You are on page 1of 93

Seyahatnamesi

Prof. Dr. Ramazan ŞEŞEN


İBN FADLAN SEYAHATNAMESİ
ve Ekleri

RAMAZAN ŞEŞEN

Genel Yayın Yönetmeni


Mustafa Karagüllüoğlu
© Yeditepe Yayınevi
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Sertifika No: 16427

ISBN: 978-605-4052-22-6

Yeditepe Yayınevi: 111

Araştırma İnceleme Dizisi: 92

1. Baskı: Şubat 2010


İç Tasarım
İrfan Güngörür
Kapak Tasarım
Sercan Arslan
Baskı-Cilt
Bayrak Yayımcılık Matbaacılık
Davutpaşa Caddesi No: 14 K: 2 Topkapı / İSTANBUL
Tel: 0212 493 11 06

4 kitapadresi.com
internetteki kitap adresiniz

Yeditepe Yayınevi
Vatalçeşme Sk. No: 27/15 3 4 4 i o Cağaloğlu-İstanbul
www Vİh / 0 2 1 2 ) 5 2 8 4 7 5 3 F a k s : ( o 2 1 2 )
512 33 78
ww.yeoitepeyayinevi.com | bUgi@yeditepeyayinevi.com
IBNFADLAN
SEYAHATNAMESİ
ve Ekleri

RAMAZAN ŞEŞEN

YEDİTEPE 4£
İstanbul 2010
İÇİNDEKİLER

ÖnSÖZ yjj
Bibliyografya

IBN FADLAN SEYAHATNAMESİ.


j*>L<a3 ¿^1 ÂJb»-j 79
ÖNSÖZ

İbn Fadlan X. yüzyıl başlarında Abbasi Halifesi Muktedir


(ölm. 32o/932)'in divanında (sekreteryasında) çalışan kâtiplerden
ve Mevlâlardan (Araplaşrmşlardan)'dır. Hayati hakkındaki bilgi­
lerimiz sadece, 309-310/921-922 yıllarında Halife Muktedir tara­
rından Etil (Volga) Bulgarlanna gönderilen elçilik heyeti sırasın­
daki hatıralarını anlattığı Seyahatname (el-Rihle)'sinde verdiği
ilgilere dayanmaktadır.
Bu seyahatname X. )iizyıldaki Türklerin tarihi hakkında en
cardı, en sağlam vesikalardandır. İbn Fadlan gibi kültürlü, mü-
tecessis bir kişinin gözlemlerine dayanmaktadır. Veciz ve akıcı
bir üslupla kaleme ahnmıştır. Yazıldığı tarihten itibaren doğuda,
daha sonra batıda çeşitli kişiler tarafından kaynak olarak kulla­
nılmış, üzerinde çok sa>ıda çalışma yapılmış, çeşitli dillere çevril­
miş, filmlere konu olmuştur. İbn Fadlan elçilik için gittiği sırada
uğradığı Türk kabilelerinin idaresi, dinleri, adetleri, hukukları
hakkında çok değerli bilgiler vermiş, o kavimlerden olan kişi­
lere sc rular yöneltmiş, onların mantalitesini anlamaya çalışmış­
tır. Devrindeki Oğuzlar, Bulgarlar, Ruslar hakkında son derece
önemli bilgiler vermiştir. Bu arada bazı mübalağalar \*apmaktan
kurtulamamıştır.

VII
İbn Fadlan'ın eserinden anlaşıldığına göre, bu sırada Abbasi
Halifeliği içinde bulunduğu çeşitli problemlere rağmen Türk ül­
kelerinde İslâmiyet'in yayılması için Samanîlerle beraber büyük
gayret sarfetmekteydi. Bir taraftan kuzey istikametinde Harezm-
lilerin yardımıyla Bulgarlar, Hazarlar arasında, Sanıanilerin yar­
dımıyla doğuda Karahanlı sahasında İslam dinini yaymaya çalışı­
yordu. Bu işte sarayağası Nezir el-Haramî başrolü oynamaktaydı.
Bulgarların Müslüman oluşunda, Halife ye elçi göndermelerinde
ve Halife nin cevabi elçilik heyeti göndermesinde Nezir el-Haramî
öncülük etmiştir.
İbn Fadlan'ın ve diğer bazı kaynakların anlattıklanna göre
300/912 yılı civarında bu günkü Kazan şehrinin güneyinde bu­
lunan Volga (Eril) Bulgarları hükümdarı Üteper Almış b. Şilki
Müslümanlığı kabul etti. Bu sırada Bulgarlar Yahudi Hazarlara
haraç vermekteydiler, onların baskısı altındaydılar. İlteper Almış
Hazar baskısına karşı Halifenin desteğini sağlamak istiyordu.
309/921 yılma doğru .Abdullah b. Baştu el-Hazarî başkanlığında
Halife Muktedire bir elçilik heyeti gönderdi. Halifeden İslam d i ­
nini öğretecek din adamları, saltanat alametleri, Hazarlara karşı
yapılacak bir kale için harcanacak para istedi. Bu elçilik heyetinin
gönderilmesinde Bağdat Sarayağası Nezir el-Haramî önemli rol
oynadı. Halife cevabî elçilik hey etinin gönderilmesiyle de onu gö­
revlendirdi. Nezir el-Haramî gönderilecek heyetin başına azadlısı
Sevsen el-Rassî'yi tayin etti. Yanma Türk ülkelerini iyi büen Tigin
el-Türki üeBârisel-Saklâbîyi verdi. Aynca, İbn Fadlan'ı din adam­
larına başkanlık etmek, Halifenin, vezirin ve kendisinin mektup­
larını okumak, hediyeleri takdim etmekle görevlendirdi.
Elçilik heyeti 21 Haziran 921 Perşembe günü bir kervanla
Bağdad'dan hareket etti. Horasan yolunu takip ederek Kirmanşah,
Hamedan, Save, Rey, Dâmeğan, Nisabur, Serahs, Mevr, Amul, Fİ-
rebr, Beykend şehirlerine uğradı. Samanilerin başşehri Bııhara'ya
vıırdı. Samani hükümdarı Nasr b. Ahmed ve veziri Ceyhâni ta-

VIII
ranndan ağırlandı. Sonra HareznYe geçti. Harezmsah Muham-
med b. Irak tarafından kabul edildi. Bu kabuller sırasında elçilik
heyetiyle geçen müzakerelerden anlaşıldığına göre Samaniler ve
Harezrnliler elçilik heyetinin gitmesinden, Haüfe nin bu ülkelerle
doğrudan ilişki kumlasından memnun değillerdi. Bununla bera­
ber, Halifenin emrine uyarak gerekli hazırlıkların yapılmasında,
kılavuzlar, muhafızlar verilmesinde yardımcı oldular.
Elçilik heyeti 921-922 kısım Harezm'de Cürcaniye şehrinde
geçirdi. Türkler ve Türk ülkeleri hakkında bilgi edindi. Havala­
rın ısınmaya başlaması üzerine 4 Mart 922 tarihinde bir kervanla
Cürcâniye'den kuzeye doğru hareket etti. Önce Üst-Yurt'taki Oğuz­
lara uğradı. Onların liderleriyle, bilhassa ordu kumandanı (Subaşı)
ile buluştu. Ona Nezir el-Haramînin mektubunu, hediyelerini
verdi. Nezir el-Haramî mektupta onu İslamiyet'e davet etmek­
teydi. Fakat Subaşı net cevap vermedi. Cevabını mektupla Nezir
el-Haramî'ye bildireceğini söyledi. İbn Fadlan'ın verdiği bilgiler­
den Oğuzlar arasında İslamiyet'in yayılmakta olduğu anlaşılmak­
tadır, i b n Fadlan Oğuzların yaşayıştan, idareleri, dinleri, ahlak ve
adetleri hakkında son derece önemli bilgiler vermektedir.
Elçilik heyeti yoluna devamla Peçeneklere, Başgutlara uğ­
rar, İbn Faldan onların dinleri, adetleri hakkında kısa bilgiler ve­
rir. Nihayet, elçilik heyeti 12 Mayıs 922 Pazar günü Bulgarların
memleketine ulaşır. İlteper Almış tarafından karşılanır ve ağır­
lanır. Bu sırada Bulgarlar henüz yerleşik hayata geçmemişlerdir.
Bu arada heyet birkaç gün dinlenir, hükümdar ülkesinin ileri ge­
lenlerini toplar, heyeti resmen huzuruna kabul eder. Bu kabulde
hatunu, beyleri, çocukları da bulunur. İbn Fadlan hüJcümdar ve
yanındakilere Halife Muktedir in, vezir Hamid b. Abbas'ın, Nezîr
el-Haramî'nin mektuplarını okur, hediyelerini, saltanat alametle­
rini takdim eder. Fakat hükümdarın kale yaptırmak için istediği
paradan hiç bahsetmez. Bu paranın gönderildiği mektupta yazıl­
maktadır. Hükümdar bu konuda ısrar eder. İbn Fadlan paranın
miri edilemediğini söyler, hükümdar meselenin üzerinde du­
rursa da bir sonuç alamaz.
İbn Fadlan Bulgarların yaşayışları, adetleri, ahlakları, ülkele­
rinin özelliği, ekonomileri hakkında son derece güzel ve ayrıntılı
bilgiler verir. Harezrrüilerin etkisiyle onların Hanefi mezhebinde
olduklarına telmih eder. Namazlarda ikametleri Şafii mezhebine
göre yaptırmaya çalıştığını, fakat başarılı olamadığım söyler. Hü­
kümdarın ve halkın eski adetlerinin bir kısmım korumalarına kar­
şılık, sarnimi Müslüman olduklarını ortaya koyar.
Bu arada İbn Fadlan Etil nehri kıyısında kurulan büyük bir
çarşıya gelen Rus (Vıking) tüccarlarından bahseder. Onların din­
leri, gelenekleri hakkında enteresan bilgiler verir. Onlar tarafından
yapılan bir ölü düğününü a>Tmnlan>ia anlatır. Bu kısım çok ente­
resandır. Eserinin sonunda Hazarlar hakkında kısa bilgi verir.
İbn Fadlan dönüş yolculuğundan hiç bahsetmez. Yalnız, Bul­
gar ülkesinden ayrılmadan önce gündüzlerin losalıp gecelerin uza­
dığım söyler. Buna göre 922 yılı güzünde dönmüş olmalıdır. Ha­
zarların başşehri Etil e uğradığı şüphelidir. Belki onlar hakkında
verdiği bilgiler okuduklarına, duyduklarına dayanıyordu.
İbn Fadlan'ın eseri defalarca yayınlanmış, çok sayıda dile
tercüme edilmiştir.

Bu tercüme üe beraber verdiğimiz metin neşrini hazırlar­


ken eserin Meşhed Kütüphanesi, nr. 5229'daki tek nüshasından
(bkz. F. Sezgin tıpkı basımı Mecmufil-Coğrafya, Frankfurt 1987,
^390-420), Z. Velidi Togan m 1959 yılındaki neşrinden, Sami
^ehhanm 1939 yılındaki neşrinden, Helmut Ritter'in ZDMG
1TİZ "^
9 5
^ e s i n d e n faydalandık. Tercümede ha­
6 , d a k İ m a k

zırladığımız metni esas aldık

Fatah el-Hamedan, (olm. 340/95,) channda)'nin KitabüAhbar


el-Buldan adi, eserinin Meşhed nüsnasmm sonundaki Türklere

X
ait balns gelir (bkz. R Sezgin, Mecmu Fil-Coğrafya, Frankfurt
1987. s. 333-347). Bu nüshada daha önce Le/den de n e ^ e n
nüshaya gore epeyce fazla bilgi varchr. Bir kosm, V. MiZ^Z
rafindan > ^ n l a n m ^ . Fakat ibn el-Fakîh eserini bir cogmfya-
b f Th C
1 ^ " ^ ^ yaznnsur. g e y l
hurafe *tıva eder. Türk şehirleri baklanda y ^ ^ Z
n ^ e n hurafedir Bu sebeple çalışmamda o lasunlan almadık.
Verdıg, bügüenn bir losnu Yakut el-HamaM taraftndan Mucem
el-Buldan da aktanlmaktadır. Bahsin sonunda Türk ve doğu hü­
kümdarlar, unvanlarına dair verdiği bügiler Mücmel el-Tevârih
ile paralellik arzeder.
Sonra Ebû Dülef Misar b. Mühelhil'in Türk, Hind, Çin ülke-
lennden bahseden birinci risalesinin Türklerle ilgili bahsi gelir.
Bu kısmın metninin hazırlanmasında da Meşhed, nr. 5229'daki
nüsha esas alınmıştır (bkz. F. Sezgin, Mecmuu fil-Coğrafya,
Frankfurt 1987, s. 347-353). Ebû Dûlef, Samanı hükümdarı Nasr
b. Ahmed b. İsmail (ölm. 943ye gelen Çinli elçilerin dönüşü sıra­
sında onlarla beraber Çin'e gitmiş, bu arada uğradığı Türk ülke­
leri hakkında kısa bilgiler verrniştir. Yalnız, verdiği bilgiler şüphe
uyandırmaktadır. Maverâünnehr'i geçince normal olarak Kara-
h anlılara varması gerekir. Karahanlılar ise Kartuklar, Yağmalar,
Çiğillerden mey dana geliyordu. Bunların yerine Tahtah ve Necâ
ülkelerinden bahseder. Bunların ne oldukları belli değildir. Ka­
rarı anlılardan Buğrac (Buğrahanlar) diye bahseder. Sonra Çiğli­
lerden söz eder. Onlar da Karahanlılardır. Sonra Tibet'ten, sonra
Oğuzlar, Peçenekler, Kimeklerden bahseder. Bunlar Karahanklara
göre kuzey-batıda kalır. Onlara uğraması imkânsızdır. Sonra To-
kuzoğullar ve Kırgızlardan bahseder. Onlara Tibet'ten sonra uğ­
ramış olmalıdır. Sonra Karluklardan ve Kitaylardan bahseder.
Söylediğimiz gibi, Karluklar ilk uğraması gereken kabiledir. Ver­
diği bilgiler hemen hemen aynı şeylerin tekrarı gibidir. İnsana
itimad telkin etmez.
alışmamıı en sonunda ise 1140 yılı civarında yaşayan Şerefez-
lan d Memsi'nin Tabâyi el-Hayavan adlı eseriıün Türklerden
bahseden dokuzuncu babı bulunmaktadır. Bu babın metnini haza­
larken V. Minorskynin 1042 >ıünda Londra'da yayınladığı Sharaf
el-Zaman Tahir Mavrazî, China, The Turks and İndia adlı eseri­
nin s. 17-26'sındaki metne dayandık. Şerefezzaman el-Mevvezî'nin
Türkler hakkında verdiği bilgiler sağlam ve önemlidir. Oğuzlar
Kunlar, Kaylar, Kırgızlar, Korluklar, Kimekler, Peçenekler, Hazar­
lar, Burdaslar, Macarlar gibi doğu ve batıdaki Türk kabilelerin­
den bahseder. Oğuzları Tokuzoğullar, Uygurlar, Üçguzlar gibi on
iki kısma ayınr. Türkmenlerden bahseder. Birçok İslam coğrafya­
cısı gibi Slavları, Rusları Türklerden sayar. VIH-DC asırlarda Orta
Asya'da mera darlığından başlayıp Orta Avrupa'ya, Anadolu, diğer
islam ülkelerine >*\-dan Türk kavimleri göçlerine temas eder Bu
göçler sonucu çok sayıda Türk kabilesi yer değiştirmiş, yeni vatan­
lar edinmiştir. Baz, kabilelerin bir kısmı babya gitmiş, bir losmı do­
ğuda kalmıştır. Bazı kabileler diğerleri içinde erimiştir.

Bu çahşmada bahsedilen kabilelerin en önemlisi Oğuzlar­


dır. Oğuzlar 22 boya ayrılıyordu Selçuklular Oğuzların Kınık bo­
yundan, Osmanlılar Kay. boyundandır. Önceleri Oğuzlar Çin'e
komşuydular. Vm-XL >-üzyülarda Aral Gölü civarına geldiler
Bu golün kuzey, doğu, ban taraflarında yerleştiler. Hazarlara
Maveraünnehr'e ve Harezm'e komşu oldular, i b n Fadlan onla-'
nn bderlenni batı Kazakistan'da üstyurt bölgesinde rastlamıştır.
Bu sırada Bulgar hükümdarınm Oğuz subaşısımn dünürü olduğu
anlaşıhyor. Oğuzlar X. asnn ikinci yansı Ue X I . yüzyılda Hazar
denemin güneyinden Selçuklularla islam ülkelerine yayılmışlar,
önemli bir fasrn, Anadolu'yu yurt edinmiştir. Bir kısmı Hazar de­
nizive Karadeniz'in kuzeyinden Kıpçak bozkırlarına, Balkanlara
f i ş l e r d i r . Bir kısmı yurtlarında putperest olarak kalmışlardır.
Sultan Sencer, 1,53 yılında esir eder bu outperest Oğuzlardır.
Daha sonraki yüzyıllarda Müslüman olmuşlardır

V IT
olmahcbr. Bir losmı X. ^ u T „
Tunay, geçerek Ba^anTar^ ^ "
a *****
Peçeneklerin esas vurtlan ikr, J I .
D

"
° "«*«*8» yer
n , a r a

* * *
Alexios K o L e n o l t ^ n Z T ^ T ' ferdir,
metine g i ^ r E ^ ^ ^ ' ^ Bizans,» mz-
degüdir. Hiçbir k a y n a k « " * * «" * * *

•, ,ırt». TTı ^rnrıurryetı nın bulunduğu bölgedir. Bas-


g u t l a n n bu- kısmı Peceneklerinin ardandan ban^gitnİs, M a ç a ­
larla kansnustn^ 1200 yıh civannda M a c a r i s t a n ' d ^ ^ r t l a r
Müslüman dı. Hanefi nkhı tahsil etmek için Haleb m e S L l e -
nne talebe gonderiyorlardı. Yakut el-Hamavî bunlardan biriyle
yaptığı konuşmayı nakleder.
Bulgarlara gelince, onların anayurdu kuzey KafkasyaVdı
Önceleri Hazarlara tabi idiler. Sonra bir losmı Balkanlara'git­
tiler. Bulgaristan'da yerleştiler. İbn Fadlan'ın elçilik için gittiği
Volga Bulgarları 9 0 0 yılı civannda Müslüman oldular. İbn Fad-
lan gittiğinde henüz göçebeydiler. X. asnn ortalarmda Bulgar şeh­
rini kurdular. Moğol istilasına kadar yaşadılar. Sonra Aronordu
Devletinde eridiler. Doğu Avrupa'da Türk-İslam kültürünün yer­
leşmesine ve gelişmesine önemli katkı yaptılar.
Türkçe'de Sabir, Farsça'da Hazâran, Arapça'da Hazar denilen
Hazarlar büyük Türk kavimlerindendir. V I . asnn sonlannda Ku­
zey Kafkasya, Hazar bölgesinde kuvvetli bir devlet kurdular. Hz.
Peygamber devrindeki Sâsânî — Bizans savaşlannda Bizans tara­
lını tuttular. Avarlar ise Iran tarafmdaydılar. İslam tarihinin başla­
rında Müslümanlarla Hazarlar arasında Azerbaycan ve Kafkasya'da
kanlı savaşlar oldu. Hazarların idareci sının Harun el-Reşid dev­
rinde 8 0 0 yılı civannda Bizans Yahudüerinin etkisiyle Musevi
oldular. Halkın çoğu ise putperest, Müslüman, Hıristiyan'dı. İbn
Fadlan zamanında başşehirleri Volga nın Hazar denizine dökül­
düğü yerdeki E t i l şehriydi. Şehir nehrin doğusunda ve batısında
yer alıyordu. Müslümanlar doğu kesimde oturuyorlardı. Burdas-
lar Hazarlara bağlı olarak Bulgarlara komşuydular.
Halluh şeklinde de söylenen Karluklar önceleri Göktürk Fede­
rasyonuna bağlı doğuda yaşıyorlardı. Göktürk imparatorluğunun
parçalanmasından sonra VIII. yüzyılda Tanrı dağlan bölgesine gel­
diler. Müslümanlara komşu oldular. Kaşgar ve Bulasagun'u ken­
dilerine başkent edindiler. Karahanlı devleti halkının çoğu Kar-
luklardandı. Çiğliler, Yağmalar da bu kabilenin kollarmdandır.
Müslüman olduktan sonra bunlara Hakâniler denmiştir. Sonra
önemli kısmı Ma\eraünnehr Dölgesmde yerleştirmiş. Selçuklularla
batıya gelen Türkler arasında önemli ölçüde Karluk türkü bulun­
malıdır. Oğuzların, Karluklann Müslümanlanna Türkmen denir.
Daha sonralan göçebe (yörük) Türklere Türkmen denecektir.
Kimekler de büyük Türk kabilelerindendir. Yukan İrtiş böl­
gesinde Mâ\-erâünnehr m kuzeyinde Oğuzlara komşu olarak ya­
şıyorlardı. Kıpçaklar da Kimek Federasyonuna bağlıydı. Sonra
batıya Kıpçak bozkırlanna gittiler. XJI. >üzyılın ikinci yarısında
Kimek ve Kıpçaklarm önemli losmı Harezmşahlar Devleti'nin
hizmetine girdi. Kazaklar bu kabilelerin tortullarıdır. Harezm-
şahlann, Gürcülerin, Memlukların askerleri genellikle Kıpçak-
Kimek kökenliydi.
Mervezi nin ifadelerinden Kunlann ve Kavların Çin e yakın
bir bölgede oturdukları anlaşdıyor. Harezmşah, Ekinci b. Koç­
kar (ölm. 1097) Kunlardandı. Buna göre Kunlar ve Kaylar da Ha-
rezm, Kazakistan bölgelerine gelmişlerdir. Zamanla diğer kabile­
ler içinde erimişlerdir.
Kırgızlar da doğuda Moğalistan a komşuydular. Daha sonra
Cengiz'in Moğol Federasyonuna katıldılar. XVI. yüzyılda bu günkü
Kırgızistan'da yerleştiler.
Tokuzoğuzlar, Uygurlar kaynaklarda daima beraber zikredi­
lir. U>gur Devletini bunlar kurmuştur. Başşehirleri Hanbahk'tı.
îtadan
n Zçok
T« k ^ ^ ****** - ^ V a c ü a n tara-
İ S İ a m

bahsedilen Türklerdendir. Sonra, B u ^ T r n a n i h e i s t ,


^ ^ ^ ^ Bu günkü Uygurlar müslZandı, Doğu
Türkistan da yaşamaktadırlar.
Macarlara geünce, onlar önceleri Kuzey Kafkasya'da Kuban
nehri civarında oturuyorlardı. Hazarlara bağlıydılar. Peçeneklerin
baskısıyla 890 yüı civannda Karadeniz'in kuzeyine Don ve Dinyes-
ter nehirleri arasındaki bölgeye geldiler. Daha sonra Orta Avrupa'ya
gidip Macaristan'da yerleştiler. Oradaki Hun Türkleriyle karıştı,
lar. Ardından Başgutlann bir kısmı da Macaristan'a geldi.
Ruslar ve Slavları İslam coğrafyacıları hatalı olarak Türk ka­
vimlerinden kabul ederler. Ruslar İskandinav kökenli Vıkingler-
dendir. DMC yiizyıllarda bu günkü Rusya'ya gelroişler, Slavlarla
karışmışlardır. İbn Fadlan zamamnda bu karışma henüz gerçek­
leşmemişti. Ruslar 980 yüı civannda Hıristiyanlığı kabul ettiler.
Mervezî'nin bahsettiği Müslümanlığa geçen Ruslardan kaynak­
larda bahsedilmez. Bu Ruslar belki de Orta Volga bölgesinde bir
Rus prensliğine mensuptular.
Türk kabileleri bu çalışmada bahsedilenlerle sınırlı değildir.
İslam Coğrafyacılarına göre Türkler adlı kitabımızda 150 kadar
Türk kabilesinden ve aşiretinden bahsedilmektedir. Daha çok bilgi
edinmek isteyenlerin o kitaba başyurmasmı tavsiye ederiz.

Ramazan Şeşen

di ören er
Bibliyografya

İbn Fadlan, el-Rihle, Meşhed, nr. 5 2 2 9 , nşr. F. Sezgin, Mecmu


fi ri-Coğraiya, Upla basım, Frankfurt 1987, s. 3 9 0 - 4 2 0 . Baskıda
1 yaprak eksik.
Togan, Z. Velidi, İbn Fadlan s Reise bericht, Leipzig 1939.
İbn Fadlan, el-Rihle, nşr. Sami Dehan, Dımaşk 1379/1959.
İbn Fadlan, Seyahatname, tercüme: Ramazan Şeşen, İstanbul
1975, 1995-
İbn el-Fakih, Kitabü Ahbar el-Büldan, nşr. Fuat Sezgin, Mecmu
fil-Coğrafya, Frankfurt 1987, s. 3 3 3 - 3 4 6 . Meşhed, nr. 5 2 2 9 un
tıpkı basımı.
Ebû Dülef, el-Risâlet el-Ûlâ fi Bilad el-Türk, F. Sezgin, Mecmu
fil-Coğrafya, Frankfurt 1987, s. 3 4 7 - 3 5 3 . Kurd Schloezer, Ber­
lin 1845 neşri.
Şeref el-Zaman el-Mervezî, Tabâyi el-Hayavan, China, The
Turks andİndia, Arabic text, A D. 1120, nşr. V. Minorsky, Lon­
don 1942, s. 17-26.
Ramazan Şeşen, İslam Coğrafyacılarına göre Türkler, T K A
E, Ankara 1985.
R- Şeşen, el-Cahız ve Türklerin Fazilerlcri, İ S A R, istanbul 2 0 0 2 .
R. Şeşen, "Eski Araplara göre Türkler", TM, XV, 1 9 6 8 , s. 11-36.
Nuaym b. Hammad, Kitap el-Fitan, Kahire 1991.
Yakut el-Hamavi, Mucem el-Büldan, Be>TUt

XVII
İBN FADLAN SEYAHATNAMESİ

Bu kitap Muhammed b. Süleyman'ın mevlası ve Halife el-


Muktedir'in Bulgar (Sakalibe) hükümdarına gönderdiği elçi Ah¬
med b. Fadlan b. el-Abbas b. Râşid b. Hammad'm eseridir. Yazar
kitabında Türk, Hazar, Rus, Bulgar, Başlord ve diğer kavimlerin
ülkelerinde gördüğü dini a>Tilıklanndan, hükümdarlarına dair
haberlerden, yaşayışlarına dair şeylerden bahseder. 1

Ahmed b. Fadlan der ki:


Bulgar hükümdarı Üteber Almış b. Şilki'nin Emir el-Mu minin
(Halife) el-Muktedir'e İslam dinini, şeriatın kurallarım öğrete­
cek fakihlerden, ülkesinde adına hutbe okutacak cami ve m i n ­
ber yapacak kişilerden meydana gelen bir heyet yollamasını, ay­
rıca kendisine düşman olan hükümdarlardan koruyacak bir kale
yapmak için para göndermesini isteyen mektubu geldi. Halife

Halife el-Muktedir 885-932 villan arasında Abbasi Dev leti halifesi o l ­


muştur. Muhammed b. Süleyman ise önceleri Talunoğullan e m i r ­
lerin d en di. Sonra Abbasilerin hizmetine girdi. Muktedir zamanında
Karmatileri yendi. 292/905 yılında Tolunoğullanna son verdi. Aynı
yıl tutuklandı. 305/ 917 yılında Rey önünde savaşta öldü. İbn Fadlan
onun mevlası olduğuna göre Arap asıllı değildir. Daha sonraki yıllarda
İbn Fadlan ailesinden çok sayıda âlim yetişecektir. Kendisi de bir üim
adamı, divan kâtibiydi.

