You are on page 1of 352

İÇİNDEKİLER

Basın Bildirisi • Türk Ocakları Genel Merkezi .....................................................................2


27 Mayıs Depreminin Artçı Sarsıntıları-II Talat Aydemir’in Hiç Tükenmeyen İhtilâl Tutkusu
Nuri Gürgür...........................................................................................................................3

TÜRK YURDU Mustafa Kemal Atatürk Hakkında Bazı Düşünceler • Bayram Kodaman..............................8
Türk Ocakları Genel Merkezi Aylık Yayın Organıdır. Atatürk • Derviş Kılınçkaya.................................................................................................12
Yerel Süreli Yayın • Basıldığı Tarih: 01.09.2011 • ISSN1300-2323
7. Devre, cilt 31 (63) Sayı: 289 (650) 100. Yıl Bayrak Adam: Celal Bayar • Celal Metin..............................................................................17

SAHİBİ Celal Bayar - Millî Mücadelede Silahlı Direnişin Bir Dönüm Noktası
Galip TAMUR Emine Gürsoy Naskali.......................................................................................................25
(Türk Ocakları Basın, Yayın ve Eğt. Hiz. İşl. Adına)
Tartışılan Yönleriyle İsmet İnönü Dönemi (1938-1950) • Ali Ata Yiğit.................................30
GENEL YAYIN MÜDÜRÜ
Türk Siyasetinde Adnan Menderes • Süleyman İnan..........................................................46
Prof. Dr. M. Çağatay ÖZDEMİR
Türkiye Siyasetinde Süleyman Demirel • Orhan Avcı.........................................................51
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Prof. Dr. Necmeddin SEFERCİOĞLU Türk Milliyetçiliğinin Kutup Yıldızı: Alparslan Türkeş • Özcan Yeniçeri................................63

YAYIN KURULU Necmettin Erbakan • Ahmet Güner Elgin...........................................................................73


Doç. Dr. Bahri ATA Yücel HACALOĞLU Bülent Ecevit • Ahmet Güner Elgin.....................................................................................84
Yrd. Doç. Dr. İbrahim ATABEY Doç. Dr. Yunus KOÇ
Dr. Fahri ATASOY Ömer ÖZCAN Siyasetin Ulu Çınarı Osman Bölükbaşı • Agâh Oktay Güner.............................................89
Doç. Dr. Levent BAYRAKTAR Yrd. Doç. Dr. Serdar SAĞLAM
Ömer BEKEÇ Yrd. Doç. Dr. Yavuz KARTALLIOĞLU Turgut Özal’ın Hayatı, Şahsiyeti, Temel Meselelerimiz Konusundaki Görüşleri ve
Prof. Dr. Ali BİRİNCİ Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ Hizmetleri • İsmet Binark.....................................................................................................96
Galip ERDEM
Süleyman Demirel’in Dış Politika Anlayışı • Bilal Karabulut.............................................103
100. YIL SAYILARINA KATKIDA BULUNANLAR Türk-İslâm Ülküsünün Büyük Mütefekkiri S. Ahmet Arvasi • Hüdavendigâr Onur............107
Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK Merhum Galip Erdem’le İlgili Bir Hatıra • Süleyman Hayri Bolay.....................................113
Yrd. Doç. Dr. Fahri TEMİZYÜREK Prof. Dr. Hikmet Yıldırım CELKAN
Prof. Dr. Orhan Düzgüneş: Büyük Ama Mütevazı Bir İlim ve Dava Adamı
Prof. Dr. Gülçin Yahya KAÇAR Prof. Dr. Hülya ARGUNŞAH
Orhan Kavuncu.................................................................................................................115
Prof. Dr. H. Bayram KAÇMAZOĞLU Yrd. Doç. Dr. Hüseyin TUNCER
Prof. Dr. Hacı Ömer KARPUZ Dr. İbrahim KARAER Osman Yüksel Serdengeçti’nin Eserleri • Cemal Kurnaz..................................................121
Prof. Dr. Hakan POYRAZ Prof. Dr. İlhami DURMUŞ Türk Milliyetçiler Derneği • Necmeddin Sefercioğlu.........................................................132
Prof. Dr. Hakkı ACUN Prof. Dr. İsa ÖZKAN
Prof. Dr. Halit ÇAL Prof. Dr. İsmail ÇETİŞLİ “Türkiye Milliyetçiler Cemiyeti”ne - I / –1950’li-60’lı Yılların “Millet Tanımı” ve
Prof. Dr. Hanifi ÖZCAN Prof. Dr. İsmail Hakkı AKSOYAK Günümüz İçin Önemi– • Mustafa Kök...............................................................................141
Doç. Dr. Hasan Ali KARASAR Prof. Dr. Kadir ARICI Türk’ün Büyük Ülküsü: Türkçülük • Altan Deliorman........................................................149

GENEL MERKEZ İmparatorluktan Cumhuriyete Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Evrimi • Özcan Yeniçeri............165
Türk Ocağı Caddesi Prof. Dr. Osman Turan Sokağı Nu: 1 Balgat / ANKARA Türk Milliyetçiliği ve Demokrasi • Mehmet Ali Ünal...........................................................185
Tel: 90(312) 284 35 90
İDARE YERİ Türk Milliyetçiliği ve Türk Kültüründe Sevgi Kavramı • Umay Günay................................190
Sezenler Caddesi 4/12 Sıhhiye / ANKARA
Tel-Belgegeçer: 90(312) 229 69 74 Türk Siyasal Yaşamında MHP • Turgay Uzun...................................................................192
YAZIŞMA ADRESİ Edebiyatta Türkçülük (Başlangıçtan II. Meşrutiyet’e Kadar) • Nâzım H. Polat..................215
P.K. 429 Yenişehir / ANKARA
Elmek: turkyurdu@turkyurdu.com.tr İslamcılığın Konjonktürel Hegemonyası ve Üç Aşaması • Hilmi Demir.............................223
Türk Yurdu Web Sitesi: www.turkyurdu.com.tr
19. Yüzyıl Düşünce Akımlarından Osmanlıcılık • Yaşar Kop.............................................227
BÜRO: Yaşar GİRGİN
TEKNİK DÜZENLEME: Emel SEMERCİ Etnik Milliyetçilik veya Irkçılık Bağlamında Kürtçülük • Mustafa Aksoy...............................237
Osman Turan’ın Türkiye’de Milli Devletin İnşasına Bakışı • Aytekin Ersal........................248
ABONELİK ve ABONELİK ÜCRETİ
Abonelik ücreti, Türk Ocakları Basın, Yayın ve Eğitim Hizmetleri İşletmesi Türk Tarihinde Meşruiyetin Kaynağı ve Öteki Sorunu • Abdullah Temizkan.....................259
Türk Yurdu 257311 numaralı posta çeki hesabına, yurt içi ve yurt dışı havaleler
için de T.C. Ziraat Bankası Necatibey-ANKARA şubesi TR1500 0100 0795 0656 Mukaddime’deki Bazı Kavram ve Olgular Çerçevesinde İbn Haldun’a Göre Türkler
5463 5001 numaralı banka hesabına yatırılarak, P.K. 429 Yenişehir-ANKARA Beyhan Zabun...................................................................................................................263
adresine yahut elmek veya telefonla bilgi verilir.
YURT İÇİ: Yıllık Ferdi Abone 80 TL. / Yıllık Kurum ve Kuruluş Aboneliği 150 TL. Anadolucu Türk Milliyetçilerinde Turancılık Algısı • İkbal Vurucu......................................267
YURT DIŞI: Avrupa ülkeleri için yıllık 75 Euro / Diğer ülkeler için yıllık 100 Dolar
Yayımlanan yazıların muhtevasına ait sorumluluk yazarlarına aittir. Türk Kültür ve Düşünce Tarihinde Sarafim Kıraathanesi • Kemalettin Kuzucu................281
Yayımlanacak yazılar üzerinde yazardan müsaade alınarak gerekli
düzeltmeler yapılabilir. Gönderilen yazılar yayımlansın Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’in Üçlü Tasnifleri: Üç Tarz-ı Siyaset ve Türkleşmek,
yayımlanmasın iade edilmez. İslâmlaşmak, Muâsırlaşmak • Mehmet Kaan Çalen..........................................................292
Azınlıklar ve Türkleşme Bağlamında Bir Entelektüel: Tekinalp • Melih Çoban..................299
TÜRK OCAKLARI MERKEZ YÖNETİM KURULU Kemal Tahir’in Anlatımıyla Taşradan 20. Asrın İlk Çeyreğine Bakış • Mustafa Balcı.........309
Genel Başkan: Nuri GÜRGÜR Üye: Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ
Genel Başkan Yrd.: Prof. Dr. Orhan ARSLAN Üye: Prof. Dr. M. Çağatay ÖZDEMİR Anadoluculuk Akımının Doğuşu • Ömer Obuz...................................................................316
Genel Sekreter: Prof. Dr. Orhan KAVUNCU Üye: Efendi BARUTÇU
Genel Muhasip: Galip TAMUR Üye: Kerim ÜNAL [Ekrem Hakkı Ayverdi İle Avrupa’da Türk’ü Aramak-II] Tuna Güzellemesi
Genel Sekreter Yrd.: Osman OKTAY Üye: Dr. Fahri ATASOY Turgut Güler......................................................................................................................323
Genel Sekreter Yrd.: Yrd. Doç. Dr. Bülent AKSOY
DÜŞÜNCELER • Suriye’deki Olaylara İlgisiz Kalamayız • Nuri Gürgür............................327
DENETLEME KURULU
Başkan: Prof. Dr. Rasih DEMİRCİ DÜŞÜNCELER • Ferdî Haklar Sadedinde Millet ve Demokrasi Üzerine Bir Deneme
Raportör: Yrd. Doç. Dr. İbrahim ATABEY
Üye: Zafer SADIKOĞLU
Cengiz Aydoğdu...............................................................................................................330
DÜŞÜNCELER • Türk Ocaklarının 100. Yılına Tarihten Bakmak • Mustafa Kök..............337
TASARIM: www.hakkiuslu.com
PORTRE • İsmail Otar • Ömer Özcan...............................................................................339
DİZGİ: REPROTON LTD. ŞTİ. (0312) 384 78 51-52
BASKI: EVREN YAY. A.Ş. Tel: (0312) 615 54 54 Türk Dünyasından Haberler ..............................................................................................341
Ankara Konya Devlet Yolu 29. km. Oğulbey/ANKARA Türk Ocaklarından Haberler ..............................................................................................343
BASIN BİLDİRİSİ

Ç
ukurca’da vatan topraklarımızı korumakla görevli 11 askerimizi daha şehit verdik. Son bir
ay zarfındaki kayıplarımızın sayısı 40’a ulaştı. Böylece bu yılın ilk 8 ayında öldürülen 83
PKK’lıya karşı, verdiğimiz kayıpların sayısı 140’a yaklaşıyor.
Sadece bu tablo bile PKK terörüne karşı mücadelede büyük bir zaaf yaşandığını açıkça gös-
teriyor.
Başarısızlığın nedenlerinin doğru ve gerçekçi şekilde araştırılması gerekirken, istisnasız her
saldırıdan sonra tekrarlanan demeçlerle PKK’nın durdurulamadığı ortadadır. Hem hükümet hem
de asker kendileri açısından sağlıklı bir durum muhakemesi yapmalı, yanlışlıklar ve eksiklikler bir
an önce belirlenmeli, vakit geçirilmeden telafisine çalışılmalıdır.
Terör olaylarının yoğunlaştığı yerlerin, özellikle Hakkâri ve çevresinin PKK tarafından yıllardır
pilot bölge olarak belirlendiğini, demokratik özerklik dedikleri yapılanmayı buralara yerleştirmeye
çalıştıklarını herkes biliyor.
Hakkâri’de, Çukurca’da, Şemdinli ve Yüksekova’da sivil giyimli asker ve polisler güpegündüz
vuruluyor. Belirli güzergâhlarda yollar kesilerek insanlar kaçırılıyor; devletin valileri mayınlı tuzak-
lardan rastlantı eseri kurtuluyor. Ne hazindir ki askerî timler operasyon sırasında defalarca aynı
taktiklerle gündüz vakti tuzağa düşürülüyor. Nasıl oluyorsa her olayda saldırganlar buharlaşıp
kayboluyor.
Artık altı doldurulmayan retorik gösterileriyle, kanlarının yerde kalmayacağı beyanlarıyla ne
PKK geri adım atıyor, ne de milletimizin yüreği ferahlıyor.
Güvenlik güçlerinin teknolojik donanımlarında, silah ve teçhizatlarında hâlâ noksanlıklar var-
sa, hayatî işleve sahip saldırı helikopterleri yıllardır temin edilip hizmete konulamıyorsa, şata-
fatlı demeçlerle devreye sokulduğu ilan edilen insansız hava araçları ortada görünmüyorsa, en
önemlisi bölgede görevlendirilen asker ve polisin eğitim, teşkilat ve yerleştirilmesinde sağlıklı bir
tespit yapılamıyorsa gerekli koordinasyon sağlanamıyorsa hiç kimse “cek”li, “cak”lı demeçlerle
zamanı tüketmemelidir.
PKK ile mücadelede istihbaratın hayatî önemi yıllarca önce görülmesine rağmen son yıllar-
da sivilleşme romantizmiyle bu damarların tıkanmasının, güvenlik güçlerine destek verdiği için
PKK’nın başlıca hedeflerinden olan koruculuk sisteminin devre dışına çıkarılmasının makul bir
izahı olabilir mi?
Milletimiz ırkçı-etnikçi Pankürdist hareketin PKK üzerinden sergilemekte olduğu terör saldı-
rılarına kuşkusuz teslim olmayacaktır. Türkiye bu sorunla baş edecek güce elbette sahiptir. So-
runun yönetilmesinde sürüp gelen hatalar, kafa karışıklığı ve kararsızlıklar nedeniyle terörün
önlenememesi, yüreklerimizi yakan bu kayıpların yaşanması, demokratikleşme adı altında olup-
bittiyle Anayasa üzerinden ayrışma ve bölüşme hesaplarının yapılması, Türk milletinin hakkı olan
bir tablo değildir.
Rahmetli Akif’in 90 yıl kadar önce çok daha karanlık bir dönem yaşadığımız yıllarda söylediği
gibi:
“Sahipsiz vatanın batması haktır
Sen sahip olursan bu memleket batmayacaktır”

TÜRK OCAKLARI GENEL MERKEZİ


2 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289
27 Mayıs Depreminin Artçı Sarsıntıları- II
TALAT AYDEMİR’İN
HİÇ TÜKENMEYEN İHTİLÂL TUTKUSU

NURİ GÜRGÜR

T
alat Aydemir üniformasını çıkarmak zorunda larından isimlerle bağlantı kurmak üzere temaslara
kalsa da müdahale arzusunda, ihtilal tutku- başladı.
sunda en ufak bir azalma yoktu. Üstelik bu
Karacılar cuntası 22 Şubat’ta tasfiye edilirken,
eğilim 27 Mayıs’ı öğrenci, 22 Şubat’ı kursiyer teğ-
Havacılar cuntası varlığını korumuştu. Bu gruptakiler
men olarak Harp Okulu’nda yaşayan, vatanseverlik-
darbe girişiminin bastırılmasında en etkili gücün ken-
lerinin gerektiğini yaptığına inanan genç subaylarda
dileri olduğunu düşünüyorlar, bundan sağladıkları
epeyce yaygındı. Bunlar için ülke yönetiminin Silahlı
yüksek moralle daha ileri hamlelere hazırlanıyorlardı.
Kuvvetler’in güdümünde bulunması ülkenin kurtulu- Havacılar CHP yöneticileriyle her zaman ki gibi yakın
şunu sağlayacak yegâne yoldu. 22 Şubat olayların- ve sıcak temas halindeydiler. AP’nin siyasî af kanu-
da subay taburunda bulunan 620 teğmenin birçoğu, nunu sürekli gündemde tutmak istemesi, kendilerini
birliklerine intikal ederken bu ruh haleti içinde yeni bir 27 Mayıs’ın sahibi ve koruyucusu gören CHP’lilerle
müdahalenin özlemini duyuyorlar, bu yönde Aydemir Havacı cuntayı, “ortak düşman” olarak algıladıkları
ve çevresinden gelecek davete olumlu cevap ver- bu siyasetçilere karşı işbirliği yapmaya yöneltiyordu.
meye istekli görünüyorlardı. Talat Aydemir’de o gece
“bu iş burada bitmedi” derken bu psikolojilerini ya- 27 Mayıs harekâtının amacına ulaşmadığı, dev-
kından bildiği genç teğmenlere güveniyordu. Vakit rimlerin tehlikede olduğu görüşündeki bazı üniversi-
geçirmeden hâlâ kendisiyle birlikte darbe yapmakta te hocaları, gazeteciler ve siyasetçilerle 22 Şubat’ta
kararlı arkadaşlarıyla birlikte yeni müdahalenin hazır- emekliye sevk edilen karacı subaylar, 14’lerden Ka-
lıklarına başladı. bibay ile Erkanlı 1962’nin yaz aylarından itibaren
İstanbul’da “koordinasyon toplantıları” adıyla bir
Ne var ki 22 Şubat’a kadar birlikte hareket etti- araya gelmeye başladılar. Talat Aydemir toplantıla-
ği ekibindeki subaylardan bazılarının ona güvenleri ra kendi yerine temsilcilerini gönderiyordu. Kendisi
sarsılmıştı. Bu tarihe kadar yanı başında olan, bir daha çok Ankara’da Zafer Çarşısı’ndaki çay bahçesi-
bakıma Kurmay Başkanlığı’nı yapan, onu hareke- nin bulvara bakan tarafında oturuyor, özellikle hafta
te geçmek için kışkırtan Dündar Seyhan bunlardan sonlarında caddede yürüyen bazı Harp Okulu öğren-
biriydi. Ancak onun esas niyeti bir müdahale duru- cileri tarafından selamlanıyordu.
munda 14’lerden Kabibay ve Erkanlı’yı girişimin ba-
şına oturtmaktı. Aydemir’le ilişkisini kestikten sonra Başkentte garip bir hava oluşmuştu. Atatürk
bu tutumunu ileriki aylarda yeni bir müdahale ortamı Bulvarı’nın Sıhhiye ile Bakanlıklar arasında kalan ta-
hazırlamak üzere İstanbul’da düzenlenen “koordi- rafında darbe söylentileri alenen konuşuluyor, tartışı-
lıyordu. Konunun gizli saklı bir tarafı kalmamıştı, her
nasyon toplantıları”nda net şekilde ortaya koydu;
şey aleniyete dökülmüştü. Aydemir’in yeni bir darbe
yurt dışından ülkeye dönen Kabibay’a pozisyon ha-
için hazırlandığını herkes biliyor, görüyordu.
zırlamak üzere büyük çaba gösterdi.
Millî Devrim Ordusu İş Başında
Talat Aydemir kendisiyle bağlantıları süren ve
birlikte emekli olduğu arkadaşlarıyla ev toplantıların- O yılın Eylül ayından itibaren, üniversitelerin açıl-
da bir araya gelerek strateji belirlemeye çalıştı. Bir masıyla birlikte yeni bir gelişme daha yaşanmaya
yandan da İstanbul’da kendisine paralel görüşlere başladı. Yassıada mahkûmlarının affı konusunun
sahip sivil ve asker kesimlerden, üniversite mensup- tartışılmasına paralel olarak gerilim artıyordu. Haf-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 3


tanın belirli günlerinde bulvardaki Atatürk Anıtı’nın Türkeş Siyaseti Tercih Ediyor
çevresinde toplanan çoğu gençlerden oluşan bir
1963 yılının ilk aylarında Kabibay ve Erkanlı’dan
topluluk Bakanlıklar’ın üst tarafındaki Yeni İstanbul
başka 14’ler grubundaki diğer isimlerde değişik tarih-
gazetesinin bürosuna doğru yürüyor, af olmayaca-
lerde Türkiye’ye gelmişler, sivil hayata adapte olma-
ğına ilişkin sloganlar söyleniyor, gazete bürosu sık
ya başlamışlardı. Özellikle Alparslan Türkeş’in gelişi
sık taşlanıyordu. Rahmetli Ömer Öztürkmenli’nin
büyük ilgi topladı. Batı Trakya üzerinden Türkiye’ye
başında olduğu Yeni İstanbul gazetesi bu dönemde
girerken kendisini Edirne’de kalabalık bir taraftar
milliyetçi-muhafazakâr görüşleri yansıtan ve CHP’nin
grubu karşıladı. Buradan İstanbul’a gelen Türkeş,
eleştirildiği bir basın organıydı. Bu özelliği dolayısıy-
yaptığı ilk açıklamada ordudaki komplocu gruplardan
la 27 Mayıs’ı sahiplenen kesimler tarafından hedef
uzak duracağını ima ederek “Anayasa ve yasalar
alınıyordu.
çerçevesinde” politika yapacağını açıkladı.
Gene bu dönemde Ankara’da MDO (Millî Dev-
14’ler önce Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde ve son
rim Ordusu) rumuzlu bildiriler dağıtılmaya başlandı.
olarak Brüksel’de yaptıkları toplantılarda liderlik ko-
Bildirilerde af konusundaki girişimler şiddetle suçla-
nusunu konuşup tartıştılar. Sonuçta bir anlaşma sağ-
nıyor, Adalet Partisi tehdit ediliyor, “zinde güçlerin”
lanamadığından yurt dışına gittikleri gibi Türkeş ve
bunlardan hesap soracağı ifade ediliyordu. Bu bildiri-
Kabibay çevresinde toplanan iki grup halinde, farklı
lerin konuşulduğu bir Meclis toplantısında, Başbakan
beklentilerle Türkiye’ye döndüler. Orhan Kabibay
Yardımcısı Turhan Feyzioğlu çok ilginç bir cümle sarf
kader birliği yaptığı Erkanlı ve Solmazer ile birlikte
etti. “MDO’nun kimler olduğunu söylesem korku-
CHP’ye yakın bir çizgi izledi; bu yakınlık CHP safları-
dan dudaklarınız uçuklar.” Oysa kısa bir süre son-
na katılıp milletvekili olmaya kadar uzandı.
ra bu illegal yapılanmanın kaynağını Hava Kuvvetleri
Komutanı İrfan Tansel teşhir etti. MDO’nun başında Alparslan Türkeş ise birlikte olduğu arkadaşlarıy-
Havacılar cuntasının lideri tabii senatör Mucip Ataklı la ilk olarak “Türkiye Huzur ve Kalkınma Derne-
ile General Hüsnü Özkan vardı; bildiriler Hava Kuv- ği” adıyla ülke çapında faaliyet yapacak bir dernek
vetleri içerisinde hazırlanıyordu. kurmayı kararlaştırdı. Ancak kuruluş için belirlediği
tarihte 21 Mayıs olayları nedeniyle tutuklandığından
Havacılar cuntasının kendi mihverlerinde bir
kuruluş girişimi sonuçlanmadı. Türkeş, Muzaffer Öz-
müdahale hazırlığı içine girmesi, Hava Kuvvetleri
dağ, Rıfat Baykal ve Fazıl Akkoyunlu ile birlikte bu
Karargâhında bu amaçla düzenli toplantıların ya-
davada yargılandılar, 3,5 ay kadar tutuklu kaldıktan
pılması Org. Tansel’i rahatsız ediyordu. Sonunda
sonra beraat ettiler. İki yıl sonra 1965’in yaz ayların-
daha fazla tahammül edemedi, emrivaki yaparak
da arkadaşlarıyla birlikte CKMP’ye giren Türkeş, kısa
toplandıkları odaya girdi, cuntacılarla arasında sert
bir süre sonra yapılan kongrede bu partinin Genel
bir tartışma yaşandı. Cunta müdahale plânı üzerin-
Başkanlığına seçildi.
de çalışıyordu, Tansel yazılı belgelere el koydu. Bazı
belgelerde ilginç bir değerlendirme göze çarpıyordu. Talat Aydemir’in Pazarlık Girişimleri
Bunlarda 70’e yakın CHP’li siyasetçi, yönetici ve Ba-
1963 yılının ilkbahar aylarında alenen darbe
kanın isimleri sıralanmış, karşılarına kendi kriterleri-
hazırlıkları yapmakta olan Talat Aydemir, bu sırada
ne göre değerlendirme puanları konulmuştu.
kendisi gibi emekli statüsünde olan Havacı 11’ler ve
İrfan Tansel bu girişimi etkisiz bırakmak ve oluşu- 14’lerden Kabibay grubu ile bir araya gelmek ama-
mu dağıtmak üzere tayin işlemleri başlattı. Bu oluşu- cıyla bazı temaslar yaptı. Görüşmelerde taraflar alı-
mun yönetici kadrosu eskiden beri İsmet Paşa’dan şıldığı şekilde liderlik konusunda anlaşamadılar. Ay-
yakınlık görüyorlar ve buna güveniyorlardı. İnönü demir 22 Şubat’ta kendisiyle birlikte olan birçok arka-
Tansel’in sakıncalı saydığı 11 havacı subayla ilgi- daşının artık yanında olmamasına rağmen girişimini
li dosyaları işleme koydurmadı. Olayı olabildiğince sürdürdü. 1963’ün Mayıs ayı başlarında “her şeyin
basite indirgeyerek, mümkünse kapatmak istiyordu. lehine” ve “herkesin kendisiyle birlikte” olduğuna
Çünkü geniş bir soruşturmanın doğrudan bazı CHP’li inanan ve çevresine de bunu telkin eden em. Kur.
siyasetçileri zor durumda bırakacağını görüyordu. Alb. Talat Aydemir “0 generalle” yani generalsiz ola-
Bu yüzden bu subayların emeklilik işlemleri epeyce rak ve kendine rakip olabilecek hiçbir kimseye kad-
bir süre bekletildi. Ancak Tansel’in kararlı duruşu ne- rosunda yer vermeksizin “kendi ihtilalini” yapmaya
ticesinde, o yılın Aralık ayının sonlarında aralarında karar vermişti.1
Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tuğg. Hulusi Öz-
23 Mart’ta bütün Türkiye’yi etkileyen bir olay
kan, Kurm. Alb. Halim Menteş ve Alb. Fevzi Arsın’ın
yaşandı. Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar Kayseri
da bulunduğu 11 subay emekli edildi. Bunlardan Hüs-
Cezaevi’nden sağlık durumu nedeniyle şartlı olarak
nü Özkan ileriki yıllarda CHP’den senatör oldu. Fevzi
salıverildi. Kayseri sokakları kısa zamanda ülkenin
Arsın Ankara İl Başkanlığı’na getirildi; Halim Menteş
her tarafından gelen binlerce insan tarafından doldu-
birkaç ay sonra trafik kazasında hayatını kaybettiğin-
ruldu. Kayseri-Ankara karayolunda Bayar’ın bindiği
den politikada değerlendirilme imkânı olamadı.

4 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


aracı takip eden araçlardan oluşan onlarca km.lik likle İstanbul Üniversitesi’nde şiddete dönüştü. Ken-
görülmemiş bir konvoy oluştu. Konvoy Ankara’ya dilerini devrimci olarak nitelendiren gençler, üniver-
tam bir gövde gösterisi halinde girdi. Genelkurmay’ın site içerisinde hatta sokaklarda karşı görüşte olan
önünden geçilirken, konvoydaki bazı araçlardan el kimseleri yakalıyor, zor kullanarak merkez binadaki
kol işaretlerinin yapılması binanın penceresinden kampüse getiriyor, düzenledikleri sözde “devrim
geçişi izleyen subaylar arasında büyük tepki topladı. mahkemesi”nde yargılayıp kendilerince ceza uy-
Daha önce Bayar’ın aracının Çankaya’dan geçmesi guluyorlardı. “Büyük hareket durduktan sonra
kararlaştırılmışken, gerginliğin artması üzerine bun- üniversite içinde bir temizlik hareketi başladı.
dan vazgeçildi. Celal Bayar alelacele kalacağı eve Gençler nerede buluyorlarsa yakalıyor ve sorgu-
getirilip kimseyle görüştürülmeden istirahata çekildi. ya çektikten sonra cezalandırıyorlardı. Öğrenci
mahkemelerinin aradıkları suçlular, karşı mitin-
Zinde Kuvvetler İş Başında
ge katılanlarla eskiden beri gerici tutumlarıyla
Tepkiler ertesi gün çok daha yoğunlaştı. 24 Mart tanınanlardı.”3
günü Sıhhiye Meydanı’nda çoğunluğunu gençlerin
Yapılan gösteriler Talat Aydemir’i daha da cesa-
oluşturduğu büyük bir kalabalık toplandı. “Af yok”
retlendirdi. Orduda tansiyon yükselmişti. Zamanın
sloganlarıyla AP Genel Merkezi’ne doğru yürüyüş
artık geldiğini düşünen Aydemir girişimlerini hızlan-
başladı. Kalabalığın içerisinde çok sayıda sivil gi-
dırdı. Diğer gruplarla birleşme imkânını konuşmak
yinmiş genç subayın yer aldığı daha sonra ortaya
üzere Nisan ayının başında, hem 11’lerle hem de
çıktı. Olacaklar önceden tahmin edilmesine rağmen
Türkeş ile iki ayrı görüşme yaptı. Kendisinin liderli-
hiçbir emniyet tedbiri alınmamıştı. Grup AP Genel
ğini kabul etmeleri şartıyla birlikte hareket etmelerini
Merkezi’ne yürürken binanın çevresinde ne polis ne
istedi. Ancak ne havacılar, ne de Türkeş bu teklife ya-
de asker vardı. Bir başka ifadeyle dilediklerini yap-
naşmadılar. Karargâhını 10 Mayıs’ta evinde topladı.
mak üzere göstericiler serbest bırakılmışlardı.
Yapılan durum değerlendirmesinde her şey yolunda
Genel Merkez’de bulunan AP yöneticileri bir anda görünüyordu. Hava Kuvvetleri için görevlendirdiği su-
taşlı ve sopalı yoğun bir saldırıyla karşı karşıya kaldı- baylardan İzzet Köz, “çengel atma” yöntemiyle bir-
lar. Hayatları tehlikedeydi; kalabalığı yarıp çıkmaktan kaç hava üssünü kontrollerine aldıklarını, buralardaki
başka çareleri yoktu. Rahmetli Mehmet Turgut yaşa- pilotların alacakları işarete göre havalanmaya hazır
dıklarını şöyle anlatıyor: “…onun üzerine içeride olduklarını söylüyordu. Neticede 27 Mayıs öncesi
ne kadar sandalye varsa kırdık, hepimiz elimizde Harbiye yürüyüşünün yapıldığı tarihin anısı olarak
birer sandalye bacağıyla dışarıya hücum ettik.” 20-21 Mayıs’ta harekete geçilmesi kararlaştırıldı.
Parti binası saldırı sonucu tam anlamıyla hara- Başbakan İnönü Genelkurmay Başkanı’yla birlik-
beye döndü. İçeri girenler binada ne buldularsa par- te 19 Mayıs gösterilerini izlerken sakin görünüyordu.
çalayıp kırdılar, evrakları dağıttılar. Genel Başkan Oysa her şeyden haberi vardı. Damadı Metin Toker
Süleyman Demirel yaşadıklarından çok etkilenmiş- bu hususta şöyle diyor: “…Haber almıştı. Paşa’nın
ti; “bu şartlar altında siyasî faaliyet yapılmasına iki kaynağı vardı. Birincisi herkes Talat Aydemir’in
imkân yoktur” şeklinde kısa bir açıklama yaparak yeni bir darbe için hazırlandığını biliyor, görüyor-
görevinden istifa etti. Bayar’ın tahliye kararı hemen du. İkincisi ordunun içinde İsmet Paşa’nın ken-
kaldırıldı, önce hastaneye buradan tekrar cezaevine dine mahsus istihbarat kaynaklarından ulaşan
gönderildi. haberler de Albay’ın yeni bir darbeye teşebbüs
edeceğine dair bilgi veriyordu.”
Olaylar bununla sınırlı kalmadı. Siyasî görüş fark-
lılıkları dolayısıyla İstanbul ve Ankara’da üniversite Sehpaya Doğru Koşar Adım
gençliği arasında sert bir kutuplaşma dönemi baş-
20 Mayıs gecesi Aydemir’in ekibindeki çoğu 23
ladı. 27 Mayıs darbe ortamının oluşumunda birinci
Şubat emeklisi subaylar üniformalarını giyerek, saat
derecede etkili olan CHP eğilimli gençler diğer gö-
23.00 sıralarında önce Zırhlı Birlikler Okulu’na gel-
rüştekileri düşman görüyor, şiddet kullanarak etkisiz
diler. Emekli Bnb. Fethi Gürcan komutasındaki ekip,
hale getirmeyi devrimciliğin gereği sayıyordu: “Genç
kontrolü kolaylıkla ele aldı. Okuldaki tankçı ve süvari
subayların üniversite gençliğiyle el ele Ankara ve
konumundaki kursiyer teğmenleri ihtilal yapıldığını,
İstanbul sokaklarına dökülmeleri, İnönü’ye gü-
ordunun idareyi ele aldığını söyleyerek alarma geçir-
venliğini yitirmeyen kesimlerden tedbir isteme
di. Plânlandığı şekilde acele hazırlanan iki tank rad-
azmini perçinliyor. Her şeyden önce Bayar derhal
yo evine doğru yola çıktı. Ankara radyosunun yayını
tevkif edilmeliydi. Zinde kuvvetlerin desteğiyle
saat 24.00’de sona ermiş, görevliler binadan ayrıl-
iktidarda duran İnönü, özlediği devrimci ve halkçı
mak üzereydiler. Üsteğmen İlhan Baş yayını tekrar
milli politikayı reddederek tutunduğu tek sağlam
başlattı ve hazırlanan ihtilal bildirisini okumaya baş-
dalı koparmaktadır.”2
ladı. Bildiri “Türk Silahlı Kuvvetler İhtilal Kuman-
Bayar’ın salıverilmesiyle başlayan olaylar özel- danı adına Talat Aydemir” ifadesiyle bitiyordu.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 5


Üniformasını giyerek evden çıkmaya hazırlanan organizasyon seviyesinin ne olduğunu somut şekilde
Talat Aydemir bu anonsu duyunca yanındakilere “bu göstermiş oldular.
günü gördüm, artık ölsem de gam yemem” diye-
Ankara Radyosu bir süre suskun kaldıktan son-
rek mutluluğunu ifade etti.
ra, Etimesgut’taki vericinin hükümete bağlı birliklerin
Aydemir’in görevlendirdiği ikinci ekip, anonsun kontrolüne geçmesi neticesinde uzun dalga üzerin-
başlamasıyla beraber Harp Okulu’na gelerek bura- den yeniden yayına başladı. Saat 03.00’den itiba-
nın komutasını ele geçirdi. Öğrenciler yatmaya hazır- ren Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay
lanmışlardı. Alarm verilerek yatakhanelerinden alınıp Başkanı’nın açıklamaları bu kanaldan yayımlanıyor,
bahçede toplandılar. Saat 00.30’a geldiğinde Harp hükümetin duruma hâkim olduğu mesajı bütün ülke-
Okulu tümüyle ayaktaydı. Öğrenciler silahlandırıldı- ye iletilmiş oluyordu.
lar, gruplara ayrıldılar, araçlara bindirilerek belirlenen
yerleri tutmak üzere şehre sevk edildiler. Talat Aydemir sonucun açıkça görünmesine rağ-
men, bir süre daha direnmeye çalıştı. Yardımcı birlik-
Ne var ki harekât başından itibaren Aydemir’in lerin ve kendilerine destek olacak uçakların gelmek
tasarladığı şekilde yürümedi. Gruplar arasında bağ- üzere olduğunu söyleyerek çevresindekileri ayakta
lantı ve işbirliği sağlanamamıştı; büyük bir yönetim tutmaya çabalıyordu.
boşluğu yaşanıyor, kimse ne yapacağını, kimden
emir alacağını bilemiyordu. 1.500’e yakın Harp Oku- Gün ışırken Hava Kuvvetleri harekete geçti.
lu öğrencisi Ankara içinde neredeyse kaybolmuş- Eskişehir’den kalkan jetler, önce alçaktan uçuşa
tu. Harekâta katılacağı söylenen birliklerden iz bile başladılar. Ardından Aydemir’in beklentilerinin tam
yoktu. Üstelik bunların önemli kısmı çok geçmeden aksine, hareket halindeki hedeflere ateş açtılar. Buna
Genelkurmay Başkanlığı’nın emriyle darbeyi bastır- rağmen Talat Aydemir gerçeği görmek istemiyor, tam
mak üzere harekete geçti. Talat Aydemir’in en büyük bir halüsinasyon halinde bu uçakların yardımlarına
kozu eline geçirdiği Ankara Radyosuydu. İhtilal anon- gelen “dost kuvvetler” olduğunu iddia ediyor, boz-
su başladıktan kısa bir süre sonra, 28.nci Tümen gun halinde koşarcasına okula sığınmaya çalışan
Kurmay Başkanı Yarbay Ali Elverdi yanındaki birkaç öğrencilerin perişan halinden etkilenmemeye çalışı-
erle radyoevine geldi. Darbecilerin gerekli önlem- yordu.
leri almamalarından yararlanarak yayının yapıldığı Ancak bir süre sonra o da durumu kabullenmek
stüdyoya girdi. Aydemir adına bildiriyi okumakta olan zorunda kaldı. Hâlâ yanında bulunan birkaç arka-
Üsteğmen Baş’ı bertaraf ederek kendi anonsunu ya- daşıyla okuldan ayrılıp, çaresizlik içinde birkaç saat
yımlamaya başladı. önce muzaffer olacakları, şan ve şeref kazanacakları
Yarbay Elverdi önceki bildirinin “üç-beş sergü- inancıyla çıktıkları evlerine döndüler.
zeştinin yanlış hareketi olduğunu, Türk ordusu- Olaylardan biri albay, biri yarbay olmak üzere, 8
nun duruma hâkim bulunduğunu, bütün birlikle-
kişi hayatını kaybetti; 26 kişi yaralandı. Can kayıp-
rin kışlalarına istirahata çekilmelerini söylüyor,
larının çoğu uçakların yanlış hedeflere ateş açma-
hükümetin iş başında ve duruma hâkim olduğu-
sından kaynaklanmıştı. 22 Mayıs’ta İstanbul, Ankara
nu” açıklıyordu.
ve İzmir’de sıkıyönetim ilan edildi. 2. Ordu komuta-
Elverdi’nin bir saate yakın yaptığı bu yayın çok nı Kemal Tural, Ankara Sıkıyönetim Komutanı oldu.
etkili oldu. Tereddüt halinde bulunan subayların gö- Tutuklamalar daha çok 21 Mayıs’ta Talat Aydemir’in
revlerinin başına geçmelerini kolaylaştırdı. Darbeye darbe girişimine fiilen katılanlarla sınırlı tutuldu. Bu
kalkışanlar bile şaşırmışlar, moralleri bozulmuştu. arada 22 Şubat olaylarında adı ön plânda olan Dün-
Saat 01.00 sıralarında radyoevine gelen Harp Oku- dar Seyhan’ın yanı sıra 14’lerden Alparslan Türkeş,
lu öğrencileri Yarbay Elverdi’yi tutuklayıp götürseler Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal ve Fazıl Akkoyunlu da
bile, o görevini tam olarak yerine getirmiş, harekâtın tutuklandılar. Türkeş’in Gaziosmanpaşa’daki evinde
seyrinin değişmesini sağlamıştı. yapılan aramada el konulan belgeler arasında çeşitli
rütbelerden 250 subayın isimlerinin yer aldığı bir liste
Saat 02.00 civarında hem sözde ihtilal
de vardı. Listedeki isimlerin karşısına değerlendirme
karargâhında, hem de olaylara katılan birlikler arasın-
işaretleri konulmuştu. Bunların Silahlı Kuvvetler içe-
da baştan itibaren yaşanan karmaşa yerini çözülme-
ye bıraktı. Bu sıralarda darbenin İstanbul kanadında risinde milliyetçi olarak bilinen ve tanınan subaylar
da trajikomik olaylar yaşanıyordu. İstanbul Radyo- oldukları açıktı. Org. Tural, yetkisine dayanarak bu
suna el koyup yayını başlatmak üzere gece yarısı isimlere ilişkin herhangi bir işlem yaptırmadı. Böyle-
binaya girmeye çalışan grup, nöbetçi birkaç askerin ce çoğu genç olan bu vatansever subayların meslek
direnmesi karşısında giriş katına sıkışıp kaldı. Üstelik hayatlarını sona erdirebilecek olumsuz bir gelişme
yayını başlatmak için gerekli olan teknisyeni de bu- yaşanmadı. Türkeş ve arkadaşları Mamak’ta 1 nu-
lamıyorlardı. Böylece ülkeyi kurtarma sloganlarıyla maralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde 21 Mayısçılarla
ortaya atılan “halaskar zabitan”ın bilgi, beceri ve birlikte 3.5 ay süreyle yargılandılar.

6 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


1 ve 2 numaralı Sıkıyönetim Mahkemeleri’ndeki kendisini Türkiye’nin müstakbel başkanı sanı-
yargılamalar 7 Haziran 1963 tarihinde başladı, 5 Ey- yordu. Konuşmalarında, insanlara yaptığı mu-
lül 1963’te sonuçlandı. Talat Aydemir, Fethi Gürcan, amelede bunu hissettirmekten çekinmiyordu…
Erol Dinçer, İlhan Baş, Cevat Kırca, Osman Deniz ve Gerçekten kendisini seven ve her şeyi yapmaya
Ahmet Gücal hakkında ölüm cezası verildi. 30 sanık hazır arkadaşları vardı. Başarısız bir ihtilâlci olan
için müebbet hapis cezası verilirken, 75 sanık 3 ay- Aydemir, insanları kendisine bağlamayı ve ölüme
dan 15 yıla kadar çeşitli hapis cezasıyla cezalandırıl- götürmeyi çok iyi biliyordu. 27 Mayısçıları toptan
dılar. Aralarında Türkeş, Özdağ, Baykal, Akkoyunlu küçük görüyor, beceriksiz kişiler telakki ediyor-
ve Seyhan’ın da bulunduğu 38 sanık beraat etti. du... Ayrıca Aydemir iktidar sonrasını plânladığını
ve 27 Mayıs’ın en büyük kusuru sayılan noksanı
1439 Harp Okulu öğrencisi -2- numaralı Sıkıyö-
giderdiği kanısındaydı. Daha sonra kendisini ölü-
netim Mahkemesi’nde görülen dava süresince okul-
me götüren meşhur dosyaları gösteriyor ve ‘bi-
larında tutuklu kaldı. Bunların hükümleri 11 Eylül
zim bütün hazırlıklarımız tamamdır. Birinci gün-
1963 tarihinde bildirildi. Sanık öğrencilerden 1293’ü
den itibaren nelerin hangi önceliklerle yapıldığı
beraat etmiş, 91 kişi 3 ay, 75 kişi 4 yıl hapis cezası al-
tespit edilmiştir’ diyordu.
mışlardı. Beraat edenlere izin kâğıtları verilerek okul
boşaltıldı. Daha sonra bunların tümüne Harbiye’den ... Bir zamanlar ikinci Çankaya gibi işleyen
tard edildiklerine ilişkin karar bildirildi. Harp Okulu’nda ziyaretçilerden duyduğu iltifat-
lar ve daha sonra kendisini astıran generallerden
Askerî Yargıtay 7 idam kararından 4’ünü ona-
gördüğü saygılı muamele ve 22 Şubattan sonraki
dı. Aydemir ve Gürcan’ınkiler ittifakla, Dinçer ve
olaylar, kendisinde dinleme ve başkalarının fikir-
Deniz’inkiler oy çokluğuyla verilmişti. Müebbetlerden
lerine önem veren nitelikleri yok etmişti.”4
15 onama, 14 bozma kararı çıktı; ağır hapis cezası
alanlardan da 32 kişi hakkında bozma kararı vardı. Sıkıyönetim Mahkemesi’nin Aydemir ve 27 Ma-
yıs ayaklanmasına katılan sanıklar hakkında verdiği
Millet Meclisi onanan idamlardan Erol Dinçer’in
mahkûmiyet kararları, 27 Mayıs’ın artçı sarsıntıları-
dışındakilerin infazına izin verdi. Cumhuriyet
nın bitirilmesi anlamına geliyordu. Nitekim bu tarihten
Senatosu’nda Osman Deniz’in infazı da geri çevrilin-
sonra Silahlı Kuvvetler, bir süre için bile olsa siya-
ce sonuçta cezası kesinleşen iki kişi Talat Aydemir ve
setten uzaklaştı; esas görevine döndü. Yıllardır ordu
Fethi Gürcan kalmıştı.
içinde yaşanan karmaşa durdu, cuntacılık faaliyetleri
Talat Aydemir sonuna kadar cezanın infaz edil- kesildi; hiyerarşik düzen yeniden işler hale geldi.
meyeceğine, özellikle ordunun alt kademelerinden
Bu normalleşme ne yazık ki fazla devam etmedi.
tepki geleceğine inanıyordu. Nihaî kararı beklerken
Doğan Avcıoğlu ve YÖN dergisinin başını çektiği sol-
okumakta olduğu Babeuf’in “Devrim Yazıları” kita-
Kemalist akım, üniversite gençliği ve aydınlar arasın-
bına 2 Temmuz 1964’de yazdığı notlarda şöyle di-
da olduğu gibi, askerler arasında da ilgi görüyor, etkili
yordu: “Şu anda geleceğe her zamanki gibi ümitle
oluyordu. 68’li yıllarda Marksçı ve Mao’cu ideolojile-
bakıyorum. Allah’a güveniyorum, inşallah kurtu-
rin etkisi altında hızla tırmanan ve doğrudan mevcut
lacağım, geride kalan sevdiklerime gözyaşı dök-
düzeni hedef alan, rejime yönelen öğrenci olayları
türmeyeceğim.”
Türkiye’yi etkiliyor, sosyo-ekonomik düzen, politik
Önce Fethi Gürcan 26 Haziran 1964’te idam edil- sistem tartışmaya açılıyordu. Bu gelişmeler doğal
di. Avukatının itirazı üzerine Aydemir’le ilgili karar olarak Silahlı Kuvvetlere de sirayet etti. Yeni süreçte
birkaç gün sonra yerine getirildi ve o da 5 Temmuz önceki darbe girişimlerinden farklı olarak, ideolojik
1964’te idam edildi. eğilimler ve istekler belirleyici oluyordu. Bu gelişme-
lerin sürükleyici, yönlendirici unsuru sivil kesimlerdi;
27 Mayıs askerî darbesinin hazırlık çalışmala-
bunların ordu içindeki uzantıları daha çok destek ve
rında ve cunta oluşumlarında birlikte olan, ilişkileri
yardımcı bir rol üstlenmişlerdi. 9 ve 12 Mart 1971’de
sonraki dönemlerde de süren, 21 Mayıs’tan önceki
patlak veren olan olaylar, sadece Silahlı Kuvvetlerle
günlerde yeni bir müdahale için Aydemir’le görüşüp
sınırlı kalmadı; sivil kesimlerde, gençlik ve aydınlar
pazarlık yapan Orhan Ertanlı Talat Aydemir hakkında
arasında da elverişli bir zemin buldu. Başka bir ifa-
şunları yazıyor:
deyle, 12 Mart muhtırası olarak yakın siyasî tarihi-
“Talat eski arkadaşlarımızdan ve bizim mizde yer alan olay, öncekilerden çok farklı bir or-
teşkilâtın ilk üyelerindendi. 27 Mayıs’ta Kore’de tamda ve ideolojik etkiler altında yeşerip gelişti.
vazifeli olduğu için Komiteye girememişti. 27 ______________________________________________
Mayıs’ı ve Komite üyesi olamadığını hiçbir zaman 1 Ayvaz Gökdemir-Yılmaz Öztuna, Türkiye’de Askerî Mü-
unutmadı. Komiteyi sevmedi, ihtirası uğrunda iki dahaleler, Syf.105
2 Doğan Avcıoğlu, YÖN, 03 Nisan 1963
ayaklanmaya katıldı ve hatalarını hayatıyla ödedi.
3 YÖN, 03 Nisan 1963
Aydemir çok mağrurdu. 22 Şubat’a rağmen, 4 Orhan Erkanlı, Olaylar, Sorunlar, Sorumlular, Syf. 247

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 7


MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Hakkında Bazı Düşünceler

BAYRAM KODAMAN*

T
ürk Ocaklarının kuruluşunun vs.) yazdıklarını da kendisine lazım olacak
ve Türk Yurdu’nun çıkışı- kadar okuması ve gözden geçirmesi ge-
nın 100.yılında Mustafa rekmektedir. Ancak, bu şekilde titiz ve
Kemal’i hatırlamadan geçmek derinliğine bir inceleme ile büyük bir
her halde vefasızlık olurdu. şahsiyetin biyografisi yazılabilir.
Çünkü hem Türk Ocaklarının
Mustafa Kemal’in biyografi-
kuruluş gayesi ve ön gördü-
si yazılırken her şeyden önce
ğü hedeflerin hem de Türk
yaşadığı çağ, yetiştiği sosyal-
Yurdu dergisinde yayımla-
iktisadi muhit (çevre), o günkü
nan görüşlerin önemli bir
politik rejim (monarşi, oligarşi,
kısmı Mustafa Kemal’in
meşrutiyet, cumhuriyet, dikta-
yaptığı inkılâplar sayesin-
törlük vs.) ,harp ve barış hali,
de gerçekleştirilmişlerdir.
eğitim sistemi, haberleşme ve
Başka bir ifadeyle Mustafa
ulaşım vasıtaları gibi teknik
Kemal’in fikirleri ve görüşle-
imkânların durumu incelenerek
ri ile Türk Yurdu’nun savun-
nazarı dikkate alınması lâzımdır.
duğu fikirler arasında ciddi bir
Ayrıca, ailesi, çocukluğu, eğitimi,
paralellik söz konusu idi. Dola-
etkilendiği kişiler, olaylar hakkında
yısıyla Türk Yurdu’nun 100. yılın-
yeterli derecede bilgi sahibi olunma-
da Mustafa Kemal’e mutlaka yer ve-
lıdır. Böylece, onu kendi mukadderatına
rilmeliydi. İşte bu makale çerçevesinde
doğru sürükleyen ve götüren faktörler ortaya
bu görev yerine getirilmeye gayret edilecektir
konulmalıdır.
Bilindiği gibi, hangi alanda olursa olsun dünya
En son yapılması gereken husus, şüphesiz Mus-
çapında ün yapmış büyük karizmatik şahsiyetlerin,
tafa Kemal’i Atatürk (Türklerin Atası) yapan ve adı
liderlerin ve devlet adamlarının hayat hikâyelerini (bi-
İstiklâl Savaşı, Milli Mücadele ve Türkiye Cumhu-
yografilerini) yazmak kolay bir iş değildir. Bunun se-
riyeti Devleti olan bu büyük eserlerin yapılışı, önemi
bebi, bu şahsiyetler tektir, bir birinden farklıdırlar. Bu
ve orijinal yanları ele alınmalı ve bugün bu eserlere
bakımdan, onların bütün yönlerini yakalamak ve tanı-
nasıl bakıldığı ortaya konulmalıdır.
mak oldukça zordur. Böyle bir kişinin, ayrıca Mustafa
Kemal gibi büyük kurtarıcı olmanın yanında devlet Mustafa Kemal’in Yaşadığı Çağ
kuruculuğu, devlet adamlığı, milli kahramanlığı, mili
Mustafa Kemal, XIX. ve XX. yüzyılın adamıdır.
önderliği, inkılâpçılığı ve büyük politikacılığı söz ko-
XIX. yüzyılın en bariz özellikleri de, 1789 Büyük
nusu ise, işin biraz daha zor olacağı muhakkaktır.
Fransız İhtilâli’nin getirdiği fikirlerin Avrupa’yı ve
Tarihçinin görevi, bu tür büyük adamları bütün yönle-
dünyayı etkilemesidir. Bunların başında aşağıdaki
riyle yakalayabilmek ve tanıyabilmek için tarihçiliğin
hususlar gelmektedir:
de ötesine geçerek, diğer disiplinlerin (psikoloji, sos-
yoloji, ekonomi, siyaset bilimi, karakteroloji, hukuk a- Liberal sistem (liberalizm-liberal felsefe),

8 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


b- Millet kavramı-milliyetçilik akımı-milli devlet elinde. Yabancı konsoloslar yine her işe müdahale
fikri, etmektelerdi.
c- Siyasi eşitliğe dayalı demokrasi anlayışı, Hem Selanik’te hem İmparatorluğun diğer yerle-
d- Ekonomik eşitliğe dayalı sosyalizm fikri, rinde Türkler, yine mağdur durumda idi. Her gayri-
e- İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin fertler müslim cemaatin arkasında bir büyük devlet olduğu,
için öngördüğü eşitlik-hürriyet-kardeşlik, onları korudukları ve haklarını savundukları halde,
devletin sahibi ve milleti hâkime durumunda olan
f- Milletler için öngördüğü istiklâl fikri,
Türkleri savunan, koruyan yoktu. Fakat vatanı, dev-
g- Yeni felsefi görüşler. leti, İmparatorluk topraklarını, İslam dinini ve cemaa-
h- İlmi ve teknolojik icatlar-keşifler-buluşlar tini müdafaa etmek söz konusu olduğunda bütün yük
(yeni haberleşme-ulaşım vasıtaları ve silahlar). Türklerin üzerine yükleniyordu. Ordu Türk milletinin
XIX. yüzyıl aynı zamanda, özellikle 1860’lı yıl- ordusu idi, ama Türk milletinin adı yoktu ve Türkler
lardan sonra her türlü, yani ekonomik - askeri ticari millet bile kabul edilmiyordu. 1876 Kanun-i Esasi,
- mali - teknolojik, kültür emperyalizminin ve Av- Türk milletini göz ardı ederek, ümmeti öne çıkarıyor
rupa üstünlüğünün doruk noktaya çıktığı çağdır. Bu ve ümmete hitap ediyordu.
çerçeveden bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğu Devlet ve Babıâli, Avrupa’dan borç almayı ve
Avrupa’nın nazarında mirası paylaşılması gereken Düvel-i Muaazzama’nın desteğini temin etmeyi en
“Hasta Adamdır” ve Şark Meselesi’nin ana konu- başarılı politika ve diplomasi kabul etme gafletine
sudur. Şark Meselesi’nin özü ise, şu şekilde sırala- düşmüştür. Niyazi Berkes bu durumu haklı olarak
nabilir: “borçlanma maliyeciliği” ve “Avrupa’nın desteğini
a- Osmanlı İmparatorluğu’nu yarı sömürge haline sağlama hariciyeciliği” olarak nitelemektedir2.
sokmak, Mustafa Kemal’in yetiştiği entelektüel iklime ge-
b- Türkleri (Osmanlı Devletini) ve Müslümanları lince: Genç Osmanlılardan, Namık Kemal’den et-
Balkanlardan çıkarmak ve duruma göre Hristiyanlar kilenmiştir. Genç Türklere veya İttihatçılara yakın
için taviz - imtiyaz - reform - muhtariyet (otonomi) olup, en çok Ziya Gökalp’in tesirinde kalmıştır. Diğer
- istiklâl elde etmekti. beğendiği kişiler arasında Mustafa Celalettin Paşa,
c- Türk olmayan Müslümanları (Boşnak-Arnavut- Ahmet Mithat, Abdülhak Hamit Tarhan, Tevfik Fikret,
Pomak, Arap-Kürt vs.) devletten ayırmak Mehmet Emin Yurdakul ve Sadri Maksudi Arsal da
vardır. Bu aydın çevreden anlaşıldığına göre, Mus-
ç- Osmanlı İmparatorluğu’nda İngiltere-Rusya-
tafa Kemal Batı tarzı modernleşmeden ve Türkçülük-
Fransa ve Avusturya için menfaat bölgeleri kurmak,
ten yana tavır almıştır.
d- Anadolu’da Ermenistan ve Kürdistan devletleri
teşkil etmek, Mustafa Kemal ve Savaşlar

Mustafa Kemal’in Yaşadığı Muhit: Mustafa Kemal, 1911 Trablusgarp Savaşı,


Selanik ve İmparatorluk 1912–1913 I. ve II. Balkan Savaşları, 1914-1918 I.
Dünya Savaşı (Çanakkale-Filistin Cephesi, Irak
Etnik menfaatlerin ön planda olduğu ve komitacı- Cephesi, Kafkas Cephesi) ve İstiklâl Savaşı olmak
lığın kol gezdiği Makedonya’da bulunan ve tam ma- üzere tam beş savaşa katılmış ve pek çok cephede
nasıyla kozmopolit bir şehir olan Selanik etnik ve sos- bulunmuştur. Her savaşta ve cephede farklı manza-
yal yapısıyla Mustafa Kemal’i derinden etkilemiş ve ralar görmüş, farklı olaylarla karşılaşmış ve farklı tec-
onun siyasi fikirlerinin oluşmasında laboratuar göre- rübeler edinmiştir. Özellikle İstiklâl Savaşı hariç, Türk
vini yapmıştır. Şehrin nüfusunu, etnik açıdan Türkler, askerinin, farkında olmadan Türk milleti adına ve milli
Yahudiler, Rumlar, Bulgarlar, Makedonlar, Arnavutlar, menfaatler için değil, bazen Almanya’nın adına, ba-
Ulahlar, yabancılar ve dini açıdan ise Müslümanlar, zen Araplar ve İttihadı-ı İslâm adına, bazen Hanedan
Hristiyanlar ve Yahudiler oluşturmakta idi. 1885 yı- ve Hilafet için, bazen İmparatorluğu kurtarmak adına
lında yapılan sayıma göre Selanik Vilayeti’nde: Müs- savaştığını, bazen de Panosmanizm-Panislamizm-
lüman 494.656 (%51), Rum 243.991 (%23), Bulgar Pantürkizm gibi hayali ve o günkü şartlarda gerçek-
222.316 (%22), Yahudi 7.174 (%4). 1890’da şehir leşmesi imkânsız hedefler adına savaştırıldığını ve
merkezinde ise, 46 mahallede 30.000 Türk, 16 Ma- sonuçta Türk milletinin tüketildiğini görmüştür. Bunun
hallede 45.000 Yahudi, 12 mahallede 13.000 Rum için, hayatı harpler içinde geçmesine rağmen, “harp
bulunmakta idi1. zaruri olmadıkça cinayettir” ve “yurtta barış, dün-
Selanik’te Türklerin durumu İmparatorluğun ge- yada barış” diyebilmiş, arkasından “hazır ol cenge
nelinden farklı değildi. Yahudiler, Frenkler, Rumlar istersen sulh-u salah” sözlerini söyleyerek, Milli
yine zengin; ticaret, bankacılık, basın yine onların Mücadele’nin zaruri; barışın ise ancak savaşarak

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 9


elde edilebileceğini ifade etmiştir. Böylece, hem meş- hem Düvel-i Muazzama’nın tasvip etmediği Panos-
ru hem zaruri gördüğü İstiklâl Harbi’nde Türk milleti- manizm, Panislamizm, Pantürkizm gibi emperyal
ni, sadece Misak-ı Milli ile sınırları çizilen öz vatanını politikalardan vazgeçildiğini hem de Wilson Presip-
ve kendi milli menfaatlerini savunmaya çağırmıştır. lerine uygun davranıldığını göstermekle Türk İstiklâl
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üze- Harbi’ni dünya kamuoyu nazarında meşrulaştırmaya
re, Mustafa Kemal çağını, çevresini iyi okuyan ve yo- çalışmış ve muvaffak da olmuştur.
rumlayan bir kişi olarak şu sonuçlara varmıştır: Mustafa Kemal, bir taraftan Milli Mücadele’yi
a- Avrupa’nın üstünlüğünün, refahının ve gücü- meşrulaştırmaya gayret ederken, öbür yandan da
nün eğitimden-ilimden–teknikten kaynaklandığını, hedefe gerilla harbiyle ve koordinesiz mahalli dire-
nişlerle bir yere varılamayacağına inandığı için hiç
b- Düvel-i Muazzama’nın, Bab-ı Ali’den sadece acele etmeden milli ordunun teşkiliyle meşgul ol-
gayrimüslimler ve Türk olmayanlar için imtiyaz ve
muştur. Çünkü milli ordu gücün, kuvvetin ve istiklâlin
reform istediği ve onları bahane ederek içişlerimize
sembolü durumundadır. Bu yüzden Mustafa Kemal
daima müdahale ettiğini,
Mondros Mütarekesine itiraz ederek, Osmanlı ordu-
c- Kapitülasyonlarla, bilhassa, 1838 Ticaret Ant- sunun terhis edilmesine, donanmanın ve silahların
laşması ve 1881 Duyun-ı Umumiye’nin teşkiliyle İtilâf Devletlerine teslimine şiddetle karşı çıkmış ve
Osmanlı’nın yarı sömürge haline getirildiğini, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’yı, 11 Kasım 1918’de
bir telgrafla uyarmıştır4. İtirazının dikkate alınmaması
ç- Osmanlı’nın “Hasta Adam” durumundan kur-
tulabilmesi için radikal reformlara ihtiyacı olduğu, üzerine kafasındaki büyük hedefe doğru önceleri kü-
ancak 1918’de tarihin verdiği karara göre Osman- çük, fakat emin adımlarla yürümeye karar vermiştir.
lı imparatorluğu sona ermiştir. O halde yeni bir yol Kendi ifadesine göre ilk karar, “…Uygun bir zaman
aranmasına ihtiyaç bulunduğunu, ve fırsat kollayarak, İstanbul’dan kaybolmak, ba-
sit bir tertiple Anadolu’nun içine girmek ve bir
d- Millete, milli devlete, milli vatana, milli orduya müddet isimsiz çalıştıktan sonra, millete felaketi
dönülmesi gerektiğini. duyurmaktı. Bu düşünce sır idi5.
e- Gayrimüslimlerin (Rum, Bulgar, Ermeni vb.)
Savaş İçinde İnkılâplar
ve Türk olmayan Müslümanların (Arap, Arnavut, Kürt
vb.) Türklere karşı takındıkları dostane olmayan hal Mustafa Kemal, 1919–1922 tarihleri arasında
ve hareketlerini anlamış ve görmüştür. hem savaştı hem de esaslı bazı inkılâplar yaptı.
Evvela sivil mahalli direnişleri koordineli bir şekilde
Misak-ı Milli: Önce Millet ve Milli İstiklâl
örgütleyerek onları Anadolu ve Trakya Müdafaa-ı
Mustafa Kemal daha Amasya’da iken, 22 Haziran Hukuk Cemiyeti çatısı altında topladı ve milli nitelik
1919’da yayımladığı meşhur tamimle(bildiri), Türk, kazandırdı. Bu milli iradeyi öne çıkarmak ve hâkim
yalnızca Türk milleti ve onun tehlikede olan istiklâli kılmak idi ve o tarihte bu bir inkılâptı. Padişahın emri
için ve Türk milletiyle birlikte iç-dış işgalci düşman- ve hizmetindeki ordunun dışında milletin emrinde ve
lara karşı “ya istiklâl ya ölüm” parolasıyla savaşıla- hizmetinde milli bir ordu kurarak, ikinci inkılâbı yap-
cağını, duyurmuştur. Mücadelenin ise, 23 Temmuz–7 tı. Padişah-Halife iradesi yerine, 23 Nisan 1920’de
Ağustos 1919 Erzurum Kongresi’nde kararlaştı- Ankara’da, Büyük Millet Meclisi’ni toplayarak mil-
rılan ve 28 Ocak 1920’de son Osmanlı Meclis-i li iradeyi kurumlaştırması üçüncü inkılâptı.1921
Mebusan’ında kabul edilen Misak-ı milli (milli and) Anayasasının kabulü ve Meclis hükümetinin
hududları dâhilinde olacağı belirtilmiştir. teşkili ile de dördüncü ve beşinci inkılâp yapıldı. 1
Nitekim 24 Nisan 1920’de Meclis’in gizli oturumun- Kasım 1922’de Saltanatın ve padişahlığın kaldırıl-
da, Mustafa Kemal “…Hakikatte bugün gayemiz bu ması altıncı ve önemli bir inkılâptır. Kısacası Mustafa
hudud-ı milli dâhilindeki milletimizin istirhatini, refahı- Kemal’in Başkomutan olduğu ordu düşmanlara kar-
nı ve bu hudud-ı milli ile muayye (çizilen) vatanımızın şı savaşıp, zafer kazanırken, yine Mustafa Kemal’in
tamamiyetini masun bulundurmaktan(korumaktan) Başkanlığını yaptığı Büyük Millet Meclisi de yaptığı
ibarettir3…” diyerek gayesini tekrar vurgulamış olu- kanunlarla çok ciddi inkılâpları gerçekleştiriyordu.
yordu. Şu bir hakikattir ki, Mustafa Kemal kanunlara Askeri ve sivil alanda yapılanların hepsi de aklın, il-
uygun kongrelerle ve 3 Nisan 1920’de topladığı Bü- min, cesaretin, ihtiyatlı olmanın, stratejinin ürünü ve
yük Millet Meclisi ile hem hareketini meşrulaştırmış 29 Ekim 1923’de ilan edilen Cumhuriyetin habercileri
hem de halkın desteğini arkasına almış oluyordu. idi. Ortaya çıkan eser veya alınan sonuç, bu özel-
Aynı zamanda hedefini sadece Türk milletinin, mil- liklerin Mustafa Kemal’de mevcut olduğunun somut
li devletin, milli vatanın istiklâliyle sınırlandırarak, işaretleridir.

10 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Misak-ı İktisadiye maşık bir meseleyi keskin zekâsı sayesinde hızlıca
çözdüğü ve gereken en iyi kararı aldığı bilinen bir
İstiklâl Savaşı’nda Türk milletinin dış düşmanları
husustur.
İtilâf Devletleri ve Yunanistan, iç düşmanları ise Er-
meniler ve Rumlar idi. Mustafa Kemal, bu düşman- Pratiklik: Mustafa Kemal aynı zamanda çok mü-
ları mağlup ederek zafer kazandı. Zaferden sonra kemmel bir sağduyu sahibi bir insandı. Bu sağ duyu
onun hedef gösterdiği ve ülkeyi tehdit eden ikinci onu beceriklilik isteyen her durumda avantajlı hale
düşman, yaklaşık iki yüz yıldır Osmanlı-Türk toplu- getiriyordu.
munun yakasını bırakmayan, kapitülasyonlarla, 1838 Sezgi gücü: Mustafa Kemal etrafındaki insanla-
Ticaret Antlaşmasıyla, 1881 Duyun-ı Umumiye’yle ra, olaylara dikkat eder ve yine etrafında ne olup ne
şiddetini ve etkisini artıran fakirlik idi. Bu yüzden, 17 bittiğini çabuk sezer ve kavrardı. Aksi takdirde Milli
Şubat–4 Mart 1923 İzmir’de toplanan Türkiye İkti- Mücadele’nin organize edilmesinde başarı elde edi-
sat Kongresi’nde kabul edilen Misak-ı İktisadiye lemezdi.
ile fakirliğe karşı, ilk savaşı başlattı. Mustafa Kemal Geniş ufuklu (uzak görüşlülük): Mustafa Ke-
kongrede iktisadi hâkimiyetin milli hâkimiyet kadar mal çok geniş ve gelişmiş bir ufka sahip idi.
önemli olduğu üzerinde durmuş ve hedefin milli eko- İyi stratejist: Özellikle askeri alandaki ustalığını
nomi ve ekonomik bağımsızlık anlayışı esas alınarak Gelibolu’da, Sakarya’da ve Büyük Taarruz’da ispat
milli kalkınmayı başarmaktan ibaret bulunduğunu ifa- etmiştir.
de etmiştir.6
Liderlik: Her şeyden önce, onun lider bir kişili-
Misak-ı Maarif ğe sahip olduğu herkes tarafından kabul edilen bir
husustur. Ayrıca demir gibi bir iradeye ve müthiş bir
Mustafa Kemal’in nazarında Türk milletinin veya
hafızaya sahip, akılcı(rasyonel) bir liderdi.
bütün insanlığın en büyük ve en tehlikeli düşma-
nı cehalet olduğu için, daha Milli Mücadele devam Sonuç
ederken,14 Temmuz 1921 yılında Ankara’da I. Maarif Fransız devlet adamı Edouard Herriot(1858–
Kongresi’ni toplamış ve cehaletle mücadeleye başla- 1917)’nun “… Devlet adamı kendinde aklı (raison)
mıştır.. Zira çağdaşlaşmada atılacak ilk adımın akla mantığı gerçekleştiren ve onu inançla dışarıda
ve ilme dayalı eğitimden geçtiğine inanıyordu. Nitekim empoze eden adamdır…” demiştir. Mustafa Kemal
Kongrede yaptığı konuşmada “…Milli talim ve terbi- bu tarife tamamen uymaktadır. Zira zaferden sonra
ye derken milli özelliklerimizle hiç ilgisi olmayan onun tek hedefi Türk toplumunu içinde bulunduğu
yabancı fikirlerden Doğudan ve Batıdan gelebilen Ortaçağ şartlarından ve zihniyetinden çıkarıp, çağ-
tüm etkilerden tamamen uzak, milli ve tarihi özel- daş medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmanın ça-
liğimize uyumlu bir kültür anlıyorum…” diyerek, resini aklın ve ilmin hâkimiyetinde aramıştır. Çün-
eğitimin milli ve akla-ilme dayalı olmasından yana kü Türkiye’yi Ortaçağın ekonomik şartlarının yani
tavır koyarak tamamen bu istikamette bir Misak-ı fakirliğin sembolü olan ve köylünün ayağını sıkan
Maarif’in kabul edilmesinin işaretini vermiştir.7 “çarık”tan; Ortaçağ zihniyetinin yani cehaletin sem-
bolü olan ve Türk insanının başını sıkan “sarık”tan
Eylem Adamı ve Devlet Adamı Olarak
kurtarmaya gayret etmiştir. Ancak savaş alanında
Mustafa Kemal’in Özellikleri
düşmana karşı alınan kesin netice, Ortaçağ zihni-
Cesaret-fazilet: Bilindiği üzere devlet adamı, po- yetinin pasif direnişi yüzünden bazı konularda alına-
litikacı, komutan durumunda bulunan bir insan yeri mamıştır. Fakat Misak-ı Milli (siyasi istiklâl), Misak-ı
geldiği zaman halkın kendisinden beklediği cesareti İktisadiye (ekonomik istiklâl) ve Misak-ı Maarif (kül-
göstermesi gerekir. Zira fiziki, entelektüel ve manevi tür istiklâli) sayesinde milletin inşa edildiği ve milli
cesaret, devlet adamı, politikacı ve komutan gibi hal- devletin kurulduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
ka mal olmuş tarihi şahsiyetler için fazilettir. Fazilet ______________________________________________
olan bu cesaret, özellikle bir risk, bir tehlike, bir fe- * Prof. Dr., Türkiye - Kırgızistan Manas Üniversitesi
1 İslam Ansiklopedisi, “Selanik” maddesi, İstanbul, 1967,
laket anında alınan tavırda kendini gösterir. Cesaret ss. 446-447.
doğuştan gelen bir yetenek olmasına rağmen fazilet 2 Niyazi Berkes, Atatürk ve devrimler, İstanbul, 1982, s.
eğitim ve tecrübe ile kazanılır. Mustafa Kemal, bu 77.
3 Sadi Borak, Atatürk’ün Gizli Oturum konuşmaları, İstan-
cesaretini ve faziletini asker olarak bütün cephelerde
bul, tarihsiz, s. 41.
gösterdiği kahramanlıklarla, devlet adamı ve politika- 4 - Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul,1969, ss.148–149
cı olarak da yaptığı inkılâplarla ispat etmiştir. 5 - Aynı eser, s.159.
6 - Türkye Cumhuriyeti Tarihi I ,(Atatürk Araştırma Merke-
Çözümleyici özellik: Bir meseleyi veya bir prob- zi yayını),Ankara, tarihsiz, ss.406-413.
lemi keskin zekâ ile mantıki ve akli bir şekilde çözme 7 - Türkye Cumhuriyeti Tarihi I ,(Atatürk Araştırma Merke-
yeteneğidir. Mustafa Kemal’in en kritik anda en kar- zi yayını),Ankara, tarihsiz, ss.299-302.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 11


ATATÜRK

DERVİŞ KILINÇKAYA*

T
ürkler, atayurtları olan Başlı başına bu gerçeklik Atatürk’ü
Orta Asya bozkırların- her dönemde popüler kılmakta,
dan hareketlendikten önemli bir tarihî şahsiyet olarak ilgi
sonra hiç şüphesiz dünya tarihini odağında tutmaktadır.
derinden etkilediler. 11. yüzyıl-
Mustafa Kemal, imparatorluk
dan başlayarak Anadolu coğraf-
Türkiye’sinin çöküş dönemini, ha-
yasında temerküz eden bu derin
yata gözlerini açtığı coğrafyadan
ve yaygın demografik hareketin
başlayarak bütünüyle derinden ya-
önemli sonuçlarından birincisi
şamıştır. Onun doğduğu şehir olan
Küçük Asya ve Balkanların fet-
Selanik, Balkan coğrafyasının çok-
hiyle Türk topluluğunun, eski
milletli /çok-kültürlü özelliklerini ta-
dünyanın tarihinde belirleyici bir
şımaktadır. Şehirde, Müslüman İm-
güç haline gelmesidir. Yakın-
paratorluk teb’asının yanı sıra Ya-
çağlara gelindiğinde yükselen
hudiler, Bulgarlar, Rumlar ve diğer
Batı, Avrupa merkezli tarih yazı-
gayrimüslim halklar yaşamaktadır.1
cılığının da etkisiyle, karşısında
Doğu’yu temsil eden yegâne güç Şehir, Türkler tarafından fethe-
olarak Türkleri gördü. dildikten sonra hızla gelişip zengin-
leşmiş ve Güney-Doğu Avrupa’nın
Bu sebepledir ki 19. yüzyılda
en önemli ticaret merkezi hali-
artık sonbaharını tamamlamak
ne gelmişti. Dolayısıyla Osmanlı
üzere olan Osmanlı devleti ken-
Devleti’nin dağılma döneminde,
dilerini “Batı” olarak tanımlayan
Balkanlar’da doğan yeni devletler,
güçlerin siyasî, askerî ve moral
şehri ele geçirmek için ciddî bir reka-
hedefi haline geldi. 19. yüzyıl boyunca çok ağır bir
bet içindeydiler2. Keza, şehrin kültür hayatı da, İstan-
saldırı karşısında direnmenin bütün yollarını dene-
bul dışındaki Osmanlı şehirlerinden çok daha canlı
yen Türkler, “batı egemenliği” altındaki dünyada, var-
durumdaydı. Şehirde, 1869’dan itibaren Selânik
lığını sürdürebilmek için ciddî ve özgün bir yenileşme
adını taşıyan bir haftalık gazete çıkmaya başlamış,
süreci yaşadı ve bunu hala sürdürüyor.
bunu 1872’den itibaren Rumeli adlı bir gazete izle-
Türkiye Cumhuriyeti, bu yangın sürecinin külle- mişti. Bunlardan başka Kadın, Bağçe (daha sonra
rinden arta kalan malzemeden, büyük fedakârlıklarla Çocuk Bağçesi) ve hemen hatırlanacağı üzere Genç
oluşturulan temeller üzerinde kurulmuş bir Türk dev- Kalemler, Ziya Gökalp’in idaresindeki Yeni Felsefe,
letidir. Yine hiç şüphesizdir ki, bu yeniden dirilişin mi- Gonce-i Edeb, Yeni Asır gibi süreli yayınlar düzenli
marı ve lideri de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Mu- olarak çıkarılıyordu3. Ayrıca Fransızca olarak gün-
halif yahut muvafık hiç kimse O’na atıfta bulunmadan lük Progrés de Salonique ve haftada iki defa olmak
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu açıklayamaz. üzere Journal de Salonique gazeteleri de çıkıyordu4.

12 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Osmanlı ülkesinde sol fikirlerin de yeşerdiği ilk şehir- tasavvuru”nu etkilediği açıktır. Nitekim, Millî Kültür,
lerden biri olarak Selanik’i zikredebiliriz5. Nitekim ilk Millî Dil, Millî Tarih ve Kadın Hakları meselelerinde
işçi sendikası da bu şehirde kurulmuştur6. Cumhuriyet döneminde atılan adımlarda Meşrutiyet
dönemindeki tartışmaların etkisi açıktır14.
Eski usul mektep ve “…Sayısı hemen hemen
yok denebilecek derecede az sayıdaki medreselerin Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk yenileşmesini al-
dışında…”7 çeşitli azınlık ve yabancı okulları da mev- gılama ve yönetme konusundaki tutumu, bu temel
cuttu8. Mustafa Kemal’in okuduğu Feyziye Okulu ise etkenler etrafında ve hiç şüphesiz kişisel yetenekleri
Şemsi Efendi tarafından kurulan ve yeni tarzda eğitim çerçevesinde oluşmuştur.
veren ilköğretim kurumlarının başında geliyordu9.
Bir devletin çöküşünü, o devleti en uzak sınır-
İnsanların doğdukları şehirlerde karakterlerinin larında savunmak da dâhil olmak üzere, bizzat ya-
ana çizgileri şekillenir. Mustafa, Kemal adının eklen- şamış olan Meşrutiyet aydınları kuşağından söz
diği Manastır’a 1895’te geçtiğine göre 14 yaşına ka- ediyoruz ve bunu yaparken çoğu zaman rahat kol-
dar Selanik’te kalmış ve bu şehrin toplumsal dokusu tuklarımızdan kalkmadan, dağılmanın ağır baskısını
içerisinde çocukluk ve ilk gençlik yıllarını geçirmiştir. derinden hissetmemizi sağlayacak “empati”ye de
Şehrin, siyaset açısından muhalif ve frankofonik ha- gerek duymadan entelektüel “yeteneklerimizi” ser-
vası, Meşrutiyet döneminin önemli aktörleri tarafın- giliyoruz. Devralınan mirasa ilişkin tespitler “bilgi”
dan ısrarla vurgulanır10. Bu nokta Atatürk’ün biyog- temeline dayalı olmaktan ziyade, ileri sürdüklerimizi
rafisi ile ilgilenen pek çok insanın dikkatini çekmiştir. destekleyecek eklektik derlemelerden ibaret kalıyor.
Ancak, Manastır üzerinde fazla durulmaması ilginçtir. Yeniden kurulduğu dönemde Türk Devleti’nin temel
İlk gençlik yıllarını, Makedonya’daki Sırp, Bulgar ve sorunu “demokrasi” sorunundan çok, “yaşama” soru-
Yunan Çetelerinin, hâkimiyet için birbirleriyle kıyası- nudur. Burada, benim dikkat çekmek istediğim nokta
ya çarpıştıkları bu Osmanlı vilayetinde, yeni kaydol- Mustafa Kemal Paşa’nın “meşruiyet” ilkesine verdiği
duğu Askerî okulda geçirmiş olmasının önemine de- önemdir.
ğinmekte yarar vardır. 1902’de başlayan ve 1903’te
Hatırlanacağı üzere, Mustafa Kemal Paşa ve ar-
Manastır’da isyana dönüşen olaylar hatırlandığında11
kadaşlarının, ülkenin işgal altında olduğu günlerde
onun “milliyetçiliğe” ilişkin ilk duygularının buradaki
dile getirdikleri temel istek “millet iradesinin hâkim
havadan etkilenerek oluştuğu söylenebilir.
kılınması”dır15. Bu noktaya ısrarla vurgu yapılma-
Öte yandan, dönemin “Türklük” tefekkürü açısın- sının gerisinde egemenliğin bir tarafını oluşturan
dan da bir tomurcuklanma dönemi olduğu göz önüne hükümdarı uyarmak ve hükümetin millet denetimi
alındığında Mustafa Kemal’in askerlik mesleğinin ilk altına alınmasını sağlamak için Meclis-i Mebusan se-
yıllarında, olaylara bakışını açıklayabilecek etkiler çimlerini yaptırarak ülkede “Kanun-ı Esasî”ye uygun
az-çok anlaşılabilir hale gelmektedir. Nitekim özel- bir rejimin yeniden işlerlik kazanmasını sağlamak
likle İstanbul’dan başlayarak Balkan Vilâyetlerinde düşüncesi yatmaktadır. Bu talebin yerine getirilme-
yaygınlaştırılmaya çalışılan yeni tarzda eğitim ku- mesi, Anayasa’nın açıkça ihlâl edilmesi anlamına
rumlarında “muhalif” hava egemen durumdadır ve bu gelmektedir ve Damat Ferit Paşa hükümeti ile “sine-i
okullardaki pozitivist eğitim, geleneksel dinî kimlikten millet”ten doğan Anadolu ve Rumeli Müdafaayı
farklı, yeni bir “Türk Aydın” tipini mayalamakta belir- Hukuk hareketi arasındaki mücadelenin hukukî te-
leyici olmuştur12. meli budur. Anadolu’da, Amasya Tâmimi ile başlatı-
lan süreç, İstanbul’daki hükümetin Anayasal çizgiye
Mustafa Kemal’in intisap ettiği askerlik mesleği-
çekilmesi gayretidir16. Nitekim bu mücadele, 1919
ne ilişkin de birkaç noktayı vurgulamak gerekmekte-
yılının sonlarında Damat Ferit Paşa başkanlığındaki
dir. Dünyanın her yerinde askerler ülke güvenliğine
hükümetin çekilmesi ile başarıya ulaşmıştır. Kanun-ı
ilişkin katı bir terbiye içinde yetiştirilir, “farklılık ve
Esasî gereğince seçimler yapıldıktan sonra oluşan
birliktelik” duyguları güçlendirilerek, mutlak bir emir-
Meclis, 16 Mart 1920’de İstanbul’un resmen işgal
komuta zinciri oluşturulur. Subaylar, mesleklerinin
altına alınmasıyla ve İngilizler tarafından basılarak
gereği olarak kaçınılmaz bir şekilde “lider” olarak
görev yapamaz hale gelmiş, tekrar 1919 şartlarına
yetiştirilmek zorundadırlar. Kişisel yetenekleri zaman
dönülmüş, Damat Ferit Paşa’nın yeniden Sadaret’e
içinde ortaya çıkacak ve bununla muvazî olarak yük-
getirilmesiyle Kanun-ı Esasî’yi yok sayan “keyfî bir
seleceklerdir13.
yönetim” kurulmuştur. Mustafa Kemal Paşa, ancak
Meşrutiyet ortamı içinde 1913 Askerî Darbesi’ne bu gelişmeden sonradır ki Anadolu ve Rumeli Mü-
kadar çoğulcu ortamda, İttihat ve Terakki’nin iktidar dafaayı Hukuk Cemiyeti ve Heyet-i Temsiliye Reisi
tekelini elinde bulundurduğu 1918’e kadar da bu sıfatıyla Türk Milleti’nin “Hak arayan sesini” bütün
partinin kendi etki alanı içindeki yayınlarda tartışı- dünyaya duyurmak için Ankara’da bir Millî Meclis
lan meselelerin ve yaşanan olayların onun “Türkiye toplanması çağrısını yapmıştır. 23 Nisan’dan sonra

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 13


TABLO I: TÜRKİYE NÜFUSU

SAYIM YILI TOPLAM NÜFUS ŞEHİR NÜFUSU % KÖY NÜFUSU % YILLIK ARTIŞ %
1927 13.648.270 24.22 75.78 2.11
1935 16.158.018 23.53 76.47 2.11
1940 17.820.150 24.39 75.61 1.70
1945 18.790.174 24.94 75.06 2.17
1950 20.947.188 25.03 74.97 2.77

da Yasama görevini yürütecek bu Meclis’in üyele- olduklarının farkındaydılar, nüfusun sayı olarak arttı-
ri arasından, Yürütme görevini yerine getirecek bir rılması önemliydi, ama bu nüfusun sağlıklı ve nitelikli
“İcra Vekilleri Heyeti”ni yine seçim yoluyla oluştur- olması da en önemli hedeflerin başında geliyordu21.
mak üzere gerekli düzenlemelere öncülük etmiştir17. Salgın hastalıkların önlenmesi, daha sağlıklı bir nü-
İstiklâl Mahkemeleri’nin kuruluş ve işleyişine dair bazı fus yapısının oluşturulabilmesi için ciddi tedbirler
esaslar hariç olmak kaydıyla Yargı’ya ilişkin esaslar, alınmaya başlandı. Bu tedbirler çerçevesinde nüfus
Kanun-ı Esasi’nin çizdiği çerçevede 1924’teki Anaya- istikrarlı biçimde artmaya başlamıştır. (Tablo I)
sa değişikliğine kadar geçerliliğini koruyacaktır18.
Nüfusun niteliklerini kavrayabilmek için bu maka-
“80 Yıllık Cumhuriyet”in19 nereden başladığı çoğu lenin sınırları çerçevesinde bir fikir oluşturmak ama-
zaman gözden kaçırılmaktadır. O mirasa göz attığı- cıyla aşağıdaki tabloya bir göz atalım (Tablo II):
mızda Atatürk’ü daha iyi anlamak mümkün olacaktır.
Türkiye’nin 1927’de tek üniversitesi vardır, 265
1912’deki Balkan Savaşı’nı ölçüt olarak alırsak kişilik bir öğretim kadrosu, toplam 2.837 öğrencisi
1922’ye kadar devam eden savaş, ülkede hem de- bulunmaktadır23.
mografik hem ekonomik bakımdan ciddî bir yıkım
Devralınan ekonomik mirasa ilişkin çalışmaların
yaratmıştır. 1923 yılındaki nüfus tahmini olarak
ortaya koyduğu sonuçları özetlersek:
12,400.000 civarındadır20. Cumhuriyet’in yöneticileri
ne kadar önemli bir nüfus sorunuyla karşı karşıya 1-Türkiye ekonomisi üretim araçları itibarıyla çok

TABLO II: Maarif Vekâletine Bağlı Bütün Resmi Okulların Kız-Erkek Mevcutları (1924-1925)22

OKULLAR OKUL SAYISI ÖĞRENCİ SAYISI


Ana Mektepleri (karma) 85 8.540
İlk Mektepler (erkek) 4.923 265.138
İlk Mektepler (kız) 647 70.670
İlk Yatı (erkek) 19 1.502
Öksüzler Yurdu (erkek) 14 4.105
Öksüzler Yurdu (kız) 3 973
Orta Mektep (erkek) 56 11.492
Orta Mektep (kız) 8 1.547
Lise (erkek) 15 5.684
Lise (kız) 4 1.242
Muallim Mektebi (erkek) 15 3.629
Muallim Mektebi (kız) 9 1.994
Meslek Mektebi (erkek) 2 111
Meslek Mektebi (kız) 5 870
İmam ve Hatip Mektepleri (erkek) 25 1.442
Yüksek Mektepler karma (erkek) 10 2.496
Erkek Mektepleri (Toplam) 5.164 304.076
Kız Mektepleri (Toplam) 676 77.637
Genel Toplam 5.840 381.713

14 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


zayıf durumdaydı. Tarımın temeli olan toprak ham ve çıkarlarına uygun bulduğu politikaları uygulamış ve
bakımsızdı, tarım araçları ilkel, tarım yöntemleri ge- bunu yaparken ideolojik tercihler yerine “akılcı ve
lenekseldi. faydacı” bir yaklaşım sergileyerek, yanıldığını gördü-
ğünde çekinmeden vazgeçmesini de bilmiştir26.
2-Sanayi hemen hemen yok gibiydi. Sınaî tesis,
sınaî sermaye ve sınaî teşebbüs fiilen yoktu. Cumhuriyet Türkiye’sinin giriştiği “yükselme”
çabasının her alanında Gazi Mustafa Kemal’i gör-
3-Hizmetler sektörü çok zayıf, hizmet üretimi çok
mek mümkündür. Bankacılık, Gazi Çiftliği, Milli Tarih
sınırlıydı.
Tezi’nin ortaya atılması, Millî Dil hareketi ilh. Bu konu-
4-Üretim ve ticaret çoğunlukla mahallî, bölgeler ların tamamında öncülüğü üstlenmiş olduğu gerçeği,
arası alışveriş sınırlıydı. onun bu konuların hepsinde uzman olduğu anlamına
elbette gelmez. Ancak; bu çabaların, hüdayınâbit or-
5-Tarımın büyük bir ağırlığa sahip olduğu bu dö-
taya çıktığını söylemek de yanlıştır. Nitekim “…Her
nemde üretimin büyük bölümü aile ünitesi içinde üre-
gün on saatten aşağı olmıyan ve senelerce süren bir
tilip orada tüketiliyordu. Başka bir deyişle millî üreti-
gayret az değildir… âlimler ve mütehassıslarla geçen
min büyük bölümü piyasaya arz edilmeyen mal ve
etüd günlerinde zaman ve saat, tahdit mefhumunu
hizmetlerden oluşuyordu.
kaybeder… Birçok kere onu, kitapları ve yazıları için-
6-Dış ticaret sınırlıydı. de, yirmi dört ve daha fazla saat fasılasız çalışma
7-Para kuruluşları ve bankalar en ilkel durumday- içinde bulmuşumdur…”27. Onun, Tarih ve Dil çalış-
dı. malarına bir devlet ve siyaset adamı olarak önem
verdiği açıktır. Fakat esasen onun “ilmî” olan bir me-
8-Piyasa mekanizması gelişmemişti, ekonomik selenin, yani Türkiyât alanı ile ilgili araştırmaların de-
zihniyet ve davranışlar zamanın gereklerinin hayli rinleştirilmesi için Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin,
ötesindeydi24. Bu tablonun değişmesi gereken bir içinde Sümer, Hitit, Sanskritçe gibi ölü diller bölümleri
tablo olduğu açıktır. de dâhil olmak üzere kurulması için direktif verme-
Çöken bir imparatorluğun “mağlûbiyet psikolojisi” si; dünya çapında tanınmış âlimler istihdam edilmek
içindeki bürokrasisinin asırlık alışkanlıklarını da bir- suretiyle Türk Kültür varlığına ilişkin elde edilmesi
den bire değiştirmek mümkün olmadığına göre; yeni mümkün olan bilgilere ulaşılarak çağdaş dünyaya
bir ruh, yeni bir dinamizm oluşturmanın yolu “yeni bir intibakta güçlü bir akademik zemin oluşturulmasına
devlet” kurmaktı. Neresinden bakarsanız bakın deği- çalışması, dikkat çekicidir. Üstelik, bu tavır sadece
şimin “muasır medeniyet”i yakalaması etkin bir mer- manevî bir destek olarak kalmamış malvarlığının bir
keziyetçi ulus-devletin kurulması ile doğrudan bağ- bölümünü bu çalışmaları desteklemek için miras ola-
lantılıdır. Ulus-Devlet, “ulusal onur” kavramının rak vasiyet etmek suretiyle örnek olmuştur. Bu onun
yaygınlaşmasını çeşitli yöntemler ve araçlarla sağla- “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir…” ifadesine gerçek-
makta ve bu suretle rekabeti yerel veya bölgesel dü- ten ne kadar samimiyetle inandığını ve önem verdi-
zeyden, ulusal ve uluslararası düzeye çekmektedir. ğini göstermektedir.
Siyasal önderlik, kitlelerde “parlak bir gelecek” özle- 20. yüzyılın başlarındaki Türkiye, o günün şartla-
mi yaratmalıdır25. İktisadi davranış biçiminde bir de- rında ortaya çıkan bütün meydan okumalara, yine o
ğişikliği ortaya çıkarmak, meselâ eğitimi bu hedeflere günün şartları ve birikimi çerçevesinde çözüm ürete-
göre düzenlemek; meselâ, tasarruf alışkanlıklarını rek ayakta kalabilmeyi başarmışsa; bunda en önemli
gelecek endişesiyle mevcut kaynakların bir kısmını pay sahibi şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ken-
atıl halde tutmak yerine, gelir getirecek şekilde “yatı- disinden sonraki devlet adamlarının sık sık Atatürk’e
rım araçlarına” yönlendirmek gerekir. Fakat bunu ba- atıfta bulunarak yaptıklarına meşruiyet kazandırma
şarabilmek için, önce bu mekanizmaların kurulması alışkanlıklarının da gelenekten kaynaklanan bir tara-
şarttır. Hâlbuki başlanan noktada bu araçların hiç biri fı olduğu hatırlanmalıdır. Değişen dünya şartlarında
mevcut değildir. Dolayısıyla, düşünceden başlayacak ortaya çıkan yeni durumlara, yeni çözümler üretmek
değişim, bunu sağlayabilecek mekanizmaların oluş- gerekmektedir. Tabasbus, eski Türkçenin bugün pek
turulması ile mümkün olabilirdi. Tabiatıyla, eğitim ala- kullanılmayan fakat halen de oldukça yaygın kötü
nında, ekonomide ve akla gelebilecek pek çok alan- alışkanlıklarından birini tanımlamak için kullanılan bir
da toplumsal alışkanlıkların değiştirilmesi ve “parlak tabirdir ve “devlet adamı” bu tavırlara kıymet atfet-
bir gelecek” ülküsünün kök salması için çok yönlü bir meyecek karakterde olmalıdır.
çaba harcanmalıydı. Nitekim böyle yapılmıştır.
Mustafa Kemal Paşa’nın toplumsal sorunlara
Mustafa Kemal Atatürk’ün, liderlik vasfı işte bu yaklaşımında temkîn ve cesareti birleştirdiğini gör-
noktada kendini göstermektedir. Hiçbir komplekse mek lâzımdır. 1918’de kaleme aldığı bir yazısındaki
kapılmadan, mensubu ve yöneticisi olduğu ulusun şu ifadeler bu noktaya az-çok açıklık getirecek nite-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 15


liktedir: “…Benim elime büyük yetki ve kudret ge- müslim ilk-orta öğretim kurumu,7 yabancı öğretim ku-
çerse, ben sosyal hayatımızda arzu edilen inkılâbı rumuolmak üzere toplam 202 okul ve 9519 öğretmen
bulunuyordu. Q” Detaylar için Bkz.: Necdet Sakaoğlu,
bir anda bir ‘coup’ ile tatbik edeceğimi zannederim…
Osmanlıdan Günümüze Eğitim Tarihi, İstanbul, 2003,
Bununla beraber bu meselede incelenmeye değer s.115, Tablo 6.1.
bazı noktalar vardır. Bunları iyice kararlaştırmadan 9 Okul 1885’de faaliyete geçmiştir. Bkz.: S. Sakaoğlu,
işe başlamak hata olur.”28 Bu, tarz bir yaklaşım bize a.g.e., s.354. Keza, Mustafa’nın okula başlamasına
önemli bir ipucu vermektedir. Mustafa Kemal Paşa, ilişkin anlatılanlar da oldukça ilginçtir. Anne, geleneği;
baba ise modern’i temsil etmektedir. Bkz.: Yusuf Hikmet
Cumhuriyetin ilânından sonra, yeni rejimin yerleşme- Bayur, Atatürk, Hayatı ve Eseri, Ankara,1963, s. 8.
sine ilişkin ilk tepki dalgaları ile karşılaştığında ülke- 10 Misal olarak Bkz.: ,Kâzım Nami Duru ; Falih Rıfkı Atay
nin geleceğinin her şeyden önce toplumda “yeni bir ilh.
insan modeli”ni egemen kılmakla yakından bağlantılı 11 İ. Tekeli-S. İlkin, a.g.e.,s. 42 vd.
12 Bu konuya ilişkin olarak Bkz.: Bir Siyasal Örgüt Olarak
olduğunu görmüştür. Onun 1927’den itibaren uzak
Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük, İs-
kültürel hedeflere yönelmesinin gerisinde bu düşün- tanbul, 1989, ss. 55-70.
ce olsa gerektir. Özellikle Millî Tarih Tezi, bu noktada 13 Bu konuda döneme ilişkin pek çok hatıratta benzerine
dikkat çekici bir önem taşır. rastlanabilecek anlatılar Mustafa Kemal Paşa için de
oldukça açıklayıcıdır. “Devletin Kurtarılması” bir misyon
Atatürk, 20. yüzyılda ortaya çıkan tarihî şartlar olarak algılanmakta ve bunun için kendilerinde liderlik
içinde Türk milletinin karşı karşıya kaldığı derin so- yeteneği görenler sözkonusu amaca matuf gizli örgüt-
runlara döneminin birikimi çerçevesinde çözümler ler oluşturmaktadırlar. Mustafa Kemal Paşa’ya ilişkin
tipik anlatı için Bkz.: Y. H. Bayur, a.g.e., s.16 vd. Keza,
üretmeyi başarmış bir liderdir. Her devirde ortaya çı-
Bayur’un aynı yerdeki atıfları.
kacak yeni meydan okumalar olacaktır. Geçmiş, bu 14 Bu konuda Bkz.: Ercümend Kuran, Atatürkçülük Üze-
noktada bize fikir verebilir, ancak; geçmişin çözümle- rine Denemeler, Ankara, 1981, özellikle ss. 5-9 ve 63-
ri asla birebir uygulanarak çözüm üretilemez. Bu çok 68.
basit bir gerçektir. 15 Bilindiği gibi Mebusan Meclisi ve Kanun-ı Esasi’nin 7.
Maddesindeki yetkiye dayanılarak 21 Aralık 1918’de
Bütün hayatını milleti için mücadele içinde geçir- feshedilmişti. Ancak, 35. Maddeye göre dört ay içinde
miş, ütopyasını gerçekleştirmeyi başarmış bir insan seçimlerin yenilenmesi gerekiyordu. İlgili hükümler ve
değişiklikleri için Bkz.: Suna Kili-A. Şeref Gözübüyük,
olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mus- Türk Anayasa Metinleri, İstanbul, 2000(2), ss. 84-91.
tafa Kemal Atatürk, 20. yüzyılın müstesna şahsiyetle- 16 Sorunun, inkılâp tarihçilerimizin bir kısmı tarafından bir
rinden biri olarak tarihteki yerini almış bulunuyor. “İhtilâl başlangıcı” olarak algılanması bu sebeple bana
______________________________________________ isabetli gelmemektedir.
* Doç. Dr., Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve 17 25 Nisan’da alınan Heyet-i Umumiye kararı tek satırdır
İnkılâp Tarihi Enstitüsü :”Kuvve-i icraiye teşkiline karar verildi” Bkz.: S. Kili-A.Ş.
1 Selanik şehrindeki nüfûs için Bkz.: Semavi Eyice Gözübüyük, a.g.e., s. 96.
”Atatürk’ün Doğduğu Yıllarda Selânik”, Doğumunun 18 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu için
100. Yılında Atatürk’e Armağan, İstanbul, 1981,ss.461- Bkz.: aynı eser, s. 100 vd. 1924 Anayasası’nın 104.
518. Özellikle, 465-468. 1906 yılındaki nüfûs sayımı- Maddesi bu hususa matuftur. Bkz.: Aynı eser, s.141.
na göre Selânik Vilayet nüfûsu: 485.000 Müslüman, 19 Popüler söylemde sık sık kullanılan ve bir parça da kü-
323.000 Rum Patrikliğine bağlı (Ulahlar dahil olmak çümseme iması taşıyan bir cümle olduğu için bu tabiri
üzere çeşitli topluluklar), Bulgar Ekzarklığına bağlı seçip, tırnak içine aldım.
217.000, Yahudi, 53.700 olmak üzere bir milyonu aş- 20 Bkz.: Vedat Eldem, Harp ve Mütareke Yıllarında Os-
maktadır. Yahudiler çoğunlukla Selanik şehir merkezin- manlı İmparatorluğu’nun Ekonomisi, Ankara,1994,
de mukimdirler. Bkz.:İlhan Tekeli-Selim İlkin, Cumhu- s.218.
riyetin Harcı, I. Kitap, Köktenci Modernite’nin Doğuşu,
21 Bu konuda Bkz.: İlhan Tekeli-Selim İlkin, Cumhuriyetin
İstanbul, 2007(2), s.35.
Harcı, II. Kitap, Köktenci Modernitenin Ekonomik Politi-
2 Bu konuda en keskin rekabet Sırp, Yunan ve Bulgar
kasının Gelişimi, İstanbul, 2004, s. 108-110.
milliyetçileri arasında cereyan ediyordu. Hatta Bulgar
22 S.Sakaoğlu, a.g.e., s.167.
Komitacıları şehirde korku yaratan terör eylemleri yap-
23 S. Sakaoğlu, a.g.e., s. 182.
maktan çekinmemişlerdir. 1903 Nisanında Osmanlı
Bankası uçurulmuş ve bir Fransız gemisi batırılmıştır. 24 Bu konuda yapılmış pek çok çalışma içinden biz Ah-
Detaylar için Bkz.: Tekeli-İlhan, a.g.e., s. 43 vd. met Kılıçbay’ın çalışmasından yararlanmayı tercih ettik.
3 Bkz.: Ragıp Özdem, “Tanzimat’tan Beri Yazı Dilimiz”, Bkz.:Ahmet Kılıçbay, Türk Ekonomisi, Ankara, 1994(5),
Tanzimat, C. II, ss. 859-931. s. 44 vd.
4 S.Eyice, a.g.m., s.487. 25 Bkz.: W.W. Rostow, İktisadi Gelişmenin Merhaleleri,
5 Özellikle Selanik’teki Yahudiler ve Bulgarlar arasında Çev. Erol Güngör, İstanbul, 1980, s. 18-19.
bu tür eğilimlerin olduğuna ve 1909’da “Amele” adlı bir 26 Bkz.: E. Kuran, a.g.e., s. 59.
gazete çıkarıldığına dair Bkz.: Mete Tunçay, Türkiye’de 27 Bkz.: İsmet İnönü, Konuşma, Demeç, Makale ve Söy-
Sol Akımlar,1908-1925, Ankara, 1967(2),s. 33, d.n.: leşiler 1933-1938, Hazırlayan : İlhan Turan, Ankara,
62.-63 2003, s.269. Alıntılarda anlam değişikliği olmamasına
6 Fethi Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faa- dikkat edilmiştir.
liyetler, Ankara, 1967, s. 35. 28 Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 2, İstanbul, 1999, s. 188.
7 S. Eyice, a.g.m. s.487. Bu satırların, kadın sorunları ile ilgili bir tartışma vesilesi
8 1899’da 126 İptidaî, 15 Rüşdiye, 3 İdadî, 51 Gayri- ile kaleme alındığını da hatırlatmakta yarar vardır.

