You are on page 1of 12

EKEV AKADEMİ DERCİSİ c. 2 sy.

3 (Kasım 2 0 0 0 ) - - - - - - - ı

'TAKVAGİYSİSİ' BİLİMLE EL ELE•.•

Sadık K/UÇ(*)

Aydın~ayı: hem aklın, hem de ruhun aydınlanmasını her şeye öncelemek is-
teyen bir insan olarak yazmak istiyorum.. Aklın, -ki o akıl, hem Tann'yı, hem evreni,
hem de bireyin kendi benini bilebilmesinin biricik aracıdır- aydınlanmasını, ruhun ve
kalbin aydınlanmasının dayanağı olduğunu; tenvir olmuş aklın, sonuç bakımından ruhun
aydınlanmasını da peşinden getireceğini, ama ruhsal, kalbi aydınlanmanın her zaman ay-
dınlık değil, fanatizm ve dogmatizme yol açacağını hisseden bir ruhla konuşmak istiyo-
rum.
Ülkemin ve insanırnın önünde engeller var; ve bu engeller mütemadiyen de çoğalı­
yor. Benimse, hem aklım hem gönlüm engelleri aşmak zorunda olduğumuzu, bunun da
herkese düşen bir veeibe olduğunu haykırmak istiyor. Ayaklanmızdan bizi aşağılara,
diplere doğru çeken ağırlıklardan silkinmek, bütün engelleri artık aşmak; Ülkem ve in-
. sanlan olarak, gönençli, kendisirtden onur duyan, "özgün, aynı zamanda da evrensel bir
benlik" bilinci geliştirmiş, önderlik balesiyle çevretenmiş - tarihe yeniden kayıt düşmek
istiyorum.
Akim aydınlanması ve bilimin potasmda olgunlaşması amacını bir kenara ite-
rek, onnn alternatifi gibi, salt rohnn ya da hissiyatm, veya toplnmsal nynmlolok ve
bağlanma (taklid) duygosnnnn tatminine totnnarak, başkalarının niyeti ne olursa
olsun, özeJJikle bilim ve aydınlanış kurumlarında endişe, kaos ve çelişkiler yumağı­
nın hem süjet'si, hem de nesnesi olmak, barış adamı; güven ve güvenlik şemsiyesi
müslüman genç kız ve hanım için istenilir, olumlu bir durum değil! Çetin sınavıar­
dan geçtiğimiz tarihin şu kritik dönemecinde, kendi payımıza, hangi gerekçeyle
olursa olsnn, sonuçsuz heveleslere takılarak, kendi giyim kuşam anlayışunızı ku·
rum, yasa ve yönetmeliklere dayatmak, kendimizi merkeze, dışıınızdakini 'perife-
re' almak, ne yararlıdır, ne de durumu iyileştiricidir. Gerçekci, isabetli; hele, bunca
çıkmazlar ve toslamalar, ruhlara sirayet eden bir tedirginlikler sonrasında, akl-ı selime:
aklın engin ve esenlikli. uyanlarına, yol göstericiliğine yönelmek en acil bir tavır olma-
lı! Artık geciktirilmeye tahammülü olmayan bir ivedilikle ..

'Hakikat', biçimlerin ve yerleşik şablonların ötesindedir.. O, sınırlanamaz bir


gerçektir. İslam Dini'nin temel hakikati de, somutluğnn ötesine uzanmak, Mave-

*) Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.


21 Prof. Dr. Sadık KILIÇ--------EKEV AKADEMİ DERCİSİ

ra'ya yönelmek; özünü, benliğini Gerçeğe teslim etmektir.• O halde, kendi seçene-
ceğinıiz, tek ve biricik alternatif değildir. Bunun doğal bir sonucu olarak, kendi
şahsi kültiirel haritam.ızı, monist bir tarzda, varoluşa egemen görelilik gerçeğini gö-
zardı ederek, kabule zorlamak yerine, o engin asli- ruhi içmekanunızda kimliğimi­
zi sürdürerek, içsel ve yaşamsal bunalunlara meydan vermeden, diğer gerçeklerin
varlık hakkı ve doğası da gözönünde bulundurulmak gerekir. Tamamının kaybedi-
lebileceği durumlarda, kısm-ı azamını elde etmek, hikmet gereği olmalıdır; 'tek-
benci' bir inatla, 'illa beninıki ve benim anladığım biçimde! •. ' demek, insan doğası­
na ve toplum işleyişine aykırıdır. Salt 'benmerkezci', yani 'narsist'çe bir aymazlık­
tır. Hatta, hak talebinde bulunulurken sosyal konjonktiirün yeterince tahlil ed.ile-
memesi, psiko-kültiirel ufuklardaki farkhlık ve karşıthkların hesaba katılmaması
nedeniyle, bir yandan ilerleyen tarilıin dinamizmine karşı engelleyici ve geriletici,
böylece de geleceğe doğru sürdürülmesi isabetsiz bir tepkidir. Bu sebeple de, ancak
bir 'öğütücü' olarak ifadelendirilebilir.
Bundan böyle, geciktirilmeye artık tahammülü olmayan 'büyük uz/aşı'nın doğrudan
Kur'an'dan yola çıkarak temellendirilebileceği kanaatindeyiz. Çünkü Kur'an, her şeyi .
yerli yerine koymaktadır; en büyük gaye 'ilinıle aydmlanl111§ ve pekiştirilmiş
iman', pıişinden de, tam bir istikamet üzere bunlardan esinlenen ahlaki davranış­
lardır.• Akhn ve ruhun bilgiyle aydınlanması 'olmazsa olmaz şart' olduğu için, bili-
me, aydınlanmaya, akh kullanmaya, bilinçli ahlaki erdemiere sık sık vurgu yapıhr.
Melekler de dahil, tüm varlıklar karşısında insan türünü yücelten, ona, ilim y{)lunun ve-
rilmiş olmasıdır (Bakara, 31); Rabman [çok merhamet eden, acıyan] sıfatıyla nitelenmiş
Allah 'ın, insana olan en büyük iyiliği, var kılınmasından hemen sonra, onu 'beyan' ye-
tisiyle donatması, bunu varlığına öğretmiş olmasıdır (Rahman, 3-4). el-Ekremu [Çok iyi-
lik eden, onurlu kılan] vasfıyla da nitelenen Allah, Zatını, 'insana kalemle ilim öğretmek
edimiyle' de ('alZeme bi'l-kalem) yüceltir (Alak, 4-5) .. Hazreti Musa karşısında hususi
konularda bir üstünlük sahibi olanokula [... kullarımızdan bir kul], Allah tarafından 'öz-
gün ve mümtaz' bir ilim verilmiştir [allemntıhu .. : ona öğrettik] (Kehf, 65); bir Peygam-
ber bile olsa, henüz bilinmeyen hakikatleri öğrenmek, onlarla ilimlenmek için Musa, o
kula tabi olmayİ canına minnet bilmiştir (Kehf, 66). Hz. Muhammed de vahiy bilgisini,
üstün güçlerle donanımlı [Şedfdu'l-kuvtı] olan Cebrail'in ilim aktarımı vasıtasıyla elde
etmiştir ['allemehU şedfdu'l-kuvtı: ona, üstün güçlerle donanımlı olan (Melek) öğrettı1
(Necm, 6); pekçok üstün niteliklerle donanmış Hz. Muhammed'in, Kur'an'da ifadesini
bulan 'öncü niteliği', öğreten, bilgilendiren, ilim dağıtan oluşudur. Kitabı [Kur'an'ı],
varlığın hakikatinin bilgisini (hikmet), hayat realitesinL [yu'allimuhumu'l-Kitabe ve'l-
hikmete] (Bakara, 151; A. İriıran, 164; Cum'a, 2) .. İbrahim Peygamber'in duası da, Al-
lah 'tan insanlığa öğreten: Ki mb ve hikmet bilgisi sunan bir Peygamber göndermesidir
(Bakara, 129). Kur'an'da, Vahiy aydınlığına karşı çıkanların suçlandıkları en büyük
olumsuzluk da, ilimsizliktir: bilmemek, ilim yolunu tutmamaktır ([.. ltı ya'/emfJ.ne .. : bil-
TAKVA GİYSİSİ' BİLİMLE EL ELE... - - - - - - - - - - - 3