ı
isteğini kabul etti. Ona gönderilecek elçilik heyetini Nezir el-
Haramî düzenledi. Ben ise Halife'nin mektubunu hükümdara
7

okumak, gönderilen hediyeleri teslim etmek, fakihlere, mual­


limlere başkanlık etmekle görevliydim. Yapılacak kalenin i n ­
şasında, fakihlerin ve muallimlerin masraflarında harcanacak
para İbn el- Furat'ın HareznVdeki Arta huş m isen çiftliğinin ge­
lirinden tahsis edildi.
Bulgar hükümdarı tarafından daha önce Halife el-Muktedire
Abdullah b. Baştu el-Hazarî elçi gönderilmişti. Halife (Suftan)ııin
cevabî elçisi ise Nezir el-Haramî'nin azadhsı Sevsen el-Rassî, T i -
gin el-Türkî, Bâris el-Saklâbi'den oluşan heyetti. Ben ise söy­
3

lediğim şeyleri \-apmak için onlarla berabeıxlim. Hüloımdara,


karısına, çocuklarına, kardeşlerine, kumandanlarına verilecek
hediyeleri, hükümdarın Nezir el-Harami'den mektupta istediği
ilaçlan teslim aldım.
ı ı Sefer 309/21 Haziran 921 Perşembe günü Medinet el- 4

Selam (Bağdat)'tan hareket ettik. Nehrevan'da b i r gün kaldık.


Sonra l^zla >ürüdük Deskere'ye ulaştık. Burada üç gün kaldık.
Sonra hareketle hiçbir yere sapmadan Hulvan'a ulaştık. Burada

2 Nezir el-Haramı, Halife el-Muktedirin sarayağası bir hanımdı. Çok n


tuzlu bir kişiydi. Hüseyin b. Hamdan'rn yakalamp sarayda hapsedilmesi
sırasında onu halifenin yanında görüyoruz. Nezir kendisi sadece Bul­
garlarla elçi teatisini düzenlemiştir. Elçi olarak gitmemiş, azadhsı Sev­
sen el-Rassîyi elçilik heyetinin başkanlığıyla göı^lenmiTniştir.
3 Daha ileride görüleceği üzere Tegin el-Türki Harezm bölgesinde de­
mir ticarethie uğraşmış, Türklerle bu konuda ticâret yapmıştır. Bâris
el-Sakîâbî Sâmânî hükümdarı Ahmed b. İsmail'in hacibiydi. Bir anlaş­
mazlık sonucu askerleriyle Halife'nin yanma gelmişti. Bu kişilerin hepsi
Türk ülkeleriyle ilgilenen insanlardı. İbn el-Furat ise 912, 917, 918 V^-
lannda üç defa vezirliğe getirilmiş, 924 yılında idam edümiştir.
4 İbn Fadlan Arap geleneğine göre gün \-erine daima gece kelimesini kul­
lanır. Görüleceği üzere elçilik heyeti doğuya doğru Horasan Kervan Yolu
(Cadde)'nu takip edecektir. Kervanla beraber bulunmaları gerekir.
iki gün eğlendik Sonra hareketle Sâve'ye van Orada iki gün m

kaldık Oradan Rey e vardık Huvar el-Rey'de b Jur^an S u l b ü n 1

kardeşi Ahmed b. Ali yi beklemek için Rey de on bir gün eğlendik*


Sonra Huvar el-Rey'e hareket ettik Orada üç gün kaldık Soma
Simnan'a, oradan Dâmeğan a geçtik Dâmeğan'da DâTnin ku­
mandam İbn Karine rastladık Bu sebeple kafilede kılık değişti­
rip hızla yolumuza devam ettik Nisâbur'a vardık Bu sırada Leylâ
6

b. Nu'man öldürülmüştü. Nisabur'da Samanilerin Horasan ordu


kumandam Hammûye Köse vardı.
Sonra Serahsa, oradan MeıVe, oradan Âmul çölü kyısın-
daki Kuşmahan'a geçtik Kuşmahan'da üç gün kaldık, çöle gir­
mek için develeri dinlendirdik Soma çölü geçip Âmul'e ulaş­
tık Sonra Ceyhun'u geçip Tahir b. A l i Ribau da denen Firebr'e
vardık7

Burada zikredilen yerler Bağdad ile Hulvan arasındaki Irak toprakla­


rındadır. Hulvan'dan sonraki yerler bu gün İran'dadır. Rey, Tahran
yakınında önemli bir şehirdi. Sülük alevi Deylemilerdendi. Abbasi-
lere düşmandı. Kardeşi Ahmed b. Ali 311/923 yılında Yusuf b. Ebfl-
Sac ile yapüğı savaşta öldürülmüştür. Huvar el-Rey, Tahran'ın doğu­
sunda, Kum is vilayetinde bir şehirdi.
Nisabur o sırada Iran Horasanı'mn merkeziydi. Saman ilere bağlıydı.
Zaman zaman Re/e kadar ki yerler Samanilerin kontrolüne geçiyordu.
Alevi Deylemiler onlarla mücadele halindeydi. Burada kastedilen Dey-
lemilerden Utruş Hasan b. Kasım'dır. 928 yılında Esfar el-Cili tararın­
dan öldürülmüştür. İbn Karin ise Şervin b. Rüştüm b. Kârin'dir. Leylâ
b. Nu'man da Dâî Utruş'un kumandanıydı. Bir ara bölgeye hâkim ol­
muştu. Bu kişiler için ayrıca bk. Aydın Usta, Türklerin İslamlaşma Se­
rüveni (Samaniler), Yeditepe Yayını, İstanbul 2007, s. 123-130.
Amul, Horasan kervan yolu üzerinde, Ceyhun'un güneyindeydi. Bu gün
Şercui adıyla anılır. Firebr ise Ceyhun'un ötesinde olup Mâverâünnehr'in
başlangıcıdır. Buhara'ya bağlı bir şehirdi. İbn Havkal ise Ribatu Tahir
b. Ali'yi Tahiri'ye adıyla anar. Cey hun'un Horasan tararında Harezm'in
başlangıcı olduğunu söyler.

3
Tâverâürınehr ve H a r e z m ]
Fîrebr den Beykend'e geçtik Sonra Buhara şehrine girdik Samarû
hükümdarının kâtibi (veziri) Ceyhânî'nin yanına vardık Ona Ho­
rasan diyarında el-Şeyh el-Amid (vezir) denir. Hemen bize bir ev
sağlanmasını emretti. İhtiyaçlarımızı görecek, istediklerimizi temin
edecek bir adam görevlendirdi. Günlerce bekledikten sonra Samani
hükümdarı Nasr b. Ahmed'den huzuruna kabul edilmemiz için izin
aldı. Hükümdarın huzuruna çıktık sakalsız-bryıksız bir çocuktu.
Ona eırıirlik (Tıüloimdarhk) selamı verdik. Oturmamızı emretti. 8

Bize ilk sözü "Efendim Emirülmu minin (Halife)'i nasıl bırak¬


? Allah ona, adamlarına, dostlarına uzun ömürler versin" oldu.
Biz "İyilik ve afiyette bıraktık" dedik O da "Allah iyiliğini artır­
sın" dedi. Sonra, Artahuşrnisen çiftliğinin İbn el-Furat'ın kâhyası
Hnstiyan Fadl b. Musa'dan alınıp Ahmed b. Musa el-Harezmî'ye
teslimini, elçilik seferimize engel olıınmayıp gönderilmemizi, ya­
nımıza küavuz v erilmesini emreden Halife'nin mektubu okundu.
Hükümdar "Ahmed b. Musa nerde?" dedi. Biz, "Onu Medinet el-
Selam (Bağdat)'ta bıraktık Üç gün sonra ardımızdan yola çıka­
cak" dedik O da "Efendim Emirülmü'rniııin (Halife)'in emri ba­
şınım üstünde" dedi.
İbn Fadlan şöyle devam eder:
İbn el-Furat'ın kâhyası Fadl b. Musa'ya çiftliğin kenesin­
den alınıp Ahmed b. Musa'ya verileceği haberi ulaşınca, Ahmed
b. Musa'ya karşı hile düşündü. Serahs'tan Beykend'e kadar Ho­
rasan yolu üzerindeki jandarma kıımandanlarına "Hanlarda, ka
rakollarda Ahmed b. Musa el-Harezmî'yi yakalamak içingözcüle
çıkarın. O şöyle bir adamdır. Onu yakalayan onunla ügili mek-
mbumuz gelinceye kadar tutuklasm" diye mektuplar yazdı. Ah­
med Merv şehrinde yakalanıp tutuklandı. Biz ise Buhara'da on
sekz gün kaldık Fadl b . Musa arkadaşlarımız Abdullah b. Baştu

8 Nasr b. Ahmed 913^44 yıllarında hüküm sürmüştür. Sekiz yaşında tahta


çıkmıştı, ibn Fadlan Buhara'ya vardığı sırada on beş^n am yaşlanndaydı.
diğerleriyle de gizlice anlaşmıştı. Onlar "Buhara'da fazla kahr-
sak taş hücum eder. Türk ülkelerine girme firsanmız kaçar. Ah¬
med b. Musa gelip gize katalır" dediler.
İbn Fadlan söyle der: Buhara'da çok çeşitli paralar gördüm,
unlar arasında ğıtrinvye denen bakır, san bakırdan imal edil­
miş dirhemler vardı. Tartılmadan 100 tanesi ı gümüş dirheme sa­
tılıyordu. Onlar kadınlarına mihr verirken "Falan oğlu falan fa­
lan kızı falanla şu kadar bir ğıtrifiyve dirhemine evlendi" derler
Gayr-i menkul, köle alırken de aynı dirhemleri kullanırlar. Başka
dirhemin adım anmazlar. 9

Onlarm sadece san dan yapılmış başka bir dirhemleri de vardır


Bunlann o ' ı bir gümüş dârıiktir.»Onlarm yine sandan semerkan-
4

diyye denen başka bir dirhemleri vardır. 6'sı bir gümüş o^uıiktir.
Abdııllah b. Baştu ve diğerlerinin kışın hücumundan korktuk­
larına dair sözlerini işitince Buhara'dan geri Ceyhun nehrine dön­
dük Harezm'e gitmek için bir gemi kiraladık Gemi kiralamğımız
yerden Harezm'e 200 fersahtan fazlaydı." Günün bir kısmında yol
alıyorduk Soğuktan bütün gün gitmek mümkün olmuyordu. N i ­
hayet Harezm'e vardık Hükümdarı Harezmşah Muhammed b.
Irak'ın huzuruna g i r d i k Bize ikram etti, yanına oturttu, bir bü­
12

yük eve (saraya) indirdi. Üç gün sonra bizi huzuruna çağırdı. Türk
ülkelerine girmemiz konusunda bizimle tartıştı. Ve şöyle dedi:

Gıtrifryye dirhemleri ve al tınlan Harun el-Reşid'in Horasan valisi Ğrt-


rif b. Attab tararından basılmıştır. Kardeşi Müseyyeb de aynı şekilde
valiliği sırasında dirhemler bastırmıştır. Bu dirhemlerden İbn Havkal
ve Makdisi de bahsederler. Bunlardan başka Muhammediyye dirhem­
leri de Maveraünnehir'de çok kullanılıyordu.
10 Dânik: dirhemin atada biri.
u Fersah: üç millik mesafe.
12 Ifrîğfler hanedanının son temsilcflermdendi. Bu hanedandan büyük mate­
matikçi Muhammed b. Irak çıkmıştır. el-Bîrûni'nin hocası ve arkadaşıdır.
İbn Fadlan Harezm'e güzün varmış olmak soğuk konusunda mübala­
ğalı konuştuğu bellidir.
"Bu konuda size izin veremem. Kanıma heder etmenize müsa­
ade etmem bana haramdır." Tigin'i kastederek "Biliyorum bu iş
bu çocuğun uydurduğu bir hiledir. Zira o, bizim yanımızda de­
mircilik yapıyordu. Kâfir ülkelerinde demir ticareti yapmayı b i ­
lir. Nezir el-Harami'yi aldatan, ona Ermrülmüminm halifeye bu
konuyu konuşmaya sevk eden, Sakalibe (Bulgar) hülcümdarırun
mektubunun halifeye ulaşnrıpmasmı sağlayan kişi odur. Bir çare­
sini bulsa, Büyük Emir (Samani hükümdarı) bu ülkelerde Halife
adına dini yaymaya daha layıktır. Sizinle, bahsettiğjüıiz bu mem­
leket arasında bin kâfir kabilesi var. Bu husus sultam (Halifeyi)
aldatmaktır. Size doğruyu konuştum. Halifeye mektup yazıp me­
seleyi danışması için Samani hükümdarına mutlaka bir mektup
yazmam gerekiyor. Cevap gelinceye kadar bekleyin" dedi.
Bu gün onun yanından eli boş ayrıldık. Sonra yeniden müra­
caat ettik. Devamlı ona karşı nezaketli da\Tanıyor, dümeninden
gidiyorduk. "İşte Halife'nin emri ve mektubu. Bu konuda yeni­
den müracaatın ne manası var?" diyorduk. Nihayet, gitmemize
izin verdi. Bunun üzerine Harezm (Kat)'den Cürcâniye'ye indik
İki şehir arasında 50 fersah nehir yolu var. Harezm'de kalp, kur­
şun, karışık, san (tunç) dirhemler gördüm. Onlar dirheme taze
derler. Dirhemlerin ağırlığı 4,5 dâniktir. Sarrafları tavla zan, to­
paç şeklinde paralar, dirhemler satarlar.
Harezrnlüer insanların söz ve tabiat bakanımdan en tuhaf­
larıdır. Sözleri sığırcık kuşlarmm seslerine çok benzer. Oraya bir
günlük mesafede Erdekü adında bir köy var. Halkına Kerdeliler
denir. Konuşmaları kurbağa vakvaklarına çok benzer. Bunlar her
13

namazdan sonra Ali b. Ebî Talib'ten uzak olduklarım söylerler.

13 Bu sırada Harezm'in başşehri Kat'U. Buraya Şehristan d a denirdi. Cür-


caniye ise Harezm'in en büyük ticaret merkeziydi. Buradan Horasan'a,
Mâveraünnehre, kuzeydeki Türk ülkelerine kervanlar kalkardı. Kervan
yolu üzerindeydi. Oğuzların ticaret merkeziydi.
Erdekü: Erdehîve olmalı.
Cürcaniye'de günlerce kaldık. Ceyhun nehri baştanbaşa
dondu. Buzun kalınlığı 17 karıştı. Atlar, katırlar, eşekler, ara­
balar yolda gider gibi buzun üzerinden geçiyordu. Buz sabitti,
oynamıyordu. Bu şekilde üç ay kaldı. Öyle b i r ülkeydi k i , kara
kıştan üzerimize sanki bir kapı açılmıştı. Orada ne zaman kar
yağsa çok şiddetli rüzgâr eser. Bir kişi arkadaşına hediye vermek,
iyilik etmek isterse, ona "Evime gel, konuşalım. Zira evimde
hoş ateş var" der. Bunu da çok iyilik yapmak istediği zaman
der. Yalnız, Allah onlara odun konusunda cömert davranmış.
Bir araba dağdağan (seksek) odunu onların dirhemiyle 2 dir­
hem. Bir arabada 3000 n l t (bir rıft 130 dirhem civan) ağırlı­
ğında odun bulunur.
Onların adetine göre dilenci evin kapısında beklemez. Eve
girer. Bir müddet ateşin karşısında oturur, ısınır. "Ekmek?" der.
Bir şey verirlerse alır, vermezlerse çıkar gider.
Cürcaniye'de kalmamız uzadı. Orada Recep ayının bazı gün­
leri ile Şaban, Ramazan aylarım, Şevval ayının bir kısmım (Kasım
921 ortalanndan-Şubat 922'e kadar) geçirdik Uzun kalmamızın
sebebi şiddetli soğuktu. Duyduğuma göre iki kişi bir ormandan
odun getirmek için develerle gitmişler. Yanlarında çakmak kav
götürmeyi unuttukları için ateş yakmadan gecelemişler. Soğu­
ğun şiddetinden adamlar, develer sabah ölü bulunmuşlar. Ha­
varim soğukluğundan çarşılar, caddeler bomboş olur. Hattâ i n ­
san caddelerin, çarşüann çoğunu dolaşır bir kişiye rastlamaz. Ben
hamamdan çıkıp eve giriyordum. Soğuktan sakalımın buz tuttu­
ğunu görüyor, ateşe yaklaştırıp buzu çözüyordum.
Bir evin içinde bulunan ikinci b i r odada uyuyordum. Bu
odada keçeden kubbeli Türk çadırı vardı. Ben ise elbiseler ve
kürklere sarınmış yauyordum. Çok defa yanağım buz tutup yas­
tığa yapışıyordu. 14

14 İbn Fadlan'rn aşın mübalağa yaptığı kesin.

7
Harezm'de küpler çatlamasın veya kırılmasın diye koyun de­
risinden postlarla sarılır. Fakat hiçbir faydası olmaz. Orada soğu­
ğun şiddetinden yerin büyük vadüer gibi varıldığını gördüm. Bü­
yük, eski ağaçlar soğuktan ikiye aynlıyordu. 15

15 Şevval 309/16 Şubat 922 sıralarında havalar ısınmaya


başladı. Ceyhun nehrinin buzlan çözüldü. Biz yolculuk için ihti-
vacımız olan alet ve edev atı tedarik etmeye başladık Türk deve¬
leri satın aldık. Türk ülkelerindeki nehirlerden geçebilmek için
deve derisinden kelekler (sofra) hazırladık Üç ay yetecek ekmek
karaca dan, kurutulmuş et tedarik e t t i k Harezmli tamdıklan-
mız mümkün olduğu kadar çok giyecek elbise almamızı emretti­
ler. Olayı gözümüzde bü>irttüler, korkuttular. Sonra gerçeği gö­
rünce söylediklerinden kat kat fazlaydı. Her bir kişinin üzerinde
bir gömlek onun üzerinde kaftan, kaftanın üzerinde post, onun
üzerinde keçe, onun üzerinde bornoz vardı. Sadece gözleri görü­
nüyordu. Bacalarımızda şalvar, onun altında uzun don, ayağı­
mızda sahtiyan mest, onun üzerinde başka b i r mest vardı. İçi­
mizden biri üzerindeki elbiselerin ağırlığından deveye binince
kımüdaııanuyordu.
Türk ülkelerine girmekten korktuklan için bizimle Bağdat'tan
yola çıkan fakih, muallim, memluklar (hizmetçiler) Cürcaniye'de
kaldılar. Ben, elçi Sevsen, onun bacanağı, memluklar Tigin, Pars
yolumuza devam e t t i k 16

Hareket etmeye karar verdiğimiz gün gelince "Arkadaşlar.


Yanımızda Bulgar hükümdarının elçisi var. Bütün yaptıkları­
mızı biliyor. Ayrıca, Halife'nin mektuplan yanımızda. Şüphesiz
bu mektuplarda hükümdara 4000 müseyyebiyye altınının gön­
derildiği yazılı. Mutlaka b u parayı hükümdar ister" dedim. On­
lar ise "Bundan korkma. Para bizden istenmez" dediler. Ben ise

15 Gene aşın mübalağa yapıyor.


16 Şüphesiz yolculuk büyük bir ticaret kervanıyla yapılıyordu. Muhanzlar
vardı.
"Biliyorum, hükümdar parayı sizden isteyecek" dedim. Fakat ka­
bul etmediler.
Kafilenin hazırlıkları tamamlandı. Cürcaniye halkından bir
kılavuz kiraladık. Allah'a tevekkül edip isimizi ona havale ettik

[Türk Ülkelerine Giriş]


2 Zilkade 309/4 Mart 922 pazartesi günü Cürcaniye'den ha­
reket ettik.
Türk kapısı denen Zencan Rabat'ında konakladık Ertesi 17

günü buradan hareketle Cit denen menzile i n d i k Kar başladı.


18

Hatta develer dizlerine kadar karda yüriidüler. CSt'te iki gün kal­
dık Sonra hiçbir yere sapmadan, kimse üe karşılaşmadan dağ bu­
lunmayan bir ovada Türk ülkelerinin içinde üerledik Bu şeküde
on gün yürüdük Çok zahmet çektik Çok şiddetli soğuk, devamlı
kar vardı. Harezm'in soğuğu bunun yanında yaz gibiydi. Bütün
çektiğimiz zahmetleri unuttuk, ölecek dereceye vardık Bir gün
çok soğuk vardı. Tigin benimle beraber yürüyordu. Yarımda bir
Türk vardı, onunla Türkçe konuşuyordu. Bir ara Tigin güldü. "Bu
Türk sana 'Rabbimiz bizden ne istiyor! Soğuktan bizi öldürecek
Ne istediğini bilsek onu kendisine takdim ederdik' diyor." dedi.
Ben de 'Ona söyle, Allah sizden 'Lâ ilâha illallah' demenizi isti­
yor" dedim. Türk güldü. "Bilsek yerine getirirdik" dedi.
Bundan sonra çok dağdağan (dağ) ağacı bulunan bir yere var­
dık Orada konakladık Kafiledekiler ateş yakıp ısındılar, elbisele­
rini çıkanp kuruttular. Sonra tekrar hareket ettik Her gün gece
yansından ikindi veya öğle vaktine kadar hızlı bir şeküde yürüyor,
sonra konaklıyorduk On beş gün yürüdükten sonra çok taşlık bir
dağa vardık. Burada pınarlar vardı, suyu göletlere akıyordu.

17 Cürcaniye'nin kuzey-baüsında üst-yurt platosunun başlangıcında ol­


malı. Samanilere bağlı b i r hudut karakolu ve kervar^rayı ıdı.
18 Makdisî zamanında ö t bir şehir haline gelmişti. Oğuz ülkesinin kapı­
sıydı, üslam Coğrafyacılarına göre Türkler, s. 259, 261).
[Oğuz, Peçenek, Bas gırt Ülkeleri]
Bu dağı geçtikten sonra Oğuzlar denen Türk kabilesinin
yanına vardık. Bunlar göçebeydiler. Kıl çadırlarda konup gö­
çüyorlardı. Göçebelerde olduğu gibi yer yer grup halinde çadır­
ları vardı. Zor şartlar içindeydiler. Yolunu şaşırmış eşekler gibi
bir dine inanmıyor ve bas\oırmuyorlardı, akıllanna göre hare­
ket ediyorlar, hiçbir şeye ibadet etmiyorlar, büyüklerine "rabb"
19

diyorlar. Aralarından biri reisine b i r şey danışınca "Ey Rab-


20

bim şu şu konuda nasıl hareket edeyim" der. İdareleri şura (ara­


lan nda danışma) iledir. Yalnız, bazen b i r konuda ittifak edip o
işi yapmaya karar verirler. İçlerinden en değersiz b i r i gelir bu
ittifakı bozabilir.
İçlerinde, inandıkları için değil de, sadece ülkelerinden geçen
Müslümanlara yaranmak için "La ilahe illallah, Muhammed ra-
sulullah" diyenler var. Aralarından biri zulme uğrar veya başına
kötü bir şey gelirse başını semaya doğru kaldırır, "bir Tanrı!" der.
"Bu, Türkçede "bir Allah" demektir. Türkçede bir Arapçadaki va-
hid, Tanrı ise Allah karşılığıdır.
Oğuzlar büyük tuvalet yaptıktan, işedikten sonra temiz­
lenmezler, cünüplükten ve diğer şeylerden dolayı yıkanmaz­
lar. Suyla ilişkileri yok gibidir. Bilhassa kışın yoktur. Kadınlan

19 Merinde "Akıllarına danışmıyorlar" şeklinde. Doğrusu "Akıllarına göre


hareket ediyorlar, bir kitaba başvurmuyorlar" şeklinde olmalı. Gelecek
cümlelerden de bu anlaşılıyor.
20 Burada rab kelimesi büyük manasına, Allah manasına değü. Yahudiler
de hahamlara rab derler. Aynca, bu şuada Oğuzlar Şamanizm dediği­
miz ilkel kabilelerin (linindeydiler. Putperesttiler. Dinsiz değillerdi.
Oğuzlar, Göktürk Devleti zamanında doğuda Moğolistan hududun day-
dılar. V I I I . Yüzyılda Üst-Yurt ve kuzeyine gelmişler, Hazarlara, Müs­
lümanlara komşu olmuşlardı. Bazı aşiretleri Mâveraünnehr bölgesine
gelmiş, Halife Mehdi zamanında Müslüman olmuştu. Aral gölünün et­
rafında yaşıyorlardı.
erkeklerinden ve yabanclardan dolay örtünmezler, gizlen­
mezler Aynı şelolde kadm insanlardan bedeninin hiçbir ye¬
rini gizlemez.
Bir gün onlardan bir adamın evine (çadırına) indik. Otur­
duk Adamın karısı da bizimle oturdu. Bizimle konuşurken cinsi
organım açtı ve kaşıdı. Biz görüyorduk yüzlerirnizi kapadık "Es-
tağfirullahr dedik Kocası güldü. Tercümana, "Onlara söyle, si­
zin yanınızda onu açıyor, siz görüyor ve onu koruyorsunuz. Ona
bir şey olmuyor. Bu onu kapatıp da başkalarına müsaade etme­
sinden daha iyidir" dedi.
Zina diye bir şey bilmezler. Birinde böyle bir şey görürlerse
onu iki parçaya bölerler. Ağaçların dallarını bir yere getirip fai­
lin eUeriıu-ayaklarını ağaca bağlarlar, sonra o dallan serbest bı­
rakırlar, adam ikiye ayrılır.
Aralarından biri beni Kuran okurken dinledi ve beğendi. Ter­
cümana dönüp "Ona susmamasını söyle" dedi. Bu Oğuz bir gün
tercümanı aracılığıyla "Bu Arap'a sor, Rabbimizin karısı var mı?"
dedi. Bunu büyük günah sayıp Allah'ı teşbih (SübhanaTlah dedim)
ve istiğfar (afv dileme) ettim. O da, benim gibi teşbih ve istiğfar
etti. Türkün âdeti böyledir. Müslümam teşbih ve tehlfl (Sübhanel-
lah ve Lâ ilahe illallah) derken duyarsa onun gibi yapar.
Evlenme âdetleri şu şeküdedir: Biri diğerinin hareminden
bir kadını belli bir Harezm elbisesi karşılığı ister. Bu kişi kızı, kız
kardeşi veya velayeti üzerinde olan başka biri olabilir. O kişi tek­
lifini kabul ederse, mihri veliye götürür. Bazen rnihr deve, at, sığır
ve başka bir şey olabilir. İsteyen kişi anlaştığı mihri kızın velisine
teslim ermedikçe kıza yaklaşamaz. Teslim ederse gelir, rahat bir
şekilde kızın evine girer, anasının, babasının, kardeşlerinin hu­
zurunda kızı alır gider. Kimse engellemez.
Bir adam ölünce karısı ^'arsa, öz anası olmamak şartıyla, bü­
yük oğlu onun karısıyla elenir.
ıı
Tüccarlar ve başkaları onların yanında yıkanamazlar. Ancak
geceleyin gizlice yıkanabilirler. Onlar birirıin yıkandığını görür­
lerse kızarlar. "Bu adam bize sihir yapmak istiyor. Zira, suya ba­
kıp b i r şey ler anlamak istiyor." derler. 21

Müslümanlardan hiç b i r i müsafir olacağı b i r arkadaş edin­


meden, İslam diyarından ona b i r elbise, karışma b i r başörtüsü,
bir miktar karabiber, karacadan, kuru üzüm, ceviz hediye götür­
meden onların ülkesinden geçemez. Müslüman b u şekilde arka­
daşının yanına gelince arkadaşı onun için kubbeli bir Türk Çadırı
kurar, imkânına göre ona kesmesi için koyun verir. Zira Türkler
hayvanlan kesmezler, ölünceye kadar koyun ve keçinin başma
vururlar, böyle öldürürler.
Bu Müslüman onların yanından ayrılmak isterse, develerin­
den, hayvanlarından b i r i yolculuk edemez hale gelmişse veya bir
şeye ihtiyacı olursa çok yorulan hayvamm arkadaşı Türkün ya­
nında bırakır, ihtiyacı olan hayvan ve malı ondan alır, yoluna de­
vam eder. Gittiği yerden dönünce aldığı develeri, hayvanlan, eş­
yayı geri verir.
Aynı şekilde Türkün yurdundan bilmediği b i r insan geçse,
ona "Ben senin müsamrinim. Derelerinden, hayvanlanndan,
malından şu kadar ihtiyacım var" dese Türk ona istediğini verir.
Tüccar b u yolculuğu sırasında ölür, kafile dönerse Türk kafileye
gelir. "Müsafirim nerde?" diye sorar. "Öldü" derlerse kafileyi i n ­
dirir. Kafilenin reisi olan tüccara gelir, mallarım gözünün önünde