16 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


BAYRAK ADAM: CELAL BAYAR

CELAL METİN*

M
ahmut Celal Bayar, Osmanlı Devleti’nin san- sağlayacak entelektüel bir altyapısı olduğu görülür.
cılı yıkılışının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Ancak daha yüksek bir eğitim yerine, on yedi yaş gibi
yeni bir Türk Devleti olarak heyecanlı do- erken bir yaşta çalışma hayatına ve memuriyete baş-
ğuşunun; milli, çağdaş, demokratik ve laik bir devlet lamış; Bursa’daki Ziraat ve Alman Deutsche Orient
olarak şekillenişinin hemen her safhasında görev bankalarının şubelerinde memur olarak çalışmıştır.
almış; buna bağlı olarak da Türkiye Cumhuriyeti’nin Buralarda çalışırken ekonomik konulara ilgi duy-
çok yönlü gelişim ve değişimin her anına şahit olmuş muş ve Avrupa’da, özellikle Almanya’da, o dönem-
bir tarihi ve siyasi şahsiyettir. Bayar’ın yaşam öyküsü de gelişen milli ekonomi anlayışlarından derinden
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi dönüşümü ile paralellik etkilenmiştir.3
gösterdiği gibi çağdaş, milliyetçi ve demokratik yöne-
Türk siyasal tarihinde örgütlü siyasal muhalefe-
limi ile de örtüşür, özdeşleşir. Genel olarak bakıldı-
tin ilk örneği olan Yeni Osmanlılar hareketinin isim-
ğında cumhuriyetin kurucu kadrosu içinde sivil siyasi
siz figürlerinden olan dayısı Mustafa Şevket Bey’in
figür olarak ilk akla gelen isim olan Bayar, Atatürk
etkisi ile gizli İttihatçı eylemlere ilgi duyan ve bu gizli
dönemi Türk inkılabının ekonomik yorum ve uygula-
hareket geleneğini hayatı boyunca bir düstur olarak
yıcısı; demokratik yaşamın başlangıcı olan çok partili
benimseyen Bayar’ın kişiliğinin ve siyasal kimliğinin
hayatın ilk siyasi muhalif kimliği; Türk inkılabını parla-
oluşmasında İttihatçı idealler önemli yer tutuğu gibi,
menter rejim yolu ile milli iradeyle buluşturan akil bir
gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde, örgütçü, so-
siyasetçi ve bir askeri darbenin ürettiği hukuksuzluğa
ğukkanlı, hesapçı ve inatçı kişiliği de, kendini göster-
karşı vakur bir cumhurbaşkanı olarak tarihteki yeri-
mesine yardımcı olmuştur. Birçok kaynak, özellikle
ni almıştır. Bu çalışma Bayar’ın yaşam öyküsündeki
Mütareke ve Cumhuriyet döneminde İttihatçılığın suç
ana dönüşümler üzerinden dünya görüşüne sızma
sayıldığı ve kötülendiği dönemlerde bile, Bayar’ın
ve anlama girişimidir.
tutum ve davranışlarında İttihatçılığın izlerine rast-
1875-1877 Osmanlı-Rus Harbi ile yaşanan boz- landığını belirtir. Daha sonra ki dönemlerde(1971)de
gun sonrası Balkanlardan Bursa’ya göç eden ve kendisine İttihatçılığı sorulduğunda “ben hep ittihatçı
bozgun ve göç olgularını travmatik biçimde yaşayan kaldım” esprisini yapmış; hayatı boyunca gizli İttihat-
bir ailede dünyaya gelen Mahmut Celal, hem med- çı geleneği sürdürmüştür.4
rese hem de modern eğitim alan öğretmen bir baba-
Bayar ve İttihatçılık ilişkisi aslında on dokuzuncu
nın, iki büyük erkek kardeşinin erken ölümlerinden
yüzyılın son ve yirminci yüzyılın ilk çeyreğinin Türk
dolayı, hep üzerine titrediği ve eğitimine özel önem
aydınlarının siyasal davranışlarında baskın olan bir
verdiği, en küçük oğludur.1 Bayar, 16 Mayıs 1883’de
eğilimdir. Bayar’ın ilk siyasal düşünceleri ve faali-
Bursa’nın Umurbey Köyü’nde doğmuştur. Köyde
yetleri ittihatçı kimlikte gerçekleşmiştir. Bayar, Türk
doğmuş olmasına rağmen babasının öğretmen-fıkıh
siyasetinde ilk gizli parti örgütlenmesinin başat ör-
bilgini konumundan dolayı şehir kültürü ile yetişmiş-
neği olan İttihat ve Terakki Cemiyeti/ Partisi’nin Bur-
tir. Dönemin muteber dilleri olan Arapça, Farsça ve
sa ve İzmir örgütlenmelerinin önde gelenlerinden
Fransızca’yı çocuk yaşta öğrenmesinden dolayı,2
olmuş(sorumlu kâtip) ve parti merkezinin dikkatini
dünya ahvali ile ilgili gelişmeleri yakından takip et-
çekecek kadar başarılı çalışmalar gerçekleştirmiştir.
mesine önemli katkısı olduğu göz önüne alınırsa dö-
Mustafa Kemal’in de zaman zaman parti müfettişliği
nemin siyasal gelişmelerini layığı ile takip etmesini

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 17


Fotoğraflarla Celal Bayar, Başbakanlık Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü

yaptığı ve 1909 kongresinde de Trablusgarp dele- şirketler, yerel bankalar, kooperatifler, tasarruf san-
gesi olarak katıldığı,5 İttihat Terakki Cemiyeti içinde, dıkları, amale birliği ve iş bürosu kurulmasına ön
birçok Türk aydını gibi, Bayar da ilk siyasal örgüt ayak olmuştur.8 Ayrıca 1918 yazında Halka Doğru
deneyimlerini kazanmıştır.6 Bayar, İttihat Terakki Derneği’nin kurulmasını örgütlemiş; bu adı taşıyan
Cemiyeti’nin dile getirdiği özgürlük, vatanseverlik ve bir dergi (ilk sayısı 1 Şubat 1919’da çıkar) çıkarıl-
pozitivist ideallerine kendi yorumunu katarak, dünya masını sağlamış; sorumlu müdürlüğünü üstlenmiş
görüşünü oluşturmuştur. Bu dönemde İzmir’de yap- ve Gökalp’e nazire yaparcasına Turgut Alp rumuzu
tığı çalışmaların başında, 1913’te İttihat ve Terakki ile yazılar yazmıştır. İzmir bölgesinde Türkçü siyasal
Cemiyeti’nin iktidarı doğrudan üstlendikten sonraya bilincin gelişmesine, örgütlenme fikrine ve kamuoyu
denk gelir ki, İzmir bölgesindeki ekonomik ve sosyal oluşturulmasına ciddi bir renk katan dernek ve dergi-
yönden güçlü Rum nüfuzunu kırmak için büyük çaba nin ömrü çok kısa sürmüştür.9 Ancak Bayar’ın örgütlü
harcamış; basit yöntemlerle Rum nüfusun ekonomik hareket etme düşüncesinin faydalarına olan inancı,
ağırlığı olan unsurlarını bölgeden kaçırtmayı başar- onu 1918 Kasım sonunda kurulan İzmir Müdafaa-yı
mıştır. Bunun yanı sıra Türk toplumunun içinden tica- Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti içinde de sivrilen ve
ri girişime yatkın bir Türk tüccar zümresi oluşturma- önde gelen politik figür olmasını sağlamıştır. Mond-
ya çalışmış; bunda da oldukça mesafe almıştır.7 Bu ros Mütarekesi sonrasının politik gelişmeleri içinde
Türk girişimci grupla gerek Milli Mücadele süresince İzmir ve çevresinin Yunanistan’a verilmesi yönündeki
gerekse Cumhuriyet döneminde hep ilişkisini sıcak işgal güçlerinin kamuoyundaki gelişmeler üzerine ör-
tutmuştur. gütlenen bu cemiyet, Milli Mücadele’nin ilk milli kong-
resini toplamıştır. 17-19 Mart 1919’da toplanan bu
İzmir’de bulunduğu süre içinde Bayar’ın İttihat ve
kongrede söz alan Bayar, ilk kez silahlı mücadeleyi
Terakki içinde siyasal ideoloji olarak gittikçe güçle-
savunmuş ve ülkenin bu gaileden, ancak silaha kar-
nen Türkçülüğün etkisi ile ekonomik, sosyal ve kültü-
şı silahla cevap vermesi ile kurtulmasının mümkün
rel yönden donanımlı Türk bir orta sınıf yaratmak için
olduğunu dile getirmiştir.10 Ağırbaşlı ve dengeli bir
harekete geçtiği görülür. Bu amaçla şimendifer, tica-
örgütçüden ihtilalci bir komitacıya dönüşen Bayar’ın
ret ve yatılı köy okulları açmış; halkın bilinçlenmesi
yaşamında yeni bir dönem başlayacaktır.
için konferanslar ve toplantılar düzenlemiş; üretimin
ve ticaretin Türk elinde kalıcı olmasını sağlamak için Burada Milli Mücadele’ye katılan Bayar’ın siyasal

18 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


düşüncesine bakıldığında onun devletin merkezin- rişimi de o kadar mesnetsizdir. Atatürk gibi Bayar’da
den bakmadığı; sivil ve devlet memuriyeti dışındaki ferdin gücüne inanan ve halkı önemseyen; milletin
mesaisine bağlı olarak halkçı ve demokratik ideal- maddi ve manevi yönden kuvvetlendirilmesi ile güçlü
lerden beslendiği açıktır. Milliyetçi bir yorumla ülke devletin kendiliğinden şekilleneceğini savunan milli-
kurtuluşunun halkla birlikte ve vatansever bir ruhla yetçi düşünce içinde özgün bir duruşa sahiptir.
gerçekleştirileceği inancı egemendir.11 Bu yüzden,
Atatürk nezdinde Bayar, üzerine aldığı işi en iyi
Milli Mücadele’ye ruhunu veren Mustafa Kemal’in
biçimde yerine getiren; düzenli ve ekip çalışması ya-
Milli Hâkimiyet ideolojisi Bayar’ın fikri beklentileri-
pabilen; görüş ve önerilerini açık ve anlaşılır bir dille
ne tamamen karşılık gelir. İzmir Müdafaa-yı Hukuk
açıklamaktan çekinmeyen dürüst bir kişiliktir.16 Ata-
Cemiyeti’nin kurucularından olduğu gibi, “Galip Hoca”
türk ve Bayar birlikteliği güven esasına göre kurul-
takma adıyla Ege Bölgesinin çeşitli yerlerinde Kuvva-
duğu için Atatürk, Bayar’ı hiçbir zaman çevresinden
yı Milliye’yi örgütlemeye girişmiş; başı bozuk çeteleri,
uzaklaştırmadığı gibi onun kısır çekişmeler içinde
düzenli askeri güçlerin oluşumu arifesinde, düşmana
harcanmasına da rıza göstermemiştir. Atatürk döne-
karşı milli hedef yönünde savaşmaya teşvik etmiştir.
minin farklı inkılap üslupları içinde Bayar ve çevresi,
Milli mücadelenin ilk askeri cephelerinden olan Akhi-
toplumu her yönü ile kuşatan katı devletçiliğe karşı,
sar cephesi komutanıyken Saruhan mebusu olarak
liberal ve demokratik değerleri inkılaba taşıyan ve
Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na seçilmiş; bu mecliste
Türk İnkılabının demokrasiye yönelmesine çabala-
milli menfaatleri öne çıkaran konuşmalar yapmış ve
yan taraf olarak görülür.
silahlı mücadeleyi savunmuştur. Milli ve onurlu bir
ruhla Misak-ı Milli’yi kabul eden Meclis-i Mebusan’ın Bayar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük
Padişah tarafından kapatılmasından sonra Bayar’ın Atatürk’ün yakın çevresinde bulunduğu; çalışma ve
tek yönü ve ikametgâhı, inandığı fikir ve ruhun tek başarıları ile onun takdirine mazhar olduğu, güven
temsilcisi olan, Ankara ve Mustafa Kemal’in yanı ol- ve itimada layık görüldüğü gibi, yeni Türk devletinin
muştur. Ancak hemen Ankara’ya gitmez; Bursa’ya siyasi, sosyal ve ekonomik politikalarının belirlenme-
gelir gelmez Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya ça- sinde de etkin görev almıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin
ğıran telgrafı eline ulaşır. Bursa’da, Padişah ve İs- kurucu kadrosu içinde Bayar’ın yerini tespit etmek
tanbul Hükümeti’nin Milli Mücadele’ye karşı yaptığı için onun profesyonel siyasetçiliğinin yanında örgüt-
olumsuz dini propagandasına karşı Milli Mücadeleyi lenmeye yatkınlığı, ekonomik konulara aşinalığı ve
meşru gösteren karşı-fetvalar yayımlamak için yerel sivil memur kimliğini göz ardı etmemek gerekir. Kuru-
ulemayı örgütler ve teşvik eder.12 cu kadro içinde az sayıdaki asker kökenli olmayan ve
hesap-kitaptan anlayan kişilerden biri olarak Bayar,
Milli Mücadele sürecinde Mustafa Kemal’in
daha Milli Mücadele sürerken ülke ekonomisi üzeri-
Bayar’a karşı gösterdiği sevgi ve güvenin altında, her
ne düşünme ve uygulama imkânı bulmuştur. 1920’de
ikisinin de mahalli kurtuluş yerine ulusal kurtuluşu
İktisat Vekili olan Bayar, Büyük Mübadele’nin yaşan-
hedefleyen, Kuvva-yı Milliye ruhunu ortak paydada
dığı 1924’de İmar ve İskân Vekili olarak göçmenlerin
buluşturmuş olmaları gerçeği yatar. Her ikisi de İtti-
yerleştirilmesi işini üstlenir. Bu yıl içinde, sermayesi-
hatçı kimlikleri yerine partiler üstü milliyetçi kimlikleri
nin önemli bir kısmını bizzat Mustafa Kemal’in temin
ile milli mücadeleyi öne çıkarmışlardır. Buna bağlı
ettiği ve Cumhuriyetin kurduğu ilk “milli banka” olan
olarak ta Milli Mücadele’yi dar bir çerçevede tutmak
İş Bankası’nın kuruluşunda görevlendirilir. İş Ban-
yerine geniş mutabakatlı toplumsal bir tabana yay-
kası deneyimi Bayar’ın ekonomi politika konusunda
maya çalışmışlardır. Ancak Milli Mücadele’nin en
uzmanlığını gösterdiği ve ünlenmesini sağladığı gibi,
hararetli günleri olan Kuvvayı Milliye güçlerinin tas-
onun “ekonomik bağımsızlığın” milli bağımsızlık için
fiyesi ve düzenli ordu birliklerinin kuruluşu sırasında
öncelikli olduğunu ve özel sektör ile devletin birlikte
Çerkes Ethem ve Yeşil Ordu ile ilişkisi ile Atatürk’ün
hareket ettiği karma modelin ana hatlarını ortaya çıka-
Sovyet yardımlarını temin için kurdurduğu resmi Ko-
rır. Bu dönemin ekonomi politikaların uygulanmasın-
münist Partisi çevresinde Bayar’ın adının geçmesi
da alternatif üsluplardan birisi olarak Bayar, mutedil
ve onun komünistliği ile ilgili tartışmalar, sonraki dö-
devletçiliğin öncülerinden ve uygulayıcılarındandır.17
nemlerde bazı araştırmacılarca spekülasyon konusu
Bayar’ın ekonomiye olan siyasal yaklaşımı Atatürk’ün
yapılmıştır.13 Fakat Bayar’ın kendi ağzından bunlar
ekonomi politikası ile uyumlu olduğunun göstergesi
yalanlamış olmasıyla birlikte14 en önemli siyasi rakibi
ise 1932’de tekrar İktisat Vekili ve 1937’de Atatürk’ün
ve milli mücadele’nin önde gelen şahsiyeti olan İsmet
son Başvekili olmasıdır.18 Günümüz İnkılap Tarihi
İnönü’nün bu konuda bulanık beyanı, bu tartışmanın
değerlendirmelerinde, Bayar’ın bu dönemdeki İkti-
sürmesine neden olmuştur.15 Sonraki dönemlerde
sat Vekilliği ve Başvekilliği, Atatürk’ün 1929 Dünya
Bayar’ı pür liberal yapma girişimi ne kadar zorlama
Ekonomik Krizi’nin etkileri süresince uygulanan katı
ise aynı şekilde onu sosyalist/komünist dönmesi gi-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 19


devletçi politikaları terk ederek daha mutedil ve libe- mul malların üretilmesi yönlü fabrikalaşmaya doğru
ral politikalara yöneldiğinin kanıtı olarak görülmüştür. kaydığı görülür. Bundaki amaç ithalat –ihracat den-
Bayar, devletin ekonomik olarak güçlendirilmesini gesini sağlamak olduğu kadar milli servetin yurt için-
esas alırken bile, özellikle sanayi ve ticaret alanında de kalmasını sağlamak ve gelişmişlik göstergesinin
milli kazanç ve milli girişimci olgularını öncelikli olarak sanayileşmek olduğuna olan kesin inançtır. 24 Bunun
görür. Bayar, mutedil devletçiliğinin yanına yerleştir- için Batılı sanayileşmiş ülkelerin karar vericileri ile
diği siyasal liberalizmi ve demokratik tutumları önem- çatışmayı bile göze aldığı görülür.25 Demokrat Par-
seyen davranışları ile Atatürk’ün ideallerinden uzak- ti döneminin aksine onun iktisat vekilliği döneminde
laştığı suçlamasına maruz kalmıştır. Ancak 1950 ve tarımsal üretimin çağdaş yöntemlerle mekanizasyo-
sonrasındaki siyasal mücadelesinde, kendi yolunun nundan çok köylü ve çiftçi kesimin üzerindeki vergi
Atatürk’ün özlemlerinin gerçekleştirileceği yol olduğu baskısının azaltılması çabaları öne çıkmıştır.
iddiasını hiçbir zaman terk etmemiştir.19
1937’de İktisat Vekilliğinden başbakanlığa atanan
Bayar’ın beş yıla yakın süren İktisat Vekilliği sü- Bayar, başbakan olmadan bir yıl önce hemen he-
recinde yaptığı işlere baktığımızda pragmatizmin men bütün Doğuyu içine alan uzun bir geziye çıkar.
egemen olduğu bir eylem tarzını benimsediği gö- Karadeniz’den başlayarak doğu bölgesinin önemli ve
rülür. Uluslararası ekonomik gelişmeler ile ulusal stratejik tüm şehirlerini ziyaret eden Bayar, sosyal ve
ekonomik gelişmeleri paralel değerlendiren Bayar, siyasal izlenimlerini ve daha çok ekonomik nitelikli
uluslararası konjonktürün Türkiye’nin kendi milli sa- önerilerini bir rapor halinde cumhurbaşkanı Atatürk’e
nayisini kurmaya çok elverişli bir ortam yarattığını ve ve başbakan İnönü’ye sunar. Günümüz siyasal ara-
bunun mutlaka değerlendirilmesi gerektiğini ısrarla yışlarına da ışık tutacak önemli çıkarımlar ve öneriler
savunur.20 Bu amaçla Bayar, taze sermaye birikimin getiren bu raporun özellikle mukaddime kısmındaki
yanında yeni teknik ve donanımlarla gelecek olan tespitlere bakıldığında acı ama bir o kadarda sorumlu
yabancı sermayenin yatırım ve işletme yükümlülük- bir devlet yöneticisinin devletine ve ülkesine sonsuz
lerinde milli ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarla güven duyan ve bu sorunların üstesinden gelebilece-
sınırlı olacak biçimde varolmasından yanadır. Ancak ğine inanan bir üsluba da sahip olduğu görülür. Doğu-
bu dönemde yabancı sermayeye karşı sıcak bakıl- ya hâkimiyetin Cumhuriyet rejimi ile başladığı; ağalık
madığı gibi yabancı sermayenin de istekli olmadığı ve şeyhlik düzeninin olumsuzluğunun altı çizildiği;
bir gerçektir. Bunun yanı sıra Bayar, devletçe bilgi, devleti temsil edenlerin perişanlığı ve imkânlarının
sermaye ve teknik donanım desteğine ihtiyaç duyan yetersizliği vurgulandıktan sonra yöneticilerin yap-
özel sermayenin milli ekonominin güçlendirilmesi için tığı haksız uygulamaların ve yolsuzlukların önüne
önünün açılmasını zaruri görür.21 Bütün bunları savu- geçilmesi; halk üzerinde mütegalibe olan önde gelen
nurken devletin merkezinden bakar; ancak bundan ağa ve şeyhlerin bölgeden uzaklaştırılması gerektiği;
iki yönlü beklentisi vardır: İlki ekonomik imkânları ar- halka eşit muamele edilmesi; toprak reformunun bir
tan devletin daha acil ihtiyaçları karşılamak için eko- an önce yapılması ve bölge ekonomisini canlandıra-
nomik gücünü dağıtmayacağı beklentisi; ikinci olarak cak önlemlerin alınması ana noktalarında toplanan
refah seviyesi artacak halkın hem yükümlülükleri ye- önerilerinin ekonomik yönü hakkında geniş tahlillere
rine getirmede hem de tasarruf bilincinin oluşmasın- girişir. Bölgedeki ekonomik imkânların bir envanterini
da rahat bir ortama kavuşacağı beklentisi. Bayar’ın yaparak bunların ülke ekonomisi için hayati olanları-
ekonomi politik yaklaşımında önemli yer tutan dev- na ve bölgenin entegrasyonu konusunda somut eko-
letin öncü rolünün temel alanlar dışında sadece yön- nomik adımları sıralar.26 İki aya yakın süren Doğu ge-
lendirici veya örgütleyici biçimde varolması onu mu- zisinden sonra sunulan Bayar’ın raporunun Atatürk
tedil devletçiliğe ve bir adım daha ileri gidersek sınırlı üzerinde nasıl bir etki bıraktığını bilemiyoruz, ama bir
liberalizme yaklaştırmıştır. Amacı ekonomik faaliyetin yıl sonra başbakan olmasından onun Atatürk’le her-
devletten topluma doğru daha geniş bir tabana yayıl- hangi bir güven sorunu yaşamadığı anlaşılıyor.
ması ve nihai olarak çağdaş refah devletinin ihtiyaç
1937 Sonbaharında Atatürk’ün tercih ve isteği
duyduğu güçlü ve geniş bir orta sınıf yaratmaktır.
üzerine başbakanlığa gelen Bayar’ın bu yeni görevi
22
Aynı zamanda devlet gücü ile millet gücünü birleş-
sırasında kamuoyunu meşgul eden en önemli sorun
tirmeye çalışmıştır.23
Atatürk’ün sağlığı ile ilgili gelişmelerdir. Ancak bu
Dünya ekonomik krizinin etkilerinin azaldığı dönemde uluslararası alanda ciddi kamplaşmaların
1930’ların ortasında Bayar’ın iktisat vekili olarak en olduğu; Bayar’ın bunları yakından takip ettiği; doğu
önemli uğraşı, birinci beş yıllık plan içinde milli sana- komşularımızla Sadabat Paktı (1937) kuruluşunu ger-
yinin temel ihtiyaç alanlarından ticari değeri olan ve çekleştirdiği ve bunun yanı sıra Hatay’ın anavatana
ihracat imkânı olan madenlerin işletilmesi ve yarı ma- katılması için çaba harcadığı; iç politikanın en önemli

20 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


gelişmelerinden olan Donanmadaki
komünist faaliyetlere karşı önlemler
aldığı; Dersim isyanının bastırıldığı
ve ikinci beş yıllık plan hazırlıklarının
tamamlandığı görülür.27 Atatürk’ün
uzun süren hastalığı ve hastalığın
kötüleşme sürecine girmesiyle ka-
muoyunda Atatürk sonrası dönemle
ilgili spekülasyonlar başlar.28 Yöne-
tim erkinde Atatürk’ten sonra ikinci
adam olan Bayar’ın bu tartışmaların
hiçbir yerinde adı geçmez. Soğuk-
kanlı bir biçimde, bu geçiş sürecinin
sorunsuz atlatılması için çaba har-
cadığı konusunda bütün kaynaklar
hem fikirdir. Fotoğraflarla Celal Bayar, Başbakanlık Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü

Geçmişten günümüze çeşit- güncel politikaya geri dönüş yaptığını; 1944 baha-
li mahfillerde, 1938’de Atatürk’ün ölümü sırasında rındaki Bütçe Kanununa red oyu verdiğini; Moskova
Başvekil olan Bayar’ın nasıl olup ta Cumhurbaş- Radyosu’nun Türkiye’deki Nazi taraftarları listesinde
kanlığı makamına İsmet İnönü’nün gelmesine rıza adının geçmesine tepki gösterdiğini ve 1945’de mec-
gösterdiği yönündeki spekülatif değerlendirmelere liste kabul edilen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na
karşı en sağlıklı açıklama şüphesiz ki Bayar, başta muhalefet eden grup içinde yer alarak gelecek politik
ordunun ve parti örgütünün İnönü tercihini doğru gör- tartışmalarda da ciddi bir aktör olarak hazır olduğu-
müştür ve bundan dolayı İnönü’yü desteklemiştir.29 nun işaretini verir.34 Dış politikadaki konjüktürel geliş-
Buna ek olarak da Atatürk sonrası dönemin sorun- melerin etkisi ile Türkiye’nin çok partili parlamenter
suz başlamasını sağlamak için30 İnönü’nün cumhur- demokratik düzene geçiş kararı alması ile Bayar’ın
başkanlığında başbakan olarak kısa bir dönem gö- CHP içinde parti politikalarına ve uygulamalarına
rev almayı sürdürmüştür. Atatürk’ün ölümü üzerine eleştiri dozunu artırdığı görülür. Parti içi tartışmaların
16 Kasım 1938’de TBMM’nde yaptığı tarihi konuş- zirveye çıktığı mecliste 1945 yılı bütçe tartışmaları
mada söylediği, “Atatürk, seni sevmek, tebcil etmek sonrasında Bayar ve arkadaşları, tarihimizde Dörtlü
her Türk vatanseverinin milli ödevi ve namus borcu- Takrir olarak geçen, parti politikalarının yeniden belir-
dur” veciz sözü tarihe düşülmüş bir not kadar, onun lenmesi ve partinin yapısının yeniden düzenlenmesi
Atatürk’e olan bağlılığını ve sevgisini de tartışmaya yönlü önerilerini sunarlar.35 Önerileri parti içinde ciddi
yer bırakmayacak şekilde açıklar. Bu durum aynı tartışma yaratır ve sonucu Bayar’ın önce milletve-
zamanda Atatürk’ün eseri olan son Türk devleti Tür- killiğinden ve sonrasında parti üyeliğinden istifası-
kiye Cumhuriyeti’nin sıkıntı ve tehlikelerden uzak bi- na ve diğer arkadaşları olan Menderes, Koraltan ve
çimde geleceğe taşınması gerektiğine olan inancını Köprülü’nün partiden ihracına yol açar. İktidar parti-
ve dileğini de besler. O yüzden Bayar’da Atatürk’ün sine rakip olacak ciddi girişim olarak 1945 Aralığında
çağdaş uygarlığa erişme ülküsünün yanına Cumhu- başlayan yeni parti kurma hazırlıkları, 7 Ocak 1946’da
riyetin düşmanlarına (Komünizm ve gericilik) karşı31 Demokrat Partinin kurulması ile sonuçlanır.36
mücadelenin çok yönlü ve sürekli olduğu söylemini
yerleştirir. 1979 başlarında onun, biraz ironik olan, Demokrat Parti’nin kurulduğu gün parti başkan-
“bu kış komünizm gelebilir”32 yönlü uyarısının altında lığına seçilen Bayar, basına verdiği ilk demeçte par-
Atatürk’ün mirası olan İnkılap Türkiye’sinin korunma- tilerinin sol veya sağda değil; demokrat olduğunu;
sı gerektiği yönlü refleksin tetikte olduğudur. iktidar partisi ile siyasi mücadelenin iç politikada ve-
rileceğinin vurgusunu yapar.37 Bayar’ın başkanlığını
İkinci Dünya Savaşı dönemi içinde Türkiye’nin iç yaptığı Demokrat Parti siyasal liberalleşme talep-
ve dış politikasında çok önemli gelişmelerin olduğu lerini öne çıkaran bir muhalif parti olarak doğmuş-
süreçte Bayar’ın sessizliğe büründüğü ve sade bir sa da örgütlenme süreci içinde biçimlenen toplum-
milletvekili olarak meclis çalışmalarını takip ettiği sal tabanı ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel
kamuoyundaki hiçbir tartışmada yer almamasından çok yönlü beklentileri olan gruplardan oluşmuş; bu
anlaşılmaktadır.33 Savaşın sonlarına doğru iç politi- grupların desteği ile hızla üye sayısını ve taşra ör-
kanın önemli tartışma konularından olan Varlık Ver- gütlerini oluşturmuştur. Başlangıçta çok renkli bir
gisi ile ilgili mecliste yapılan tartışmalara katılması ile yapıya sahip olan Demokrat Parti’nin başkanı olarak

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 21


Bayar’ın CHP iktidarına karşı muhalefetinin yanında Parti’nin ezici üstünlüğü ile sonuçlanmasını bir ihtilal
bu gruplarının parti içi eleştirilerini ve iktidara karşı olarak görür; ancak bunun Türk modernleşme tarihin-
taşkınlıklarını kah göğüslemiş kah tasfiye etmek zo- de doğal bir üst aşama ve milli devletin milli irade ile
runda kalmıştır. 1946-1950 arasındaki kararlı ve uz- buluşmasının tabii sonucu olduğu vurgusunu yapar.
laşmacı politik tutumu ile Bayar, Atatürk’ün demok- Atatürk ilke ve inkılaplarının biçimlendirdiği Atatürk-
rasi özlemlerini hayata geçiren bir siyasal şahsiyet çü düşüncenin içine özgürlükçü liberal söylemleri ve
olarak, destekçilerinin bir kısmı tarafından Bayrak muhafazakar talepleri dengeli biçimde yerleştirerek
Adam övgüsüne mahzar olmuştur.38 Bayar’ın siyasal toplumsal çatışmaları asgariye indirme fikrine sarılan
konulardaki makul eleştirileri ve yerinde önerileri ile Bayar, ilhamını 1924 Anayasası’ndan alır; onun öz-
cemiyetler kanununda değişiklik; iki dereceliden tek gürlükçü ve demokratik doğasını öne çıkarır. Bayar
dereceli seçim sistemine geçiş, Belediye ve Vilayet- hiçbir zaman ülkenin bir anayasa sorunu olduğunu
ler kanunlarında seçimle ilgili maddelerinin yeniden düşünmez; varolan anayasanın birkaç tadilatla çağ-
düzenlenmesi; gazete kapatmalarının önüne geçen daş normlara uyum sağlayabileceğini; asıl sorunun
basın kanunun değiştirilmesi ve üniversite özerkliğini toplumsal katmanlar arasındaki suni çatışmada yattı-
sağlayan bir dizi kanuni düzenlemelerin yapılmasını ğını; bununda milli refahın dengesizliğinden kaynak-
sağlamıştır.39 İktidar baskın seçim kararı alarak se- landığını düşünür.41 Ekonomik olumsuzluklara yas-
çimleri bir yıl öne almış; 21 Temmuz 1946 yapılan lanan Bayar’ın siyasal düşüncesinde Türk milletinin
genel seçimlerden, döneme ait kaynaklarında çokça güçlü birlik düşüncesinin varlığından dolayı bütün
bahsettiği gibi, iktidar yanlılarının yaptığı akıl almaz bunların devlet ve millet birlikteliği ile aşılabileceğini;
hile ve baskılar sonucunda Bayar’ın Demokrat Par- Demokrat Parti’nin de devleti milletle buluşturması ile
tisi beklemediği bir yenilgi almış; meydan mitingle- bu sorunlarının süreç içinde ortadan kalkacağı var-
riyle coşkulu ve heyecanlı bir seçim propagandası sayımına ulaştırır.42
yapan Bayar’ın iktidara karşı eleştirilerini artırmasına
Cumhurbaşkanı olduğu 1950-1960 arası dö-
ve meclis çalışmalarını boykot, somut talepler içeren
nemde Bayar’ın günlük politik tartışmalardan uzak,
basın açıklamaları ve parti içi hizipleri tasfiye ederek
ama zaman zaman kendi kurduğu ve iktidara taşı-
bu süreci aşmaya çalışmıştır.40
dığı parti olan Demokrat Parti’nin yöneticilerini uyar-
Muhalefette Bayar’ın siyasal yaklaşımı ideolo- maktan ve bazen de muhalefete karşı savunmaktan
jik kalıplaşmaktan çok pragmatik biçimde daha çok geri durmaz. Bazı kaynaklar Demokrat Parti Hükü-
ekonomik konulara yoğunlaşarak dönemin olumsuz metinin yönlendirilmesinde ve muhalefete yönelik
ekonomik gelişmelerini eleştirdiği; geniş yığınların, sindirme politikalarında Bayar’ın birinci derecede
özellikle köylü ve işçi kesimlerin, durumlarının iyi- rolü olduğunu vurgularlar.43 Ancak Türk siyasi tari-
leştireceği sözü üzerinden devlet baskısının kaldı- hinde bu dönem için Bayar’ın adı değil de Başbakan
rılacağı; yaptırımların azaltılacağı ve muafiyetlerin Menderes’in adının öne çıktığı düşünülürse Bayar’ın
sağlanacağı vaatleri ana noktalarında toplanır. An- rolünün abartılı olduğu açıktır. Ancak Bayar’ın başta
cak Bayar, demokrasinin tüm koşullarıyla hayata ge- ABD olmak üzere Batı ile ilişkilerde yönlendirici oldu-
çirilmesi, hak ve vazifelerle donanmış hür vatandaşın ğu; gizli komünist faaliyetlere özel dikkat çektiği ve
tanımlanması, seçim ve yasal yoldan milli iradenin hükümeti uyardığı; Atatürk’e karşı yapılan saldırıları
tecellisi ve milli devletin Atatürk inkılaplarıyla aldı- tasvip etmediği ve gerici faaliyetlere prim vermediği
ğı mesafenin toplumsal yönüyle de benimsenmesi noktalarda, Demokrat Parti’nin politikalarına yön ver-
noktalarında Atatürk’ün milliyetçi ve çağdaşlaşma meye çalıştığı ve ciddi uyarılarda bulunduğu görülür.
ülküsü ile buluşur. Atatürk döneminin geride kaldığı
Cumhurbaşkanlığı döneminde Bayar’ın iki politik
ve yeni bir dönemin başladığı söylemlerine itibar et-
tutumu öne çıkar. İlki hür dünyanın önderi olan ABD
mez; Demokrat Parti’nin hedefinin İnönü döneminde
yanlısı dış politikanın Türkiye’nin hayrına olduğu ve
yavaşlayan inkılap hedefinin tekrar canlandırılması
ülkesini ABD gibi gelişmiş ve refah ülkesi yapma ar-
olduğunun altını çizer. Atatürk’ün milli tarih, milli dil,
zusunda şekillenen ABD modeli. İkincisi Sovyet ya-
milli kültür ve milli iktisat görüşlerine sıkı sıkıya sa-
yılmacılığın beşinci kolu olduğuna inandığı Türkiye
hip çıkar; yalnızca çağdaşlaşma yerine Batılı olma
içindeki Komünist faaliyetlere karşı ciddi tedbirlerin
olgusunu koyar. Bunun da Atatürk’ün hedefi olduğu-
alınması gereğine olan inanç.44 Bu politik bakış açı-
nu söylemekten çekinmez. Türk toplumunu bir bütün
sından Türk siyasi literatürüne Türkiye’nin “Küçük
olarak düşünen Bayar, sınıflara, ötekileştirmeye ve
Amerika” olmalı imgesini yerleştirdiği gibi, şahsında
çatışma kültürüne karşı devlet bürokrasisi karşısında
anti-komünist cephe en büyük destekçisini bulur.
güçsüz toplumsal katmanları efendi millet kavramı ile
motive eder. Ona göre 14 Mayıs 1950 Seçimleri ile 1950-1960 arası Demokrat Parti döneminde baş-
gerçekleşen ve seçim sisteminden dolayı Demokrat ta tarım olmak üzere üretim ve hizmet sektörlerinde-

22 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


ki nispi iyileşmenin ve karayolları başta olmak üzere sına dâhil etme mücadelesi olarak savunmuştur. Bazı
ulaşım sektöründe artan iyileşme ve gelişmelerin tarih kitaplarının özgürlük devrimi olarak gördükleri
geniş halk kesiminde, ürününü pazara ulaştırma ve 27 Mayıs’ı hiçbir zaman böyle görmemeyi sürdürmüş
değerlendirmesinin ciddi bir refah artışı getirmesi so- ve 27 Mayıs’ın elebaşısı olarak hep İsmet İnönü’yü
nucu, toplum desteğini elde etmesine ve bunun ka- işaret etmiştir.48 1974’de Anayasa değişikliği sonu-
lıcı olmasına yol açmıştır. Bunun açık göstergesi iki cu, eski cumhurbaşkanı olmasından dolayı, kendi-
seçimde yüzde ellinin üstünde oy almasına; 1957’de sine verilen tabii senatörlük hakkını, halkın seçme-
yapılan dönemin son genel seçiminde de oy kaybı- diği bir makama gelmeyi siyasi anlayışına uymadığı
na uğramasına rağmen yine birinci parti olmasından için reddetmiştir.49 Hem askeri darbeyi hem de onun
anlaşılabilir. Fakat 1955’den sonra değişen dünya anayasasını çeşitli yönleri ile ömrünün sonuna kadar
ekonomik politikalarının yönünün anlaşılamaması ve eleştiren Bayar, aktif siyasette ve siyasal gündemde
iç politikadaki popülist yaklaşımla yapılan devlet har- en uzun süre kalan siyasi ve tarihi bir şahsiyettir. 23
camalarının genel bütçede oluşturduğu açık, kısa va- Ağustos 1986’da öldüğünde 103 yaşındadır.
deli dış borçların çevrilemesinin de getirdiği baskı so-
Celal Bayar’ın siyasal düşüncesinde en önemli
nucu, Türkiye ekonomisinin krize girmesine yol açar.
yer tutan anlayış devlet-millet bütünleşmesidir. Bütün
Dar gelirli kesimlerin hızla yoksullaşmasına; tarım
siyasal tutum ve davranışlarında bu anlayışın izleri-
ürünlerindeki sert fiyat düşüşleri de köylü kesiminin
ni bulmak mümkündür. Ona göre bu birliği sağlayan
sıkıntılarını artırması sonucu genel bir hoşnutsuzluk
en önemli unsurların başında dil ve inanç birliği ge-
ortamı oluşur. Demokrat Parti hükümetini zorlayan
lir. Ona göre Türk’ün düşmanlarının, “dil birliğimizi
ekonomik gelişmelerin varlığına rağmen iktidar aygı-
uydurukça ile; din birliğimizi laiklik mazereti ile; milli
tını elinde tutması ve bunu kendisini eleştiren muha-
birliğimizi Faşizm iftirası ile; kültür birliğimizi Batıcılık,
lif unsurlara karşı kullanma eğilimine girmesi, güncel
ilericilik gayretkeşliği ile; tarih şuurumuzu çarpıtmak,
politik ortamın gerginleşmesine yol açar.45 Demokrat
kötülemek yolu ile; aile ahlakımızı, toplum mesuliye-
Parti hükümetinin sertlik politikasını benimsemesin-
timizi ferdi hürriyet maskesi ile; durmadan bozmaya,
de Bayar’ın birinci derecede rol oynadığı; yönlendir-
yıkmaya, parçalamaya çalışacaklardır!..” Buna asla
diği ve başbakan Menderes’in muhalefetle ilişkileri-
şaşırmayacağımızı ve aldanmayacağımızı vurgular.
ni yumuşatma girişimini engellediği yönlü yorumlar
Kendimize güveni esas alan “Meded yok bize bizden
varsa da bununla ilgili sağlam kanıtlar yoktur. Türk
başka” meselini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmaya-
siyasetinin ciddi bir çatışma ortamına girdiği 1958 ve
rak, her gün bir parça daha güçlü olmamız gerektiği-
sonrasında Bayar’ın cumhurbaşkanlığı ve tarafsızlı-
nin altını çizer. Güçten düştüğümüzde veya sıkıntıya
ğını yitirdiği konusunda ciddi bir tartışma olmaması
düştüğümüzde, “Mondoros Mütarekesinde, Batı’nın;
da bunu doğrular niteliktedir. 46
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’nin;
27 Mayıs 1960’da Türk siyasi tarihinin ikinci de- Kıbrıs Harekâtında Amerika’nın bize nasıl baktığı-
mokrasi deneyiminin bir askeri darbe ile sona ermesi nı unutmamamız gerektiğini siyasal vasiyet olarak
ve sonrasındaki trajik gelişmeler günümüze kadar sunar. Komşumuz Sovyetler Birliği ile ilişkilerimizin
süren politik tartışmalara ve siyasal kamplaşmalara bozulmaması için sorumlu bir devlet adamı olarak
da yataklık etmiştir. Başta Bayar olmak üzere De- üzerinde hiç söz etmediği Türk dünyası için ömrünün
mokrat Parti’nin tüm zinde kuvvetleri askeri darbe- son günlerinde açıkça konuşmaya ve dünyanın her
nin acımasız ve kindar uygulamalarından nasibini gün yeniden kurulduğu düsturundan hareketle Türk
almıştır. Tarihimizde Yassı Ada duruşmaları olarak birliği özlemini dile getirir. Sovyetler Birliği içinde dini,
geçen Demokrat Parti yöneticilerinin yargılandığı bu dili ve kültürü bir ırkdaşlarımız olduğunu ve bir gün
duruşmalarda yetmiş yedi yaşında olan ve idamla bunlarla bir araya geleceğimize inanır ve hazırlıklı
yargılanan Bayar, mahkeme sürecinde askeri dar- olmamızı salık verir.50
beye; onun hukukuna direnen ve karşı çıkan hemen
Bayar, siyasete ara verdiği çeşitli dönemlerde,
hemen tek istisnadır.47 Türk hukuk tarihinin derin yara
Milli Mücadele döneminden başlayarak Türk siyasi
aldığı bu yargılamalar sonunda ömür boyu hapse
tarihinin birçok dönemine ışık tutacak telif ve röpor-
mahkûm edilen Bayar, Kayseri Cezaevi’nden rahat-
taj nitelikli birçok hatıra-tarih eseri bırakmıştır. Ben-
sızlığı sonucu 1964 yılında salıverilir. Bundan sonra
de Yazdım, Atatürk’ten Hatıralar, Başvekilim Adnan
merkez sağ politik odaklardan biri olarak uzun süre
Menderes, Bir Darbenin Anatomisi ve Atatürk’ün
kamuoyunda adı sık sık duyulan Bayar, aktif politika-
Metodoloji ve Günümüz başta olmak üzere bu çalış-
ya dönmemiş; akil bir siyasetçi olarak 1970’lerin or-
malarda Milli Mücadele’ye, Atatürk’e, Demokrat Parti
tasına kadar siyasal demeçler vermeyi sürdürmüştür.
dönemine, 27 Mayıs askeri darbesine ve Atatürk-
1946’da başladığı liberal demokratik mücadelesini
çülüğe kendi yorumunu katarak, gelecek kuşaklara
Atatürk Türkiye’sini çağdaş uygarlığa ve Batı dünya-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 23


önemli bir tarihi miras bırakmıştır. 14 Utkan Kocatürk, “Celal Bayar’la Bir Konuşma”, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt:II, Sayı:5(Mart 1986), s.
Bayar’ın yaşam öyküsü ve siyasal kimliği, çağdaş 341.
Türk siyasal düşünce ve hareketinin sivil, demokra- 15 İsmet İnönü, Hatıralar, (Yayına Haz. :Sabahattin Se-
lek), Bilgi Yayınevi, Ankara, 2006, s.216.
tik, liberal ve laik yüzünün milli ve halkçı çizgide nasıl
16 Bozdağ, age, s.34 vd.
bütünleştiğinin de ipuçlarını üretir. Bir başka ifade ile 17 Tural, age, ss.111 vd.
Bayar’ın yaşam öyküsünün tarih önündeki yüzü ve 18 Ulutan, agm, s. 305 vd.; Tural, s.108 vd.
siyasal çizgisi aslında Atatürkçü düşünce ve eylemin 19 Celal Bayar, Atatürk’ün Metodolojisi ve Günümüz.
20 Ulutan, agm, s.293-294; Tural, age, s. 124; Şenşekerci,
ütopik ufuklardan ve sapkın, müfrit ve art niyetli emel-
age, ss.140144;
lerden sıyrılıp somut tarihsel gerçeklik içinde milliyet- 21 Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, 2. baskı, İs-
çi, halkçı, laik ve demokratik yapıya büründüğünü ve tanbul: Afa Yayıncılık, 1996, s.90.
olması gereken yeri bulduğunun ispatıdır. Bayar’ın si- 22 Şenşekerci, age, ss. 134 vd.; Bora, agm, s.548.
23 Bozdağ, agm, s.330.
yasal düşüncesinde ideolojik kalıplara dökülebilecek
24 Tural, age, ss.139 vd.; Şenşekerci, ss.140 vd.
sistematik bir yapı bulmak zordur. Ancak Atatürk’ün 25 Tural, age, s. 133; Bozdağ, age, s.62-63.
düşünce yapısı içinden çıkarılabilecek ve reel politik 26 Celal Bayar, Şark Raporu, 2. Basım, İstanbul: Kaynak
uygulamalarla anlamlandırılabilecek bir bütünlükçü Yayınları, 2009, ss. 63 vd.
27 Tural, age, ss.155 vd.; Nurşen Mazıcı, Celal Bayar,
dünya görüşü arandığında Bayar, Türk milliyetçiliği Başbakanlık Dönemi(1937-1939), İstanbul: Der Yayın-
ve çağdaşlaşmacılığı içinde özgün bir yere sahiptir. ları, 1994, ss.55 vd.
Bayar’ın siyasal düşüncesinde, Atatürk gibi, siyasal, 28 Mehmed Kemal, Celal Bayar Efsanesi ve Raftaki De-
sosyal, ekonomik ve kültürel olarak Türk milletini en mokrasi, İstanbul: ABeCe Yayınları, 1980, ss.72-74.
29 Bora, agm, s.549.
yetkin ve en üstün noktaya çıkarma hedefi esastır. 30 Bozdağ, age, s. 87.
______________________________________________ 31 Bayar, Atatürk’ün Metodolojisi ve Günümüz, s.63
Yrd. Doç. Dr., Celal Bayar Üniversitesi Demirci Eğitim 32 Ahmet Kabaklı, “Celal Bayar Üzerine Bazı Dikkatler”,
Fakültesi 100. Yaşında Celal Bayar’a Armağan, Tercüman Gaze-
1 Erkan Şenşekerci; Türk Devriminde Celal Bayar, Afa tesi Yayını, İstanbul, 1982, s.113
Basım Yayım, İstanbul, 2000, ss.21-23. 33 Şenşekerci, age, s.169.
2 İsmet Bozdağ, Bilinmeyen Yönleriyle Celal Bayar, Emre 34 Varlık Vergisini eleştirmesi ve Nazi taraftarlığını ret için
Yayınları, İstanbul, 2005, s. 11. Bozdağ, age, ss.104-106; Cemil Koçak, Türkiye’de Mil-
3 Şenşekerci, age, s.27 vd. li Şef Dönemi(1938-1945), İstanbul: İletişim Yayınları,
4 Örneğin Cemal Kutay, “Üç Devirdeki Gerçek Yer !”, 100. 1996, II. Cilt, ss. 341, 349; Bütçe görüşmelerindeki red
Yaşında Celal Bayar’a Armağan, Tercüman Gazetesi oyu ve Toprak Kanunu için Metin Toker, Tek Partiden
Yayını, İstanbul, 1982, s.141; Nurşen Mazıcı, Belgeler- Çok Partiye(1944-1950), 4. Baskı, Ankara: Bilgi Yayıne-
le Atatürk Döneminde Muhalefet(1919-1926), Dilmen vi, 1998, ss.29-30 ve 58-63.
Yayınevi, 1984, s.136. 35 Takrir metni için Bozdağ, age, ss.181-184; Cem Eroğul,
5 Celal Bayar, Atatürk’ün Metodolojisi ve Günümüz, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, 3. Baskı, Ankara:
(Araştırma ve Derleme: İsmet Bozdağ), Kervan Yayın- İmge Yayınevi, 1998, ss.30-31;
ları, İstanbul, 1978, s.32 vd. 36 Eroğul, ss. 31-34.
6 Tanıl Bora, “Celal Bayar”, Modern Türkiye’de Siyasi 37 Toker, age, s.80; Şenşekerci, age, s.191.
Düşünce- Kemalizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, 38 Bozdağ, age, s.136.
Cilt:2, s.546.
39 Şenşekerci, age, s.195.
7 Celal Bayar, Bende Yazdım, Baha Matbaası, 1967,
40 Eroğul, age, ss.36 vd.
Cilt:5, s. 1552 vd.; Burhan Ulutan, “Celal Bayar’ın Eko-
41 Bayar, Atatürk’ün Metodolojisi ve Günümüz, ss.59-62;
nomi Politikası ve Uygulamaları”, 100. Yaşında Celal
Bozdağ, agm, ss.367-368.
Bayar’a Armağan, Tercüman Gazetesi Yayını, İstanbul,
42 Bozdağ, age, ss. 116 vd.; Bora, agm,, ss. 550 vd.;
1982, ss. 279-281; Şenşekerci, age, ss.35-43.
43 Şenşekerci, age, ss.229 vd.
8 Bayar, Bende Yazdım, Cilt:5, s.1550 vd. ; Behçet Uz,
44 Bayar’ın Sovyetler Birliğine ve onun beşinci kolu olan
“Muhterem Celal Bey’i Nerde ve Nasıl Tanıdım”, 100.
Türkiye’deki gizli Komünist faaliyetlere dikkat çeken gö-
Yaşında Celal Bayar’a Armağan, Tercüman Gazetesi
rüşleri için Celal Bayar, Bir Darbenin Anatomisi, Emre
Yayını, İstanbul, 1982, ss. 190-201; M. Akif Tural, Ata-
Yayınları, İstanbul, 1991, ss. 24 vd.; Bora, agm, s.552-
türk Devrinde İktisadi Yapılaşma ve Celal Bayar(1920-
1938), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1987, ss. 553.
37-42; Şenşekerci, ss. 47-49. 45 Eroğul, age, ss.245 vd.
9 Bayar, Bende Yazdım, cilt:5, ss.1550-1552. 46 Şenşekerci, age, 235-239.
10 Bayar, Bende Yazdım, cilt:5, ss. 1604-1627; İsmet 47 Bozdağ, age, ss.163-164.
Bozdağ, “Celal Bayar’ın Hayat Hikayesi”,100. Yaşında 48 “Bence 27 Mayıs, bir ‘fiili durum’dur. Osmanlı’dan kal-
Celal Bayar’a Armağan, Tercüman Gazetesi Yayını, İs- ma, geleneksel yönetimimizdeki ordu-medrese işbirli-
tanbul, 1982, ss.333-334; Şenşekerci, age, ss. 44-47. ğinin, kanun yapma ve yürütme gücüne gücüne karşı
Silahlı direniş konusunda zıt bir görüş için Aydemir, Tek direnişi, müdahalesidir.” Bayar, Bir Darbenin Anatomisi,
Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1964, Cilt:2, 69-70. ss.12-13; 27 Mayıs’ın elebaşçısı İsmet İnönü için aynı
11 Bayar, Ben de Yazdım, Cilt:5, ss.1547-1550. eser, s.94.
12 Bozdağ, agm, s.336; Şenşekerci, s.76. 49 Hadi Hüsman, “Alnı Açık Bir Devlet Adamı”, 100. Yaşın-
13 Aydemir, age, Cilt:2, s.378; Mete Tuncay, Türkiye’de da Celal Bayar’a Armağan, Tercüman Gazetesi Yayını,
Sol Akımlar(1908-1925), Bilgi Yayınevi, Ankara, 1967, İstanbul, 1982, ss. 107-108
s.77. 50 Bayar, Bir Darbenin Anatomisi, ss.102-111.

24 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


CELAL BAYAR - MİLLÎ MÜCADELEDE
SİLAHLI DİRENİŞİN BİR DÖNÜM
NOKTASI

EMİNE GÜRSOY NASKALİ*

C
elal Bayar’ın, Saruhan milletvekili olarak Menteşe havalisi [yöresi] Kuvayi Millîye Kumandanı
son Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda, 13 Demirci Mehmed Efe tarafından gönderilmiştir.
Mart 1920 tarihinde yaptığı konuşma, İstik-
Mahmud Celâl Bey2 (Saruhan)3 söz aldı:
lal Savaşı’nda bir dönüm noktasıdır. Bu konuşmada
Bayar (o zamanki adıyla Mahmut Celal), Ege’de ya- - Reis Bey, zannederim ki, Aydın, Muğla, Denizli,
şanan düşman zulmünü ve feci manzarayı dile geti- Isparta, Burdur, Antalya, Karahisar livaları [vilâyetleri]
riyor, silaha sarılmak gerektiğini yoksa bir hiç oluna- ve mülhakatından [bağlı olan yerlerinden] milletin
cağını söylüyor ve Meclis’te had safhada heyecana hukuk ve istiklâlini müdafaaya [savunmaya] azim [ni-
sebep oluyor. Bu konuşma, hem kurtuluş hem işgal yetli] olduğunu bildiren ve heyeti merkeziye namına
kuvvetleri cephesinde olayları birden süratlendiriyor: gönderilen bir telgraf vardır. Diğerleriyle kül [bütün]
16 Mart 1920 sabahı İstanbul resmen işgal ediliyor, teşkil eder. Heyeti umumiyesinin okunmasını ve bu
bazı mebuslar tevkif edilip Malta’ya sürülüyor, işgal millî hareket üzerine müzakere açılmasını taleb edi-
kuvvetleri silah ve 8 cm’den uzun bıçak taşıyanları yorum.
idam cezasına çarptıracağını açıklıyor, 18 Mart 1920
Reis Celâleddin Arif Bey (Erzurum) - Efendim,
günü Meclisi Mebusan artık iş yapamayacağını anla-
ekseriyet [oy çokluğu] vardır. Celseyi açıyorum. Zaptı
yarak toplantıları müsait gün gelinceye kadar ertele-
sabık [eski kayıtlar] kıraat olunacaktır [okunacaktır].
me kararı alıyor, bu arada millî hükümetin ve ordunun
Ondan sonra zatı âlinizin teklifini reye arz edeceğim.
kurulması çabaları aciliyet kazanıyor ve nihayet 23
(Kâtip Hüsrev Bey - Trabzon - zabıt hulâsasını [öze-
Nisan 1920’de Ankara’da Meclis’in kurulması temin
tini] okuyor) .
edilmiş oluyor.1
Celâl Bey (Saruhan) - Reis Beyefendi; maru-
Osmanlı Meclisi Mebusanı’ndaki konuşmanın za-
zatım [söyleyeceğim] var. Ruznamemizde [günde-
bıtlara geçen metni şöyledir:
mimizde] encümenlere havale edilecek ve birinci
Osmanlı Meclisi Mebusanı dördüncü intihap [se- müzakeresi yapılacak maddeler var. Halbuki, evrakı
çim] devresi toplantı. 13 Mart 1336 (1920) Cumarte- vâride [başka dairelerden gelen evrak] meyanında
si, saat: 2. 30. [arasında] bulunan yukarıdaki üç telgraf, memleketin
karşısında bulunduğu feci vaziyeti hulâsa etmektedir
Reis Erzurum Mebusu Celâleddin Arif Bey -
[özetlemektedir]. Meclisi Âlinin, bu mevzuu kemali
Ruznamede [gündemde], gelen evrak arasında iki
cesaretle [cesaretin son haddinde] ele alarak, mille-
protesto telgrafı var: (Bunlar okunuyor) .
tin kararı kat’isini [kesin kararını] cihana ilân etmek,
“Yunan kuvvetlerinin Salihli’ye takarrübü [yaklaş- vazifei vataniyesi [vatan görevi] karşısındayız. Bu
ması] üzerine dûçârı muhâceret [göçe uğramış] olan kararımızı…
ahalinin [halkın] ahvalini [durumunu] müş’ir [bildiren]
Sağdan bir ses - Neye istinad ederek [dayana-
ve Yunan askeri tarafından icra edilmekte olan [ya-
rak]?
pılan] mezalimden [zulümlerden] dolayı protestoyu
mutazammin [içine alan] Salihli Müdafaai Hukuk Celâl Bey (Saruhan) - Devamla - Millete istinad
Reisi Zahit imzalı telgraf”ı, ikinci telgraf da Aydın ve ederek [dayanarak] efendim. Bu kararımızı cihana

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 25


lecek nesil] için müspet [olumlu] bir numune teşkil
edemeyecek alâkasızlığın ve bilhassa hükümetin
lâkaydisinin [ilgisizliğinin] insanlık ve vatan borcumuz
olan hassasiyete intikali [geçmesi] için faciaların ve
hakikatlerin bütün çıplaklığı ile önce bizim, sonra ci-
hanın ibretine arzı zaruridir. Binaenaleyh [bundan do-
layı] felâketzede bir vatan parçasının muhatabı olan
ve devam eden fecayii [musibeti], dinlemek âtıfetini
[teveccühünü] göstermesini mebus arkadaşlarımdan
rica ederim. (Ne demek?. Elbette, hay hay sesleri...)
İsmail Fâzıl Paşa (Yozgat) - Bravo Celâl Bey.
Reis Celâleddin Arif Bey (Erzurum) - Diğer telg-
rafların okunmasına devam edeceğiz. (Kâtip Hüsrev
Bey - Trabzon - Demirci Efe’den gelen telgrafı okur.)
Tunalı Hilmi Bey (Bolu) - Tarihi nedir?.
Hüsrev Bey (Trabzon) - 5/Mart/1336 [1920]
Celâl Bey (Saruhan) - Reis Beyefendi; müsaade
buyurur musunuz?
Söz istiyorum. Arkadaşlar; enzarı telehhüfünü-
ze [üzüntülü bakışlarınıza] vaz olunan [sevk edilen]
bu telgrafnameler ve bu fecayi [musibet] yeni bir
şey değildir. Bu; tarihi Osmanîde [Osmanlı tarihin-
de]} meş’um [uğursuz] bir surette kaydolunan l5/
Fotoğraflarla Celal Bayar, Başbakanlık Basın-Yayın Mayıs/1335 [1919] tarihinden beri devam etmektedir.
Enformasyon Genel Müdürlüğü
Yunanlılar İzmir’e ayak bastıkları zaman oradaki bi-
ilân etmek ve milletin, istiklâl ve hukukunu teyid et- çare halkı süngülerle mahzen ve bodrum katlarına
mek [destekleme] vecibesi [vazifesi] karşısındayız. doldurarak haysiyet ve şerefi millîyi [millî şerefi] pa-
Bu itibarla telgrafların tercihan okunmasını ve üzer- yimal ettiler [çiğnediler]. İzmir’de, Yunanlıların zulüm
lerinde müzakere açılmasını talep ediyorum. ve taaddisinden [saldırısından] vareste kalmış [kur-
tulmuş] hiçbir mevcut yoktur. Orada, hali sükûnette
Reis Celâleddin Arif Bey (Erzurum) - Arkada- [rahat durumda] yaşayan bu millet fertlerinin huzur
şımız, telgrafların müstaceliyetle [âcil olarak] okun- ve rahat diye bir insanlık hakkı kalmamıştır. Yunan
masını ve üzerlerinde müzakere açılmasını teklif edi- askerleri oraya ayak basar basmaz bütün halkı,
yorlar. Kabul edenler, etmeyenler?. Kabul edilmiştir. kendi kralları namına duaya davet ettiler. Kahraman
Şimdi telgrafları okutuyorum. Efendim (Katip Hüsrev zabitlerimiz, Osmanlı üniforması taşıyan bir zabitin
Bey - Trabzon - telgrafları okur.) ancak kendi devleti için el kaldırıp dua edeceği mer-
Reis Celâleddin Arif Bey (Erzurum) - Meclisi dane [mertçe] cevabını verince şehit ettiler. Velhasıl
Âli ıttılâ [bilgi edindiği] hâsıl eylemiştir [belirmiştir]. [kısacası] efendiler; İzmir’de, Yunanlıların gazabına
Diğerlerini okutacağız efendim. uğramamış hiçbir servet, hiçbir Müslüman ve Türk
mevcudiyeti kalmamıştır. Bunlar orada icrayı adalet
Soldan bir ses - Ne faide [fayda] tasavvur edi- [adaletin yürütülmesi] için veyahut memleketin huzur
yorsunuz [bekliyorsunuz]? ve sükûnetini temin için gelen kuvvayı itilâfiyenin [an-
Celal Bey (Saruhan) - Bunlar vuku bulmakta laşma kuvvetlerinin] gözü önünde yapılıyor. Ve, şunu
olan fecayiin [musibetin] bir zerresidir. Millet, tarihi- Meclisin nazarı dikkatine arz ederim ki, Yunan işgal
mizde misli [benzeri] nâmesbuk [görülmemiş] bir zu- Kumandanı İzmir’e ilk ayak bastığı zaman diyor ki,
lüm ve itisaf [hakkaniyetsizlik] altında inlemekte ve işgalimiz muvakkat [geçici] ve ancak İzmir ve civa-
Türklüğe has olan kahramanlıkla mevcudiyetini mu- rına şamil olmak [içine almak] üzeredir. Benim İzmir
hafazaya azmetmiş bulunmaktadır. Bizler, bu milleti ve civarına şamil [İzmir ve civarını kapsayan] kelime-
temsil iddiasında isek, faciaları sadece dinlemekle sinden anladığım mâna, İzmir ve civarına şamil bir
kalmayıp çaresaz olmak [çare bulma] vazifei vata- kaç köyden ibarettir. Hâlbuki Yunanlılar işgal sahası-
niyesi [vatan vazifesi] karşısındayız. Meclisi Âlinin nı uzattılar. Bir cihetten [taraftan] tâ Nazilli’ye, diğer
manzarai umumiyesi [genel görünümü], fecayie cihetten [taraftan] Akhisar’a kadar gittiler.
[musibete] vakıf [haberli] olduğumuzu göstermeyen Eğer karşılarına müsellâh [silahlı] bir kuvvet
bir sükûnet [sessizlik] arz ediyor. Ensali âtiye [ge- çıkmamış olsaydı, sırf milletin sinesinden nebean

26 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


eden [gelen] o kuvvet, o zalimlerin o cebin [yürek- münferit [tek] vakası değildir. Bütün bir vatan parça-
siz, alçak] zalimlerin karşısına dikilememiş olsaydı, sının duçar olduğu [uğramış olduğu] bimisil [benzer-
Yunanlılar işgal sahasını bir taraftan tâ Eğridir’e, di- siz] mezalimin [zulümlerin] yürekler parçalayan safa-
ğer taraftan Bandırma’ya kadar temdit edeceklerdi hatından [safhalarından] bir tanedir.
[sürdüreceklerdi]. Buna ait vesika ve delaili [delilleri]
Ali Şükrü Bey (Trabzon) - Bu işleri yapanlar piş-
huzuru âlinize [yüce huzurunuza] arz etmeğe hazır
daran-ı medeniyet [medeniyetin öncüsü]…
vaziyetteyim.
Celâl Nuri Bey (Gelibolu) - Engizisyon mezalimi
Tunalı Hilmi Bey (Bolu) - Yaşasın kahramanlar,
[zulümü] azdır.
yaşasın zeybekler.
Celâl Bey (Saruhan) - Devamla - Bugün İzmir
Celâl Bey (Saruhan) - Devamla - Fakat müs-
ve havalisinden [civarından] sırf Yunanlıların zulmü
tevli [istilâcılar] dâhile [içeriye] doğru gittiği zaman
yüzünden firar eden halkın sayısı yüz bindir. Bu ra-
İzmir’de bütün insaniyetin muvacehesinde [karşı-
kamı bir şifrrond olarak arz etmiyorum. Altmış bin kişi
sında] yaptıkları zulüm ve fecayii [musibeti] serbest
yalnız Aydın ve havalisinden firar etmiştir. Kırk bin
kaldıkları, yani hiçbir kontrole tabi olmadıkları zaman
kişi de, Bergama, Menemen, Manisa civarından ta-
nasıl icra ettiklerini Meclisin bir lâhza [an] tasavvur
addi [saldırı] ve zulüm sebebiyle kaçmışlardır. Bunlar
etmesini [zihninden geçirmesini], düşünmesini arzu
daha çok müdafaasız kimsesiz, sakat ve alil [hasta]
ederim.
Türklerdir. Yerlerinden ayrılanlardan kaç bini yollar-
Aydın saha ve civarında, kırk tane Türk köyü- da, duçarı taarruz olarak [saldırıya uğramış olarak]
nü yaktılar. Kazalar halkını rehine olarak yollara terki hayat etmişlerdir [ölmüşlerdir]? Bu meçhuldür.
dökerken şehit ettiler. Bizzat şahidiyim, efendiler. Bizim tespit edebildiğimiz, yuvalarını terke mecbur
Kermencik’ten altmış kişiyi bağladılar, Aydın’a esir edilenlerin büyük kısmının mahvolduğunu gösteriyor.
şeklinde götürürken kırkını, Karapınar istasyonun- Dağ yamaçlarına, iç taraflara sığınabilenler kurtul-
da kurşuna dizdiler. On vatandaşımızı, yarı hayatta, muşlardır. 0 kadar... Onları da mevsimin şiddeti, kış
kanlar içinde, bir kuyuya attılar. Sonuncu on kişiyi âfeti öldürmüştür. Bu kürsüden, medeniyet mümes-
de, şekli kurtarmak, hepsini imha ettiler dedirtmemek sili [temsilcisi] olduklarını ilan eden canilerin yüzüne
için, Aydın’a getirerek hapsettiler. milletimiz namına haykırmak vazifesi karşısındayız.
Bir tarih hâtırası olan bu güzel şehri, canavarca Ali Şükrü Bey (Trabzon) - Lânet böyle medeni-
yaktılar. Hayvan sürülerini, yiyecekleri, halkın kendi yete...
vasıtalarına yüklettirip, kırbaçlar altında adalara ta-
Tunalı Hilmi Bey (Bolu) - Onların medeniyetine
şıttılar. Bu hizmetlerinde kullandıkları bedbahtları,
ihtiyacımız yoktur. Biz medeniyiz.
denizlerde boğdular.
Celâl Bey (Saruhan) - Devamla - Efendiler; bü-
Abdullah Azmi Efendi (Eskişehir) - Vahşet...
tün erbabı vicdanı [vicdan sahiplerini] Türk olsun,
Celâl Bey (Saruhan) - Devamla - Efendiler; gaip olmasın, İslâm olsun olmasın, bütün erbabı vicdanı
[yok] olan memleketin sadece maddî serveti olsay- [vicdan sahiplerini] yaralayan bu mezalim [zulümler]
dı, bir teselli unsuru bulur, mazur görmeğe çalışırdık. ve fecayii [musibet], nihayet müttefik [anlaşma] mer-
Fakat mukaddesatımıza da [kutsal olan şeylere de] kezlerine kadar anlatılabildi ve mahallinde tetkik ve
tecavüz ettiler. Ben Aydın’a girdiğim zaman o güzel tahkik [araştırma] için heyet geldi. Bütün tarafgirane
şehrin dörtte üçünün yanmış olduğunu gördüm. Kırk [taraflı] gayretlere rağmen ve fecaiyi [musibeti] kü-
bin nüfusu çil yavrusu gibi dağılmış, yollarda se- çültmek gayretlerine rağmen…
fil olmuş, tecavüze uğramış, öldürülmüştü. Sefil ve
Muhtar Bey (Edirne) - Asabiyete kapılmayalım,
bedbaht [tâlihsiz] kafileler melce [sığınacak yer] arı-
ispat edeceğimiz hâdiselerden bahsedelim.
yorlardı. Gidemeyenler, namusları payiman edilmiş
[çiğnenmiş], erkekleri öldürülmüş kadınlar ve çocuk- Celâl Bey (Saruhan) - Devamla - Bendeniz bu
lardı. Bir sokak başında iki yaşlı kadını, yangından fecayii [musibeti] bizzat müşahade ettim [gözlerim-
çıkarılmış, bir genç kadın cesedi üzerinde eğilmiş, le gördüm]. Bedbaht [talihsiz] bir vatan parçasının
hıçkırırken gördüm. Yanlarına yaklaştım, sordum. mümessili [temsilcisi] olarak hakikatlerden bahsedi-
Göz yaşları içinde birisi şu cevabı verdi: yorum ve Meclisi Âlinin, bu fecayiden [musibetten]
dilhûn olarak [içi kan ağlayarak] hükümetten tedabiri
“- Bu, benim kızımdır. Evvelâ namusunu berbat
kat’iye [kesin tedbirler] talep edeceğine kani [inan-
ettiler, sonra şu yanan evin içine atıp yaktılar. Ölü-
mış] olarak arz ediyorum. Zatı Âliniz de arzu buyu-
sünü ellerinde bırakmamak istediğimiz için, başında
rursanız, ihtiyarı zahmet eder [zahmete katlanır], gö-
bekliyoruz. Bari bizi de öldürseler de kurtulsak. ”
rürsünüz. (Bravo, elbette sadaları.)
Bu manzara; arkadaşlar, binler ve on binlerce
Reis Celâleddin Arif Bey (Erzurum) - Meclisi
benzerinden bir tekidir. Bu, bir zalimin, bir rezilin
Âli, ıstırabatı [acıları] memlekete tercüman olan be-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 27


yanatı alâka ile dinlemektedir. Devam buyurunuz. millîmizin [millî davamızın] ne kadar insanî olduğunu
ispat sadedinde, bunların dünyanın vicdanına arzı
Celâl Bey (Saruhan) - Devamla - Avrupadan ge-
değil miydi? Hükümet bu vazifeyi neden yapmamış-
len tahkik heyeti Yunanlıların bilâsebep [sebepsiz]
tır?
işgal sahasını genişlettiğini ve işgal ettikleri sahada
bir ehli salip [Haçlı] muharebesi yaptığını tespit etti. Hacı Tevfik Efendi (Çankırı) - Vaziyeti hazıranın
Bu rapor, hepimizce malûmdur. Sulh konferansında [yerleşik durumun] nezaketini düşünmüş olacak.
müzakere edilen bu rapor hakkında ecnebi ajanların
Celâl Bey (Saruhan) - Devamla - Vaziyeti hazı-
verdiği haberler doğru ve sahih ise, Yunanlılar bu fe-
ranın namuslu insanlara tahmil ettiği [yüklediği] tek
cayiin [musibetin] tekrarlanmayacağı bahsinde temi-
vazife, bu faciaların her ne bahasına olursa olsun
nat vermişlerdir. Biz de, her şeyden önce, âlemi insa-
önüne geçmektir. Onlara mâni olmaktır. Evvelâ, kı-
niyet için bunu temenni ederiz. Sulh konferansındaki
zıl, kara, ne nam altında olursa olsun, bu vesikalar
devletler de, bu temenni ile iktifa ettiler [yetindiler].
neşredilmeliydi [duyurulmalıydı]. Çünkü bir taraftan
Fakat efendiler, biz facialara ve zulme muhatab olan
memleketimizin diğer aksamındaki [bölümündeki]
millet sıfatıyla, elbet kuru bir temenni ile kalamayız.
halkımız, bu vatan mıntıkasındaki fecayiden olduğu
Nitekim, bu temenniye rağmen okunan telgraflar da
gibi haberdar olmalıydı. Ve sonra, Avrupa ve bütün
gösteriyor ki, işgal sahasında el’an [hâlâ] mezalim
medenî âlemin, hadise üzerine dikkatini celbetmek
[zulümler] icra ediliyor. Oralarda el’an [hâlâ] Türk’ün
[çekmek] iktiza ederdi [gerekirdi]. Facialar, mutlak
hâkimiyet ve istiklâline tecavüz ediliyor.
sükûtla karşılaştığı gibi, bunlar yetmiyormuş gibi, bir
Hacı Tevfik Efendi (Çankırı) - Sulh Meclisi Âlisi de mezalimin devamı için, Yunanı kolundan tuttular
utansın. ve ileri doğru yürütmeye başladılar. O da efendiler,
General Milen’in koludur. Bu kol, Türk vicdanî milîsini
Celâl Bey (Saruhan) - Devamla - Bizim son aldı-
[millî vicdanını] kırmak için oynuyor. Milen adı verilen
ğımız hususî malûmata nazaran, Urla’dan tâ İzmir’e
nazarî bir hat, vatanın bir kısmını düşman işgaline
kadar altmış kilometrelik bir saha dâhilinde bugün
terk ederek, öylesine tertip ve tanzim edilmiştir ki; sırf
bir tek Türk yoktur ki, işine gidebilsin. Sonra efendim
şeref ve istiklâli millîsini [millî istiklâlini] müdafaa için
İzmir’den Torbalı’ya kadar kırk kilometrelik bir saha
canını dişine takarak çalışan bir avuç kahramanı âciz
dâhilinde Türklere ait hiçbir suretle mal ve can em-
bırakmak için, yüz binlerce masum halkın sefaletine,
niyeti kalmamıştır. Hepsi gasbedilmiş, halkın geçim
mahvına sebep oluyor.
vasıtaları çalınmış, zorla Yunanistan’a sevk edilmiş-
tir. Bunların da kazasının Kaymakamı olduğu halde Ali Şükrü Bey (Trabzon) - Bu facialardan biz
bin iki yüz kişiyi öldürdüler. Cinayetlerini örtmek için dahi haberdar değiliz.
de bunları, çukurlar kazarak gömdüler. İtiraf etmelidir
Celâl Bey (Saruhan) - Devamla - Hâlbuki hükü-
ki, ika edilen [yapılan] vahşet, hiçbir tarih devrinde bu
metin bütün olup bitenlerden malûmatı [haberi] vardır.
kadar soğukkanlı ve âlemi medeniyetin önünde bu
Ege müdafaa cephelerini kuran bir avuç kahraman,
kadar küstahça işlenmemiştir. Faciayı, İtalyan mü-
İzmir’in işgalinden başlayarak, devamlı şekilde artan
messili gelmiş, görmüştür. Kendisi birçok cesetleri
müdafaa hatlarıyla, Yunanlıların vatanın bağrına in-
topraktan çıkararak fotoğraflarını almıştır. Bu engi-
melerine meydan vermiyorlar, yapılan zulümlerden
zisyon zulümlerine ait vesikalar, enzarı medeniyete
de, İstanbul’u haberdar ediyorlardı. Yalnız hükümet
[medeniyetin gözü önüne] arz edildi. Cihan matbu-
kendisine gelen malûmatı [haberi] Meclise arz etmi-
atına [dünya gazetelerine] intikal etti [geçti]. Avrupa
yor. Hâdise çıkmasından korkuyordu. Hükümetin her
bu himmetler sayesinde caniyi kulağından tuttu ve
şeyden haberdar olduğuna kaniim. Bu hakikate dair
kâinata gösterdi. Fakat
elimizde vesikalar vardır. Facialar, tarihî, mahallî,
Tunalı Hilmi Bey (Bolu) - Lânet… Yazıklar ol- korkunç neticeleriyle tâyin ve tespit edilmiştir. Fakat
sun… bunlar dosyalarda uyuyor. Efendiler; şimdi sizlerin
huzurunuzda, hükümetten ve milletten şedit [şiddet-
Celâl Bey (Saruhan) - Devamla- Bundan sonra-
li] tedbirler ittihazını [başvurmasını] rica ediyorum ve
sı ne olacaktır? Ben milletimizin mevcudiyetini tehdit
ancak o zamandır ki, efendiler oradaki bedbaht Türk-
eden bu hal karşısında, Meclisten bir seda çıktığını
ler, masum insanlara ve namusunu, ırzını, istiklâlini
görmek isterdim. Ve ancak bugündür ki, böyle bir te-
korumak cehdinde [gayretinde], onlar için bir ümidi
selliye, şerefe nail olabildim.
teselli [teselli ümidi] temin etmiş oluruz. Aksi taktirde,
- Efendiler… Hükümetin ne yaptığını sormak la- bizim de efendiler, hiç olduğumuz anlaşılacaktır.
zımdır. Hükümet ne yapıyor? Elimizde icra edilen fa-
İsmail Kemal Bey (Çorum) - Vicdanını satanlar
ciaları zaman ve mekân halinde tespit eden vesikalar
bunu duysun ve düşünsün…
vardır. Hatta acıdır amma söylemek lazımdır, defter-
leri yapılmıştır. Bütün bu müspet vesikalar, hüküme- Celal Bayar bu konuşmayı yaptıktan sonra Mec-
tin dosyaları içinde uyuyor. Yapılacak ilk iş, davayı lisi Mebusan’ın bulunduğu Fındıklı’da sokağa çıktı-

28 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


ğında bir ahbabına rastlıyor. Ahbabı Bayar’a o gün olarak Alaşehir ve havalisine iltica ederek muvave-
Meclis’te ne olduğunu soruyor, Bayar da nasıl olsa netten mahrum, sefaletle ve açlıkla pençeleşmekte
o gün Meclis’te olanları ertesi günü gazeteler yaza- ve ezilmektedirler. Yunanlıların Bozdağ silsilesi üze-
cak, olayları gazeteden okur diye, pek bir şey olma- rinden Salihliye tekarrüb etmeleri sebebiyle Salihli
dı diyerek yoluna devam ediyor. Ancak, Meclis’teki ve civarının yirmi bini mütecaviz halkı, varı yoğunu,
o günkü tarihî konuşma gazetelerde çıkmıyor çünkü eşya, saadet, refahını terkederek Yunan zulüm ve
Celal Bayar’ın konuşması sansüre uğruyor, Bayar’ın şenaatlerinden azade ve uzak kalmak emeliyle hic-
konuştuğu birinci celse metni 10-15 cm boş sütun rete başlamışlardır. Alaşehir ve Uşak, vicdanı beşe-
bırakılıyor, sadece zararsız görülen ikinci celse ya- riyeti lerzedarı hicab eden, kıyametnüma felaket erz
yımlanıyor. eden muhacirlerle dolup boşalmıştır. Salihli, Alaşehir
ve Uşak’a müntehi olan yollar dört günden beri pe-
1920’de Celal Bayar 36 yaşındadır. Osmanlı
rişan, aç ve sefil kafilelerin güzarişi hicredekarı ile
Meclisi Mebusanı dördüncü devresine seçilmeden
meşbudur.
önce Ege’nin efeleriyle tek tek görüşerek, Ege’de
Millî Mücadele hareketini teşkilatlandırmıştı. Dağınık Mukadderatımızın sulh konferansınca tekarrür
hareket eden efeler Millî Mücadele etrafında birleş- etmek üzere bulunduğu bir zamanda, bizleri dağdarı
mişti. Celal Bayar bu işe başlarken kendisine bir efe faciat eyleyen Yunan cinayet ve vahşetlerinin hâlâ
kıyafeti almış, tanınmayayım, takibe uğramayayım, devamına meydan verilmesi on aydan beri hicran ve
efelerin arasına rahatlıkla karışayım diye. O sırada ıstırapla perişan olan bedbaht felaketleri tezauf ve
kendisi Bursa’da bir bankada çalışıyordu, yani teni gaddar hareketleri icap edenler nezdinde protesto ve
güneş görmemiş, yanık değil. Nasıl böyle efe olur? hududı tehammülü aşan bu ıstırap ve felaketlerden
Baldırları güneş yüzü görmeden? Bakmış, teni yanık tahlisimiz esbabının istikmal buyurulmasını istirham
olmadığı için efeliği kuşku uyandırıyor. Bunun üzeri- ederiz.
ne Tire pazarından bir hoca cübbesi almış, sarık ve
Salihli Müdafaayi Hukuk Reisi Zahid. ”
çarık tekmil. Bu kıyafetle Galip Hoca olmuş. Galip
adını almasının sebebi de, mektepteki hocasının adı ***
Galip’miş, ama asıl, içindeki umut: İçindeki umut mü-
2. Aydın ve Menteşe havalisi Kuvvayı Millîye Ku-
cadelemizin galibiyetle sonuçlanmasıymış.
mandanı Demirci Efe’nin telegrafı:
13 Mart 1920 günü Meclisi Mebusan’da okunan
“Meclisi Mebusan Riyasetine:
iki telgrafın çekilmesinde Bayar’ın rolü olduğu, hatta
Demirci Efe imzasıyla gönderilen telgrafın metninin Tarafı hükümetten vaki olan tebligatla Yunan-
bizzat Bayar tarafından kaleme alındığı bilinmektedir. lılar da dâhil olduğu üzere İtilaf kuvvetlerine karşı
tecavüzkâr harekatta bulunulmaması bildirilmişti.
Telegrafların metni şöyledir:
Daha dün Yunanlılar Bozdağ-Kadus cephelerinden
1. Salihli Müdafaayi Hukuk Reisi Zahid Beyin te- ansızın taarruz etti. Düşman cephe gerisinde ve mü-
legrafı: dafaadan aciz köyler halkı dağlara kaçtı. Resmî Yu-
nan askerleri kadınları öldürdü. Bu hal elyevm elimi-
“Meclisi Mebusan Riyasetine:
ze esir düşen Yunan askerlerinin itirafiyle de sabittir.
2 Mart 336 tarihinde Ödemiş cephesinde Kuvvayı İtilaf hükümetleriyle tarafı hükümetten medeni olduğu
Millîye ile başladıkları taarruzlara sahne olan Bozdağ söylenen bu kuvvetlerin bizlere neden hücum ettikle-
silsilesi üzerindeki Söğütalan, Başalanı, Birge dere- rinin ve ellerimiz kollarımız bağlı olarak bizi düşmana
si, Tabakova, Halkapınar, Gölcük, Bağazardı, Cansu, teslim etmek mahiyetinde olan bu tebligatın neden
Batanköy yaylalarına, Ödemiş ovasının her tarafın- ileri geldiğinin yahut kimlerin arzusu ve tazyikiyle ya-
dan Yunan zulüm ve itisafının sevkiyle iltica eden pıldığının istizahı ve acilen bu mantıksızlık hakkında
ve on iki aydan beri hayatı bedbahtî içinde burada malumat itsasını kemali ehemmiyetle rica ederim.
barınan binlerce muhacirin, yeniden çırılçıplak mu-
5 Mart 336
hacerete mecbur edilmişlerdir. Bozdağ, Teke, Ordı-
cak, Gölcük köyleri tamamen ihrak edilmiştir. Hicrete Aydın ve Menteşe havalisi Kuvvayı Millîye Ku-
takati olmayan aceze ve zavallılar, bir taraftan kurşun mandanı Demirci Efe”
ve gülle yağmurları altında diğer taraftan ika edilen ______________________________________________
yangınlar içinde itlaf edilmişlerdir. Ardıcak yaylasında * Prof. Dr., Marmara Üniversitesi
esnay-ı hicrette Yunan askerleri tarafından yakala- 1 M. Faruk Gürtunca, kitabına bu sebeple “23 Nisanı Hız-
landıran Türk (Saruhan Meb’usu Mahmut Celâl Bey)”
nan yüzlerce kadın, çoluk çocuk, genç ve ihtiyardan adını veriyor. M. Faruk Gürtunca, 23 Nisanı Hızlandıran
mürekkep masum ve bedbaht bir kafile, düşmanın, Türk (Saruhan Meb’usu Mahmut Celâl Bey), Tan Mat-
gaddar süngülerinin müntakim savletleriyle terki ha- baası, İstanbul, 1956.
yat etmişlerdir. Miktarları dört binden fazla olan Öde- 2 Celâl Bayar.
miş havalisinin bu zavallı felaketzedeleri, ikinci defa 3 Saruhan, Osmanlı hükümeti zamanında İzmir vilayetine
verilen isimdi.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 29


TARTIŞILAN YÖNLERİYLE
İSMET İNÖNÜ DÖNEMİ (1938-1950)

ALİ ATA YİĞİT*

C
umhuriyet tarihine yönelik araştırmalar gi- ları Osmanlı Devleti’nin en buhranlı zamanlarında
derek artmaktadır. Bu artışın arkasında geçti. Onun gibi 19. yüzyılın son çeyreğinde doğan
akademik gelişmeler kadar, toplumun ço- Osmanlı aydınları, memleketi kurtarmak, savaşların
ğunluğu için yakın dönem tarihin ilgi çekici olmasının felakete sürüklediği yoksul milleti selamete kavuş-
da payı büyüktür. Çünkü aile büyüklerinden intikal turmak arzusuyla büyüdüler. Hiç şüphesiz askerî
eden ve canlılığını koruyan hatıralar, dinî veya siyasi yönü ağır basan bir devletin askerî öğrencileri daha
sebeplerle devam eden mensubiyet şuuru ve duy- çok mesuliyet duygusuna sahip oldular. Bu durum
gusal bağlar, bu ilginin temel kaynağı olmaktadır. Bu ordunun siyasete müdahil olmasını kolaylaştıran,
durum tarihî şahsiyetlerin bazıları için fevkalbeşer hatta meşrulaştıran en önemli karinesidir. Nitekim
veya cennetmekân, diğerleri için şeytan derekesin- Yeni Osmanlılardan İttihat ve Terakki’ye intikal eden
de görülmesine yol açmaktadır. Böylesi bir algılama- kanunuesasî ülküsü, ordunun en çok mektepli olan-
nın en önemli mahzuru ise, hakikati ifade etme kay- ları arasında taraftar buldu. İnönü, Erkânıharbiye
gısı taşımayan, sadece ticari veya ideolojik amaçla Mektebi’nden mezun olduktan sonra bu cemiyete
yazılan yayınların çoğalması ve kaynak kabul edil- katıldı.
mesidir. Başka bir deyişle bilgi kirliliği giderek art-
İnönü, Balkan Savaşlarından evvel Edirne’de
maktadır. Ancak bizim için yakın olan tarih, gelecek
görev yaptı. Manastır, Yanya, Preveze, Arta ve
nesiller için uzak bir dönem olduğunda, muhtemeldir
Meçova’da erkânıharp seyahati ile incelemelerde
ki hakikat herkes için aynı hakikat olacaktır.
bulundu. Şubat 1910-Mart 1913 tarihleri arasında
Taraftar veya karşıtı olma bağlamında Cumhu- ise Yemen’de görevliydi. Hatıralarında, Yemen’de
riyet tarihinin en çok tartışılan dönemi, hiç şüphe- iken Balkan hadiselerini telgraf haberleri ile takip
siz İnönü dönemidir. Zira sosyal, kültürel ve iktisadi etmeye çalıştığını ve azap çektiğini, belirterek “beş
alanda yürütülen politikalar, kaçınılmaz olarak Ata- yüz seneden beri hâkimiyetimiz altında bulunan bir
türk dönemi ile mukayese edilmiştir. Siyasi yapının büyük kıtanın bir tek seferde kaybedilmesi gibi mil-
Millî Şef sıfatıyla daha da otoriter hâle gelmiş olması letler hayatında az görülen acıklı bir misal tarihimize
ise, en çok eleştirilen husus olmuştur. Bununla birlik- kaydedildi” demektedir.1
te İnönü’nün, Atatürk’ten sonra rejimin inkıtaya uğra-
Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı ve Genelkurmay
ması ihtimalini ortadan kaldırmış olması, Türkiye’yi
Başkanı olmasından sonra ordunun yapısı köklü
İkinci Dünya Savaşı’ndan uzak tutmayı başarması
biçimde değiştirildi. Başta Balkan Harbi’nde gö-
ve zamanı geldiğinde tek parti yönetimini sona erdir-
rev yapan komutanlar olmak üzere, birçok subay
mekten imtina etmemesi önemlidir.
emekli edildi. Böylece kurmay kadroları daha genç
Cumhurbaşkanlığına Kadar İnönü’nün ve daha küçük rütbeli komutanlardan oluştu. Daha-
Kısa Hayatı sı ıslahat için Alman subaylar Harbiye Nezareti’nde
ve Genelkurmay’da üst düzey görevlere getirildiler.
İnönü 1884’de doğdu. Nüfusun yüzde 90’ının
Nitekim seferberlik ve harekât işlerini idare eden 3.
okur-yazar olmadığı bir zamanda sorgu hâkimi olan
Şubeye Binbaşı İsmet Bey (İnönü) müdür tayin edil-
bir babanın oğluydu. Ancak, çocukluk ve gençlik yıl-

30 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


diği hâlde, bir müddet sonra bu İnönü hazırladı.6
makama bir Alman subay atan-
İnönü, mütarekeden kısa
mış ve İnönü müdür yardımcısı
bir süre önce Harbiye Ne-
yapılmıştır. İnönü, ıslahat çalış-
zareti Müsteşarı oldu. Fakat
maları ile “devletin orduda, siya-
hükûmet değişikliği üzerine 22
sette, memleket idaresinde sır
Kasım’da İstihzaratı Sulhiye
denilebilecek nesi varsa yaban-
Komisyonu’na askerî murah-
cı devlet memurlarına emanet
has tayin edildi. İnönü, o ta-
edildiğini” belirtmektedir.2
rihte miralay rütbesinde oldu-
İnönü, Birinci Dünya ğu için yeni nazırın kendisini
Harbi’nin başlamasından evvel müsteşarlık makamına uygun
Kâzım Karabekir’le beraber bir bulmadığını belirtmektedir. Bu-
Avrupa seyahati yaptı. Harbiye nunla birlikte, müsteşarlık ma-
Nezareti’nin izniyle gerçekleşen kamına şapkasını çıkarmadan
bu seyahat ile Viyana, Münih, ve selam vermeden giren bir
Berlin, Paris ve İsviçre’de tarihî Fransız yüzbaşısına ters mu-
ve turistik yerleri gördü, incele- amele yapmış olmasının, gö-
melerde bulundu ve Batı hayat revinden alınmasına etki eden
tarzını müşahede etti. Münih- sebeplerden olabileceğine işa-
li kadınların iktisadi ve sosyal ret etmektedir.7
hayattaki rollerini gördüğünde,
İnönü’nün İstihzaratı Sulhiye Komisyonu’ndaki
“Bizim kadınlarımızın umumi hayattan uzak bulun-
görevi de kısa sürdü. Bu komisyonda, Türklerin her
maları millî gücümüzü yarı yarıya azaltıyor, sözünün
vilayette çoğunlukta olduğunu, Wilson ilkelerine
manasını ilk bakışta kavradım” demektedir.3
göre Türkiye’nin Türklere ait bulunduğunu ispat ede-
1915 yılında 2. Orduya Kurmay Başkanı ola- cek istatistikleri ve vesikaları toplamakla görevliydi.8
rak tayin edilen İnönü, Mart 1916’da İstanbul Daha sonra atandığı Askerî Şûra Muamelatı Umumi-
Süleymaniye’de Ayşekadın Hamam Sokağı’nda ye Müdürlüğü’nü de bir ay kadar devam ettirebildi.9
komşu kızı olan Mevhibe Hanımla evlendi. Gelenek- Kendisi, “Mütarekede İstanbul’da kaldığım müddet-
sel usulde evlendiklerine dikkat çeken İnönü, “ev- çe bana hep tali vazifeler verilmiş, her bir vazifem bir
lenmeden evvel iki kelime konuşmadıklarını”, evlen- hafta, on gün, en çok bir ay sürmüştür. Umumiyetle
dikten sonra da “İstiklal Harbinin nihayetine kadar, boş kaldım” demektedir.10 Hiç şüphesiz İnönü’nün
hemen hemen yedi sene, nadir fırsatlarda görüşebil- yaşadığı bu durum, mütarekenin yol açtığı bunalım
diklerini” belirtmektedir.4 Buna rağmen mutlu bir yuva içinde hükûmetlerin çok sık değişmesi ve İttihatçıla-
kurduklarını ve bu mutluluğun ömür boyu sürdüğünü ra yönelik tepkilerle ilgilidir.
ifade etmektedir. Nitekim şu sözleri yaşlılık yıllarına
İnönü, boş kaldığı zamanlarda kitap okuduğunu,
aittir: “Yenik düştüğüm, kendimi yalnız, terk edilmiş
İngilizce dersler aldığını, gazetelerden ve yaptığı te-
ve güçsüz bulduğum zamanlarda eve gelince eşimin
maslardan memleketin durumunu takip etmeye ve
gözlerini arardım. O gözlerin bana güven ve benimle
gelişmeleri tahmin etmeye çalıştığını ifade eder.11
övünç dolu olduğunu görünce dünyalar benim olur-
Ancak Kâzım Karabekir’in verdiği bilgiye göre, man-
du. Kendimi eskisinden daha güçlü hissederdim”.5
dacı görüşlerin tesiri altında kalmıştır. 27 Ağustos
İnönü ile Atatürk’ün birlikte çalışmaları 1917’de 1919 tarihli mektubunda, “memleketi parçalamadan
başladı. Mustafa Kemal Paşa, İsmet Bey’in Kurmay Amerikan murakabesine tevdi etmeyi” çare olarak
Başkanı olduğu Kafkas cephesindeki 2. Ordu Ku- gördüğünü açıklar.12 Bununla birlikte asıl tercihi-
mandanı Vekili olmuştu. İnönü bilahare kolordu ku- ni Sivas Kongresi’nden sonra yaptığı anlaşılmak-
mandanlığına yükseldi ve Mustafa Kemal Paşa’nın tadır. Nitekim 8 Ocak 1920’de resmî bir müracaat
emrinde ve yakınında çalışmaya devam etti. Kısa yapmaksızın ve kimseye haber vermeden, normal
zamanda Mustafa Kemal Paşa’nın itimadını kazan- bir yolcu olarak Ankara’ya gittiğini, yolculuğundan
dı ve bu itimat sonraki yıllarda sürecek beraberliğin Mustafa Kemal Paşa’nın bile haberdar olmadığını
de temelini teşkil etti. İki komutan daha sonra da belirtmektedir.13
Halep’te birlikte çalıştılar. Öyle ki Mustafa Kemal
İnönü’nün Ankara’ya gelmesinden Mustafa Ke-
Paşa’nın 7. Ordu Kumandanı sıfatıyla memleketin
mal Paşa son derece memnun kaldı ve Heyet-i Tem-
geleceği ile ilgili olarak Sadrazam ve Dâhiliye Nazırı
siliye Erkân-ı Harbiyesi’nde görevlendirdi. Memnu-
Talat Paşa ile Başkumandan Vekili Harbiye Nazırı
niyetini Kâzım Karabekir Paşa’ya da iletti.14 Ancak
Enver Paşa’ya gönderdiği raporun müsveddelerini

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 31


İstanbul’da Harbiye Nazırlığına Fevzi Paşa atanmış tartışmalara yol açtı.
ve Erkân-ı Harbiye Reisi Cevat Paşa’nın da görev-
Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz,
den alınması söz konusu olmuştu. Mustafa Kemal
Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutan olarak bizzat
Paşa, bu makama İnönü’nün atanması için Sadra-
sevk ve idare ettiği muharebeler oldu. Bununla bir-
zam Ali Rıza Paşa’ya teklifte bulundu. Bu teklif kabul
likte İnönü, bu muharebelerin her safhasında görev
edilmeyerek İnönü’nün İstanbul’a dönmesi istenildi.
aldı ve başarılarına mukabil korgeneralliğe yükseldi.
Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa’nın Harbiye Nazırı
Akabinde Mudanya’da yapılan mütareke müzakere-
olmasını isabetli bulduğu için, İnönü’nün İstanbul’da
lerini yürütmekle görevlendirildi. Muharebe meyda-
çalışmasının daha faydalı olacağını belirterek bu
nında olduğu gibi, masa başında da başarılı oldu.
isteği olumlu karşıladı. İnönü, Şubatın ortaları-
Mustafa Kemal Paşa’nın kendisine bildirdiği mütare-
na doğru İstanbul’a döndü.15 Mustafa Kemal Paşa
keye temel teşkil edecek şartlar etrafında24 inisiyatifi
Nutuk’ta; Yunanlıların taarruz hazırlığına karşılık
elinde tuttu ve müzakereleri sonuçlandırdı.
bütün kuvvetleri seferber etmek gerektiğini, bunun
için İsmet Bey’in İstanbul’da görev almasını, hatta İnönü’nün diplomatik başarısını dikkate alan
Erkân-ı Harbiye Riyasetine getirilmesini istediğini Mustafa Kemal Paşa, Hariciye Vekili Yusuf Kemal
belirtmektedir.16 Bey’le mutabık kalarak istifa etmesini ve yerine İs-
met Paşa’nın seçilmesini sağladı. İnönü, böylece
Misak-ı Millînin ilanı üzerine şartlar büsbütün de-
Lozan barış müzakereleri için baş murahhas tayin
ğişmiş, İnönü’nün ifadesiyle İtilaf güçleri “muharebe
edildi.25 Bu görev son derece büyük ve mesuliyeti o
ile zapt ettikleri bir şehre girer gibi, İstanbul’u yeni-
nispette ağırdı. Nitekim sonuç almak kolay olmadı.
den işgal etmişlerdi”.17 Bunun üzerine Mustafa Ke-
Görüşmeler iki devrede ve sekiz ay sonunda tamam-
mal Paşa, İnönü’yü Ankara’ya çağırdı. İnönü, derhal
lanabildi. İsmet Paşa’nın 24 Temmuz 1923’de ant-
yola çıktığını, eşine ve annesine veda ettiğini, fakat
laşmayı imzalaması üzerine, Mustafa Kemal Paşa
babası evde olmadığı için göremediğini ve bir daha
gönderdiği tebrik telgrafında, “Memlekete bir silsile
da görmek nasip olmadığını, cephede bulunduğu sı-
müfit hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu defa da
rada öldüğünü belirtmektedir.18
tarihî bir muvaffakiyetle taçlandırdınız” dedi.26
İnönü, 23 Nisan’da Ankara’da açılan Büyük Mil-
Cumhuriyetin ilanı üzerine Mustafa Kemal Paşa,
let Meclisi’ne Edirne mebusu olarak katıldı. İşgal al-
ilk Cumhuriyet hükümetini kurma görevini İnönü’ye
tındaki yerlerde seçim yapılamadığı için müntahibi
verdi. Bu görev sonraki yıllarda da devam etti ve
sanilerin oyları ile seçilmişti. Ali Fuat Paşa, Kâzım
30 Ekim 1923’ten 25 Ekim 1937 tarihine kadar yedi
Karabekir Paşa ve Refet Paşa gibi kumandanlar da
defa hükûmet kurdu. Belirtilen tarihler arasında sa-
mebus olmuşlardı. İnönü, Mustafa Kemal Paşa’nın
dece 21 Kasım 1924-2 Mart 1925 tarihleri arasında
teklifi ile Meclis tarafından Erkân-ı Harbiyeyi Umu-
yaklaşık üç buçuk ay süren Fethi Okyar hükûmeti
miye Reisliği’ne seçildi. Erkân-ı Harbiye Reisliği ilk
vardır. Böylece yaklaşık 14 yıl boyunca Başbakan
defa Meclis tarafından seçilmekte ve vekiller heyeti-
olarak görev yaptı. Ancak Atatürk’ün vefatından bir
ne dâhil olmaktaydı.19 Mustafa Kemal Paşa, Meclis
yıl evvel Başbakanlıktan ayrılması, çok tartışılan bir
Başkanı sıfatıyla yayımladığı tamimde, seçimin 25
konu oldu. İnönü, başta Hatay konusu olmak üzere
Nisan’da yapıldığını ve Miralay İsmet Beyefendinin
çeşitli meselelere dair aralarında münakaşa olduğu-
ittifakla seçilerek göreve başladığını duyurdu.20 Bir
nu belirtmekte ve söz konusu ayrılmayı, “uzun süre
hafta sonra de Fevzi Paşa Müdafaa-i Millîye Vekili
beraber çalışmanın, uzun bir yorgunluk ve tartışma
seçildi. Böylece emir-komuta zinciri içinde hareket
ortamının, bir gün bir kopmaya müncer olması tabiat
eden düzenli ordular oluşturulmaya başlandı.
hadisesidir” diye açıklamaktadır.27 Bununla birlikte
İnönü, Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile Atatürk’le irtibatlarının devam ettiğini, Ankara’da iken
Erkân-ı Harbiye Reisliği sıfatını muhafaza ederek, 8 hemen hemen her hafta kendisini köşke çağırdığını
Kasım’da Garp Cephesi Kumandanı oldu. Kendisi- ve hastalığı döneminde Dolmabahçe Sarayı’nda
ne soyadı olan İnönü zaferlerini kazandı, tuğgene- ziyaret ettiğini ifade etmektedir.28 Ancak Atatürk’ün
ralliğe yükseldi. Mustafa Kemal Paşa, Birinci İnönü hastalığı döneminde, Atatürk sonrasına yönelik he-
Zaferi’nden sonra gönderdiği tebrik telgrafında, “Bu sapların yapılmaya başlamasıyla birlikte, İnönü’yü
muvaffakiyetin mukaddes topraklarımızı düşman isti- tecrit etmeye çalışanlar, hatta büyükelçi tayin ede-
lasından bütünüyle kurtaracak olan kati zafer için bir rek Türkiye’den uzaklaştırmak isteyenler oldu. Fakat
mukaddime olmasını” diledi.21 İkinci İnönü Muhare- İnönü’nün devlet erkânı ve parti üzerindeki tesirini
besinden sonra ise, “siz orada yalnız düşmanı değil, kırmayı başaramadılar. O kadar ki, Atatürk’ün vefatı
milletin makûs talihini de yendiniz” dedi.22 Ancak, Yu- üzerine ertesi gün TBMM’de yapılan seçimde oybir-
nan ordusunun yeni bir taarruzu üzerine Eskişehir’i liği ile Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Cumhurbaşkanı
bırakarak doğuya çekildi.23 Bu durum mecliste büyük seçildi.

32 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


İnönü Döneminin Tartışılan Siyasi getirilmişti.31 Ancak, Mustafa Kemal Paşa Cumhur-
Özelliği başkanı olması hasebiyle, partinin fiilen idaresini
Genel Başkan Vekili tayin ettiği İnönü’ye bırakmıştı.
İnönü, Atatürk’ten sonra Cumhurbaşkanı olmak
En önemlisi, parti tüzüğünde genel başkanın de-
gibi ağır ve o nispette tarihî bir sorumluluğu üstlendi-
ğişmezliğini kalıcı hâle getiren herhangi bir hüküm
ğini biliyordu. Atatürk’ün vefatını, rejimi inkıtaya uğ-
bulunmuyordu. Dolayısıyla değişmezlik hükmünün
ratacak bir fırsat olarak görmek isteyenlerin de ola-
geçici olduğu veya Atatürk’ten sonra devam etme-
bileceğini düşünmekteydi. Kaldı ki, Atatürk’ün yakın
yeceği gibi bir kanaat söz konusuydu. Atatürk’ün ve-
çevresinde yer alan ve bu sebeple Atatürk sonrasını
fatından sonra toplanan CHP Üsnomal Büyük Kurul-
tanzim etme hakkını kendinde gören, bir muhalefe-
tayında ise, İnönü Değişmez Genel Başkan seçildi
tin varlığı da söz konusuydu. Bütün bu sebeplerle
ve parti başkanının değişmezliği kalıcı oldu. Yapılan
İnönü, Cumhurbaşkanı seçilmesinin akabinde konu-
tüzük değişikliği ile partinin değişmez genel başkanı;
munu sağlamlaştıran ve otoritesini artıran tedbirler
vefat etmesi, vazife yapamayacak kadar bir hasta-
aldı. Sonraki yıllarda çok tartışılan ve partinin dev-
lığının sabit olması veya istifa etmesi durumunda,
letle, devletin de liderle özdeşliğini yansıtan Millî Şef
parti büyük kurultayının derhal toplanarak milletve-
sıfatını da böylece benimsedi.
killeri arasından yeni bir değişmez genel başkan se-
1. İnönü’nün Cumhurbaşkanı, CHP’nin çeceği hükmü yer aldı.32 Böylece resmiyet kazanan
Değişmez Genel Başkanı ve Millî Şef değişmez başkanlık modelinin, İnönü’den sonra da
Olması devam etmesi öngörüldü.
Atatürk’ün vefatı zamanın ricali için ani bir olay Bu olağanüstü kurultayın dikkat çeken bir başka
değildir. Hastalığın seyri ve ölümcül durumu çok ev- yanı, Cumhurbaşkanı ve CHP’nin Değişmez Genel
vel bilindiği için meclis, hükûmet, parti ve ordu için- Başkanı olan İnönü’ye aynı zamanda Millî Şef sı-
de, ölüm sonrasına dair çeşitli hesaplar ve değer- fatının verilmesidir. Tek parti idaresini pekiştiren ve
lendirmeler yapılmıştı. İnönü’ye karşı olanların iste- daha da otoriter hâle geldiğini yansıtan bu durum,
ğine rağmen Fevzi Çakmak ve Celâl Bayar’ın aday sonraki yıllarda İnönü dönemini Atatürk döneminden
olmayacakları biliniyordu. Zaten Çakmak milletvekili ayıran en belirgin vasıf olarak kullanılmıştır. Ancak
olmadığı için 1924 Anayasası’na göre Cumhurbaş- söz konusu kurultayda bir devamlılığı vurgulamak
kanı olamazdı. Bu durumda sistemin zorlanması maksadıyla, Atatürk’e de “Ebedi Şef” sıfatı verilmiş-
veya sürecin uzaması gerekirdi. Aday yapılması tir. Doğrusu Atatürk döneminde bazı gazeteciler ve
düşünülen daha başka isimler de söz konusuydu, devlet adamları Atatürk için şef tabirini kullanmaktay-
ancak, İnönü’ye karşı üzerinde mutabık kalınacak dılar. Hatta Cumhuriyet’in ilanından evvel İnönü’nün
konumda değillerdi. Buna rağmen, Atatürk’ün ve- Lozan’dan gönderdiği bir telgraf, “Gazi Mustafa Ke-
fatından sonra zaman kaybına müsaade edilmedi. mal Hazretlerine” hitabıyla başlamakta, “aziz Şefim”
Anayasaya göre (md.33), Meclis Başkanı vekâleten denilerek bitmektedir.33 1934-1935 eğitim-öğretim
Cumhurbaşkanlığı görevini üstlenmişti, fakat ölüm yılında Ankara ve İstanbul üniversitesinde Recep
raporunun derhal duyurulması gibi, Cumhurbaşkan- Peker tarafından verilen İnkılap derslerinde ise, şe-
lığı seçimi de hemen yapıldı. 11 Kasım 1938’de İnö- fin “bir siyasi partinin bütün ana düşüncelerini, irade-
nü Cumhurbaşkanı seçildi. Böylece Türkiye’de yeni sini, yapış kuvvetini ve şerefini temsil ettiğine” dikkat
bir dönem başladı. çekilerek, “şef nüfuzu olmaksızın hiçbir toplulukta
dirlik, düzenlik ve güler yüzlülük olmayacağı” ancak,
1924 Anayasası’nın cumhurbaşkanına verdiği
şefin “peygamberleştirilmeden” rolünün de “küçül-
yetkiler, 1921 Anayasası’na göre daha sınırlıydı.29
tülmeyeceği” öğretilmiştir.34 Bununla birlikte Atatürk,
Ancak İnönü, Aydemir’in ifadesiyle henüz son sözün
TBMM’yi etkisiz kılan parti diktatöryasının oluşma-
söylenmediği ve böylece kahramanlar devrinin sona
sına karşıydı. CHP Genel Sekreteri olan Peker’in
ermediği30 bir zamanda cumhurbaşkanı olduğu için,
1935’teki parti kurultayına sunmak üzere hazırladığı
Anayasanın öngördüğünden çok daha güçlü konum-
program taslağını bu sebeple reddetmiş ve Peker’i
daydı. Kaldı ki, siyaset kültürünün henüz gelişmediği
Genel Sekreterlik görevinden uzaklaştırmıştır.35 Hat-
ve geleneksel tarım toplumu yapısının devam etti-
ta “tam manası ile faşizm” dediği Peker’in progra-
ği o yıllarda, halkın lidere bakış açısı güç ve otorite
mına inat, Dâhiliye Vekilini aynı zamanda CHP Ge-
bağlamında olmaktaydı. Dolayısıyla liderin yetkisin-
nel Sekreteri yapmış, böylece devlet organı hâline
den daha güçlü olması, çoğunluğun yadırgadığı bir
gelen partinin konumunu zayıflatmıştır. İnönü’ye
durum değildi.
Millî Şef sıfatının verilmesi ise, parti ile devletin bir
CHP’nin Genel Başkanı, kurucu sıfatıyla Mus- şekilde bütünleştiği ve devletin her alanda gücünün
tafa Kemal Paşa’ydı. Bu durum partinin 1927 ni- hissedildiği böylesi bir zamanda olduğu için, liderle
zamnamesinde yer aldığı gibi, 1931’de daimî hâle

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 33


devletin bütünleşmesi gibi bir algıya yol açtı. Dolayı- Bayar, İnönü döneminin de ilk Başbakanı olmuştu.
sıyla Millî Şeflik, partinin devletle, devletin de liderle Geçiş dönemi için uygun bir isimdi. Bu sebeple, 11
özdeş hâle geldiği bir model oldu. Şu hususu da ila- Kasım 1938’de kurduğu ikinci hükûmet, istifa etmek
ve etmek gerekir ki, seçkin bir çevrenin benimsediği durumunda kaldığı 25 Ocak 1939’a kadar sürdü.
bu durum, İkinci Dünya Savaşı yıllarında hissedilen Bu safhada İnönü’nün otoritesini tesis ettiği anlaşıl-
tehdit dolayısıyla, âdeta olağan karşılandı. maktadır. Nitekim yeni hükümeti, İnönü’nün yakın
çevresinde yer alan Refik Saydam kurdu. Bunun-
2. Yeni Bir Dönemin Başladığını
la birlikte yeni bir dönemin başladığını yansıtan en
Yansıtan Uygulamalar
önemli olay, resmî dairelerde ve okullarda Atatürk
Saltanat idarelerinde veya demokrasinin olma- fotoğraflarının yerine İnönü fotoğraflarının asılması
dığı rejimlerde, hükümdarın veya devlet başkanının oldu. Bunu para ve pullar takip etti. İnönü heykelleri
değişmesi, daha evvel yaşanılan çok sayıda örneği dikilmeye başlandı ve İnönü adı mutlak surette öne
olsa bile alışılagelen, sıradan bir olay değildir. Zira geçirildi.
düzeni koruyan ve istikrarı sağlayan bütün mekaniz-
İnönü Döneminin Tartışılan Eğitim
maların verimli olarak çalışması, ancak liderin dira-
Politikası
yeti ile mümkün olduğu için, söz konusu değişiklik
selefin normal bir ölümü hâlinde bile fevkalade bir İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu-
durum olarak algılanır. Dolayısıyla yeni bir dönemin ğu 1938 yılı sonunda, bütün Türkiye’de eğitimin her
başladığı inancı hâkim olur. Nitekim Osmanlı’da taht kademesinde toplam 23.688 öğretmen ve öğretim
değişikliğini yansıtan biat, cülûs ve kılıç kuşanma elemanı vardı. İlköğretim parasız ve mecburi hâle
merasimleri ile hükümdar adına hutbe okunması ve getirilmiş olmasına rağmen, yeterli sayıda okul ve
sikke darbı yeni dönemi ifade eden uygulamalardır. öğretmen olmadığı için bu kanun hükmü uygulana-
mıyordu. Eğitimli ve nitelikli bir nüfus oluşmadığı ve
İnönü Cumhurbaşkanı olduğunda, saltanatın
iktisadi kalkınma sağlanamadığı için, ülkedeki suç
ilgası üzerinden 16 yıl geçmesine ve Atatürk’ten
oranı da yüksekti. Nitekim toplam nüfusun 17 milyon
sonra İkinci Cumhurbaşkanı olmasına rağmen, yeni
olduğu 1938 yılında, cezaevlerinde 92.414 hükümlü
bir dönem başladığı inancı daha kuvvetle hâkim
bulunuyordu. Yine aynı yıl bütün Türkiye’de 1.379
oldu. Bunun için İnönü, devlet erkânı arasında yeni
doktor, 408 hemşire, 529 ebe, 1.604 sağlık memuru,
bir kan dolaşımı sağlamaya çalıştı. Herhangi bir
143 eczacı vardı ve bir tek diş hekimi yoktu. O yıl
şekilde kenara çekilmek durumunda kalmış veya
resmî kayıtlara göre, bulaşıcı hastalıklardan ölen-
yurt dışına çıkmış, eski muhalifleri kazanmak iste-
lerin sayısı 797’dir.38 Kaldı ki nüfusun yüzde 75’ini
di. Hatıralarında, “Atatürk’ün ölümünden sonra ilk
teşkil eden kırsal kesimde, ölüm vakalarının büyük
iş olarak dâhilde emniyet tesisinin lazım olduğunu
çoğunluğu hastane ortamında gerçekleşmediği için
gördüm. Eski muhaliflerin teskini, mümkünse kaza-
sebebi bilinmemekteydi.
nılması kıymetli bir şey idi. İhtilaf ve nifak esasında
şahsiyetten doğmuş idi” demektedir.36 Bu yaklaşım Yine o yıllarda eğitim, ulaşım ve haberleşme hiz-
neticesinde Kâzım Karabekir ve Hüseyin Cahit Yal- metleri gelişmediği ve modern tarıma geçilemediği
çın, 31 Aralık’ta yapılan ara seçimler ile milletvekili için, geleneksel tarım toplumunun bütün özellikleri
olarak siyasete geri dönerken, yurt dışında yaşayan âdeta Osmanlı’dan intikal ettiği gibi duruyordu. Dola-
Rıza Nur, Adnan Adıvar ve eşi Halide Edip Adıvar yısıyla küçük ve kapalı cemaat hayatı içinde, büyük
Türkiye’ye geldiler.1935’den beri Türkiye’de bulu- ölçüde akrabalık ilişkilerine dayalı bir sosyal yapı
nan, ancak siyasetin dışında olan Rauf Orbay’ın bu söz konusuydu. Köylerdeki iktisadi faaliyet, pazar
sürece katılması, milletvekili seçildiği 22 Ekim 1939 ekonomisinden ziyade aile ihtiyaçlarını karşılamak
ara seçimleri ile mümkün oldu. Ali Fuat Cebesoy ve üzere yapılıyordu. Çoğunlukla yoksul, eğitimsiz, hat-
Refet Bele ise Atatürk döneminde siyasete dönme- ta okur-yazar bile olmayan, dış dünyanın tesirinden
lerine izin verilmiş ve milletvekili seçilmişlerdi. İnönü uzak yaşayan köylü nüfusu, köklü bir değişime açık
döneminde daha etkin bir konuma geldiler. Meselâ değildi. Bunun için Atatürk döneminde olduğu gibi
Cebesoy, İkinci Saydam Hükûmeti’nde Nafia Vekili köye yönelik eğitim uygulamaları ile toplumsal yapı-
oldu. Bir başka muhalif isim, Cafer Tayyar Eğilmez nın değişmesi için çaba sarf edildi. Köyde iktisadi ve
idi. İnönü, onunla da konuşmuş,37 iâde-i itibâr gör- sosyal açıdan rehberlik etmek üzere özel eğitim al-
mesini sağlamıştı. Böylece Terakkiperver Cum- mış, idealist ruha sahip, önder konumda öğretmen-
huriyet Fırkası’nın kurucu ve yöneticisi olan, İzmir ler yetiştirilmesi amaçlandı. Yalnız köy çocuklarına
Suikastı davasında yargılanan muhalifler, sisteme değil, bütün köy halkının eğitimine dayalı bir prog-
entegre edilmiş oldular. ram ile aydınlanma ve kalkınma sürecine girilmesi
düşünülmekteydi. Zira eğitim ile kalkınma arasında
Atatürk döneminin son Başbakanı olan Celâl
doğrudan bir bağ olduğu bilinmekteydi.

