinde maaşları vermesi şerefi
icabatındandır.Gecikmiş maaşları almak muallimlerin bir hakkıdır. Büyük
millet meclisinde gecikmiş maaşların tanınmayacağı hakkında bir karar
verilmiş olmaması meclisin bu konuya verdiği ehemmiyeti gösterir. Büyük
Millet Meclisinin milletin muhtelif sınıfının ihtiyacat ve hukukunu düşündüğü
gibi İstanbul memurlarını’da vaziyetini nazar-ı itibara alacağını, hele
muallimleri katiyen ihmal etmeyeceğini kuvvetle ümid ediyoruz(Muallimler
Mecmuası, 12 Ocak 1923:,79).

5.4.3.İptidaî Mektepleri İçin Çıkarılan 326 Sayılı Kanunun Getirdiği


Sorunlar

Milli Mücadele yıllarında tüm yurt da İptidaîye muallimlerinin


karşılaştıkları ekonomik problemler, TBMM tarafından bilinmekteydi.
TBMM’nin siyasi ve memleketin içinde bulunduğu ekonomik şartlar, İptidaîye
muallimlerinin mağduriyetini telafi edecek bir çıkar yol bulunamamıştı.
Zaferden sonra, Mustafa Kemal Paşa’nın direktifiyle, İptidaîye muallimlerinin
mağduriyetini kısmen gideren, “İdare-i Vilayet Kanunu ile İptidaîye
Kararnamesi’nin tadiline dair”, 8 Nisan 1923 tarih ve 326 sayılı kanun
çıkarılmıştır. Bu kanunun 13. Maddesine göre, Hususi İdareler devam
etmekle birlikte İptidaîye muallimlerinin maaşı, asgari 600 kuruştan baş-
layacak ve her iki senede bir 100 kuruş zam yapılmak suretiyle 29. Hizmet
yılının sonunda 2000 kuruş olacaktı. 326 sayılı kanun, İptidaîye muallimlerine
arzu edilen refahı getirmemekle birlikte, Meclis-i Umumiler’in ilkokul
403

öğretmenleri üzerindeki baskısını kısmen kırması bakımından olumlu


olmuştur. Fakat İptidaîye muallimleri maaşının umumi bütçeye yine
alınmamış olması sebebiyle arzu edilen yenilikleri getirememiştir.
Uygulamada da önemli aksaklıkların olması yüzünden, 7 Haziran 1341 tarih
ve 439 sayılı kanunla lağvedilmiştir(Yılmaz, 1989:46-47).

İptidaî mekteplerinin bütçelerinden sonra, Darülmuallimin ve


Darülmuallimat bütçeleri, 8 Nisan 1923 tarih ve 326 sayılı Kanunla umumi
bütçeye alınmıştır.

Mekteb-i Sanayinin, müdür dışında bütün öğretmenleri dışarıdan


geldikleri için maaşları çok düşüktü. 1918 yılında okul müdürü Abdülaziz
Efendi 1200 kuruş maaş alıyordu. Diğer kültür dersleri muallimliklerinin hepsi
250 kuruştu. Piyano, Taşçı, Marangoz 700, Terzi 1000 ve Dökmeci muallim
vekilleri 1500 kuruş maaş alıyorlardı. 1920 yılı bütçesinde müdür maaşı 1500
kuruşa, diğerleri de 100’er kuruş yükseltilmiştir. 1921 bütçesi büyük
tartışmalardan sonra aynen kalmıştır. 1922 yılında da önemli bir değişiklik
olmamıştır(Açıksöz Gazetesi,7 Ocak 1922).

Muallimlerin aldıkları maaşlar branşlara göre değişmekte olup,


idarecilerin maaşları derse giren muallimlere oranla fazladır.

326 sayılı kanun çıktığı sırada vilayetlerin adi ve fevkalade bütçeleri


çok önceden yapıldığı için, yeni kanuna göre kaynakların bulunması, yeni
bütçenin yapılıp Dahiliye Vekaleti tarafından tasdik edilmesi ve diğer
bürokratik işlemlerin tamamlanması uzun zaman almış, bu sebeple pek çok
vilayette İptidaîye muallimleri sekiz ay kadar maaş alamamışlardır. Mesela
Kayseri İptidaîye muallimleri 8 ay maaş alamamışlar, Muallimler Derneği reisi
Ahmet Hilmi Bey, Maarif Vekaletine çektiği telgrafta, Kayseri muallimlerinin
uzun süreden beri maaş alamadıklarından, ekmek parasını dahî
veremeyecek kadar sıkıntıya düştüklerini anlatarak, muallimler “açlıktan
ölmemek ve hayatlarını kurtarmak içinbaşka mesleklere yönelmişlerdir.
Kırşehir’de de uzun süre aynı sebeplerle muallimler maaş alamamışlardır(
Açıksöz Gazetesi,9 Ocak 1923).
404

Maaşların ödenmemesi, çok vahim olaylara ve bazı öğretmenlerin


istifa etmelerine sebep olmuştur. Muallimler Mecmuası 19 Şubat 1923 ‘teki
çıkan haberde Kars’ta yeni açılan okullarda görev alanlara 1300 kuruş
maaşla, ikametlerinin temin edilmesi üzerine başlıklı yazı, Kastamonu’da
Darülmuallimîn mezunu İptidaî muallimleri arasında büyük bir alaka
uyandırdı. Bunlardan ikisi, Açıksöz muhabirine verdikleri beyanatta
“maaşımız olsa olsa 700’ü geçmiyor. Bu maaşla te’min-i maişet kabil değil
iken, bir de Mart’tan beri maaş alamayışımız, bizi tasavvur edilemeyen bir
sefâlete düşürdü. Nihayet Kars’a gitmeye karar verdik” diyerek istifa ettiklerini
bildirdiler( Açıksöz Gazetesi, 2 Ağustos 1923).

İşgal sebebiyle Edirne’den ayrılıp Kastamonu’ya gelen Ahmet Hamdi


Efendi, “refikasının tedavisi için ilaç almak üzere, her gün iki saatlik köyden
merkeze gele gide potini yırtılmış, dizi pantolonundan çıkmış, sahib-i hayr bir
zatın verdiği pantolonu almaya mecbur olmuştur” ( Açıksöz Gazetesi,14 Ocak
1923).

Anadolu ve İstanbul’da özellikle en fazla ekonomik sıkıntıya maruz


kalanlar İptidaî mektepleri muallimleridir. Mustafa Kemal Atatürk çıkardığı
kanunla en az alan İptidaî mektebi muallimi 600 kuruş alacak, iki yılda bir 200
kuruş zam alacak, 29 yıl hizmet eden bir muallim yaklaşık olarak 2000 kuruş
maaş alacaktır bu yenilikler muallimleri rahatlatmakla beraber maaş
ödemeleri umumi bütçeye alınmadığı için sıkıntılar yaşanmıştır. Gazete ve
dergilerde muallimlerin maaşları alamadıkları ve çok sıkıntı yaşadıkları ve
geçinemedikleri hususunda bir çok haberler basına yansımıştır. Elbise
alamadıkları başkalarının adeta sadaka gibi verdikleri ile geçimlerini
sağladıklarını ifade etmişlerdir.

5.4.4. Muallimlerin Grevi

Ankara da muallimler maaşlarını alamadıkları için grev ilanı


etmişlerdir. Kütahya mebusu Cevdet Bey, Ankara muallimlerinin maaş
alamadıklarını ve memlekette bütün mekteplerin kapalı olduğunu söylemiştir.
Bu konuda maarif vekilinden açıklama istemiştir. Maarif vekili Rıza Bey,
405

muallim maaş meselesinden dolayı sızlanmalarını yürek acısı olduğunu,


bunlar hakkında teşebbüste bulunduğunu, fakat bir sonuç alamadığını
belirmiştir. Tokat muallimlerinin 9 aydan beri, , Zile kazası muallim ve
muallimelerin on, Sivas muallimlerinin dört, Amasya muallimlerinin yedi,
Niğde muallimlerinin iki aydan beri maaş alamadıklarını maliye vekaletine
bildirmiş, fakat sonuç alamamışlardır(Aras,2000:47).

Anadolu’nun hemen hemen her ilinde muallimler grev yapmışlardır.


Kastamonu’da İptidaî muallimler maaşlarını alamadıkları için derse devam
etmeyeceklerini şöyle dile getirmişlerdir:

Marttan beri maaş alamayan Kastamonu merkez İptidaî


muallimlerinden bir grup 1923 Eylülü ortalarında valiliğe irticalen müracaat
ederek beş on güne mukaddem mütadahil maaşlarımızın tesviyesine imkan
olmazsa derslere devam” etmeyeceklerini bildirdiler( Açıksöz Gazetesi,1
Ekim 1923).

Yine aynı gazetede Dr Fazıl Berki‘nin Açıksöz Gazetesinde 29 Eylül


1923’te“Mektepler Kapandı” adlı makalesinde İptidaî mektepleri
muallimlerinin greve gittiklerini şöyle tasvir etmektedir:

“O sırada vali bulunan Hüseyin Fatih Güvendiren’in bir çözüm


bulamaması üzerine, Kastamonu merkezi İptidaî muallimlerinden 28
öğretmen 29 Eylül 1923 Cumartesi sabahı okullarına gitmeyerek, grev ilan
ettiler. “Sabah çantaları ellerinde olarak mekteplerine giden îbtidaiye
şakirdleri, kapıları mesdud bulmuşlar ve mütealim hoşnud bir çehre ile geri
dönmüşlerdir.” Sekiz ay maaş alamadığı için greve giden Kastamonu merkezi
İbtida-iye muallimlerinin eylemi, haklı sebeplere dayanmasından dolayı, halk
tarafından normal karşılanmış, Maarif Müdüriyeti de çok daha sert tabirler
alabilecekken, sadece valiliğe müracaat ederek, birer günlük kıst-el yevm
teklifinde bulunmakla iktifa etmiştir. Halbuki soruşturma açtırıp, sicil cezası,
maaş kesimi veya başka okullara nakillerini çıkarma gibi daha ağır cezai
müeyyideleri uygulaması mümkündü. Vali Fatih Bey, İptidaîye muallimlerinin
üç maaşının hemen tahsilini sağlamıştır( Açıksöz Gazetesi,1 Kasım 1923).
406

İstanbul’da çıkan Peyam-ı Sabah gazetesinin 2 Eylül 1920 tarihli


haberinde muallimler maaşların alamadıkları için mektepler gitmeyeceklerini
ifade etmelerine rağmen mekteplere gitmedikleri takdirde müstafi
sayılacaklarını ve yerlerine başka muallimlerin atanacağı belirtilmiş ve
muallimlerin memleketin durumunu göz önüne alarak görevlerinin başına
dönecekleri ümit edilmiştir.

Peyam-ı Sabah gazetesinde “Mekâtib-i İptidaîye Muallimleri Grev”


başlıklı haberde muallimlerin haziran maaşlarını almalarına rağmen
mekteplere gelmemeleri üzerine görevden alınıp yerlerine yeni muallimler
atanacaktır ifadelerinin kullanıldığı haber şu şekildedir:
Muallimlerin haziran maaşlarını almış olmalarına rağmen mektepleri
açmamak hususundaki grevleri üzerine vilayet bütün mekteplere gönderdiği
bir tamimde diyor ki:
On sekizinci cumartesi günü mekatip-i İptidaîye-i resmiye müdür ve
muallimin ve müstahdemini mekâtibi küşat ve vazifeye devam ve müracaat
edecek talebeleri kabul etmedikleri taktirde yerlerine Darülmuallimin
mezunlarından diğerlerini intihap ve tayin edilmek üzere müstafi
addedilecektir.(Peyam- ı Sabah Gazetesi, 17 Eylül 1920).
İstanbul’da İptidaî Muallimlerin 1700 kişiyi temsil eden Maarif
müdürlüğüne verdikleri dilekçede sıkıntılarını şu şekilde dile getirmişlerdir:
Muallimin İstid’ası(dilekçesi)
Dün İstanbul Vilayeti mekâtip-i İptidaîye mualliminden beş zatın 1700
muallim namına maarif müdüriyetine verdikleri istid’a maarif müdüriyeti
tarafından vilayete takdim edilmiştir. Mezkur istidada muallimler
zaruretlerinden bahsederek maaşlarının hemen tediyesini ve evvelce
yazdığımız vecihle haklarında kast elyevm icra edilmesini istiyorlar ve vali
beyin ilk tatil tedrisleri esnasında mümessillerine maaşlarının her ay
muntazaman tediye edileceğini vaat ettiklerini hatırlatıyorlar. Vilayet vakıa
muallimlerin iki aylık mütedahil maaşları var ise de bunun geçen seneden
bakiye olduğunu ve altı yedi aydan beri mekâtip-i İptidaîye muallimlerinin üst
üstüne altı yedi maaş aldıklarını nazar-ı dikkate alarak mektepleri açmamak
hususundaki ısrarlarının meselenin halline yardımı olmayacağını
407

düşünmektedir. Bugün içtima edecek encümen-i vilayet kıst- el yevm kararını


tetkik edecektir(Peyam- ı Sabah Gazetesi, 21 Eylül 1920).
Muallimlerin vilayete ve maarif müdürlüğüne maaş alamadıklarından
dolayı yaşadıkları sıkıntıları gündeme getiren dilekçelerin basında yer
bulması ve bu sıkıntıların gündeme getirilmesi sorunun çözülmesinde önemli
adımlar atılmasını sağlamıştır. Peyam-ı Sabah gazetesinde çıkan “Mektepler
Açıldı” başlıklı haberde Temmuz ve Ağustos maaşların ödeneceği ve
önceden kalan maaşların ise kademe kademe ödeneceği gazetede haber
olarak yayınlanmıştır..
1920 -1921 yıllarında İstanbul’da ve Anadolu’da yapılan grevlerin
nedenleri zamanında ödenmeyen maaşlardır. İlk olarak Tokat’ta başlayan
grevler Ankara ve diğer illere yayılmıştır. 4 Aralık 1920‘de alınan kararla
dersler boykot edilerek okullara gidilmemiştir. Mecliste öğretmen sorunları
ciddiyet içerisinde tartışılmış ve bazı öğretmenlerin eksik maaşları ödenmiştir.
Söz alan her milletvekili öğretmenlerin haklarını savunmuş, hatta bu yönde
etkili olmadığı düşüncesiyle maarif vekili Rıza Nur’u kınamışlardır.
İstanbul öğretmenleri de Şubat 1920’de maarif müdürlüğüne giderek
birikmiş aylıklarının ödenmesini, yoksa aksi halde görevlerine devam
etmeyeceklerini bildirmişlerdir. Maaşları ödenmeyince 1 Mart 1920 Pazartesi
günü okullara gitmeyerek grev yaptıklarını ortaya koymuşlardır. Bu grev 14
gün sürmüş ve ilkokul öğretmenleri grevi başarıyla bitirerek cezai
uygulamalardan uzak kalmışlardır(Göldaş,1984:46).

Geçim sıkıntıları öğretmenleri grev ve boykotlara zorlamıştır. Bundan


kaynaklı olarak meslekten ayrılmalar çoğalmış ve bu nedenle birçok okul da
kapatılmıştır. Fakat eylemler tüm ülkede muallimlerin katılımıyla ses
getirmiştir(Akyüz,2012:296).

Milli mücadelenin en ateşli zamanlarında bile eğitim ihmal edilmemeye


çalışılmış, mecliste eğitim konusu sık sık gündeme getirilmiştir. Savaşın
meydana getirdiği ekonomik sıkıntılara rağmen muallimler iyi bir maaş
verebilmek, onların ekonomik refahını yükseltmek için mecliste uzun süreli
tartışmaar olmuştur. Bu alanda kanunlar kabul edilmiştir. Eğitimin
aksamaması için de öğretmen ve öğrenciler, askerlikten bir süre için muaf
408

tutulmuştur. Aslında 1920-1923 yılları arasında I. Dönem Meclis’te Milli


Eğitim Bakanlığı’nın ele aldığı konular: Cumhuriyet dönemi eğitimi için bir
hazırlık aşaması olmuştur. Belirlenen bu eksiklikler düzeltilmeye çalışılarak,
milli bir eğitim politikası ortaya koymaya çalışmışlardır.

5.5. Öğretmenlerin Hukuki Sorunları

Öğretmenliğin hukuki sorunlarının başında bu mesleğe nasıl girileceği,


nasıl öğretmen olunacağı, öğretmenlerin çalışma hayatı ile ilgili hukuki
statüleri, öğretmenlerin eğitim ve iç işleri bakanları ve amirleri arasındaki
ilişkiler, öğretmenlerin atamaları, kıdem, ödül, ceza konuları gelmektedir.

Milli mücadele dönemi öğretmenlerin hukuki sorunların basına nasıl


yansıdığını bu başlıklar çerçevesinde inceleyeceğiz.
Öğretmenlik mesleği herkes tarafından girilmesi kolay bir meslek
olarak görülmekteydi. Milli mücadele dönemi öğretmen okulu mezunu
olmayıp ek görevle öğretmenlik yapanlar arasında askerler, bürokratlar,
başka meslek gruplarından hatta mebuslar dahi vardı. Fakat yine de bu
meslek gruplarından muallimlik yapanlar neyse de hiç mektep görmemiş,
medrese eğitimini yarıda bırakmış muallimler vardır.
Akyüz’e göre(2012) Öğretmenlerin geldikleri kaynakların çeşitliliği
zamanla giderek artmıştır. Bu açıdan ilkokul öğretmenlerinin durumlarını
şöyle tasvir eder:
1923’de mevcut 10102 ilkokul öğretmeninden mesleki öğrenim görmüş
olanların sayısı 378’i kadın, 2356’sı erkek toplam 2374 ‘tür. Bunların bir kısmı
da medreselerin aşağı kısmından ayrılıp öğretmen okulundan mezun olmuş,
medrese alışkanlık ve düşüncelerinden kurtulamamışlardır.
Geri kalan 7368 öğretmenden 1357’si yalnız ilkokul görmüş,711’i
medreseden ayrılıp doğrudan öğretmen olmuş,152’si düzenli bir öğrenim
görmemiş, 2107’si de hiç öğretmenlik yapmaması gereken kimselerdir. Orta
dereceli okularda da öğretmenlik kaynağı çok çeşitli idi.
Başbakanlık cumhuriyet arşivinde hukuk fakültesi mezunu olan Ahmed
Edip Bey’in 6 Ağustos 1923 tarihinde İstanbul Maarif müdürlüğüne muallim
olmak için başvurduğu bir dilekçe örneği:
409

Gayri müslim mekteplerinde Türkçe, Türk Tarihi, Coğrafya muallimi


alınacağına dair müdürlüğünüz tarafından gazeteye verdiğiniz ilanda
belirtilen şartları inceledim. Ben 1910 yılından beri emektar bir müfettişim ve
istenilen şartları taşıdığımı düşünüyorum. Fransızca bildiğimden tercihen bir
Fransız Mektebi veya başka bir yabancı mektepte Türkçe veya tarih,
coğrafya muallimliğine talibim. Mümkün değilse derecesini ayırmaksızın her
türlü mektepte İstanbul, Beyoğlu, Galata veya o bölgedeki mektepten
herhangi birisinde Türkçe Tarih, Coğrafya, muallimliğine atanmamı rica
ederim. Ümit ediyorum ki eğitim sahasında en az diğer meslektaşlarım kadar
deneyim ve birikime sahibim. Bu ilan çerçevesi kapsamında memleketimin
eğitimine hizmet etmek arzusunda olduğumdan dilekçemin dikkate
alınmasını arz ederim.
Araştırmalar sonucu polis müdürlüğünce yapılan araştırma
raporunda dilekçe sahibi hakkında şunlar yazılıdır.
Söz konusu şahıs Balatta kiracı olarak oturmakta ve Galata da voyada
hanında bir yazıhanesi bulunmaktadır resmi bir görevi olmayıp, Darülfünûn
Hukuk Fakültesinden mezun avukatlık yapmaktadır. Kendisi namuslu ve
dürüst olup muallimlik mesleğine engel bir durum yoktur. 15 Ağustos 1923
Rapor verilmiştir. Ahmed Edip ( BCA: 180.09.207.1026).
Hukuk mezunu olmasına rağmen muallimliğe başvurması o dönemin
ekonomik durumu hakkında da bize bilgi vermektedir. Aynı zamanda maarif
vekaleti polis müdürlüğüne kapsamlı bir araştırma yaptıktan sonra
muallimliğe almaktadır. Milli mücadele dönemi savaştan yeni çıkılmış,
ekonomik sorunlar, özelliklede muallimlerin çoğunun cephede savaş
katılması sebebi ile de muallimlere olan ihtiyaç daha da artınca zorunlu
olarak bu dönemde muallim mektepleri mezunu olmayan diğer meslek
gruplarından da atamalar yapılmıştır.
Milli mücadele dönemi özellikle İstanbul hükümetine bağlı olan maarif
nezaretine bağlı çalışan muallimlerde çok sıkıntılar yaşamışlardır. Yeni
kurulan maarif vekaletine müracaat ederek muallim olarak tekrardan
çalışmak istediklerini ifade eden bakanlığa dilekçeler yazmışlardır.
Bu dilekçelerden en dikkati çeken Cumhuriyetin gazetecilerinden olan
Abdul baki Fevzi’nin 31 Temmuz 1923 tarihli İstanbul Maarif Müdürlüğüne
hem de İstanbul Valiliğine yazdığı 16 Şubat 1924 tarihli dilekçelerdir.
410

31 Temmuz 1923 tarihli İstanbul Maarif Müdürlüğüne yazılan dilekçe:


İdadi tahsilimi bitirdikten sonra 7 sene özel eğitim aldım ve bilimsel
yayıncılıkla uğraştım.1909 senesinde eğitimcilik mesleğine dahil oldum.
Hizmet süren 13 yıldır. Bir yıl müfettişlik bir yıl darülmuallimin müdürlüğü, 7
sene tali mekteplerde muallimlik, 4 sene başmüdürlük yaptım.
Tali mektep muallimlerinin ve yüksek okulu mezunlarının da girdiği
müsabaka imtihanlarında başarı göstererek tayin edildim. Lağvedilen Maarif
Nezaretinin ilgisizliğinden(değer bilmezliğinden) dolayı 10 sene 1000 kuruş
maaşla çalıştım. Terfi yerine tencil gördüm ve rütbem düştü. Fakat bu düşme
başarısızlığımdan ya da başka bir sebepten değildir. Sırf iyi hizmetim ve
gayretimden ileri gelmiştir. Çünkü elimde bunu ispat edecek bizzat söz
konusu Nezaret tarafından verilmiş takdirnamem vardır. Orada benim dil
öğretimimde ki maharetim ve başarım yazılıdır. 6 aydan beri açıktayım.
Bugünlerde gayrimüslim mekteplerine muallim atanması yapılacağını
öğrendim. Türkçe ve Edebiyata ki donanımını biliyorsunuz. Gerekirse tali
mektepler değil yüksek okullara atanacak Türkçe muallimleri ile birlikte
imtihana girmeye hazır olduğumu bildirerek Tali mekteplerinden birinin
Türkçe muallimliğine tayinimi istiyorum.
Belgelerim Ektedir
Bir Adet İdadi diploması
Arapça dili ve grameri üstadı olduğunu belirten takdirname
4 Adet mazbata
1 Adet Maarif Nezareti Takdirnamesi
1Adet Hüsn-ü Hal (iyi hal ) kağıdı
3 Fotoğraf
1 adet nüfus cüzdanı
NOT: Güvenlik soruşturması geçirmiş ve temiz çıkmıştır. İstanbul
Emniyet Müdürlüğü.
Abdülbaki Feyzi’nin İstanbul Valiliğine 16 Şubat 1924 tarihli dilekçesi:
İdadi mektebinde diploma aldıktan sonra yaklaşık olarak 6 yıl özel
muallimlerden çeşitli dersler aldım. Keşke almaz olaydım. Ne büyük
günahlara girmişim. Gerek Maarif Nazırı Emrullah Efendi gerekse Şükrü Bey
dönemlerinde açılan yüksekokul mezunlarının girebildiği müsabaka
imtihanlarında başarılı olarak eğitim hizmetine girdim. 9 Sene Tali okullarda
411

muallimlik 4 sene de Lise idare memurluğunda bulundum. Öğretim


yöntemindeki başarılarım ve mesleki deneyimlerinden ve meslek aşkından
dolayı Maarif Nezaretinden takdirname aldım. Fakat 10 para etmedi. Elde
diploma olmadıktan sonra mezuniyet beceri ve üstün hizmet, birikim ve
gayret neye yarar ki lağvedilen Maarif Nezaretin den gördüğümüz bu ilgisizlik
değer bilmezlik şimdi Maarif Müdürlüğün tarafından da gösterilmektedir. Bir
sene önce görevlerimizin lağvedilmesi üzerine Üsküdar Sultanisi Farsça
Öğretmenliğine görevlendirildim. Fakat Maarif Vekaleti diplomam olmadığı
için tasdik etmedi. Ama Farsçayı anadilim gibi bilmemin ne önemi var. O
zamandan beri emsallerim gibi açıktayım. Bu ana kadar kalemimle
geçinirdim. Bu zamanda kalemle geçinmenin güç olduğunu sizde bilirsiniz.
Şu memlekette üzerimdeki elbiseden başka hiçbir şeyim yoktur. Aynı
zamanda aile ve çocuk sahibiyim. Lakin her türlü güçlüğe göğüs gererek
bugüne kadar sabrettim. Sabrın sonu selamet değil felaketmiş. İzah edeyim:
Bundan 6-7 ay önce Ecnebi mekteplerine muallim atanacağını gazete
ilanlarında öğrendim. Bir dilekçe ile Maarif müdürlüğüne başvurdum şimdiye
kadar girdiğim imtihanlar da ki başarılarım tecrübe ve deneyimlerim
takdirnamelerim dilekçede ektedir. Gerekirse tekrardan imtihanlara hazır
olduğumu belirterek Tali mekteplerinden birine tayinimi rica etmiştim. Benimle
müracaat edenler bir buçuk ay önceden göreve başladıkları halde benim ise
bundan 10 gün önce Galata da haftada 8 saat dersi bulunan ve maaş miktarı
bir hademenin maaşı kadar bile olmayan Ketronogan mektebi İptidaî kısmı
muallimliğine tayin edildiğim bildirildi. Şaşkınlıkla ve hayretle verilen vesikayı
alarak ayrıca araştırmaya başladım. Sonuçta Tali mektepleri muallimliğine
atananların içinde şimdiye kadar asla tarih, coğrafya, ve Türkçe muallimliği
yapmamış, hatta bu mekteplerin İptidaî kısımlarında bile öğrenim görmeye
yeterli olmayan bir hayli acizler bulunduğunu anladım. Demek ki bu içinde
bulunduğumuz cumhuriyet devrinde dahi açılan memuriyetlere imtihansız
adam kayrılarak alınmakta ve geçmiş devirlerde de olduğu gibi asıl işin
uzmanları hüsrana uğramakta ve perişanlığa sevk edilmektedir. Yazık ilk
merci olarak sizin makamınıza başvuruyorum. Yapılan bu haksızlıklara karşı
asla susmayacak sonuna kadar haykırarak ve hakkımı aramaktan bir an geri
durmayacağım.
412