· mezler, ilimlenmezler (Bakara, 78; En'am, 37; A'raf, 187; Yunus, 89 [... sebtle/lezine lô
ya'lemim: .. bilmeyenierin yoluna sakın uyma]; Yusuf, 21, 40; Nahi, 38, 75, 101; Nemi,
61, vd.) ..
Kur'an'ın bildirmesine göre, başka hiçbir şey değil, sadece ve sadece 'ilim üzere ol-
mak', aklın ve ruhun birlikte aydınlanışı ve 'ilim ile varoluşa uyanış' bize Allah'a ger-
çek anlamda bağlanmaya, aşk ve tannsal saygıya, içtenliğe iletir. Ayet, "Kullan içinde
Allah 'tan, ancak bilimle donanmış olanlar ürperir" (Fatır, 28) derken, kulluk ürperiş ve
hayranlığının, bilgisiz ve bilinçsiz gerçekleşmeyeceğini dile getirir. Ürperiş ve varolu-
şa özümsetiimiş bir kulluksa, kabukla, şekille ve şekilsel simgelerle değil, ancak
'iç'le, özün arınmasıyla ve göğermiş gönülle gerçeklik kazanır. Bu Kur'an pasajı (Fa-
tır 2) da, sadece ilmin 'kulluk haşyeti'ni besleyip geliştireceğini, ona uyguri düştüğünü
göstermektedir1. ·

Diğer yandan, Kur'an'da övgüye konu olan bilimsel etkinlik, olôbiyet ve rubu-
biyet ilimleriyle, dinsel incelemelerden ibaret değildir! Aksine, dolaylı yoldan da ol·
sa bizi, Tanrısal gücün algılanmasına, kozmik düzendeki inceliğin bilincine, insani
ve toplumsal ahenk ve oyumluluğun gözlemlenmesine ileten; bu yönde gözümüzü
açarken bizi evren ve varlığın yasalarıyla yüzleştiren bütün bilimsel etkinlikler de
övülmüşlerdir.. Zira, Tanrısallıkla ve inançla ilgili veri bir sonuç ise, kozmik ve de-
neysel bilgi de bir öncül, yani 'mukaddime' konumundadır. 'Bizi, zorunlu ve gerek-
li olana olaştıran şeyin bizzat kendisi de zorunludur'. Bu nedenle, tanrısal bilgiye:
ma'rifet'e götüren, yolda bize izler ve işaretler sunan, aklımıza ve sezgilerimize
ışıklar yakan koZmik, biyolojik, botanik, antropolojik, sosyolojik.. bilimler de, işte
bu bağlamda saygındır, zorunludur, bir gayedir! Zira 'yol' çoğu zaman, atomdan,
hatta 'atom altı'ndan küreye, oradansa Aşkın Hakikat'e doğru bir güzergah izler.
Onun için Darim1 tarafından aktanlan kutsal hadisteki, "Ey Tannm, hangi kul, en fazla
kulluk ürperişi [haşyet] duyan kimsedir?" sorusuna Allah tarafından verilen, "Ben
(c.c)'i en iyi bilen kulumf"2 yanıtını, hem dini akidevi bilim ve araştırmalara, hem de
kozmik, doğal ve beşeri tüm bilimiere teşmil edebiliriz.
Talep edilmesi doğrudan Allah tarafından istenilen bilgi ve bilimin, o halde, de-
ğerler hiyerarşisindeki yüceliği tartışılmaz! Çünkü o şey, o denli değerli, seçkin, vaz
geçilmez, aydınlık, olgunlaştırıcı, aklı ve ruhu yüceiticidir ki, Allah ono istemeyi,
vahiy gerçeği üzerinde bolunsa da, Peygamber Hz. Muhammed'e bizzat emretmiş­
tir: ''De ki [sürekli]: Rabbim, beni ilirnce geliştir!" (Taha, 112). Hatta şunu görmek-
teyiz ki, Kur'an'da kendisine ilk and içilen şey, değerini ortaya koymak için 'ilim'
ile onun, kaleıiı ve yazı yazmak gibi araçlarıdır: Andolsun 'kalem'e ve yazdıkları­
na [veya, 'kendisiyle yazdıklarına'] [Niin ve'I-Kalemi vema yastııriinl" (Kalem, 1).