34 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Şu bir hakikattir ki, İnönü’nün yakın ilgi ve deste- İnönü, 2 Mayıs 1942’de Samsun’da yaptığı konuş-
ği ile köy eğitimi bir seferberliğe dönüştü. Hasan Ali mada; “bu teşkilata büyük ümitlerle bağlıyız… Ya-
Yücel’in 28 Aralık 1938’de Maarif Vekili olması ve bu pıcı, çare bulucu ve çalışkan bir ruh, bu enstitülerin
görevini 5 Ağustos 1946’ya kadar kesintisiz olarak hayatına hâkim olmuştur. Pek ümitliyim. Öğretmen-
sürdürmesi, bu seferberliğin başarıya ulaşmasında ler ve enstitü müdürleri, Türk köyünün geleceğini
en önemli unsur oldu. Şunu da belirtmek gerekir ki, sağlam temellere dayandırmak için aşk ile çalışıyor-
bu seferberlik süreci niteliği hâlâ tartışılan bir top- lar” dedi.41 İki yıl sonra 19 Mayıs 1944’de yaptığı ko-
lumsal değişim hareketiydi. Bu hareketin merkezin- nuşmada ise, “ilköğretim hiçbir devirde bugünkü öl-
de ise Köy Enstitüleri bulunuyordu. çüsü ile ele alınmamıştır… Nihayet 10 sene zarfında
bütün Türkiye’de ilköğretim meselesinin halledilmiş
Atatürk döneminde açılan Köy Muallim Mektep-
olacağını açık ve kesin olarak görüyoruz’’ dedi.42
leri, Köy Eğitmen Kursları ve Köy Öğretmen Okul-
ları ile sağlanan birikim ışığında, İlk Öğretim Genel Doğrusu elde edilen başarı ve çıkartılan ista-
Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un geliştirdiği köye özel tistikler, Cumhurbaşkanı İnönü’yü bu derece ümitli
öğretmen yetiştirilmesi esasına dayalı Köy Enstitüle- kılmaktaydı. Zira 1944 yılında 18 Köy Enstitüsünde
ri projesi, 17 Nisan 1940’da kabul edilen 3803 sayılı 1276’sı kız olmak üzere, toplam 12.839 öğrenci öğ-
kanunla39 hayata geçirildi. Bu projeyle kırsal nüfusun renim görmekteydi. Sonraki yıllarda üç enstitü daha
aydınlanması, ziraatın gelişerek köylerin kalkınması kurularak, öğrenci sayısı 13.000 üzerine çıkarıldı.43
ve giderek çağın özelliğine uygun yeni bir hayat tar- Bu sayılar, o yıllar için şaşırtıcı bir gelişmeydi. Nite-
zının gelişmesi öngörülmekteydi. Dolayısıyla her ba- kim Köy Enstitülerinin kuruluşunu yakından izleyen
kımdan iddialı bir projeydi ve daha ilk günden itiba- ve yerinde incelemelerde bulunan gazeteci Yalman;
ren tartışılan, eleştirilen, taraftarlarını ve karşıtlarını “Memleketimizde hiçbir hareket yoktur ki, Köy Ensti-
yaratan bir uygulama oldu. Tartışmaların odağında tüleri hareketi kadar gelişme hızı göstersin ve onun
ise, sınıf bilincine sahip köylü bir nüfusun oluşacağı kadar çabuk dal budak salıversin’’ demektedir.44
endişesi vardı. Zira Köy Enstitüleri, köy ilkokullarını Hemen belirtmek gerekir ki, enstitülerin son eğitim-
bitirmiş köylü çocukların, köy ortamında yapacakları öğretim yılı olan 1951- 1952 devresine kadar 1.398’i
beş yıl süreli bir tahsil sistemine dayalıydı. Mezun kız, 15.943’ü erkek, toplam 17.341 öğrenci mezun
olduktan sonra ise, köylerde 20 yıl süreyle mecbu- oldu.45
ri hizmet yapacaklardı. Bu sebeple eğitim-öğretim
Köye özel öğretmen yetiştirmenin bir başka
işlerinin yanı sıra ziraatla, hayvancılıkla ve ustalık
kaynağı Köy Eğitmen Kursları idi. Atatürk dönemin-
gerektiren bir takım işlerle ilgili geniş bir programla
de başlayan bu kurslar giderek gelişme göstermiş
yetiştirilmeleri öngörülmüştü.
ve Köy Enstitüleri sistemine dâhil edilmişti. İlk ola-
Enstitülerin personel ihtiyacı başlangıçta mev- rak 1936 yılında deneme mahiyetinde başlayan ve
cut kadrolardan karşılanıyordu. Zaman içinde kendi 1937’de kabul edilen Köy Eğitmenleri Kanunu46 ile
sisteminden yetişmesi hedeflendi. Bunun için 1942 teşkilatlı ve sistemli hâle gelen bu kurslar; nüfusları
yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde yük- öğretmen gönderilmesine elverişli olmayan köyler
sek kısım oluşturuldu. Bu yeni birim 1943’te yüksek için eğitmen yetiştirmekteydi. 1939’da ise, Köy Eğit-
öğrenim statüsünde ve üç yıl eğitim-öğretim süresi men Kursları ile Köy Öğretmen Okullarının İdaresine
olan Yüksek Köy Enstitüsüne dönüştürüldü. Dair Kanun47 kabul edildi. Böylece kursların yapısı
ve işleyişi daha düzenli hâle geldi. Köy Enstitülerinin
Enstitülerde eğitim-öğretim programı, köy ih-
kurulması üzerine bu sisteme dâhil edilen kurslar,
tiyaçlarına göre düzenlemişti. Dolayısıyla yarının
1947 yılına kadar faaliyetine devam etti. İlkokul me-
öğretmenleri, Tonguç’un ifadesiyle Canlandırılacak
zunu veya okuma-yazma ve aritmetik bilen, başarılı,
Köy’ün40 şartlarına göre hazırlanıyordu. Haftalık ders
ahlaklı ve zeki köylü gençlerin alındığı48 bu kurslar-
programının yarısı genel kültür derslerine, diğer ya-
dan, 12 yıllık faaliyet döneminde 31’i kadın olmak
rısı ise tarım ve teknik eğitime ayrılmıştı. Öğrenciler
üzere, toplam 10806 eğitmen yetiştirilerek köylere
yılda sadece bir buçuk ay tatil yapıyorlardı ve böyle-
atandılar. 1947-1948 eğitim-öğretim yılında 10’u ka-
ce diğer okullara göre iki buçuk ay daha fazla çalış-
dın olmak üzere, toplam 8.553 eğitmen köy okulla-
mak suretiyle, beş yılda altı yıllık bir eğitim-öğretimi
rında görev yapmaktaydı.49
tamamlamış oluyorlardı. Öğrenciler bu yoğun prog-
ramı, sıkı disiplin içinde ve kendilerine kazandırılan İnönü döneminde sağlanan eğitim gelişmeleri,
aydınlanma ve kalkınma ülküsüyle başarıyorlardı. sadece köye yönelik değildir. Eğitimin bütün alanla-
Böylece sadece öğretmen olarak değil, aynı zaman- rında ve her kademesinde büyük gelişme sağlandı.
da köylüye rehber olacak tarzda yetiştirilmekteydiler. Bilhassa mesleki ve teknik eğitim alanında tam anla-
Hiç şüphesiz nihai amaç, köyün iktisadi ve sosyal mıyla bir atılım yapıldı. Ancak Köy Enstitüleri üzerine
yapısında öngörülen değişmeyi sağlamaktı. Nitekim yoğunlaşan eleştiriler dolayısıyla bu gelişmeler ço-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 35


ğunlukla fark edilmedi. Çok partili dönemin başlama- ne bir okuma-yazma kampanyası, ne bir köy kalkın-
sıyla birlikte, Köy Enstitüleri hem program hem de ması sorunu, ne bir öğretmen yetiştirme çabası, ne
sistem açısından yoğun olarak tenkit edildi. O kadar bir okul yapımı girişimi idi. Temel amacı bakımından,
ki, bu enstitüler iktidarın başarısı olmaktan çıkarak, tarihî şartların hazırladığı bir imkândan yararlanarak,
muhalefet karşısında bir zafiyet unsuru hâline gel- iktidara katılıp elde edilen yürütme gücü ile emekçi
di. Nitekim 21 Temmuz 1946 seçimlerinden iki haf- sınıfları bilinçlendirmek ve devrimsel süreci hızlan-
ta sonra, Maarif Vekili Hasan Ali Yücel görevinden dırmak için girişilmiş bir devrim stratejisi ve taktiği
istifa etti. Yerine Reşat Şemsettin Sirer getirildi. 21 idi” demektedir.56
Eylül’de ise, enstitülerin mimarı konumunda olan İlk
Esasında Köy Enstitüleri projesi, döneminin mo-
Öğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç istifa
dernleşme algısına uygun olarak düşünülmüş ve
etti. 1947’de Tonguç’un “Köy Enstitülerinin beyni ve
tek parti idaresinin şartlarına göre tanzim edilmişti.
kalbi” dediği Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ka-
Toplumsal değişme açısından köy eğitimine önem
patıldı. Aynı yıl Köy Eğitmen Kurslarına son verildi.
verilmesi ise, Atatürk döneminde başlamıştı. Bunun
Enstitülerin yatılı ve kırsal bölgelerde olması dolayı-
için yalnız okul çağındaki çocukların değil, topyekûn
sıyla yapılan eleştiriler ve tevatüre dayalı bilgiler ne-
köylünün eğitilmesi amaçlanmaktaydı. Ancak şehir-
ticesinde, kız öğrenci sayısı süratle azaldı. Nitekim
lerde bile öğretmen açığı varken, köyleri öğretmene
1945 yılında 1.475 olan kız öğrenci sayısı, 1950’de
kavuşturmak kolay değildi. Yolu, suyu, elektriği olma-
721’e düştü.50 Diğer taraftan eğitim programları ye-
yan, hatta lojmanı ve okul binası dahi bulunmayan
niden düzenlenerek, kuruluş felsefesinden giderek
köylerde çalışacak, gönüllü ve idealist öğretmenlerin
uzaklaştırıldılar. 1952’de klasik ilk öğretmen okulları
yetişmesi gerekiyordu. Bilinmelidir ki bu durum, me-
ile program yönünden herhangi bir farkları kalma-
selenin özünü ve tartışmanın kaynağını teşkil eder.
dı. Mezunlarının 20 yıllık hizmet mecburiyetleri ise,
Farklı yorumların temelinde ise, meselenin doğurdu-
tahsil sürelerinin bir buçuk misli ile sınırlandırıldı.
ğu paradoks vardır. Dolayısıyla meselenin ideolojik
Nihayet 1954’de kabul edilen Köy Enstitüleri ile İlk
bir yaklaşımla ele alınmasından ziyade, çözüm yolu
Öğretmen Okullarının Birleşmesi Hakkında Kanun51
olarak geliştirilen projenin tatbiki neticesinde, ideo-
ile kapatılmış oldu.
lojik bir zeminin oluşacağı endişesinin olduğu daha
Ancak Köy Enstitülerine yönelik eleştiriler ve doğrudur. Nitekim Köy Enstitüleri kurulmadan evvel
tartışmalar bitmedi. Sonraki yıllarda ideolojik ge- Maarif Vekili Yücel, 17-29 Temmuz 1939 tarihinde
lişmelere bağlı olarak daha da arttı. Sayılgan; Köy toplanan Birinci Maarif Şurasını açış konuşmasında
Enstitüleri sisteminin bizatihi köylü sınıfı içinde ideo- şöyle demektedir: “Köy öğretmenini; köyde doğmuş,
lojik bir tezadı körükleyecek organizmada olduğunu, büyümüş, köy hayat şartlarını yakından duymuş
meselenin şekilde değil, muhtevanın düzenlenme- gençler arasından seçip köy hayat şartlarının canlı
sinde bir tehlike arz ettiğini yazdı.52 Darendelioğlu; olarak yaşadığı öğretmen okullarında yetiştirmeyi
bu teşekküllerin ilk kuruluş gerekçe ve gayelerinin prensip olarak ele almış bulunuyoruz”.57 Karşı görüş
hakikaten memleketimizdeki okuma davasını hal- belirten Reşat Tardu ise; “şehir ve köy için ayrı ayrı
letmek ve köyün iktisadi kalkınmasını sağlamak gibi iki tip öğretmen yetiştirilmesi fikrini, hem imkânsız
memleket sever düşüncelere müstenit olduğunu, görüyorum, hem de tehlikeli buluyorum. Gelişen en-
ama kötü ellere, çarpık zihniyetlere terk edilince fay- düstri ile birlikte köyden şehre göçün başladığı bir
dalı olmaktan çıktığını ifade etti.53 Turhan ise; “köyü zamanda, şehirle köyü ayrı ayrı birer realite hâlinde
kalkındıracak bilgi ilmî bir ihtisas bilgisidir. Toprağın telakki etmek imkânsızdır. Bugün mevcut öğretmen
vasıfları, ihtiva ettiği maddeler, tohumlar, gübreler, okulları mezunlarının köy için tamamıyla hazırlan-
iklim şartları, o toprağa uygun aletler, vasıtalar, iş- madıklarını kabul ediyorum. Fakat şehrin realitesini
leme tarzları üzerinde derin bilgisi olan muhtelif göz önüne almaksızın yalnız köyden çocuk alarak
mütehassıslara ihtiyaç vardır. Bu bilgileri değil Köy âdeta tecrit edilmiş bir muhit içinde yalnız köye göre
Enstitüsü, alelade bir lisanla üniversite dahi vere- öğretmen yetiştirmek fikrini de doğru bulmuyorum”
mez” iddiasıyla eleştirdi.54 Öte yandan enstitü bina- dedi.58 Bu husus enstitülerin kuruluşuna dair kanun
larının köylüler ve öğrenciler tarafından inşa edilmiş müzakereleri sırasında, İstanbul Milletvekili Kâzım
olması, sol çevrelerde bile tenkit edildi. Kemal Tahir Karabekir tarafından da dile getirildi. Karabekir; şehir
konuyla ilgili romanında, köy çocuklarının azla ye- ve köy çocuklarını birbirleriyle kaynaştıracak yerde,
tinme, itaatkâr olma ve bedenen çalışmaya yatkın bir safiyeti fikrîye ile ayırmanın söz konusu olduğu-
özelliklerinden istifade edilerek, sömürüldükleri tezi- nu belirterek, “parti programımızda sınıf yok diyoruz.
ni işledi.55 En ilginç değerlendirme ise İsmail Hak- Fakat elimizle tesis ediyoruz kanaatindeyim. Çünkü
kı Tonguç’un oğlu Engin Tonguç tarafından yapıldı. seneler ilerledikçe köyler ile şehirler arasında deh-
Yazdığı eserde; “Köy Enstitüleri sistemi başlı başına şetli bir kültür farkı olacaktır. Millî vicdanlar ayrıla-

36 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


cak, memlekette tamamıyla iki ayrı tabaka teşekkül birden yanaşamadıkları kendi cemiyetlerine dolaylı
edecektir” dedi.59 bir şekilde ve temsil yolu ile tesir etmek imkânına
kavuşacaktı. Nitekim gelişme böyle olmuş, Avrupa
İnönü Döneminin Tartışılan Kültür
kültürleri ve medeniyeti Hristiyanlıkla beraber bu iki
Politikası
kaynaktan gelen temeller üzerine kurulmuştur. Dola-
Osmanlı’nın imparatorluk yapısında kaybolan yısıyla Avrupa’nın fikrî ve manevi yapısı Hristiyanlı-
Türk millî kültürünü gün ışığına çıkarmak ve çağ- ğın hümanizm ile restorasyonuna dayanmaktadır.61
daş değerlerle geliştirmek suretiyle yeni nesillere
Türkiye’de Yunan-Roma dünyasına ilgi dar bir
aktarmak, Atatürk döneminin kültür politikasıydı.
çerçevede, ama sanıldığının aksine Cumhuriyet’ten
İnönü döneminde ise, kültür politikasının temelini
çok önce başladı. Daha 17. yüzyılda Kâtip Çelebi,
hümanizma teşkil etti ve laikleşme çok daha katı
“İrşad’ul Hayara ilâ Tarih-ül Yunan Rum ve Nasara’’
biçimde sürdürüldü. Dolayısıyla Batı modelinde ve
adlı risalesinde; Yunan, Roma medeniyetinden bazı
Batı’nın geçirdiği aşamalara uygun tarzda, kültürel
özgün terimleri ve tabirleriyle bahsetmektedir.62 Son-
bir değişim öngörüldü. Sonraki yıllarda çok tartışılan
raki yıllarda daha başka eserlerin de olduğunu bili-
ve tenkit konusu olan bu politika, Batı sürecini tek-
yoruz. Fakat Batılılaşma sürecinde eski Yunan dün-
rarlama yöntemi olarak gerçekçi bulunmadığı gibi,
yasını tanımaya yönelik ilk eser, Kostantinidi Efendi
Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinden uzaklaşma ola-
tarafından yazılan ve 1870’de yayımlanan Tarih-i
rak görüldü.
Yunan-ı Kadim’dir. İkinci eser, Mehmed Rauf’un
Kelime anlamı olarak insancılık, insanları sevme 1911’de yayımladığı Yunan Tarih-i Edebiyatı oldu.
ülküsü anlamıyla sözlüklerde yer alan hümanizma, Kostantinidi Efendi eserinde; eski Yunanlıların me-
bir kavram ve hayatı algılama biçimi olarak, 14. yüz- deniyetin teşekkülünde bir hayli emek ve hizmetler-
yıla kadar uzanan köklü bir geçmişe sahiptir. Genel- de bulunduklarını, içlerinden pek çok tanınmış bilgin
likle Francesco Petrarca(1304-1374)’nın eserleri ve çıktığını ve yeniliğe kaynaklık ettiklerini belirtmek-
onun öncülüğünde klasik metinlere dair gelişen ilgi, tedir. Mehmed Rauf ise, bugünkü Batı edebiyatına
bir başlangıç kabul edilir. Latince, insan özelliğini ve vakıf olmak için mutlaka Yunan ve Roma edebiyatını
insan davranışlarını ifade eden humanitas terimi, bilmek gerektiğine dikkat çekerek, eski Yunanlıları
insana ve insan değerlerine önem veren fikirler ne- yalnız Yunan edebiyatını değil, edebiyatı keşfeden,
ticesinde anlam zenginliğine ulaştı. Böylece insanı başlatan olarak zikretmektedir.63
esas alan ve erdemin bütün biçimleriyle geliştirilme-
Bu eserler, hiç şüphesiz eski Yunan tarihine ve
si eylemini ifade eden bir kavram olarak hümanizma
kültürüne olan ilgiyi artırmış olmalıdır. Bununla birlik-
doğdu.
te hümanist düşüncenin Türk toplumunda baş gös-
Hümanizma, Rönesans sürecinin temel kültü- teren ilk belirtileri olarak, Yahya Kemal Beyatlı ve Ya-
rel akımı olarak, Batı toplumlarını derinden etkiledi. kup Kadri Karaosmanoğlu’nun edebî merakla klasik
Yeniden doğuş bağlamında, eski Yunan ve Latin evrene karşı yönelişlerini kabul etmek mümkündür.
kaynaklarına yönelmeyi sağladığı gibi, kilisenin ya- Zira Fransız edebiyatının kaynaklarını araştırırken,
pısını sorgulayan bir düşüncenin temelini oluşturdu. hümanist zihniyetin kaynakları ile karşılaşmış ol-
Hatta uhrevi beklentiler yerine, hayatın gerçeklerini maları, hümanist düşüncenin yakından tanınması
öne geçirmeye çalıştı. Bu özelliği ile hümanizma, açısından önemlidir.64 Nitekim ne derece etkilendik-
laikleşmenin kökeninde yer alan bir değer hâline leri yazdıklarından anlaşılmaktadır. Karaosmanoğlu,
geldi. Zekiyan’ın, bazı Latince eserlerde humanitas şeklen değil ruhen Avrupaî olmayı savunarak, şöyle
teriminin, ilahiliği belirten divinitas’ın karşıtı olarak demektedir: “Skolastik kafadan kurtulmak, ancak ve
kullanıldığına dair tespiti60 bu bakımdan ilginçtir. ancak klasik ve insani bir tezhibe atılmakla kabildir…
Zira hümanizmanın fikrî ve felsefi bir hareket hâline Tanzimat’tan beri kafamızı Avrupa irfanına bir türlü
gelmesinden evvel, kavramlaşma sürecinde laik dü- teslim edemedikse, bunun yegâne sebebi Avrupa’yı,
şünceye ve / veya din karşıtlığına yönelik bir anlam Avrupa hümanizm tezhibine zerre kadar kıymet ve
taşıdığı anlaşılmaktadır. ehemmiyet vermemiş olmamızdır’’.65
Hümanizma ile birlikte eski Yunan ve Latin kay- Hümanizmin bir kültür politikası olarak benim-
naklarına dönüşün iki manası ve sebebi vardır. Bi- senmesi Hasan Ali Yücel’in Maarif Vekilliği dönemin-
rincisi, bu kaynaklar gerçekten insani değerler bakı- de olmuştur. 11 Kasım 1938’den itibaren yedi yıl yedi
mından zengin ve gelişmiş bir felsefe, fikir ve sanat ay bu görevi sürdüren Yücel, bu yeni politikaya geçi-
muhtevası taşıyordu. Bu kaynaklardan başlamak in- şi milliyetçiliğin tabii bir süreci olarak açıklamaktadır.
sani değerlere dönüş olacak ve Avrupa’nın susuzlu- Nitekim “kültür anlayışımızda milliyetçiliğin tecellile-
ğunu giderecekti. İkinci olarak, fikir ve sanat adamla- rinden biri de Cumhuriyet’in daha ilk zamanlarında
rı, bu eski iki cemiyeti konu ve örnek almak suretiyle Arapça ve Farsçayı kaldırmamız olmuştur. Bu boş-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 37


luğu, o da seneler sonra ve bu yakınlarda Latince üyesi olan Samim Sinanoğlu ve Suat Sinanoğlu’nun
ve Yunanca ile doldurmaya başladık. Milliyetçilik gayretleriyle, kısa zamanda etkin hâle geldi. İstanbul
bizi yeni bir hümanizmaya getirdi. Garplılarınkinden Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde ise, Suat Baydur
daha geniş olarak nerede insan zekâsının eseri var- benzer bir çalışmayı yürüttü.72 Dönemin önde gelen
sa onu içine alan bir hümanizmayı kurma yolunda- yazar ve mütercimlerinden ve partinin de kültür iş-
yız’’ demektedir.66 lerinde önemli yeri olan Ataç ise; “iş Batı kafasını,
Avrupalı kafasını edinmekte. Avrupalılar bugünkü
Hemen belirtmek gerekir ki, hümanizmada eski
kafaya, bugünkü medeniyete, bugünkü düşünceye
Yunan ve Roma kültürü bir geçmiş değil, klasik dü-
Yunancayı, Latinceyi öğrenerek ermişler, eğitimleri-
şünce içinde geleceğin hareket noktası olarak de-
nin temeli o diller olmuş. Demek büyük bir güç var o
ğerlendirilmektedir. Bu bağlamda tarihî süreç, in-
dillerde’’ diye yazdı.73
sanlığın ortak sürecidir. Nitekim Yücel, “medeniyet
bir bütündür, Şarkı, Garbı yeni veya eski dünyası, İkinci büyük faaliyet yayın alanında oldu. Yü-
şahsiyet farkları ne olursa olsun, bu bütünün birer cel, 2 Mayıs 1939 tarihinde Birinci Türk Neşriyat
tezahürü sayılabilir. Biz Türkler, tarihin türlü çağla- Kongresi’ni açarken yaptığı konuşmada; “Garp kül-
rında ona yeni unsurlar katmış ve ondan, bizim için tür ve tefekkür camiasının seçkin bir uzvu olmak di-
yeni olan unsurları hiç taassup göstermeden bol bol leğinde ve azminde bulunan Cumhuriyetçi Türkiye,
almışızdır” demektedir.67 Ayrıca Türk hümanizması- medeni dünyanın eski ve yeni fikir mahsullerini ken-
nı şöyle ifade etmektedir: “Türk hümanizması, beşer di diline çevirmek ve bu alemin duyuş ve düşünüşü
eserine istisnasız kıymet veren, ona zamanda ve ile benliğini kuvvetlendirmek mecburiyetindedir. Bu
mekânda hudut tanımayan hür bir anlayış ve duyuş- mecburiyet, bizi geniş bir tercüme seferberliğine
tur. Hangi milletten olursa olsun insanlığa yeni bir davet ediyor” dedi.74 Nitekim 1940 yılında tercüme
düşünüş, yeni bir duyuş getiren her esere bizim yü- faaliyetlerini takip ve tenkit etmek, eski ve yeni edebî
reklerimizin besleyeceği his, ancak saygı ve hayran- klasikleri bir plan ve sistem içinde Türkçeye çevir-
lıktır. Biz bu saygı ve hayranlık duygumuzu nazari mek gayesiyle, Tercüme Bürosu kuruldu. Bu büro
bir bakışla değil, yaparak ve yaşayarak, kendimizin bir arı kovanı gibi çalıştı. Akademik bir yaklaşımla
kılarak ifade ediyoruz.”68 ve son derece titiz bir çalışmayla, başta Yunan ve
Latin klasikleri olmak üzere, dünya klasiklerinden
Yücel’in ifade ettiği anlayışın bir tezahürü olarak,
500’e yakın eser Türkçeye kazandırıldı. Bu muaz-
liselerde edebiyat ve fen kollarından sonra, klasik
zam başarı, İkinci Dünya Savaşı’nın insanlığı felake-
kol adıyla üçüncü bir kol kuruldu.1940 yılında bir-
te sürüklediği, sanata ve edebiyata dair çalışmaların
kaç lisede kurulan bu kol orta öğretimin genel dü-
fazla itibar görmediği ve Sovyet Rusya, Almanya,
zenini zorlamadan Latin dilinin öğrenimine imkân
İtalya gibi ülkelerde kitapların yakıldığı yıllarda sağ-
tanımaktaydı.69 Bu yeni kolun temel amacı, Batı
landı. Böylece Türk okurları, insanlığın ortak kültür
ülkelerinde olduğu gibi klasik filolojinin gelişmesi
kaynaklarına erişmek imkânına sahip oldu.
suretiyle, klasik çağ düşüncesinin tanınması ve böy-
lece hümanizmin benimsenmesiydi. Nitekim Yücel, Hiç şüphesiz tercüme yoluyla sağlanan birikim,
Birinci Maarif Şurasında yaptığı konuşmada; “lise- Türk kültürünün gelişmesi açısından son derece
nin, müspet ilim zihniyetinin, millî kültürün ve millî önemliydi. Ancak kültür politikasının amaçları bakı-
kültür tekevvünü içinde hümanizm ruhunun hâl ve mından mütalaa edildiğinde tenkit edilmiştir. Meselâ
istikbalini tayin edecek bir müessese’’ olduğunu be- Güngör, “klasikler hareketi Batı medeniyeti hakkında
lirterek, “birçok ülkede ikinci bir yabancı dil olarak yeni bir anlayış getiriyordu. Bu yeni anlayış Atatürk
Latince ve Yunancanın öğretildiğine” dikkat çekti.70 devrindeki tarih ve medeniyet tezine açıkça karşı çık-
Yine bu bağlamda Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesin- mamakla birlikte, onun yerine geçmek üzere ortaya
de Klasik Filoloji Kürsüsü kuruldu. Daha önce açıl- atıldı.” “Klasikler hareketi Türkiye’ye Batı kültürünü
mış bulunan Latin ve Yunan Filolojisi Kürsüleri, 1940 yerleştirme yolunda Atatürk inkılapları kadar radikal
yılında Klasik Filoloji Kürsüsü adıyla birleştirildi. bir tavrın eseriydi. Atatürk zamanında Türklerin Batı
Böylece öbür disiplinlere yardımcı olma fonksiyonu medeniyeti içinde bağımsız bir hüviyet taşımaları,
yanında klasik evreni inceleme ve bizatihi değeri- hatta çağdaş medeniyetin üstüne çıkmaları öngö-
ni ileri sürme ve yayma imkânı gelişti. Buna bağlı rülüyor ve Batılılaşma milliyetçilikten ayrılmıyordu”
olarak, yaşayan Batı dilleri ve edebiyatları alanında demektedir.75
öğrenim yapan öğrenciler için, Latince zorunlu ders
Söz konusu klasiklerin kültür politikasının bir ge-
olarak konuldu. Bu yoldan klasik evrenin bilinmesi-
reği olarak yayımlandığı açıktır. Bu husus Neşriyat
nin, Avrupa edebiyatlarının ve genellikle kültürünün
Kongresi’nde dile getirildiği gibi, klasikler dizisinin
ruhuna nüfuz etmek bakımından kaçınılmaz olduğu
başında yer alan, İnönü ve Yücel’in önsöz yazıların-
gösterilmiş oldu.71 Klasik Filoloji, kardeş iki öğretim
da da ifade edilmiştir. İnönü, eski Yunanlılardan beri

38 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


milletlerin sanat ve fikir hayatında meydana getirdik- rından çıkarılmış olan din dersinin yeniden verilece-
leri şaheserleri dilimize çevirmenin, Türk milletinin ği rivayetleri ortaya çıkmış, Başbakan Refik Saydam
kültüründe yer tutmak ve hizmet etmek isteyenler ise şiddetle yalanlamak durumunda kalmıştı.78 Anla-
için en kıymetli vasıtayı hazırladığını belirtmektedir. şılacağı üzere, dinî alanda gösterilecek hoşgörünün
Yücel ise, “hümanizma ruhunun ilk anlayış ve du- siyasete yansıyabileceği düşünülmekteydi. Bunun
yuş merhalesi, insan varlığının en müşahhas şekilde için daha fazla tedbir alındı, daha fazla yaptırım uy-
ifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle baş- gulandı. Meselâ 1941 yılında Türk Ceza Kanunu’nun
lar... Tercüme faaliyetini, biz bu bakımdan ehemmi- bazı maddeleri değiştirildi. Bu değişiklikle, daha ev-
yetli ve medeniyet davamız için müessir bellemekte- vel Türkçeleştirilmiş olan ezanı Arapça olarak oku-
yiz” demektedir. yanların ve Arapça kamet getirenlerin üç ay hapisle
Şu var ki Maarif Vekili olan Yücel, sahip olduğu cezalandırılmaları öngörüldü.79 İnönü, dinin siyasete
makamı sadece siyasi hüviyeti ile değil, aynı zaman- alet edilmesi ile ilgili olarak şöyle demektedir: “Diya-
da kelimenin tam anlamıyla entelektüel kişiliği ile net, insaniyet gibi aziz mefkûreler politikacıların el-
doldurmaktaydı. Felsefe ve mantığın yanı sıra, eği- lerinde maksad-ı siyasiyeyi desteklemek için vasıta
tim, kültür, sanat ve edebiyata dair çok sayıda eserin olarak kullanıldıkça, bu iğfale kapılan vatandaşları
sahibidir. Aynı zamanda iyi bir şair ve musikişinastı. felaketten kurtarmak mümkün olmayacaktır’’.80
Sayar’ın yaptığı araştırmaya göre, tasavvuf kültürü- Çok partili döneme geçilinceye kadar, laikliğe
ne vakıf olmanın ötesinde, Mevlevi meşreple yetiş- yönelik tedbirlerden hiçbir şekilde taviz verilmedi.
miş76 ve Mevlana üzerine yazılar yazmıştı. Dolayı- Ancak laikliği esas alan hayat tarzının yaptırımlarla
sıyla engin birikimi ve manevi bir temeli olan dünya değil, değişen kültürle oluşması hedeflenmekteydi.
görüşü vardır. Herhalde onu hümanizmaya yönelten Bunun için hümanizmi esas alan kültür politikası ile
itici güç felsefe tahsili ve Mevlevi terbiyesi olmuştur. klasik çağ düşüncesinin öğrenilmesi ve bu suretle
Ancak hümanizmayı algılama veya yansıtma biçimi laiklik bilincinin oluşması amaçlandı. Karal, klasik
ayrıca tartışılmaya değer bir husustur ve mensubu düşünce ile dinî düşüncenin çeliştiğine dikkat çeke-
olduğu siyasi otoritenin tutumuna bağlı olarak de- rek, klasik düşüncenin aklı ve hürriyeti esas aldığını
ğerlendirilmelidir. ve bu yolla çağdaş düşüncenin oluşmasında etkili
İnönü Döneminin Tartışılan Laiklik olduğunu belirtmektedir.81
Politikası
Şu hususu da ifade etmek gerekir ki, İnönü dö-
Batı dünyasında hümanizma ve aydınlanma neminin ilk yılları halkın maneviyatını yükseltmek
hareketinin laikleşmeye zemin hazırladığı açıktır. için çaba sarf edilmesi gereken yıllardı. Zira İkinci
Türkiye’de ise, laikleşmenin köklerini Tanzimat uy- Dünya Savaşı dolayısıyla Türkiye tehdit altındaydı.
gulamalarında aramak gerekir. Eğitimin bir kamu Savaşa girme ihtimaline karşı asker sayısı artırılmış
hizmetine dönüşmesi ve adli sistemin yeniden yapı- ve teyakkuza geçilmişti. Savaşın tesiriyle ortaya çı-
landırılması yoluyla, Müslim-gayrimüslim faklılığının kan darlık ve yüksek enflasyon neticesinde yoksul-
üstünde eşit hak ve hukukun geliştirilmesi bu açıdan luk artmış, yaşamak zorlaşmıştı. O kadar ki, 1942
önemlidir. Diğer taraftan Batı ile temasın yoğunlaş- yılında Ticaret Vekâletinde İaşe Müsteşarı Muavini
ması ile Batı etkisinin arttığı bir gerçektir. Nitekim ge- olan Aydemir; “valilerden, ertesi gün halka dağıtıla-
leneksel hayat tarzının değişmeye başlaması ve bu cak hububat kalmadığını, ordu donatım ve yönetim
bağlamda kadının sosyal hayata katılması ve statü makamlarından, hayvanların yemsiz, asker erzakı-
kazanması böylece ortaya çıktı. Ancak laikleşmeye nın yetersiz, vasıtaların atıl hâle geldiğini bildiren
temel teşkil eden radikal nitelikteki düzenlemeler, hiç kaygılı haberler alıyorduk” demektedir. Vekil Mümtaz
şüphesiz Atatürk inkılapları ile yapıldı. Gerçekleştiri- Ökmen’in ise, çare bulamadığı için intihar etmeyi dü-
len inkılaplar neticesinde din adamlarının devlet ya- şündüğünü belirtmektedir.82 Dolayısıyla halkın ma-
pısı ve işleyişindeki etkin rolü sona erdi ve devlet laik neviyatını artıracak çalışmalara ihtiyaç vardı. Fakat
esaslara göre yeniden düzenlendi. Laikliğin benim- geçmişi canlandıracak bir yola girilmesinden endişe
senmesi ve yerleşmesi için eğitim ve kültür faaliyet- edildiği için yaygın bir yöntemden imtina edildi. Hatta
lerine son derece önem verildi. Hatta sert tedbirler bazı illerde büyük camiler, savaş hazırlıkları kapsa-
alındı. Lewis’in ifadesiyle, “1930’larda laikleştirme- mında ikmal amaçlı olarak kapatıldı. Buna mukabil
nin baskısı cidden pek kuvvetli oldu’’.77 Kuran Kurslarının sayısı artırıldı. 1938-1939 eğitim-
Laikleşme politikası İnönü döneminde daha katı öğretim yılında bütün Türkiye’de 28 Kuran Kursu ve
biçimde sürdürüldü. Çünkü Atatürk’ten sonra eski bu kurslarda 1069 öğrenci vardı. 1939-1940 döne-
rejimin canlandırılması yönünde çaba gösterileceği minde kursların sayısı 48’e, 1941-1942’de 65’e yük-
kaygısı vardı. Nitekim ortaokul müfredat programla- seldi. Öğrenci sayısı ise 1.783’e ulaştı.83

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 39


İnönü Döneminin Tartışılan İktisadi nin servetleri ve fevkalâde kazançları üzerinden bir
Politikası defaya mahsus olmak üzere vergi alınması hükmü
getirildi (Madde: 1). Kanunun en dikkat çeken yönü,
Türkiye, İnönü’nün son derece başarılı dış politi-
tahakkuk eden vergiyi ödemeyen mükelleflerin,
kasıyla İkinci Dünya Savaşı’na girmedi. Fakat savaş
borçlarını tamamen ödeyinceye kadar, memleketin
baskısı altında yaşamaktan da kurtulamadı. Dolayı-
herhangi bir yerinde bedenî kabiliyetlerine göre ça-
sıyla iktisadi süreçleri büyük ölçüde savaş şartları
lışma mecburiyetine tabi tutulmalarıydı (Madde: 12).
belirledi. Öyle ki, 1938 yılında savunma giderlerinin
Verginin niteliği, oranı, müeyyidesi ve hedef kitlesi
merkezî bütçe harcamalarındaki oranı %39 iken,
bakımından sonraki yıllarda çok tartışılan bu kanun,
1939’da %50’ye, 1942’de %66’ya yükseldi.84 Toplam
vatandaşlar arasında herhangi bir ayrım yapmıyor-
nüfusun 18 milyon civarında olduğu yıllarda askerlik
du. Ancak varlıklı kesim daha çok gayrimüslimler-
süresinin dört yıla kadar uzatılması ve asker sayı-
den oluştuğu için, uygulamada ayrım yapılmış gibi
sının bir milyonun üzerine çıkarılmış olması, tüketi-
bir sonuç ortaya çıktı. Hiç şüphesiz kanun tasarısı
mi artırırken, üretimin düşmesine yol açtı. Bilhassa
hazırlanırken bu durum biliniyordu ve maksatlı ola-
kurak geçen mevsimlerin de etkisiyle buğday üre-
rak hazırlandığı akla gelmekteydi. Bu yöndeki iddia
timinde ciddi düşüşler oldu. Hükûmet acil tedbirler
ve tartışmalar ise kanunun yürürlükte olduğu tarih-
bağlamında yeni vergiler ihdas etti ve emisyon hac-
lerde, önce Maliye Başmüfettişi olan, bilahare İstan-
mini artırdı. Hızlı emisyon artışı savaş psikolojisi ile
bul Defterdarlığına atanan Faik Ökte’nin yayımladığı
enflasyonu körükledi. Böylece nüfusun büyük ço-
kitap ile derinleşti. Ökte, Varlık Vergisi’nin iktisadi
ğunluğu mağdur olurken, büyük sermaye sahipleri
sebepler kadar, sermayenin Türkleştirilmesine yö-
için haksız kazanç fırsatları doğdu. Küçük kasaba
nelik bir çabanın eseri olduğunu ifade etti.87 Ökte’ye
tüccarları arasında bile tefeciler, muhtekirler çıktı.
en sert cevabı, yayımladığı Açık Mektup ile Adalar
Hükûmet savaşın olumsuz tesirlerini önlemek ve Gençlik Kulübü Başkanı Meriç verdi: “Türklüğün ik-
iaşe zorluklarını gidermek için, üretim ve tüketimi de- tisaden kalkınmasını ve vatanı müdafaa etmek için
netim altına alan Millî Korunma Kanununu85 çıkardı. ordusunun o günkü şartlara karşı ayakta tutmasını
18 Ocak 1940 tarihinde fevkalade hâl gerekçesiyle temin eden bir vergi kanununun sırlarını bir hain gibi
kabul edilen bu kanun ile hükûmet; fiyatları belirleme ortaya serdin… Varlık Vergisinin çıktığı günlerde tı-
ve belirlediği fiyattan tarım ürünlerine el koyma yet- kanası sesin çıkmıyordu” dedi.88 Böylece kanunla
kisine sahip olduğu gibi, temel tüketim maddelerinin ilgili sırların da olduğu gündeme geldi. Ne var ki,
dağıtımını vesikaya bağlama ve gerektiğinde özel muhtekirlerin haksız kazançları üzerinde gerektiği
işletmelere el koyma hakkına sahip oldu. Bu geniş ölçüde durulmadı. Tahsil edilen varlık vergisi toplamı
yetkiler Millî Şef idaresini daha da otoriter hâle ge- ise 318 milyon TL’dir. Tarh edilen yekûn 463 milyon
tirdi. olmasına rağmen, tahsil edilemeyen kısım 1944’de
silindi.89
Atatürk döneminin son senesinde köylüyü koru-
mak ve piyasada istikrarı sağlamak maksadıyla Top- Varlık Vergisinden sonra kabul edilen ikinci yeni
rak Mahsulleri Ofisi kurulmuştu. Ancak Millî Korunma vergi kanunu ise köylülere yöneliktir. 1925’de kaldı-
Kanunu uygulamaları ile bu ofis, köylünün kâbusu rılan aşara benzer şekilde, 4 Haziran 1943 tarihin-
hâline geldi. Hububat ürünlerinin stratejik değer de Toprak Mahsulleri Vergisi Kanunu90 kabul edildi.
kazandığı bir zamanda, hububat üreticisi köylüler Bu kanun ile hububat ve bakliyat ürünleri başta ol-
âdeta cezalandırılmış oldular. Zira devlet, belirledi- mak üzere bazı mahsullerin ayni; pancar, patates,
ği miktarda tohumluk ve aile ihtiyaçlarını ayırmakta, narenciye, afyon, kendir ve tütünün nakdî olarak
geri kalan ürünlere ise piyasa değerinin çok altında vergilendirilmesi öngörüldü. Ancak köylülerin büyük
bir fiyatla el koymaktaydı. Başka bir deyişle köylüler, çoğunluğu yoksuldu ve pazar için değil, aile ihtiyaç-
ürünlerini çok ucuz bir fiyatla ofise satmak zorunday- larını karşılamak üzere üretim yapıyordu. Buna rağ-
dılar. Buna mukabil köylülerin ihtiyacı olan gaz, bez men kanun, köylülerin zengin veya yoksul olmasına
ve şeker gibi maddeler, temin edemeyecekleri kadar bakmaksızın doğrudan ürünü vergilendirmekteydi.
kıt veya satın alamayacakları kadar pahalıydı. Hiç şüphesiz kanunun en dikkat çeken yönü, müs-
tahsilin elde edebileceği mahsul miktarını devlet
7 Temmuz 1942’de Başbakan Refik Saydam’ın
görevlilerinin hasattan evvel tahmini olarak tespit
ölümü üzerine, Şükrü Saraçoğlu Hükûmeti kuruldu.
etmesiydi. Dolayısıyla verginin tahakkuku ve tahsili,
Yeni hükûmet Millî Korunma Kanunu kapsamındaki
bizzat köye giden memurlar tarafından yapıldı. Bu
sıkı denetimi hafifletmekle birlikte, fevkalade hâl şart-
durum vergi tahsil maliyetini artırdığı gibi, çok ciddi
larına uygun iki yeni vergi kanununu hayata geçirdi.
usulsüzlüklere fırsat verdi. Öyle ki adalet duygusunu
11 Kasım 1942 tarihinde kabul edilen Varlık Vergisi
zedeleyen ve vatandaşların devlete bakışını olum-
Hakkında Kanun86 ile servet ve kazanç sahipleri-

40 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


suzlaştıran bir tahsildar tipi ortaya çıktı. Tahsildarın man propaganda gücü yalnız Türkiye’de değil, Irak
yaptığı usulsüzlüklerin yanı sıra, yoksul köylülerin ve İran’da da etkili oldu. Öyle ki Irak’ta gelişen Arap
daha az vergi vermek için mahsulünü saklaması milliyetçiliği hareketi üzerinde nüfuz kurmayı başar-
veya harmanda vergilendirilen kısmı değiştirmesi dılar. Bunun üzerine Alman yanlısı Raşit Ali Geylani,
gibi, son derece acı hadiseler de yaşandı. Halen 5 Nisan 1941’de bir darbeyle yönetimi ele geçirdi.
köylü veya köy kökenli birçok ailenin hatıralarında Aynı tarihlerde İran’da da Alman yanlısı gruplar güç
yerini koruyan “kendi malımı çaldım” sözü, o yılların kazandı ve Şah Almanya ile işbirliğine yöneldi. Türk
dramını yansıtır. hükûmeti ise, Turancılığın gelişmesine sessiz kal-
makla birlikte, dış politikada tarafsızlığını muhafaza
İnönü Döneminin Tartışılan Siyasi
etti. Bu meyanda Almanya’nın Geylani hükûmetine
Davaları
Türkiye üzerinden yardım gönderme teklifini reddetti.
İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasından sonra, Neticede İngiliz askerî birlikleri Geylani hükûmetini,
yeni bir dönemin başladığını vurgulayan siyasi nite- İngiliz ve Sovyet birlikleri de İran Şahını devirdiler.
likli davalar olmuştu. Bu davalar içinde en önemlisi Türkiye, daha dikkatli bir dış politika izlemek duru-
1928’den beri İstanbul Valisi ve Belediye Reisi olan munda kaldı.
Muhiddin Üstündağ’ın 1 Aralık 1938’de görevden
İkinci Dünya Savaşı yılları boyunca Türkçü-
alınması91 ve yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle yargı-
Turancı aydınların en etkili faaliyeti, yayın alanında
lanmasıdır. Üstündağ, görev yaptığı yıllara ilişkin
oldu. Bozkurt, Çınaraltı, Ergenekon, Gök Börü, Ko-
müfettiş incelemeleri neticesinde birçok konuda
puz, Millet, Orhun, Özleyiş, Tanrıdağ, Türklük, Türk
suçlanmış olmasına rağmen, hakkında açılan bütün
Amacı ve Türk Yurdu dergileri söz konusu yayın-
davalardan berat etmiştir. Ancak söz konusu yar-
lardan bazılarıdır. Bu dergiler arasında Reha Oğuz
gılamalar yoluyla, Atatürk dönemi idarecilerine bir
Türkkan’ın çıkardığı Bozkurt ve Gök Börü ile Atsız’ın
gözdağı verildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Üstündağ
çıkardığı Orhun dergileri çok okunmakta ve bir teş-
davası sonraki yıllarda unutulmuş ve kendisi 1945
kilatlanmaya zemin oluşturmaktaydılar. Şu hususu
yılında yapılan ara seçimlerde İstanbul milletvekili
belirtmek gerekir ki, Türkçü-Turancı nitelik taşıyan
seçilmiştir.
yayınlar Atatürk döneminde de vardı. Meselâ At-
İnönü döneminin sonraki yıllarda üzerinde duru- sız, 1931’de Atsız dergisini, 1933 yılında da Orhun
lan ve tartışmaları günümüze kadar intikal eden siya- dergisini yayınlanmaya başlamıştı. Ancak çok uzun
si davaları ise; Irkçılık-Turancılık Davası ile DTCF’de ömürlü olamadı. Yılmaz’ın yaptığı araştırmada; Or-
Yabancı İdeolojiler Davası’dır. hun, Millî Birlik, Millî İnkılâp ve Ulusal Birlik adlı Türk-
çü yayınların, İtalya ve Almanya’daki yeni yönetim-
1. Irkçılık-Turancılık Davası
lerin değiştirdiği konjonktüre bağlı olarak kapatıldığı
İkinci Meşrutiyet yıllarında gelişen Türkçü ha- belirtilmektedir.92 Aynı şekilde İkinci Dünya Savaşı
reket, imparatorluk kültürünün tesiriyle aynı za- yıllarında yayımlanan Türkçü-Turancı dergiler de
manda Turancıydı. Osmanlı Devleti’nin Balkanları zaman zaman kapatılmış, fakat Alman yenilgisi be-
kaybetmesi üzerine güçlendi. O kadar ki, ordunun lirginleşinceye kadar varlıklarını korumuşlardır.
genç kurmay kadrosu için, Kafkasya ve Türkistan’a
Tek partili rejimlerde yayınların devlet deneti-
ulaşmak ülküsü cazip hâle gelmişti. Nitekim Birinci
minde olduğu bilinen bir husustur. Bu bakımdan dış
Dünya Savaşı’na girilirken, bu büyük Türk coğrafya-
politika açısından rahatsızlık verecek nitelikteki ya-
sı temel hedefler arasında yer aldı. Almanya ise, bu
yınlara, resmî görüş olarak algılanmaması için pek
durumdan istifade etti. Osmanlı Devleti’nin çökmesi
müsaade edilmemiştir. Başka bir deyişle yayınların
ve Enver Paşa’nın Duşanbe yakınlarında şehit düş-
niteliği, seyri ve ağırlığı, hükûmetlerin politikasına ve
mesi üzerine, Turan kavramından pek söz edilmez
konjonktürel şartlara göre mütemadiyen değişmiştir.
oldu. Sadece az sayıdaki Türkçü aydınların ülküsü
Nitekim İkinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Türk-
olmaya devam etti.
çü yayınların artması ve devlet ricalinin Türkçülüğü
Turancılık akımı, İkinci Dünya Savaşı yıllarında öne geçiren konuşmalarda bulunması bu mealdedir.
yeniden güçlendi. 18 Haziran 1941’de Türk-Alman Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun 9 Temmuz 1942’de
Saldırmazlık Paktının imzalanması ve dört gün sonra kurulan hükûmetinin programı üzerine konuşurken,
Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne taarruz etmesi, Türk “biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız.
kamuoyunda dış politikaya olan ilgiyi artırmış ve Rus Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar,
hâkimiyetinde olan Türk devletleri ve topluluklarını aynı zamanda bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz
gündeme getirmişti. Almanya daha evvel olduğu gibi azalan ve azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan
bu durumdan istifade etmeye çalıştı. Bunun için çok Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız”
yoğun bir propaganda faaliyeti yürüttü. O yıllarda Al- demesi93 bir tesadüf değildir. Zira 1942 yılının ilkba-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 41


har aylarında Alman orduları ilerleme kaydetmiş, yaz na girmiş olan komünistleri” açıklamakta ve Maarif
aylarında Kırım yarım adasını ele geçirmişler ve çok Vekâletinin gaflette olduğunu belirterek, söz konusu
geçmeden Stalingrad’ı kuşatmışlardı. Bu durum esir komünistlerin görevlerine son verilmesini ve Maarif
Türk yurtlarının istiklale kavuşmasını ve nihai olarak Vekilinin istifasını istemektedir.98
Türk birliğini hedefleyen Türkçüler için elbette sevin-
Atsız’ın “komünist ve vatan haini” olarak vasıf-
dirici olmuştur. Türkçülüğü esas alan bir başbakanın
landırdığı isimlerin başında, yazar, Türk Dil Kurumu
iş başına gelmiş olması ise, kendilerini cesaretlen-
üyesi ve Devlet Konservatuarı öğretmeni olan Saba-
dirmenin ötesinde kuvvetlendirmiştir.
hattin Ali vardı. Sabahattin Ali’nin Atsız aleyhinde ha-
Alman ordularının Sovyetler Birliği’nde ilerledik- karet davası açmasıyla birlikte olaylar büyüdü. Zira
leri sırada, Almanya’nın Türkiye Büyükelçisi Von Pa- mahkemenin 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci
pen, Rusya’nın Türkçe konuşulan bölgeleri hakkında duruşmasına üniversite gençliği ve Ankara halkı
bilgi edinmek, bu bölgeler halkının desteğini sağla- büyük ilgi göstermiş, duruşmanın sona ermesinden
mak ve Türkiye’deki Turancılık akımlarını Almanya sonra yapılan toplu yürüyüş, Atsız’ı destekleyen,
yararına istismar etmek için bazı Turancı gruplarla komünizmi lanetleyen sloganlarla ve yapılan konuş-
ve mültecilerle temas hâlindeydi.94 Hiç şüphesiz malarla büyük bir gösteriye dönüşmüştü.99 Sonraki
Papen’in faaliyetleri Türk hükûmeti tarafından bili- yıllarda Türkçüler Bayramı olarak kutlanan 3 Mayıs,
niyor ve izleniyordu. Papen, Türkiye’yi Almanya’nın zaten politika değişikliğine girmiş bulunan hükûmet
safında savaşa sokabilmek için Sovyetler Birliği’nin için bir fırsat oldu. Aralarında Nihâl Atsız, Reha Oğuz
Türkiye açısından doğurduğu tehlikeleri ve Sovyet- Türkkan, Zeki Velidi Togan, ve Alparslan Türkeş’in
lerin hâkimiyeti altındaki Türk yurtlarının geleceğini bulunduğu Türkçü aydınlar tutuklanarak, hükûmeti
bir koz olarak kullanmaya çalışmaktaydı. Ancak Sa- devirmeye teşebbüs suçlamasıyla mahkemeye ve-
raçoğlu, 27 Ağustos 1942’de Papen’le yaptığı gö- rildiler. Basında ırkçılık ve Turancılık aleyhine âdeta
rüşmede; bir Türk olarak Rusya’nın yıkılmasını ha- bir kampanya başlatıldı. Dahası basında çıkan yazı-
raretle arzu ettiğini ve böyle bir fırsatın bin yılda bir lar aynı yıl devlet tarafından kitaplaştırıldı.100 Hiç şüp-
defa ortaya çıkabileceğini, fakat bir başbakan olarak hesiz İnönü’nün 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı
ve Türkiye’nin menfaatleri bakımından, Türkiye’nin münasebetiyle yaptığı konuşmada; “Türk milliyetçi-
kesin tarafsızlık izlemesinin zorunlu olduğuna inan- siyiz, fakat ırkçılığa düşmanız” diyerek, Turancılığın
dığını belirtmiştir.95 zararlı olduğuna, Türk milletini bütün komşularıyla
düşman edeceğine dikkat çekmesi,101 söz konusu
Sovyetler Birliği’nin yenilgisi ile Türkçü görüşlerin
yayınların artarak devam etmesini sağladı.
hayata geçmesi arasında bir bağ kurulmuştu. Ancak
1943-1944’de savaşın seyri Almanya’nın aleyhine Tarihe Irkçılık-Turancılık Davası olarak geçen
olarak değişti. Bu durum Turancıların şevkini azalttığı yargılamalar, İstanbul Örfi İdare Mahkemesinde ya-
gibi, solcuları ve liberalleri de fikirlerini daha serbest pıldı. 29 Mart 1945 tarihine kadar süren yargılama
olarak açıklamaya teşvik etti.96 Hatta Türkçülüğü ve neticesinde, 13 sanık suçsuz bulunurken, 10 sa-
Turancılığı suçlayan bir temayül gelişti. Hiç şüphesiz nık da değişik sürelerde hapis cezasına ve zorunlu
bu yöndeki yayınların olmasında, değişen konjonk- ikamet olarak ifade edilen sürgüne mahkûm edildi.
türü dikkate alan hükûmetin tutumu etkili oldu. Ancak Meselâ, Togan 10 yıl hapis, 4 yıl sürgün; Türkkan 5
Türkçü yazarlar kendilerine yönelik eleştirileri sert yıl 5 ay hapis, 2 yıl sürgün; Atsız 4 yıl 3 ay 15 gün ha-
biçimde cevaplandırdıkları gibi, komünist hareketle- pis, 3 yıl sürgün ve Türkeş 9 ay 10 gün hapis cezası
re karşı hükûmeti uyardılar. Bilhassa Atsız’ın Orhun aldı. Ancak Askerî Yargıtay mahkûmiyet kararlarını
dergisinde Başbakan Saraçoğlu’na yazdığı iki açık bozdu ve sanıkların tutukluluk hâlini kaldırdı. Yapılan
mektup, siyasi gelişmeler üzerinde çok büyük bir ilgi yeni yargılama üzerine sanıkların tamamı 31 Mart
uyandırdı ve adli hadiselere yol açtı. 1947’de berat etti.102 Berat kararından sonra, tutuk-
lulara kötü muamele yapıldığı, hatta işkence gördük-
Atsız’ın “Başvekil Saracoğlu Şükrü’ye Açık
leri gündeme geldi. İşkenceye maruz kalanlardan
Mektup” başlıklı ilk mektubu; “hem Türkçü, hem
Hikmet Tanyu, şikâyetini mahkemeye taşıdı ve bu
de Başvekil olduğunuz için size bu açık mektubu
hususta bir kitap yazdı.103 Bunu Türkeş ve Türkkan’ın
yazıyorum. Yalnız Başvekil olsaydınız bunları yaz-
kitapları takip etti.104 Bâkiler, söz konusu işkenceleri
mak emeğine katlanmazdım” sözleriyle başlamakta
maddeleştirerek sıralamakta ve şöyle özetlemekte-
ve “Türkçülüğün hâkim olduğu bir Türk ülkesinde”
dir: “23 Türkçü, Türk mahkemelerinde anlatılmaz bir
Türklüğün aşağılanmaya başlandığına ve komünist
kinle yargılandılar. Tabutluklara konuldular. Yani bir
faaliyetlerin arttığına dikkat çekilmektedir.97 İkinci
insanın ancak sığabileceği; ama katiyen çökemeye-
mektubunda Atsız; Anayasa’mıza göre komünizmin
ceği, sağdan sola, soldan sağa dönemeyeceği be-
Türkiye’de yasaklandığını ve devletimizin milliyet-
ton hücrelere sokuldular. Başlarının üstünde 1500
çi bir devlet olduğunu hatırlatarak, “maarif sahası-

42 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


mumluk lambalar yakıldı. Bayılıncaya kadar böylesi tehlike olarak gündeme gelmiş olması neticesinde,
hücrelerde kaldılar. Nihâl Atsız, içinden lağım suları dikkatler yeniden Maarif Vekâleti üzerinde yoğunlaş-
geçen bir yere hapsedildi. Orası, bir kibritin bile ya- tı. Nitekim siyasi cereyanlara karıştığı gerekçesiyle
kılamayacağı rutubetli bir hücreydi”.105 Sabahattin Ali, 12 Aralık 1945’de vekâlet emrine
alındı. Akabinde DTCF kadrosunda yer alan Behice
2. DTCF’de Yabancı İdeolojiler Davası
Boran, Pertev Nailî Boratav, Niyazi Berkes ve Me-
Atsız’ın ikinci açık mektubundan sonra Orhun diha Berkes vekâlet emrine alındılar ve üniversite
dergisi kapatıldı. Ancak Atsız’ın açıkladığı, “maarif tarafından haklarında derhal bir soruşturma açıldı.112
sahasına girmiş olan komünistlerin” faaliyetlerine de Ancak vekâlet emrine alınma kararı, Danıştay ta-
kayıtsız kalınmadı. Mektupta ismi geçen ve Atsız’ın, rafından iptal edildi. Buna rağmen Mediha Berkes,
“bir vatan hainini ve hapisten çıkmış bir sabıkalıyı kendisine gelişme ve yükselme imkânı verilmediği
Türk üniversitesinde Pedagoji Enstitüsünün başına için 31 Aralık 1946 tarihinde üniversitedeki görevin-
getirmek şaheser bir gaflettir” dediği, Sadrettin Celâl den istifa etti.113 Aynı yıl çok partili hayata geçilmiş ve
Antel’in İstanbul Üniversitesindeki görevine son ve- Maarif Vekili Yücel de görevinden istifa etmişti.
rilerek, 21 Nisan 1944’de vekâlet emrine alındı.106
Demokratik gelişmelerin beraberinde basının
Yine Atsız’ın, “nasıl bir komünist olduğunu bilhassa
ve siyasi çevrelerin DTCF üzerindeki ilgisi daha da
ben iyi bilirim” dediği, DTCF öğretim üyelerinden
arttı. Zira 3 Mayıs olaylarından itibaren yapılan tar-
Pertev Nailî Boratav tarafından çıkarılan Yurt ve
tışmalar, açılan davalar ve görevden almalar fakülte
Dünya dergisi hemen kapatıldı. Kapatma teklifinin
öğrencilerine yansımış, söz konusu öğretim eleman-
15 Mayıs 1944 tarih ve 4 / 2405 sayılı yazı ile Maa-
larına karşı çıkan veya sahiplenen bazı eylemlere
rif Vekili Yücel’den geldiği, bunun üzerine ertesi gün
yol açmıştı. Türkçü öğrencilerin öncülüğünde geli-
hükûmet kararnamesiyle kapatıldığı, Yücel-Öner
şen ve halkın da iştirak ettiği 6 Mart 1947 tarihin-
davasının mahkeme kayıtlarında yer almaktadır.107
deki yürüyüş, 3 Mayıs gösterilerinin tekrarı gibi ol-
Yine DTCF öğretim üyelerinden Muzaffer Şerif Ba-
muş, basının, üniversite yönetiminin ve hükûmetin
şoğlu, yürütülen komünist tahkikatı gereği tutuklan-
dikkatini çekmişti.114 27 Aralık 1947 eylemi ise, hem
mış, serbest bırakıldıktan sonra da ABD’ye gitmiştir.
fakülte içinde, hem fakülte dışında şiddete dönüştü.
Başoğlu, lisans sonrası eğitimini 1933-1939 yılları
Böylece Boran, Boratav ve Berkes hakkında yürü-
arasında ABD’de yaptığı için, bu ülkede akademik
tülen soruşturma, kamuoyunun bildiği ve takip ettiği
bir çevresi vardı ve akademik hayatına orada devam
bir konu hâline geldi. Soruşturma bu şartlar altında
ederek yerleşti. 108
tamamlandı ve 10 Ocak 1948’de üç öğretim üyesi-
Savaşın sona ermesinden ve Türkiye’nin de- ne, “Türk devriminin ülkülerine bağlı ve millî karak-
mokrasi cephesinde yer almasından sonra, basında ter sahibi vatandaşlar yetiştirmek” yerine, yabancı
hürriyet ve demokrasi üzerine bir tartışma başladı. ideolojileri yaydıkları için, “üniversite öğretim mesle-
Bilhassa Zekeriya Sertel’in yönetiminde çıkan Tan ğinden çıkarma cezası” verildi. Ancak Üniversitele-
gazetesinde, yeni bir sürece girildiğini yansıtan ya- rarası Kurul, verilen cezayı usul ve esas bakımından
zılar yayımlandı. Ancak savaş boyunca Sovyetler değerlendirerek reddetti.115
Birliği’ne karşı yapılmış kötü propagandayı silme-
Üniversitelerarası Kurul kararının hükûmet içinde
ye ve onun yerine sevgi oluşturmaya çalışması109
tartışıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim 6 Temmuz 1948
dikkat çekti. Çok geçmeden Sovyetler Birliği’nin
tarihinde kabul edilen 5239 sayılı Ankara Üniversitesi
Türkiye’den toprak talebinde bulunduğuna dair ha-
Kuruluş Kadroları Kanunu116 ile DTCF’nin kadro cet-
berler, halk arasında anlatılamayacak kadar derin
velleri yeniden düzenlendi. Biri Halk Edebiyatı Folk-
bir tepkiye yol açtı.110 Bu ortamda yayın hayatına gi-
lor profesörlüğüne, ikisi sosyoloji doçentliklerine ait
ren, Sabiha ve Zekeriya Sertel’in çıkardığı Görüşler
maaş ve dereceleri belirtilen kadrolar, boş kadroyu
dergisinde, tek şef ve tek parti sistemi eleştirilince kı-
ifade eden (L) işaretli cetvele alındılar (Geçici Mad-
yamet koptu. Hükûmet yanlısı gazetelerde kışkırtıcı
de: 2). Böylece Boratav, Boran ve Berkes’in adı zikre-
yayımlar yapılarak, komünistlikle suçlanan matbuat
dilmeden, sadece onlara uyan kanuni bir düzenleme
hedef gösterildi. Nitekim 4 Aralık 1945’de toplanan
yapıldı. Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte açıkta
gençler, Yeni Dünya ve Görüşler’in de basıldığı Tan
kalan bu üç öğretim üyesine, hizmet sürelerine göre
ve La Turquie matbaalarını tahrip ettiler. Sertel, ha-
maaşlarının yarısı veya üçte biri oranında açık ma-
diseden evvel tedbir alınması için Vali Lüffi Kırdar’la
aşı verildi.117 Aynı zamanda Danıştay’ın verdiği lüzu-
görüştüğünü, fakat matbaaya gelen polislerin saldı-
mu muhakeme kararı uyarınca yargılanmaktaydılar.
rılara seyirci kaldığını, daha sonra da kendisi, eşi ve
15 Haziran 1948’de başlayan ve 30 Haziran 1950’de
Cami Baykurt’un tutuklandığını belirtmektedir.111
biten yargılamada, Boratav berat ederken, Boran ve
Sovyetler Birliği ve komünizmin, Türkiye için bir Berkes ise üçer ay hapis ve üçer ay memuriyetten

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 43


men cezasına mahkûm oldular. Ancak verilen ceza teaddit partilerdir” demektedir…
kararları Yargıtay tarafından bozuldu ve yapılan yeni ______________________________________________
yargılama neticesinde berat ettiler. Bununla birlikte * Yrd. Doç. Dr., Giresun Üniversitesi Fen-Edebiyat Fa-
kültesi
DTCF’deki eski kadrolarına dönmeleri mümkün ol-
1 İsmet İnönü, Hatıralar, C.I, Haz.: Sabahattin Selek, Bilgi
madı. Bundan sonraki akademik hayatlarına Berkes Yay., Ankara 1985, s. 55, 82.
Kanada’da, Boratav Fransa’da devam etti. Boran 2 Aynı eser, s. 87.
ise, siyasi nitelikli başka bir suçtan ceza aldığı için, 3 Aynı eser, s. 91.
4 Aynı eser, s. 107.
üniversite öğretim mesleğinden ve devlet memurlu- 5 Necdet Uğur, İsmet İnönü, 3.bs., Yapı Kredi Yay., İstan-
ğundan ihraç edildi.118 bul 2002, s. 11.
6 İnönü, a.g.e., s. 113-114.
Sonuç 7 Aynı eser, s. 165-167.
8 Aynı eser, s. 167.
İnönü dönemi, Cumhuriyetin kuruluş felsefesin-
9 Aynı eser, s. 176.
den bir hayli uzaklaşan kültür politikasıyla ve rejimi 10 Aynı eser, s. 172.
daha otoriter hâle getiren millî şeflik uygulamasıyla 11 Aynı eser, s. 176-177.
Atatürk döneminden ayrılır. Ancak, Atatürk sonrası 12 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, 2.bs., Yaylacık Mat-
baası, İstanbul 1969, s.172.
laik rejimin inkıtaya uğrayacağı ve bir bunalım çıka- 13 İnönü, a.g.e., s. 177.
cağı yönündeki endişelerin giderilmesiyle, istikrarı 14 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri (ATTB),
ve devamlılığı ifade eder. Ayrıca eğitim alanında Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 1991, s. 179.
gerçekleştirdiği hamleyle anılır. 15 Aynı eser, s. 177,184.
16 Kemal Atatürk, Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi Yay.,
İnönü’nün Cumhurbaşkanlığının ilk yılları, İkinci Ankara 1989, s. 262-263.
17 İnönü, a.g.e., s. 184-185.
Dünya Savaşı dolayısıyla Türkiye’nin en zor yılları
18 Aynı eser, s. 184-185.
oldu. Zira Türkiye’yi kendi saflarında savaşa sürük- 19 Aynı eser, s. 191-193.
lemek isteyen büyük ülkelerin baskısı karşısında 20 ATTB, s. 319.
tarafsızlığını korumaya çalışırken, her an savaşa 21 ATTB, s. 384.
22 İnönü, a.g.e., s. 251.
girecekmiş gibi teyakkuzda olması gerekiyordu. Bu-
23 Aynı eser, s. 257.
nun için İnönü, kuvvetli bir ordu meydana getirmeye 24 ATTB, s. 493-499.
çalıştı ve değişen konjonktüre göre son derece ba- 25 Atatürk, a.g.e., s. 453-454.
şarılı bir dış politika izledi. Böylece Türkiye’yi büyük 26 Aynı eser, s. 524.
27 İsmet İnönü, Hatıralar, C.II, Bilgi Yay., Ankara 1987, s.
bir savaşın felaketinden kurtardı. Ne var ki, savaş 283, 290.
hâlinin ortaya çıkardığı iktisadi sorunlar karşısında 28 Aynı eser, s. 299.
başarılı olamadı. Gerçekçi olmayan politikalar ne- 29 Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri,
ticesinde sıkıntılar büyüdü, darlık arttı. Tartışmaları 9.bs., Yapı Kredi Yay., İstanbul 2002, s. 301-303.
30 Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C.II, 5.bs., Rem-
sonraki yıllarda da devam eden ağır vergiler ile arpa, zi Kitabevi, İstanbul 1985, s. 49.
çavdar ve buğday unu karışımıyla yapılan ekmeğin 31 CHF Nizamnamesi ve Programı, TBMM Matbaası, An-
belirlenen miktarda karneyle satılması, halkı devle- kara 1931, s. 3.
tine karşı kırgın hâle getirdi. Laikliğe yönelik katı uy- 32 CHP Üsnomal Büyük Kurultayı’nın Zabtı - 26 Aralık
1938, Receb Ulusoğlu Basımevi, Ankara 1938, s. 37;
gulamalar ise, bu kırgınlığı derinleştirdi. CHP Tüzüğü, Receb Ulusoğlu Basımevi, Ankara 1939,
s. 3.
Değişen konjonktüre göre izlenen dış politika, te-
33 İnönü, a.g.e., s. 311.
sirlerini zamanla yurt içinde de gösterdi. Bu durum 34 Recep Peker, İnkılâp Dersleri, 4.bs., İletişim Yay., İstan-
farklı fikirlerin gün ışığına çıkmasına ve tartışılma- bul 1984, s. 63-64.
sına imkân sağladı. Ortaya çıkan çok seslilik ise tek 35 Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, C.I, Yapı ve
Kredi Bankası Yay., İstanbul 1973, s. 57-59.
parti, tek şef modelini giderek sarstı. Savaşın sonun- 36 İnönü, a.g.e., s. 327.
da Sovyetler Birliği’nin tehdidine maruz kalan Türki- 37 Aynı yer.
ye, Batı ittifakına yöneldiği için, söz konusu sarsın- 38 İstatistik Göstergeler 1923-1992, DİE Yay., Ankara
tıyı demokratik bir açılıma dönüştürdü. Hiç şüphesiz 1994, s. 59, 61-62, 70-74, 98.
39 TBMM Kavanin Mecmuası, Devre: 6, İçtima: 1, C. XXI,
bu süreci doğru değerlendiren ve tek parti idaresini Ankara 1940, s. 233-237.
muhafaza etmek için direnmeyen İnönü oldu. Muha- 40 İsmail Hakkı Tonguç, Canlandırılacak Köy, 2.bs., Remzi
lefet 1946 yılında Demokrat Parti ile meclise girdi. Kitabevi, İstanbul 1947.
1946 seçimleri açık oy, gizli tasnif esasına dayalı 41 Aydemir, a.g.e., s. 381.
42 Aynı eser, s. 380.
şaibeli bir seçim olsa da, tek parti idaresi sona erdi. 43 Milli Eğitim Hareketleri 1927-1966 (MEH), DİE Yay., An-
İnönü haklı olarak; “Bütün siyasi ve askerî hayatım- kara 1967, s. 32,35.
daki vazifelerin hiçbirini kaale almadan diyebilirim 44 Ahmet Emin Yalman, Yarının Türkiye’sine Seyahat,
Cem Yay., İstanbul 1990, s. 143.
ki, öldüğüm zaman Türk milletine iki eser bırakmış
45 MEH, s. 41.
olacağım. Bunlardan biri köy okulları, diğeri de mü- 46 TBMM Kavanin Mecmuası, Devre: 5, İçtima: 2, C.XVII,

44 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Ankara 1937, s. 982. 81 Enver Ziya Karal, “Atatürk ve Klasik Düşünce”, Klasik
47 Düstur, 3.Tertip, C.XX, Ankara 1939, s. 1700-1701. Çağ Düşüncesi ve Çağdaş Kültür, I.Simpozyum 2-4
48 Şevket Gedikoğlu, Niçin Eğitmen Kursları ve Köy Ensti- Şubat 1976, Haz.: S. Sinanoğlu, F. Öktem, C.Türkkan,
tüleri?, İdeal Mat., Ankara 1949, s.161. Klasik Çağ Araştırmaları Kurumu Yay., Ankara 1977, s.
49 MEH, s. 16, 88. 130-131.
50 MEH, s. 35. 82 Aydemir, a.g.e., s. 202-204.
51 Düstur, 3.Tertip, C. XXXV, Ankara 1954, s. 274-280. 83 MEH, s. 87.
52 Aclan Sayılgan, “Köy Enstitüleri”, Köy Enstitüleri ve 84 Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi
Koç Federasyonu-İç Yüzleri, Ayyıldız Matbaası, Ankara (1923-1950), Yurt Yay., Ankara 1982, s. 404-405.
1966, s. 113. 85 Düstur, 3.Tertip, C.XXI, Ankara 1940, s. 433-437.
53 İlhan E. Darendelioğlu, “Köy Enstitüleri”, Köy Enstitüleri 86 T.C. Resmî Gazete, Sayı: 5255, 12 Teşrinisani 1942.
ve Koç Federasyonu-İç Yüzleri, Ayyıldız Matbaası, An- 87 Faik Ökte, Varlık Vergisi Faciası, Nebioğlu Yay., İstan-
kara 1966, s. 184. bul 1951, s. 34-39
54 Mümtaz Turhan, “Köy Enstitüleri Masalı”, Köy Enstitü- 88 Ahmet Arif Meriç, Varlık Vergisinin Satılmış Kahramanı
leri ve Koç Federasyonu-İç Yüzleri, Ayyıldız Matbaası, Faik Ökte’ye Açık Mektup, Raşit Bütün Matbaası, İstan-
Ankara 1966, s. 182. bul 1951, s.7-8.
55 Bkz. Kemal Tahir, Bozkırdaki Çekirdek, 3.bs., Bilgi Yay., 89 Tezel, a.g.e., s. 238.
Ankara 1976. 90 T.C. Resmî Gazete, Sayı: 5423, 7 Haziran 1943.
56 Engin Tonguç, Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve 91 T.C. Resmî Gazete, Sayı: 4073, 1 Kânunuevvel 1938.
Tonguç, Ant Yay., İstanbul 1970, s. 270. 92 Mustafa Yılmaz, “Atatürk Döneminde Bakanlar Kurulu
57 Birinci Maarif Şûrası 17-29 Temmuz 1939, (Tıpkı Ba- Kararı İle Yasaklanan Yayınlar”, Meslek Hayatının 25.
sım) (BMŞ), MEB Yay., İstanbul 1991, s. 7. Yılında Prof. Dr. Abdulhalûk Çay Armağanı, C.II, Haz.:
58 BMŞ, s. 355. A. Şimşek, Y.Kalafat, Işık Ofset ve Matbaacılık, Ankara
59 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 6, İçtima: 1, İnikat: 41, 1998, s. 1280-1281.
C.X, Ankara 1940, s. 62-102. 93 İsmail Arar, Hükûmet Programları 1920-1965, Burçak
60 Boğos Zekiyan, Hümanizm (İnsancılık), Düşünsel İçlem Yay., İstanbul 1968, s.146.
ve Tarihsel Kökenler, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1982, s. 94 Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul Mat-
17. baası, İstanbul 1967, s. 226.
61 Muharrem Ergin, Türkiye’nin Bugünkü Meseleleri, 4.bs., 95 George Lenczowski, The Middle East in World Affairs,
TKAE Yay., Ankara 1988, s. 173. Cornell University Press, 1953, p.142. Zikreden, Fahir
62 İlber Ortaylı, “Türkiye’de Klasik Çağın Algılanması”, An- Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasî Tarihi 1914-1980, 3.bs.,
kara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi (Prof. Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara 1986, s. 411.
Dr. O.Sander’e Armağan), C. LI, No: 1-4, Ankara 1997, 96 Karpat, a.g.e., s. 228.
s. 371-374. 97 Atsız, “Başvekil Saracoğlu Şükrü’ye Açık Mektup”, Or-
63 Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, İletişim Yay., İstan- hun, Sayı: 15, 1 Mart 1944, s. 1-4.
bul 1996, s. 11-12. 98 Atsız, “Başvekil Saracoğlu Şükrü’ye İkinci Açık Mek-
64 Suat Sinanoğlu, Türk Hümanizmi, 2.bs., TTK Yay., An- tup”, Orhun, Sayı: 16, 1 Nisan 1944, s. 1-6.
kara 1988, s. 91-92. 99 Yavuz Bülent Bâkiler, 1944-1945 Irkçılık Turancılık Da-
65 Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), “Avrupakârî, Avrupaî”, vasında Sorgular Savunmalar, Türk Edebiyatı Vakfı
Hâkimiyet-i Milliye, 1 Temmuz 1340 (1924). Yay., İstanbul 2010, s. 65-66.
66 Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakan- 100 Bkz. Irkçılık–Turancılık, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü
larının Milli Eğitim ile İlgili Söylev ve Demeçleri (CBSD), Yay., Ankara 1944, 236 s.
C.III, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yay., Ankara 1947, s. 101 Aynı eser, s. 3-9.
13. 102 Reha Oğuz Türkkan, Tabutluktan Gurbete, Boğaziçi
67 CBSD, C.II, Ankara 1946, s. 316. Yay., İstanbul 1975, s. 168-213; Bâkiler, a.g.e., s. 111,
68 Hasan Ali Yücel, Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçler, 181, 444, 508.
Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1993, s. 99. 103 Bkz. Hikmet Tanyu, Türkçülük Davası ve Türkiye’de İş-
69 Sinanoğlu, a.g.e., s. 93. kenceler, Altınışık Yay., Ankara 1950.
70 BMŞ, s.12-13. 104 Bkz. Alparslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, Yaylacık
71 Sinanoğlu, a.g.e., s. 94. Matbaası, İstanbul 1968; Türkkan, adı geçen eser.
72 Azra Erhat, “Klasik Kültürün Türkiye’ye Yararları”, Kla- 105 Bâkiler, a.g.e., s. 67-70, 74.
sik Çağ Düşüncesi ve Çağdaş Kültür, I.Simpozyum 2-4 106 Hasan-Âli Yücel, Dâvalar ve Neticeleri, Ulus Basımevi,
Şubat 1976, Haz.: S. Sinanoğlu, F. Öktem, C.Türkkan, Ankara 1950, s. 65.
Klasik Çağ Araştırmaları Kurumu Yay., Ankara 1977, s. 107 Aynı eser, s. 150.
116. 108 Aynı eser, s. 66; Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, 3.bs.,
73 Ataç, Söz Arasında, Dost Yay., Ankara 1957, s. 53. Gözlem Yay., İstanbul 1977, s. 237-238.
74 Yücel, a.g.e., s. 4. 109 Sertel, a.g.e., s. 244-245.
75 Erol Güngör, Dünden Bugünden Tarih-Kültür-Milliyetçilik, 110 Aynı eser, s. 247-248.
7.bs., Ötüken Neşriyat, İstanbul 1995, s. 100. 111 Aynı eser, s. 256-261; Karpat, a.g.e., s. 133-134.
76 Ahmed Güner Sayar, Hasan Âli Yücel’in Tasavvufî Dün- 112 Yücel, a.g.e., s. 66-67; Mete Çetik, Üniversitede Cadı
yası ve Mevlevîliği, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2002, s. Avı-1948 DTCF Tasfiyesi ve P. N. Boratav’ın Müdafaa-
27-133. sı, Dipnot Yay., Ankara 2008, s. 32-33.
77 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev.: Me- 113 Yücel, a.g.e., s. 66, 122; Çetik, a.g.e., s. 36.
tin Kıratlı, 2.bs., TTK Yay., Ankara 1984, s. 411. 114 Çetik, a.g.e., s. 37-38; Hikmet Tanyu, Türk Gençliğinin
78 Gotthard Jaschke, Yeni Türkiye’de İslâmlık, Çev.: Hay-
Kükreyişi, Altınışık Yay., Ankara 1947, s. 15-23.
rullah Örs, Bilgi Yay., Ankara 1972, s. 82-83.
115 Çetik, a.g.e., s. 42-43, 45-46.
79 Düstur, 3.Tertip, C.XXII, Ankara 1941, s. 1296-1298.
116 T.C. Resmî Gazete, Sayı: 6955, 12 Temmuz 1948.
80 İsmet İnönü’nün Vecizeleri, Cumhuriyet Kitabevi, İstan-
117 Çetik, a.g.e., s. 49, 53.
bul 1941, s. 10.
118 Aynı eser, s. 55-62.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 45


TÜRK SİYASETİNDE
ADNAN MENDERES

SÜLEYMAN İNAN*

C
dnan Menderes 1961’de idam edildiğinde, Erken Dönemi ve Kariyeri1
bu yılın son iki hanesindeki rakamları da ha- Adnan Menderes, 1899’da o yıllarda ekonomik
yatından düşürmüş ve 61 yıllık ömrünü acı olarak gelişmiş bir yer olan Aydın’da doğar. Babası
bir sonla tamamlamıştı. İktidarının son birkaç yılında İbrahim Etem Bey’in kâtip olarak durumu orta hallice
onun hayranları ve siyasî hasımlarının sevgi-nefreti iken, annesi Tevhide Hanım’ın durumu ise Menderes
ifrat ve tefrit ölçüsünde idi. Ama idamı sonrası, tard Nehri boylarının toprak beyi olan varlıklı babası saye-
edilmesine ve ölümüne engel olamayan ve ellerinden sinde çok daha iyidir. Anne tarafından dedesi vefat et-
bir şey gelememiş sessiz çoğunluk, ondan bahseden tiğinde miras olarak daha dokuz yaşında iken Adnan
veya temsil iddiasında olan siyasî parti ve hareketle- Menderes’e kalan çiftliğin sınırları Aydemir’in tasviriyle
re yönelmiş, teveccüh göstermiş ve onun anısını hep dede beyin “gücü ve sözünün eriştiği”2 kadar oldukça
yaşatmıştır. Geçen onca yıla rağmen Türk siyasetin- geniştir. Ülkenin mümbit topraklarına sahip bu yerde
de onun izlerini görmek mümkündür. Kalkınma, inşa, büyük bir çiftliğin sahibi
ekonomik büyüme gibi olarak daha küçük yaş-
olumlu işler çağrıştı- lardan itibaren tarım,
ran Menderes’in siyasî onun bundan sonraki
mirası Türkiye’deki hayatının merkezinde
merkez sağ partiler olacaktır. 1934’te ilk
üzerinde hâlâ hatırı sa- önce “Ertekin” soyadı-
yılır ölçüde etkilidir. En nı aldıysa da çok geç-
azından bu tür partiler, meden bunu Menderes
“sıradan” insanların olarak değiştirmesi, bol
hak sahibi vatandaş suyuyla topraklarına
olduğunu hatırlatan bir verimli kılan Menderes
lider olarak onu hep Nehri’nin hayatına ne
saygıyla anar. Vicdanlı kadar sindiğini göste-
siyasî hasımlarının bile rir.
tiksinme jestiyle hatır-
Menderes, anne ve babasını onları hatırlamaya-
layacakları Menderes’in idamı, iktidardayken yaptığı
cak kadar küçük yaşta kaybeder. O sıra ölebileceğini
mukadder kimi hataların, işlediği bazı “günahların” üs-
“hiç düşünmediği” ve “minik yaşına rağmen annesi
tünü örterken insanî boyutuyla masum ve mahzun bir
gibi seveceği” kendisinden iki yaş büyük kız karde-
figür olarak toplumsal belleklere kazınır. Öte yandan
şi de dönemin ince hastalığı verem yüzünden vefat
Menderes’in idamı onu, Türk siyasetinde demokrasiyi
eder. Sekiz yaşında kimsesiz kalan küçük Adnan’ı
kesintiye uğratan darbeler döneminin trajik bir sim-
babaannesi Fıtnat Hanım yanına alıp büyütür; onu
gesi yapacaktır. Menderes’in ölümünden yıllar sonra
yanına İzmir’e getirir ve okula da orada başlatır. Bun-
-1990’da- İstanbul’da yapılan devlet töreniyle Vatan
dan sonra artık o kendini hem Aydınlı hem de İzmirli
Caddesindeki anıt mezara gömülerek siyasî itibarının
olarak hissedecektir. Meşrutiyetin ikinci yılı 1910’da
iade edilmesine çok az kişi karşı çıkmıştır. Daha son-
dönemin yeni açılan okullarından İzmir İttihat ve Te-
raki yıllarda da onun adına üniversite açılmış, birçok
rakki İdadisi’nin yedi yıllık kısmında orta öğrenime
sokağa ve kamu binasına ismi verilmiştir. Menderes,
başlar. Birkaç yıl sonra bu okuldan ayrılarak aynı
bugün dahi, Türk siyasetinde geniş yığınların hürmet
şehirdeki Kızılçullu Amerikan Kolejine geçer. Her iki
ettiği bir sima olmayı sürdürmektedir.
okul da genç Adnan’ın politikaya karşı ilgi göster-

46 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


mesinde etken olur. Öğretmenleri İttihat ve Terakki bir dönem dışişleri bakanlığı yapmış olan T. Rüştü
Cemiyeti(İTC)’nin İzmir teşkilatına mensup kişiler ola- Aras, Berrin Hanımın teyzesiyle evlidir. Menderes
rak -örneğin Vasıf Çınar- derslerinde dillendirdikleri daha sonra kendisinin başbakanlığı döneminde dış
düşünceler cemiyetin ideallerini ve ilkelerini yansıtır. işleri bakanlığına getireceği ve T. Rüştü Aras’ın kızıy-
İngilizce eğitimin de yapıldığı Amerikan Kolejinde la evlenen Fatin Rüştü Zorlu’yla hısım olacaktır.
ise özgürlükçü ortamdan etkilenir. Menderes’in ileriki Menderes, ilk kez siyasete 1930’da Fethi Okyar’ın
yıllarda çok partili sürecin sancılı günlerinde birlikte kurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkası(SCF)’nın Aydın
kader arkadaşlığı yapacak ve siyasî rehberi olacak il örgütü başkanı olarak girer. Yeni partiye “sempati
Celal Bayar’la ilk kez Amerikan Kolejinde öğrenciy- ile bakan ve başarılı olmasını arzu eden” Menderes,
ken tanışır. Muhtemelen 1913’te, Bayar o sıra İTC’nin çiftliğinden ayrılmak istemediği için siyasete uzak
mesul kâtibi olarak çalışırken, Menderes, yanında iki durmasına rağmen, Fethi Beyin ısrarı ile aktif politika-
arkadaşıyla birlikte onun ziyaretine gidip, kolejdeki ya böylelikle atılır. Sadece Fethi Beyin ikna çabaları
rahiplerin misyonerlik faaliyetlerinde bulunduklarını değil, SCF’nin iktisadî görüşleri iktidarın bu yöndeki
şikâyet eder. Bayar, çok sonra Menderes’in bu hare- politikalarına eleştirel bir tutumu ifade ettiği için otuz
ketiyle “milliyet duygularının ve dine karşı saygısının” yaşındaki Menderes’i çeker. Her kesimde olduğu gibi
kendisini, onunla ilk karşılaşmasında etkilediğini ya- çiftçileri de olumsuz etkilemiş 1929 ekonomik buhra-
zacaktır3. nı, muzdarip halk nezdinde Serbest Cumhuriyet Fır-
1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı yüzünden kasını “kurtuluş ümidi” haline getirir.
Menderes’in orta öğrenimi yarım kalır: İdadinin son SCF’nin feshinden birkaç ay sonra Cumhuriyet
sınıfını okuduğu 1916’da zorunlu olarak askere alınır. Halk Fırkası (CHF, sonra CHP) kendini toparlamak
Lise düzeyinde eğitim alanların yedek subay olduğu ister; çeşitli illere merkezden heyetler yollanır ve par-
böyle bir dönemde Adnan Menderes, İstanbul’da aldı- lak fikirleri olan kimselerle temasa geçilir. Böylelikle
ğı askerî eğitimden sonra İzmir’e subay adayı olarak gelecek vaat eden kişiler partiye alınmak istenir. Bun-
bir alayın emrine verilir ve 1917’in son günlerinde de lardan biri de Menderes’tir. Bayar’ın başkanlığındaki
asteğmen olur. Savaşın fiilen sona erdiği ve Mondros heyet Aydın’a geldiğinde, ondan CHP’ye girerek gö-
Mütarekesi’nin imzalanmasından birkaç hafta önceki rüşlerini parti içinde savunmasını isterler. Menderes
günlerde Suriye-Filistin cephesine gönderilir, ancak de Aydın’daki parti örgütünü yeni baştan kurma şartı-
yolda -Pozantı’da- geçirdiği hastalık yüzünden İzmir’e nın kabul edilmesiyle CHP safına katılmış olur.
geri döner ve savaş sonrası ordunun terhisine kadar
Atatürk de eğilimleri ve ihtiyaçları daha yakından
orada kalır.
gözlemlemek ve SCF’nin dağılmasından sonra fark-
Anadolu’nun işgal görmeye başladığı 1918 sonu lı görüşleri dinlemek için Batı Anadolu’yu kapsayan
ve sonrası günlerde, özellikle Aydın’ın 27 Mayıs gezisinde Aydın’da Menderes’le tanışır ve onun bazı
1919’daki Yunanlarca işgalinden sonra Adnan Men- görüşlerinden açıkça etkilenir. Önce “eski SCF’li” ol-
deres bu kez Aydın’daki kendi çiftlik bölgesinde Yunan dukları için CHP’nin Aydın il örgütüne gelmeyi usulen
birlikleriyle savaşmak üzere adını “Ay-Yıldız” olarak yapılan kısa bir görüşmeyle geçiştirmek isteyen Ata-
belirledikleri küçük bir Kuvay-ı Milliye müfrezesi kurar. türk, hemen hemen Menderes’le aralarında geçen
1920 yılının son aylarında Ankara’nın yedek subaylar bu “memleket sohbeti”nde daha çok kooperatifleşme,
için yaptığı çağrı üzerine Aydın merkezindeki düzenli sanayileşme üzerinde yoğunlaşmış ve dört saate ya-
birliklerin emrinde çeşitli görevler üstlenir ve 1922’ye kın sürmüştür. Menderes, sonraları Gazi Paşa’nın “bir
kadar direniş faaliyetlerinin içinde aktif olarak yer alır. paket sigarayı içtiğini” ve “dört kahve emir buyurduk-
İstiklâl Harbi boyunca yaklaşık üç yıl süren askerlik larını” çok iyi hatırladığını söylerken kendisini etkile-
hizmetini yerine getirerek, 1931’de sadece cephede diğini anlatacaktır. Olumlu izlenimlerle oradan ayrılan
bulunanlara verilen kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile Atatürk’ün Menderes için yanındakilere “Şayan-ı dik-
ödüllendirilir. kat bir gençtir” diye söz ettiği bilinmektedir5. Nitekim
Yirmili yaşlarına denk gelen İstiklâl Harbi’nden hiç girişimi olmadığı halde 1931’in üçüncü ayında
sonraki o sekiz yıl boyunca -1930 yılına kadar- Men- yapılan genel seçimlerde Aydın’dan mebus yapılma-
deres Aydın’a yakın Çakırbeyliği’ndeki çiftliğiyle bizzat sı kendisi için bir “sürpriz” olmuşsa da, genel merkez
ilgilenir. Çiftliğin başına geçtiğinde, kendini tamamen onun ismini Atatürk’ün dikkat çekmesiyle –belki de
bu işe vermek için “saçını bile sıfır numaraya tıraş talimatıyla- çoktan not etmişti. Bu seçimi takip eden
ettirir”4 ve söylendiğine göre çiftliğini kısa sürede çev- diğer seçimler sonrası da hep Meclis’te yer alacaktır.
renin en verimli işletmelerinden biri haline sokar. Daha otuz iki yaşında iken mebus seçilerek
1928’de İzmir’in herkesçe bilinen ailesi Evliyaza- Ankara’ya geldiğinde onun için yepyeni bir hayat baş-
delere mensup Berrin Hanımla evlenir. Bu evlilikten lar. Çiftliğinin önemli kısmını tapu terki yoluyla köylü-
Yüksel (1930), Mutlu (1938), Aydın (1946) olmak üze- lere bırakmış; kendi işlerini de güvendiği kâhyasına
re üç oğlu olur. Menderes. Evliyazadelerden tanınmış teslim etmiştir. Onun için ilk yıllar sıradan bir mebus
siyasetçiler çıkmıştır. İttihatçıların önde gelenlerinden olarak hem başkenti hem de Meclis’i tanıma süreci
Dr. Nazım, İzmir suikast davasında hüküm giyerek olarak geçer. Bu bakımdan milletvekilliğinin ilk yıl-
1926’da idam edilecektir. Atatürk döneminde uzunca ları kendisini gösterdiği bir devre olmaz. 1940’lı yıl-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 47


ların ortalarına kadar neredeyse on beş yılın büyün olmadan aday listesine alındığı Kütahya’dan millet-
bir kısmında etkin bir rol oynamaz: Meclis’teki ilk ko- vekili seçilerek Meclis’e girer. Aday olduğu Aydın’da
nuşması 1933’ün son ayında gümrük memurlarının ise “seçim hileleri” yüzünden seçilemediğini ileri sü-
görevlerini kötüye kullananlarla ilgilidir6 ve bundan rerek seçim sonrasında bu konu üstünde epey durur.
sonra da nadiren söz alır. Onun 1930’lar boyunca DP’nin kurulmasından bir yıl sonra -1947 Ocak’ında-
siyasette bilgi ve deneyimini artıran iki unsur vardır: gerçekleşen partinin ilk büyük kongresinde genel
Birincisi alt düzeyde aldığı görevler, diğeri Ankara Hu- yönetim kuruluna ikinci en yüksek oyu alarak seçilir.
kuk Mektebi’nden aldığı yüksek öğrenim. Menderes, Böylelikle DP politikalarının belirlenmesinde ilk elden
dilekçe komisyon üyeliği, parti müfettişliği ve müşahit- sorumlusu olan bu önemli heyetin on beş üyesinden
liği görevleri sayesinde devlet işlerinin nasıl işlediğini biri olur.
ve nerelerde aksadığını yakından gözlemler. Ankara Kuruluşundan itibaren dört yıllık döneminde
Hukuk Mektebi’nde 1933’te başlayan ve 1935’te bi- DP’nin siyasî meşruiyet ve örgütlenme çabalarında
ten üç yıllık eğitimi de, her ne kadar Necip Fazıl’ın “o temsil vaziyetinde olan Menderes’in işi kolay sayıl-
zamanlar diploması hayli ucuz” ve “acil tahsil ocağı”7 maz. Bir yandan çok partili hayatı kalıcı hale sokmak
diye alaycı baksa da başta belagati olmak üzere ona için hâlâ kudretli siyasî iktidarın her şeyi geri götüren
çok şey katar. Bu okulda hocaları arasında kendisi- kararına vardırmayacak ölçüde muhalefet edecek,
ni çok etkileyen Sadri Maksudî Arsal, Baha Kantar, öbür yanda da hükümetle partisi arasında bir muva-
M. Şeref Özkan, M. Esat Bozkurt, A. Fuat Başgil gibi zaa olduğu izlenimi verecek ölçülü bir ilişkiyi ortaya
devrin ünlü hukukçuları vardır8. koyacaktır. Menderes’in 1946-1950 arasında yaptığı
Adnan Menderes’in siyasette asıl temayüz ettiği konuşmaları ve demeçlerinin bu iki zorluğu gidermek
yıllar, İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme denk gelir. üzerine olduğu anlaşılır.
Savaşın ardından başlayan demokratikleşme süreci 1950 Mayıs’ında gerçekleşen Türkiye’nin ilk ger-
Menderes’in de siyasî kariyerinde yeni bir dönemin çek demokratik seçimlerinde DP’nin üstün başarısı,
işareti olur. Onun tanınması da ilk kez işte bu geçiş Menderes’in siyasî geçmişinde bir diğer dönüm nok-
evresinde gerçekleşir. Yaklaşık on beş yıl boyunca tasıdır. Daha beş yılını doldurmamış DP, 1950’deki
kendini gösterememiş bir siyasî hayattan sonra, orta- seçim sonrası iktidara gelince partinin de başına
ya yeni çıkan muhalefetin sözü dinlenir politikacıların- geçerek Menderes 51 yaşında başbakan olur. Ken-
dan biri olur. Siyasî erkin teklif ettiği 1945 Mayıs’ında dini o sıra “Köprülü’nün yardımcısı”9 olarak gören
çiftçiyi topraklandırma kanun tasarısının Meclis’teki Menderes’in Bayar tarafından öteki adaylara tercih
görüşmeleri sırasında aleyhteki ciddi eleştirileri onun edilmesi hem cumhurbaşkanlığıyla uyumlu olacağı
CHP içinde muhalif kanada katılmasına vesile olur. hem de popülaritesi ile ilgili olmalıdır. Siyasî yöneti-
Üstelik o sıralarda oylaması gerçekleşen bütçe kanu- min başı ve Meclis’te büyük bir parti grubunun lideri
nu tasarısına ret ve ayrıca Saraçoğlu hükümetine gü- olarak üzerine aldığı ikili görev, onun bundan sonraki
vensizlik reyi vermesi onun muhalif konumunu açıkça yıllarda en etkili siyasî liderlerinden biri olmasını sağ-
belli eder. O güne dek cesaretle dillendirilmemiş gö- layacaktır.
rüşler kısa sürede siyasî bir içerik kazanarak tutumla-
Menderes’in başbakanlığının ilk dört yılı, ger-
ra da yansır. Menderes, üç muhalif CHP mebusu ile
çekten göze çarpacak kadar başarılı zamanlarıdır.
1945 Haziran’ında partinin üst yönetimine verdikleri
Menderes’in başında olduğu için onunla anılan DP
“dörtlü takrir” denilen önerge ile partinin tüzüğü ve ka-
hükümetinin icraatları toplumun neredeyse tüm ke-
nunlardan anti-demokratik gördükleri hükümlerin kal-
simlerinin desteğiyle benimsenir. Özellikle epey za-
dırılmasını isterler. Menderes, daha sonraki günlerde
mandır geri kalmış büyük kitle köylü kesimine yönelik
Fuat Köprülü ile birlikte Vatan gazetesindeki yazıla-
hamleler peşi sıra gelir: Yol, su ve elektriğin götürül-
rıyla iktidara yönelik eleştirilerini yinelediler. CHP yö-
mesi, finans desteği, kredi kolaylığı, traktör ithali gibi
netimi sonunda Menderes’in partiden ihracına karar
tarımın modernleşmesine yönelik işler kırsal kesimin
verir. Diğer muhaliflerin de kopuşları ile yeni bir siyasî
bu dönemi “altın yıllar” olarak yâd etmesine imkân
partinin yolu açılır.
verir. Elbette göreli iyileşme sadece tarımla ilgili değil-
Menderes’in içinde bulunduğu dört eski CHP’li dir; hemen her alanda kısmî değişiklik gözle görülür
muhalif 1946 yılının hemen başında Demokrat şekilde yaşanır: Laiklik ilkesi konusundaki duyarlılık
Parti(DP)’yi kurdular. Partinin kurucularından birisi temelde değişmez, ama dinin özgürlük alanında ya-
olarak Menderes, Bayar’ın karizmatik liderliğindeki bu pılan kimi açılımlar rakipleri tarafından ödün olarak
yeni partide hep özel bir yere sahip olacaktır. Onun değerlendirilir. CHP iktidarı döneminde başlamış olan
Meclis’teki görüşme ve tartışmalarda, hükümetin inci- Batı’yla ilişkiler 1950’ler başındaki gelişmelerle daha
tici bir eleştirmeni olarak çok geçmeden DP’nin söz- da pekişir.
cüsü konumuna gelecektir. Meclis dışında da, hitabeti
Halkın çoğunluğunun gözünde 1950’nin ilk yılla-
sayesinde partisinin toplantılarında kişisel hayranları-
rındaki hızlı büyüme Menderes’e mal edilir. Bu ba-
nı artıracaktır.
kımdan, dört yıl aradan sonra yapılan 1954 seçimle-
Demokratik bazı ilkelerin henüz yer almadığı 1946 rinde DP’nin daha da artan oyları Menderes’e ilişkin
genel seçimlerinde Menderes kendisinin bile haberi başarı kabul edilir. Seçim sonuçları ayrıca onun parti

48 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


içindeki konumunu iyice sağlamlaştırır. Bu seçimlerde “millî irade”siyle bir tutar. DP ile başlayan aktif siyasî
kendine yakın isimleri milletvekili seçtirterek bir çeşit hayatında, temel düstur olarak kayıtsız şartsız millet
bendeğan sınıfı oluşturmayı bilir. Ancak onun giderek egemenliği söylemi olan “Yeter Söz Milletindir”in sa-
büyüyen kişisel siyasî gücü, bundan sonraki süreç- vunusunu her zaman ve ortamda önemser. Böylelikle
te hükümetine yöneltilen tenkitleri de tek başına gö- otoriter ve vesayetçi yönetim anlayışına karşı olduğu-
ğüslemesine neden olur. Tavırlarını açıkça belli eden nun altını çizmiş olduğuna inanır. Millî iradeye ade-
başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin ve ken- ta tapılası bir kutsallıkla bağlı olacak kadar onu katı
di parti içindeki muhaliflerin yanı sıra bazı aydın ve yapan etken, tek parti döneminin halka rağmen bazı
basın mensuplarına gösterdiği müsamaha zamanla icraat ve uygulamaları gibi görünür. Bu yüzden, daha
o nispette azalır. Bunlara karşı partiden ihraç, hap- ilk hükümet programını okurken “Milletin kabul ettiği
sedilme gibi cezalara göz yumar. 6-7 Eylül 1955’te bizim için de makbuldür” sözlerini kayıtlara geçirir12.
İstanbul’daki bazı gayrimüslim esnafın dükkânlarının Sonraki zamanda da Mecliste ve çeşitli yerlerde yap-
yağma edilmesine kadar varan ve kontrolden çıkan tığı konuşmalarda DP iktidarının millî iradeye dayan-
gösterilerin sonrasında, Menderes’in itibarı zedelenir. dığını sıkça hatırlatır. Hatta kendisini eleştirenlerin,
O yılın sonlarında yapılan parti grup toplantısında da şahsına bir saldırı yapmadıklarını aslında milli irade-
parti içi muhaliflerince amansızca eleştirilerek liderliği ye karşı çıktıklarını, söyleyerek karşılık verir. Mende-
ilk kez bu kadar ciddi biçimde sorgulanır. Adeta bir is- res, kendisini halkın genel hissiyatının temsilcisi ola-
yanla karşılaşan Menderes, çektiği istifa restiyle parti rak düşündüğünden onun muhalefete yüklenmesi ve
içi krizi başarıyla atlatmayı bilir. hatta hiddeti bu duygusallıkla ilgili gibidir.
1957 seçimlerinde oylarının kısmen azalması- Menderes, yetkinin kaynağı olarak gördüğü halk
na karşın DP iktidarının seçimle değişmeyeceğine iradesini her kurumun üstünde görür ve bu yüzden
hükmeden bir grup cuntacı, hükümeti devirmek için örneğin idare cihazı dediği bürokrasiyi millete hesap
gizlice harekete geçer. 1958 başında hükümete karşı vermeyen sorumsuz bir devlet kadrosu olarak aman-
komplo kurmakla suçlanan dokuz subay tutuklandı- sız bir şekilde eleştirir. Menderes, yerleşik siyasî an-
ğında bile soruşturmayı derinleştirmek istemeyen layışta uzun yıllardır yönetici elit bir kadronun mille-
Menderes bunu söylenti olarak değerlendirip üstünde tin çoğunluğunun düşünce veya eğilimlerini dikkate
durmaz, dahası bu haberi orduya “iftira” sayar10. O almadığı görüşündedir. Bu anlayış onu, yaptıklarının
hâlâ kendisinin geniş halk yığınlarının desteklediği- rakipleri tarafından yanlış yorumlandığını her sezişin-
ne güçlü bir şekilde inanır. O kadar ki 1959’un ikinci de, doğrudan halka gitmeye ve yaptıklarını onlara an-
ayınca Londra’da geçirdiği uçak kazasından sağ kur- latmaya götürür. Kendisinde gördüğü ikna kabiliyetine
tulunca bunun daha çok iş yapmak için “merhametli güvenerek belagatiyle insanları yanına çekebileceğini
bir el” tarafından gerçekleştiğini söyler11. düşünür. Bu yüzden iktidarının son demlerine kadar
1960 yılına gelindiğinde Menderes’in iktidarı, dar- ülke içinde gezilere çıkmayı ve halkla teması çok
beci subayların gerçekleştirdiği 27 Mayıs müdahalesi önemser ve böylelikle halk desteğini güçlendirmek
ile son bulur. Bir gün sonra Menderes, Eskişehir’den ister. O kadar ki, 1960 Nisan’ında başkentte hükümet
geçtiği Kütahya’da tevkif edilerek Yassıada’ya getirilir. aleyhine protesto eden üniversite öğrencilerini bile
Darbecilerin etkisi ve denetimindeki duruşmalar sıra- aralarına katılarak onları iknaya çabalar.
sında Menderes pek çok suçla isnat edilir. Bu suç- Menderes’in söylemlerine sinen millî iradedeki
lamalardan en ağırı ve onun idamına gerekçe olan “millîlik” sıfatı onun Türkçülük gibi ideolojik anlamda
suçlama anayasayı ihlal etmektir. Sonuçta, darbe yar- milliyetçiliğine delalet etmez. Konuşmalarında “millî”
gısı onu idama mahkûm eder. Onun asıl idam nede- coşku ve kahramanlıkla ilgili tipik sözlerle karşılaş-
ni, darbecilerin ondan çekinmesidir. Menderes’in son mak mümkündür. Örneğin, 6-7 Eylül 1955’teki olay-
mektubunda “Dirimden korkmayacaktınız!” demesi ları, Kıbrıs sorunundan doğan “millî galeyana” bağlar.
bu sezgiye dayalıdır. Çünkü darbeciler, onun geniş Dolayısıyla Menderes’in milliyetçiliği vatanperverlikle
kesimlerce tutulan yanı ile tekrar iktidara gelip kendi- özdeşleştirilen hissi Türk milliyetçiliğinin ötesinde sa-
lerinden hesap sormasından çekinirler. yılmaz. 1953’te gazeteci A. Emin Yalman’ın suikast
Temel Siyasî Görüşleri girişiminden sonra milliyetçilerin önemli bir teşkila-
tı olan “Türk Milliyetçiler Derneği”nin kapatılması,
Adnan Menderes de herhangi bir siyasî ideolojiye
Menderes’in kullandığı yetkiyle olur13. Kimileri için
kesinkes bağlanmışlık izleri görülmez; çeşitli fikriyat-
bu gelişme, 27 Mayıs’tan önceki sokak eylemlerinde
tan farklı etkilenmeler görülür. Yine de onun dünya gö-
kendisine arka çıkacak bir gençlik gücünden yoksun
rüşünü illâ “izmlerle” açıklama çabasına girersek belki
bırakılmasına yol açar14. Bu yüzden onun Soğuk Sa-
onu şu iki kavram en iyi şekilde ifade eder: Popülizm
vaş ortamının bir tarafa hasım bellettiği komünistlere
(halkçılık) ve pragmatizm (yararcılık). Popülizm hak-
karşı taşıdığı duygu halini de milliyetçi bir refleksten
kında farklı tanımlamalar varsa da, bu akımın ayırt
daha çok konjonktürün belirlediği bir önyargı oldu-
edici niteliğinin sayısal çoğunluğun arzusu olduğun-
ğunu söylemeliyiz. DP’nin henüz kurulmadığı sırada
da çok kimse birleşir. Menderes, 1946 sonrası tüm
“komünist” olarak bilinen Sertel’lerin “Görüşler dergi-
siyasî hayatı boyunca demokrasiyi çoğunluğun ortak
sine Menderes’in yazı sözü vermesi, partisinin kuru-
isteği olarak algıladığı seçim sonuçlarıyla bağlantılı

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 49


luşundan sonra yöneltilen komünistlik suçlamasına politikacı olarak değerlendirecekti. Hele şimdilerde
karşı şiddetli bir yalanma edasıyla sert çıkışlar yapar. yapılabilecek analitik bir incelemede onun Türkiye’de
Ama yukarıda belirttiğimiz gibi asıl etken bu sırada demokratik siyaset denilince akla gelen ilk isim olduğu
Türkiye’nin Doğu-Batı blokları arasında Batı’ya yönel- belirtilecekti. İhtimalli son iki cümleyi Time dergisine
mesidir. Menderes’in iktidarının daha ilk günlerinde bağlayarak sarf etmem sebepsiz değildir. Ülkemizde-
özellikle dış politikasının belirlenmesinde komünizm ki his ve önyargılarının beslediği içsel didişmeler bir
karşıtlığı belirleyici olur. Türk askerlerinin Kore Sava- kenara bırakılarak yapılacak nesnel bir Menderes de-
şına yollanması, NATO ittifakına dâhil olma gelişme- ğerlendirmesinde, onun Türkiye’deki demokratik siya-
leri ancak bu kapsamda açıklanabilir. setin hatta ilk lideri olduğunu teslim etmemiz gerekir.
Menderes’in kişisel olarak bağlı olabileceği diğer Demokratik siyaset, devletin keyfiliğine karşı insan
bir “izmin”, pragmatizm olduğunu belirtmiştik. Ona haklarını kurumsal güvencelere bağlama arayışıy-
göre fikrin güzelliği değil doğru olması ve uygulana- la ilgilidir. Oysa Türkiye’de, siyaset, uzunca bir süre
bilirliği önemlidir15. Bu dünya görüşünün anahtar kav- daha çok devletin nimetlerinden pay kapma ve devleti
ramı da başarıyı gelişme hızıyla ölçen kalkınmacılıktır topluma karşı savunma olarak uygulanagelmiştir. Bu
(developmentalism). Bu görüş, onu, ilk başta kırsal çerçevede Menderes, tek partili rejimden demokratik
kalkınmaya götürür. Çünkü o, ülkenin kalkınmasında bir sisteme geçişin en büyük pay sahibi olarak Türk
tarımın yerini en başa koymanın gerekliğine inanır. siyasetinde sırf bu yanıyla bile hep anılmaya değer
Daha 1945’te topraksız köylülere toprak dağıtılmasını bir lider olacaktır.
öngören reform tasarısını romantik bulup, bunun tarı- ______________________________________________
* Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi, si-
mı daha da gerileteceğini söyleyip karşı çıkar. Tarımın
nan@pau.edu.tr
ancak makineleşmesi ve topraktan anlayan “büyük” 1 Adnan Menderes’in belgeli biyografik bilgileri için bana
çiftçiler yoluyla endüstrileşebileceğine inanır. Ona ait şu inceleme kitabıma bakılabilir: Süleyman İnan,
göre tarım uzun yıllar “köylü efendimizdir” retoriğine Muhalefet Yıllarında Adnan Menderes, Liberte Yayınla-
karşın “bürokrat hükümetlerce” önemi kavranamadığı rı, Ankara, 2006.
için doğa karşısında kendi kaderine adeta “Nuh za- 2 Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı, Remzi
Kitabevi, İstanbul, 2000, s.62.
manından kalma karasabana” terk edilmiştir16. Üste- 3 Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, (Hazırlayan:
lik nüfusun çoğunluğu köylü olduğu için onların satın İsmet Bozdağ) Tercüman Gazetesi Yayınları, İstanbul
alma güçlerinin artırılmasıyla başta nakliye, kara yolu, 1968, s.21-23.
su işleri ve traktör olmak üzere diğer üretim alanla- 4 Muammer Yaşar, Aydın Menderes Anlatıyor, 1960 Acılı
rının ardı sıra olumlu etkileneceğini düşünür. Nite- Günler, Tekin yayınevi, Ankara, 1987, s.124.
5 Menderes’in kendisi hakkında yanlış haber yaptığına
kim Menderes’in 1950’ler ortasında belirgin ölçüde
inandığı Akis dergisine son anda göndermekten vaz-
köylü kalkınmasını gerçekleştiğini düşünerek büyük geçtiği ama Burhan Belge’nin belgeleri arasında yer
bir heyecanla önce baraj ve sonra da imar/bayındır alacak tekzip metninden. Bu belgenin tam metnini Ay-
işlerine kalkışması bu yüzdendir. Yine bu pragmatik demir, adı geçen eserinin sonuna koymuştur.
anlayışlarla Menderes bazı politika değişikliğine ko- 6 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre.4, İnikat.9, Celse.1, c.18-
layca geçer. Örneğin başbakanlığının daha ilk günle- 19, s.19-20.
7 Necip Fazıl Kısakürek, Benim Gözümde Menderes, Bü-
rinden itibaren istekli olarak özel sektörü destekleme
yük Doğu yayınları, İstanbul, 1998, s.185.
çabalarının kısa bir süre sonra sonuçsuz kaldığını 8 İnan, a.g.e.,s.47-51.
gördüğünde, devlet olarak inisiyatifi almanın doğru 9 Samet Ağaoğlu, Arkadaşım Menderes, Baha Matbaası,
olduğuna kani olur17. 1950’lerin başında bazı itirazla- İstanbul, 1967, s.93.
ra rağmen yabancı sermayeyi teşvik yasasını çıkart- 10 Aktaran Hüsamettin Cindoruk. Davut Dursun, 27 Mayıs
ması da yine onun pragmatizmiyle ilişkilendirilebilir. Darbesi, Şehir Yayınları, İstanbul, 2001, s.82.
11 Adnan Menderes’in Konuşmaları, Demeçleri, Makalele-
Bazı uygulamalardan bazen çabucak vazgeçmesine ri, (Derleyen: Haluk Kılçık), Demokratlar Klubü Yayınla-
yol açacak kadar esneklik gösteren bu anlayış, onun rı, Ankara 1991,c.9, s.43.
“nurlu yarınlar” hayaliyle ilgilidir. Onun hızlı ve hemen 12 Cumhuriyet, 30 Mayıs 1950.
kalkınma azmi ve heyecanı, onu eleştirenlerce uzun 13 Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Ge-
vadeli planlamadan yoksunluk olarak değerlendirile- çirdiklerim, (Hazırlayan: Erol Şadi Erdinç), Pera Turizm,
İstanbul,1997, s.1622.
cektir.
14 Ali Fuat Başgil, bu gelişmeyi ayrıca Menderes hüküme-
Sonuç Yerine tin ilk “hatası” olarak niteler: 27 Mayıs İhtilâli ve Sebep-
1958 Şubat’ında Amerikan Time dergisi leri, Görüp Yaşadıklarım, Yağmur Yayınları, İstanbul,
2006, s.94-95.
Menderes’i kapak yaptığında onun şu sıfatını öne çı- 15 Celal Bayar, a.g.e., s.60
kartır: “Sabırsız müteahhit”18. Dışarıdan bir göz olarak 16 Menderes’in Kütahya’daki konuşmasından, Vatan, 22
Time dergisinin o sıra başbakanlık mevkiinde olan Mart 1947.
birisini -neredeyse sekiz yılı bulan dönemdeki icra- 17 Süleyman İnan, “Demokrat Parti Dönemi (1950-1960)”,
atlarıyla ilişkili olarak- işte bu tanımlamayla özetler. Yakın Dönem Türk Politik Tarihi, (Editörler: S. İnan-E.
Haytoğlu), Anı Yayıncılık, Ankara, 2007, s.129.
Eğer 1961 Eylül’ündeki idamından sonra aynı dergi
18 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Muamelat Genel Mü-
uzunca bir yazıyla Menderes’i yeniden ele alsaydı; dürlüğü, Yer nu: 1.9.3.
belli ki Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vuran bir

50 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


TÜRKİYE SİYASETİNDE
SÜLEYMAN DEMİREL

ORHAN AVCI*

T
ürk siyasetinde 1960’ların Süleyman Demirel bulunuyordu.
ortalarından, 2000 yılı- Göstericiler, parti binasını tahrip
na kadar geçen sürede, ettiler. Süleyman Demirel de -daha
“parti lideri”, “başbakan”, “muhale- başında olmasına rağmen- siyasi
fet lideri”, “yasaklı” ve “cumhurbaş- hayatına bir müddet ara vereceği
kanı” olarak Süleyman Demirel ismi kararını, bu olay sonunda aldı6.
daima varlığını muhafaza etmiştir.
Parti Lideri ve Başbakan
Onun hakkında yazılacaklar, bu
Demirel
uzun yıllar içerisindeki Türkiye tari-
hinin de anlatımı olacaktır. Süleyman Demirel, siyasi ha-
yatı boyunca -her ikisi de askeri
***
müdahaleler sonrasında kurulan-
Süleyman Demirel siyasi haya- iki partinin lideri oldu. Bunlardan
ta atılmadan önce 1954’de Devlet ilki yine bir askeri müdahale ile
Su İşleri Barajlar Dairesi Başkanı kapatıldı. Her iki partinin de kuru-
ve 1955’de de Devlet Su İşleri Ge- cuları arasında Süleyman Demirel
nel Müdürü idi. Siyasete, Demokrat bulunmadı. Ancak liderliğini elde
Parti iktidarının 27 Mayıs 1960’da askerî müdahale ettikten sonra, siyasi bir kişilik olarak, 1980 öncesin-
ile bitirilmesinden sonra atıldı.1 1962 yılında Adalet de Adalet Partisi ile ve bu tarihten sonra da Doğru Yol
Partisi2 I. Büyük Kongresi’nde Genel İdare Kurulu Partisi ile Türkiye Tarihi’ndeki yerini aldı.
üyeliğine seçildi ve Teşkilat Başkanı oldu3. Ancak,
Bu uzun dönem içerisinde Süleyman Demi-
ilerleyen yıllarda “şapkayı aldı, gitti” denmesine ne-
rel, 6 defa Adalet Partisi’nde, 1 defa da Doğru Yol
den olacak ilk gelişme de bu sırada cereyan etti.
Partisi’nde genel başkan olarak hükümet kurdu.
Yassıada ve İmralı’dan sonra Kayseri Cezaevi’ne4
gönderilen 80 yaşındaki III. Cumhurbaşkanı Celal a) Adalet Partisi Dönemi
Bayar’a, hastalığı dolayısıyla, af çıkmıştı. 22 Mart
Süleyman Demirel isminin kalıcı olarak Türk si-
1963’de cezaevinden çıkan Bayar’ın Ankara’ya geli-
yasetine girişi, 1964’de Adalet Partisi Kurucu Genel
şi, Süleyman Demirel’in hayatında bir dönüm noktası
Başkanı Ragıp Gümüşpala’nın vefatıyla oldu. Demi-
oldu5. 23 Mart’ta Celal Bayar’ın Ankara’ya gelmesi
rel, 28 Kasım 1964 tarihindeki Genel Başkanlık ya-
epey heyecanlı bir karşılamayla oldu. Bayar’ın kon-
rışını büyük bir farkla kazandı7. Adalet Partisi Genel
voyu Çankaya’ya doğru çıkarken, onun, adına bile
Başkan Yardımcısı ve Teşkilat Başkanı olan Saadet-
tahammül edemeyen bazı örgütler sokağa döküldü-
tin Bilgiç’i geride bıraktı8. Demirel, 552’ye karşı 1072
ler. Her ne kadar, Bayar evine çekilmişse de kalaba-
oy aldı9.
lık, 24 Mart günü hedef olarak Adalet Partisi Genel
Merkezi’ni seçti. O sırada, parti genel merkezinde Böylece, Süleyman Demirel, bu tarihten itibaren