Oğuzlarda, Cücenlerde, Moğollarda s u tabu idi. O n u kirletmemek ge­


rekiyordu. Vücudu, elbiseleri s u d a yıkamak yasaktı. O n l a r a göre suda
yıkanma kötü ruhları celbeder, şimşeklerin, yüdınmların boşanma­
sına sebep olurdu. S u y u n yere dökülmesi suçtu. Cengiz Yasası'nda
da yıkanma yasaktı. B i r kap ile elin, yüzün üzerine s u dökülebilirdi.
E s k i Şamanistler elbiselerini yıkamazlar, giyebildikleri kadar giyer­
lerdi. İnsanın s u kullanmasının, yıkanmamasının büyü sebebi oldu­
ğuna inanırlardı.
açar, ölen tüccara verdiği mal kadarım alır, bir habbe fazla almaz.
Aynı şekilde develerinden, hayvanlarından verdiği kadarım alır.
"O senin amcaoğlundu. Onun borcunu senin ödemen gerekir"
der. Eğer o tüccar firar ettiyse yine aynı şeyi yapar. "O da senin
gibi bir Müslüman'dı. Sen ondan borcunu al" der. Eğer Müslü­
man müsafirini kervan yolunda (caddede) rastlayamazsa, onun
ülkesini, nereli olduğunu sorar. Yol gösterirlerse onu aramaya
kalkar, onu bulur, verdiği malları geri alır. Aynı şeküde hediye­
lerini de geri alır.
Şu da T ü r k ü n b i r geleneğidir. Cürcâniye'ye gelince mü­
safirini sorar. Onun evine iner, dönünceye kadar evinde kalır.
Türk, Müslüman arkadaşının evinde ölürse ve bu müslüma-
nın bulunduğu kafile onların ülkesinden geçerse Müslüman'ı
öldürürler. "Onu, sen yanında alıkoyup öldürdün. Sen alıkoy-
masaydın ölmezdi" derler. Aynı şekilde arkadaşı Türk'e ne biz
(şarap) içirir, Türk sarhoş halde damdan düşer ölürse şarap
içiren arkadaşını öldürürler. Kafilede onu bulamazlarsa kafile
reisini öldürürler.
Homoseksüellik onlar nazarında büyük bir suçtur. Türklerin
hükümdarının naibi Küzerkin (Kül-erkinyin aşiretinde bir Türke
Harezmli bir adam müsafir olmuş, Koyun satın almak için ya­
rımda bir müddet kalmış. Bu Türk ün tüyü bitmemiş bir oğlu var­
mış. Harezmli bunu kandırmak için uğraşmış. Sonunda onu iste­
ğine ram etmiş. Türk ikisini işbaşında yakalamış. Olayı KüzergüVe
götürmüş. O da çocuğun babasma "Türkleri topla" demiş. O da
Türkleri toplamış. Onlar toplanınca Kûzergin çocuğun babasına
"Doğru karar vermemi mi? sahte karar vermemi m i istersin?" de­
miş. O da "Doğru karar vermeni isterim" demiş. Bunun üzerine
Kûzergin adama çocuğunu getirmesini emretmiş. Çocuk getiri­
lince "Çocuğun da, tacirin de öldürülmesi gerekir" demiş. Türk
buna memnun olmamış, "Oğlumu tesüm etmem" demiş. Bunun
üzerine Kusergin 'Tacir fidye vererek canım kurtarır" demiş. So-

13
nuçta tacir Türk'e belli miktarda koyun vermiş, kendisini bu ga­
ileden kurtaran Kûzergin'e de, ayrıca 4 0 0 koyun vermiş. Türkle­
r i n yanından a\Tilmış. 22

Oğuzların hüloimdarlarından ve reislerinden i l k rastladığı,


mı. kişi Küçük Yınal'dı. Müslüman olmuş. "Müslüman olursan
bize reis olamazsın" denince Müslümanlıktan vazgeçmiş. Onun 23

bulunduğu yere \*annca "Sizin geçmenize müsaade etmem. Böyle


bir şeyi şimdiye kadar hiç duymadık, gerçekleşeceğini de zannet­
miyoruz" dedi. Ona yumuşak da\Tandık, nihayet 10 dirhemlik bir
Cürcan kaftanı, b i r parça paybaf (çuha), birkaç ekmek, bir avuç
k u r u üzüm, 100 ceviz vererek razı ettik. Bunları verince bize te­
şekkür için secde etti. Zira Türklerde b i r adam b i r adama ikramda
bulunursa ikram edilen i k r a m edene secde eder. Küçük Yınal ar­
dından "Evlerim kervan yoluna uzak olmasa size koyun ve buğ­
day getirirdim" dedi.
Ertesi günü yolda giderken Türklerden çirkin, pis, kalbi kara
bir adam önümüze çıktı. Şiddetli yağmur yağryordu. "Durun!" dedi.
3000 hayvan, 5 0 0 0 adamdan meydana gelen koca kafile durdu.
Ona "Biz Kıızerkin'in dostlarıyız" dedik. Gülmeye başladı. "Kuzer-
kin k i m oluyor. Ben Kıızerkin'in sakalına pisleyeyim'' dedi. Sonra
"pekend" yani, "ekmek!" dedi. Ona birkaç parça ekmek verdim.
Onlan alınca "Geçin! Size acıdım" dedi.
İbn Fadlan şöyle der:
Oğuzlardan b i r i hastalanınca cariyeleri, köleleri varsa ona ba­
karlar. Ev halkından başka b i r kimse ona yaklaşamaz. Hasta için
evlerden (çadırlardan) uzak b i r yerde b i r çadır kurarlar. Hasta
ölünceye veya iyileşinceye kadar orada kalır. Hasta köle veya f -
kirşe o n u kıra atıp bırakırlar.

22 Önceleri Külerkin, Y a p g u n u n naibine denirdi.


23 Yınal ise Yapgu'nun veliahdına denirdi. Sonraları Oğuzların bütün re­
islerine Y i n a l unvanı verilmeye başlamıştır.

14
k J Î S ^ ~ «« ™ «*> ^ çukur
5w£SmS£SS k
r e r i n i
^ w b
- "
, u . . Cnebız) olan ağaçtan bir kadeh verir¬
ler. Her şeymı getınp bu oda gibi mezar. k o y a T Sonra o n u Z -
tup odamn uzenne çamurdan kubbe gibi bir tümsek yaparlar. Sonra
ha>varJar^ ^ varırlar. Miktanna göre 100 veyaToo, bazen
1 hayvanı öldürürler. Başlan, ayaklan, derisi, kuyruğu dışındaki et-
lennı yerler. Kakın kısımlanm sırıklar üzerine koyup mezarının et-
rafirn asarlar. Bunlar cennete giderken bineceği hayvanlar" derler.
Çger olen lası sağlığında insan öldürmüş, yiğit bir kişiyse öldürdüğü
adam sayısı kadar ağaçtan suret yontup mezarının başmda dikerler
"Bunlar onun hizmetçileri, Cennette ona hizmet edecekler" d e r l e r i
Bazen hayvanları öldürmeyi bir-üa gün geciktirirler. Büyükle­
rinden bir yaşlı onlan hayvanlarını öldürmeye teşvik eder. Ölüyü
kastederek "Falanı rüyamda gördüm. Bana İşte görüyorsun! Arka­
daşlarım beni geçtiler. Yalın ayak yürümekten, onlan takip etmekten
ayaklarım çatladı. Onlara verişemiyorum. Tek basıma kaldım' dedi"
der. Bunun üzerine haşarılarının yanına varırlar onlan öldürürler,
kabrinin yanında smğa asarlar. Bir-ild gün geçtikten sonra yaşlı
adam gelir. "Falanı rüyamda göniüm. Bana 'Aileme, arkadaşlarıma
söyle. Beni geçenlere yetiştim. Yorgunluktan dinlendim' dedi" der.* 5

Türklerin hepsi sakallarım tıraş eder (yolar), bıyıklarını bıra­


kırlar. Çoğu defa onlardan sakalım yolmuş, çenesinin alanda bir
miktannı bırakmış ve üzerine post almış ihtiyar bir adam görür­
sün. Uzaktan bakınca teke zannedersin.
24 İbn Fadları b u r a d a cennetten bahsediyor. Halbuki Şaman isti e re göre
öbür dünya b u dünyanın bir benzeridir. Köyler, mahalleler vardır. İn­
sanlar b u dünyadakine benzer b i r hayat sürerler. O n u n için eşyaları
mezara konur. Mezarın etrafına dikilen b u suretlere balbal denir.
25 B u yaşlı kişi şaman dır. Kurbanları kesen odur, Öbür dünya b u dünyaya
benzediği için a r a d a d a insanın binecek hayvana ihtiyacı vardır. Hatta
bazı kişiler b u türlü inançlan İslam dinine de sokmuşlardır. Cennete
giderken kurbanlara binileceğine inanırlar.
Oğuz Türklerinin hülcümdanna Yabgu denir. Bu, hüküm­
darın un\-anıdır. Oğuzların başına geçen her kişi bu unvanı alır.
Onun vekiline (naibine) Kûzerkin (Külerkin) denir. Yine onlar­
dan her reisin naibine aynı unvan verilir.
Bahsettiğimiz kişilerin yanından ayrıldıktan sonra ordu
kumandanlarının (subaşının) yanma vardık. Onun adı Etrul
(Ertuğrul) b. el-Katağan (Alptoğan)'dı. Kalmamız için kubbeli
Türk çadırları kurdu. Onlara bizi yerleştirdi. Geniş bir ailesi,
kalabalık maiyeti, büyük evleri (çadırları) var. Kesmemiz için
koyunlar, binmemiz için hayvanlar getirdi. Ailesinden, akra­
balarından b i r kalabalığı çağırdı, yemeleri için çok sayıda ko­
yun öldürdü. Ona elbise, k u r u üzüm, ceviz, karabiber, karaca­
dan gibi hediyeler vermiştik. Daha önce babasmm da kansı
olan eşi bir miktar et, süt, hediye ettiğimiz şeylerden alıp ça-
dırlann dışındaki lora gitti. Bir çukur kazıp b u n l a n gömdü.
Bir şeyler söyledi. Tercümana neler söylediğini sordum. O da
"Bunlar, Arapların Etrul'ün babası el-Katğan'a verdiği hediye­
lerdir" dediğini söyledi. 26

Gece olunca tercümanla beraber Etrul'un yanma girdim.


Kubbeli çadırında oturuyordu. Yanımızda Nezir el-Haramî'nin
ona yazdığı mektup vardı. Mektupta onu İslam dinine girmeye
teşvik ediyordu. Aynca, ona 50 dinar (altın) göndenrıişti. Bun­
lar arasında bazı müseyyebî altınları da vardı. Aynca, Nezir ona
3 mıskal misk, sahtiyan deriler, Merv imali elbiseler, kumaşlar
göndernıişti. Bu şeylerden ona i k i gömlek, b i r mest, bir diba el­
bise, beş ipek elbise kestik. Ona bütün hediyeleri verdik. Karısına
da bir başörtüsü, bir yüzük verdik. 27

26 B u takdim edilen şeyler ölülere sunulan saçıdır. Aynı şekilde putlara


saçı yapılır. B u gün Hincililer putlarına yiyecek, içecek saçı yaparlar
*7 Görüldüğü şekilde ordu kumandam (Subaşı) Oğuzlar arasında hüküm­
dar (Yabgu) d a n daha yetkmdir. B u n u büen Nezir el-Harami İslama
davet eden mektubu, kıymetli hediyeleri ona göndermişti. Öyle anlaşd»-
Subaşrya, Nezîr el-Haramî nin yazdığı mektubu okudum,
••nünceye kadar size kesin bir şey söylemeyeceğim. Ne yapa­
cağımı sultana (Halifeye) yazarım" dedi. 28

Bahsettiğim yeni elbiseleri giymek için üzerindeki elbiseyi


çıkardı. Altındaki gömleğin birden parça parça olduğunu gör­
düm. Zira, onların adetine göre bedene temas eden elbise parça­
lanıp dağılıncaya kadar yıkanmaz. O da sakalım, bıyığım tama­
mıyla yolmuştu (tıraş etırıişti). Bir çocuk gibi kalmıştı. Türkler
onun aralarından en iyi süvari olduğunu söylüyorlardı. Bir gün
bizimle beraber atına binmiş gimyordu. Üzerimizden uçarak bir
ördek geçti. Hemen Etrul (subaşı) yayım çekti, ördeğin altına
doğru atım sürdü. Ona bir ok attı, düşürdü.
Yanında kaldığımız günlerden birinde subaşı emrindeki ku­
mandanlara adamlar gönderdi, yanına çağırdı. Bunlar Tarhan, Yi-
nal, bıınlann kardeşinin oğlu İlguz idi. Tarhan onlar arasında en
akıllı ve büyük olandı. Topal, kör ve çolaktı. Subaşı onlara "Bun­
lar Arap hükümö^ırııım dünürüm Almış b. Şilki'ye gönderdiği el­
çiler. Size danışmadan onları bırakmak istemedim" dedi. 29

Cevaben Tarhan "Bu hiç görmediğimiz, duymadığımız bir şey.


Biz ve babalajrırnız zamanında Ülkemizden bir sultanın elçisi geç­
medi. Öyle tahmin ediyorum ki, Sultan (Halife) bir hile düşündü.

y o r ki Abbasî sarayı bu ülkelerdeki İslaırdastırrna hareketlerine büyük


önem veriyordu. Subaşının hükümdardan daha itibarlı olması Türkle­
rin orduya verdikleri önemi gösterir. Aynca, yukanda Ğrtrifiyye, M u -
seyyebiyye dirhemlerinden bahsecUlnüşti. Bunlar Harun el-Reşîd'in
Horasan valileri olan iki kardeştir.
28 îbn Fadlan'ın eserinde dönüş kısmı eksiktir. Bu sebeple sunasının nasıl
bir cevap verdiği bflinrniyor. Fakat, Selçukluların da bulunduğu bazı oğuz
a s i l e r i n i n bir müddet sonra Müslüman oldukları bilinmededir.
29 Kasgarlı Mahmud anası hatun olan, babası h a l ^ olan k^rye inal
dendiğini, Tiginin Mevla (efendi) manasma geldiğini, ^ b ü y ü k ­
lerine Külerkin dendiğini söyle, öyle anlaşüryor kı Tarhan Yınal, i l ­
guz kelimeleri burada subasıdan sonra gelen buyuk kumandanlar.
azarlan üzerimize salmak için bıınlan gönderdi. En iyisi bunlan
ikişer parçaya bölelim, yanlanndaki eşyaları alalım" dedi.
Diğeri "Hayır, bizim Hazar hükümdarının yanında esirleri­
miz var. Bıınlan gönderip onlan kurtaralım" dedi.
Yedi gün bu şekilde aralarında tartıştılar. Biz korkumuzdan
ölmek üzereydik. Nihayet, bizi bırakıp, yolumuza devam etme­
mize ittifakla karar verdiler. Tarhana bir Merv kaftanı, iki parça
pay-baf (çuha), arkadaşlarına birer gömlek, Yınal'a da benzer şey­
ler giydirdik Aynca, onlara karabiber, karacadan, ekmek somun­
ları verdik. Çekip gittiler.
Sübaşının yanından aynldıktan sonra Yağındı nehrine var­
dık. İnsanlar deve derisinden hazırladıklan kelekleri çıkarıp yay­
dılar. Develerin üzerinden yuvarlak biçimindeki eşya denklerini
mdirip keleklerin içine koydular, kelekler şişti. Aynca eraiseleıini,
diğer eşyalarım da keleklerin içine doldurdular. Dolan keleklerin
üzerine beşer, altışar, dörder, daha az veya çok insan bindi. Ka­
yın ağacından tahtalan kürek gibi kullanarak, su üzerinde döne
döne nehrin karşı tarafına geçtiler. Hayvanlara, develere ise ba-
ğmyorlar, onlar da yüzerek geçiyordu. İnsanlar nehri geçerken
Başgırdlann baskın yapmaması için muhafızlardan süahlı gru- gru­
bun önce nehri geçmesi gerekmişti.
Bu şekilde Yağındı, sonra Cam, sonra Câhaş, sonra EzeL
sonra Erden, Verş, Ahu, Vebnâ nehklerini geçtik Hepsi de bü­
yük nehirlerdi. 30

Sonra Peçeneklerin yanma vardık. Onlar denize benzer, ak


mayan bir suyun yanına konmuşlardı. Çok esmerdiler. Sakalla­
nın tıraş ediyorlardı, Oğuzların aksine fakirdiler. Zira Oğuzlardan
10.000 hayvana (deve, at vs.) 100.000 baş koyuna sahip kişiler
görmüştüm. Koyunlar genellikle tırnaklarıyla kan eşip aranda ot

30 Bu nehirler hakkında kaynaklarda bilgi yok. Belki de suların bol olduğu


bahar mevsiminde akan, sonra kuruyan nehirlerdi.
arıyor, yiyorlar. Ot bulamazlarsa kar yiyorlar. Çok semizleşiyor-
lar. Yaz gelip ot yiyince zayıflıyorlar. 31

Peçeneklerin yanında bir gün kaldıktan soma hareket edip


Yayık (Ural) nehrine vardık. Bu şimdiye kadar gördüğümüz en
büyük en deli akan nehirdi. Nehirden geçerken bir keleğin dev­
rildiğini, üzerindeki insanların nehirde boğulduğunu gördüm.
Çok kişi, deve, hayvan b u nehirde boğuldu. Bin bir güçlükle geç­
tik. Günlerce viiriidük Caha, Bacağ, Samur, Kenal, Şuh, Kencelü 32

nehirlerini sırayla geçtikten sonra Başgırdlar denen Türk kavmi­


nin ülkesinde d u r d u k Onlardan çok k o r k t u k Zira onlar, Türk­
lerin en kötü, en belalı, en katil olardandır. Bir adam bir adama
rastlarsa başım keser yarımda götiirür, vücudunu bırakır. Onlar
sakallarım tıraş eder, bitleri yerler. Onlardan herhangi biri gömle­
ğinin dikiş yerlerinde bit arar, bulunca dişleriyle ezer. Yammızda
onlardan biri vardı. Müslüman olmuş, bize hizmet ediyordu. Bir
ara ona baktım, elbisesinde b i r b i t buldu, tırnağıyla ezdi. Sonra
yaladı. Baktığımı görünce "hoş" dedi.
Onlardan her b i r i erkeklik uzvu büyüklüğünde, aynı şekilde
bir ağaç yontup üzerine asar. Sefere çıkmak isterse veya bir düş­
manla karşılaşırsa ona secde eder, "Ey Rabbim! Bana şöy le şöyle
yap" der. Tercümana sordum, " B u meseleyi içlerinden birine
sor. Niçin onu Rab kabul ediyor?" dedim. Adam cevaben "Ben
onun bir benzerinden çıktım. Ondan başka beni yaratan tanımı­
yorum" dedi. 33

31 Bu gün ren geyikleri de karların aranda kalan kuru otlarla kışı geçirir.
Kar yedikleri doğru değildir. Peçenekler Oğuzlara komşuydu. Lehçe­
leri hemen hemen aynıydı. Onlara bir kısmı daha sonra batıya, Bal­
kanlara gidecekler, Bizans için de eriyeceklerdir.
32 Bu nehirlerin coğu da yazın kuruyan, bahar zamanı coşan nehirler ol­
malı. Sadece Ural nehri devamlı, büyük bir nehirdir.
33 Eski kavimlerde erkeklik uzvuna tapma yaygındır. Arkeolojik kazılarda
çok sayıda örneği görülür.
19
Aralarından bazdan on iki rabbı olduğunu söyler : kısın rabbı,
yazın rabbı, yağmurun rabbı, rüzgânn rabbı, ağaçların rabbı, ^
sanlann rabbı, suyun rabbı, gecenin rabbıgündüzün^ rabbı, olu-
mün rabbı, yerin rabbı - Gökteki rab (Gök T a n n ) bunlann en bu-
vügüdür. O da d i ğ e r l e r e anlaşır. Her b i n d ^ r ı ı u n yaptığına razı
o^u7"Allah kâfirlerin zannettiğinden çok yücedir." * Içlennden bir
3

grubun yılanlara, b i r grubun balıklara, b i r grubun turna kuşuna


taptıklarım gördük. Bana anlatuklanna göre, b i r gun düşmanla­
rından bir kavimle savaşıyorlarrruş, düşmanlar onları yermiş, bu
sırada turnalar bağırınca düşman korkup kaçmış, gahpken mağ­
lup hale düşmüş. Bunun Üzerine turnaya tapmaya başlamışlar,
-Bunlar bizim rabbimiz. İşte yapüklan. l i m a n l a r ı m ı z ı yendiler"
demişler. Bundan dolayı turnalara tapıyorlarmış.
İbn Fadlan der k i :
Bunlann (Başgırdlann) ülkesinden ayrıldıktan sonra Cirim-
san, Uran, Uram, Baynah, Vetiğ, Niyasna, Cevşir nehirlerini geç­
tik Bunlardan her b i r i n i n arasında ikişer, üçer, dörder günlük yol
vardı. Bundan daha az veya çoktu.

[BULGARLAR]
Elçilik için gittiğimiz Bulgar hükümdarının bulunduğu ye
bir gün b i r gecelik yol kalınca, kendisine bağlı dört hükümdan,
kendi oğullarım, kardeşlerini bizi karşılamaya gönderdi. Onlar
bizi ekmek, et, karadan üe karşıladılar, bizimle yürüdüler. Hü-
36

34 Bu sırada Başgırdlann anayurdlan Ural bölgesidir. Bir kısmı batıya


Macaristan'a gitmişlerdir. Yakut el-Hama\î Macaristan'daki Başgırdla­
nn Müslüman olduklarını söyler. Başgırdlann tabiat kuvv etlerine tap-
üklan anlaşılıyor.
35 İsrâ suresi, ayet 4 3 .
36 Et, ekmek, dan Bulgarların yetiştirdiği ve yedikleri ana gıda madde
ridir. Genellikle sunak yapılan şeylerdir. Bunlar Eskil, Suvar, Burs ula.
Bulgar beyleridir. Dört bey dört yönü temsil eder.
künıdann kaldığı menzile (konağa, kampa) iki fersah (6 mil) ka­
lınca kendisi bizi karşıladı. Bizi görünce secdeye kapandı. Yeninde
bulunan dirhemleri (gümüş paralan) üzerimize saçtı. Bizim için
loibbeü çadırlar kurdu, oraya indik.
Onun } amna 12 Muharrem 310/12 Mayıs 922 Pazar günü
r

vardık. Cürcaniye'den onun bulunduğu yere 70 günlük mesafe


vardı. Pazar, Pazartesi, Sah, Çarşamba günleri kubbeli çadırlan-
rnjzda kaldık Bu arada hükümdar Halifenin gönderdiği mektubu
dinlemeleri için beyleri, kumandanları, halkı topladı. Perşembe
günü halk toplanmca Halife tarafından gönderilen iki bayrağı açtık
Yine Halife tarafından gönderilen eğerle hülo^dann atım eğer-
ledik Hükümdara Halifenin gönderdiği siyah hilaü, siyah sangı
giydirdik Sonra Halifenin mektubunu çıkardım. Hükümdara
37

"Halife'nin mektubu okunurken oüırmamız caiz olmaz" dedim. O


ve memleketinin ileri gelenlerinden hazır bulunanlar ayağa kalk­
tılar. Hükümdar çok şişmandı.
Mektubu okumavabaşlaciım. Başlangıç kısmını okudum. "Sana
selam olsun. Kendisinden başka ilah olmayan Allah'ı hamdede-
rim (överim)" crümlesine gelince, hükümdara "Errurülmü'mınm m
selamım iade et" dedim. O ve bütün yanmdaküer "Aleykümüsse-
lam" diye iade ettiler. Ben mektubu okuyorum, tercüman harf be

a r Ortaçağ islam coğrafyacıları tarafından imfakla Türkler-


B u l g a r l

den sayılırlar. Bulgarlar •• 1 .r-i Volga


1 oncelen u ı n y e ^ ı nehirlen ar asin­
VoİM-Dinvester
Y
, . Burada
daki sahadaydı. T* A VII. vüTvüda Duyu*
\m yuzyıiaa büyük bir devlet kurmuşlardı,
" i . . r t l i o n csonra
Kubrat ,hanm ölümünden n n r a oiTUİlarından Asparuh Bulgarlarm
oguum ^
. , .. unlearistan'ın bulunduğu yere gitti. Bir kısmı
bir kısmıyla bu gunku Bulgaristan . ... T > „ ı _ _ H f t .
K v u- * w i « Orta Volga sahasına, burada bahsedilen Bulgarla-
n

başka bir oğluyla Orta Volga k u r d u l a r . ibn Fadlan

nn yurduna gitti. Bunlar yerleşik hayata gecme-


gittiği sırada Bulgarlar ^ ^ ^ ^ ^ Bulgarşeh-
mişlerdi. Bundan biraz sonra yerleşik nayaıa gev
rini kuracaklardır . n h u s e y i e r ve mektup hükümdarlık alamet-
37 Halife tarafından gönderilen bu şeyıer c
leridir.
harf tercüme ediyordu. Mektubun okunması bitince hüJcümdar ve
>amndaküer bir ağızdan tekbir getirdiler. Yerler sarsıldı.
Sonra hükümdar ayaktayken Vezir Hâmid b . el-Abbas'm
mektubunu okudum. Sonra, ona oturmasmı söyledim. Nezir el-
H a r a m i n i n mektubu okunurken oturdu. Nezîr'ir mektubunu
okumayı bitirince adamları hükümdarm üzerine çok sayıda al­
tın para (dinar) saçtılar. 38

Sonra hediye gönderilen kokulan (parfümleri), elbiseleri, hü­


kümdara ve karısına gönderilen incüeri çıkardım. Hükümdara ve
eşine birer birer takdim ediyordum. Bu işi bitirince karısına in­
sanların huzurunda hilat giydirdim. Karısı hükümdarm yanında
oturmuştu. Bu onların adeti ve tarzıdır. Hükümdarm eşine hilat
giydirince kadınlar üzerine dirhemler (gümüş paralar) saçtılar.
Sonra çadırlarımıza gittik.
Biraz vakit geçtikten sonra hükümdar adam gönderip bizi ya­
nına çağırdı. Huzuruna girdik. Kubbeli çadırında otnruyordu, bey­
ler sağındaydı. Bize soluna oturmamızı emretti. Çocuklan önünde
oturuyorlardı. Kendisi ise r u m dibasıyla örtülü tahtı üzerine otur­
muştu. Sofranın getirilmesini emretti. Sadece kızartılmış et bulu­
nan sofra ona takdim edildi.
Önce bir bıçak alıp b i r lokma et kesti ve o n u yedi. Sonra
ikinci, üçüncü lokmaları da aynı şekilde yedi. Sonra bir parça ke­
sip elçi Sevsen el-Rassî'ye verdi. Hemen küçük bir sofra getirilip
onun önüne kondu. Adetleri böyledir. Hükümdar bir lokma tak­
dim etmeden kimse yemeğe başlamaz. Kime bir lokma verirs
hemen önüne bir sofra getirilir.
Hükümdar sonra bana bir lokma verdi. Bana bir sofra geldi.
Sonra bir parça et kesip sağındaki beye verdi. Ona bir sofra geldi.
38 Görüldüğü üzere Nezir el-Haramî rütbece vezirden sonra geliyordu.
İslâm'ın bu ülkelerde yayılmasıyla, Bulgarlarla diplomatik ilişkiler ku­
rul masıyla ilgüeniyordu.
Sonra ikinci beye verdi. Ona bir sofra geldi. Sonra üçüncü beye
verdi. Ona bir sofra geldi. Sonra dördüncü beye verdi. Ona bir sofra
geldi. Sonra evlatlarına lokmalar verdi. Onlara sofralar geldi. Her­
kes kendi sofrasından yiyor, ona kimse ortak olmuyordu. Başka
biri onun sofrasından bir şey yemiyordu. Yemeği bitirince herkes
sofrasından kalan, evine götürüyordu.
Yemek yendikten sonra hükümdar bir gün bir gece önceden
hazırlarüTiış olan ve sücü denen bal şerbetinin getirilmesini emretti.
Bir kadeh içti. Sonra ayağa kalktı. "Bu, efendim EmirüJmü'mirurıe
karşı merrmuniyetinin işaretidir" dedi. O ayağa kalkınca dört bey
ve çocukları da ayağa kalktılar. Biz de ayağa kalktık. Hükümdar
bunu üç defa tekrarladı. Sonra yarımdan ayrıldık.
Ben varmadan önce camisinin minberi üzerinde adına hutbe
Allah'ım! Bulgarların hükümdarı iltabar'ı İslah et" şeklmdeyrniş.
Ona "Gerçek hükümdar sadece Allah'tır. Ondan başkası minber
üzerinde b u adla anılmaz. İşte efendim Emiriümü'rmnin. O, do­
ğuda ve batıdaki minberlerde adına "Allah'ım kulun ve halifen
Emirülmü'mirıin Ca'fer d-Muktedir-bülah'ı ıslah et" şeklinde
hutbe okunmasıyla yetinir. Hz. Peygamber "Hıristiyanlann Hz.
İsa'yı aşın övdüğü gibi beni övmeyin. Ben bir kulum. 'Allah'ın
kulu ve Rasulu deyin" demiştir. 39

"O halde, adıma nasü hutbe okunması caizdir?" dedi. "Senin


ve babanın adıyla" dedim. O da "Babam kâfirdi. Minberde onun
adım anmak istemem. Kendi ismimi de anmak istemem. Babam
ben kâfirken bana o i ^
adı nedir?" dedi. Ben "Ca'fer" dedim. "Benim ~ J ^ —

• , o MI. Kitab el-Enbiya. nr. 48; Darimî, Sünen, KL


39 Buhâri, el-Camı el-Soh*. M * rya ^ ^ ^ ^ ^
el-Rakâik, nr. 68; Ahmed b. Hanbei, m
23
„ , Bul.arlann Emîri, Halifenin mevlas, kulun Caferb
tf

Allah un ^ " " i ^ d t o d e hutbe okunuyordu.


ullah', ıslah et sekknd ^ i n i n d e n üç gün
Mektubun okunmasından, ^ elesini
( a ] ü n ) meS

nra bana adam gönderip çagıroj- *


Musa'nın hile-
ve onun
sini

^^rSİT^-S^ önüme * * . «Ya bunu " ?