I) el-AIOsi, Rühu'/- Meiini, Beyrut, ts., XXII, 191.


2) a.e., a.y.
4 1 Prof. Dr. Sadık KILIÇ'--------EKEV AKADEMİ DERGİSİ

Ayetteki bu 'and', tarihsel bakımdan, Güneş, Ay ve Yıldızlar gibi, ışık saçan gök ci-
simlerine yapilan and'dan önce gelmiş olan bir and'dır; bunun hikmeti ise, 'İimin
aydınlığmm Yıldızlarm aydınlığından bile üstün olduğunu' bakışlarımıza sunmak-
tır3.

Vahiy çizgisi ve gözetimi üzerinde olduğu halde, Peygamber' e talep etmesi emredi-
len ilimse, Müfessir Aifisi'nin de tercih ettiği gibi4, en genel ve geniş anlamında ilimdir.
İkinci görüş olan, Kur'an hakkında olması olasılığına gelince, bu Kur'an'ın üslfibuna ve
vahy'in aşkın mantığına uygun düşmez. Şöyle: Vahiy almakta olan Peygamber'in, aynı
doğrultuda istekte bulunması, Aşkın irade tarafından bunun emredilınesi, 'zaten elde
olan şeyi istemek' türünden, paradoksal ve gereksiz bir durum teşkil eder. Yani, "tahsll-
i hasıl". Sonra, vahyin indirilınesinin istenilınesi, nüzfil ve inzai [inme ve indirme] süre-
ciyle, Aşkın vahiy zamanlaması ile bağdaşmaz; zira, vahiy, peygamber de olsa, hiç kim-
senin arzusuna bağunlı olarak gelınez, sadece Allah'ın istemi ve dilemesi [irade ve me-
şlet] ile gelınektedir. Durum böyleyken, Resfil'e, böyle bir şeyin emredilınesi tam bir çe-
lişki olacaktır. O halde •. geliştirilınesi, sürekli elde edilınesi emredilen şey, genel anla-
mıyla 'ilim'dir; herkesin üyesi olduğu insanlık alemine yararlar, aydınlıklar sunan ilim.
En genel anlamıyla ilıne, bilgiye teşvik eden bu Tannsal emre paralel şekilde O, hep şöy­
le yakarırmış Allah'a "Ey Allahımf Öğrettiğinden benifaydalandır! Faydalı olacak şeyi
öğrenmeyi nasip et banai Ve ilmimi arttır"5.

İlmi aydınlanmayı, kendisinden vaz geçemeyeceğimiz, hiçbir §eye feda edeme-


yeceğimiz; yiicelınenin ve var olU§ bakımından olgunla§ma ve tamla§manm köklü
aracı haline getiren bu Kur'ansal atmosfer, bir takım bahaneleri birinci öncelikler
haline getirerek ilıniiı reddini, terkedilişini, dünyamızdan çıkarılmasını bir 'bO§·
luk', 'kara delik', 'ölümcül vakum kıışağı' gibi görür. Konu ve alan sınırlaması
yapmaksızın, ilim izleyicilerini ve bu yola varlıklarını ko§mll§ kimseleri, böyle ol-
mayanlardan üstün ve değerli kılar.. Ebedi bir formülasyonla §Öyle der Yüce Yara-
tıcı: ''İiim süreci içinde olanlarla ilim süreci içinde olınayanlar eşit olur mu?!" (Zü-
mer, 9).
ilim, sınırsız ve kıyısız boyutları bakımından meçhfil, sürekli aşılınasına rağmen, yi-
ne bizden kaçan bir ufuk çizgisi gibi olduğundan, ilim yolunda oluş da, bitişi alınayan
bir süreçtir. Ayetteki geniş zamanı gösteren "ya'Iemun: bilirler.. " kipi de, bu inceliğe işa­
ret etmektedir. Soru formu ise, ilim yolunda olanların, hayır ve güzelliğin en yüce mer-
tebelerinde; ilim çizgisinden uzaklaşıp sapanlarınsa, kötülük derecelerinin en dibinde

3) Muhammed, Şevket Arif, "Da 'vetu '/-Kur 'ani'1-Kerimi ile'/-'Ilm', et-Terbiyetu'I-İslfuniyYe, sayı: 1,
yıl:35, Cumade'l-Ahire, 1421/Eylül 2000, s.25.
4) ROhu'l-Mefuıi, XVI, 268.
5) es-SuyOti, ed-Durru'/-Mensur, nşr. Muhammed Emin Deme ve Şurekahu, Beyrut ts. IV 309; ei-AIO-
si XVI. 268-269.
TAKVA GİYSİSİ' BİLİMLE EL ELE... - - - - - - - - - , . - - - 5