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 51


-15 Ekim 1981’de kapatılmasına kadar- her iki yılda ülkeyi ne olursa olsun, içinde bulunduğu ağır durum-
bir toplanan büyük kongrelerinde yeniden seçilerek, dan ancak kendisiyle partisinin çıkarabileceği inancı-
Adalet Partisi’nin 17 yıl genel başkanlığını yapacak- na, Cemal Gürsel’in olumsuz tepki verdiği bilinmek-
tır10. teydi. Gürsel’in İsmet Paşa’nın gölgesinde kalmış ol-
ması da bunda etkiliydi. Son yıllarda Gürsel’le İnönü
Demirel’in genel başkanlığından sonra, milli ba-
bir araya gelmiyorlardı. Böyle bir zamanda Süleyman
kiye sistemini getiren yeni seçim kanununun Türki-
Demirel’in yeni kadrosuyla Adalet Partisi’ni iktidara
ye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edildiği 13 Şubat
taşıması, Gürsel’in tercih edebileceği bir sonuç ol-
1965’de bütçe tasarısı reddedilince, İsmet İnönü, 20
muştu19.
Kasım 1961’den beri yürüttüğü başbakanlıktan istifa
etti11. İnönü’den sonra başbakanlık görevini, Adalet Cumhurbaşkanı Gürsel’den hükümetin kurulma-
Partisi’nden bağımsız senatör seçilen Suat Hayri sı görevini alan Demirel, elindeki hükümet kurma
Ürgüplü üstlendi. Ürgüplü, 20 Şubat 1965 - 27 Ekim yazısının olduğu zarfı Meclis’te Adalet Partisi Grup
1965 arasındaki zor bir dönemde işbaşında kalmayı Salonu’nda göstererek, “Bu zarf, belki 50 gram
başararak, seçim öncesinde yeni bir hükümet krizi- ağırlığında. Belki o kadar bile değil, ama bir milletin
nin yaşanmasına meydan vermedi12. Adalet Partisi, umudunu, inançlarını, beklentilerini, her şeyini içinde
Yeni Türkiye Partisi ve Cumhuriyetçi Köylü Millet taşıyor… Sorumluluğunu idrak ettiğimiz takdirde, bu
Partisi’nden oluşan koalisyon hükümetinde, Adalet zarfın yüklediği ağırlığın altında kalmayız. Maddi açı-
Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, parlamen- dan ağırlığı bir hiç olan bu zarfı sorumlulukların en
ter olmamasına rağmen, Başbakan Yardımcılığı ve yücesinin en büyüğünü bize yüklemiş bulunuyor”20
Devlet Bakanlığı görevlerini üstlendi13. diyordu.
*** Demirel, seçimlerden sonra düzenlediği bir ba-
Parti lideri olarak Süleyman Demirel, genel seçim- sın toplantısında izleyeceği politikanın işaretlerini
lerdeki ilk imtihanını 1965’de vermiştir. Bu seçimlerde vermiştir. Buna göre, yeni bir seçim sistemi yanında,
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İsmet İnönü, basın suçlarının affı, servet beyannamelerine son
Süleyman Demirel ve Adalet Partisi’ne karşı hayli verilmesi, özel sektöre hükümet yardımı ve yabancı
ağır bir seçim kampanyası yürüttü. Demirel ve partisi sermayenin desteklenmesi söz konusuydu21.
gerici güçlerin partisi ve üyeleri olarak nitelendirildi. Parti lideri olarak Demirel’in ilk işi ise, Silahlı
Kamuoyu ise, genç bir nefes olarak Demirel’e ve par- Kuvvetler’le ilişkilerini düzenlemek olmuştur. Adalet
tisine yöneliyordu. Basında da Adalet Partisi’nin he- Partisi’nin intikamcı olmadığını göstererek, Silahlı
def yapıldığı bir yayın olmamıştı. Böylece 1965 genel Kuvvetler’in güvenini kazanma yolunu seçti. Hatta 27
seçimlerinde şartlar Demirel’den yana olacaktır.14 Mayıs 1960 darbesini yapan Milli Birlik Komitesi’nden
Süleyman Demirel, 10 Ekim 1965 tarihli Genel Senato üyesi olan tabii senatörlerle görüştü. Onlara
Seçimler’de Isparta’dan milletvekili seçilirken, % kendisine ait bir programa ve kadrolara sahip oldu-
52,9 oyla 259 milletvekilliği kazandı. Cumhurbaşkanı ğunu söyledi. Demokrat Parti döneminde Savunma
Cemal Gürsel, 23 Ekim 1965’de Demirel’i hükümeti Bakanlığı da yapmış olan ve aynı zamanda Adalet
kurmakla görevlendirdi.15 İlk Demirel Hükümeti, 27 Partisi Milletvekillerinden Seyfi Kurtbek’e göre Demi-
Ekim 1965’de onaylandı. 3 Kasım 1965’de hükümet rel, Adalet Partisi’nin Genel Başkanı olur olmaz, iyi
güvenoyu aldı.16 Demirel, henüz 41 yaşında iken hü- niyetini gösterircesine Kayseri Cezaevi’ndeki Celal
kümet başkanı oldu.17 Bayar’ı ziyaret etmeyi terk etmişti. Böylece Demirel,
kısa sürede yüksek komutanın güvenini kazanmayı
Böylece Türkiye’de 1950’deki “oy ihtilali”nden başarmıştır. Bu durum 12 Mart 1971’e kadar süre-
sonra, 1965’te de halk yeni bir “oy darbesi” gerçek- cektir22.
leştirmiş oldu. Adnan Menderes’in Demokrat Parti’yle
sürüklediği bu akım, Süleyman Demirel’in liderliğin- 12 Ekim 1969’da gerçekleşen genel seçimlerde
deki Adalet Partisi’yle, 27 Mayıs’tan beş yıl sonra, % 46,53 oranında oy alan ve 256 milletvekilliği kaza-
Türkiye’ye yeniden hâkim olmuştu18. nan Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel,
Cumhurbaşkanı Sunay tarafından ikinci defa hükü-
1965 seçimleri sonrasında, 27 Mayıs’ın önde- meti kurmakla görevlendirildi. Böylece II. Demirel
ri olan Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Süleyman Hükümeti 3 Kasım 1969’da Sunay tarafından onay-
Demirel’i kabul edip, seçim sonuçlarından dolayı onu lanarak, çalışmaya başladı23.
tebrik ederken, aslında Adalet Partisi’nin elde ettiği
sonuç, Gürsel’i de memnun etmiş gibi görünüyordu. II. Demirel Hükümeti’nin görevde olduğu sırada,
Zira bu seçimler öncesi Gürsel ve İnönü arasında 1970 malî yılı bütçesi Millet Meclisi’nde görüşülür-
ayrılık, hissedilir derecede artmıştı. İsmet Paşa’nın ken, maddelere geçilmesi reddedildi. Bunun üzerine

52 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


hükümet 14 Şubat 1970’de istifa etti. Bu oylamada, şıtı bir hareket olarak gördüğü için memnun oldu.
Demirel’le görüş ayrılıkları nedeniyle 41 milletvekili Silahlı Kuvvetler’deki hangi hizbin kontrolü ele ge-
muhalefetle beraber bütçeye olumsuz oy verdiler. çirdiği başta bilinemedi. Demirel’e düşman ve 1961
Cumhurbaşkanı Sunay, Demirel’in istifasını kabul Anayasası’ndaki reformların gerçekleştirilmesine
etti ve hükümeti kurma görevini yeniden ona verdi. bağlı radikal reformist hizip olduğu sanıldı. Muhtırayı
III. Demirel Hükümeti, 15 Mart 1970’de 172’ye karşı, DİSK de dâhil, sendikalar desteklediler. Bazı hukuk
232 oyla güvenoyu aldı24. öğretim üyeleri askeri müdahaleyi Anayasal buldular.
Anarşi ve kargaşaya son verme ve reformları uygula-
• 12 Mart Süreci
maya sokma çağrısında bulunan muhtıra, bu umudu
12 Mart 1971’de Parlamento ve Hükümet’in doğrular gibiydi30.
anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik hu-
Süleyman Demirel’i 12 Mart’a götüren süreçte,
zursuzluklara neden olduğu gerekçesiyle Silahlı
uzun yıllar Türkiye’de bir tartışma konusu olan toprak
Kuvvetler, demokratik parlamenter rejime ikinci
reformu meselesinin bir yeri olduğu da söylenmek-
kez müdahale ettiler. Genelkurmay Başkanı ve
tedir. Cüneyt Arcayürek, 1965’de ilk defa hükümet
Kuvvet Komutanları, Cumhurbaşkanı ile Millet
oluşturma görevini aldığında Demirel’e göz ardı et-
Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu Başkanlıkları’na
memesi gereken birkaç ana noktada dikkatli olma-
muhtıra verdiler. Muhtıra, Türkiye Radyoları’nın
sını söylediğini aktarıyor. İlk olarak, Arcayürek ordu
13.00 haber bülteninde okundu.
ile iyi ilişkiler kurması gerektiğini ifade etmiş. İkinci
Başbakan Demirel, bakanlarıyla yaptığı 4,5 olarak, İsmet Paşa’yı karşısına almama kuralına
saatlik toplantı sonunda, başbakanlıktan istifaya uymasını ve son olarak da toprak reformunu çıkar-
karar verdi: “Bu yolla hiç olmazsa, Meclis’in kapısı- masını söylemiştir. O gün bunlara karşılık hiçbir fikir
na açık tutabiliriz” dedi25. Muhtırayı Anayasa ve hu- beyan etmeyen Demirel, daha sonra “Türkiye’de alı-
kuk devleti ile bağdaştıramayan Demirel, III. Demirel nıp da dağıtılacak toprak olmadığını” söyleyecektir.
Hükümeti’nin aldığı istifa kararını Cumhurbaşkanı Ona göre devletin elindeki toprakların da işlenebilir
Cevdet Sunay’a bildirdi26. niteliği olmamasından dolayı bir toprak reformuna da
ihtiyaç yoktu. Ancak, bu dönemde başta Cumhuriyet
Yine de Millet Meclisi ve Senato, muhtıranın et-
Halk Partisi ve Türkiye İşçi Partisi olmak üzere bazı
kisi altında varlığını sürdürmüştür. Parlamenter yö-
kesimler, 1965 seçimlerinden hemen sonra toprak
netimin tek alternatifinin silahlı kuvvetler yönetimi
reformunun gerekliliğinden bahsetmeye başlamışlar-
olduğunun farkında olan partiler, Nihat Erim’e kurdu-
dır. Bu durum öyle bir tırmanış kazandı ki, ordunun
rulan hükümeti desteklediler. Böylece, partiler arası
bir bölümünden de ilgi gördü. 1971’deki ordu müda-
bir komisyon, 1961 Anayasası’nda değişiklikler yap-
halesinin ana amacı “parlamentonun, anayasanın
mak için öneriler hazırladı. Ortaya çıkan rapor, 1971
öngördüğü reformları yapmaması” olarak gösterili-
Eylül’ünde Millet Meclisi’nde 362 lehte, 2 karşı oyla
yordu. Reform denilince de akla gelen sadece toprak
kabul edildi. Burada devlete ve ülkeye zararlı olan
reformu olmuştur31.
yıkıcı faaliyeti önlemek için kişisel özgürlüklerin sınır-
landırılması söz konusuydu27. Bunun yanında, 12 Mart muhtırasına giden yolda,
1969 seçim sonuçlarının önemli bir yer tuttuğuna dair
Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa ederek, 19
bir kanaat de mevcuttur. 1969 seçimlerinden önce,
Mart 1971’de partiler üstü Başbakan olarak görev-
Adalet Partisi’nin isteği doğrultusunda milletvekili se-
lendirilen Nihat Erim, Adalet Partisi’nden 5, Cumhu-
çimlerinde kullanılan milli bakiye usulü kaldırılarak,
riyet Halk Partisi’nden 3, Milli Birlik Grubu’ndan 1 ve
yeniden nisbî temsil esasına dönülmüştü. Böylece,
parlamento dışından da 14 kişiyi kabinesine katarak,
büyük partiler daha yüksek oranla temsile sahip olu-
8 Nisan’da güvenoyu alıp, faaliyete başladı28.
yorlardı. Bu durum, Adalet Partisi’nin de lehine idi.
12 Mart Muhtırasına karşı tek protestonun hükü- Aslında milli bakiye usulü 1965 seçimleri öncesinde
met partisinden değil de ana muhalefet partisi genel Adalet Partisi’nin tek başına iktidar olması ihtimaline
sekreteri Bülent Ecevit’ten gelmiş olması da ilginçtir. karşı bir tedbir olarak düşünülerek, kanunlaştırılmış-
Ecevit, 12 Mart’ın ilk günlerinde muhtıra ile gerçek- tı. Yine de Adalet Partisi, seçim sistemine rağmen,
leştirilen askeri müdahaleye karşı çıkarak, generalle- birinci parti olmuştu. İktidarın devamını sağlamak için
rin davranışını Yunanistan’daki askeri cuntaya ben- de Adalet Partililer seçim kanununu değiştirmişler ve
zetmiştir29. nisbî temsil sistemine dönülmüştü. Mesela, Türkiye
12 Mart muhtırasıyla Demirel, istifaya zorlan- İşçi Partisi çoğunluk ve nisbî temsil sisteminin uygu-
dığında, müdahalenin niteliği de birçok kimse için lanması halinde, 1965 seçimi sonrasında, Meclis’te
anlaşılamamıştı. Liberal basın, bunu Demirel kar- bir grup kuramayacak durumda iken, milli bakiye sis-
temi ile grup kurabilmişti. Her iki seçimde de oyları

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 53


aynı olmasına rağmen, Türkiye İşçi Partisi 1969’daki kadar sürecek- Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi,
mecliste grup oluşturamıyordu32. Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhuriyetçi Güven
Partisi’nden oluşan hükümet36 göreve başladı.
Aslına bakılacak olursa, generallerin verdikleri
muhtıra ile başlatılan, parlamentonun değilse bile, 1977’ye gelindiğinde ise 5 Haziran genel seçim-
çok partili politikanın fiilen askıya alındığı bu 2 yıl- lerinden 213 milletvekili kazanarak, birinci parti ola-
dan, en az zararla çıkanların başında Adalet Partisi rak çıkan Cumhuriyet Halk Partisi, hükümet kurma
lideri Süleyman Demirel ve partisi geliyordu. Demi- çalışmalarına başlamıştı. Adalet Partisi Genel Baş-
rel ve partisi, 12 Mart kendilerine karşı yapılmış ol- kanı Süleyman Demirel de Cumhuriyet Halk Partisi
duğu halde, yıllardır karşısında yer aldıkları 1961 hükümetinin “kurulmasına, onaylanmasına ve icraa-
Anayasası’nın özgürlükleri sınırlı ölçülerde genişle- tına karşı mücadele edeceklerini” açıkça ilan etmişti.
ten maddelerinden ve özerk kurumlarından kurtulma Demirel, Erbakan ve Türkeş’e göre Cumhuriyet Halk
imkânına kavuştu. Adalet Partisi’nin ekonomik ve si- Partisi hükümeti işgal etmişti37. Demirel, bu hükümeti
yasi görüşlerine şiddetle karşı çıkan ve Cumhuriyet “Çankaya Hükümeti” olarak niteledi ve “oradan gel-
Halk Partisi’nden ayrı örgütlenmeye özen gösteren dikleri gibi Çankaya’ya dönerler” diye de bir anlamda
aydın, işçi, öğrenci ve subay kesimi içinde dinamik suçladı38.
muhalefet oluşturmaya başaran Sol Kemalistler de
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bü-
ordu eliyle etkisizleştirildiler. Ayrıca muhtıracı gene-
lent Ecevit’in kurduğu azınlık hükümeti, 21 Haziran
rallerin ilk işi, ordu içindeki Sol Kemalist darbe hazır-
1977’de cumhurbaşkanı tarafından onaylandı. An-
lıkçıları tasfiye etmek olmuştur33.
cak, 3 Temmuz günü yapılan güven oylamasında
Türkiye’deki askeri müdahalelerde dış bağlantı 217 evet oyuna karşılık, 229 ret oyuyla hükümet
olup olmadığı da hep tartışılan bir konu olmuştur. 12 düşürüldü. İstifasını cumhurbaşkanına veren Ecevit
Mart müdahalesinde de aynı şüpheler gündemi meş- “CHP’siz ya da CHP’nin gücü olmaksızın geçerli ve
gul etmiştir. 12 Mart’tan önce Dışişleri Bakanı olan gerçekçi hükümetler kurulamayacağını” söyledi. De-
İhsan Sabri Çağlayangil, Amerika Birleşik Devletleri mirel ise “işgal hükümeti gitmiştir, yerine cumhuriyet
Büyükelçisi ile aralarında geçen bir konuşmayı akta- hükümeti kurulacaktır” dedi39.
rır. Çağlayangil, kendisini görmeye gelen büyükelçi-
Cumhurbaşkanı Korutürk, 4 Temmuz 1977’de
nin, Başbakan Demirel’e iletilmesini istediği bir notu
Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’i hü-
olduğunu söyler. Buna göre, Türkiye’de nerede, ne
kümeti kurmakla görevlendirdi. Demirel, Milli Selamet
kadar haşhaş ekiliyorsa, Amerikan hükümeti parası-
Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve Milliyet-
nı peşin vererek, ekimin durdurulmasını istemekte-
çi Hareket Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş’le
dir. Demirel’in buna verdiği cevap ise şöyledir: “Bizim
beraber V. Hükümetini kurdu. Hükümet programı 27
27 ilimiz ve çevresinde haşhaş ekiliyor. Bizde ismini
Temmuz 1977’de 229 oyla güvenoyu aldı40.
afyondan alan iller var. Bunu yapamayız. Ama ekim
alanlarını giderek daraltabiliriz”. Bununla yetinmeyen ***
büyükelçi, aynı konuyu bir de Demirel’le bizzat konuş- Süleyman Demirel, siyasi mücadelesini parti için-
mak istemiş, yine aynı cevabı almıştır. Çağlayangil’in de de sürdürmek zorunda kalmıştır. Daha en başta,
bu konudaki sözleri şöyle bitiyor: “Bu görüşmeden Sadettin Bilgiç, bu ilk Demirel kabinesinin güvenoyu
sonra Amerikan Büyükelçisi, ‘Çok yazık. Bundan çok alamayacağını ileri sürüyordu. 31 Ekim ile 1 Kasım
fena neticeler doğacak’ dedi. Çok fena neticeler belli 1965’de Adalet Partisi Meclis Grubu’nda yapılan yo-
oldu. Üç ay sonra bizim hükümetimiz düşürüldü”34. ğun tartışmalar sonrasında, Demirel’e karşı çıkan
*** Bilgiç grubu yenilgiye uğradı ve kabine için lehte oy
vermeye razı oldular. Böylece Demirel, parti içindeki
14 Ekim 1973’de yapılan genel seçimlerden son-
durumunu daha da kuvvetlendirmiş oldu41. Demirel,
ra, 1 yıl boyunca 9 defa hükümet kurma teşebbüsü
Celal Bayar başta olmak üzere Demokrat Parti’nin
olmuştur. Ancak, bunlardan sadece, 25 Ocak 1974
eski ileri gelenlerinin desteği sayesinde parti içindeki
ile 17 Eylül 1974 arasındaki Cumhuriyet Halk Partisi
muhalefeti lehine çevirebildi42.
ile Milli Selamet Partisi koalisyonu hariç, güvenoyu
alabileni olmamıştır. 17 Kasım 1974’den beri Sadi Yine de, Demirel’in rakibi Saadettin Bilgiç’in ba-
Irmak Hükümeti’nin güvenoyu alamamakla beraber şını çektiği parti içi muhalefetin 41 üyesi, yukarıda
görevi sürdürüyor oluşu, sağ siyasette bir yakınlaş- da ifade edildiği gibi, 1970 bütçesine ret oyu vererek,
mayı beraberinde getirmişti. Demokratik Parti’nin 9 hükümeti düşürdüler. Bunun üzerine Bilgiç’in de ara-
üyesi Demirel’e destek verince 31 Mart 1975’de De- larında bulunduğu 26 parlamenter partiden ihraç edil-
mirel Hükümeti güvenoyu aldı35. Böylece, tarihe “I. diler. Onlar da “Demokratik Parti”yi kurdular. Böylece
Milliyetçi Cephe” olarak geçen -21 Haziran 1977’ye rakipleri olmaksızın Demirel, 1970 Kongresi’nden

54 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


28’e karşı, 1425 oy alarak, ezici bir çoğunlukla yeni- yetçilik, Türk Devleti’nin komünizm tehdidine karşı
den genel başkan olarak çıktı43. savunulması anlamını taşıyordu. Demirel, “solcuların
milliyetçi olamayacağını”, “Türkiye’deki anlamıyla
Bu dönemde Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk
solculuğun komünizmin önünü açmaktan başka bir
Partisi arasındaki siyasi mücadelede, dini vurgula-
işe yaramadığını”, belirtirken, milliyetçilik ile komü-
malar da ortaya çıkıyordu. 5 Haziran 1966’da Kısmi
nizm karşıtlığı arasındaki bağlantıyı güçlendirmeye
Senato Seçimleri sonrasında 52 sandalyenin 35’ini
gayret gösteriyordu48.
Adalet Partisi, 13’ünü Cumhuriyet Halk Partisi kaza-
nınca, İnönü, Adalet Partisi’nin bu başarısını, dinin si- Mesela, I. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin Millet
yasete alet edilmesine ve yurtta Nurculuğun gittikçe Meclisi’nde okunan programında Türk milliyetçiliği-
artan etkisine bağlamıştı44. nin ilham kaynağı olduğu, “milletimizi tarih boyunca
ayakta tutan milli ve manevi değerlere bağlı” olun-
1960’larda Süleyman Demirel’in dış ekonomik
duğunu, komünizme karşı kararlı bir mücadele yü-
çevrelerde yeterli itibara sahip olduğu da görü-
rütüleceği ilan edildi. Eğitim ve öğretim alanında da
lüyor. 13 Nisan 1967’de Cumhurbaşkanı Cevdet
müfredat programlarının milli kültüre uymayan kı-
Sunay’la görüşen Amerikalı işadamları, Adalet Parti-
sımlarının değiştirileceği, milletin ilme ve insanlığa
si Hükümeti’ni ve Başbakan Demirel’i övmekteydiler.
yaptığı hizmetlerin öğretilmesine önem verileceği
Türkiye’nin özellikle Adalet Partisi iktidarının izlediği
açıklanıyordu. Buna bağlı olarak da tarih ve coğrafya
iktisadi politika sayesinde tam anlamıyla güvenilir
kitapları, “milli tarih” ve “milli coğrafya” olarak yeni-
bir müttefik olduğunu söyleyen Amerikalı işadamla-
den düzenlendi49.
rı, Başbakan Demirel’in iktidarı devraldıktan sonra
çok kısa bir süre içerisinde istikrarı gerçekleştirdiği- • 12 Eylül’e Giden Yol
ni ve böylece Türkiye’ye zirai ve turistik yatırımların
Demirel, 12 Eylül’e giden süreçte, hükümet
geniş çapta yoğunlaşmasının mümkün olacağını
kurma durumuna çok güç şartlarda da olsa
söylemekteydiler. O sırada, Ford Motor Şirketi de
erişmişti. Diğer hedefi olan erken seçimlere gi-
Türkiye’de bir otomobil sanayi kurmak istemek-
debilme umudunu da koruyordu. Cumhuriyet
teydi45.
Halk Partisi lideri Ecevit, içinde Milli Selamet
Demirel hükümetleri zamanında sürdürülen te- Partisi’nin de bulunduğu bir onarım hükümeti
mel politikalardan biri de, sol akımlara ve komüniz- oluşturarak, 1981’deki seçimlere kadar işbaşında
me karşı olmuştur. Soğuk Savaş döneminin belirgin kalması teklifini ileri sürmüştü. Bu teklifi Adalet
özelliği olarak, bu akımlarla mücadeleyi NATO üyesi Partisi erken seçim ve cumhurbaşkanının halk
Türkiye’nin de yürüttüğü anlaşılıyor. tarafından doğrudan seçilmesi isteğini ileri sü-
rerek, geri çevirdi. Ayrıca, Adalet Partisi, iki parti
Mesela, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi ve
arasında çözümsüz hale gelen “Olağanüstü Hal”
Milliyetçi Hareket Partisi tarafından kurulan II. Milli-
ve “Devlet Güvenlik Mahkemeleri” yasaları ile birlikte
yetçi Cephe Hükümeti Türkiye’nin uluslararası komü-
sıkıyönetim komutanlarına yeni yetkiler verilmesi ko-
nizmin saldırısı ile karşı karşıya olduğu iddiasınday-
nularında Cumhuriyet Halk Partisi’nden işbirliği talep
dı. Anayasanın sağladığı özgürlüklerin bu saldırıyı
ediyordu50.
kolaylaştırdığı fikri hâkimdi46.
Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi ilişki-
Yine 21 Kasım 1966 tarihinde Genelkurmay
lerindeki çözümsüzlük, ordunun siyasi partilerden
Başkanı Cemal Tural’ın Silahlı Kuvvetler’e verdiği
uzaklaşarak, darbe öncesi özerkliğini yükseltmesine
bir emir, Ocak 1967’de basında gündeme gelmişti.
yol açmıştı. Adalet Partisi’nin bu fikri reddetmesinde,
Buna göre, Org. Tural, ihtilal yapmaya çalışan yıkıcı
sağdaki küçük partileri eleyecek bir seçim yasasının
sol faaliyetlere karşı mücadeleye girilmesini istiyor-
yapılmasını isteyecek kadar siyasi tercihini yapmış
du. Başbakan Demirel de Genelkurmay Başkanı’nın
olan bir ordu yapısına ve yaklaşımına duyduğu tepki
emrini yerinde bulup, desteklediğini belirtmiştir47.
de vardı. Ordunun cumhurbaşkanlığı seçimine mü-
Gerçekten de, 27 Mayısçı cephenin gücünün ol- dahalesini engelleme düşüncesiyle hareket eden Sü-
dukça azaldığı 1970’lere gelindiğinde, Adalet Partisi leyman Demirel’in, Korutürk cumhurbaşkanlığından
farklı bir biçimde kendini tanımlama yoluna gitmiş- ayrılınca, Senato Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil’in
tir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve onun dayandığı vekâletini, yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesi için kar-
hür teşebbüsçü düzeni komünizme karşı koruma şı parti ile bir isim üzerinde uzlaşmaya tercih ettiği
fonksiyonuydu bu. Partinin milliyetçi-muhafazakâr yorumu yapılır51.
bir eğilimi temsil ettiği görüşü dile getirildi. Milliyetçi-
12 Eylül sürecinde, Süleyman Demirel’in, iktida-
muhafazakârlık kavramındaki muhafazakârlık, dinî-
rına karşı harekete geçen ve 1979’da uyarı mektubu
geleneksel değerlere saygıyı ifade ederken, milli-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 55


yazan kuvvet komutanlarını emekliye sevk edeme- başkanı seçtirilmeyişini, parlamentonun zaferi olarak
mesi de 12 Mart 1971’deki durumla aynıydı. Çünkü yorumlamış ve bu yönde açıklamalar yapmışlardı.
her ikisinde de Demirel, dönemin cumhurbaşkanları- Ancak asıl kazançlı olan, hiç hesapta yokken, cum-
na güvenememişti52. hurbaşkanlığına seçilen emekli Oramiral Fahri S.
Korutürk oldu. Aslında parlamentonun Genelkurmay
Süleyman Demirel, ekonomi ile ilgili olarak da 12
Başkanı Gürler’in Cumhurbaşkanlığına direnmesi,
Eylül öncesinde Devlet Planlama Teşkilatı’nın başına
1973’de Türkiye’de parlamenter kuralların usulüne
Turgut Özal’ı getirmiştir. Özal’ın hazırladığı 24 Ocak
uygun şekilde yürütüldüğü anlamını taşıdığı söylene-
1980 Kararları ile Türkiye’de serbest piyasa dönemi-
mez. Bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Orge-
ne geçildi. Demirel’in asıl amacı, -kendi ifadesiyle-
neral Cevdet Sunay’ı Genelkurmay Başkanlığı’ndan
ekonomideki yangını söndürmek için parayı serbest
istifa ettirip, aday yapanların bir başka Genelkurmay
bırakma metotlarını yürürlüğe koyma idi. Enflasyonu
Başkanı aynı yolu denemesine tepki vermeleri de ay-
önlemek için faizler de serbest bırakıldı53. Demirel
rıca üzerinde durulacak bir noktaydı56.
Hükümeti, 24 Ocak Kararları’nı kabul ederken, ya-
pay diye nitelendirilebilecek mal darlıklarını, ürünle- 1973 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, gaze-
rin gizlenmiş stoklardan çıkarılması ile bir dereceye teci İsmail Cem’in yorumları ilginçtir. Adeta olacakları
kadar ortadan kaldırdı54. tarif ediyordu. Ona göre ortada iki yol vardı. Bunlardan
biri, Parlamento içerisinden bir kişinin cumhurbaşkanı
• Cumhurbaşkanlığı Seçimleri
seçilmesi idi. Bu yol, Cem’in ifadesiyle Anayasa’nın
Süleyman Demirel’in uzun siyasi hayatı bo- ruhuna ve demokrasinin olağan işleyişine uygun dü-
yunca Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, karşılaş- şeniydi. Basında ise, sık sık diğer bir yoldan sözedi-
tığı temel gelişmelerden biri olmuştur. 1966, liyordu. O da askeri görev taşıyan bu kişinin görevin-
1973, 1980, 1989 ve 1993’deki Cumhurbaşkanlı- den, kontenjan senatörlerinden birinin de senatörlük-
ğı Seçimleri’nde Süleyman Demirel ismi daima ten istifa etmesiyle, Cumhurbaşkanının askeri kişiyi
gündemi işgal etmiştir. 1966, 1973 ve 1980’de senatör yapması planına dayanıyordu. Böylece yeni
başbakan olarak, 1989’da muhalefet lideri olarak, Cumhurbaşkanı ortaya çıkmış olacaktı57.
1993’de ise bizzat Cumhurbaşkanı adayı olarak.
Süleyman Demirel’in 12 Eylül öncesindeki son
Süleyman Demirel’in siyasi aktör olarak katıl- cumhurbaşkanlığı macerası, Fahri Korutürk’ün görev
dığı ilk cumhurbaşkanlığı seçimi 1966’da yaşan- süresinin 6 Nisan 1980’de sona ermesiyle başladı.
mıştır. 27 Mayıs’ın lideri olan ve 1961’de Cum- Bu tarihten itibaren Senato Başkanı İhsan Sabri Çağ-
hurbaşkanı seçilen Cemal Gürsel’in rahatsızlığı layangil 12 Eylül 1980’e kadar cumhurbaşkanlığına
üzerine, Başbakan Demirel ve Cumhuriyet Halk vekâlet etmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yeni
Partisi lideri İsmet İnönü anlaşarak, Genelkur- cumhurbaşkanının seçilmesi için yapılan oylamalar-
may Başkanı Cevdet Sunay’ın Cumhurbaşkanı dan sonuç alınamıyordu. Partiler bu konuda bir uz-
olmasını sağlamışlardı. Bu durum, orduyu tat- laşmaya varamadılar. 24 Ocak Kararları’nın getirdiği
min ederek, Adalet Partisi iktidarını sağlamlaş- toplumsal huzursuzluğun yanı sıra, siyasi bunalım
tırma manevrası olarak yorumlanmıştır. Sunay, da son noktaya ulaştı. Herşey 12 Eylül 1980 gününe
Çankaya’ya çıktıktan sonra Demirel ve Adalet kadar böyle sürdü58.
Partisi hükümeti daha rahat bir çalışma imkânına
Bu süreçte birçok isim gündemi meşgul etmiştir.
sahip olmuştur. Sunay, Başbakan Demirel’in yü-
Bunlar içerisinde en ilginç isim Genelkurmay Başkanı
rütme alanındaki faaliyetlerine, atamalara olum-
Kenan Evren’dir. Aslında Kenan Evren ismine Adalet
suz yaklaşmamıştır. 12 Mart dönemine kadar
Partisi’nin önde gelenleri de olumsuz değilmiş gibi idi-
sembolik olarak devlet başkanlığı yetkilerini kul-
ler. Mesela, gazeteci Yavuz Donat, Saadettin Bilgiç’le
lanmıştır. Açılışlarda, törenlerde başbakanla bir-
bir konuşmasında sözü Kenan Evren’e getirerek, bu
likte devlet ve ülke bütünlüğünü temsil eden bir
konudaki fikrini sorduğunda Bilgiç, Kenan Evren’e bir
manzara sergilemiştir55.
diyeceklerinin olmadığını, ancak, parlamento içinden
1973’e gelindiğinde ise Sunay’ın görev süresinin bir cumhurbaşkanı çıkabileceğini söylemiştir. İşin il-
bitmesiyle, cumhurbaşkanlığı seçimi meselesi ye- ginç tarafı, 1966’da Genelkurmay Başkanı Cevdet
niden gündeme geldi. Ordunun desteklediği Genel- Sunay’ı, “Bizim adayımız” diye takdim eden ilk Adalet
kurmay Başkanı Faruk Gürler, emekliliğini isteyerek, Partisi yönetici de Saadettin Bilgiç olmuştu.59
cumhurbaşkanı tarafından kontenjan senatörlüğüne
Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı için en çok faa-
atanmıştı. Fakat olaylar Gürler’in istediği gibi geliş-
liyet gösteren ise o günkü Günaydın gazetesi olmuş-
medi. İki büyük partinin liderleri Süleyman Demirel
tur. 1973’de Faruk Gürler’i de destekleyen Günaydın
ve Bülent Ecevit, Orgeneral Faruk Gürler’in Cumhur-
gazetesi, üstelik kimin cumhurbaşkanı olabileceğine

56 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


dair bir anket de düzenlemişti. Ankette, Kenan Ev- başlayan şanssızlığı, partisinin ülke genelinde oy
ren, 540 oyla ilk sırada yer alıyordu.60 kaybetmesiyle de ilgili idi. Celal Bayar’ın 1950’de
seçimin galibi olarak cumhurbaşkanı seçilmesinden
b) Doğru Yol Partisi Dönemi
farklı bir durumdu bu. Anavatan Partisi lideri, “kayan
Süleyman Demirel’in ikinci defa bir siyasi parti- bir yıldız”dı. Böylece, parlamentodaki sandalye ço-
ye genel başkan olduğu bu dönem, onun parti lide- ğunluğuna dayanarak, cumhurbaşkanlığı koltuğunu
ri olarak yer aldığı son siyasi istasyon olacaktır. 63 elde etmesi krize ciddi bir boyut kazandırdı. İktidar
yaşında DYP Genel Başkanı olan Demirel, 1960 ve - muhalefet diyaloğunu ortadan kaldırdı.69
1970’lerde sahip olmadığı bir sıfatı da taşımaya baş-
Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Süleyman De-
ladı. Artık o “Baba” idi61.
mirel, Başbakan Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı
Süleyman Demirel, 6 Eylül 1987 tarihli halkoyla- adaylığı hususunda epey ağır ifadeler de kullan-
ması sonucunda, Doğru Yol Genel Başkanlığı’ndan mıştır. Özal’ın adaylığı ile Türkiye’de demokrasinin
istifa eden Hüsamettin Cindoruk’un yerine, olağa- “canına okunduğu” görüşündeydi. Türkiye’yi bu hale
nüstü toplanan Büyük Kongre’de oybirliğiyle Doğru getirdiğini söylediği ve milletin başbakanlığa layık
Yol Partisi Genel Başkanlığı’na seçildi.62 Doğru Yol görmediği dediği adamın Çankaya’da oturacak olu-
Partisi’nin 1988 ve 1990 kongrelerinde de yine genel şunu Türkiye’nin garabeti olarak görmektedir. Demi-
başkan seçilmiştir.63 rel, başka bir zaman da Başbakan Özal’ı uyararak,
“Çankaya’ya çıkarsan, seni indirmek boynumun bor-
Süleyman Demirel, siyasi yasağının kalktığı gün
cu olsun. Çıkmanla inmen bir olur” demiştir.70
ilk sürprizi de yaşadı. Sürprizin kaynağı Başbakan
Turgut Özal’dı. Yasakların kaldırılıp kaldırılmama- Demirel’in, Özal’ın Cumhurbaşkanlığına karşı yü-
sı için yapılan referandumun sandıkları açılmadan, rüttüğü itirazlar, onun seçilmesinden sonra da devam
Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Özal, edecektir. Bir basın toplantısında Demirel; “Özal,
yaptığı televizyon konuşmasında “erken seçim” ka- beni TBMM seçti diyor. Hayır, sizi TBMM seçmedi.
rarını ilan etti. Bu karar, siyasi hayata epey hareket ANAP Grubu seçti. Bunu demokrasinin bir zaferi ola-
kazandıracağa benziyordu. Anavatan Partisi dışın- rak göstermesi bir yanıltmadır”.71demiştir. Demirel,
daki partiler, bu durumu “baskın seçim” olarak nite- Özal’ın Cumhurbaşkanlığı’nı meşru kabul etmiyordu.
lendirdiler64. Meclis’te gerekli sayıya ulaşınca, Anayasa’nın de-
ğiştirilmesi ve Özal’ın Çankaya’dan indirilmesini dile
20 Ekim 1991’de yapılan genel seçimler netice-
getirmekteydi.72
sinde Süleyman Demirel liderliğindeki Doğru Yol Par-
tisi % 27 oyla seçimden birinci parti olarak çıktı. Yeni Yasaklı Demirel
hükümet, DYP ile Sosyal Demokrat Halkçı Parti ta-
Tüm ülkede olduğu gibi, Süleyman Demirel’in ha-
rafından kuruldu. Demirel, 20 Kasım 1991’de, siyasi
yatında da 12 Eylül 1980’in belirleyici bir yeri olmuş-
tarihindeki VII. Hükümetini kurdu.65
tur. Başbakanlığı, partisini kaybetmesi yetmiyormuş
Özal’ın peşinden, 1993’de Demirel de Cum- gibi bu karşılaştığı ikinci askeri müdahale ile uzun
hurbaşkanı oldu; ama ikisi de partilerini kaybettiler. yıllar siyasetin dışında kalmasına neden olacak bir
Özal’ın ANAP’ını Mesut Yılmaz, Demirel’in DYP’sini süreç de başlamıştır.
Tansu Çiller ele geçirdi.66
Demirel’in 12 Mart’tan sonra bir kez daha asker
*** eliyle başbakanlık koltuğundan devrildiğinde, tarih 12
Süleyman Demirel’in muhalefette olduğu sırada Eylül 1980’i gösteriyordu. Süleyman Demirel’in evin-
ateşli tartışmalarından biri, 1989’daki Cumhurbaş- de haberin duyulması üzerine eşiyle arasında geçtiği
kanlığı seçiminde kendini gösterdi. Başbakan Tur- söylenen konuşma, her işin siyasetle çözümlenebi-
gut Özal’ın adaylığına karşı Süleyman Demirel ve leceğine dair bir düşünceye o şartlarda bile sahip
milletvekilleri yoğun bir mücadeleye başlamışlardı.67 olduğunu gösteriyor. Eşi Nazmiye Hanım’ın teslim
Demirel, Özal’ın adaylığını kıymetsiz gösterebilmek olmaması ve direnişe geçmesini söylemesi üzerine
için Kenan Evren’le bile mukayese etmiştir. 1982’de Demirel şunları söylemiştir: “Kime karşı direnece-
Evren’in, tazyikle de olsa halktan % 92 oy alarak ğim? Kendi askerime karşı mı? Neyle direneceğim?
Cumhurbaşkanı olduğunu söylemiştir. Her ne kadar Kendi askerime karşı benim bir gücüm var mı? Siya-
buna itirazı olsa da, Özal’ın durumunu daha değişik set uzun soluklu bir iştir. O an için düşündüğüm şey
olarak yorumlayarak, 31 Ekim’de son dakikaya kadar şuydu. Bu işin ne zaman normalleşmeye döneceği”73.
hatayı önlemeye çalışacaklarını ilan etmiştir.68 Sabaha karşı Demireller ve Ecevitler yaklaşık bir ay
kalacakları Çanakkale Gelibolu’daki Hamzakoy’a
Turgut Özal’ın iktidar partisi genel başkanı ve
gönderildiler. Uçuş boyunca Demirel, cebinde bulu-
başbakanlık koltuğundan Çankaya’ya çıkmadan

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 57


nan anayasa kitapçığını göstererek: “Kardeşim, bu bakanlıktan eden, Hamzakoy ve Zincirbozan askeri
bunun neresinde yazıyor, neresinde?” diye yüksek tesislerinde aylarca gözetim altında tutan, 7. Cum-
sesle rahatsızlığını dile getirmiştir.74 hurbaşkanı Kenan Evren oldu.82
Süleyman Demirel’in yasaklı dönemi, 12 Eylül Turgut Özal’ın bu beklenmedik ölümü ve Süley-
1980’de başbakanlıktan askeri müdahale ile indiril- man Demirel’in Çankaya’ya çıkışı, Türkiye’yi yöneten
mesinden, 6 Eylül 1987’de halkoylaması ile yeniden kadronun birkaç ay içerisinde tamamen değişmesine
siyasete dönmesine kadar geçen 7 yıllık dönemi kap- neden olmuştur.83
sar.
Süleyman Demirel’in aday olduğu 1993 Cum-
Askeri dönemde, 16 Ekim 1981’de siyasi partiler hurbaşkanlığı seçiminin, Turgut Özal’ın seçildi-
feshedildi. 20 Ekim’de de kapatılan partilerin genel ği 1989’dakinden farkı, Özal’ın kendi partisi olan
başkanlarına 10 yıl siyaset yasağı getirildi.75 ANAP’ın parlamento çoğunluğuna dayanmasına
karşın, Demirel’in koalisyon ortağının desteğine
Süleyman Demirel’in yasaklı olduğu dönem-
muhtaç oluşuydu. 17 Nisan 1993 Cumartesi günü
de zorunlu olarak ikamete tabi tutulduğu bir yer de
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatı üzerine, Baş-
Çanakkale’nin Lâpseki İlçesi yakınındaki Zincirbo-
bakan Demirel’in koalisyonu bozmadan, erken seçi-
zan olmuştur. 1983 seçimleri öncesinde, 4 aylık bu
me yol açmadan ve ülkeyi bunalıma sürüklemeden
süreçte Demirel’in altı arkadaşı yanında, Cumhu-
Cumhurbaşkanlığı seçimini bir çözüme kavuşturma-
riyet Halk Partisi’nden yedi kişi ve Büyük Türkiye
sı gerekiyordu.84
Partisi’nin iki kurucusu olmak üzere toplam 16 kişi
Zincirbozan’a gönderildiler. 31 Mayıs 1983’te Milli Süleyman Demirel, cumhurbaşkanlığının, Özal’da
Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararla buraya gönderil- olduğu gibi tartışmalı olmamasına dikkat göstermiş-
diler. Kenan Evren, yaptığı açıklamada bu politikacı- tir. Hukukun üstünlüğüne önem vereceğini ve ana-
ların seçimler yapılıp, Büyük Millet Meclisi Başkanlık yasal bir cumhurbaşkanı olacağını ilan etmiştir. O,
Divanı kuruluncaya kadar orada kalacaklarını açıkla- cumhurbaşkanı olarak birinci görevinin, “devletin
dı76. Demirel’in bu sürgünü Haziran - Eylül 1983 ara- sorunsuz bir şekilde işlemesini sağlamak” olduğunu
sında devam edecektir77. söylemekteydi.85
Bu arada, hakkında açılan davalarda da sanık ***
olarak yargılanmıştır78. Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı dö-
12 Eylül 1980 sonrasında Demirel yasaklı oldu- neminde yeni bir askeri müdahale daha yaşandı.
ğu sırada, ordunun sivil otoriteye bağlı olabilmesini, Her ne kadar 28 Şubat 1997’de gerçekleşen mü-
Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi açısından te- dahale, bu sefer Demirel’i koltuğundan etmemiş-
mel şart olarak görüyordu. Şubat 1982’de, “1973’te se de, yakın dönem Türkiye Tarihi’nde kalıcı izle-
bir kere hayır dedik, sekiz, dokuz yıl gitti” derken, 12 re sahip oldu.
Mart sonrası Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler’in Gelişmeler, 24 Aralık 1995 Genel Seçimlerin-
Cumhurbaşkanlığı’na Bülent Ecevit’le karşı koyma- den Refah Partisi’nin en yüksek oyu almasıyla
larını anlatmak istiyordu. “Ve bir daha olmadı böyle başladı. 6 Mart-28 Haziran 1996 tarihleri arasında
bir şey” demiştir79. Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın
Yasaklı olarak Zincirbozan’da gözetim altında tu- Doğru Yol Partisi ile yaptığı koalisyondan sonra,
tulduğu sırada, kendisini ziyarete gelenlere her za- Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan,
man izin de verilmemekteydi. Mesela, yakın dostu Doğru Yol Partisi ile 28 Haziran 1996’da hükümet
Osman Bölükbaşı, Demirel’i mecburi ikamete tabi kurmuştu. Koalisyon protokolüne göre başbakan-
tutulduğu Zincirbozan’a gitmiş; ancak görüşmelerine lık bir yıl sonra Doğru Yol Partisi’ne geçecekti.86
izin verilmemiştir.80 “Refah-Yol” adıyla anılacak bu hükümet, yaklaşık bir
yıl sürdü. Refah Partili bazı milletvekillerinin beyanları
Cumhurbaşkanı Demirel koalisyonu daha en başta tehdit etmeye başlamıştı.
1993’de Turgut Özal’ın vefatı, taşları yerinden oy- Bu hükümet zamanında yakın dönem Türki-
nattı. Bu kez Çankaya’ya, bir başka lider başbakan- ye Tarihi’nde “28 Şubat” denilen bir süreç yaşandı.
lığı bırakarak çıktı. Süleyman Demirel, Türkiye’nin 9. “Post-modern darbe” adını da alacak olan bu geliş-
Cumhurbaşkanı seçildi.81 meler, Milli Güvenlik Kurulu’nda 28 Şubat 1997’de
Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı adaylığının alınan kararlarla kimlik buldu. Buna göre, rejim aleyh-
açıklanması ile onu ilk kutlayan da ilginç bir rastlantı tarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbir-
olarak, onu 12 Eylül 1980 askeri müdahalesiyle baş- ler başlığı altındaki kararlar uygulamaya konuldu.
Cumhuriyet Tarihi’nde ilk defa iktidardaki bir partinin

58 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


kapatılmasına yönelik olarak Yargıtay Cumhuriyet letler olarak, yeniden ortaya çıkmıştır. Bu yeniden
Başsavcısı 21 Mayıs 1997’de dava açtı. doğuşu büyük bir coşkuyla kutluyoruz.”90
Bu aşamada, 1965’den 1993’e kadar siyasi kari- Gerçekten de Süleyman Demirel’in başbakanlık
yeri boyunca, ordu ile defalarca karşı karşıya gelmiş döneminden itibaren başlattığı ve cumhurbaşkanlığı
olan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, yükselmek- döneminde de devam ettirdiği politikaların bir sonu-
te olan askeri dalgayı teskin etme ve orduyu şeklen cu olarak, Türkiye’nin bölgeye, bölge devletlerinin de
anayasal sınırlar içinde tutarak, siyasetin içinden Türkiye’ye bakışında tarihi ve kültürel yakınlığın öne-
yeni bir hükümet çıkarma yolunu seçti. Erbakan ise mi anlaşıldı91.
istifa etmekle beraber, Refah Partisi, Doğru Yol Parti-
Bunlara rağmen, Türkiye’nin yeni bağımsız dev-
si ve Büyük Birlik Partisi arasındaki ittifak gereği, par-
letlerin uzun vadeli kalkınması için örnek olma iddia-
lamento çoğunluğu ile hükümetin bu ittifak tarafın-
sını benimseyen Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in
dan kurulması gerektiğini ifade etti. Cumhurbaşkanı
coşkulu projelerinin yeterince sonuca ulaşmadığı da
Demirel, ittifakın Çiller’in başbakanlığını talep eden
söylenmektedir92.
bildirisini dikkate almadı ve Anavatan Partisi Genel
Başkanı Mesut Yılmaz’a hükümeti kurma görevi Sonuç
verdi. Böylece, cumhurbaşkanı, ordunun istemediği
Türkiye Tarihi’nin 50 yıllık sürecinde, poli-
seçeneği devre dışı bırakıyordu. Hükümet, Anavatan
tikanın merkezinde yer almış olan Süleyman
Partisi liderliğinde, Demokratik Sol Parti ile Doğru
Demirel’in parti lideri ve başbakan olarak izle-
Yol Partisi’nden kopanların oluşturduğu Demokrat
diği politikalarla, cumhurbaşkanı olarak izlediği
Türkiye Partisi’nin katılımıyla oluşturuldu. Cumhuri-
politikalar zamana ve işgal ettiği makamın kendi
yet Halk Partisi dışarıdan destek verdi. Demirel, bu
şartlarına göre farklı seyirler göstermiştir.93 Ada-
süreçte ordunun isteklerinin tatmin edilmesi yönünde
let Partisi Genel Başkanı olarak üstlendiği hükümet
bir siyaset izlemiştir.87
kurma ve yürütme politikalarında ağırlığını hissettiği
Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığının Ma- husus, 27 Mayıs’tan itibaren askerî varlığın politika-
yıs 2000’de sona ermesinden önce, süresinin uza- nın içindeki yeri idi. Bu süreç, kendisinin de bizzat iki
tılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, Anaya- defa askerin müdahalesiyle hükümetten uzaklaştırıl-
sa değişikliği çalışmaları yapılmıştır. Ancak, 5 Nisan masını sonuçlandırmıştı.
2000 tarihinde yapılan son oylama Çankaya’da yeni
27 Mayıs 1960 müdahalesi sonrasında demok-
bir Demirel döneminin olamayacağını gösterdi.88
ratik rejimin aldığı yaranın telafisinde Süleyman
*** Demirel’in önemli bir yer tuttuğu gerçektir.94
Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı olarak, Süleyman Demirel’in şahsında Adalet Partisi’nde
Orta Asya ve Kafkasya’daki Türkler’e yönelik politi- milli iradenin sınırlarının ne olduğu konusunda net bir
kaları da dikkat çekmiştir. Bunu Pantürkizm’in dirilişi tavır gözlenir. Demokrat Parti ile Adalet Partisi arasın-
olarak yorumlayanlar da olmuştur. 4 Ağustos 1996’da da ilk göze çarpan farklılık, muhalefete karşı sergile-
Pantürkist fikirleriyle hatırlanan Enver Paşa’nın nen tutumda görülür. Uygulamada Adalet Partisi, bu
1922’den beri Tacikistan’da bulunan naaşının ülke- konuda daha toleranslı olmuştur. Demirel, “Hürriyet-
ye getirilmesi ve resmen tekrar gömülmesi sırasın- lerin kullanılmasından tedirgin olmayacağız. Yürüyüş
da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in tören ko- hürriyeti, hürriyet olarak kabul edilmiş mi? Edilmiş.
nuşmasında söyledikleri önemliydi. Demirel, Enver Bırakın yürüsün. Neden tedirgin olalım? Kim istiyor-
Paşa’nın “Ülkesini seven, milliyetçi, idealist ve dürüst sa. Yürüsün… Biz bir tek şeye dikkat ederiz. Yürüyüş
bir asker” olduğunu ve “Türk ulusunun gözünde sür- namı altında yağmanın, gasbın ve tahribin yapılma-
günü sona eren bir kahraman” olduğunu belirtti89. En- masına dikkat ederiz” diyen bir başbakandır.95
ver Paşa’nın bu düşüncelerine paralel olarak, Soğuk
İnsanlar, Demirel’in şahsında kendi köylü kimlikle-
Savaş sonrasında Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbay-
rinin mesleki yükselişini görüyorlardı. O da Menderes
can, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Öz-
gibi halkın diliyle konuşabiliyordu. 1965’den itibaren
bekistan arasında yeni ilişkiler geliştirilmeye gayret
beş yıl boyunca Demirel, Türk siyasetine hâkim oldu.
gösterildiği de iddia edilmiştir. Süleyman Demirel’in,
1960’ların ortalarından itibaren bu yıllar Türkiye’nin
1994’de İstanbul’da düzenlenen II. Türk Zirvesi’nde
iyi yıllarıydı. Ekonomik büyüme yüksekti ve reel gelir-
bu üzerinde durulan yeni jeostratejik durum şöyle
ler 1963-1969 yılları arasında % 20 ortalamayla de-
açıklanıyordu. “Çeşitli olaylarla bölünen tarihimiz,
vamlı artmıştı. Bunun yanında, Demirel’in en önemli
önüne çıkan engelleri aşmış ve doğal yatağına geri
başarılarından biri de 5 yıl önce kendilerini iktidardan
dönmüştür. Kaçınılmaz olan 1991’de gerçekleşmiş,
deviren orduyla, Demokratların uzlaşmalarını sağ-
bu beş kardeş cumhuriyet bağımsız ve egemen dev-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 59


laması oldu. Ama buna karşılık elbette bir ödün de Etkinlikleri, [Ankara], t.y., s. 6).
verilmişti. Ordunun savunma bakanına ve kabineye 2 1961’de seçim dönemine gelindiğinde, Demokrat
Parti’nin mirasçısı olabilecek üç sağ parti bulunuyordu.
olan itaatleri formaliteden ibaret hale gelmişti96. Ger- Osman Bölükbaşı’nın başkanı olduğu Cumhuriyetçi
çekten de askeri müdahalelerin ordu üzerinde genel Köylü Millet Partisi, Ekrem Alican’ın Yeni Türkiye Partisi
anlamda iki önemli etkisi olmuş görünüyor. Bunlar- ve 27 Mayıs’la birlikte Genelkurmay Başkanı yapılan ve
dan ilki, ordunun hiyerarşik düzen ve disiplininde Ağustos 1960’da emekli edilen Ragıp Gümüşpala’nın
başkanı olduğu Adalet Partisi. Bu partiler arasında sağ
görülen bozulmaydı. İkincisi ise, bu olumsuzlukların tabanda Demokrat Parti’nin mirasçısı olarak Adalet
telafisi için yapılanların ordunun kurumsal özerkliğini, Partisi görülmekteydi. Kuruluşundan itibaren 8 ay geç-
kurumsal özerkliğin de giderek siyasi özerkliği arttır- mesine rağmen, tüm ülkede örgütlenen parti, Kayseri
ması olmuştur.97 Cezaevi’ndeki Celal Bayar ve arkadaşları tarafından da
işaret ediliyordu (Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent
12 Eylül’ü takip eden yıllarda ise Süleyman Demi- Çaplı, 12 Mart, İhtilâlin Pençesinde Demokrasi, İmge
Yayınları, Ankara, 2008, s. 17). Ragıp Gümüşpala’nın,
rel için 7 yıl yasaklı kaldıktan sonra, Doğru Yol Partisi
Ankara Valiliği’ne sunduğu kurucular listesinde yer alan
Genel Başkanlığı’nın sonunda Cumhurbaşkanı oluşu isimler şunlardı: Ethem Menemencioğlu, Necmi Öktem,
ile yeni bir dönem başlamıştır. Tahsin Demiray, Muhtar Yazır, İhsan Ünal, Emin Açar,
Şinasi Osma, Mehmet Yorgancıoğlu, Cevdet Perin ve
Süleyman Demirel’in kullandığı “Büyük Türkiye” Kâmuran Evyiyaoğlu (Erdoğan Teziç, 100 Soruda Siya-
sloganı, Demokrat Parti zamanının “Nurlu Ufuklar” si Partiler (Partilerin Hukuki Rejimi ve Türkiye’de Parti-
sözünün yerine geçmişti. Burada daha ziyade vurgu, ler), Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1976, s. 300).
3 Türker Sanal, Demirel Hükümetleri, Koalisyon Protokol-
iktisadi gelişmeye yapılıyordu. Ekonomik olarak bü- leri ve Programları, Ankara, 2000, s. IX.
yük Türkiye, refah seviyesinin yükseldiği ve tüketim 4 Celal Bayar ve idama mahkûm edilenler, 15 Eylül
mallarının hızla girdiği bir büyümeyi işaret ediyordu. 1961’de infaz için Yassıada’dan İmralı’ya getirilmişler-
Bu büyümenin gerçekleşme oranı, millete hizmetin dir. Başbakan ve iki bakanının idamından sonra, 22
Eylül 1961’e kadar orada tutulup, 23 Eylül’de Kayseri
seviyesini belirliyordu. Kalkınma ideolojisi olarak Cezaevi’ne nakledilmişlerdir (Celal Bayar, Kayseri Ce-
Adalet Partisi’nin ideolojisi bir mühendislik anlayışına zaevi Günlüğü, Hazırlayan: Yücel A. Demirel, Yapı Kre-
sahipti. Bunun siyasi alandaki en belirgin gösterge- di Yayınları, İstanbul, 1999, s. 13).
si Süleyman Demirel’in ezberden sıraladığı projeler 5 Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı, a.g.e., s.
83.
üzerine inşa edilmesiydi.98 6 Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı, a.g.e., s.
86-88 (Süleyman Demirel, bu olayı şöyle ifade ediyor:
Bütün bu özellikleriyle Süleyman Demirel, yeni tip
“Şapkayı alıp gitme hadisesi şu: 9 arkadaş orada o gö-
Türk politikacısının ideal tipi olmuştur. Tanzimat dö- revi bıraktık o gün… Bunlardan 7’si üç gün sonra tekrar
neminden beri Türkiye’nin siyasi hayatında var olan görevlerine döndüler. Ben dedim ki, ‘Hayır, sizinle be-
“askeri-bürokratik aydın” geleneğinin dışında teknok- raberce karar verdik. Benim görevi bırakma gerekçem
caridir’. Sonradan onların bir kısmı beni, ‘Şapkayı aldı
rat bir kişi idi. Barajlar Kralı’ydı. Herkesin kendisini
gitti’ diye itham ettiler…” (Mehmet Ali Birand, Can Dün-
onunla özdeşleştirebileceği bir liderdi.99 dar, Bülent Çaplı, a.g.e., s. 89).
7 Süleyman Demirel’in beklenmedik Adalet Partisi baş-
Son olarak, Süleyman Demirel’in siyasete bakış kanlığının sebepleriyle ilgili farklı yorumlar yapılagel-
açısını anlamak bakımından, Cumhurbaşkanı Tur- miştir. Demokrat Parti döneminde tarıma öncelik veren
gut Özal’ın cenaze töreninde, Genelkurmay Başkanı ve iş hayatında geçmişi olmayan çiftlik sahibi liderlerin,
Org. Doğan Güreş’e söylediklerine bakabiliriz. Demi- gelişme ve büyüme ihtiyacında olan büyük kent burju-
vazisine uygun düşmeyen tipler oluşu üzerinde durulur.
rel şunları söylemiştir: Bu yüzden Demirel, genel başkanlık yarışını küçük kent
burjuvazisinden Saadettin Bilgiç’e karşı kolaylıkla kaza-
“Paşam bak… Önümüzde kim yürüyor? Cumhur-
nabilmiştir (Muzaffer Sencer, Türkiye’de Siyasal Parti-
başkanı Vekili Hüsamettin Cindoruk. DYP’nin eski lerin Sosyal Temelleri, May Yayınları, İstanbul, 1974, s.
Genel Başkanı. Onun arkasında kim yürüyor? TBMM 270).
Başkanvekili Yıldırım Avcı. O da DYP’nin eski Ge- 8 Cemal Fedayi, “Süleyman Demirel’in İlk İktidar Yılları:
1965-1969, -Öncesiyle ve Sonrasıyla Bir Dönemin Ana-
nel Başkanı. Paşa, diğer yanımda kim yürüyor? Beni
lizi-”, Bilim Yolu, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler
yedi yıl süreyle dört duvar arasına kapatan Kenan Enstitüsü Dergisi (80. Yaşgününde 9. Cumhurbaşka-
Evren. Ve şimdi hepimiz bir aradayız. Ve hepimizin nımız Süleyman Demirel’e Armağan), Sayı: 4, Ankara,
arasında uyum var, uzlaşma var. Kin, husumet yok. 2004, s. 280-281. (Demirel, bu yarışta geniş bir destek
görmüştür. İş dünyası ve basın, Demirel’i desteklemiş-
Zaten, uzlaşmayı bilmeyenin siyasette işi yok”.100
tir. Demirel’in “basın bülteni” gibi yayın yaptığı söylenen
______________________________________________ Hürriyet Gazetesi, onun, A.B.D. tarafından desteklen-
* Yrd. Doç. Dr., Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fa- diği şeklindeki düşünceden ve Masonluk gibi hakkında
kültesi üretilen iddialardan uzak tutulmasında önemli bir rol
1 Süleyman Demirel, askerî müdahaleden hemen sonra oynamıştı. Bunun yanında Demirel, ordu kademesi ta-
Temmuz 1960’da Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nden rafından da hem fazla tutucu görülen, hem de koyu bir
ayrılarak, 1961 yılı sonuna kadar devam edecek asker- Menderes taraftarı kabul edilen Saadettin Bilgiç’e göre
lik görevine başlamıştı (Çankaya’da 7 Yıl, Türkiye’nin daha tercih edilir bulunuyordu (Cemal Fedayi, a.g.m., s.
9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’in 7 Yıllık

60 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


281). 26 Türker Sanal, a.g.e., s. 6-7 (Başbakan Demirel’in,
9 Yeşim Arat, “Süleyman Demirel”, Türkiye’de Liderler ve Cumhurbaşkanı’na gönderdiği istifa yazısı şöyledir:
Demokrasi -, Editörler: Metin Heper, Sabri Sayarı, Çe- “Cumhurbaşkanlığı Yüce Katına
viri: Zuhal Bilgin, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2008, s. 103, Ankara, 12/3/1971
Dr. Saadettin Bilgiç, Ragıp Gümüşpala’nın sağ kolu Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Kumandanları tarafından
idi ve parti örgütünü neredeyse tek başına kurmuştu. Zatıdevletlerine, Cumhuriyet Senatosu ve Millet Mecli-
Gümüşpala’nın vefatıyla Genel Başkan Vekilliği’ne geti- si Başkanlarına tevdî edilip bugün Türkiye Radyoları-
rilen Bilgiç’in Genel Başkanlık yarışında karşısında bir- nın saat 13.00 bülteninde Türk kamuoyuna duyurulan
kaç ismin bulunması onun şansını azaltıyor gibi görün- muhtıranın Anayasa ve hukuk devleti anlayışı ile telifini
müyordu. Bilgiç’e karşı öne çıkarılan ilk isim, eski Hava mümkün görmediğimizden hükümetin istifa kararı aldı-
Kuvvetleri Komutanı Tekin Arıburun’du. Bir grup partili ğını saygı ile arz ederim. Başbakan Süleyman Demirel”
de Ali Fuat Başgil’in ismini ileri sürmüşlerdi. Kongre’nin Türker Sanal, a.g.e., s. 7).
yaklaştığı günlerde, o güne kadar kamuoyunda çok 27 Jacob M. Landau, Türkiye’de Sağ ve Sol Akımlar, Türk-
fazla tanınmayan yeni bir isim ortaya atıldı. O isim Sü- çesi: Erdinç Baykal, Turhan Kitabevi, Ankara, 1979, s.
leyman Demirel’di (Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 3, 68-69.
1961-1980, Yayın Kurulu: Hasan Ersel, Ahmet Kuyaş, 28 Hikmet Özdemir, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, s. 323.
Ahmet Oktay, Mete Tunçay, Yapı Kredi Yayınları, İstan- 29 Hikmet Özdemir, Türkiye Cumhuriyeti, İz Yayıncılık, İs-
bul, 2002, s. 96). tanbul, 1995, s. 320.
10 Muharrem Özgüven, Duayenden Notlar, Dış Politikada 30 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1845-
Yeni Ufuklar, Ankara, t.y., s 4; Süleyman Demirel’in Ada- 1980), s. 277-278.
let Partisi’nde başbakan olmadığı tarihler de şöyledir: a) 31 Cüneyt Arcayürek, a.g.e., s. 23-25.
20 Şubat 1965 – 27 Ekim 1965: Başbakan Yardımcılığı, 32 Kurtuluş Kayalı, Ordu ve Siyaset, 27 Mayıs - 12 Mart,
b) 26 Mart 1971 - 31 Mart 1975: Muhalefet Liderliği, c) İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s. 149-150.
21 Haziran 1977 - 21 Temmuz 1977: Muhalefet Liderli- 33 Hikmet Özdemir, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, s. 344-
ği, d) 5 Ocak 1978 – 12 Kasım 1979: Muhalefet Liderliği 345.
(Türker Sanal, a.g.e., s. X. 34 Tanju Cılızoğlu, “Kader Bizi Una Değil Üne İtti”,
11 İsmet İnönü’nün son başbakanlığı böylece 13 Şubat Çağlayangil’in Anıları, Çağlayangil’le Anılar, Büke Ya-
1965’de sona erdi. Demirel ise parti lideri olarak, Mil- yıncılık, İstanbul, 2000, s. 86-87.
let Meclisi üyesi olmadığı halde, İsmet Paşa gibi bir 35 Rıdvan Akın, Türk Siyasal Tarihi (1908-2000), XIII Lev-
“mitos”u 57 gün süren görüşmelerden sonra düşürme- ha Yayını, İstanbul, 2010, s. 398.
siyle Adalet Partisi Millet Meclisi gruplarında da ege- 36 Süleyman Demirel’in kurduğu Milliyetçi Cephe koalis-
menliğini kuruyordu. Fakat milletvekili olmadığı için, yonlarında, ortak sayısı artıkça, bakanlıkların paylaşımı
başbakan olarak yeni hükümete hâkim olamayacaktı hep sorun olmuştur. Hükümette görev alan parti lider-
(Cüneyt Arcayürek Açıklıyor 4, Yeni Demokrasi, Yeni lerinin durumları da ilginç manzaralar ortaya çıkarmış-
Arayışlar, 1960-1965, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1985, s. tır. Milliyetçi Cephe döneminde, Başbakan Süleyman
346). Demirel, yardımcıları sıfatıyla Milli Selamet Partisi li-
12 Cumhuriyet Ansiklopedisi, C 3, s. 117. deri Necmettin Erbakan, Milliyetçi Hareket Partisi lideri
13 Dünden Bugüne Başbakanlık (1920-2004), (Hazırla- Alparslan Türkeş ve Cumhuriyetçi Güven Partisi lideri
yanlar: İbrahim Karaer, Rahim Erişti, Ahmet Ceylan), Turhan Feyzioğlu birbirleriyle çelişen demeç ve görün-
T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Ya- tüleri ile medyada yer aldılar. Kamuoyu, hükümetin de-
yını, Ankara, 2004, s. 262-263. ğil, adeta dört ayrı otoritenin faaliyetlerini izlemekteydi
14 Cüneyt Arcayürek, a.g.e., Cilt 4, s. 348-349. (Hikmet Özdemir, Tarih ve Politika -Bir Arayışın Notları-,
15 Demirel, Adalet Partisi Genel Başkanı olarak, 6 defa İz Yayıncılık, İstanbul, 1995, s. 116).
hükümet kurmuştur. Bu hükümetler şöyledir: I. Hükü- 37 Hikmet Bilâ, CHP, 1919-2009, Doğan Kitap, İstanbul,
met: 27 Ekim 1965 – 3 Kasım 1969, II. Hükümet: 3 Ka- 2008, s. 269.
sım 1969 – 6 Mart 1970, III. Hükümet: 6 Mart 1970 – 26 38 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1950-
Mart 1971, IV. Hükümet: 31 Mart 1975 – 21 Haziran 1995), İmge Kitabevi, Ankara, 1996, s. 248.
1977, V. Hükümet: 21 Temmuz 1977 5 Ocak 1978, VI. 39 Hikmet Bilâ, a.g.e., s. 270.
Hükümet: 12 Kasım 1979 – 12 Eylül 1980 (Türker Sa- 40 Türker Sanal, a.g.e., s. 13.
nal, a.g.e., s. IX-X). 41 Feroz Ahmad, Bedia Turgay Ahmad, a.g.e., s. 301.
16 Oylamada 252 evet oyu verildi. 172 ret, 10 çekimser ve 42 Kemal H. Karpat, Osmanlı’dan Günümüze Asker ve
2 de boş oy çıktı (Türker Sanal, a.g.e., s. 3). Siyaset, Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Güneş Ayas,
17 Yeşim Arat, a.g.m., s. 103. TİMAŞ Yayınları, İstanbul, 2010, s. 252.
18 Cüneyt Arcayürek Açıklıyor, Cilt 5, Demirel Dönemi, 12 43 Yeşim Arat, a.g.m., s. 103-104.
Mart Darbesi, 1965-1971, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1985, 44 Feroz Ahmad, Bedia Turgay Ahmad, a.g.e., s. 313.
s. 13. 45 Feroz Ahmad, Bedia Turgay Ahmad, a.g.e., s. 326-
19 Cüneyt Arcayürek, a.g.e., 5. Cilt, s. 13-14. 327.
20 Cüneyt Arcayürek, a.g.e., 5. Cilt, s. 11-12. 46 İsmail Kaplan, a.g.m., s. 796.
21 Feroz Ahmad, Bedia Turgay Ahmad, Türkiye’de Çok 47 Feroz Ahmad, Bedia Turgay Ahmad, a.g.e., s. 322-
Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi (1945-1971), 323.
Bilgi Yayınevi, Ankara, 1976, s. 299. 48 Tanel Demirel, “Adalet Partisi”, Modern Türkiye’de Si-
22 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, 1945- yasi Düşünce, Cilt 7, Liberalizm, İletişim Yayınları, İs-
1980, Türkçesi: Ahmet Fethi, Hil Yayınları, İstanbul, tanbul, 2005, s. 548.
1992, s. 230-231. 49 İsmail Kaplan, “Milli Eğitim İdeolojisi”, Modern Türkiye’de
23 Türker Sanal, a.g.e., s. 5. Siyasi Düşünce, Cilt 4, Milliyetçilik, İletişim Yayınları, İs-
24 Türker Sanal, a.g.e., s. 6. tanbul, 2002, s. 796.
25 Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı, a.g.e., s. 50 Ümit Cizre-Sakallıoğlu, AP - Ordu İlişkileri, Bir İkilemin
220. Anatomisi, İletişim Yayınları, İstanbul, 1993, s. 220-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 61


221. 70 Hikmet Özdemir, Atatürk’ten Günümüze Cumhurbaşka-
51 Ümit Cizre-Sakallıoğlu, a.g.e., s. 222-223. nı Seçimleri, s. 357.
52 Ümit Cizre-Sakallıoğlu, a.g.e., s. 244. 71 Hikmet Özdemir, Atatürk’ten Günümüze Cumhurbaşka-
53 İrfan Ülkü, Ali Hasanov, Süleyman Demirel, İstanbul, nı Seçimleri, s. 376-377; Türker Sanal, a.g.e., s. X.
1999, s. 165-166. 72 Metin Heper, a.g.e., s. 163.
54 Tevfik Çavdar, a.g.e., s. 261. 73 Hasan Cemal, a.g.e., s. 24.
55 Rıdvan Akın, a.g.e., s. 384-385. 74 Hasan Cemal, a.g.e., s. 26.
56 Hikmet Özdemir, Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde Or- 75 Turgut Yılmaz Güven, a.g.e., s. 2.
dunun Olağandışı Rolü, Türkiye Örneği, İz Yayıncılık, 76 Muammer Yaşar, Zincirbozan Günleri, İstanbul, 1986,
İstanbul, 1994, s. 220. s. 5-6.
57 İsmail Cem, Tarih Açısından 12 Mart, Nedenleri, Yapısı, 77 Türker Sanal, a.g.e., s. X.
Sonuçları, Türkiye İş Bankası Yayını, İstanbul, 2009, s. 78 İrfan Ülkü, Ali Hasanov, s., 174.
154. 79 Hasan Cemal, a.g.e., s. 136.
58 Tevfik Çavdar, a.g.e., s. 261. 80 Deniz Bölükbaşı, Türk Siyasetinde Anadolu Fırtınası
59 Hikmet Özdemir, Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde Or- Osman Bölükbaşı, Doğan Kitap, İstanbul, 2005, s. 12.
dunun Olağandışı Rolü, Türkiye Örneği, İz Yayıncılık, 81 Murat Koraltürk, Cem Çetin, “Türkiye’de Liberal İktisadi
İstanbul, 1994, s. 337-338. Düşünce” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 7, Li-
60 Hikmet Özdemir, Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde Or- beralizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 352-353.
dunun Olağandışı Rolü, s. 338. 82 Hikmet Özdemir, Atatürk’ten Günümüze Cumhurbaşka-
61 Süleyman Demirel özellikle 1980’lerin ikinci yarısından nı Seçimleri, s. 396.
itibaren “Baba” olarak anılmıştır. Hatta, bu isimde onun 83 Süleyman Demirel’in Erdal İnönü’nün desteğini alarak,
anlatıldığı bir kitap da kaleme alınmıştır (Abdullah Uraz, cumhurbaşkanı olmasıyla beraber, Doğru Yol Partisi
Baba, Demirel’in Büyük Türkiye Kavgası Demokrasi ve Genel Başkanlığı’na 13 Haziran’da Tansu Çiller seçildi
Kalkınma, Ankara, 1993). Demirel, 1993’de Cumhur- ve aynı zamanda başbakan oldu. Erdal İnönü, Sosyal-
başkanı olmadan önce, halkın refahından kişisel olarak demokrat Halkçı Parti Genel Başkanlığı’nı bıraktı. 11
sorumlu bir imgeye sahipti. Başbakan iken bir defasında Eylül 1993’de yerine Ankara Büyükşehir Belediye Baş-
“Bir ihtiyacı olan doğrudan beni arayabilir” diyerek, ade- kanı Murat Karayalçın seçildi. Ancak, Turgut Özal’ın
ta, tebaası ile haftalık görüşme yapan bir padişah gibi başına gelen Süleyman Demirel’in de başına gelmiş
hava da yaratmıştı (Metin Heper, Türkiye’nin Siyasal ve partisinin başına istediği biri geçmemişti. Çiller,
Hayatı, Tarihsel, Kurumsal ve Karşılaştırmalı Açıdan, Demirel’in istediği kişileri kabineye almadı (N. İlter Er-
Doğan Kitap Yayını, İstanbul, 2011, s. 44); Süleyman tuğrul, 1923-2008 Cumhuriyet Tarihi El Kitabı, ODTÜ
Demirel, kendi anlatımında, “Baba” ifadesinin zaman Yayıncılık, Ankara, 2008, s. 163).
içerisinde elde ettiği bir unvan olduğunu söyler: “Bana 84 Hikmet Özdemir, Atatürk’ten Günümüze Cumhurbaşka-
verilen unvanların büyük bir kısmı ikinci plana düştü. nı Seçimleri, s. 393.
Şu oldu, bu oldu. Ama Barajlar Kralı’nı kimse yıkamadı. 85 Metin Heper, a.g.e., s. 165-166.
Hala Barajlar Kralı’yım. Nereye gidersem gideyim, Ba- 86 Rıdvan Akın, a.g.e., s. 455.
rajlar Kralı Demirel… Hala öyle anlatabildim mi? Ve ta- 87 Rıdvan Akın, a.g.e., s. 456-458.
bii, ikinci unvanım da “Baba” şimdi. Ama, Barajlar Kralı, 88 Rıdvan Akın, a.g.e., s. 465.
Baba ile hemen atbaşı” (Muharrem Özgüven, Demirel’in 89 Deitrich Jung, Wolfango Piccoli, Yol Ayrımında Türkiye,
Çankaya’da Üçüncü Yılı, EKA Yayını, Ankara, t.y., s 7). Çeviren: Berna Kurt, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2004, s.
62 Turgut Yılmaz Güven, Demirel’li Yıllar, Demokrasi Mah- 199.
zeninden Atatürk’ün Mekânına (1987-1993), [Ankara], 90 Deitrich Jung, Wolfango Piccoli, a.g.e., s. 200.
TY., s. 2. 91 Sıddık Çalık, “Süleyman Demirel’in Türkiye ve Orta
63 Muharrem Özgüven, a.g.e., s. 4. Asya Cumhuriyetleri Arasındaki İlişkilerin Geliştirilme-
64 Turgut Yılmaz Güven, a.g.e., s. 7. Muhalefetin “baskın”, sindeki Rolü”, Bilim Yolu, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal
iktidarın ise “erken” diye adlandırdığı seçimler 29 Kasım Bilimler Enstitüsü Dergisi, 80. Yaş Gününde 9. Cum-
1987’de yapıldı. ANAP, % 36.29 oy alarak, 292 millet- hurbaşkanımız Süleyman Demirel’e Armağan, Sayı: 4,
vekili sahibi oldu. SHP, % 24.76 oyla 99 milletvekili ka- Kırıkkale 2004, s. 199-200.
zandı. DYP ise %19.16 oyla 59 milletvekiliyle Meclis’e 92 Deitrich Jung, Wolfango Piccoli, a.g.e., s. 220.
girdi. DSP, RP ve MÇP seçim barajını aşamadılar. Bu 93 Süleyman Demirel’in siyasi hayatı boyunca yayınlan-
oy oranlarıyla milletvekilliklerinin % 65’ini ANAP alırken, mış bütün eserleri için bkz: Orhan Avcı, “Süleyman
genel oyların toplam %43.92’sini almalarına rağmen Demirel’in Yayınlanmış Eserleri”, Bilim Yolu, Kırıkkale
SHP ve DYP sadece % 35’lik bir milletvekili oranına Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 80. Yaş
sahip olabilmişlerdi. Başta DYP olmak üzere muhale- Gününde 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’e
fete göre seçim kanunundan kaynaklanan bu durum Armağan, Sayı: 4, Kırıkkale 2004, s. 93-189.
demokratik sistemle yönetilen hiçbir ülkede görülmemiş 94 Çankaya’da 7 Yıl, s. 6.
bir şeydi (Turgut Yılmaz Güven, a.g.e, s. 20). 95 Tanel Demirel, a.g.m., s. 551.
65 Metin Heper, a.g.e., s. 163; Türker Sanal, a.g.e., s. X. 96 Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İleti-
66 Hasan Cemal, Türkiye’nin Asker Sorunu, Ey Asker, Si- şim Yayınları, İstanbul, 1998, s. 365.
yasete Karışma!, Doğan Kitap Yayınları, İstanbul, 2010, 97 Doğan Akyaz, Askeri Müdahalelerin Orduya Etkisi, Hi-
s. 148. yerarşi Dışı Örgütlenmeden Emir Komuta Zinzirine, İle-
67 Hikmet Özdemir, Atatürk’ten Günümüze Cumhurbaşka- tişim Yayınları, İstanbul, 2002, s. 431.
nı Seçimleri, Remzi Kitabevi Yayıını, İstanbul, 2007, s. 98 Ahmet İnsel, “Milliyetçilik ve Kalkınma” Modern
355. Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 4, Milliyetçilik, İletişim
68 Hikmet Özdemir, Atatürk’ten Günümüze Cumhurbaşka- Yayınları, İstanbul, 2003, s. 772.
nı Seçimleri, s. 358. 99 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, s. 230.
69 Hikmet Özdemir, Tarih ve Politika -Bir Arayışın Notları-, 100 Hikmet Özdemir, Atatürk’ten Günümüze Cumhurbaşka-
s. 76-77. nı Seçimleri, s. 395-396.

62 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Türk Milliyetçiliğinin Kutup Yıldızı:
ALPARSLAN TÜRKEŞ

ÖZCAN YENİÇERİ*

A
lparslan Türkeş, bir elin parmakları kadar az
Türk siyasi haya- sayıdaki insandan, fikirlerini
tının hikâyesi en milyonlarca insanın paylaştı-
zor anlatılabilecek liderle- ğı kitleleri ortaya çıkarmıştır.
rindendir. Onu anlatmanın Türk milleti için ortaya koy-
zorluğu çok yönlülüğü ve duğu görüşleri, düşünceleri
özgünlüğüdür. O, asker- ve söylemleri yalnız bugünün
dir, ihtilalcidir, demokrattır, nesillerini değil yarınki nesil-
mahkûmdur, teorisyendir, leri de etkileyecek türdendir.
devlet adamıdır, genel baş-
Alparslan Türkeş’in sos-
kandır, bilge’dir, dava ada-
yal ve düşünsel biyografisi
mıdır, liderdir, ülkücüdür ve
özel hayatını aşmış insan-
nihayet Başbuğ’dur.
lardandır. Takvim kişiliğinden
Hakkında olumlu ya da ziyade tarihi bir şahsiyettir.
olumsuz söylenmedik söz, Hayatını ideallerine adamış,
belirtilmeyen kanaat de ne- ideallerini de hayata geçire-
redeyse kalmamıştır. Türk bilmiş bir kişiliktir.
siyasi tarihinde onun kadar
Gerçek bir reis-ül evvel
ön yargılarla sorgulanmış,
olan Alparslan Türkeş’in fır-
suçlanmış, itham edilmiş,
tınalı hayatının dönüm nok-
iftiraya uğramış, haksızlık
talarına kısaca değindikten
yapılmış insan da çok azdır.
sonra, toplum üzerinde bıraktığı etkiyi ve düşünce
Soğuk savaş döneminin ideolojik kalıplarıyla teçhiz
dünyasını, sınırlı biçimde irdelemeye çalışacağız.
edilmiş guruplar tarafından Alparslan Türkeş, algılan-
maya, anlaşılmaya değil yargılanmaya tabi tutulmuş- Alparslan Türkeş’in Biyografisi
tur.
Alparslan Türkeş’in ataları Kayseri Pınarbaşı il-
Diğer yandan Türk siyasi tarihinde Alparslan Tür- çesinin Yukarı Köşkerli köyündendir. 1860 yılında ai-
keş kadar takip edilmiş, örnek alınmış, alkışlanmış, lesi Kıbrıs’a göç etmiş. Alparslan Türkeş, 25 Kasım
sevilmiş, takdir edilmiş, yüceltilmiş, kurtarıcı olarak 1917’de Lefkoşa’da dünyaya gelmiştir. Türkeş’in do-
görülmüş ve güvenilmiş insan da çok azdır. ğup yetiştiği yıllarda Kıbrıs, İngiltere’nin işgali altınday-
dı. 1933 yılında Alparslan Türkeş’in ailesi Türkiye’ye
Yaşadığı sürede millet hayatını etkileyen her kritik
tekrar geri gelmiştir. Alparslan Türkeş, İzmit Mebusu
olayın önemli aktörü olarak temayüz etmiştir. Haya-
Sırrı Bey ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın yardımıyla ka-
tında boşluk olmayan nadir insanlardandır. Her ide-
yıt olduğu Kuleli Askeri Lisesi’nden 1936 yılında, 30
alist için örnek teşkil edecek kadar iddialı bir hayat
Ağustos 1938 yılında ise Harp Okulu’ndan mezun
yaşamıştır. O, ihtilalden demokrasiye, tabutluk adı ve-
olmuştur.
rilen hücrelerden başbakan yardımcılığına ulaşmış,

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 63


Alparslan Türkeş’in asteğmenliğe yükselişi ile ilgili silleri daha doğrusu idealleri işkenceden geçirmiştir.
kararname Atatürk tarafından tasdik edilir.
Alparslan Türkeş’in Türk milliyetçiliğini yargılama-
Artık o, Türk ordusunun genç bir teğmenidir. Piya- ya cüret eden cunta savcısına yönelik olarak söyledi-
de eğitimini tamamladıktan sonra önce Kars’ta son- ği şu sözler bugün gelinen noktayı o günden görmek
ra Isparta’da görev yapar. Daha sonraki görev yeri anlamına gelmektedir. O, şöyle der; “devlet ve millet
Gelibolu 58. Piyade Alayı olur. İkinci Dünya savaşı adına görev ifa eden bir makamda bulunan kişi-
yıllarında da sırasıyla Balıkesir, Bandırma, Erdek ve lerin milliyetçilik fikrini suçlamaları, milli birliği
Marmara adasıdır görev yerleri. sabote edilmek istenen bu ülkenin geleceğinde
tahripkâr neticeler doğuracaktır” öngörüsü o yıllara
1944 yılı Alparslan Türkeş’in fırtınalı hayatındaki
aittir. Bugün 12 Eylül rejiminin tahribatını, milli mese-
dönemeç noktalarından birisi olur. 3 Mayıs 1944 yılın-
leler karşısında oluşan duyarsızlık olarak şekillenen
da Türkçülük, Turancılık adıyla arşivlerde yerini alan
acı neticelerini yaşanılan hemen her olayda tanık ol-
davayla ilgili olarak tutuklanır, yargılanır ve beraat
mak mümkün oluyor.
eder.
Zira Mamak zindanları yalnız bir tutuk evi değil-
Alparslan Türkeş, 27 Mayıs 1960’daki ihtilalin, tok
dir. İşkenceleriyle Mamak zindanları, bu ülkenin in-
sesli “kudretli albayı”dır. İçinde olmak zorunda kaldığı
sanlarını millete, vatana, askere, ülkeye ve ülküye
27 Mayıs ihtilalinin imkânlarını kullanarak Türkiye’nin
düşman etme yerleri olmuştur. O yılları ve Mamak
temel sorunlarını çözmek ve bu imkânı millet yararı-
iklimini, Agâh Oktay Güner’in şu tespiti yeteri kadar
na değerlendirmek ister. 27 Mayıs İhtilali’nin partiler
açıklamaktadır: “Mamak, yalnızca soğuk, çıplak acı
üstünde kalmasını ve milli biçimde bir reform hareketi
hatıralar yumağı, bir tutuk ve ceza evinin adı değil,
olmasını arzulayan Türkeş, MBK grubuna katılmış,
insanı eriten, insanı haysiyetsiz kılmak için yaratılmış
25 Eylül 1960’a kadar Başbakanlık Müsteşarı göre-
çilehane’nin adıdır”. İnsanlar Mamak’ta işkencelerle
vinde bulunur. 19 Kasım 1960’da, Hindistan’da Hükü-
her şeyden önce kendisine sonra da milletine, mil-
met Müşavirliği sıfatıyla ikamete mecbur bırakılmıştır.
liyetine, vatanına ve devletine yabancılaştırılmıştır.
Doğrusu Alparslan Türkeş, ideallerini uygulamaya
Günümüzde insanların vatana, millete, devlete milli
koyma imkânı bulamadan Yeni Delhi’ye sürgüne gön-
meselelere ve ülkeye karşı ilgisizleşmelerinin, duyar-
derilmiştir.
sızlaşmalarının ya da “neme lazım” felsefesi edinme-
21 Şubat 1963 tarihinde Türkiye’ye dönmüş ve lerinin altında daha çok bu gerçekler vardır.
21 Mayıs 1963 tarihinde de tutuklanmıştır. 5 Eylül
Kişiliği ve Karakteri
1963 tarihinde tahliye olmuş, 31 Mart 1963 tarihinde
CKMP’ye üye olmuş, 1 Ağustos 1965 tarihinde yapı- Alparslan Türkeş’in hayatının biyografik yanın-
lan kongrede genel başkan seçilmiştir. Şubat 1969 dan çok düşünceleri insanları daha çok da gençliği
tarihinde CKMP’nin ismi, Alparslan Türkeş’in teklifiy- etkilemiş, Türk milleti ve Türklüğün dünya tasavvuru
le MHP olarak değiştirilmiştir. 1965 yılından 12 Eylül konusunda ortaya koyduğu görüşler, geniş kitleler ta-
1980 tarihine kadar dört dönem, Ankara ve Adana’dan rafından benimsenmiştir.
milletvekili seçilmiştir. 1975 yılından sonra kurulan I
Döneminde tek başına milletinin ruhu ve bir an-
ve II. Milliyetçi Cephe hükümetlerinde Alparslan Tür-
lamda kaderi olabilmiş, tarihi ve abidevi bir kimlik
keş, Başbakan Yardımcılığı görevinde bulunmuştur.
ortaya çıkmıştır. İddiası, ilkesi ve ülküsüyle boşluk
12 Eylül 1980 tarihinde yapılan askeri darbeden son-
içinde yabancılaşmaya açık bir gençliğin kendisine
ra tutuklanmıştır.
dönmesini sağlamış ve onları Türk İslam ülkü ve ide-
12 Eylül 1980 cuntasının savcısı tarafından Al- aliyle buluşturmuştur. Gerçek anlamda gençliğe pe-
parslan Türkeş, “Anayasal düzeni, cumhuriyetçilik ve şinden gideceği bir amaç ve uğrunda prangalar yıp-
demokrasi ilkelerine aykırı olarak devletin tek kişi ta- ratacak bir anlam sunmuştur. Onun düşünceleri vatan
rafından yönetilmesi amacına yönelik değiştirilmesine evlatlarının tarihlerine daha fazla aidiyet duymasına,
zor yoluyla kalkışmak; Türkiye ahalisini birbiri aleyhi- inançlarına daha sıkı sarılmasına, milli ve manevi de-
ne silahlandırarak toplu kıyama yönlendirmek, toplu ğerlerine perçinlenmesine neden olmuştur.
kıyama neden olmak, bu cürümlere katılmak” iddiala-
Tek başına kaldığı zamanlarda dahi Türk İslam
rıyla suçlanmış ve yargılanmıştır. Alparslan Türkeş, 4
ülküsüne yönelik devasa boyutlardaki eleştiri ve sal-
yıl, 5 ay, 28 gün hapishanede tutulmuş, 9 Nisan 1985
dırılara karşı koyabilmiştir. Eğilmemiş, bükülmemiş,
tarihinde serbest kalmıştır.
yılmamış önüne çıkan ya da çıkartılan engellere de
Mamak’ta tutulan Alparslan Türkeş özelinde dü- aldırmamıştır. O, Türk milletinin önüne çıkan ya da çı-
zenlenen iddianame Türk milliyetçiliğinin Marksist/sol kartılan sorunların çözülmek, engellerin aşılmak, ba-
bir algı ile yargılanması biçiminde tanzim edilmiştir. rajların ise yıkılmak için var olduğunu bir düstur olarak
“Bir sağdan bir soldan” rövanşı içinde idam edilen benimsemişti. Zulüm altında tutulduğu, iftiranın her
masum vatan evlatları olmuştur. 12 Eylül yargısı, ne- çeşidine muhatap olduğu tabutluk diye adlandırılan

64 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


tavansız hücrelerde dahi inandığının gereğini yerine tıdır, ne kuzeydir, ne güneydir. Buluşma yerimiz
getirmekten geri durmamıştır. Büyük Türkiye’dir. Buluşma noktamız Türk’ün
kafası, Türk’ün kalbi, Türk’ün cevher’i aslisidir.”
Türkiye’nin en çalkantılı ve istikrarsız dönemle-
Türkiye fikir piyasasında, Atatürk’ten sonra düşünce,
rinde toplumsal ve siyasal gidişatı seyretmemiş, her
duygu, görüş, yaklaşım, analiz ve sentezleriyle “Made
türlü riski üstlenerek duruma doğrudan müdahil ol-
in Türkiye” markasını ondan daha çok hak eden bir
muştur. Herkesin sustuğu zor zamanlarda konuşmuş,
başka siyasi liderle Türkiye henüz tanışmamıştır. Her
Türk milletinin boğulmaya yüz tuttuğu dar bir zaman-
şeyi milleti için istemiş, onun şuna buna “el-avuç”
da da yüce milletinin hizmetine koşmuştur.
açmasına büyük bir hırsla karşı çıkmıştır. Halkının
Nesli tükenen türden kahramanlar arasında mil- içinde bulunduğu durumu aşağıdaki biçimde tasvir
letinin kendisine “Son Başbuğ” sıfatını yakıştırdığı ettiğinde çok önemli bir mesaj da vermişti. “Dudaklar
Alparslan Türkeş’in Türk milletini milli ve manevi yön- çatlak, mideler boş, köyler karanlık, dağlar tepeler
den yüceltmek davasında çok özel bir yeri ve konumu çıplak, halk yoksul, millet düne küskün, gelecek-
vardır. Fiziki yapısıyla maddi dünyadan ayrılmasına ten ümitsizdir”. Bu satırlar adeta Atatürk’ün Nutuk’ta
karşın açtığı yol, ortaya koyduğu fikirler yaşıyor ve İstiklal Savaşını başlatmak için “Samsun’a çıktığım
yaşamaya devam ediyor. gün umumi durum ve manzara” adlı bölümünü çağ-
rıştırmaktadır. O, bu milletin önündeki insanları, yen-
Alparslan Türkeş’i anlamak esasta Müslüman
mek için yemin ettiği geriliği, yolsuzluğu, inançsızlığı,
Türk Milletini, medeniyetini ve tarihini anlamak, an-
ülküsüzlüğü ve cehaleti bir seferberlik duygusu içinde
lamlandırmak ve kavramak demektir.
adeta çarmıha germeye davet etmektedir.
Gençliğe Emanet Ettiği Dava
Topluma önerdiği reçete, gençliğe sunduğu ülkü-
Alparslan Türkeş, Türk milletinin tarihinin, İslam yü açıklıyor sonra da ülkeyi nereye taşımak istediğini
dininin ve Türkiye coğrafyasının üzerinde oynanan belirliyordu. İlk iş olarak varılması amaçladığı “nihai
emperyal oyunların farkında olarak, Türk, İslam ve hedefi” belirliyor, sonra o hedefe ulaşılması için ya-
Türkiye müktesebatının muhafazası için yapılması pılması gerekenleri sıralıyordu. Sonuçları hedef alan
gerekenleri kendisine dava edinmişti. Türk kültürünü bir yönetim stratejisiyle ülke sorunlarını nasıl çöze-
ve Türk milletinin üzerinde yaşadığı bütün coğrafyala- ceğini ortaya koyuyordu. O, bunu şöyle ifade etmişti:
rı temel ilgi alanı olarak görmüştür. “Her şeyden evvel biz nihai bir hedef tespit etmiş
bulunmaktayız. Bizim tespit ettiğimiz nihai hedef
Onun ortaya koyduğu davayı, yolu ve özelliklerini
Türk milletinin en kısa zamanda, en kısa yoldan
yazdığı şu satırlar açık bir biçimde ortaya koymakta-
ilimde, teknikte en ileri gitmiş, maneviyatta, iman-
dır: “Gayemiz Türk milletinin kurtuluşu içindir. Mü-
da, ahlakta en yükseğe çıkmış, sanayileşmiş hiç-
cadelemiz, Türkiye’nin başındaki bütün felaketler-
bir kapıya avuç açarak yardım dilenmeyen kendi
dir. Fikir ve haklı bir dava en büyük kuvvettir. Biz,
kudreti ile ayakta duran ve sözünü Dünya’nın her
Türk milletinin davasını güdüyoruz. Arkamızda
yerinde değil bağırıp söylemekte, hafif kaşını yık-
hiçbir yabancı güç yok. Arkamızda Türk milleti
makla yaydırabilen bir Türkiye kurmak istiyoruz”.
var. Bundan üreten düşmanlarımız bizi hedef al-
mışlardır. Bunun için yolumuz doğru ve sağlam- Çaresizliğin, çözümsüzlüğün, yılgınlığın ve yor-
dır. Allah bizimledir. Yenilmez insanlarız, çünkü gunluğun onun hayatında yeri yoktu. Düşman kar-
imanımızı tamdır. Yenilmez olmamızın sırrı inanç- şısında beyaz bayrak çekmek, sorunlar karşısında
lardan, ülküden, büyük davadan dönmemek, taviz teslim olmak ya da mücadeleden çekilmek ona göre
vermemek ve asla yenilmeyi kabul etmemektir”. bir şey değildi. Alparslan Türkeş, önünün her kesil-
diğinde milletine hizmet davasını, gençliği harekete
Bunlar, ancak kendine güven duyan, inançların-
geçirme yöntemini ve toplumu uyarma görevini bir
dan emin olan, başını bir davaya tahsis etmiş bulu-
başka biçimde yerine getirmiştir.
nan inançlı bir müminin ağzından çıkacak sözlerdir.
Bu sözleriyle o, gücünü davasından alan, kaderini ya- Fikir, İdeal ve İlke
bana ya da yabancıya değil Allah’a emanet eden bir
O, milletine kendi karnını kendi elleriyle doyur-
dava adamı olduğunu ortaya koymuş olmaktadır.
maya, kendi sorunlarını yabancılar eliyle değil kendi
O, Türk milletinin yeteneklerine, potansiyeline ve elleriyle çözdürmeye, kendi gerçeklerini kendi insan-
davasının gücüne güveniyordu. Yüreği coşku dolu, larının ellerine emanet etmeyi tavsiye etmiştir. Bilge
sözleri heyecan yüklü olmasına rağmen gerçekleşti- Kağan’ın 1300 yıl önce taşlara yazdığı gibi “titreyip
rilebilir olmayan herhangi bir ütopya öne sürmemiştir. kendine dönmek”, el ele vermek ve geceli gündüzlü
Yaşadığı sürece hiç bir maceraya yüz vermemiştir. çalışarak sorunları aşmak gerektiğine sürekli bir bi-
Onun en önemli yanı da ortaya koyduğu düşüncele- çimde vurgu yapıyordu. Şöyle yazmıştı: “Türkiye’nin
rin, çözüm önerilerinin ve yöneldiği istikametin doğru yükselişi dışarıdan ithal edilen fikirlerle olamaz.
olmasıydı. “Buluşma yerimiz ne doğudur, ne ba- Hiçbir yabancı, Türk milletinin menfaatlerini, Türk

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 65


Tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir iktisadi
yapıya çağırmıyorum.
Türklük şuur ve gururuna, İslam ahlak ve fa-
ziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, bir-
liğe, kardeşliğe, kısacası hak yolu, hakikat yolu,
ALLAH yoluna çağırıyorum.”
Karnını doyurmak özgürlükten tavizi, özgürlüğü
sağlamak için de aç kalmayı kader olarak görmenin
yanlış olduğunu her fırsatta ortaya koymuştu. O, ünlü
bir bilgenin dediği gibi milletine “hür bir kümeste hür
bir tilki” özgürlüğü vaat edenlere karşı çıkmıştı. Ona
göre, Türkiye’nin “aç hürler, tok esirler ülkesi” olma-
milletinin kendisi kadar düşünemez…/…Davaları-
sına izin verilmemeliydi.
mızın çözümü kendimize dönmek, sarsılmaz bir
birlik halinde el ele vermek ve geceli gündüzlü ça- İnsan olmanın, insan gibi yaşamanın temel şartı-
lışmaya girişmekle mümkündür” diye yazmıştı. nın özgür olmaktan geçtiğini, özgürlük için risk alma-
yanların, insanlığının tehdit altına gireceğini söylemiş-
Türkeş, zehrin panzehirle; fikrin de ancak daha
ti. Köleliğin şekline değil, özüne karşı olmak gerekti-
ileri bir fikirle yenilebileceği görüşündeydi. Kendi milli
ğinin altını çizmişti. Hangi yaldızlı söylem, uygulama
bünyemize uygun, ötekilerden daha yüksek ve daha
ya da yöntem altında uygulamaya sokulursa sokulsun
ileri bir fikirle galip gelinebileceğine savunuyordu. Si-
köleliğe karşı isyan etmenin insan olmanın zorunlu
lahı fikirdi. Fikirler, ülküler ve inançlar silah kuvveti ile
sonucu olduğuna dikkati çekmişti: “Köle olarak ya-
polis gücü ile veya kaba kuvvetle hiç bir zaman ezi-
şamaktansa, hürriyet için can vermeyi, kan dökmeyi
lemez, önlenemez ve yenilemez diyordu. Fikir temeli
göze alamayan fertler ve milletler, hiçbir zaman, hiçbir
olmayan hiç bir hareketin başarı kazanamayacağına,
devirde insanca yaşamaya layık olamazlar. İnsanca
özellikle dikkat çekmişti.
meziyetlerle uşaklık asla bağdaşmaz. Esaret ve istib-
“Milletler yabancı kuvvetlerin orduları ve di- dat zinciri ne kadar süslü olursa olsun, madeni ister
ğer menfi güçleri tarafından yok edilmeden önce altın, ister platinden bulunsun yine zincirdir. Böyle bir
manevi ve fikri güçleri tarafından esaret altına zincire vurulmak istenen insanların göstereceği en
alınırlar. Böyle bir duruma düşen toplumun esir asil duygu ve hareket isyan ve başkaldırmadır”.
ve yok olması kesin bir hale gelir.” Bu inanç, onu
O, Türk Milletinin üstüne kâbus gibi çöken sefalet,
yabancıya karşı yerli, dışa karşı iç, kaba güce karşı
ideolojik savaş ve ihanetlere karşı çağdaş bir çığlık
fikri ön plana alan çalışmalar yapmaya sevk etmiştir.
gibi gençliğin yüreğinde yerini almıştı.
Yabancı doktrinler ve yönetim sistemleri taklit edilerek
Türkiye’nin kalkınamayacağını bu anlamda da kapi- Yabancı ideolojilerin etki ajanı haline gelmiş olan
talizm, komünizm ve liberalizmin ülkemizin gerçek- taklitçi aydını da çok sert biçimde hem uyarmış hem
leriyle bağdaşamayacağını ifade etmişti. Türkiye’yi de eleştirmişti.
kalkındıracak sistem ve görüş, ancak Türk milletinin
Soysuzlaşmayı, özentiyi, taklidi, kopyayı, sığıntı
özelliklerine uygun, Müslüman Türk milleti gerçeğini
olmayı yok edilmesi gereken alışkanlıklar olarak gör-
göz önünde bulunduran ve modern ilim ve tekniği yol
düğünü şu satırlardan anlamak mümkündür: “En az
gösterici kabul eden, milli bir görüş olduğunu savun-
iki yüz yıldan beri soysuzlaşma, milli benliğinden
muştu.
koparak başkalarına sığıntı olmak, yabancıları
Ortaya koyduğu görüşler ve gösterdiği hedefler taklit etmek, Batının sefahat ve kaba dış görünü-
milletinin hislerine tercüman olacak nitelikteydi. Milli şüne özenmek, başka diyarların gerçeklerinden
unsurları, yerli ilkelerle ve milletinin özünde var oldu- doğmuş sistemlerini kopya etmeğe kalkışmak
ğuna inandığı potansiyel kaynaklarla harekete geçir- gibi hareketler ezilip, bir daha hortlamamak üze-
meyi amaç edinmişti. İşaret ettiği büyük hedef olduk- re yok edilecektir.” Taklidin yabancı hayranlığını;
ça anlamlıydı. O diyordu ki; yabancı hayranlığının da yabancı uşaklığını doğura-
cağını zamanında kavramış; gerekli ilke ve tedbirleri
“Ben Türk milletini,
koymuştu. “Türk milleti için her çeşit yabancı ide-
Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokra- oloji ve kültür saldırısına karşı dayanılacak kuv-
siye, vet, Türklük ülküsü ve Türk milliyetçiliği şuuru ile
Türk milliyetçiliği ideolojisidir.” Tamamı özgün ve
Rüşvet, hile, çiğnenen, çiğnetilen hukuk dü-
yerli, bütünüyle milli olan görüşleri büyük bir cesaretle
zenlerine,
fikir piyasasına sürmüştü.
Ahlaktan mahrum bir hürriyete,

66 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Yabancılaşmış aydın tipinin sonuçta düşman ka- ediyordu. Bunun için hayatın her safhasını kapsayan,
dar Türk milleti için tehlikeli olduğunu düşünüyordu. lekesiz, gölgesiz bir hak, hukuk ve adalet düzeni kur-
Bu nedenle “Biz, eskicilerin döküntülerini kapışan, mayı planlıyordu. Yoksun ve yoksul kesim için yeni
başkalarının sırtından çıkardığı elbiseleri giyerek bir yapılanmanın gerekli olduğuna dikkat çekmişti. Bu
efendiliğe kalkışan, arsız aydın tipini Türk milleti- bağlamda “Sosyal Yardımlaşma ve Güvenlik Teşki-
nin baş düşmanı saymaktayız” demişti. latı kurulmasını zorunluluk olarak görüyordu. Ancak
bu yolla “memlekette, arkası varmış yokmuş, iltiması
Alparslan Türkeş, aydın ile halkı, din ile bili-
varmış yokmuş, parası varmış yokmuş gibi bir lüzum,
mi, devlet ile milleti, imam ile öğretmeni, Türklük ile
bir durum ortadan kalkarak bütün vatandaşlara ihtiya-
İslamiyet’i karşı karşıya getirme faaliyetlerin yanlışlı-
cı olan yardımın sağlanması, ihtiyacı olan himayenin
ğına ve tehlikesine özel bir dikkati çekmişti. Milletin
sağlanması mümkün” olabileceğini söylemişti.
değerlerini ve müktesebatını birbirine karşıt getiren
ya da gösterenlerin iyi niyetli olmadıklarını da ifade Alparslan Türkeş, çeşitli iktidarlar tarafından dev-
etmişti. Bu tür girişimlerin Türk milletine yönelik tehli- rim, reform, çağ atlama adı altında ortaya konulan
keli senaryolar olduğunu söylemişti. “Memleketimizde iddialı bir çok uygulamanın nitelik itibarıyla Batı ülke-
halk aydın ikiliğini ve küskünlüğünü görüyoruz. Halk- lerini taklitten ibaret kaldığını, gerçekte ülkeyi kalkın-
tan olduklarını iddia edenler hareketleri ile halka karşı dıracak, refaha götürecek ve zenginleştirecek üretimi
bir tutum içindedirler. Millet kime inanacağını şaşırmış sağlayamamasını “büyük hata” olduğuna dikkati çek-
durumdadır. Bu imam-öğretmen, halk-aydın ikiliğin- mişti.
den ileri gelmektedir. Bu hal Türkiye’miz için felaketli
“Batı memleketlerinin dış görünüşünü, batı mem-
bir durum arz etmektedir. Türk milleti Müslüman’dır,
leketlerinin milletimizi kalkındırmakla hiçbir ilgisi ol-
İslamiyet’e bağlıdır. Millete hizmet edenlerin (milletin)
mayan birtakım lüzumsuz adetlerini, modalarını taklit
dinine uygun ve saygılı olmalarını istiyoruz”.
etmek, kopya etmek sadece ve sadece Türk milletine
Türkeş’e Göre Türkiye’nin İki Ana israfa mal olan, Türk milletinin kazancını, değerlerini
Sorunu: Üretim ve İnsandır israfa sebep olan batı tüketimini taklitten ibaret kal-
mış, buna karşılık memleketin asıl acısını, asıl derdini
Sorunları tasvir ve tespitle yetinmemiş, sorunların
teşkil eden üretim sağlama faaliyetleriyle ilgilenilme-
nasıl çözümleneceğinin yolunu da göstermiştir. O, her
miştir. Türkiye’nin karşılaşmakta olduğu ana mese-
türlü yoksulluğu, yozlaşmayı ve yabancılaşmayı aş-
lelerden birisi de budur. İstihsal, üretim ve üretimle
manın yolunun insan unsurunun kalitesinin artırmak-
dengeli tüketim…”
tan geçtiğini tespit etmişti. Bunun için insana yüksek
bir iman ve inanç müktesebatı verilmesini, onun yük- Millilik ve Milliyetçiliği
sek bir ahlaka ulaştırılmasını ve bir de her insanın,
Hataların bile, ancak milletin öz evlatlarının yapa-
uğruna rahatına kıyabileceği bir ideal sahibi yapılma-
bileceğine dikkati çekiyor; her şeyde, yerde ve şartlar-
sı gerektiğini zorunlu görmüştü.
da milli bir politikanın ve bakış açısının geliştirilmesi
Türkeş, insanın güç kaynağının insanın bizzat gerektiğini ihtar ediyordu: “Bir ihtilal, hangi millet
kendisi olduğuna dikkati çekerek insanın eğitilmesinin hesabına yapılırsa yapılsın; mutlaka onun öz ev-
önemine vurgu yapmış ve şunları söylemişti: Ama eği- latlarının eliyle yapılmalı ve onun elinde kalmalı-
tilmiş insan, ahlak sahibi, ülkü sahibi, iman sahibi dır.” diyordu. Günümüz Türkiye’sine baktıkça onun o
insan, bilgi sahibi, bilgi ve teknik sahibi insan…Bu gün söylediklerinin anlamını bugün çok daha iyi anla-
birinci ilkedir. İkinci ilke, çağa uygun en ileri sevi- şılıyor. O Temel Görüşler adlı eserinde şöyle yazmış-
yede ilim ve teknik sahibi olmak milletçe… Bunun tı: “Devlet işlerinin başına, devletin kurucusu olan
da ana ilkesi dünya çapında en yüksek seviyede kavimden başkaları geçince, o devlet yıkılır. Yani
bir ilim adamları ve teknisyen kadrosu kurmaya millet istiklalini kaybeder.”
dayalıdır. Her şeyden önce kalkınacak bir ülkenin
Ona göre Türk milletinin istiklal ve istikbalini ko-
dünya çapında liyakatli, iktidarlı ilim adamları ve
rumak, yüceltmek ve ebedi olarak var etmek fikrinin
teknisyenler kadrosu kurması gereklidir. Üçüncü
üstünde hiç bir fikir olamazdı. “Biz her türlü emper-
ilke ise, ileri, modern sanayi sahibi olmak, sanayi-
yalizmi ve yabancı kültürleri reddediyoruz, mer-
leşmek zorunluluğudur.
de de, namerde de muhtaç olmadan yaşayan bir
Ekonomik gücün, refahın ve kalkınmanın kay- Türkiye görmek istiyoruz.” O tam bağımsız, anti-
nağının üretimden, üretimin kaynağını da yetişmiş emperyalist, demokratik ve insan haklarını esas alan
insan gücünden geçtiğini her fırsatta dile getirmişti. bir milliyetçilik anlayışını milletinin önünü koymuştu:
Üretilenin adil bir biçimde paylaşımı için sosyal ada- “Her şey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber
letin sağlanması gerektiğini söylüyordu. Barışın ve ve Türk milletine göre” biçiminde bir ilkeyi gönül-
huzurun, ancak sosyal adalet ve sosyal güvenliğin lere nakşetmişti.
tam olarak sağlanmasıyla mümkün olacağını işaret
Milliyetçilik anlayışını ise şöyle ifade etmiştir: Türk

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 67


milletini, Türk vatanını ve Türk devletini sevmek, Alçak gönüllülük ile alçaklığı bir birine karıştırılma-
bunların iyiliği için ve yükseltilmesi için köklü bir ması gerektiğini hatırlatmıştı. Vaat ettiği şeyin kolay
ihtiras ve şuur sahibi olmak demektir. olmadığını, kısa yoldan iktidar umanların yanına yak-
laşmamasını istemişti. İnsanları ideallerini anlamaya
O, Türk milliyetçiliğinin gayesini, devleti güçlü
ve onun için mücadeleye davet etmişti. Makamların,
ve bağımsız, milleti hür ve müreffeh kılmak ola-
koltukların, zevk ve sefanın iştahıyla kervana katılmak
rak belirlemiştir. Yine Türk milliyetçiliğinin karak-
arzusu içinde olanların başka kapılara başvurmaları
terinde güçlü devlet adına hür milletten, zengin
gerektiğini anlatmıştı. Yiğit olanlar, cesur olanlar ve
birey adına da bağımsız devlet idealinden feragat
gerçekten inananları kafileye katılmaya davet etmişti.
etmek gibi bir tercih asla olamayacağının altını
İnanmış kişilerin yenilemez olduğunu belki de en etkili
çizmiştir.
biçimde o ifade etmişti.
Türkiye’nin bugünkü sınırları dışında kalan di-
Ülkücülük anlayışını bir cümle ile şöyle formüle
ğer Türklerle ilgilenmek ve onların iyiliği için, kur-
edivermişti: “Türk milletini en ileri, en medeni, en
tuluş ve selameti için elinden geleni yapmaya ça-
kuvvetli bir varlık haline getirme ülküsüdür.” İşte
lışmak Türk milliyetçiliğinin kutlu bir vazifesidir.
bu ülkü için asla almayı düşünmeden, daima verme-
Her şart altında düşüncelerini ifade etmekten çe- yi göze alan fazilet savaşçılarını göreve çağırmıştı.
kinmemiş ve geri adım atmamıştır. Şu sözler ona ait- Şöhret, koltuk, ikbal ve şan duygusuna esir olmadan
tir: “Ne yaptımsa, bilerek ve isteyerek yaptım. Tür- ve hiç bir şeyden korkmadan feragat ile mücadele
kiye ve Türk Milleti için yaptım. Milliyetçiliği suç edecek ahlak timsali kişileri göreve çağırmıştı. Ömrü
kabul ediyorsanız, ölünceye kadar bu suçun faili boyunca fiyatı olmayan kişileri bir Diyojen gibi
olacağım” diyerek başladığı mücadelesine gerçek- elinde fenerle aramış durmuştu.
ten ölünceye kadar sürdürmüştür. Hapishaneleri dahi
O öyle demişti, öyle oldu. Rüyasının kısmen de
vatan köşesi kabul etmiş ve dik başını hiç bir zaman
olsa hakikat olduğunu görmüş ender insanlardan
eğmemiştir. Değme aydınların dahi bir pil kadar ışık
birisiydi. Gözlerini kapadığında içinde ukdesini taşı-
saçamadığı zamanlarda o adeta bir güneş gibi Türk
dığı birçok hayalin, inanılmazın ve idealin “gerçek”
gençliğinin yolunu aydınlatmıştır.
(reel) olduğunu görmüştü. “Türk birliğinin bir gün
“Tehlikelerin gözünün içine bakmak, zafer için hakikat olacağına imanım vardır. Ben görmesem
şarttır” diyerek ülkesinin yüce geleceği için kendisini bile, gözlerimi bu dünyaya, onun rüyaları içinde
her türden tehlikeye atmakta hiç bir sakınca görme- kapayacağım.” Türk ülkeleri kurultaylarını yaparken
miştir. Tehlikeler bizden korkup kaçacaklardır... ki mutluluğu görülmeye değerdi. O bu anı görmenin
Millete ve memlekete hizmet yolunda bela arı- Türkiye’de iktidar olmaktan da, devlet başkanı olmak-
yoruz.. Belaaa..” diyerek haykırırken, adeta Namık tan da daha önemli olduğunu defalarca söylemişti.
Kemal’in
“Ülkücülük ve gerçekçiliği birlikte yoğurarak yeni
“Felek her türlü esbabı cefasın toplasın gelsin ufuklara doğru Türk milletinin kanatlanışını sağlama-
lıyız” diyordu. Hedefleri yüce olmasına karşın ayakla-
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimet-
rını sıkı sıkıya bulunduğu zemine basıyordu. Ütopya,
ten.”
hayal, macera ve romantizm ile gerçeği çok iyi ayır-
Mısralarındaki anlamı eyleme geçiriyordu. İftiralar, masını becerebilmişti. O, komünizm çökecek dedi,
karalamalar, sürgünler, hapishaneler onu yıldırmamış, çöktü. SSCB’nin hegemonyası altındaki Türk illeri
yormamış, yıpratmamış ve her türden zulümden son- bir gün kurtulacak dedi, kurtuldular. Türk dünyasının
ra “nerede kalmıştık” diyerek, bıraktığı yerden yoluna bir gün bir gerçek olarak doğacağından söz etti, bu-
devam etmiştir. Onun şanssızlığı ciğerleri, yüreği, ze- gün Türk dünyası güçlü bir hakikat olarak Alparslan
kası ve vicdanı kendisi kadar güçlü az sayıda insana Türkeş’ini arıyor.
rastlamasıdır. Hâlbuki liderleri kahraman yapan “ken-
“Biz ırkçı değiliz. Fakat biz dünyanın değil, kâinatın
disinden akıllı ve dirayetli” insanları etrafına toplaya-
neresinde bir Türk varsa onunla ilgilenmeği, ona sevgi
bilmesinde saklıydı. Talih ve tarih bu yönden ona pek
beslemeği bir görev sayıyoruz. Milyonlarca esir Tür-
cömert davranmamıştı. Bir konuşmasında “zaman
kün bulunduğu dünyanın bu haliyle huzura kavuşaca-
zaman bitmiş, tükenmiş bir vaziyette bazı insanların
ğına inanmıyoruz. Bunun için bütün Türklerle ilgileni-
kendisine gelerek umutsuzluk ve bezginlik sergiledik-
yoruz. Fakat burada bir prensip koyuyoruz. Türkiye
lerini” acı acı hikâye etmiş ve ardından da “tükenmiş
dışındaki Türklerle ilgilenirken, Türkiye’ye en ufak
piller gibi bunların sürekli şarz edilmeleri gerektiğini”
bir tehlike gelmemelidir. Her şey Birleşmiş Millet-
itiraf edivermişti. Güneşin doğuşuyla doğabilmek ve
ler Yasası’na göre yürütülmelidir, diyoruz.”
her gün mücadeleye adeta sıfırdan başlar gibi başla-
yabilmek ona has bir meziyetti. Ona, vatan, millet ve din düşmanları söylenme-
dik söz, atılmadık iftira bırakmadılar. Ancak o, hiç bir
Ülkücülüğü ve Gerçekçiliği