" B e n d
^ ' İ BunTarda sözü edilen paraya ne oldu?" dedi

T i r i d e kakk" dedim. Hükümdar "Siz hep beraber gel¬


esir etmek isteyen Yahudilere (Hazarlara) k a r * ko-
Î Z c Î b i r kale insa etmem için bu paray, genrmemz uğrunda
S S m Halife size çok para h a r a d , Hediyeleri b e m m ekom de
g S S " dedi. Ben «Evet, doğru. Fakat biz elimizden gelem yap-
tık" dedim.
Hükümdar tercümana bana kastederek "Ona söyle. Ben bun­
ları tanımıyorum. Sadece seni tarıryorum. Bunlar yabana. Us-
tad (Nezir el-Harami) onların senin yapnğın tebliği yapacakla­
rına kani olsa, hukukumu koruman, bana gönderilen mektubu
okuman, cevabımı dinlemen için aynca seni göndermezdi. Sen­
den başkasmdan bir dirhem para istemem. Parayı çıkar, b u se­
nin için daha iyi olur" dedi.
Korkmuş ve ürkmüş bir halde yanîndan aynldım. Manzaralı,
heybetli, şişman, cüsseli bir adamdı. Sankrbüyük bir küp içinden
konuşuyormuş gibiydi. Onun yanından çıkınca arkadaşlarımı top­
ladım. İkimiz arasında geçen konuşmayı anlattım. "Bundan do­
layı size daha önce tembih etrniştim" dedim.
" "iri»
Hükümdarın müezzini ikamet sırasında ezanın ifadelerini I K I ¬
şer defa söylüyordu. Ona "Efendim Emirülmü'rninin sarayında ika'
rneti tekli söyler" dedim. Müezzine "Onun dediğini yap. Muhalefet
güne" dedi. Bundan sonra müezzin günlerce ikameti tekli ifade­
lerle yaptı. Hükümdar ise para konusunda bana sorular soruyor,
benimle münakaşa yapıyordu. Ben ise debiler üeri sürerek onun
ürrüdini kesmek istiyordum. Paradan ünüdini kesince müezzine
ikametin ifadelerini ikişerlemesini emretti. O da ikişerledi. Böy­
lece benimle münakaşaya yol açmak istiyordu. Müezzinin ifade­
leri tekrarladığım duyunca ona bağırdım ve men ettim. Hüküm­
dar yaptığımı duyomca beni ve arkadaşlarımı yanına çağırdı. 40

Biz yanına varınca, bana kastederek tercümana "Ona söyle!


İki müezzin var. Biri ikameti tekli, biri çiftli söylüyor. Sonra her
üdsi aynı cemaatle namaz kılıyor. Namaz caiz midir? değil midir?"
dedi. Ben "Namaz caizdir?" dedim. "İttifakla mı? İhtilaf mı caiz­
dir?" dedi. Ben "İttifakla!" dedim. Ardından "Ona söyle! Bir adam
hışatılmış, köle yapılmak istenen zayıf bir kavme yardım etmek
için bir gruba para verse, onlar da hıyanet etseler. Onlar fedanda
ne d e r r dedi. Ben "Bu caiz değildir. Bunlar insanlar^ de­
dim, "ittifakla mı? ihtilafla nu?" dedi. Beri "ittifakla dedim.
Soma tercümana "Ona söyle! « ^ ^ ^ ^
nne u- A gönderse
bir ordu • „ ^ r c P bir
hirşey
sev yapabilir
y*v*
mı?" dedi. Hayır, ya-

•• ı » A~A\m Tercümana unaso\ıe, v<u


ğil mi?" dedi. "Evet, oyle dedim, l*
fadü ben b u kadar uzak yerde • J J ^ ^ b u

sevmediği bir şey ulaşır da «cyn ^ un S İ 2 o n

uzaklığa rağmen, beni mahveder diye korKu>


b
Mezhebine göredir. Halife Şafii olduğu
40 İkametin tekrarlanması Hanefi ^ Bulgarlar ise Harezm halkı-
için sarayında ikamet t e k r a r , a " m ^ , a n e f i Mezhebi ni onlardan öğren­
imi etkisiyle Müslüman olmuşlar, ^ a d a n J a n m n mraa üzerine ha­
mişlerdi. Belki de Harezmh. >;"V t e k r a riamaya baslamısü.

kümdann müezzini ikametin üadelenn.


ekmeğini viyor, elbisesini giyiyor, onu her gün görüyor
B u n u L beraber, sizi bizim gibi zayıf bir kavme yardım .cm
gonuerdiği krsa bir müddet içinde ona ihanet emyorsunuzî So-
S n d e samimi olduğuna inandığım bir kimse gelmedikçe dmı
T u n l a r d a söylediklerini kabul etmem. Böyle hu kimse gehrse
E k l e r i n i kabul ederim" dedi. Bizi susturdu, söyleyecekçe-
vap bulamadık. Yanından ayrıldık.
İbn Fadlan der ki:
Bundan sonra beni arkadaşlarıma tercih eder, yanına otur­
tur Ebû Bekr el-Sıddık derdi.
' Onun ülkesinde sayılamayacak kadar çok acayip şeyler gör­
düm Bunlardan biri şuydu. Ülkesinde kaldığımız ilk akşam güneş
batmadan bir saat kadar önce semaya baktım, kıpkırmızı ıdı. Ha­
vadan şiddetli sesler, gürültüler duydum. Başımı kaldırdım. Ya­
kınımda ateş gibi lormızı bir bulut gördüm. Bu sesler, gürültü­
ler ondan geliyordu. Onda insanlar, hayvanlar gibi şeyler vardı.
İnsana benzer görüntülerin ellerinde mızraklar, kılıçlar bulunu­
yor, bunları gözümle secebfflyoroHım. Bunun gibi başka bir grup
daha vardı. Onda da insanlar, hayvanlar, silahlar görünüyordu.
Bir askeri birliğin başka bir birliğe saldırdığı gibi b i r kıt'a (jgrup)
diğer kıt'a üzerine saldırıyordu. Bundan çok korktuk, Allah'a yal­
varmaya, dua etmeye başladık. Bulgarlar bize gülüyorlar, halimize
hayret ediyorlardı. Bakıyorduk, bir kıta diğer kıtanın üzerine hü­
cum ediyor, bir müddet birbirlerine karışıyorlar, sonra ayrılıyor­
lardı. Gece bir müddet böyle geçtikten sonra görüntüler, sesler
kayboldular. Hükümdara bunun ne olduğunu sorduk. Ataları­
nın bunların cinlerin müminleri, kâfirleri olduklarım söyledikle­
rini aktardı. Her akşam böyle savaştıklarım, eskiden beri bunun
devam edegeldiğini söyledi. 41

41 Aslında burada kuzey ülkeleri şafağından bahsedilmektedir. Bu günde


insanların ilgisini çekmektedir.

26
n Fadlan der ki:
Hükümdarın, Bağdad'dan buralara gebrüş olan terzisiyle ko­
nuşmak için kubbeli çadırına girdim. İnsanın, Kuranın on dörtte
birinin (sübunun yarısını) den azmi okuyacağı zaman kadar ko­
nuştuk. Yatsı ezanının okunmasını bekliyorduk. Ezan okundu,
çadırdan çıkak Sabah olmuştu. Müezzine "Ne ezanı okudun?"
dedim. O da "Sabah ezam" dedi. "Yatsı ezanı nerede?" dedim.
Biz yatsıyı akşamla beraber kılarız" dedi. "Geceye ne oldu?" de­
dim. "Gördüğün gibi. Siz gelmeden daha kısaydı. Uzamaya baş­
ladı" dedi. Sabah ezanının vaktini geçiririm korkusuyla bir aydır
gece u\Timadığmı söyledi. Öyle ki, insan akşam namazı sırasında
tencereyi ateşe kor, ardından sabah namazını kılar, hala tencere­
deki yemek pişmemiştir. 42

İbn Fadlan der ki:


Onların ülkesinde gündüzler çok uzundur. Senenin bir kıs­
mında gündüzler uzar, geceler kısalır. Sonra geceler uzar, gün­
düzler kısalır. Vardığımızın ikinci gecesi olunca kubbeli çadırımın
dışında oturdum. Semaya baktım. Çok az sayıda yıldız gördüm.
Zannederim şurada burada 15 yddız vardı. Akşam nanıazmdan
önceki kırmızı şafak hiç kaybolmuyor. Gece pek karardık değil.
Bir ok atımlık mesafeden insan inşam tanıyordu
İbn Fadlan der ki:
Aya baktım samanın ortasına gelmiyor. Bir müddet kena­
rında doğduktan sonra sabah oluyor, sonra ay kajbohryor. Hü­
kümdar bana ülkesinin üc aylık ötesinde (kuzevmdeVVta adh
bir kavmin yaşadığım, onlann ülkesinde gecenin bu- saatten loşa
olduğunu söyledi. 43

" ı*** vaorvor Mayıs ayında Bulgarların yur¬

duna varmıştı. ^ ' e


™ bahsederler. Bunlar Beyaz Deniz ova-
43 İslam ooğrafyacdan bu kabüeden t^seu ^ ^ ^
nnda oturan Rus Vies kabüesıdır. Bunlar aras
27
İbn Fadlan der ki:
Bulgarların ülkesinde güneş doğduğu sırada yeryüzü, dağl ar>

her şey kırmızı bir renk alır. Güneş sanki büyük bir bulut. Gür^
göğün ortasına gelinceye kadar kırmızılık devam eder. Ülke halkı
loş gelince gecelerin yazınki günlerin uzunluğuna, gündüzlerin ise
gecelerin kısahğına döndüğünü söylediler. "Hatta bulunduğum^
yere bir fersah (3 mil) tan daha az uzaklıkta olan Etil nehrine git­
mek için insan sabah yola çıksa yatsı vaktine kadar oraya vara¬
maz, yüdızlar doğar" dediler. Biz ülkeyi terk etmeden geceler uza­
mış, gündüzler kısalmıştı.
Onlar köpeklerin ulumasını uğura yorarlar, sevinirler, "Bu
sene bolluk, bereket, sulh yık olacak" derler. Onlann ülkesinde
çok sayıda yılan gördüm. Hatta ağacm b i r dalında 10 veya daha
fazla yılanın dolandığı görülür. Onlar yılanları öldürmezler, yı­
lanlar da onlara zarar vermez. Bir yerde 100 ziradan fazla (50
m) uzun bir ağaç gördüm. Devrilmiş, büyük b i r ağaçtı. Dur­
muş ona bakıyordum. Hareket etti, k o r k t u m . Dikkat edince
üzerinde aynı uzunluk ve kalınlıktaki b i r yılanın hareket etti­
ğini gördüm. Beni görünce ağaçtan indi. Ormanda kayboldu.
44

Korku içinde döndüm. Hükümdara ve meclisindeküere durumu


anlattım. Aldırış bile etmediler. Hükümdar "Korkma, sana bir
zarar vermez" dedi.
Bulgar hükümdarryla başka bir yerde konakladık. Ben ve ar­
kadaşlarım Tigin, Sevsen, Pars (Bâris) ve hükümdarın adamla­
rından biri ağaçlar arasına (ormana) girdik. İğ kadar ince, uzun,
yeşü, küçük bir dal gördük. İçinde yeşü bir damar, bu damarın
ucunda geniş, ot gibi yere yayılmış bir yaprak vardı. Bu >*aprak
içinde taneler vardı. Yiyen kişi bu tanelerin tatlı nar olduğunu sa-
nardı. Bu tanelerden yedik. Çok lezzetliydi. Durmadan onu an-
yor, yiyorduk

44 İbn Fadlan gene mübalağa ediyor.


Onların, ülkesinde çok yeşü, şarap sirkesi gibi ekşi bir elma ye­
tişir. Bu elmayı kızlar yerler, sernizleşirler. Bulgar ülkesinde fındık
ağacından çok başka ağaç göırnedim. Fındık ağacından ormanlar
var. Uzunlukları, genişlikleri 40x40 fersah kadar saha kaplıyor.
Onların ülkesinde çok uzun, gövdesi yapraksız, başı hurma
ağacı gibi toplu, yapraklan olan bir ağaç gördüm. Ne olduğunu
bilnüyorum. Bu ağacın gövdesinden belli bir yeri delerler, akına
bir kap korlar. Bu delikten kaba baldan daha tatlı bir su akar. İn­
san bu sudan çok içerse şarap gibi sarhoş eder. 45

En çok yedikleri yiyecekler karaca dan ve ettir. Bununla


beraber ülkelerinde buğday, arpa boldur. Buğday vs. eken kişi
hüJcümdara pay (öşür) ödemez. Her ev vergi olarak hükümdara
yılda bir samur derisi verir. Hükümdar yağma için bir yere
46

asker gönderir, ganimet elde ederse ganimetten pay alır. Her


düğün yapan, davet veren ziyafetine göre hükümdara bir mik­
tar yiyecek, bir sahrac bal şarabı, bir miktar bozulmuş buğday
verir. Zira, onların toprağı siyah, kokutucudur. Yiyecek saklı-
47

yacak yerleri yoktur. Bunun yerine yerde kuyular kazarlar, y i ­


yeceklerini oralara korlar. Birkaç gün geçtikten sonra bozulur,
kokar, kullanılmaz.
Onların ülkesinde zeytinyağı, susamyağı, tereyağı yok­
tur. Bunların yerine balık yağı kullanırlar. Bu yağı kullandık­
ları her şey (yiyecek) fena kokar. Arpadan bir çorba yaparlar,
onu kızlar ve oğlanlar içer. Çoğu defa arpayı etle pişirirler. Er­
kekler eti, kızlar arpayı yer. Teke başıyla pişirilirse kızlar da
etini yerler.
45 Kanada'da çok imal edilen ağaç şurubuna benzer bir şurup olmalı.
46 Bu, aynı zamanda samur derisinin para yerine kullanıldığına işaret edi­
yor. Kuzey ülkelerinde sincap, sansar vs. hayvanların kürkleri o sıralar
para yerine kullanılıyordu.
47 İbn Rusteh her düğün yapanın hükümdara bir at verdiğini söyler. Sah­
rac kelimesi sahrak şeklinde de okunabilir. Miktarı bilinmiyor.
29
ulgarların hepsi kalansüve (kalpak) giyerler. Hükümdar ata
binerse hizmetçisi veya başka b i r kimse yanında olmaz. Tek ba­
şına hayvanına biner. Hükümdar çarşıdan geçerse herkes ayağa
, kalpağım başından çıkarır, koltuğunun altına alır. Hü­
kümdar geçtikten sonra kalpağım tekrar başına koyar. Yine hü­
kümdarın yanına giren herkes, küçük olsun büyük olsun kalpa­
ğım çıkarıp koltuğunun altına alır. Hatta, hükümdarın çocukları,
kardeşleri onu görünce aynı şeyi yaparlar. Hükümdarm huzıırun-
daki kişi hükümdara başıyla selam verdikten sonra oturur. Tek­
rar ayağa kalkar, oturmasını emredinceye kadar ayakta bekler.
Huzurunda oturan diz çökerek oturur. Yanından ayrılıncaya ka­
dar kalpağım koltuğunun altından çıkarmaz, göstermez. Yarım­
dan çılanca kalpağım giyer.
Hepsi kubbeli çadırlarda otururlar. Yalnız, hülaımdann ca­
dın çok büyüktür. ı o o o veya daha fazla kişiyi alır. İçi ermeni ha-
hlarıyla döşelidir. Çadırın ortasında hükümdarm r u m dibasıyla
kaplı b i r tahtı bulunur.
Onların âdetine göre b i r adamın erkek çocuğu doğarsa onu
babası değil, dedesi alır. " A d a m oluncaya kadar o n u bakmaya
babasından daha çok hak sahibiyim der. İçlerinden biri ölürse
M

ona çocukları değü kardeşleri mirasçı olurlar. Hükümdara, bu­


nun caiz olmadığım, mirasın nasü taksim edilmesi gerektiğini an­
layıncaya kadar izah ettim.
Onların ülkesinde en çok gördüğüm şeylerden b i r i yıldırım­
lardır. Bir eve yıldırım düşerse ona yaklaşmazlar, onu ve içinde
bulunan insan ve eşyayı telef oluncaya kadar bırakırlar. "Bu ev
Allah'ın gazabına uğramış" derler.
Bir adam öUğerini kasden öldürürse kısas olarak onu öldü­
rürler. Onu hata ile öldürürse kayın ağacından b i r sandık yapıp
onun içine koyarlar, üzerini çivilerler, yanına üç somun, bir testi
su koyarlar, darağacı gibi üç ağaç dikerler, bunların araşma asar-
lar. "Onu yer üe gök arasında bırakryoruz. Yağmur ve güneş al­
anda kalsın. Belki Allah ona acır" derler. Zaman çürütünceye,
rüzgârlar götürünceye kadar asılı kalır.
Cevval, bügili b i r insan görürlerse, "Bu kişinin rabbi-
mize hizmet etmesi gerekir" derler. Onu alırlar, boynuna bir
ip geçirirler, b i r ağaca asarlar. İp kopup parçalanıncaya ka­
dar orada kalır.
Hükümdarm tercümanı bana şunu anlattı:
"Sindli (Indüs vadisinden) bir adam Bulgar ülkesine geldi.
Bir müddet hükümdarın hizmetinde çalıştı. Cevval, zeki bir k i ­
şiydi. Yerli halktan bir grup ticaret yapmak için sefere çıkmak is­
tediler. Sindli, hükümdardan izin alarak onlarla gitmek istedi. Is­
rar edince hükümdar izin verdi. Tüccarlarla bir gemide yola çıktı.
Onlar Smdliyi hareketli, zeki gördüler. Aralarında konuşup "Bu
adam rabbimize hizmet etmeye çok uygun. Onu rabbimize gön­
derelim" dediler. Yolda giderken bir ormandan geçtiler. Smdliyi
gemiden çıkanp boynuna bir ip bağladılar. Yüksek bir ağacm ba­
şına bağlayıp gittiler."
Onlar yolda yürürken içlerinden biri üzerinde silah bulunur­
ken işerse üzerindeki süahı, elbiseyi yağmalarlar. Adetieri böy­
ledir. Silahım üzerinden alıp bir kıyıya kor, sonra işerse bir şey
yapmazlar.
Erkekler, kadınlar nehre iner hep beraber çıplak yıkanır­
lar. Birbirlerinden kaçmazlar. Bununla beraber asla zina etmez­
ler. Aralarından zina eden birini, kim olursa olsun, dört kazık ça­
kıp kollarından ve bacaklarından bu kazıklara bağlarlar. Balta üe
onu baştan ayağa ikiye bölerler. Kadın için de aynı cezayı verir­
ler. Bundan sonra zina eden kadın ve erkeğin parçalanndan her
birini bir ağaca asarlar. Yüzerken kadınların erkeklerden gizlen­
mesi için çok uğraştım. Fakat başaramadım. Hırsızı da zina ya¬
Pan kişi gibi öldürürler.
Ormardarmdaki an yııvalarında çok bal olur. Onlar bunu bi-
Ur, aramaya çıkarlar. Bazen düşmanlanndan b i r grubun saldırı,
sına uğrarlar, onlar tarafından öldürülürler.
Onlar arasında çok sayıda tüccar vardır. T ü r k ülkelerine
gider koyun getirirler, Visu ülkesine gider samur ve siyah tilki
kürkü getirirler.
Onlar arasında kadın ve erkek 5 0 0 0 kişiden meydana ge­
len Berencer denen ve hepsi Müslüman olan büyük b i r aile gör¬
düm. Ahşap bir mescid kurmuşlar. Orada namaz kılıyorlar. Fakat
Kuran okumayı bilmiyorlar. Aralarından b i r gruba namaz kılacak
kadar Kuran okumasını öğrettim. Benim elimle Talut adında biri
Müslüman oldu. Ona Abdullah adım verdim. Bana kendi adını
48

Muhammed adım vermeni istiyorum" dedi. Ben de ona Muham-


med adım verdim. Karısı, anası, çocukları da Müslüman oldular.
Hepsi Muhammed adım aldılar. Ona "el-Hamdü-lillah=Fatiha
49

suresi" üe "Kul hüve Allahü ahad=İhlas suresi'm öğrettim. Bu iki


sureyi öğrenmekten dolayı duyduğu sevinç sanki Bulgar hurcum­
dan olmuş kadar büyüktü.
Hükümdann yanına vardığımızda Halce adlı su yanında ko­
naklamıştı. Bu su üç gölden meydana gelir. İkisi büyük, biri kü¬
çüktür. Fakat, her üçünün derinliği ulaşılamayacak derecededir.
Bu yer ile Hazar Denizine dökülen Etil (Volga) denen nehir ara­
sında 1 fersah kadar mesafe vardır. Bu nehir üzerinde kısa müd­
det aralıklarla çarşı (panayırı) kurulan b i r yer bulunur. Burada
çok sayıda değerli mal satılır.
Tigin el-Türkî bana Bulgar hükümdarının ülkesinde çok büyük
cüsseli bir adam olduğunu söylemişti. Ülkeye varınca hüJoımdara
bu adamı sordum. O da "Evet, ülkemizde böyle b i r adam vardı,

48 Talut Yahudi adıdır. Acaba adam Yahudi miydi? Selçuklu ailesinde de


benzer isimler bulunur.
49 Kitabın başında İbn Fadlan'ın adı Ahmed şeklindedir. Öyle anlaşılıyor
ki, Ahmed ile Mehmed arasında bir fark eörmüvor
o emleket halkından normal insanlardan değüdi. Şöyle k i ,
tüccarlar her zamanki gibi Etil nehrine gitmişlerdi. Nehrin şu­
an yükselmiş ve taşmıştı. Ansızın b i r gün tüccarlardan bir grup
yarama geldi. Bana, "Ey hülcümdar. Suyun (nehrin) içinde b i r
dam durmuş, eğer bize yakım b i r kavimdense b u diyarda kalma­
mız mümkün değil, mutlaka yerimizi terk etmemiz gerek" dedi­
ler. Onlarla hayvanıma b i n i p nehre gittim. Bir adam gördüm k i ,
benim ziram (arşınım) üe 12 arşın uzunluğunda. Büyük tencere
(kazan) gibi b i r başı, b i r karıştan fazla burnu, iki büyük gözü, b i ­
rer karıştan uzun parmaklan var. Manzarası beni korlorttu. Tüc­
carların içine düşen k o r k u b e n i m içime de düştü. Ona bir şeyler
söylüyorduk cevap vermiyordu. Sadece bize bakıyordu. Yurduma
getirdim ve bizden üç ay uzakta olan Visu kabüesine mektup ya­
zıp sordum. Bana cev ap yazıp "Bu adam Ye'cüc ve Me'cüc kav-
mindendir. Bizimle onlar arasında üç aylık mesafe \ardır. Onlar
çıplak olup aramızda deniz bulunur. Onlar denizin karşı kryısın-
dadırlar. Hayvanlar gibi birbirleriyle çiftleşirler. Her gün Allah
onlara denizden b i r balık çıkarır. Onlardan her biri büyük bir bı­
çakla gelir balıktan kendisine ve aüesine yetecek kadar et keser.
İhtiyacından çok keserse karnı ağrır. Ailesi mensuplarının da
karnı ağrır. Çoğu defa eti kesen ve aüesi hepsi ölürler. İhtiyaçları
kadar aldıktan sonra balık döner, nehre girer. Her gün aynı şey
tekrarlanır. Bizimle onlar arasında deniz vardır. Diğer tarafları
dağlarla çevrüidir. Eskiden dışarı çıkrıkları kapının önünde sed
vardır. Allah onları mamur yerlere çıkarmak isterse Şeddi açacak
bir sebep yaratır, derıizin sulan çekilir, balığın denizden çıkması
kesilir" diye yazdılar.
50

50 Tevrat'a göre Yafes'in oğullarından birinin adı Gok (Ye cüc)'dür. Ya­
hudiler Kafkasya'nın, Karadeniz'in kuzeyindeki kavimlere Ye'cüc der­
lerdi Türk de İslam kaynaklarına göre Yafes'in oğludur. Tevrat'ta sa­
dece Ye'cüc geçtiği halde sonra Me'cüc kelimesi de Ortay» çıkmıştır.
Ye'cüc ve Me'cüc kıyamete doğru ortaya çıkacak, Müslümanlara zarar