bulunduklannın, insaf ve akıl sahibi olan hiç kimseye gizli saklı kalmayacak denli açık
olduğunu vurgulamak6 gibi bir amaç taşımaktadır.
Bu temel anlayışa dikkat çeken bir başka husus da, 'bilmek' eyleminin ilgili olduğu
yüklem'in sınırlanmamış; böylece ifadenin, kayıtsız olarak, 'mutlak' biçimde gelmiş ol-
masıdır. Bu son derece önemli bir noktadır; çünkü, kısmen yukarda da değinilmiş oldu-
ğu gibi, haynn ve güzelliğin en yüce mertebelerinde oluş, insanlığa yararlı her sahada
ilim yolunda olma koşuluyla ilintilendirilmiştir. Salt dini ilimler alanında değil, beşeri,
doğal.. ilh. ilimler alanlannda da bilim üzere olmak, 'hayırda olmayı' sağlamaktadır, zi-
ra, fark olmaksızın, hangi alanda olursa olsun, aklın ve ruhun aydınlanmasına; kozmik
ve varoluş sırlannın aydınlatılmasına, kendi güçleri oranında ve niteliklerine bağlı ola-
rak kaynak, geçit, hatta bir damar olmaktadırlar.
Vurgulamak istediğimiz teze bir zemin de oluşturmak üzere, bu arada şu tespit-
leri yapmak mümkündür:
1) Hangi konumda, hangi düzeyde olunursa olunsun, ilim tahsil etmek, şekli di-
ni bazı itiyatlara feda edilmeyecek kadar yüce bir uğraştır. Kaldı ki, ahlakilik ve di-
ni hassasiyet, salt bir şekli uygulamaya sığdırılamayacak kadar çok yüce bir keyfi-
yettir. Hatta denilebilir ki, bütün şekli alışkanhkların, ibadetlerin bile nihai hedefi,
aktığı son vadi, ruhun, iç mekanın: o kulluk duruşunun katarıldığı sınırsız oluş
göklerinin olgunlaşmasıdır. İlave olarak, şu da beşeri bir durumdur ki, insaniann ruh-
lannı eğitınediğiniz, yüce ahlaki ve dini duygutarla bezemediğiniz; onlann tutku ve ima-
jinasyonlannı, ~antezilerini cinsellik ve şehvetin massedici ve ölümcül dikenlerinden,
sembolik olarak söylersek, kanatıcı "dikenlerden" ve 'gazap üzümleri'nden ayıklamadı­
ğınız sürece, bilimi başı örtmeye feda etınek boşuna bir çaba olacaktır. Zira bu takdirde,
örtülüler, böylesi ezici bakışlar ve köpürmüş tutkular karşısında, bükmen hep çıplaktır­
lar, bakış ve niyetierin görünmez saidınianna hedeftirler... Şu halde, insanın ahlaki ol-
gunluğa erm~inde belirleyici unsur, salt örtü, daha özel adlandırmayla 'baş örtü-
sü' değil, tutum ve jestlerde yankılanan genel davranışlardır; bir yanda, örtülü gö-
rünmekle birlikte, kışkırtıcı, davetkar, cilveli, her şeyin 'takva anlayışının dışına
çıktığı' çelişkili bir görüntü ya da, baş örtüsü bulunmamasma karşın ölçülü, den-
geli bir birliktelik; ruhu teşvik edici bir nidadan ya da abartılı her türlü tezeyyün-
den soyutlanmış, sırf sıcak bir insan sesi; ciddiyet, kendini bilim ve öğrenmeye ada-
mışhk, sosyal münasebetlerde yapıcılık, yaratıcılık, yararlılık ve kendi 'gerçek ben-
liğin' inşa edilişi... Bir başka deyişle, insani tutımı ve zihinlerde, yüce ilhamlara, di-
le getirilmemiş ışıklar yakış, büyük rUh yetiştiriciliği.. Teeddüb ve irfan, iffet ve ne-
zahet tülleriyle örtünmüş; emin olunması en zor olan 'rUh kalesi'ni koruma aitına
almış içsel-manevi bir örtünüş! Yani, 'İçsel takva örtünüşü'.

6) el-AlOsi, XXII, 246.


61 Prof. Dr. Sadık KILIÇ--------EKEV AKADEMİ DERCİSİ

2) Takva örtünüşüdür. esas olan!


a)Kur' an' ın ta ken<!!si, 'takva libttsı 'nı en hayırlı olarak sunuyor. " ... Size çirkin yer-
lerinizi örtecek giysi, onunla süslenecek elbise indirdik. Fakat takva örtüsü (yok mu),· o
hepsinden daha hayır/ıdır" (A'raf, 26) .
. Ayet, bizim tezirnizi teyit etmektedir. Çünkü, ayette sırasıyla a) iç giysi, b) dış giysi
(zinet) zikredilmiş, sonra da, ister öncekine atfedilmiş olsun, isterse bir başlangıç cüm-
lesi [muste'nef cümle], 'takva libası'ndan söz edilıniştir. Ayette, öyle seziliyor ki, mad-
di giysi türü (iç giysi ve dış giysi (zinet) ) ve manevi giysi, koruyucu unsur olınak üze-
re, ikili bir tasnife gidilmiş; değerce de, 'takva giysisi'nin en hayırlı olduğu belirtilmiş;
böylece, "takva da, sembolleştirme ve benzetme üslubuyla, bir 'giysi=libas' formuyla
sunulmuştur"?

Pek çok tefsirde geçen ortak görüşe göre, 'takva giysisi', Müfessir Razi'nin de lafzı
yorumladığı 'mecazi anlam'da8, 'iman'dır (Katade, Suddi, İbn Cureyc); simada tezahür
eden ağır başlılık ve güzel tavırdır (İbn Abbas); haya ve ar duygusudur (Hasan el-Basri,
Ma'bed el-Cüheni), Allah'tan ürperiş ve saygı duymadır [haşyet] (Urve ibnu'z-Zübeyr);
veya iffetli davranış ve tevhiddir9; Ahiret giysisidirlO.
Mana ve öz'ün, dış'tan, 'zarf'tan önce geldiğini sezdiren bu yorumlar, nihai amaca
ve metnin ruhuna refe~s verirken, 'kışr: kabuk'ın ise, 'öz'ün önüne geçirilemeyeceği­
ni hatırlatmaktadır. Şu halde, 'libftsu't-tavkva', maddi türden birelbise değildir, terkipte
mesela, başörtüsünü de içerecek tarzda, 'takvaya uygun giyilen elbise, örtünüş' şeklinde
bir takdirde bulunmaya da gerek yoktur. Çünkü, ayetteki sıralamada iç giysi ve -zinet giy-
sisinden sonra üçüncü olarak gelen 'libttsu't-takva', 'atfın, atfedilen ile kendisine atıfta
bulunulanın varlıklarında başkalığı gerektirmesi' yüzünden, ruhi, manevi ve ahlaki bir
içsel hali işaretler.. Aksi halde, uzak bir teville, ilk iki sözcükle bağlantılı anlamak, açık
[sarih] alınayan bir delalet olacağı gibi, maddi nesnel alınayan bir yönü gözardı ettiği
için, Kur' ani zenginliğe, lafızların, sosyal beşeri farklılıklarla koşut olarak, anlam çeşit­
liliğini itibare alınamış olur. Nitekim Kurtubi, pasaja verilen"Allah'tan ürperiş ve say-
gı duymak [haşyet]" (Urve ibnu'z-Zübeyr); emir ya da yasakladığı hususlarda, Al-
lah takvasını derinliğine hissetmek (istiş'ar)" anlamlarını naklettikten sonra, 'doğru,
uygun' olan anlayışın da bu olduğunu tesbitle; İbn Zeyd' e ni.sbet edilen, "Bu, avret ma-
hallini ört[en elbise]dir'' görüşü için, "Bu anlayışta anlamın tekran söz konusu olur, çün-
kü Cenab-ı Hak bundan hemen önce, 'Size, çirkin yerlerinizi örtecek giysi (onunla süs-

7) Ragıb el-İsfeharu, e/-Mufrediitfi Garibi'/-Kur'an, Beyrut, ts., s. 447, 'L-B-S' mad.