68 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


zaman insanlığı, aklın ve gerçeğin dışında bir yol ve
yönteme tevessül etmedi. İçi insanlık daha çok da
doğal olarak Türklük sevgisiyle doluydu. Bu sevginin
duygularını değil aklın hizmetinde olarak nesillerden
nesillere ulaştırılması gerektiğini savunuyordu. Siyasi
sınırlarımız dışında fakat kültür sınırlarımızın göbe-
ğinde bulunan kardeşlerimizle ilişkilerimiz sıklaştır-
malı, yoğunlaştırmalı ve geliştirmeliyiz diyordu. Bizim
koyacağımız, tuğlalar zamanla kutlu dava Turan’ın
temellerini oluştururlar. O göreceksiniz çok kısa süre
sonra Sovyet zulüm imparatorluğu çökecektir demişti.
Onu takip eden birçokları bile bu öngörüyü çok iddialı
bulmuştu.
değil hazırlamak ve yapmak, ihtilalı düşünmek
İhtilal’den Demokrasiye Alparslan
bile vatana ihanet olur”.
Türkeş
Milli iradeye herkesin, her zaman saygılı olması
Alparslan Türkeş, yıllarca 27 Mayıs ihtilalinin mü-
gerektiğine vurgu yapmış, milli iradenin de çoğunlu-
sebbibi olarak gösterildi. Rusya ve Çin yanlısı Mark-
ğun iradesinden ibaret olmadığını ifade etmiştir. Ona
sistler tarafından “faşistlik”le suçlandı. Önyargılılar,
göre milli iradeye herkes gereken saygıyı her zaman
onun demokratik ve insani yanını hiç görmek isteme-
olduğu gibi göstermelidir. “Ancak milli iradenin mil-
diler.
letin bağımsızlığını yıkma ve vatanı parçalama
Alparslan Türkeş’in 27 Mayıs’ta yaşadığı tecrübe, hareketlerine meydan vermek demek olmadığını
sonraki hayatında onu demokrasi ve özgürlüklerin sa- da herkes iyi bilmelidir. Milli iradenin herhangi bir
vunucusu bir kişi konumuna getirecektir. Türkeş, her seçimde oy çoğunluğunu sağlayan partinin genel
fırsatta halka rağmen halka hizmetin mümkün olama- başkanın tek başına temsil edemeyeceği devletin
yacağını, iktidara gelmenin tek yolunun demokratik tarihinden gelen köklü müesseselerin de milli ira-
usullerle yapılan seçimleri kazanmak olduğunu ısrar- denin temsilinde yetkili ve milli bağımsızlığın ko-
la vurgulamıştır. O bunu ülkenin aydın ve vatansever runmasında görevli olduğu unutulmamalıdır”.
insanlarına da şöyle tavsiye etmiştir: “Ben 27 Mayıs
Uzun tahlillere girmeden Alparslan Türkeş’in de-
tecrübesini geçirdikten sonra, o kanaate vardım ki,
mokrasi anlayışının ne olduğunu yakın mesai arka-
ihtilal yoluyla bir memlekete hizmet etmek mümkün
daşlarından birisi olan Yaşar Okuyan’ın anlattığı bir
değildir. Ne kadar eksik ne kadar aksayan tarafları
anı ifade etmeye yetecek niteliktedir. Okuyan, “O Yıl-
olursa olsun hukuk yoluyla bir memlekete hizmet en
lar” adlı kitabında şunları anlatıyor: 41. Cumhuriyet
iyi yoldur…/…Memleketin aydınlarına, vatansever in-
hükümeti 21 Temmuz 1977’de kuruldu. Hükümetin
sanlarına tavsiyem şudur; en kötü hukuk nizamı, en
kuruluşu sırasında MHP’ye biri başbakan yardımcılı-
iyi ihtilaldan iyidir”. Şu söz de ona aittir; “En kötü de-
ğı olmak üzere beş bakanlık verilmişti. MHP’ye düşen
mokratik idare en iyi ihtilaldan daha iyidir”. Halka
bakanlıklara atanacak isimler kendi yetkisinde olması-
ve Hakka dayanmayan hiç bir idare ve projenin millet
na karşın Türkeş konuyu MHP GİK’e getirdi ve tartış-
nezdinde başarı şansının olmadığını ve olmayacağını
maya açtı. Türkeş, “Biri başbakan yardımcılığı olmak
açıkça ortaya koymuştur. Her fırsatta iktidara gelme-
üzere toplamda beş bakanlık olacak. İçtüzüğe göre
nin yolunun, güçten değil gönül fethinden geçtiğini ifa-
kimin bakan olacağına karar verebilirim. Ancak ben
de etmişti. “Gönül Seferberliği” adı altında topladığı
konuyu sizin değerlendirmenize açıyorum. Herhangi
yazılarında da bu hususa özellikle dikkat çekmişti.
bir isim telaffuz etmeyeceğim. Başbakanlık yardımcı-
Demokrasi konusundaki sorunun yasalar ya da lığı dâhil kimlerin bakan olacağına siz karar verin”.
şekil sorunu olmadığını, aksine zihniyet sorunu oldu-
Alparslan Türkeş’in milletin üzerinde hiçbir vesa-
ğuna, sürekli vurgu yapmıştır. O, bu hususta şunları
yeti kabul etmediğini büyük bir açıklıkla ifade etmişti.
söyler: “Daima keramet anayasada görülmüş dev-
Milletin devlet ya da kurumları için değil, aksine dev-
rimlerin ruhu şekillere mahkûm olmuş, muhtevaya
letin ve kurumların millet için olduğunu 1978 yılında
ve özele inilmemiştir. Sandıktan geçen demokrasi
Dizgi Baskı’dan yayımlanan genişletilmiş birinci baskı
bir tahta sandık olarak değerlendirilmiştir. Oysa
“9 Işık” isimli kitabın 260’ıncı sayfasında şöyle ifade
demokrasi insan varlığına sevgi ve insan iradesi-
edecektir: Milli Demokrasinin diğer müesseselerini,
ne saygının bir ifadesidir”.
bilhassa TRT’yi, Anayasa Mahkemesi’ni, Danıştay’ı,
İhtilal ile ilgili görüşlerini ise 17 Mart 1963 tarihin- Yargıtay’ı, Üniversiteyi, Yüksek Hâkimler Kurulu’nu,
de Tercüman gazetesine verdiği bir beyanatta çok milli menfaat ve güvenliğimize uygun olarak değiştirip
keskin ve net bir ifade ile şöyle ortaya koyar: “Bugün, yeniden kuracağız.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 69


Tarihe not düşmek bakımından Ziya Gökalp ile Turan budur. Ve bu da Osmanlı devleti için fayda-
Alparslan Türkeş’in yargılandığı ve suçlandığı hu- lıdır. Çünkü bir kere, memleketimizde Osmanlılı-
suslardaki benzerliğe dikkat çekmek analizimizin bu ğın esası olan Türklük terakki edecek, tabi dev-
aşamasında bir zorunluluk halini almıştır. Bu nedenle let de kuvvetlenecek, sonra da bütün Türkler,
Ziya Gökalp’in 1919 yılında, Alparslan Türkeş’in ise bu Osmanlı Türkçe’sini kabul edecekler. Harsî
1944 yılında muhatap olduğu sorular ve bu sorulara Turan’dan maksat, Azerbaycan Türkleri zaten
verdikleri cevaplar aşağıya alınmıştır. başlamışlardır, Osmanlı Türkçe’sinin yayılması,
Osmanlı edebiyatının millî edebiyat olarak kabul
Ziya Gökalp ve Alparslan Türkeş’in
edilmesi, tabiî Türkleri buraya kalben bağlı bı-
Yargı Kardeşliği
rakacak. Buradaki eserler bütün Türk âleminde
Ziya Gökalp, 27 Nisan 1919 Pazartesi günü, okunacak, gazetelerimizin, kitaplarımızın okuyu-
kendisini Mustafa Nazım Paşa’nın harp divanı cuları çoğaldığı gibi, tabiî muharrirler de, edipler
karşısında bulmuştur. 28 Ocak 1919’da, Edebi- de eserlerinden daha çok fayda görürler. Maka-
yat Fakültesi’nde, derse girmeye hazırlanırken le bu suretle baştan nihayete kadar Osmanlılığa
tutuklanmıştır.1 faydalı olacağına delâlet ediyor ve açıkça ifade
ediyor.
Savcı Mustafa Nazmi Bey, İttihatçıları boy
hedefi seçmişti. 1913 yılında tek başına iktida- Reis — Bu, anasırı, Müslüman olmayan un-
ra geçmiş olan İttihat ve Terakki, tüm örgütüyle surları bazı kötü duygulara (günâ hissiyata) düşür-
her şeyden sorumluydu. Büyük ve vahşî katillik ve mez mi?
ihtikâr hareketleri onun eseriydi.
Ziya Bey — Hayır efendim. Bütün anası-
İttihatçılar, grup grup yargılanmışlardır. Ziya rı Osmaniye kendi harslarında muhtardır. Yani
Gökalp’in grubunda Mithat Şükrü, (Küçük) Talât, her unsur kendi milli harsında muhtardır. Kendi
Rıza, Atıf, Cevat (Paşa) beyler vardır. Ziya Bey ve edebiyatını, kendi harsını, kendi lisanını neş-
arkadaşları, İttihat ve Terakki’nin işlediği ağır suç- redebilir. Binaenaleyh bu usul onları gücendire-
lara (cinayetlere) ikinci derecede katılmış sayılıyor- ceğine bilâkis memnun eder, çünkü; aksi fikirde
lardı. bulunanların yani «Türk milleti yoktur, Türk har-
sı yoktur, Osmanlı harsı vardır» diyenlerin fikri,
Mahkeme 17 Mayıs 1919’da son bulmuştur.
anâsırı gücendirir. Çünkü; tabiî diğer milletleri
Ziya Bey ve arkadaşları, Limni ve Malta adalarına
tanımaz. Yalnız Osmanlı milliyeti var der. Hâlbuki
sürülmüşlerdir.
bendenizin itikadıma göre, Osmanlı tâbiri devle-
Ziya Gökalp, İttihat ve Terakki’ye yüklenen tüm tindir. Devleti Osmaniye’ye bağlıyız. Fakat Devleti
suçlardan sorumlu olarak yargılanmıştır. Asıl ilginç Os­maniye içinde Arap milleti, Türk milleti, Ermeni
olanı, Divanıharp, Ziya Bey’le beraber Türkçülük milleti var. Müteaddit milletler var. Bu bilâkis her
ideolojisini de sıgaya çekmiştir. milletin milliyetin tasdik ediyor ve Osmanlı dev-
letinin de kuvvetlenmesini temin ediyor. Çünkü
O gün: 14 Mayıs 1335 (1919).
Osmanlı Devleti ancak karşılıklı saygı esasına
Mahkeme «reis»i Mustafa Paşa, Mütareke dö- dayanan ittihadı anasıra (Osmanlı İmparatorlu-
neminin kinci ve tarafsızlığını yitirmiş bir yargılayı- ğundaki çeşitli unsurların birliğine) istinat ede-
cısıdır. Sıra, Türkçülük ideolojisinin hesabını sormaya bilir. Yoksa «hepimiz Osmanlıyız, milliyetimiz yok-
gelmiştir. Aşağıdaki satırlar, bu yargılama sahnesi- tur» demekle ittihadı anasır olamaz. Bilâkis bunu
ni, olduğu gibi, yansıtacaklardır: unsurlar reddederler.
Reis — Ziya Bey, sizin «Yeni Mecmua» namında Reis — Milliyet iddiası başka. Fakat Osman-
bîr mecmuanız var mı? lılık birçok milletlerden teşekkül ettiği için onların
arasındaki ilişkiyi güçlendirmek gerekir. Yalnız
Ziya Bey — «Yeni Mecmua» bir mecmuadır. Ben-
içlerinden bir kısmını seçip de onların milliyetini
deniz oraya yazı yazarım.
meydana koymaya çalışmak, tabiîdir ki, diğer un-
Reis — Orada «Turancılık» gibi bir makaleniz var surların hattâ belki Müslüman olan diğer unsurla-
mı? Bu makale, Osmanlılık sıfatına Turancılığın rın kalplerinin kırılmasına yol açmaz mı?.
tercihi hakkında imiş. Bu baştaki içtihadınızı izah
Ziya Bey — Hayır efendim, her unsur...
eder misiniz?
Reis — Osmanlılık nâmı altında içtima et-
Ziya Bey — «Turan nedir?» diye bir makalem
mişler. Hattâ bunlardan bazıları, pek çok Hıristi-
var. Orada gösteriyorum ki, bugün tasavvur ede-
yanlar, zatı âliniz daha iyi bilirsiniz ki, Türkçe’den
bilecek Turan, harsı (kültürel anlamına) Turan’dır.
başka lisan bilmezler. Kendi lisanlarını bile konuş-
Yâni Osmanlı Türkleri bir hars (kültür) yapacaktır.
muyorlar. Osmanlılık yüce adı altında toplanmış
Sonra bunu diğer Türkler kabul ederse, işte harsı

70 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


olan kavimlerin yekdiğerine olan bağlılığı güçlen- Alparslan Türkeş: Atatürk’ün ardından onun
dirilecek yerde onların bazı özellikle bazı güna ideallerini istikbal ve istiklalin teminatı haline ge-
inkisarını mucip olacak bu gibi makalelerden ne tirmeye çalışanları, bırakın desteklenmeyi, aynen
fayda bekliyordunuz? işgal altındaki İstanbul’da İngilizleri memnun et-
mek için Ziya Gökalp ve arkadaşlarının yargı-
Ziya Bey — Eskiden Türkçeden başka lisan bil-
lanması gibi yargılanmışlardır. Bu defa hâkimin
meyen Rumlar bilâhare çocuklarını Atina’ya gönder-
karşısında Alparslan Türkeş ve arkadaşları var-
diler, Rumcayı öğrettiler, Ermeniler de öyle. Er-
dır. Sürgün yeri de Malta değil tutuklu oldukları
meniler de lisanlarını ihya ettiler. Bu asır milliyet
“tabutluk” adlı yerdir.
asrıdır. Bahusus “Wîlson Prensipleri” de bunu
büsbütün meydana çıkardı. Her millet milliyetine 1944’te genç bir üsteğmen, üniforması ile
doğru gitmek mecburiyetindedir. Fakat bu milliyet çıkarıldığı mahkemede “Irkçılık-Turancılık” diye
Osmanlı tabiiyetine halel getirmez. «Osmanlı» tarihe geçen davada hâkimin sorduğu sorulara
kelimesi siyasi bir cümledir; bir devlettir. Bir dev- aşağıdaki cevapları verir3:
let dâhilinde müteaddit milliyetler olabilir. Fakat
Hâkim- Türkiye’de mevcut saf bir soydan gel-
o milletin âhengine, ittihadına belki mâni olacak
me ve karışık ırktan olanların bulunmayacağı
şey, milliyet prensibinin inkâr edilmesidir. Milliyet
hakkındaki düşüncenizin ne olduğunu öğrenmek
yoktur demekle, tabi unsurların kaynaşmaları en-
istiyoruz?
gellenmiş olur.
Türkeş- ...... Benim şahsi kanaatim mühim iş-
Aslında Gökalp’ın bu Reise karşı verdiği ce-
lerimizi görecek şahsiyetleri ya tamamıyla Türk
vaplar çok daha uzun. Ziya Gökalp bu konudaki
olan, yani temsil olunmuş ve kendisini Türk’ten
görüşleri özetle şöyledir.
başka bir şey saymayan ve yahut ta Türk Irkın-
Turan, Türklerin oturduğu, Türkçenin konu- dan gelen kimseler tarafından idare olunmasını
şulduğu ülkelerin tamamı olan bir coğrafyadır. Bu uygun bulurum.
büyük vatanda, bütün Türk milleti, kültürce özgür,
Hâkim- Karışık ırklar hakkında ne olacak?
uygarlıkça bağımsız olarak bir devlet kuracaktı.
Türkeş- Arzettim efendim. Mademki Türkleş-
Gökalp, 1918 yılında «Rusya’daki Türkler ne
miştir, dedesi veya ninesi şöyledir diye aranması-
yapmalıdırlar?» sorusuna da çözüm aramıştır. İlk
nı doğru bulmam.
aşamada, Türk kolları bağımsız devletler (Şube
hükümetler ya da Nahiyeler) kurmalıydılar. Baş- Hâkim- Turancılık hakkındaki fikirlerinizi söy-
larına geçecek reislerini, Oğuz Han yönetimine leyiniz?
göre seçecekler ve onlara kayıtsız, şartsız «itaat»
Türkeş- ....Turan, yani Türk Birliği yalnız
edeceklerdir. Bugünkü dille «federe» diyebilece-
Asya’dakiler değil, bütün Türklerdir. Yani ilmi ma-
ğimiz bu devletler eşrafçı (Ağa’cı) ve «Bolşeviki»
nasından başka olarak bütün yeryüzündeki Türk-
politikalarına dayanmayacaklar», «tesanütçülük»
lerdir. Yani Türk Birliği yalnız Asya’dakilerle değil,
(dayanışmacılık) sistemini uygulayacaklardı.
Bulgaristan’daki, Yunanistan’daki vesair yerlerde-
İkinci aşamada, devletlerin reisleri, genel bir ki Türkleri de içine olan bir mefhumdur.
kongre toplayarak, içlerinden en kahramanı-
Hâkim- Hazırlık tahkikatında: “Küçük nüfuslu
nı «umumî reis» seçeceklerdir. Bu reis’in unvanı
milletler tehlikeye maruzdur”. Onun için ilk fırsatta
«Serdar» ya da «Sahipkıran» olacaktır. Böylesine
bütün Türklerin birleşmesi lazımdır diyorsunuz?
bir büyük adam, kendi içlerinden çıkabilirdi. Yoksa
Osmanlı Türkleri arasından gönderilebilirdi2. Türkeş- Bunlar benim istikbale ait temennile-
rimden ibarettir. Bir devletin kuvvetini teşkil eden
Üçüncü aşamada, Osmanlı Devleti’yle birleşi-
birçok unsurlar vardır. Bunlardan birisi de devletin
lecek, Turan kurulmuş olacaktı.
nüfusudur. Bu, Türk birliğine ait temennilerimiz-
Ziya Bey’in, çizdiği tabloya bazı Türkçüler den birisidir.
daha da açıklık getirmek istemişlerdir.
Başkan Paşa- Peki bu fırsattan istifade nasıl
Ömer Seyfettin’e göre, Turan yüz milyonu edilebilir?
aşkın Türk’ü toplamak, bölünmüş «millî vücud»u
Türkeş- Mesela 1917’de olduğu gibi, 1965 de
tanımlamak, inancına dayanıyordu. Türkçülüğün
veya 1999’da Rusya’da bir ihtilal zuhur edebilir.
«iktisadi mefkûresi» (ekonomik ülküsü) Çin ve
O zamana kadar Türkiye Harp Endüstrisi bakı-
Hind yollarına hâkim olmayı» zorunlu kılıyordu.
mından da, ilim ve irfan bakımından da ilerlemiş
Turancılık bir «cihangirlik ve emperyalizm» değil-
bulunur. Ve Türkiye’nin müzahereti ile bu birliğe
di. Tek Hakan’a bağlı, büyük ve tek İlhanlık (dev-
doğru yürünebilir. İşte fırsat budur.
let)ti.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 71


Türkeş tabutluktan çıktıktan otuz altı yıl sonra efsaneyi bir anda kaybeden birçok insanın vurgun ye-
tekrar 1980’li yılında yeniden benzer suçlamalar- miş gibi şoktan çıkamamasının asıl nedeni buydu.
la hâkim karşısına çıkarılacak ve uzunca bir süre Tarih Türkeş’i hem haklı çıkardı hem de beraat
ömrünü dört duvar arasından geçirmek zorunda ettirdi. Tarihi milletler mücadelesi, olarak ortaya ko-
bırakılacaktır. Ancak idealleri aynen devam ede- yup o günkü milletlerarası mücadelenin esasını da,
cektir. Türkeş’in idealini yansıtan bir ifadesi. “Türk milli kültür ve ideolojiler teşkil ettiğini söylediğinde,
Birliğinin bir gün hakikat olacağına imanım vardır. sokaklar onun aleyhine birçok afişle doldurulmuştu.
Ben görmesem bile, gözlerimi bu dünyaya, onun Tarihin sınıf mücadelesinden ibaret olduğunu ifade
rüyaları içinde kapayacağım”. eden “Marksist, Leninist ve Maoist” mihraklardı bu
Türk milletinin geleceğine yönelik olarak ifade afişleri sokaklara asanlar. Onlara göre din, millet ve
edilen bu görüşlerden yeterince yararlanılmış mıdır? milliyetçilik gibi kavramlar burjuva dönemine aitti. O
Buna olumlu cevap vermek mümkün değildir. dönemde tarihin çöplüğünde kalmıştı. Tarihi materya-
Ziya Gökalp’ın yargılanırken 27 Nisan 1919’da lizme göre toplumlar “Avcı ve toplayıcı, tarım, feodal,
söyledikleri 1989’da gerçek olmuş, fakat Türkiye yeni kapitalist, sosyalist ve komünist” aşamalardan geçe-
oluşum ve gelişmelere kültürel, siyasal ve ekonomik cektir. Bu tarihin amansız kanunudur. Onlar Türkeş’in,
yönden hazırlıksız yakalanmıştır. milliyetçiliği, milletler mücadelesini ve dini savunmak-
la tarihin akışını geri çevirmekle suçlamışlardı. Bu
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Sovyetler de bir gün
yüzden Türkeş’i darağacında idam edilen bir adam
yıkılacaktır” “hazırlıklı olun!” emrini verdiğinden 59 yıl
olarak resmettikleri afişin altına şunları yazmışlardı.
sonra SSCB dağılmıştır. Türkiye yine hazırlıksız ya-
kalanmıştır. Adı: Alparslan Türkeş
Alparslan Türkeş 1944’te söylediği Türk Birliği, 54 Suçu: Tarihin akışını geri çevirmek
yıl sonra beş Türk devleti ve onlarca Türk soylu toplu- Cezası: İdam.
luklarla dünyanın gündemine girmiş, fakat Türkiye’nin Bu afişi yazanlar, bu fikri savunanlar ve bu slogan-
siyasetini yönetenler bu duruma hazırlıksız yakalan- ları seslendirenler tarihin komünist ülkelerdeki aman-
mıştır. Bütün bu olguların temel nedeni stratejik dü- sız takibini bugün bile yapabilmiş değiller. Daniel
şünce sahibi olmanın sanıldığının aksine her devlet Bel’in “İdeolojinin Sonu” ya da Francis Fukuyama’nın
yöneticisinde bulunmayacağı gerçeğinde saklıdır. “Tarihin Sonu ve Son İnsan” isimli görüşlerinin ta-
Sonuç Yerine mamının onların maruf ideolojilerinin dramıyla ilgili
İdealleri hayata geçirmek için öncelikle hakka olduğunu da anlamış değillerdir. Zira gücünü ya da
dayanması ve güçlü müntesipleri olması gerektiğine kurtuluşunu kendi çalışmasına ve emeğine değil de
dikkat çekmişti. O, bu konuda şöyle demişti: Cema- yabancı iklimlerde arayanların tutuldukları hastalık-
at demek kalabalığın olduğu yer demek değildir. Hak tan kurtulmasına henüz tarih şahitlik etmemiştir. Bu
kimin yanındaysa cemaat odur…/… Velevki o insan bakımdan tarihin akışının ithal kafalıların arzuları dı-
dünyada tek başına dahi olsa… Az fakat doğru ve şında olmasının onların ütopyalarına herhangi bir etki
haklı olanların, çok fakat yanlış ve haksız yolda olan- yapması da düşünülemez. Ama bilinen bir şey varsa
lara galip geldiği çok görülmüştür. o da 1989 yılında Gorbacov, darağacına sosyalizmin
bilumum değerlerini asmıştı. Komünizmin kirli çama-
Kendi özüne dönme mücadelesinin verildiğini,
şırlarını yıkama görevi de SSCB dışındaki bu arada
köylünün, fakir fukaranın emeğine, hakkına el atanla-
Türkiye’deki yerli temsilcilerine kalmıştı.
ra, tefecilere, rüşvete, karaborsaya karşı savaş açtı-
ğına özel vurgu yapıyordu. Alparslan Türkeş ise şimdi rızasını kazanmak
için hayatını ortaya koyduğu Allah’ının huzurunda. O,
O, “ne başkalarına uşaklık etmeyi, ne de başka-
hep uyanıktı. Çökmedi, çömelmedi ve baş eğmedi.
larını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyiz” diyordu.
Hep ayakta durdu. Ölümü de ayakta oldu. Şiddet-
Karşı olduğu zihniyeti de bir konuşmasında şöyle tarif
li ve muhteşem bir kış gününde iki milyondan fazla
etmişti: İnsanlık haysiyetine saygı duymayan, Türk in-
insanın omuzları üzerinde dualarla defnedildiği ebedi
sanına karşı gönlünde sevgi taşımayan, Türk milletini
istirahatgâhında uyuyor. Maddi yönüyle ayrıldığı mil-
Türk halkını hor gören zihniyete karşıyız.
letinin kalbinde manevi bir motivasyon, ülkesinin milli
Paslanmış beyinleri, kirlenmiş damarları asli cev- aydınlarının önünde bir ışık, Türk gençliğinin nezdin-
herine döndürme gayreti içindeydi. Bitmiş, tükenmiş, de ise bir Bozkurt olarak hep yol göstermeye devam
yürümeye ve düşünmeye mecali kalmamış birçok ediyor. Farkında olanlar için…
insana aktivite kazandırmış ve onları yeniden hare- ______________________________________________
kete geçirebilmiştir. Onun idealleri adeta, sefilleri kah- 1 Tarık Zafer Tunaya, İnsan Derisiyle Kaplı Anayasa,
raman yapacak bir aşı gibiydi. Onun kaybıyla daha Arba Yayını, 2. Baskı, İstanbul, 1988, s.,160.
2 Ziya GÖKALP, Rusya’daki Türkler Ne Yapmalı?, Yeni
önce deve dişi gibi görünen birçok insanın sessizliğe, Mecmua, No;38’den ayrı baskı, s. 4-9.
yokluğa ya da inzivaya çekilmesi bu yüzdendi. Işığını, 3 Cemal Anadol, Türkeş, Milliyetçi Anadolu Yayınları, İs-
su içtiği pınarı ve her gün kendisini motive eden bir tanbul, 1975, s.,16-17.

72 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


NECMETTİN ERBAKAN

AHMET GÜNER ELGİN

N
ecmettin Erbakan, toplum hayatımızda son Konya’dan bağımsız milletvekili olarak Meclis’e gir-
40 yılın en renkli simalarından biri idi. Dik- di. Ocak 1970’te yakın çevresindekilerle Millî Nizam
katle incelendiğinde, her demokratik rejim- Partisi’ni kurdu. Partiye bu ismi öneren Eşref Edip
de görüldüğü gibi, siyasetin ön plana çıktığı ve çok Bey’dir. İlk kongrede Genel Başkan oldu. Erbakan’a
konuşulduğu bir ülkenin tüm zaaflarını ve yanlışlarını o güne kadar ikinci planda kaldıklarına inanan ve ar-
siyaset sahnesine aktaran tiplerden biri olduğu gö- tık seslerini duyurmak isteyen geniş bir kitle lider ola-
rülecektir. rak bakmaya başladı ve maddi-manevi yatırımlarını
siyaset alanında onun için kullandılar.
Erbakan; bu ülkeyi, insanlarını, siyasetini, sosyal
hayatını ve düşünen kafalarını öylesine meşgul etti Erbakan; İslam’la siyaseti kaynaştırmak, devleti
ki, kendi konularında, ondan sonra samimi ve dik- yorumlamak, Cumhuriyet’in temel ilkelerinin sebep
katli inceleyicilerin çıkmasına bile sebep oldu. Şimdi ve sonuçlarını kavrayabilmek konularında yepyeni
Türkiye’de sosyalist geçmişleri olan, ama haysiyetli bir düşüncenin ilk işaretlerini vermeye başlamıştı.
bir beyin olarak meselelerimizi incelemeye davra- Ancak, gerek ekonomik alanda gerek sosyal, kültürel
nan yüzlerce aydın, onun ve politik alanda itilip kakıl-
sloganlar hâlinde günde- dıklarına inanan büyük bir
mimize soktuğu mesele- kitle, onu siyasetteki sesleri
leri irdeliyor, eser üstüne olarak kabullenmişti ve bu
eser veriyor. İslamiyet’in yanlışlık sonraki yıllarda da
tüm görüşlerini, toplumun sürecekti.
geçmişten gelen tüm ku-
Anayasa Mahkeme-
rumlarını bilimsel olarak
si, 1971’de Millî Nizam
tartışıp duruyorlar.
Partisi’ni kapattı. Erbakan
Erbakan hakkında ya- iki yıl yurt dışında kaldı.
pılacak genel bir değer- Millî Nizam yöneticilerin-
lendirmede sınıfta kalsa ce kurulan yeni parti Millî
da, katkısı bilinçli olmasa Selamet’in adayı olarak
da “Bütün bunları o sağ- 1973 seçimlerine girdi ve
ladı. Şamatayla birçok parti, 48 milletvekili ile Türk
kimseyi başına topladı. Aldığı reyler, gördüğü itibar, siyasi hayatının tam ortasına yerleşti.
sosyal ve kültürel açıdan incelendi. Böylece daha
Tatsız, kokusuz, renksiz bir deyim olan ve herke-
önce tabu bilinen pek çok konu aklın ve hoşgörünün
sin meşrebine göre anlamlar kazanan Millî Görüş de
önüne çıktı.” diye hatırlanabilir.
o günlerde ortaya çıktı.
Erbakan’ın Türk siyasi hayatında vitrine çıkı-
Millî Selamet Partisi ve Erbakan, kendilerini reji-
şı, 1969 yılında Odalar Birliği Genel Başkanlığı’na
me kabul ettirebilmek ve korkulacak bir yönleri olma-
seçilmesiyle başladı. Bu, sıradan bir seçim değildi.
dığını, devletle işbirliği yapabileceklerini göstermek
Erbakan, İstanbul sermayesine karşı Anadolu esnaf
için ilk fırsat çıktığında, hem de mesajlarına ters bir
ve iş adamının kişilik kavgasının bir sembolü olarak
partiyle, CHP ile koalisyon kurarak devlete girdiler.
o makama seçilmişti. Demirel’in önayak olmasıy-
Erbakan, daha sonra kurulan ve merkez sağ partileri
la Başkanlığı iptal edildi. Bu iptal, Erbakan’ı daha
bir araya getiren hükümette de görev aldı.
da popüler yaptı. Sadece ekonomik alanda değil,
siyasi alanda da Anadolu muhafazakârlığının sim- Erbakan ve MSP’nin siyaset macerası, 12 Eylül
gesi olarak kendini kabul ettirdi. 1979 seçimlerinde 1980’de bir kere daha noktalandı.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 73


MSP, belki çok iyi niyetlerle, bazı yanlışları tek- ler ülkemize de yansıyor, şeriat yanlısı Refah Partisi
rarlamamak ve sadece “üzüm yemek” maksadıyla beklenmedik başarısı ile laik cumhuriyet için tehlike
kurulmuştu. Fakat MSP yöneticileri, bırakınız iddiala- çanlarını çaldırdı.” gibisinden yorumlarla izaha kal-
rının kocamanlığını, kendilerine rey veren seçmenle- kıştılar.
rin sağduyusu, mantığı ve idraki çapında bile seviye
Tarihî Yanılgı
gösteremediler. MSP’nin en büyük talihsizliği, temel-
deki sosyal, ekonomik ve kültürel prensiplerin tam Sonra da, kulaktan dolma engin bilgileri ve ara
zıddı kafada idarecilerine sahip oluşudur. Bu idareci- sıra pencereden caddeye bakarak derinden tetkik
ler, demokrasimiz onlardan, tecrübeli, makul ve şart- imkânı buldukları vatandaşlarımızın davranışları ile
ları iyi değerlendiren çıkışlar, gelişmeler beklerken, olaya bilimsel açıdan(!) yaklaşan ünlü sosyolog ve
aksine her geçen gün sokak politikacılığına, hakaret siyaset teorisyenlerimiz devreye girdi. Mısır, Cezayir
ve küfür şampiyonluğuna, adi, seviyesiz benzetmeler ve İran örnekleri birer facia biçiminde kamuoyuna
içinde siyasi hasımlarını güya küçültmeye ve birkaç aktarıldı.
çapulcu düşünceye çanak tutmaya itina gösterdiler.
Ne oluyorduk? Şeriat mı geliyordu? Gerçi bu şe-
Erbakan, Demirel ve öteki sağ partilerle koalisyon riatın nasıl bir şey olduğu, ne zaman, hangi vasıta ile
ortağı olduğu günlerde bile kendini bağımsız sayıyor, sınırlarımızdan içeri gireceği tam bilinmemekle be-
bir muhalefet lideri gibi kendi başbakanına ve hükü- raber, Cumhuriyet’imizin kurulduğu günden beri, ha
metin icraatına verip veriştiriyordu. Halkın ve kendi- geldi ha gelecek, şeklinde ısrarla vurgulandığı için bir
sine rey verenlerin bu gösterilerden, bu atıp tutma- kere daha hatırlatılmasında yarar vardı.
lardan hoşlandığını sanıyor, basın onu kışkırttıkça o
Öyle bir karmaşa yaratıldı ki, Refah Partisi’nin oy-
da aklına geleni söylüyordu. Erbakan, hem Ecevit’le
larını birkaç puan arttırmasının gerçek sebepleri araş-
hem Demirel’le ortaklığında ciddi bir devlet adamı
tırılmadı, tartışılmadı. Aslında Necmettin Hoca’ya ve
gibi davranamamıştır.
yakın çevresinin şamatalarına rağmen Refah Partisi
Erbakan, hiçbir konuda gelişmedi. Kendini ye- ne şeriatçı bir partiydi ne de kökten dinci. İran veya
nilemedi, olanı biteni iyi değerlendiremedi. Kolaya, Suudi Arabistan’da uygulanan rejimler, temelinde
ucuza ve basite itibar etti. Asırların birikimi olan bazı tamamen siyasi tercihler yatan, oralarda bile halka
hedefler, programlar, sosyal ve politik tespitler sağ- rağmen zorla yaşatılan ayrıca İslami olup olmadığı
duyulu büyük bir kitle tarafından kendisine emanet her zaman tartışmaya açık uygulamalardı.
edilmişti. O, bu emaneti taşıyamadı. Erbakan, Odalar
Baştaki zorba yönetimler, bir gece devrilse veya
Birliği Başkanlığı’na seçildiği günlerdeki bakışını ve
işi biraz gevşetse ertesi gün her iki ülkede de ne kök-
değerlendirmelerini, yıllar sonra da aynen kullanma-
ten dincilik kalırdı, ne de müşterek dinî tavır.
ya devam etti.
Nasıl Batı, bazı Müslüman ülkelerdeki çağdışı
Nasıl, Millî Nizam’ın kapatılması ona hiçbir şey
siyasi rejimleri, devlet terörünü ve hükümet baskıla-
öğretemediyse, Millî Selamet Partisi’nin 12 Eylül-
rını İslamiyet’le karıştırıyorsa, bizde de “İslam” keli-
cüler tarafından diğer partilerle birlikte kapatılması,
mesi geçince saçları diken diken olan bir grup, Ya-
kendisinin yargılanması ve siyasetten belli bir süre
vuz Sultan Selim’in Müslüman bile saymadığı İran’ı,
men edilmesi de onu iyiye, doğruya, yönlendirmeye
İslamiyet’in demokrasi disiplinlerine aykırı bir aile sul-
yetmedi.
tası olan Suudi Arabistan’ı şeriatı uygulayan ülkeler
Erbakan’a dönük kişisel değerlendirmemizi daha sanıyordu.
sonraki bölümlere bırakarak şimdi onun son hazin
--------------- * ----------------
macerasını, Refah Partisi olayını inceleyelim.
MSP’nin hızlı günleri… Erbakan Konya’da… Mi-
Refah Partisi’nin kamuoyunda ve basında ciddi
safir olduğu ev içerden ve dışarıdan korunuyor. Gi-
olarak tartışılması; endişeyle, korkuyla, ürküntüyle
renler tek tek aranıyor. Çoğu sakallı… Erbakan, ge-
değerlendirilmesi yerel seçimlerden sonra başladı.
lenlerin dinle ilişkilerine göre bazen namaza duruyor,
Çünkü parti, Ankara ve İstanbul gibi iki anakentte bazen biraz bekletiliyor, bazen da aşırı bir samimiyet-
belediye seçimlerini kazanmıştı. le karşılıyor, kucaklıyor, başköşeye oturtuyor.

Başka büyük kentlerde de aynı başarı görülüyor- Erbakan’ı misafir eden Konyalı tüccarın bir yakını
du. Basın meseleye saldırdı. Çünkü çok şaşırmıştı. var. Olanı biteni köşesinden seyrediyor. Girip çıkan-
lara bakıyor, sakallılara gözü takılıyor. Konya’yı ve
Hele İstanbul’daki sonuçlar, masa başında seç-
Konyalıyı çok iyi tanıyan biri.
men adına ahkâm kesip sonuçlar ortaya çıkınca,
vay anasını, demeye alışkın bazı yazarları öylesine MSP’nin kuruluşunda da önemli hizmetleri var.
şoka soktu ki olayı, “Dünyadaki kökten dinci hareket- Bu gidip gelmelerin en heyecanlı yerinde, büyük

74 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


salonu dolduranların duyacağı şekilde söz alıyor ve nağı, ne RP’nin programıydı ne de kadrosu ve kad-
doğrudan Erbakan’a sesleniyor: rosunun davranışları, sözleri… RP’nin bazı çevreleri
rahatsız edici görünümü, Türkiye’nin sosyal, politik,
- Hoca, biz seninle bu parti kurulurken ne ko-
kültürel ve hatta ekonomik konjonktüründen geliyor-
nuştuk? Hani sakal davamız olmayacaktı? Hani şu
du. Türkiye istediği için RP vardı. Türk demokrasi-
gösterişli abdestler, namazlar olmayacaktı? Nereden
sinin sağlıklı işlemesi, suni gündemlerle bazılarının
çıktı bunlar? Hoca, ne yapmak istiyorsun? Biz Hac
keyfine göre itilip kakılmasının önlenmesi için vardı.
organizasyonu yapmıyoruz. Biz parti kurduk, siyaset
RP’nin seçmenden itibar ve iltifat gören tarafının ne
yapıyoruz. Sakalı, bıyığı yok diye Devlet Su İşlerin-
olduğu siyaset bilimcilerince, her konuda ileri geri
deki çok değerli bir mühendisimiz Diyarbakır’a sürül-
konuşup ahkâm kesen aydınlarca muhakkak öğ-
dü. Ne oluyoruz Hoca?
renilmeli, anlaşılmalıydı. Bir adama, birkaç adama
Bu konuşma, 1973 seçimleri arifesinde yapıldı. kızabilirsiniz. Onları cahil, yobaz, kaba gibi sıfatlar-
RP davasının Anayasa Mahkemesinde görüldüğü la suçlayabilirsiniz. Ama seçmenin yüzde yirmisinin
günlerde, yani bu konuşmadan 24 yıl sonra kendisi- düşüncesini, giyim kuşamını, sosyal, ekonomik ve
ne rastladığımızda hoşbeşten sonra sorduk: kültürel mesajlarını yok sayamazsınız. O zaman size
“Kimsiniz, neye, nereye mensupsunuz?” diye sorar-
- Ne olur?
lar.
Güldü:
------------------- * -------------------
-O adam, siyasi ikbali için her şeyi yapacak bi-
Bu kalkışmanın analizi yapılmalı; neyi, nasıl ifade
riydi. Şimdi kendisini tasfiye için her şeyi yapacak
ettikleri çözümlenmelidir. Bu coğrafyanın bünyesinde
insanlarla karşı karşıya…
olan bitenler burada yaşayan herkesin akılla, bilgiyle,
Öfkenin İdeolojisi Olmaz sağduyu ve hoşgörü ile yaklaşması gereken şeylerdir.
Kişilere duyulan öfke, sosyal gerçekleri, ekonomik ve
RP’nin başında, Ecevit ile en solda olduğu gün-
politik çıkışların illiyet ilgisini ortadan kaldırmaz.
lerde siyasi ortaklık kuran ve CHP’lileri “namaz kıl-
mayan kardeşlerimiz” tarifi ile bağırlarına basan Bu konuda yanlışlık, sadece, olaya dışarıdan ba-
aynı kadro vardı. Bu kadro, ciddiyet ve güvenirlilik kanlarca yapılmadı. Bizzat olayın içindekiler de aynı
sınavlarında hep sınıfta kalmıştı. Bu kadro, Refah yanlışları, hatta daha büyüklerini yaptılar.
Partisi’ni geniş kitlelere açmak yerine, “küçük olsun,
Biraz da konuya bu noktadan yaklaşmak istiyo-
benim olsun” zihniyeti ile yöneten kadroydu. Millî Ni-
ruz.
zam Partisi, Millî Selamet Partisi, Refah Partisi hep
aynı kadro tarafından idare edildi. Bu adamlar artık RP nerede yanlış yaptı?
bir klik, bir hizip, bir ayrılmaz grup hâlinde Refah
Nerede yapmadı ki…
Partisi’nin tepesine oturmuşlardı ve kimseyi de ortak
etmek niyetleri yoktu. Refah Partisi, Türk siyaset hayatında kendisine
açılan geniş kulvarın farkına varamadı. RP’yi yöne-
Türkiye’de, baştan beri Refah Partisi ile ilgili ola-
tenler, bu kulvarın niçin böyle geniş ve boş kaldığını,
rak yanlış değerlendirmeler yapıldı. Bu yanlışlara,
burada hangi hedefe ulaşmak için, nasıl koşulacağını
RP’nin kurucu ve yöneticilerinin değerlendirmeleri de
da fark edemediler. Türkiye’nin sosyal topografyası
dâhildi.
konusunda hiçbir bilgileri olmayan kurucu ve yöne-
Programı ve mesajı ile oy alan veya o yüzden oy ticiler, ülkenin tüm potansiyelini ve bunların birleşme
alamayan partiler vardır. Bunlar daha çok Batı de- noktalarını dine bağlamakla bu kulvarı daraltmış ve
mokrasilerinde görülür. Türkiye’de partilerle halk ara- yarış kurallarından uzaklaşmışlardır.
sında ilişkiler, birinci derecede partinin programı ile
Toplumun duygusal ve platonik bazı yaklaşım-
ilgili değildir. Bizde partiler, ya liderleri ve kadroları
larını, bazı kurum ve inançlara duyulan, ciddiyet öl-
ile veya programda yazılmayan, hiçbir zaman da dile
çüsü her zaman tartışılır bağlılıkları resmîleştirmek,
getirilmeyen bazı özellikleri, halkın onlara yüklediği
inanmayan fakat saygı duyan kesimleri düşman ilan
bazı misyonlarından dolayı iltifat görürler.
etmek, hatta mübalağalı kışkırtmalarla savunmaya
1950’de DP’nin yükselişi böyleydi. 1961’den son- zorlamaktan RP yönetici kadrosu ilkel bir haz duy-
ra Adalet Partisi’nin sürpriz biçimde iktidara yürüyü- muştur. Bu hazzı genel başkanları ağzıyla zafer çığ-
şü böyledir. 1980’den sonra merhum Özal’ın partisi lıklarına dönüştürmüşlerdir.
Anavatan’ın da siyasi kaderini, plan programı değil,
RP, seçmenin bir bölümü vasıtasıyla dinî ve millî
askeri darbeye duyulan öfke ve Turgut Özal kadrosu-
öfkelerden güç almıştır. Ama bu öfkelerin konularını
nun halka ifade ettiği mana çizmiştir.
partinin amaçları hâline dönüştürmek, bunları başka-
RP’nin bazı çevreleri rahatsız edici tavrının kay-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 75


larıyla inatlaşmak vesilesi saymak da partiye başka Acem’den farklı bir İslamiyet yorumunun ve uygula-
yanlışları getirmiştir. Bunların başında, bu öfkelerin masının sahipleridir. Selçuklularda başlayan bu coğ-
istismarını kendisi ve partisi adına yapanların parti rafi ve millî sentez, Osmanlılarda evrensel bir zemi-
ideoloğu gibi hareket etmesi, partinin buna göz yum- ne oturtulmuş; insanların ve toplumların vicdanlarına
ması geliyor. RP, mescit ve kahve demagoglarını dönük ve barışık bir tarif kazanmıştır. Bunu görmez-
sırtında, hatta başında taşımış, bunların tüm partiyi den gelen Erbakan ve arkadaşları, İslamiyet’i, bin
temsil eder konumuna izin vermiştir. yıllık bir siyasi tepki aracı yapan Acemlerle, acımasız
aile saltanatlarına dönüştüren Arap ülkelerinin resmî
RP’nin her şeyi altüst eden temel yanlışlarından
ideolojileri ile karıştırdılar. Bu görüş olsa olsa “İslam
biri de, Türk devlet geleneğinin sindirilmiş özellikle-
Radikalizmi” deyimini icat edip bunu milletlerarası
rinden biri olan “siyasi İslam’ı temsil etmek” pren-
konferanslarda bize karşı baskı unsuru gibi kullanan
sibini bir kenara atarak İslamiyet’i Arap ve Acem’le
Hristiyanlığa ve Batı’nın din bağnazlığına hizmet
özdeşleştirmesidir. Yandaşlarına, karşısında olanlara
eder, nitekim ediyor da… Müslümanlığın devlet di-
ve devletin ağırlıklı kurumlarına böyle bir intiba ver-
siplinlerinin temelinde yatan meşveret, kardeşlik ve
mişlerdir. Arap’ı ve Acem’i İslamiyet’le özdeşleştir-
insanlar arasındaki eşitlik ilkelerinin hiçbirine riayet
mek hem dinî hem de siyasi ve tarihî anlamda çok
etmeyen Arap rejimleri, Erbakan’ın dilinde Müslüman
büyük yanlıştır. Osmanlı coğrafyasının ve devlet yö-
devletlerdi. Batı yerine bunlarla ekonomik, kültürel ve
netiminin temel prensiplerinden olan bu farklılık RP
politik işbirliği yapılmalıydı.
tarafından dışlanmış, Yavuz Sultan Selim’den beri
gelen bu dikkat, hem de günlük hiçbir siyasi gerek- Erbakan ve çevresi, hiçbir manevi ve politik ha-
çeye sığınılmadan buna bile tenezzül edilmeden bir zırlıkları olmadığı hâlde, ancak Türkiye Cumhuriyeti
kenara atılmıştır. Devleti’nin temelinden yıkılıp yeniden teşkilatlanması
gibi bir hayale şartlanabilecek ve sanki bir düğmeye
RP Devletle Kavgaya Tutuştu
basınca tüm yasaları ile uygulamaya konulabilecek
Oysa Türkiye’de devletin İslamiyet’le kavgası bir şeriat imajı sundular veya sunulmasına göz yum-
yoktur, ama bazı siyasiler İslam’a savaş açmışlardır. dular. Konunun tamamen uzağında olan geniş ve
güçlü çevreler, Erbakan ve arkadaşlarının bu yanlış
RP, Türkiye Cumhuriyeti’nde, bünyeye uyum
takdiminin faturasını şimdilerde milletin büyük ço-
göstermeyen dış kültür, bilim ve zevklerinden alınmış
ğunluğuna çıkarmakla meşguller.
tüm iğretileri yerli çağdaş olanlarla değiştirmek gibi
bir misyonu da harcamıştır. Böylece, bilimsel yakla- Erbakan ve arkadaşları, milletimizin yüzde onu-
şımlar toplumun üst seviye kurumları ile birlikte millî nu geçmeyen, ancak kendilerini, yüreklerini ve be-
ve uzlaşma programı uygulayarak devleti küçük tu- yinlerini teslim eden, bu kitleyi de, bu toplumdan
tan, halkla devletin ve aydının arasındaki anlaşmaz- koparacak, soyutlayacak, devletin yasalarına, millî
lıklara sebep olan tüm uyumsuzlukları sırtımızdan çıkarlarına, iç barış ve huzuruna düşman edecek bir
atmak fırsatını da ziyan etmiştir. hâle getirmişlerdi. Bu kitle hayatlarını, ailelerini, gi-
yim kuşamlarını, hatta mahalle ve evlerini bizlerden
Devlete ve onun değişmez sözcülerine bu uyum-
ayırmış, devlete vergi vermemeyi bile dinî bir vecibe
suzlukları, bu yanlışları anlatıp işbirliğine çekmek ye-
sayacak kadar şartlanmışlardı.
rine devletle kavga etmeyi tercih etmiştir. Türkiye’de
devletin sahibi çoktur ve içlerinden bazıları gerçekten Erbakan ve arkadaşları çeşitli dinî grupların, hoca
güçlüdür. Bunlar, RP’ye karşı devleti savunmak zo- efendilerin, tarikat büyüklerinin desteği ile siyasi güç
runda bırakılmıştır. kazandıkları zehabını da uyandırarak, öteki partilerin
de, aslında halkımız üzerindeki otoritesi fevkalade
Dünya Müslümanlarına hitaba çalışan RP, Tür-
mübalağa edilen bir takım “din baronları”nı bağırla-
kiye Müslümanlarının bile partisi olamamıştır. Koca
rına basmalarına, şişinmelerine, çok değersiz bazı
parti, bu nasipsizliği yüzünden gide gide Şevki Yıl-
insanların keramet sahibi gibi ilgi görmesine vesile
mazların insafına kalmıştır.
oldular.
RP’ye bir uçak gemisi emanet edildi, o bunu balık
Refah Partisi’nin üst kademesi, Türkiye’de siya-
tutmak için kullanmaya kalktı. Türkiye’nin geleceği
sal güç olacak, büyük millî koalisyonu gerçekleşti-
için büyük beyinler arasında uzlaşma görevi verildi,
recek yetenekte zaten değildi. Tabanın kaba ve kış-
kendi küçük beyinlerinin saplantılarına teslim oldu.
kırtıcı eylemleri bir anlamda onları da manen tatmin
Hademe tayin etmekten Başbakan Müsteşarı ve TRT
ediyordu, hoşlarına gidiyordu. Sonuç bilinen noktaya
Müdürü tayinini unuttu.
kadar geldi.
Evet, Erbakan ve partisinin İslamiyet’e dönük
Bugünlere gelinmesindeki asıl etken, RP’nin
tüm sunuşları yanlıştı. Bütün kurumları ile bin yıldır
bu konudaki büyük yanlışıdır. Türkiye’de devletin
İslamiyet’i yaşayan bu topraklar ve insanları, Arap ve

76 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


İslamiyet’le kavgası yoktur. Bazı dönemlerdeki tek RP, din eğitiminde yeni düzenlemelere sebep
parti yönetiminin, bazı partilerin ve siyasetçilerin oldu. Bilim ve din konusundaki tüm ülkeye yararlı
İslamiyet’le kavgası vardı. Hatta bu kavga bile ger- girişimlerin durdurulmasına, mali gücünün elinden
çek anlamda, İslamiyet’le değil, onların kendi kafala- alınmasına sebep oldu. RP, yanlış söylemler, eylem-
rındaki din kavramı, İslamiyet kavramıylaydı. ler ve görünümlerle ülkedeki laik kesimin İslamiyet ve
dindar kitle hakkında yalan, yanlış ve haksız hüküm-
RP, iktidar ortağı olduğu günden itibaren İslami-
ler vermesine, bunların eyleme dönüşmesine fırsat
yet adına devletle kavga etmek gibi büyük bir tarihî
yarattı.
yanlışın içine düşmüştü. RP, amigolarının kurbanı
olmuştu. Din adına yapılan o aptalca gösteriler, ko- RP’nin misyonu ülkede millî bir uzlaşma idi. Dinin
nuşmalar hatta soytarılıklar, belki birkaç seviyesiz ve dindarın kendi tabii hayatı içinde huzurlu yaşama-
zihni tatmin etti, ama temelden yanlış olduğu için geri sını sağlamak, ama onu başka çıkarlar için alet edip
tepti. RP beceremeyeceği, hazır olmadığı, asla hazır aslanların önüne atmamaktı. RP, tam tersini yapmıştır.
olamayacağı bir şeriat yönetimi fısıltılarıyla, devleti Bazı sorumsuz ve cahil ağızlar yoluyla hem dini yanlış
savunma durumuna soktu. tanımlamış ve çevreyi ürkütmüş hem de parti olarak
kaba, gülünç ve cahilce yorumlara yol açmıştır.
Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’nin
Erbakan’ın Başbakan olduğu günlerde PKK terör ör- RP, Cumhuriyet’in beraberinde getirdiği ve o gün-
gütüne 10 milyon dolarla birlikte eşkiyabaşı Öcalan’a lerin şartları içinde kendi gerekçelerini taşıyan bazı
“teşekkür ve destek” mektubu gönderdiği tespit edil- yasaların, kurumların ve anlayışların zaman içinde
mişti. Para ve mektup, Şam’da bulunan Öcalan’a tabii mecrasına girip yerlerini daha millîlerle, gele-
Libyalı görevlilerce teslim edilmişti. neksellerle doldurmasını sağlamakla yükümlüydü.
Bu konuda da hiçbir hazırlık ve tespitleri olmadığını
Kaddafi’nin Apo’ya yazdığı övgü, destek ve te-
göstermiş, konunun ertelenmesine yol açmıştır.
şekkür mektubunda “Libya’nın PKK’yı desteklemeye
devam edeceği, Libya yönetiminin PKK’nın yerine RP, bazı düşüncelerin, kurumların ve geniş kitle-
getirdiği misyonun farkında olduğu ve PKK’nın hiz- nin devletle barışmasını sağlamakla görevliydi. Mis-
metlerinin unutulmayacağı” ifadeleri yer alıyordu. yonunda bu vardı. RP, burada da tersini yapmış, dev-
letle barışmak yerine kavga etmeyi seçmiştir. Hükü-
Libya ayrıca başkent yakınlarındaki Bingaşir kasa-
metin en büyük ortağı olduğu ve her gün halka dönüp
basında açtığı eğitim kampında PKK’lı teröristlere teo- “birinci parti olduğunu ısrarla vurguladığı” günlerde
rik ve uygulamalı askerî eğitim veriyordu. Kampın her bile bu anlayışla, bu niyet ve hedeflerle kendini daha
türlü ihtiyacı Libya devleti tarafından karşılanıyordu. baştan itibaren ülkeden, devletten, seçmenin yüzde
Bingaşir Kampı’na alınan PKK’lılar eğitimlerini sekseninden koparmış, soyutlamış ve tam anlamıyla
tamamladıktan sonra Şam’a, buradan da mühimmat- açığa düşmüştü.
larıyla birlikte tam teçhizatlı olarak Türkiye’ye sızmak RP, Müslüman’ın huzurunu bozdu. Devletle ara-
üzere Kuzey Irak’a gönderiliyorlardı. Kuzey Irak’ta sına güvensizlik soktu. Devletin vazgeçemeyeceği
Türk güvenlik kuvvetlerine teslim olan bir terörist, ve devletten vazgeçemeyecek bazı kurumların, ha-
Libya’da Bingazi yakınlarındaki Bingaşir Kampı’nda tıraların ve alışkanlıkların karşısına dikildi, ama bu
eğitildiğini sorgusu sırasında itiraf etmişti. karşı oluş için fikir ve örgüt açısından hiçbir hazırlığı
RP, halktan bu itibarı ve ilgiyi görmeseydi, hükü- olmadığı da meydana çıktı.
metlerin birinci ortağı olmasaydı ve böylesine üze- Daha önce de belirttiğimiz gibi Türk demokrasi-
rinde tartışılır bir duruma gelmeseydi, Türkiye’de si, tarihî bir imkân sağladığı RP’ye bir uçak gemisi
temel düşüncesini İslamiyet’ten alan fikirler, kurum- teslim etmiş, RP’yi yönettiğini iddia edenler bu uçak
lar, kültürel sosyal ve ekonomik girişimler böylesine gemisini balık tutmak işlerinde kullanmışlardır. Çün-
legal-illegal dayatmalarla engellenmezdi, üzerlerine kü görgüleri ve bilgileri o kadardı. Hazırlıkları yoktu.
böylesine duygusal ve öfkeli gidilmezdi. Plan ve programları yoktu. İktidar günlerini basına,
RP, Anadolu müteşebbisinin dışlanmasına sebep muhaliflerine, Anayasal kuruluşlarına malzeme ol-
oldu. RP, Anadolu sermayesinin büyümek, gelişmek makla geçirdiler.
ve İstanbul dukalığına kafa tutmak çabalarının erte- RP’nin yanlışları çok büyüktü. Erbakan bunu hep
lenmesine sebep oldu. RP, haksız biçimde temsilcisi yapıyor. Anayasa Mahkemesi’nin karşısına kaçıncı
olduğunu ileri sürdüğü bazı millî ve dinî kurumların, çıkışı? Bu kaçıncı kapatılma? Ülkede yüzde yirmi
anlayışların ve saygı gören kimliklerin yeni yasalarla itibar ve saygı gören bir partinin yanlışları sadece o
ortadan kaldırılmasına sebep olurken bunun anti- yüzde yirmiyi değil tüm demokrasiyi, kuruluşlarını ve
demokratik olduğunun kavgasını bile yapmadı, ya- ülkenin siyasi geleceğini etkiledi.
pamadı.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 77


Dört defa parti kapatmış, binlerce insanın, he- ve İsrail’in dümen suyundan kurtulamadığı sürece
yecanını, parasını ve zamanını israf etmiş, Necip Türk hükümetleriyle, Türkiye Cumhuriyeti ile dostane
Fazıl’ın ifadesiyle “nur topu günlerin kanına girmiş” ilişkilere girmesinin mümkün olmadığını” da vurgula-
bir adam, ne yazık ki son günlerine kadar idraksiz, yıp “Hoş geldiniz” diyor…
cesaretsiz sorumsuz kişilerin hacet kapısı özelliğini
Kaddafi’nin Türkiye ilgili safsataları yeni değil.
sürdürdü. Başka bir ülkede, hiç olmazsa manen he-
Kaddafi’nin kişiliği ve bu patavatsızlığı herkese,
sap sorulur, bir daha ayakaltında dolaşmasına bile
her zaman yaptığı düşünülürse fazla önemli de de-
izin verilmezdi.
ğil. Önemli olan bunu kapalı kapılar ardında değil,
Nasıl Refah Partisi’nde hiçbir birleştirici, yaklaş- Erbakan’ın gözlerine baka baka, herkesin içinde
tırıcı ve son sözü söyleyecek fikir ve düşünce yoksa yapması…
bu perişanlık aynen Fazilet’te de devam etti. Genç-
Gönül isterdi ki gerekli cevap hemen orada veril-
ler… Kim bu gençler? Eldeki cevheri, bir beceriksiz
sin. Erbakan’ın her konudaki yetersizliği, hazırlıksız-
politikacının tasallutundan kurtardıktan, iki laf edip
lığı orada da ortaya çıktı. Ne yazık ki Erbakan, hayatı
bu adamın siyasi kimliğini ortaya döktükten sonra
boyunca Arap ile Müslüman’ın ayrı şeyler olduğunu
zamanla ortaya çıkacak gençler…
anlayamadı, Müslümanlıkla ilgili düşünce ve iddiala-
Adama parti lideri gibi değil, tarikat lideri gibi bak- rını, siyasetini, Arap dostluğu gibi hiçbir pratiği olma-
maya alışıldı. Efendi hazretlerinin nefesinden mi, yan bir hayalin üstüne kurdu.
bedduasından mı korktular, bilinmez…
Ankara’nın ilçesi Sincan’da Hamas ve Hizbullah
Erbakan, her zaman sapla samanı karıştırdı. örgütlerinin Kudüs Gecesi düzenlemelerinin izahını
Ortadoğu’nun tarihî ve siyasi dengeleri, Amerika ve kim yapacak? İran Büyükelçisi’nin böyle bir geceye
Avrupa, Türk milleti ile İslamiyet’in ilişkisi, 21’inci yüz- davet edilmesinin mesajı kime, kimleredir? Bu dave-
yılda bu coğrafyanın beklentileri ve bölgenin bu top- ti yapanlar, belli ki, ne İslamiyet’i biliyorlar ne siyasi
lumdan beklentileri gibi konularda hiçbir fikri, progra- İslam’ı. İran’ın Türkiye’nin siyasi ve dinî geçmişindeki
mı olmadı. menfi rolünü de bilmiyorlar…
Erbakan’ın kendisini biraz olsun ciddiye alanla- İran’ın rejimi ne olursa olsun, Türk tarihindeki yeri
rın indindeki itibarının son kırıntılarını harcaması da her zaman bize karşı husumet cephesi şampiyonlu-
Libya gezisi sırasında oldu. Kaddafi gibi, söyledikleri ğudur. İran’ın Osmanlı’ya karşı Haçlılara ittifak teklif
ve yaptıkları arasında hiçbir irtibat olmayan, halkını ederek Papa’ya mektup yazıp “Siz oradan, biz bu-
sözlerle yönetmeyi yeterli bulan, çok şeyi bilmediği radan Osmanlı’yı ortadan kaldıralım.” diyecek kadar
hâlde çok şey söylemeye kalkan birinin karşısında gözü dönebilmektedir. Bir zamanlar, Güney Kıbrıs’ta
bile Erbakan ezilmiş büzülmüş, o saçmalıkları dinle- militan Şii örgütler yuvalanmıştı. Her şeyleri ile bizim
miş, neredeyse “Keramet buyurursunuz efendi haz- ve bizden olan bazı Alevi heyecanlar, İran’ın siyasi
retleri!” demek noktasına gelmiştir. dini olan Şia adına kullanılmak istenmiştir. Şah za-
manında da, Humeyni’den sonra da değişen bir şey
Bir parti lideri, hem de İslamiyet’i öne çıkaran
yoktur. Hâl böyleyken sorumsuz bir ilçe belediye baş-
bir partinin lideri, Türk gibi tarihin yüzakı bir milletin
kanının, RP şemsiyesi altında ve İslamiyet adına Tür-
Başbakanı hüviyeti ile dünkü vilayetimiz olan bu ülke
kiye Cumhuriyeti aleyhinde beynelmilel tezgâhlara
halkını temsil de etmeyen bir yöneticisi karşısında iki
alet olması, elbette hemen cezalandırılması gereken
büklüm olabiliyorsa, kişiliği kendine kalsın, ama ma-
bir küstahlıktı.
kamının vakarının bile farkında değilse, eline geçen
tarihî fırsatı bile fark edemiyorsa… Erbakan’ın seçmenine ve kamuoyuna sundu-
ğu vaatlerinin büyük kısmı, Türkiye Cumhuriyeti
Gün gelir bir gün kadro dışı kalır.
Devleti’nin temel ilkeleri ile ilgiliydi. Onların değişti-
Karşımızda, lafının endazesini bilmeyen, buna da rilmesi ve İslamiyet’in devletle ilgili ilkelerinin uygula-
gerek görmeyen biri, Kaddafi var. Nitekim Batılı ga- maya geçirilmesi yönünde idi.
zeteciler onun bu atıp tutmalarını gülerek dinliyor. Bir
Tarihî Fırsat Ziyan Edildi
Japon gazeteci grubuyla görüşürken biz içeri giriyo-
ruz. Türk olduğumuzu öğrenince, Japon gazetecilere Erbakan ve partisi beş seçmenden birinin oyunu
“Hele siz biraz bekleyin, Türklerle görüşeceğim.” di- almıştı. 40 yıldır politikanın içinde ve çeşitli dönem-
yor ve daha biz şey sormadan başlıyor soloya… Türk lerde aynı türküyü çalan birkaç partinin genel başkanı
halkına selam ve sevgilerini ilettikten sonra, “Devle- olarak kamuoyu önünde boy gösteren bir siyasetçi-
timizin çok yanlış yolda olduğunu, hükümetlerimizin nin, kadrosu, sözleri ve programı ile bir katılık, değiş-
beş para etmediğini, Osmanlının asırlarca Arapları mezlik içinde bir adım bile ilerlemediğini göstermesi
sömürdüğünü…” en ağır kelimelerle sıralayıp “ABD bakımından başarısızlıktı. Bu hükmümüz belki bazı

78 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


çevrelere fantezi gelebilir, ama bu liderin, Türkiye’nin Amerika’nın neredeyse bilmem kaçıncı eya-
ve dünyanın değişen şartlarında da nasip almadan leti hâline gelmiş bir Suudi Arabistan’ı, bir kolu
aynı katılığı sürdürdüğü de göz önüne alınırsa olay Washington’da, diğer kolu Tel Aviv’de bir Mısır’ı, Türk
başka türlü yorumlanamaz. ve Arap düşmanlığını tarihi misyon hâline getirmiş
İran’ı ve ötekilerini, yani daha kamuoyları teşekkül
Erbakan’ın siyasi hedefleri, diğer partilerden ve
etmemiş devletçikleri yanına alacak ve bu söyledik-
liderlerden kesin ayrılıklar gösteriyordu. O, kendisini
lerini yapacak!..
bir misyonun başı saymakta, bu misyona ilahi görü-
nüm vermekteydi. Dolayısıyla başka liderlerle olan Ne yazık ki, kendi dar çevresinin ağzı açık din-
“Olmuyor, ne yapalım?” yorumu onda yoktu. Çünkü lediği bu sözlere, eğer duyduysa önce Suudi Sarayı
Erbakan siyasi başarısını yakın çevresine, ilahi bir gülmüştür. Saddam, “Allah’ım şu adamdaki rahatlık
sistemin başarısı gibi sunuyordu. Kendisini ve parti- niye bende yok?” diye kızgınlıkla söylenmiş ve İranlı
sini siyasi şartlar içinde değil, bu vehimlerin gölgesin- mollalar, desteksiz atanlar için Acem palavracısı di-
de değerlendirmek gerekiyor. yenlere yürekten lanet etmişlerdir.
Sonuç şudur: Çiller veya Yılmaz’ın siyasi başarısı, Bir politikacı nasıl bu kadar rahat olabilir, nasıl bu
kendilerinin ve partisinin başarısı iken Erbakan bunu, kadar safsata ve demagojiye saplanıp karşısındaki
çevresine, Türkiye’ye ve dünyaya ilahi bir sistemin insanları sürüler gibi görerek kutsal bildikleri davayı
başarısı olarak takdim etmekteydi. Böyle bir şartlan- bile istismar etme sorumsuzluğu gösterebilir?
manın içindeki siyasi kişinin davranışları yorumla-
Hoca’nın, milyonlarca insanın, hayatlarını, göz-
nırken bu özelliğini gözden kaçırmak vahim yanlış-
lerini kırpmadan feda edecek kadar bağlı oldukları
lar doğurur. Evet, Erbakan, Cumhurbaşkanı’ndan
bir davada, bu kadar sorumsuz olmasını, meselelere
“hükümeti kurma görevi” aldığında bunu, bir partinin
böylesine ciddiyetsiz yaklaşmasını, o davanın ulviye-
hükümet kurma çalışmalarının başlangıcı olarak de-
tine saygısızlık saymak gerekmez mi?
ğil, dinî bir misyonun mevcut sistemi değiştirmek için
yasal şartları sağlaması olarak göstermiştir. Ve, tüm Muhiddin-i Arabi, “En yüksek makam hayrettir.”
olumlu veya olumsuz şartları, tüm ihtimalleri değer- diyor. Sanıyorum Andre Gide’in de şöyle bir sözü
lendirip siyasette verilecek her tavizi vererek muhak- olacak: Bilge kişi, şaşan kişidir.
kak hükümet olmak istemiştir.
Hayret etmek, şaşırmak, merak etmek, zekâyı
Çankaya’dan verilecek böyle bir görev, ilk sa- harekete geçirir. Küçük doğrular, oradan da yola çı-
atlerden itibaren fanatik taraftarlarca, Erbakan’ın karak büyük doğrular bulunur. Sıra senteze gelince
çevresindeki “düzen düşmanlarınca”, Cumhuriyet’le akıl devreye girer ve evrensel yasalar ortaya çıkar.
birlikte gelen tüm düzenlemelerin yanlışlığının tescili
Hayret etmek, dışa dönük, canlı bir zekânın da
anlamına gelecekti.
işaretidir.
RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan olarak
Biz Erbakan’ın bir prensibe, bir doğruya, bir fikir
Van’da yaptığı konuşmada, iktidarı değiştirmekle
disiplinine sahip olduğuna hiçbir zaman inanmadık.
kalmayacaklarını, yeni bir dünya kuracaklarını söyle-
Türk siyasetine, böylesine gayri ciddi bir insan gel-
mişti. Hoca’nın kuracağı yeni dünya da “Dünya İslam
memiştir. Erbakan, ağzından çıkan hiçbir söze sadık
Birliği, İslam Birleşme Milletleri ve İslam Ortak Pa-
kalmamıştır. Sözünün takipçisi olmamıştır. Kendisi-
zarı” olacaktı. Necip Fazıl’ın “Heyhat, siz o insansı-
ne yakıştırılan “dava” ile ilgisi, Hicaz çöllerindeki bir
nız ki, zihinde el attığı doğruların bile batınında fesat
kum tanesinin yakınlığı kadar bile değildir. Onu ciddi-
yatmaktadır.” dediği Erbakan, para birimi olarak da
ye alanlar fena yanılmışlardı.
İslam Dinarı’na geçeceklerini müjdelemişti.
Gümrük Birliği’ne girip girmemek onun umurun-
Hoca’nın bütün bunları nasıl yapacağı konusun-
da bile değildi. Başörtüsü de, İslam Birliği de, cami
da hiçbir hazırlığı, tedbiri, programı yoktu. En basit
cemaati de… Diline pelesenk ettiği ne varsa hiçbiri
meselelerde bile yan yana gelemeyen ve çoğu aşi-
Hoca’nın umurunda değildi.
ret, aile veya mezhep grupları tarafından baskı re-
jimleriyle yönetilen bu devletlerin Hoca’nın bir işare- Düşünebiliyor musunuz, bir parti lideri Başbakan
ti ile birleşip Dünya İslam Birliği’ni, İslam Birleşmiş olup hükümet kurabilmek için, akla gelecek her tavi-
Milletleri’ni veya İslam Ortak Pazarı’nı kuruverecek- zi vermeye razı ve bunu açıklıyor. Hâlbuki temsilcisi
lerini düşünebilmek ve sonra da bunu, seçim mey- olduğunu iddia ettiği dava en ufak bir tavize müsait
danlarında kendisini dinleyen on binlerin yüzüne değil… Olsun, yolunu bulmuş o… İzahı mümkün ol-
baka baka söyleyebilmek için bir insanın kaç bin so- mayan bir şeyi söylediği zaman onu tanımayan karşı
rumsuzluğu, bilgisizliği, akıl ve vicdan mahrumiyetini taraf, “Acaba ne demek istedi? İktidara gelir ve bun-
bir araya getirmesi lazım, bileniniz var mı? ları da yaparsa yandık…” diye düşünürken kendi ta-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 79


raftarları, “Hoca’nın bir bildiği var, bizden olmayanları tin Erbakan arasında iplerin kopmasına sebep olan
şaşırtmak için böyle söylüyor.” gibi yorumlara girdi. büyük olay, Müslüman Kardeşler’le yaptığı gizli
Her iki tarafa dönük bu saçmalık, siyasi bir takip olup toplantıda ortaya çıkıyordu. Kahire’de yayımlanan
çıktı. 20.12.1996 tarihli El Vasat dergisi, skandalı bütün
çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. Bu haberi Tür-
Erbakan’ın çok basit siyasi ve ekonomik doğruları
kiye, ilk olarak 14 Şubat 1997 tarihli Kurultay gaze-
vardı. Fakat bunlar Odalar Birliği Başkanlığı sırasın-
tesinde duydu.
da deklare ettiği, daha sonra Millî Nizam Partisi ile
birlikte büyük prensipler gibi sunduğu basit bir-iki tes- El Vasat’ın haberine göre Başbakan Erbakan,
pittir ki, bunların içinde Anadolu esnafına, imalatçısı- Müslüman Kardeşler Örgütü’nün temsilcileriyle
na ve atölye çapındaki sanayiciliğine destek olmak, Türkiye’de bir toplantı yapmıştı. Bu toplantıda, Tür-
devletin ekonomik imkânlarını sadece birkaç bü- kiye Cumhuriyeti’nin Başbakanından illegal örgüt
yük İstanbul müteşebbisinin kullanmasını önlemek, temsilcileri hesap sormuşlardı. Toplantıya katılan
Anadolu küçük şehir ve kasaba yaşama biçimindeki Müslüman Kardeşler Örgütü’nün Mısır, Suriye ve Ür-
geleneksel dinî ve millî özelliklerin saygı görmesini, dün temsilcileri, Erbakan’dan iktidar sonrası neden
aynı ağırlıkta sürüp gitmesini istemek vardır. politika değiştirdiğinin cevabını istemişlerdi.

Hoca Türkiye’ye beş paralık yararı olacak hiçbir Erbakan’ın gizli toplantıda örgüt liderlerini ikna
ekonomik programa, dış politika ile ilgili projelere, 74 etmek için söylediği sözler yenilir yutulur cinsten
milyon vatandaşın yararına dönük sosyal ve kültürel değildi. Başbakan, örgüt liderlerine Türkiye’nin iç
hiçbir hazırlığa sahip değildi. işlerini bir bir anlatmakta hiçbir sakınca görmemiş-
ti. “Biliyorsunuz, Türkiye laiktir. Yalnız bilmelisiniz ki
Hiçbir fikir ve dava disiplinine sahip olmayan kim- Türk Devleti’nin müesseseleri ellilerde Allah’a açık-
seler, akıllarına gelen her şeyi söyleyebilirler. Ken- ça tevhit edenleri idam ediyordu. Adnan Menderes
dilerine ve toplumlarına karşı sorumlulukları yoktur. neden idam edildi? Çünkü ezanı geri getirdi.” diyen
Asıl şaşılacak olan, onu kutsal bir inancın ve evren- Erbakan, örgüt temsilcilerine ifşaatlarını orduyla ilgili
sel İslam sisteminin siyasetteki temsilcisi gören bazı sözlerle sürdürüyordu:
çevrelerin uyanmamasıdır.
“Türkiye Başbakanı’nın göz önünde bulundu-
Erbakan, yıllardır aydınlar arasında, Anayasa racağı üç müessese vardır: Birincisi ve en önemlisi
müesseseleri içinde, basında, üniversite mensupları askeri müessese. Bildiğiniz gibi Türk Ordusu’nun si-
arasında ve İslami şuurun merkezi manevi çevreler- lahlanması, sistemi ve eğitimi Amerika’nın sistemiyle
de ciddiye alınmadığını anlamadı. paralel olarak gitmektedir. Ordunun her iktidara karşı
Erbakan, Türk demokratik hayatında uyumsuz- kesin tavrı vardır… İkincisi siyasi partiler. Bunlar de-
luğun, inadın, huysuzluğun ve âdeta şantaja varan vamlı olarak mücadele hâlindeler. Bu mücadelelerin
siyasi pazarlıkçılığın prototipi hâline geldiğini anla- iktidarlar üzerinde kesin bir etkisi vardır. Üçüncüsü
madı. ise, ekonomistler ve işadamları… Bildiğiniz gibi,
Türkiye’nin dış borcu yüksek ve ekonomik durumu
Erbakan, İslami yaşayışı hayat felsefesi bilen kim- pekiyi sayılmaz…”
selerin siyasi sözcülüğüne talip olup tam da bunun
aksi anlayışta politikacılık oynamanın, her şeyden Erbakan, orduya karşı aldığı tedbiri de hiç çe-
önce bu İslami anlayışa aykırı olduğunu anlamadı. kinmeden sıralıyordu: “İktidara geldiğimde, ordunun
partime ve şahsıma takındığı tutumu fark ettim. He-
Erbakan, İslamiyet ile İslam devletlerinin ve İslam men güven köprülerini kurmaya başladım. Başlan-
toplulukları ile başlarındaki hükümetlerin ayrı ayrı gıçta gelirlerini enflasyona karşı korumakla yetinme-
şeyler olduğunu anlamadı. yip aylıklarını dolara endeksledim.”
Erbakan, bırakınız ağır sanayi ninnileri ile uçak Erbakan, orduyu dolarla susturdum, imajı yarat-
ve tank fabrikası nanelerini, kabak çekirdeği imalat- mak istiyordu. İşte bu sözlerin duyulması, orduyla Er-
hanesi kurmayı bile beceremeyeceğini anlamadı. bakan arasındaki iplerin kopmasına sebep oluyordu.
Erbakan, Türk Ordusu’nun satın alınmayacağını acı
Erbakan, bütün bunları herkesin çok iyi anladığını
da olsa öğrenmiş oluyordu.
da anlamadı.
Fazilet Partisi Olayı
Necip Fazıl bir yazısında, “Bütün Hıristiyan dün-
yası, parası ve aklı ile bir araya gelse, İslam’a en Millî Nizam Partisi’nden başlayan ve Erbakan’ın
büyük darbeyi vuracak bir silah için fabrika kursa, o yönetim merkezi ve başı olduğu tüm partiler, siyasi
fabrikanın hiçbir ürünü Necmettin Erbakan kadar te- hareketler, bunların derneklere ve gruplara intikal
sirli olamaz.” demişti. eden görüşleri Türkiye’nin her çevresinde akis bul-
muş, ilgi görmüş ve oldukça büyük puan toplamıştı.
Ordu ile kapatılan Refah Partisi Lideri Necmet-

80 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Bu ilgi, sadece taraftar olanları için değil, bu hare- Partinin genel başkan adaylarından ve yine aklı
ketin Türkiye’nin sosyal ve politik zemininde ne ifade ve yaklaşımları ile dikkat çeken isimlerinden Bülent
ettiğini, niçin ilgi gördüğünü bilimsel yoldan araştıran Arınç’ın ilk sözleri şöyleydi:
tarafsız uzmanlar için de geçerliydi.
“Devamlı netice kısmında FP’li milletvekillerinin
Fazilet Partisi’nin temsil ettiği bu görüşler belli ki milletvekilliklerinin düşmesi ve siyasi yasak içine alın-
Türkiye için yeni, dışarıdan ve yapay değildi. Öyle ması isteniyormuş. Bu doğru ise benim bir teklifim
olsaydı böylesine ilgi görmez, akis bulmaz ve karşı- olacak. O zaman İmralı Adası’nı boşaltsınlar. Apo’yu
sında olan grupları, onlarla bir meydan savaşı verir- beş yıldızlı bir otele misafir edebilirler. Çünkü FP
cesine harekete geçirmezdi. milletvekillerinin Apo kadar değeri olmadığı anlaşılı-
yor. Bizi çoluk çocuğumuzla beraber İmralı Adası’na
Bu tespitimize katılırsanız Fazilet’in kapatılma-
toplasınlar. Toplumdan tecrit etsinler ve bize en ağır
sından sonra olacaklara da katılıyorsunuz demek-
cezayı versinler. Demek ki bizim bu ülkede yaşama-
tir. Zira Fazilet’in kapatılması, bu meydan savaşının
mızı, bu ülkede millete hizmet etmemizi arzu etme-
bittiği anlamına gelmediği gibi onların siyasetten saf
yen bazı güçler var. Eğer bunlar, sevindirecekse ben
dışı edilişlerinde kullanılan güçler, malzemeler ve
böyle bir talepte bulunuyorum. Ama bizi yakmakla,
metot hukuk açısından da ülkenin iç huzuru açısın-
yıkmakla, kesmekle, asmakla bitiremezler. Biz mille-
dan da enine boyuna tartışılacak demekti, tartışılmalı
tin kendisiyiz.”
demekti.
Son iki cümleye dikkatinizi çekerim. Bunlar hu-
Yargıtay Başsavcısının, Fazilet Partisi’nin kapa-
kuka değil, bu hukuku uygularken metoda duyulan
tılması konusunda kamuoyunda da büyük başlıklarla
öfkedir ve bir genel tavırdır.
deklare edilen görüş, düşünce ve üslubu zaten bu
konuda yeterince acı işaretler verdi. İddianame ta- Bir siyasi partinin kuruluş sebepleri, dayandığı il-
mamen, bazı çevrelerin bu konudaki öfkelerine ce- keler ve bunları halka anlatma yöntemleri belirli bir
vap verir, haklı gösterir bir başka duygusallık öfkesi tarifin içine yerleştirilemiyorsa o partinin işi zordur.
ile doluydu.
Siz, o ülke şartlarının en müsait dönemini yaka-
Bellidir ki olaylar aynen Refah Partisi’nin kapatıl- lasanız, söylemleriniz tam zamanında olsa bile, par-
ması sırasında olduğu gibi gelişecekti. Öfkeli bir iddi- tiniz için belirli, açık ve kesin bir tarifte bulunamıyor,
anameye ve bunun sonucu yapılan bir kapatılma ola- hatta bunu kendi aranızda bile yapamıyorsanız ça-
yına yine öfkeli bir karşılık ve hemen örgütlenme… balarınız boşunadır.
Hâlbuki bu iki taraflı öfkenin dışında mesele daha Millî Nizam Partisi’nden günümüze bir zincirin
soğukkanlı ve kendi doğal şartları içinde düşünülse, halkaları gibi bazen güçlü bazen zayıf devam edip
tartışılsa ve bu sonuçlara hızla gidilmesine sebep giden bu siyasi akımı yönetenler, elbette her zaman
olan durumlar bir kez daha yasal imkânları içinde, en tepedeki Erbakan başta olmak üzere, ne halkın
çağın ve Türkiye’nin şartlarına göre vurup kırmadan verdiği mesajları anlayabilmişler ne de ülkenin içinde
düşünülüp konuşulsa daha sağlıklı bir sonuç alınırdı. bulunduğu sosyal, ekonomik ve manevi şartları ve
Başsavcının, şartlar oluştuğunda bir siyasi par- özlemleri değerlendirebilmişlerdir.
tinin kapatılmasını istemesi, elbette yasaldır. Buna Sağlam gerçeklere oturtulabilecek bu siyasi ha-
karar verecek mahkeme, elbette yasal sınırlar içinde, reket, Erbakan ve çevresindeki ekibin elinde devlete,
yasaların emri ve tarifi istikametinde karar verecektir. rejime, Cumhuriyet’i yöneten siyasi ve öteki gruplara
Ancak meselenin bir de hukukla doğrudan ilişkili ağır bir öfkeye dönüşmüş; hep bu öfke galip gelmiş
olmayan sosyal, kültürel ve insanlarımızla, onların ve partideki söz sahipleri bu öfkeden sıyrılmayı, dev-
görüş ve yaşayışlarıyla olan ilişkileri vardı. Bunlar, letle kavga etmeden doğruları söyleyebilmeyi hiçbir
mahkemelerin ve savcıların tespit ve kararlarının dı- zaman becerememişlerdir.
şındaki konulardır. Bunlar ancak entelektüel açıdan, Millî Nizam, Millî Selamet, Refah ve Fazilet
bilimsel açıdan incelenirse, kararları kamuoyu bizzat Partisi’ne hâkim olan hep öfke olmuştur. Devlete
kendi verirse Türkiye için sağlıklı sonuçlar hazırlar. öfke, Cumhuriyet ilkelerine öfke, ekonomik soyguna,
Şimdi Ne Olacak? adaletsizliğe, laik bir anlayışın hâkimiyetine karşı hep
öfke, her zaman öfke…
Buna oldukça anlaşılır ilk cevabı, yine bir Fazilet
Partili verdi. Bu cevap, meseleye doğru ve kalıcı ola- Bu siyasi parti; ilkinden sonuna kadar günde-
rak, içerde ve dışarıda hiçbir ciddi tartışmaya, ikiliğe mimizde var olduğu her dönemde kendi dışında da
yol açmadan nasıl yaklaşılacağının da işaretlerini ta- entelektüeller bulmuş, partinin manevi ilkeleriyle
şıyordu. bunların hiçbir alışverişi olmadığı hâlde meseleyi
bilimsel açıdan ortaya koyup partinin düşünmesine,

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 81


partililerin sükûnetle kendilerini tarif etmelerine yar- lonuna gelemez.” gibisinden orta yollar arayan Ecevit
dımcı olmuşlar; ama yine başta Erbakan, partinin dış kimdir?
görünümünü yönetenler bu bilimsel ve samimi yar-
Hiçbir şey ifade etmeyen, hiçbir tarifin içine ala-
dımı bile anlayıp değerlendirmek becerisini göstere-
mayacağınız DSP ile pek çok tarifin içine girebilen
memişlerdir.
fakat idarecileri yüzünden hiçbir konuda önemsen-
Fazilet Partisinin daha sonraki seçimlerde gerile- mez duruma gelen FP arasında, demokrasimize yük
mesinin baş nedeni, beslenen bu siyasi harekete rey olmak açısından, söyler misiniz, ne fark vardı?
verenlerin artık o siyasi hareketi ve ondaki başarıyı
Erbakan ve kurduğu partiler, yanında yer alan
bu kadronun gösteremeyeceğini anlamalarıdır. Bu,
siyasetçiler, iddia ettiklerinin aksine hiçbir zaman bu
daha sonra AKP’nin zaferini hazırlayacaktır.
ülkede İslamiyet’i temsil edecek, sözcüsü olacak,
Öfke fikre galip gelmiştir. Millî Nizam’dan itibaren onu siyaset alanında savunacak kalitede, bilgide ve
bu parti, ülkede sık sık büyük sıkıntılara, dargınlıklara inançta kimseler değildiler. Çünkü Müslümanlığın
ve ayrılıklara sebep olan tarihî tartışmaları, devletle mesajını almış biri zaten bu davayı, Türkiye’nin si-
milletin manevi değerlerde aynı çizgide buluşmasını yaset arenasına indirmez, yeteneksiz politikacıların
önleyen anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak gibi bir oyuncağı, şantaj aracı, itibar tuzağı hâline getirmez.
büyük şansı uygulamaya dökememiştir.
Ne yazık ki onlar, nasıl İslamiyet konusunda ye-
Misyonu bu idi. Halk, bunun için rey verdi. Fakat tersizlerse onlara karşı çıkan ve laik olduklarını ileri
onlar, bazı cahil ve öfkeli mensuplarının vitrine çık- süren öteki siyasetçiler, solcu entel takımı ve bazı
masına ve böylece olayı yozlaştırmasını önleyecek resmî ideoloji yanlıları da İslamiyet konusunda cahil-
yöneticilere sahip olamadılar. lik ve saygısızlığın içindeydiler. Erbakan ve partileri-
ne karşı çıkanlar, bilgisizlikleri ve Türkçelerinin yeter-
Erbakan, verilen görevi anlamayan, öfkesini öne
sizliği birleşince kendilerini İslamiyet’e karşı, onunla
çıkaran ve burnunun ucunu bile göremeyen zihin ya-
kavga eden bir yerde buldular. İki düşman birbirinden
pısıyla bu hareketi yozlaştıran tavır içinde oldu.
hız alır, güç alır oldu. Ve İslamiyet, Müslümanlar, ih-
Meclis’in açılışındaki hareket tarzları ile bir dar- laslı ve samimi kitle rencide edildi.
be daha yemişlerdir. Bu mesele, partiyi kimin idare
Öyle bir noktaya gelindi ki, İslamiyet’i hiçbir ze-
ettiğini, bir disiplin içinde olup olmadığını çok açık or-
minde temsil edemeyecek kadar davaya ve konuya
taya koydu. İlkokul çocuklarına ülke siyasetini ve ku-
uzak Erbakan; İslamiyet’le, teori ve pratiği ile eşleşti-
rumlarını öğretirken, aranızda bir parti kurun ve bize
rildi; yüceltildi, sembolleştirildi.
anlatın, deseniz meseleye onlar bile daha akıllı yak-
laşırlar. 18 Nisan seçimleriyle kurulan Meclis’te bu Necip Fazıl’ın bir gün şöyle yazdığını daha önce
çarpıklığı, başıboşluğu gördük ve inandık ki Erbakan de hatırlatmıştık:
ve Fazilet Partisi’nin görünümü ile bu kadro Türkiye
“Müslümanlar arasına nifak sokmak, İslamiyet’i
için yük, engel ve büyük bir hayal kırıklığıdır.
küçük düşürmek isteyen Papalık ve Batılı küfür cep-
Bu seçmen, bu ülke halkı, heyecanla seçtiği ve heleri ellerindeki tüm paraları, insanları ve imkânları
belki bu kez bazı şeyler düzelir diye Meclis’e gön- kullanıp bunun için bir fabrika kursalar, onlar bile bu
derdiği parti ve milletvekillerinin hâlini görünce korka- Erbakan kadar bu işe uygununu imal edemezlerdi.”
rım kendisine demokrasi diye sunulan sistemden, bu
Siyasette bile olsa, Erbakan gibilerin Müslümanlı-
Meclis’in ülkeye ve insanlara hizmet edeceği beklen-
ğı temsil ediyor görünmesi bu ülke için talihsizliklerin
tisinden iyice ümit kesti.
en büyüğü idi. İkinci büyük yanlış da onu kanunların
Türk milletinin Meclisinden, hatta dolaylı olarak ve devlet görevlilerinin ağzından aynı konuma ko-
muhtemel hükümetlerinden, idarecilerinden bir kez yarak “Devleti, şeriat düzeni ile yönetmek için örgüt
daha tamiri mümkün olmayacak şekilde soğumasına, kurdu.” iddiasıyla yargılamaya kalkmaktı.
manevi irtibatının kopmasına sebep olacak böyle bir
Şeriat kim, Erbakan kim?
görünümün sorumlusu sadece Fazilet Partisi miydi?
Yoksa günlerce önceden tavrını ortaya koymayan, Böyle bir yanlışlığı ikisini de bilmeyen, anlama-
kendisinden çok şey beklenen DSP ve Ecevit miydi? yanlar yapar.

O tavrın sahibi ile birkaç gün önce gazete ve Yıllarca yapıp durdular zaten? Ve bu yanlışların
televizyonlarda “Sayın milletvekili, Meclis binasına faturası halka, millete, devlete ve millî huzura çıka-
türbanla, başörtüsü ile girebilir, hatta Meclisteki bü- rıldı.
rosuna misafir kabul eder, başını açmadan içerde
Dikkat edilirse bu partilerin, daha Millî Nizam ol-
dolaşabilir, görüşmeler yapabilir ama genel kurul sa-

82 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


duğu günlerde Necmettin Erbakan’ın siyasi ikbali için olan ve politikalarını bu değişime göre revize eden ve
kurulduğu görülür. Erbakan, Millî Nizam’da da, Millî onun dizi dibinden kurtulan genç bir kadro 2002’den
Selamet’te de, Refah’ta da partinin her şeyidir; sahi- beri iktidardadır.
bidir; kâhyasıdır; ikinci, üçüncü, dördüncü adamıdır.
Şimdi ve Erbakan
Erbakan’ın siyasetten bir süre için men edilmesi,
Ancak, Erbakan’a yönelik eleştiriler; onun Türk
ondaki siyasi hırsı daha da körükledi. Recai Kutan’ın
demokrasisine tam geçişte, yani devlet yönetimine
kendinden beklenenleri yerine getirmesinin mümkün
halkın bütün sosyal, ekonomik ve kültürel ağırlı-
olmadığı da anlaşıldı. Kutan, partiyi, Erbakan’ın ta-
ğıyla katılmasında onun inkâr edilmeyecek etkileri
sallutundan kurtaracak siyasi gücü gösteremedi.
ve yönlendirmeleri olduğu gerçeğini değiştirmez.
Bu ne garip çelişkidir ki, Türkiye’nin sosyal, po- Erbakan’ın siyasi pratiği, bu geçişin, asker, bürokrasi
litik ve kültürel şartlarını bilen dikkatli ve itidalli siya- ve sol aydın kesimlerinde de bir anlamda mecburen
setçilerin elinde Türk demokratik hayatı için vazge- kabul edilmesinde, din ve siyaset ilişkisinin eskiye
çilmez bir unsur olması mümkün bu parti, Erbakan nazaran daha hoşgörülü tartışılmasında başrolü ona
yüzünden tarihî misyonunu yerine getirememiş ve bu vermeyi gerektiriyor. Siyasi hayatı boyunca ve kur-
yetmezmiş gibi kendi devleti ile kavgaya oturarak üç duğu siyasi partiler yoluyla hem ülkenin toplumsal
kere kapanmak durumunda kalmıştır. yapısında büyük bir kitlenin devlete yanaşması hem
de inkârcı, yok sayan ve hatalı bir laiklik anlayışı ve
Bu parti iyi yönetilseydi bugün Türkiye’de pek çok
uygulaması ile bu çoğunluğu yönetime uzak tutma
önemli kavram yerli yerine oturmuş olacaktı. Laik-
hayretlerinin etkisizleştirilmesinde en yoğun çabayı o
lik kavgası olmayacaktı. Dinin siyasete müdahalesi
göstermiştir.
veya dinin siyasette kullanılması gibi karmaşık kav-
ramlar da herkesin ittifak ettiği ortak yorumlara, tarif- Halkın siyasi bilinci, ona vefatının gösterdiği ve
lere kavuşacaktı. Cumhuriyet, demokratik bir hukuk hemen her kesimi biraz hayretler içinde bırakan ilgi-
devleti olarak geçmişle, geleneklerle, tarihle ve yaşa- nin de ilk sebebini oluşturmuştur. Türkiye’deki, başta
yan sağlıklı ve uzun geçmişi olan bir sosyal hayatla basın olmak üzere etkili ve yetkili çevreleri de şaş-
barışacaktı. Türk siyasetçisinin, Türk entelektüelinin kınlığa sürükleyen bu ilgi ve vefa coşkunluğu onun
çabaları günübirlik meselelere odaklanmayacak, in- gayretlerinin boşa gitmediğinin en güzel işaretidir.
sanlar ve zaman daha uzun vadeli ve genel mesele-
Ak Parti iktidarının önündeki taşı toprağı kaldıran,
ler için kullanılacaktı.
bu iktidarın çok cesur bazı hesaplaşmalarının başarı
Erbakan, siyasette hep üstte olmak için tüm bu ile bitmesinde toplumsal kabulü hazırlayan onun bu
olumlu şartları elinin tersiyle itmiş veya akıl bile ede- siyasi çabalarıdır.
memişti. Erbakan’ın bu partileri kontrolünde tutması,
Bizdeki siyasetçiler, o gün kazandığını o gün
halkın güçlü bir parti yaptığı bir siyasi grubu, bazı ge-
yiyen ve ertesi gün tekrar aynı kısır döngüye giren
nel düşünceleri, halkın büyük çoğunluğunun sosyal,
hesapsız, kitapsız aile babalarına benzerler. Uzun
kültürel ve ekonomik özlemlerini ikinci plana atmakta,
vadeli siyasi hesaplar yapan ve bu hesapları bilimsel
siyasi sevimsizliği yüzünden tüm bu olgular devlete
ve entelektüel değerlerle destekleyen, uzun zamana
de, sosyalist aydınlara da, öteki partilere, bazı baskı
yayan anlayışta hiç olmamışlardır. Erbakan da öyle
gruplarına da çirkin, kötü ve önlenmesi gereken giri-
idi. Acelesi vardı. İslami bir hayat yaşayan ve olay-
şimler gibi geldi.
ları İslam kültürü ve gelenekleri içinde değerlendiren
Erbakan’ın siyasi hırsları, Türkiye’ye çok önemli büyük kitlenin siyaset meydanında sadece rey veren
iç ittifaklar enerjisini daha genel meselelere toplamak değil, bu reyleri hükümet düzeyinde değerlendiren
gibi şansları kaybettirdi. insanlar olmasını da çabuklaştırmanın hayati önemi-
ni sezmişti. Bu pratiği o yapmış, bu zihniyetin vatan
Ben, belki de Erbakan’la ilk ciddi görüşmeyi ya-
sathına yayılmasını da o sağlamıştır. Siyaset kaza-
pan gazeteciyim. Siyasette yeni olduğu dönemlerden
nına gerekli her görüş ve zihniyeti katmış, karıştır-
Anayasa Mahkemesi olayına kadar kendisini adım
mış ve Ak Parti iktidarına bu hazırlığı teslim etmiştir.
adım izledim. Hakkında çeşitli sebeplerle yazdığım
Batılıları bile şaşırtan pek çok demokrasi hamlesi bu
yazıların sayısı yüzü bulmuştur. Ve tüm bunlara gü-
kadar yumuşak, milletimizi bile şaşırtan bir rahatlıkla
venerek diyorum ki, Türkiye, Erbakan’ın umurunda
geçtiyse, bu büyük değişim ve çağı yakalama duru-
değildi. Erbakan siyaseten ve sosyal açıdan, hatta
mu Erbakansız izah edilemez.
ağzından eksik etmediği İslam açısından hiçbir ciddi
fikre sahip değildi. Hiçbir doğrusu yoktu. Ve belki de her geçen gün onun hakkında muh-
temeldir ki daha olumlu, daha insaflı hükümler vere-
Nitekim Türkiye’deki büyük değişimin farkında
ceğiz.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 83


BÜLENT ECEVİT

AHMET GÜNER ELGİN

Ü
lkelerin siyasi hayatla- Türkiye’de halk, demokrasiye
rında talihli ve talihsiz şeklen geçilirken bu geçişi sami-
dönemleri olabilir. O ülke miyet ve inançla arzuladığı, tek
için çok önemli yıllarda önemsiz parti-tek şef yönetimini şeklen de
adamlar iş başına gelebilir. Parti- olsa demokrasi çizgisine getirdiği
lerin iç işleyişlerindeki isabetsiz- için daha sonraki olaylara zaten
likler, iktidarı kazandıkları zaman hazırlıklı idi. 1946’lardan sonra ço-
o ülke idaresinin başına yetersiz, ğunluk; bürokrat, siyasetçi, basın
yanlış ve halkı sloganla yönlen- ve ilim-sanat adamlarından daha
diren kimselerin gelmesine vesile çok demokrattı. Demokrasiyi daha
olabilir. Veya ülke şartları içinde çok özümsemişti ve kendisine sağ-
doğru yanda olan, halkın özlemle- layacağı nimetlerin farkındaydı.
rini dile getiren, bu yüzden de büyüyen bazı siyasi
Ve ne gariptir ki halk, arkasındaki siyasi güç ve-
partiler, bu ilgiye icraatla cevap verebilecek siyasi
silesiyle iktidara oynayan, fakat kişisel özellikleri ba-
liderlerden mahrum olabilirler. Doğru adam yanlış
kımından yetersiz kalan bazı siyasetçileri eğitmeye
yerde, yanlış adam doğru yerde olabilir.
çalışmış, yanlışlarını ve çelişkilerini giderip onlara,
Türk demokrasisi bu yüzden hayli çalkantılı dö- siyasi ve sosyal zemine uygun bir kişilik telkininde
nemler geçirmiştir. bulunmuştur.
Bu çalkantılar, ne yazık ki, halkın değil, hal- Demokrat Parti’nin kuruluşu ve hem parlamen-
kı eğitmek, ona çağdaşlığı öğretmek iddiasındaki toda hem halkın karşısında görünüşü ile birlikte
gruplardan kaynaklanmıştır. Demokratik döneme başlayan yeni dönem daha o günlerden itibaren,
geçmeden önceki günlerde halk, Cumhuriyetin, sa- devletin ve halkın üzerine kâbus gibi çökmüş müte-
dece nutuklarda dile getirilen imkânlarından, vaat gallibe sınıfını karşısına aldı. Batı siyasetinde revaç-
ve gücünden hiç yararlanamazken bir mütegallibe ta olan ve parlamenter demokrasilerin vazgeçilmezi
sınıfı devletin imkânlarını aç gözlülükle paylaşıyor olan sosyalist düşünceleri özel teşebbüs destekçi-
ve halkın maddi ve manevi tüm beklentilerine ku- liğinden vazgeçmeden karma bir programla hayata
laklarını tıkıyordu. geçiren Demokrat Parti, üst üste seçim zaferleri ile
Kurumlaşan bu despotluk ne yazık ki günümü- ülke siyasetçilerinde ve özellikle CHP’nin şahsın-
ze kadar sürüp gelmiş, devletin sahibi ve temsilcisi da karakter hâline gelmiş nemelazımcılığı, halkın,
olma hırsı, çok daha ciddi ve her yeni baskı grubu- köylünün, çiftçi ve esnafın yok farz edilmesini seçim
nu da içine alır biçimde demokrasinin, insan hak ve sandığında kendi lehine çevirerek ülkeyi demokrasi
hürriyetlerinin önüne dikilmiştir. zeminine oturttu.

