You are on page 1of 18

Solunum

Sistemi ve İlişkili
Bozukluklar
Dr.Öğr.Üyesi Sevinç MİS
Solunum sistemi fonksiyonu
• Solunum sistemi, soluma ve gaz değişimini sağlayan toplam 8 organ ve yapılardan oluşur. Bu
yapılar iki bölümde gruplandırılır: üst solunum yolları (ağız, nazal kavita, farenks, larenks) ve alt
solunum yolları (trakea, bronşlar, bronşioller ve alveoller).

• Solunum sistemi hücrelere hayati önemi olan O2 sağlamak ve hücrelerden CO2 uzaklaştırmak
için otomatik olarak çalışır (1 dak/12-16 kez; 1 gün/ 23.000 kez). Solunum süreci büyük
çoğunlukla istem dışıdır ve beyin sapındaki solunum merkezi tarafından kontrol edilir. Solunum
merkezinin faaliyetine hipotalamus tarafından ayar verilmektedir.

• Oksijen ve karbondioksit değişimi sayesinde solunum sistemi homeostazisi devam


ettirmektedir. Homeostazisin korunmasında anahtar rol oynayan O2 hücre metabolizması
yoluyla vücutta enerjiyi üretmek için gereklidir ve CO2 bu sürecin artık ürünüdür.

• Solunum süreci dört aşama içerir; 1.Pulmonel ventilasyon, 2.Dış solunum (atmosfer-organizm),
3.Gazların taşınması ve 4. İç solunum ( kan-hürelerarası sıvı-hücre).
• Pulmonel ventilasyon ve dış solunum yalnızca solunum sisteminin sorumluluğunda gerçekleşir,
fakat O2 ve CO2 vücutta kan ile taşınılır. Dolayısıyla etkili bir respirasyon aynı zamanda kardiyo-
vasküler sistemin yeterli fonksiyonuna bağlıdır.
Hava yolları
• Hava iletimini sağlayan solunum yolları epitel tabaka altında bulunan yaygın bir kapiller ağ sayesinde havayı nemlendirir ve ısıtır. Hava, ağız ve
burun yoluyla farenkse geçer. Farenks ses tellerini de bulunduran bölümü ile larenkse bağlantılıdır. Larenks trakeaya açılır. Trakea sağ ve sol
dallara ayrılan ve her iki akciğere giren ana bronşlara geçer.

• Bronşlar alveollere ulaşana kadar bronşiollere dallanıp dağılır ve respiratuar bronşioller ile alveollere ilerler. Düz kas tabakası bronşiollerin
kasılıp gevşemesini sağlayarak hava akımını regüle eder. Solunum sisteminde fizyopatolojik süreçlerin meydana gelmesi hava akımına engel
olabilen tehlikeli bronko-konstrüksiyona (daralma) yol açabilir.

• Solunum yollarına giren hava genellikle zararlı partikülleri (toz, polen, zararlı maddeler),enfeksiyon ajanlarını (bakteri, virüs, mantar) içerir.
Onların akciğerlere girmesini engellemek için solunum sisteminin filtre etme kapasitesi mevcuttur.
• Filtre etme kapasitesi belirleyen mukoza ve tüycüklü epiteilal hücrelerin bariyer görevi, vücudun Birinci savunma hattına ait bir mekanizma
örneğidir.