33
İbn Fadlan der ki:
Bu adamın ne olduğunu sordum, HüUcümdar banımızda bi>
müddet kaldı. Ona bakan çocuk ölüyor, harnile kadın Çocuğu^
dü^ürih ordu. Bir inşam yakalarsa ölünceye kadar onu eliyle sı-
lav ordu. Bunu görünce, onu yüksek b i r ağaca astım, orada öldü
KemiW erini, kafasını görmek istiyorsan seninle giderim, gösteri­
rim" dedi. Ben de "Vallahi bunu çok arzu ediyorum" dedim. Be­
nimle bir büyük ormana gitti. Orada yüksek ağaçlar vardı. Beni
altına adamın kemiklerinin, başının düştüğü bir ağacın yanına gö­
türdü. Başı büyük bir an kov am, kaburga kemikleri hurma yap­
raklan gibiydi. Baldır ve kol kemikleri de aynı şeküdeydi. Hayret
ettim, geri döndüm.
İbn Fadlan der k i :
Hükümdar Halce suyunun yarımdan Cevşir nehrirıin yanına
göçtü. Halce yanında i k i ay kalmıştı. Halce yanından aynlmak

verecek bir kavimdir. Zülkarneyn b u k a v m i n önüne sed yapüğı için çı­


kamamaktadır. İnanışa göre ahir z a m a n a doğru b u sed yıkılacak ve İs­
lam ülkelerine geleceklerdir. İslam tarihi boyunca Ye'cüc Me'cüc insan­
ların kafasını meşgul etmiştir. Sebebi Kuranda zikredilmesindendir.
Önceleri b u kavinin Türkler olduğu, küçük boyiu oldukları söylenmiş­
tir. Hadislerde b u konuda çok rivayet nakledilir. B u riva.vetlerdeki fiz­
yonomileri Türk — Moğol fizyonomisine benzer. Endülüs menşeli riva­
yetlere, kuzey Müslümanlanna göre b u k a v i m Vikingler olabilir. Uzun
boylu, sarışındırlar. İslavlarm kuzeyinde yaşarlar. B u rivayetlere göre
Ye'cüc ve Me'cüc bir adada yaşar. B u n u n için Bulgar ülkesindeki bu in­
san azmanının Ye'cüc ve Me'cüc'ten olduğu söylenmektedir. Ye'cüc ve
Me'cüc Şeddi için de çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bazılarına göre Der-
bend\ bazılarına göre Semerkand'ın ötesindeki sed, bazılarına göre Çin
şeddidir. Eski çağlardan beri kuzey kavimlerinin derbend yoluyla gü­
neye devamlı akışları bu rh-ayetlerin temelidir. Kâtip Çelebi Cihannümâ
adlı eserinde Ye'cüc ve Me'cüc'ün birer şehir adı olduğunu söyler, en­
lem ve boylamlarını verir. B u hikâyenin birçok kişinin zihnini daha
uzun müddet meşgul edeceği anlaşılıyor.
isteyince Suvar adlı kavme adam gönderip kendisiyle beraber
gelmelerini e m r e t t i k Onlar kabul etmediler. İki kısma ayrıldı­
lar. Bir kısmı hükümdarın damadıyla beraberdi. Virağ adlı b u
kişi onların başma hükümdar olmuştu. Hükümdar bu kişinin
taraftarlarına a d a m gönderip "Allah bana İslâmiyet'i, Emirül
m ü ' n ü n i n m devletini ihsan etti. Ben, Halifenin hizmetkârıyım
Bu millet hükümdarhğı bana verdi. K i m bana karşı gelirse onun
karşısına kılıçla çıkarım'' dedi. Diğer kısım Eski hükümdanyla
raberdi. Ona itaat ediyordu. Yalnız Müslüman olmamıştı. M u ­
halefet edenlere bahsedilen haberi gönderince ondan k o r k t u ­
lar, hepsi onunla Cevşir nehrine gittiler. Bu nehir dar, genişliği
5 zira kadar. Suyu göbeğe kadar çıkıyordu. Bazı yerleri ise köp­
rücük kemiklerine kadardı. Pek çok yeri ise b i r adam boyuydu.
Etrafında çok m i k t a r d a kayın ağacı ve diğer çeşit ağaçlar vardı.
Buraya (Cevşir e) yakın b i r yerde geniş b i r bozlar var. Söyledik­
lerine göre, b u bozkırda deveden küçük, öküzden büyük, başı
deve başı, kuyruğu öküz kuyruğu, vücudu katır vücudu, tırnak­
lan öküz tırnağı gibi b i r hayvan vardır. Başının ortasında kalın,
yuvarlak b i r boynuz bulunur. Bu boynuz uzadıkça incelir, so­
nunda mızrağın ucundaki temren (demir) gibi olur. Bu hayva­
nın boynuzunun uzunluğu beş veya üç zira daha az veya daha
fazla olur. Çok yeşil ağaç yapraklanın yer. Bir süvari görürse hü­
cum eder. Eğer altında i y i koşan b i r at varsa süvari zor k u r t u ­
lur. Hayvan ona yetişirse boynuzuyla hayvanının üzerinden alır,
onu havaya atar sonra boynuzuyla tekrar karşılar, havaya atar.
Oldürünceye kadar b u n u tekrarlar. Hayvanına hiç dokunmaz.
Onlar b u hayvanı bulup öldürmek için onu bozkırlarda, orman­
larda ararlar. Şöyle k i , bulunduğu ormandaki yüksek ağaçlara
zehirli oklar atan birkaç adam çıkar, hayvan ortalarına gelince
onu öldürünceye ok atarlar. Hülcümdann yanında Yemen göz
boncuğuna benzer renkte geniş, derin tabaklar gördüm. Onların

51 Suvarlar Türk kavinuerindendi. Hazarlara ve Bulgarlara tabi idiler.


u hayvanın boyTiırzundan yapıldığını söyledi. Ülke halkına^
bazı kişiler b u hayvanın gergedan olduğunu söylediler.**
İbn Fadlan der k i :
Aralarında lormızı benizli insan görmedim. Çoğu hastalık^
dır. Pek çoğu karın ağrısından ölür. Hatta karın ağrısı küçük çr>
cılklarda bile vardır. Onlardan b i r Müslüman veya Harezrrüi bir
kadının kocası ölürse o n u Müslümanlar gibi yıkarlar. Sonra onu 53

önünde b i r bayrak olan b i r arabaya koyarlar, gömecekleri yere


götürürler. Cenazesinin etrafına b i r çizgi çekip b u çizginin içinde
mezannı kazarlar. Ona b i r lahit yapıp gömerler. Kendi ölülerine
de aynı şeyleri yaparlar.
Ölünün arkasından kadınlar ağlamaz. Erkekler ağlar. Öldüğü
gün eve (çadıra) gelirler. Kapısında dıırurlar en acıklı, en sesli şe­
kilde ağlarlar. Bunlar hür ldşüerdir. Onların ağlaması bittikten
sonra köleler gelir. Yanlarında deriden örülmüş kırbaçlar bulu­
nur. Durmadan ağlarlar, kırbaçlarla yanlarım, bedenlerinin açık
yerlerini vururlar. Kırbaç bedenlerinde darp izleri bırakır. Ölü­
nün kubbeli çadınnm kapışma mutlaka b i r bayrak dikerler. Si­
lahlarını getirip kabrinin etrafına korlar. İki sene matem yapar­
lar. İki sene sona erince çachnrun kapısındaki bayrağı mdirirler.
Saçlarım keserler. Ölünün akrabaları b i r davet verir. Böylece ma­
temden çıkuklan anlaşılır. D u l karısı varsa evlenir. B u merasim­
ler reisler (büyükler) için yapılır. H a l k ise ölülerine bunlann bir
kısmım yapmakla yetinir.

Bulgar hükümdarı her sene, her hane için Hazar Hakanı'na


bir samur derisi haraç (vergi) verir. Hazarlardan Bulgarlara bir

52
B u hayvanın gergedan olması şüphelidir. Z i r a , b o y n u z u 3-5 zira ara¬
sındadır.
53 Burada d a H a r e z m üe Bulgarlar arasındaki ilişkiler görülür. Bulgarlar
ile Harezmlüer arasında geniş b i r ticaret vardı. Bulgarlar arasında İs-
lamryeti yayanlar d a onlar olmalıdır.
gemi gelirse hükümdar gemiye çıkar, içindeki malları sayar, hep­
sinden öşür (gürnrük) vergisi alır. Ruslar veya başkaları köle ge­
tirirlerse hükümdar on köleden bir tanesini seçer alır.
Bulgar hükümdarının oğlu Hazar Hakanı yanında rehin
tutulur. Hazar Hakanı, Bulgar hüJomdarının güzel bir kızı ol­
54

duğunu duymuş, onu istemiş. Hüloımdar bu isteği geri çevirmiş,


Hakan kendi Yahudi, kız Müslüman olduğu halde onu zorla al­
mış. Kız onun yarandayken ölmüş. Bu sefer hükümdarın başka
bir kızım istemiş. Hükümdar bunu duyunca, Hakan'ın, kızım ön­
ceki kardeşi gibi, gasbetmesinden korkmuş. Eskil hükümdarıyla
evlen&rmiş. Bulgar hükümdarına Halifeye mektup yazmaya, bir
kale yaptırmak için para istemeye sevkeden işte budur.
İbn Fadlan der ki:
Bir gün hükümdara sordum. "Ülken geniş, malın çok, vergi­
lerin fazla. Niçin, Halife'den bir kale yapmak için önemsiz mik­
tarda para istedin" dedim. O da "İslam sultanlarımn (Halifelerin)
devieüerinin parlak, rnaUanmn helalinden elde edüctiğini gördüm.
İşte bu sebepten para istedim. Eğer kendi mallarımla gümüşten
veya altından bir kale yapmak istesem yaparım. Halife'nin pa­
rasından uğur gelmesini beklediğim için bahsedilen parayı iste­
dim" dedi.
dtoor
[Ruslar]**
İbn Fadlan der k i :
Ticaret yapmak için Etil nehri kıyısındaki çarşıya (panayıra)
gelen Rusları gördüm. Onlardan daha boylu postlu kişüer görme­
dim. Hurma ağacı gibi, sarışın, kızıl insanlar. Gömlek ve kaftan

54 Bu, bir dereceye kadar Bulgar Üteberi'nin Hazar Hakanına bağlı oldu¬

ğunu gösterir.
55 Burada sözü edilen Ruslar Vıkingler (Na™anlar)<hr. Ruslardan ayndır.
Bahsedilen çarşının yerinde daha sonra Bulgar şehri kurulacaktır.
giymezler. Erkekleri ıücutiarının bir kısmını tamamiyle örten, kol¬
larmdan b i r i n i dışarıda bırakan tek parça elbise giyerler. Her biri
yanında bir balta, bir kılıç, b i r bıçak taşır. Bunları yarımdan ayır­
maz. Kılıçlan geniş yüzlü, Frenk kılıçlan gibi yivüdir. Her birinirı
bedeni ayak ürnaklanndan boynuna kadar ağaç yeşili dövme ve
resimlerle kaplıdır. Kadınlanndan her b i r i n i n memesi üzerinde
kocasının zenginliğine göre ya demirden ya gümüşten ya bakır­
dan ya da arandan b i r hukka b u l u n u r . Her hukkada b i r halka
56

vardır. Bu halkaya bağlı meme üzerinde b i r bıçak bulunur. Ka­


dınlarının boylularında ise gümüş ve altın halka gerdanlık takı­
lıdır. Zira onlardan bir adam ı o o o o d i r h e m paraya sahip olursa
karısına bir halka gerdanlık yaptırır. 20 0 0 0 d i r h e m paraya sahip
olursa iki halka gerdanlık yapar. Her 10 0 0 0 dirhemde b i r halka
gerdanlık üave eder. Bazen onlardan b i r kaçlının boynunda çok
sayıda gerdanlık bulunur.
Onlara göre en makbul zinet eşyası gemilerin üzerinde sa­
tılan seramik cinsinden yapılmış mavi boncuklar (nazar taşlan)
dır. Buna çok değer verirler, b i r boncuğun tanesini b i r dirheme
alıp kadınlanna gerdanlık y aparlar.
Ruslar Allah'ın en pis mahluklandır. Büyük ve küçük tuva­
letten, cünüplükten sonra yıkanmazlar, yemek yedikten sonra
ellerini yıkamazlar. Yollarım şaşırmış eşekler gibidirler.* Ülke­
lerinden gelince gemüerini büyük b i r nehir olan Etil'de demir­
lerler. Kıyısına ahşap büyük evler yaparlar. H e r evde o n , yirmi,
daha çok veya az insan toplanır. Her b i r i b i r sedir üzerine otu­
rur. Yarılarında ticaret için getirdikleri güzel cariyeler vardır. On­
lardan biri arkadaşlarının gözü önünde canyesiyle çiitleşir. Bazen
birbirlerinin hizasında bir grup b u şekilde çiftleşirler. Çoğu defa

56 Sutien şeklindeki bu hukka memenin büyüyüp sarkmaması için takıl­


mış olmalı.
Yukarıda oğuzlar için aynı şeyleri söylemişti. Bu sırada Ruslar şama-
nisttiler.
bir tacir bir cariye satın almak için yanlarına girer, adamı cari­
yeyle çiftleştirirken bulur. Adam işini bitirmeden cariyenin üze­
rinden kalkmaz.
Her gün yüzlerini, başlarım en pis, en murdar şekilde mut­
laka yıkarlar. Her sabah bir cariye (İcadın hizmetçi) büyük bir
kapta su getirir, efendisinin önüne koyar. Efendisi bu su ile elle­
rini, yüzünü, saçlarım yıkar, kabın içine tarar. Soma sümkürür,
tükürür. Bu kaba yapmadığı pislik kalmaz. O işini bitirince ca­
riye kabı onun yarımdaki adamın önüne götürür. O da bir önce­
kinin yaptığı şeyleri yapar. Cariye bu şeküde kabı evde bulunan­
ların hepsinin önünde dolaştırır. Her biri b u su ile yüzünü, başını
yıkar, içine sürrıldirür ve tükürür.
Gemileri b u iskeleye ulaşınca her biri bir miktar ekmek, et,
soğan, süt, şarap alır, yüzü insan yüzüne benzeyen, etrafında kü­
çük suretler, bu suretlerin ardında yere dilolmiş uzun loıtükler
bulunan büyük bir kütüğün önüne gelir, ona secde eder. Sonra
bu puta "Ey rabbim uzun yoldan geldim, yanımda şu kadar baş
cariye şu kadar adet samur derisi var der". Getirdiği ticaret mal­
larının hepsini sıralar. Soma "Sana şu hediyeleri getirdim" der.
GetirdiMerini putun önüne koyar. Ona "Çok altın, gümüş parası
57

alan bir tacir göndermeni istiyorum. İstediğim fiyata mallarını al­


sın, bana itiraz etmesin" der. Soma yerine döner.
Malını satması zorlaşır, kalması uzarsa ikinci, hatta üçüncü
bir hediye takdim eder. Malım yine satamazsa, bahsedilen küçük
putların her birine birer hediye takdim eder, ondan yardım ister.
"Bunlar rabbimin kadınları, kızları, oğulları" der. Bu şeküde pırt­
lan birer birer dolaşır, ondan şefaat diler, önünde yalvarır. Ba­
zen malım satma imkânı doğar ve satar." Rabbim dileğimi yerine
getirdi. Onu mükafatlandırayım" der. Birkaç koyun ve sığır ge­
tirir. Onlan öldürür, etlerinin bir kısmım sadaka verir, kalanım
57 Putlara bu şekilde yiyecek, hediye takdim etme âdeti bu gün Hindular
arasında yaygındır. Bu yiyecekler onların ürettiği esas mahsûllerdendir.

39
alıp bahsedilen büyük ve küçük putların önüne koyar. Başlanm
vere dildlrniş kütüklerin üzerine asar. Gece olunca köpekler ge­
lir, hepsini yerler. A d a m "Rabbim benden razı oldu. Hechyerrıin
hepsini yedi" der.
İçlerinden biri hastalanınca uzakça b i r yere onun için bir ça­
dır kurarlar. Onu çadıra korlar, yanına b i r miktar ekmek üe su
verirler. Ona yaklaşmazlar. Hastalığı devam ettiği günler onunla
ügüenmezler. Bilhassa köle ve fakirse böyle muamele ederler. İyi­
leşir, ayağa kalkarsa arkadaşlarırun yanına döner.** Ölürse onu
yakarlar. Eğer ölen hasta köleyse onu olduğu gibi bırakırlar. Kö­
pekler, yırtıcı hayvanlar yer.

Bir hırsızı elegeçirirlerse o n u k a l ı n b i r ağacın yanma


getirirler,boyıııına sağlam b i r i p geçirip asarlar. İp kcpuncaya
rüzgârlar, y ağmurlar götürünceye kadar asm kalır.
Bana Rusların reisleri ölünce en azı yakmak olan merasim­
ler yaptıklarını söylerlerdi. B u n u yalandan görmeyi arzu ediyor­
dum. Nihay et onlardan büyük bir adarmn öldüğü haberini aldım.
Once onu bir mezara koyup üzerini tavanladılar. On gün böyle
kaldı. Bu arada ona elbiseler kesip diktiler.
Eğer ölen adam fakirse onun için küçük b i r gemi yaparlar.
Adarmn cesedini içine koyup yakarlar. Ölen zenginse mallarını
toplayıp uçe ayırırlar. Uçte biri aüesinin olur. Üçte birivle ona el­
biseler dikerler. Uçte biriyle şarap alırlar cariyesi kendisini onun
ıçm öldüreceği, onunla yakılacağı gün içerler.
Ruslar şaraba (içkiye) çok düşkündürler. Gece-gündüz içer­
ler. Çoğu defa içlerinden elinde kadeh ölenler olur. Aralann-
dan b i r reis ölürse ailesi onun cariyelerine ve kölelerine "İçi­
nizden hanginiz onunla ölmek ister" diye sorarlar. Aralarından
b i r i "Ben" der. Bunu söyleyince ölmesi kesinleşir, asla vazge-

58 Yukarıda Oğuzlar hakkında da benzer şeyler söylenmişti. Hasta yakm


olursa kötü ruhların insanlara gireceğinden korkuyorlardı.
çemez. Vazgeçmek istese müsaade edilmez, lunu isteyenlerin
çoğu cariyelerdir. 59

Bahsettiğim adam ölünce, cariyelerine "Hanginiz onunla öl­


mek ister?" dediler. İçlerinden biri "Ben" dedi. Bunun üzerine, ca­
riyeyi koruyacak, nereye giderse ona hizmet edecek iki kıza tes­
lim ettiler. Hatta kızlar onun ayaklarını, ellerini bile yıkıyorlardı.
Onun için de hazırlık yapmaya, elbise dikmeye başladılar. Cariye
sevincinden, neşesinden her gün içiyordu.
Ölünün ve cariyesinin yakılacağı gün gelince ölünün gemi­
sinin bulunduğu nehre gittim. Ne göreyim gemi nehirden çıka-
nlmış, kayın ağacından dört sütun üzerine konmuş, etrafı ahşap
büyük ağaçlarla çevrilmiş. Soma gemi bu ağaçlar (kızak) üze­
rine alındı. İnsanlar gidip geliyorlar, anlamadığım bir şeyler söy ­
lüyorlardı. Henüz ölüyü mezarından çıkarmamışlardı. Soma bir
sedir getirip gemiye koydular, üzerini rum dibasından minder­
ler ve yastıklarla döşedüer. Ardından ölüm meleği dedikleri ihti­
yar bir kadın geldi. Zikrettiğim örtüleri, minder ve yasaklan kar­
yola üzerine serdi. Bunlan diken ve hazırlayan bu kadındı. Ölü
üe yakılacak cariyeleri öldüren de oydu. Enerjik, şişman, asık su­
ratlı bir kadındı. 60

Sonra ölünün kabrine vardılar. Üzerindeki toprağı ve ağaç­


lan bir tarafa aralar. Öldüğü elbise üe mezardan çıkardılar. Ül­
kenin soğukluğundan cesed simsiyah olmuştu. Daha önce meza­
rına şarap, meyve, bir tanbur da koymuşlardı. Onlan da çıkardılar.
Henüz cesed kokmamış, renginden başka değişiklik olmamıştı.
Ölüye şalvar, don, mest, gömlek, alan düğmeleri olan bir kaftan
giydkdüer. Başına samur kürklü diba bir kalpak geçirdiler. Sonra
alıp gemi üzerindeki kubbeli çadırın içine koydular. Minderle dö­
şeli sedirin üzerine oturttular, yastıklara dayadılar. Şarap, meyve,

¡9 Buna ölü düğünü denir. Eski Türklerde, başka kavimlerde Hindularda


vardı, öldürülen cariye öbür hayatta onun eşi olacaktır.
60 Cermen ölüm tanrıçası Herin şarnslaşUnlmıs seklidir.

41
reyhan çiçeği getirip yanına koydular. Ardından ekmek, et, soğan
getirip önüne attılar. Sonra bir köpek getirip iki parçaya kestiler
gemiye atalar. Sonra ölünün bütün silahlarım getirip yanma koy­
dular. Sonra, iki at getirip terleyinceye kadar koşturdular. Sonra
onları kılıçla parçalara ayınp ederini gemiye aralar. Sonra iki inek
getirip bunları da parçalara ayırıp gemiye atalar. Öldürülmek is­
teyen cariye bu arada kubbeli çadırlara giriyor, her birinin sahibi
onunla çifüeşiyor, ona "Efendine söyle, bunu seni sevdiğim için
yaptım" diyordu. 61

Nihayet, Cuma günü ikindi vakti gelince cariyeyi kapı çevre­


sine benzer bir şeyin yanma getirdiler. Ayağım adamların elleri
üzerine basıp bu çerçevenin içine bakta. Bir şeyler söyledi. Sonra
62

indirdiler ve tekrar eUerinin üzerine çıkardılar. Cariye yine çer­


çevenin içme baka, aynı şeyleri yapa. Sonra mdirdiler, üçüncü
defa eUerinin üzerine çıkardılar. İlk iki defada yapaklarım tekrar­
ladı. Soma ona bir tavuk verdiler. Başım kesip atü. Tavuğu aldı­
lar gemiy e attılar.
Tercümana cariyenin neler yaptığını sordum. Cevaben "Adam­
lar ellerinin üzerine aldıkları ilk defada İşte anne ve babam on­
ları görüyorum' dedi. İkinci defada 'İşte bütün ölmüş yakınla­
rını, orurmuşlan görüy orum' dedi. Üçüncü defa 'işte! Efendimi
Cennette oturmuş görüyorum. Cennet güzel, yemyeşil. Yarımda
adamlar, hizmetçiler var. Beni çağırıy or. Beni onun yanına götü­
rün' dedi." dedi.
Sonra cariyeyi gemiye doğru götürdüler. Üzerindeki iki büe-
ziği çıkardı. Onları kendisini öldürecek olan ve ölüm meleği denen
kadına verdi. Soma iki halhalim çıkardı. Onları kendisine hizmet
eden ve Olum Meleğinin kızları olan iki cariyeye (kıza) verdi.

6ı Ölü öbür dünyada bu dünyadakine benzer bir hayat sürecek. Bütün


bunlara muhtaç olacaktır.
62 Kapı çevresine benzer şey öbür dünyanın kapısını temsil ediyor.

42
Sonra cariyeyi gemiye çıkardılar, takat kubbeli çadıra sokma­
dılar. Ardından yanlarında kalkanlar, sopalar bulunan adamlar
geldi. Cariyeye bir kadeh şarap verdiler. Şarkı söyleyip kadehteki
şarabı içti. Tercüman "Bununla arkadaşlarına veda ediyor" dedi.
Sonra, ona başka bir kadeh verdiler. Onu eline aldı, şarkı söyle­
meyi uzattı. İhtiyar kadın onu şarabı içmeye, efendisinin bulun­
duğu kubbeli çadıra girmeye teşvik ediyordu. Kendinden geçmiş
olduğunu, kubbeli çadıra girmek istediğini gördüm. Başının yarı­
sını çadıra soktu. İhtiyar kadın başım tutup onu çadıra aldı, ken­
disi de içeri girdi. Bağırmaları duyulmasın, başka cariyeler ürküp
de efendüeri üe ölmekten kaçmasınlar diye adamlar ellerindeki
sopalarla kalkanlara vıırmaya başladılar.
Sonra, kubbeli çadıra alta adam girdi. Hepsi de cariyeyle
çiftleştiler. Bundan sonra cariyeyi efendisinin yanına yatardı­
lar. Adamlardan ikisi ellerini ikisi ayaklarım tuttu. Ölüm Me­
leği denen ihtiyar kadın boynuna i k i ucu ayrı tafra çıkan bir ip
geçirdi. İpin iki ucunu çeksinler diye kalan iki adama verdi. Ya­
nında geniş yüzlü b i r hançer vardı. Adamlar kızı boğarken b u
kadın hançeri yer yer cariyenin kaburgaları araşma sokuyordu.
Nihayet cariye öldü.
Soma, ölünün en yakın akrabası geldi. Eline odun aldı, onu
ateşle tutuşturdvL Çıplak bir halde, bir elinde yanan odun olduğu,
diğer eliyle arkasını kapattığı halde, yüzünü insanlara dönmüş
olarak geri geri gitti. Geminin altına konmuş olan odunları t u ­
tuşturdu. Ardından insanlar odunlar, ağaçlar getirdiler. Herke­
sin yanında ucu tutuşturulmuş odun vardı. Onu odunların içine
atıyordu. Ateş önce odunları, soma gemiyi, sonra kubbeli ça­
dırı, çadırdaki adam, cariye, her şeyi kapladı. Ardından buyuk
bir rüzgâr esti. Ateş iyice alevdendi, iyice kızıştı. Yanımda Rus­
lardan bir adam vardı. Yanımdaki tercümanla konuşuyordu.
Ona ne söylediğini sordum. Tercüman "Siz Araplar ahmaksı­
nız" diyor dedi. "Niçin?" dedim. O da "En çok sevdiğiniz, değer
verchğiniz insanı alıyor toprağa atıyorsunuz. Onu toprak, haş
rat, kurtlar yiyor. Biz ise onu bir anda yakıyoruz. Derhal Cen­
nete giriyor" dedi.
Sonra, aşın şekilde güldü. Sebebini sordum. "Rabbi onu
sevdiği için rüzgâr gönderdi, hemen yanma aldT dedi.** Bir
saat geçmemişti ki, gemi, odunlar, cariye, efendisi kul oldular.
Sonra geminin yerine yuvarlak tepeye benzer bir mezar yaptı­
lar. Ortasında kayın ağacından bir sütun diktiler. Sütunun üze­
rine ölen adamın, Rus hükümdarının adlarım yazdılar Oradan
ayrıldılar.
İbn Fadlan der ki:
Rus hükümdarlarının geleneklerinden biri sarayında as­
kerlerinin en kahramanlarından, en güvenilirlerinden 400 kişi
bulundurmaktır. Onlar onu müdafaa uğrunda canlarım feda
ederler. Her birinin hizmetlerini gören, başım yıkayan, yiye­
cek, içeceklerini hazırlayan bir cariyesi, ayrıca çiftleştiği başka
bir cariyesi bulunur. Bu 4 0 0 kişi hükümdarın tahtının yanında
bulunurlar. Onun tahtı büyük, kıymetli mücevherlerle süslü­
dür. Tahtı üzerinde çiftleştiği 4 0 cariyesi vardır. Çoğu defa mu­
hafızlarının huzurunda bu cariyelerden biriyle çiftleşir, tahtın­
dan bile inmez. Tuvalet ihtiyacını bir tasa yapar. Tahtından
ayrılmak isterse an tahta yanaştırılır atma öyle biner. Asker­
leri kumanda eden, düşmanla savaşan, halkın işlerine bakan
bir naibi (vekili) vardır.

63 Görülüyor ki, Ruslar bir tanrıya Ulanıyorlar.


[HAZARLAR] * 6

Hazarların hüJcümdarına Hakan denir. Sadece dört ayda


bir gezinti maksadıyla sarayından çıkar. Buna büyük Hakan de­
nir. Vekiline ise Hakan Bey denir. Orduyu kumanda eden, ülke­
nin işlerini bakan, halk üe temasta olan, savaşlara giden Hakan
Bey'dir. Etrafındaki hükiimdarlar ona boyun eğerler. Her gün Bü­
yük Hakan'ın huzuruna edep ve sükûnet içinde çıkar, izahat ve­
rir. Yanına girerken yalın ayaktır, elinde bir odun tutar. Hakana
selam verince bu odunu önünde yakar. Yaktıktan soma Büyük
Hakan ın sağ tarafına tahtın üzerine oturur. Hakan Bey'in Kün-
dür Hakan denen bir naibi (vekili), Kündür Hakanin da Haz Ça­
vuşu65 denen bir vekili vardır.
Büyük Hakan'ın halk için oturum yapmaması, onlarla ko­
nuşmaması bir gelenektir. Onun huzuruna bahserağimiz kişüer-
den başkası giremez. Anlaşmazlıkları halleden, işleri yöneten, ce­
zalan veren, ülkeyifiilenidare eden Hakan Bey'dir.66
Büyük Hakan ölünce onun için 2 0 odalı büyük bir mezar ya­
pılır. Her odasında bir mezar kazdır. Toz haline gelinceye kadar
taş kmlır. Bu toz mezara döşenir. Tozun üzerine kireç dökülür.