84 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Bu manzara, CHP içinde bazı genç siyasetçiler- Türkiye’de siyaset yapacaksanız, Anadolu insa-
de, yıllardır değişmeyen parti yönetimine karşı bir nından oy isteyecekseniz bu toprağı ve insanını iyi
hesap sormaya, direnişe ve gruplaşmaya yol açtı. tanımak zorundasınız. Onun değerlerine saygılı ol-
Bu isimlerin içinde, lideri doğrudan hedef alabildiği, mak, hatta o değerlerle birlikte yaşamak zorundası-
çağın ideolojik değerlerine halkçı bir söylemle yak- nız. Aksi takdirde yaptığınız her şey bir gösterişten
laşabildiği ve ülkedeki aydın kesime kendisini he- öteye gitmez, söylediklerinizle de halka ulaşamaz-
men kabul ettirebildiği için Bülent Ecevit öne geçti. sınız.
Genç grubun sözcüsü olarak parti genel sek- Ecevit siyasi hayatında, hiçbir konuda bu çeliş-
reterliğine getirildi. Onun, 1960’lardan sonra Türk kilerden kurtulamadı, halka aktaracağı ve onun ka-
siyasi tarihinin son elli senesine yayılan gölgesi, bul edebileceği hiçbir fikre ve doğruya varamadı. O,
toplumumuzun aydın kesiminin onun şahsında, hal- hayatı boyunca hiçbir zaman, Batı’nın sosyalist par-
kın yanında göründüğünü sanarak tüm direnci ile tileri ve yönetimcilerince de, Doğu Avrupa’nın ko-
demokrasiye karşı çıkmasının da yolunu hazırladı. münist partileri ve yöneticileri tarafından da önem-
senmedi, ciddiye alınmadı. Bu, onun siyasi haya-
Ecevit, bir takım sosyal ve siyasi sloganların,
tının çelişkilerinden biridir. “Hakça düzen”, “Toprak
sadece teoride kalsa bile, demokrasinin askerî
işleyenin, su kullananın” sloganları da hem içerde
müdahalelerle sık sık kesilmesinin verdiği toplum
köylüyü ve devlet tarafından ezilen kitleleri yanına
psikolojisindeki sıkıntılardan da yararlanarak ül-
almak hem de dışarıya mesajlar vermek için, onun
kenin bütün dinamiklerini nasıl işlemez hâle geti-
tarafından sık sık tekrar edilen sloganlardı. Hâlbuki
rilebileceğini göstermiştir. Onun siyasi hayatındaki
Türkiye’de onun kastettiği anlamda ve bölgelerde
başarıların temelinde, siyaset yaptığı dönemlerde
toprağı ağa işliyor, suyu ağa kullanıyordu. Ne ola-
muhafazakâr cephenin partisiz ve lidersiz kalması-
cak şimdi?
nın da rolü oldu.
Hâlbuki onun ne hayalleri vardı. Başka sosyalist
Türk demokrasisinin son elli senesine tarafsız
ülkelerde bu rejimi kuranların önünde büyük engel-
bir gözle bakıldığında Ecevit’in, yeteneğinin çok üs-
ler varken Türkiye bu konuda öylesine müsaitti ki,
tünde bir siyasi kişilik sergilediği görülür. Halkçılığı,
kapıyı şöylece itip girmek yetiyordu. O, bunu aynen
sosyalizmi, demokrasiye inancı, ki bunda yetiştiği
böyle ifade etmişti.
partinin büyük emeği vardır, sadece sloganlara,
sözlere ve şekli görünüşlere dayandırılmıştır ve Ama dışarıda benzer siyasi partilerce ciddiye
onun uzun siyasi hayatında hiçbir zaman uygula- alınmadığı yetmezmiş gibi içerde de Marksist en-
maya konmamıştır. O, mensubiyetinden sık sık söz telektüeller ve ideolojik saplantılarla malul çevreler
ettiği sosyalizmi ve halkçılığı, kendi şair tabiatının, dışında halktan da umduğu ilgiyi göremedi.
duygusallığının bir gereği gibi görüyordu. Bu ideal-
Ecevit’te, resmen iktidarda olmadığı, koalisyon-
ler, onun icraatın başında olduğu ve arkasında halk
larda başbakan olarak görev almadan önceki yıllar-
desteğinin de bulunduğu günlerde bile siyasi bir ro-
da görülen ve neredeyse millî bir sosyalizm fantezi-
mantizmden öteye geçmemiştir.
sine dönüşen değişimin baş sebebi de bu ilgisizliktir.
Ecevit’in halkını ve memleketini sevdiğine şüp- Zaten, tek başına veya koalisyonlar şeklinde siyasi
he yok. Hâlâ değişme gayretlerinde olan CHP’yi, iktidara geldiği dönemlerde de, o slogan sosyaliz-
halka kulak vermeye zorlayan odur. Partiyi askerin, minin en basit ve belki de ülke için yararlı olacak un-
bürokrasinin ve yargının yanından alıp parlamenter surlarını bile gündeme getiremiyor, ülke gerçekleri
demokrasilerdeki partilerin kişiliğine sokma kav- ile kendi fantezileri arasındaki uyuşmazlığı, görüyor
gası da vermiştir. Ama onun halk sevgisi yüzeysel veya gösteriyorlardı. Yoksa o düşüncesinden dön-
olmuştur. Çünkü ülkenin sosyal topografyasından, müş değil, döndürülmüş, dönmeye mecbur edilmiş-
manevi değerler manzumesinden, dinin kurumsal tir. Koalisyon ortakları, onun sloganlarının hiçbirine
ağırlığından haberi yoktu. Onun yaman çelişkilerin- eyvallah diyecek noktada değillerdi.
den biri de buydu. Hem halkçı Ecevit olacaksınız,
Ne partisinin ne siyasi çevresinin sosyalist bir
hem de siyaset yaptığınız toprakların bin yıllık yer-
düzeni uygulamaya, bunu halka kabul ettirmeye ni-
leşik inançlarından, değerlerinden ve önceliklerin-
yeti vardı ne de böyle bir fikrin sahipleri idi. Batı’daki
den haberiniz olmayacak. Ecevit bu eksikliğini bir
sosyalist ve sosyal demokrat partiler, ciddi kurum-
takım sembollerle, gösterişlerle aşacağını sandığı
lardır ve başlarındakiler de konularına hâkim ciddi
için, kasketle dolaşmıştır, ucuz bir araba ile Başba-
siyasetçilerdir. Tembel ve sadece teoride dolaşan
kanlığa gitmiştir.
entelektüellerin telkinlerine cevap vermek yerine

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 85


toplumun özlemlerine cevap vermeyi tercih ederler. seçimlerinde CHP milletvekili olarak Meclise girdi.
Gün geldi, onun romantik sosyalizmi çevresini Ecevit’in siyasi hayatındaki sloganlar dönemi
bile ürkütecek hâle vardı. Ondan ürkenlerin birin- 1973’te Karaoğlan, Ümidimiz Ecevit, Kıbrıs Harekâtı
ci grubu, onun Marksist bir rejime, komünist dev- ile Kıbrıs Fatihi, Öcalan’ın yakalanması ile de Ken-
let düzeninin gereklerine gideceğini sanıyordu. Bu ya Fatihi olarak başlamış ve sürüp gitmiştir.
Ecevit’te, onda olmayan güçler, kabiliyetler, hesabi-
İlerleyen yaşıyla birlikte sağlığı bozulan Ecevit,
lik ve liderlik vehmetmek olurdu. Bu mümkün değil-
bir cenaze töreninden sonra rahatsızlandı ve ayın
di. İkinci grup, aşırı solu temsil edenlerdi ve Ecevit’i
gece beyin kanaması geçirerek hastaneye kaldı-
fırsatçı, Amerika ile irtibatlı, işbirlikçi bir siyasetçi
rıldı. Uzun süre yoğun bakımda kaldı. Hastalığı ve
sayıyordu. Yani o, halka baskı yapacak gruplardan
yattığı hastane dolayısıyla etrafında büyük siyasi
destek alamıyordu. Ecevit, soldakileri ürkütecek
tartışmalar yapılan Ecevit, 5 Kasım 2006 tarihinde
böyle bir kurnazlığa da, iş çevrelerini ümide sevk
Gülhane Askeri Tıp Akademisinde dolaşım ve so-
edecek bir liberal politikaya da muktedir değildi. O
lunum yetmezliği sonucu vefat etti. 1l Kasım günü
siyasi hayatının belki de tamamında ne İsa’ya, ne
yapılan cenaze törenine beş cumhurbaşkanı ve
Musa’ya yaranabilmiştir.
tüm siyasetçiler katıldı. Ecevit, Devlet Mezarlığı’na
Kendisinden, kudretinin, kabiliyet ve bilgisinin defnedildi.
çok ötesinde bir şeyler uman bir zümre de ne yaman
Siyasi Hayatı
bir aldanış içinde olduğunu daha sonra anlamıştır.
Böyle bir siyasetçi her zaman zor durumdadır. Hem Bülent Ecevit, 1960, 27 Mayıs askerî darbesin-
muhalefette, hem de iktidarda. Büyük hayallerin kı- den sonra yapılan ilk seçimlerde yeniden milletve-
rıklığı da büyük olur. kili seçildi. 1961’de İnönü’nün kurduğu hükümette
Çalışma Bakanı oldu. 1965 seçimlerinde Zongul-
Hayat Hikâyesi
dak Milletvekili olarak tekrar Meclis’e girdi. Seçimi
Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1925 tarihinde Adalet Partisi kazanınca CHP ile birlikte Ecevit de
İstanbul’da doğdu. Babası Fahri Ecevit, 1943-l950 muhalefete geçti. Ecevit bu yıllarda partisi içinde
yılları arasında CHP Kastamonu milletvekili idi. An- ortanın solu görüşünün öncülüğünü yapmaya baş-
nesi Fatma Nazlı Hanım’dı. Nazlı Hanım tanınmış ladı.
bir ressamdı. Babası, tam yazılışı ile Ahmet Fah-
18 Ekim 1966’da Ecevit, CHP Genel
rettin Ecevit, siyasete girmeden önce Ankara Üni-
Sekreterliği’ne seçildi. 41 yaşındaydı. Çalışkanlığı,
versitesi Hukuk Fakültesinde Adli Tıp profesörüydü.
konuşması, parti içinde ve dışında sol duruşu temsil
Dedesi Mustafa Şükrü Efendi Huzur-u Hümayun
ederek daha çok gençlere ve aydınlara hitap etmesi
hocalarındandı. Ecevit, ilk ismi olan Mustafa’yı de-
ile siyasette en çok konuşulan isimlerden biri oldu.
desinden almıştır.
Silahlı Kuvvetlerin 12 Mart Muhtırasından sonra
Bülent Ecevit, orta öğrenimini Robert Kolejde parti içinde fikir ayrılıkları başladı. İnönü ve Ecevit
yaptı. Buradan mezun olduktan sonra (1944) Ba- muhtıraya karşı olmak ve olmamak konularında ge-
sın Yayın Genel Müdürlüğünde tercüman olarak nel başkan ve parti sekreteri olarak değişik tepkiler
çalışma hayatına başladı. İki sene sonra okul ar- veriyorlardı. İnönü, yeni kurulacak hükümete girme-
kadaşı Rahşan Aral’la evlendi. Ecevit, önce Ankara yi isterken Ecevit karşı çıkınca tartışma büyüdü ve
Hukuk Fakültesi, daha sonra da Dil Tarih Coğrafya Ecevit genel sekreterlikten istifa etti.
Fakültesi’ne kaydını yaptırmasına rağmen yüksek
Aynı partiden iki siyasetçi arasındaki çatışma
öğrenime devam etmedi. 1946–1950 yılları arasın-
sert polemiklere dönüşünce İnönü, 4 Mayıs 1972’de
da Londra Elçiliği Basın Ataşeliği’nde kâtip olarak
toplanan 5. Olağanüstü Kurultay’da, uyarılarının
çalıştı.
onaylanmaması durumunda genel başkanlıktan
Ecevit’in siyasi hayatı, CHP’nin yayın organı ayrılacağının söyledi. Oylama sonucunda, Ecevit
Ulus gazetesinde çalışması ile birlikte başlamıştır. taraftarlarının 507’ye karşı 709 oy alması üzerine
DP’nin iktidara gelmesi üzerine Ulus gazetesi ka- İnönü genel başkanlıktan çekildi. Genel Başkanlığa
patılınca Ecevit, Yeni Ulus ve Halkçı gazetelerinde Ecevit seçildi.
yazar ve yazı müdürü olarak görev aldı. 1954 yılının
14 Ekim 1973 tarihinde yapılan genel seçim-
Ocak ayında CHP Çankaya Ocağına kaydolarak
lerde Ecevit’in başkanlığındaki CHP en çok oyu
resmen siyasete girdi. Bu arada iki defa Amerika’ya
aldı, fakat çoğunluğu kazanamadı. Ancak 26 Ocak
gitti ve gazetelerde bir süre çalıştı. 27 Ekim 1957
1974’te, Erbakan’ın başkanlığındaki Millî Selamet

86 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Partisi ile bir koalisyon hükümeti kurdu ve Başba- seçiminde DSP Zonguldak milletvekili olarak
kan oldu. Ecevit’in, hem ortanın solunu temsil etme- TBMM’ye girdi. 24 Aralık 1995 tarihinde yapılan er-
si hem de en sağdaki İslami bir parti ile ortaklık yap- ken genel seçimde partinin oyu yüzde l4,64’e, mil-
ması aydın çevrelerde ve halk arasında tartışmala- letvekili sayısı 76’ya yükseldi. DSP artık sol’un en
ra yol açtı. Bu olay, Ecevit’in gerçek siyasi kişiliğinin büyük partisiydi. Ecevit, 30 Haziran 1997’de ANAP
ilk büyük işareti olarak değerlendirildi. Kıbrıs Barış Genel Başkanı Mesut Yılmaz başkanlığında kuru-
Harekâtı da onun başbakanlığı döneminde yapıldı lan koalisyonda Başbakan Yardımcısı oldu. Koa-
ve Ecevit, basının da desteği ile halk arasında Kıb- lisyon bir gensoru ile düşürülünce Ecevit, 11 Ocak
rıs Fatihi olarak anılmaya başladı. Ecevit’in bu koa- 1999’da DSP azınlık hükümetini kurdu. DSP, 18 Ni-
lisyon hükümeti ancak on ay sürdü. Yeni hükümet, san 1999’da yapılan seçimlerde yüzde 22,19 ora-
AP-MSP-MHP-CGP partileri ortaklığında kuruldu nında oy aldı ve birinci parti oldu. 28 Mayıs 1999’da
ve Başbakanlığa Süleyman Demirel geldi. kurulan koalisyonda yeniden başbakan oldu. Bu
yıllarda Ecevit’in sağlık problemleri başladı ve çe-
5 Haziran 1977’deki genel seçimde Ecevit,
şitli söylentiler çıktı. 4 Mayıs 2002’de hastalandı ve
CHP’nin oyunu yüzde 41’e çıkarmayı başardı. Buna
Başkent Üniversitesi Hastanesine kaldırıldı. Teda-
rağmen parti, çoğunluğu kazanamamıştı. Ecevit,
visi uzun sürdü ve hiçbir sonuç vermedi. Rahşan
yine basının da telkini ile bir azınlık hükümeti kur-
Ecevit, eşini hastaneden alarak eve getirdi. Sağlığı
maya karar verdi. Ama güvenoyu alamadı. Demirel,
biraz düzelince yeniden görevinin başına döndü.
diğer partilerin bir araya gelmesi ile bir koalisyon
hükümeti kurdu. Bu hükümetin kısa ömürlü olması Ancak Ecevit’in gözle görünür rahatsızlığı par-
üzerine Ecevit, “Kumar borcu olmayan 11 milletve- tisinde ve kamuoyunda tartışmalara yol açınca hü-
kili arıyorum.” sözüyle AP’den ayrılan 11 milletveki- kümetin durumu güçleşti, CHP’den istifalar başladı.
linin desteği ile (Güneş Motel Olayı) 5 Ocak 1978 Hükümet, Meclis’teki siyasi desteğini kaybedince
tarihinde yeni bir hükümet kurarak tekrar başbakan erken seçim kararı alındı. 3 Kasım 2002’de yapılan
oldu. 11 Milletvekilini de bakan yaptı. seçimlerde, DSP barajı aşamadı.
Türk siyasi hayatının en karışık dönemlerinden Ecevit, 22 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği ba-
biri bu hükümetin iş başında olduğu günlerde ya- sın toplantısında yerine geçecek ismi ilan etti (Zeki
şandı. Ecevit’in, başbakan olmak için verdiği büyük Sezer) ve 25 Temmuz 2004’de yapılan DSP genel
tavizler, buradan kaynaklanan rüşvet ve suiistimal- kongresinde aktif siyasetten çekildi.
ler, ekonomik başarısızlıklar ve siyasi cinayetler-
Ecevit, dış görüşü ve halka dönük tavırlarındaki
le birleşince hükümet çekilmek zorunda kaldı. Ve
tüm incelik ve kibarlığın aksine gerçek kişiliğinde
olaylar arka arkaya geldi. Demirel’in kurduğu hü-
kindar ve öfkeli idi. Kendisini eleştirenlere ve siya-
kümet, l2 Eylül l980 günü askerî darbe ile devrildi.
si hasımlarına karşı hep kıyıcı olmuştur. Bunun tek
Yönetime askerler geçti, Diğer parti başkanları ile
istisnası, daha önce defalarca ve açık seçik ağır
Ecevit de siyasetten uzaklaştırıldı, bir süre gözaltı-
kelimelerle suçladığı kişi ve kurumlarla daha sonra
na alındı. Partiler kapatıldı. Ecevit de on yıl süreyle
işbirliği yapmak mecburiyetinde kaldığında, Ecevit
siyasetten menedildi.
kısa süre önce söylediklerini unutmuştur ve yeni or-
1985 yılında Bülent Ecevit’in siyaset yasağı de- tağına övgüler düzmektedir.
vam ederken eşi Rahşan Ecevit’in başkanlığında
Ecevit bir konuşmasında, rahmetli Alparslan
Demokratik Sol Parti kuruldu. 1987 yılında yapılan
Türkeş için şunları söylemişti:
referandumla eski siyasi liderlerin siyaset yasağı
kaldırılınca Bülent Ecevit DSP’nin başına geçti. “Hasta kafalı insanlar, sıhhatli toplumlarda hü-
Aynı yılın Kasım ayında yapılan seçimlerde DSP kümet ortağı olamazlar. (…) Hepimizin canı eşkıya-
barajı aşamayınca Ecevit siyasetten çekildi. Si- ya teslim edilmiş durumda. Biz kendimizi koruruz,
yasetten uzak olduğu yıllarda İsveç’te yapılan sol halk bizi korur. Ama eşkıyanın eline düşmüş çocuk-
liderler toplantısına katılmıştı. Toplantıda Ecevit’le ları biz kurtaramayız. Devletin, cinayet kışkırtıcısı,
görüşen Nobel ödüllü romancı Gabriel Garcia Mar- teşvikçisi Türkeş’in yakasına yapışacağına inanıyo-
guez, onun siyasetten uzak olduğunu öğrenince rum. Eğer biraz haysiyeti varsa adalet önüne çıkıp
ısrarla şöyle demişti: Bir sosyalist asla görevden cinayetlerinin hesabını vermelidir…”
kaçmamalı, siyasetten çekilmemeli. Ülkenize döner Ve Ecevit, Fethullah Hoca’ya duyduğu sempati
dönmez partinizi kurun, siyasete girin. ile ilgili bir suale de şu cevabı veriyor:
1989’da siyasete dönen Ecevit, 20 Ekim 1991 “Benimle ilgili tarikatçılık eleştirileri yapılıyor. Be-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 87


nim tarikata ihtiyacım yok. Tarikat yol demektir. Ben örnek de Ecevit’tir. Kıbrıs konusunda önce, taksim
kendi yolumu bulmuşum. Hak erenlerin, ozanların en iyi çözümdür, demiş; sonra, taksimi kabul etme-
ışıklı yolunu bulmuşum. Ben yolumu Hacı Bektaş miz mümkün değildir, demiş; bir süre sonra, Kıb-
Velilerden, Yunus Emrelerden, Pir Sultan Abdallar- rıs bağımsız olmalıdır, diye konuşmalar yapmıştır.
dan, Âşık Veysellerden, Atatürk’ten aldığım ışıkta Ada’nın statüsü coğrafi temele dayanmamalıdır, de-
bulmuşum.” dikten sonra bu kez, Ada’nın statüsü coğrafi temele
dayanmalıdır, demiştir. NATO’ya karşı ağır eleştiri-
Ecevit, siyasi hayatının halkın önünde geçen
lerde bulunan Ecevit, başbakan olduktan sonra her
büyük bölümünde solcu görünümündedir. Bunu
fırsatta NATO’yu övmüştür.
ısrarla vurgulamıştır. En soldan orta sola kadar,
şartlar elverdikçe gidip gelmiş, en solda ancak hızlı Ecevit, başbakan olduğu günlerde, idari kesim-
bir Marksist’in söyleyeceklerini tekrarlamış, sonra lere şöyle bir genelge göndermişti:
tüm bunlardan vazgeçip orta sol’da ılımlı ve makul
“Merkez teşkilatında Bakanlar, taşra teşkilatın-
bir “siyasi aydın” kişiliğine girmiştir. Yönetimde ol-
da Vali ve Kaymakamlar, dinin siyasi, ekonomik,
madığı zamanlarda hızlı bir solcu, yönetime geçip
ticari, sosyal ve diğer şekillerdeki istismarına karşı
Türkiye’nin özel şartlarıyla karşılaştığında da ideo-
her türlü önlemleri alacaklardır…”
lojiyi, sloganları ve tüm teorik fantezileri bırakıp tam
da çıkarcı, fırsatçı bir sol siyasetçi tipi. Bu genelge, Ecevit’in ve onun çevresinin Tür-
kiye gerçeklerinden ne kadar uzak olduklarının en
Ecevit’in siyasi hayatının anahtarlarından biri
yaman belgesidir. Bu genelgede, dinin, şu veya bu
olan bu durum bizim masa başı solcularının da du-
şekilde istismarının tarifi yok. Bir genelleme ile karşı
rumudur. Teorik, kitabi, halktan kopuk, sadece slo-
karşıyayız. Ne demek istismar? Müsteciri, Cağaloğ-
ganlarla geçinen, Batılı üç beş kavramı ezberlemiş
lu Hamamının girişine, dışarıdan da görülecek şe-
ve bunları sık sık tekrarlayan, Türkiye’nin kültürel,
kilde bir levha astı diyelim: “Temizlik imandan gelir,
sosyal ve ekonomik topografyasından habersiz sol-
dinimiz temizliğe önem verir.”
cu aydın tipi…
Bir alışveriş merkezinde büyük bir mağaza, An-
Ecevit’in siyasi hayatındaki tepki ve davranışla-
neler Günü dolayısıyla vitrinine, “Cennet annelerin
rı, çok kere bilinçli ve bilimsel değil, insiyaki, kendili-
ayakları altındadır.” yazısı koydu. Kurtuluş Savaşı’nı
ğinden, psikolojik, irade dışı hareketlerdir. O, hiçbir
konu eden bir filmde yönetmen, bir hücum sahne-
politik ve ideolojik kavrama bilimsel yaklaşamadığı
sinde figüranları “Allah, Allah!” diye bağırttı. Bir ga-
ve bilinçli bakmadığı için, en basit olaylar ve kurum-
zete, Kurban Bayramı sayısının birinci sayfasında,
lar hakkında, kısa aralıklarla birbirine zıt hükümler
kişiler arası ilişkiler, aile içi ilişkiler, devletle olan iliş-
vermiş, bunları da samimi olarak yapmıştır. O tipik
kilerde dinimizin emirlerine uyulması, dostluk, sevgi
bir “yarı aydınların politikacısı” örneğidir.
ve saygı ile hareket edilmesi gerektiğini yazdı.
Ecevit’in özentili Türkçesi, suni kibarlık göste-
Yukarıdan beri sayılanlar ve belki daha yüzlerce
rileri, çocukça denebilecek halkçılık ve köylülük
buna benzer örnek, Ecevit’in genelgesine göre suç-
iddiaları, halkı değil, ancak yarı aydınları, gazete
tur. Devletin, bunu yapanların yakasına sarılması
aydınlarını etkiledi. Ve bu kütle, bir zamanlar tüm
gerekmektedir. Vali veya Kaymakamın birine göre
güçlerini uğruna harcadıkları Ecevit’in gerçek çeh-
bunlar suçtur, diğerine göre değildir. Ecevit veya bir
resini görünce ve ona yaptıkları yatırımın boşa git-
başka parti lideri, ezan okunurken miting konuşma-
tiğini fark edince bu kez onunla düşmanlık göste-
sını keser ve ezanın bitmesini beklerse bu davranış
rilerine girdiler. Ecevit’in son günlerinde, onun için
yukarıdaki genelgeye girmez mi? Bu, dince mukad-
en ağır, alaylı ve kızgın biçimde konuşan ve yazan
des kavramlardan birinin, halkın dini duygularının o
kimselerin büyük çoğunluğu, Ecevit’in umut olarak
parti lideri tarafından istismarı değil mi?
bellendiği günlerde çevresinde olanlardır.
Bülent Ecevit, siyasi hayatımızı renklendiren tip-
Bülent Ecevit’in ruh hâli ve siyasi kişiliği ince-
lerden biriydi. Erbakan gibi o da, basını, halkı, öteki
lendiğinde karşımıza sayısız Ecevit çıkmaktadır.
partileri ve liderlerini çok kere gafil avlamış ve şa-
Bunlardan hangisinin gerçek olduğunu anlamak
şırtmışlardır. Türk devletinin ve halkının çok önemli
mümkün değildir.
yıllarını bu fantezileri ve hırçınlıkları ile heba edip
Türkiye’nin en temel meselelerinde, birbirine zıt etmedikleri, siyaset bilimcilerinin ileride yazacakları
iki fikri, hiç eleştiri tasası duymadan savunabilen tek bilimsel kitaplara elbette konu olacaktır.

88 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


SİYASETİN ULU ÇINARI
OSMAN BÖLÜKBAŞI

AGÂH OKTAY GÜNER*

T
ürkiye 1876’dan bu yana, Anayasa Rejimi hakkında şunları söylemektedir; “Maddi ve manevi
içinde yaşamayı ve daha iyi işleyen, kişi hür- her şeyimi ona borçluyum. Cennet mekân babam
riyetlerini daha ileri ve sağlıklı şartlara taşı- çok zeki nüktedan, filozof, hazır cevap, hoş sohbet
yacak Anayasa’yı tartışıyor. ve aynı zamanda son derece dürüst ve hayırsever
bir insandı. Hayrı gösteriş için yapanlardan değildi.
1946’dan günümüze kadar da çok partili rejim ko-
Kıtlık yıllarında bütün ambarlarını açarak bir lokma
nuşuldu, konuşuluyor. Ancak ne seçim sistemi ve de
ekmeğin hasretini çeken halka dağıttığı henüz unu-
siyasi partiler kanunu değişti. Merhum Bölükbaşı’nın
tulmamıştır.”
ifadesiyle; “Hamam aynı hamam. Tellaklar değiş-
ti.” Bu benzetme geldiğimiz hali özetliyor. 2011 yılı Hacı Ahmet Ağa, Bölükbaşı’nın Kırşehir’de bir
Türkiye’sinde hala rejimin oturmadığından bahset- mitingde yaptığı konuşmayı dinlerken bir köylünün
mek, ferdi hak ve hürriyetlerin teminat altına alınma- duygulanarak “hay seni doğuran ana cennete gitsin”
dığını iddia etmek ne kadar acıdır. demesi üzerine, bu sözü söyleyen köylüye dönerek
“keramet yalnız anasında mı? Babasının hiç mi payı
İşte 1946’dan bu yana milletçe yaşadığımız dö-
yok” demiştir.
nemin öncü, yürekli, faziletli, doğrulardan şaşmayan
şahsiyetlerinin başında Osman Bölükbaşı gelmekte- Eğitimi
dir. Politikadaki yerini asla şahsi menfaatleri için kul-
Bölükbaşı, devlet bursu kazanarak gittiği
lanmamıştır.
Fransa’da, matematik ilminin sağlam mantığını al-
1946 yılında CHP’den ayrılıp, DP’yi kuranlar sa- mış, sentez ve analiz kabiliyeti yoğrulmuştur, Prof.
dece; dünyadaki değişimi gören İsmet İnönü’nün çiz- Remzi Oğuz Arık gibi muhterem ve mükemmel bir
diği yolda yer almıyor, tek parti idaresinden yılmış, Türk milliyetçisinin sohbetlerinde bulunmuştur. Ora-
bıkmış halkın özlediği hareketin öncüleri oluyordu. O da okuyan Türk gençlerinin ağabeyi durumunda olan
yıllarda Batı dünyasında yer almak, Batı ittifakların- R. Oğuz Arık halkasındaki Bölükbaşı, Nurettin Topçu,
da kabul görmek, ancak çok partili rejime geçmekle Tahsin Banguoğlu gibi değerlere her sohbet öncesi;
mümkündü. “Bu gün vatanın için ne düşündün? Sorusunu yöneltir
ve cevabını dinlerdi.”
Sekiz yıl “Milli Şef” unvanıyla Türkiye’yi yöneten
İnönü’nün bu kararı bana göre çok önemlidir. Vak- Rejim ve ferdi hürriyetler konusunda çok hassas,
tinde; doğması mümkün her ihtimali hesaplayarak gelişmiş bir ülke olan Fransa’da Bölükbaşı’ya önemli
gelişmeleri omuzlayabileceğini görmüş ve kilitleri değerler katmıştır.
açmıştır.
Fransa’da yüksek matematik eğitimini tamamla-
Bölükbaşı’nın Kişisel Özellikleri dıktan sonra Kandilli Rasathanesinde Fatin Gökmen
Ailesi Hoca’nın asistanı olan Bölükbaşı, yeni bir rejime geç-
me heyecanının hâkim olduğu bu dönemde siyasete
Çok küçük yaşta annesini kaybeden Bölükbaşı’nın
girme kararı almıştır.
hayatta duyduğu en büyük eziklik ve eksiklik ana
sevgisinden mahrumiyet olmuştur. 23 Mayıs 1950’de Merhum’un hayatındaki bu dönüm noktası iyi
ölen Osman Bölükbaşı’nın babası Hacı Ahmet Ağa tahlil edilmeli ve anlaşılmalıdır. Osman Bölükbaşı
zeki, nüktedan büyük topraklara ve hayvan sürü- köyden gelmektedir. Varlıklı bir köy ailesinin oğludur.
lerine sahip varlıklı bir insandı. Bölükbaşı babası Köylünün çilesini bilmektedir. Sudan, yoldan, elekt-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 89


rikten mahrum köyler larını savunurdu. Merhum
için ise telefon sadece Bölükbaşı’nın siyasi haya-
hayaldir. Sıtma ve diğer tının kırılma kopma dönem-
hastalıklar, açlık köylüyü leri, hep ahlaki değerleriyle
biçmektedir. Babasının çatışan bir gelişme sebe-
sayesinde bu sıkıntıları biyledir.
çekmeyen Bölükbaşı çev-
Onun Cumhuriyetçi
resinin dertlerini görmüş,
Köylü Millet Partisi (CKMP)
siyasette haksız, vicdan-
adıyla Tahsin Demiray’la
sız, adaletsiz uygulama-
birleşmesinin ortak ifade-
lara karşı çıkmıştır.
si; “İlim, iman, ahlak ve
Siyasete Atılması fazilet” olmuştur. Osman
Bölükbaşı’nın açık sözlü,
1946’dan sonra Bö-
cesur, korkusuz üslubu,
lükbaşı, müthiş enerjisi,
Osman BÖLÜKBAŞI
Tahsin Demiray’ın ilmi ve
hitabet kabiliyeti, hazır
sosyolojik derinlik taşıyan
cevaplığı ve nüktedanlı-
bilgi zenginliği ile birleşince
ğıyla, siyasetin ışığı her gün artan yıldızı olmuştur.
ortaya muhteşem bir güç çıkmıştır.
“Hayatta en büyük saadet namuslu ve münevver
Ancak dikkat edilmesi gereken merhumun si-
hasımlar karşısında olmaktır.” Diyen, ne kadar doğru
yasi hayatındaki tek ortaklığın, işbirliğinin Tahsin
söylemiştir. Osman Bölükbaşı gibi milli, vatan topra-
Demiray’la yapılmış olmasıdır. Tahsin Demiray Türk
ğına âşık, sadece ülkesinin demokrasiye kavuşması-
Kültürünün canlı bir abidesi ve hizmet adamı idi. Bi-
nı isteyen bir şahsiyet, karşısında daima namuslu ve
zim nesiller milli heyecanlarını millet ve bayrak sevgi-
münevver hasımlar bulabildi mi? Bölükbaşı’nın ara-
sini, inanç ve iman güzelliklerini onun çıkardığı dergi
basıyla geçeceği köprüleri yıkmakta tereddüt etme-
ile tattılar, tanıdılar. Aynı güzellikleri “Aile” dergisi yu-
yen rejim, onun arabasının bagajına kalaslar koyarak
vanın şekillenmesine harç yapmıştır.
seyyar köprülerle halka ulaşmasını engelleyemedi.
Bilhassa “Türkiye Yayıncılık”ın çıkardığı ki-
Kişisel Özellikleri
taplar; “Yakın Tarihimizle İlgili Hatıralar” İ. Hakkı
Köküne bağlı, devletini, milletini bayrağını çok Danişmend’in “İzahlı Osmanlı tarihi Kronolojisi” ve
seven bir insandı. Bugün özlemini çektiğimiz birçok Kâzım Karabekir’in “İstiklâl Harbimizin Esasları” adlı
haslete sahipti. kitaplar abide eserler olmuştur.
1980 askeri müdahalesinde darbeci çevreler, Osman Bölükbaşı, en hızlı ve en verimli siyasi
yoklamak amacıyla kendisine Kurucu Meclis üyesi mücadelesini bana göre CKMP çatısı altında yap-
olması teklif edilirse nasıl bir tavır takınacağını so- mıştır.
rarlar. Bölükbaşı şöyle cevap verir: “Benim yiğitlerim,
Bütün bu zamanlar içinde Bölükbaşı, dış politika-
bozkurtlarım şu an esaret altındadır. Onları esir kılan
da partiler üstü bir çizgiyi savunmuştur. İç politikada
iradenin kuracağı mecliste görev almam asla düşü-
hukuk devleti, kanun hâkimiyeti, bütün kurumlarıyla
nülemez. Kimden gelirse gelsin böyle bir teklifi ret
işleyen demokrasiyi ülkenin ihtiyaçları olarak gün-
ederim.”
deme getirmiştir. 1980 darbesinden sonra yapılan
Türk yaratılmış olmakla iftihar ederdi. Özel soh- Anayasa’da Aziz Bölükbaşı’nın savunduğu pek çok
betlerinde tarihi bir bakış içinde Türk düşmanlarını kuruma yer verilmiştir.
anlatır, bunların millet hayatındaki yıkımlarını, iha-
Hitabet Gücü
netlerini ince bir dikkatle tahlil ederdi. Mehmetçiğe,
Atatürk’e, Türk bayrağına âşıktı. Bayrak, vatan, millet Osman Bölükbaşı Cumhuriyet Türkiye’sinin en iyi
konularında çok hassastı. Bu hususlarda yapılan dik- kürsü hatiplerinden biriydi. Konuşmalarını genellikle
katsizlikleri, ihanetleri asla affetmezdi. irticalen yapar; belgelere dayanarak konuşurdu. Kür-
süye bavullar dolusu evrakla çıkar, söylediği her söz
Bir seferinde Kürt konusunda verdiği demeç se-
için bu evrakları şahit olarak gösterirdi.
bebiyle bir devlet büyüğüne; “Bu memlekette avradı-
nı satana deyyus, vatanını satana deyyus oğlu dey- En önemli silahı olan konuşma gücünü çok iyi
yus derler” demişti. kullanan Bölükbaşı, kürsüde konuşurken halkla bü-
tünleşir, halkı da içine katarak sohbet eder gibi nutuk
Allah’a ve İslam’a imanı tamdı. Ancak asla göste-
söylerdi. Halkın dilinden, gönlünü ve yüreğini katarak
riş telakki edilebilecek bir dindarlık havasına girmez-
konuşurdu. Dikkatin dağıldığını hissedince hemen
di. Mutlak ahlak sahibiydi. Her hal ve şartta inanç-
konuyu değiştirir, sohbet ortamına çekerdi. Konuş-

90 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


malarında kelimeleri renkli, fikirleri berraktı. Hazırce- “kendisinden gördüğü” bu yeni yüzü heyecanla ku-
vaptı. Sözünü hiç esirgemezdi. Merhum, Türkçeyi bir caklayarak bağrına basmıştı.
aşk üslubuyla sever ve konuşurdu.
1946 seçimlerinde Osman Bölükbaşı, teşkilat-
Bölükbaşı’nın klişeleşmiş bazı sözleri; larının kurulmasında öncü olduğu Yozgat’tan DP
adayı oldu. Ancak, seçimlerin sonucunda 93 bin oy
“Zengini hayırsız evlat, memuru süslü avrat, siya-
almasına rağmen sandık başı hileleri nedeniyle mil-
setçiyi kuru inat batırır”.
letvekili seçilemedi. Buna karşılık Yozgat’ın Sorgun
“İnsanın sağlamı, çürüğü çıplak baldırla sarı altın ilçesinde Seçim Kurulu’na hakkını aramak için yap-
karşısında belli olur”. tığı itiraz sonrası “Seçim Kuruluna hakaret etmek ve
cebir kullanmak suçlaması ile “tutuklanarak Sorgun
“Yerin mevkii oturandan gelir. Adam olan oturdu-
Hapishanesi’ne atıldı.
ğu sandalyeden şeref almaz, ona şeref verir. Adam
vardır kırık sandalyede bir Fatih, bir Kanuni gibi otu- DP, CHP’yi seçimlerde hile yapmakla suçlamış,
rur. Adam vardır en parlak sandalyede bir yığın sa- DP teşkilatı ayağa kalkmış, yurdun her tarafında
man gibi oturur”. protesto mitingleri düzenlemiştir. Bu mitinglerin en
önemlisi 3 Ağustos 1946 günü Ankara’da Cebeci ça-
“Bir siyasi parti, muhalefetteyken nişanlı bir kıza
yırında yapılmıştır. Bu mitinge baş konuşmacı olarak
benzer. Dili tatlı olur. Uyandırdığı ümitler insanı haya-
katılan Bölükbaşı şunları söylemiştir. “Millet hakkı
li bir saadet âleminde bir beşik gibi sallar”.
bir ateştir. Ona dokunanlar er geç yanar. Dün Sor-
“Seçimlerde vatandaşın oyu, hesabı tarih ve Al- gun Hapishanesi’nden çıktım. Bugün size hitap
lah huzurunda verilecek bir millet emanetidir”. ediyorum. İftiranın mezarına dahi girsek gam ye-
meyeceğiz. Çünkü davamızın Kâbe’si olan büyük
“Bizler TBMM kapanacağına, dört günlük hayat
Türk milletinin kalbine girdik. Bizim için gerçek
defterimiz kapansın diyenlerdeniz”.
oy sandığı milletin kalbidir. Oradan çıkan oylarla
Osman Bölükbaşı Türk sanat müziğini, halk müzi- biz kazandık. Bir şeye gönülden inanıyoruz; na-
ğini, bozlak ve Anadolu türkülerini çok severdi. “Telg- sıl Türk bayrağı asırlarca devam eden saldırılara
rafın tellerine kuşlar mı konar” ve “Meşeler göğermiş rağmen yere düşmedi ise, milletin şerefli evlatla-
varsın göğersin” sık sık mırıldanarak söylediği türkü- rının omuzlarında taşınan hürriyet ve demokrasi
lerdendi. Türk müziğini çok seven Bölükbaşı, siyase- bayrağı da hürriyet düşmanlarına rağmen yere
te atıldığı ilk yıllardan başlayarak zaman zaman parti düşmeyecektir.”
gezilerinde arabasına aldığı Şemsi Yastıman ve Mu-
12 Ocak 1947 tarihinde DP 1. Büyük Kongresi
harrem Ertaş’ın çaldığı saz eşliğinde bozlak ve türkü
yapıldı. Ankara delegesi olarak kongreye iştirak eden
dinleyerek ve söyleyerek Anadolu’yu dolaşmıştır.
Bölükbaşı İnönü için “Kızıl Sultan” diye bağırdığı za-
Siyasi Hayatı man kongre salonu alkış ve haykırış tufanı ile yıkıla-
DP’de Siyasi Hayat Başlıyor cak gibi oldu. ”Genel İdare Kuruluna girmek” isteyen
Bölükbaşı gizli oyla yapılan seçimleri kaybetti. Bu
DP’nin 7 Ocak 1946’da resmen kurulması halk yenilgi onun siyasi hayatında perdesi birkaç ay sonra
arasında olumlu etki yaptı ve politikaya olan ilgiyi ar- açılacak yeni bir devrenin köşe başı olacaktır. Bölük-
tırdı. Bölükbaşı da politikaya sıcak bakıyordu, ancak başı Genel İdare Kurulu’na seçilememiş ve bundan
önünde bir engel vardı. Babası oğlunun politikaya sonra her fırsatta parti yöneticilerine karşı sert çıkış-
atılmasını istemiyor, ona, “bu devirde akşam nikâhları lar yapmıştır. En sonunda bu sert çıkışlar onu Millet
üzerine yemin edip sabah sözlerinden dönebilecek Parti’si kurucuları arasına itmiştir. Parti Yönetiminin
insan çoktur. Siyaseti böyleleri ele geçirir” diyordu. izlediği politikaları ve tutumunu tasvip etmeyen Bö-
Bölükbaşı, 1946 yılında, Dil Tarih ve Coğraf- lükbaşı önce parti müfettişliğinden istifa etmiş, bila-
ya Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Mehmet Altan hare 10 Eylül 1947’de DP’den tamamen ayrıldığını
Köymen’in telgrafı üzerine Ankara’ya gitti ve DP’nin bir mektupla bildirmiştir. DP yöneticileri bu istifayı
genel merkezinde Celal Bayar ile tanıştı. Böylece si- işleme koymamışlarsa da Bölükbaşı 3 Ekim 1947’de
yasi hayatı başlamış oldu. Konuşma yeteneği ve ce- DP ile bütün bağlarını koparmıştır.
sareti Bayar’ı etkiledi. DP’ye katılan Bölükbaşı, par- Bölükbaşı, aynen kendisi gibi ya DP’den ayrılan
tinin müfettişi olmuştu. Orta Anadolu’yu durmadan veya tasfiye edilen arkadaşları ile birlikte dönemin
geziyor, o zamana kadar alışılmamış sert bir üslupla, üçüncü büyük siyasal partisi olan Millet Partisi(MP)’ni
yıllar yılı tek parti baskısı altında yaşayan insanla- kurmuştur (1948). CHP ile DP’nin program ve siya-
rın küllenmiş cesaretlerini ateşliyordu. Anadolu’nun sal ideoloji bakımlarından birbirlerinden çok da
birçok yerinde konuşmalar yapıyor, teşkilatı ayağa önemli bir farkları olmaması karşısında, MP siya-
kaldırıyordu. Pek az siyaset adamına nasip olmuş bir si doktrin ve ideolojik bakımlardan bu iki partiden
hızla, ünü bütün memlekete yayıldı. Anadolu insanı

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 91


farklı bir özellik taşımakta ve siyasal ve iktisadi olacak, efendi bir olacak, o da millet olacak.”
konularda liberal, toplumsal ve kültürel alanlarda
MP’nin etkili isimleri tarafından meydanlar doldu-
milliyetçi ve muhafazakâr bir görünüm arz etmek-
rulup taşsa da, MP yurt genelinde örgütünü tam ola-
tedir.
rak kuramadan, ancak 22 ilde örgütlenerek seçim-
İnönü’ye Suikast İddiası lere girmiş, yüzde 3.03 oy oranında oy alabilmiştir.
Bir tek Kırşehir’den Bölükbaşı milletvekili seçilmiş,
Denizli milletvekili Reşat Aydınlı, arkadaşlarından
Kırşehir’de seçmenlerin yaklaşık üçte birinin oyu-
Sadık Aldoğan, Osman Bölükbaşı ve Fuat Arna’nın
nu almıştır. İlginçtir ki, DP Başkanı Bayar, saatte bir
Celal Bayar ve İsmet İnönü’ye suikast düzenleyecek-
Kırşehir’i arayarak Bölükbaşı’nın kazanıp kazanama-
lerini hükümete ihbar etmiştir. Olaya el koyan Cumhu-
dığını sormuştur. Kırşehir’den diğer milletvekilliklerini
riyet Savcılığı hemen soruşturmaya başlayarak söz
DP kazanmış, ancak en çok oyu Bölükbaşı almıştır.
konusu isimlerin evlerinde arama yapmış, Bölükbaşı
ile Arna tutuklanmıştır. Daha sonra iddianın asılsız Bölükbaşı’nın mensubu olduğu MP, kendi içinde
olduğu ortaya çıkmış ve bu kez, iddiayı ortaya atan yaşanan “inkılapçı-muhafazakar” şeklindeki bölün-
Denizli MP milletvekili Reşat Aydınlı tutuklanmıştır. meden sonra, 27 Ocak 1954 tarihinde de dini siyase-
te alet ettiği gerekçesiyle temelli olarak kapatılmıştır.
Osman Bölükbaşı’nın tutuklandığı gün de evi
MP kapatıldıktan sonra, Bölükbaşı ve arkadaşları 9
saatlerce aranmıştır. Polisler kendisini götürürken
Şubat 1954’te Cumhuriyetçi Millet Partisi’ni (CMP)
Bölükbaşı 21 günlük oğluna bakarak “oğlum Deniz
kurmuştur.
baban gidiyor, belki geri gelmez. Bu memleketin pis-
liğini az su temizlemez diye adını Deniz koymuştum. 1954 Genel Seçimlerinde CMP, Türkiye genelin-
Şayet gelmezsem bu pisliği sen temizle oğlum” di- de 427.024 oy ve 4. 69 yüzde ile sadece Kırşehir’den
yordu. tam liste halinde 5 milletvekili (Osman Bölükbaşı,
Ahmet Bilgin, Osman Alişiroğlu, Mehmet Mahmu-
Bölükbaşı ve Arna emniyetteki ifadelerinde bu
toğlu ve Tahir Taşer) çıkarabilmiş ve Meclis’te bir
iddianın bir iftira, bir tertip olduğunu söylediler. So-
grup oluşturmayı başarmıştır. Kurulduğundan beri,
nuçta delil yetersizliğinden 21 Kasım1949’da tahliye
başından çok önemli olaylar geçmiş, irtica ve inkılap
edildiler. Bölükbaşı ve Arna cezaevinden çıktıktan
düşmanlığı iddiaları ile kapatılmış bir partinin devamı
sonra otomobille Sıhhiye meydanından geçerken
olan CMP için bu büyük bir başarıdır.
orada yürümekte olan Celal Bayar’a rastlamışlardı.
Arna’nın cesur ve açık suçlamalarından sonra Bölük- Diğer taraftan, yüzde 58’i ile Meclis’te 500’den
başı Bayar’a hitaben şu sözleri söylemiştir. “İnönü’yü fazla milletvekiline sahip olan Menderes Hükümeti,
öldürmek lazımdır diye Erzurum’dan vaktiyle gelen halkın desteğini de arkasına almanın verdiği iktidar
mektubu hasıraltı etmiştin. Şimdi bize tuzak kurmak sarhoşluğu ile hareket etmeye başlayarak seçim,
için girişilen bu teşebbüste artist rolü alarak Kazım üniversiteler, basın, ceza ve temel hak ve özgür-
Özalp’a “Belki muhafaza tedbirleri alırlar. İnönü’ye lükleri ilgilendiren kanunlarda değişiklikler yaparak,
bildiriniz” demek suretiyle hem İnönü’ye kur yapıyor- baskının yasal yollarla arttırılması ve Bölükbaşı’na
sun, hem bizleri, yani muvazaasız muhalefeti vurmak yönelik olmak üzere Kırşehir’in ilçe haline getirilmesi
istiyorsun. Hem de kendini suikastlara maruz olan gibi antidemokratik uygulamalara gitmiştir.
büyük bir devlet adamı gibi göstermek fırsatını kaza-
Kırşehir’in ilçe yapılması ve Nevşehir adında bir
nıyorsun. Bütün hakikatleri ifşa edeceğim.
ilin kurulması hakkındaki kanun tasarısı ile ilgili olarak
MP ve Kırşehir CMP grubu adına söz alan Bölükbaşı, İmparatorluk
devrinde sancak merkezi ve Cumhuriyetten bu yana
MP, 1950 seçimleri öncesi Kırşehir’de Bölükbaşı
da vilayet olan Kırşehir’in, hissi ve siyasi nedenlerle
sayesinde büyük bir gelişme göstermiştir. Kırşehir DP
ortadan kaldırılmak istendiğini ileri sürmüş, hüküme-
örgütü, MP’nin Kırşehir’deki gelişmesini durdurmak
tin tam olarak gerçek niyetini ortaya koymadığını, ge-
için Bayar’ı Kırşehir’e davet etmişlerdir. Ancak Ba-
rekçede öne sürülen hususun da hükümetin önceki
yar beklenen ilgiyi görmemiş ve erkenden Kırşehir’i
uygulamaları ile çatıştığını dile getirmiştir.
terk etmiştir. Ayrıca partisinin Cebeci mitinginde on
binden fazla bir kalabalığa konuşan Bölükbaşı şöyle Bölükbaşı’nın ardından kürsüye gelen Mende-
demiştir: res ile Bölükbaşı arasında karşılıklı sözlü sataşma-
lar olmuş, Menderes, Kırşehir’le ilgili siyasi bir karar
“Bu memlekette sağır bir zihniyet hâkimdir. Bu
verdiklerini itiraf edecek cümleler kurmuştur. Konuş-
tek parti zihniyetidir. Kulaklarını alkışa açar, milletin
masının sonunda artık iyice açık konuşan Menderes,
şikâyetine kapar. Bu zihniyetin sırtı yere gelmedikçe,
Kırşehir halkının milletvekilleri tarafından idlal edildi-
milletin yüzü gülmeyecektir. Bu zihniyeti atacağınız
ğini (yoldan çıkarıldığını) bu durumda siyasi tedbir
güllerle değil, vereceğiniz reylerle yıkacaksınız. Bu
almalarının bir zorunluluk haline geldiğini öne süre-
tahakkuk edince; Sesimiz gür olacak, vicdanlar hür
rek, bir nevi itirafta bulunmuştur. Meclis’te bu kadar

92 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


siyasi kararlıkla konuşan Menderes, 27 Mayıs 1960
İhtilali’nin ardından yapılan Yassıada Mahkemeleri’nin
duruşmasında Kırşehir’in ilçe haline getirilme kararı-
nı, “fahiş hata” olarak nitelendirecektir.
DP iktidarı, kamuoyu önünde Kırşehir’in ilçe ya-
pılması ile yıpranan itibarını tekrar kazanmak ama-
cıyla, Kırşehir’i yeniden il statüsüne kavuşturarak
seçime gitme kararı almıştır. İlgili tasarının Meclis’te
görüşülmesi sırasında aleyhte konuşacağını söyle-
yen Bölükbaşı’ya söz verilmiştir. İşte, Bölükbaşı’nın
Alparslan TÜRKEŞ, Osman BÖLÜKBAŞI
dokunulmazlığının kaldırılarak tutuklanması, bu ko-
nuşmasıyla başlayan ve Meclis koridorlarında devam 70 civarında olan milletvekili sayısını toplam 186’ya
eden olaylar yüzünden meydana gelecektir. kadar yükseltmiş olmasıydı.
“…Bu işin iç yüzünü, bugün muhalefet saflarında Seçimlerden önce tutuklanan Bölükbaşı oyunu
bulunan bazı arkadaşlar da çok iyi bilmektedirler… cezaevinde kullanmış, tekrar seçilmesi ile dokunul-
2 Mayıs [1954] seçimlerinden birkaç gün sonra, mazlığını tekrar kazanıp kazanmadığı tartışılmaya
kendisinden Kırşehir’in ilçe haline getirilmesi için bir başlanmıştır. 30 Kasım 1957’de serbest bırakılmış,
kanun teklifinde bulunması istenilen arkadaşımız, ardından yemin ederek meclis faaliyetlerine katıl-
şimdi muhalefet saflarındadır. Bu arkadaş Fevzi Lütfi mıştır. Hapisten çıkarken kendisine geçmiş olsun
Karaosmanoğlu’dur. Ona bu teklifi yapan zat kimdir? demeye gelen İsmet Paşa tarafından sırtı sıvaz-
Rejimi bu hale getiren zat kimdir? Maalesef rejimin lanarak “Çocuğunun doğumunu bile göremedin”
baş müdafii olması icabeden Cumhurbaşkanı Celal sözlerine muhatap olunca “Ben sizin zamanınız-
Bayar’dır.” da doğan çocuğumun doğumu sırasında da ha-
pisteydim” cevabını vermiştir.
Bölükbaşı’nın bu sözleri, şiddetli protestolar
ve sıra kapakları gürültüleri ile kesilmiş ve Başkan 1957 seçimlerinden sonra Beşinci Menderes
Cumhurbaşkanı’ndan bu şekilde bahsedilemeyece- Hükümeti’nin muhalefet üzerindeki baskısı sertle-
ğini söylemiştir. Gürültüler arasında Bölükbaşı, “Ede- şince muhalefet partileri birbirine yaklaşmıştır. İş-
riz, ederiz, Bu gibi tertipleri yapanlardan bahsederiz. birliği çabaları kapsamında; Hürriyet Partisinin CHP
Bu memlekette herkesin maskesinin düşüreceğiz. Bu ile yakınlaşması sonucu CMP ve TKP temaslarda
ikinci cinayetinize (1949’da İnönü ve Bayar’a suikast bulunarak, iki partinin birleşmesi amacıyla ortak bir
yapacağı iddiasıyla tutuklanmasına işaret ediyor) tebliğ yayımlamışlardır. Bu doğrultuda Cumhuriyetçi
rağmen, bu kanun tasarısının lehinde oy vereceğiz” Millet Partisinin adı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi
demiştir. Hava çok gergin bir durum almıştır. olmuştur.
Bölükbaşı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk CMP Büyük Kongresi, çok tartışmalı geçmiş,
defa Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmadan Bölükbaşı’na karşı bir grubun varlığı ortaya çıkmıştır.
dolayı iktidar zoru altında bulunan hâkimlerin Tartışmalar ve eleştirilerin ardından yapılan seçim-
kararıyla, parlamentodan alınıp hapse atılmıştır. lerde Bölükbaşı, 602 oydan 517’sini alarak başkan
Dokunulmazlığı kaldırılan Bölükbaşı hakkındaki seçilmiştir. CKMP içerisindeki muhalif hareket, za-
karar, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe man zaman sesini çıkarmaya çalışmasına rağmen,
girmiş ve 2 Temmuz’da sorgusu yapılan Bölük- 1961yılında ikinci defa Millet Partisinin kurulmasına
başı, Ankara Merkez Cezaevi’ne götürülmüştür. kadar başarılı olamamışlardır.
Bölükbaşı cezaevinde iken, 27 Ekim 1957 tari- İktidar ile muhalefet arasındaki hava iyice gerilin-
hinde genel seçimler yapılmış ve 1957 seçimlerinde ce, Bölükbaşı DP ile CHP arasındaki gerginliği gider-
cezaevinde bulunan Bölükbaşı için seçim bölgesi mek için bir anlamda arabuluculuk rolünü üstlenmeyi
Kırşehir’de, yoğun bir siyasal faaliyet yaşanmıştır. kararlaştırmıştır. CKMP Genel İdare Kurulu’nun bu
Kırşehir’den aday olan Bölükbaşı, oylarını kullanan konuda her iki partiyi itidale davet etmek hususun-
toplam 60.923 seçmenden, 40.041 seçmenin oyunu da verdiği yetkiye dayanarak Bölükbaşı, 17mayıs –
almıştır. 2haziran tarihleri arasında Başbakan Menderes’le bir
kere, İsmet İnönü’yle de üç kere görüşmüştür. Os-
27 Mayıs’a Doğru Adım Adım
man Bölükbaşı’nın ülkeyi kardeş kavgasına sürük-
1957 seçimleri sonrası siyasi ortam Türk siyasi leme potansiyeline sahip bu gerginliği yumuşatmak
hayatında görülmedik ölçüde hareketlenmiştir. Bunun için sarf ettiği çabalar arzulanan sonucu vermemiştir.
en önemli nedeni iktidarın güç kaybetmesi yüzünden DP, bu arada CKMP’nin içine el atmış, partide çözül-
hırçınlaşması muhalefetinde güçlenerek daha önce me olması için sistemli bir gayret içine girmiştir.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 93


Osman Bölükbaşı’nın Davası temyiz safhasın- tarafından dur denilmesi gerektiği belirtiliyordu.
da iken, Mayıs 1959’da, Başbakan Menderes’in
25 Mayıs’ta meclisin tekrar bir ay süreyle tatile
aracı olarak görevlendirdiği DP’li Orhan Akça,
girmesi gündeme gelince, Bölükbaşı kürsüye gele-
Bölükbaşı’nın evine gelir. Ziyaret sebebi Menderes’in
rek; iki gün önce açılan meclisin tekrar tatile girmesini
özel bir mesajıdır. Mesaj şudur: “Bölükbaşı CHP’ye
gerektirecek makul sebeplerin açıklanmasını isledi,
karşı bizimle işbirliği yaparsa, ülke bundan büyük ya-
Bölükbaşı sözlerini şöyle tamamladı: “Bu memleket-
rar görür. CHP’yi birlikte bertaraf edelim. Kapatalım.
te gece uykularınızı kaçıran hadiseler bir gün vuku
Karşımızda 150 milletvekiliyle siz kalın. Demokratik
bulursa bunun mesulleri sizler olacaksınız. Zulmü-
rejim için noksan olan ne varsa zamanla yaparız. Biz
nüz olmazsa ayaklanma olmaz.”
eski dava arkadaşıyız. Kırılganlıkları unutalım, yeni-
den birlikte hareket edelim.” Yapılan oylamanın ardından meclis tekrar tatile
girmiş ve bilinen gelişmelerin sonucu 27 Mayıs dar-
Osman Bölükbaşı’nın cevabı şöyle olmuş-
besi ile 14 Mayıs1950’de başlayan, DP’nin iktidar dö-
tur: “Bu teklifi bana yapılmamış sayıyorum.
nemi fiilen sona ermiştir.
Menderes’e selam söyleyin, biz bu memlekette
hiçbir hizmet etmesek bile, bir hizmeti yapacağız. Bölükbaşı 27 Mayıs darbesini meşru bir ihtilal
Hiç olmazsa sözüne ve sebatına sonuna kadar olarak değerlendirmiştir. 27 Mayıs sonrası siyasetin
güvenilir siyaset adamlarının bu milletin bağrın- iki parti arasında şekilleneceğini ummaktadır. Ken-
dan çıktığını, bu milletin vicdanında istikbalinin di partisi CKMP’nin, DP’nin yani CHP dışında kalan
bir teminatı olarak yaşatacağız ve buna kararlı- güçlerin partisi olacağını düşünmektedir. Darbeden
yız.” Bölükbaşı, olağandışı garip bir şey olacağı- sonra askerlerin CHP ve lideri İnönü ile kurdukları
nı hissederek bu konuşmayı teyple tesbit etmiş, ilişkiden rahatsız olmuştur. Bölükbaşı 27 Mayıs ve
ancak, Yassıada Mahkemesi’nin talebine rağmen 1961 Anayasası ile oturtulmaya çalışılan yeni düzeni
bunu mahkemeye vermemiştir. savunmaktadır. Bir yandan 27 Mayıs darbesini meş-
ru görmüş ve yeni rejimi savunmuş öte yandan as-
Meclisin manevi şahsiyetine hakaret suçundan
kerlerin kurduğu hükümete üye vermek istememek,
Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan dava
liderler toplantısına katılmamak, CHP ile ilişki kuran
7 Kasım 1959 tarihinde sonuçlanmış ve Osman Bö-
askeri yönetimi tarafsız olmamakla suçlamak gibi si-
lükbaşı 10 ay ağır hapis ve 4 ay süreyle İstanbul’da
yasi manevralarla özellikle DP’li seçmen nezdinde
mecburi oturma ve nezaret altında bulundurma ce-
“27 Mayısçı” olarak algılanmamaya dikkat etmiştir.
zasına çarptırılmıştır. Bu karardan birkaç gün önce,
1 Kasım 1959’da Kırşehir’e gitmekte olan Osman Seçimlere 8 ay kala CHP dışındaki partiler se-
Bölükbaşı bir kaza geçirmiş, arabası Bala’dan üç ki- natör Hayri Ürgüplü Başbakanlığında bir koalisyon
lometre ileride devrilerek birkaç takla atmıştır. Başın- üzerinde anlaşmışlar, Demirel’in dışarıdan Başbakan
dan yaralanan ve kaburga kemikleri ezilen Bölükbaşı yardımcısı olması kararlaştırılmıştır. 20 Şubat I965’te
Ankara’ya getirilmiştir. Bu kaza nedeniyle karar du- kurulan yeni hükümette AP 10, YTP, CKMP ve MP’de
ruşmasına başı sarılı olarak katılan Bölükbaşı şun- 4’er bakanlık alacaklardı. Bölükbaşı bu ortaklık ile ilk
ları söylemiştir: “Mahkûm oldum, fakat bütün tehdit defa -kendisi görev almasa da- bir hükümette yer al-
ve gayretlere rağmen teslim olmadım. Bu hakikat mıştır. Yaklaşık 8 ay süren bu hükümet döneminde
milletin hafıza ve vicdanında ebediyen yaşayacaktır. partisinin de dâhil olmasına rağmen Bölükbaşı hü-
Şahane kinler belki böylece tatmin olacaktır. Ancak, kümeti eleştirmekten geri kalmamıştır. Bu eleştirilerin
rütbeler ölür şerefler yaşar. Bayraktar belki ölür, fa- büyük çoğunluğunu TRT oluşturuyordu. Bölükbaşı,
kat bayrak asla yere düşmez. Bu memlekette şerefli 1965 yılında “TRT’nin partizanca yayın yaptığı” iddia-
omuzlar tükenmemiştir. Ne gam, din şehit ister. Bu ları konusunda Meclis araştırması açılması önergesi-
davanın bence temyizi ilahi adaletin mahkemesinde nin ön görüşmesinde, iki oturumda 5 saat konuşarak
yapılacaktır.” Bu karardan 27 hafta sonra gerçekle- bir rekor kırmıştır.
şen 27 Mayıs 1960 İhtilali sonrasında, davanın ilk
Bölükbaşı, 1965 seçimlerinde yeniden Ankara
muhasebesi yapılmış ve mahkûmiyet kararı yok sa-
milletvekili seçilmiştir. Bu seçimlerde Millet Partisi,
yılmıştır.
Orta Anadolu’da yüzde 20’nin Kırşehir’de ise yüzde
DP’nin Mecliste Tahkikat Komisyonunun kurul- 50’nin üzerinde oy toplamıştır.
ması ile ilgili uygulaması, gerginliği son noktaya ge-
Cemal Gürselin sağlık durumu nedeniyle görevi-
tirmiş, konu işle ilgili olarak İnönü o meşhur “Artık sizi
ne devam edemeyeceğinin anlaşılmasının ardından
ben bile kurtaramam” cümlesini sarf etmiştir.
yeni Cumhurbaşkanının seçilmesi gündeme gelmiş,
23 Mayıs’ta Osman Bölükbaşı ile Avni Doğan, Partiler, Cevdet Sunay’ı seçme konusunda anlaş-
hükümet hakkında meclis soruşturması açılmasını mıştır. Ancak Bölükbaşı, Gürsel’e gösterdiği diren-
istediler. Önergede; meydana gelen olaylara TBMM ci bu defa da Sunay’a gösterirken eleştirilerini; “Bu

94 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


memlekette Cumhurbaşkanı olmak için Harp Okulu zünden Türk Milletini yok edebilecek bir duruma rıza
mezunu olmak gerekir” diyerek özetlemiştir. göstermiş olur. Türkiye’yi otuz iki milyonluk bir mezar
haline getirebilecek bir tehlike kaynağı olduğunu yıl-
Bölükbaşı 27 Mayıs sonrası milliyetçi-
lardan beri belirttiğimiz Türkiye’deki Amerikan askeri
muhafazakâr çizgiyi anti - komünist söylem üzerin-
üslerinin durumunu düzeltecek bir anlaşmayı bütün
den kurmaya çaba göstermiş ve partinin yeni siyasal
uyarılarımıza rağmen hükümetin bu güne kadar yap-
kimliği olarak anti-komünizmi ön plana çıkarmaya
mamış olmasını, büyük bir üzüntü ile karşıladığımızı
başlamıştır. Bölükbaşı 27 Mayıs sonrası komünizmle
belirtmek isteriz. Kıbrıs davası gibi Amerikan üsleri
mücadele konusunda muhalefet konumunu kulla-
davasını da halledemeyen hükümete, bir kere daha
narak hükümetleri komünizmle mücadelede yeterli
sorumluluğunu hatırlatır ve kendisini göreve davet
tedbirleri almamakla suçlamıştır. Bölükbaşı, milliyetçi
ederiz.”
görüşü çerçevesinde dış politika konusunda hassas
olup hükümeti çok sert bir şekilde eleştirmiştir. Kıbrıs Aramızdan Ayrılışı
meselesine verdiği önem çerçevesinde Başbakan
Bölükbaşı siyasetten çekildikten sonra siyasî ha-
Demirel’in 9-10 Eylül tarihlerinde Yunanistan Baş-
yatındaki yoğunluğun aksine sessiz bir dönem geçir-
bakanı ile yaptığı görüşmeler hakkında görüş ve en-
miştir. Bu dönem içerisinde eski partisinden ve Adalet
dişelerini bir mektupla Demirel’e bildirmiştir, Enosis
Partisinden teklifler gelmesine rağmen aktif politikaya
meselesinde Yunanistan’ı eleştiren Bölükbaşı, Kıbrıs
geri dönmemiştir. Ancak bu dönemde sağın iki lideri,
facialarının gerçek sorumlusunun Yunanistan oldu-
Alparslan Türkeş ve Süleyman Demirel ile yakın iliş-
ğunu belirterek şöyle diyordu: “Bu devlet kurulduğu
ki içerisinde olmuştur. Osman Bölükbaşı, Türk siyasi
günden beri Türkiye aleyhine sinsi bir genişleme
hayatında, renkli bir siyasi şahsiyetti. 1946 yılında
politikası takip etmiş ve maalesef çok zaman başarı
35yaşında Demokrat Parti saflarında atıldığı siya-
da sağlamıştır. Yunanistan, Türk toprakları üzerinde
sette 28 yıl kalmıştır. 1950, 1954, 1957 seçimlerinde
Bizans İmparatorluğu’nu ihya etmek ve Ayasofya’ya
Kırşehir milletvekili, 1961 yılında kurucu meclis üye-
çan takmak hayalinden vazgeçmiş değildir. Gençleri-
si, 1961, 1965, 1969 seçimlerinde Ankara milletvekili
ni bu hayal ile yetiştirmekte ve topraklarımızda gözü
olmak üzere TBMM’de 23 yıl geçirmiştir. Demokrat
olduğunu her vesile ile tekrar etmektedir. Bu düşman-
Parti müfettişliğinden ayrıldıktan sonra, üç siyasi
lığın en son tezahürü Ege sahillerimize yakın olan ve
partinin(1948’de MP, 1954’te CMP, 1962’de MP) ku-
Lozan Antlaşması’yla askerlikten tecrit edilmiş bulu-
rucusu olmuş ve üç siyasi partinin(CMP, CKMP, MP)
nan Yunan adalarına bir gün Türkiye aleyhine kulla-
genel başkanlığını yapmıştır.
nılmak üzere jet üsleri inşa etmeye başlamasıdır...
Siyasi hayatı boyunca 1946, 1949,1957 yıllarında
Türkiye, anlaşmaların kendisine verdiği hakkı kul-
altı kez tutuklanarak hapse girmiş, yaptığı konuşma-
lanarak bir gün Kıbrıs’a askeri müdahale de bulunmak
lardan dolayı,1953’te 1 defa,1956’da 3 defa,1957’de
zorunda kaldığı veya haklı bir sebeple Yunanistan’la
2 defa ve 1961’de 1 defa olmak üzere 7 defa doku-
çatıştığı takdirde sahillerimizin burnu dibinde kurulan
nulmazlığının kaldırılması amacıyla hakkında soruş-
Yunan jet üslerinden kalkacak uçaklar İzmir, İstanbul,
turma açılmış, bu soruşturmalardan birinde 1957’de
Ankara gibi Türk şehirlerini kolaylıkla bombardıman
dokunulmazlığı kaldırılmış ve mahkûm olmuştur.
edebileceklerdir. Hükümetimiz bu hainane ve gayri
meşru hazırlıkları derhal durdurmak için harekete Osman Bölükbaşı’nın asıl üstünlüğü, ahlak anla-
geçmediği takdirde bir gün İsrail hava taarruzuna yışındadır. Bütün siyasi yaşamında, siyasi ikbal uğru-
uğrayan Araplar durumuna benzer bir duruma düş- na ilkelerinden taviz vermemiştir. Osman Bölükbaşı,
memizden haklı olarak korkulur. Anlaşmaları devamlı çeyrek yüzyıl süren siyasi mücadelesinde Türkiye’de
olarak çiğneyen Yunanistan’la olan bütün meseleleri demokrasi bilincinin aşılanması ve yerleşmesinde ve
Lozan Antlaşması’ndan evvelki hale irca ederek ye- demokratik devlet nizamı fikrinin gelişmesinde etki-
niden ele almalıyız…” li olmuştur. Bu özelliği ile Bölükbaşı, Türkiye’de çok
partili hayata geçiş süresince muhalefet olgusunun
NATO ve Türkiye’deki Amerikan üsleri hakkında
yerleşmesinde önemli bir görev üstlenmiştir.
görüşleri ise şöyle idi:
2001 yılı sonlarına doğru Bölükbaşı’nın sağ-
“Millet Partisi Türkiye’nin NATO içindeki duru-
lık durumu kötüleşmiş ve son iki ayını İbn-i Sina
munun, Amerika ile olan münasebetlerinin kendi
Hastanesi’nde geçirmiştir. Osman Bölükbaşı yoğun
güvenliğinin ve milli menfaatlerinin emrettiği istika-
tedavilere rağmen 6 Şubat 2002’de hayatını kaybet-
mette düzeltilmesi yollarının süratle bulunması fikrin-
miştir. Vefat ettiğinde 89 yaşındaydı.
dedir. Bilhassa Türkiye’yi bölgesel nükleer bir harp
felaketine sürükleyebilecek şartlar mutlaka ortadan Kendisini hasret, hürmet ve muhabbetle yâd edi-
kaldırılmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde Türkiye ken- yoruz. Mekânı cennet olsun…
di güvenliğini sağlamak için girdiği NATO ittifakı ve ______________________________________________
toprakları üzerinde askeri üsler verdiği Amerika yü- * Dr.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 95


TURGUT ÖZAL’IN HAYATI, ŞAHSİYETİ,
TEMEL MESELELERİMİZ KONUSUNDAKİ
GÖRÜŞLERİ VE HİZMETLERİ

İSMET BİNARK*

Hayatı kanlığı görevinde bulundu (MESS). 1979 yılı Aralık


ayında Başbakanlık Müsteşarlığı ve Devlet Planla-

T
urgut Özal, 13 Ekim 1927 tarihinde
ma Teşkilatı Müsteşar Vekilliğine tayin edilen Turgut
Malatya’da doğdu. Babası, bir devlet ban-
Özal, 12 Eylül sonrası kurulan hükümette, Ekono-
kasında çeşitli görevlerde bulunmuş Sıddık
mik İşlerden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak
Bey, annesi ise ilkokul öğretmeni Hafize Hanım’dır.
görev yaptı ve bu görevini 22 ay sürdürdü.
Babasının memuriyeti dolayısıyla ilk ve orta öğre-
nimini Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde tamamladı. 1983 yılı Mayıs ayında Anavatan Partisini ku-
İstanbul Teknik Üniversitesini bitirdi. ran Turgut Özal, bu partinin Genel Başkanı oldu.
Anavatan Partisi’nin 6 Kasım 1983 seçimlerinde
1950 yılında Ankara’da
büyük bir çoğunluk sağlaması
Elektrik İşleri Etüd İdaresinde
üzerine, Cumhurbaşkanı Ke-
çalışmaya başladı, iki yıl sonra
nan Evren tarafından 13 Aralık
Amerika Birleşik Devletleri’ne
1983 tarihinde Anavatan Partisi
giderek orada elektrik enerji-
Genel Başkanı olarak 45’inci
si ve mühendislik ekonomisi
Cumhuriyet Hükümeti’ni kur-
konularında çalışmalar yaptı.
makla görevlendirildi. 25 Aralık
1958-1959 yıllarında dönemin
1983’de hükümetini kurdu.
hükümeti tarafından kurulan
Planlama Komisyonu’nun 1982 Anayasası ile eski
sekretaryasını yürüttü. 1960 politikacılara getirilen siyaset
yılı başında yedek subay ola- yasağının kaldırılmasına iliş-
rak askere gitti. Milli Savunma kin Anayasa referandumunun
Bakanlığı ARGE Teşkilatı’nda sonuçlarının açıklandığı gün,
çalıştı. Yedek subaylığının geri kalan kısmını Dev- Meclis’te erken seçim kararı aldıran Özal, 29 Ka-
let Planlama Teşkilatı’nda tamamladı. 1967 yılında sım 1987 erken genel seçimlerinde yüzde 36 oy ve
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığına getirilen 292 milletvekili ile iktidarını sürdürdü. Turgut Özal,
Turgut Özal, bu arada Para Kredi Kurulu Başkan- ikinci hükümetini 21 Aralık 1987’de açıkladı. İktidarı
lığı, Ekonomik Koordinasyon Kurulu, AET ve RCD süresince iki genel seçim, iki mahalli seçim ve iki
Kurulu Başkanlığı yaptı. referandum yaşayan Turgut Özal, Kenan Evren’in
görev süresinin sona ermesi üzerine, aday olduğu
1971’de Planlama Teşkilatı’ndaki görevinden
Cumhurbaşkanlığı’na ANAP’lı 262 milletvekilinin oyu
ayrılarak Dünya Bankası’nda çalıştı. Bir süre sonra
ile 31 Ekim 1989 tarihinde seçildi. Böylece Türkiye
Türkiye’ye döndü. Özel teşebbüste yöneticilik yaptı,
Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı oldu. Bu görevi-
ayrıca bir işveren sendikasında yönetim kurulu baş-
ni 3,5 yıl sürdüren Turgut Özal, 17 Nisan 1993 günü

96 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


geçirdiği bir kalp rahatsızlığı sonucu Ankara’da ve- yorsak, ekonomik meselelere onun kadar ağırlık
fat etti. Ankara’da tertiplenen devlet töreninden son- vereceğiz. Ekonomikman güçlü olduğumuz oranda
ra İstanbul’daki anıtmezarına defnedildi. sosyal meselelerimizi çözme imkânımız vardır.
Şahsiyeti ….............
Olağanüstü bir zekâya ve tükenmek bilmeyen -Türkiye’de demagoji yapan politikacı değil,
bir çalışma azmine sahipti. Tahsil hayatı parlak ba- ama hesabını kitabını bilen politikacı daha fazla
şarılar ile dolu idi. Meslek hayatında ise gerek yurt kazanacaktır. Buna hakikaten inanıyorum... Çünkü
içinde ve gerekse yurt dışında kazanılmış bir bilgi Türkiye’nin de geleceği buradadır…
ve deneyim birikimine sahipti. Davranışlarına yap-
(Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı sıfatı ile
macıksız bir tevazu ve hoşgörü hâkimdi. Kararlı bir
7 Ocak 1982 tarihinde Danışma Meclisi’nde yapmış
kişiliği vardı. Üzerine aldığı görevlerde ciddi bir so-
olduğu konuşmadan.)
rumluluk ile hareket eder, netice alıncaya kadar fikrî
tâkibini sürdürürdü. İmkânlar arasında gerçekleşti- Milliyetçilik, Muhafazakârlık ve Sosyal
rilebilecek en iyi ve en doğru alternatifleri seçmeye Adaletçilik
özel itina gösterirdi.
“Yüce Meclisin Sayın Üyeleri,
Neşeli ve şakacı bir tabiata sahipti. İnançlı bir in-
Hükümetimizin millet ve devlet varlığında önemli
sandı. Bir derviş gönlüne ve ruhuna sahipti. Turgut
temel görüşlerini ve ilkelerini sizlere şu şekilde özet-
Özal, 6 Kasım 1983 tarihinde başlayan devam eden
lemek istiyorum.
siyasi hayatı boyunca, Türkiye’yi içine kapalı ve ka-
buğuna hapsolmuş bir durumdan alarak dünyaya Hükümetimiz milliyetçi ve muhafazakâr, sosyal
açılan, dünyadaki siyasî, ekonomik ve teknolojik adaletçi, rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisi-
değişimleri ve gelişmeleri doğru okuyarak, yüksek ni esas alan bir hükümettir.
bir dinamizme açan, çağ atlatan temel reformları Milliyetçilik anlayışımız, Anayasamızda ifadesini
gerçekleştiren bir siyaset ve devlet adamıdır. Ba- bulan, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğü-
şarısının arkasında yatan en önemli unsur, siyaset nü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve Demok-
anlayışıdır. Turgut Özal, Türk siyaset tarihine “Çağı rasiyi koruyan bir muhtevaya sahiptir. Türk milletini,
doğru okuyan bir lider” olarak ismini yazdırmıştır. O Türk vatanını ve Türk insanını sevmeden, benim-
aynı zamanda halkı ile bütünleşmiş, milletinin müş- semeden, Türk Devleti’nin iyi idare edilebileceğine
tereklerini yine milleti ile paylaşmış bir devlet ada- inanmıyoruz. Atatürk’ün milliyetçilik konusundaki
mıdır. görüşlerine bağlı Türk milliyetçiliği anlayışımız, icra-
Temel Meselelerimiz Konusundaki atımızın temel düşüncesini teşkil edecektir.
Görüşleri Muhafazakârlık anlayışımız, millî, manevî ve
Güçlü Devlet ahlakî değerlerimize, kültürümüze, tarihimize, örf,
âdet ve geleneklerimize bağlığımızın bir ifadesidir…
“… Güçlü devlet, memurları çok olan devlet de-
Asla tutucu, mutaassıp ve yeniliklere kapalı değiliz.
ğildir. Güçlü devlet harcamaları çok; fakat iki yakası
Aksine, ilerlemeye açık, medenî, müreffeh, büyük
bir araya gelmeyen devlet değildir. Güçlü devlet,
ve kudretli bir Türkiye, en büyük bir Türkiye, en bü-
memurları az; fakat kabiliyetli ve seçkin kimseler-
yük idealimizdir.
den müteşekkil bir devlettir. Güçlü devlet, harca-
maları hak ölçüler içinde, fakat hazinesi dolu olan ……………
devlettir. Asıl olan devletin zenginliği sonucu milletin Sosyal adaletçilik, sadece belirli ideolojilerin,
zenginliği değil, milletin zenginliği sonucu devletin peşin hükümlü, kalıplaşmış formüllerin inhisarında
zengin olmasıdır.” değildir. Sosyal adaletçilik, fukaranın yanında bu-
(Aydınlar Ocağı’nın 28-29 Nisan 1979 târihlerinde lunmak, lâfla olmaz. Bizim programımız, orta direk
Ankara’da tertiplemiş olduğu “Türkiye’nin Sosyo- dediğimiz, işçi, memur, esnaf çiftçi ve emekliye mü-
Kültürel ve Ekonomik Meseleleri” adlı ilmi seminer- şahhas, pratik ve gerçekçi çareler getiren sosyal
de, “Kalkınmada Yeni Görüşün Esasları“ başlıklı adaletçi bir programdır.
tebliğinden) Aziz milletimizin mukaddes addettiği değerler
Türkiye’nin Geleceği sosyal adaletçiliğe büyük önem vermektedir. Bizim
kıymet hükümlerimiz içinde, komşusu aç yatarken
“… Biz, sosyal meselelerimizi iyi çözmek isti-
tok uyumanın kötülüğü vardır. Kişinin kendi nefsi

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 97


için istediğini başkası için de istemesi şart koşul- Demokratik düşünce ve haklara karşı olan her
muştur. türlü rejimi ve tasarrufu reddederiz.

…………… Millete en iyi hizmet verilebilmesi, devlet idare-


sinde milletin en iyi şekilde temsil edilebilmesi, an-
İktisâdi gelişimin hızlandırılması, sosyal denge-
cak demokratik bir nizam ile mümkün olabilir.
ni iyileştirilmesi, fertlerin kabiliyet ve çalışmalarına
göre arzularının teşvik edilmesi, gruplar arasında- Cumhuriyet, devlet ve demokrasi anlayışımızı
ki gelir dağılımı farklılıklarının pratik ölçüler içinde mükemmel olarak ahenkleştiren bir idare şeklidir.
azaltılması, bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarının ……………
asgariye indirilmesi, fakirliğin kaldırılarak refahın
yaygınlaştırılması, iktisâdi gelişme politikamızın Toplumun maddî ve manevî olarak yükselme-
esaslarını teşkil eder. “ sinde ve yüceltilmesinde temel unsur insandır. Her-
kesin, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez,
(TBMM’de 19 Aralık 1983 tarihinde okunan Hü- vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu
kümet Programı’ndan.) inancındayız.
Devlet ve Millet Bütünleşmesi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ifade-
“Devlet millet için vardır. Devletin millet ile bü- sini bulan bu hak ve hürriyetlerin sağlanması ve te-
tünleşmesi esastır. Devlet, hiçbir zaman vatandaşın minat altına alınması için hukuka bağlı ve hukukun
karşısında veya vatandaşın rakibi değildir. Devlet, üstünlüğünü esas alan devlet nizamını temel şart
vatandaşın yardımcısıdır. “ görürüz.

(TBMM’de 19 Aralık 1983 tarihinde okunan Hü- Herkes Anayasamızın teminatı altında vicdan,
kümet Programı’ndan. ) dini inanç ve ibadet hürriyetine sahiptir. Maddî ve
manevî gelişmeyi birlikte sağlamanın zaruretine
Huzur ve Güven inanıyoruz.
“Ülkede huzur ve güvenin temini, vatandaşın …………………
can ve mal emniyetinin sağlanması, devletin ilk aslî
görevidir. Bu görev yerine getirilmeden devletin var- Laikliği, manevî değerlerin korunmasında, vic-
dan, dini inanç ve ibâdet hürriyetinin uygulanmasın-
lığından bahsedilemez. Huzur ve güvenin sağlam
da ve dinî kültürün geliştirilmesinde kısıtlayıcı unsur
ve kalıcı temellere oturtulması, siyasî, iktisadî ve
olarak anlamıyoruz.”
sosyal politikaların bir bütünlük içinde uygulanması-
na, birbiriyle ahenkli ve dengeli yürütülmesine bağ- (TBMM’de 19 Aralık 1983 tarihinde okunan
lıdır. Huzur ve güvenin bedeli demokratik nizamdan, Hükûmet Programı’ndan.)
insan hak ve hürriyetlerinden vazgeçmek değildir. “
Manevî Kalkınma
(TBMM’de 19 Aralık 1983 târihinde okunan Hü-
“ Ekonomik kalkınmanın muharrik gücü manevî
kümet Programı’ndan.)
kalkınma ile artar.
Hürriyetçi Demokratik Nizam
…………………
“Hürriyetçi demokratik nizama gönülden bağlı-
İslâm ahlâkı ve bunu veren İslâm terbiyesinin
yız. Millet hâkimiyetinin tek esas olduğuna inanıyo- insanoğlunu yücelten bir ahlâk ve terbiye sistemi
ruz. olduğu, bu ahlâkı kendine düstur edinmiş milletle-
Demokratik nizam, insan hak ve hürriyetlerine rin tarihinde açık bir surette görüldüğü gibi, son 150
saygının en yüksek olduğu, insan hak ve hürriyetle- senede bu terbiye sisteminden uzaklaşarak ne hâle
rinin en iyi şekilde korunduğu rejimdir. geldiğimiz kendi tecrübelerimizle açık bir sûrette or-
tadadır.
Temel vasıfları adalet ve hukukun üstünlüğü
olan demokratik nizam, insan şeref ve haysiyetinin, Birbirlerini seven, sayan, dostluk ve kardeşli-
söz, düşünce, kanaat, din ve vicdan hürriyetinin en ği kendine düstur edinen, herkesin hakkına riayet
güvenilir teminatıdır. eden, etrafına daima iyiliği telkin eden, gördüğü
kötülüklerle gücü yettiği kadar mücadele eden ve
Demokratik nizamı, insan hak ve hürriyetlerini bütün bu hareketlerinde tek ölçüsü Hakk’ın rızası-
zedelemeye, tahrip etmeye, ortadan kaldırmaya nı temin etmek olan, netice itibari ile insanoğlunu
matuf her türlü hareketin karşısındayız. yaradılışının gayesine ulaştıran bir ahlâka sahip

98 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


fertlerden müteşekkil bir milletin aşamayacağı en- İlim adamlarımızın, din âlimlerimizin ve sanat-
gel yoktur. “ çılarımızın maddî ve manevî değerlerimizin korun-
masında ve geliştirilmesinde önemli hizmetler ifa
(Aydınlar Ocağı’nın tertiplediği ilmî seminerde
ettiklerine inanıyoruz.
yaptığı konuşmadan.)
(TBMM’de 19 Aralık 1983 tarihlerinde okunan
Ekonomik İstikrar
Hükûmet Programı’ndan.)
“Kalkınmanın ilk şartı belirli program ve hedefler
Ana Dil
çerçevesinde gayretle çalışmaktır. Ekonomik prog-
ramların başarısı, gösterilecek sabır ve fedakârlık “Türkçemizin yapısını ve güzelliğini zedeleyecek
yanında, çizilen yolda sapmalara gitmeden, prog- hareketlere izin verilmemesi, ana dilimizin tabii seyri
rama, dolayısıyla ekonomik gelişmeye istikrar ka- içinde gelişmesi gerektiği düşüncesindeyiz.”
zandırılmasına bağlıdır. Gelişmiş ülkelerin ancak bu
(TBMM’de 19 Aralık 1983 tarihinde okunan
şekilde başarıya ulaştıklarına ve ancak bu sayede
Hükûmet Programı’ndan.)
durumlarını koruyabildiklerine inanmalıyız.
Gençlik
İnsan gücü ve tabii kaynaklar yönünden her
türlü varlığa sahip Türkiye’nin yegâne ihtiyacı çok “Çocuklarımız ve gençlerimiz cemiyetimizin ge-
çalışmak, iyi bir idare ve iktisadî sistemin kurulması leceğinin teminatı ve en değerli varlıklarıdır. Sürat-
ve bunun tecrübeli, bilgili, kabiliyetli kadrolar elinde le kalkınan ve refah seviyesi yükselen Türkiye’mizi
işler hale getirilmesidir. “ millî, manevî ve kültürel değerleri mükemmel olarak
yetiştirilen ve eğitilen gençlerimize devretmek en
(TBMM’de 19 Aralık 1983 tarihinde okunan
önemli hedeflerimizden birisidir. “
Hükûmet Programı’ndan.)
(TBMM’de 19 Aralık 1983 tarihinde okunan
Millî Eğitim
Hükûmet Programı’ndan)
“Millî bütünlüğümüz tartışma konusu dahi yapıl-
Dış Politika
mamalıdır. Anarşi ve terörle, hiçbir noktaya varıla-
mayacağını acı ve çok pahalı tecrübelerle öğren- “Ülkemizin güvenliğinin en müessir bir şekilde
dik… Önemli olan, kendisini kontrol eden ölçülü ve korunması, bütün ülkelerle ve özellikle komşuları-
seviyeli bir nesil yetiştirebilmektir. Bunun için Millî mızla her sahadaki işbirliğinin geliştirilmesi, dünya
Eğitim sistemimizde kemiyet meselelerinin yanı barışının muhafazası, hükümetimizin dış politikası-
sıra, keyfiyet meselemizi de ele almalıyız. Gençli- nın temel hedefleridir.
ğimizi, düşman oyunlarına gelmeyecek kadar bil-
…………………
gili, sokakta hiçbir meselesinin çözülemeyeceğini
anlayacak kadar seviyeli, vatanın birlik ve bütün- Batı dünyasıyla mevcut bağlarımız ile Ortadoğu
lüğünün önemini kavrayacak kadar kültürlü, örf ve ve İslâm âlemiyle sürdürdüğümüz yakın ilişkileri dış
âdetlerimize saygılı, hepsinden önemlisi faydalıyı politikamızın tabii bir köprü teşkil eden coğrafî mev-
zararlıdan ayırt edecek kadar ölçülü, herkese karşı kii, öte yandan müşterek bir tarih ve kültür mirası,
sevgi ve şefkat besleyen medenî bir insan olarak Türkiye’nin İslâm âlemine büyük önem göstermesi-
yetiştirmeliyiz.” ni gerektirmektedir. Bu itibarla, bütün Arap ve İslâm
ülkeleriyle mütekabiliyet esasına dayanan iyi ilişkiler
(Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı sıfatı ile
geliştirmek ve verimli bir işbirliğini daha da arttırmak
2. Türkiye İktisat Kongresi’nde yapmış olduğu ko-
hususunda özel bir gayret sarf edilecektir. “
nuşmadan.)
(TBMM’de 19 Aralık 1983 tarihinde okunan
Millî Kültür
Hükûmet Programı’ndan.)
“Kültür ve sanat Milletlerin gelişmesinde başta
Milliyetçi Değerlere Bağlılık
gelen bir değerler manzumesidir. Millî bütünlüğü-
müzün her yönü ile araştırılmasına, işlenmesine, “… Milliyetçiyiz demekle milliyetçi olunmaz. Tür-
geliştirilmesine, benimsetip yayılmasına ve tanı- kiye Cumhuriyeti’nin siyasî ve ekonomik gücünü
tılmasına çalışılacaktır. Yurtdışında çalışan vatan- arttırmak, dünyada itibarlı bir güç hâline getirmek
daşlarımızın, soydaşlarımızın ve çocuklarının millî gerçek milliyetçiliğin ilk ve en önemli şartıdır.”
kültürümüzden kopmamaları için gerekli tedbirler (7 Ocak 1984 tarihli I. Basın Toplantısı’nda yap-
alınacaktır. tığı konuşmadan.)

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 99


Millet Hâkimiyeti lığımızı, gelenek ve göreneklerimize gene milletçe
verdiğimiz büyük önemi, tarihin belirli dönemlerinde
“Millet hâkimiyetine dayanan hürriyetçi, demok-
meydana gelen zengin kültür birikimlerimizin nesil-
ratik nizamın devamının temini temel görevimiz ol-
den nesile, hiçbir dejenerasyona uğramadan geçişi-
malıdır.”
ni sağlamanın teminatı olarak görmekteyiz. “
(24 Aralık 1984 tarihinde TBMM’de yaptığı ko-
nuşmadan.) (29 Ekim 1988 tarihinde Ankara’da Cumhuriyet
Arşivi’nin hizmete açılışında yaptığı konuşmadan.”
Küresel Güç
Üç Temel Hürriyet
“Milletlerarası medeniyet yarışında mutlaka ye-
rimizi almalıyız. Türkiye, kendi kabuğuna çekilmiş, “21. Yüzyıla doğru giderken, üç büyük, üç temel
sadece kendine yeterli bir ülke olmamalıdır. Hür, hürriyeti geliştirmenin, sımsıkı korumanın uygar
demokratik ve gelişmiş bir Türkiye, dünya ülkeleri dünyanın önde gelen devletlerinden biri olmamızın
karşısında ve beşeriyetin ilerlemesinde çok önemli vazgeçilmez şartı olduğunu görmeliyiz.
bir role sahip olacaktır. “ Bu üç hürriyetin birincisi:
(24 Aralık 1984 tarihinde TBMM’de yaptığı ko- -Düşünce hürriyetidir.
nuşmadan. )
Bir toplumun bütünleşmesinin temel taşı, her
Laiklik, Din ve Vicdan Özgürlüğü kurumun bir diğerinin düşüncesine saygı gösterme-
“Türkiye’nin laik bir ülke olduğunun altını çiz- sidir. Eğer, düşünce hürriyeti, düşünmeyi ifade hür-
mek isterim. Laiklik ilkesi Cumhuriyetin temelinde riyeti ve düşünceye saygı bilinci oluşmazsa, işte o
yatmaktadır. Bu sadece bir anayasa maddesinden zaman, kutuplaşmalar, kamplaşmalar, bölünme ve
ibaret değildir. Tarihi süreç içinde halk tarafından parçalanmalar da doğar. Millî birliğimizi korumanın
bütünüyle kabul edilmiş bir ilkedir. Tabii ki, laiklik, vazgeçilmez gereği, düşünce hürriyeti, ifade hürri-
din ve vicdan özgürlüğüne bir engel değildir ve yüz- yeti ve düşünceye saygı bilincidir.
de 99’u İslâm olan Türk halkı dinlerine özgürce sa- -İkinci hürriyet ise evrensel kapsamda ve ev-
hiptirler. “
rensel anlamda, insanın, insana duyduğu sevginin,
(14 Kasım 1985 tarihinde Paris’te düzenlenmiş saygının simgesi ve göstergesidir.
“İslâm ve Batı” konulu milletlerarası toplantıda yap-
Bu hürriyet de, evrensel anlamda din ve vicdan
tığı konuşmadan.)
hürriyetidir. Laik ve demokratik olma iddiası ve ira-
İnsan Yetiştirmek ve Gençlik desindeki gelişmiş ülkeler, bu hürriyete sımsıkı sarı-
labilmeyi başarmış ülkelerdir.
“Kalkınmada yetişmiş, kültürlü ve vasıflı insan
unsurunun önemi son derece büyüktür. Milletimi- -Ve üçüncü büyük hürriyet, teşebbüs hürriyeti-
zin ve devletimizin teminatı olan Türk Gençliği’nin dir. Uygar bir rekabet ortamı içinde insanların daha
ilme ve teknolojiye sahip, milli kültürümüzün esas- çok çalışma, daha çok kazanma isteklerinin önüne
ları ile eğitimi, hükümetimizin üzerinde hassasiyet- engel konmamalıdır. Asla yasakçılığa sapmamalı,
le durduğu en önemli husustur. Çünkü milletimizin devlet müdahaleciliğini şartların el verdiği oranda,
ve devletimizin bekası, gençliğe vereceğimiz değer asgari seviyede tutmak kalkınmanın ilk ve temel ge-
nispetinde teminat altına alınmış olacaktır.” reğidir… Derin inancım o dur ki, Batı’nın gelişmiş
(Hükümetin Ana Faaliyetleri, Ankara, 1986 4-6. ülkelerine ekonomik alanda bir an önce yetişmemi-
ss.) zin ana motoru, hızlandırıcı motoru, teşebbüs hür-
riyetidir… “
Birlik ve Beraberlik
(9 Kasım 1989 tarihinde TBMM’de Cumhurbaş-
“… Buradan bütün memlekete ilan ediyorum kanı sıfatıyla yaptığı konuşmadan.)
ki, insanlarımız arasında farklılık, ayrılık yoktur. Bu
mavi gök altında Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan İnsan Hakları
bütün vatandaşlarımız aynı haklara sahiptirler.” “Demokrasiyi tam anlamıyla yerleştirme sürecin-
(16 Eylül 1988 tarihinde Diyarbakır’da halka hi- deki Türkiye’miz insan haklarını da evrensel boyutta
taben yaptığı konuşmadan.) yerleştirme gayreti içinde olmalıdır. “

Milli ve Manevi Değerlerimiz (9 Kasım 1989 tarihinde TBMM’de Cumhurbaş-


kanı sıfatıyla yaptığı konuşmadan.)
“Milletçe millî ve manevi değerlere olan bağlı-

100 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Birlik ve Dayanışma (16 Ekim 1992 tarihinde İstanbul’da yapılan
Marmara Kulübü Toplantısı’ndaki konuşmasından.)
“Kendisini Türkiye Cumhuriyeti’nin eşit haklara
sahip, şerefli bir vatandaşı saymayanların, başka he- Müştereğimiz
sap ve heveslerle bir takım sunî farklılık ve ayrılıklar
“Dünyada ve özellikle yakın çevremizde meyda-
yaratmaya çalışanların, ne Türkiye Cumhuriyeti’ni
na gelen çok önemli değişimler, yeni beliren fırsat
kuran Türk vatandaşları içinde, ne de Türkiye top-
ve imkânlar, memleketimizde var olan bazı sorunlar,
raklarında hiçbir hakkı ve yeri olamaz.”
kavgayı ve ayrılığı değil, birlik ve beraberlik içinde
(1 Ocak 1992 tarihli Yeni Yıl Mesajı’ndan. ) hizmet vermeyi zorunlu kılmaktadır. Müşterek ga-
yemiz, devletimizin çok güçlükle ulaştığı ileri ülke
Kadın ve Aile
seviyesini korumak ve bu görüntüsünü bozmamak
“Türkiye’nin parlak geleceği için sosyal hayatı- olmalıdır…”
mızda, siyasî hayatımızda, iş hayatımızda kadın-
(6 Mart 1993 tarihinde Ankara’da Basınla Soh-
larımıza çok daha geniş imkânlar tanıma zarureti
bet Toplantısı’nda yaptığı konuşmadan.)
vardır. Türk toplumunun ana direği ailedir. Türk ai-
lesinin orta direği ise kadındır, anadır. Bu bakımdan Türklüğün Yükselişi
Türk milletinin temel direği olan aileye çok büyük
“Türk tarihinin yıldızı çok yükseklerde parlamak-
önem vermek zorundayız. “
tadır. Bu yıldız yalnız milletimizin değil, aynı zaman-
(9 Kasım 1989 tarihinde TBMM’de Cumhurbaş- da fazilet ve âlicenaplığa susamış bütün insanlık
kanı sıfatıyla yaptığı konuşmadan.) âleminin de ufkunda parlamaktadır.
Teknoloji ve Bilgi Çağı Bizimle birlikte bütün dünya da gayet farkında-
dır ki; son birkaç yılın gelişmeleriyle birlikte, Türk
“21. asır ileri teknoloji ve bilgi çağıdır. 80’li yıllar-
tarihinde bir dönüm noktasın geride bırakmış olu-
da başlayan teknoloji ihtilali, başta elektronik ve bi-
yoruz.
yoteknoloji olmak üzere bilimde sağlanan baş dön-
dürücü gelişmeler, insanoğlunun beyin gücünü çok Rahmetli Dündar Taşer’in daha bu hâdiselerin
daha iyi kullanmasını sağlayarak önüne inanılmaz hiçbiri ortada yokken, derin bir sevgi ve isabetle ifa-
sonsuzluk açmaktadır. Önümüzdeki asır ferdin as- de ettiği gibi, Türk tarihi sarkaca inebileceği en al-
rıdır, bilgi asrıdır… Mutlaka idrak etmemiz gereken çak noktayı geride bırakmıştır. Bundan böyle bütün
husus, 21. yüzyılı şekillendirecek olan hizmet sek- dünya bu tarih sarkacın yükselişini seyredecek…
törünün daha kabiliyetli, daha bilgili insana ihtiyaç
17. asırdan beri inişe geçmiş olan Türk tarihi-
gösterdiğidir. Değişim, ferdin bizzat kendisinden
nin belki bir daha asla geri döndürülemeyecek olan
başlayacaktır. İleri ülkeler arasına girebilen milletler,
şanslı yükselişinin başlangıcında olduğumuz, bu
bu değişimi gerçekleştirebilen, insanını 21. yüzyılın
haklı heyecanın yanı sıra, şuurunda olmamız gere-
gerekleri doğrultusunda eğitebilen milletler olacak-
ken mesuliyet ve mükellefiyetlerimizi de bir an olsun
tır. Türkiye’nin bundan böyle hedefi, binlerce kişinin
hatırdan çıkarmamak zorundayız.”
çalıştığı, devasa tesisler değil, bilgi çağının arkasın-
da kalmayacak insan yetiştirmek olmalıdır. “ (22 Mart 1993 tarihinde Antalya’da yapılan Türk
Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği
(4-7 Haziran 1992 tarihleri arasında yapılan
Kurultayı’ndaki konuşmasından.)
Üçüncü İzmir İktisat Kongresi’ni açış konuşmasın-
dan.) Türk Dünyası

Değişim “Bizim Türk dünyası olarak, bu yeniden inşa


ameliyesine çok ciddi katkılarda bulunabileceğimi-
“Toplumun değişmesine mâni olamazsınız. Bu
ze inanıyorum. Türkiye, bugün sürdürdüğü siyasî
bir süreç! Ne kadar karşı hareket de yapsanız, deği-
ve ekonomik istikrarla sahip olduğu teknik bilgi ve
şim devam edecektir.”
tecrübe birikimiyle etrafındaki bütün komşuları için
(16 Ekim 1992 tarihinde İstanbul’da yapılan örnek alınan bir ülke hâline gelmiştir… Biz, ülke,
Marmara Kulübü Toplantısı’ndaki konuşmasından.) toplum ve devlet olarak siyasî, ekonomik ve kültürel
tecrübemizi, en başta kardeş Türk cumhuriyetleri
Hürriyetler
ve topluluklarıyla paylaşmak arzusundayız. İşte,
“Fikir, düşünce ve düşünceyi ifade hürriyeti… bizlerin bu barışçı anlayış ve halis düşüncelerle
Bundan Türk toplumu vazgeçemez! .. “ oluşturmakta bulunduğumuz model uluslararası

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 101


siyasî düzenin oluşumu sürecine de gerçek bir katkı ler, altyapı meselelerimizi daha sonraki yıllar için de
niteliğindedir. Bütün gönlümle her alanda başlattığı- rahatlığa kavuşturmuştur.
mız bu işbirliği ve yardımlaşmanın bu güzel birlik ve 10-150 yıldır ekonomik kalkınmanın önünde en
beraberlik şuurunun güçlenerek devamını arzu ve büyük engel olan döviz dar boğazı meselesi halle-
temenni ediyorum. Türklük âlemi için yarınların bu- dilmiştir.
günlerden daha güzel olacağından hiçbir şüphem
11- Türk turizmi, Batı standartlarında tesislere
ve tereddüdüm yoktur.”
kavuşurken, gelirleri 300 milyon dolardan 3,5 milyar
(22 Mart 1993 tarihinde Antalya’da yapılan Türk dolara çıkmıştır.
Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği 12- İhracatımız eski yıllara göre beş misli artmış,
Kurultayı’ndaki konuşmasından.) çok kısa sürede önemli ölçüde bünye değişikliği
Hizmetleri sağlanmıştır.
13- Türk Silâhlı Kuvvetleri, Cumhuriyet dönemi-
1980 ile 1990’lı yıllara teknisyen ve siyasetçi
nin hiçbir devrinde görülmediği şekilde modernize
olarak damgasını vuran isim hiç şüphe yok ki Turgut
edilmiş, bu arada Savunma Sanayi Teşkilâtı kurul-
Özal’dır. Özal, iflas noktasına gelmiş Türk ekonomi-
muştur.
sini kurtarma operasyonu kabul edilecek “24 Ocak
1980 Ekonomik İstikrar Tedbirleri”nin mimarıydı. 14- Şehirleşme ve konut meselelerinde çok
Başbakanlık Müsteşarı ve Devlet Planlama Teşkila- önemli mesafeler kat edilmiş, Topu Konut Fonu
tı Müsteşar Vekili olarak, o güne kadar hiç kimseye teşkilâtı hizmete sokulmuştur.
verilmeyen yetkilerle donatılmıştı. Hiç şüphe yok ki 15- Gelir idaresi yeniden düzenlenmiş, vergi re-
24 Ocak kararları Türkiye için yeni bir dönemin baş- formları yapılmıştır.
langıcı olmuştur. 16- Sermaye Piyasası oluşturulmuş, İstanbul
1983 yılı sonunda iktidara gelen Özal Hükûmeti, Menkul Kıymetler Borsası kurulmuştur.
Türkiye’nin çağdaş medeniyet seviyesine hızla eriş- 17- Bütün bu gelişmeler, 1980’li yılarda çevresin-
mesi için cesur ve köklü hamleler yapmıştır. Tur- deki bütün ülkelerden geri durumda olan Türkiye’yi
gut Özal’ın ısrarla piyasa ekonomisini savunması bu ülkelerden 10-15 sene öne geçirmiştir.
ve iktidara gelince bu sistemi kararlılıkla yürürlüğe 18- Türkiye bölgesinde önemli bir siyasî iktisadi
koyması ülkeye yeni bir ufuk ve süratli kalkınmanın güç olarak öne çıkmıştır.
yolunu açmıştır. Özal ile birlikte, içine kapalı ve dev-
19- Türkiye her sahada dışa açılmış, dünya ile
letçiliğin hâkim olduğu bir ekonomik sistem yerine,
bütünleşmiştir. Turgut Özal’ın ifadesi ile “300 sene-
dışa açık ve dünya ekonomisi ile entegre olabilecek
lik ezikliğimiz ortadan kalkmıştır.”
bir ekonomik sisteme geçilmiştir.
20- Türk Cumhuriyetleri ve bütün Türk topluluk-
Turgut Özal’ın on yıllık iktidarı döneminde mad- ları ile çok önemli bir yakınlaşma sağlanmış, siyasî
deler hâlinde sıralarsak şu önemli hizmetlerin ger- ve iktisadi gelişmelere ortak imzalar atılmıştır. Türk
çekleştirilmiş olduğu görülür: dünyası ile her alanda işbirliğine gidilmiştir.
1- Ferdi, devletin karşısında imtiyazlı kılan ser- Devletçi modernleşme döneminin Atatürk’ten
best piyasa ekonomisi işlerliğe kavuşturulmuştur. sonraki ikinci modernlik döneminin lideri hiç kuş-
2- Türk parası bakımından çok önemli bir hedef kusuz Turgut Özal’dır. Özal. Türk ekonomisini ve
olan konvertibiliteye geçilmiştir. toplumu, resmi ideolojiden ve statükocu zihniyet-
ten kurtaran bir liderdir. Özal, Türk toplumunu yeni
3- İthalât serbestîye kavuşmuştur.
kavramlarla tanıştırmış ve Türk toplumunun düşün-
4- İleri ülkeler bankaları ile rekabet edebilecek ce yapısını değiştirmiştir. Türkiye 1980 sonrasında
bir bankacılık sistemi kurulmuştur. yeni bir vizyona ve misyona Turgut Özal’ın liderliğin-
5- 1981’de kalkınma ve gelişmemizi durdurma de ulaşmıştır.
boyutlarına ulaşmış olan altyapı ve enerji eksikliği-
Turgut Özal, Türkiye’nin yenileşme tarihinin
miz giderilmiştir.
dönüm noktalarından birinin sembol adı olarak
6- Telekomünikasyon. hep hatırlanacaktır. Hiç şüphe yok ki, Turgut Özal,
7- Elektrik. Türkiye’nin geçirdiği büyük değişimlerde imzası
8- Karayolları. olan bir liderdir.
______________________________________________
9- Hava ve deniz limanlarındaki büyük gelişme- * Devlet Arşivleri Eski Genel Müdürü

102 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


SÜLEYMAN DEMİREL’İN
DIŞ POLİTİKA ANLAYIŞI

BİLAL KARABULUT*

Y
akın dönem Türk siyasi arasında, mevcut sorunun içeriği
tarihinin en önemli şahsi- ve içinde bulunulan zaman dilimi-
yetlerinden biri olan Sü- nin koşulları nedeniyle de farklılık-
leyman Demirel, Türkiye’nin geli- lar bulunmaktadır. Bu nedenle tek
şimi adına ilmi ve siyasi pek çok bir anlayıştan öte, çeşitli yaklaşım-
alanda önemli işlere imza atmıştır. lar sonucu şekillenen bir “politika
Kendine has üslubu, halktan biri yapma tarzından” bahsedilebilir.
olması ve devlet politikalarını yön- Bu bağlamda çalışmada, Süley-
lendirme konusundaki aklıselim man Demirel’in dış politika anla-
tutumları nedeniyle Türkiye tari- yışını somutlaştırmak adına örnek
hinde önemli bir yer edinen mümtaz bir devlet ada- bir olay seçilmiş ve bu örnek olaydan hareketle dış
mıdır. Siyasi hayatı sürekli bir iniş-çıkış içinde geçen politika anlayışı analiz edilmeye çalışılmıştır.
Süleyman Demirel, karşılaştığı sorunların üstesinden
Çalışmanın birinci bölümünde Süleyman
gelmeyi başarmıştır. Askeri darbeler, ekonomik kriz- Demirel’in siyasi hayatı önemli kırılma noktalarından
ler, çeşitli iç ve dış politika sorunlarıyla geçen yaklaşık hareketle irdelenecektir. Çalışmanın ikinci bölümünde
yarım asırlık bir dönemde Süleyman Demirel, dalgalı ise Süleyman Demirel’in dış politika anlayışı “Dağlık
bir denizde gemiyi idare etmek durumunda kalmış ve Karabağ Sorunu” örneğinden hareketle ele alınacak-
bu misyonunu başarılı bir şekilde tamamlamıştır. Her tır. Örnek olaydan hareketle yapılacak olan nihai de-
ne kadar kimi konularda eleştiriler alsa da (eleştiril- ğerlendirme ile çalışma sonlandırılacaktır.
meyen hiçbir siyasi yoktur) genel anlamda başarılı bir
devlet adamıdır. Zira Süleyman Demirel’in görev yap- Süleyman Demirel’in Siyasi Hayatına
tığı dönemler genelde Türkiye’nin zorlu sınavlardan Genel Bir Bakış
geçtiği günlere denk gelmiştir. 1971 Muhtırası, Kıb- Isparta’nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy’de doğ-
rıs Barış Harekâtı, 1980 Müdahalesi, Körfez Savaşı, du. İlköğrenimini doğduğu köyde, ortaokul ve liseyi Is-
Balkanlar’da yaşanan çatışmalar, Azeri-Ermeni Sava- parta ve Afyon’da bitirdi. Şubat 1949’da İstanbul Tek-
şı, SSCB’nin yıkılması ve Türk Cumhuriyetleri’nin ba- nik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden mezun oldu.
ğımsızlıklarını kazanmaları gibi pek çok önemli olay Aynı yıl Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde göreve başla-
Süleyman Demirel’in ne denli önemli sorunlarla karşı dı. Önce 1949-1950, daha sonra 1954-1955 yılların-
karşıya kaldığını ortaya koymak adına verilebilecek da Amerika Birleşik Devletleri’nde barajlar, sulama ve
önemli tarihsel gelişmelerden bazılarıdır. elektrifikasyon konularında ihtisas yaptı. 1954 yılında
Bu çalışmada Süleyman Demirel’in dış politika Barajlar Dairesi Başkanı, 1955 yılında da Devlet Su
anlayışı ortaya konmaya çalışılacaktır. Yaklaşık ya- İşleri Genel Müdürü oldu. 1962-1964 yılları arasında
rım asırlık bir siyasi geçmiş söz konusu olduğu için serbest müşavir-mühendis olarak çalıştı. Aynı yıllarda
bu analizi zorlaştıran kimi sorunlar ortaya çıkmak- Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde su mühendisliği
tadır. Öncelikli olarak Süleyman Demirel’in siyasi konusunda dersler verdi.1
hayatı hem Soğuk Savaş dönemi hem de sonrasını Türk siyasi yaşamının en önemli liderlerinden biri
kapsadığı için değişen dünya koşullarının Süleyman olan Süleyman Demirel, Demokrat Parti’nin en başa-
Demirel’in dış politika anlayışı üzerinde doğal olarak rılı teknokratlarındandı. Süleyman Demirel, Devlet Su
etkide bulunduğu söylenmelidir. Yine benzer şekilde İşleri Genel Müdürü olarak Demokrat Parti dönemin-
karşılaşılan dış politika sorunlarına yönelik tutumlar de, Bakanlar Kurulu toplantılarına sık sık çağrılmak-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 103


taydı. Süleyman Demirel’den ülkenin su ve elektrik daha anlaşılmıştır. Merkez sağda yaşanan bu boşlu-
sorunu hakkında görüşleri alınmaktaydı. Bir toplantı ğu Adalet ve Kalkınma Partisi doldurmuş ve 2000’li
sonrası Adnan Menderes, bakan arkadaşlarına şunla- yılların başlarından itibaren Türkiye’deki merkez sağ
rı söylemişti: “Bu çocuğa dikkat edin, geleceğin Baş- oylarını toplayabilmiştir.
vekilidir.” Süleyman Demirel, 27 Mayıs sonrası Adnan
30 yaşında genel müdür, 40 yaşında önce parti
Menderes’in idamı üzerine siyasete atıldı. “Asker ol-
genel başkanı, sonra başbakan olmuş; 12 seneye
masam Adalet Partisi’nin kuruluşunu ben gerçekleş-
yaklaşan başbakanlık görevinde, Türkiye’nin kalkın-
tirirdim.” diyen Süleyman Demirel, 1962 yılında yapı-
ması ve gelişmesine çeşitli hizmetlerde bulunmuş-
lan Adalet Partisi I. Büyük Kongresi’nde Genel İdare
tur. Süleyman Demirel’in tek başına iktidar olduğu
Kurulu üyeliğine seçildi ve Teşkilat Başkanlığı’na ge-
1965-1971 döneminde Türkiye ekonomisi ortalama
tirildi. Celal Bayar’ın Kayseri Cezaevi’nden çıktığı 23
yıllık yüzde 7 oranında büyümüştür. Türkiye’nin en
Mart 1963 günü Adalet Partisi Genel Merkezi taşlan-
genç genel müdürü, en genç başbakanı ve İsmet
dı. Bu olay sırasında genel merkezde olan Süleyman
İnönü’den sonra en uzun başbakanlık yapmış kişisi
Demirel, Adalet Partisi Genel İdare Kurulu üyeliğin-
olan Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanlığı görevini
den istifa ederek siyasete ara verdi. 6 Haziran 1964’te
tamamladıktan sonra aktif siyaseti bırakmıştır.5
Adalet Partisi Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala’nın
ölümü üzerine 27 Kasım 1964’te yapılan Adalet Par- Süleyman Demirel’in Dış Politika
tisi II. Büyük Kongresi’nde genel başkanlığa adaylığı- Anlayışı
nı koydu.2 28 Kasım 1964 tarihinde bu partiye genel
Süleyman Demirel’in dış politika anlayışı aslında
başkan seçilmesinin ardından, kurulmasını sağladığı
“merkez sağ” olgusunda gizlidir. Zira Süleyman De-
ve Şubat-Ekim 1965 tarihleri arasında görev yapan
mirel Türkiye’de merkez sağı temsil etmiş olan en
koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak
önemli şahsiyetlerden biridir. Bu kapsamda merkez
görev aldı. 10 Ekim 1965’de yapılan genel seçimlerde
sağ dendiği zaman ne anlaşılması gerektiğine değin-
başında bulunduğu Adalet Partisi, yüzde 53 oy alarak
mekte yarar vardır. Merkez sağ ve diğer sağ partileri
tek başına iktidar oldu. Bu seçimlerde Isparta Millet-
birbirinden ayıran nokta, aşırılıklara olan uzaklıkları-
vekili olarak Parlamento’ya girdi ve Türkiye’nin 12.
dır. Merkez sağ partiler aşırılıklara tam anlamıyla ka-
Başbakanı olarak hükümeti kurdu. Bu hükümet 4 yıl
palı iken; diğerleri ise aşırılıkları belli bir oranda kendi
sürdü. 10 Ekim 1969 tarihindeki genel seçimlerde de
bünyelerinde toplayabilen, aşırılıklara daha hoşgö-
Adalet Partisi yine tek başına iktidar oldu. Böylece,
rülü partilerdir. Merkez sağ her şeyi orta yolunda,
31. Hükümeti kurdu. Daha sonra, parti içi bir kriz do-
her şeyi dengesinde tutmaktır. Merkez sağ partilerin
layısıyla 32. Hükümeti kurmak durumunda kaldı. 12
halka yakın olmaları ülkemizdeki kültürel farklılıkları
Mart 1971 muhtırası üzerine, başbakanlık görevini bı-
birleştirmiştir. Merkez sağdaki en temel unsurlar, yerli
raktı. 1971 ile 1980 arasında, 1975, 1977 ve 1979’da
değerlerle evrensel değerler arasında uyumun sağla-
3 defa daha hükümet kurdu. 12 Eylül 1980 müdahale-
nabilmesi ve halkı devlete ve siyasi yaşama bağlayan
si üzerine görevi bıraktı ve 7 sene yasaklı olarak siya-
köprülerin kurulmasıdır.6
set dışı kaldı. 6 Eylül 1987’de yapılan halk oylaması
ile yasaklar kaldırıldı ve 24 Eylül 1987 tarihinde, Doğ- Bu kapsamda Süleyman Demirel’in dış politika
ru Yol Partisi Genel Başkanlığı’na seçildi. 29 Kasım anlayışının merkez sağ geleneği çerçevesinde şe-
1987’de yapılan genel seçimlerde Isparta Milletvekili killendiği söylenebilir. Bu anlayışın üç temel bileşeni
olarak tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi. 20 vardı: “Realizm”, “Aşırılıklara Karşı Olma” ve “Denge”.
Ekim 1991 tarihinde yapılan genel seçimler sonra- Realizmden kasıt Süleyman Demirel’in birkaç istisna
sında, Doğru Yol Partisi ile Sosyal Demokrat Halkçı dışında olaylara duygusal tepkiler vermemesi ve rea-
Parti’nin bir araya gelerek kurduğu 49. Hükümet’te list bir perspektiften bakabilmiş olmasıdır. Aşırılıktan
Başbakan olarak görev aldı. 16 Mayıs 1993 tarihinde, kasıt ise özellikle dini ve milli söylemler ve eylemlerde
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin 9. hep bir orta yol izlenmiş olmasıdır. Bu iki temel pren-
Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Süleyman Demirel bu sibin doğal sonucu olarak Süleyman Demirel’in dış
görevi, 16 Mayıs 2000 tarihine kadar sürdürdü.3 politika anlayışının özünü küresel, bölgesel ve ülke-
sel ölçeklerde kendini gösteren dengeli yaklaşımların
Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı sonrasın-
oluşturduğu görülmektedir.
da merkez sağın iki önemli partisi Doğru Yol Partisi ve
Anavatan Partisi’nin liderlerinin birbirlerini siyasetten Süleyman Demirel’in Dış Politika
silmek için izledikleri politikalar, merkez sağda önemli Anlayışını Ortaya Koyan Bir Örnek
bir gerilemeye neden oldu. Bu gerilemede yolsuzluk, Olay: Karabağ Sorunu ve Süleyman
yozlaşma, güvensizlik gibi etkenlerin yanında, ideolo- Demirel’in Yaklaşımı
jik söylemlerdeki boşluğun etkisi de vardı.4 Fakat tüm
Süleyman Demirel, Dağlık Karabağ Savaşı’nın
bunların yanında Türkiye’de merkez sağı bu denli
en kritik dönemlerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin baş-
güçlü kılan kişinin Süleyman Demirel olduğu bir kez
bakanıdır. Tek başına hükümeti oluşturacak sayıyı

104 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


bulamadığından SHP Lideri Erdal İnönü ile 20 Kasım Olayın bu noktaya gelmesi de Azerbaycan’ın iç is-
1991’de koalisyon hükümetini kurmuştur. Mesut Yıl- tikrarından kaynaklanıyor. 3-5 ay içinde ülkede baş-
maz hükümetinin sonrasında daha önce birçok defa kanlık 4-5 kez değişiyorsa buna istikrar denilemez.”
başbakanlık yapmış olan Süleyman Demirel, yeniden sözleriyle de bu durumu özetlemiştir. Süleyman De-
başbakanlık koltuğuna oturmuştur. Hükümeti kurma- mirel, “Azerbaycan askeri yardım isterse ne olur?”
sıyla beraber Türkiye’nin mevcut siyasi ve bölgesel şeklindeki soruya da; “Böyle bir talep yok, olma ih-
sorunlarını kucağında bulmuştur. Yeni kurulan Türk timali de yok. Olaya dünya sahip çıkmıştır. Ama yine
Cumhuriyetleri, terör hadiseleri, Körfez Krizi, Bosna- kan dökülmeye devam edilirse, demokratik dünya
Hersek Savaşı ve nihayetinde iç siyasi çekişmeler güç kullanımına karar verdiğinde biz buna katılırız.
ve zayıf ekonomi Süleyman Demirel’in koalisyon Bu Türkiye’nin güçsüzlüğü değil. Dünya ile birlikte ha-
hükümetinin karşılaştığı en ciddi sorunlar idi. Daha reket etme isteğidir.” ifadeleriyle Azerilerin müdahale
kötüsü Azeri-Ermeni çekişmesi bağımsızlıkla beraber ümitlerini de askıya almıştı.
yeniden alevlenmiş ve Karabağ Meselesi’yle Erme-
Süleyman Demirel, Azerbaycan iç siyasetini çok
ni sorunu yeniden dünya gündemine taşınmıştı. Bir
yakından takip edip kişisel etkinliğini kullanmaktay-
taraftan “SSCB’nin çöküşüne hazırlıksız yakalandık!”
dı. Süleyman Demirel, Ebulfeyz Elçibey ile çalışı-
değerlendirmesi gazetelerde, toplantılarda sık sık kul-
lıp sorunların aşılacağına inanmıyordu. Türkiye’nin
lanılmaktayken diğer taraftan yeni hükümeti kurmakla
gücü nispetinde büyük devletleri küstürmeden,
görevli Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz’a “gidera-
Azerbaycan’ın bağımsızlığına geçiş aşamasındaki
yak Moskova’yla aramızı bozacak bir tanıma kararı
çalkantıları durdurabilecek, Ebulfeyz Elçibey’e göre
(Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıma) almamalarını”
daha realist ve ılımlı gözüken Haydar Aliyev, Süley-
istemişti. Süleyman Demirel kendi dış politikasını be-
man Demirel tarafından desteklenmiştir. Turgut Özal
lirlerken dünyadaki büyük devletlerin hareketlerine
ise, yüzünün Batıya dönük olması, Boris Yeltsin yö-
muhalif olmamaya özel itina göstermiş Azerbaycan’ı
netimindeki Rusya’ya karşı tavrı nedeniyle Ebulfeyz
tanıma konusunda da “Büyük devletler o yöne (tanı-
Elçibey’i desteklemiştir. Turgut Özal “Elçibeyci”, Sü-
ma) gitmedikçe bizimde adımlarımızı çok iyi atmamız
leyman Demirel “Aliyevci” olarak biliniyordu. Turgut
lazımdır” diyerek bunu açık yüreklilikle ortaya koya-
Özal’ın yapacağı bir şey yoktu; ipler ve dış politika
bilmiştir.
Başbakan Süleyman Demirel’in elindeydi.
Aslında Süleyman Demirel, Türkiye’nin asırlık
İlişkilerde asıl dönüşüm ise Şubat 1994’de Haydar
Ermeni sorununun olduğunu iyi bilen birkaç politika-
Aliyev’in Ankara’ya, karşılıklı yabancılaşmayı sona
cıdan biriydi. Turgut Özal, Ermenistan’ı ve Ermeniler
erdiren bir resmi ziyarette bulunması ile başladı. Bu
tarafından dile getirilen iddiaları küçük gören çıkışlar
ziyaret aslında Haydar Aliyev yönetiminin Rusya’ya
yaparken Süleyman Demirel, cumhurbaşkanının bu
yakınlaşma politikasından aşamalı olarak vazgeçtiği-
çıkışlarını sürekli tekzip etmekteydi. Turgut Özal’ın
nin ve Batı ve bu anlamda Türkiye ile yakınlaşmanın
askeri müdahale talepleri Başbakan Süleyman Demi-
somut belirtisiydi. Haydar Aliyev 8–10 Şubat tarihle-
rel tarafından askeri müdahale Müslüman-Hristiyan
rinde gerçekleştirdiği iki günlük resmi ziyareti sırasın-
çatışmasına yol açabilir, bu da Türkiye’yi bölgenin
da, Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le 10
dışına ve 20 sene geriye atabilir gerekçesiyle redde-
yıl süreli bir dostluk ve işbirliği anlaşmasının yanı sıra,
diliyordu.
ticaret, yatırım ve bilimsel ve kültürel işbirliğini öngö-
Süleyman Demirel, kamuoyunun hissiyatını çok ren 15 maddelik anlaşmayı da imzaladı.
iyi tahlil eden bir devlet adamıdır. Hassas konular-
Antlaşmanın imzalanmasından sonra Haydar
da diri laflar ederek kamuoyunun tepkisini göğüsle-
Aliyev’le Süleyman Demirel arasındaki ilişkiler daha
yebilmiştir. Karabağ ile ilgili olarak “Dünyayı ayağa
da ilerleyerek birbirlerini kardeş gibi görmeye başla-
kaldıracağız” diyen Başbakan Süleyman Demirel,
mışlardı. Süleyman Demirel 1995’te Haydar Aliyev’e
Başta ABD olmak üzere dünya devletlerinin dikkati-
karşı yapılacak olan darbeyi haber vererek önlemesi
ni bölgeye çekmek istemiştir. ABD Başkanı George
ikisinin arasındaki kardeşliğin tescili olmuştur. Aslında
Bush ile de konuyu görüşmüş ve ABD yönetimi yaptı-
bu tür darbeler Haydar Aliyev’in gücünü perçinlemek
ğı açıklamada George Bush’un Dağlık Karabağ’daki
için yapılmış siyasi manevralardır. Bu darbe senaryo-
gelişmelerden kaygı duyduğu, soruna barışçı çözüm
ları üçüncü dünya ülkelerinde liderler tarafından sık-
bulunması için tarafların derhal ateşkes ilan etmesini
lıkla denenir. Haydar Aliyev, Süleyman Demirel’den
istediği bildirilmiştir.
de aldığı güçle, ülkesini kısa sürede siyasi krizlerden
Dağlık Karabağ Sorunu’nun düğümlendiğini gö- uzak, refah seviyesi yükselen istikrarlı bir ülke konu-
ren Başbakan Süleyman Demirel çok sağlıklı politi- muna getirmiştir.
kalar yürütülememesinin bir sebebini de haklı olarak
Süleyman Demirel, Haydar Aliyev ile ilişkilerini
Azerbaycan’ın iç yapısına bağlamıştı. Süleyman De-
gün geçtikçe geliştirmiş, birbirlerini “kardeş” olarak
mirel; “Bütün olay Azerbaycan’ın iç istikrarına bağlı.
gördüklerini her defasında vurgulamışlardır. Bu ikili

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 105


sayesinde Türkiye–Azerbaycan münasebetleri daha politika anlayışının üçüncü temel özelliği Türk dünya-
önce hiç olmadığı şekilde gelişmiştir. Öyle ki iki devlet sına verilen önemdir. Süleyman Demirel, Türk dün-
arasındaki ilişkiyi Süleyman Demirel ve Haydar Aliyev yasının birlik içinde hareket etmesi ve gelişimi adına
“İki Devlet Tek Millet” şeklinde değerlendirmişlerdir. oldukça aktif bir çaba harcamış ve Türk dünyasında
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Tansu saygın bir yer edinmiştir. Hatta Süleyman Demirel’in
Çiller ile Haydar Aliyev arasındaki soğukluğa rağmen realist çizginin dışına çıktığı tek konunun da Türk
iki devlet arasındaki münasebetleri canlı tutmayı ba- dünyası olduğu söylenebilir. Süleyman Demirel’in
şarabilmiştir. Haydar Aliyev’in Batı ile münasebetlerini Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte bu yeni döne-
geliştirmesini sağlayan Süleyman Demirel, zor günle- min heyecanına katılmış ve başbakanlığı döneminde
rinde Aliyev’in yanında olmuş ve Haydar Aliyev’e kar- dile getirmiş olduğu “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk
şı yapılması planlanan darbeyi de önceden ona haber Dünyası” söylemi ile hafızalara kazınan anlayışı uzun
vermiştir. Haydar Aliyev bu olaydan sonra Süleyman yıllar tartışılmıştır. Süleyman Demirel’in siyasi hayatı
Demirel’e daha çok güven duymaya başlamıştır. İki boyunca realist anlayışının dışında duygusal olarak
cumhurbaşkanının karakteristik yapıları ve politik al- dile getirmiş olduğu bu söylem kimi yazarlarca ütopik
gılamalarının birbirine paralel olmasının da iki devlet bulunmuş ve zamanlama nedeniyle de eleştirilmiştir.
arasındaki münasebetlere müspet etkisini de göz ardı Türkiye’nin emperyalizm karşıtı bir anlayışla kuruldu-
etmemek gerekir.7 ğu ve bu nedenle bu tarz emperyal söylemlerin kulla-
nılmaması gerektiğini savunanlar da olmuştur. Fakat
Sonuç Yerine
Süleyman Demirel Soğuk Savaş döneminde hayal
Süleyman Demirel ve Haydar Aliyev’in temellerini edilemeyecek bir olayın yani Türk Cumhuriyetleri’nin
attığı ‘İki Devlet Tek Millet,’ anlayışı iki önemli devlet bağımsızlıklarını kazanması karşısında kayıtsız kalı-
adamının zor dönemlerden geçerken krizlerin fırsata namayacağı gerçeğinden hareketle böylesi bir söy-
dönüştürülebildiğinin somut bir örneğidir. Zira, o dö- lemde bulunduğu düşünülebilir.
nemde sıklıkla dillendirilen Türkiye’nin Ermenistan’a
Süleyman Demirel’in dış politika anlayışını ortaya
müdahalesi gibi duygusal talepler dönemin koşulları
koymak adına vurgulanması gereken son nokta, dış
içinde iki devleti de felakete sürükleyebilecek nitelik-
politikada şahsi görüşlerin, mevcut siyasi ve ekono-
teydi. Zira, o dönemde bölgede ortaya çıkabilecek
mik koşulların, küresel dengelerin ve her olayın ken-
olası bir savaş Rusya ve ABD gibi iki ülkenin olaya
dine has özelliklerinin göz önünde bulundurulması
müdahil olmasına ve savaşın genişlemesine sebep
gerektiği, fakat tüm bunların ötesinde bir devleti dev-
olabilirdi. Bağımsızlığını yeni kazanmış bir ülkenin bu
let yapan en önemli unsur olan “devlet politikası” ha-
statükosu tehlikeye girmiş olacak, aynı zamanda Tür-
line getirilmiş bir dış politika çizgisinin takip edilmesi
kiye ekonomik ve siyasi olarak belki de elli yıl geriye
gerekliliğidir. Süleyman Demirel’in dış politika anlayı-
gidecekti. Devlet politikalarının böylesi duygusal ve
şında da temel etkenin her olaya “devlet politikası”nın
tepkisel girişimler sonucu yara alacağını öngören Sü-
sürekliliği içinde bakılabilmiş olması olduğu söyle-
leyman Demirel, dönemin koşulları içinde böylesine
nebilir. Zira Süleyman Demirel, Turgut Özal, Tansu
bir müdahaleye karşı çıkmış ve sorunun diplomatik
Çiller, Tayip Erdoğan gibi isimler zamanı geldiğinde
yollarla çözümü adına girişimlerde bulunmuştur. Ay-
bu bayrağı taşıyan isimlerdir. Önemli olan bayrağın
rıca, iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesi konusunda son
hedeflenen yöne götürülmesidir. Süleyman Demirel
derece aktif bir rol oynamış olan Süleyman Demirel,
bayrağı hakkıyla taşıyabilmiş değerli bir devlet adamı
ne kadar önemli bir devlet adamı olduğunu bir kez
olarak Türkiye tarihindeki yerini alacaktır.
daha ortaya koymuştur. ______________________________________________
Bu örnek olaydan hareketle Süleyman Demirel’in * Dr., Gazi Üniversitesi İİBF, bilalkarabulut@yahoo.co.uk
1 http://www.mfa.gov.tr/suleyman-demirel.tr.mfa
dış politika anlayışının en önemli yönünün “realizm” 2 Hüseyin Çavuşoğlu, “Anavatan Partisi İle Doğru Yol
olduğu söylenebilir. Süleyman Demirel’in siyasi ha- Partisi’nin Karşılaştırmalı Analizi”, Gaziantep Üniversitesi
yatını şekillendiren bu realist anlayış, duygusal yak- Sosyal Bilimler Dergisi, 2010, Cilt: 9, Sayı: 1, s.20-21.
laşımlar sonucu Türkiye’yi sıkıntıya sokacak pek 3 http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=8
4 Hüseyin Çavuşoğlu, “Anavatan Partisi İle Doğru Yol
çok girişim önünde set olmuştur. Bu realist anlayışın
Partisi’nin Karşılaştırmalı Analizi”, Gaziantep Üniver-
uzantısı olarak Süleyman Demirel’in dış politika an- sitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2010, Cilt: 9, Sayı: 1,
layışını ortaya koyan ikinci önemli özellik sorunlara s.28.
ani tepkiler vermemesi ve uzun dönemli bir anlayışla 5 h t t p : / / w w w. y a s a m o y u n u . n e t / b i y o g r a f i / 2 2 4 2 9 -
sorunlara yaklaşmasıdır. Böylesi bir anlayış, sorunun suleyman_demirel_kimdir_biyografisi_siyasal_yasami.
html
karşılaşıldığı dönemde kamuoyunun ve medyanın 6 Hüseyin Çavuşoğlu, “Türk Siyasi Hayatında Merkez
ve hatta kendi siyasi partisine üye kimi kişilerin bile Sağ Çizginin Tarihi”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler
tepkisini çekse de Süleyman Demirel, bu tepkileri Dergisi, 2009, Cilt: 19, Sayı: 2, s. 265-266.
göğüsleyebilmiş ve ülke çıkarları adına bu tepkileri 7 Yakup Hurç, “Türkiye’nin Karabağ Politikası”, Yayın-
lanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü
yumuşatmayı başarmıştır. Süleyman Demirel’in dış
İmam Üniversitesi, 2008, s.74-79.