• Burun, trakea, bronşların ve bronşiollerin (inperatuvar bronşiollar hariç) epitel tabakasında salgılanan yapışkan mukus ve saç kılına benzer
siliaların kamçımsı hareketı solunum sistemine düşen parikülleri ağızdan atılmak üzere yukarıya doğru itilmesini sağlar. Fakat nikotin, alkol ve
hava kirliliği mukus üretimini ingibe eder ve de silaları inaktive eder.
• Bu durum partiküllerin alt solunum yollarına geçmesine yol açar ve patojen mikroorganizmaların akciğere ilerlemesi sonucu solunum sistemi
enfeksiyonlarnın riski artar. Bunun dışında sürekli nikotin, alkol ve aşırı hava kirliliği etkisi ile epitelial dokunun yerini daha dayanıklı ve kaba
Skumöz tabaka alır.
• Silyaların hereketine ek olarak immun sistem (immunoglobulin A araçlığı ile) bakteri ve virüslerin mukoz membranına yerleşmesini engeller.
Buna rağmen akciğerlerde alveol çevresine kadar ulaşabilen patojenleri ise makrofajlar fagosite ederler. Bu durum da vücudun İkinci savunma
hattına ait bir bariyer mekanizma örneğidir.
Alveoller
• Hava ile kapillerler arasındaki gaz değişiminin gerçekleştiği temel bölüm
alveollerdir. Her akciğer yaklaşık 150 milyon alveol içerir ve hava iletim
yollarından gelen O2 ile dolaşım sistemi araçlığı ile gelen CO2 bu alanda
yer değiştirirler.
• Alveoller ile kapillerlerin tek hücreli tabakalardan oluşumu bu değişimi
kolaylaştıran bir faktördür. Dolayısıyla gaz değişiminin normal miktarı total
alveol yüzey alanının genişliğine ve kapiller-alveol duvarların kalınlığına
bağlıdır. Alveollerdeki gaz değişim kapasitesi yeterli hava ventilasyonunu
ve kanın perfüzyonunu direkt olarak etkiler.
• Normal ventilasyonda 1 dak./4 lt.hava, normal perfüzyonda ise 1dak./5 lt.
kan kullanılır. Ventilasyon problemleri ve Perfüzyon sorunları fiyopatolojik
süreçleri tetikleyen temel nedenlerdir.
• Alveollerin yüzeyini kaplayan Surfaktan her isnpirasyon esnasında
alveollerin yeniden genişlemesini sağlayar. Surfaktan yetersizliği alveoller
kollapsına (sönmesine) yol açar.
İnspirasyon ve Ekspirasyon
• Solunum fonksiyonu İnspirasyon (inhalasyon -havayı içeri almak ) ve
Ekspirasyon(ekshalasyon-havayı dışarı atmak) olmak üzere iki fazdan oluşur ve
birçok vital fonksiyonu ( örneğin kalp hızını, kan basıncını ) yöneten beyin sapındaki
medulla oblangata tarafından koordine edilmektedir.
• İnspirasyon medulla oblangatadan diafragmaya giden sinir iletimi ile başlayan aktif
nöral süreçtir. Bu sinir iletisi diafragmayı kasarak düzleştirir (aşağı çeker) ve böylelikle
akciğere hava girişini sağlar. İnterkostal kasları da kapsayan bu uyarı aynı anda göğüs
kafesini yukarı ve dışa hareket ettirir. Bu da inter-pulmonel basınç değerini değiştirir
ve hava akciğere girer.
• Ekspirasyon ise normalde bunun tersine pasif bir işlemdir. Diafragma ve
interkostalların gevşeyip eski haline dönmesi toraksik volümü azaltarak intra-
pulmonel basıncı artırır ve hava akcığer dışına ittirilir.
• Pasif ekspirasyonunu çok kolaylaştıran akciğerdeki elastik fibrin lifleridir (elastik
recoil).Öyle ki bu elastik liflerin eksikliği önemli fizyopatolojik durumlara (Enfizem)
yol açar ve ekspirasyon artık pasif olmaktan çıkar ve hasta nefes vermek için de efor
harcamak zorunda kalır.
Plevra
• Göğüs kafesi içerisinde bulunan akciğer,göğüs kafesine Plevra adı verilen
bir zar ile bağlanır.
• Plevra iki yapraktan oluşur ve bu yaprakların arasında kayganlığı sağlayan
intraplevral sıvı bulunur. Sadece birkaç ml. kadak miktarda bulunan bu
sıvı doku aşınmasını önler.
• İki plevra yaprağı arasında oluşan yaklaşık 4 mmHg’lik ir negatif basınç
alveolleri açık tutup dışa doğru çekerk ve sünmesini önler.
• Bu basınç aynı zamanda göğüs kafesini de içe doğru çekmeken bir
güçdür.
• Akciğerler plevra zarı ile diyafragma kasına da bağlıdırlar ve Plevra
sayesinde akciğer göğüs hareketine uyum sağlar.
Solunum kontrol mekanizmaları
• Solunum kontrolünde temel faktör karbondioksit seviyesidir. Beyinde ve arterlerde
kemoreseptörler CO2 seviyesini algılar ve medullaya bu bilgi mesajlarını
göndererek solunumun şeklini belirlerler.
• Sadece bazı hastalık durumlarında bu kural bozulur ve solunumu O2 seviyesi kontrol
etmeğe başlar. Fakat bu durum anormaldir ve oksijen reseptörleri sadece oksijen
seviyesi kritik noktaya düşünce devreye girerler.
• CO2 vücutta asit kaynağıdır. Dolayısıyla solunum hızı ve derinliğinin azalması
karbondioksitin retasyonuna ve de kanın daha asidik olmasına yol açar. Bu durumda
kompansatuar (telafi) mekanizması solunum hızını ve derinliğini artırır ve
organizmada homeostazisi yeniden yapılandırmak için oluşan pH dengesizliğinin
düzelmesini sağlar.
• Ek olarak akciğerdeki gerilme reseptörleri (baroreptörler) de akciğerin hava ile
doluluk oranlarını algılar ve solunum merkezini haberdar ederler. Baroreseptörler
tarafından Medullaya oblangataya gelen mesajlar sayesinde akciğerlerin aşırı derece
dolması engellenir. Bu kompensatör mekanizmaya da Hering-Breuer refleksi denir.
Solunum sistem bozuklıkları
• Normal solunum sistemindeki değişiklikler üç farklı şekilde gelişiyorlar:
Perfüzyon yetersizliği, Ventilasyon problemleri ve Enfeksiyon durumları.
• Enfeksiyon durumları birçok semptomu açıklayan enflamatuar cevabı tetikler.
• Ventilasyon sorunları, havanın akciğere giriş ve çıkışı ile ilgili problemlere bağlı
oluşur.
• Perfüzyon sorunları ise gaz değişimini engelleyen durumlara işaret eder. Bu
durumlar genellikle kardiyovasküler sistemle ilişkilidir ve dolaşım bozukluklara
bağlı olarak ortaya çıkar. Kanla dolaşan bir pıhtının (pulmonel emboli) damar
lümenini tıkaması perfüzyon sorunlarını ortaya çıkarır.
• Solunum yetmezliği akciğerlerdeki gaz değişiminin azalması durumlarına
(astım, amfizem, kronik bronşit) yol açar.
• Hava yolu açıklığında yetersizlik, sekresyonların aşırı yapışkan hale gelmesine
ve katılaşmasına (pnömoni ve kistik fibroz) yol açar.
Enfeksiyon Hastalıkları
Solunum yetmezliği
• Solunum Yetersizliği akciğerlerin dış çevreden vücudun metabolik ihtiyaçlarını
karşılayacak seviyede oksijen alamayınca gelişmektedir. Bu seviye, ’’Oksijen
saturasyonu’’ (SaO2) olarak adlandırılır ve eritrositlerde oksijen taşıyan hemoglobin
konsantrasyonunu yansıtır (normalde %98 olmalıdır).