Maarif Müdürlüğünde verilen vesikaları ve belgeleri ekleyerek iade


ediyorum. . Eğer milli tali mekteplerinde ki 13 yıllık hizmetimin mükafatı ödülü
2400 kuruş maaşla bir Ermeni mektebi İptidaî kısmının muallimliği ise bende
bu kıymetli hediyeyi ihsan eden cömert makamlara hediye ediyorum. Helal
olsun yazıklar olsun ki neden bu tür keramet, bütün meziyet yüksek
okullardan alınan diplomalardan oluyor da o diplomaları taşıyanlara bir
komisyon huzurunda imtihana tabi tutulmaz. Bu imtihanlardan başarılı bir
şekilde kendini ispat edenler beceriksiz yetersiz sayılıyor. Bunu bir türlü
anlamadığım için Maarif Müdürlüğüne resmen soruyorum. Lütfen söz konusu
makamdan verilecek cevabı tarafıma yazılı olarak bildirmenizi rica ederim.
Zümrüd-ü Anka, Akbaba Gazeteleri Yazarlarından Feyzi Efendi(BCA:
180.09.173.836).
Feyzi Efendi, Maarif Nezareti döneminde hem orta ve lise
mekteplerinde görev almış, çalıştığı yıllarda ödüller almasına rağmen hem
maarif nezaretinden hem de yeni kurulan maarif vekaletinden şikayet
etmekte. Geçimini Akbaba ve Zümrü-ü Anka mizahi karikatür dergilerinde
kalemi ile kazanmakta olup fakat geçimini sağlamadığını ifade eder. Gazete
ki ilana bakarak başvurusunu yapar ama istediği yere değil bir hademenin
bile fazla maaş aldığı İptidaî mektebine atanır. Dün olduğu gibi bugünde
adam kayırmalarının olduğunu yeterliliğe önem verilmediğini hakkını alana
kadar bu işin takipçisi olacağını ve cevabın tarafıma yazılı olarak bildirilmesini
rica ettiğini söyler.
Milli mücade döneminde muallim olacak kişiler önce Maarif Vekaleti
tarafından bir komisyonla sınava tabi tutulur daha sonra kazananlar staj
yaptıktan sonra muallimliğe başlarlar. Başbakanlık cumhuriyet arşivinde
bulduğumuz bu belge yukarıdaki ifadelerimizi desteklemektedir:
Bakırköy Kız Numüne Rüştiyesi muallimlerinden Saadet Feyziye
Hanım 14 Kasım 1922 tarihli ve İstanbul Maarif Müdürlüğüne sunduğu
dilekçede isteiğini şu şekilde dile getirmiştir.
Darülmuallimatta yapılan müsabaka imtihanından başarılı olduğumdan
dolayı daimi olarak çalıştığım Bakırköy Adile Sultan Kız Numüne mektebinde
ki görevimim seyyarlığa çevrilerek adı geçen mektep ve diğer üç mektebin
beden eğitimi derslerinin tarafıma verilmesini istiyorum…
İstanbul Maarif müdürlüğünün cevabı:
413

Söz konusu imtihana giren bayan muallimlerin bir buçuk ay süreyle


Salı günleri öğleden sonra Darülmuallimatta staj görmeleri ve imtihana tabi
tutulacak bayan muallimlerin stajda başarı belgesini alanlar hak edenlerin
seçilmesi kararlaştırılmış olup keyfiyet (durum) gazetede ilan edilmiştir.
Bundan dolayı Saadet Hanımın ilk iş olarak belirtilen staja devam etmesi
gerekmektedir( BCA: 180.09.101.494).
Hakimiyet-i Milliye gazetesinde 6 Ağustos 1923 tarihinde yayınlanan
Maarif vekaletinin muallimlere uyguladığı“On Dört Sualimize Cevap” adlı
anketin yedinci sorusu “Müderris ve Muallimlerin Terfisi İçin Ne
Düşünüyorsunuz? Sorusuna cevap veren muallimlerin kendi özlük hakları
hakkında ne düşündükleri ve nelerin yapılmasını istemeleri açısından
önemlidir:
Selim Sırrı:
İlim adamlarının karınlarını doyurmalı, çoluk çocuklarını sefaletten
kurtarmalı, ihtiyarlıklarında sefalete düşmelerine meydan vermemeli.
Oldukları zaman zevceleri ile çocuklarını süründürmemeli.
Abdulfeyyaz Tevfik:
Kanun cümlesine güzel ve makul bir istikbal hazırlarız fakat şimdilik
yalnız fasıl bir terbiye mütehassısımızın buyurdukları gibi İptidaî muallimlerini
düşünelim.Onlara mesken ve ilaç verelim, maaşlarını muvazene-i
umumiyeye alıp emniyetle çalışmalarını mümkün kılalım aile ve evlat sahibi
olmalarına teşvik içinde müterakki memleketlerdeki ikramiyeleri kabul edelim
Telif ve Tercüme Encümeni Azasından Mustafa Rahmi:
Maarifte muvaffakiyet için müderris ve muallimlerimizin terfihi en
mühim şartlardan biridir.
Galatasaray Sultanisi Faik Müdürü:
Müderris ve muallimlerin terfihi için mutlak maarif-i umumiye kanununa
ihtiyaç vardır. Bu kanunla medreselik ve muallimlik mesleğini ve müntesibinin
kuyudatını tayin ve tespit etmek lazımdır. İlla maarif, müesseselerinde
bundan sonra ne müderris ne de muallim bulmak kabil olacaktır.
Kastamonu Sultanisi Edebiyat Muallim Ali Rıza:
Müderris ve muallimleri sadece maddi sefaletten kurtarmak değil,
onları emeğiyle geçinen sınıflardan hiç birinin refahını kanmayacak hale
414

getirmek ve kendilerine her vakit bir vasıta gibi çalışmaya mahkum bırakıp bir
parçada gaye gibi tanımak lazım
Darülmuallimin Aliye Müdürü İhsan:
Müderris ve muallimlerimize yalnız maddi ihtiyaçlarını değil, hars ve
irfanlarını mütemadiyen yükseltecek ve kendilerini asri milletlerin müderris ve
muallimleri seviyesinde bulunduracak derecede manevi ihtiyaçlarını da
tatmine müsait bir refah hazırlamak, talim ve tedris mesleğinden başka bir
yerde tefeyyüz yolu aramalarına mahal bırakmayacak surette ve ciddi esaslar
dairesinde istikballerini temin etmek lazımdır.En yüksek bir Darülfünûn
müderrisi gibi köyde çalışan mütevazi bir köy muallimi de, bu milletin hars ve
irfanına vakt-i hayat edenlerin maddi ve manevi istikballeri milletin manevi
zaman ve kefaleti altında bulunduğuna ciddi bir surette emin olabilmelidir.
Darülmuallimin-i Aliye Muallimlerinden İbrahim Alaattin:
Müderris ve muallimlerin terfihi için düşündüğüm şey bundan hizmet-i
umumiyeye iştirak edenlere şamildir. Çünkü bedel-i iştirak da ki nispet veya
tespitsizlik her türlü mantık icabının dununa düşmüştür. Ayrıca meslek talimin
kanunla inzibat altına alınması lüzumuna ihtiyaç vardır.
Şemsettin Sami Beyzade Ali Sami:
Muallimlerin terfi imkanının hasıl olması servet-i umumiyemizin
addetmesine yani o muallimlerin yetiştirecekleri gençlerin mektebe borçlarını
ödeyecek kabiliyette olmaları sağlanmalı. Az muallim kullanalım, fakat
doyuralım.
İhsaniyat Müdürü Avni:
Maaşlar maişet ihtiyaçlarıyla mütenasip olmalıdır. Ve vahit-i kıyas
biraz yüksek tutulmalıdır. Muallimin bir fikir adamı sıfatıyla alelade beşeri
ihtiyaçlardan fazla mesleki ve hususi ihtiyaçları vardır. Kitaba, seyahate,
evinde rahat ve huzura da muhtaçtır. Muallimlerin mesken temin edilmelidir.
Yeni yapılacak mekteplere muallimlerin maaile yaşayabilecekleri apartmanlar
ilave etmelidir. Bu bir taraftan da mekteplerin içtimaileştirmeye yarar. Bütün
muallimler şimendiferlerde, vapurlarda tenzilatlı tarifeye göre ücret vererek
edebilmelidir. Ve bu halk her mevsimde ve her zaman sadece bir hüviyet
varakası ibraz etmekle istihsal edebilmelidir. Muallimleri hodbin
(bencil)olmaktan kurtarmalıdır. Zamanlarının pek az kısmını kendi işlerine
hasretmeleri, mütebakisini tamamen mesleklerine vermeleri için hakları sarfa
415

ve atileri mümin olmalıdır. Muallimlerin nakaitliğini diğer memurlardan daha


müsait olmalıdır.
Maarif vekaleti yaptığı bu anketlede muallim camiasının özlük hakları
terfiler, maaş durumları hakkın düşüncelerini söyleyerek, hem haklarının ihlal
edilmemesi hemde geçimlerini sağlayabilecek bir maaş verilmesi hususunda
düşüncelerini aktarmışlardır.
Muallimlik mesleğinin dünyanın her yerinde kutsal bir meslek
olduğunu, geleceği belirleyecek nesilleri yetiştirdiklerini fakat cemiyetin ve
ilgili makamların muallime gereken ilgi ve saygıyı göstermediklerini dile
getirilmiştir. Muallimlerin yasal hakları ve terfileri hakkında yakında mecliste
kanun önerisi verileceği haber olarak yayınlanmıştır. Bu kanun maddesi
hazırlanarak 3 Nisan 1923 yılında Hakimiyet-i Milliye gazetesinde” Muallimlik
Bir Meslek Olacaktır!” başlıkla yayınlanmış olup, meclise 31 madde olarak
sunulan kanun maddelerin başlıkları şöyledir. Orta Tedrisat Muallimleri
Kanunu, Orta Tedrisat Muallimlerinin Menşei ve Suret-i Tayinleri, Muallimlerin
Vazife ve İştigalatı, Mükâfat Ve Mücazat’dır.
Kimler muallim olabilir, muallim olmanın şartları, muallimlerin görevleri,
kıdem ve terfileri, aldıkları maaşlar, mükafat ve cezalar hangi durumlarda
verilir konu başlıklarını içeren kanunu maddeler halinde inceleyelim:
1.Muallimlik bir müstakil meslektir.
2.Darülmuaalimin ve darülmuallimat mezunu olan orta mekteplerde
muallimlik yapabilir.
3. Muallim adayları bir sene staj yaptırılır yeterliliği geçenler muallim
olarak atanır yoksa muallim muavini olarak ataması yapılır.
4.Darulmuallimin mezunu olmayanlarda sınava tabi tutulur başaranlar
muallim muavini olarak atanır.
5.Darulfunun ya da başka yüksek okulu mezunları Türkçe, fen,
içtimaiyat, felsefe, ilm-i ruh ve ahlakiyat derslerinden imtihana tabi tutulur
geçenler ise muallim muavini olarak göreve başlar.
6.Sanat ve beden eğitimi dersine girecek olan muallimler mutlaka
Türkçeye hakim olmaları olmazsa olmazıdır. Türkçeye dile hakim
olmayanların ataması yapılmaz.
7.Asıl muallim kadrosunda bulunanlar izin almadan asla başka bir işle
uğraşamazlar. Mektepte verilen tüm görevleri yapmak zorundadırlar.
416

8.Sabit muallimin maaşı hizmetlerine göre kıdemlerine göre verilirken


muallim muavinleri mesleğe 1000 kuruşla başlarlar. Asıl muallimliğe
geçtiklerinde ise 1200 kuruş maaş alırlar. Yirmi yedi sene hizmet eden
muallimim maaşı 4000 kuruş olur.
9.Muallimlerin maaşları hizmet ve kıdeme bağlı olmakla beraber,
herhangi bir mazeretle üç ay açıkta kalan muallimim işsiz geçirdiği günler
kıdeminden indirilir.
10.Hiçbir muallim kanunen sebepsiz meslekten ihraç edilemez.
11.Maarif veya mektep idarecilerinin muallim hakkında şikayetleri
olursa, buna ilaveten mektebe devamsızlık ederlerse dört senede üç defa
aynı hatayı yaparlarsa meslekten ihraç edilir.
12.Maarif vekaleti idari sebeplerden dolayı görevden aldığı muallim altı
ay içinde isterse göreve başlayabilir.
13.Orta mektep muallimleri her beş yılda okuttukları fen veya terbiye,
ruhiyat, felsefe derslerinden bir kitap yazarlar ve maarif vekaletine gönderirler
eser muhtevasına bakılarak incelenir. Darulfunun meclisi kararı ile müderris
unvanı verilir. Yazılan kitaplar mekteplerde ders kitabı olarak okutulursa
takdirname ve maarif madalyası verilir.
14.Muallim ve muallimelerin mektepte okuyan çocuklarından ücret
alınmaz. On sene hizmet eden muallimlerin çocuklarından gece mekteplerine
ücretsiz kayıt edilir.
15.Muallimler her dört senede üç ay izin verilir. Yabancı ülkelerde
kendilerini ilimi açıdan geliştirmek isteyenlere izin verilir.
16.Muallimler hizmet sürelerine göre maaşlarında zam alırlar.
17.Aldıkları maaşı hak edebilmek ve kıdem alabilmek için altı yıldan
fazla çalışmaları gerekir
Bu bağlamda Milli mücadele döneminde o sıkıntılı yıllarda dahi
muallimlik bir meslek haine getirilmeye çalışılmıştır. Yasal hakları en önemlisi
özlük hakları oluşturulmaya ve o dönemin en önemli sorunu olan muallimin
geçim şartlarını sağlamak ve güvence vermek amacıyla maaşlarda bir
düzenleme yapılması önemli bir icraatıdır. Zira muallimler maaş
alamadıklarından ya istifa etmektedir ya da başka mesleklere geçmektedirler.
Her şeye rağmen başarılı olan öğretmenler ödüllendirilmekte özellikle
alanında araştırma yapıp kitap yayınlayanlar hem madalya hem de üst bir
417

statüye sahip olmaktadırlar. Araştırma yapmak kendini alanında geliştirmek


isteyen muallimlerin yabancı ülkelere gitmelerine izin verilmesi de hakikaten
önemli bir hizmettir. Muallim çocuklarının ücretsiz okutulması, Türkçeye
önem verilmesi ve her şeyden önce muallim adaylarının hak ederek
imtihanlardan geçirilerek ve staj yaptırılarak atanması bugün açısından
baktığımızda o dönem göre çok büyük bir yeniliktir.
Mili mücadele dönemi en fazla sıkıntı çeken İptidaî mektepleri
muallimleridir. Özellikle maaş konusunda hem az maaş almışlardır hem de
zamanında alamayıp 4-5 ay geç maaş almalarından kaynaklı olarak da ilk
muallim grevini başlatıp maarif müdürlerini ve valilikleri protesto yaparak
problemlerinin giderilmesini istemişlerdir.Bu bağlamda hangi şartları
taşıyanlar yada hangi mektep mezunları İptidaî muallim olabilir ile ilgili şartlar
ortaya konularak ve en önemlisi özlük hakları ile ilgili yenilikler yapılmıştır
şöyle ki:
Muallimi olabilmek için darülmuallimin ve darülmuallimat-ı İptidaîyeden
mezun olması şartıdır, Maaşları 1000 kuruştan başlayıp üç senede 250 kuruş
zamla ve 24. Senesinde 3000 kuruş maaş alacaklardır. İlköğretim müfettişleri
ise muallimlerden farklı 1000 -2000 kuruş daha fazla alırlar. Muallimler vefat
ettiklerinde ailelerine maaş bağlanır. Hasta olduklarında belediye
eczanelerinden ilaçlarını alabileceklerdir. Evlenecek olan muallimlere bir
maaş ikramiye verilecek. Muallimlere çalıştığı köyün nüfusu 500 haneden
fazla ise tarla ve bahçe verilerek buradan da ek gelir sağlaması temin
edilecektir. O zamanın şartları düşünüldüğünde muallimlere verilen bu özlük
hakları ve en önemlisi maaşların bir düzene sokulması bir yeniliktir.
Muallimlerin meslekteki başarı ve başarısızlıklarına göre de hem ceza hem
de mükafatların ne olacağı belirtilmiştir.
Trabzon da çıkan İstikbal gazetesinde 11 Ocak 1922 tarihli “Taltif
istikbal” adlı haberde muallimin meslekteki başarısından dolayı hem maaş
ödülü hem de maarif nişanı takdim edilmiştir:
Mektebi Sultani kısım İptidaî Başmuallimi Murat efendinin dokuz yüz olan
maaşları bin kuruşa iblağ edildiğini istihbar eyledik. Murat efendi iktidar
mesleği ile temayüz etmiş genç ve güzide bir muallimdir. Taltif vaki derece-i
liyakat mesaisine nispeten gayri kâfi ise de bir nişane-i takdir olması itibariyle
şayan-ı memnuniyettir(İstikbal Gazetesi, 11 Ocak 1922).
418

Maarif vekaleti maarif müdürleri aracılığıyla muallimlerin tüm özelliklerini


kapsayan incelemeler yaptırarak adeta onların sicillerini tutmuşlardır. Bu
sicillerden Başbakanlık Cumhuriyet arşivinde bulduğumuz Taşradan Denizli
sicilini inceleyelim:
Örneğin DENİZLİ SİCİLİ
1922-23 DÖNEMİ Denizli Sultanisinde görev yapan muallimlerin
kişisel bilgilerini içeren kayıtlar şöyledir. (Bu bilgiler mektep müdürleri
tarafından tutulmuş olup, mektep müdürleri muallim hakkında kanaatlerini
yazarak Maarif Müdürüne onaylatmıştır).
Doğum Tarihi:
Mezun olduğu mektep derecesi ve tarihi:
Devlet hizmetine giriş tarihi:
Muallimlik mesleğine giriş tarihi:
Şuandaki göreve giriş tarihi:
Askerlik görevini yapmış mı:
Şuan ki aldığı maaşı:
Haftada Kaç saat derse giriyor:
Medeni hali ve çocuk sayısı:
Bildiği Diller ve Konuşma Dili:
Hangi dillerde yazılmış eserlerde araştırma ve incelemelerde bulunmuş:
Yayınlanmış eseri var ise isimleri nelerdir
Resmi görevinin dışında özel bir görevde çalışıyorsa bu görevin türü ve
ayırdığı zaman ve ücreti nedir:
Biyografi(Tercüme Hali) :
Mizacı (Huyu):
Faaliyet Derecesi(Aktifliği):
Yetenek ve eğilimleri:
Mesleğe Muhabbeti:
Hangi şubede İhtisası vardır:
Talebeye Karşı Vaziyeti (onlar üzerinde etkileri)
Talebelere sınıflarda hangi eserleri takip etmiştir:
Öğretimde hangi konular takip edilmiştir:
Program tamamlanmamışsa bunun sebebi nedir:
Derslerindeki bilgilere hakimiyeti ve hangi yöntem ve teknikleri kullanıyor:
419

Bu sene öğretime başladığı tarihe göre bir dersin kaç saat okutulması icap
ederdi.
Muallim bu derslerin kaçında derste bulunmuştur:
Muallim dersi terk etmiş ise ne gibi mazeretler sunmuştur.
Hakkında nasıl bir işlem yapılmıştır
Genel sınavda nasıl bir sonuç almıştır.
Öğrencilerin başarı ortalaması nedir
Öğretmenin genel durumu hakkında mektep müdürünün görüşü nedir
Muallim bey vücut bakımından biraz zayıftır.
Görevini sever birazda münzevi içine kapanıktır.
Dersin amacını gerçekleştirir ve dersi çocuklara çok iyi anlatır.
Sınıfta dalgın görünse de sınıfta otoriteyi sağlar
Maaşı 700 kuruş
Haftada 30 saat derse girer
Mesleğe Muhabbeti: Mülayımaliyyül ala
Performansı: Pekiyi mesleğine aşık
Talebe karşısında etki derecesi: Resim ve el işlerine yatkınlığı vardır.
Uzmanlık dalı resim ve el işidir. Öğrencilerle uyumlu ve etki derecesi iyidir.
Derslere hakimiyeti: Derse hakimiyeti yeterli olup öğretme yönteminden
öğrenciler istifade etmişlerdir.
Hangi eserleri takip etmiştir: Coğrafya Saffet bey, Musahabat (sohbet)
Sadullah Bey, Eşyalar ise Kemal Bey’dir(B.C A: 180.09.208.1083).
Denizli siciline baktığımızda adeta bugünkü ifade ile muallimin
özgeçmişi kapsamlı bir şekilde tutulmuştur. Kaç saat ders girdiği, hangi
yabancı dillere hakim olduğu, yayınlanmış eserinin olup olmadığı, mizacı,
yetenekleri, dersteki aktifliği, meslek sevgisi, talebe ile arasındaki iletişim,
programları nasıl yürüttüğü, derste hangi yöntem ve teknikleri kullandığı,
derslere giremediği zaman mazereti ne olduğu bunun karşısında hakkında
nasıl bir yasal işlemler başlatıldığı, öğrencilerin başarı ortalaması nedir?
Mektep müdürünün muallim hakkında görüşlerinin alınması hakikaten
bugünkü eğitim ve öğretim çerçevesinde değerlendirilecek olursak bu
sicillerin tutulması çok önemli bir icraatdır.
Basında en fazla muallimler ile ilgili çıkan haberlerin başında ise
“Tayinler” gelmektedir. Muallimlerin hem il içi hem de il dışı tayinleri de
420

gazetelerde haber olarak yayınlanmıştır. Hakimiyet-i Miilye, Açıksöz, Peyam-


ı-Sabah, Çorum gazetesi ve İstikbal gazetesinden tayinler ile ilgili
haberlerden örnekler vererek tayinler ile ilgili haberlerin içeriğinde nelerin
olduğunu hakkında bilgiler verelim.
Sultan-i Müdürü
Mektep Sultani Müdüriyetine tayinlerini evvelce yazdığımız Hüsnü Bey
geçen hafta sonlarında Erzurum’dan şehrimize gelmiş ve vazifelerine
başlamışlardır. Hüsnü Bey İdadi tahsilini Trabzon’da bitirmiş ve Darülfünûn
Riyaziye Şubesine müdavim bulunuyorken bir müddette Trabzon Sultanisi
riyaziye muallimliğine vekalet eylemiş ve Yunanlıların işgaline kadarda Bursa
Sultanisi muallimliklerinde bulunmuştu. Muvaffakiyetler dileriz(İstikbal
Gazetesi,21 Ekim 1922).
Maarif Haberleri
Afyon Karahisar Darulmuallimin müdüriyetine Darulmuallimin
müdürlerindem Hilmi, Bursa Darulmuallimini ziraat muallimliğine Suadi,
Edirne Darulmuallimin fen ve terbiye ve ruhiyat ve tatbikat dersleri
muallimliğine Balıkesir Darmuallimin fen ve terbiye muallim Mustafa Beyler
tayin olunmuşlardır. Afyon Karahisar Meclis-i umumisi köy muallimlerinin
maaşaatını biner kuruştan kabul etmiştir. Kars Livası iki sene hizmet edilmek
şartıyla ilk dahil olacak İptidaî muallimlerine 1300 ve iki sene sonra 1500
kuruş maaşı kabul etmiş ve muallimlerin meskenleri de hükümetçe temin
edilmektedir(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,6 Şubat 1923).
Kastamonu Sultanisi edebiyat ve felsefe muallimliğine Darülfünûn
mezunlarından İsmet Hilmi, Balıkesir Sultani resim muallimliğine Fikri, Sivas
Sultanisi kimya muallimliğine Darülmuallimin-i aliye mezunlarından Mehmet
Mithat, Antalya Sultanisi Fransızca muallimliğine Muzaffer, Muğla Sultanisi
Fransızca muallimliğine Mehmet Şerafettin, Ankara Sultanisi Almanca
muallimliğine Zeki, Aksaray İdadisi riyaziye muallimliğine Bursa Sultanisi
devre-i evveli riyaziye muallimi Sadrettin Beyler, Çamlıca Kız Sultanisi kısmı
İptidaî muallimeliğine Darülmuallimattan mezun Sabiha, Edirne Kız Sultanisi
riyaziye muallimeliğine Darülfünûn riyaziyat şubesinden mezun Saadet
Hanımlar, Edirne Sultanisi hikmet muallimi Adem Nezihi Bey ve Efendiler
tayin edilmişlerdir(Açıksöz Gazetesi-26 Ağustos 1923).
421

Mektebi Sultani Arabi ve Farisi muallimliği mektebi sultaninin Arabi ve


Farisi muallimliği bin beş yüz kuruş maaşla muhterem hocamız Safi efendinin
uhdesine tevdi olunduğunu memnuniyetle haber aldık. Safi Efendi hayatının
maarif yolunda yıpratmış ve ilmiyle temeyyüz etmiş Çorum’un mümtaz ve
lekesiz bir muallimidir, muvaffakiyetler temenni ederiz!(Çorum Gazetesi, 26
Şubat 1923).
Tayinlerin ortak özellikleri şunlardır: Muallimlerin hangi okulda ne
kadar hizmet ettikleri ve ne kadar maaşla atanacakları belirtilmiştir. Atanan
muallimlerin kişiliğini ve yeteneklerini takdir edici bir üslupla basında
duyurulmuştur. İptidaî, Sultani, İdadi mekteplerine tayin edilen muallimleri
isimleri kapsamlı bir şekilde gazetelerde yer almıştır. Sadece muallimlerin
atamaları değil aynı zamanda mektepler muallim ihtiyacını basına ilan
vererek şartlarını yazarak da temin etme yoluna gitmişlerdir.
Sonuç olarak: Milli mücadele döneminde öğretmenlerin özlük hakları
hakkında o günün şartlarına göre iyileştirmeler yapılmaya çalışılmış olup ama
en önemli sorun olan ekonomik sorunu, öğretmenlerin maaşlarını hem
düzenli almaları hem de maaşlarına zam verilerek bir nebzede olsa
giderilmeye çalışılmıştır. Öğretmenlik bir meslek haline getirilmeye
çalışılmıştır. Öğretmen ihtiyacı sadece kendi kaynaklarından değil zorunlu
olarak başka kaynaklardan da istifade edilmiş olup, ama sınava tabi tutularak
muallim olarak atanmaları yapılmıştır. Muallimlerin atanmaları, tayin
edilmeleri, ödüllendirme, cezalandırılma teftişleri, belli bir hizmetten sonra
emekli olmaları, vefatından sonra ailelerine maaş bağlanması, sağlık
giderlerinin karşılanması o dönem göre maarif vekaletinin öğretmenlerin
özlük haklarını korumaya ve öğretmenlik mesleğinin saygınlığını artırmaya
çalışmaları da çok önemli bir vaka olarak görüyoruz.