106 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


TÜRK-İSLÂM ÜLKÜSÜNÜN
BÜYÜK MÜTEFEKKİRİ
S. AHMET ARVASİ

HÜDAVENDİGÂR ONUR*

Milliyetçilik Türk Milletinin Karakteridir! lıklarını sürdürmek, Türk milletinin rahat ve huzur
içinde yaşamasını temin etmeyi gaye edinmiş ve bu

M
illiyetçilik, milletini sevmek, her alanda
uğurda savaşmış bir millettir. Bu idealin kaynağı Türk
bağımsızlığına kavuşturmak ve devletini
milliyetçiliğinden başka birşey değildi. İlteriş Kutluk
güçlü kılmak arzusudur. Milliyet realitesi,
Kağan, Bilge Kağan, Bumin Kağan gibi
eskiden beri var olmasına rağmen
hükümdarlar ile Kültigin ve Bilge Ton-
siyâsi platformda 18. yüzyıldan
yukuk gibi ulu kişiler ömürleri boyunca
itibâren yer almaya başlamıştır.
Türk milletinin huzur içinde yaşaması
1789 yılındaki Fransız İhtilali’nin
için gayret etmişlerdir.
temelinde de milliyetçilik duygusu
yatmaktaydı. Osmanlı Cihan Devleti’ndeki milli-
yetçilik anlayışı, diğer Müslüman veya
Milliyetçilik cereyanlarıyla birlik-
gayrimüslim guruplara baskı yapmak-
te milletlerarası hukuk alanında, her
tan uzak, insanlığın huzur içinde ya-
milletin kendi devletini ve kendisini
şamasını temin edecek yüksek adâlet
idare etmek meselesi ortaya çıktı.
ve idare esaslarını kazanmış bir mil-
Birinci Dünyâ Savaşı’ndan sonra
liyetçilik anlayışıydı. Bunun içindir ki,
kuvvetlenen milliyetçilik hareketle-
Osmanlı Devleti’nde azınlıklara baskı
ri sebebiyle 20. yüzyıl milliyetçilik
yapılmadı; dinleri, dilleri ve milliyetleri
yüzyılı olarak vasıflandırıldı. Önce
değiştirilmeye kalkışılmadı. Devle-
dil ve edebiyatta başlayan bu akım, zamanla ilim ve
tin yüksek mevkileri azınlıklara açık tutuldu. Ancak,
siyaset sahasında kendini gösterdi. Milliyetçiliğin do-
Fransız İhtilâli sonrasında Avrupa devletlerinin bas-
ğuşunda, yabancı kültürlerin millet hayâtı üzerindeki
kıları ve Batılı fikir akımlarının tesirleri neticesinde
tesirleri de rol oynadı.1
azınlıklar arasında ırkçılık ve milliyetçilik düşünceleri
Milliyetçilik, Türklerde her zaman önemli yer tut- yaygınlaşıp devlet dağılma sürecine girince, çeşit-
muştur. Türk milleti, İslâm’dan önce de en kuvvetli li fikirler ortaya atıldı. Bir avuç Türk genci, Osmanlı
bağ olarak milliyetçiliği görüyor, bu uğurda mücadele Türk Devleti’nin son yıllarında, azınlıklar arasında
ediyordu. 18 ve 19. yüzyıllarda Avrupa’da başlayan baş gösteren ayrımcı milliyetçilik akımlarına karşı bu
milliyetçilik Türklerde binlerce yıl önce de mevcuttu. coğrafyaya rengini veren ve Türk dili ve kültürünü üst
İslâmiyet’ten önce Türkler, her zamanda milli var- çatı kabul eden birleştirici Türkçülük akımını başlattı.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 107


Türk milliyetçiliğinin fikrî bakımdan günümüze ka- da Kendini Arayan İnsan’ın devamı mahiyetinde olan
dar gelişip güçlenmesinde çeşitli gazete ve dergilerin İnsan ve İnsan Ötesi adlı eseri yayımlandı. Ahmet
payı büyüktür. 1911’den sonra belli aralıklarla çıkan Arvasi, bu eserinde “İnsan ve varlık”, “beşeri aklın
‘Türk Yurdu’, Ziya Gökalp’in yazı yazdığı ‘Genç Ka- doğuşu”, “beşeri aklın doğurduğu esaret”, “tekâmül,
lemler’, yine Gökalp tarafından 18 Haziran 1922’den yaratma”, “insan kimdir ve nedir?” “insanın bitmeyen
itibaren Diyarbakır’da yayımlanan ‘Küçük Mecmua’ bunalımı” gibi grift konuları inceledi. Bu kitabında öte
dergileri milliyetçiliği tebliğ eden ilk yayın organları kavramı içinde fizik ötesinin yanısıra, madde, hayat
olarak zikredilebilir. Nihal Atsız’ın ‘Bütün Türkler bir ve ruhun da öteye ait olduğunu anlattı.
ordu, katılmayan kaçaktır’ sloganıyla 1931 yılından
1979’dan sonra Türk-İslam Ülküsü eserini ya-
itibaren farklı dönemlerde yayımladığı ‘Atsız Mec-
yımladı. Arvasi, bu eserlerinde, ‘Düşünme İhtiyacı ve
mua’ ile ‘Orkun’ ve ‘Orhun’ dergileri de önemli bir yer
Felsefenin Durumu’, ‘İnsan ve Cemiyet Görüşümüz’,
tutar. Daha sonraki yıllarda milliyetçi ülkücü gazete
‘Ekonomik Faaliyetler ve İslam Ekonomisi’, ‘Poli-
ve dergilerin sayısı giderek artmıştır. Devlet, Bozkurt,
tik Konular’, ‘İslam Terbiye Sistemi’, ‘Din Psikoloji-
Töre, Genç Arkadaş, Büyük Türkiye’ye Hasret, Ülkü-
si’, ‘Kültür, Sanat ve İdeoloji’, ‘Kalkınmada Eğitimin
cü Kadro, Birliğe Çağrı, Yeni Düşünce, Nizam-ı Âlem
Rolü’ ve daha birçok konuyu ele aldı. Daha sonra
dergileri milliyetçi kuşakların yetişmesinde katkı payı
Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz ile Şiirlerim adlı eser-
bulunan yayın organlarıdır.
leri yayımlandı. Doğu Anadolu Gerçeği adlı eserinde
Türk milliyetçiliği fikir hayatında önemli bir yere ise günümüzde de devam eden emperyalist güçlerin
sahip olan S. Ahmet Arvasi de bir Türk aydını olarak bu bölgede sürdürdükleri art niyetli oyunları anlattı.
Hergün gazetesindeki Türk İslâm Ülküsü, Devlet ga- Ahmet Arvasi’nin, dinî pratiğin hikmete mebni olarak
zetesindeki “Arada Bir”, Yeni Düşünce dergisindeki anlatıldığı İlm- hal adlı bir eseri de vardır.
“Gönüldaşlarla Baş başa”, Doğuş Edebiyat dergisin-
1979 yılında emekli olunca, bazı gönüldaşlarının
deki “Tefekkür Dünyası ve Biz” ve Türkiye gazetesin-
talebiyle 1979 yılında Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)
deki “Hasbihal” köşesinde milliyetçi Türk gençliğine
Genel İdare Kurulu’na seçildi. MHP’den İstanbul Se-
zor günlerde kılavuz olmaya çalışmıştır.
natör Adayı oldu. Partideki görevine 12 Eylül 1980
Türk fikir hayatında önemli bir yere sahip olan Ar- ihtilaline kadar devam etti. Ahmet Arvasi, tahliye ol-
vasi Hoca, ‘Hak yolda akıtılan bir damla mürekkep duktan bir süre sonra Türkiye gazetesinde “Hasbihal”
şehit kanından daha mübarektir’ buyuran hadisin adlı köşesinde Anadolu’nun milletimiz için olmazsa
önemini kavramış ve bu yolda eserler ortaya koymuş olmaz önemli bir coğrafya olduğunu ve korunması
mütefekkirlerimizden biridir. gerektiğini savundu. 31 Aralık 1988 tarihinde evinde
daktilosunun başında çalışırken uçmağa vardı.
S. Ahmet Arvasi Kimdir?
Ahmet Arvasi’de Türk Sevgisi
S. Ahmet Arvasi, 15 Şubat 1932’de Ağrı’nın Do-
ğubeyazıt kasabasında doğdu. Ailece Van’ın Müküs Türk milletinin İslam’ın bayraktarlığına soyundu-
(Bahçesaray) kasabasına bağlı Arvas (Doğanyayla) ğu günden beri düşmanları artmıştır. Büyük Türk Mil-
köyündendir. Aile, soyadı kanunu çıktıktan sonra liyetçisi Ahmet Arvasi de, ömrünü Türk düşmanlarıyla
köylerinin adını soyadı olarak almışlardır. Babası mücadeleyle geçirmiştir. Kitaplarında emperyalizmin
Abdülhakim Arvasi’dir. Türk edebiyatının “sultan-üs Türk ve İslâm dünyasını yutmak için en az iki asırdan
şuarası” Necip Fazıl’ın hocası Seyyid Abdülhakim beri korkunç planlar tertip ettiğini ısrarla belirten Arva-
Arvasi hazretleri ise, Ahmet Arvasi ailesi ile akraba si, kültür emperyalizmi vasıtasıyla vatan çocuklarının
olmakla birlikte bir başkasıdır. din ve milliyetlerine yabancılaştırılmaya çalışıldığını
ifade eder. Bütün eserlerinde, “Türk-İslam kültürüne,
1952’de Erzurum Öğretmen Okulu’ndan me-
Türk-İslâm medeniyetine, Türk-İslam ülküsüne bağlı,
zun olduktan sonra bir süre ilkokul öğretmenli-
Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk, ahlak ve
ği yaptı. 1958’de Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji
aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslamiyeti ruhu
Bölümü’nü bitirdikten sonra sırayla Balıkesir, Bursa
bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir
ve İstanbul’daki eğitim enstitülerinde hocalık yaptı.
numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, dünya
1965 yılında “İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri” adlı bir
Türklüğünün, İslâm dünyasının ve bütün mazlum mil-
kitapçık kaleme aldı. Bu eserinde “Türk Milliyetçiliği
letlerin ümidi olmaya namzet gençlik yetiştirmekten
nedir? Türk Milliyetçisinin sunacağı program ne ol-
başka çaremiz olmadığını” dile getirir.
malıdır?” konularını ele aldı. 1968 senesinde “Kendi-
ni Arayan İnsan” adlı eseri yayımlandı. Bu eserinde Seyyid Ahmet Arvasi’ye göre, “Türklüğe düşman-
akıl, zekâ, hürriyet, varlık, yokluk gibi felsefenin asır- lık, İslâm’a düşmanlıkla eşdeğerdir.” Arvasi, bu ko-
lar boyu tartıştığı birçok meseleyi inceledi. 1970 yılın- nuda, kendi akrabası ve her konuda yetkin bir İslâm

108 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


âlimi olan Seyyid Abdülhakim Arvasi’nin ailesine kavuşmuştur. Ancak, bu söyleyiş Arvasi’ye göre bazı
yaptığı bir nasihatı şöyle anlatmaktadır: “Belgelerle zaaflar taşımaktadır. Ahmet Arvasi, meseleyi yeni bir
sabittir ki, evlad-ı Resulüm, yani Resulullah’ın soyun- yaklaşımla değerlendirdi. Bu değerlendirme, fikrin
danım. İslâm’a çatamayanlar Türk milletine çatıyor- çilesini yaşayan Müslüman Türk Anadolu gençliği ta-
lar. Türk’e düşmanlık İslâm’a düşmanlığa eşdeğerdir. rafından büyük bir muhabbetle kabul edildi. Arvasi,
Bin yıl İslâm’ın hizmetkârlığını yapmış Türk milletin- şöyle diyordu: “Din ve milliyet zıt değerler değildir. Bu
den dünyada bir tek Türk kalsa o Türk ben olurum. sebepten sentez, tez ile antitez arasında söz konu-
İki Türk kalsa ben ikincisi olurum. Ama asla Jöntürk su olacağına göre, yıllardan beri kullandığımız Türk-
olmam.’’ İslam Sentezi yerine Türk-İslam Ülküsü sözü daha
uygun olur.”
Ahmet Arvasi, işte bu kültürle yetiştiği için kendi-
sini Türk İslam Ülküsü yoluna feda etmiştir. Arvasi’ye göre, din ve milliyet gibi iki ayrı plat-
formdaki değeri karşılaştırmak, insanımızı birinden
Arvasi, Türk milletinin İslam dini ile şereflenme-
birini seçmek yoluna itmek, emperyalistlerin yarım
den önce bile ‘Tanrı’nın kırbacı’ sıfatıyla zulüm idare-
kalan bir oyunu olmuştur. Müslümanları parçalamak
lerine, zulmü şiar edinmiş devletlere karşı savaştığını
isteyen dış güçler ve onların yerli temsilcileri, adı
yazılarında belirtir. Arvasi, adalet ve huzurun ‘Türk’ün
ve sıfatı ne olursa olsun her türlü İslâmi faaliyetten
cihan hâkimiyeti davası’ ile gerçekleşebileceğine ina-
çekinmektedirler. Ahmet Arvasi, bu çekinmeyi şöyle
nır.
anlatıyor: “Hayretle gördüm ki, bu ülkede Türk keli-
S. Ahmet Arvasi, sosyolog P. Sorokin’in ‘üst sis- mesinden ürkenler var. Yine hayretle gördüm ki, bu
tem’ deyimini kabul eder ve İslamiyet’in Türk kültür ülkede İslâm kelimesinden korkanlar var. Ve yine ür-
malzemesine ve Türk medeniyetine yeni bir ruh ve pererek gördüm ki, bu ülkede Türk ve İslam kelime-
şuur getiren bir ‘üst sistem’ olduğunu savunur. Ah- lerinin yan yana gelmesinden dehşete kapılan kişi ve
met Arvasi, bir yazısında, Türk milliyetçiliğine düş- çevreler var.”
man olanlara, Türk düşmanlarına şöyle seslenir:
Türk milletinin milliyetçi kadrolarla yönetilmesi ge-
“Türk milletinin ve dolayısıyla Türk millliyetçilerinin
rektiğini belirten Ahmet Arvasi, milli şuurdan yoksun
âlemşümul davası, Allah ve Resulünün davasıdır ve
kadrolara milleti teslim etmenin ihanet olduğunu an-
bunun adı İslâmiyet’tir. Türk milleti, bugün yeryüzünü
latmaktadır. Milliyetçiliğin kadro ve programı ile dai-
işgal eden din ve ideolojiler içinde, yol gösterici ola-
ma iktidarda olması gerektiğini, milliyetçi programları
rak İslamiyet’i seçmiş bulunmaktadır. Türk milliyetçi-
iktidardan uzaklaştıranların bölücü veya yabancılaş-
si, Türk’ü, ‘Dini dinime, dili dilime uyan’ olarak tarif
tırılmış kadrolar olduğunu ifade eden Arvasi, milliyet-
eden aziz milletinden farklı hareket etmemektedir ve
çiliği şöyle anlatmaktadır: “Milliyetçilik, bir milletin,
etmeyi düşünmemektedir. Aksini iddia edenler, Türk
kendi düşmanlarına karşı sürdürdüğü sosyal, kültü-
milliyetçilerine ‘bühtan’ etmektedir.”
rel, ekonomik ve politik bağımsızlık savaşı, kendini
Türk, İslâm’la; İslâm Türk’le dış ve iç sömürüye karşı koruma şuur ve çabasıdır.
Güçlenmiştir! Yani, milletlerin var olma ve yaşama savaşıdır. Meş-
ru bir hak ve şuurdur.”
Ahmet Arvasi, İslamiyet’in kıyamete kadar baki,
eksiksiz bir ilahi nizam olduğunu her vesileyle be- Milliyetçiliğin sahibinin millet olduğunu, mille-
lirtir. Türk milleti, asırlardan beri, İslamiyeti, hem bir tin vicdanına aykırı, milli tarihe, milli kültüre ve mil-
“din” hem de bir “ideoloji” olarak benimsemiş, kültür li ülkülere ters düşen tarif ve tutuşların milliyetçilik
ve medeniyetini, bu ruh ve iman ile yoğurmuştur. olamayacağını anlatan Arvasi, çağdaş Türk-İslam
Türk, “İslâm”la, İslâm da “Türk”le güçlenmiştir. Türk Ülküsü kavramının Türk milliyetçiliğinin programını
milliyetçiliği, İslâm’ın imân ve şuuru içinde yücelmeyi özetleyen ‘doktriner’ bir ifade olduğunu belirtmekte-
gaye edinen ve Türk’ün mutluluğunu burada arayan dir. Türk milliyetçisinin gerçek ambleminin ay yıldızlı
bir harekettir. bayrak olduğunu belirten Arvasi, ancak Türk tarihi
ve destanlarından süzülüp gelen motif ve renklerin
Millet sevgisinin romantizmi içtimai bir vakıadır.
milli bayrağımızın gölgesinde ve onu gölgelemeden
“Vatan sevgisi imandandır” ve “Kişi kavmini sevmek-
duran ‘rozet’ ve ‘flama’ halinde taşınabileceğini ifade
le kınanamaz” hadis-i şerifleri Arvasi’nin milliyetçilik
eder. Arvasi, Türk milliyetçiliğinin en güçlü teminatı
anlayışının temelidir.
olarak Türk ordusunu göstermektedir.
Niçin Sentez Değil?
Milliyetçi Lider ve Kadrosu
Batılılaşma etkisiyle İslamcı, Türkçü, Osmanlıcı
Her hareket büyük bir lidere ve onun etrafında
ve Milliyetçilik gibi adlarla anılan milli düşünce, za-
toplanmış bir kadroya muhtaçtır. Türk milliyetçiliğine
manla Türk-İslam Sentezi şeklinde ortak bir kabule

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 109


her zaman liderlik yapmak isteyen kişi ve kadroların dile getirir; “Türkiye’de, sosyal hiyerarşi hızla değiş-
oluştuğunu belirten Arvasi, önemli olanın bu iddia ile mektedir. Piramidin tepe noktasında oturmaya alış-
ortaya çıkmak değil, Türk milliyetçiliğini ‘doktriner’ mış mutlu azınlıkların telaşı ve feryadı bundandır.”2
manada temsil ve organize etmek olduğunu savun-
Fikir Öfkesi
maktadır. “Lider ve kadrosu imal edilemez, onu milli
şartlar ve ortamlar hazırlar ve doğurur” diyen Arvasi, Ülkemizde eğitim seviyesi yükseldikçe, sanayi-
liderin milli imana, aşka, aksiyona ve karaktere sahip leşme ve şehirleşme hızı arttıkça tabandan tepeye
insanlar arasından doğacağını, zaten davanın sa- doğru tırmanışlar çoğalmakta, kalıplaşmış ve ka-
mimi bir neferi olmaya rıza göstermeyen bir insanın tılaşmış statüler sarsılmaktadır. Bütün makamları,
asla lider olamayacağını anlatmaktadır. mevkileri, arpalıkları, köprübaşlarını tutmaya alışmış
ve bunları babadan oğula devretmeyi vazgeçilmez
Ahmet Arvasi’ye göre lider, davasını mutlaka ba-
bir hak sanan aile ve zümreler, büyük korku ve öfke
şarıya yaklaştıran ve ulaştıran, çetin şartlarda gerile-
içinde konuşup yazıyorlar: “Bu ülke ‘Hassolara ve
meyen yahut çok tehlikeli durumlarda mümkün olanı
Memolara bırakılamaz.” Asırlardır hor görülen, her
en az zararla kurtaran, zararları süratle telafi edebi-
türlü imkândan mahrum bırakılan Müslüman Türk ço-
len, gerçekçi, hesabında yanılmayan, istişare ve is-
cukları, giderek artan bir ölçüde yavaş yavaş da olsa
tihbarata çok önem veren, ketum bir kimsedir. Kendi
medeni imkânlardan istifade etmiş ve eski statülerin-
yokluğu halinde, davanın başarı ile yürütülmesi için
den kurtulmak gayretine girişmeye başlamışlardır.
gerekli tedbirleri önceden alır ve davayı namuslu el-
Anadolu çocukları büyük bir şevk ve heyacanla icti-
lere teslim etmeyi planlar.
mai barem merdiveninde itibarlı yer aramaktadırlar.
Arvasi’ye göre, fert, aile, toplum ve devlet haya-
Ahmet Arvasi’ye göre, çağdaşlaşma kendine ya-
tında, İslâm’ın yaşama nizamı olarak benimsendiği
bancılaşmadan şahsiyetli bir gelişme olmalıdır. Ve
Osmanlı’da, İbn-i Haldun’un ‘medeniyetlerin ölümü’
çağdaşlaşmayı temsil eden yeni bir nesil de gelmek-
görüşünde belirttiği şekilde bir aydın yabancılaşması
tedir. Arvasi, bu konuda şöyle der: “21. asra girerken
zamanla görülmüştür. Zihniyet çözülmesi ve aydın
yepyeni bir ümit ve dinamizmle gelen bu nesil, bazı-
yabancılaşması bürokrasinin üç tabakası ilmiyye,
larının sandığı gibi siyasi ve ideolojik bir hareketten
seyfiyye ve kalemiyyeden özellikle kalemiyye ve sey-
çok, Türk-İslam kültür ve medeniyetinin yeniden diri-
fiyyede açık bir şekilde görülmüştür. Uygulamadan
lişini temsil etmektedir, elbette bunun siyasi hayata
ziyade yargı ve denetim görevi yapan ilmiyye, en az
yansıyan yönleri de olacaktır. Görünen odur ki, bun-
hatalı, en az bozuk olanı seçmek zorunda kalıyordu.
dan sonra ülkemizde inanmış aydınların ve teknok-
Girift devlet mekanizması içinde hakanın büyük ratların sözü daha fazla geçecek, milli ve mukaddes
yetkileri olsa bile otoritesi belirli bir silsile takip ederek değerlere karşı kadrolar ister istemez sahneden çe-
ortaya çıkıyordu. Bu sebeple tarihi yorumlarken sul- kilecektir. Ve yine görünen odur ki, hâlâ 18. ve 19. as-
tanların döneminden ziyade, kadro ve içtimai değiş- rın pozitivizmini ve materyalizmini savunanların, hâlâ
me dönemlerine dikkat edilmelidir. Ahmet Arvasi, Ba- Türk-İslam kültür ve medeniyeti yerine Greko-Latin
tılılaşma hareketini yürüten bürokrasiyi “mutlu azın- kültür ve medeniyetini oturtmak isteyenlerin, hâlâ
lık” şeklinde adlandırmaktadır. Gerçekten de yönetim milletimize ve halkımıza tepeden bakmakta olanların
gücünü kötüye kullanan bu zümre çok geçmeden sesleri ve gürültüleri, ümit ederim ki kısılacaktır.”
üretimden kaynaklanmayan büyük gelirleriyle şaşa-
Arvasi’ye göre, inanmış aydın görevini yerine
alı ve tantanalı bir hayat yaşamıştır. Çoğu zaman
getirirken şu yolu izlemelidir: “...Müslüman aydınlar,
sultanları bile kendi çıkarlarına göre değiştirebilen bu
kendilerini çok iyi yetiştirmiş olmalı, en az bir yabancı
zümre, halka ve halkın değerlerine yabancılaştıktan
dil bilmeli, İslâm’ın tavizsiz ve akıllı bir seçkini ola-
sonra, yeni bir dünya görüşü arayışı içine girmişler
rak kendi ihtisas dalında, mazlum ve mağdur İslâm
ve bunu aslı bozulmuş tasavvufi çizgilere saparak
âlemine hizmet vermelidir. Unutmamak gerekir ki,
göstermişlerdir. Bu meyanda ilmiyye sınıfına mensup
İslam dünyası, birinci sınıf ilim, fikir, sanat ve hamle
İslam âlimlerinin devirlerinde bürokrasinin bu sapık
adamlarını beklemektedir. Bunlar başka bir yıldızdan
yönelişlerine karşı nasıl bir mücadele verdiklerini ha-
gelmeyecek, sizlerin arasından çıkacaktır...”
tırlamak zorundayız.
Ahmet Arvasi, “Sizce aydın niye hep şikâyetçidir?”
Bürokrasinin yabancılaşma zinciri, farklı isimler
sorusuna şöyle cevap veriyor: “Aydın eğer, bir mille-
altında günümüze kadar ulaşmıştır. Bugün sıkça kar-
tin okumuş, yazmış üst seviyedeki entellektüel takımı
şılaştığımız halka tepeden bakan bu seçkinci zümre-
ise, esas Türk milleti aydınından şikâyet etmek duru-
nin kaynağı bürokrasiye dayanmaktadır. Bu insanlar,
mundadır. En azından, aydının kendisini, Türk mille-
dedelerinin imtiyazlı günlerini aramakta, eskinin öz-
tini tanımadığı, Türk milletinin meselelerine eğilmedi-
lemiyle millete saldırmaktadırlar. Arvasi, bunu şöyle

110 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


ği; Türk‘ün milli, mânevi ve mukaddes değerlerine ya anlamda kullandığını ve “Artık milletler çağı kapan-
ortak olmadığı yahut bu değerlere ilgisiz kaldığı için mıştır” dediğini belirten Arvasi, sözlerine şöyle devam
şikâyetçidir. Tanzimatçı, meşrutiyetçi olsun, günü- ediyor: “Bunlar, ya tarih bilmiyorlar yahut etraflarında
müz aydınları olsun, Türk milleti ile istediği diyaloğu cereyan eden olayları göremeyecek kadar kördürler.
kuramamıştır. Bizde maalesef iki asırdır aydınla halk Bütün tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de ‘mil-
arasında bir kopukluk vardır. Aydının devam ettiği, letlerarası savaş’ devam etmektedir. Tarihi gelişim,
oturduğu, eğlendiği yaşadığı yerlerle, halkın oturdu- milletlerin sayısını azaltmamakta, aksine çoğaltmak-
ğu, yaşadığı yerler çok farklı. Adeta aydın kapıyı ki- tadır. Görmüyor musun? Birleşmiş Milletler binasına
litleyerek, ‘Buraya kimse giremez’ levhasını asmıştır. hergün yeni bir milletin ve devletin bayrağı asılmak-
Eğer millet kendi hakkını bizzat kendi almak yoluna tadır. Bugün, yeryüzü haritasının beşeri tablosu, ayrı
başvuruyorsa, suçlu halk değildir.“ ayrı kültür daireleri etrafında organize olmuş millet-
lerden ibarettir. Bu, yalnız bu günün gerçeği değildir;
Devletin doğuya bütün ihtişamıyla gitmesi ge-
tarihin en eski çağlarından beri durum budur. Tarih bir
rektiğini belirten Arvasi, sözlerine şöyle devam edi-
‘kavimler’ ve ‘milletler’ tarihidir. Yeryüzünde kavimler
yor: “Eğer benim milletim turnalardan haber sormak
ve milletler vardır ve ‘insanlık’ bunların umumi adıdır.
zorunda kalmışsa, (Eğil turnam eğil haber sorayım/
Yüce ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bu
Bizim köyün çiçekleri açtı mı?) sorumlusu oralara
husus şöyle açıklanır: “Ey insanlar, biz sizleri bir er-
posta, telgraf, telefon getirmeyen aydındır. Şimdi...
kekle bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışasınız
Türk halkını, Türk milletini böyle yapayalnız haliyle
diye şubelere (ırklara, kavimlere) ve kabilelere ayır-
başbaşa bırakacaksın. Bir de o insanlardan şikâyetçi
dık...” (Hucurat/ 13)
olacaksın! Mabede girmeyeceksin, mabettekilerden
şikâyet edeceksin... Yok öyle şey! Kalem efendisi, İslâm Sosyolojisi, Kur’an-ı Kerim’in ışığında ‘mil-
çekilip köşesinde viskisini yudumlayan, girilmez lev- let ve milliyet’ gerçeğini ihmal ve inkâr etmez. Çünkü
haları altında kendisini bir kulübün yahut bir derneğin bizzat Yüce Allah, insanları ‘tek kökten’ gelmelerine
perdeleri arkasına gizleyen şikâyetçi, bohem aydın rağmen farklı ‘şubeler’ halinde yarattığını açıkça be-
tipi yaramaz bana. Böyle bir aydının şikâyet hakkı yan etmektedir.”
yoktur. İnanmış aydın mutlu azınlığa elbette öfke
Estetiğin Konusu Güzelliktir
duyacaktır. Bu öfke kuru bir öfke değil, üretkenliğe
sürükleyen bir fikir öfkesi olmalıdır.” Arvasi, inanmış S. Ahmet Arvasi, yaşadığı dönemin bütün konu-
aydınları şöyle göreve çağırır: “Benim dünümü ve larına yazılarında değinmiş, yol göstermiş, çözüm
bugünümü dünyada yankılar yapacak bir ustalıkla yolları aramıştır. Arvasi’ye göre, günümüzde estetik
ortaya koyacak romancım, hikâyecim, tiyatro yaza- (bediiyyat) müstakil bir ilim sayılmaktadır. Estetik,
rım, senaristim ve film yapımcım nerede? Şu anda insanoğlunun verdiği eserleri inceleyerek kaide koy-
yeryüzünde binbir acı içinde kıvranan Müslüman maya çalışır; güzellik mefhumu hususunda insan-
kavimlerin, cemiyetlerin ve grupların dramını kimler ların ulaştığı âlemşümul normları keşfetmek ister.
dile getirecek. Kara ve kızıl emperyalizmin zulüm ve Estetik’in konusu tek kelime ile güzelliktir. Sanatkârın
şiddetini kimler işleyecek? Nerede şairlerim, nerede hedefi ise güzele ulaşmak ve çirkinden uzaklaşmak-
ressamlarım, nerede İslâm’ın hüznünü dile getiren ve tır. Sanatkâr, mutlak güzeli arayan ve yakalayan kim-
ona yeniden dirilme şuuru aşılayan bestecilerim.‘‘3 sedir.”

İnkâr Edilemeyen Gerçek Arvasi, büyük sanatkârlara örnek olarak Mimar


Sinan’ı göstermektedir. Ona göre, “Mimar Sinan, bi-
S. Ahmet Arvasi, yaşadığı dönemin bütün mese-
zim imparatorluğumuzun taşlarından Süleymaniye
lelerine değinirken çözüm yollarını göstermiş, art ni-
çıkabileceğini, Selimiye çıkabileceğini” ispatlamıştır.
yetli çıkışlara göğsünü siper etmiştir. Bazılarının, bir
Bunların ‘muhteşem eserler’ olduğunu anlatan Arva-
komplekse kapılarak ‘millet’ ve ‘milliyet’ sözlerinden
si, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bir Süleymaniye’yi
ürktüğünü anlatan Arvasi, şöyle diyor: “Böyleleri, bu
düşünün, orada ‘hendesenin zaferi’ ile birlikte ‘este-
kelimeleri söylememek için adeta hususi bir gayret
tiğin zaferi’ ve ‘dinin zaferini’ bir arada ve muhteşem
sarfederler de ‘halklar’ ve ‘insanlık’ sözlerini israf
bir terkib içinde yakalayacaksınız. Gerçekten Mimar
edercesine kullanırlar. Oysa ‘milletler’ inkâr edilme-
Sinan yalnız ‘taşı işleyen bir şair’ değildir; o hendese-
leri mümkün olmayan objektif ve sosyolojik gerçek-
nin sınırlarını bilen, akustiğin esrarını çözen ve fiziğin
lerdir. Milletleri doğuran, coğrafi, tarihi, harsi, iktisadi,
kanunlarını yaşayan bir ilim adamı ve büyük bir aşk
biyolojik ve psikolojik pek çok âmil vardır ve bunları
biçiminde taşıyan ve objektif âlemi işleyen bir iman
hem etkisiz bırakmak hem de inkâr etmek mümkün
adamıdır.”4
değildir.”
Arvasi, “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz” adlı ese-
Bazılarının ise milliyet şuurunu şövenizmle aynı

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 111


rinde, “en büyük sanatkâr kimdir?” diye sorarken ce- ve heveslerine uyan kişi ve zümrelerin “Biz bilmiyor-
vabını da kendisi şöyle veriyor: “İslâm’a göre, bizzat duk. Bizi reislerimiz ve büyüklerimiz aldattı” tarzında
Allah, en büyük san’atkardır ve kendindeki cemal sı- ileri sürecekleri mazeretleri o gün geçersiz olacak-
fatı ile her an tecelli etmektedir. Bu açıdan bakınca tır. Bu husus yüce ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı
kâinat bir güzellik okyanusudur; insan ise bu okyanu- Kerim’de şöyle açıklanır: “Ey Rabbimiz, gerçekten
sun üzerinde parlayan ve en güzel biçimde yaratılmış biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk. Onlar da bizi
olan bir yıldız gibidir. Kâinata ve insana bir sanatkâr yoldan saptırdılar, diyeceklerdir” (El-Ahzab / 67)
gözü ile bakanlar onlarda muhteşem estetik mesajlar
Bir şeyin sahtesi ile gerçeği arasında sadece şek-
bulacaklardır. Ama Müslüman sanatkâr bütün bunla-
li bir benzerlik vardır. Yoksa mahiyet ve muhtevaları
rın arkasında gizlenen Mutlak Güzeli bulmaya çalışır.
Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak şöyle öğülür: “Suret çok farklıdır. Sahte olan şey, gerçek olan şeyin dıştan
yapanların en güzeli olan Allah’ın şanı ne yücedir” bir taklididir. Tıpkı bunlar gibi insanların da müesse-
(El-Müminun / ayet:14) selerin de, değer ve faziletlerinde gerçeği ve sahtesi
var. Bunlar münafık tiplerdir. Hangi konuda olursa ol-
Arvasi’ye göre, bir sanat eserinin başarısı “zama- sun münafıklar dünyanın en iğrenç kişileridir. Çünkü
nı aşması, insanda beşeri olanı halkın kültür değer- onlar, ahlaki karakter bakımından arızalı kimselerdir.
leri içinde yakalamasıyla mümkün olduğu gibi estetik Su katılmamış birer dinsiz oldukları halde gerekti-
düşüncenin de çağdaş sesi yakalamasıyla başarıya ğinde dindar; içleri kin ve öfke dolu birer müstebid
ulaşacaktır. İslâm sanatkârı, Allah’ın cemal sıfatını oldukları halde gerektiğinde demokrat; hasımlarının
arayarak yol almaktadır.” ıstırabından sadistçe bir zevk duydukları halde ge-
Ana Cadde rektiğinde müşfik ve merhametli gözükmesini bilirler.
Evet, sırf insanları aldatmak için inanmış gözüken,
Ahmet Arvasi, dini konularda İmam-ı Azam,
inançsızlardan daha iğrenç kim olabilir? Yüce Allah
İmam-ı Gazali, Ahmet Yesevi ve İmam Maturidi gibi
münafıkların sözlerine “tesir “gücü vermemiştir. Bun-
İslâm büyüklerinden etkilenmiştir. Dini konularda
lar, istedikleri kadar konuşsunlar, yazsınlar, emir ver-
kaynağı Ehl-i Sünnet ülemasıdır. Arvasi’ye göre, “Bir
sinler asla netice alamazlar.
müctehidin çıkardığı ahkâma mezheb denir. İslâm’da
mezhepler haktır, ama fırkalara ayrılmak yasakdır. O İslâm’ın terbiye sisteminde bu konuya çok ehem-
halde, bu iki tabir arasında büyük ve korkunç farklar miyet verilmiştir. İslâm’a göre, âlimler ve muallimler
var. Müslümanların bu konuda dikkatli olmaları gere- sadece Hakk’ın ve hakikatın emrinde olacaklardır;
kir. Müslümanın itikadı yani inancı, kitabımız Kur’an-ı politika cambazlarına alet olmayacaklar ve genç ne-
Kerime, Şanlı Peygamberimizin inançlarına ve O’nun silleri yanlış yola düşürmeyeceklerdir.6
yolundan giden Ashab-ı Kiram’ın çizgisine asla mu-
Ahmet Arvasi, Türkiye’de, 30 yıllık yazı hayatında
halif olamaz; bunlardan inanç bakımından bir zerre
ister modern isterse dinî kisve altında olsun gayrimilli
miktarı ayrılmak sapıklıktır. Ehl-i Sünnet vel Cemaat
art niyetli ya da gaflet ehli diyebileceğimiz kişi ve züm-
Yolu’nun iki büyük itikat imamı vardır. Bunlar, İmam-ı
relere karşı göğsünü germiş ve bundan dolayı da bu
Maturidi ve İmam-ı Eş’ari hazretleridir. Bu iki büyük
guruplar tarafından nisyana terkedilmiş bir fikir ada-
imam, İslâm, iman ve itikadını sapık felsefi ve dini
mıdır. Bugün –bazı dini gruplar arasında da- yaygın
cereyanlara karşı savunmuşlardır. Bu yanlış fikir
örnekleri görülen “milliyeçilik” düşmanlığının “millet”
ve inançların Müslümanların zihin ve vicdanlarına
yerleşmesine fırsat vermemişlerdir.” Arvasi, İmam-ı üst omurgasını nasıl çatırdattığını ve yerini en ilkel
Azam ve İmam-ı Maturidi’nin yoluna Ana Cadde adını “kabilecilik” ve “cemaatçilik” uygulamalarına bırak-
vermektedir.5 Arvasi, insanların rehber seçtikleri kişi- tığını üzülerek görmekteyiz. Bu nedenle, hem Türk,
leri seçerken dikkatli olmaları gerektiğini belirtiyor. hem Müslüman, hem de medenî olmanın mümkün
olduğunu söyleyen Arvasi’yi, Türk aydınlarının bugün
Ona göre, Müslümanlar yarın İlâhi huzurda sor- dünkünden daha dikkatli okuması gerekiyor.
guya çekileceklerini de düşünmek zorundadırlar. ______________________________________________
* Gazeteci, Yazar
Yüce dinimizin açık emirlerinden anlıyoruz ki, 1 Rehber Ansiklopedisi, Milliyetçilik mad.
o Büyük Hesap Günü’nde rehber, mürşid ve imam 2 Mahmut Çetin, Mutlu Azınlık ve İnanmış Aydın, Yeni
kabul ettiğimiz kişi ve kadrolarla birlikte sorguya çe- Hafta Gazetesi, 3. 5. 1993.
3 O.Olcay Yazıcı, Türk Milletinin Özlediği Münevver, Kül-
kileceğiz. Bu hususta yüce ve mukaddes kitabımız tür Dünyası Dergisi, Aralık 1997.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “O gün ki, insan 4 S. Ahmet Arvasi, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz, Burak
sınıflarından her birini biz imamları ile çağıracağız.” Yayınevi, İstanbul, 1982.
(El-İsra/71) 5 Hüdavendigâr Onur, Asrın Yesevisi S. Ahmet Arvasi,
Biyografi.net Yayınları, İstanbul, 2003.
Evet, seçimimizi, bu dünyada iken iyi yapmalıyız. 6 Türk-İslâm Ülküsü, Cilt 3, Ocak Yayınları, Ankara, Hazi-
ran 1983.
Çünkü ötede mazeretimiz kabul edilmeyecektir. Heva

112 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


MERHUM GALİP ERDEM’LE İLGİLİ
BİR HATIRA

SÜLEYMAN HAYRİ BOLAY*

T
anınmış yazar rah- Allah’a, yaratılışa, Peygambe-
metli Galip Erdem re, İslâm’a, ruhun üstünlüğüne
ağabey, beni Türk ve ahiret hayatına inanıyordu.
Ocağı’ndan 1956’dan beri çok Komünizmle mücadele ederken
yakından tanıyordu ve severdi. bunlar ve komünizmin Türk dün-
Bize seminerler de vermişti. yasına verdiği, vereceği zarar-
Seminerlerinden çok istifade lar, temel kabullerinden ve endi-
etmiştim. Tok bir mantığı vardı, şelerinden idi.
kendisine itimadı tamdı, tok-
Bu sebeple çalışmalarımın
mak gibi insanın kafasına inen
ciddiyetini o zamanlarda en iyi
makul ve mantıklı cümleleriyle
bilen, en iyi takdir eden ve onları
ilk günden itibaren dikkatimi
adım adım takip eden belki de
çekmişti. Türk Yurdu dergisiy-
tek insan o idi. Maddeye önem
le ilgili hatıralardan daha önce
vermemeyi hayatında uygulaya-
bahsetmiştim. Münasebetleri-
miz her zaman sıkı ve samimi rak gösteren nadir insanlardan
idi. Kendisi menfaat ve gösteriş duygularından biri idi. Bu bakımdan benim tezi-
uzak kendi ideal dünyasında yaşayan bir kimse min neşri meselesini herkesten fazla dert edin-
olduğu için her zaman sevdiğim ve saydığım bir mişti. Hatta İstanbul Milliyetçiler Derneği’nin ge-
kimse olmuştu. Hasbî, fedâkâr, kendisini daima nel sekreteri olan mühendis bir gence giderek
hayra ve idealine adamış bir Leylâ idi. şu mealde konuşmuş: “Şöyle şöyle çok mühim
bir kitap var, onu dernek adına mutlaka bastırın.
***
Türkiye’de inançsızlık felsefesinin ve dayanak-
Fakülte üçüncü sınıfa geçince sonradan
larının belini kıran bir çalışma. Basılması büyük
“Türkiye’de Ruhçu-Maddeci Görüşlerin Müca-
hizmet olur.” Fakat o genel sekreter hiç tınma-
delesi” başlığıyla yayımlanacak olan mezuniyet
mış, oralı bile olmamış. Galip ağabey, o genç
tezini hazırlamaya başlamıştım. İki sene süren
çalışmalarımı ve tezin hazırlanma seyrini adım mühendis genel sekretere çok kızmış, hatta o
adım takip etti. Bitince yayımlatmak istiyordu. sekreter beye çok sert ve ağır konuşmuş. “Bun-
Tez çalışmasının maddeci felsefeye bir çeşit lar ne biçim milliyetçi!..” diye de hayıflanmak-
reddiye olduğu için de teze olan alâkasını daha taydı. Bunları bana anlattığı zaman öfkesi hâlâ
da artırıyordu. Kendisi materyalist felsefenin geçmemişti. Hâlbuki o, kolay kolay kızmayan,
tezlerine şiddetle karşı olan bir kimse olarak sakin tabiatlı bir insandı.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 113


Daha sonra 1961 Haziranında tezi bastır- Bunun üzerine kendisine teşekkür edip rotayı
mak üzere İstanbul’a götürmüştüm. O zaman İstanbul’a çevirdim. Haberi duyunca Yağmur’un
sağda yayınevi olarak bir sene evvel kurulmuş sahibi sevinçten uçtu. Kitabı 5 000 adet basa-
bir tek Yağmur Yayınevi vardı. Oraya müraca- cağını, bunun 8 000 TL’ye mal olacağını söyle-
at etmekliğim tavsiye edildi. Bende yayınevi di. Zaten bu miktarın yarısını benden çok önce
sahibinin kapısını çaldım. O beni tanımıyordu. peşin almıştı. Benim maaşım o zaman 500 TL
Ben zaten tanınmış, şöhretli bir kimse de de- idi. Emekli sandığından ve Perşembeli, Ordulu
ğildim. Fakat kitabı da bırakmak istemiyordu. tanıdığım esnaftan aldığım borçlarla 4000 TL’yi
Basarsa, piyasa kitabı olmadığından, satılma- tamamlayıp göndermiştim. Buna rağmen kitabı
masından endişe ediyordu. Nihayet kendisinin basmamıştı.
saydığı rahmetli Nureddin Topçu’ya tezi göster-
Galip ağabeyden verdiğim haber üzerine ki-
memizi teklif etti. Hoca basılmasını isterse o da
tap, ancak 1967 senesi Ocak ayında gün yüzü
basacaktı. Randevu alıp bir akşam vakti Topçu
gördü. Bakanlıkta böylesi kitaplar için ya satın
Bey’in evine gittik. Tezin 40 daktilo sayfalık gi-
alınmasına yahut okullara tavsiye edilmesine
riş ve sonuç kısımlarını hocaya tek tek okudum;
veya Bakanlık yayınevlerine satışının tavsiyesi-
hoca da tezi çok beğendiğini söyleyip mutlaka
ne dair rapor verilirdi. Galip ağabey kendi söy-
basılmasını istemişti. Fakat Yağmur Yayınevi
lediğine göre, bizim kitap için bu üç şıkkı birden
yine kitap satılmaz endişesi ile baskıyı askıya
kullandıracak bir rapor vermiş.
almıştı. Benden baskı masrafının yarısını çok
önceden peşin almasına rağmen yine de bas- Yayınevinin müracaatı üzerine kitabın 1000
mamıştı. Ben durumdan Galip ağabeyi haber- kadarını Bakanlık satın aldı. Galip Erdem ve ar-
dar ediyor ve her gelişmeyi bildirmeye devam kadaşlarının hazırladıkları rapor üzerine kitap
ediyordum. O da her gördüğü yerde hemen hem satın alındı, hem okullara ayrıca tavsiye
soruyordu : “Süleyman, kitap çıktı mı, Yağmur edildi, hem de Bakanlığın yayınevlerinde satışa
daha basmadı mı?” Pek tabiî olarak ben de her çıkarıldı. Satın alınanlar ise okulların kütüpha-
defasında aynı menfi cevabı veriyordum :”Ha- nelerine gönderildi. Piyasaya sürülen kısmında
yır ağabey”, “Maalesef ağabey.” O da buna çok kitap büyük rağbet gördü. Tabii bu rağbet ve
üzülür ve yeni çareler düşünürdü. Yağmur’un itibarın arkasında hocam Ord. Prof. Hilmi Ziya
tutumuna da pek akıl erdiremiyordu. Ülken’in kitap için yazdığı “takrîz”in yani takdim
yazısının da rolü vardı. Çünkü tezi onun neza-
Böylece 1961’den 1966 yılına geldik. Ben
retinde hazırlamıştım.
Perşembe Öğretmen Okulu’ndan yazın tatile
çıkmıştım. Ankara’dan Konya’ya geçecektim. Kitabı çıkardığı için Yağmur’a teşekkür et-
Galip ağabey, haberleşmediğimiz halde, beni tim. Böyle felsefî mücadeleyi anlatan ağır bir ki-
Ankara’da Kurtuluş Lisesi’nin önünde buldu. tabın umulmadık rağbet görmesinde, yazarına
Nasıl bulduğunu hâlâ hatırlamıyorum, hâlâ akıl da yayıncıya da büyük itibar ve şöhret temin et-
da erdirmiş değilim. Ama beni bir şekilde bul- mesinde konunun cazibesi kadar, Galip Erdem
muştu. Hemen şunları söyledi: ağabeyin hasbî gayretleri büyük rol oynamıştı.
Bu tezin yayımlanması sayesinde bana Bağdat
-Süleyman, şu Yağmur Yayınevin’e söyle,
kapıları açıldığı gibi, üniversiteye de onun saye-
senin kitabı hemen bassın. Ben, Sadi (Somun-
sinde girebildim. Çünkü 1965’te asistanlık imti-
cuoğlu) ve Halil (rahmetli Halil Özyıldız), Milli
hanını kazandığım halde Hilmi Ziya Bey’e baskı
Eğitim Bakanlığı Yayımlar Genel Müdürlüğüne
yapıp benim asistan olmamı önleyen klik, bu se-
uzman olarak girdik. Kitabı çıkarsın ve hemen
fer doktora tezi çapında kabul edilen mezuniyet
Bakanlığa müracaat etsin. Biz kitabı okuruz,
tezi karşılarına konulunca fazla itiraz edemez
gereken tavsiyeyi yaparız. Tavsiye de Tebliğler
oldular. Böylece asistan olabilmiştim. Hâsılı bu,
dergisinde yayımlanır, dolayısıyla okullara da
unutulmayacak ve insan hayatının istikametini
kitap girmiş olur. Bakanlık zaten aldığı kitapların
baştan sona değiştirecek olan hatıralardan biri-
yüzde 15 posta masrafını peşin veriyor.
dir. Allah gani gani rahmet eylesin. Amin!..

114 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


PROF. DR. ORHAN DÜZGÜNEŞ:
BÜYÜK AMA MÜTEVAZI BİR İLİM
VE DAVA ADAMI

ORHAN KAVUNCU*

Hayatı kalmayan Orhan Düzgüneş, Macaristan, İskoçya,

O
rhan Düzgüneş, 1917 yılında İstanbul iki defa Amerika, İtalya, İspanya, Fransa, İsrail, Al-
Rumeli kavağında doğdu. Babası po- manya ve Azerbaycan’da incelemeler yapmıştır.
lis memuru Aziz Efendi Bulgaristan’ın Hacettepe ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültelerin-
Lofça şehrindendi. Annesi Geredeliydi. İlkokulu de İstatistik derslerini başlatan ve biyoistatistik bi-
Gerede’de, liseyi Kastamonu’da bitirdi. 1938 yılın- lim dalının kurulmasına öncülük eden bilim adamı,
da Yüksek Ziraat Enstitüsünden birincilikle mezun Prof. Dr. Orhan Düzgüneş’tir.
oldu. Aynı yıl Yüksek Ziraat Enstitüsünün Zootekni Bilimsel çalışmaları yanında, idari görevler-
Enstitüsüne asistan oldu. den de kaçınmayan Düzgüneş, 1968-70 yılların-
1946 yılında doktorasını tamamladı ve Amerika da Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanlığı,
California Üniversitesine genetik çalışmak üzere 1984’te Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü
gönderildi. Burada yaptığı Genetik Yüksek Lisan- Müdürlüğü yapmıştır. İki dönem Ziraat Mühendis-
sı ve bilimsel araştırmalarıyla temayüz eden hoca, leri Odası Başkanlığı, Türk Ziraat Mühendisleri
ancak seçkin bilim adamlarının üye olduğu “Sigma Birliği Başkanlığı yapmış, Türk Ziraat Mühendisle-
Xi” isimli araştırma derneğine üyelik teklifi aldı. ri Birliği Vakfı Başkanlığını ölünceye kadar uhde-
sinde taşımıştır. 1986 yılında Orhan Düzgüneş’e,
1950 yılında yurda döndükten sonra Ankara
TÜBİTAK “Hizmet Ödülü” verilmiştir. Tarım ba-
Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde Zootekni Bölü-
kanlığında hayvan ıslahıyla ilgili çeşitli araştırma
münde verdiği Hayvan Islahı, Sığırcılık gibi ders-
projesi, komisyon başkanlığı görevlerini hizmet
ler yanında Genetik ve Biyometri dersleri vermeye
şuuruyla bedelsiz olarak yapan Orhan Düzgüneş,
başlamış, bir süre sonra da Zirai Genetik ve İstatis-
“Türkiye’deki Tabii Gen Kaynaklarının Korun-
tik Kürsüsünü kurmuştur. 1951’de doçent, 1957’de
ması” çalışmalarına da hayatının son zamanlarına
profesör olan Orhan Düzgüneş, Türkiye’de Araş-
kadar aktif bir şekilde katılmıştır.
tırma ve Deneme Metotları, Deneme Planlaması,
Popülâsyon Genetiği, Kantitatif Genetik gibi disip- Dekanlık yaptığı 1968-70 arası Türkiye’de
linlerin ziraat fakültelerinin bilimsel çalışmalarında marksist öğrenci hareketlerinin gemi azıya aldığı
önemsenmesinde başlıca rol oynayan büyük bir dönemlerdi. O yıllara kadar bilimsel ve mesleki ça-
ilim adamıdır. lışmalarından başka konularla ilgilenmeyen Prof.
Dr. Orhan Düzgüneş, solcu öğrencilerin isteklerini
Hayatı boyunca bilimsel çalışmalardan geri
önceleri hüsnü zanla ve sabırla dinlemiş, bir müddet

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 115


sonra bu isteklerin saf öğrenci istekleri olmadığını,
üniversiteye ve memlekete zararlı niyetlere dayan-
dığını görünce de bunlara karşı durmaktan çekin-
memiştir. Türkiye’de bölücü etnik fitnenin Marksist
solcu gruplar içinde geliştiğini daha o yıllarda fark
edebilen nadir insanlardandı. Neticede Fakülteyi
işgal eden solcu öğrenciler, hocanın dekanlık ma-
kamını da işgal etmiş, koltuğunu pencereden aşağı
sallandırarak yakmışlardır. Görevinden istifa eden
hocamız ondan sonra vefatına kadar sol ideolojiy-
le ve her çeşit materyalist – pozitivist düşünceyle
bilinçli olarak, aktif bir şekilde ve milliyetçi bir anla-
yışla mücadele etmiştir.
Bu cümleden olmak üzere, 1974-1979 yılları Prof. Dr. Orhan DÜZGÜNEŞ Bir Kongrede Başkanlık
Yaparken
arasında Ülkücü Öğretim Üyeleri ve Öğretmen-
ler Derneği Başkanlığı yapmış, 1973 yılında Türk görün” ilkesini Orhan Düzgüneş hocamda gör-
Ocakları Derneği Ankara Şubesi Başkanlığı’na, müştüm. Rol yapmazdı, yapamazdı. Geçmişini,
1974 yılında da Türk Ocakları Derneği Genel gençliğinde milliyetçi bir camianın içinde bulunma-
Başkanlığı’na seçilmiştir. 1994 yılına kadar 20 yıl mış olmanın eksikliğini her vesileyle anlatır ve içi-
süreyle bu görevde kalan Orhan Düzgüneş 1989’da ne girmiş olduğu camiaya çok değer verirdi. Alçak
kurulan Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı’nın 25 gönüllülüğüyle, camiaya mensubiyetini manevi bir
kurucusundan birisi olmuş ve Vakfa ciddi maddi huşu içinde algılar, başkanı olduğu ülkücü öğret-
katkılarda bulunmuştur. menlerin her birisini “milliyetçi” dünya görüşünü
Almanca ve İngilizce bilen, çok sayıda ilim kendisine anlatan birer hoca olarak görür ve çok
adamının yetişmesine yardımcı olan Düzgüneş, takdir ederdi. Milliyetçilikle, Türk tarihi ve kültürüyle
konusuyla ilgili 14 kitap ve yüzün üzerinde bilim- ilgili birçok kitabı, dekanlığının bittiği 1968 yılından,
sel inceleme ve araştırma makalesi yayımlamıştır. yani 50 yaşından sonra okuyabilmişti. Ancak bir
Evli ve iki çocuk babası olan Düzgüneş, 27 Haziran bilim adamı olmasının kazandırdığı engin kavra-
1996’da Ankara’da bir kalp krizi sonucu vefat etti ve yışla, bu konuları kendisinden çok daha fazla oku-
Karşıyaka mezarlığına defnedildi. muş birçok milliyetçi aydından daha iyi ve çabuk
anlar, daha önce kimsenin görüp dile getirmediği
İnsani İlişkileri, Ahlâk Anlayışı ve hususları dile getirir ve alçak gönüllüğünü korurdu.
İnsanlığı Osman Oktay’a, dekanlıktan istifa ettikten sonra
Prof. Dr. Orhan Düzgüneş ciddi, gani ve alçak ÜLKÜ-BİR’in yönetim kuruluna nasıl girdiğini, Türk
gönüllü bir insandı¸ bilim ve dava adamı idi. Gerçek milliyetçiliği yolunda organize faaliyetlere böylece
bir dost, büyüklerine saygılı, küçüklerine gerçek bir katıldığını, bunun hayatında önemli bir değişme
hami idi. Hocası Prof. Dr. İbrahim Yarkın’a sevgi meydana getirdiğini, içkiyi bırakıp ibadetlerini in-
dolu bir saygıyla muamelesi, hepimize örnek ola- tizama soktuğunu, açıklıkla ve alçak gönüllülükle
cak bir nitelikteydi. Kin tutmazdı, affetmesini bilirdi. anlatır.1
Dargınlığın Müslümanlara yakışmadığını Peygam- Hoca için küçük bir iş yoktu. Her işi ciddiye
ber efendimizin bir hadislerinde ifade ettiklerini söy- alırdı. Asistanıyken danıştığım her konuda hoca-
ler, yüzde yüz haklı olduğunu veya doğrudan taraf nın ciddiyetle, konuyu enine boyuna kavrayarak
olmadığını bildiğim, sonucu hakaret etmeye varan ilgilendiğini, yol gösterdiğini hatırlarım. Öğrenciler
sert tartışmalardan bir müddet sonra bu hadisin anlamadığı bir konuyu rahatlıkla sorabilirdi. O da
gereği olarak davranır, muhataplarından helâllik üşenmeden zaman ayırırdı. Öğrenmek isteyeni
ister, “büyüklük onda kalırdı”. Hem üniversitede geri çevirmezdi.
her kademede talebesi olduğum, hem de milliyetçi
çalışmalarda çoğu zaman yanında olduğum için bu Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde De-
davranışına birçok defa şahit olmuşumdur. kanlık yapmıştı. Fakültede büyüğünden küçüğüne
herkesin saygısını kazanmıştı. İdeolojik olarak kar-
*** şısında olanlar, dekanlığı sırasında odasını basıp
Neyse oydu. Hz. Mevlâna’nın “olduğun gibi koltuğunu yakanlar bile ona saygı duyardı. O da,

116 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Ona göre gerçek aydın “milletine hizmet” şu-
uruyla amel eder, yani aydın olmanın mümeyyiz
vasıflarından birisi “milliyetçi” olmaktır. Bu dü-
şüncesini Osman Oktay’ın kendisiyle yaptığı bir
mülâkatta şöyle anlatır: “Yüksek Öğretim Ku-
rumlarında milli birliğin tesisinde ve milletçe
yükselme ülküsünün gerçekleşmesinde Türk
Milliyetçiliğini benimsemenin rolü ve önemi, bu
millete mensubiyetin büyük bir mutluluk ve ma-
nevi huzur kaynağı olduğu gereği gibi işlenme-
mekte, gençlere benimsetilmeğe çalışılmamak-
tadır. Türk Ocakları şubelerini öncelikle Yüksek
Öğretim kurumlarının bulunduğu yerlerde açma
kararımız bu eksikliği gidermeğe matuftur.”2
Tabii “milliyetçi” olmanın üzerimize yüklediği
önemli görevlerden birisi “aydın” olmak, diğeri de
“aydın” yetiştirmektir. Bunu aynı mülâkatta şöyle
dile getirir: “Gençlere daima yeni şeyler öğren-
Doç. Dr. Orhan KAVUNCU (o zaman), Prof. Dr. Tahsin meye çalışmalarını, okul imkânlarını çok iyi
KESİCİ, Dr Erol ALKUŞ, Prof. Dr. Oğuz MANAS,
Prof. Dr. Orhan DÜZGÜNEŞ Arkada Yan Duran Kişi değerlendirmelerini, okul bittikten sonra da
Prof. Dr. Sabit AĞAOĞLU mesleklerindeki yenilikleri takip etmek üzere
okumalarını, ilmi ve mesleki toplantılara katıl-
bilimsel ve/veya insani değeri olduğunu sandığı bi- malarını, gelecek nesillere kendileri ile öğüne-
risine, ideolojik olarak kendisine yakın uzak deme- cekleri eserler bırakmayı ideal olarak benimse-
den yardımcı olur, gerekirse elinden tutardı. Dindar melerini tavsiye derim.”3 Gelecek nesillere öğü-
ama aynı zamanda gani gönüllü bir insan olduğu necekleri eserler bırakma ülküsünden, daha önce
için kendisine başvuran her insanı hüsnü zanla de, 1987’de Ankara Türk Ocağında gençlerle yap-
karşılardı. tığı bir sohbette bahsetmişti. Milliyetçi münevvere,
yani Türk Ocaklıya yüklediği en önemli görev belki
Aydın Anlayışı
de buydu.
Aydın olmayı çok iyi anlamış ve özümsemiş-
İlmi Çalışma ve Araştırma Anlayışı
ti. Bir yazısında aydın olmayı şöyle açıklıyordu:
“Bizde ‘Münevver’, Lâtincede ‘İntellectus’tan İlmi araştırma, hocamın zevkle yaptığı bir
iştikak eden ‘intellectual’ veya “intelligent’ ke- “meslek” idi. Bununla birlikte, hayvan ıslahı gibi
limelerinin ifade ettikleri manalara gelmekte idi. doğrudan uygulamaya dayanan bir alanda çalışı-
Intellectus, hadiseleri sebep ve şartları ile de- yordu. Ayrıca şahsen de, günlük olaylardan, kısa-
ğerlendirme, iyiyi kötüden ve doğruyu yanlış- ca hayattan kopuk değildi. O yüzden birçoklarının
tan ayırma, iyinin ve doğrunun yanında olma, tersine bilgisini içselleştirmiş, hayat tecrübesiyle
ilim ve mantık kurallarına uyma kabiliyet ve birleştirebilmiş bir insandı. Bütün bu özellikleri pra-
alışkanlığıdır.” tik zekâsıyla da birleşince ortaya nazari bilgilerini
ve bunlardan geliştirdiği kanaatlerini, hayatın her
Orhan Düzgüneş hocama göre, okumuş, en
alanında kullanabilen meziyet sahibi, erdemli ve
yüksek seviyede tahsil görmüş olmak aydın olma-
mütevazı bir insan profili ortaya çıkıyordu.
nın en önemli unsurudur; ancak her okumuş kişinin
yukarıda tanımlanan aydın (münevver) kişi sayıl- 1984 yılında, mesai arkadaşları olan talebeleri
mayacağını işaret eder: “Aydını cemiyet yetiştirir. ile birlikte hazırladığı İstatistik Metotlar -1 kitabının
Okumuş adamın yeterli görüldüğü bir cemiyet- tashihini yapıyordu, benim de okumamı istemişti.
te aydın yetişmez. Olanlar da eskiden kalmış Bir yerin düzeltilmesi gerekiyordu. Sohbet oradan
köhne kişiler olarak telâkki edilir. Bu nadir in- açıldı ve şöyle anlattı: “Zeliha (rahmetli eşi Prof.
sanlara itibar eden, devletin eğitim politikasının Dr. Zeliha Düzgüneş), çok titiz ve mükemmeli-
böyle insanlar yetiştirmek olduğunu savunan- yetçi bir insandı. Ben bu İstatistik kitabımın ilk
lar ise gerici olarak nitelenir.” baskısını (1952 yılında Devlet İstatistik Enstitü-
sü, şimdi Türkiye İstatistik Kurumu, basmıştı)

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 117


yazarken hep ‘şu konu eksik, bunu da ekleye- nularda öğrenmeden ahkâm kesmemesi gerektiği-
yim, şu hipotez kontrolü metodu yeni bulundu, ni, öğrenmek için sarf ettiği yoğun çabadan sonra
onu da çalışıp koyayım filan derken baktım ki da sözlerini dikkatle ve çok iyi düşünerek söyleme-
kitabı tamamlayıp bastırmam mümkün olmaya- si gerektiğini, Evrim çalışırken ve sohbet ederken
cak. Baskıya böylece vereyim de sonraki bas- görmüştüm. Bu yazıda alıntı yaptığım yazılarında
kılarında ekleme, genişletme işlerine bakarım’ da görüldüğü gibi çok düşünerek yazar, her cüm-
dedim ve gerçekten de öyle oldu, sonraki bir- lesi yoğun bir emeğin ürünü olurdu. Konuşurken
çok baskısında İstatistik Metotları kitabım biraz de öyleydi. Bir tür içindeki alt grupların birbirinden
daha genişledi, bak bugün İstatistik Metotları – farklılaşmasına yol açan genetik ve çevre amilleri-
1 ve İstatistik Metotları – 2 diye iki kitap haline ni, türler arası farklılaşmaya da uygulamaya çalı-
geldi. Rahmetli Zeliha ise, taksonomiye kazan- şan Darwinci telâkkilere daima mesafeli olmuştu.
dırdığı böcek türleri olduğu halde, o böceği de Ama bu dikkati, bu amillerin varlığını inkâr etmeye
ekleyeyim, bu böcek olmadan kitap olmaz filân de hocamı hiçbir zaman götürmemişti.
diyerek bir Entomoloji kitabı hazırlayamadan
Millet ve Milliyetçilik Anlayışı;
gitti.”
Türk Ocaklarının Görevlerine İlişkin
“İlmi araştırmalarda ve deney tertiplemede Görüşleri
dikkat edilecek hususlar” veya “araştırmacının
“İnsan” olmanın, “âlim” olmanın yanına “milli-
özellikleri” diye anlattığı ve bizlere de benimsetip
yetçi” olmayı da ekleyince, ortaya Orhan Düzgü-
öğrettiği hususlar, konuyla ilgili başka hiçbir kitapta
neş misali bir “münevver” çıkıyordu.
hocanın anlattığı kadar güzel anlatılmamıştı. Gü-
zellik, “bilimsel” olmanın “insan” olmanın gerekle- O devletin sevk ve idaresinde gevşeme olma-
rini unutturmaması gerektiğini idrak etmiş olmasın- masını istiyor, demokrasinin başıboşluk olduğu
dan kaynaklanıyordu. kanaatinden yararlanmak isteyen şer kuvvetlerin
teşkilâtlanacağını söylüyordu. Güvenlik güçlerinin
Bilgi, bilmediklerinin çokluğunu da öğrettiği nis-
bunları önlemesinden memnuniyet duymakla be-
pette kıymetlidir. Orhan Düzgüneş bunu idrak et-
raber, asıl meselenin “bu gibi yıkıcı ve bölücü
miş bir ilim adamıydı. Bir sohbetimizde “bilginin
anarşik faaliyetlerin hiç olmamasını veya en
tamamı bir küme olsun, bunun içinde bir insa-
azından münferit olaylar olarak kalmasını sağ-
nın bildikleri bir alt küme oluşturur, geri kalan,
lamaktır” diyordu. “Bu da ancak çocuklarımızın,
yani bilmedikleri de bunu tamamlayan alt kü-
Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşlarımı-
medir. İnsan, bu iki alt kümenin kesişim çizgisi
zın ve diğer Türk toplumlarının ümidi olduğu-
olarak algılar bilmediklerini. Dolayısıyla bildik-
nu ve bu devleti dünya devletleri arasında üst
lerine ilişkin alt küme büyüdükçe, kesişim de
seviyelerde bir mevkie yüceltmek gerektiğini,
o kadar büyür” gibi şeyler söyleyince, 1960’larda
bunun da her şeyden önce milli birliğimizin pe-
Erzurum’da Genetik dersi verdiği bir sınıfta yaşa-
kiştirilmesi ile sağlanabileceğini idrak etmeleri
dığı bir olayı hatırlamıştı. Derste bir önceki hafta
ile mümkündür.”4
anlattıklarıyla ilgili bir soru sormuş, soruyu kimse
cevaplayamamış, hoca biraz da kızarak ısrar edin- Türk Ocağı Ankara şubesinde 1987’de gençler-
ce bir genç çekinerek el kaldırmış, hoca da ümit- le yaptığı bir sohbette, yukarıda da bahsettiğim gibi
le “söyle oğlum” deyince, delikanlı “hocam biz milliyetçi bir aydın olmanın gereği olarak şöyle söy-
onu nerden bilelim. Onu Allah bilir” diye cevap lüyordu: “Atalarımızın yaptıkları ile öğünüyoruz.
vermişti. Hoca önce büsbütün kızmış, fakat sonra Gelecek nesillere övünecekleri bir şeyler bırak-
çocuğun cesaretini ve samimiyetini dikkate alarak mazsak, onlar da bizim övündüklerimizle övü-
sakince şu cevabı vermişti: “Evladım, sen bu so- nürse o zaman terakki olmaz. Onun için sevgili
runun cevabını öğren, geriye yine Allah bilir di- gençler ülkünüz, gelecek nesillere övünecek-
yeceğin şeyler kalır. Onları da öğren geriye yine leri eserler bırakmak olsun. Buna tarih yapma
Allah bilir diyeceğin şeyler kalır. Ne kadar çok şuuru da diyebilirsiniz” demişti.
şey öğrenirsen ‘Allah bilir’ diyeceğin şeylerin Türk Ocaklarının sorumluluklarını anlattığı bir
sayısı da o kadar artar.” yazısında, “millet olarak içinde bulunduğumuz
Çok önem verdiği, kanaat geliştirmeye çalıştığı şartlar bizleri bir yandan nerelerden geçerek
bir konu “Canlıların Evrimi” idi. Bilimsel olmanın nerelere geldiğimizi bilmeye ve bundan sonra
ciddiyet olduğunu, bilim adamının iyi bilmediği ko- olabilecekleri azami isabetle tahmin etmeye, bir

118 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


yandan da ilgilendiğimiz alanlarda fikri ve ameli
olgunluğa erişmeye zorlamaktadır” diyordu. Bu
hususu bütün vatandaşlara kabul ettirmeye ça-
lışmak ve o vatandaşlara bu konularda doğrudan
ve dolaylı olarak yardımcı olmak, Türk Ocakları-
nın sorumlukları arasındaydı. “Yurdumuzun tabii
kaynaklarını, yüksek kabiliyetli insan varlığı-
nı, jeopolitik ve stratejik mevkiini gereği gibi
değerlendirerek tekrar güçlü bir Türk Devleti”
geliştirmemiz mümkündür. Türkiye’de böyle bir ge-
lişmeyi istemeyen yabancı güçler, içte ve dışta şer
kuvvetler teşkilâtlandırmıştı. Türk Ocakları, bu şer
kuvvetlerin gelişmeyi çeşitli yollardan engelleme
faaliyetlerini etkisiz kılmak için mahalli ve merke- Orhan KAVUNCU Hocasının Elini Öperken
zi devlet kurumlarıyla ve üniversitelerle yardım-
ları olmak talihsizliğinden dolayı vatandaşlarımızın
laşmalıdır. Ocakların faaliyetlerine mülki erkânın,
bir aşağılık ve küçüklük duygusuna kapılmasını ön-
belediye başkanlarının ve garnizon komutanlarının
lemek. Bunun için de milli kültür, örf ve adetlerimizi,
katılması bu anlamda kuvvetli bir manevi destek
vatan ve millet sevgisini, devlete bağlılık şuuru gibi
olmaktadır. “Ocaklarımızın faaliyetlerini hiçbir
meziyetlerimizi kaybetmediğimiz takdirde sahip
siyasi partinin lehinde veya aleyhinde olmadan
olduğumuz imkânları da değerlendirerek yeniden
yürüttüklerinin, yalnız kamu yararına hizmet
güçlü bir Türk Devleti geliştirmenin mümkün oldu-
eden milli kuruluşlar olduklarının bilinmesi ve
ğu görüş ve inancını herkese ve özellikle gençleri-
öğrenilmesi, başarılarımız için çok mühim bir
mize aşılamak.
dayanak teşkil etmektedir.”5
- Basının gayrı milli, hatta milli değerleri tezyif
Samimi bir Atatürkçü idi. Onun Atatürk sevgisi,
edici ve dilimizi bozucu, fakirleştirici, yayınlarını ta-
Atatürk’ü yakından görmüş, belki onunla sohbet
kip ve tespit ederek bunları ilgililere ve kamuoyuna
eden gençler arasında yer almış olmaktan kay-
duyurmak
naklanan tabii bir sevgiydi. Cumhuriyetin ilk neslin-
dendi. Yıkılmış bir imparatorluğun enkazı içinden - Okullarda din ve ahlâk, vatandaşlık, musiki,
yeni bir devlet kurulmasını müşahede eden bu ilk tarih ve sanat tarihi başta olmak üzere hemen bü-
nesildeki Atatürk sevgisi berraktı, saftı, samimiydi. tün derslerde öğrencilere gurur duyacakları mezi-
Türk Ocakları da Atatürk İlke ve İnkılâplarını genç- yetlerimiz ve devlet, vatan, millet yolunda heyecan
liğe benimsetme ve sevdirme işini, üniversitelerde- duyacakları, mukaddes sayacakları görevlerin id-
ki “Atatürk İlke ve İnkılâpları” dersinin soğuk ve rakini verecek öğretmenler yetiştirme ve bunların
resmi havası yerine, daha sevecen ve gönüllülük sayılarını artırma ihtiyacını anlatmak. Bunun için
esası olan bir ortamda yapıyordu, yapmalıydı. Türk öğretmen yetiştiren yüksek öğrenim kurumlarına
Ocaklarını çok önemli bulurdu, devletin yardımcı- öğrencilerin özel olarak seçilmesi ve eğitilmesi için
sı, hatta devleti temsil eden gönüllü bir sivil toplum yollar geliştirmek ve bunların uygulanması için bir
kuruluşu idi. Vatandaşlık anlayışı da öyleydi. Her baskı unsuru olmak
vatandaş devleti temsil ediyordu; bunu idrak ede-
- Üniversite gençliğinin milli heyecanlara sahip
rek davranışlarını düzenlemeliydi.
ve milliyetçi bir şuurla yetişmesi için üniversite ders-
Türk Ocaklarının gayelerini anlattığı yazısında lerinin bıktırıcı ve not alma mecburiyeti gibi soğuk
bu gayeleri şöyle sıralar:6 havası yerine, Türk Ocaklarının sağladığı ortam-
larda gençlerin bulunmasını sağlamak. Gençlere
- Milli Birlik ve bütünlüğümüzü parçalatmamak,
atalarımız gibi gelecek nesillerin rahmetle ve gurur
bilâkis pekiştirmek, bunun için bütün vatandaşları-
duyarak yâd edecekleri eserler meydana getirme,
mızın Türk olmaktan gurur duymalarını temin et-
en azından dürüst, çalışkan ve milliyetperver olma
mek üzere milletimizin her alandaki üstün meziyet
hevesi vermek.
ve başarılarını anlatmaya ve benimsetmeye çalış-
mak - Türkiye dışındaki çok geniş ve kalabalık Türk
nüfusun yaşadığı coğrafyayla, problemleriyle, bi-
- Bugün topraklarının büyük bir bölümünü kay-
zimle ve birbirleriyle müşterek örf adetleri, dilleri ve
betmiş, eski satvetini yitirmiş bir devletin vatandaş-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 119


kültürel özelikleriyle ilgili bilgiler vermek. Türk Ocaklarının kuruluşu, ilkeleri hakkında şu
söyledikleri bugün hala iştiyak duyarak benimsedi-
Bir topluluğu millet yapan müşterekler üzerin-
ğimiz ve tekrar ettiğimiz mefahirimizdir:
de her vesileyle durur ve Türkiye’de yaşayan her
etnik gruptan vatandaşlar arasındaki benzerliğin, “Türk Ocakları Osmanlı Devletinin asli un-
Amerikalıların kendi aralarındakinden çok daha suru olan Türk Milletinin, diğer unsurların bö-
fazla olduğunu söylerdi. “Zaman zaman bize Türk lücü ve yıkıcı faaliyetlerine karşı direnmek,
Ocakları olarak Türk Milliyetçiliğinden söz et- milli varlığı korumak ve yüceltmek mecburiye-
memizin milli birliği temin bakımından sakın- tinde kaldığı bir dönemde, Türklük şuurları ve
calı olduğu, böylece meselâ Kürt Milliyetçiliğini heyecanları yüksek genç askeri tıbbiyelilerin
savunanlara haklılık kazandırdığımız ifade edil- teşebbüslerini değerlendiren Cemiyet içinde
miştir. Bunlara karşı cevabımız şöyle olmuş- tanınmış sivil Türk Milliyetçileri tarafından 1912
tur: Biz Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bütün yılında kurulmuştur. Her ne kadar zaman zaman
vatandaşlarını Türk Milliyetçisi olarak görüyor faaliyetlerini durdurmak mecburiyetinde kal-
ve bütün vatandaşların kendilerini Türk Milli- mış ise de, gönüllerde ve dosyalarda varlığını
yetçisi olarak görüp bununla iftihar etmelerini muhafaza etmiş milli bir teşekkül olarak 1986
sağlamaya çalışıyoruz. Bu cevabın bizim Türk yılından itibaren eski dönemlerdeki etkinliğini
Milliyetçiliği anlayışımızı da açıklamış olacağı- kazanmak üzere çok elverişsiz şartlarda, büyük
nı ümit ediyoruz.”7 Türkiye’yi bölmek isteyenlerin bir gayret ve feragatle çalışmaya koyulmuştur.
bugün etnik fitne diye ifade ettiğimiz taleplerine ve … Türk Ocakları’nın bir meslek teşekkülü veya
terör faaliyetlerine karşı kafa yormuş, 1990’lı yıl- siyasi bir teşekkül olmadığını bu vesileyle bir
ların başlarında Türk Ocaklarında “Güneydoğu daha tebarüz ettirmek istiyorum. Türk Ocakları,
Anadolu” konusunda çalışma yapılması taleplerini gönülleri Ocağımızın Türk Milleti için de mu-
heyecanla karşılamış ve benimsemişti. kaddes sayılması gereken mefkûresine bağlı,
her meslekten, her eğitim seviyesinden ve her
Bu gibi, Türklüğü bir etnisite olmaktan ibaret gö-
siyasi görüşteki bütün vatandaşlara açıktır.
rüp, ana dili Türkçe olmayan vatandaşlarımızın bu
Şimdiye kadar bu bakımlardan herhangi bir tef-
etnisiteye mensup olmamasını, Türk milletine de
rik yapılmamıştır.”9
mensup olmamak gibi görenlere her zaman Ame-
rikan milletini örnek verirdi. Birçok ayrı etnisiteden Aziz hocam, bana telkin ve tahmil ettiğiniz vazi-
gelen insanlar, Amerikan vatandaşı olmakla iftihar felerin hepsini benimsiyorum. Sizin tavsiye ettiğiniz
ediyordu. Bu vatandaşlığın, Amerikan milletine gibi, sizin gibi bir insan olabilmenin ne kadar zor,
mensup olmak gibi bir kimliğin benimsenmesinde ama gerekli olduğunu idrak ediyorum. Sizin ruhu-
nasıl yeterli ve etkili olduğunu takdirle anlatır ve nuzun muazzep olmaması için, mutmain olması
Türk Milletinin oluşmasının da benzer bir şekilde, için daha çok çalışacağım hocam. Hakkınızı helâl
ama çok daha önceden başlamış olduğunu ve Ame- edin. Allah sizden razı olsun Mekânınız cennet ol-
rikan kültüründen daha mütekâmil bir Türk kültürü sun. Nur içinde yatın kıymetli hocam, benim büyük
oluştuğunu söylerdi. “Türk Ocakları Türk Toplu- hocam, can hocam, sevgili hocam! El Fatiha.
munda kültür birliğini sağlamak ve korumak va- ______________________________________________
zifesini üstlenmiş bir teşekküldür. Bazı malum * Prof. Dr.,Türk Ocakları Genel Sekreteri
1 Türk Yurdu, Ocak 1991, Osman Oktay, “Prof. Dr. Orhan
kişi ve kuruluşların toplumumuzda önemli kül- Düzgüneş ile Mülakat”, sayı: 387, Sayfa: 4 - 7.
türel farklılıkları olan grupların varlığından söz 2 Türk Yurdu, Ocak 1991, Osman Oktay, “Prof. Dr. Orhan
ettiklerini, bunu da hangi masatla yaptıklarını Düzgüneş ile Mülakat”, sayı: 387, Sayfa: 4 - 7.
3 Türk Yurdu, Ocak 1991, Osman Oktay, “Prof. Dr. Orhan
biliyoruz. Biz Türk Ocakları olarak sözü edilen Düzgüneş ile Mülakat”, sayı: 387, Sayfa: 4 - 7.
farklılıkların bir bütünün motifleri oldukları gö- 4 Türk Yurdu, Ocak 1991, Osman Oktay, “Prof. Dr. Orhan
rüşüne yeni dayanaklar bulmaya, geliştirmeye Düzgüneş ile Mülakat”, sayı: 387, Sayfa: 4 - 7.
5 Türk Yurdu, Kasım 1989, Orhan Düzgüneş, “Sorumlu-
ve bu görüşü Türk Milletinin bütün fertlerine ka- luklarımız”, sayı: 373, Sayfa: 3 - 4.
bul ettirmeye çalışmak durumundayız.”8 6 Türk Yurdu, Kasım 1989, Orhan Düzgüneş, “Sorumlu-
luklarımız”, sayı: 373, Sayfa: 3 - 4.
Türk Ocaklarına gösterilen ilginin azlığından 7 Türk Yurdu Kasım 1992, Orhan Düzgüneş, “Kuruluşu-
hep ıstırap duydu. Üniversite idarecilerinin ve öğre- nun 80. Yılında Türk Ocakları”, Sayı: 409, sayfa: 3-4.
8 Türk Yurdu, Aralık 1988, Orhan Düzgüneş, “Türk Ocak-
tim üyelerinin Türk Ocaklarının faaliyetlerine karşı
ları ve Milli Eğitim”, Sayı: 369, Sayfa: 5-6.
ilgisiz, hatta kimi zaman düşmanca tavırlarını hay- 9 Türk Yurdu, Kasım 1992, Orhan Düzgüneş, “Kuruluşu-
retle ve tereddütle karşıladığını söylerdi. nun 80. Yılında Türk Ocakları”, Sayı: 409, sayfa: 3-4.

120 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ’NİN
ESERLERİ

CEMAL KURNAZ*

O
sman Yüksel Serdengeç- mıştır (İstanbul: TEV, 1994, s. 171-
ti (1917-1983), Türk Milli- 176).
yetçiliği hareketinin özgün
2. Akdeniz Hilâlindir –Birinci
isimlerinden birisidir. “Tanrı dağı
Kısım-, 1940; İstanbul: TEV, 1994,
kadar Türk, Hira Dağı kadar Müs-
2000
lümanız” diyen Serdengeçti’nin dü-
şünce dünyası Gökalp’tan Âkif’e, 16 sayfalık kitapta Akde-
Yunus’tan Mevlânâ’ya; Türk ve niz Hilâlindir –Birinci Kısım- (s.
İslâm ülkelerinin bağımsızlık mü- 3-11), Sancağıma (s. 12-13) ve
cadelelerine uzanan geniş bir yel- Anadolu’dan Sesler/Gezsen Görür-
pazeyi içine alır. Şu mısralar, bu sün (s. 14-16) başlıklı üç şiir yer alır.
düşüncenin kendi dilinden ifade- Türk Edebiyatı Vakfı, bütün şiirlerini
sidir: bu isim altında bir kitapta toplamış-
tır.
Âkif’in gür sesinden
3. Cenk Türküsü, Ankara
Yunus’un nefesinden
1940, Çankaya Matbaası
Gökalp’ın hevesinden Osman Yüksel SERDENGEÇTİ
Bir şeyler var içimde (23.08.1946) Aynı yıl basılan Akdeniz
Hilâlindir (Ankara 1940) kitabının
O şair, yazar, mizah yazarı, fikir sonunda yayımlanacak eserler ara-
ve mücadele adamı, gazeteci, yayıncı, politikacı yön- sında gösterilen 8 sayfalık bir şiir kitabıdır. İçinde Cenk
leriyle dikkatleri üzerine çekmiştir. 33 sayı yayımla- Türküsü (s. 3-5), Akdeniz Hilâlindir (s. 5-6), Kimseye
yabildiği Serdengeçti dergisi ve kendi kitaplarının da Yol Vermeyiz (s. 6-7) isimli üç şiir yer almaktadır.
içinde yer aldığı 33 kitaplık Serdengeçti Neşriyatı, ilk
4. Türk ve Tanrı (Selahattin Ertürk ile birlikte),
kitabın yayımlandığı 1947’den başlayarak ölümüne
Ankara, Recep Ulusoğlu Basımevi, 1943, 32 s.
kadar Türk halkı üzerinde önemli etkiler yapmıştır.
Kitapta iki şairin şiirleri karışık olarak sıralanmış-
Biz, onun hakkında hazırladığımız kapsamlı ça-
tır. Osman Yüksel’in kitapta yer alan şiirleri şunlardır:
lışmada yer alan eserleriyle ilgili bilgileri okuyucularla
Destan-Rumeli Destanından (s. 3-5), Dağlar Gibi (s.
paylaşmak istiyoruz.1
7-8), Sakarya’dan Geçerken (s. 10-11), Anadolu’dan
Yayımlanmış Kitapları Sesler (s. 15-16), Benden Geri (s. 19).