• Arteriyal kandaki oksijen miktarının azalmasına Hipoksemi denir ve bu durum doku


hücrelerinin yetersiz oksijen almasına (Hipoksi) yol açar. Şiddetli Hipoksemi kendini
dudaklarda ve ağızda mavimsi renle (merkezi Siyanoz ) gösterir.

• Fakat hücresel oksijen eksikliği olan hipoksi durumu hipokseminin dışındaki


sebeplerden, örneğin kardiyovasküler sistemin fonksiyonel yetersizliğinden veya
şiddetli kanama sonucu gelişebilir.
Üst solunum yolu Enfeksiyonları
Enfeksiyöz Rinit, Sinüzit, Larenjit gibi bozukluklar Üst Solunum Yolu enfeksiyonları arasında yer
alırken, Akut Bronşit Alt Solunum yolları enfeksiyonuna bir örnekdir. Enfluenza (grip) ise
genelde hem üst, hem de alt hava yollarını saran enfeksiyonu gibi algılanmaktadır.
• Üst solunum yollarının enfeksiyonlarının nedenleri arasında viral enfeksiyon ajanları
(rinovirüs, adenovirüs, coronavirüs ve influenza ); bakteriler (streptokok pnömoni,
haemophilus influenza) ve mantarlar (aspergillus, mucormicosis)vardır. Bu ajanlar toplam
100’den fazla mikroorganizma grubunu oluşturdukları için ve süretli mutasyona uğradıkları
için,onlara karşı bağışıklık geliştirilmesi zorlaşır.
• Bu etkin enfeksiyon ajanları burun mukozasını saran epitel tabakaya yerleşerek çoğalırlar.
Hafif hücresel enflamasyonlar burun akıntısını, yoğun mukoz üretimini ve epitel dokuda
dökülmelere yol açar.
• Vücudun Birinci Savunma Hattındaki bu kırılma , güvenlik açığı yaratarak daha fazla bakteri
invazyonuna yatkınlığı arttırır ve sonuç olarak sekonder bakteriyel enfeksiyonlar viral
enfeksiyonlarla birlikte geliştiği durumlar yaygın olarak görülür.
• Bulaşma hem inhalasyon hem de temas araçlığıyla meydana gelebilir. Eller genellikle % 60
oranında virüslerle kontaminedir. Virüsün invazyonu ve belirtilerin başlaması süreci arasında
2-3 gün ve daha fazla sürebilen bir kuluçka dönemi yaşanır.
• Çevresel irritanlar (sigara dumanı, hava kirliliği ) mukozaya ve siliallara yaptığı hasar
yüzünden sekonder bakteriyel enfeksiyonların görülme riskini artırır.
Grip (İnfluenza)
• Genellikle salgınlarla seyreden ve esasen üst solunum yollarının ateşli bir hastalığıdır
,fakat tabloya total akciğer enfeksiyonu eklenebilir. Etken, değişken yapıya sahip ve
geniş çeşid yelpazesi bulunan İnfluenza virüsüdür.