8) et-Tefsiru'I-Kebir, Tahran, ts., XIV, 52.
9) es-Suyllti, ed-Durru'I-Mensür, III, 76; ez-Zemahşeri, e/-Keşşll/. Beyrut, ts., Il, 58 [libtisu'l-vera'];
er-Razi, XIV, 52; Ebu's-Sulld, lrşad, Beyrut, ts., III, 222; el-Alllsi, VIII, 104; Tahir İbn Aşlld, Tef
siru't-Tahrir ve~-Tenvir, ed-Daru't-Tunusiyye li'n-Neşr, ts., VIII-2, 75.
10) İbnu'l-Cevzi, Zadu'I-Mesir, 4. bsk., Beyrut, 1407/1987, III, 183.
TAKVA GİYSİSİ' BİLİMLE EL ELE... - - - - - . - - - - - - - 7

leneceğiniz) zin et giysisi indirdik... ' buyurmuştur'' kaydını düşerek ı ı, bu terkibi n maddi
giysi anlamıyla yorumlanmasını uzak görmektedir.
Mana, ruh ve ahlaki keyfiyet amaçlanmış olduğu halde, nesnel çağnşımlı 'libas' te~
riminin kullanılması ise, takva şuurunu, iç ve dış benliğimizi koruyucu bir Iibas/giysi bi-
çiminde daha etkili olarak düşündürmek, bu psikolojik hali zihnimizde canlandırmak
içindir; retoriğin terimiyle söylersek, 'zihinde canlandırma: tahyil' ... ı2. Ayetteki kelime-
lerin dizinindeki bu inceliği sezen bir başka yarumcu ise Tabatabii olup, düşüncelerini
şöyle dile getirir: ''Münezzeh olan Cenab-ı Hak, ['takva giysisi daha hayırlıdır!] ira-
desiyle, dış giysiden, (...) açığa vurulması insan için hiç de güzel olmayan içsel kö-
tülükleri (sev'at btitıniyye) gizleyen iç giysiye geçmiştir. (...) Mürnin için, bn içsel kö-
tülükleri örtmesi, dış giysisiyle açık ve görünür kusurlarını örtmesinden daha ge-
reklidir (evcebu) ve daha lüzumludur (elzemu)! .. Zira bu ayıp ve kötülükleri ancak,
Allah'm, insanları üzerinde yaratmış olduğu fıtrat gereği 'takva giysisi' örtebi-
lir! .."ı3.
İbn Kuteybe de, bu anlamı teyit etmek üzere, "yani, giysilerden -mine's-siyiib- daha
hayırlıdır" kısa hükmünden sonra, gerekçesini açıklama bağlamında şunu söyler: "Çün-
kü iacir [günahkar, şehevi cürüınler işleyen] kimse, giysisi güzel [ve uygun] da ol-
sa, açılmaması gereken [yerleri] açık [hükmünde]dir. Nitekim bu anlamda olmak
üzere şair şunu söylemiştir: "Ben kuşkusuz sanki, hayô. duygusu olmayan ve emô.ne-
ti gözetmeyen kimsenin, toplum içinde çıplak gibi olduğunu d~şünüyorum .. "ı4.Ah.
kam sahibi Kur.tubi de bu yorumu güçlendirmek üzere, söyleyenini belirtmediği şu
mısraları aktarır: "Kişi takvô. giysilerini giymediği zaman, (görünürde) giyinik de ol-
sa, çıplak gibidir. Kişinin en hayırlı giysisi de, Rabbi'ne tô!attir; Allah'a isyan edende
ise, hiç hayır yoktur"ı5, Biraz sonr.aysa, ayetin mana ve gayesini şöyle tesbit eder:
"Sizin de bildiğiniz bu kendisine işaret edilen 'takva libası', hem 'avret mahalle-
ri'ni örten elbiseler giymenizden, hem de size indiediğimiz [ilham ettiğimiz, fıkrini
kalbinizde yarattığımız] zinet elbiselerinden hayırlıdır!"ı6
Menar sahibi, kendi tercihini de belirterek, önceki müfessirlerin büyük çoğunluğu­
nun (cumhur),.buradaki 'libas'ın, manevi mecaz! giysi ~lamında olduğu görüşünü be-

ll) el-Ciimi'li Ahkiimi'l-Kur'an, IX, 185.


12) İbn, AşOr, Tejsiru't-Tahrir, VIII-2, 75.
13) el-Mizli fi Tefsiri'l-Kur'an, VIII, 69-70.
14) "innt ke ennt erli men lll hayll'e leha ve lll emllnete vasta'l-kiıvmi uryllnll" (Tefsiru Garib'l-Kur'an,
thk. Ahmed Sakar, Beyrut, 1398/1978, s. 166; yine bkz. İbnu'l-Cevzi, ZMu'l-Mestr, III, 183;"libll-
su~-takvll: el-hay/lu" (İbn ManzOr, Lisllnu'l-Arab, VI, 203, 'L-B-S' mad.).
15) "izll'l-mer'u lem yelbes siyllben mine't-Tukbltekal/ebe 'uryllnen ve in ktıne kfisiy{JJve hayru libllsi'l-
mer'i tll'atu Rabbiht/ve lll hayraftmen ktıne lillllhi 'llsıyll" (el-Ciimi'Ii Ahkiimi'l-Kur'an, Beyrut,
ts., IX, 184).
16) el-Ciimi, IX, 185.
81 Prof. Dr. Sadık KILIÇ--------EKEV AKADEMİ DERCİSİ

nimsediklerini [.. 'alil ennehu'l-libiisu'l-ma'nevf el-nıeciizf] belirtir; bunu teyit etmek