64 Hazarlar büyük Türk kavirnlermdendir. İslamiyet ortaya çıktığı sırada


Hazarların kuvvetli bir devleti vardı. Azerbaycan-Kafkas cephesinde iki
taraf arasında şiddetli savaşlar olmuştu. Harun el-Reşid devrinde 800
yılı civarında Hazar Hakan 1 ve idareci sınıf Yahudi (Musevi) olmuş­
lardı. İbn Fadlan gittiği sırada Hazar Devleti hâlâ kuvvetliydi. Hazar­
ların çoğu henüz putperestti. Aralarında Müslümanlık yayılmaktaydı.
Müslümanların işlerine bakan önemli bir idareci vardır. 960 yılı civa-
nnda Ruslar Etil şehrini tahribettikten sonra Hazar Devleti çöktü.
65 Biraz sonra görüleceği üzere bu kişi Hazar ülkesindeki Müslümanla­
rın işlerini bakan en büyük idarecidir. Acaba Hazarlar Müslümanlara
"Haz" mı ediyorlardı?
6
6 Hakan Bey yüksek yetki sahibi vezir gibidir. Gerçek yetki sahibi ise Bü­
yük Hakan'dır. Kutsaldır.
E\in üzerinden (metinde, altmdan) nehir g e ç e r i Nehir akan hm
yük bir nehirdir. Mezarı bu nehrin altında (metinde, üstünde)
parlar, "ona şeytan, insan, kurt, haşerat zarar vermesin" derT
Defni işlevleri tamamlanınca, mezarın odalardan hangisinde T
duğu büinmesin diye, onu gömenlerin başlarım vururlar.
mezarına Cennet derler. Gömülünce "Cennete girdi" denir.
fin hazırlıkları yapılırken mezar odaları altın yıldızh dika (bir çe­
şit makul ipek kumaş) ile döşenir.
Hazar Hakanı nın 25 kadın edinmesi gelenektir. Bu kadın-
larm her biri etraftaki hükümclarlardan birinin kızıdır. İsteye­
rek veya cebren alır. Ayrıca, odalık için 6 0 cariyesi bulunur. Her
biri çok güzeldir. Bu hür kadınların, cariyelerin her biri ayn bir
sarayda oturur. Sarayların sac ağacından kubbeleri, etraflarında
çadır kuracak avluları vardır. Ayrıca her birirıin bir muhahzı bu­
lunur. Hakan kadınlardan biriyle çiftleşmek isterse muhafızına
adam gönderir. O da göz açıp kapayıncaya kadar kadım getirir,
yatağına bırakır. Kapının önünde bekler. Hakan işini bitirince ka­
dım elinden tutar, sarayına götürür. Bir an geoilaırmez. Bu hü­
kümdar alayıyla atına binince diğer askerler de atlarına binerler.
Yolda onunla askerler arasında 1 mil mesafe bulunur. Tebaasın­
dan onu gören herkes secdeye kapanır, o geçinceye kadar başını
kaldırmaz.
Hakanların hükümdarlık müddeti 4 0 senedir. Bu müddeti
bir gün dahi geçse onu öldürürler. "Bunadı, aldı azaldı" derler.
Bir yere bir birlik gönderirse asla yüz çevirip düşmandan kaçmaz.
Yenilip kaçanlar öldürülür.
Naibi Hakan Bey ve kumandanları düşmana yenilip kaçar­
larsa onları, kadınlarım, çocukları başkalarına hibe eder. Aynı şe-

67 Yazma nüshada "Evin artında nehir bulunur." şeklinde. Fakat diğer


kaynaklardan ve örneklerden biliyoruz ki, böyle önemli hükümdarla-
nn mezarlarını gizlemek için üzerlerinden nehir geçirilir.
lolde atlarını, eşyalarını, silahlarını, evlerini de başkalarına verir.
Çoğu defa onları ikiye bölüp çarmıha gerer. Veya boyunlarından
ağaçlara asar. Bazen da merhamete gelir, onları seyis yapar.
Hazar Hakanı nın Etil (Volga) nehri üzerinde büyük bir şehri
vardır 6 8 Bu şehir nehrin iki tarafındadır. Bir tarafında Müslü­
manlar, diğer tarafında Hakan ve adamları oturur. Müslüman­
ların başında hükümdarın memurlarından Haz Çavuşu denen
bir Müslüman vardır. Hazar ülkesinde yaşayan Müslümanların,
bu ülkeye gelip giden Müslüman tüccarların hukuki işleri bu me­
mura bırakılmıştır. Başkası onları idare edemez, aralarında hü­
küm veremez.
Etil şehrindeki Müslümanların Cuma namazı loldıkları bir
camileri vardır. Cuma günleri bu camide toplanırlar. Caminin
yüksek bir minaresi, birkaç müezzini bulunur. Hicrî 310/Miladi
922 yılında Hazar Hakanına, Müslümanların Darülbâbûnec69*teki
havTayı yıktı klan haberi ulaşınca minarenin yıkılmasını emretti.
Ve yıkıldı, müezzinleri öldürüldü. Hakan "Müslüman ülkelerin­
deki havTaların hepsinin yıkılmasından korkmasam camiyi de yı­
kardım" dedi.
Hazarların hepsi ve hükümdarları Yahum'dir. Bulgarlar (Slav­
lar) ve etrafındaki bütün ülkeler onlara itaat ederler, boyun eğer­
ler, kulluklarım arzederler.70

68 Etil asıl bu şehrin adıdır. Volga burada Hazar nehrine döküldüğü için
ona da aynı ad verilmiştir. Şehrin doğu kısmında Müslüman, bati kıs­
mında Hakan ve adamları otururdu.
69 Dârülbâbûnec belki de Bağdat'taki Dar el-Bûnec olabilir, kelime fars-
çadır.
70 İbn Fadlan dönüşü hakkında hiç bilgi vermiyor. Hazarlara uğrayıp
uğramadığı büinmiyor. "Hazarların hepsi yahudidir." demesi onları
iyi bilmediğini gösteriyor. Diğer kaynaklar Hakan ve etrafındaki elit
tabakanın Yahudi olduğunu, Hazarların çoğunun putperest kaldığını,
Oğuzların dinine benzer dinleri olduğunu yazarlar. Bazı kaynaklar
I b n e l - F a k i h , Kitabü A h b a r e l - B u l d a n ' (, 3 3 3 )

Türklere D a i r H a b e r l e r 3 3 )

Huzeyfe'den şöylerivayetedilir:
'Türkler Kufe şehrini, Hazarlar el-Ceâre, Rumlar Sam h ,
leruu l ş g ^ edecekler.- Hazreti Peygamberden i s e , T ^
haüam ülkelerinden mutlaka «.karacaklar-diye n W 1?
Ömer valilerine -Türklerden birine r a s t l a r s a n , £ ^
run. Şüphesi onlar 2 oo H. ylmdan sonra isyan edeceklTon'
ar ortaya çüanca sizin elinizdekileri elde etme arzulan kend^T
lenndekmden daha fazla olacak" diye yazdık *

• !l y g
" T Ü r l d e r ü ^ n e t i m e verilen nimeti ilk
T! , e r , d e n

önce S-bedecek p i m d i r . - dediği rivayet edilir, ibn Abbas'tan


Vallahi celaçle dövülmüş gibi kn-m.z. yüzlü kavimler Jl
gehnceye kadar Hilafet benim ogullanmda kalacak»- d e l
nvayet edilir Ebu Hüreyre'den ise »Geniş yüzlü, yayvan bu
runlu bir kavtm gehp atlanm Dicle laytsma bağlamachkça h-
yamet kopmaz- dediği rivayet edilir. Yine M u a h e den £

Müslüman s a y ^ n m Yahudilerden Ç ok olduğunu söyler. 6 o ^mda 9

Ruslara, Etd , tahribinden sonra Hazarlar genellikle Müslüman 7


mu^ard^. Orada islâmiyet'in y a y a m d a Harezmlilerin hizmeti bü-
yuktur.
Meshed nüshasının tıpla basımı, Frankfurt 1987
Buna benzer hadisler için bk. Nuaym b. Ç Harnmad, Kitab el-Fiten, Ka-
hıre i 9 9 i ^ s . 676-677, 6 8 0 ; Eski Araplara göre Türkler, s. 22-25.
Kitab eleten s6 8 6 ; Muarnmer b. Râsid, Cdmı, yap. 1 9 o b ; EskiArap­
lara gore Türkler, s. 2 2
73 Bu haberi kaynakları da bulamadık. I
74 Beyn^ Delâilel-Nübüvve Kopriisü,nr. 287, yap, 770-783; el-Münâvi
t

Feyz el-Kadır, nr. 110; Eski Araplara göre Türkler s 18


75 el-Buharî, Sahih, Bulak tabı 1311, IV, 4 8 , 144; Ahmed b. Hanbel, Müs-
ned, 17, 53, 271, 4 9 3 ; Eski Araplara göre Türkler, s 2 7
76 el-Buhari, Sahih, IV, 196-197; Kitab el-Fiten, s. 681, 6 8 5 ; Eski Arap­
lara göre Türkler, s. 21.
çökmüşü [uyuyanı) uyandırmayın. Onlar size dokunmadıkça
siz onlara dokunmayın. Bunlar Türkler, Habeşlilerdir" 77 de­
diği rivayet edilir.
Merfu bir hadiste Hz. Peygamberin "Türkler size doloınma-
dıkça onlara dokunmayın" 78 dediği söylenir.
Derler ki, Türklerde koyun dört yavrudan az doğurmaz. Çok
defa köpek gibi beş veya alo yavru doğurur. İki veya üç doğur­
duğu çok azdır. Bu koyunlar çok büyüktür. Kuyruklarım yerde
sürürler.
İbn el-Fakih şöyle der:
Tuğuzğuz (Takuzoğuz) Türlerinin ülkesi Türk ülkelerinin
en genişidir. Çin, Tibet, Karluklar, Kimekler, Oğuzlar, Çağrılar
(Cefr), Peçenekler, Türgişler, Ezgişler, Kıpçaklar, Kırgızlarla sı­
nırdaştırlar. Orada misk vardır, (s. 334) Bu taraflarında (batıla­
rında) nehir bulunur.
Farab'ta Müslümanların, Karluklann cepheleri vardır. Türk
şehirleri ı6 dır.79
Türkleri iyi büen bir alim şöyle dedi: Türklerin cinslerine ge­
lince, Karluklar Semerkand taraflarında oüırurlar, Türklerin soy­
lularıdır. Bezgişüer (Ezkişüer) büyük sakallıdırlar. Oğuzlar, To-
kuzoğuzlar, Kimekler Türklerin hükümdarları, en köklüleri, en
itibarhlandır. Biştaküer, Çağlılar, Türkuzoğuzlar, Türklerin Arap­
ları gibidir. Bunlar çadırlarda konup göçerler. Ezkişîlerin bina­
ları, köyleri vardır.

77 Kitab el-Fiten, s. 6 8 0 ; Mucem el-Büldan, n, 23; Eski Araplara göre


Türkler, s. 19 not 2
78 Fazaü el-Etrak, s. 94; Mucem el-Büldan, II, 28; Eski Araplara göre
Türkler,s. 18
79 Bu ibare İbn Hurdadbih'ten naklen birçok kitapta geçer. Fakat şehirle­
rin adlan verilmez. İbn el-Fakih bazı Türk şehirlerinden bahseder. Bu
şehirler diğer eserlerde geçmediği için verdiği bilgiler güven vermez.
Halife Hişam b. Abdülmelik (öbn. 743) İslam dinine davet
maksadıyla Türk hükümdarına (hakanına) adam gönderdi. Gön­
derilen kişi şöyle der:
Hakan'ın yanına girdiğim sırada bir eğer yapıyordu. Tercü­
mana "Bu adam kim?" dedi. O da "Arapların hüknimdarımn elçisi"
dedi. Hükümdar "Benim hizmetkârım olan mı?" dedi. Tercüman
"Evet" dedi. Hakan, benim eti bol, ekmeği az bir evde oturmarru
emretti. Günlerden bir gün, her biri bir sancak taşıyan ıo kişiyle
atına bindi. Beni de bir ata bindirip hareket etti. Etrafında orman
olan bir tepeye çıktı. Güneş doğunca yanındaki ı o kişiden birine
sancağım açmasım emretti. O sancağım açınca "cah, cah" dive-
rek 10.000 silahlı asker geldi. Klimandan]arıyla tepenin altında
durdular. Hakan a selam verdiler. Hükümdar (hakan) yanında­
kilere birer birer sancağını açmasım emrediyor, açınca 10.000
silahlı süvari gelip tepenin altında duruyorlardı. Tepenin altında
100.000 süvari toplandı.
Hüldimdar (hakan) tercümana dönüp "Bu elçiye söyle, Efen­
disine söylesin. Bunlar arasında kan alan (tabib), ayakkabıcı, terzi
yok. Müslüman olurlarsa nereden ekmek yiy ecekler?" dedi.80
Şaş tarafında Horasan'ın en uç noktası Nuşcan el-Alâ'dır.81
Nuşcan'dan Tokuzoğuz Hakanının şehrine büyük köyler, münbit
topraklar, çarşılar arasından geçen üç aylık yol vardır. Bu şehrin
halkı Türklerdendir. Aralarında ateşe tapan Mecusüer, Mani di­
ninde zındıklar vardır. Hükümdar kalabalık, çarşıları olan bu bü­
yük şehirde oturur. Şehrin on (s. 335) iki demir kapısı bulunur.
Bu şehrin solunda Kimekler, önünde 300 fersah mesafede Çin-

80 Mucem el Buldan, Türkistan maddesi; İslâm Coğrafyacılarına göre


Türkler, s. 134-135¬
81 Kırgızistan'ın doğusunda kain-. İslam Coğrafyacılarına göre Harezm.
Mâverâünnehr Horasan'dan sayılır.

50
üler bulunur. Kimek hükümdarı, halkı göçebedir v
yerlerde konar göçerler, otlak ararlar. ****** * # *
Mazyar'm kâtibi Ali b. Rabban82 şöyle der:
Yeryüzünde kurulan en müstahkem şehir şudur- Türk ma­
n d a r l a r ı n d a n biri ülkesinde çorak, acı su toplanan bir ba­
taklığa vardı. Oraya gelen suyun yönünü değiştirdi. Sonra 40
zira (arşın) genişliğinde bir temel kazdı. Bu temel üzerinde
tuğla, kireçle iki sur yükseltti. Her bir surun genişliği 10 zira
idi. İki sur arasında 2 0 zira mesafe vardı. Surlar yer seviyesi­
nin üstüne çıkınca ikisi arasındaki boşluğu kum ve çamurla
doldurdu. Surlar yükseldikçe ikisi arasına kum ilave etti. Böy­
lece surları 5 0 zira yüksekliğe ulaştırdı. Bundan sonra evleri,
sarayları, şehri kurdu. Bunların etrafım da hendekle çevirdi.
Hendeğe su verdi. Çok geçmeden bir sene sonra büyük bir or­
man halini aldı. HüJaimdar bu şehre ailesini, kıymetli malla­
rını koydu. Dağ başlarında veya ovalarda kıırulmuş şehirlerin
en müstahkemi oldu. Sonra Türk hükümdarlarından başka biri
bu şehir üzerine yürüdü. Türkler uzak mesafelerden lağım aça­
rak şehirleri, kaleleri ele geçirmekte çok ustadırlar. Bahsedi­
len Türk hükümdarı şehrin önüne gelip birkaç fersah uzakta
konakladı. Lağımcılarına lağım açmaları emrini verdi. Şehrin
etrafındaki ormanlık araziye gelince su önlerine çıktı. Uğraş­
tılar, bazen onlar suya, bazen su onlara galip geliyordu. Niha­
yet, bir yerden geçit buldular şehri ele geçirmek üzere olduk­
larını sandılar. Surun yanına varınca lağım açtılar. Bu sefer
önlerine kum çıktı. Önlerindeki kumu atıyorlar, diğer taraf­
lardan daha çoğu akıyordu. Bunu görünce çare bulamadılar.
Ümitlerini kesip döndüler.

82
Halife el-Mütevekkil'in tabiblenndendir Yahudi asüL, olupihtida et­
miştir. Firdevs el-Hüane adh eseriyle meşhurdur. 8 6 0 yü. «vanuda ol
muştur.
Derler ki; Koyunlar Türk ülkelerinde bir batında birkaç yavru
verirler. Çoğu defa yedişer, altışar, beşer doğururlar. Dört veya Üç
doğurmaya gelince (s. 336), bütün sürü hayvanları böyledir.
Türkler bir hükümdar veya kişiyle anlaşma yapmak isterlerse
bakırdan imal edilmiş bir putun yanma gelirler. Sonra içinde su
bulunan bir kap getirirler. Onu putun önüne korlar. Sonra kaba
bir parça altın, bir avuç karacadan koyarlar. Sonra kadın şah ar­
ları getirip kabın altına koyarlar. "Sana yemin veriyoruz. Bu ye­
mini bozar, hainlik yaparsan Allah seni kadın yapsın. Bu şalvarı
giy. Allah sana, bu darı gibi un ufak yapacak bir düşmanı musal­
lat kılsın, benzin bu altın gibi sararsın" derler. Adam yemin et­
tikten sonra suyu içer. Eğer yermnini bozarsa ölür veya başma
bir bela gelir.
Türk ülkelerinde değerli fenek (korsuk), samur bulunur. Türk­
ler bütün milletler içinde en iyi ok atandır. Onlardan bir adamın
erkek çocuğu doğarsa buluğa erinceye kadar onu bakar, y etiştirir.
Buluğa erince ona bir yay ile oklar verir. Evinden çıkarır "Çarene
bak" der. Bundan sonra çocuğu yabancı saydır. Çocukları husu­
sundaki adetleri böyledir. Onlardan bir kısmının oğulları, kızları,
evlendirmeleri şu şeküdedir.
Kızlarmm başlan açıktır. Bir adam evlenmek istediği kızın
başına bir başörtüsü atar. Bunu yapınca kız eşi saydır. Kızın ne
babası ne de kardeşi onu engeUeyebilir.
Türklerin ülkesinde makbul hutüvv bulunur. Hutüvv onla­
rın ülkesinde avlanan bir hayvanın alın kemiğidir. 8 *
Teinim b. Bahr el-Mutavvirî şöyle der: Onların ülkesi çok so­
ğuktur. Altı ayda katedilir. Temim Türk Hakanı tarafından Tuğuz-
ğuz Hakanı'nın ülkesine posta şeklinde elçi gönderildiği sırada her
gun ve gece üç postahk mesafe katediyordu. Yirmi gün pınarlar,

83 Kaynakların çoğuna göre antilop, gergedan cinsi bir hayvanın alnın­


daki boynuz, bazı kaynaklara göre mamut fosülerindeki dişler.
otlar bulunan bozkırlarda gitti R n h ı ı
dışında bir köy, bir şehir yoktu Halfa ^ m e n z U l e r i

Yirmi gün yolculuk için yanına azık alnu*' otııruyorlardı.


20 günlük mesafe olduğunu
n l H „ & , , „ . . biliyordu
u:,: 7 ^ BıınH
^' ş e t l r e
bozkırlardanD U

birine bitişik köyler, mamur y e r l i n ^ E " ° 1 2

m*u
çoğu Türklerdendi. içlerinde Mecusüe ribi a't , ™ ,hepsi
Türklerden* i „ l ~ ^ „ f f ™ ^ veya
b
H a U a
F

W
lar T d ı . Bu günler sonunda
^ m ü s t a h k e m olduğunu, etraünda
e r b ^ ^ u , ^ d e n ç o k b ü y ü
n^2£££
k Q n ^

S
°yledj; ^ h a
^ var, çarşılan, ticareti çok, h a i ­
nin çoğu zındıkların dininde" dedi. Sonra Çine geçtiğini, oradan
Çın e 300 fersah veya biraz fazla olduğunu söyledi.
Temim sözüne şöyle devam etti:
TokuzoğulJann şehrinin sağında yabancıların gitmediği Türk
ülkesi, solunda Kimek ülkesi, önünde Çin ülkesi bulunur. Şehre
varmadan 5 fersah önce sarayının üzerinde bulunan hükümda­
rın altın işlemeli otağım gördüm. Otak (çadır) 100 kişiyi alacak
kadar büyük, Tuğuzğuz (Tokuzoğuz) Hakanı, Çin hükümdarı­
nın dünürü. Hükümdar, Hakan'a her yıl 500000 kılıç haraç ve­
rir" dedi. Taraz yoluyla, Şaş'tan Nuşcan el-Alâ'ya kafilelerin kırk
günde katettiğini bildirdi.84 Bir kişinin tek başına atıyla yolu bir
ayda katedebileceğini ifade etti.
Nuşcan el-Alâ (Yukarı Nuşcan)'da 4 büyük, 4 küçük şehir
vardır. Temim burada bir göl kıyısındaki bir şehirdeki savaşçı­
ları saydı. Tam techizatü 2 0 0 0 0 civarında kişi olduklarını gördü.
"Türkler arasında bunlardan daha savaşçı nisanlar yoktur. Bun­
lar Kartuklarla beraber savaşırlarsa bunlardan 100 kişi Kartuklar­
dan 1000 kişi bulunur. Bütün savaşlara bu sayıyla giderler" dedi.
Temim bu gölün dörtgen bir havuza benzediğini, etrafında yük­
sek dağlar bulunduğunu, bu dağlarda her türlü ağacın yetiştiğini

84 Mübalağa etmektedir.
söyledi. "Burada eski bir şehrin kalıntıları bulunur. Türkler ar*
sında bu şehir, şehrin kurucusu, halkı, ne zaman harap oldu*
hakkında bügi sahibi bulamadım. Bu şehri ikiye bölen bir nehj
var, derindiği bilinmez. İçinde hiç görmediğim kadar çeşitli der^
hayvanı bulunur, (s. 338) Orada diğer yerlerde benzerini görme,
diğim kuşlar yaşar" dedi.
Temim der ki: Nuşcan, etrafındaki köylerin, şehirlerin haliç
senede bir defa ilkbahar zamanında mutlaka bu gölün etrafında
tur atarlar. Göle Tibet tarafından 150 büyük-küçük nehir dökülür
Tokuzoğuzlar, Kimekler tarafından da aynı miktarda nehir dökü­
lür. Gölün uzunluğu develerle 4 0 günlük yoldur. Süvari hızlı gi­
derse bu yolu bir ayda kateder.
Temim sözüne devam eder: "Oraya vardığımda Hakan ı şehre
yakın bir yerde konaklamış buldum. Etrafındaki askerleri saydım.
12.000 civarındaydı. Bunlardan başka 17 kumandam, her kuman­
danın emrinde 3.000 asker vardı.
İki kumandan arasında çadırlar bulunuyordu. Çadırlar karargâhı
kuşatmış durumdaydı. İki çadır arasında karargâha açüan 4 kapı
genişliğinde ara vardı. Hükümdarın hayvanları çok kahteliydi. Hü­
kümdarın çadınyla kumandanların çadırları arasında ödüyordu.
Çadırların dışına hiçbir hayvan çıkamıyordu" der.
Ona Taraz'dan Kimeklere giden yolu sordum. Taraz'ın so­
lundan Kevaldb denen yerdeki mamur ve meskûn iki köye ka­
dar 7 fersah (21 mil) olduğunu söyledi. "Kevakib'den Kimek hü­
kümdarının olduğu yere at üzerinde hızlı gidişle 8 0 günde vannr.
Yol boyunca otu ve suyu bol geniş bozkırlar üe çöller bulunur. Ki-
meklerin meraları bu bozkırlardadır'' dedi.
Yine Temim, kendisinin bu yoldan gittiğini, Kimek hükümda­
rını askerleriyle çadırlarda ikamet ederken bulduğunu, karargâhının
yakınında köy 1er, mamureler olduğunu, hükümdarın odak bul­
mak için bir yerden bir yere göçtüğünü, ha>vardarının çok, tu"

54
nnda süvariden meydana geldiğini söyledi.
Ebül-Fazl el-Başgırdî Tüğuzğuz (Tokuzoğuz) hükümdarm
m
Çin hukümdanyla beraber Mâverâünnehr e Harun el-Reşid
za-
mamnda, zayıf birrivayetegöre ise Mehdi zamanında, iki defa _
se-
fer yaptığını söyledi.»* Tokuzoğuz hükümdanmn seferi Usrûşene
ile Semerkand araşma yapılmıştı. Semerkand valisi onunla çeşitli
savaşlar yaptı. Savaşlar şiddetliydi. Sonunda Semerkand valisine
zafer müyesser oldu. Hakanı yendi, adamlarmdan bir kısmım öl­
dürdü. Hükümdarm ordusunun Çin halkından 600000 civarında
süvari, yayadan mey dana geldiği söylenir. Müslümanlar çok gani­
met ve esir aldılar. İşte bu esirlerin çocukları Semerkand'da mak­
bul kâğıt, silahlar, Horasan diyarında sadece Semerkand'da imal
edilen nadir aletler yaparlar.
Türk ülkelerinin acayip taraflarından biri onların istedikleri
zaman yağmur, kar, dolu yağdırdıkları bir çeşit taşa (çakıla) sa­
hip olmalarıdır.86 Bu taş onlar arasında meşhur, yaygındır. Türk­
lerden hiçbir kimse bunu inkâr etmez. Bu taş bilhassa Tokuzo­
ğuz hükümdarının yanında bulunur. Türklerden başka hüküm­
darın yanında bulunmaz.
Bana Ebû Abdullah el-Huseyn b. Üstâzeveyh söyledi. Ona
Ebû İshak İbrahim b. el-Hasan, ona Hişam b. Lührâsib el-Sâib
el-Kelbî, Ebî Malih'ten naldetmiş, o da İbn Abbas'tan naklen söy­
lemiş. İbn Abbas şöyle der:
85 Miladi 751 yılında Semerkand valisi Ziyad b. Salih ile Çinli kumandan
Kao Sien-tche arasında yapüan Taraz (Talaş) sav aşına işaret eder. Bu
savaşla ilgili olarak bkz. Lin En-Lin, T a l a ş Seferi Hakkında Yapılan
Bir İnceleme", VIII. Türk Tarih Kongresi Tebliğleri, I, Ankara 1972,
s. 414-420; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1986,
m , 53-58.
Ebû'l-Fazl el-Başgırdî hakkında başka bilgi bulamadık.
86 Ya da taşından bahsediyor.