• Ayırt edilebilen üç ana türü vardır; A, B ve C. Bu grupların virüsleri sürekli mutasyona


uğrayarak uzun vadede vücudun bağışıklık geliştirmesini engellerler.

• Hastalık genelde 1-4 (veya daha fazla) günlük bir kuluçka süresinden sonra şiddetli
baş ağrısı, üşütme, titreme, ateş ve bitkinlik gibi belirtilerle birden başlar (sade soğuk
algınlığından farklı olarak grip durumunda bu semptomlar genellikle çok ani ve hepsi
birarada ,neredeyse ,aynı anda başlar). Baş ağrısı, bel ve bacak ağrıları çok belirgindir.
Burun akıntısı, öksürük, göz yaşarması, boğaz kızarıklığı vardır. Çocuklarda diyare
görülebilir.
Alt solunum yolu enfeksiyonu.
Pnömoni (Zatürre)
• Pnömöniler (Zatürre). Diğer hava yolu enfeksiyonlarına eklenen sekonder olarak da
gelişebilen Pnömoni akciğer parankimasının, yani akciğerdaki alveol boşluklarının
Akut iltihabıdır. Bakteriyel ve viral olarak iki tip Pnömoniler vardır.

• İnflamasyon ve ödem sonucu alveoller nötrofiller, eritrositler ve fibrin içeren debris,


eksuda ile dolarak katı bir kitleler (konsolidasyon) oluşturur. Bir veya daha fazla loba
yayılan bu kitle alveollerde solunumu engeller, akciğerlerin insperasyon esnasında
genişlenmesini zorlaştırır. Yetersiz volüm sonucunda Hipoksemi gelişir.

• Hipoksemi nedeniyle taşıpne vede taşıkardi meydana gelir. Ateş ve taşıpne vücutta
sıvı kaybına (dehidrasyon) yol açar. Alveolleri dolduran eksuda (iltihabi sıvı) balgam
üretimine ve öksürüğe neden olur. İnflamasyonun plevraya yayılması ve plevral
yaprakların arasında sıvı birikmesıne (ödem) yol açar ,bu da sinir uçlarını irrite ederek
ağrı yapıyor. Dokularda oluşan sürekli oksijen açlığı yaşam işlevlerin aşırı ölçüde
zayıflamasına ve patolojik uykuya (laterji) da neden olur.
Alt Solunum Yolu
Enfeksiyonları
• Pnömoni dışında Bronşiolit, Tüberküloz, gibi hastalıklar da Alt Solunum
Yolu Enfeksiyonlarıdır.
• Bronşiolit en sık olarak 1 yaşından daha küçük çocuklarda görülür ve
genelde sonbahar ve kış aylarında artar. Virüsler bronşiolleri etkilediği
zaman, hava yollarında inflame olur (iltihabi reaksiyon gelişir), şişer ve
burada mukus toplanır. Ödem ve mukus kombinasyonu alveole hava
akışını engeller.
• Tüberküloz hastalığına Mucobacterium tuberculosis basili neden olur.
Fizyopatolojik süreç iki evrede gelişiyor. İlk evrede makrofajlar vücuda
intigal eden basilleri yutar fakat içlerinde yok edemezler. Bu durumda
makrofajlar lenfositlerle gücbirliği yapmak üzere bir araya gelerler ve
canlı basilleri içinde hapseden özel yapılar tüberküller oluşturur. Bu
tüberküllerde basiller uykuda tutulur ve bu pasif evre uzun yıllar devam
edebilir. Bu ilk evrede hasta kendisi enfekte olduğu halde
asemptomatiktir ve hastalık bulaşıcı değildir.
• Fakat,yetersiz beslenme,yetersiz oksijen,güneş ışığı vaya stres nedeniyle
immun sistemin zayıflaması durumunda enfeksiyon ajanı olan basill
tüberküllerden kurtulup hastalığı sekonder evreye ilerletir. Aktivleşen
bakterilerin etkisiyle hastalık balgamlı kanlı öksürük, gece terlemeleri,
kilo kaybı, sürekli ateş, titreme ğibi semptomlarla ağırlaşır. Ve bu evrede
hastalık artık son derece bulaşıcıdır.
Obstrüktif Akciğer Hastalıkları. Astım.
Hava akımında obstrüksiyon, daralmış hava yolları ve hava akımına direnç ile ilişkilidir.
Bu durumda akciğerlerin ventilasyonu ile ilgili bozukluklar meydana çıkar ve Astım,
Amfizem gibi hastalıklara yol açar.