üzere de, Hasan Basıi'nin bir aktanmını nakledirl7. Aynı şekilde Meraği de, tabiin alim-
lerinden aktanlan meşhur anlayışın 'libasu't-takva', 'manevi bir giysi olup, hissi mad-
di değildir[•.• libasun ma'neviyyun la hissiyyun] şeklinde olduğunu nakleder, sonra
da, bu görüşü güçlendiren rivayetleri aktanr.. .I8
Elmalı'lı'nın şu ifadeleri de, o manevi soyut iç kalemizi: yani gerçek benlik ve zatı­
rnızı koruyan, dindarane ürperiş, takvii ve, Ulfihiyet'in idraki karşısında, kulluk titreşim­
leriyle varoluş duygusunun, temel ve nihai amaç olduğunu vurgulamaktadır: 'Elbise ni-
metinden nimetlenme ve yararlanma, asıl bununladır. Zira, takva duygusu, dinda-
rane iirperiş ve imanı, baya ve irfanı olanlar, zorunlu olarak çıplak bile kalsalar, en
azındanAdem ve Havva'nın yapraklada örtiindükleri gibi, ayb ve avret yerlerini
örtüp korurlar"l9. Muhammed Esed'in, "Libiisu't-takvi ziilike hayr' ayetine verdiği
meiil de, düşüneerne göre, bu gerekçelerle daha uygun düşmektedir: " ... ama Allah' akar-
şı sorumluluk bilincinin (sağladığı) örtü her şeyin üstündedir"20.

Ayette bu anlamı pekiştiren bir başka kayıt da, 'libiisı 't-takvii' pasajından bedel ya da
sıfatkonumunda olan 'ziilike: bu' işaret zamiridir. Çünkü 'ziilike' işaret zamiriyle, esa-
sen, mekan bakunından uzakta olan bir şey gösterilir. Buradaysa, uzağa işaret edici bu
'zatike' kelimesiyle, konum ve değerce yüce oluşu, his [mesafe] bakunından uzak ve yü-
ce oluş konumunda değerlendirilerek, takvii giysisi tazim edilmiş, yüceltilmiştir21.-
b) 'En hayırlı olmakla' hüknle bağlanan 'libiisu't-takva' terkibindeki 'libas' sözcüğü­
nün burada maddi değil de manevi, içsel, mecazi bir giysi anlamına geldiğini kuvvetlen-
diren bir diğer gösterge de, Cennet-Adem-Havva ve Şeytan bağlamında hemen gelmiş
olan ayetteki, " .. yenzi'u anhumii libiisehumii: elbiselerini onlardan sayarak.. " (A'raf,
27) pasajıdır.
Bu hal veya sıfat cümleciğinin geçtiği konteksi şöyle vermek mümkün: İnsanlan,
Şeytanın kışkırtmalanna karşı uyan; onun, Adem ve Havva'yı cennetten, sebebiyet ver-
me yoluyla çıkarmış olması ve, onlann giysisini onlardan sıyınp almış olması .. Konu-
muz açısından önemli olan husus, Şeytanın sıyınp aldığı belirtilen o 'libiis'ın ne olabi-
leceğidir. Acaba, ilk insan atalanmızın üzerinde nasıl bir giysi [Iibas] vardı da, Şeytan
onu sıyınp aldı? Bu konuda kendi değerlendirmemizi yapmadan önce, tefsirlere baktığı-

17) Muhammed Reşi Rıda, Tefslru'l-Kur'ani'l-Haklm (Tefsiru'l-Menfir), 4. bsk., Kahire, 1379/1959,


VIII, 360.
18) Ahmed Mustafa ei-Merağl, Tefslru'l-Merilği, Daru ihya't-türasi'l-Arabi, Beyrut, 1394/1974, VII,
. 125.
19) Hak Dini Kur'an Dili, Eser Neşıiyat ve Dağıtım, 1979, III, 2146; kısmen sadeleştiriimiş olarak.
20) Kur'an Mesajı! meai-tefsir, çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, işaret Yayınları, Kasım-1997/Receb
1418, s. 273.
21) ei-Aifisi, VIII, 104.
'TAKVA GİYSİSİ' BİLİMLE EL ELE... - - - - - - - - - - - 9