5.6. Öğretmenlerin Mesleki Yayınları

Akyüz(2012:305)’e göre, milli mücadele dönemi çıkan öğretmenlerin


çıkardığı dergileri iki kategoride incelemiştir. İlki Anadolu’da ikincisi ise
İstanbul’da çıkan dergilerdir.
Anadolu’da öğretmenlerin çıkardığı dergileri hakkında kısaca bilgiler
verecek olursak:
422

1. Anadolu Terbiye Mecmuası: Anadolu’da çıkan öğretmen


yayınlarının en önemlisidir. İlk sayısı Ocak 1922 tarihini taşıyan
dergi aylıktır ve görebildiğimiz en son sayı 1923 tarihlidir.
Öğretmenlerin sorunlarını ele alan ve inceleyen en çok imzası
olan kişi de Kazım Nami’dir.
2. Yeni Mektep: Trabzon’da, darülmuallimin Fenn-i Terbiye
öğretmeni Hıfzırrahman Raşit Öymen Bey tarafından Ekim
19223 ‘de çıkarılmaya başlanmıştır. Sonrada Samsunda
çıkarılmıştır. On beş günlüktür hem öğretmenlere hem de
öğrencilere hitap etmiştir. En önemli dikkt çeken imzalar ise Ali
Canip ve İbrahim Alâeddindir.
3. Yeşil Yuva: önce Artvin’de sonra Ardahan’da öğretmen Ali Rıza
Bey tarafından çıkarılmıştır. Aylıktır ilk sayısı Ağustos 1922
tarihini taşır
4. Milli Mevkûre: Adana Muallimler ve Muallimler Cemiyetinin
organıdır ve aylıktır(1922).
5. Küçük Mecmua: Diyarbakır’da çıkan dergi meslek dergisi
değildir. Ziya Gökalp tarafından çıkarılan ve okullara milli
heyecanı sokmak amacıyla Gökalp’in yazdığı şiirler önemlidir. İlk
sayısı Haziran 1922 tarihlidir.
6. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi Mustafa Kemal Paşa tarafından
Ocak 1920 ‘de Ankara’da çıkarılan bu gazete Milli mücadelenin
resmi organı olmakla beraber eğitim, öğretim ve öğretmen
sorununa en fazla yer veren gazete olup, tezimizde öğretmen
sorunlarına en fazla kaynak oluşturan gazetedir.

İstanbul’da çıkan öğretmen dergiler: Tedrisat Mecmuası: İlk sayı Şubat


1910 yılında çıkmış. İlk dönemler aylık daha sonraları ise iki ayda bir
çıkmıştır.Ekim 1917-Nisan 1919-1921-1925 yılları arasında çıkmamıştır.Son
sayısı ise 1926 tarihlidir. İstanbul darulmuallimin öğretmenlerince
yayınlanmış olup kuruluşunda müdür Satı Bey’in rolü olmuştur.
Büyük Mecmua: Mart 1919 yılında çıkmaya başlamıştır. Aslında edebi
oan bu dergide İsmail Hakkı, Ömer Seyfetin, Ali Canip gibi Türkçü öğretmen
423

liderleri de eğitim ile ilgili yazılar yer almıştır. Dergide yazıları bulunan diğer
bazıları Muallim Cevdet Halide Edip, Tekin Alp, Sabiha Zekeriya’dır.
Yeni Nesil: 1921’de çıkmaya başlayan haftalık bir öğretmen dergisidir. Dergi
öğretmen ve eğitim sorunlarına yer vermiş, öğrenciler için şiir, hikaye gibi
parçalara da yer vermiştir. Siyasi eğilim bakımından Türkçüdür. Başlıca
yazarları Memduh Ali Sadullah, Siraceddin, İsmail Hakkı, Muslihddin Âdil,
Muallim Cevdet ve Ziya Gökalp’tir.
Muallimler Mecmuası: Eylül 1922’de yayınlanmaya başlanmıştır.
.İstanbul Muallimler cemiyetinin yayın organıdır. Yıllarca öğretmen sorunlarını
konu edinmiş, öğretmenlerin en çok okuduğu etkili aylık bir dergidir. Yerli ve
yabancı öğretmen örgütleri ile ilgili yazılar;Türkiye’de ve dışarıdaki eğitim
sorunları, öğretmen yetiştirilmesi; Psikoloji, Pedagoji, konuları, çeşitli
derslerin öğretim yöntemleri okul piyesleri gibi konulara yer vermiştir.
Milli mücadele dönemi öğretmenlerin çıkardığı dergilerden Muallimler
Mecmuası ve Hakimiyet-i Milliye Gazetesinde tezimizde kapsamlı olarak yer
verilmiştir.
Bu dergilerle ilgili haberler basına ilanlar verilerek tanıtımları da
yapılmıştır. İstikbal gazetesi 8 Ekim 1922 tarihli haberinde “ Yeni Neşriyat”
adlı başlıkla şöyle yayınlanmıştır:
Darülmuallimin fen terbiye muallimi Hafız Rahman Bey tarafından “Yeni
Mektep” namında. Bir mecmua neşredileceği haberi alınmıştır, şimdiden
muvaffakiyet dileriz.
Maarif müfettişi ve aynı zamanda” talebe defteri ve çocuk dünyası”
mecmualarının yazarı olan Halid Bey’in Ankara’daki okulları teftişe gittiğine
dair 27 Mayıs 1923 tarihli “Maarif Müfettişi Halit Bey “ başlıklı bir haber
yayınlanmıştır:
İstanbul vilayet müfettişlerinden ve talebe defteri, çocuk dünyası
mecmuaları naşiri muallim Ahmet Halit bey şubemize gelmeleridir. Halit Bey
bulunduğu müddetçe Ankara mekteplerini ziyaret edecek, İptidaî
mekteplerinin ıslahı hakkındaki layihasını maarif vekaletine verecektir. Bu
layihayı ehemmiyetine mebni gazetemizle neşre başlıyoruz.
Kazım Kara Bekir Paşa hazretlerinin yetiştirdikleri şark betimlerinin
büyük muvaffakıyetlerine İstanbul’da şahit olan ve bunlara bin iki yüz elli
parça kitap hediye eden Halit Bey talim ve terbiye hususundaki
424

muvaffakıyetine hayran olduğu müşarünileyha Paşa hazretleriyle mülakat


ettikten sonra geri döneceklerdir.
Halid Bey’in aynı zamanda İptidaî mekteplerinin ıslahı konusunda da
düşüncelerini ifade eden araştırmalarını maarif vekaleti aracılığıyla gazetede
yayınlanacağı ve 250 yakın kitabı hediye ettiği içinde kendisine hayran
oldukları ifade edilmiştir.
Milli mücadele dönemi öğretmenler sadece dergi ve gazete yazı
yazmaktan öte kitap çıkarmaya da başlamışlardır. Bunun en güzel örneği 5
Kasım 1922 tarihli İstikbal gazetesinde “Pontus Meselesi “Matbuat Müdüriyet
Umumiyesinin Çok Mühim Bir Eseri “
Matbuat Müdüriyet Umumiyesi’nin, Karadeniz Sahilindeki Rumların
caniyane faaliyetine dair olan vesikaları toplanarak büyük ve mühim bir eser
getirdiğini daha evvelce karilerimize bildirmiştik. Bir adette idarehanemize
gönderilen ve mühim bir eseri meydana getirebilen Matbuat Müdür
Umumiyesine ve eseri vücuda getiren muallim Ahmet Bey’e şayan-ı tebrik
ediyoruz.. Türkün ulvi cenabını çok feci bir surette suiistimal etmek
küçüklüğünü gösteren Rum unsurunun, yaktıkları köylerimizin parçaladıkları
kadınlarımız ve çocuklarımızın fotoğraflarını biz bu eserde buluyoruz. Dini
kisve altında, içinde en feci cinayet kararları verilen kiliselerin, din yerine
cinayet telkin eden cani metropolit ve papazlar ne alçaklıklar yaptıklarını
gösteren vesikaları biz yine ve bu kitapta görüyoruz. Her hususta şayan-ı
takdir bir faaliyet gösterilerek meydana getirilmiş olan bu eserin hacmi pek
ziyade olduğundan ancak Trabzon’umuz ve havalisine taalluk eden kısmını
tefrika suretiyle nakledeceğiz. Karilerimiz yüzümüze gülen bu adi güruhun
mahiyetini vesikalarla görsün ve anlasın. Pontus Rumlarının Anadolu
Türklüğüne yaptıkları zulmü anlatan ve resimler gösteren bu eser tarihi bir
vesika olarak algılanmıştır.
Her ilde muallim cemiyetleri kendi muallimler mecmuasını
çıkarmışlardır. Gerek Anadolu’da gerekse İstanbul’da çıkan dergilerden
tezimizin ek kısmında örnekler verilecektir. Milli mücadele dönemi ve
Cumhuriyete geçiş dönemlerin de çok sayıda öğretmenlerin çıkardığı dergiler
olsa da bu dergiler uzun soluklu olamamıştır. Bunun en önemli nedeni hem
ekonomik sorunlar hem de öğretmen camiasının birlikteliğini oluşturacak
cemiyetlerin olmamasına bağlanır. Özellikle Milli mücadele dönemi
425

öğretmenler kendi kurdukları cemiyetlerle anlaşamamışlar birbirlerine ters


düşmüşlerdir Özellikle de İptidaî mektepleri muallimleri adeta İdadi ve sultani
muallimler tarafından dışlanmıştır.

5.7. Milli Mücadeleyi Örgütlemede Öğretmenlerin Yeri Ve Önemi

Kamuoyunun çeşitli tanımları vardır. Genellikle tutulan bir tanıma göre


kamuoyu, tartışmalı bir konuda ifade edilen fikirler, görüşler, kanaatlerdir.
Başka bir tanıma göre kamuoyu, anlaşma veya ayniyet derecesine
bakmaksızın muayyen bir mesele hakkında açıklanan ferdi görüşlerin
toplamıdır. Diğer bir tanıma göre de kamuoyu, “büyük halk topluluklarının,
görüş, anlayış, düşünce” ve duyguları ile olaylar karşısında vardığı genel
yargı ve gösterdiği tepkidir” (Girgin, 1982;247).

Yapılan araştırmalar kamuoyunun bağımsız bir değişken şeklinde


kendiliğinden oluşmadığını, dışarıdan yöneltilen kanaatlerin baskısı altında
ve onlara bağlı olarak var olan, beliren veya oluşan bağımlı bir değişken
olduğunu göstermektedir (Akyüz, 1988; 8).

Kamuoyunu oluşturan unsurlar, bireyin kişisel özellikleri ve bulunduğu


çevre (kamuoyu oluşum alanı) ile ilgili unsurlar olarak ikiye ayrılır. Bireyin
kişisel özellikleri ile ilgili unsurlar, onun yaşamı boyunca edindiği topyekun
birikim ve buna bağlı olarak ortaya çıkan tavırlardır. Çevresel unsurlar ise
gruplar ve teknik araçlar olmak üzere ikiye ayrılır.

Gruplar, aile ve okul gibi yüz yüze ilişkinin bulunduğu birincil ve bu tür
ilişkinin bulunmadığı, ikincil grupları, politik, ekonomik grupları, baskı
gruplarını içine alır. Modern toplumlarda bu grupların bireyin kanaatlerinin
oluşmasında büyük rolü görülmektedir. Kamuoyu oluşumunda etkili diğer
çevresel unsur ise teknik araçlar (gazete, radyo, televizyon, film, dergi,
kitap, afiş, sergi, ...) dır. Bu günkü anlamda medya olarak adlandırılan, kitle
haberleşme araçları da denen bu teknik araçlar büyük kitlelere bol, çeşitli ve
çabuk haber sağlamakta, fertlerden çok uzaklarda geçen olayları onların
gözleri önüne getirmektedir. Bu araçlar olayları veriş, yorumlayış şekli ile
426

kamuoyunun şu veya bu yöndeki oluşmasında büyük ölçüde etkili


olmaktadırlar (Akyüz, A.g.e., 10).

Araştırmamızın asıl konusunu oluşturan işgal dönemi Türk kamu


oyununu incelerken, o dönemdeki kamuoyunun oluşma koşullarında tarihsel
ve teknik boyutu göz önünde bulundurmakla beraber özellikle bu mitinglerin
organizasyonunda görev alan kurumlar, öğretmenler ve aydınlardır.

Kamuoyu oluşturmasında önemli bir araç olan miting değişik şekillerde


tanımlanmıştır. Bir tanıma göre miting, ifade özgürlüğünün bir kullanış biçimi
olarak ortaya çıkmış olup, toplantı ve gösteri özgürlüğünün de özel şeklidir.
Diğer bir tanıma göre ise miting kamuoyunun birleştiği amacı siyasal iktidara
ve dünyaya bildirmek için yapılan hareketsiz ve yürüyüşlü
toplantılardır(Ülken, 1969; 108). Miting, siyasal ve sosyal bir amaç
taşıyabildiği gibi bazen de ekonomik bir amaç taşıyabilir.

Mitinglerde genellikle açık yerler ve meydanlar kullanılır. Çünkü miting


kural olarak çok sayıda kişinin katıldığı bir toplantı çeşididir. Mitinglerde
herhangi bir konunun açıklanarak o toplantıdakilere benimsetilmesinden çok,
belli bir topluluğun, belli bir konudaki tutumunun siyasal iktidarı ve
kamuoyunu etkileyecek şekildi ifade edilmesi amacı güdülür. Böylece bazı
konularda halkın bilgilendirilmesi de sağlanmış olur.

5.7.1. Bir Kamuoyu Oluşturma Aracı Olarak Miting

Mitinglerde başlıca hedef belirlenen amaç doğrultusunda kamuoyu


oluşturmaktır. Bu yönde çok önemli bir araç olan mitingler, kendilerine
muhatap seçtikleri unsurlara çarpıcı mesajlar verirler. Doğası gereği mitingler
geniş kitleleri içerdiğinden amacın meşruluğu ve teknik olanaklar nispetinde
görüş ve davranış birliğinin oluşmasını hızlandırabilirler.

İşgaller karşısında Türk halkının büyük katılım gösterdiği mitingler,


işgallere karşı çıkma, ulusun bağımsızlığını ve vatanın bütünlüğünü koruma
amacına dönük kamuoyunun oluşturulmasında oldukça etkili olmuşlardır.
427

İzmir’in işgaliyle başlayan miting süreci, aynı tarihte Samsun’a hareket


eden Mustafa Kemal Paşa’nın meşalesini yaktığı Kurtuluş hareketiyle
bütünleşmiş ve ona dinamizm katmıştır.

Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’dan sonra ulusal bütünlüğü


sağlamak, Türk halkını, Türk vatanının kurtuluşu için bir araya toplamak
amacıyla hemen çalışmalara girişmiştir. Esasen daha önce bütün yurtta
işgale karşı koymak amacıyla bir takım dernekler kurulmuştu. Ancak, bunlar
ulusal olmaktan çok yöresel dernekler olup yalnızca kendi bölgelerinin
kurtulmasını ön planda tutmaktaydılar (Özkaya, 1988; 72-73).

Sonuç olarak İzmir’in işgali diğer yerlerden farklı bir etki yaratmıştı.
İşgal, Anadolu’daki bağımsızlık ateşini körüklemiş, yurdun her tarafında
İzmir’in işgalini protesto için mitingler yapılmış, telgraflar kaleme alınmıştı.
İşgal, yaklaşık üç yıl sürecek olan Türk’ün ateşle imtihanının da başlangıcını
oluşturmuştu. İşte bu ortamda birbirlerinden bağımsız onlarca cemiyetler
işgallere karşı diren ilmesi konusunda bir görüş birliği oluşmuştur.
Eşraf, köylu, yerel yöneticiler, din adamları askerlerden ve özellikle
öğretmenler, şair ve yazarlar oluşan bu toplumsal ittifak; Kurtuluş Savaşı’nın
temel harcını oluşturacak sosyal örgütlenme modelini de kendi içinden
çıkarabilmeyi başarmışlar.
Anadolu hareketi, haklı mücadelesine basın yoluyla güç verecek yayın
organlarını yani; İstanbul basının aksine milli mücadeleye omuz verecek olan
gazeteleri de teknik acıdan bütün yetersizliklere ve zor koşullara rağmen
yaratmakta gecikmedi. Sivas’ta İrade-i Milliye, Erzurum’da Albayrak,
Kastamonu’da Açıksöz ve nihayet Balıkesir’de İzmir’e Doğru!.,Sivas’ta
Mustafa Kemal’in önderliğinde Anadolu Milli Hareketi’nin ilk yayın organı
olarak faaliyete gecen İrade-i Milliye’ gazetesi ve Anadolu’da çıkan birçok
gazete basın yoluyla milli mücadelenin başlangıcı olan ve milli birlik ve
beraberliği sağlayan mitingleri ilk haber olarak birinci sayfalarından halka
duyurmuşlardır.

Mili mücadele döneminde özellikle İstanbul’da yapılan mitingler çok


ses getirmiştir. Bu mitingleri organize edenler Darülfünûn hocaları ve
öğrencileri olmakla beraber özellikle de muallimler hem Anadolu’da hem de
428

İstanbul’da mitingleri organize etmişlerdir. Mitinglerde duygulu konuşmalar


yaparak halkı milli mücadele konusunda halkı bilinçlendirmeye çalışmışlardır.

5.7.2.İstanbul’da Yapılan Mitingler

İzmir’in işgalinin Türk halkında gösterdiği tepki İstanbul’da daha farklı


bir şekilde olmuştur. Burada yapılan mitinglerin en kalabalık ve heyecanlı
mitingler olmalarının ötesinde, resmen olmasa da fiilen itilâf Devletlerinin
işgali altında bir yerde yapılması mitinglere daha farklı bir anlam veriyordu.

İzmir’in işgali büyük ölçüde herkesi üzmüş; Yunanlıların İzmir’de


yaptıkları taşkınlıklar, azgınlıklar ve işledikleri cinayetler ise, Türk milletinin
heyecan ve tepkisini arttırmış, öç alma duygularını kamçılamıştı. Tansel milli
mücadele ruhunu şu cümlelerle ifade ediyor:

“Ne limanda demirlenmiş bulunan büyük düşman donanmasının şehre


çevrilmiş olan toplarının namluları, ne de İstanbul sokaklarından tüfeklerinin!
Ucun da parlayan süngüleriyle dolaşan müttefik askerleri, vatanlarından bir
parçanın kapıp gitmesi karşısındaki duygularını dile getirmek isteyen İstanbul
halkını coşkun bir sel haline gelmekten men edebildi (Tansel,1991; 242-245).

İzmir’in işgali üzerine, Anadolu’daki milli teşkilatlar halkı işgale karşı


örgütlemişledir.

İzmir’in işgaline ve işgal sırasında yapılan mezalime karşı tepkiler yalnız


protesto telgraflarıyla sınırlı kalmamış, yer yer tertip edilen mitinglerle de
Yunan işgal ve mezalimi protesto edilmiştir. Her tarafta mitingler yapılarak,
yapılan haksızlıklara karşı itiraz sesleri yükselmeye ve milli birlik arzuları
uyanmaya başlamıştır.

Özellikle milli mücadele dönemi İstanbul’da yapılan mitingleri en kapsamlı bir


şekilde haber olarak kamuoyuna duyuran gazete Hadisat ve İkdam gazetesidir.

“Şehrimizde Tezahürat” başlığıyla verilen haberde, İzmir’in işgalinin


İstanbul’da oluşturduğu matemli hava şu şekilde aktarılıyordu: “Şehrimiz
dün hakikaten matemengiz bir manzara arz ediyordu. İstanbul, Beyoğlu,
429

Beşiktaş, Üsküdar, Kadıköy vesaire yerlerde açık bir Müslüman dükkânına


tesadüf edilmemektedir. Baş aşağıda görülüyor ve herkesin çehresinde İzmir’in
hazin ziyani okunuyordu. Buna rağmen taşkınlık olmamıştır”(Hadisat,19 Mayıs
1919 ).

5.7.2.1.Fatih Mitingi

19 Mayıs 1919’da Fatih’te, Belediye Dairesi’nin önünde 50 bin kişinin


gerçekleştirilen Fatih Mitingi, İzmir’in işgalinden sonra İstanbul’da işgal karşıtı
bazı kımıldanmaların daha somut bir şekle dönüştüğünün bir belirtisi
sayılıyordu. (Törenek, 2002: 91). Fatih Mitingi’nin öncesinde ve sonrasındaki
gelişmeler şu şekilde aktarılıyordu:

“ İzmir’in işgali en gencinden yaşlısın kadar; kadın, erkek, büyük,


küçük herkese, kalbinde şiddetli bir milli heyecan hissettiriyor. Dört gündür
bütün semalarda elemli izler bırakıyor. İki gündür toplantı, isyan ve feryad
vardı. Nihayet evvelki akşam kulaktan kulağa “ Yarın saat üçte Fatih’te bir
miting yapılacağı” söylendi.

Millet tek bir kitle...

Bu haberin söylenmesinin ardından öğleden sonra İstanbul


caddelerinde cidden etkileyici bir manzara vardı. Esnaf dükkânlarının
kepenklerini indirmiş, ahali ile birlikte kaldırımlar üzerinde bekliyordu. Bütün
semalarda fevkalade günlere mahsus bir hava hakimdi. Bunca felaketlere
rağmen milletin tek bir kitle halinde toplandığına karar verdiği bir gün olmak
itibarıyla bir teselli hissi vardı.

Halkın ruhu...

Mitinge yarım saat kala Bayezid da esnaf olduğu anlaşılan iki kişi
arasında geçen konuşma:

Biraz genç: Ahmet Efendi! Fatih’te toplanacaklarmış. Sen gidecek


misin? Biraz İhtiyarca: Gideceğimi ne demek? Böyle günde sen ben
gitmezsek kim gidecek? Evelallah!.. Şu ihtiyar vücudumda bir damla kan
430

bırakmayıncaya kadar didinir, bu işin altından kalkarız. Öyle de perişan


olduk, böyle de!..

Fatih’e doğru...

Saat 14.30’a doğru İstanbul’un her tarafından grup grup yüzlerce


binlerce halk caddelerden Fatih’e doğru akıyor, huzur ve huşu ile
yürüyorlardı. Bilimurn cemiyetler de... herkes... Bu arada Darülfünûn
talebelerinin yüzünde ateşli bir mana okunuyordu. Kadınlarımız, Sevgili
Darülfünûnlu hemşirelerimiz çarşafların sol tarafına beyaz birer rozet
iliştirmişlerdi. Bu rozetlerde şu kısa fakat pek manidar cümle okunuyordu.
‘’İzmir kalbimizdedir’’

Miting meydanında…

Saat 15.00’e doğru Fatih Parkı etrafı ve Belediye Dairesi’nin önü erkek
kadın binlerce ahali ile hınca hınç dolmuştu. Belediyenin balkonu üzerine
simsiyah bir örtü serilmiş, her iki taraf pencerelerine birere siyah bayrak
asılmıştı.

Saat 15.00, 10-15 bin kişiye yakın bir Türk ve Müslüman kitlesi...

Belediye Dairesi’nde...

Herkes ağlıyor. Bilhassa dışarıda bekleyen ahali...Daha nutuklara


başlamadan herkes; kadın erkek bütün halk mendilleri çıkarmış, bu tarihi
manzaradan müteessir için için ağlıyordu. Kadınlar arasında: “Allahım!
Yarabbi! Bizi kurtar!” sesleri duyuluyordu.

Halide Hanım:

‘Türkler ve Müslümanlar, Kardeşlerim!

Bugün hayatımızın en kara bir gününü yaşıyoruz...

Türkler ve Müslümanlar, Kardeşlerim!

Bugün hayatımızın en kara bir gününü yaşıyoruz. Sabahı olmayan bir


nihayetimiz, karanlık bir gece içerisindeyiz. Fakat bu kadar karanlıklardan
431

sonra inşallah hepimizin üzerinde daha parlak, daha feyizli bir sabah
olacaktır.

Türkler ve Müslümanlar!

Mazimizde ve tarihimizde en şanlı ve yüksek günlerimiz olduğu gibi,


günahlarımız da var.

Fakat, Ey Kardaşlar!

Ne olursa ne kadar olursa olsun temiz ve masum bir kan akmıştır. Bu


mübarek topraklar için o kadar o kadar kan akmıştır ki, bu kan bütün Türk
milletinin günahını ödemeye kâfidir. Biz bugünün felaketine ümitsiz
gözyaşları dökmeyeceğiz. Bugün elimizde silahımız yok, fakat hamiyetimiz,
imanımız var. (Elbette, Allah sadaları, umumi heyecan) Silahla çalışamayız,
fakat hakkımızı isteyeceğiz. Biz bugünün yaralarıyla kalplerimizi kanatırken,
pek iyi biliyoruz ki bir yarın var, çocuklarımız var ve hiçbir zaman olmayan ve
olmayacak olan mukaddes bir Türk milleti var”. (Şiddetli, sürekli alkışlar, hay
hay sesleri)

Halide Hanım konuşmasına; “Biz padişahımızdan babalık isteriz”


diyerek son vermiştir. Bundan sonra Tertip Heyeti ile bazı münevver kadın ve
erkek grupları Darülfünûna gitmişlerdir. Tertip Heyeti tarafından padişaha
gönderilmek üzere beş kadın ve beş erkek üye seçilmiştir.

Padişaha arz edilmek üzere yazılan beyannamede: “Altı asırlık şerefli


bir tarihi ve muazzam bir saltanatı olan Türk milletinin, bugün hiçbir hak ve
adaleti tanımak istemeyen bir galip hükmüyle vatanı en kıymetdar
parçalarından mahrum edilmek istendiği, işgallerin halkı en derin acılara
sürüklediği ve Wilson prensiplerine de aykırı olan bu olaylara karşı hakkımıza
ve hukukumuza sahip olunması gerektiği” belirtiliyordu (Hadisat Gazetesi, 20
Mayıs 1919 ).

Fatih Mitingi’nden de anlaşılacağı üzere, vatanını koruma uğrunda


birçok cephelerde büyük sıkıntı ve tehlikelere göğüs gererek çarpışan Türk
milleti; öz yurdunun istila edildiğini, mal, can ve namusunun tehlikeye
düştüğünü görünce, hele işgalcinin Yunanlılar olduğunu anlayınca çılgına
432

dönüp, büyük bir üzüntü duyarak çektiği sıkıntı ve yorgunluğu hiçe sayarak,
kutsal saydığı değerleri koruma çarelerini aramaya başlamıştır.

5.7.2.2.Üsküdar Mitingi

İstanbul’da İzmir’in işgaline karşı tertip edilen ilk miting Fatih’te


yapılmıştı. Bu mitingin hemen arkasından üniversite gençlerinin halka
dağıttığı bildiriler sonucunda, bu defa, Üsküdar- Doğancılarda 30 bin kişinin
katıldığı büyük bir miting daha yapılmıştır. 20 Mayıs 1919’da Üsküdar
(Doğancılar)’da yapılan mitingde büyük bir kalabalık vardı. İşin en dikkate
değer tarafı da mitingde bulunanların çoğunun ağlaması idi. Fatih Mitingi’nde
olduğu gibi burada da yine hak ve adalet isteyen bir millet vardı.(Arıburnu,
1975:21).