Hava yolu lümeninin çapı yarıya düşerse , hava akışı direnci 16 kat artmış olur. Direnç
arttıkça daha fazla gaz molekülü çarpışarak gürültülü solunum şekline neden olur. Hava
yollarındaki bu direnc sadece solunum kaslarının çalışmasındaki artış ile dengelenebilir.

Astım aralıklı ve reversible (geridönüşümlü) hava yolu obstrüksiyonudur. Bu bozukluk


akut hava yolu inflamasyonu , bronkokonstrüksiyon, bronkospazm ve bronşiollerin
ödemi ile kendini göstermektedir.
Bilindiği gibi, bronş ve bronşiyoller düz kaslara , mukus salgılayan bezlere ve silya
hücrelerine sahiptirler. Astım hastalığında bu tabakalar çevresel tetikleyiciler (toz, ilaç,
stres, ağır egzersiz, soğuk) tarafından uyarıldıklarında kan damarların yakınında
bulunan mast hücreleri bir dizi sitokin salgılar ve bu uyarı ile iltihabi cevabı tetiklerler.
Bu da düz kasların konstrüksiyonuna, mukus üretiminde artışına, kılçal damarların
geçirgenliğinde belirgin artışa (ödem) neden olur. Hava yolları daralır, mukus ve kanla
dolar, tıkanır ve Astım bozukluğuna has krize sebep olur.
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı(KOAH).
Anfizem.
• Amfizem, Kronik bronşitle birlikte, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) adı altında
incelenmektedir. Anfizem terimi ‘’şişme’ ’anlamına gelmektedir.
• Akciğer Anfizemi terminal bronşiollerin distalindeki hava boşluklarının kalıcı olarak
genişlemesi ve bununla birlikte alveol çeperinde harabiyet bulunması şeklinde tanımlanır.
• Bu doku dejenerasyonuna neden olan mekanizmanın, sigara, hava kirliliği, mesleki faktörler,
infeksiyonlar gibi zararlı etkenlere nötrofiller ve makrofajlar tarafından iltihabi cevap
çerçivesinde salgılanan proteazların(protein çözücü enzimler) alveol hücre düvarına
yaptıkları tahribattır.
• Sağlıklı akciğer dokusu proteazların yıkıcı etkisine karşı ürettiği alfa Anti-tripsin sayesinde
direnebilir, fakat örneğin nikotin gibi irritanların etkisi sonucunda akcığerin bu koruyucu
kabiliyeti kaybediliyor.
• Sonuçta aşırı proteaz aktivitesi alveoler elastik lifleri yok eder ve alveoller ile insperatuvar
bronşioller esnekliklerini düşürüp genişlerler. Alveoller şişer, sirkülasyon yetersizleşir ve hava
akciğerde sıkışır.
• Toraks içinde artan hava hacmi, diafragmı aşağı doğru iter ve doğal çukur şeklini bozarak
hastanın nefes almasını zorlaştırır.
• Bu ortamlar enfeksiyon görme riskini artırır.

You might also like