mızda, kısaca hangi yorumlada karşılaşıyoruz? Bu ayette zikredilen 'libas' terimi şu dört
şeyden birisidir:
1) Ntlr'dur.
2) Bu, tırnak türü ve yapısında [ke 'z-zujuri] bir giysi idi. Ancak Adem ile Havva ya-
sak ağaçtan yeyince, üzerlerindeki bu giysiden geriye ancak, tımaklar kaldı.
3) O, takvadır.
4) Bti, cennet elbisesi idi22.
Müfessir Razi bu son yorumu, lafzın herhangi bir betimleme ile 'sınırlanmamış'
(mutlak) oluşunun bir sonucu olarak, doğruya yakın bulur23, fakat ne ki, bu sefer de
'cennet giysisi'nin neliği belirsiz kalır.. Ke!imeyi, 'dünyada var olma'ya bağlı çağnşım­
lannın derin etkisinde kalarak ve Adem ile Havva'nın, başka bir varoluş boyutunda bu-
lunduklannı göz ardı ederek, bir şekilde giysi manasında almamız güçlükler yaratır...
Şöyle ki: Yasak ağaçtan yemeleriyle, bu giysinin üzerlerinden sıynlması arasında ne gi-
bi doğrudan bir ilişki vardır? Çünkü günah, ruhsal-sübjektifbir sonuçtur; o halde varlık­
lanndan sıynlan 'libas', nesne, eşya türünden değil, idiak, şuur, farkına vanş, hatta bi-
lincin yeni bir alana: ferdiyet ve hürriyet alanına açılışı olarak alınmalıdır. Yani Adem ile
Havva o yasak ağaçtan yediklerinde, salt anlık ve boyun eğiş (fıtrat) halindeki ruhlan
yaralanmış; yasağı ihlal etmekle, kendi varlıklanndaki, saklı kalmış bir alanı: cinsellik
olgusunu keşfetmişler, bir bakıma 'dünya insanı' olmanın yoluna girmişlerdir. Aksi hal-
de, üzerlerinde, kelimenin maddi çağnşımına uygun türden bir giysi olsaydı, yeni bir bi-
lince ve ilgi dünyasına uyanışın sonucu olarak açılan 'avret mahalleri'ni, hatta bütün be-
denlerini örtrnek için üzerlerine ağaç yapraklanndan siper edinmezlerdi. Çünkü, örtün-
rnek için, var olduğu farzedilen o giysiden yararlanılabilirdiL
Bundan şu neticeyi elde etmek istiyoruz: Cenab-ı Hak, A'raf 26 ayetinde 'takva liba-
sı'ndan söz etmiş; günahlar, isyanlar, iffetsizlikler ile taat, ibadet ve ahlak alanında asıl
ve sürekli olanın o olduğunu vurgulamak üzere de, gerek bağlaının genel durumu, ge-
rekse 'hayr' teriminin kullanılması yoluyla, onu 'en hayırlı oluş' ile nitelendirmiştir. En
hayırlı olan bn giysi, atalarımızın cennette de yitirmiş oldukları türden bir giysidir;
koruyucu ve fıtratın duro soları üzerinde mayalanmış idrak, his, yani derfuıi edeb,
dini içsel ürperiş, rolıi itikadi bezeniş katmanıdır. Onoıı için Kur'an, cennete özgü
halin o değerli ve yüce giysisini burada olsoıı kaybetmememiz; bu bilinç, seziş ve
hassasiyet duvarını çatlatmamamız gereğini hatırlatmıştır.

22) İbn Cerir et-Taberi, Ciimi'u/ 1/-beydn an Te'vili'i-Kur'an, Beyrut, 1978, VIII, 152; İbnu'I-Cevzi, za-
du'l-Mesfr, III, 184.
23) et-Tefsiru'l Kebir, XIV, 53.
101 Prof. Dr. Sadık KILIÇ--------EKEV AKADEMİ DERCİSİ

Gerek iç giysisi (libasen yuviirt sev_'iitikum ... ), gerekse zinet giysisinden (~.ve rişii)
daha hayırlı, esas ve öz; iffeti ve ruhi arılığı sürdürmenin cevheri, manevi bir iç kale ol-
makla nitelenen takva libasının lafzi gerçek anlamda değil, mecazi anlamda olduğunu
destekleyen başka ayetler de bulunmaktadır.
Bunlardan, oruç tutulan günün gecesinde eşlerle cinsel ilişkiye girmenin helal kılın­
dığı açıklamasıyla başlayan Bakara 187 ayetindeki şu pasajlar, konumuz ve tezimiz ba-
kımından önemlidir: "Onlar sizin için bir 'libiis', siz de onlar için bir 'libiis'sınız".

Kelime bilgisine göre Araplar kadınları, mecaz ve benzetme yoluyla, 'libas' ve 'ör-
tü' (izar) olarak niteleyebilmekteydiler. Nitekim, hemen hemen bütün tefsirlerde de nak-
ledildiği gibi, Şair Nabiğa el-Ca'di bir kadını nitelerken, kelimedeki nükteye şöylece işa­
ret eder: "Kocası hanımının yanını kendisine döndürüp çevirdiğinde, kadın da ona dön-
dü de, üzerine [tıpkı] bir giysi gibi oldu"24. Şu halde, karıkocanın, giysilerinden soyut-
lanmış biçimde biraraya gelip sarışmaları, 'kinaye' yoluyla, birbirleri için libas olarak
adlandınlmıştır25. Zemahşeri ve, muhtemelen ondan iktihasta bulunan ünlü Türk müfes-
siri Ebu's-Su'fid, koca ve kadının bir giysiye benzetilme nedeni olarak, 'aralarındaki ka-
n kocalık ilişkisi sebebiyle, birbirlerini bürümeleri'ni26 zikreder; aynca Ebu's-Su'fid,
. karı kocadan her birinin, diğerlerinin durumunu örtüp, onu fuhuş ve fücfira düşmekten
men etmesi gerekçesini de dile getirir.
Yine mecazianlam bağlamında olmak üzere İbn Abbas, 'libas' teriminin, 'sükunet,
gönül huzuru' (es-sekenu) anlamına geldiğini söyler. Nafi' ibnu'l-Ezrak'ın, "Araplar bu
manayı tanıyor mu?" sorusu üzerine de, Nabiğa el-Ca'dl'nin yukarda zikredilen mısra­
larını aktarır27. Nitekim Furkan 47 ayetindeki 'libasen' kelimesi de, yine bu anlamdadır.
İbn Abbas'ın yanı sıra İbn Cübeyr, Mücahid ve Katade de bu görüşü benimsemektedir28.

'Libas' teriminin geçtiği bir diğer pasaj da, konumuz bakımından daha net olan Nahl
112 ayetidir: "Allah da ona [o şehre], yaptıkları kötülükler sebebiyle açlık ve korku el-
biseseni tattın verdi". Açlık (el-cu') ve korkuyu (el-havj) iyice betimleyebilmek amacıy­
la, somutlaştırrna ve benzetme (tecslm ve teşblh) letafetiyle bir giysi gibi sunulduğu29
ayette, açlık ve korkunun etkisi ve bürüyücü zararı, çepeçevre kuşatma (ihata) ve kapsa-
ma (iştimai) ilgisiyle, 'libas'a benzetilmiştir. Teşbihi kuvvetlendİrİcİ unsur olmak üzere,