Dün de Üsküdar’da Büyük Bir Miting Yapıldı” başlığıyla verilen


haberde. Üsküdar Mitingi ile ilgili gelişmeler şu şekilde ifade ediliyor:

“Mutasarrıflık dairesi önünde ve parkın karşısındaki mezarlık, siyah


bayraklarla bir matem manzarası arz ediyordu. Kadın erkek bütün Üsküdar
halkı beraberce ağlamaya koşmuştu. Üsküdarlı şair muhterem Talat Bey,
halka ve hakka şöyle bağırdı:

Dünyada hiçbir hakim kuvvet bakî kalamaz. Daimi olan, ebedi olan
haktır. (Allah sesleri) Anadolu’nun kalbgahı olan İzmir’i hiçbir vakit
bağışlamayacağız. (Ahalide heyecan)

Bundan sonra söz alan Ferruh Niyazi Bey:

“Camisiyle, medresesiyle, mektebiyle Müslüman memleketi olan İzmir,


bugün düşman işgali altındadır. Yaşamayı bildiğimiz kadar ölmesini de biliriz.
Yalnız şimdi son defa olarak Avrupa devletlerine hitap etmek isteriz ki, adalet
sadece salibe değil, hilale de mahsustur. Hakkımız verilmezse erkeklerimizle
kadınlarımızla ölürüz. Şimdi asabiyetimizi, hissiyatımızı terk etmeden
sükûnetle hareket etmeyi tavsiye edelim” demiştir. Daha sonra kürsüye gelen
433

Asri Kadın Cemiyeti’nden Sabahat Hanım halka hitaben şu konuşmayı


yapmıştır:

“Ey Muhterem, Mübarek, Talihsiz Ahalimiz!

Dün, Muazzez Fatihimizin yüksek ve muhteşem minareleri altında


ecdadımız ruhunda yükselen tedbirleri duyarak huşu ve hürmetle toplanan,
ağlayan elli bin feryada, bugün de yeni sesler, yeni avazeler karışıyor.
Hepimiz gasp olunan bir hakkın zulmü karşısında yaşıyoruz. Fakat, bugün en
çok biz, kadınlar, o anneler ve kardaşlar bahtsız memleketimizde sükûn ve
istiriahatla yaşamak hakkını kazanmak için ailelerimizin kıymetdar vücudlarını
birer birer kaybeder iken bile, bu kadar keder duymuyorduk. Çünkü bir ümit
için, bu vatanı kazanmak için evet, vatanımızın sabaha kavuşması için o
muhteşem şehitleri veriyorduk. İstenen hak da görülmüyor. Bunun için
dökülen kanlara da hürmet edilmiyor. İşte hayatı, ruhu terk olan İzmir’i bugün
Yunanlılar aldılar. Belki yarın da sinemizden bir şefkat, kalbimizden bir hayat
koparır gibi birer birer; Konya’mızı, Bursa’mızı, hatta evet bütün güzellikleriyle
nazarları celbeden, çok sevgili İstanbul’umuzu da isteyecekler, o zaman da
bu hayatımıza zehirli tırnaklarını takıp, her fırsatta bizi biraz daha ölüme
yaklaştıran bu kuvvetlerin kahrı karşısında yine böyle sükûn ve tevekkülle
yaşayacak mıyız? Sevgili annelerim, babalarım! Artık bu son zulmün önünde,
biz;kadın, erkek, genç hepimiz birleşelim,.”ifadelerini kullanarak konuşmasını
halkın alkışları arasında bitirmiştir. Yine bir konuşmacı olan Darülfünûn
Tıbbiyat Şubesinden Mezun Naciye Hanım da şöyle bir konuşma yapmıştır:

“Necib Türk ve Müslüman Kardeşlerim!

Biz tarihin belki arzın şahit olmadığı zavallı, karabahtlı yavruları,


bedbaht evladlarımız! Medeni insanlar son zorbalarıyla can evimizi
paraladılar. Fakat!.. Büyük bir ekseriyet-i hayata sahip olan İslamlar, bu kadar
haksızlığın ve bu kadar fenalığın intikamını beşikten mezara kadar
taşıyacaklardır. İzmir! Mülkümüzün tarih hayatından, coğrafyasından
silinemez. Ona sahip olmak isteyenler, bu canlı abideyi hakimiyetleri altında
yaşatamazlar!..
434

Siz bu kavgada yalnız değilsiniz. Arkanızda, yanık bağırlarıyla yaşlı


kederleriyle koşan, yetişen kadınla, evlatlarınız, kardaşlarınız var.

Yaşasın millet ve bütün İslam âlemi!..”çoşkulu sözleri ile konuşmasını


bitirmiştir.

Son olarak kürsüye gelen, Darülfünûn talebelerinden Hamdi Bey’de


şöyle bir konuşma yapmıştır:

“...Bir köylü çocuğuyum. Bugün zannediyor musunuz yalnız İstanbul


ayaktadır? Hayır!..Her taraf aynı elemde. Benim aksakallı babam,
evladlarının matemini tutarken, şimdi yeni cihad için çarıklarını ıslatıyor.
Nişanlısına şarkılar söyleyen kardeşler, sokaklarda kelebekler gibi uçan genç
kızlar şimdi birer arslan olmuşlar. Şehirlerimizin her tarafında camiler,
abideler var. Bugün birkaç bayrak tarihi olan milletlere taç verilirken, böyle
abideleri olan bir memleketten taç alınır mı?” (Hayır! Hiçbir vakit feryatları)…

Bundan sonra Hoca Şevki Efendi tarafından bir dua okunmuş ve bu


dua ahalinin ruhu üzerinde büyük feryatlara neden olmuştur. Duadan sonra
üç kere hep bir ağızdan “Padişahım çok yaşa!” diye bağırmışlar ve ahali
büyük bir sükûn ile miting alanından ayrılmaya başlamıştır. Ayrıca,
Darülfünûn tarafından İtilaf Devletlerinin mümessillerine verilmek üzere tüm
bu haksızlıkları dile getiren ve protesto eden bir muhtıra
hazırlanmıştır(Hadisat Gazetesi 21 Mayıs 1919 ).

Bunu müteakip Darülfünûn tabiiyyat şubesinden mezun Naciye Hilmi


Hanım şu nutku irad etti:
Necip Türk ve Müslüman Kardeşlerim!
Biz, tarihin, belki arzın şahit olduğu zavallı, kara bahtlı yavruları bedbaht
evlatlarıyız.Dört kanlı senenin matemli mertebesini bile bize çok gören
medeni insanlar son darbeleriyle can evimizi yaraladılar.
Fakat…Büyük bir ekseriyet hayata sahip olan İslamlar bu kadar haksız,bu
kadar şeni bir tegallübün intikamını beşiklerden mezarlara kadar
taşıyacaklardır…
İzmir!..Mülkümüzün tarih hayatından,coğrafyasından silinemez…
435

Ona sahip olmak isteyenler bu canlı abide-i hamaseti hakimiyetleri altında


yaşatamazlar.
Muhterem kardeşler!..
Biz eğer vatanımızın kanlı yaralarını bir insicam ve tesanüdle sarılır, onun
tedavisine kırılmaz bir azim, dönmez bir sebatla koşarsak elinde bütün bu
yüksekliklerin maverasında titreyen (hak) adalet müzahirimiz olacaktır.
Düşününüz Efendiler!..
Siz bu cidalde yalnız değilsiniz.Arkanızda yanık bağırlarıyla,yaşlı
kederleriyle koşan,yetişen kadınlar, analarınız,evlatlarınız,kardeşleriniz var!..
Yaşasın millet ve alem-i İslam!..
Tıbbiye talebesinden Memduh Necdet Bey atideki hitabesiyle bütün
hazırunu mütemadiyen hınçkırıyla ağlatmıştır:
“ Darülfünûn talebesinden Hamdi Bey şöyle halka hitap etmiştir:
“Denizden uzanan kara bir el sizin ecdadınızdan miras kalan Anadolu’ya
dokununca bütün dünya kalktı. Bu heyecan ve asabiyet önünde sizin
kalplerinize ümit ve azim vermek istiyorum. Bakınız bu heyecana böyle
duyan bir millet olur mu? Ben bir köylü çocuğuyum. Bugün zannediyor
musunuz ki yalnız İstanbul ayaktadır. Hayır, her taraf aynı elemde.Benim
zavallı ak sakallı babam,evlatlarının matemini tutarken şimdi yeni cihat için
çarıklarını ıslatıyor.Zavallı ihtiyar annem,kepekten yok ekmeği
hazırlıyor.Nişanlılarına şarkılar söyleyen kardeşler fırınlarda
çalışıyor.Sokaklarda kelebekler gibi uçan genç kızlar şimdi birer arslan
olmuşlar.Şehirlerimizin her tarafında camiler,abideler, asar var.Bugün birkaç
yaprak tarihi olan milletlere taç verilirken böyle abideleri olan bir memleketten
taç alınır mı?[Hayır hiçbir vakit feryatları]Muhterem anneler,siz matemliyken
kederlerinizi,yelserinizi söyleyin,kaybolan hakları isteyen Halide Hanım gibi
bir hatibemiz varken biz ölür müyüz?Elbette hayır.” (Etrafta ölmeyeceğiz
sadaları ve ahalide heyecan) Bundan sonra Hoca Şevki Efendi tarafından bir
dua kıraat olunmuş ve heyet-i tertibiyyenin bulunduğu seddin altında ahz-ı
mevki etmiş olan çocuklara kendisiyle beraber
(Elemtere) suresini okutmuşlardır. Bu müşterek dua ahalinin ruhu üzerinde
büyük bir vech yapmış ve her tarafta feryatlar başlamıştır. Çocuklar hep bir
ağızdan üç kere padişahım çok yaşa diye bağırmışlar. Müteakiben Şair Talat
Bey: “Şimdi müsterih olarak avdet edebilirsiniz.Her tarafta böyle birtakım
436

tezahürat olmuştur.Heyet-i tertibiyyenin kararı size tebliğ olunacaktır.”


Demiştir. Ahali büyük bir sükûn ile ictima mahallinden ayrılmışlardır
(Hadisat Gazetesi, 21 Mayıs 1919).

Sonuçta büyük kalabalık, “Türklerle meskûn bütün yerlerin


parçalanmaz bir bütün olduğu hakkında, önceki gün Fatih mitinginde
varılmış olan kanaate varılmış ve “En büyük intikamın, zorla alınan bir
hakkın geri alınması” zamanında meydana gelebileceğini basın yolu ile bütün
dünyaya duyurmaya karar vermiştir (Arıburnu, 1975:24).

5.7.2.3. Kadıköy Mitingi

Kadıköy Mitingi’nden bir gün önce Darülfünûnlu gençler “seferberlik”


istemişler, “ölmek isteriz” diye bağırmışlardır. O işgali protesto amacıyla
okullar kapatılmış “üç bine yakın muallim ve muallime Darülfünûnda toplanıp
and içmişler” dir (Törenek, 2002:93). Tıbbiye öğrencilerinin çağrısına uyan
20 bin kişi 22 Mayıs 1919’da, sürekli yağan yağmur altında Kadıköy Belediye
Binası’nın önünde toplanmıştı. Öteki mitinglerde görülen heyecan bu
mitingde de aynen görülüyordu (Sarıhan, 1993:266). Özellikle bir Türk
kadının, çocuğuna vereceği öğüdün ne olacağını bu mitingde bağıra bağıra
açıklaması, dinleyicileri cidden coşturmuş ve söylediği sözler Türk kadınının,
vatanına karşı beslediği yüksek duygunun yeni bir ifadesidir

23 Mayıs 1919 tarihli Hadisat Gazetesinde” Dünkü Kadıköy ictimaı-


yağmur altında 15.000 kişi “milletlerin mukadderatına hakim olan adalet
muhakkak bir hava olarak esecektir…” Dünkü Kadıköyü’nde belediye dairesi
önünde yağan pek şiddetli yağmura rağmen büyük bir ictima akdedilerek
İzmir’e karşı gösterilen haksız tecavüz ile memleketimizin mukarrer
taksimatına karşı büyük bir heyecanla protesto edilmiştir

Mitingde konuşmaları ile “Saime Hanım, Tıb Mektebi son sınıfından


Kemal Bey, ve Halide Edip halkı milli mücadeleyi desteklemeleri için şu
ifadeleri kullanarak halka hitap etmişlerdir::
437

Dün Kadıköy’de Belediye Dairesi’nin önünde yağan pek şiddetli


yağmura rağmen büyük bir içtima akd edilerek, İzmir’e karşı gösterilen haksız
tecavüz ile memleketimizin taksim kararlarına karşı büyük bir heyecanla
protesto edilmiştir. Halkın elindeki bayrağın siyaha bürünmesi, ne kadar elim
bir manzara teşkil ediyordu. Miting Fahri Bey ile başlamış, Fahri Bey; ayaklar
altına alınan hukukumuzu büyük bir heyecanla protesto eylemiştir;

Daha sonra söz alan Darülfünûn Felsefe şubesinden Münevver Saime


Hanım Nutkunda şunları söylemiştir:

“Yarab!

Ben kardeşlerime değil, evvela sana hitab ediyorum. Vatanın felaketi


karşısında bir genç kızın feryadını dinle. Bu ağlayan analar şehitlerin anası,
bu yeni büyük genç kadınlar; fedakârın dul zevcesi, Şu hıçkıran yavrular;
askerlerin yetimleri değil mi? Böyle necib bir kavme gözyaşı döktürmeye
hikmet ne!

Galibler!

Size hitab ediyorum. Eğer müşahedeleriniz insanları mesud etmek için


ise, biz de insanız. Geleceklerin ne olacağım tasavvur edebilmek için geçmiş
zamanları getirmek lazımdır.

Ey tarihlerinin kara günlerini yaşayanlar! Size hitab ediyorum. Milletler


için kara günler olabilir. Artık fena bulmak yoktur. Bir millet yok edilemez...
Onun semalarını kaplayacak, ancak istiklal havasıdır. Ben kendimi hürriyeti
kaybedilmiş bir milletin kızı tutarak, istiklâlime nasıl yürüyeceğimi
söyleyeceğim. Bu beyanatım kollarımızı bağlamak isteyenler için dikkate
şayan olmalı.

Bir millet yok edilemez, sözlerime nihayet vermeden; herkesin, her


Müslüman’ın söylemek istediği fakat ne için bilmem, yüksek sesle
söylemekten çekindiği birkaç sözü ben, kız kardeşlerime, babalarıma ve
ağabey kardeşlerime açıkça söylemek isterim. Bizim toprak bütünlüğümüzü
muhafaza edecekler, fakat hangi hudut dahilinde? Burası düzeltilmedikçe
438

Türkiye’de sulh ve salah mümkün olmayacaktır. Ben bu kanaatteyim. Çünkü


buna karşı isyan etmeyecek bir Türk kalbi tanımıyorum.”

Tıb Mektebi son sınıfından Kemal Bey’in nutkundan:

“Ey Karâbahtlı Müslümanlar! Ey Din ve Namus Uğruna Can Veren


Kahramanlar! Ey Kalbinden Vurulmuş Aslanlar Gibi Kükreyen Kahramanlar!

Türklüğü, Müslümanlığı, Anadolu’nun kalbini parçalamak istiyorlar.

Ey medeniyet! Ey hak ve adalet düsturlarını bütün milletlere vermek


emelinde bulunanlar! Size soruyorum: Bizden ne istiyorsunuz?

Ey cihanın mukadderatını tayin etmek isteyenler! Bizden ne istiyorsunuz?


( 300,000,000) Müslüman’ı ortadan kaldırmak mı istiyorsunuz? O
Müslümanlar ki beş vakitte (Allah, Allah) diye feryat ediyor. Ey adaletin
hamisi olan Allah,kahirlere karşı kahir ve müntakim olan Allah! Biz bugün
adaletine sığınıyoruz. Topumuz yok, zırhlılarımız yok. Fakat her şeyden
büyük Allah var. Ey Kafkas’ın eflâke ser çeken dağlarında,ey Galiçya
ormanlarında,Irak’ın kızgın ve seraplı çöllerinde can veren şehitler! Ey şimdi
ruhları cennete intikal eden kahramanlar!

Milletin bu heyecanı karşısında Halide Hanımefendi dünkü içtima da


Kadıköylülerin davetine icabet etmiş ve pek müesser bir nutuk irad eylemiş
ve hazırunu hüngür hüngür ağlatmıştır. Kadıköy ‘deki mitingde şu konuşmayı
yapmıştır:

“Müslüman ufukların da dalgalanan bu matem yalnız Türklerin değil,


bütün müslürnanlarındır. Türkün felaketi yalnız Türkün değil, İslam tarihinin
bir sahifesidir. Bugünkü heyecan emin olunuz ki, Müslüman alemini bir dalga
gibi sarıyor. Biliniz ki küçük görülen Türkiye ve Türkler, Müslüman dünyasının
kalbidir. Bugün aldanmayalım. Hissedilen bir heyecan var. Bunu söndürmek
için icad edilen yalan haberlere inanmayalım(inanmıyoruz sadaları). Türklere
indirmek istenen darbe Müslüman aleminin kafasını koparmak içindir. Emin
olunuz harb-i umumide birçok Müslümanlar düşmanlarımızla beraber kan
döktüler.
439

Allah’ın adaleti ne zaman olsa tezahür edecektir. Heyecanınızı


unutmayınız. Tarihi İzmir’imizde, Türkler haksızlığa, adaletsizliğe karşı
topsuz, silahsız mücadele ettiler. Milletler mukadderatına hakim olan adalet,
muhakkak bir hava olarak esecektir.”

Halide Hanım’dan sonra pek çok vatandaşlarımız ve hanımlarımız


konuşma yapmışlardır. Bilhassa Hayriye Melek, Zeliha Hanım Efendiler ile
Necdet Bey çok etkili hitaplarda bulunmuşlardır(Hadisat Gazetesi, 23 Mayıs
1919).

Bu konuşmalarda ise, “Ölmeyi bilmeyen yaşamaz, millet sağanaklar


altında toplanıyor ve inliyor. Bu mateme âlem şahit olsun” sözleri mitingdeki
coşkuyu adeta had safhaya çıkarmıştır(Sarıhan, 1993:266).

İşgaller karşısında ciddi anlamda bir şeyler yapma ve harekete geçme


zamanının geldiği artık ayan beyan ortadaydı. Bu amaçla Fatih’te,
Üsküdar’da, Kadıköy’de on binler ayağa kalkmış ve işgallere bir an önce son
verilmesi için feryat figan içinde kükremeye başlamıştı. Zira, Anadolu’nun
gözbebeği İzmir, Yunan emellerine feda ediliyordu. Bu durum kabul edilemez
ve İzmir’in Yunan askerinin çizmeleri altında çiğnenmesine izin verilemezdi.
Türk tarihinin hiçbir döneminde bağımsızlıktan ödün verilmemişti ve
verilmeyecekti.

5.7.2.4. Sultanahmed Mitingleri

23 Mayıs 1919 Cuma günü, Sultanahmed Meydanı’nda yapılan miting,


İstanbul’da yapılan mitinglerin en büyüğü ve en tesirlisi idi. Zira bu mitinge
200 bin kişinin katıldığı tahmin ediliyordu (Sarıhan, 1993:269).

İkdam gazetesi 24 Mayıs 1919 tarihli “Hak İsteriz” adlı haberde miting
ile ilgili şu ifadeleri yayınlamıştır:

Dün İstanbul ahali-i İslamiyesi Sultanahmet Meydanı’nda gayet


muazzam bir miting akdeylemiş ve İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini ve
istiklal-i milliyemize vaki olan suikast teşebbüslerini protesto eylemiştir.
440

İstanbul’un en vasi meydanı olan Sultanahmet Meydanı hakkında vaki


olan tecavüzleri protesto eylemek emel ve azmiyle mitingi Müslümanlar ile
baştan başa dolmuş ve hatta bu meydan-ı sığmayan izdiham Sultanahmet
Cami havalisine taşmış ve parmaklıkların ve ağaçların üzerine kadar
fışkırmış idi. Yüz bine garib Müslüman o tarihi meydan da toplanıp talisiz
başları üzerinde dalgalanan siyah bayraklarımız altında arz etmekte olduğu
manzara pek hazin idi.

İki Milyon Türk, İki Yüz Yirmi Bin Ruma Feda Edilemez” ibareleri
okunuyordu. İlk sözü milli şair Mehmet Emin (Yurdakul) Bey almış ve
hitabesine şöyle başlamıştır:

“Kardaşlar!

Keşke asırların geceleri ve dünyaların mezarları gözlerime dolarak bir


alîl olsaydım da, milletimin kulağını parçalayan bu felaket seslerini
işitmeseydim ve bu kara günleri görmeseydim. Zira, bugün memleketin
uğradığı felaket ve musibetler o kadar acıklı ki!..

İzmir’i, Yunanistan ve Türk’ü Yunanlı yapmak için mi? Hayır!..

Kardaşlar!

İzmir altı asırdan beri Müslüman memleketidir. İzmir, o kadar


zamandan beri cesaret ve adaletimize şahit olmuş, azametli dağların
Oğuznameler, şehnameler dinlediği bir Türk toprağıdır ve daha Türk ve İslam
kalacaktır.Türk’e gelince, onun Allah’a secde için eğilen alnı hiçbir vakit
esaret önünde eğilmedi. O halde böyle bir memleket ve milletin tarihini ve
ruhunu bilmiyorum ki, hangi kuvvet değiştirebilecek?

Bu gün Türk ve Müslüman İzmir’in Yunanlılara açılması ve birçok Türk


ve Müslüman hukuk ve hürriyetinin iki yüz bin Rum’a feda edilmesi, bizi
ümidimizin harebesi karşısında bıraktı.

Yirminci asır Jul Sezarların devri midir? Buna karşı ne diyeceksiniz?


Soruyorum sizlere? Değilse Türk’ün hukuku, Türk’ün hürriyeti niçin
tanınmıyor? Türk’ün vatanı, Türk’ün ma’bedi niçin çiğnetiliyor?
441

Bununla beraber kardaşlar!

Biz bütün felaket ve musibetlere her şeye karşı memleket ve


milletimizin hayat ve kurtuluşundan ümidimizi kesmeyelim. Bilelim ki gökler
fırtınasız, baharlar hazansız olmadığı gibi hiçbir vakit insanlar da dertsiz
kalmamışlardır. Daha sonra halka hitap etmeye kürsüye HalideEdip çıktı :

“Kardeşlerim, Evlatlarım!

Ruhu göklerde olan yedi yüz-senelik tarihimiz bu minarelerden bu gün


Osmanlı tarihinin faciasını seyrediyor. Bu muazzam bu tarihi meydanda zafer
alayları terkip eden ecdadımızın ruhu bizi seyrediyor. Dünyaların öbür ucuna
at süren namalub erlerin evlatları önünde ben baş eğiyor ve yemin ediyorum:
.Bugün kollan kesilmiş olan Türk’ün kalbi eski cesaret şecaatini
kaybetmemiştir. Yemin ediyorum ki Osmanlı sancağına, tarihine hıyanet
etmeyeceğim. Allah’a, hakka, milletlerin ilahi hakkına dayanan Türk milleti
bütün Müslüman ve Türk dünyasına ilan ediyorum, davamızı ilân ediyorum.

Asırlardan beri sinsi sinsi devam eden Avrupa’nın istila siyaseti her
vakit Türk topraklan üzerinde vicdansız bir şekilde tecelli etmiştir. Türkler ve
Türkiye ecdatlarına ve bayraklarına ve milletimizin ebedi ve elzem halkına
hıyanet etmeyeceklerdir. Dinleyiniz, sizin iki dostunuz var: Bugünkü
Müslüman âlemi öteki millet hakkı için bağıracak medeni milletler. Birini
kazandınız, ötekini bugün açtığınız davanın hak ve ulviyeti kazanacaktır.
Hükümetler düşmanımız, milletler dostumuz, kalbinizde isyan
kuvvetinizdir.Böyle muazzam bir günü Osmanlı tarihi, Osmanlı toprağında bir
defa daha idrak edemeyecektir. Yedi yüz senenin en asil ve büyük
hasletlerimiz olan vakarımızı adalet ve terbiyemizi unutmayacağız. Yedi yüz
senenin tarihinin ağlayan minareler altında yemin,,ediniz: Bayrağımıza,
ecdadımızın namusuna hıyanet etmeyeceğiz.”

‘Süleyman Sırrı Beyin

“Muhterem Necib Vatandaşlar, Valideler, Babalar, Kardaşlar,


Arkadaşlar!
442

Bilirsiniz ki felaket günlerinde aralarında nifak olan aile efradı bile


birleşir. Bir zelzele bir tufan olduğunda; baba, evlat, dayı kanlı bıçaklı olsalar
birbirine sarılırlar. İşte aziz vatandaşlar bu gün öyle bir hicranlı demdeyiz.
Felaket umumidir. Bir haftadır devam eden galeyanlı içtimalar hamdolsun
halkın damarlarında müşterek bir vatandaş kanı kaynadığını gösteriyor.
Vatanımızdan bir parçasının koparılmak istenilmesi kalbimizde unutulmaz
yaralar açtı. İzmir’in işgali, buna pek de işgal denemez. Yunanistan’ın İzmir’i
istilası bir çok musibet gibi nazil oldu. Bütün Türkler bütün İslam âlemi bu gün
kan ağlıyor. Bu felaketi artık katlananlayız. Türk’ü iyi tanımayan veya
sevmeyenler: “Türkler sıkıya gelince Avrupalıları katliam ile tehdit ederler’’
sözlerini söylüyorlar. Bu iftirayı şiddetle reddediyoruz. Hayır Türk’e böyle bir
isnad kuru iftiradır. Türk’ün kalbi açıktır. Bulanık suda balık avlanmasını
bilmez. Dövüşürse mertçe karşı karşıya dövüşür. Arkadan vurmaz. Emane
kılıç çekmez. Burada toplanan şu iki yüz bin kişilik İslam halkı din kini
gütmüyor ve Hıristiyanlara karşı da kin beslemiyor. Biz yalnız yaşamak
istiyoruz. Vakar vatandaşlar! Azim ve gayreti elden bırakmayalım. Haktan
ümidi kesmeyelim. Allah bizimle beraberdir.. Bu millet mazlumdur fakat şan
ve şerefle ölürse milyonlarca İslam âlemi matemini tutacak ve intikamını
alacaktır.”

Bir hafta sonra aynı yerde ikinci Sultanahmed Mitingi aynı şevk ve
heyecanla yapılmış. Türk’ün sesi ve hakkı yükseltilmiş yine ateşli hitabeler
dinlenmişti. 23 Mayısta 200 bin kişinin katıldığı ilk Sultan- Ahmed mitinginden
sonra hükümetin bütün mitingleri yasaklaması üzerine bu defa halk “dua
etmek” bahanesiyle toplanmıştır (Arıburnu, 1975:53).