55
İbrahim Peygamber, Sara ölünceye kadar başka bir kadınla
evlenmedi. O ölünce öz Araplardan (Kah tan'dan) Kan tura bint
Meftun adlı bir kadınla evlendi.8" Bu kadından Medyen, Medain,
Nisan, Ustuk, Sûc adlı oğullan doğdu. İbrahim Peygamber oğul-
larmdan İsmail, İshak, Medyen, Nisan in yanında kalmasını, Me-
dayin, Uştuk, Sûc'un yanından ayrılmasını istedi. Onlar "Ey ba­
bamız, İsmail, İshak, Medyen, Nisani yanında emniyet ve bolluk
içinde bırakıp da bizi gurbet, yalnızlık, vahşete göndermeyi nasıl
uygun görürsün?" dediler. O da "Böyle emrolundum. Fakat, size
Allah'ın isimlerinden bazılarım öğreteceğim. Bu isimlerle düş­
manlarımıza galip gelecek, kuraklık olunca yağmur yağdıracaksı­
nız" dedi. Onlara bu isimleri öğretti. Onlar da yarımdan ayrıldılar.
Horasana geldiler. Orada çoğaldılar, bahsedilen isimle düşman­
larınıza galip geldiler. Yafes b. Nuh'un çocuklarından olan Hazar­
lar bunu öğrendiler. Onların yanına gittiler, onlarla ittifak yaptı­
lar, evlendiler. İki taraf karıştılar, birbirlerinin yanında kaldılar.
Karışmayanlar ülkelerine döndüler.
(s. 340) Ebu 1-Abbas îsâ b. Muhammed b. îsâ el-Mervezî
şöyle der:
Tokuzoğuzlar, Oğuzlar, Karluklar -ki bunların geniş ülkesi,
ünleri, düşmanlar üzerinde büyük zararları vardır.- gibi kâfir
Türk ülkelerine hudud olan Maverâünnehir ve başka yerlerdeki
Horasan küreleri halkından, Türkler arasında seferler sırasında
ve başka zamanlarda yağmur yağdıranlar, istediği kadar yağmur,
dolu, kar meydana getirenler olduğunu devamlı duyardık Kimi­
miz bunu kabul eder, kimimiz inkâr ederdi. Nihayet, Davud b.
Mansur b. Ebî Ali el-Badğîsî üe karşüaşnm. Horasan'da \alilik
yapmış, idaresi beğenümiş makbul bir adamdı. Oğuz Türkleri­
nin hükümdarının oğluna rastlamış. Bu oğula Belkık b. Cebğuye
87 Kantûrâ bint Meftun ve Benû Kantûrâ hakkında bkz. el-Câhız ve Türkle­
rin Faziletleri, s. 23-102, Arapça metin, s.91; Eski Araplara göre Türk­
ler, s. 19-22; Nuaym b. Hammad, Kitab el-Fiten, s. 677-678, 681, 683

56
(Yabgu oğlu Belkık) derüyormus Dno «o- ™. ,

biliyorsun?" demiş. y e n i y o r . Bu konuda ne


Belkık 'Türkler Allah indinde ı u-
uzak aciz ldsi W H , Y A "
y İ G b u
yapmaktan çok

«Atalarımdan biri zamanın hüJcümdanmn haJcsızlığma uğra¬


mış Ondan ayrurnış. Memluklarından ve başka kişilerden
dutluğu seven arkadaşlar edinmiş. Onlarla önüne geleni yağma­
lamak, avlanmak için doğuya, batıya gitmiş. Nihayet, bir hvme
^ ^ O n l a r a ait bir dağın ardına kimse g e l i y o r m u ş . Onlara
Nıçm böyle? diye sormuş. Onlar "Zira bu dağın arkasında gü­
neş yere çok yakın doğar. Her şeyi yakar" demişler. O da "Orada
sakin olan kimse yok mu?" demiş. Onlar «Evet var" demişler. De­
dem "Dediğiniz şeküde orada nasü oturuyorlar?" demiş. Onlar
"İnsanların yer altında dehlizleri, dağlarda mağaraları var. Güneş
doğunca oralara girerler. Güneş yükselinceye kadar kalırlar. Hay­
vanlar ise orada bulunan bir çeşit çakıl taşından birer tane ağız­
larına alırlar, başlarım göğe kaldırırlar. Bu sırada bir bulut onları
gölgelendirir, onlarla güneş araşma girer. Bu taşla korunma on­
lara ilham edilmiştir" demişler.
Belkık der ki: Dedem bahsedilen y e r e gitmiş, olayı anlattıkları
gibi bulmuş. O şöyle demiş: "Güneş doğmaya başlayınca hayvanlar
bu taştan birer tane ağızlarına aldırlar, (s.341) Başlarım semaya kal­
dırdılar. Bulutlar onları gölgelendirdi." Belkık devamla "Aram \-e ar­
kadaşları kovalamak için hayvanlar üzerine hamle etmişler. Oklar on­
lara ulaşınca (veya yorulunca) hayvanlar taşlan ağızlarından atmışlar.
Dedem taşı tanımak için arkadaşlarına toplanmalarım emretmiş. On­
lar da toplayıp taşlan getirmişler. O ve arkadaşları bu kırda bu taşı
arayıp toplamışlar, mcelernişler. Güneştaratmatutmuşlar. Bulutlar
onlan gölgdendiırniş. Güneşin yakmasından kurtulmuşlar. Sonra,
bu taşlardan toplayabüdikleri kadar toplayıp ülkelerine götürmüşler.
Onlar bir sefere çıkınca veya yağmur yağmasını isteyince bu taştan
bir miktar çıkarıp tutarlarmış. Hemen bir bulut peyda olur, yağm^
vağdırırmış. Eğer kar ve dolu yağmasım isterlerse biraz taşı artırır
lar, kar ve dolu gelirmiş" dedi. Söylendiğine göre, onlar bu taşla bir
tarara işaret ederlerse o tarafa yağmur yağarmış.
Onların anlattıkları böyledir. Bu onların bir mahareti ve kud­
retiyle değil Allah'ın kudretiyle olur.
Ebül-Abbas sözüne şöyle devam eder: "Şaş şehrine vardım.
Yanıma Türkleri iyi büen bir topluluk geldi. Onlara bu hususu
sordum. "Biz de senin büdilderini biliyoruz" dediler.
Belkıkin anlattığı yoruma gelince, o meseleyi en iyi büendir.
Zira atalarından nakletmektedir.
Ebü ı-Abbas der ki: Şaş'ta eski kâtiplerden Habib b. îsâ adlı
ihtiyar bir kişiye rastladım. Nuh b. Esed b. Saman'm Türklerle
savaşlarına dair haberleri toplanmıştı. Bu bölgeyi iyi tanıyordu.
Bana, Abdullah b. Tâhir'in Nuh b. Esed'e gönderdiği bir mektubu
çıkarıp gösterdi. Mektubun sonunda Memun ona Türklerin ya da
taşıyla yağmur yağdırmaları konusunu araştırmasını emretmek­
teydi. Habib şöyle der: "Abdullah şehrin âlimlerini, Müslüman
Türkleri topladı. Onlara bu meseleyi sordu. Gerçekliğinde ihtilâfa
düşmediler. Yalnız, meselenin gerçek sebebini bilemediler."*
Ebül-Abbas el- Mervezî şöyle der: "Horasan hükümdarı İs¬
mail b. Ahmed'in şöyle dediğini duydum:
"Bir sene 20000 kadar Müslüman askerle Türklere karşı se­
fere çıktım. Onlardan 60.000 kadar tepeden tırnağa süahlanmış
asker karşıma çıktı. Günlerce onlarla savaştım. Bir gün geldi. Türk
memluklar ve sığınmış diğer Türk askerler yanıma geldiler. "Bi­
zim kâfir ordusunda akrabalarımız, arkadaşlarımız var. Falanın
geldiğini bildirip bizi uyardılar" dediler.
Muceın el-Buldan, Türkistan m ad; İslam Coğrafyacılarına göre Türk­
ler, s. 136-137
(s.342) İsmail b. Ahmed "Bahsettikleri kişi onlar nazarında
kahin gibiydi (samandı). O kişinin dolu, kar vs. şeyler yağdırdı­
ğım, bulut meydana getirdiğini, bununla düşmanlarım mahvet­
tiğini söylüy orlardı. Askerler "Ordumuz üzerine isabet ettiği her
kişiyi öldürecek büyük dolular yağdırmaya karar verdi" dediler.
Onlara "Henüz kâfirlik kalplerinizden çıkmamış, bir insan bunu
yapabilir mi?" dedim. Onlar "Biz sana gerekli tembihi yaptık, sen
bilirsin. Yarın güneş yükseldiği zaman yapacakmış" dediler.
Ertesi günü güneş yükselince, askerlerimle sırtımı verdiğim
dağın başmda korkunç büyük bir bulut peyda oldu. Yavaş yavaş
genişledi, büyüdü. Ordumun hepsini gölgesi altına aldı. Siyahlığı
ve vazi\reti, ondan gelen korkunç sesler beni ürküttü. Bunun bir
imtihan olduğunu anladım. Atımdan inip iki rekât namaz laldım.
Bu sırada askerler ne yapacaklarım bilmiyorlar, birbirlerine giri­
yorlardı. Belanın geleceğinden şüphe etmiyorlardı. Allah'a dua
edip yijtfiimü toprağa sürdüm. "Ey Allah'ım, bize yardım et. Kul­
ların imtihanın karşısında zayıflar. Şüphe etmiyorum İd, kud­
ret ancak senin ehndedir, insanlara fayda ve zarar ancak senden
gelir. Bu bulut üzerimize yağmur yağdınrsa Müslümanlar için
fitne (bozgunculuk) kâfirler zafer (satvet) olur. Kuvvet ve kudre­
tinle onu üzerimizden defet ey kuwet ve kudret sahibi" dedim.
Soma "Yüzüm secdede Allah'a çok yalvardım. Hayırın ancak on­
dan geleceğini, ondan başkasının kötülükleri defedemeyeceğini
büiyordum."
Bu şeküde Allah'a yalvarırken "Askerlerden memluklar ve
başkalan yanıma gelip selamete erdiklerini müjdelediler. Kolum­
dan tutup secdeden kaldırdılar. "Ey emir bak, bak!" diyorlardı. Ba­
şımı kaldırdım. Ne göreyim, bulut askerlerin üzerinden kalkmış,
Türklerin ordusunun üz rine gitmiş, onlar üzerine büyük dolular
yağdınyordu. Onlar birbirlerine girryorlardı, hayvanlan ürküyor,
çadırları sökülüyordu. Bulut her düştüğü askeri öldürüyor, ber-
bad ediyordu. Arkadaşlarım "Onlar üzerine hücum edelim" de-
59
diler. Ben "Hayır, Allah'ın azabı daha beter ve acı" dedim ^
lanndan çok azı kurtulabildi. Karargâhlarını bütün esvalam
bırakıp kaçtılar. Ertesi sabah (s.343) karargâhlarına vardık, n
sapsız, tarif edilemez derecede çok ganimet bulduk. Hepsini
türdük. Selamete erdiğimiz için Allah'a hamdettik Onun bize ko»
laylık gösterdiğini, bu şeyleri verdiğini anladık. Hamd âlemle
Rabbinedir.^ m

Bazı Türk Şehirleri, O n l a r m Acâiblikleri


Said b. el-Hasan el-Semerkandî şöyle der:
Türklerden bir kısmı göçebedir. Konarlar, göçerler. İslam ül­
kelerindeki göçebeler gibi yağmuru, otlak yerleri takoederler. Bun­
lar bir hüidimdara boyun eğmezler. Kimseye itaat etmezler, bir­
birlerine yağma yaparlar. Kadınları, çocukları esir ederler. Çoğu
defa unlarda bir aşiret bir kabüeden ayrılır, başka bir aşirete gi­
der, ona katılır. Yanlarında katıldıkları aşiretin esir edilmiş ka­
dınları, çocukları olur, onlardan bu esir edilmiş kişileri istemez­
ler, onlara köle gözüyle bakarlar. Bu onlar arasında bir adet ve
birleştikleri bir kuraldır.
Türklerin çok şehirleri vardır. Bazı şehirlerde tüccarlar, mal­
lar bulunur, her şehirde çarşılar vardır. 8 8
Bu şehirlerden biri Tokuzoğulların şehridir (Hanbahk). Bu,
Turk şehirlerinin en büyüğü, en müstahkemidir. Taştan yapılmış
buyoık bir suru, etrarinda su dolu hendeği vardır. Halk güçlü, sa-
^ JT1* Ç O ğ U İ Q h Ç Ü r
- " ^ e l - F * k i h buracL ınba-
ren ıkı sayfakadar başka kaynaklarda geçmeyen, uydurma ol-

7 e Z X ^ t ^ 5 / S / Q m
^^^lanna gör, Türk-

88 B
< ^ ^

2
^ ^ Ş e h M e n b u r a d
* - z edilmez. öyle
? T u e I
; F a k Ü 1 b U k
° D U d a
<**™ * « b £ i degüdir. Verdi*
bilgilerin bir kısmı hurafe mahiyetindedir.
duğu anlaşılan bazı Türk şehirlerinden bahseder. Verdiği bilgiler
hurafe mahsulüdür. Bu sebeple çalışmaya almadık]
Türklerin, burada bahsetmechğinıiz, Müslümanların, diğer
insanların ulaşamadığı başka çok sayıda şehirleri vardır. Bun­
lara dair haberler bize gelir. Zira bu şehirler çok doğudadır. Oraya
kimse ulaşamaz, tacirler veya başkaları gidemez.

H o r a s a n , Doğu, Türk Ülkeleri ve B u r a l a r a Komşu


Bölgelerin Hükümdarlarının Lakapları:
Nisabur hükümdarına Keyan, Merv hükümdarına Mahiye,
Serahs hükümdarına Zâdiye, Ebîverd hükümdanna Behmene,
Nesâ hüloimdanna İran, Gürcistan hüloimdaıına Turan-bende,
Merverruz hükümdaıına Gilan, Zâbulistan hülaimdarma Finiz,
Kâbul hükümdarına Kâbul-şah, Tirmiz hükümdanna Tirmiz-şah,
Bamyan hülaimdarma Şîr-i Bamyan, Suğd ve Fergana hüiaimda-
nna İhşid, Ruyşan hmdimdarına Ruyşan-şah, Cüze uı hükümda­
nna Kökbar-hüdâ, Harezm hükümdanna Harezmşah, Hâneş hü­
kümdanna Haneş-i Gilan, Buhara hüloimdaıına Buhârâ-hudah,
Usrûşene hükümdanna Afşin, Semerkand hükümdanna Tar­
hun, Sicistan ve Daver ülkesi hüloimdaıına Rutbil, Herat-Bûşenc
Budğîs hükümdanna Neraran, Kiş-Ruhac hükümdanna Bendun,
Mâverâünnehr hükümdarına Şârşah denir.
Türk hükümdarlarına gelince; Heylub Hakan, Cebğûye,
Şâbe Hakan, Sencir Hakan, Mabuş (Manuş) Hakan, Fînız Ha­
kan denir.
Küçük Türk hükümdarlarına Tarhan, Zeyrek, Çurrigin, Yum­
run, Suhrab, Fûrek denir.89 Burada İbn el-Fakih diye tanınan Ah-
rned b. Muhammed b. İshak el-Hemedânî'nin Kitabü Ahbar el-
Büldariı biter.

89 Bu hükümdar unvanları Mücmel el-Tevârih'de de geçer, (İslam Coğ­


rafyacılarına göre Türkler, s.35)
Ebû Dülef M i s ' a r b . Mühelhil el-Benâzicî'nirı Ti
H i n d , Çin Ülkelerinde Gördüklerini Anlattığı
B i r i n c i Risale*
Allah a hamd, (s.348) peygamberlere senadan sonra doğu .'11 ül­
kelerinin yollarım, siyasetleri ve hükümdarlan arasındaki farklı­
lıkları, mabecüerini, hükümdarlarının mtişarnlarmı, idarecileri­
nin hükümlerini ve derecelerini anlatmakla bu risaleyi yazmaya
başladım. Zira bunları bilmek insanın görüşlerini artırır, gidişa­
tına katkı yapar.
Allah oralara uyanık, ibret alan, akıllı ve basiretli kişüer ver­
miştir. Allah Teâla "Yeryüzünde dolaşmadılar mı? Kendilerin­
den önceki kavimlerin akıbetlerini görsünler. O kavimler daha
kuvvetli, yeryüzünü daha çok imar eden, eserlerle donatan in­
sanlardı. Onlara deliller (ayetler)le peygamberler geldi. Allah
onlara zulmetmedi. Fakat onlar kendilerine zulmettiler. 9990 dedi.
Böylece, seyahati farz, uzak yerlerdeki eserleri görmeyi mecburi
kıldı. Sizin bu sevap yoluna girdiğinizi, iyi adla anümayı istedi­
ğinizi zannediy orum. Sizinle aramızdaki kardeşlik, sevgi bağını
kuvvetlendirmeye yardım ettiğinizi görüyorum. Allah'tan yar­
dım istiyor, hatalardan kaçmıyorum. Beni saadete götüren...
odur. Aziz ve hakimdir.
Vatanımdan uzaklaşıp yürüyerek Horasan'a gelince bu böl­
genin hükümdan, emiri... Nasr b. Ahmed b. İsmail b. Ahmed
[el-Sâmânî]'nin şanının büyük, saltanatının ulu olduğunu gör­
düm. Onun yanında imkan sahipleri önemsiz, kuvv et ve kudret
sahiplerinin ağırlığı hafif kalır. Yanına varınca Çin hükümdarı
Fâlin b. el-Şehir'in 91 elçilerinin onunla sıhriyet akrabalığı kur
Meşhed nüshasının tıpkı basımı Frankfurt 1987.
90 Rum suresi, ayet 9
91 Bu s ı r a d a Çin'de Tang sülalesini takibeden h ü k ü m d a r l a r vardı. Ke­
lime çok değişikliğe uğradığı için Çincesini tesbit etmek mümkün
değildir.
m a k «tedıMc™, lozm. Çın hükümdarına isteklerini gördüm.
Ş e n a t ^ a c b g , ıcın Nasr b. Ahmed onların isteğini kabul et­
medi. Onun reddetmesi üzerine elcüer Nasr ın çocuklarından bi­
riyle Çm hukumdarımn kızımn elenmesini teklif ettiler O da
bunu kabul etti. Elçüerle Çin'e gitmeyi fırsat bildim. Türk ülke­
lerinin yolunu tuttuk.
Horasan, Mâveraurmetır'deki İslam şernrlerini geçtikten sonra
ilk varmğımız kabile Harkah92 diye bilinir. Buğday, arpa yiyerek
bu ülkeyi bir ayda katettik.
Sonra, Tahtah™ denen kabileye vardık. Bu ülkede arpa, ka­
racadan, çeşitli eder, 1ar baklaları yedik. Yirmi gün bu ülkede
emniyet, bolluk içinde yürüdük, (s.349) Bu ülke halkı Çin'e bağ­
adırlar, yakın zamanda Müslüman oldukları için Harkah'a vergi
verirler. Çoğu zaman Harkanla birleşip uzaklanndaki putperest­
lere gaza yaparlar.
Soma, Necâ denen kabileye vardık. Bu ülkede karaca­
94

dan, mercimek, nohud yedik. Bir ay emniy et içinde bu kabi­


lenin topraklannda yürüdük. Bunlar putperest olup Tahtah'a
vergi verirler. Hüldimdarlanna secde ederler, öküzü kutsal sa­
yarlar. Ülkelerinde sığır yoktur, hürmeten ona sahip olmazlar.
Bu ülkede çok üzüm, incir, siyah muşmula bulunur. Yine bu ül­
kede ateşte yanmayan bir ağaç vardır. Bu ağaçtan putlar yapar­
lar. [Hristiyan yolcular bu ağacın İsa'nın çarmıha gerildiği ağa­
cın cinsinden olduğunu söylerler. Bu sebeple ağaçtan yanlanna
hatıra parçalar alırlar.] 9 5

92 Bu yer Karahanlılann başşehri Ordukend olabilir.


93 Başka kaynaklarda geçmez. Kim olduğunu tayin edemedik.
94 Kaynaklarda bu ad geçmez. Acaba Kuca, Koçu denen şehirden mi bah­
sediyor?
95 Parantez içi. Kurd de Schloezer neşrinden.
Sonra Peçenekler denen bir kabileye vardık. Uzun sakajı,
96

bıyıklı, vahşi insanlar. Birbirlerini yağmalarlar. Onların erkekl


yol üzerinde kaçanlarla çiftleşirler. Sadece karacadan yerler B
kabile arasında on iki gün yürüdük. Onların ülkesinin kuzey^
Bulgarlar tarafına doğru geniş olduğunu söylediler. Hiçbir hü
ldimdara vergi vermezler.
Sonra Çiğiller*' denen bir kabüeye vardık. Arpa, börülce, ko­
7

yun eti yerler. Deve kesmezler, sığır öldürmezler. Ülkelerinde sı­


ğır yoktur. Elbiseleri yün ve lcürlctendir. Başka çeşit elbise giv»
mezler. Aralarında az sayıda Hıristiyan vardır. Güzel yüzlüdürler
Aralarından bir adam kızı, kız kardeşi, diğer mahremleriyle ev­
lenebilir. Fakat Mecusi değillerdir. Nikâh konusunda gelenek­
leri böy ledir. Süneyi, Zühal (Satürn), İkizler, Büyük Ayı, Küçük
Ayı yıldızlarına, Oğlak Burcuna taparlar. Çoban Yüdızı'na rable-
rin Rabbi derler. Bolluk içmdedirler, kötülük yapmazlar. Etrafla­
rındaki Türk kabüeleri onlan yağmalar, onlara hâkim olmak is­
ter. Onların ülkesinde kiklan diye bilinen bir tatlı ot \-ardır. Etie
pişirilir. Yine onların ülkesinde badzehr (panzehir) taşı madeni,
hutüvv ahu bulunur. Hutüvv orada yaşayan bir çeşit öküzdür.Q-
Kan ile buğday birasından, çok sarhoş eden bir içki yaparlar. Ev ­
leri ahşap ve kerniktendir.99 Hülcümdarlan yoktur. Emniyet, kıt­
lık içinde onlann ülkesini 4 0 günde katettik.
Sonra Buğraç 100
adındaki kabiley e vardık. Onlar bıyıklı, sa­
kalsızdırlar. Süvari veya (s.350) yaya olsun mızrağı çok iyi kulla-

96 Bütün kaynaklarda Peçenekler Eril nehri civarında, Oğuzların kuzeyin-


dedir. Ebû Dülef in oraya uğraması imkânsız.
Çiğüler bu sırada Karahanldara tabi idiler. Ebû Dülef in yolu üzerinde
yaşıyorlardı.
98 Hutüvv- bir çeşit hayvanın alın kemiği alnındaki boynuz veya mamı*
dişidir. Hayvan adı değüdir. Bu maddeden kıymetli eşyalar yapılır.
99 Kurd de Schloezer neşrinden "kilden" .
100 Buğrahanlar yani Karahanlılar olmalı.

64
nırlar. Onların. Yahya b. Zeyd soyundan gelen, alevî, büyük bir
hükümdarları vardır. Yanlarında, üzerinde Zeyd aleyhissel*
lamın
mersiye olarak söylediği beyitler bulunan tezhiph bir Mushaf „
var-
dır. Bu mushafa taparlar. Onlara göre Zeyd Arapların hüküm­
darı, Ali b. Ebı Talip ilahıdır. Baslarına ancak alevi bir hüküm­
dar tayin ederler. Semaya baktıkları zaman ağızlan açık, gözleri
dışan fırlamış olurlar.
"Araplann tannsı oradan iner, oraya çıkar." derler. Zeyd'in
çocuklanmn soyamdan gelen hükümdarlarının özelliği sakallı, bu-
nınlan düz, gözleri büyük olmalandır. Onlar karacadan, erkek ko­
yun eti yerler. Onların ülkesinde sığır, keçi bıüunmaz. Keçe elbise
giyerler. Zencüerin ateşte yakılması gerektiğine inamrlar(?).On­
lar arasında bir ay korku içinde yalrüdük. Yanmazdaki her şeyin
öşürünü (gümrük verdisini) verdik.
Sonra Tiibbet (Tibet) denen kabüenin yanma vardık. Onlar
arasında 40 gün emniyet ve rahat içinde buğday, arpa, bakla, et,
balık, bakliyat, üzüm, meyve yiyerek yol aldık. Onlar her türlü el­
bise giyerler. Onların kamıştan inşa edilmiş bir şehri var. Bu şe­
hirde yağlı deriden imal edilmiş bir mabed, bu mabedin içinde
hutüvvden, gazel boynuzlanndan yapılmış putlar bulunur. Bu şe­
hirde Müslümanlar, Yahudiler, Hıristiyanlar, Mecusüer, Hindular
yaşar. Buğraç alevî hülomıdanna haraç verirler. Başlarına kura ile
hükümdar tayin ederler. Suçlulan koyduklan hapishaneleri var­
dır. Kıbleye dönerek namaz kılarlar.101
Bunlardan sonra Kimek kabüesine vardık Bunların evleri de­
ridendir. Nohud, bakla, erkek koyun-keçi eti yerler. Dışı hayvanı
boğazlamayı caiz görmezler, ülkelerinde tanesinin yansı beyaz,
yansı siyah bir çeşit üzüm bulunur. Onların yamnda suyu çeken
bir çeşit taş vardır. Bu taşla yağmur yağdırırlar. Duz bir arazide

• A~. "Miirrimleri. suçlulan muhakeme ettik-


101 Kurd de Schloezer neşrinde. Mücrimleri, ç s e k l i n d e

« i . - ırâheVe dönerek namaz kılarlar, şekünde.


leri bir meclislen vardır. KaDe ye
6s
altın madenleri bulunur, onu parçalar halinde bulurlar. Yi r i (
•a
lerin üzerini açtığı elmas madenleri, tatlı, uyuşturucu, ıryirhT*
bir çeşit bitkileri \ardır. Kendilerine has alfabeleri bulunur. ^ 1
larmda bir hükümdarları, mabedleri yoktur, (s. 351) burıayaru^
görünürde kusurlu olanlar dışında, aralarında 80 yaşını geçeri
lere taparlar. Bunlar arasında 35 gün yürüdük.
Sonra Oğuzlar denen kabüeye vardık. Taştan, ahşaptan, ka­
mıştan inşa edilmiş bir şehirleri var. İçinde putlar olmayan bir
ibadethaneleri bulunur. Onların vergi alan büyük bir hüküm-
darlan var. Hind'e, Çin e ticaret yaparlar. Sadece buğday yerler.
Bakliyat y eriştirmezler. Erkek ve dişi koyun-keçi eti yerler. Keten,
pamuklu elbiseler giyerler. Yünlü elbise giymezler. Onların ülke­
sinde karın ağrısına iyi gelen beyaz bir taş, kılıç üzerine sürünce
keskinliğini ortadan kaldıran kırmızı başka bir taş vardır. Onlar
arasında bir ay emniyet v e selametle yürüdük.
Sonra Tokuzoğuzların ülkesine vardık. Onlar boğazlanmış,
hayvan eti yerler, pamuklu ve keçe elbise giyerler. Onların mabedi
yoktur. Ata hürmet ederler, onu gayet iyi bakarlar. Onların ülke­
sinde, burnu v e başka bir yeri kanayan insan üzerine asılınca ka­
namayı durduran bir çeşit taş vardır. Onlar gökkuşağını görünce
bayram yaparlar. Batıya dönerek namaz kılarlar. Kalemleri siyah­
tır. Onların ülkesinde 20 gün büyük korku içinde yürüdük.
Sonra Kırgızlar denen kabüeye vardık. Karacadan, pirinç,
dev e eti hariç, sığır, koyun, keçi ve diğer hayvanlann etlerini yer­
ler. Onlann bir mabedi, yazı yazdıklan alfabeleri vardır. Onlar fi­
kir, düşünce sahibi kişüerdir. Yanacak maddesi tükeninceye ka­
dar lambalarını söndürmezler. Namaz vakitlerinde okudukları
manzumeleri vardır. Onlann az miski ve yılda üç bayramlan bu­
lunur. Bayraklan yeşildir, güneye doğru ibadet ederler. Satürn ve
Venüs yıldızlanna saygı gösterirler. Merih yıldızmı uğursuz sa- |
yarlar. Çocuk doğunca ona secde ederler. Onlar tüccardır, mev­
simleri, zamanı ölçen takvimleri vardır. Ülkelerinde yırtıcı hay-
van çoktur. Onlar geceleyin lamba yerine yakılan bir çeşit taşa
sahiptirler. Bu taş başka yerde yanmaz. Onlann aralarmdaki an­
laşmazlıktan halleden âlim ve itaat edilen bir hükümdarları bu­
lunur. Onun önünde ancak kırk yaşını geçenler oturabilir, (s.352)
Bunlar arasında bir ay emniyet ve bolluk içinde gittik.
1
Soma Kartuklar denen kabileye vardık.102 Bunlar nohud ve
mercimek yerler. Karacadandan bir içki yaparlar. Tuzlanmış et­
yemezler. Yünlü elbise giymezler. Duvarlannda eski hükümdar-
lannm resimleri olan bir mabedleri vardır. Bu mabed eteşte yan­
mayan bir ağaçtan yapılmıştır. Bu ağaç onlann ülkesinde çoktur.
Aralarında zulüm, işkence yaygmdrr. Bübirlerini yağmalarlar. Zina
onlar arasında açıkça yapılır, mahzurlu görülmez. Onlar kumar­
bazdırlar. Bir kişi diğerinin karısını, lazım, oğlunu, anasını ütebilir.
Eğer kumar meclisi dağıhnamışsa ütülenfidyeverip kendini kur­
tarabilir. Üten meclisten ayTihrsa üttüğü onundur. Onu tüccarlara
istediği gibi satar. Kadınları güzel, fakat ahlaksızdırlar. Onlar az
kıskançtır. Ülkelerine kafileler gelince kadın, kızı, kız kardeşi veya
başka biri kafile reisine veya diğerlerine gelir yoizlerine bakar. Bir
adamı beğenirse onu evine götürür, evinde ağırlar. Kocası, çocuk­
tan, kardeşleri de adama hizmet ederler. Yabana adam evde kal­
dıkça kocası karısına yaklaşamaz. Ancak bir hizmet varsa onu y a ­
par. Soma kadın ile adam yiyip içmeye dalar. Kocası adama karşı
kıskanmaz, onun yaptığını kötü görmez."* Onlann ipek elbiseler
giydikleri bir bavramlan vardır. İpek elbise giyme imkanı olma­
yan elbisesine bir ipek parçası yamar. Onlann ülkesinde cıva de
çıkarılan gümüş madeni bulunur. Onlann ülkesinde helüe ağacı

102 EbûDülef normal olarak Mâverâünnehr-den sonra Karluklara varma­


lıydı. Karluklar b u sırada Karahanlı Devleti'nin halfaydılar
103 Burada yine anaerkü evliliğe temas edflın* c t a ^ Y « m e ^ ^
1 AI - u _ w k a bir şekilde anlatıyor. Öyle anlaşılıyor la. bu­
lamadığı için bambaşka bir şeıaı ^ ^
dikleri kulaktan dolmadır. Aynca, b u sırada Karııuu s

lüman olmalıdır.
yerine kullanılan, gövdesi dik bir ağaç vardır. Onun usaresi (suyu)
ateşli şiş yaralar üzerine sürülürse hemen iyi eder. Onların ülke­
sinde ululadıkları, yanında muhakeme yaptıkları, uğruna kurban
kestikleri büyük bir kaya bulunur. Bu taş yeşil ve düzdür. Bunlar
arasında 25 gün emniyetle gittik.
Sonra Kutluk denen kabileye vardık. Onlar arasında 10 gün
yürüdük. Onlar sadece buğday, kesilmemiş hayranların (öldürül­
müş hayvan) etini yerler. Türkler arasında onlardan kahraman
görmedim. Etraflarındaki kabileleri yağmalar, talan ederler. On­
lar arasında yetişen kişiye bir şey yapmazlar. Kız kardeşleriyle ev ­
lenirler. Kadın hayatı boyunca bir erkekten fazlasıyla evlenmez.
Kocası ölürse tekrar evlenmez. Onlar fikir, tedbir salübidirler. Bir
adam onların ülkesinde zina ederse adam ve kadın yakılır, (s.353)
Onlar arasında boşanma yoktur. Kadına adamın bütün malı mihr
verilir. Ayrıca, evlenen kadirim velisine bir sene hizmet eder. On­
lar adam öldürene kısas tatbik ederler. Yaralamalarda tazminat
verirler. Eğer yaralanan tazminatı aldıktan sonra ölürse bir şey
talep edemez. Onların hükürndarı kötülüklerden meneder, evie-
nemez. Evlenirse öldürülür.
Sonra Kitaylar denen kabileye vardık. Onlar arpa ve mür-
dümek, boğazlanmış hayvan eti yerler. Doğru bir şekilde evlenir­
ler. Onların hükümleri akü hükümlerdir. Buna göre ceza verirler.
Hükümdarları yoktur. Onlardan her kişi anlaşmazlıklarımn halli
için bir ihtiyara (şamana) başvurur. 104 Onun huzurunda mahkeme
olurlar, verdiği kararlan kabul ederler. Ülkelerinden geçenlere ezi­
yet etmezler, öldürmezler. Bir ay, daha çok veya az îtikafa çekil­
dikleri bir mabedleri vardır. Boyalı elbise giymezler. Onların ülke­
sinde makbul misk bulunur. Ülke dışına çıkarılınca değişir, etkisi
kalmaz. Onların çok faydalı bakliyat cinsi yiyecekleri vardır. Ül­
kelerinde, görenleri öldüren yılanlar bulunur. Yalnız, bu yılanlar
104 Buna benzer bir adet suvarlar arasında vardı.