24) "lz/lma'd-dact'u tesenn/1 'ıtfeh/1/tesennet 'aleyhijekfinet 'aleyhi lib/ls/1" (Ebu Ubeyde Ma'mer İb­
nu'I-Milsenna, Mec/lzu'l-Kur'an, thk. M. Fuat Sezgin, 2. bsk., Suriye, 140111981, I, 67; İbn Man-
zOr, Lis/lnu'l-Arab, Daru Sadır, BeyrOt, ts., VI, 203.
25) İbnu'I-Cevzi, Ziidu'l-Mesir, I, 191.
26) el-Keşş/lf, I, 115, lrş/ld, I, 201.
27) ei-AIOsi, Il, 65. Aifisi'nin ez-Zilbyani olarak zikrettiği isim, diğer bütün kaynaklarda geçen Nabiğa
el-Ca' di olmalı.
28) İbnu'I-Cevzi, Ziidu'l-mesir, I, 191.
29) Rağıb ei-İstehani, el-Müfred/lt, s. 447, 'L-B-S' mad.
'TAKVA GİYSİSİ' BİLİMLE EL ELE... - - - - - - - - - -..... 11

'isabet etmek, şiddetli olarak isabet etmek'30 anlamında istiare olarak kullanılan 'taddır­
mak' (el-ıztika) fiili getirilmiştif31 ki, olayı tahayyül ve tasavvur ettirmeyi amaçlar; yani
'tahyil..
Bu ayetlerin incelenmesinden de anlaşılmaktadır ki, 'libtis' kelimesi, onu somut an-
lamıyla sınırlayıcıkuvvetli bir gerekçe olmadıkça, 'mücerred, manevi, gayr-i hissi' bir
duruma delalet eder. Özellikle de, 'takva' gibi, soyut, sübjektif ve şufui bir keyfiyeti gös-
teren bir kelimeye nisbet edildiğinde...
Yazıyı sonlandınrken, şu sonuçlara ulaştığımızı düşünüyürum:

1) İffet, ahlakilik, dine bağWık vb. duygular, salt şekille irtibatlı olmayan; ruh
alemiınizde, yani engin 'iç mekanınıız'da oluşup gelişen, serpilen bir durumdur. Bo
nedenle, baş örtüsünü, din bütünlüğünün tamamı gibi algılamak, onu sadece bir
yansımasma indirgemek, Kor'an'ı derinliğine anlamamanm, geleneğin bağımiısı
olmanın bir sonucudur.

2) İffeti korumak, cinsellik objesi olmamak ve iman bütünlüğünü koromak


perspektiimden bakıldığında, örtüomenin özellikle nesnesi olan saçlar, genel anla-
yış biçimine göre birinci sırada, ağırlıklı ve en stratejik ve kışkırtıcı obje değildir!
Vücudun diğer kısımları şöyle dursun, doğal olarak açıkta olan ve açıkta bırakıl­
ması kayıt altına alınmış bulunan [.. illti ma zahera minha.• (Nur, 31)] ellerle, gözler-
le, dudaklarla, yanaklarla, kaşlarla kıyaslandığmda, saçlar son derece sönük ka-
lır! •. Hatta, bu düşünce, mısralarda bile ancak, sevgilinin alnına ya da yanaklarına
indiğinde etkileyici olması, 'zülf"ıi yar' haline gelmesi kabüllenişiyle de pekişir. Aşı­
km kalbine de bir ok gibi saplanan, ne saçlar, ne onun bukleleri ve örükleridir; ter-
sine, çoğunlukla, yaya benzetilen kaşlarıdır, oka teşbib edilen kirpikleridir, içinde
aşıkın yittiği okyanuslara ve yakıcı güneşiere benzetilen, gözlerdir•• ilb.

3) Bütün bunlarla beraber, saçlar, kadının özen göstermesi ve, isterse setretine
hakkı olan zinetleri arasmda addedilebilir; bu, giyim kuşam alanındaki temel insa-
ni baklar bağlammda bir tez konumona bile yükseltilebilir•. Ama ne var ki, bunun
vasıtası olan başörtüsüne atfedilecek önem, 'en hayırlı olmak'la nitelenen o mane-
vi, içsel ve deroni takva örtüsünü aşamaz! Onun önüne geçemez.•
4) En önemli netice şudur: Daha önce Kor'an'daki önem ve önceliğini belirtti-
ğim 'ilim yolonda olma', ilim elde etıne, ilim ve bilgi vasıtasıyla bütün insanlığa ya-
rarlı olmayı amaç haline getirme söylemi karşısında, türhan tercihi, 'olmazsa ol-
maz' [condition sine qua non] bir alternatü değildir•.Burada tez, ilimdir, ilim yolon-
da oluştıır; bunun alternatifi başka şey değil, bilgi ve teknolojiyi daha yüksek bir

30) Ebu's-Su'Qd, /rşfid, V, 145. ·


31) İbnu'l-Cevzi, Ziidu '1-MesTr, IV, 500; el-Keşşaf, Il, 346; el-AIOsi, XIV, 243p İbn AşOr, Tefsiru4t-Tah-
. rTr, IV, 306-307.
121 Prof. Dr. Sadık KIUÇ-------..,... EKEV AKADEMİ DERCİSİ

noktaya taşıma, insanlığın ortak paylaşımına sunma gayretidir.. Ama, 'en hayırlı
oluş', daha az hayırlı olanları yok saymayı gerektirmez, fakat bu daha az önemli ve
ikincil olanları, 'en hayırlı olan'ın önüne geçirmemize, fer'i olanı asli olanın önüne
alınamıza kesin engel olur. Bu nedenle, başını örterneme bahanesiyle kendini Üni-
versite'den uzak tutmayı yeğleyen bir kimse, 'tercihini kötü kullanma' yaniışı işle­
miştir; zira, bireyin 'ilinısizliği', 'ilim kapısından kendini uzak tutmayı' seçme hak-
kı, negatif ve yararsız bir hak iddiasıdır ki, kimseye bir şey kazandırmaz.. Zira ilim,
tüm bireysel zevk ve istemlerimizin kendisi karşısında susarak boyun eğdiği yaz-
gımızdır, zorunluluğnmuzdur, Millet olarak yükselıneyi amaçladığımız zirveye bizi
tek taşıyıcıdır. Bu realite karşısında bize düşense, onu sevmek, her şey içinden ön-
ce onu seçniektir.

You might also like