30 Mayıs 1919 İkdam Gazetesi’nde “Sultanahmet Meydanı’nda Yüz


bine Karib Ehl-i Tevhidin İctimaı” başlıklı haberde” İsmail Hakkı Bey’ , Rasim
Efendi, Şükûfe Nihal Hanım ve, Hamdullah Suphi Bey’in “nutuklarından
örnekler verelim:
Türk’ün en yüksek, en ulvi arzuları-Biz Türkler silahımızı terk ettik fakat
imanımızı terk etmedik- haksızlığa karşı feryat ettik,zafer bunun sonundadır-
Mahvolmak tehlikesine ne için düştük bilir misiniz?- Memleketi çekirge
443

vurmuş tarlaya çevirenler- miting mukarreratı- Ey aziz vatan,ey mübarek


anne…
Dün Sultanahmet Meydanı tekrar sinesine aldığı yüz binlerce Müslüman
halkın samimi tesiratına şahit oldu. İstanbul’un muhtelif mahallerinden gelen
talebe, talebat, esnaf cemiyetleri bu tarihi meydanı baştan başa doldurmuştu.
İsmail Hakkı Bey’in Nutku
Türk’ü mahvetmek istiyorlar. Türk nedir?
Türk demek, bir münacat gibi semalara yükselen minareleriyle
tekemmül ve azametli kubbeleriyle asil bir sınıf demek. Türk demek acizlere
merhamet eden,kuvvete boyun eğmeyen tarihi bir kavim demek.Türk
demek,medeniyetle yaşamış ve yaşayan ve haricin her türlü haksız
müdahalelerine rağmen yaşamış kuvvetini kendinde duyan bir millet
demek.Avrupa eğer bu Türk’ü mahvetmek isterse sorarım o tarihe ki
safhalarının hiçbir devrinde tecavüzün bu derece haksız bir şekline şahit
olunmuş mudur?
Ey Müslümanlar ve Ey daima Müslüman kalacak olan Türkler!
Camilerimizin minarelerinden yükselen salavat-ı şerifeye iktifa ediniz.Bugün
mezarlarda kemikleri çürüyen ecdadımızın ervahına imtinalen haksızlığa
karşı ilelebet feryat ediniz.Zafer bunun sonundadır.

Şükûfe Nihal Hanım’ın Nutku ”Son Hatıram”

Ey sevgili İstanbul, güzel vatanım! Seni kaybetmek korkusunun ruhuma


yaptığı derin zehr-nâk acıyı bilmem bununla kaçıncı defadır duyuyorum!
Ve,bunun feci ıztırap içinde son ve ilahi bir ümitle Allah’a yalvarıyorum ki bu
eller artık senin için duyduğum acıların en sonuncusu fakat sana ebedi
malikimizin ilk müjdecisi olsun.
Cesaret aldığımız tecrübeler tarihin mesut acı fakat daima hakikati
haykıran bi-taraf cümleleri bize gösteriyor. Büyük saadetler fertleri, milletleri,
ekser-i sefalete, izmihlale sürüklediği gibi büyük felaketlerde ihtar, irşat
vazifesi görerek daima necata halasa doğru yükselmiştir.İşte ben de son
felaket dakikalarımda bile ruhumda tükenmeyen bu ümit menbaı ile Allahım
dan,bize necat gününü esirgememesi için dua ediyorum.
444

Aziz toprak, bilmiyorum ki: Senin en asil çocukların böyle hicranınla


ağlarken bütün alemde sana haris, tam’akâr gözlerini dikmiş, belki asırlardan
beri seni bizden ayırmak için uğraşıyorlar. Hiç unutamıyorum. Senelerce
döktüğüm gözyaşlarından, duyduğum hicranlardan sonra, bir gün kendimi
tabiatin bu güzel cennetinde bunca dünya saadetlerinin en yetişilmezine nail
oldum zannettim.
Mezarımın üzerinde yetişen çiçeklerde gizlenen ruhum öksüz ve hazin
kuşlarına bu ulvi macerayı fısıldarken önümüzden geçen yabancılar muzlim
varlıkla bu gizli, ruhani ? ulviyetinden sarsılacak, senin kalbinden cebren
ayırmak istedikleri vefakâr çocuklarından birinin sana ebediyen ağlayan
mezarı karşısında onlar her zaman bu memleketin gasibi olduklarını
anlayarak titreyecekler,ürperecekler.Ruhum onların bu zelil idraki karşısında
memnun,şad göklere yükselirken Allah’ım dan sevgili yine sana kavuşturmak
için dua edeceğim.
Hamdullah Suphi Bey’in Nutku “ Bedbaht Kardeşlerim”
Yaşadığımız büyük asırlardan sonra memleketimizin manevi
ufuklarında meşum bir saat çalmaya, kara günler doğmaya başladı. İçinde
Tunalar akan, Dicleler,Fıratlar sesler veren büyük anavatan müfride haş
olduktan sonra bizi Anadolu’muzda rahat bırakmak istemiyorlar.Bizi kendi
yaralarımızla,kendi acılarımızla,kendi kardeşlerimizle yaşamak istiyoruz.
Anadolu kaç mazlum halka vatan olmuş bir topraktır. Kırım’dan sürülen,
yuvaları dağılan zavallı Tatarlar, Kafkas’tan sürülen zavallı Çerkesler,
Rumeli’nin her taraftan yangın önünde, kılıç önünde muhaceret eden zavallı
Türkler, Arnavutlar, Boşnaklar.

Anadolu! Bin seneden beri üstünde titreye titreye ezanlarımıza


gelen, kaya başlarında, nehirler kenarında Türklerin şarkılar söylediği
vatanımızdır.

Bütün bu mitingler ispat ediyordu ki, Türk milleti yapılan işgalleri ve


haksızlıkları asla kabul etmeyecek ve en geniş bir şekilde milli bir duruşun
timsali olacaklardır. Türk milletinin haksız işgallere karşı mücadele azmini
kazanması; ruhen, bedenen milli mücadeleye şevk ve heyecanla
hazırlanması bakımından bu mitinglerin yakın tarihimizde önemli bir yeri
445

vardır. Bu mitinglerin düzenlenmesinde koordinasyonun sağlanmasında en


önemli rolü oynayanlar: Muallimler, talebeler, yazarlar, şairlerdir.

16
Halide Edip Adıvar, Münevver Saime Asker, Şukufe Nihal Başer,
Ragıp Hüseyin Baydur, Nakiye Elgün, Hamdullah Suphi Tanrı över, Selim
Sırrı Tarcan, Mehmet Emin Yurdakul, Rıza Nur, Yusuf Razı Bel, İsmayil
Hakkı Baltacıoğlu, Vasıf Çınar daha birçok aydın ve düşünür mitinglere
katılarak halkı heyecanlandıran milli mücadele etrafında milli bir ruhun
oluşmasını sağlayan konuşmalar yapmışlardır.

Balıkesir bölgesi İç Anadolu bölgesi, Doğu ve Güneydoğu bölgesi ve


Karadeniz bölgelerinde mitingler yapılmıştır. Bu mitingler gazetelerde birinci
sayfadan yayınlanmış olup birkaç tane örnek verecek olursak:

İstanbul’un dışında Anadolu’nun birçok ilinde de mitingler yapılmıştır.


Kastamonu da yapılan “İstiklal Mitingi Kastamonu “başlıklı haber Açıksöz
gazetesinde şöyle duyurulmuştur:

Osmanlı Devletinin 622. Kuruluş yıldönümüne rastlayan 30 Aralık


1921 tarihinde, bütün mekteplerin Cuma namazını müteakiben önce
Nasrullah meydanında toplanmış, sanayi mektebi mızıkası da caddelerde
dolaşarak halkı coşturmuş, halk dükkanları kapatarak Mekteb-i Sultani
bahçesinde toplanmıştır. Açış nutkunu Sultani talebelerinden Cemal Efendi
yapmıştır. Nurettin Bey “Osman Gazi’nin Millete Selam” şiirini okumuş, buna
İptidaî muallimlerinden Kadri Bey “Milletin Osman Gaziye Selamı” şiirini
okuyarak mukabelede bulunmuştur.

İstiklal Mitinginde, eski Sultani Edebiyat Muallimlerin den, o sıra da


Açıksöz Gazetesi sermuharriri İsmail Habib (Sevük) Bey, konuşmasında
İstiklal-i millinin önemini anlatmış, “bugün senei devriyesine tebcil ve tesyid
için toplandığımız bu istiklal gününden, eğer bu milletin istiklal manası
kasdolunuyorsa, bundan daha yanlış bir hata olmayacağını söylemiştir.”

16
Halide Edip: Romancı, Öğretmenlik ve Profesörlük yapmıştır.
Münevver Saime: Milli Mücadeleye aktif katılmış ve yaralanmış. Savaş sonrası edebiyat
öğretmenliği yapmıştır.
Şukufe Nihal:Şair, hikayeci, ve romancı. Edebiyat öğretmenliği yağmıştır.
Nakiye Elgün : Öğretmenlik,okul müdürlüğü, ve millet vekilliği yapmıştır(Arıburnu,70-71).
446

İsmail Habib Bey , çünkü bu millet istiklalini bundan altı buçuk asır evvel
kazanmadı.. Bu millet istiklali tarihinden daha eski ve tarihten daha yaşlıdır.
Biz bugün Türk milletinin istiklalini değil, bu büyük milletin bir cuz-i olan
Anadolu Türkleri’’nin 299 senesinde kurdukları saltanatı doğuş gününü tes’id
için toplandık demiştir. Meselenin izahı için Selçuklu ve Osmanlı tarihinden
örnekler vermiştir(Açıksöz Gazetesi,31 Aralık 1921).

İzmir ve Mülhakatındaki İtilaf devletleri Mümessillerine Keşide Olunan


Protestoname suretleri Ereğli’den

Bizimle gayr-i muharebe iken ve mütareke muahedesince memleketin


hiçbir yerinde hiç bir hadise-i ihlal zuhur etmeksizin, Beş asırlık memleketi
ve İslam ve Türklerin kahır ekseriyetinde bulunan İzmir’in Yunanlılarca
haksız yere işgaline inzimam eden ve can, mal, ırz, namus, yağma, yakıp
yıkma vakaları Düvel-i İtilafiye tahkik heyetleri raporlariyle sabit olmasına
rağmen hâlâ devam ve peş peşe sürmesi ve Yunan kıtaatının bugün
İzmir’den çıkartılmaması ve İzmir ‘deki din kardeşlerimizin her gün
kulaklarımızda çınlayan boğuk feryatları, silahı elinden alınmış olan bu
masum Türk ve İslam milletinin kalbini dilhun ve ağzında diş gıcırtıları
uyandırdığından bu güne kadar sükûnetlerini ihlâl etmediler.
İzmir’i bu mezalimden kurtarmak ve istikbâlini ve hayatını tehlikede
görerek vicdan-ı millisini izhar ile galeyan eden kazamız halkından binlerce
kişi bu gün hükûmet meydanında toplanıp İzmir’in acıklı hali karşısında ve
kendi mertlik göreneğini arz ile maruz kalınan bu elim hadisatı azimkâr bir
ciddiyetle protesto eyledikleri gibi müdafi-i insaniyet ve medeniyet (uygarlığın
ve insanlığın savunucusu) olan düvel-i muazzamaya bir kere daha zulümlerin
giderilmesi için Otuz bin nüfuslu kazamızda protesto eyledik(İrade-i Milliye
Gazetesi, 22 Ekim 1919)
Nazilli’den
Hakikat-ı tarihiyeyi çiğneyerek vahşetleriyle mukaddes topraklarımıza
adım attıkları andan itibaren Türklerin mevcudiyetleri , vatanları hakkında
besledikleri hainane emellerini temin için ve muntazam bir plan dahilinde
akıttıkları kanlar, yakıp yıktıkları şehir ve kasabalar ve köyler ve yaktıkları
insanlar, yağma ettikleri mallar .. Yunanlıların 20. Asır medeniyetini şaibedar
447

eden bu vahşetler hissiyat-ı aç gözlü ve kan dökücü duygularını tatmin


edemeyerek bir kaç günden beri Bademli ve havalisi toplarla yakılıyor. İş
bundan dolayı halkımız meydanda toplanarak bu işgali protesto
etmiştir.(İrade-i Milliye Gazetesi,27 Ekim 1919).
Artvin’de Miting
Bu gün Türklerin hayatı kadar aziz ve güzel olan İzmir’imizin işgalini ve
istilasını telin ve protesto etmek üzere İnönü Meydanın da binlerce köylü ve
şehirli halk toplanmıştır. Numune Mektebi Müdürü Ali Rıza Bey vatan
perverane bir heyecan içinde uzun bir nutuk irat etmiştir(İstikbal Gazetesi, 21
Mayıs 1922).

İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun her ilinde, kasabasın da dahi


İşgali protesto eden mitingler yapılmıştır. Bu mitinglerde öğretmenler,
aydınlar İstanbulda ki mitinglerdeki gibi aktif olamamışlardır. Eşraf ve özellikle
halk tarafından saygın bir yeri olan müderrisler, imamlar, müftüler, şeyhler
mitinglerde ön safta yer almışlardır.

Akyüz’e göre (2012) Anadolu mitinglerinin özellikleri şöyledir:

İşgalden bir gün önce İzmir’de düzenlenen mitingde öğretmenler de


hem düzenleyici, hem de konuşmacı olarak görev almışlardır.İşgalden
hemen sonra Aydın’da yapılan mitingde Aydın Lisesi öğretmenlerinden biri
konuşma yapmıştır.Balıkesir’ de Edremit’ te yapılan miting de öğretmenler
görev almıştır.Erzurum ‘da yapılan mitinglerde ise kadın öğretmenlerin
kadınlarla yaptıkları mitingler çok önemlidir.

Sonuç olarak 15 Mayıs 1919 İzmir’in işgali Türk milleti için bir miadı
oluşturmuştur. Memleketin her köşesinde mitingler yapılarak işgal protesto
edilmiş olup, sadece mitingler değil telgraflar gönderilerek de dünya
kamuoyuna bu işgal duyurulmaya çalışılmıştır. Bu mitingler milli birlik ve
beraberliği güçlendirmiştir. Toplumun herkesimi mitinglere katılarak haklı
davalarını savunmuşlardır. Bu dönemde gerek mitinglerde gerekse
toplantılara katılarak halkta milli bilinci oluşturmaya çalışanlar arasında
muallimler, yazarlar, şairler ve şehrin ileri gelenlerini söyleyebiliriz.
448

Mitinglerde halkı heyecanlandıran. Konuşmaları yapan muallimlerin


nutuklarını tezimize örnek olarak aldık.

5.7.3.Mitingleri Düzenleyenler

İşgaller karşısında yapılan mitinglere düzenleyiciler açısından


bakıldığında genel olarak iki unsur görülmektedir. Bunlar eşraf ve Müdafaa-i
Hukuk Cemiyetleridir.

Eşraf, yörenin önde gelen kişileri, bazen belediye reislerini de içine


alan askeri ve sivil erkan ile çeşitli görevlilerin yanında din adamlarını,
muallimler, yazar ve şairlerden oluşmaktadır.

Mitinglerin düzenlenmesinde eşraf, özellikle Müdafaa-i Hukuk


Cemiyetlerinin henüz kurulmadığı bölgelerde öncülük etmiştir. Eşrafın
öncülüğünde yapılan mitinglere Ege Bölgesinde, Denizli, Muğla, Çal,
Karacasu; Marmara Bölgesinde, İnegöl, Babaeski, Bursa, Kocaeli; İç Anadolu
Bölgesinde Ankara, Keskin, Eskişehir; Doğu Anadolu Bölgesinde Hasankale,
Diyarbakır, Siirt ve Kara Deniz Bölgesinde de Kastamonu ve Bafra
mitinglerini örnek gösterebiliriz.

5.7.3.1. Müdafaa-i Hukuk Öncülüğünde

İşgaller sırasında İstanbul Hükümetinin tepkisiz kalması üzerine


halkın sesini duyurmak amacıyla yine halk arasından çıkan aydınlar
tarafından kurulan cemiyetlerdir. Birbirlerinden bağımsız olarak kuruldukları
için önceleri ortak bir faaliyet alanına sahip değillerdi. Temel amaçları
bulundukları bölgelerin işgalini önlemekti. Mondros mütarekesinden hemen
sonra düşman tehdidi veya işgaline karşı kurulan Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetleri de dönemde mitinglerin düzenlenmesinde çok önemli rol
oynamışlardır. İlk defa Trakya ve İzmir’de kurulan bu cemiyetler, Yunan
işgaliyle birlikte bütün yurda yayılmaya başlamış ve işgal karşısında Türk
halkının haklarını her biri kendi bölgesinde olmak üzere korumaya
çalışmışlardır.
449

Mitinglerin düzenlenmesi de bu amaç doğrultusunda, bu cemiyetlerin


temel işlevlerinden biri olmuştur. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin öncülük
ettiği mitinglere örnek olarak Ege Bölgesinde İzmir Maşatlık, Isparta ve
Burdur mitingleri, Marmara Bölgesinde, Saray, Edirne ve Balıkesir mitingleri,
Doğu Anadolu’da; Erzurum, İspir mitingleri ve Kara Deniz Bölgesinde de
Havza ve Amasya mitinglerini gösterebiliriz.

Türk kadını da Milli Mücadelenin teşkilatlanma sürecinde oldukça aktif


bir durumda olmuştur. Bazı mitinglerde (Kadıköy, Sultan Ahmet mitingleri)
konuşmacı olarak bulunduktan başka, Anadolu’da kurdukları cemiyetlerle de
milli mücadeleye destek olmuştur (Baykal, 1986; 1).

Bu cemiyetlerde aktif olarak çalışanlar muallimlerdir. Hem cemiyetlerin


kurulmasında hem de cemiyetlerin tüm faaliyetlerine katılarak milli
mücadeleye katkı sağlamışlardır. Kastamonu da kurulan “ Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti’” bunun öneğidir.

Kastamonu’ da 16 Eylül 1919 tarihinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin


bir şubesi açıldıktan sonra Kastamonu Vilayetinde bulunan öğretmenlerin de
Müdafaa-i Hukuk içerisinde görev aldıkları görülmektedir. Ancak bunların
isimlerini tespit etmek imkansız durumdadır. Fakat Sultani muallimlerinden
Şevket Bey’in Müdafaa-i Hukuk’un bölge de en hararetli hatiplerinden birisi
olduğu anlaşılmaktadır. Şevket Bey, 14 Ağustos 1920 tarihinde Müdafaa-i
Hukuk’un Cuma Taliminin nihayetinde halka İzmir feca-yii hakkında çok
etkileyici bir nutuk vermiş ve Şevket Bey’in nutku, halkı çok
heyecanlandırarak uzun süre alkışlanmıştır.

1920 yılında Küre’de, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin başkanlığını Mer-


kez İptidaîye Başmuallimi Hafız Osman Nuri Bey yapıyordu (Açıksöz
Gazetesi, 16 Ağustos 1920).

İzmir’in işgalinden sonra Kastamonu Sultanisi, bölgenin en önemli bir


merkezi olmuştur. Sultani müdürü Mehmet Behçet Bey, İzmir’in işgali
sırasında şehit olanlar için bir mevlüt tertip etmiştir. Aynı zamanda
konferanslar vererek halkı ümitsizliğe düşülmemesi gerektiğini ifade etmiştir
(Açıksöz Gazetesi, 15 Haziran 1920).
450

Kastamonu da 30 Aralık 1921 yılında “İstiklal Mitingi” yapılmış olup


Osmanlı devletinin 622. Kuruluş yıldönümüne rastlamıştır. Bütün mektepler
Cuma namazından sonra Nasrullah meydanında toplanılmış, sanayi mektebi
mızıka ile sokaklar dolaşılmış ve halk dükkanları kapatarak Mekteb-i Sultani
bahçesinde toplanmıştır. Açılış nutkunu Sultani talebelerinden Cemal Efendi
yapmış olup, İptidaî muallimlerinden Kadri Bey’de “Gaziye Selam “şiirini
okuyarak halkı coşturmuştur(Açıksöz Gazetesi,31 Aralık 1921).

5.7.3.2.Türk Ocakları

Türk Ocakları milli duygulardan kaynaklanan milliyetçilik fikrini


heyecan ve telkin yoluyla uyandırmaya ve canlandırmaya çalışmış, başta
İstanbul Türk Ocağı olmak üzere, Ocaklarda yürütülen konferans, toplantı,
sohbet, konser gibi faaliyetler, ülkede Türklük-Türk milliyetçiliği düşüncesine
sahip insanların yetişmesinde etkili olan bit şkurumdur. Nitekim Milli
Mücadeleyi yürüten ve Cumhuriyeti kuran kadroların pek çoğu, Türk Ocağı
ve çevresindeki düşünce atmosferi içinde yetişmiştir.
Milli Mücadelede de Mustafa Kemal Paşa’yı yalnız bırakmamıştır. Milli
Mücadelede, Türk ocaklarında yetişen veya görev alan kişilerin evfi
hizmetlerin rolü büyük olmuş, Türk Ocakları işgallere karşı ilk tepkilerin
verildiği, halkın aydınlatıldığı ve mücadele ateşinin yakıldığı yerler olmuştur.
Örneğin Türk Ocakları İzmir Şubesi, gerek İzmir halkını işgale karşı uyarmak
için Maşatlık mitinginin düzenlenmesinde gerekse işgale karşı tepkilerin
ortaya konulmasında etkin rol oynamıştır. Duvar ilanları, protesto telgrafları
ve beyannameler yayınlayarak İzmir’in işgalini protesto eden Ocaklılar, İzmir
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile Redd-i İlhak Cemiyetinin kuruluşunda etkili
olmuşlar, Türk Ocağı’nda Mustafa Necati Bey ilk kez silahlı direnişten
bahsetmiştir(Eski,1999:12).
Türk Ocağına mensup olanlar, Çanakkale Savaşlarında olduğu gibi
Kurtuluş Savaşı sırasında da ön cephede savaşmışlardır. Sakarya Meydan
Muhaberesi’nde, Türk Ocaklılar tarafından oluşturulan “Sakarya Oymaı”
ismindeki birliğin neredeyse tamamı şehit olmuştur(Yuvalı, 1997:17).
451

İstanbul mitinglerinde ise Türk Ocakları, Darülfünûn talebeleri ve bazı


kadın cemiyetleri öncü rol oynamışlardır. Toplumsal hayatı ilgilendiren her
vak’a veya sorun gazetede neşredilmiştir. Sağlıktan eğitime, kongreden
sosyal kuruluşlara kadar her türlü konu Hâkimiyet-i Milliye’de yer almıştır.
Bununla birlikte Türk Ocaklarının açılması ile ilgili gazetede teferruatlı bilgiler
verilmiştir. Türk Ocaklarını tanıtan ve bu tür teşkilatların sayısının arttırılması
gerekliliğinin vurgulandığı yazılarda özellikle yüzyıllardır milliyet duygusundan
yoksun ve ümmet fikri içerisinde yetişen nesillere millî ruh aşılamak, Türk
milleti kavramından habersiz yaşayan insanlara kültürel değerlerimizi
kavratmak gayesiyle bu tür haberler neşredilmiştir:

Karilerimiz aşağıda göreceklerdir ki İstanbul’da, Ankara’da ve


Anadolu’nun her Tarafında Türk Ocakları açılmak üzeredir. Meşrutiyetten
sonra halkî müessese olarak açılan ve yalnız ilim ve sanat sahasına
münhasır olmak üzere yüzlerce konferans, birçok sergiler, seyahatler,
kolokyumlar tertip ederek Türk milletini yeniden uyandırmak ve Türk gençliği
içinde en samimi ve en vefakar bir uhuvvet tesis etmek maksatlarını takip
eden ocaklar Harb-i Umumî ve Mütarekenin meşum tesirleri altında
muvakkaten ve yalnız şeklen faaliyetlerini tatil etmişlerdi. Osmanlı
İmparatorluğu’nda teşekkül eden gayr-i Müslim ve bazı gayr-i Türk anâsır da
dâhil olmak üzere hiçbir milliyet, sarih bir kuvvete nail olamamıştı. Milliyet
hissi Türk topraklarında faaliyet gösteren bütün şubelerinde azamî derecede
müessir bir kuvvet hâline geçmiştir”(Hakimiyet-i Milliye Gazetesi,24 Aralık
1922).
Millî Mücadeleyi yapacak olan halkın toplumsal olarak millî düşünceye
sahip olması bir zorunluluktu. İşte tam bu dönemde Türk Ocakları, Türk
toplumundaki bu boşluğu doldurmak üzere faaliyete geçmiştir Böylece,
milliyet hissi etkili bir kuvvet halini almıştır. Türk ocaklarını kurucuları milli
mücadele dönemi kem Anadolu’da hem de İstanbul’da halkın ve memurların
bilgilendirilmesi amaçlı “Serbest Âli dersler” adıyla herkese açık dersler ve
konferanslar vermişlerdir.
452

5.7.3.3.Din Adamları ve Ulemalar

Pek çok din adamı, cami kürsülerinde, meydanlarda düzenlenen


mitinglerde,kurdukları ya da içersinde bulundukları cemiyetlerde hatta
cephelerde halka rehberlik etmişlerdir. Ayrıca bu uğurda hiç çekinmeden
bütün varını yoğunu sarf edenler olduğu gibi, canını feda etmekten
kaçınmayanlar da olmuştur. Özellikle de Anadolu’da çıkarılmaya çalışılan
isyan hareketlerinin bastırılmasında önemli görevler üstlenerek irşad
heyetlerinde yer almışlardır. İstanbul hükümeti milli mücadeleyi destekleyen
halk kitlelerini etkilemek amacıyla, Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa
önderliğinde gelişen milli hareket sebebiyle çaresizliğe düşen İstanbul
Hükümeti, bazı şehzadeler başkanlığında taşraya “Heyet-i Nâsihalar”
göndermiştir. Heyetler, halka Padişahı’n selamlarını ve onun kendilerini
düşünmekte olduğunu bildireceklerdi. Böylece hükümet, kendi otoritesini
Anadolu’da artırmak ve aleyhine doğabilecek milli cereyanları köreltmek
niyetinde idi. Halkın hükümetten ziyade padişah otoritesine olan saygısından
dolayı, nasihat heyetlerinin başına özellikle şehzadeler verilmişti(Çelebi,
1992:12-13).

Anadolu insanının temiz duygularını kullanarak onlara “din elden


gidiyor” söylemini dillendirerek milli mücadeleyi yok etmek konusunda, dini
bir gelenek olan fetvadan faydalanmışlardır.

Bu fetvalardan en tesirlisi, en önemlisi ve Anadolu’daki milli hareket


için tehlikelisi 11 Nisan 1920’de Şeyhülislâm Dürrîzâde Abdullah imzasıyla
yayınlanan oldu. Fetvada Özetle; Anadolu hareketinin Padişah’a karşı
ayaklanma olduğu belirtiliyor ve Kuvâ-yı Milliye kötülenerek önderleri
hakkında idam fetvası veriliyordu.

İstanbul gazetelerinde de yayınlanan fetva nüshalar Anadolu’nun her


tarafına çeşitli vasıtalarla, hatta İtilaf güçlerinin uçaklarıyla dağıtılmıştı.
Anadolu Hükümeti, fetvanın Anadolu’da yayılması ve zararlarım önlemek için
sıkı önlemler almış ise de pek başarılı olamamıştır. Zira T.B.M.M. açıldığı
zaman bile, ülkenin işgalden kurtulabilmiş köşeleri ayrı görüş ve fikirlerin
kavga sahnesi haline gelmişti. Yıkıcı fetvalar ve Babıâli’nin bildirileriyle tahrik
olan halk yer yer Milli Mücadele’nin önüne dikilmişti. Anadolu’nun muhtelif
453

yerlerinde ayaklanmalar baş göstermiş, tehlikeli isyan hareketleri Ankara’nın


yakınlarına kadar sirayet etmişti.

Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere milli hareketin ileri gelenleri.
Düşman elinde esir bir durumda bulunan Padişah ve Halifenin zor ve baskı
altında kalarak fetva yayınlattığını ileri sürerek böyle bir fetvanın hükümlerinin
geçersiz olduğu üzerinde durdular. Bunun üzerine Ankara da bu ana fikirden
hareketle bir fetva yayınlanması çalışmalarına başladı. Ankara Müftüsü ve
aynı zamanda Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi olan Mehmet Rıfat
Efendi başkanlığında baş müftü, dokuz müderris ve altı ilmiye mensubundan
meydana gelen toplam yirmi kişilik bir grup karşı fetva hazırlığına başladı.

Hazırlanan fetvada, Anadolu’daki milli hareketin meşru olduğu,


Padişah ve Halife’nin düşman elinde esir bulunduğu, esir olan Halife’ye zor
ve baskı kullanılarak fetva yayınlattırıldığı üzerinde durulup fetvanın geçersiz
olduğuna dikkat çekiliyordu. Fetva, 19-22 Nisan 1920 tarihlerinde Öğüt,
İrade-i Milliye ve Açıksöz gibi Milli Mücadele taraftan gazetelerde yayınlanmış
ve 6 Nisan 1920’de Heyet-i Temsiliye Riyaseti’nce Anadolu’ya gönderilerek
bütün müftülüklere tebliğ edilmiştir. Fetvayı her müftünün tasdik etmesi talep
edilmiş ve ayrıca bu konuda mülkî ve askerî yetkililerden yardımcı olunması
istenmiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın çağrısına uyan Anadolu’nun değişik


yerlerindeki 152 müftü ve din alim fetvayı tasdik etmişlerdir (İrade-i Milliye
Gazetesi,22 Nisan 1920).

Böylece, İstanbul’un fetvasının milli hareket için arz ettiği büyük tehlike
önemli ölçüde bertaraf edilmiş ve isyanların bastırılması bir ölçüde
kolaylaşmıştır. Müftü Rıfat Efendi ve fetva heyeti, bu davranışlarıyla İstanbul
Hükümeti’nin dinî muhtevalı hücumlarına aynıyla cevap vermiş oluyordu. Bir
başka ifadeyle, İstanbul’un Milli Mücadele aleyhindeki son kozu bu şekilde
elinden alınmış bulunuyordu. Nitekim bir süre sonra 8 Haziran 1920’de
İstanbul Birinci İdare-i Örfiye Divan-ı Harbi tarafından Rıfat Efendi gıyabında
ölüm cezasına çarptırılmıştır.
454

Milli mücadele dönemi İstanbul hükümetine karşı Ankara hükümeti


“İrşad Heyetleri” oluşturulmuştur. Bu irşad heyetlerinde şu isimler vardır:

Kutay(1972)’a göre; 7 Mayıs 1920’de seçilen ilk irşat heyetinde şu


şahıslar bulunuyordu: Yusuf Kemal Tengirşenk Bey, İsmail Suphi Soysaloğlu
Bey, Hamdullah Suphi Tanrıöver Bey, Dr. Fuat Uma Bey, Şer’iyye
vekillerinden Hadimli Vehbi Hoca, Mehmet Akif [Ersoy Bey, Kayseri Mebusu
Hoca Alim Efendi, İzmir Mebusu Yunus Nadi Bey, Saruhan Mebusu Mahmut
Celal Bey, Isparta Mebusu ulemadan Hafız İbrahim Efendi, Karahisar-ı Şarki
Mebusu Mesud Bey, Bursa Mebusu Muhiddin Baha Bey, Karahisar-ı Sahip
Mebusu Mehmet Şükrü Bey, Çorum Mebusu Sıddık Bey, Erzincan Mebusu
Emin Bey, Bolu Mebusu ulemadan Abdullah Sabri Efendi, Kayseri Mebusu
ulemadan Remzi Efendi, Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Saruhan Mebusu
Reşid Bey, Diyarbakır Mebusu Hacı Şükrü Bey ve Kastamonu Mebusu
Hüseyin Sabri Bey. Tamamı 17 kişi olduğu tespit edilen T.B.M.M. İrşat
Komisyonu’nda yer alanların 6’sı din adamı vasfını hâiz şahsiyetlerdir.

Bu irşad heyetinde gönüllü olarak Anadolu’yu karış karış gezerek


toplantılar yaparak Türk milletine milli mücadeleyi başlatan Ankara hükümeti
ve Mustafa Kemal Paşanın etrafında toplanılması gerektiğini anlatan Vatan
ve istiklal Şairi” sıfatını alacak olan Mehmed Akif Ersoy’dur.

Mehmet Akif, her ne kadar B.M.M, İrşat Komisyonları kapsamında


vazifelendirilmişse de onun bu komisyonlardan önce ferdî olarak irşat
faaliyetlerinde bulunduğu bilinmektedir. Onun bu faaliyetleri Kurtuluş
Savaşı’nın kazanılmasında büyük önem taşımaktadır. Asıl mesleği baytarlık
olan Mehmet Akif Bey, aynı zamanda ilmiyenin bütün hususiyetlerini
sinesinde toplamış nadir vatanseverlerden biriydi. Mehmet Akif daha Balkan
Harbi’nin başlamasından itibaren vermiş olduğu vaazlarla halkı savaşa teşvik
etmiş ve birlik için konuşmalarda bulunmuştur. Vaazlarında İslâm kardeşliğini
ön plana çıkaran Akif:

“Devlet, millet, ordu, bizden fedakârlık istiyor. Biz bu fedakârlığı


dinimizi, vatanımızı korumak için, seve seve yapacağız. Alimler ilmiyle,
zenginler servetiyle, fakirler güçleri oranında, eli silah tutanlar kuvvetiyle
455

çalışacak. Bundan kaçmak haramdır, dine ihanettir. Her şeyi devletten


bekleyemeyiz. Çünkü İslâm’ın son kalesi olan bu devlet, artık hayata veda
etmek üzere... Düşman, Hilafet merkezinden 5-6 saat ötede
duruyor”(Edip,1962: 129) ifadeleri ile halkı heyecana getirmiştir.

Akif Şubat 1920’de Balıkesir’de Zağnos Paşa Camiinde Kasım


1920’de ise Kastamonu’da Nasrullah Camiinde halka şöyle hitap etmiştir:

Müslümanların Allah’ın emirlerine sımsıkı sarılıp aralarındaki ihtilaflara


son vererek canla başla çalışmaları halinde vatanın kurtulacağını, cihadın
vatanın istiklalini kurtarmak için şart olduğunu ve ülkeyi kurtarmak için
sürdürülen mücadelede temel ilkelerden sapılmaması gerektiğini söylemiştir.

Bu vaaz, onun Milli Mücadele yolundaki ilk adımı oldu. İstanbul’a


dönünce İngilizlerin baskısıyla hükümetin kendisim sıkıştırması üzerine
Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azalığından ayrılmak zorunda kalmıştır. İstanbul’un
Müttefikler tarafından işgalinden sonra rahat çalışmanın mümkün olmadığını
görüp Ankara’ya geçmeye karar vermiştir. Nisan 1920’de önce Üsküdar’a
giderek Özbekler Tekkesi Şeyhi Şeyh Ata Efendi ile görüşmüştür. Anadolu’ya
geçişinde şeyh efendinin büyük yardımlarını görmüştür. Mehmet Akif Bey’in
tekkede bulunduğu sırada tekke, İtalyan polisi ve birkaç İngiliz zabitinin
ortaklaşa düzenledikleri bir operasyonla basılmıştır”. Ancak şeyhin aldığı
tedbirler sayesinde kimse yakalanmamıştır. Mehmet Akif, bilahare tekkeden
çıkarak Adapazarı’na hareket etmiştir (Edip,1962: 130).

Akyüz’e göre,(2012:325) Akif halkı milli bir dava yolunda


bilgilendirmeyi ve birleştirmeyi kendine gaye edinmiş bir mütefekkirdir.
Camilerde konuşmalar yaparak özellikle de siyasi meseleleri dahi Kur’an’dan
örnekler vererek inandırıcı bir üslupla açıkladığı için geniş kitleler tarafından
büyük bir dikkat ve saygı ile dinlenmiştir. Milli mücadele döneminde, gerek
düşman propagandası ve gerekse milli propaganda açısından, kullanılan
propaganda araçları zamanın teknolojisiyle sınırlı kalmıştır. Bu dönemde,
telgraf, gazete, dergi, kitap, kartpostalları, el ilanları’nın propaganda araçları
olarak kullanıldığı gibi, sinemanın’nın(Yunan mezalimini konu alan bir film
yapılması mecliste teklif verilmiştir)’ da bu araçlara katıldığı görülmektedir.
456

Sonuç olarak Türk milletinin haksız işgallere karşı mücadele azmini


kazanması; ruhen, bedenen milli mücadeleye şevk ve heyecanla
hazırlanması bakımından bu mitinglerin yakın tarihimizde önemli bir yeri
vardır. Sadece mitingler değil aynı zamanda halkı milli mücadele etrafında
birleştirmek amacıyla gönüllü irşad heyetlerinin oluşturulması, müdafa-i
hukuk cemiyetleri ve Türk Ocakları’nın da bu mücadeleye aktif katılarak
katılması Türk milletinin birlik ve beraberliğinin bir göstergesidir.
457

VI. BÖLÜM

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Bu araştırmanın kapsamını “Milli Mücadele Dönemi“ 1918-1923


basında eğitim ve öğretmen sorunları”oluşturmaktadır. Gazete ve dergilere
yansıyan eğitim ve öğretmen sorunları incelenmiştir.
Milli Mücadele Dönemi, kendine has özellikleri ile Türk tarihinde bir
dönüm noktası olmuştur. Önceki dönemin siyasî, ekonomik ve kültürel
özelliklerini yansıtması yanında daha sonra gelen cumhuriyet dönemine de
temel teşkil edecek bir yapı oluşturmuştur. Tanzimat ve II. Meşrutiyetle
başlayan dönem, birçok yenilikleri toplum hayatına getirmiştir. Toplumun fikir
yapısında değişmeler olmuştur. İmparatorluk fikri tamamen ortadan kalkmış
bu devrede milli devlet olma fikri benimsenmiştir.
Milli Mücadele ile kazanılan zafer sonucunda, Türk tarihinde yeni bir
dönem başlamıştır. Eski devletin yerine modern bir devlet yeni rejimi ile
kurulmuştur. İşte yeni kurulan bu devlet kısa zamanda toplumu ilgilendiren
devletin yapısında reformlar yapmaya başlamıştır. Bu reformların öncüleri
aydınlar ve öğretmenler olmuştur.

Milli Mücadele (1919-1923) Basını ise Osmanlı Devleti’nden


Cumhuriyet Türkiye’sine geçiş dönemini kapsaması açısından özel bir öneme
sahiptir. Bu dönem basını kamuoyu oluşturma, halkı yeni bir bağımsızlık
mücadelesine hazırlama, belirli sorunlar karşısında ortak bir tavır ve
kararlılığın belirlenmesinde oldukça etkindir. Bu açıdan milli mücadele basını,
dönemle ilgili bir çalışma yapılırken ihmal edilmemesi gereken kaynak
niteliğindedir.

Mütâreke Dönemi Basını, Millî Mücadele basını için bir geçiş


dönemidir. Her geçiş döneminde olduğu gibi bu dönem gazetelerinde de
kafalar karışık, kimse ciddi olarak ne istediğini bilmemektedir. Mandacılar,
işbirlikçiler ve azınlık basını, müttefik güçlerin ve İstanbul Devleti’nin gücünü
458

arkasına alarak basın alanında hâkimiyet kurmuşlardır. Milli mücadelenin


gerçekleştiği 1918 –1923 yılları arasında ülke iki başlı bir yönetim vardı.
İstanbul’da işgal kuvvetleriyle işbirliği yapan Osmanlı Hükümeti ve Ankara’da
ülkenin bağımsızlığı için Kurtuluş Savaşı’nı yürüten TBMM Hükümeti. Bu ikili
yapının bir sonucu olarak basın da İstanbul Basını ve Anadolu Basını olarak
iki merkezde gruplaşmıştır. Bu iki grup kendi içinde alt gruplara da ayrılmış.
Bu gruplaşmaların temelinde, işgallere verilen tepkinin olumlu veya olumsuz
olması temel teşkil etmektedir.

Milli Mücadele Dönemi Anadolu’nun çeşitli yörelerinde yayınlanan


süreli yayınların sayısı 200’e yakındır. Bu gazetelerin çoğu milli mücadeleyi
destekleyen yayınlar yapmaktadırlar. Ancak bu yayınlar belirli merkezlerde
toplanmaktadır. Bu merkezlerden bazıları: Erzurum, Adana, Kastamonu,
Konya, Kayseri, Trabzon, Amasya, Ankara, Giresun, Bolu, Eskişehir’dir.
İstanbul basını, Mondros mütarekesi ve mütareke sonunda gelişen olaylar
karşısında tavrını ortaya koymaya başlamış olup bu durum özellikle de
İzmir’in işgali ile başlamıştır. Milli mücadelenin karşısında olan basın
organlarının başında özelikle de Alemdar, Peyam- Sabah, Köylü ve Ferda
gazeteleri ve köşe yazarları olan Ali Kemâl, Refi Cevat, Refik Halit ve
Cenap Şahabettin ile Rıza Tevfik’in Milli mücadelenin karşısında olan
aydınlar olarak yazdıkları makaleleri ile halkı, işgal kuvvetleri ve İstanbul
Hükümetinin yanlarında olmaları hususunda bilinçlendirmeye
çalışmışlardır.

Tezimizin ana teması olan “Basında Eğitim ve Öğretmen


Sorunlarını” gazete ve dergilerde yaptığımız araştırmalardan yola çıkarak
basına yansıyan sorunları şu başlıklar altında değerlendirebiliriz.

İlk bölümde bu dönenemde Maarif Bakanlarının eğitim ve öğretim


faaliyetleri, İptidai Mektepleri, Sultaniler , Darülfünûn, Yabancı ve Azınlık
Okullarında eğitim ve öğretim tartışmaları ve okullarda yapılan sosyal ve
kültürel etkinlikleri ve o dönemde gazetelerde çıkan edebi eserler gazetelere
ve dergilere şu şekilde yansımıştır:
459

Eğitim ve öğretmen sorunları bu dönemde bakanlık yapan “Rıza Nur,


Hamdullah Suphi, Mehmet Vehbi ve İsmail Safa Bey”’in gazetelere yansıyan
tartışmaları, beyanatları, konuşmaları basında yer almıştır.

Rıza Nur‘un bakanlığı döneminde maarif ile ilgili reformların


yapılmaya çalışılması ve öğretmenlerin sorunlarının meclise getirilip
tartışılması milli bir devletin ve milli bir eğitim anlayışının temellerinin
atılmasına vesile olmuştur.

Hamdullah Suphi‘nin bakanlık yaptığı dönemde ise eğitim ve öğretmen


sorunlarına karşı gerçekçi çözüm önerileri getirmeye çalışmasına rağmen o dönemin
özellikle savaştan çıkmış bir ülke, tüm kurumları harap olmuş, ekonomik problemlerle
mücadele eden bir idari yapıda istenilen başarıya tam anlamıyla ulaşılamamıştır.

Vehbi Bey’in döneminde ise daha çok dini eğitim ağırlıklı bir program
yapılanmasına gidilmiştir. Nitekim Vekil olduktan sonra okulların
programlarını yeniden düzenlemek maksadıyla çoğunluğunu din adamlarının
oluşturmuş olduğu bir komisyon toplaması da bu görüşü doğrulamaktadır

İsmail Safa Bey zamanında iki önemli icraat yapılmıştır. Heyet-i


İlmiyeler ve Maarif kongresidir. Birinci Heyet-i İlmiye Cumhuriyet eğitimine
geçişte bir köşe taşı olarak tarihi görevini yerine getirmiştir
Özellikle her iki konuda basına çok yer bulmuş ve gün gün takip edilerek
gazetelere hem heyet-i ilmiyelerin hem de maarif kongresinde alınan
kararları yayınlanmıştır. Aynı yokluklar içerisinde maarif vekaleti, eğitim
sistemimizde örgütlenme, eğitim kurumlarında ve programlarında reform
yapılması için ilk planlama teşebbüsüne girilmiş ve Ankara’da “Maarif
Kongresi” yapılmıştır. Bu kongreye düşman işgali altında bulunmayan
illerin milli eğitim müdürleri, öğretmenler, okul müdürleri, bakanlık daire
müdürleri, ve telif tercüme heyeti üyeleri katılmıştır. Kongrede özelikle de
ilköğretim ve orta öğretimle ile ilgili karalar alınmıştır. Hakimiyet-i Milliye
gazetesinde maarif kongresinin ilanı yapılmış. Kongre hakkında bilgiler
verilmiş. Kongrenin Türk milleti için ne kadar önemli olduğu vurgusu
üzerine durulmuştur. Maarif Kongresi, önceden kararlaştırıldığı kadar bir
süre çalışamadığı gibi, gündemdeki konuların hepsini inceleyememiş,
incelenen konular da yeterli bir derinlikte ele alınamamıştır. Bunun nedeni,
460

savaşın bütün şiddetiyle devam ediyor olmasıydı. Ancak bu şartlara


rağmen ilk ve orta öğretime ilişkin bazı önemli konular tartışılmıştır. Maarif
Kongresi’nin asil önemi, bir ölüm-kalım savaşı sırasında Ankara’da
öğretmenlerin bir araya getirilmesi ve eğitimin amaçlarının tartışılmasıdır.

Basına yansıyan eğitim eğitim tartışmaları arasında özellikle eğitim


kurumlarından: İptidaî Mektepleri, Sultaniler ve Darülfünûn okulları
gelmektedir.

Yeni bir medeniyet kurma noktasında ilk önce iptidaî mekteplerinden


başlanması gerektiği üzerinde durulmuş. Özellikle de Mustafa Rahmi İptidaî
Mektepleri ve İptidaî Mekteplerimizin Islahı ve Tali Mektepler adlı yazısında
şu konulara işaret etmiştir. Ders programları öğrencilerin günlük hayatta
kullanabileceği bilgileri içermeli, çocukların gelişim seviyeleri ve yaş aralığına
bakılarak programların hazırlanması gerektiği üzerinde durmuştur. Ders
planında hangi derslerin verileceğini tek tek izah etmiştir.

Anadolu’da bulunan orta mekteplerin(sultaniler) en önemli sorunu


olarak da ekonomik sorunlar ön plana çıkmıştır. Zira savaştan çıkmış bir
devlet geçimini sağlayamayan bir toplum birde bunu üstüne eğitime ayrılan
paranın yeterli olmaması bu mekteplerde büyük sıkıntılara sebep olmuştur.
Nitekim diğer eğitim kurumlarında olduğu gibi ortaöğretimde de durum pek iç
açıcı değildir.

Basında çok yer alan eğitim sorunlarından biri de Darülfünûn


meselesidir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında ülkedeki bütün kurumlar gibi
Darülfünûnda da ciddi sıkıntılar yaşanmıştır. 1918-1919 öğretim yılı başında
yabancı hocalar ülkelerine dönmüşlerdir. Bütçe tasarrufları sebebiyle
fakülteler için kiralanan binaların hemen hemen hepsi boşaltılmış; savaş
sonunda terhis edilen öğrencilerin de dönmesiyle geniş ölçüde yer ve öğretim
elemanı sıkıntısı yaşanmıştır. Darülfünûn da çalışan hocalar ile öğrenciler
arasında çok hararetli tartışmalar çıkmış bu tartışmalar özellikle milli
mücadeleyi desteklemeyen muhalif gazete olan peyam-sabah gazetesinde
günlerce tartışılmıştır. Öğrenciler muhalif olan hocaları protesto ederek
derslere girmemişlerdir. Bu yaptıkları protestolara Anadolu’dan da destekler
gelmiştir. Bu destekler gazetelerde yerini almıştır.
461

Milli mücadele dönemi “Serbest Âlî Dersleri” de basına yansımış


derslerin nerede ne zaman, saat kaçta hangi gün verileceği ve hangi
hocaların ders anlatacağı ilanlarla duyurulmuştur. Bu derslere Ankara’daki
öğretmen ve öğrenciler kadar, subaylar, memurlar ve milletvekilleri de devam
etmişlerdir. Dahası birçoğu Millî Mücadele Dönemi’nde de bakanlık da dahil
hükümetin en üst kademelerinde görev yapmışlardı. Dolayısıyla, bir bakıma
Serbest Âlî Dersler, gerek Ankara’daki elit ve okur-yazar kesimi mevcut
gelişmeler konusunda bilgilendirmek, gerekse Millî Mücadele hareketinin
siyasî misyonunu anlatmak yönünden de büyük önem taşımaktadır.

Basına yansıyan sorunlardan başında yabancı ve azınlık okulları


gelmektedir. Yabancı ve azınlık okulları milli mücadele dönemi Anadolu’da
ve İstanbulda ki okullar sayesinde örgütlenerek itilaf devletlerine destek
olmuşlardır.
Osmanlı devletinin yabancı ve azınlıklara tanıdığı imtiyazlar sonucu,
ülke içinde yabancı okullar ve onların destekledikleri azınlıkları sayısı
artmıştır. Bu okullar zamanla Osmanlı devletini içten çökerten propaganda
ocağı haline gelmiştir. Bu okullar içinde Milli mücadele aleyhine en yoğun
çalışan 1886 yılında kurulmuş olan Merzifon Amerikan Koleji’dir. Milli
mücadele dönemi zararlı faaliyetlerini artırmışlardır. Yabancı ve azınlık
okullarının zararlı faaliyetleri TBMM’inde tartışma konusu olmuş ve savaştan
sonra Lozan Konferansında görüşülmüş. Sonuçta bu okulların Zaralı
faaliyetleri devam ettirmemeleri şartıyla eğitim yapma hakkı verilmiştir. Ama
çoğu bakanlık tarafından kapatılmıştır.

Gazetelerde “Darüleytamlar” ile ilgili çok haberler çıkmıştır. Özellikle


bu kurumlara halkın ekonomik sıkıntıları olmasına rağmen yetimleri
barındıran himaye eden, eğitimine ve bir zanaat öğreterek meslek sahibi
olmasına yardımcı olmuşlardır. Diğer taraftan savaş esnasında şehit
olanların ailelerini mağdur etmemek için çareler üretmeye çalışmışlar. Bu
kurumlara yardım edenlerin isimleri ve yardımları gazetelerde yayınlanmıştır.

Basın, müsamereleri, spor, sağlık, deprem ve hastalık gibi hadiseleri


yakından takip ederek ve olaylara ayna tutarak toplumu bilgilendirmiştir.
Yapılan tüm sosyal ve kültürel etkinlikler basında ilanlarla duyurulmuş ve halk
bu faaliyetlere katılması teşvik edilmiştir. Milli mücadele dönem olmasına
462

rağmen bütün sosyal etkinliklerin Anadolu’nun her ilinde yapılmış olması da


Anadolu insanının kendine güven duygusunun yüksek olmasına bağlıdır.
Mektepler, dernekler, askeri birlikler, sivil toplum ve halk olmak üzere tüm
Türk halkı şenliklere katılarak milli mücadeleyi kazanan kahraman bir milletin
adeta tekrardan kendine döndüğü şahlandığı milli bir bilincin oluşmasını
sağlayan bir tablodur. Basında sadece zafer şenliklerine değil bayram
kutlamaları ve bayram merasimlerine de geniş yer ayrılmıştır. İyi ve kötü
günlerde her zaman halkın yanında olan Özellikle Milli mücadele döneminin
resmi gazetesi olan” Hâkimiyet-i Milliye” gazetesi toplumun duygularına bir
nevi tercüman olmuştur. Özellikle Mustafa Kemal’in de bu merasimlere veya
kutlamalara katılması canlı bir tablo suretinde gözler önüne serilmiştir. Onun
diğer kumandanlarla ve halkla iç içe bayram namazına gitmesi ve tebrikleri
kabulü gazetede ayrıntısıyla verilmiştir.
Basında edebi eserlerde yer almıştır. Bu eserlerin bizim için önemli
olması hem o dönemi yansıtan eserler olması hem de eğitim ve öğretmen
sorunlarını konu edinmiş olmalarıdır. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde
yayımlanan edebî mahsuller, Millî Mücadele ile yakından ilgilidirler. Devrin
sosyal, siyasî ve askerî şartları Hâkimiyet-i Milliye’nin sayfalarına yansımıştır.
Özelikle Hâkimiyet-i Milliye’nin hikâyecisi diyebileceğimiz Aka Gündüz,
gazetede peş peşe hikâyeler yayımlayarak işgalin Anadolu’da yaptığı
tahribatı gözler önüne sermiştir. Milli mücadele ile ilgili romanlara
bakıldığında çoğunun mili mücadelenin hemen sonrası veya yakın tarihlerde
yazılmıştır. Yazılan bu romanlar toplumsal gerçekleri edebi bir dille kaleme
alınmıştır. Sadece toplumsal olaylar değil aynı zamanda eğitim- öğretim ve
öğretmen sorunları da bu dönemde romanlara konu olmuştur. Aynı zamanda
edebi eserler kapsamında gazetelerde yayınlanan şiirlerde çok önemlidir.
Milli ruhu,vatan sevgisini, kahramanlıkları tasvir eden şiirler hem yazarlar
şairler,milletvekiileri ve öğretmenler tarafından yazılmıştır.

Milli mücadele dönemi eğitim ve öğretime katkı sağlayan “Kazım


Karabekir “ paşa eğitimle ilgili yaptığı tüm yenilikler kendisini çıkardığı
“Varlık “ gazetesi ve Anadolu’da ve İstanbul’da çıkan gazetelerde haber
olarak çıkmıştır. Hatta Anadolu’num çeşitli illerine yetiştirdiği öğrencileri
götürerek etkinlikler yaptırmış ve bu etkinlikler gazetelerde ilk sayfalarda
463

yayınlanmıştır. Yaşadığı dönem içerisinde çağdaş ülkelerde uygulanan


modern eğitim sistemlerini Türk adet ve inanışlarıyla harmanlayarak ilerici
bir genç kuşak yetiştirmek için mücadele vermiştir. Çocuk ve halk eğitimine
ileri düzeyde önem veren Karabekir, Türkiye’de modern anlamda kabul
edilen ilk anaokullarını kurmuştur. Halkın dönem içerisinde gerek duyduğu
meslek edindirme kurslarını açmıştır. Çocuklara anaokulundan itibaren
sistemli bir eğitim uygularken, daha ileri yaşta olan halk kitlelerini ise
meslek edindirme kursları ile sosyal hayata entegre etmeye çalışmıştır.
Kazım Karabekir paşa aynı zamanda Anadolu’nun birçok illerine ziyaret
yaparak açtığı mekteplerde ki öğrencilerin neleri yapabildiklerini
göstermeye çalışmıştır. Gittiği her ilde büyük bir sevgi seli ile
karşılaşmıştır. Açtığı mektepleri de ziyaret ederek oradaki öğrencilerle bire
bir görüşerek onların yaptıkları tüm etkinliklere katılmıştır.

İkinci bölümde ise: basına yansıyan öğretmen sorunları şu


başlıklarlar altında incelenmiştir.