68
dağlardadır, dışarı çıkmazlar. Onlar arasında ateşli hastalıkları
dağ
teskin
1
eden bir çeşit taş vardır. Başka yerde etki etmez. Onların
ülkesinde yeşil damarlı panzehir taşı vardır, mumludur. Bunlar
arasında 20 gün yürüdükten soma Behi ülkesine vardık.105

Şeref e l - Z a m a n el-Mervezî, Tabâyi el-Hayavan"


(s. 2a) D o k u z u n c u B a b Türkler Hakkındadır
Türkler çok cinslere, çeşitiere ayrılan, kabileleri, aşiretleri çok
bir büyük nimettir. Aralannda kasabalarda, köylerde oturanlar,
bozkırlarda, çöllerde konup göçenler vardır.
Onların büyük kabüelerinden biri Oğuzlar olup 12 kabüe-
dir. Bir kısmına ise Tokuzoğuz, bir kısmına Uyguz (Uygur), ba­
kış mına Üçguz denir. Tokuzoğuzlann hükümdarına Tokuzoğuz
Hakan denir. Onun çok miktarda askeri vardır. Eskiden onların
hüldimdannın 1000 ücretli askeri (çakeri), 400 cariyesi vardı.
Ücretii askerler her gün yanında üç defa yemek yerler, su içer­
lerdi. Hükümdarlan halkın karşısına ancak ayda bir defa çıkardı.
Onlann güzel siyasi gelenekleri, kanunlan bulunur. Bir kısmı şe­
hirlerde, bir kısmı kırlarda, çadırlarda, karargâhlarda otururlar.
Onlann bozkırlan Mâverâünnehr hizasındadır, bir kısmı ise Ha-
rezm hazasına düşer. Onlar İslam ülkelerine komşu olunca Müs­
lüman oldular. Türkmenler dendiler. Türkmenlerle Müslüman
olmayan Oğuzlar arasında mücadeleler oldu. Sonra, Müslüman
olanlan çoğaldı, iri Müslüman oldular, kâfirlere galip gelip onlan
kovdular. Kâfir Türkler de Harezrn den Peçeneklerin ülkesine çe­
kildiler. Türkmenler (Müslüman Oğuzlar) islam mkelenne yayıl­
dılar. Oralarda iyi idarede bulundular, çoğunu ele geçırdder. Hu-
küm darlar, sultanlar oldular.106
105 Behi ülkesi Çin sınırlan içinde olmalı.
* nsr. V. Minorsky. Umden 1942 b i r fe

106 Burada el-Mervezî Tokuzoguzlan, > ^ ^ T ^


U
. r

bul eder. Tokuzoguzlan anlamken Oğuzlardan bahseder.


69
Türklerden başka bir gruba Kun (Hun) denir,
rıstryan olan Kitay hanrndan korkarak, meraları dar geldiği için
yurtlarından ayrıldılar. Harezrnşah Ekinci b. Koçkar (ölm. 1097)
Kunlardandır.
Kunlan Kay denen ve daha kalabalık, daha kuvvetli bir mil­
let t akıbetti. Onları meralarından attılar. Kunlar, Şârilerin ülke­
sine gittiler. Şariler ise Türkmenlerin ülkesine geldiler. Türkmen­
ler ise Oğuzların doğusuna, Oğuzlar Hazar denizi sahiline yakın on
olan Peçeneklerin ülkesine yer değiştirdiler. 1

Türklerden bir kısmına Kırgızlar denir. Onlar büyük bir mil­ üı-
let olup, yurtlan yazlık doğu ile kuzey arasında yer alır. Kuzey­
lerinde Kimekler, batılannda Yağmalar, Kartuklar, kışlık batı ile
güneylerinde Kuca ve Ergler bulunur. Kırgızların ölüİerini yakma-
lan adederindendir. Ateşin ölüleri temizleyip pakladığım söyler­
ler. Eskiden adetleri böyleydi. Müslümanlara komşu olunca ölü­
lerini gömmeye başladılar. 1 0 8 Kırgızlarda halktan Fağuıın (Kam)
denen bir adam varc1 r. Her sene belli bir günde bu adam getiri­
lir. Yanında şarkıcılar, çalgıcılar toplanır. İçki içmeye, şarkı, mu­
siki üe eğlenmeye başlarlar. Meclis hoş halahnca bu adam bayı­
lır, saralı gibi yere düşer. Sonra ona bu sene neler olacağım (21a)
sorarlar. Yılın boüuk, kuraklık, kıtlık yağmurlu mu? olacağım ve
diğer şeyleri söyler. Bunların gerçek olduğuna inanırlar.
Kırgızların ülkesinde büyük bir ırmağa dökülen dört vadi (ır­
mak) \ardir. Bu büyük ırmak dağlar ve karanlık çukurlar arasından
akar. Anlatıldığına göre Kırgızlardan bir adam bir gemiye (kayığa
107 Bu ifadeler Türk kabüelerin göçler sonucu X XI. asırlarda büyük ölçüde
karıştıklarını gösterir. Bazı büyük kabüelerin adlarının kaybolup yeni­
lerinin ortaya çıktığını bir dereceye kadar izah eder. Bu devirde henüz
Özbek, Kazak topluluklarının adlan geçmez. İleride onlar yeni toplu­
luklar olarak ortaya çikacaklardır
108 Kırgızların XII. asır başlarında doğudan batıya doğru hareketlerini açık­
lıyor. XVI. as uda şimdiki Kırgızistan'a geldiler

7
70
binip bu büyük ırmağa saldı. Üç gün güneş, yıldız, ışık görmeden
bu vadide yol aldı. Sonra, ayclırılık, boş bir düzlüğe vardı. Kayık­
tan çıktı, hayvanların tırnak (ayak) seslerini duydu. Bir ağaca çı­
kıp beklemeye başladı. Sonra uzun boylu üç süvari gördü. Her
bir süvarinin boyu uzun kargılı bir mızrak kadardı. Yanlarında
inekler kadar büyük köpekler vardı. Ona yaklaşıp görünce acıdı­
lar. Aralarından biri onu ağaçtan indirdi. Hayvanın üzerine bin­
dirdi, köpeklerin parçalamasından korudu. Adamı ağırlıklarının
yanma getirdiler. Bir çadırın üzerine attılar. Yemeklerinden ye­
direnler. Onun gibi bir varlık görmedikleri için hayret ediyorlardı.
Sonra aralarından biri onu alıp yurdunun yakınma döndü Hiç
kimse onların kim, ne cins insan olduklarım anlayamadı.
Türklerden bir kısmı Kartuklardır. Altm dağı da denen Tu¬
las dağında ötmüyorlardı. Tokuzoğuzlara tutsaktılar. Onlara isyan
edip TÜTgişlerin ülkesine geldiler, burayı elegeçirdiler. Onları ye­
nip saltanatlarına son verdiler. Sonra, Türgişlerin ülkesinden İs­
lam ülkelerine geldiler. Karluklar dokuz gruba ayrılır. Üçünü Çi­
ğliler, üçünü Askeliler, birini Bulaklar, birini Güğerçinler, birini
Tuhsüar meydana getirir.
Türklerden başka bir kabile Kimeklerdir. Onlann köyleri,
evleri yoktur. Ormanlarda, ağaçlıklarda, su ve ot bulunan yer­
lerde yaşarlar. Çok sığır ve koyuna sahiptirler. Onların ülkesinde
deve yoktur. Çoğu defa tüccarlar onlara tuz götürürler, bir bat­
man tuzu samur kürküne değişirler. Onlar yazın kısrak sütü, kı­
şın kurutulmuş etle beslenirler. Orada çok kar yağar. Hatta kar
bir mızrak boyu yağar. Böyle olursa ve Oğuzlarla sulh içindeyse-
ler Kimekler hayvanlarım Oğuzlar tarafına götürürler, Kimek-
lerin kış için hazırladıkları mahzenleri, tünelleri vardır. Çok so­
ğuk günlerde oralarda otururlar. Onlardan biri samur, kakım ve
başka hayvan avlamaya çıkmak isterse her biri üç arşın uzunlu­
ğunda, bir karış genişliğinde iki ağaç alır. Buhardan birinin başı
gemi göğsü gibi kalkıktır. Adam bu ağaçlan mestli (ayakkabılı)
71
ayağına bağlar. B i r i üzerine dayanarak kar üzerinde geminin de­
niz suyunu yardığı gibi gider.
Kimeklerin sağında yine onlardan ateşe, sulara tapan üç ka­
bile vardır. Bunlar yabancılarla alış-veriş ederler. Alışveriş şekil­
leri dille konuşarak değil işaretiedir. Yabancı kişi satacağı malı bir
ağacın üzerinde getirir. Kimekli gelir onun malının karşıhğını ya­
nına bırakır. Mal sahibi Kimeklinin değişmek istediği mala razı
olursa onu alır, kendi malım bırakır. Razı olmazsa mala dokun­
maz. Onların en çok aradıkları mallar sarıdan imal edilmiş tas­
lar, kırmızı küplerdir. Onlar her yıl bir gün oruç tutarlar, ölüle­
rini yakarlar. Ölülerinin ardm dan ağlamazlar. "Allah'ın takdirine
razıyız" derler.
Kimeklerin kıble (güney ) tarafında Nasriyye denen bir ka­
bile vardır. Onlanri müstakil reisleri vardır. Yaz ve kış ağaçlık­
larda, ormanlarda otururlar.
[...] Peçenekler yağmur ve ot bulunan yerleri takibeden gö­
çebe (yörük) kavimdir. Peçeneklerin ülkesi yürüyüşle 30x30
günlük yol tutan genişhktedir. Etraflarım çok sayıda kabile ku­
şatmıştır. Kuzey taraflarında Kıpçaklar, güney ve batılarında
Hazarlar, doğularında Oğuzlar, batılarında Slavlar (Bulgarlar
olmalı) vardır. Bu ka\imler Peçenekler üzerine, Peçenekler on­
lar üzerine sefer yaparlar. Peçenekler servet, hayvan, koyun,
eşya, altan, gümüş, silah, buyruk, sancak sahibidirler. Peçenek-
lerle Hazarlar arası bozkırlar, ormanlar arasından 10 günlük
yol tutar. Aralarındaki bu mesafeyi yıldızlara, alametlere baka­
rak zahmetle katederler.
Hazarlara gelince, onların ülkesi geniştir. Bir tarafı büyük bu­
dağa bitişir. Bu dağın başmda Türklerden iki kavim (22a) oturur.
Bunlardan birine Tulas, diğerine Lu'ar denir. Bu dağ Tiflis'e kadar
uzanır. Onların şehri Sanğşen'dir. Hanbahk (Eni) denen başka bir
şehirleri daha vardır. Kışın bu şehirlerde otururlar. Bahar gelince
kırlara çıkarlar, bütün yaza oralarda yazlarlar. Onların hükümdarı
bir tarafa giderse 10.000 kişiyle gider. Onların âdetine göre, bir
bir
sefere çıkınca h e r asker kavak ağacından 20 kazık taşır. Her ka­
zık 2 arşın uzunluğundadır. Bir yerde konaklarlarsa her asker ya­
nında taşıdığı kazıkları hizasında yere çakar, bu kazıklara kalkan­
lar dayanır. Bir saatten az zamanda askerlerin etrafında bir sur
oluşturulur. Hiçbir kimse onlara başlan yapamaz.109
Burdaslar da Türlerdendir. Burdaslann ülkesi Hazar ülke­
sine dahildir. Onlarla Hazarlar arasında 15 günlük mesafe vardır.
Onlar Hazar hükümdarına tabidirler. Onlar arasından 10000 sü­
varilik asker çıkar. Onları bir arada tutan ve üzerlerinde hükme­
den bir reisleri yoktur. Her mahallede anlaşmazlıkları hakkında
hüküm vermesi için müracaat ettikleri bir ihtiyar (şaman) vardır.
Onların ülkesi geniştir. Ağaçlıklarda yaşarlar. Bulgarlara, Pecenek-
lere yağma akım yaparlar. Onlar parlak, cüsseli, gösterişli kişiler­
dir. Onlar arasında bir kız buluğa erince babasımn hükmünden
çıkar, erkeklerden istediğini babasından istemesi için seçer. Ba­
bası isterse onunla evlendirir. Onlar domuz ve sığır sahibidirler.
Çok ballan vardır. Paralarının çoğu sansar derişidir. Burdaslar
iki kısımdır. Bir kısmı ölülerini yakarlar, bir kısmı gömerler. On­
lar düz bir yerde yaşarlar. Ağaçlarının çoğu kayın ağacıdır. Tar­
laları vardır. Ülkelerinin genişliği 17x17 günlük mesafe tutar. Ül­
kelerinde meyve yetişmez. İçkileri baldandır.
Macarlar Türklerden bir ka\imdir. Onlann 100x100 fersah
genişliğinde büyük bir ülkeleri vardır. Reislerine Künde (Kündür)
denir. 2 0 0 0 0 askerle sefere çıkar. Künde hülaimdarın unvanıdır.
Onlar kubbeli çadırlarda otururlar, otlak ve bolluk yerleri takibe-
derler. Onlann ülkesinin bir sının Karadeniz'e (Bahr el-Rum'a)
bitişir.110 Bu ülkede Rum denizine dökülen iki nehir \ardır. Biri
Ceyhun'dan büyüktür. Macarlar bu iki nehir arasında yaşarlar.
109 Bu sırada Hazar Devleti yıkdrnışolmalı. Mervezî eski kaynaklanıl ver­
diği bilgiyi nakleder.
Uo Volga bölgesindeki Macarlarla Macaristan'daki Macarlan kanstınyor.

73
tu nehirlerin adları Don ve E t i l ' d i r . " Macarların ülkesi ağaçlık­
1

tırr. Tarlaları vardır. (22b) Onlar kendilerine komşu olan Slaviara


ve Ruslara galip gelirler. Onlardan esirler alıp satmak için Rum­
lara götürürler. Orada satarlar. Macarlar parlak, güzel manza­
ralı, cüsseli insanlardır. Çok ticaret yaptıkları için servet ve mal
sahibidirler.
Slaviara gelince, onlar çok sayıda kabiledir. Onlarla Peçe-
neklerin ülkesi arasında bozkırlardan, meskûn olmayan yer­
lerden geçen 10 günlük mesafe vardır. B u mesafede birbirine
girmiş ağaçlar, su çıkan kaynaklar (pınarlar) vardır. Onlar bu
ağaçlıklarda otururlar. Onların ülkesinde ü z ü m bağları yok­
tur. Çok balları vardır. D o m u z güderler, ateşe taptıkları için
ölülerini yakarlar. En çok karacadan ekerler. İçkileri baldan­
dır. O n l a n n çeşitli nefesli m u s i k i aletleri vardır. Bunlardan bi­
rinin uzunluğu i k i arşındır. O n l a n n u d u düz satıhh ve 8 tel­
lidir. Tellerin bağlanacak y e r l e r i n i n b o n c u ğ u y oktur. Telleri
bağlayacak kısmı düzdür. Bolluk içinde değillerdir. Silahlan
mızrak, kargı ve güzel yapılmış kalkanlardan ibarettir. Onla­
n n en büyük başkanına şevit denir. O n u n sevic denen b i r ve­
k i l i vardır. H ü k ü m d a n n beygirleri vardır. O n l a n n sütüyle
112

beslenir. HüJaımdann oturduğu şehre H a j e r a t denir. Orada


113

her ay üç gün çarşı (panayır) k u r u l u r . Slavlann ülkesi çok so­


ğuktur. Onlar derin mahzenler kazıp üzerlerini ahşapla örter­
ler. Gübre ve odunla ısıttıklan suyun b u h a n y l a bu mahzen­
leri ısrtırlar, kışı orada geçirirler. Macarlar kışın onlara yağma

LI Don ve Dimyester.
112 Bahsedilen şevit ve sevic kelimeleri Gerdizd ile Avfi'nin eserlerinde,
mel el-Tevarih'te de geçer. Nasıl okunacakları bilinememektedir. (İs­
lam Coğrafyacılarına göre Türkler, s. 35, 86, 94). Kâtip Çelebi Cihan-
nümâ s.372*de birinci ismi serpata, ikinci ismi subah şeklinde verir.
t

113 Bu isim Avfî'de H aranın şeklindedir. Islavlarm başşehri genellikle Kiev


(Küyaba) idi.

74
alanları yaparlar. Birbiri^
köleye sahiptirler. Y a l a d ı k l a r ı i ç i n Slavlar

manlar affaHıkl- , y 1
"^a*- Bu adada or¬
manlar, ağaçlıkla, etrafında göller bulunur. Onlar kalabalık­
tır. Geçimleri, kazançları kılıçladır O n i ^ u- T K a J a D a J l k
il i ı v ı a c u r
- Onlardan bir adam ölürken
manarını krzlanna verir oğullarını lalıçlanyla baş basa b T a T
Çocuklarına Babanız kılıcıyla hayatını l ^ z a n ı r l Z a uyZ'
onun yennı alın derler. Hicri 3 0 0 (M. 9 1 2 ) yüında ı r i s t ran H T
oluncaya kadar bu şekilde yaşıyorlar, yetişiyorlardı. Hıristiyan an
olmaları üzerine din onların kılıçlarım kınlarına soktu. Kazanç
kapdan kapandı. Zarara ve iflasa uğradılar, yaşama imkânlan
zorlaştı. Cihad ve gazanın mubah olması, eski alışkanlıklanna
dönerek ayağa kalkmak için (23 a) Müslüman olmak istediler.
Harezmşah a elçiler gönderdiler. Elçüer hüldimdann yalanların­
dan dört kişiydi. 1 * Zira onların müstakü, kendi kendine ayakta
duran bir hükümdarları vardır. Türklerin hüloimdarma Hakan,
Bulgarlarm hü^aimdanna İlteper dendiği gibi Rus hükümdarına
Vüademir denir. ElçUeri Harezmşah a gelip görevlerini tamam­
layınca, Müslüman olmak istedikleri için Harezmşah çok mem­
nun kaldı. Onlara İslamiyet'in kurallannı öğretecek kişiler gön­
derdi. Müslüman oldular.
Ruslar loıwetli, kudretli insanlardır. Sefer (gaza) yapmak için
uzak yerlere yaya giderler. Ayrıca, gemilerle Hazar dernzinde yolcu-
• - _ . . . 11 ^ 1 1 tr 3 •_» J

H4 Kaynaklarda Rusların X. Asnn ikinci yansında Hıristiyan olduklan söy­


lenir. Müslüman olduklarından bahsedilmez. Burada bahsedilen Rus
hükümdan belki de bir prenslikti.
Ortaçağ islam coğrafyacılar. Rusları ve Slavları Erklerden sayarlar.
Belkide y a n l a n Türkler, benziyordu. Gerçekte Ruslar, Slavlar Av¬
rupa ırklarındandır.
sefer yaparlar. B i r defasında Hazar denizinde sefer yapıp ^
m ü d d e t Azerbaycan'daki Berdea'yı ele geçirdiler. ^ Onların ce<J 1

r e t i , kahramanlığı meşhurdur. Hatta onlardan bir kişi diğer mil.


letlerden birkaç kişiye bedelclir. Atları olup süvari olsalar insan,
l a r üzerine büyük bela kesilirlerdi.
Türkler hakkında yaygın ve meşhur olan bilgileri uzatmadan
anlattık. Zira onların cinsleri, çeşitleri, tarihleri, kanunları, adet¬
l e r i anlatılamayacak kadar çoktur. Hipokrat ile Galinos'un onlar
hakkında sözleri vardır. Bazılarım burada zikredelim:

Hipokrat şöyle der:


Avrupa kıtasından Türklerden bir kavim vardır. Birbirlerine
benzerler. Diğerlerine benzemezler. Aynı şekilde Mısır halkı da
birbirlerine benzer. Yalnız Mısır halkı sıcak ülkede, Türkler so­
ğuk ülkede yeuşnıişlerclir."
Galinos "Surmata (Sarmat) denen insanlar küçük gözlü,
uzun bakışlıdır" der. Hipokrat E r k l e r i n gıdaları, âdetieri bir­
birine benzer. Bunun için sadece kenelerine berızemişler, diğer
rnilletiere berızemerrıişlerclir. Fizyonomilerinde, adetierin de on­
lardan ayrılırlar" der.
Galinos şöyle der :
"Türk ülkeleri soğuk, rutubetli, suları, sahraları ( 2 3 b ) , nıa-
denleri çok bir yerdir. Onlar işsiz kişüerdir. Zor işlerle uğraşmaz­
lar. Bunun için eklem yerleri görülemez. Yani eklemleri çok etten
görülmez. Zira rutubetli mizaçları çok et üretir..."
(24a) Hipokrat "Bu bahserağimiz hususlardan dolayı Ti**
lerin çoğu iğdiş gibidirler. Kadınlara karşı iktidarsızdırlar^
Bu husus bazı Türk ülkelerinde oturanlarda görülür. Bozkır

Mesûdî, Rusların Azerbaycan'a seferinin 3 0 0 / 9 1 0 yılından s 0 1


*^
115
dı&ını söyler. İbn el-Esir*e göre bu sefer 3 3 3 - 3 3 4 / 9 4 5 - 9 4 6 ^
pılmıştır.
alarda * % kışm-yazm yer değişti:
o t u r a n l a

nrı en kahramanı, savaşta en sabıriısıdır.


Türkler i k i kısma aynbr. Bir kısmının beyleri, hükümdar-
lan vardır. Onlara itaat ederler, emirlerine tabi olurlar. Bir kısmı
ise kimseye itaat etmezler. Onlara kimse hâkim olamaz. Bunlar
en cesur, en yiğit insanlardır. Hipokrat "Asya halkından bir kı­
sım vardır. Onlar kimseye boyun eğmez. Başkalan onlara hâkim
olamaz. Bunlar en cesur, en yiğit insanlardır. Yunanlılar, Türkler
gibi. Zira onlar hür löşüerdır. Kendi kendilerine hâlamdirler. Baş­
larına başka birini hükümdar y apmazlar. Kendileri için çalışır, ça­
balarlar, başkalan için değü. Bunlar diğer insanlardan daha fazla
savaşçı v e atılgandır. Kencüleriyle sav aşanlara karşı sabır göster­
dikleri için ganimetleri müsavi (eşit) paylaşırlar" der.
Galinos başka bir yerde "Bu insanların kadınları adamları
gibi savaşırlar. Bütün kuvv etleri kollarına gitsin, bedenleri hafif­
lesin ve atlar üzerine sıçrayıp büıebilsinler diye bu kadınlar me­
melerinin birini kesmişlerdir" der.
Hipokrat bir kitabında bu kadınlardan bahseder. Ve onlara
Amazonlar der. Bu kelimenin manası tek memeliler demektir.
Zira diğer memelerini kesmişlerdir. Memelerinden birini bırak-
malannın sebebi çocuklarım ernzirmek, nesli devam ettirmektir.
Memelerinden birini kesmelerinin gayesi at üzerinde ok atarken
engellemesini önlemektir.
Türklerden hükümdarları, reisleri olanlar çok sayıda kabi­
leye aynlır. Yukarıdan bunlardan bahsettik

77
j r ^ <> r**-^ j l
^ í j
r^ 1 J u
* ^ *r*-** J

J l JÜtt^l ¿UU < T >


jl>L r S ^ L $ ¿* J ~ ^ T
J-"-' U

^ <J ^ - ^ ¿ j t J ^ — <J uhU 'f C ? ^ * * > ^

.JLL :ÜU, J * J ^ ¿ N

79
J i B u
^yahatnâmc X. yüzy.ldaki Türklerin tarihi
g_ > s hakkında e n canlı, e n sağlam vesikalardandır. İbn Fadlan
§ i g i b i kültürlü, mütecessis b i r kişinin gözlemlerine
rjy Ş d a y a n m a k t a d ı r . V e c i z v e a k ı c ı b i r üslupla kaleme
CD
; • alınmıştır. Y a z ı k l ı y ı t a r i h t e n i t i b a r e n doğuda, daha sonra
^ «v batıda çeşitli kişiler taralından k a y n a k o l a r a k kullanılmış.
22. | Çok s a y ı d a ç a l ı ş m a y a k o n u o l m u ş , çeşitli dillere
jyj çevrilmiş, f i l m l e r e k o n u o l m u ş t u r . İbn F a d l a n e l ç i l i k
3 ) için g i t t i ğ i sırada u ğ r a d ı ğ ı T ü r k k a b i l e l e r i n i n i d a r e s i ,
ç/> fi d i n l e r i , a d e t l e r i , hukukları hakkında ç o k değerli b i l g i l e r
v e r m i ş , o k a v i m l e r d e n o l a n kişilere s o r u l a r y ö n e l t m i ş ,
onların m a n t a l i t e s i n i a n l a m a y a çalışmıştır. D e v r i n d e k i
O ğ u z l a r . B u l g a r l a r . R u s l a r hakkında s o n d e r e c e önemli
b i l g i l e r vermiştir.

ktil'ıik Kı -n// Î(/s/; Nngyszentmifcio* lıazintsi 2'notu sürahinin üzonukki ımtialyoudti


tavaftan dOncft kıttın.
Kupak Hami t Alt) Ctircattiye'deki FahreıtdiM Mzi Türbesi,

You might also like