1-Öğretmenin sayısal durumu

2- Öğretmenlerin yetiştirme sorunu

3- Öğretmenlerin ekonomik sorunları

4- Öğretmenlerin örgütlenme sorunları

5- Öğretmenlerin hukuki statüsü

Öğretmenlerin Sayısal Durumu: Milli Mücadele yıllarında


öğretmenlerle ilgili bir istatistik yapılmamıştır. Osmanlı Devleti’nde
öğretmenler ile ilgili son istatistik 1917-1918 yılları arası yapılmış olup 1919
yılında neşredilmiştir. Bu istatistiğe göre bütün Müslüman okullarında 11.147
muallim ve muallime vardır. Bunlardan 3500 kadarı İstanbul’da
bulunmaktadır. Bu muallimlerden bir kısmı da Mondros mütarekesinden
sonra sınırlarımızın dışında kalmıştır. Cumhuriyetin ilan edildiği yıl Türkiye de
10102 ilkokul öğretmen var. Bunların 9021’i erkek, 1018’i kadındır. Milli
Mücadele dönemi öğretmenlerin çoğu cephede ya da cephe gerisinde
mücadelede aktif olarak katıldığından dolayı da bu sayılar git gide düşmüştür.
464

Öğretmenlerin Yetiştirme Sorunu: Milli Mücadele dönemi olan 1918-


1919 yıllarından başlayıp, Cumhuriyet ilanına kadar olan bu dönenlerde
öğretmen yetiştirme, hususunda hem teori anlamında hem de pratik anlamda
yenilikler yapılmıştır. En önemli ise ilk defa Anakara’da maarif kongresinin
toplanması, ileriki aşamalarda ise heyet-i ilmiyelerinin yapılması bile kayda
değer önemli bir çalışmadır.

Öğretmenlerin Ekonomik Sorunları: Milli Mücadele devrinde öğretmenler,


memleketin genel ekonomik durumu ve en önemlisi idaricilerin de kayıtsızlığı
karşısında öğretmenler üzerine baskılar artmış, terfileri yapılmamış,
öğretmenler zaman zaman çok ağır ekonomik buhrana sürüklenmişlerdir.
Kastamonu da Meclis-i umumi 1922 yılında bir yıl önce 700 kuruşa çıkardığı
öğretmen maaşlarını kendilerine göre bir gerekçe ileri sürerek 300 kuruşa
düşürmüşlerdir. Bu dönem bazı illerde öğretmenler 8 ay maaş alamamıştır.
29 Eylül 1923 tarihinde de bir günlük greve gitmişlerdir. Grevler aynı
sebepten dolayı hem İstanbul’da İstanbul hükümetine karşı, hem de Ankara
TBMM hükümetine karşı yapılmıştır Uzun süren grevler sonucunda
öğretmenler geç de olsa amaçlarına ulaşmışlardır.

Öğretmenlerin Örgütlenme Sorunları: Öğretmenler arasında birlik ve


beraberliği sağlamak amaçlı muallim cemiyetleri kurulmuştur. Öğretmenler
basında yazdıkları makaleler şiirlerle de halkı milli mücadele hakkında hem
bilgilendirmişler hem de milli heyecanı oluşturmaya çalışmışlardır.
Öğretmenler milli mücadele döneminde tüm illerde istiklal bilincinin
yeşermesinde milli mücadele, TBMM ve Mustafa Kemal Paşa lehine bir
kamuoyunun oluşmasında önemli görevler üslenmişlerdir.

Ankara ve İstanbul’da kurulan bu öğretmen cemiyetleri milli mücadele


aktif olarak çalışmışlardır. Yaptıkları yayınlarla, konferanslarla, toplantılarla
işgalleri kınamışlardır. İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırılmasına yardımcı
olmuşlardır. 1918-1923 tarihleri arası kurulan tüm öğretmen cemiyetleri milli
mücadeleyi sonuna kadar desteklemişlerdir. Muallimler cemiyetleri ve
birlikleri sosyal faaliyetlerle müsamerelerle, konferanslarla hem halkı
bilgilendirmek hem de milli mücadele döneminde mitingler düzenleyerek
bizatihi bu mücadelenin baş aktörleri olmuşlardır. Aynı zamanda muallimler
465

arasında mesleki birliği sağlamak, mesleğin prestijini artırmak, ekonomik


sıkıntıları gündeme getirmek, muallimler arasında yardımlaşmayı sağlamak
ve her türlü kültürel alışverişi geliştirmek ve basın hayatına girerek gazete ve
dergiler çıkarılmasında da katkılar sağlamışlardır.

Öğretmenlerin Hukuki Statüsü: Milli Mücadele döneminde


öğretmenlerin özlük hakları hakkında o günün şartlarına göre iyileştirmeler
yapılmaya çalışılmış olup ama en önemli sorun olan ekonomik sorunu,
öğretmenlerin maaşlarını hem düzenli almaları hem de maaşlarına zam
verilerek bir nebzede olsa giderilmeye çalışılmıştır. Öğretmenlik bir meslek
haline getirilmeye çalışılmıştır.

Kurtuluş savaşında öğretmenler bazen cephe gerisinde, düşmana karşı


propaganda ve örgütlenme faaliyetleri göstermişler, bazen de fiili olarak
savaş cephelerinde gönüllü olarak mücadeleye aktif olarak katılmışlardır. Milli
Mücadele ‘de öğretmenler, bir yandan eğitim- öğretimi bin türlü mahrumiyet
içinde devam ettirmeye gayret ederken, diğer yandan sıcak ve soğuk savaşın
hemen hemen bütün safhalarında çaba sarf etmişlerdir.Onların vicdanı
sorumlulukları, sadece okuldaki normal görevleri ve faaliyetleri ile sınırlı
kalmamıştır. Yazıları, konferansları, mitingleri, temsil ve müsamere
çalışmaları ile halkı uyandırıp mücadeleye teşvik etmişlerdir. İzmir’in 15
Mayıs 1919’da işgal edilmesinden hemen sonra yer yer yapılan protesto
mitinglerinde ve milli uyanışın giderek kongreler ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi halinde teşkilatlanmasında öğretmenlerin çok büyük katkıları
olmuştur. İzmir’in işgalini izleyen günlerde, Fatih, Üsküdar, Kadıköy,
Sultanahmet, Darülfünûn mitinglerin düzenleyicileri ve konuşmacıları
arasında özellikle öğretmenler görülmektedir. İşgal yıllarında özellikle
İstanbul’da, İstanbul hükümetinin öğretmenler üzerinde kurduğu baskı dikkati
çekmektedir. Milli mücadeleye taraftar olan öğretmenlerin işlerine son
verileceği bildirilmiştir. Ona rağmen öğretmenler milli mücadeleye destek
vermişlerdir.
Okullar milli mücadele dönemini boyunca kongrelerin yapıldığı yer olmuş,
hastalara, yetimlere, şehit ailelerine, yaralılara kapılarını açmışlardır. Mecliste
bile okul sıraları kullanılmış, öğretmenlerde katiplik yapmışlardır.
466

Özellikle Batı Anadolu ‘da okullar Yunan işgaline rağmen çok zor da olsa
eğitim ve öğretime devam edilmiştir. İşgale uğramamış yerlerde de
öğretmenler öğrencilerini işgallere karşı bilinçlendirmiş, okulları Kuva-i Milliye
‘ye katılacak olanların eğitim merkezleri olarak kullanmışlardır.
Milli eğitim sisteminin, toplumun sosyal ve ekonomik gelişmesine paralel
olarak düzenlenmesi için yapılan çalışmalar TBMM’nin kurulduğu günden
başlayarak sürekli bir gelişme göstermiştir. Bu gelişmelerde Atatürk’ün ve
zamanın maarif vekillerinin çeşitli öğretmen toplantılarında, kongrelerde ileri
sürdükleri görüşler ve alınan kararlar önemli rol oynamıştır.
Milli mücadelenin en ateşli zamanlarında bile eğitim ihmal edilmemeye
çalışılmış, mecliste eğitim konusu sık sık gündeme getirilmiştir. Savaşın
getirdiği ekonomik buhrana rağmen, öğretmenler iyi bir maaş verebilmek,
onların ekonomik refahını yükseltmek için mecliste uzun süren tartışmalar
olmuştur. Bu alanda kanunlar kabul edilmiştir. Eğitimin aksamaması için
öğretmen ve öğrenciler askerlikten bile muaf tutulmuştur.

1920-1923 tarihleri arasında I.Dönem Meclis’te milli eğitin bakanlığının ele


aldığı bu konular “Cumhuriyet Dönemi “ eğitimi için bir hazırlık aşaması
olmuştur. Belirlenen bu eksiklikler düzeltilmeye çalışılarak, bir eğitim politikası
belirlenmiştir. Milli Mücadele döneminin basarıyla tamamlanmasından sonra
başlayan siyasal inkılâplar döneminde de öğretmen örgütlenmeleri iktidarın
desteğiyle devam etmiştir.

Sonuç olarak, ”Milli Mücadele Dönemi Eğitim ve Öğretmen Sorunları”


dünden bugüne miras kalan en önemli öğretmen sorunları: ekonomi, hukuki,
öğretmen yetiştirme ve öğretmen örgütleri sorunlarıdır.
Bu sorunlar bugünde devam etmektedir. Dün olduğu gibi bugünde
öğretmenlere büyük görev ve sorumluluklar yüklenmiş toplumu ileri
götürecek, çağdaş uygarlık seviyesine çıkaracak, kutsal bir meslek olduğu ve
öğretmenliğin bir uzmanlık işi olduğu söylenmiş ama tarihin her aşamasında
öğretmen ihtiyacı başka kaynaklardan sağlanmıştır. Bu sorunu ortadan
kaldırmak için öğretmenlik mesleğini hem toplum nezdinde hem de devlet
nezdinde bir prestije sahip olmasını sağlamak en önemli bir atılım olacaktır.
467

Öğretmenlik mesleği cumhuriyet öncesi ve sonrası en önemli yaşadığı


sorun ekonomik açıdan öğretmenlerin mağdur olmasıdır. Buda öğretmenlerin
toplumdaki değerini düşmesine, yetenekli öğretmenlerin bu sorundan
kaynaklı meslekten ayrılıp başka mesleklere yönelmesine vesile olmuştur.
Öğretmenliğin bu üzücü durumdan kurtarılıp, aldıkları ücretle geçinebilecek
ve kendi alanında kendini yenileyebilecek etkinliklere katılabilecek bir duruma
getirebilmek için aldıkları ücretlerin çok iyi olması gerekir. Öğretmenlik
mesleğini cazip hale getirici tedbirler alınmalıdır.
Öğretmenlerin hukuki statüleri dün olduğu gibi bugünde çok
yetersizdir. Özlük haklarının iyileştirilmesi, terfilerin zamanında yapılması,
çalışan ve çalışmayan öğretmenlere yaptırımlar getirilmesi en önemlisi
herkesin öğretmen olabileceği kanısı ortadan kaldırılmalıdır. Yani öğretmenlik
herkese kapısı açık, girişi kolay bir meslek olmaktan çıkarılmalıdır.
Öğretmenliğe giriş ve çalışma koşuları iyileştirilmeli bu yapılırsa öğretmenlik
mesleğinin itibarı saygınlığı tekrardan sağlanmış olur.

Cumhuriyetin ilanından günümüze öğretmenler, yeni nesli yetiştirme


görevlerini en zor koşullarda sürdürmüşlerdir. Her dönemde öğretmenliğin
kutsallığı ve değeri üzerine konuşmalar yapılmış, “kutsal meslek” olarak
yorumlanmıştır. Tüm bu söylenenlere rağmen öğretmen sorunlarının
üzerinde yeterince durulmadığı, görmezden gelindiği ve çözüm üretilmediği
görülmektedir.

ÖNERİLER
Süreli yayınlardan olan gazete ve dergiler çok değişik
kütüphanelerde ve bazen özensiz olarak korunmaktadırlar.
Araştırmacıların işini kolaylaştırma adına Osmanlı’dan
günümüze kadar çıkan süreli yayınların bir merkez
kütüphanede bulundurulması her açıdan çok faydalı olacaktır.
İl ve ilçelerde bulunan süreli yayınların tespit edilip korunmaya
alınmalıdır.
Dergiler şimdi yakın zamanda milli kütüphane ve Tarık Us
kütüphanesi olmak üzere gazete ve dergileri elektronik ortama
468

aktarılması araştırmacılar için daha kolay erişebilinir olmuştur.


Fakat araştırmacıya bu belgelerin fahiş bir ücretle değil daha az
bir ücret karşılığı verilmesi araştırmacının daha da verimli
çalışmasını sağlayacaktır.
Gazete ve dergilerin bir proje kapsamında Türk alfabesine
aktarılması önemli bir hizmet olacaktır.
Cumhuriyet öncesi süreli yayınların daha kullanışlı olabilmesi
için, yazar, yazı ve kavram incelemeleri yapılmış, kullanışlı
bibliyografik dökümlerin verilmesi gereklidir. Üniversitelerde bu
konularla ilgili yapılan tezlerin yayınlanması yeni araştırmacılar
için büyük kolaylık sağlayacaktır.
Milli mücadele dönemi çıkan gazete ve özellikle mizahi
dergiler(Karagöz, Aydede) içerik olarak o dönemdeki siyasi,
kültürel ekonomik, eğitim sorunlarını kendi üslup ve çizgileri ile
resmetmişlerdir. Bugünkü gazete ve mizahi dergileri ile
karşılaştırmalı çalışmalar yapılmalı.
İncelediğimiz gazete ve dergilerden yola çıkarak milli mücadele
dönemi şu konularla ilgili araştırmalar yapılabilir: Milli
mücadelede çocuk olmak, milli mücadelede çocukların
oynadıkları oyunlar, milli mücadelede musiki, milli mücadele
dönemi sanatsal faaliyetler tiyatro, milli mücadelede mizahi
dergiler, milli mücadele dönemi muallimler cemiyetlerinin çeşitli
illerde çıkardıkları muallimler mecmuaları,milli mücadele
dönemi ders kitapları araştırma konusu olarak araştırmacılar
tarafından çalışılabilinir.

.
469

KAYNAKÇA

A) Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Ankara


1.BCA: 180/03/24/130., 28 Temmuz 1923
2.BCA: 180/09/173/ 836., 7 Ağustos 1923
3.BCA: 180/09/208/1033., 1922-1923
4.BCA: 180/09/207/1026., 6 Ağustos 1923
5. BCA: 180/09/173/838., 2 Eylül 1923
6.BCA: 180/09/173/836., 31 Temmuz 1923
7.BCA: 180/09/190/932 ., 2 Nisan 1923
8. BCA: 180/09/101..924., 14 Kasım 1922
9..BCA: 180/09/147/78 ., 1 Kasım 1923
10.BCA: 180/09/14/78., 1922
11.BCA: 180/09/147/.708 ., 15 Aralık 1923
12.BCA: 180/09/147/707., 2 Aralık 1923

B) GAZETELER17

1.Minber Gazetesi
2.İrade-i Milliye Gazetesi
3.Hakimiyet-i Milliye Gazetesi
4.Açıksöz Gazetesi
5.İstikbal Gazetesi
6.Peyam-ı Sabah Gazetesi
7.Çorum Gazetesi
8. İkdam Gazetesi
9.Varlık Gazetesi
10.Yenigün Gazetesi
11.Vakit Gazetesi

17
Gazetelerin yazılarının künyeleri metin içinde ilgili yerlerde verildiğinden dolayı burada tekrara yer
verilmemiştir.
470

C) DERGİLER

Muallimler Mecmuası, 19 Şubat 1922

Muallimler Mecmuası, 21 Aralık 1922

Muallimler Mecmuası, 7 Ocak 1923

Muallimler Mecmuası, 12 Ocak 1923

Muallimler Mecmuası, 30 Haziran 1923

Muallimler Mecmuası,31 Ağustos 1923

Muallimler Mecmuası, 19 Şubat 1923

Muallimler Mecmuası, 4 Mart 1924

Muallimler Mecmuası, 15 Nisan 1930

Aydede Dergisi, 1 Mayıs 1921

Aydede Dergisi 3 Nisan 1922

Aydede Dergisi, 27 Mayıs 1922

Aydede Dergisi, 7 Ağustos 1922

Karagöz Dergisi, 20 Aralık 1919

Karagöz Dergisi, 14 Şubat 1920

Zümrüd-ü Anka Dergisi, 22 Şubat 1922


471

D) DİĞER ESERLER

Adıvar, H.E. (1971). Türk’ün Ateşle İmtihanı. İstanbul.

Adıvar, H( 1987). Türk’ün Ateşle İmtihanı. Kurtuluş Savaşı Anıları. İstanbul:


Atlas Kitapevi, .

Ahmad ,F .(1999.) Modern Türkiyenin Oluşumu. İstanbul: Kaynak Yay.

Akgönül, C. (1974). Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Basını. İstanbul.

Akgül, S. (1981). General Harbord’un Anadolu Gezisi (ve Ermeni Meselesine


Dair) Raporu. İstanbul.

Akkutay, Ü.(1996). Milli Eğitim de Yabancı Uzman Raporları. Ankara.

Akşin, S. (1976). İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele. İstanbul.

Akyüz, Y. (1988). Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu (1919- 1922),


Ankara: TTK. Yay.

Akyüz, Y.(1994).Şehit Hamdi Bey’in Son Günlerine Ait Orijinal İki Mektup,
Atatürk Araştırmaları Merkezi Dergisi. Sayı: 28 . Ankara.

Akyüz, Y. (2001).”Tarihi Seyir İçinde Öğretmen Yetiştirmede Kalite”,


“Öğretmen Yetiştirme ve Eğitimde Kalite Paneli” Milli Eğitim Bakanlığı,
Gazi Üniversitesi, ODTÜ, Hacettepe Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi
ve Ankara Üniversitesi. Ankara.

Akyüz, Y.(1999) .“Atatürk’ ün Türk Eğitim Tarihindeki Yeri”, Atatürk ve Eğitim,


Ankara: Kara Harp Okulu Basımevi.

Akyüz,Y.(1978).Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri


(1848-1940). Ankara: Pegem Akademi Yayınları.

Akyüz,Y.(2012). Türk Eğitim Tarihi (M.Ö1000-M.S.2012). Ankara: Pegem


Akademi Yayınları.

Akyüz,Y.(2012).Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişmedeki Etkileri


(1839-1950). Ankara: Pegem Akademi Yayınları.

Albayrak, H. (1994). Trabzon Basın Tarihi. Ankara.


472

Alkan, Ö.A.(2000).Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Modernleşme Sürecinde


Eğitim İstatistlikleri 1839-1924.Başbakanlık Devlet İstatistlik Enstitüsü.
Ankara.

Alkan,A.(2002).İkinci Meşrutiyette, Ordu ve Siyaset. Ankara: Cedid Yayınları.

Altunya, N. (1998). Türkiye’de Öğretmen Örgütlenmesi (1908-1998). Ankara.

Arabacı, C( 1996). 1900-1924 Yılları Arası Konya Medreseleri, S.Ü. Sosyal


Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Konya.

Arabacı, C. (1996). Milli Mücadele Dönemi Konya Öğretmenleri, Konya.

Aras, C.(2000).Milli Mücadele Dönemi Eğitim (1919-1923 ) Atatürk Üniv. Sos


Bil. Ens.Erzurum.

Arıburnu, K (1975). Milli Mücadele’de İstanbul Mitingleri, Yeni Matba.

Arıkan, Z(1989). Mütareke ve İşgal Dönemi İzmir Basını, Atatürk Arş. Mer.
Ankara.

Arif, M. (1970). Miralay Arif’in Hatıratları(1919-1923), İstanbul Çev: Hüseyin


Feyzi Ayberk.

Arif, M.(1992). Anadolu İnkılâbı. İstanbul: Arba Yayınları.

Arıkan,.Z(1998). Hasan Ali Yücel ve Izmir”,Tarih ve Toplum, Şubat

Armstrong,H.C. (1997) . Türkiye Nasıl Doğdu? Arma Yay. İstanbul.

Artuç, İ. (1987). Kurtuluş Savaşı Başlarken. İstanbul.

Aslan, B. (2000) Kardaş Kömeği ve Baku Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi,


Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.

Aslan, Y(2001), TBMM Hükümeti Kuruluşu, Evreleri, Yetki ve Sorumluluğu,. Ankara:


Yeni Türkiye Yay.

Aşkun, V. C. (1945). Sivas Kongresi. Sivas: Kamil Matbaası.

Atatürk, M.K.(1984).Nutuk (Bugünkü Dille Yayına Hazırlayan, Zeynep


Korkmaz) C.I,II, Ankara.

Atatürk’, M.K (1985). Milli Eğitim Politikası. Ankara: Genelkurmay Askeri Tarih ve
Stratejik Etüt Başkanlığı Yay.
473

Ataünal, A.(1997). Türkiye’ de İlkokul Öğretmeni Yetiştirme Sorunu (1923-


1994), Ankara: MEB Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğü Yayınları.

Ataünal,A, Özalp, R,(1977). Türk Milli Eğitiminde Sisteminde Düzenleme


Teşkilatı. İstanbul.

Avşar, S.(2004). Birinci Dünya Savaşında İngiliz Propagandası. Ankara: Kim


Yay.

Ayas, N.(1948). Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitimi Kuruluşlar ve Tarihçeler.


Ankara .

Aydemir, Ş.S.(1967). Tek Adam, C.II. İstanbul:Remzi Yay.

Ayhan, B. (2007). “Miili Mücadelede Basın”. Konya: Tablet Yayınevi.

Âyni, M.A.(1995). Darulfunun Tarihi .İstanbul: Pınar Yayınları.

Aytaç, K.(1984). Gazi Mustafa Kemal Atatürk Eğitim Politikası Üzerine


Konuşmalar, Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi.

Baran, T A.(2001). Vasif Çinar. Istanbul: Arma Yayınları.

Başgöz, İ.Wilson H. (1973).Türkiye Cumhuriyetinde Egitim ve Atatürk,


Ankara: Dost Yay.

Başar, E.(2004). Milli Eğitim Bakanlarının Eğitim Faaliyetleri (1920-


1960).İstanbul: MEB. Yayınları.

Başgöz, İ. (1995). Türkiye’ nin Eğitim Çıkmazı ve Atatürk, Başbakanlık Basımevi,


Ankara.

Baydar, M.(1968 ) .Hamdullah Suphi Tanrıöver” ve Anıları. İstanbul.

Baykal, B.S. (1986). Milli Mücadelede Anadolu Kadınları Müdafa-i Vatan


Cemiyeti, Ankara.

Belen, F. (1983). Türk Kurtuluş Savaşı (Askeri, Siyasi ve Sosyal Yönleriyle)


Ankara.

Berkem.S.S(1960). Unutulmuş Günler . İstanbul: Hilmi Kitapevi.

Berkes, N.(2002) .Türkiye’de Çağdaşlaşma. İstanbul: Yapı Kredi Yay.

Bıyıkoğlu, T. (1981). Atatürk Anadolu’da. Ankara: AKM.Yay.


474

Bilim, C. Y.(1998). Türkiye’ de Çağdaş Eğitim Tarihi (1734-1876). Eskişehir:: Anadolu


Ünv. Yay..

Binark, İ.(2002). Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanları ve Meclis Konuşmaları.


Ankara: TBMM. Vak. Yay.

Birinci, A(2001). Tarih Yolunda. İstanbul: Dergah.Yay.

Birinci, A. (1998). “Fânizâde Ali İlmi Bey” (iç), Ali İlmî Fâni, Bir 150’liğin
Mektupları, Yayına Hazırlayan, Abdullah Uçman, Handan İnci.
İstanbul: Kitabevi Yayınları.

Boratav, K. (1993). Türkiye İktisat Tarihi, 1908-1985, Gerçek Yayınevi,


İstanbul.

Brown,A..W(1995). İstanbul’da Yetimhaneler 1920. İstanbul:Tarih Vak. Yurt.


Yay.

Bulut, A. (2006).Sarıkamış İlçesinde Geçmişten Günümüze Eğitim-Öğretim


Durumu Cumhuriyet’in ilk Yıllarından Günümüze Kadar Eğitim Öğretim
Veren Okulların Tarihçesi. Bütün Yönleriyle Sarıkamış Sempozyumu.
İstanbul: Sarıkamış Belediyesi.

Celkan, H, Y.(1998). “Öğretmen Yetiştirme Modelinde Yeni Bir Boyut”. Milli


Eğitim. Sayı:137.

Cırıtlı,H,Sorguç.B. (1987).”Cumhuriyet Dönemi Eğitimcileri” UNESCO


Ankara.

Coşar, Ö. S. (1963). Millî Mücadele Basını, İstanbul: Gazeteciler Cemiyeti


Yay.

Criss, B. (1993) .İşgal Altında İstanbul 1918-1923. İstanbul: İletişim Yayınları.

Criss, B. (2005). “Barışı Olmayan Savaş” Doğu Batı, Sayı 24.

Çalık, T.(1995). Pedegojik Formasyon Kurslarının Etkinliği ve Yönetimi,


(Yayınlanmamış Araştırma). Ankara.

Çapa, M. (1992). “Milli Mücadele Döneminde İstikbal Gazetesi”. Atatürk Yolu,


C.10.

Çavdar, T. (1971). Millî Mücadelenin Ekonomik Temelleri. İstanbul: Köz


Yayınları.
475

Çelebi, M.( 1992). Heyet-i Nasiha, Anadolu ve Rumeli Heyeti Nasiha


Heyetleri. İzmir: Akademi Kitapevi Yay.

Çiçek.R.(1990). Milli Mücadelede Ermeni -Rum- Yunan İttifakının Anadolu


Basınına Yansımaları , Atatürk Yolu.Der..Yıl:3, C.2.S.6.

Çiftçi, A. (2009).Kâzım Karabekir. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce


Dönemler ve Zihniyetler. C.9. İletişim Yayınları: İstanbul.

Çoker, F. (1995).Millî Mücadele’de Hukuk Düzeni, Tanzimat’tan Cumhuriyete


Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, İstanbul, Cilt 5.

Çöker, F. (1994). Türk Parlamento Tarihi . C:.l. Ankara.: TBMM Vakfı Yay.

Çukurova, B. (1989). M.M. Grubu Haberalma Raporlarında Grup Faaliyetleri


ve Bazı Zararlı Cemiyetler. A.Ü.T.İ.T.E., Ankara (Yayınlanmamış
Doktora Tezi).

Demircioğlu, A.(1973) . 100 Yıllık Kastamonu Basını .Kastamonu:Doğrusöz


Matbası.

Demircioğlu, H. (2007).Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi Üzerine Bir İnceleme


(Yayımlanmamış Doktora Tezi) Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Ankara.

Demiröz, Ş. (1978). Propaganda, Ankara.

Dilaver, H. H.(1994). Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme ve İstihdam Şartları,


İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.

Duman, T.(1987). “Öğretmen Yetiştirmenin Sosyal ve Kültürel Temelleri”


Gazi Üni. Gazi Mesleki Eğitim, Teknik Eğitim Fakültesince
Düzenlenen, Öğretmen Yetiştiren Yüksek Öğretim Kurumlarının Dünü-
Bugünü-Geleceği Sempozyumu: Ankara.

Duman, T.(1991).“Mustafa Necati Döneminde Öğretmen Yetiştirme”, Mustafa


Necati Sempozyumu: Kastamonu.

Duman, T.(1991). Türkiye’de Orta Öğretime Öğretmen Yetiştirme (Tarihi


Gelişim). İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.

Duran, O. (1998). Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Matbaa ve Basım Sanayii.


İstanbu: Cem ofset Yay.
476

Dursunoğlu.C. (1998). “Milli Mücadele de Erzurum” . İstanbul:Erzurum


Kitaplığı.

Duru, O. (1978). Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları.


İstanbul: Milliyet Yayınları.

Dündar, F. (2001). İttihat ve Terakkinin İskan Politikası., İstanbul: İletişim


Yayınları.

Edip.E. (1962). Mehmet Akif’in Hayatı ve Eserleri. İstanbul.

Ekinci, M.F. (1994). Milli Mücadele Dönemi Bütçeleri ve Mali Mevzuatı (1920-
1923). Ankara, Maliye Bakanlığı Yayını.

Erden, M.(1998). Öğretmenlik Mesleğine Giriş. İstanbul: Alkım Yay.


Erdoğan T. (2005). Türk Romanında Mütareke İstanbul’u, İstanbul: Kanat
Yay.

Ergin, O.(1977).Türk Maarif Tarihi, İstanbul, 1977, C.I, C. II, C. III, C, IV,
İstanbul.

Ergün, M.(1982).Atatürk Devri Türk Eğitimi. Ankara: D.T.C. Fakültesi


Yayinları.

Ertürk, H. (1964). İkinci Devrin Perde Arkası, Yazan: Samih Nafiz Tansu..
İstanbul: Pınar Yay.

Eski M.(1999). Cumhuriyet Döneminde Bir Devlet Adamı Mustafa Necati


Ankara, 1999, s.1-3,12.

Eski, M. (1995).Kastamonu Basınında Millî Mücadele’nin Yankıları. TTK


Yayınları, Ankara.

Feyzioğlu, T. (1986). “Atatürk ve Milli Eğitim”. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi


Yükseköğretim Kurulu Yay, Ankara.
Fındıkoğlu, F.Z. (1948).“Türkiye Muallimler Fedarasyonu” Cumhuriyet
Gazetesi . (17 Ağustos 1948).

Gedikoglu, Ş (978 ).Kemalist Egitim Ilkeleri, Uygulamalar. İstanbul: Çağdaş


Yayınları.

Gençosman, K.Z.(1980), İhtilal Meclisi. Ankara: Hürriyet Yay.


477

Gerede, H. (2002). Kurtuluş Savaşı, Atatürk ve Devrimler. Hazırlayan, Sami


Önal. İstanbul : Literatür Yayınları.

Gevgili, A. (1983). Türkiye Basını Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi.


İstanbul: İletişim Yayınları.

Girgin, K.(1982). Politika Sözlüğü,İstanbul : Hür Yay.

Gotthard J. (1989). “Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi Mondrostan Mudanyaya


Kadar 30 Ekim 1918-31 Aralık 1923 TTK. Yayınları.

Göldaş, İ.(1981).Milli Kurtuluş Savaşında Öğretmenler. İstanbul: Öğretmenler


Dünyası Yay.

Göztepe, T.M. (1969). Osmanlının Son Padişahı Vahidettin Mütareke


Gayyasında. İstanbul: Sebil Yayınları.

Güçlüol, K. (1983).Cumhuriyet Dönemi’nde Eğitim, Milli Eğitimde


Teşkilâtlanma”. İstanbul.

Gülmez. N.(1999). Kurtuluş Saşında Anadolu’da Yenigün. Ankara.: AKY.

Güner, Z.Kabataş, O(1990).Milli Mücadele Dönemi Beyannameleri ve Basın


Ankara: .ADTK .Yay.

Güneş, İ. (1988). “Milli Mücadele Dönemi Bütçeleri”, Atatürk Araştırma


Merkezi Dergisi, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Güneş, İ. (1997). Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Düşünce Yapısı (1920-
1923). Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür .Yay:

Gürkan, K,İ. (1971). Darülfünûn Grevi. İstanbul: Harman Yayınları.

Güven, İ.(1994). “Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme(1970-1993)” 1.Eğitim


Bilimleri Kongresi (28-30 Nisan 1994). Çukurova Üni.Eğt.Fak. Adana.

Güz, N. (1991). Türkiye’de Basın İktidar İlişkileri (1920-1927). Ankara: G.Ü.


Basın Yayın Yüksek Okulu Yayını.

Ilgar, İ. (1973). Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, İstanbul. .

İğdemir, U. (1999). Sivas Kongresi Tutanakları .Ankara: TTK,.

İnan, M. R.(1983). “1920’lerde Türk Milli Eğitimi”. Cumhuriyet Döneminde


Eğitim . İstanbul: MEB Yay.
478

İnan, M.R.( 1975). Atatürk’ ün Devraldığı Eğitim, öğretim Durumu ve


Kurumlan (Eğitim Düzeni)”, Atatürk Konferansları 1971-1972, TTK
Basımevi, Ankara .

İnan,A..(1998). Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi. Ankara: Türk Tarih


Kurumu Yayınları.

İnuğur N.(1993). Basın Yayın Tarihi. İstanbul: Der Yayınları

İnuğur, N. (1992-1993).Türk Basın Tarihi 1919-1989. İstanbul: Gazeteciler


Cemiyeti Yayınları.

İskit, S. R.(2000). Türkiye’de Neşriyat Hareketleri Tarihine Bir Bakış: Ankara.


MEB.Yay.

Johnson, C. R. (2000). “İstanbul 1920” Çev.Sönmez Taner., İstanbul Tarih


Vakfı Yurt Yayınları 236-329.

Kanad, H.F.(1948). “Pedagoji Tarihi” İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.

Kansu. M.M, (1966). “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk İle Beraber”


.Ankara:TTK.Yay.

Kaplan, M.(1981). İnci Enginün, Birol Emil, Necat Birinci, Abdullah Uçman
Devrin Yazılarının Kalemiyle Milli Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal .
Ankara: Kültür Bak. Yay.

Kaplan.M. (1981). Devrin Yazarlarının Kalemiyle Milli Mücadele ve Gazi


Mustafa Kemal: Ankara: Kültür Bak. Yay.

Karabekir, K. (2000). Çocuk Dâvâmız, Cilt:1. İstanbul: Emre Yayınları.

Karabekir, K. (2000). Çocuk Dâvâmız, Cilt:2. İstanbul: Emre Yayınları.

Karabekir, K. (2010). İstiklâl Harbimiz, C: 2, İstanbul :Yapı Kredi Yayınları.

Karaosmanoğlu, Y.K.(1969). “Gençlik ve Edebiyat Hatıraları” Ankara.

Karaosmanoğlu, Y. K. (1981). Ergenekon Millî Mücadele Yazıları. Ankara:


Kültür Bakanlığı Yayınları.

Karasar, N.(l995). Bilimsel Araştırma Yöntemleri, “Kavramlar, İlkeler ve


Teknikler”. Ankara: Araştırma Eğitim Danışmanlık Şir.
479

Kavcar, C. (1974). II. Meşrutiyet Devrinde Edebiyat ve Eğitim 1908-1923.


Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.

Kavcar, C.(1974). “Eğitimimizde Nicelik-Nitelik ve Öğretmen Sorunu”..A.Ü.


Eğitim Fakültesi Dergisi. 6, 1-4.

Kavcar, C.(1987). “Yüksek Öğretmen Okulunun Öğretmen Yetiştirmedeki


Yeri” Gazi Üniversitesi. Gazi Mesleki Eğitim, Teknik Eğitim
Fakültesince Düzenlenen, Öğretmen Yetiştiren Yüksek Öğretim
Kurumlarının Dünü-Bugünü-Geleceği Sempozyumu. Ankara.

Kavcar,C.(1999). “Nitelikli Öğretmen Sorunu”, Buca Eğitim Fakültesi Dergisi,


Özel Sayı:11, İzmir.

Kaytancı.A.İ(2002) .İstiklal Marşı ve Milli Ruh. Niğde:Niğde Valilği Yay.

Kazanoğlu ,Z. (2000). Vatan, Hürriyet, Ekmek Birinci Dönem Türkiye Büyük
Millet Meclisi Tutanaklanndan Notlar. Ankara: Atatürk Kül. Mer. Yay.

Kocabaşoğlu, U.(1987).Basın Özgürlüğünün Engellenmesi. Sansür Tarihi


Tarih ve Toplum,Sayı;37.

Kodaman, B. (1980). Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi. İstanbul.

Koloğlu, O. (1993). Türk Basını Kuva-yı Milliye’den Günümüze. Ankara:


Kültür Bakanlığı Yayınları.

Koloğlu, O. (1994).Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Basın. İstanbul:


İletişim Yayınları

Köstüklü, N. (2004). Kazım Karabekir ve Eğitim. Konya: Çizgi Yayınevi.

Kutay, C. (1972). Kurtuluş ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları: Ankara.

Kutay, C. (1980). “ Üç Devirde Bir Adam”. İstanbul.

Küçük, C. (2002). Kazım Karabekir Paşa. TDVİA, Sayı:25. İstanbul: Türkiye


Diyanet Vakfı Yayınları.

Mardin, Ş.(1997).Türkiye’de Toplum ve Siyaset Makaleler. Ankara: İletişim


Yay.

Mcharty, J. (1998). Müslümanlar ve Azınlıklar, Çeviren, Bilge Umur, İnkılâp


Kitabevi, İstanbul.
480

Nuhoğlu, H. Y. (1993). “Darüleytam” Türkiye Diyanet Vakfı İslam


Ansiklopedisi, İstanbul, C. 8, s. 521.

Nur, R. (2003). Lozan Barış Konferansının Perde Arkası(1922-1923)


İstanbul.

Oğuzkan, T.(1987). “Atatürk’ün Eğitimci Kişiliği”. Cumhuriyet Dönemi.


Eğitimcileri, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu. Ankara.

Okur,Y(1996).“Darüleytamlar”.19.Mayıs Üniversitesi.Sosyal Bilimler Enstitüsü


Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Samsun.

Okur,Y.(1996). “Darüleytamlar” Ondokuz Mayıs Üniv. Sos. Bil Ens. Samsun.

Onat, F.R. (1964). Türkiye Eğitim isteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış. Ankara:
MEB. Basımevi.

Oral, S. F. (1968). Türk Basın Tarihi 1916-1965. Cilt: 2. Ankara: Yeni Adam
Matbaası.

Orhan.,A. (2001). Cumhuriyet Dönemi Ögretmen Örgütlenmesi. Istanbul:


Türk Dünyasiı Arastirmalari Vakfi Yayinları.

Ozulu.A.(2006).Milli Mücadele Yıllarında Çorum Gazetesinde Yayınlanan


Makaleler ve Şiirler, Lider Matbaası: Çorum.

Ökmen, Z(1971). “Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ve Saffet Paşa ”,Hayat


Mecmuası, C.I,Yıl:7,sayı:5,Haziran1971.

Önder, M. (1991). Milli Mücadele’nin Gazetesi Hâkimiyet-i Milliye Nasıl


Çıkarıldı? Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi. Sayı :20, Cilt: VII, Mart.

Öymen, H. R.(1988) “Cumhuriyet Eğitimine Geçişte Atatürk’ ün Etkisi”. Belleten


Ankara:. Atatürk Özel Sayısı,.TTK Basımevi.

Özalp, R. Ataünal A. (1983). Milli Eğitimde Kongreler ve Şuralar,


Cumhuriyet Döneminde Eğitim, MEB Yay: İstanbul.
Özalp, Y.(1977). Mustafa Kemal ve Milli Mücadele’nin İlk Zaferi: Ankara.

Özkaya, Y. (1988). “Mustafa Kemal Paşa’nın Ulusal Kurtuluş Savaşı


Boyunca ve Sonrasında Kamuoyunu Oluşturması ve Halk İle İlişkileri”
Silahlı Kuvvetler Dergisi, Atatürk Özel Sayısı (Genelkurmay Yayını).
Sayı:318: Ankara, s.72-73.
481

Özkaya, Y. (1989). Milli Mücadele’de Atatürk ve Basın (1919-1921). TTK


Yay: Ankara.

Özsoy, O. (1997). Gazetecinin İnfazı. İstanbul. Timaş Yayınları.

Öztoprak, İ. (1981).Kurtuluş Savaş’ında Türk Basını. Ankara.:Türkiye İş


Bankası Yay.

Öztürk C. (2010). “Cumhuriyet Döneminde Öğretmen Yetiştirmede Model


Arayışları”. “Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikaları Sempozyumu”
Atatürk Araştırma Merkezi , Ankara 2010.

Öztürk, C. (1994) “. Milli Mücadele Ankara’sında Serbest Âli Dersler”, Atatürk


Yolu, Mayıs, 1994, Sayı:13, s. 55.

Öztürk, C. (1996). Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası. Ankara. TTK


Yay .

Safa, P. (1999). Türk İnkılâbına Bakışlar. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Sakaoğlu, N.(2003). Osmanlı’dan Günümüze Eğitim Tarihi, İstanbul..

Sarıhan Z. (2009).1921 Maarif Kongresi” Ankara: Meb Yay.

Sarıhan, Z. (1982). Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C.I, Ankara: TTK. Yay.

Sarıhan, Z.(1984). Kurtuluş Savaşı Günlüğü C.1 1982 C:II, Öğretmen


Dünyası Yayınları Ankara.

Selek, S. (2000). Anadolu İhtilâli. İstanbul: Cilt I-II. Kaştaş Yayınları.

Sertel .Z (1977)“. Hatırladıklarım” İstanbul: Gözlem. Yay.

Sezer, A. (1999). Atatürk Döneminde Yabancı Okullar (1923-1938).


Ankara:TTK.Yay..

Soysal, İ. (1985). 150’likler. İstanbul: Gür Yayınları.

Su , K. (1974).Türk Eğitiminde Teftişin Yeri ve Önemi .İstanbul: MEB.Yay.

Su, K. (1977). ”İşgal Yıllarında İzmir Sultanisi”. Türk kültürü Dergisi Sayı:
181.s.48-60. Ankara.

Su, K.,(1981).Sevr Antlaşması ve Aydın (İzmir) Vilâyeti. Ankara.

Su, K.,(1986) .Manisa ve Yöresinde İşgal Acıları, Ankara.


482

Sürmeli, S. (1998).Millî Mücadele’de Tekâlif-i Millîye Emirleri. Ankara:


Atatürk Araştırma Merkezi.

Şahingöz,M, Keleşyılmaz,V(1998) .Milli Mücedele Dönemi Türk Basının’da


Wilson Prensipleri , AKM Yayını.

Şapolyo, E. B. (1969). Mustafa Kemal ve Birinci Büyük Millet Meclisi


Tarihçesi Ankara: Ülkemiz Matbaası.
Şehidoğlu.H,S(1975) .Milli Mücadelenin Maddi Dayanakları. Ankara

Şener, E. (1970). Kurtuluş Savaşı ve Sinemamız. İstanbul: Ahmet Sarı


Matbaası.

Taçalan, N. (1971). Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken.Ankara: Milliyet. Yay.

Tanilli,S.(2004).Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz.? Adam Yayınları: İstanbul.

Tanör, B. (2000). Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri. İstanbul: YKY.

Tansel, S.(1991).Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, Cilt:1 İstanbul: M.E.B.


Yayınevi.

Taşdemirci, E. (2001).Türk Eğitim Tarihinde Azınlık ve Yabancı Okullar


Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi .Sayı: 10.Kayseri.

Taşkıran, C. (2008). Milli Mücadele’de Kazım Karabekir Paşa. Ankara:


Atatürk Araştırma Merkezi.

Tekışık, H., H(1995). “Atatürk’ün Öğretmenleri”, Çağdaş Eğitim, 20, 215,


Kasım -1 Ankara.

Tekışık,H.,H.(1986). “Türkiye’de Öğretmenlik Mesleği ve Sorunları”,


Hacettepe Üniversitesince Düzenlenen Çağdaş Gelişmeler Işığında
Türkiye’de Eğitim Fakültelerinin Yeri ve Rolü Uluslararası
Sempozyumu, Ankara .

Temel, M. (1998). İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu. Ankara: Kültür


Bakanlığı Yayınları.

Tevetoğlu, F.,(1988). Atatürk’le Okyar’ın Çıkardıkları Gazete: Minber, Atatürk


Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt:5, Sayı:13.

Tevetoğlu.F.(1986). Hamdullah Suphinin Hayatı ve Eserleri. Ankara:Kültür


Bakanlığı .Yay.
483

Tezel, Y.S. (1994). Cumhuriyet Döneminin İktisadî Tarihi. İstanbul: Tarih


Yurt Yayınları.

Tonguç İ.H (1946) . İlköğretim Kavramı. İstanbul: Remzi Kitapevi.

Topuz, H.( 2003). II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi. İstanbul:
Remzi Kitabevi.

Topuzlu.C (1994).İstibdat - Meşrutiyet - Cumhuriyet Devirlerinde 80 Yıllık


Hatıralarım. İstanbul: Arma Yayınları.

Törenek, M. (2002).Türk Romanında İşgal İstanbul’u. İstanbul.:Ecem


Matbaacılık.

Tunaya .T. Z(1984). Türkiye’de Siyasal Partiler, Istanbul: Hürriyet Yayınları,


1984, C. I, s. 371- 372.

Tunaya, T.Z. (2000). Türkiye’de Siyasi Partiler,Cilt 3, İttihat ve Terakki, Bir


Çağın,Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları.

Tunaya.Z. (1999). Türkiye’de Siyasi Partiler Mütareke Dönemi. İstanbul:


İletşim Yay.

Tunçay.M(1967). Türkiye’de Sol Akimlar.Ankara: Bilgi Yay.

Turhan, M(1991) .Siyasal Elitler. Ankara: Gündoğan Yay.

Tûtengil, C.O (1965). Doktor Rıza Nur Üzerine Üç Yazı- Yankılar-Belgeler.


Ankara: Üçler.Yay.

Türkoğlu,A.(1990).Öğretmen Yetiştirmede Bazı Prensip ve Aşamalar


Çukurova Üniv. Eğit. Fak. Der. Cilt:1 ,Sayı:3: Adana.

Türkten, N. (2006.) .Kazım Karabekir Paşa’nın Çocuk Ordusu ve Sarıkamış


Çocuk Kasabası. Bütün Yönleriyle Sarıkamış Sempozyumu.
Sarıkamış Belediyesi: İstanbul.

Unat, F.R;(1964). Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış:


Ankara: MEB.Yay.

Ülken, H. Z. (1969).Sosyoloji Sözlüğü. İstanbul: MEB.Yay.

Ülkütaşır, M.Ş.(1973). Atatürk ve Harf Devrimi, TDK Yayını: Ankara.


484

Varlık, B. (1999). Osmanlı Döneminde Yerel Basını Üzerine Bazı Gözlemler,


Osmanlı Basını Yaşam Sempozyumu.Ankara: Gazi Üniversitesi
İletişim Fak. Yayınları.

Velidedeoğlu, H. V. (1990). İlk Meclis, Millî Mücadelede Anadolu. İstanbul:


Çağdaş Yayınları.

Velidedeoğlu, H.V. (1971). Bir Lise Öğrencisinin Milli Mücadele Anıları


İstanbul.: Ankara Varlık Yayınevi.

Wilson, H., Başgöz İ.(1968). Türkiye Cumhuriyetinde Eğitim ve Atatürk. Ankara: Dost
Yay.

Yalçın.H.C.(2000). Siyasal Anılar. İstanbul: İş.Ban.Yay.

Yasaroglu,A.H(1949). Mesrutiyetten Sonra İlk Muallimler Cemiyeti


Ögretmen, Kasım 1949, C. 3, S. 25, s. 8-9.

Yerasimos, S. (2000). Millîyetler ve Sınırlar, Balkanlar Kafkasya ve Ortadoğu,


Çeviren Şirin Tekeli. İstanbul: İletişim Yayınları.

Yılmaz ,M.(1989). Milli Mücadelede Kastamonu Öğretmenleri. Ank.Ünüv. İnk


Tar. Ens: Ankara.

Yılmaz, M.(1989).Milli Mücadelede Kastamonu Öğretmenler, Anakara


Üniversitesi İnkilap Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi. Ankara.

Yust, K. (1995). Kemâlist Anadolu Basını. Çeviren N.E., Yayına Hazırlayan,


Orhan Koloğlu Ankara: Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayınları.

Yuvalı A. (1997). Milli Mücadele ve Türk Ocakları, Türk Yurdu, Cilt:17,


Sayı:122, s.17.
485

EKLER
486

1-RESİMLER
Ankara Kız Lisesi Öğretmenleri ve Öğrencileri 1927 Yılları18

Ankara da Bayram Töreni Yıl 1930 - Ulus Meydanı

18
Sabiha Hanım 1912 Ankara Doğumlu.Matematik öğretmenidir.13 Ocak 2014 yılında yaptığımız
mülakatta arşivinden aldığımız resimlerdir.
487

19
BALIKESİR MİTİNGİ (28 Kasım 1919)

19
Balıkesir ile ilgili tüm resimler “Balıkesir Kent Arşivinden alınmıştır.
488

20
Atina Da Yunanistan’ın Eyne (Egina) Adası Esir Kampında Hüküm
Giyen Balıkesirliler

Fotoğraf: Esir Bandırma halkı, Yunanlılar tarafından Haydar Çavuş Camii’ne


götürülüyor… Halk, daha önceden bomba konan camide toplanmışsa da,
Yunan kuvvetlerinin çekilmesinin hemen ardından kapılar açılarak son anda
kurtulmuştur. Yunanlılar tarafından havaya uçurulan cami, yeniden inşaa
edilerek günümüzde halen ibadethâne olarak kullanılmaktadır.

20
Balıkesirle ilgili tüm resimler “ Balıkesir Kent Arşivinden alınmıştır.
489

AH YAKIYORLAR YURDUMUZU YUNAN MEDENİYETİ……

Balıkesir Gönen’de Miting “15 Mayıs 1919”


490

İZMİR İŞGAL EDİLiYOR! ” (15 Mayıs 1919) Rıhtımda Halk”

Yunanlılar Tarafından Harap Edilen Bandırma


491

16 Eylül 1920 İşgal altındaki İvrindi’de, Yunan İşgal Kumandanı


tarafından, yol yapımında çalıştırılan ahalinin denetlenmesi


492

“Balıkesir Hatırası”
493

2-ARŞİV BELGELERİ

BCA: 180/09/14/78. 1922 yılı “İlk ve Orta mekteplerde memleket dahilinde


oynanan oyunlar hakkında
“Anket"
494

Anket ‘de Tetkik Yapılan Muallim Hakkında İzahat


495

BCA: 180/09/208/1033., 1922-1923 Denizli Sicili


496

BCA: 180/09/173/838., 2 Eylül 1923 Gaziantep Sultanisi eski müdürü


Şükrü Bey’in Maarif Vekaletine “Maaş” ile ilgili verdiği dilekçe
497

BCA: 180/09/190/932., 2 Nisan 1923 Eski Sivas Darülmuallimat


Fransızca öğretmeni Nişan (Ermeni) adlı kişinin dilekçesi
498

BCA: 180/09/147/78 ., İsparta İdadisinde 1 Kasım 1923 ‘ten Geçerli


Olmak Üzere” İdari ve Eğitimci Kadrolarının Maaşları
499

GAZETE VE DERGİLERDEN ÖRNEK METİNLER


20 Aralık 1919 Karagöz Dergisi”Çocuklar ve Karagöz Arasında ki
Konuşma”

14 Şubat 1922 Karagöz Dergisi”Muallimler ve Karagöz Arasında Geçen


Konuşma”
500

Zümrü-ü Anka Dergis i 15 0cak 1922 “Rum Okulunda Muallim ve


Öğrenci Arasıda ki Konuşma”

Aydede Dergisi 3 Nisan 1922 “Eskiden Bakkal Hesap Verirdi Şimdi Biz
Bakkala Hesap Veriyoruz”
501

Aydede Dergisi 1Mayıs 1922 “Kim Kime Acıyacak”

Aydede Dergisi 7 Ağustos 1922 Para Nasıl Kazanılıyor?


502

Aydede Dergisi 27 Mayıs 1922 “Davulcu ile Memur Arasında Geçen


Konuşma”

12 Aralık 1923 Muallimler Mecmuas ı” Muallimler Maaşları “


503

31 Ekim 1923 Muallim ve Muallimelerin Mesleki Hazırlıkları

30 Haziran 1923 Muallimler Mecmuası “İlk ve Orta Darülmuallimat”


Muallimeliğe İhtiyaç
504

21 Aralık 1922” Muallimler Cemiyeti Kongresi”

Muallim Maaşları
505

GAZETELER

Hâkimiyet-i Milliye “16 Mart 1921 “Maarif Vekili Hamdi Bey ile Mülakat”
506

Hâkimiyet-i Milliye 25 Mart 1921 “Muallim Buhranı”


507

Hâkimiyet-i Milliye 22 Temmuz 1921 “Maarif Konferansı”


508

Hâkimiyet-i Milliye 3 Nisan 1922 “Muallimlik Bir Meslek Olacaktır”


509

Hâkimiyet-i Milliye 3 Ağustos 1922 “Anket On dört Sualimize Cevap”


510

Hâkimiyet-i Milliye 5 Ağustos 1922 “Anket “ On dört Sualimize Cevap”


511

Peyam- Sabah 2 Eylül 1920” Muallimler”


512

Peyam- Sabah 3 Eylül 1920” Muallimlerin Maaşları”


513

Peyam- Sabah 5 Eylül 1920 “Muallim Kahtı”


514

İstikbal Gazetesi 13 Aralık 1922 “Mekâtib-i Ta’liye Ders Saatlerinin


Miktarı”

İstikbal Gazetesi 19 Aralık 1922 “Hiyanet Vesikaları


515

Açıksöz Gazetesi 10 Aralık 1921 ”Ucuz Maarif”


516

Açıksöz Gazetesi 10 Aralık 1921 ”Sultani Programları Yeni Medrese”


517

Minber Gazetesi 21 Kasım 1918 “Yeni Kabine

Minber Gazetesi 8 Kasım 1918”Tahliye Edilmeyecek Mektepler”


518

Minber Gazetesi 15 Kasım 1918 “İstanbul da Okulların Boşaltılması”

Minber Gazetesi 7 Kasım 1918 “Mekteplerin Küşadı”


519

16 Şubat 1920 İrade-i Milliye Gazetesi “Maaşlar”


520

14 Eylül 1919 İrade-i Milliye Gazetesi” Hareketi Milliyenin Esbabı


521

İkdam Gazetesi 30 Mayıs 1919 “Sevgili İzmir için İstanbul


Müslümanlarının Dünkü Tezahuratı Selahaddin Bey, ve Halide Edip’in
Nutku
522

İkdam Gazetesi 31 Mayıs 1919 “Sultanahmet Meydanı’nda Yüzbine


Karib Ehl-i Tevhidin İctimaı
523

Hadisat Gazetesi 20 Mayıs 1919 “İstanbul Dün İzmir için Çırpındı”


524

İkdam Gazetesi 5 Aralık 1922 “ANADOLU VE MEKTEPLERİ Viyana’dan:


[*]

You might also like