1. Erzincan Destanı, Ankara 1940 Asya (s. 21), Dağlar (s. 23), Namık Kemal’e (s.
26-27), Türk Akdeniz (s. 28-29).
Osman Yüksel’in kendi ifadesine göre basılmış ilk
kitabı budur (Bu Millet Neden Ağlar, İstanbul 1994, 5. Bu Duygular Benim Değil Bizimdir, İstanbul
s. 78). 1939’daki Erzincan depremi üzerine yazılmış 1950
ve yayımlanmıştır. Daha sonra Bu Millet Neden Ağlar
Serdengeçti Kopdagel takma adıyla yayımlanan
kitabının içine konmuş (s. 78-84), şiirlerinin bir araya
bu şiir kitabının, Osman Yüksel’e ait olup olmadığı
toplandığı Akdeniz Hilâlindir kitabı içinde de yer al-
tartışmalıdır.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 121


6. Türklüğün Perişan Hali, An- 1955, 1957, 1960, 1962, 1970. İla-
kara 1949 veli 7, baskısı Konya’da Milli Ülkü
Yayınevi tarafından gerçekleştirilir
Kapakta, “Yazan: Serden-
(1976).
geçti: Osman” imzasına yer ve-
rilirken, önsözdeki imza “Osman 1952 Eylülü’nde, mevcudu
Serdengeçti”dir. Osman Yüksel’in kalmayan, Türklüğün Perişan Hâli
Serdengeçti Yayınları’ndan çıkan ilk kitabının yeni ilâveler ve düzelt-
kitabı budur. 5000 adet basılmıştır. melerle bu isim altında basılmakta
1949 Ekiminde yapılan duyuruya olduğu duyurulur. Okuyuculardan
göre, Serdengeçti Osman Yüksel, içli, dertli bir üslûpla, gönülden, iç-
bütün şiirlerini bu adı taşıyan bir ki- ten gelen bu dokunaklı, yanık ya-
tapta toplamıştır. Kitap şiir kitabın- zıları muhakkak okumaları tavsiye
dan ziyade bir dava kitabıdır. Böyle edilir (Serdengeçti, Yıl 6, Sayı 18,
denmesine rağmen kitapta şiirler ya- Eylül 1952, 12). Bu Millet Neden
nında yazılara da yer verilmiştir. O, Ağlar, 1952’nin Ekim-Kasım ayla-
serden geçercesine kendini bir da- rında yayımlanır (Serdengeçti, Yıl
vaya vermiş olan adamın kitabıdır. 6, Sayı 19-20, Ekim-Kasım 1952,
Kitapta bugünkü Türkülüğün perişan 19). Bu Millet Neden Ağlar kitabı-
hâli dertli bir gönül, içli bir üslûpla anlatılmaktadır. Bü- nın ilk baskısındaki önsözün tarihi Kasım 1949’dur.
tün ağıtlar, ağlayışlar, söyleyişler Türklük üzerinedir. Bu, muhtemelen kitabın Türklüğün Perişan Hâli adıy-
Bu kitapta aynı zamanda, hapishane köşelerinden, la basılan ilk haline aittir. Daha sonra ilavelerle basıl-
hür serazat hayatlardan, vahşi dağ başlarından ses- dığında bu önsöz korunmuş olmalıdır.
ler, Yunus’un yollarından nefesler bulunmaktadır.
10 000 adet basılan kitaptan 1957 Nisan’ında 200
Dergide kitaba adını veren bir yazı ile bir şiir yayım-
adet kalmıştır (Serdengeçti, Yıl 10, Sayı 24, Nisan
lanarak, kitabın baskıda olduğu belirtilmiştir. Kitapta
1957, 2). Osman Yüksel’in en çok satılan, sürümü
Serdengeçti’nin resmi de vardır. Bayilerde 100 kuruşa
20000’e yaklaşan bu kitabının 22 Ekim 1957’de yeni
satılacak olan bu kitabı okuyucular 80 kuruşluk posta
ilâvelerle 3. baskısı yapılır (Serdengeçti, Yıl 10, Sayı
pulu karşılığında alabileceklerdir (Serdengeçti, Yıl 3,
26, Aralık 1957, 14). Serdengeçti, 3. baskıya yazdığı
Sayı 8, Ekim 1949, 10, 16).
önsözde, “18000 rakamının üzerindeyiz. Bu rakam bu
Serdengeçti’nin 1950 Şubat’ında ve Mayıs’ında türlü kitaplar için bir rekordur.” der. 1959 Mart’ında, 3.
yayımlanan 9.-10. sayılarındaki ifadelerden kitabın baskısı da biter (Serdengeçti, Yıl 11, Sayı 29, Mart
büyük ilgi gördüğü anlaşılmaktadır: 1959, 13), 1960’ta 4. baskısı gerçekleşir (Serdengeç-
ti, Yıl 12, Sayı 32, Mart 1960, 7).
Bugünkü Türklüğün perişan halini, bilhassa Türki-
ye haricindeki Türklerin, kızıl zorbaların sultası altın- 4. baskısının ilginç bir hikâyesi vardır. Bu baskı-
da inim inim inleyen ırkdaş ve dindaşlarımızın acık- nın iç kapağında üçüncü basılış 1957, dış kapağında
lı hâlini, en hisli, en içli bir ifade ile anlatan bu kitap ise dördüncü basılış 1960 yazmaktadır. Bunun sebe-
bitmek üzeredir. Müslümanların derdini kendine dert bi, kitabın 30. sayfasındaki bir boşlukta açıklanmış-
edinen her Müslüman Türk’e sıcak gözyaşları döktü- tır. Zamanında basılan üçüncü baskının ilk forması
recek olan bu kitabın mutlaka okunması tavsiye edilir kaybolmuş ve yeniden basılarak yayımlanmış imiş.
(Serdengeçti, Yıl 4, Sayı 9, Şubat 1950, 16; Serden- Bu kez dördüncü baskı yapılırken kaybolan ilk forma
geçti, Yıl 4, Sayı 10, Mayıs 1950, 16). bulunmuş ve heba olmasın diye dördüncü baskının
başına konmuştur.
Aynı yılın Eylül’ünde, “Türk ve Müslüman olan her-
kesi ilgilendiren bu kitabın birinci baskısının hemen Yeni ilavelerle 5. baskı 1962’de gerçekleşir.
hemen bittiği, binlerce kitaptan ancak 30 adet kaldığı, 1970’de yayımlanan Radyo Konuşmaları’nın sonun-
edinmek isteyenlerin acele etmeleri gerektiği duyuru- da yeni ilavelerle 6. baskısının yapıldığı belirtilmiştir.
lur (Serdengeçti, Yıl 4, Sayı 11, Eylül 1950, 16). Her-
8. Bir Nesli Nasıl Mahvettiler
halde, zaman içinde bayilerden iadeler gelmiş olmalı
ki, 1952 Mart’ında mevcudu pek az kalan bu kitabın Serdengeçti Neşriyat’tan 1950, 1956, 1958, 1960
yeni ilâvelerle tekrar basılacağı haber verilir (Serden- ve 1966’da; İstanbul Şamil Yayınlarından 1977’de,
geçti, Yıl 6, Sayı 14, Mart 1952, 16). 1957 Nisan’ında Samsun’da Derebahçe gazetesi tarafından 1980’de
ise tamamen tükendiği bildirilir (Serdengeçti, Yıl 10, yayımlanır. İlk baskının önsözü 1.1.1950 tarihlidir; ba-
Sayı 24, Nisan 1957, 2). sımı 1950 Şubat’ında gerçekleşir. Bir roman olarak ta-
sarlanan bu eserin birinci bölümü önce 16 sayfalık bir
7. Bu Millet Neden Ağlar
forma halinde yayımlanır. Belki de Türkiye’de forma
Serdengeçti Neşriyat’tan 6 baskısı yapılır: 1952, halinde basılan ilk roman budur. Yazarın ifadesiyle,

122 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


ruhlarda, kafalarda fırtınalar kopara- Asliye Ceza Mahkemesine davet
cak olan eser, çiğnenen vicdanların, eder. 2.- 3. formaların orada çıka-
yıkılan imanların mahşeridir. Nesli- cağı, daha doğrusu okunacağını
mizin faciasını, Allahsızlığı, korkunç duyurur (Serdengeçti, Yıl 4, Sayı
ve sonsuz boşluğu, hiç ve piç felse- 10, Mayıs 1950, 11). Aynı sayının
fesiyle perişan edilen genç insanla- arka kapağında kitabın ilk forması-
rın serencâmını, kansız cinayetle- nın Bakanlar Kurulu kararı ve İçiş-
rin faillerini gösteren ve ilk forması leri Bakanlığı’nın Bucaklara verdiği
1950 Şubat’ında çıkan bu kitabın gizli emirle toplatıldığı ve ikinci for-
ikinci formasının da çıkmak üzere manın mahkemede çıkacağı tek-
olduğu duyurulur. Okuyucuların bu rarlanır (Serdengeçti, Yıl 4, Sayı
eseri muhakkak amma muhakkak 10, Mayıs 1950, 16).
okumaları, elden ele dolaştırmaları,
Serdengeçti’nin 1950 Eylül’ünde
en uzak yerlere kadar ulaştırmaları
yayımlanan 11. sayısında, kitabın
istenir (Serdengeçti, Yıl 4, Sayı 9,
başına gelenler hakkında daha
Şubat 1950, 16).
net bilgi sahibi olmaktayız. Kitap,
İçişleri Bakanlığı Bir Nesli Nasıl önceki hükümetin Bakanlar Kuru-
Mahvettiler kitabının ilk formasını, lu kararı ve İçişleri Bakanlığı’nın
“Muzır neşriyattır” diyerek nahiyelere kadar verdi- emirleriyle toplattırılır. Bu karar, günlük gazetelerle
ği emirle toplattırır. Bakanlar Kurulu da 13 Nisan beraber Resmi Gazete’de de yayımlanır. Daha son-
1950’de bu yönde karar verir. 11 sayfalık bir risaleye ra mahkemeye verilir. Hem de, “milliyetçilik aleyhinde
karşı hükümetin böylesine hızlı ve sert karar verme- yayımda bulunmak, milli duyguları incitmek, milli tarihi
si Osman Yüksel’i çileden çıkarır. “Muzır neşriyatmış ve Milli Mücadele’yi yanlış istikamette göstermek”ten.
öyle mi? Memleketin varlığını, birliğini tehdit eden boy Osman Yüksel, bu durum karşısında şaşkına döner,
boy, renk renk komünist gazeteleri, dergileri, gençli- hayretlere düşer: Biz milliyetçilik aleyhinde yayımda
ği çileden çıkaran, kanunun da yasak ettiği dergi ve bulunmuşuz, milli duyguları incitmişiz. Bir hata, bir
emsali şehvetnâmeler muzır değil, tahrikçi değil de yanlışlık, bir dâva karşısında değil, bir muhal karşısın-
bizimki tahrikçi öyle mi?” şeklinde tepki gösterir. da idik. Dâvamızı üzerine alan ve bizi çok iyi tanıyan
O romanında, kendi ifadesiyle, inkılâpçılık perdesi idealist avukat arkadaşımız Arif Emre’nin de dediği
arkasında işlenen türlü oyunları, laik Türkiye’de laikli- gibi, bu dâvayı açanlar, açtıranlar, onlar milli hisleri
ğin nasıl iman ve mukaddesat düşmanlığı haline ge- rencide ediyorlar. Milli Mücadele ruhunu olduğu gibi
tirildiğini, bu topraklar için toprağa düşenlerin çocuk- aksettiren, milli vicdan tarafından tasvip ve takdirle
larının, yetimlerinin, maddi manevi her sahada nasıl karşılanan böyle bir eseri muzır kelimesi ile tavsif et-
yokluklara, boşluklara doğru sürüklendiğini, gençlikte- mek milli hisleri rencide etmekten başka nedir? Asıl
ki, cemiyetteki, ailedeki bugünkü huzursuzluğun, buh- davacı biziz. Bize ve eserimize iftira ettiler!
ranın nerelerden geldiğini göstermeye çalışır, nesiller Osman Yüksel, mahkemede 10 yıllık mücadele
arasındaki mücadeleyi iç ve dış sebepleriyle teşhise hayatından söz ederek, Milli Piyango’dan başka bütün
girişir, bütün varlığını bu kitap üzerine yoğunlaştırır. millilerin dostu ve savunucusu olduğunu mahkemeye
Ne yazık ki daha ilk adımda durdurulur. verdiği belgelerle ispat eder. Muhalefeti sindirmek için
Mesele mahkemeye intikal etmiştir. Savcılık halk üzerinde önemli etki uyandıran bu eserin seçim
inkılâp aleyhtarı yayımdan dolayı hakkında kamu da- arifesinde toplatıldığı, olayın adli bir meseleden çok,
vası açar. Osman Yüksel, “Sağ ve sol kanunu, vicdan politikayı ilgilendiren bir mesele olduğu üzerinde ıs-
ve fikir hürriyetini zincirleyen bu kanun galiba ilk defa rar eder. Bunun üzerine savcıdan ne diyeceği sorulur.
bizde tatbik olunacak.” diye düşünür. Başbakanın, Savcı, dâvayı kendinin açmadığını, şimdilik bu husus-
kullanmayacağız, her ihtimale karşı elimizde böyle ta bir şey söyleyemeyeceğini belirtir, mahkeme başka
bir silah bulunsun dediği bu kanun, CHP’nin keskin bir güne bırakılır.
kılıcıdır. Sonucu beklemeye başlar: “Bakalım ne-
O “başka gün” gelir. Osman Yüksel, muhakkak
ler yapacak? Sağımızı mı uçuracak, solumuzu mu?
beraat edeceğini düşünür. Bundan daha saçma bir
Anlaşılan inkılâp aleyhtarı denildiğine göre sağımıza
dâva olamaz. Çünkü milliyetçilik aleyhinde yayımda
vuracaklar.”
bulunmaktan sanıktır. Fakat ne yazık ki savcı işi yine
Serdengeçti, bu hamleyi de cesaretle karşılama- savsaklar. Bütün ısrarlara rağmen, mahkemeyi yine
ya hazır olduğunu belirttikten sonra, Bu Nesli Nasıl erteletir. Sonra af çıkar, dosya kaldırılır. Hâlbuki o af
Mahvettiler kitabının daha önce basılacağı duyuru- değil, berat istemektedir. Bunu en doğal hakkı olarak
lan 2. formasının maalesef basılamayacağını haber görmektedir. Haksız yere toplatılan kitabını hesabını
verir. Dinleyici haline gelen okuyucuları, Ankara 5. soracaktır. Danıştay’a zarar, ziyan dâvası açacaktır.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 123


Bu yayıma yine devam etme niye- bu sorularına tam bir cevap vere-
tindedir. lim. Üç kısımdan ibaret olan ve 300
sayfaya yaklaşan bu eserin hepsini
Okuyuculardan birçoğu bu ese-
bir arada bir kitap hâlinde neşrede-
rin devam edip etmeyeceğini sorar.
lim. Düşündük ki, böyle bir eserin
Bu dâva böylece affa uğramıştır,
neşri için siyasî hava, mânevi iklim
ama af, toplatılan kitapların iadesi-
henüz müsait değildir. Fakat bu ka-
ni mümkün kılacak mı, bu alandaki
dar alâka karşısında hareketsiz de
yayıma imkân verecek mi, verme-
kalamadık. Kitabın birinci kısmını
yecek mi, hukuki mevzuat buna
neşretmeye karar verdik. Eserin
müsait mi, değil mi? Bu hususta bir
diğer kısımları neşredilmese bile
belirsizlik bulunmaktadır. Çeşitli ma-
(inşallah neşredilecektir) bu kısım
kamlara yapılan başvurulara bir ce-
başlı başına bir değer taşımaktadır
vap alınamamıştır. Serdengeçti’nin
ve bu bir faciadır.”
12. sayısı çıkıncaya kadar durumun
netleşmesi ümit edilmektedir. Türkiye’de pek az kitaba nasip
olan bir ilgi ile karşılanan, 2. bas-
Osman Yüksel, eserin devamını
kısı da kısa bir zamanda biten bu
yayımlamakta kararlıdır:
kitabın 1958’de 3. baskısı yapılır
“Bir nesli mahvedenlerin iç yüz- (Serdengeçti, Yıl 11, Sayı 27, Mart
leri, mahvolan nesillerle beraber teş- 1958, 16).
his edilecektir. Bu kansız cinayetlerin faillerini halkın
3. baskının önsözü 4 Mart 1958 tarihlidir. Bu bas-
eline teslim etmekte asla tereddüt etmeyeceğiz. Eser
kıda kitap sayısı 33 000’e ulaşmıştır.
devam edecektir (“Bir Nesli Nasıl Mahvettiler”, Ser-
dengeçti, Yıl 4, Sayı 11, Eylül 1950, 6). 1959 Ocak’ına gelindiğinde 3. baskı da tüken-
mek üzeredir: “3. defa basılan, son baskısı da bitmek
Derginin aynı sayısının sonunda Serdengeçti
üzere olan Serdengeçti Osman Yüksel’in bu eseri,
Neşriyat’ın eserleri tanıtılırken, “Başından bir kitap-
mahvedilen nesillerin serencamını anlatmakta, şim-
lık macera geçen bu cirmi küçük, cürmü hayli büyük
diye kadar kimsenin ele almaya cesaret edemediği
broşürden bizde daha bir miktar var. Merak etmeyin,
mevzuları incelemekte, inkılâbın ilk yıllarına ait hakiki
arkası da gelecek.” ifadesine yer verilir (Serdengeçti,
hâdiseleri anlatmaktadır.” (Serdengeçti, Yıl 11, Sayı
Yıl 4, Sayı 11, Eylül 1950, 16).
28, Ocak 1959, 16).
1952 Mart’ında, ilk forması türlü dedikodulara
1959 Mart’ında, 34 000 baskı sayısına ulaşan
sebep olan, Bakanlar Kurulu’nun kararı ve İçişle-
kitabın 3. baskısının bittiği, 4. baskısının da yakında
ri Bakanlığı’nın emirleriyle toplatılan, buna rağmen
çıkacağı duyurulur (Serdengeçti, Yıl 11, Sayı 29, Mart
birkaç gün içinde binlerce adet satılan bu eserin 2.
1959, 13).
formasının yakında çıkacağı müjdelenir (Serdengeçti,
Yıl 6, Sayı 14, Mart 1952, 16). Bu duyurunun üzerin- 1960 Mart’ında, sürümü 40 000’e varan, iman-
den 4 yıl geçtiği halde, 1956 Mayıs’ında, “ilk forması sızların kafasını kıran Osman Yüksel’in bu kitabının
Yıldız Matbaa ve Gazetecilik A.Ş.’de basılan ve 25 4. baskısının da çıktığı haber verilir (Serdengeçti, Yıl
000 satan bu eserin 2. formasının da yayımlanacağı 12, Sayı 32, Mart 1960, 14, 16). Dördüncü baskının
sözleri tekrarlanır (Serdengeçti, Yıl 10, Sayı 22, Ma- kapağında “kırkıncı bin” ibaresine yer verilir. 1962
yıs 1956, 16). Şubat’ına gelindiğinde 4. baskı da bitmek üzeredir
(Serdengeçti, Yıl 15, Sayı 33, Şubat 1962, 7).
“Mahvedilen, hiç ve piç felsefesiyle yetiştirilen
nesillerin serencamı”nın anlatıldığı Bir Nesli Nasıl 4. baskının önsözü 12 Şubat 1960 tarihlidir. 4. ve
Mahvettiler’in sonunda 1957’de 3 formanın bir arada 5. baskılarda 3. baskının önsözü, başlığı değiştirile-
basıldığı haber verilir (Serdengeçti, Yıl 10, Sayı 23, rek aynen kullanılmıştır. 5. baskının tarihi yoktur. 4.
Mart 1957, 16). baskının önsözündeki “Dördüncü Baskıya Geçerken”
başlığı değiştirilerek “Beşinci Baskıya Geçerken” de-
2. baskının önsözü 25 Haziran 1956’dır. Burada
nilmiş, önsözün sonundaki 12 Şubat 1960 tarihi ise
da, eserin devamına dair bilgi verilir:
aynen korunmuştur. Bunun bir dalgınlık sonucu oldu-
“Aradan altı sene gibi bir zaman geçmesine rağ- ğu açıktır. Bu sebeple 5. baskının tarihini kesin bile-
men bu küçük eserimize karşı gösterilen büyük alâka miyoruz.
gevşemedi; tavsamadı. Birçok okuyucularımız bize
Yeni ilavelerle gerçekleşen 6. baskının kapağında
‘Bir Nesli Nasıl Mahvettiler’in sonu ne oldu, ne ola-
“Kardeş Matbaası, Ankara 1970” yazdığı halde, önsö-
cak, diğer formalarını neşretmeyecek misiniz?’ gibi
zü 12 Mart 1971 tarihlidir:
sualler soruyorlar. Gönül isterdi ki okuyucularımızın

124 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


“Hemen diyebiliriz ki, bizim cephede, hiçbir kitap, 1957’nin sonunda yayımlanabilen bu eserin, daha
bu kadar yayılmamış, okunmamış, benimsenmemiş- 1952 Eylül’ünden başlayarak çıkacağı duyurulmuş-
tir. 70 000 kitap!... Bu rakam dile kolaydır. Bu bizim tur: “Serdengeçti’nin, Gülünç Hakikatler sütununda
şahsî kudretimizden ziyade, milletimizin ruhunda, çıkan fıkraların en güzelleri... Daha birçok yeni fık-
mayasında meknuz olan, mukaddes duygulardan, raların, mizahi şiirlerin ilâvesiyle harikulade güzel
hak ve hakikat sevgisinden ileri geliyor.” bir eser meydana gelmiştir. Öldürücü, güldürücü fık-
ralar... Ağır mizah... Siyasî hiciv. Alın görün... Dokuz
9. Mabetsiz Şehir
gün, dokuz gece gülün!” (Serdengeçti, Yıl 6, Sayı 18,
Serdengeçti Neşriyat’tan iki baskı yapar: 1964, Eylül 1952, 12).
1969.
“Serdengeçti Osman Yüksel’in en güzel, en ca-
Serdengeçti dergisinde, Osman Yüksel’in en ha- zip, dillerde dolaşan nükteleri, fıkraları, siyasî, içtimaî
reketli, en hamleli yazılarının bu kitapta toplandığı dertlerimizi eşen-deşen, bütün çıplaklığı, gülünçlüğü
söylenir. 1952 Eylül’ünde, sahte inkılâpların iç yüzleri, ile ortaya döken yazılar bu kitapta toplanmıştır. Çıkar
sosyete âlemleri, ruhsuzluk, köksüzlük konularının çıkmaz bayilerimize gönderilecektir (Serdengeçti, Yıl
işleneceği Mabetsiz Şehir’in hazırlanmakta olduğu 10, Sayı 25, Eylül 1957, 16).
haber verilir (Serdengeçti, Yıl 6, Sayı 18, Eylül 1952,
“Serdengeçti’den öldürücü, güldürücü fıkralar. İn-
12).
sanoğlunun zaaflarını, zamanımızın sahte kıymet ve
1957 Aralık’ında, bir türlü basımını gerçekleştire- şöhretlerini, mukaddesat düşmanlarının iç yüzlerini,
mediği Kara Kitap’tan “son koz olarak kullanacağız memleket mukadderatına hâkim olmuş adamların
anlaşılan” diye söz ederken, “Bir de Mâbetsiz Şehir zihniyetlerini, sözlerini, sosyete hayatının, asri aile-
var! O da öyle!..” der (Serdengeçti, Yıl 10, Sayı 26, lerin rezaletlerini kısa, kesin, canlı bir üslûpla hicve-
Aralık 1957, 14). den, didikleyen Serdengeçti’nin bu kitabını muhakkak
okuyunuz!” (Serdengeçti, Yıl 10, Sayı 26, Aralık 1957,
1959 Mart’ına gelindiğinde kitap hâlâ çıkmamıştır.
2).
Serdengeçti dergisinin ilk 10 sayısı tükendiğinden, bu
sayılardaki yazıların en güzellerinin Mabetsiz Şehir Kitabın kapağında Gülünç Hakikatler başlığının
isimli kitapta toplandığı, Mabetsiz Şehir mabede ka- altında, “Serdengeçti’den güldürücü-öldürücü fıkra-
vuşmadan okuyucuların bu kitaba kavuşacağı duyu- lar- Mizah” sözlerine yer verilmiş, iç kapakta ise sade-
rulur (Serdengeçti, Yıl 11, Sayı 29, Mart 1959, 13). ce “Serdengeçti’den Fıkralar” denmiştir.
1. Baskının Önsözü 11.9.1949 tarihini taşımasına Kitap, daha önce Serdengeçti dergilerinde aynı
rağmen yayımı gecikmiştir. Serdengeçti, kitabın önsö- başlık altında çıkan fıkralardan, hikâyelerden, nük-
züne, “Bu kitabın başına gelen pişmiş tavuğun başı- telerden meydana gelmiştir. Bu fıkraların yer aldığı
na gelmedi!” sözleriyle başlar. Gazetelerden, Malatya eski sayıları bulmak artık mümkün değildir. Çoğu eski
Olayları sebebiyle hakkında tutuklama emri verildiğini sayılarda yayımlanmış fıkralardan oluşsa da, yayım-
öğrenir; bunun üzerine Mabetsiz Şehir’in basılmakta lanmamış bazı yeni “fıkra ve buluşlar” da kitaba ilâve
olduğu İstiklal Matbaası’na gider. Eserin son forması edilmiştir. Fıkraların bir kısmı zamanındaki olaylardan
basılmaktadır. Yarım formalık bir önsöz eklenecek, hareketle yazıldığından güncelliğini yitirmiş olsa da,
kapağı basılıp tamamlanacaktır. Tam o sırada polisler birçoğu, “zaman denilen silindirin önünde ezilmeye-
gelip tutuklarlar. 11 ay tutuklu kaldıktan sonra berat cek kadar insanoğlunun ezeli-ebedî zaaflarına temas
eder. Çıkar çıkmaz matbaaya gider. Basılan formaları etmektedir.” Serdengeçti, dergide en çok okunan, dil-
bağlayıp bodruma koymuşlardır. Fakat nemden dolayı den dile, elden ele dolaşan kısmın “Gülünç Hakikat-
bazı formalar su çekmiştir. Bu formaları Yenişehir’de ler” adı altında çıkan, fıkralar ve espriler olduğunun
bir yakınının bodrumuna koyar. Okuyucuların sürekli farkındadır. Bu sebeple, “kâğıt buhranı”na rağmen,
derginin eski sayılarını sormaları üzerine, bu sayılar- okuyuculardan gelen talepleri dikkate alarak bu kitabı
daki yazılardan oluşan kitabı bastırmaya karar verir. bastırmayı göze almıştır (Gülünç Hakikatler, Ankara
Formaları sandıklardan çıkarır. Bakınca birinci ve se- 1957, s. 3-4).
kizinci formaların bulunmadığını fark eder. Üstelik bir
11. Müslüman-Türk Çocuğunun Şiir Kitabı, An-
arkadaşına yazdığı mektuba kadar, kitaba girmesini
kara 1960.
istemediği birçok yazı da basılmıştır. İkinci baskıda bu
yazılar çıkarılmış, Sarıköy Mahşeri başlıklı yazı ilave Osman Yüksel’in hazırladığı bu antolojinin, ilk
edilmiştir. önce, “ilk hamlede neşredilecek” eserlerin başında
“Türk Çocukları İçin” adıyla “Milli, dinî, ahlâkî, öğreti-
10. Gülünç Hakikatler
ci, doyurucu, tam çocuk ruhuna göre hazırlanmış şiir-
Serdengeçti Neşriyat’tan yayımlanmıştır: 1957, ler” olarak tanıtımı yapılmış (Serdengeçti, Yıl 10, Sayı
1965. 23, Mart 1957, 16), bir sonraki sayıda “Çocuklarımıza
dinî, milli hisleri aşılayacak olan bu kitabın”, bu isimle

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 125


çıkmak üzere olduğu duyurulmuştur (Serdengeçti, Yıl vaziyette değildir. Hayatımızla bir tuttuğumuz 10 yıldır
10, Sayı 24, Nisan 1957, 2). 1958 Mart’ında basılmak bütün varlığımızla üzerine eğildiğimiz 900 sayfayı tu-
üzere olduğu belirtilmişse de (Serdengeçti, Yıl 11, tan bu eserimiz neşrolduğu takdirde daha ilk nefeste
Sayı 27, Mart 1958, 16), ancak 1960’da yayımlana- boğulacağından korkuyoruz. O bir müddet daha su-
bilmiştir. sacaktır. Hürriyeti bekliyor.” (Serdengeçti, Yıl 1, Sayı
2, Mayıs 1947, 16).
12. Mevlânâ ve Mehmet Âkif, Ankara 1958.
Ziya Gökalp’ın Türkçülüğün Esasları (3. bsk. Anka-
Kitap, dergide şöyle tanıtılmıştır: “Engin ruhu,
ra 1950)’nın arka sayfasında çıkacak kitaplar arasında
ateşli aşkı ve cezbesiyle zerrelerden kürelere kadar
gösterilen bu eserin, daha sonra Bir Nesli Nasıl Mah-
bütün kâinatı kuşatan büyük mutasavvıf Celâleddin-i
vettiler adıyla yayımlanan eser olması muhtemeldir.
Rûmi’nin hayatı, maceraları, felsefesi, dünya görüşü,
âleme ve insana bakışı, terbiye ve telkin sistemi hak- 2. Akseki ve Aksekililer
kında çok enteresan bir etüt. Hilâl ve İstiklâl Marşı şa-
İlk sayıda yayımlanacağı duyurulan bir başka eser
irinin şimdiye kadar ele alınmamış tarafları. Arka so-
Akseki ve Aksekililer adını taşımaktadır:
kaklardan cephelere kadar bir milletin bütün dertlerini
kucaklayan, haykıran bu millet, memleket adamının, “Arkadaşımız Osman Yüksel’in hazırlamakta ol-
vefalı vatan evlâdının hususiyetleri, değeri hakkında duğu bu eser Akseki’yi coğrafya, tarih, folklor, adet-
bir tetkik. Mevlânâ ve M. Âkif hakkındaki bu iki tetkik ler, düğünler dernekler, her bakımdan incelemekte,
yazısı bir kitap halinde çıkmıştır.” (Serdengeçti, Yıl bilhassa Türkiye’nin iktisadi hayatında büyük bir rol
10, Sayı 26, Aralık 1957, 2). 1957 Aralık’ında çıktığı oynayan Aksekililerden, sabrın, kanaatin, çalışkanlı-
duyurulmuşsa da, kitabın kapağında 1958 tarihi bu- ğın timsali olan, hayat mücadelesine on parasız atılıp
lunmaktadır. binlere, yüz binlere hatta milyonlara kadar yükselen
bu harikulade adamların, hayat hikâyelerini, faaliyet
Osman Yüksel’in, “Hakk’ın ve Halkın Şairi Büyük
sahalarını da tetkik etmek istemektedir.
Âkif” isimli makalesinde bazı yazarların görüşlerine
yer verilmiştir. Alıntı yapılan eserler arasında kendisi- Bu hususta kitabın müellifi hemşerilerinden rica
nin Hakk’ın ve Halkın Şairi Büyük Âkif isimli bir eseri ediyor. Yukarıda bahsettiğimiz gibi zengin olan Akse-
de bulunmaktadır (Serdengeçti, Sayı 9, Şubat 1950, kililer hayat hikâyelerini, faaliyetlerini ve faaliyet sa-
s. 10).2 Ancak böyle bir kitabın varlığından haberdar halarını, servet ve iş kudretlerini bize bildirirlerse çok
değiliz. Herhalde bu eserin basılmamış hali olmalıdır. memnun olacağız. (Birer fotoğraflarını göndermeyi
de unutmasınlar).” (Serdengeçti, Yıl 1, Sayı 1, Nisan
13. Serdengeçti Osman Yüksel’in Radyo Ko-
1947, 16).
nuşmaları, Ankara 1970
3. Kara Kitap
Osman Yüksel’in 1968-1969 seçimlerinde rad-
yoda yaptığı dört konuşmanın metninden meydana 1948 Martında yayımlanacağı duyurulan Kara Ki-
gelmiştir. tap bir türlü yayımlanamamıştır:

Osman Yüksel’in eserlerinin yayın hakkı Türk “Kara Kitap!.. Kara Kitap!.. Bin bir Facia... Reza-
Edebiyatı Vakfı’na ait olup, özenli bir şekilde basılma- letler, Sefaletler... Karanlıklar... Kara Bahtımızın Kita-
ya devam etmektedir.3 bı. Yaşayan ve Yazan Osman Yüksel (Serdengeçti,
Yıl 1, Sayı 4, Mart 1948, 20). Bir yıl sonra, 6. Sayıda
Yayımlanacağı Duyurulup
yeniden yayımlanacağı duyurulmuştur: “Sizi hayret-
Yayımlanamayan Kitaplar
ten hayrete, dehşetten dehşete düşürecek olan bu
1. Buhran kitap, ilk fırsatta çıkacaktır. Bekleyiniz.” (Serdengeçti,
Yıl 3, Sayı 6, Mayıs 1949, 13).
Serdengeçti’nin ilk sayısında Osman Yüksel’in
900 sayfa kadar tutan “muazzam eser” ve “içtimaî zel- 1949 Temmuz’undaki duyuruda, bazı bayi ve abo-
zelelerin kitabı” şeklinde tanımladığı Buhran adındaki nelerin Kara Kitap çıktı diye bir haber duyarak şimdi-
“büyük içtimaî roman”ının, ilk fırsatta ortaya atılacağı den para gönderdikleri belirtilerek bunun doğru olma-
duyurulmuş iken (Serdengeçti, Yıl 1, Sayı 1, Nisan dığı, iki kez çıkacağı ilan edilen bu kitabın parasızlık
1947, 2), derginin 2. sayısında, şartlar henüz müsait yüzünden çıkamadığı, ama bir gün mutlaka çıkacağı
olmadığından basımının ertelendiği haber verilmiştir. ve o zaman gazeteler aracılığıyla duyurulacağı ifade
Duyuru şu şekildedir: edilmiştir (Serdengeçti, Yıl 3, Sayı 7, Temmuz 1949,
16).
“Bazı okuyucu ve bayilerimiz geçen sayımızda ilk
fırsatta ortaya atacağımızı ilân ettiğimiz Buhran adın- 1950 Mayıs’ında, bu davanın kitabı, bu devrin yüz
daki romanımız hakkında malumat istiyorlar. Hatta karası olan bu kitabın, Allah izin verirse hemen ve
bazıları para göndererek siparişte bulunmuşlardır. derhal çıkacağı belirtilmiştir (Serdengeçti, Yıl 4, Sayı
Buhran, maalesef böyle bir zamanda ortaya atılacak 10, Mayıs 1950, 16).

126 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


1950 Eylül’ünde, birçok okuyucunun Kara Ki-
tap, Buhran, Yunus’un Yollarında ve Bir Nesli Nasıl
Mahvettiler’in 2. formasının çıkıp çıkmadığını sordu-
ğu, hattâ bazılarının para gönderdiği; fakat maalesef
bu eserlerin çıkmadığı; ilk elde Kara Kitap’ı çıkara-
cakları, imkânlar geliştikçe diğerlerini de bastıracak-
ları duyurulmuştur (Serdengeçti, Yıl 4, Sayı 11, Eylül
1950, 16).
Ziya Gökalp’ın Türkçülüğün Esasları (3. bsk. An-
kara 1950)’nın arka sayfasında çıkacak kitaplar ara-
sında yazılmıştır.
Ümitler, 1951 Mayıs’ında iyice artmıştır. “Bir dev-
rin yüz karası... Bayılıncaya kadar dövülen insanlar...
Zindanlar, tabutluklar, zincirler... Yücel’in aşkına dö-
külen ecel terleri... Canlı cesetler, mahzenlerde çü-
rüyen, küf kokan insanlar... Kansız cinayetler... Bin
bir facia...” sözleriyle tanıtılan Kara Kitap’ın yakında
çıkacağı duyurularak siparişlerin şimdiden yapılması
istenmiş, hatta fiyatı bile belirlenmiştir: Bayilerde 125
kuruşa satılacak olan bu kitap Serdengeçti yayınların-
da 100 kuruştur. 100 kuruşluk posta pulu ile adrese
başvurulması istenmektedir (Serdengeçti, Yıl 5, Sayı
13, Haziran 1951, 15).
1952 Mart’ında Kara Kitap için okuyuculara “kara El Yazısıyla Yunus’un Yollarında Şiiri
haber” vermek zorunda kalınır. Bu kitap, basılmak
üzere iken yeni çıkan bazı korunma kanunları yüzün- Doğu, 16 Mayıs 1952, s. 3).
den, korunamayacak bir hale geldiğinden, şimdilik
“Bir devrin yüz karası. Tabutluklar, zincirler, zin-
basılmasından vazgeçilir.
danlar... Bin bir facia... Büyük Doğu gazetesinde bir-
Serdengeçti, bu haberi yüreği sızlayarak verirken, çok sebeplerden dolayı muntazaman tefrika edileme-
müteaddit defalar çıkacağını ilân ettiği bu kitap için yen bu harikulade eser kitap halinde çıkacaktır. Çıkar
para gönderenlerin, para miktarı ile adreslerinin ken- çıkmaz bütün gazetelerle ve mecmualarla ilân edile-
dilerinde mahfuz olduğunu, kimsenin bir meteliğinin cektir (Serdengeçti, Yıl 6, Sayı 18, Eylül 1952, 12).
kaybolmayacağını; kitabı yeniden incelemeye aldığı-
1956 Mayıs’ında Kara Kitap’ın basımı bir kez
nı, Nasrettin Hoca’nın kuşuna döndürmeden “basma”
daha gündeme gelir. Nihayet sıra Kara Kitap’a gel-
çarelerini araştırdığını, basamadığı takdirde paraların
miştir. “Bir fakültenin içyüzü, 1940-1944 yıllarındaki
adreslere ödeyeceğini belirtir. Sözlerini, “Ne diyelim?
komünist faaliyetleri, 1944 nümayişleri.. Tabutluklar..
Kitabımız kara, bahtımız kara! Yağmurdan kaçarken
Divanı harpler… Bir devrin yüz karası…” Bütün ha-
doluya tutulduk.” diye bitirir (Serdengeçti, Yıl 6, Sayı
zırlıklar tamamdır. Kâğıt bulunur bulunmaz baskıya
14, Mart 1952, 16).
girilecektir (Serdengeçti, Yıl 10, Sayı 22, Mayıs 1956,
Kara Kitap Bir Devrin Yüz Karası başlığıyla Büyük 16).
Doğu gazetesinde 16 Mayıs 1952 tarihinden başlaya-
“Kara Kitap nihayet çıkıyor!.. Bir devrin yüz kara-
rak tefrika edilmiş, 17 Ağustos 1952 Pazar günü 54.
sı... Fakülte ve Köy Enstitülerinde komünizm faaliyet-
tefrikada “Arkası var” denilmesine rağmen tamamla-
leri, Türk bayrağını yırtanlar, Süleymaniye Camii’nin
namamıştır. Tefrika şu şekilde takdim edilmiştir:
minberine çekiçli-oraklı Rus bayrağını asanlar...
“Dava adamımız ve iman kardeşimiz, ‘Serden- Radyomuzda Kızıl Enternasyonal Marşı… Milleti ne-
geçti’ sahibi Osman Yüksel, bir zamanlar bizzat ya- reye sürüklüyorlardı? Bu vaziyet karşısında milliyetçi
şadığı ve sonra kaleme aldığı bu nefis eseri, kendi gençliğin asil galeyanı… 3 Mayıs 1944 hâdiseleri...
mecmuasında veya kitap halinde neşretmeyi karar- Nutuklar, tevkifler, hücreler, tabutluklar, divanı harp-
laştırmışken, bizim kadar mensubu olduğu Büyük ler… Hikâye değil, roman değil, hakikat!. Kara Kitap,
Doğu’ya vermeyi tercih etmiştir. İnönü devrini bir labo- Kara Kitap!” (Serdengeçti, Yıl 10, Sayı 25, Eylül 1957,
ratuar tahlili halinde ortaya koyacak olan Kara Kitap 16).
Bir Devrin Yüz Karası isimli bu harika eseri en derin
“Gelen ziyaretçilerin, mektupların hemen hepsi,
benimseme hissiyle ve büyük bir muvaffakiyet eda-
Kara Kitap çıktı mı? Kara Kitap ne oldu? diye sor-
sıyla Büyük Doğucu’lara takdim ederiz.” (Yeni Büyük

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 127


maktadırlar. Vallahi biz bu hususta ne söyleyeceği- Sarıköy törenlerini anlatan yazının yer aldığı sayı-
mizi şaşırdık. Okuyucularımıza karşı çok mahcubuz. da yayımlanmıştır (Serdengeçti, Yıl 3, Sayı 6, Ma-
Öyle ya, neşrettiğimiz bütün kitap ve mecmualarda yıs 1949, 6). Bundan başka Yunus’un Yollarında 1,
ha çıktı, ha çıkacak diye yaz, ilân et, sonra bir türlü Yunus’un Yollarında 2 başlığını taşıyan iki ayrı şiiri de
çıkmasın! Milletin bekleye bekleye canı çıktı, Kara kitaplarında yer almıştır (Akdeniz Hilâlindir, İstanbul
Kitap çıkmadı. Hakları var, hakkınız var. Okuyucuları- 1995, s. 83-89).
mızdan, kardeşlerimizden özür dileriz. Burada izahını
1950 Eylül’ünde, birçok okuyucunun Kara Ki-
doğru bulmadığımız bazı mühim, çok mühim sebep-
tap, Buhran, Yunus’un Yollarında ve Bir Nesli Nasıl
ler yüzünden, Kara Kitap biraz daha gecikecek. Kara
Mahvettiler’in 2. formasının çıkıp çıkmadığını sordu-
Kitap’ı son koz olarak kullanacağız anlaşılan. Bir de
ğu, hattâ bazılarının para gönderdiği; fakat maalesef
Mâbetsiz Şehir var! O da öyle!..” (Serdengeçti, Yıl 10,
bu eserlerin çıkmadığı; ilk elde Kara Kitap’ı çıkara-
Sayı 26, Aralık 1957, 14).
caklarını, imkânlar geliştikçe diğerlerini de bastıra-
Kara Kitap’ın yayımlanması bir türlü gerçekleş- caklarını bildirir (Serdengeçti, Yıl 4, Sayı 11, Eylül
mez. 1950, 16).
Bağrıyanık isimli mizah gazetesinin ilk sayısında Yunus’un Yollarında isimli eser, Ziya Gökalp’ın
“Mapusane Hatıralarım” adıyla tefrika etmeye başla- Türkçülüğün Esasları (3. bsk. Ankara 1950)’nın arka
masına (Yaşayan Yazan: Osman Serdengeçti, Bağrı- sayfasında çıkacak kitaplar arasında gösterilmiş,
yanık, Sayı 1, 10 Ağustos 1952, s. 4) ve 3 Mayıs 1944 eserin “Şiirler, Nesirler ve Nefesler”den meydana ge-
olaylarının anlatılmaya başlandığı bu ilk bölümün so- leceği belirtilmiştir.
nunda, “Sonu gelecek sayıda” denmesine rağmen,
Necip Fazıl’ın Serdengeçti Yayınları’ndan basılan
gazete yayımlanamadığı için, bu teşebbüsü de yarım
Sonsuzluk Kervanı (1955)’nın arka kapağında da,
kalır.
Yunus’un Yolları’nda kitabının yakında yayımlanacağı
Diğer taraftan Necip Fazıl Kısakürek’in 1955’te duyurulmuşsa da, bilmediğimiz sebeplerden dolayı
Serdengeçti Yayınları’ndan çıkan Sonsuzluk basımı gerçekleşmemiştir.
Kervanı’nın arka kapağında “çıkacak olan” kitaplar
5. Mahkûmlar Arasında
arasında Kara Kitap ve Hapishane Hatıralarım iki ayrı
kitap olarak ilan edilmiştir. Ziya Gökalp’ın Türkçülüğün Esasları (3. bsk. An-
kara 1950)’nın arka sayfasında çıkacak kitaplar ara-
Nihayet, 10.04.1966-15.06.1966 tarihleri arasın-
sında yer alan bir eser de Mahkûmlar Arasında adını
da Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilir.
taşır. Eserin içeriğinin hapishane hatıraları, gözlemle-
4. Yunus’un Yollarında ri, bunlarla ilgili şiirlerden meydana geleceğini tahmin
etmek mümkündür.
1949 kışını Akseki Cezaevi’nde geçiren Serden-
geçti, dergiyi yeniden çıkarmak niyetiyle İstanbul’a Bağrıyanık isimli mizah gazetesinin ilk sayısın-
giderken, Eskişehir’e uğrar ve 6 Mayıs 1949 Cuma da “Mahpushane Hatıralarım” adıyla tefrika etmeye
günü Sarıköy’de Yunus Emre’nin yeni mezarına nak- başlamasına (Yaşayan Yazan: Osman Serdengeç-
li törenlerine katılır. Bu münasebetle yazdığı yazıda, ti, Bağrıyanık, Sayı 1, 10 Ağustos 1952, s. 4) ve 3
“Mümin ve mütevekkil Anadolu’nun derdini, ruhunu, Mayıs 1944 olaylarının anlatılmaya başlandığı bu ilk
aşkını en iyi bir şekilde dile getiren bu Tanrı kulu, bölümün sonunda, “Sonu gelecek sayıda” denmesine
bu toprak çocuğu hakkında, onun yollarında hayran rağmen, gazete yayımlanamadığı için, bu teşebbüsü
hayran dolaşırken yazdıklarımızı, düşündüklerimizi yarım kalır.
‘Yunus’un Yollarında’ isimli kitabımızda toplamış bu-
Diğer taraftan Necip Fazıl Kısakürek’in 1955’te
lunuyoruz. Nasip olursa bastıracağız.” sözlerine yer
Serdengeçti Yayınlarından çıkan Sonsuzluk
verir (“Yunus’un Mezarı Başında Kopan Kıyamet:
Kervanı’nın arka kapağında “çıkacak olan” kitaplar
Sarıköy Mahşeri”, Serdengeçti, Yıl 3, Sayı 6, Mayıs
arasında Kara Kitap ve Hapishane Hatıralarım iki ayrı
1949, 8-9, 11. Bu yazıyı daha sonra Mabetsiz Şehir
kitap olarak ilan edilmiştir.
kitabına da almıştır: İstanbul 2008, s. 190-197).
Bu bilgilerden, bu eserin çeşitli zamanlarda Mah-
Bu sözlerden, Serdengeçti’nin doğrudan Yunus’u
pushane Hatıralarım, Hapishane Hatıralarım veya
konu alan veya onun çizgisinde söylediği şiirleri
Mahkûmlar Arasında adıyla yayımlamayı düşünüldü-
Yunus’un Yollarında adında bir kitapta toplamak iste-
ğü anlaşılmaktadır.
diği anlaşılıyor. Ancak buraya hangi şiirlerini koymak
istediğine dair bir bilgiye sahip değiliz. Serdengeçti’nin ilk eserlerinden olan Akdeniz
Hilâlindir –Birinci Kısım- (1940) kitabının arka kapa-
Serdengeçti’nin “Yunus’un Yollarında 1” adını ta-
ğında “Bu seride çıkacak diğer şiir kitapları” başlığı
şıyan ilk şiiri Akseki Cezaevi’nde 1948-1949 tarihle-
altında şu isimler sıralanmıştır:
rinde yazılmıştır (Defter, s. 40). Bu şiir, daha sonra

128 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


- Cenge Giderken (Türkü, Basılıyor) dığı anlaşılmaktadır.
- Akdeniz Hilâlindir (İkinci Kısım) Necip Fazıl Kısakürek’in Serdengeçti
- Talebenin Destanı (Mizahi mahiyette) Yayınları’ndan basılan Sonsuzluk Kervanı (Ankara
- Anadolu’dan Sesler (Anadolu’dan Paris’e man- 1955)’nın arka kapağında “çıkacak olan” kitaplar ara-
zum mektuplar) sında şunların adı verilmiştir:
- Bizim Rumeli (Destan) - Mevlânâ Celâleddin-i Rumi: Hazırlayan: O. Yük-
- XVI. Asırdan Sesler (T. Doğru) sel. 1. Cilt: Hayatı, Menkıbeleri, Felsefesi. 2. Cilt:
Mesnevi’den ve Şems Divanı’ndan seçme parçalar.
- Kamp Hatıraları
- Âkif’in Mezarında - Hakk’ın ve Halkın Şairi Mehmet Âkif.
- Ey Şark Ne Zaman! - Hapishane Hatıralarım.
- Yürü Dostum İlerle. - Maddeden Ruha Geçiş.
Cenk Türküsü (Ankara 1940)’nün sonunda şu
Serdengeçti, Mevlânâ ve Mehmet Âkif isimli ese-
eserlerin de yayımlanacağı duyurulmuştur:
rinin önsözünde, yakında bu iki din ulusu hakkında
- Kimseye Yol Vermeyiz müstakil eserler yayımlayacağını duyurmuşsa da,
- Talebenin Destanı bu niyeti gerçekleşmemiştir. Kitabın sonunda Âkif’in
- Anadolu’dan Sesler Safahat baskısı hakkında da bir not yer almaktadır.
Serdengeçti, Safahat’ın görüşlerini benimsemeyen
(Anadolu’dan Paris’e
bir yayınevi tarafından büyük dizgi hatalarıyla adi
manzum mektuplar) kâğıtlara, en adi şekilde tekrar tekrar basıldığını; bu-
- Bizim Rumeli nun onlar için bir servet kaynağı olduğunu belirttikten
- Kamp Hatıraları sonra, dinine, imanına, vatanına bağlı Âkif’in asıl va-
rislerinin ailesinden çok, kendileri olduğunu, bu mü-
- XVI. Asırdan Sesler
nasebetle Safahat’ı şanına yakışır şekilde bastırıp
- Ey Şark Ne Zaman millete sunacaklarını söyler (s. 48). Ancak bildiğimiz
- Âkif’in Mezarında kadarıyla bu niyeti de gerçekleşmemiştir.
- Hitler ve Mussolini Allah’ın Huzurunda. Davacı- Serdengeçti, 11 Kasım 1977 tarihinde bu satırla-
lar: Hz. Muhammed, Hz. İsa, Hz. Musa. rın yazarına gönderdiği mektupta şu eserleri de ya-
Bu listenin altında, “Bu şiirler ayrıca kitap halinde yımlamayı düşündüğü yazmıştı:
çıkmayıp, yakında arkadaşlarımızla çıkaracağımız “Akseki’de misafir odasının dolabında bir mukav-
Meydan Mecmuası’nda neşredilecektir.” denilmekte- va kutunun içinde şu kitapların müsveddeleri var:
dir. “Bu şiirler” sözüyle kastedilenlerin hangileri oldu-
ğu açık değildir. 1. Kara Kitap: Gazete kupürleri halinde, hemen
hemen bitmiş durumda.
Yayımlanacağı duyurulan eserlerden Cenge Gi-
derken, Cenk Türküsü (bkz.) adıyla yayımlanmıştır. 2. Aklı Selim-Yavuz Selim: Yeni İstanbul gazete-
Akdeniz Hilâlindir’in ikinci kısmı da basılmıştır (bkz.) sindeki makalelerden seçmeler.
“Anadolu’dan Sesler” de, Bu Millet Neden Ağlar kita- 3. Olur mu Böyle Olur mu? Kardeş Kardeşi vurur
bının içinde bir şiir olarak yer almıştır (bkz.) Bizim Ru- mu? Zafer gazetesinden kesilmiş makaleler. Kitaba
meli adıyla yazmayı düşündüğü (veya o gün için yaz- ismini veren makaleler, kitabın başına konacak (Ma-
dığı) şiir belki de İmparatorluğa Mersiye olabilir. XVI. betsiz Şehir’de olduğu gibi)
Asırdan Sesler’in, Busbecq’in Bir Sefirin Hatıraları
adıyla yayımladığı eseri olma ihtimali vardır. Yayımda 4. Milli Görüş: Milli Gazete’de (ve ötekilerinden
belirtilmemekle birlikte belki de çevirmeni burada söy- kalan yazılar).
lenen T. Doğru’dur. 5. Nasrettin Hoca, Düşündüren ve Güldüren
Daha 1940 yılında yayımlanması düşünülen bu Adam: Bu, el yazısı. Biraz daha toplanacak. Gerisi
şiir kitapları onun ilgilendiği konular ve ileride yayım- İstanbul’daki kütüphanede olacak.” (Cemal Kurnaz,
layacağı eserlerle ilgi ipuçları vermektedir. “Mektuplar”, Doğuş, 22-23-24, (1983-1984), s. 7-9).

Selahattin Ertürk’le birlikte yayımladıkları Türk ve Süreli Yayınlar


Tanrı (Ankara 1943) isimli şiir kitabının sonunda du- 1. Serdengeçti
yurulan Osman Yüksel’in diğer eserleri arasında Dağ-
lar ve Kahramanlar adında bir kitap da bulunmaktadır. İlk sayısı 1947 Nisan’ında çıkan Serdengeçti
Mahiyetini bilmediğimiz bu eserin, bir niyet olarak kal- dergisi, 15 günde bir yayımlanacağı duyurulmasına
rağmen, hakkında sık sık açılan davalar ve bunların

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 129


sonucundaki tutuklamalar sebe- Türkçe konuşacaktır. Bağrıyanık ga-
biyle düzenli basılamamış, 1962 zetecilikte, Türk mizahında yeni bir
Şubat’ındaki 33. sayı ile yayın çığır açacaktır. Şimdiden hazırlıklara
hayatını tamamlamıştır. Böylelik- başlanmıştır. Her hafta çıkacaktır. 4
le, 15 yılda ancak 33 sayı çıka- büyük sayfa, fiyatı 10 kuruş, abone
bilmiştir. Buna rağmen her sayısı, bedeli 500 kuruş. Adres: Şimdilik
öğretmen, memur, çiftçi, berber, Serdengeçti’nin adresidir. Bu rakip-
manifaturacı gibi geniş halk taba- siz gazetenin çıkışı, kâğıt buhranı
kalarına mensup abone ve okuyu- yüzünden belki biraz gecikecektir.
cuları tarafından büyük bir taleple Amma muhakkak çıkacaktır. Bayiler,
karşılanmış, bazı sayıları tekrar Serdengeçti Mecmuası durumlarına göre 25-100 lira arasın-
tekrar basılmış, hatta yıllar sonra da depozit gönderirlerse kâğıt temini
bile eski sayıları yeni okuyucular kolaylaşacak, bu suretle Bağrıyanık
tarafından talep edilmiştir. Serdengeçti’nin yaklaşık daha çabuk çıkmak imkânına kavuşacaktır (Serden-
30.000-40.000 okuyucusu olduğu söylenmektedir geçti, Yıl 5, Sayı 13, Haziran 1951, 16).
(Serdengeçti, Yıl 3, Sayı 8, Ekim 1949, 16; Serden-
Bu teşebbüsün üzerinden bir yıl geçtikten sonra
geçti, Yıl 4, Sayı 9, Şubat 1950, 13).
1952 Mart’ında, haftalık çıkarılması düşünülen bu mi-
Serdengeçti, 1959’daki beyanına göre, dergideki zah gazetesinin kâğıt buhranı yüzünden çıkarılamadı-
yazıları yüzünden 7 defa hapishaneye düşmüş, 57 ğı bildirilir. Kâğıt fiyatları üç misli fırlamıştır. Bu durum
defa mahkeme huzuruna çıkmıştır (Serdengeçti, Yıl mizahi bir anlatımla, kâğıt stokları bir sürü Yahudi’nin
11, Sayı 29, Mart 1959, 12). Sonraki yıllarda bu sayı- elinde, bir sürü fırlamanın emrinde olursa elbette böy-
nın arttığı tahmin edilebilir. le fırlamalar olur şeklinde açıklanır.
Osman Yüksel, derginin 10. yılında genel bir de- Gazetenin parasızlık yüzünden çıkamamasında
ğerlendirme yapar. Bu 10 yılın aşağı yukarı 3,5 yılı okuyucuların da payı vardır. Osman Yüksel, “Bizim
hapishanede, 1,5 yılı askerlikte geçmiştir. Geri kalan okuyucularda da iş yok. Aşağı yukarı 40 000-50 000
5 yılda yayımlanan toplam dergi sayısı 875 000’dir okuyucumuz var. Bunlardan beşte, hatta onda biri
(“Bir Heveskâra Cevap”, Serdengeçti, Yıl 11, Sayı abone olsa, iş bitti!” diye düşünür. Serdengeçti ile bir-
27, Mart 1958, 6-7, 15). 1962 yılına gelindiğinde bu likte Bağrıyanık gazetesinin yıllık abonesi 8, 6 aylığı 4
sayının 1 milyona yaklaştığı düşünülebilir. Bu tiraja, liradır. Okuyucuları, “Ha gayret bakalım, Bağrıyanık’ı
günümüz şartlarında bile ulaşmak kolay değildir. çıkarmak sizin elinizde.” diye kışkırtır (Yıl 6, Sayı 14,
Mart 1952, 5).
2. Bağrıyanık
Bütün bu kışkırtmalara rağmen Bağrıyanık’ın ya-
Serdengeçti, Bağrıyanık adında haftada bir yayım-
yımı gecikir. Mayıs ayında da, defalarca ilân edilen
lanmak üzere bir mizah gazetesi çıkarmayı planlar.
haftalık mizah gazetesinin parasızlık yüzünden çıka-
1951 Haziran’ında, “Haftalık, Siyasî, Ağır Mizah Ga-
rılamadığı, Türkiye’de misli görülmemiş olan gazete-
zetesi” olarak nitelenen Bağrıyanık’ın yakında çıka-
nin çıkmasının bayilerin, abonelerin ve okuyucuların
cağı duyurulur: “Bağrıyanık, bağrı yanık Anadolu’nun,
gayretine bağlı olduğu tekrarlanır (Serdengeçti, Yıl 6,
Müslüman Türk’ün derdini kendine dert edinen, bağrı
Sayı 15-16, Mayıs-Haziran 1952, 32).
yanık vatan çocuklarını sinesinde toplayan yegâne
memleket gazetesidir. Bağrıyanık Allah, millet, va- Serdengeçti’nin 1952 Ağustos’unda yayımlanan
tan aşkına kendini helak edercesine bir dâvaya ve- 17. sayısında, “Üç gün sonra gör ne çıkacak?.. Bağrı-
renlerin, bu yola doludizgin girenlerin gazetesidir. yanık!.. Bağrıyanık!.. Bağrıyanık!..” şeklinde bu mizah
Bağrıyanık, Müslüman Türk’ün dâvasını cesaretle, gazetesinin yakında çıkacağı duyurulur (Serdengeçti,
metanetle, durmadan, yılmadan müdafaa edecektir. Yıl 6, Sayı 17, Ağustos 1952, 15); derginin son sayfa-
Bağrıyanık namussuzluğun, hayâsızlığın, dinsizliğin, sında ise daha ayrıntılı bilgi verilir:
imansızlığın, dalkavukluğun düşmanıdır. Bağrıyanık
“Nihayet Bağrıyanık çıkıyor. Bağrıyanık’ı
rezaletleri, rezilleri rezil edecek, kötülüklerin, yol-
Serdengeçti’nin iki misli basacağız. Göreceksiniz,
suzlukların, ahlâksızlıkların üzerine kelle koltukta,
Bağrıyanık müthiş bir şeydir. Fiyatı 10 kuruştur. Bayi-
serdengeçticesine hücum edecek ve muhakkak mu-
lerimize Serdengeçti’nin iki misli göndereceğiz. Öyle
vaffak olacaktır. Bağrıyanık milliyetçi, mukaddesatçı
ümit ediyoruz ki bu miktar üç dört misline çıkacaktır.
cephenin ateş hattıdır. Bağrıyanık, vatanın dört buca-
Fazla söze ne hacet! İnşallah bir kazaya uğramazsa
ğından gelen sesleri, dertleri, feryatları kara bağrında
yakında elinizde olacaktır.”
toplayacak, Hak yolunda halk için, halk diliyle konu-
şacaktır. Bağrıyanık bildiğiniz, gördüğünüz, okuduğu- “Çıktı, çıkıyor!” başlığı altında, Bağrıyanık şu şe-
nuz beylik gazeteler gibi olmayacak, erkekçe, mertçe, kilde takdim edilir: Hak yolunda bağrı yanık yolcular!

130 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Türkiye’nin en dehşetli, en ağır mizah gazetesi. Bütün isimli eserinin başında şöyle bir duyuruya yer verir:
parti ve patırtıların üstünde!.. Duyduk, duymadık de- “Meydan. Meydanımız er meydanı. Milli, içtimai, siya-
meyin!. Birkaç gün sonra çıkıyor!” (Serdengeçti, Yıl 6, si duygular ve bilgiler dergisi. Yakında çıkıyor.”
Sayı 17, Ağustos 1952, 16).
Bu duyurudan anlaşıldığına göre, 1940 yılında
Bağrıyanık’ın ilk sayısı 10 Ağustos 1952’de yayım- Meydan adında bir içtimai ve siyasi dergi çıkarmayı
lanır. Ancak bir Cumhuriyet Savcısı, Serdengeçti’nin düşünmektedir. Bildiğimiz kadarıyla bu niyeti gerçek-
dâvasının, gayesinin tam zıddına olarak onu müsteh- leşmemiştir. Belki de, sonradan Serdengeçti adıyla
cen yayın yapmakla suçlayarak mahkemeye verir. Bu yayımladığı dergiyi, önce bu isimle yayımlamayı dü-
davadan berat eder. Haksız olarak toplatılan gaze- şünmüş olabilir.
teleri geri alacak, Bağrıyanık’ı tekrar çıkarabilecektir
(Serdengeçti, Yıl 6, Sayı 19-20, Ekim-Kasım 1952, 2. Mehdi
15). Aynı sayının ileri sayfalarında Bağrıyanık’ın berat 1949 Mayıs’ında Serdengeçti dergisinde çıkan
ettiği, yakında tekrar çıkacağı duyurulur (Serdengeçti, bir duyuruda yakında Mehdi adında bir gazete veya
Yıl 6, Sayı 19-20, Ekim-Kasım 1952, 19). Ancak, ikin- derginin çıkacağı haber verilir. O, Serdengeçti’nin
ci bir sayısı yayımlanamaz. sağ kolu olacaktır. Ondan daha ateşli, ondan daha
1956 yılında yayımlanan bir yazıda Bağrıyanık’ın pervasız olarak şimdiye kadar görülmemiş bir cüret
50 000 adet basıldığı belirtilirken (“Okuyucularımı- ve cesaretle bütün kötülüklerin üzerine kendini helak
za”, Serdengeçti, Yıl 10, Sayı 22, Mayıs 1956, 16), edercesine doludizgin yürüyecektir. O, karanlıklar-
1958’de bu rakam 10 000 olarak verilmiştir (Serden- dan gelmekte, nur saçmak için gelmektedir. Gözü
geçti, “Bir Heveskâra Cevap”, Serdengeçti, Yıl 11, haktan ve hakikatten başka bir şey görmemektedir.
Sayı 27, Mart 1958, 7). Yaradan’a sığınarak yakında çıkacaktır (Serdengeç-
ti, Yıl 3, Sayı 6, Mayıs 1949, 16). Bir sonraki sayıda,
3. Çemişgezek
kötülükleri ortadan kaldırmak, kötü niyetleri, şer kuv-
İlk sayısı 1962 Eylül’ünde yayımlanan Çemişge- vetleri sindirmek için Mehdi’nin muhakkak çıkacağı,
zek dergisinin imtiyaz sahibi Çemişgezek Derneği zamanını beklediği belirtilerek, şimdiden, bu hususta
adına Göktürk Mehmet Uytun, mesul müdürü Osman bir şey sorulmaması, sipariş verilmemesi rica edilir
Yüksel’dir. Bu sayıda bir de takdim yazısı yazmıştır (Serdengeçti, Yıl 3, Sayı 7, Temmuz 1949, 16).
(Çemişgezek, Yıl 1, Sayı 1, Eylül 1962, s. 3).
Bilmediğimiz sebeplerden dolayı Mehdi’nin yayı-
Derginin yazı kadrosunda Nejdet Sançar, Fethi mı gerçekleşmez. Bir daha da dergide onunla ilgili bir
Tevetoğlu, Arif Nihat Asya, Selahattin Ertürk, İ. Hakkı açıklamaya yer verilmez.
Yılanlıoğlu, Hasan Aksay, Dr. Lütfi Doğan, Necmettin
Esin, Enver Tuncalp, Kemal Edip Kürkçüoğlu, Refet Bu duyurudan 3 yıl sonra (10 Ağustos 1952) tek
Körüklü, Mehmet Müftüoğlu, Mehmet Lütfi İkiz, Nu- sayı yayımlanabilmiş olan Bağrıyanık gazetesinin
rettin Uytun, Arif Emre, Yavuz Bülent Bakiler, Aşık başlangıçta Mehdi adıyla düşünüldüğü ve sonradan
Cevdet, Sabri Kelemeroğlu, Mehmet Gönül, Yıldırım bu isimle yayımlanmasının uygun görüldüğü tahmin
N. Gençosman bulunmaktadır. İlk iki sayısın görebil- edilebilirse de bu konuda kesin bir bilgimiz bulunma-
diğimiz bu derginin kaç sayı çıktığı, Osman Yüksel’in maktadır.
bu sayılarda ne gibi katkıları olduğu konusunda fazla ______________________________________________
bilgiye sahip değiliz. * Prof. Dr., Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi
1 Osman Yüksel Serdengeçti hakkında yürütmekte oldu-
4. Türk Yurdu ğumuz kapsamlı araştırma tamamlanmak üzeredir. Di-
ğer taraftan, Merhumun Akseki’deki evini müze haline
Türk Yurdu’nun 6. serisi, derginin 60. yılında, Mart getirme çalışmaları da sürmektedir. Elinde onunla ilgili
1970’ten itibaren iki sayı devam etmiştir: C. 7, Sayı bilgi, belge ve fotoğraf bulunanların katkı sağlamaları
beklenmektedir. Cemal.kurnaz@gmail.com
3 (345), Mart 1970 Sayı 4 (346), Nisan-Mayıs 1970.
2 Bu eserden yapılan alıntı şudur: “Âkif’in Türkçesi, sağ-
Derginin sahibi Prof. Dr Osman Turan, Sorumlu Neş- lam sıhhatli bir Türkçe’ydi. Onun dili Servet-i Fünuncu-
riyat Müdürü ise Osman Yüksel Serdengeçti’dir. ların dili gibi hasta, marîz, frengili, kozmopolit değildi.
Herkesin el etek öptüğü, kavuk salladığı bir devirde
Bu dergilerde iki makalesi yayımlanmıştır: “Orta Âkif: ‘Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam/
Doğu Vatandaşlığı”, Türk Yurdu, C. 7, Sayı 3 (345), Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam’ diyordu.
Mart 1970, s. 15-16; “Değerler Anarşisi”, Türk Yurdu, O, Tanrı dağı kadar Türk, Cebel-i nur (Hira) dağı kadar
Müslüman’dı.” (s. 10).
C. 7, Sayı 4 (346), Nisan-Mayıs 1970, s. 12-13.
3 Serdengeçti’nin ölümünden sonra, bazı makaleleri ki-
Yayımlanamayan Süreli Yayınlar taplaştırılmıştır. Bu makalelerin önemli bir kısmı önceki
kitaplarının içinde de yer almaktadır. Bozkurt Zakir Av-
1. Meydan şar tarafından hazırlanan bu kitaplar şunlardır: Said Nur
ve Talebeleri, Kanlı Balkanlar, Serdengeçti’den Serden-
Osman Yüksel, Cenk Türküsü (Ankara 1940) geçtilere (Kamer Yay. İstanbul, 1992).

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 131


TÜRK MİLLİYETÇİLER DERNEĞİ

NECMEDDİN SEFERCİOĞLU

İ
nsan toplumsal bir varlıktır; o yüzden tek başına Türkiye’deki milliyetçi dernekler, ereklerinde ve çalış-
yaşayamaz. Başta ailesi bireyleri olmak üzere malarında Türk milletini temel alan, onun gelişmesi
çevresindeki kişilerle birlikte yaşamak, onlarla ve yükselmesi için düşünce ve çareler üreten, eylem-
kaynaşmak, yardımlaşmak, onlardan bir şeyler öğ- ler yapan, milliyetçiliğe ve Türklüğe aykırı görüş ve
renmek, bildiklerini ve deneyimlerini onlarla paylaş- akımlarla düşünce planında mücadele eden gönüllü
mak zorundadır. Gelişen toplumlarda bu ihtiyaç aile kuruluşlardır. Bu ereğe ulaşmak için kapalı salon ve/
ve yakın çevre dışına taşar. O zaman dayanışma, ya açık hava toplantıları, konferanslar, bilgi şölen-
yardımlaşma ihtiyacını başka yollarla karşılamak ge- leri, açık oturumlar, vb. düzenlerler; malî imkânları
rekir. Bunun için bir araya gelmeyi, birlikte çalışmayı, elverirse kitaplar, dergiler, basılı bildiriler yayınlarlar.
birlikte hareket etmeyi sağlayan kurumlar oluşturma Onların en önemli hizmetlerinden biri de, kuşkusuz,
gerekliliği ortaya çıkar. Yaşı ve eğitim konumu iler- milliyetçiliğe ilgi duyan gençleri bu konuda bilgilen-
leyen bireyler yalnızca dayanışma ve yardımlaşma dirmek, eğitmek ve bilinçlendirmek, milletin geleceği
ile de yetinemezler. Edindikleri bilgiler, meslekler, ül- olan gençlerin milletlerini, yurtlarını seven, kutsal de-
küler, vb. de onları bilgi, meslek ve ülkülerini daha ğerleri yaşatmak için her türlü özveriye hazır bireyler
yüksek düzeylere çıkarmak için birlikte çalışma, olarak yetiştirmelerine katkıda bulunmaktır.
davranma ve eylemlerde bulunmaya; bunun için de
İlk Milliyetçi Dernekler
onları sağlayacağına inandıkları bir kuruluşun çatısı
altında, gönüllü olarak bir araya gelmeye, örgütlen- Türkiye’de milliyetçi dernekler, başka birçok der-
meye yöneltir. Böylece oluşan kurumlara, “gönüllü nekler gibi, ilk olarak II. Meşrutiyet’in ilânından sonra
toplum kuruluşları” denilir.1 Böyle kuruluşların resmî kurulmaya başlandı. Bu tarihî olayın sağladığı ser-
nitelikleri ve bir resmî kurumla bağlantıları yoktur. Et- bestlik havası içinde, ilk olarak 1908 yılında Türk
kinlikleri için gereken malî kaynaklar ise, üyelerinin Derneği, 1911’de Türk Yurdu Cemiyeti kuruldu.
belli sürelerde verme yükümlüğünde oldukları öden- Fakat onlar çok kısa ömürlü oldular. Onları 25 Mart
tiler ve ereklerine ilgi duyan kişi ve kurumların yaptığı 1912’de kurulan, gelecek yıl yüzüncü yaşını kutlaya-
bağışlardır. cağımız Türk Ocağı izledi. O yıllarda kurulmuş olan
Bu tür kuruluşların en yaygın olanları “dernek”lerdir. Türk Gücü Derneği (1913) ile Türk Bilgi Derneği
Onlar da, düşünce dernekleri, ülkü dernekleri, kültür (1913) de uzun süre yaşayamadılar. Yalnızca, bir
dernekleri, meslek dernekleri… gibi gruplara ayrı- öğrenci kuruluşu niteliğinde olan Millî Türk Talebe
lırlar. Milliyetçi dernekler, düşünce, ülkü ve kültür Birliği, milliyetçi bir kurum olarak, 1980’e kadar var-
niteliklerine birlikte sahip olan toplum kuruluşlarıdır. lığını sürdürdü.2

132 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Deneğin 23 Ocak 1953 günü “tedbirli” kapatılışı sırasında Dernek dizgievinden son anı. Tezgâh başındakiler Necmeddin
Sefercioğlu ve Erhan Löker, arkadaki TMD Umumî Kâtibi Abdullah Savaşçı.

1912 yılında kurulan Türk Ocağı, zaman zaman geceli-gündüzlü iki gün süren yoğun bir çalışma ile
uğradığı kesintilere rağmen, varlığını günümüze ka- oluşturup onaylamış, kurucu üyeleri ile Ankara’daki
dar sürdürebildi. Onun 1931-1949 yılları arasında oluşumu resmileştirecek ve ilk kurultayına kadar yö-
kapalı kalmış olması milliyetçilik tarihimiz ve hayatı- netecek “Umumî İdare Heyeti” üyelerini belirlemişti.
mız açısından büyük bir talihsizliktir. Çünkü o yıllarda Yani, Türk Milliyetçiler Derneği’ni yeni bir oluşum
tek parti yönetiminin baskısı yüzünden yeni milliyetçi olarak değil, bir dönüşüm olarak değerlendirmek
dernekler kurulması mümkün olamadı; kurulma şansı daha doğru olur. Bunlar göz önüne alınarak, TMD’ni
bulabilenler de rahat ve uzun süre çalışamadı. Ancak 1951’de değil 1946’da kurulmuş da sayabiliriz.
05.06.1946’da çıkarılan ve 3512 sayılı Cemiyetler
Bu noktada okuyucunun aklına beş milliyetçi der-
Kanunu’nda önemli değişiklikler yapan 4919 sayılı
neğin neden tek çatı altında birleştirildiği sorusu ge-
yasanın sağladığı serbestlik ortamı içinde, o tarihten
lebilir. Bu sorunun karşılığı basittir. 1950 yılında kuru-
başlanarak birçok yeni düşünce derneği kuruldu. Bu
lan Türkiye Milliyetçiler Federasyonu’nun ana ereği,
ortamdan yararlanılarak, İstanbul’da, Ankara’da ve
“milliyetçi dernekleri birleştirmek”ti. Bunun başlıca
başka yurt köşelerinde “kültür derneği” sıfatlı milliyet-
sebebi ise “birlikten kuvvet doğar” inancı idi.4 Birliğe
çi gençlik dernekleri de kurulmaya başlandı.3
bağlı dernekler, aynı inanç ve düşüncedeki genç-
Türk Milliyetçiler Derneği (TMD)’nin lerin benzer ereklerle kurmuş oldukları ayrı gençlik
Kuruluşu kuruluşları idiler. Hatta onların birisi, daha önce tek
kuruluş iken, üyelerinden bir bölümünün derneğin
TMD’nin oluşumu başka derneklerinkine ben-
çalışmalarını yeterli etkinlikte bulmamaları üzerine
zemez. O, öteki derneklerde olduğu gibi birden çok
oradan ayrılıp ayrı bir dernek kurmaları sonucunda
kişinin bir araya gelerek hazırladıkları bir “Tüzük”ü
oluşmuştu.5 Aynı dâvâyı güden böyle derneklerin
resmî makamlara sunması yolu ile kurulmamıştır; biri
maddî ve manevî yönlerden güçlü olmaları beklene-
Ankara’da, dördü İstanbul’da olmak üzere 1946’dan
mezdi. Zaten zor şartlar altında sürdürdükleri çalış-
başlayarak kurulmuş bulunan beş milliyetçi derneğin
malarının bir süre sonra kendiliğinden sona ermesi
1 Nisan 1950 günü oluşturdukları Türkiye Milliyet-
kaçınılmazdı. Milliyetçi gençleri birlik olmaya yönel-
çiler Federasyonu’nun 1-2 Nisan 1951 günlerinde
ten bir başka sebep de, bu ayrı kurulmuş dernek-
İstanbul’da toplanan ilk (ve tek) Kurultay’ında oybirliği
lerin savundukları görüş ve düşüncelerde zamanla
ile verilen karar uyarınca, Ankara’da kuruldu. O Ku-
nüanslar ve/ya farklılıklar, hatta ayrılıklar meydana
rultay, yalnızca bu kararı vermekle yetinmemiş, ku-
gelmesi ihtimali idi. Bunun sonucunda, bu milliyetçi
rulacak derneğin adını koymuş, “ananizamname”sini

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 133


kuruluşlar arasında inanç ve kavram kargaşası da milletini meydana getiren unsurları muhafaza
çıkabilirdi. 1950 başlarının düşünce yapısı da böyle etmek ve bütün milliyetçileri teşkilâtlandırmak”
bir ayrışmaya elverişli idi. Çünkü dönemin aydınları olarak belirtilmişti.10
ve gençleri o yıllarda, “milliyetçi” ve “devrimci” ola-
TMD’nin Kurucuları
rak, iki kampa bölünmüşler idi. Milliyetçiler arasında
Türkçülerden en koyu İslâmcılara kadar bütün sağ Yasa uyarınca dernek ana tüzüğünde bu dernek-
düşünceliler, devrimciler arasında ise en ılımlı sos- lerin kurucu olarak gösterilmesi mümkün değildi. Ku-
yalistlerden en koyu komünistlere kadar her türden rucuların “gerçek kişi”ler olması gerekiyordu. Sorun
solcular bulunuyordu. Solcular kısa bir süre içinde Federasyon’un üyesi olan derneklerin belirlediği be-
ayrışmış değişik kuruluşlar oluşturmuşlardı. Milliyet- şer kişinin “kurucu” olarak gösterilmesi ile çözüldü.11
çiler arasında henüz öyle bir ayrışma yoktu. Bütün Umumî Merkezi Ankara’da olacağı için, Derneğin ilk,
sağ düşünceliler “milliyetçi” olmaktan memnundular. kurucu yöneticilik görevi, kurucu üye olarak belirle-
Onların, düşünce yapılarını koruyarak, tek kuruluş nen beş Türk Kültür Derneği delegesine verildi. TMF
içinde toplanmalarında bir engel ve sakınca görün- Kurultayı’nın ardından Başkente dönen bu görevliler,
müyordu. Galiba kurulacak yeni bir derneğin böyle Halûk Karamağaralı’yı Umumî Başkan, Abdülhâdi
bir “alaşımı” kucaklaması bekleniyordu.6 Toplu’yu Umumî Başkan Vekili, Erhan Löker’i
Umumî Kâtip, Necati Torun’u Umumî Muhasip seç-
TMD’nin Kurucusu Olan Dernekler
tiler. Bu iş bölümünde Abdullah Savaşçı, Umumî
Türk Milliyetçiler Derneği’ni oluşturan, kendisi- İdare Heyeti üyesi olarak kaldı.12
ni ve kendisine bağlı dernekleri kapatarak bu yeni
Bu işbölümünün gerçekleşmesinden sonra ilk iş,
oluşuma katılmalarını sağlayan Türkiye Milliyetçiler
Umumî Merkez’in kullanacağı bir yer edinmek oldu.
Federasyonu’nun İstanbul’daki üyeleri, 1946’da ku-
Türk Kültür Derneği’nin Anafartalar Caddesi üze-
rulan Türk Kültür Ocağı, 3 Eylül 1946’da kurulan
rinde bulunan Vakıf İşhanı’ndaki genişçe odasının
Türk Kültür Çalışmaları Derneği, 1947’de kurulan
kurulacak Ankara Şubesi’nce kullanılmasının uygun
Türk Gençlik Teşkilâtı ve o yıllarda kurulmuş oldu-
olacağı düşünüldüğünden, Umumî Merkez için, aynı
ğu sanılan Genç Türkler Cemiyeti7 idiler. Bunlar;
yapının ikinci katındaki, içi camekânla bölünmüş 210
İstanbul’da kurulmuş olup orada etkinlik gösteren
numaralı oda kiralandı. 3x5 m boyutundaki bu oda-
derneklerdi. Federasyon’un bir de merkezi Ankara’da
nın pencereleri ile camekân arasında kalan 2x3 m.lik
bulunan üyesi vardı. O, Başkentteki tek milliyetçi
dar alanında, duvar önüne bir sandalye ile genişliği
dernekti. Herhalde yukarıda andığımız 4919 sayı-
100 sm. olan ve hiçbir özelliği bulunmayan küçük bir
lı yasanın çıkarılışından önce kurulmuş olmalı ki,
ahşap yazı masası, karşısındaki duvar önüne küçük
1944-1945 yıllarındaki, Türk milliyetçilerine yönelik
bir camlı dolap, masa ile dolap arasında kalan küçük
devlet terörünün olası olumsuz etkilerine karşı bir
boşluğa da, toplantılarda yönetim kurulu üyelerinin,
tedbir olarak, “Türk Oyunlarını Derleme ve Yaşatma
başka zamanlarda da gelecek konukların oturabile-
Derneği” adıyla kurulmuş ve adı 1947’de yapılan ilk
ceği, kullanılmış sandalyeler konuldu. Genel Merkez
genel kurul toplantısında Türk Kültür Derneği’ne
bürosu(!) böylece oluştu13 ve bir yıl içinde elli şube-
dönüştürülmüştü.8
li bir kurum olacak, daha sonra şube sayısı 76’ya
Türk Milliyetçiler Derneği’nin Ereği ulaşacak olan Türk Milliyetçiler Derneği Umumî
Merkezi’nin konforu hep bundan ibaret kaldı.
Anılan beş derneğin oluşturduğu ve ereği “mil-
liyetçi dernekleri birleştirmek, aralarındaki bağları Şube Açma Etkinlikleri
kuvvetlendirmek ve milliyetçi Türk gençlerinin hak-
Ananizamnamesi ve gereken öteki belgeleri An-
larını müdafaa etmek” olarak belirlenen Türkiye
kara Valiliğine 18 Nisan 1951 günü sunularak kuru-
Milliyetçiler Federasyonu’nun, 1-2 Nisan 1951’deki
luş işlemleri de tamamlandıktan sonra Türk Milliyet-
Kurultay’ına bu derneklerin dördünün gönderdiği de-
çiler Derneği Umumî Merkezi, hızlı bir şube açma
legeler katıldı.9 Kurultaya katılan dört derneğin tem-
etkinliğine girişti. Çünkü Ananizamname’sindeki,
silcileri, büyük bir özveri göstererek, gündüz ve gece
ereğini belirten 2. maddenin ilk fıkrasında derneğe
çalışarak, yeni kuruluşun anatüzüğünü hazırlamışlar
“bütün Türk milliyetçilerini teşkilâtlandırmak” görevi
ve ardından her maddesini ayrı ayrı tartışarak onay-
veriliyor; bu görev, aynı maddenin ikinci fıkrasında
lamışlardı. “Ananizamname” denilen bu belgede,
“Teşkilâtlandırmaktan maksat, birinci fıkrada zikre-
Türk Milliyetçiler Derneği adı verilen yeni kuruluşun
dilen esasların milliyetçi bütün Türk vatandaşları ta-
ereği; “Allah, vatan, soy, tarih, dil, an’ane, sanat,
rafından benimsenmesi, onlarda millî ruh ve şuurun
aile, ahlâk, hürriyet ve millî mukaddesat esasla-
daima canlı kalması hedefine ulaşmak için vatanın
rına dayanan Türk milliyetçiliğini işlemek, Türk
her köşesinde şubeler açmaktır.” denilerek belirgin-

134 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


leştiriliyordu: Böylece, yeni kurulan TMD’ne, şubeler sata hürmeti telkin etmek; C. Türk harsına yönelen
açma gibi önemli bir görev yüklenmiş oluyordu. Ay- tecavüzler ve milliyetçiliğe aykırı cereyanlarla fikir
rıca, kendisini kapatıp TMD’ne katılan Türk Gençlik yoluyla mücadele etmek; Ç. Gençliğin örnek Türk
Teşkilâtı’nın da kırk dolayında şubesi vardı. O kendi- milliyetçileri halinde yetişmelerine çalışmak, hakla-
sini kapatıp Türk Milliyetçiler Derneğine katılınca, şu- rını müdafaa etmek isteklerine tercüman olmaktır”
belerindeki üyelerin önemli bir bölümünün etkinlikle- biçimini aldı.
rini TMD’nin şubesi olarak sürdürmek istemeleri tabiî
Ananizamname’ye “Prensipler” başlığı ile ekle-
idi. Nitekim onların çoğu, bunu sağlamak için TMD
nen 2. Bölüm ise 4-6. maddelerden oluşuyordu. 4.
Umumî Merkezi’ne başvurmakta gecikmediler. Ayrı-
madde, “Dernekliler arasında fikir birliğini sağlamak
ca, Kayseri’deki Türk Kültür Birliği, Zonguldak Komü-
maksadiyle aşağıdaki mefhumların tarifi zarurî görül-
nizmle Mücadele Derneği, Denizli Gençler Derneği
müştür” denildikten ve “A. Millet: Soy ve vatan birliği
gibi bazı yerel kültür dernekleri de kendilerini kapa-
şuuru ile müşterek mefkûreye sahip fertlerin harsî
tıp Türk Milliyetçiler Derneği’ne katılmak istiyorlardı.
toplululuğudur.” diye tanımlandıktan sonra, bu tanım-
Böylece yoğun bir şube açma etkinliği başladı. Bunun
da geçen dört kavram da “a) Soy: Tarihî ve içtimaî
sonucu olarak Derneğin şube sayısı, kuruluşunun bi-
menşe birliğidir; b) Vatan: Altındaki ecdat mezarları
rinci yılında 50’ye ulaştı.14 Bu sayı daha sonra 76’ya
ile üstünde milletin damgasını taşıyan, gerektiğinde
kadar yükseldi. Bunun sonucu olarak Türk Milliyetçi-
uğrunda ölünen topraklardır; c) Hars: Din, ahlâk, dil,
ler Derneği, Türkiye’nin her yerindeki köy, kasaba ve
hukuk, an’ane, iktisat ve bediiyattan ibaret içtimaî
kentlerde şubesi bulunan, o döneme göre çok hızlı
müesseselerin muhassalasıdır; ç) Mefkûre: Birlikte
şubeleşen büyük bir örgüt durumuna geldi.
yaşayıp maşerî sevinç ve kederleri paylaşmak, ya-
Bu şubeleşme, daha önce şubesiz olan Türk Kül- rının mutluluğu için bugünden hazırlanmak arzu ve
tür Derneği’ni yönetmiş olan TMD’nin genç yönetici- fiilidir” söylemleri ile açıklığa kavuşturulmuştu. Mad-
leri için gerçekten çetin bir işti. Çünkü; bu alanda de- de; “B. Milliyet: Milleti teşkil eden unsurlardan doğan
neyimleri yoktu. Fakat onlar, Umumî Başkan Halûk maşerî şuur ve ruhtur” ve “C. Milliyetçilik: Milliyet
Karamağaralı’nın dikkatli, dirayetli ve titiz yönetimin- ruh ve şuuruna sahip olarak milleti maşerî bünyesine
de, bu işi aksatmadan yürütmeyi başardılar. uygun şekilde yaşatmak, yükseltmek fiil ve fikrine de-
nir” tanımları ile tamamlanıyordu. Ananizamname’ye
Bu etkinlikleri büyük ölçüde engelleyen en önemli
eklenen 5. madde, “Milliyetçilik çerçevesi içinde dün-
etken hem Umumî Merkez’in hem de şubelerin bü-
ya görüşümüz” başlığı altında “Milliyetçiliğimizin te-
yük yoksulluk içinde bulunmaları idi. Bu büyük olu-
meli, milletler arasında adalet esaslarına dayanmak-
şumu malî yönden destekleyen ne bir devlet kurumu,
tadır. Adaleti kendimize yapılmasını istemediğimiz
ne de zengin hayırseverler vardı. Onlar, derneklerini
bir şeyi başkalarına yapmamak şeklinde anlıyoruz.
çoklukla ya bir öğrenci harçlığından, ya bir küçük me-
Buna göre istiklâl ve tamamiyetlerine hürmetkârız.
mur aylığından ayırılabilip derneğe bağışlanan para-
Bu itibarla milliyetçiliğimiz emperyalist zihniyete, ko-
lar ile çevirmeğe çalışıyorlardı. Bu da, elbette, büyük
münizme olduğu kadar düşmandır.” deniliyor ve 6.
etkinlikler göstermeye engeldi. Fakat Umumî Merkez
maddede de “Hürriyet ve insan hakları anlayışımız”
ve şubelerin yönetimleri, yönetici ve üyelerinin büyük
başlığı altında “İnsanlara hürriyet, milletlere istiklâl şi-
özverileri ile bunun da üstesinden gelmekte idiler.
arımızdır. Bu şiara aykırı ve bütün milletlerin istiklâlini,
TMD Kurultayı insan hak ve hürriyetlerini gaspa çalışan her fikir ve
fiile amansız düşmanız” açıklaması yapılıyordu.15
Türk Milliyetçiler Derneği’nin ilk (ve yazık ki, tek)
Kurultay’ı, 24-25 Temmuz 1952 günlerinde Ankara’da TMD Kurultayı’nın getirdiği bir başka yenilik de,
toplandı. Kurultay’a Derneğin 60 şubesinden 74 üye- şubelerin çalışma ve etkinliklerinde yol gösterici ol-
nin katıldığı bu Kurultay’ın başkanlığını Ankara Şu- mak ve birlik sağlamak ereği ile kapsamlı bir “çalışma
besi delegesi Sait Bilgiç yaptı. Olağan görüşmeler programı”nın kabul etmesiydi. Dört bölümden oluşan
dışında Kurultay’ın yaptığı en önemli çalışmalar, bu program şubelerde beş çalışma kolu oluşturul-
Ananizamname’de değişiklikler yapılması ve ayrıntılı masını öngörüyordu. Bunlar; A. Hars, Millî Kültür ve
bir “Çalışma Programı”nın kabul edilmesi oldu. Kurslar, B. Kitaplık ve Yayın, C. Müzik, Millî Oyunlar,
Müsamere ve Spor, Ç. Sosyal Yardım ve Köycülük,
Ananizamname’de yapılan değişiklik yeni bazı
D. Kadınlar kolları olacaktı. Her şube bunların en az
maddelerin eklenmesini öngörüyordu.
ikisini oluşturmak zorunda idi. Programda bunların
“Mevzuu” başlıklı 3. madde, “A. Türkler arasında çalışma esasları ayrıntılı biçimde açıklanıyordu. Ça-
içtimaî tesanüt fikirlerini yaymak; B. Türk ahlâk, âdet lışma Programı dernek çalışma ve etkinliklerini yön-
ve an’anelerine uygun yaşamayı ve millî mukadde- lendiren yararlı bir kılavuz niteliğindeydi.16

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 135


Ananizamnamesi’nde yapılan değişikliler ve ka-
bul edilen Çalışma Programı ile Türk Milliyetçiler
Derneği, mükemmel bir “toplum kuruluşu”na dönüş-
müştü.

TMD Ananizamnamesi, Umumî İdare Heyetinin


üye sayısını da çoğaltmıştı. Buna göre, Kurutayca
gizli oyla bir Umumî Başkan ve altı Umumî İdare
Heyeti Üyesi seçilecekti. U.İ.H. üyeleri kendi içlerin-
den bir Umumî Başkan Vekili, bir Umumî Kâtip, bir
de Umumî Muhasip seçerek işbölümü yapacaklardı
(44-46. maddeler). Kurultay’da Genel Başkanlığa
Sait Bilgiç seçilmiş, Umumî İdare Heyeti de şu ki-
şilerden oluşmuştu: U. Başkan vekili Ali Uygur, U.
Kâtip Abdullah Savaşçı, U. Muhasip Necati Torun,
Üyeler: Mehmet Antal,17 Ö. Nuri Turumtay ve Tah-
sin Tola.18

TMD Kurultayı yaz ortasında yapılmıştı. Bu etkin-


liklerin en az 2-3 ay yavaşlaması demekti. Dernek
Umumî Merkezi, bu boş ayları değerlendirmek için,
Kurultayca benimsenen bir kararı uygulamaya koy-
du. Bu, dernek için bir dizgievi (mürettiphane) kurul-
ması idi. Karara göre, derneğin yayımlayacağı her
türlü basılı gereçler, kurulacak bu dizgievinde dizile- Türk Milliyetçiler Derneği’nin 3 Mayıs 1952 günü
rek basılacak duruma getirilecek, hazırlanan baskı Ankara’nın Söğütözü mesiresinde düzenlediği “Türkçüler
Günü”nde Atsız Bey katılanlara hitap ederken. Yanındaki
kalıpları, Dernek basımevi kuruluncaya kadar, başka
Hüseyin Namık Orkun’dur.
bir basımevinde bastırılacaktı.

Dizgievi için gerekli gereçler ve hurufat lunan bir ağabeydi. Kumpas kullanılarak yapılan el
İstanbul’dan satın alınacaktı. Bunun için gerekli pa- dizgisinin de ustası idi. Dernek üyelerinden hevesli
rayı, durumu uygun dostlarından ve başka kişilerden olanlar onun gözetiminde yazı dizmeyi öğrenecekler
sağlayan yeni Umumî Başkan (Sait Bilgiç), dizgie- ve Mefkûre’nin hazırlanmasına yardımcı olacaklardı.
vi için gerekli gereç ve hurufatı alma görevini, eski Löker’e yardımcı olan 4-5 üyenin gönüllü çabası ile
Umumî İdare Heyeti üyesi Erhan Löker’’e verdi. Hu- dizgi işine başlandı. Fakat çalışmalar gereken hızda
kuk Fakültesini yeni bitirmiş olan E. Löker, iri yarı, yürümüyordu. Çünkü dizgi işinde çalışanlar ya me-
güçlü kuvvetli, matbaacılıktan çok iyi anlayan bir genç mur ya da öğrenci idiler. Ancak görevde veya derste
idi. Dizgievi kurulması düşüncesinin de savunucusu olmadıkları zaman çalışabiliyorlardı. Üstelik işin ace-
idi. Bu görevi severek kabul etti ve elindeki sınırlı misi idiler. Bu yüzden dizgi işi uzadıkça uzuyordu.
para ile İstanbul’a gitti. Orada gerekli olan hurufat Bir de sıkça çıkarılmak zorunda kalınan bildirilerin
ve gereçleri sıkı pazarlıklarla satın aldı. Aldıklarını, dizilmesi araya girince, Mefkûre’nin hazırlanması işi
çoğu kez sırtında taşıyarak Haydarpaşa İstasyonuna aksıyordu. Bu yüzden dernek dizgi evinde 30 ve 31.
götürdü ve oradan trenle Ankara’ya ve Dernek Mer- Sayıları, ancak yirmi bir gün arayla yayımlanabilmiş
kezine getirdi. O Ankara’ya gelmeden önce Dizgievi ve Mefkûre 16 ayda 31 sayı çıkarılabilmişti.
için, U. Merkez’in bulunduğu Vakıf İşhanı’nın çatı ka- TMD’nin Yayın Etkinlikleri
tındaki 2x2 m. boyutlu odacıklardan biri kiralanmıştı.
Gereçlerden küçük bir bölümü oraya, artanlar da U. Türk Milliyetçiler Derneği’nin, uzun süre bir ya-
Merkez Odasındaki boş yere yerleştirildi. Böylece yın organı olmadı. Başlangıçta ona ayırılacak para
özlenen dizgievi (mürettiphane) kurulmuş oldu. ve onunla uğraşılacak zaman bulunamadı. Fakat
şube sayısı arttıkça, bu bir gereklilik oldu. Sonunda,
Fakat iş bununla bitmiyordu. Orayı çalıştıra- Mefkûre adlı bir gazetenin çıkarılmasına karar veril-
cak, dizgi işini yapabilecek, ücretle çalıştırılacak di. 20 Ekim 1951’de çıkarılmaya başlanan bu yayın,
elemanlara ihtiyaç vardı. Derneğin imkânları bunu yarım gazete boyunda bir gazetecik idi.
sağlamaktan uzaktı. Çözüm olarak Ankara Şubesi-
nin üyeleri olan gençlerden yararlanmak akla geldi. Haftalık olarak çıkarılması ereklenen Mefkûre,
Avukat Erhan Löker on parmağında on marifet bu- başlangıçta tek yaprak (iki sayfa)dan ibaretti. Her

136 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Kesin kapatma davası günlerinden birinde Dernek Yöneticileri ile İstanbullu avukatlar: (Soldan sağa) Necati Torun,
Gültekin Sonsuzoğlu, Bekir Berk, Abdullah Savaşçı ve İsmet Tümtürk.

sayısında bir yazı, şubelere gönderilen tamim (ge- resmî olmayan kuruluşlara karşı temsil edecek, bir
nelge)ler, şubelerden gelen etkinlik haberleri yer alır- takım önemli etkinlikleri üstlenecekti. Elbette bazı
dı. Ayrıca, bir “Kitap Köşesi”nde yeni çıkan milliyetçi şubelerin düzenledikleri önemli etkinliklere de maddî
yayınlar tanıtılırdı. Sonradan Mefkûre’nin bazı sayı- ve manevî yönden katkıda bulunacaktı. Kimi şube-
ları dört sayfa olarak da yayımlandı. Fakat “haftalık” lerin bulundukları yerlerde karşılaştıkları sorunları
olma özelliği bir türlü sürdürülemedi. Çünkü Umumî çözmek, zorlukları gidermek de ona düşen bir görev-
Merkezin ona düzenli ödenek ayırması mümkün de- di. Şubeler ise, etkinliklerini, yerel şart ve durumlara
ğildi. Yayımlanması işi ile uğraşacak profesyonel bir göre gerçekleştiriyorlardı.
görevlisi de yoktu. Bu yüzden her sayısı bir zarurete
TMD Umumî Merkezi yetkilileri, Kızıl Çin zulmün-
dayalı olarak çıkarılabiliyordu. Aralıklarla 29 sayı çı-
den kaçarak Himalayaları aşıp Türkiye’ye gelen Doğu
karıldıktan sonra, 24 Mayıs 1952 tarihinde yayımına
Türkistanlı Uygur Türklerinin önderleri ve temsilcileri
uzun bir süre ara verilmek zorunda kalındı. Dernek
olan Mehmet Emin Buğra ve İsa Yusuf Alptekin’i,
dizgievi kurulduktan sonra da, biri 20 Aralık 1952 (30.
Ankara’da konuk edip mülteci Türklerin ülkemize
sayı), öbürü 10 Ocak 1953’te (31. sayı) olmak üzere
kabul edilmeleri yolundaki çaba ve etkinliklerinde
iki sayı daha çıkarılabildi.19
aracı ve yardımcı olmayı seve seve üstlenmişlerdi.
TMD’nin etkinliklerini duyuran başka yayın or- Bununla da yetinmeyip onların Ankara’daki belli başlı
ganları da vardı. Şubelerin bulunduğu yerlerdeki Türkçülerle ve Ankara Şubesi üyeleri ile tanışmaları-
basın organları dernek etkinliklerini duyuruyorlardı. nı, görüşmelerini sağlayan birkaç toplantı da düzen-
Bunlar yanında, haftalık Orkun (06.10.1950-18.01. lemişlerdi. Bunların biri, 2 Şubat 1952’de TMD An-
1952) dergisi ile Afyonkarahisar Şubesinin başkanı kara Şubesi salonunda yapıldı.21 Toplantıların birine
M. Sadettin Aygen’ce çıkarılan on beş günlük Türkeli de o sırada İstanbul Milletvekili olan Türk Ocağı’nın
(05.12.1951-05.01.1953) dergisi de, çıktıkları sürece, Merkez Heyeti Reisi Hamdullah Suphi Tanrıöver de
dernek haberlerini düzenli olarak yayımladılar.20 katılmıştı.

TMD Umumi Merkezi’nin Başlıca Başka TMD Umumî Merkezi’nin doğrudan düzenlediği
Etkinlikleri veya katkıda bulunduğu etkinliklerden biri de 3 Mayıs
1944 günü başlatılıp iki iki yıl süren, Türkçülere yö-
Kuruluşundan başlayarak TMD’nin Umumî Mer-
nelik devlet terörünün anılması için “Türkçüler Günü”
kezi ile şubeleri arasında kendiliğinden bir iş bölü-
olarak kabul edilen 3 Mayıs anmalarının ülke çapın-
mü oluşmuştu. Umumî Merkez Derneği resmî veya

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 137


da gerçekleşmesini sağlayan etkinlikleri idi. Umumî larını kıracak yayın organı ve malî gücü yoktu.22 Bu
Merkez, ilk olarak 3 Mayıs 1951 günü bir kapalı yüzden Dernek Merkezi’nin onları cevaplandırmak
salon toplantısı, 3 Mayıs 1952 günü de Ankara’nın için yaptığı cılız etkinlikler etkili olamıyordu. Söz ko-
Söğütözü alanında büyük bir kır gezisi düzenlemişti. nusu kampanyalara zamanın bazı siyasîleri ve bü-
Bunlara Ankara’da yaşayan Hüseyin Namık Orkun, yük malî imkânlara sahip solcu kuruluşları da destek
Fethi Tevetoğlu, Sait Bilgiç gibi o acı dönemin mağ- oluyorlardı.
durları olan Türkçüler de katılmış, genç Türkçülerle
TMD Karşıtı Cephe
o günlere ilişkin anılarını paylaşmışlardı. 1952’deki
kır gezisine 3 Mayıs’ın en büyük mağduru Atsız’ın da Önce de belirttiğimiz gibi, 1950’lerin düşünce ha-
katılması büyük coşku ve heyecana sebep olmuştu. yatında başlıca iki cephe vardı. Bunların birini en ılım-
Rahmetli Atsız, 2 Mayıs 1952 günü Ankara’da ver- lısından en kızılına kadar olan düşüncedeki insanları
diği “Devletimizin Kuruluşu” konulu konferansı dola- bir araya getiren “devrimci cephe;” öteki Türkçü, Ana-
yısıyla yine “devletlûlar”ın gazabına uğramış, Süley- dolucu, İslâmcı, vb.lerden oluşan “milliyetçi cephe”
maniye Kütüphanesi’ndeki sürgün görevine yeniden idi. Devrimci cephe ne kadar zengin ise, milliyetçi,
gönderilmişti. özellikle Türkçü cephe o denli yoksul idi, Çünkü dev-
rimcilerin iç ve dış pek çok hâmisi, destekçisi vardı. O
Bunlardan başka TMD Umumî Merkezi, 28
yüzden para sıkıntısı çekmezler, etkinlikleri yanında
Temmuz 1951 günü Ankara Şubesi’nin düzenlediği
yayın hayatında da söz sahibi olurlardı. Yayımladık-
Nâzım Hikmet’in özel olarak affedilmesi kampanya-
ları gazete ve/ya dergiler suçlu bulunup kapatılmış
sını protesto toplantısına, 1 Kasım 1952 günü de İs-
olsa bile, hemen bir yenisini çıkarmak onlar için işten
tanbul Şubesi’nin gerçekleştirdiği “Hürriyet ve İstiklâl
değildi. Oysa, milliyetçilerin bir dergi veya gazeteyi,
Günü”ne, Umumî Başkanlık düzeyinde katıldı.
cesaret edip yayımlasalar bile, uzun süre çıkarmaları
Umumî Merkez’in, bir Türk Milliyetçiliği Kurultayı mümkün olmuyordu. 1946-1950 yılları arasında An-
toplama yolunda başarısız bir girişimi de oldu. Bu- kara ve İstanbul’da çıkarılan on kadar milliyetçi dergi
nun için 28 Ekim 1941’de “istişarî” bir toplantı yapıldı. birkaç sayı yayımlanıp kapanmıştı.23 Türk Milliyetçiler
Bu toplantıya dönemin 32 ünlü milliyetçisi çağrılı idi.. Derneği’nin yayın organı olarak yayımlanan haftalık
Gelebilenler, Ankara Şubesi’nin salonunda toplandı- Mefkûre gazetesi de bir türlü düzenli çıkarılamıyordu
lar. Konu üzerinde uzun tartışmalar yapıldı. Fakat gö- (Zaten bir haber bülteni niteliğinde olduğu için, baskı
rüşmeler bir günle sınırlı olduğu için sonuç alınama- sayısı da çok düşüktü). Öte yandan dernek aleyhine
dı. Belirlenen görüşleri toparlayıp bir bildiri durumu- yayınları için gazete ve/ya dergilere gönderilen ya-
na getirme işi toplantının başkanlığını yapan Remzi lanlama ve açıklamalar da çoklukla örtbas ediliyordu.
Oğuz Arık’a verildi. Onun hazırladığı metin bir basın Bu yüzden Dernek dozu gittikçe artırılan saldırı ve
toplantısı ile kamuoyunun bilgisine sunuldu. Fakat sataşmalara cevap vermek imkânından da yoksun
yapılması düşünülen bu bilim kongresi yapılamadı. kalmakta idi.
Çünkü Derneğin böyle büyük bir toplantıyı gerçekleş-
Bu iftira ve saldırılar, Malatya’da bir lise öğrencisi-
tirebilecek malî gücü yoktu. O günün şartları içinde
nin Vatan gazetesinin o zamanki sahip ve başyazarı
bir “sponsor” bulmak da mümkün değildi.
Ahmet Emin Yalman’ı tabanca ile vurarak yaralama-
Bütün yoksulluklara rağmen, Türk Milliyetçiler sı ile doruğa ulaştı. Basında milliyetçiler ve mukad-
Derneği, kültürel alanda sesini, ülkenin köy, kasaba desatçılar aleyhine korkunç bir itham kampanyası
ve kentlerinde kurulan şubelerinin çevrelerinde bü- başlatıldı. Necip Fazıl Kısakürek ve Serdengeçti der-
yük ilgi uyandıran etkinlikleri ile duyurabiliyordu. Bu gisinin sahibi ve yazarı Osman Yüksel tutuklanarak
çalışmalar yerel gazetelerce de ilgi ile izleniyor, ha- Malatya’ya götürüldü. Yalman’ı yaralayan Hüseyin
berleştiriliyordu. Çünkü o etkinliklere katılanlar, çev- Üzmez,24 üyesi olmamakla birlikte TMD’nin toplan-
renin aydın, dinamik gençleri idiler. Onlara çevredeki tılarına katılan bir gençti. Bundan dolayı o günlerin
milliyetçi, yetişkin aydınlar da katılıyor, destek olu- dumanlı havası içinde, Dernek de saldırılardan na-
yorlardı. Bu etkinlikler, siyasî partiler ve milliyetçilik sibini almakta gecikmedi ve İstanbul basınında TMD
karşıtı örgütlerce de kıskançlıkla takip ediliyordu. Bu aleyhinde yoğun ve sürekli bir saldırı ve iftira kam-
durum, zamanla Türk Milliyetçiler Derneği’nin karşı- panyası başlatıldı.
sında düşman bir cephenin oluşması ile sonuçlandı.
Kısa zamanda bu kampanyaya dönemin Cum-
Rahmetli Peyami Safa’nın “Devrimbazlar” adını ver-
hurbaşkanı ve Başbakanı da katıldı. Kendisini zi-
diği, “mâhutlar” sıfatını lâyık gördüğü Türk ve Türklük
yaret edip Türk Milliyetçiler Derneği mensuplarının
düşmanı odaklar ve onların borazancısı birtakım ga-
milliyetçi, muhafazakâr, CHP’ye ve anlayışına karşı
zeteler, Dernek aleyhine yayın kampanyaları başlat-
gençler olduklarını söyleyerek bu derneğe kıyılma-
tılar. Türk Milliyetçiler Derneği’nin onların kampanya-

138 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


masını rica etmesine karşı Celâl Bayar, “Ben onların olan Isparta Milletvekilleri Sait Bilgiç ve Tahsin Tola
CHP’ye karşı oldukları noktada CHP ile beraberim” ile onların çıkarılmasını protesto ederek Partiden ay-
diyerek hem kendi anlayışını hem de Derneğe yöne- rılmış bulunan İrfan Aksu DP’ye yeniden alındılar.
lik kampanyanın başında olduğunu ortaya koymuş-
b. Sonradan Yassıada dâvâsında idam ceza-
tu. Başbakan Adnan Menderes ise Aralık 1952’de,
sı verilen fakat yaşlılığı dolayısı ile cezası “müeb-
Gaziantep’te yaptığı bir konuşmada, Türk Milliyetçiler
bet hapis”e çevrilen Celâl Bayar, Türk Milliyetçiler
Derneği’ni kast ederek “Ya oldukları gibi görünsünler,
Derneği’ne yönelik olumsuz tavrını uzun yıllar sür-
ya da göründükleri gibi olsunlar” diyerek Derneğin bir
dürdü. Kayseri Cezaevi’nde bulunduğu sırada kendi-
siyasal partiye dönüşebileceği korkusunu ve vehmini
sini ziyaret eden bir grup milliyetçi gence, “aynı şart-
dile getirmişti.
lar olsa şimdi de aynı yolda hareket ederim” diyen
Bu iki devlet adamının tavır ve beyanları kısa za- eski Cumhurbaşkanı, yıllar sonra kendisine bu yolda
manda etkisini gösterdi. 23 Ocak 1953 günü akşa- yöneltilen soruları “bir hata idi, affola” diyerek cevap-
mı TMD Umumî Merkez ve şubeleri, yapılan eş za- lamak zorunda kaldı. Çünkü çevresinde milliyetçiler-
manlı baskınlarla “tedbirli olarak” kapatıldı ve dernek den başka kendisine ilgi gösteren kalmamıştı.
hakkında temelli kapatma dâvâsı açıldı. O davanın
c. Türk Milliyetçiler Derneği’nin kapatılmasından
“iddianame”sinde savcı, Derneğin hem ırkçı hem de
sonra İstanbul’da “Milliyetçiler Derneği” adıyla yeni
dinci etkinlikler yaptığını ileri sürüyor, bu yüzden te-
bir dernek kuruldu. Fakat bir süre başkanlığını Sait
melli kapatılmasını ve yöneticilerinin cezalandırılma-
Bilgiç’in de yaptığı o dernek, içine kapanık, yalnızca
sı istiyordu. 30 Ocak 1953’te başlayan duruşmalar,
bazı kitaplar yayımlayan ve az sayıda şubeler açan
25 Şubat, 11 Mart, 14 Mart, 1 Nisan, oturumlarından
bir kuruluş olarak varlığını 12 Eylül 1980’e kadar sür-
sonra, 4 Nisan 1953’de sona erdi. Ankara 2. Sulh
dürdü. Fakat “Milliyetçiler Derneği” denildiğinde, çok-
Ceza Mahkemesi’nde görülen dâvânın yargıcı Os-
lukla, o değil “Türk Milliyetçiler Derneği” anlaşıldı.
man Selçuk idi. İlk duruşmada konuyu bilirkişi olarak
havale ettiği üç hukuk profesöründen Hüseyin Cahit TMD-Türk Ocağı İlişkileri
Oğuzoğlu hastalığını bahane ederek, Nihat Erim ve
1931 yılında kapattırılmış olan Türk Ocağı
Faruk Erem de başka mazeretler ileri sürerek bu gö-
1949’da yeniden oluşturulmuş, Türk Milliyetçiler Der-
revden kaçmışlardı. Bunun üzerine aynı göreve atan
neği de resmen 1951 yılında kurulmuş olduğu için,
Prof. Dr. Muvaffak Akbay ise, Savcı’nın iddianamesi-
bu iki kurum arasındaki ilişkiler, aralarında bir ilişki
ne taş çıkaran ithamlarla yüklü bir rapor hazırlamış-
olup olmadığı hususları merak konusu edilmiş, za-
tı.
man zaman bu konuda sorulara muhatap olmuştum.
4 Nisan 1953 günü yapılan son duruşmada, Sorulara sözlü olarak vermeğe çalıştığım karşılıkları
önce bu bilirkişi raporu okundu. Sonra dâvânın sa- burada da özetlemek isterim:
nıkları olan Ali Uygur, Abdullah Savaşçı, Necati To-
- Yukarıda da açıklamağa çalıştığım gibi Türk Mil-
run, Ömer Nuri Turumtay ve Süreyya Bilgiç’in sözlü
liyetçiler Derneği 1951 yılında kurulmuş görünür ise
savunmaları alındı.25 Yargıç Osman Selçuk, kısa bir
de, kökleri 1946-47’lere dayanır; o yılarda kurulmuş
aradan sonra, önceden hazırlandığı anlaşılan uzun
olan beş milliyetçi derneğin devamıdır.
karar metnini okudu.26
- İlk yıllarında Türk Ocağı etkin bir kuruluş ol-
Kararda Savcı’nın iddianamesinde ve Bilirkişi’nin
maktan daha, bir “yetişkin milliyetçiler kulübü” ola-
raporunda ileri sürülen bütün iddialar çürütülüyor ve
rak görülüyordu. Buna karşılık TMD çoklukla 20-25
sonuçta, Ananizamname’sinin 6. maddesinde yer
yaşlarında gençlerce yönetilen bir gençlik kuruluşu
alan “İnsanlara hürriyet, milletlere istiklâl şiarımızdır”
niteliğindeydi. Bundan dolayı gençler Ocağa git-
ilkesi “siyasi” bulunarak derneğin temelli kapatılma-
mekten çekiniyorlardı. Ama Ankaralı Türkçü genç-
sına ve sanıklara onar lira para cezası verilerek bu
ler, tarihî Türk Ocağı yapısının Ocağın kullanımına
cezaların ertelenmesine karar verildiği açıklanıyordu.
verilmesinden ve Prof. Dr. Osman Turan’ın Ankara
Yani karar milliyetçiliği aklamış fakat Türk Milliyetçiler
Türk Ocağı başkanlığına getirilmesinden, yani 1954
Derneği yöneticilerini cezalandırmış; Derneği de mil-
yılından başlayarak, Ocağa gelmeğe ve üye olma-
liyetçilik tarihinin derinliklerine göndermişti. Karara
ğa başladılar. Onların hemen hepsi Türk Milliyetçiler
ilişkin bir yorum, ertesi gün İstanbul’da yayımlanan
Derneği’nin üyeleri idiler. Böylece TMD üyeleri Türk
Yeni Sabah (5 Nisan 1953) gazetesinde, başyazı
Ocağı ile kucaklaşmış oldular.
olarak “Dağ Fare Doğurdu” başlığı ile yayımlandı.
Sözün Özü
Bu kararın bazı sonuçları da oldu:
2002 yılında yazdığım uzunca bir yazıda Türk
a. Daha önce Demokrat Parti’den ihraç edilmiş

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 139


Milliyetçiler Derneği’nin merkez ve şubeleri ile toptan Hotamışgil, Hüseyin Çıkrıkçıoğlu, Kâmil Özden, Ke-
kapatılışını “söndürülen ışıklar” olarak nitelemiştim27. mal Yaman, Kubilay Mevlânaoğlu, Mehmet Aydın,
Necati Torun, Remzi Sakarya, Şâdi Pehlivanoğlu.
Durum, bana göre, gerçekten de bu idi. Çünkü, ül- Bunların çoğu üniversiteyi yeni bitirmiş veya henüz üni-
kenin dört bir yayına yayılmış TMD şubeleri, oralara versite öğrencisi olan gençlerdi. Aralarında ileriki yıllar-
aydınlanma götüren birer ışıktı. Onların kapatılması da milletvekili, bakan, profesör, ünlü gazeteci, tanınmış
ile yalnızca ülkemizin bu yöreleri önemli bir kültür ay- meslek adamı, üst yönetici olacaklar vardı.
12 Fakat bu iş bölümünden kısa bir süre sonra, Fakül-
dınlanmasından yoksun bırakılmakla kalmadı; böy- tesinin bitirme sınavlarına hazırlanmak için görevin-
lece, gelecek vadeden değerli bir “gönüllü toplum den ayrılmak zorunda kalan Erhan Löker’in yerine
kuruluşu”nu da yitirdi. Türk milletine ve milliyetçiliğine Umumî Kâtipliğe Abdullah Savaşçı getirildi. Löker de
Savaşçı’nın yerine geçti Bu kurul, 24-25 Temmuz 1952
yazık edildi!
Kurultayına kadar, 1 yıl, 5 ay 14 gün görevde kaldı.
______________________________________________ 13 Odanın giriş kapısı ile camekân arasında kalan büyük
1 Türkiye’de, bu terim yerine, genellikle, “sivil toplum ku- bölümü, uzun süre boş kaldı. Orası 1952 yılı ortalarında
ruluşu” veya “örgütü” terimleri kullanılmaktadır. O terim, oluşturulan müettiphane’nin fazla gereçlerinin konuldu-
İngilizce den çevrilen ve dilimize anlamı düşünülmeden ğu bir depo olarak kullanılmaya başlandı.
sokulan bir terimdir. “Sivil,” Türkçe’de “askerî olmayan” 14 Mefkûre, 22 (22.03.1952), 1.; 24 (05.04.1952), 1.
anlamına gelir. Ayrıca ülkemizde askerî alanda etkin 15 Türk Milliyetçiler Derneği Ananizamnamesi ve Çalışma
olan dernekler, vakıflar gibi toplum kuruluşları da var- Raporu. Türk Milliyetçiler Derneği Umumî Merkezi, An-
dır. Bunu göz önüne alarak, kazanç amacı gütmeyen, kara, 1952. s. 3-5.
resmî niteliği bulunmayan bu tür kurumları “gönüllü 16 Türk Milliyetçiler Derneği Ananizamnamesi ve Çalışma
toplum kuruluşları” olarak adlandırmayı tercih ediyo- Programı. Türk Milliyetçiler Derneği Umumî Merkezi,
ruz. Ankara, 1952. s. 16-27.
2 Necmeddin Sefercioğlu, Milliyetçi Dernekler. Türk 17 Bu üye sonradan görevden ayrılmış, yerine yedekten
Ocakları Ankara Şubesi, Ankara, 2008. s. 5-7, 13-17. Süreyya Bilgiç geçmişti.
3 O yasadan yararlanılarak, Türk Ocağı da yeniden oluş- 18 Bu kurul, Derneğin 04.04.1953’te kapatılması yüzün-
turuldu. Necmeddin Sefercioğlu, “Türk Ocağı,” Milliyetçi den, 7 ay 9 gün görevde kalabildi.
Dernekler, Türk Ocakları Ankara Şubesi, Ankara, 2008. 19 Necmeddin Sefercioğlu, “Mefkûre,” Türkçü Dergiler.
s. 5-15.; “Türk Ocağı’nın kısa tarihi, turkocagi@turkoca- Türk Ocakları Ankara Şubesi, Ankara, 2008. s. 43-44..
gi.org.tr Ana sayfa, 01.08.2010. 20 Necmeddin Sefercioğlu, “Türkeli, Orkun, I,” Türkçü Der-
4 Bu durumu, TMF Kurultayı’nın açış konuşmasını ya- giler. Türk Ocakları Ankara Şubesi, 2008. s. 36-41.
pan Federasyon Başkanı B. Berk, “Hemen herkesçe 21 Mefkûre, . . .
malûmdur ki, birlik kuvvettir, kuvvet kaynağıdır. Zafer 22 Söz gelişi, bir bakanın Samsun’da, dernek aleyhinde
ise, daima, birleşenlerindir” cümleleri ile belirtiyordu. yaptığı bir konuşmayı, yerinde cevaplamak gereği du-
5 Türk Gençlik Teşkilâtı’nı, Türk Kültür Ocağı’ndan bu dü- yulmuş, Umumî Başkanvekili ile Umumî Kâtib’in oraya
şünce ile ayrılan gençler kurmuşlardı. gitmesi kararlaştırılmıştı. Samsun’a gitmek için yol para-
6 Ancak, düşüncelerdeki nüanslar ve ayrılıklar kısa süre sı bile bulunamadığından Abdülhâdi Toplu ve Abdullah
içinde kendisini göstermeye başlamış olmalı ki, 24-25 Savaşçı, o korkunç soğuk günlerde, birinin paltosunu
Temmuz 1952’de toplanan Türk Milliyetçiler Derneği satıp Samsun’a onun geliri ile gitmek zorunda kalmış-
Kurultayı’nda, “Ananizamname”sine, “millet,” “milliyet” lardı.
ve “milliyetçilik”in tanımları ile bunlara bağlı kavramların 23 O dönemde ve daha sonra yayımlanan Özleyiş, Altın
açıklamalarını veren bir “prensipler” bölümü eklenmesi- Işık, Kür-Şad, Kalem, Türklük ve Mukaddesat Düş-
ne gerek duyulmuştu. manları ile Savaş, Aras, Oğuz, Gurbet, Türk Dünyası,
7 Yazık ki, bu derneğe ilişkin bilgi edinemedik. Kopuz, Tanrıdağ, … gibi milliyetçi dergiler onu bile bul-
8 Necmeddin Sefercioğlu, “Türk Kültür Derneği, I,” Milli- mayan sayılar halinde çıkarılabilmişlerdi. Bk. Necmed-
yetçi Dernekler. Türk Ocakları Ankara Şubesi, 2008. s. din Seferciğlu, Türkçü Dergiler. Türk Ocakları Ankara
18-20.; Darendelioğlu İlhan Egemen, “Türk Kültür Der- Şubesi, Ankara, 2008. s. 32-43.
neği, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri. Toker Yayınevi, 24 Hüseyin Üzmez, bu olaydan dolayı bir süre cezaevinde
İstanbul, 1968. s. 157. kaldı. Orada iken dışardan hukuk öğrenimi yaptı. Ce-
9 Türkiye Milliyetçiler Federasyonu’nun o Kurultay’ına zaevinden çıktıktan sonra avukatlık ve yazarlığa baş-
katılmayan ve toplantının başında Federasyon’dan çı- ladı. 2009 yılında çocuk yaşta bir kızı taciz etmekten
karılan dernek, Türk Kültür Çalışmaları Derneği idi. Bu mahkûm oldu. Şimdi Bursa da bu suçunun cezasını
kuruluş Federasyon’un hiçbir etkinliğine katılmamış, çekmektedir.
karşı çıkmıştı. Derneğin, üyelik süresi içinde yönetim 25 Umumî Başkan Sait Bilgiç ile Umumî İdare Heyeti üyesi
değişikliğine uğradığı, milliyetçilikten uzaklaştığı anla- Tahsin Tola, milletvekili oldukları için sanık olamamış-
şılıyor. lardı. Sait Bilgiç dâvâya avukat olarak katılmıştı.
10 “2. bölüm: Prensipler,” Türk Milliyetçiler Derneği Anani- 26 Bu kararın metninin büyük bölümü, birçok dizgi yanlış-
zamnamesi.. Türk Milliyetçiler Derneği, Ankara, 1952. ları ile yüklü olarak, Isparta’nın Yalvaç ilçesinde çıkarı-
s. 4-5. lan 4 Mayıs 1953 günlü Yalvaç gazetesinde yayımlandı.
11 Türk Milliyetçiler Derneği Ananizamnamesi (Ankara, Ben de bu kararın önemli kesimlerini, gazetedeki yan-
1952)’nin 59. maddesinde, öz adlarının abece sırası lışları olabildiğince düzelterek Orkun dergisinde yayım-
ile verildiği listeye göre Türk Milliyetçiler Derneği’nin ladım: Bk. Necmeddin Sefercioğlu, “Söndürülen Işıklar,
kurucusu olarak gösterilen kişiler şunlardı: Abdullah III. Orkun 49 (Mart 2002), s. 29-31.; IV (Nisan 2002), s.
Savaşçı, Abdülhâdi Toplu, Ahmet Çavdar, Aslan 38-40.
Göbelezoğlu, Bekir Berk, Celâl Erçıkan, Erdoğan 27 Necmeddin Sefercioğlu, “Söndürülen Işıklar.” Orkun 47
Okçu, Erhan Löker, Faruk Kadri Demirtaş (Timur- (Ocak 2002), s. 30-32; 48 (Şubat 2002), s. 40-43; 49
taş), Gökhan Evliyaoğlu, Halûk Karamağaralı, Hulki (Mart 2002), s. 29-31; 50 (Nisan 2002), s. 38-4.

140 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


“TÜRK MİLLİYETÇİLER DERNEĞİ”NDEN
“TÜRKİYE MİLLİYETÇİLER CEMİYETİ”NE - I -
- 1950’Lİ-60’LI YILLARIN “MİLLET
TANIMI” VE GÜNÜMÜZ İÇİN ÖNEMİ –

MUSTAFA KÖK*

T
ürk kültür hayatında dernekçiliğin ve dergi- varıncaya kadar nice büyük insan!... Ve bu insanlar-
ciliğin şüphesiz dün olduğu gibi bugün de dan bazılarının çıkardıkları ya da yazı yazdıkları der-
çok önemli bir yeri var. Bendeniz de şahsen giler: Hareket, Büyük Doğu, Yol, Ötüken ilk aklıma
gençlik yıllarından beri bu işlerin birazcık yakınların- gelenleri… Bu büyük insanlardan herhangi birisinin
da bulunmuş olmaktan büyük haz ve mutluluk du- bir sohbet toplantısından, bir konferansından ya da
yanlardanım. Özellikle 1965-69 üniversite-öğrenimi katıldıkları açık oturumundan çıkıyorken duyduğu-
yıllarını geçirdiğim İstanbul, bütün Türkiye’de her iki muz heyecan ve artan ümitlerimizle vardığımız kesin
faaliyetin de ekseni durumundaydı. Bugün hepsi de hüküm: Nice şer odağı, ne tuzaklar kurarsa kursun,
rahmete kavuşmuş olan büyük ilim ve fikir adamla- bu ülke batmaz, bu millet ölmez!...
rından bazılarını o çevrelerde tanımış olmaktan,
İşte biz bu çalışmada - şimdilik iki yazıyla - bir kıs-
onların yakınında bulunmaktan yahut sohbetlerini/
mı bizim yıllara da sarkan birkaç dernek tüzüğünden
konferanslarını izlemekten, bu vesilelerle genç in-
hareketle o dönemlerin bir yönüyle farklı arayışlarına;
sanlara ümitler saçan gözlerindeki parıltılara şahit
“millet tanımları”yla birlikte onun bağlantı ve unsurla-
olmaktan dolayı iftihar ediyorum. Kimleri tanımadık
rına, nihayetinde bu arayışların bugün için önemine
ki? Edebiyat âlimleri Prof. Ali Nihat Tarlan’dan Prof.
dikkat çekmek istiyoruz.
Mehmet Kaplan’dan Ahmet Kabaklı’ya, sosyolog
Ord. Pof. Z. Fahri Fındıkoğlu’ndan tarihçi Ord. Prof. Değerli edebiyat bilgini Prof. Orhan Okay Hoca,
Zeki Velidi Togan’a, gazeteci/şair-“üstad” Necip bizim yukarıda dile getirdiğimiz hasreti (şimdiki moda
Fâzıl’dan N. Nazif Tepedelenlioğlu’na, ondan Osman deyimle “nostalji”yi), bizden çok daha önce ve özlü
Yüksel Serdengeçti’ye, “ilimciliği” ile şöhret yapmış bir şekilde dile getirmişti. Bakın o kendi gençlik yılları
Prof. Mümtaz Turhan’dan “eski ihtilâlci-asker” oldu- ve bu kabil ideal yuvalarını, 1950’leri nasıl anmakta:
ğu hâlde bir munis ve bilge edasıyla tarihçi Ziya Nur “Benim neslimin ve benden biraz büyük ağabey ve
Aksun’u ve sosyal-psikolog Erol Güngör’ü dahi ken- küçük kardeş nesillerin hayat hikâyesinde Milliyet-
disine meftun eden Dündar Taşer’e; nihayet tarihçi- çiler Derneği’nin unutulmaz izleri vardır. O, kendi-
edip, “ateşîn Türkçü” Hüseyin Nihal Atsız’dan mü- sinden önceki benzer dernek faaliyetleriyle beraber
tefekkir/filozof – aynı zamanda “Hareket Okulu”nun bu toprağa, bu insanlara, bu insanların inançlarına,
fikir önderi – “Anadolucu-milliyetçi” Nurettin Topçu’ya diline, kültürüne, sanatına gençlik yaşlarımızda duy-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 141


gu ve heyecanlarımızla bağlanmamızın, mukaddes rultaydaki konuşmacılar arasında o günün öne çıkan
yuvası olmuştu.”1 Aynı dönemi yazan değerli bilim veya sonra sık duyulacak olan isimleri bulunmakta-
adamımız Prof. Necmeddin Sefercioğlu da söze dır. Fethi Gemuhluoğlu, Şadi Pehlivanoğlu, Mehmet
şöyle başlamakta: “1950 ile 1960 arasındaki on yıl, Altınsoy, Mehmet Turgut bunlar arasındadır. Faaliyet
demokrasi tarihimiz açısından olduğu kadar milliyet- raporunu okuyan Bekir Berk başta olmak üzere he-
çilik tarihimiz açısından da önemlidir. Bilindiği gibi, bu men herkes hararetle milliyetçiler arasındaki birlik ve
dönemin başlangıcında, milletin istek ve ihtiyaçlarına beraberlikten bahseder. Farklı bir misal olarak, gele-
sırt çeviren, millet iradesini hiçe sayan tek parti ikti- ceğin sanayi bakanlarından olacak Mehmet Turgut,
darı, milletin oyları ile alaşağı edilmişti. (…) Gelişmek “bundan sonraki faaliyetlerimizde Anadolu’ya örnek
için uygun bir ortama kavuştuğu zannedilen Türk mil- insan yetiştirmemiz lâzım” der. İşte bu kurultayda,
liyetçiliği hareketi de, bu dönemin karmaşık ortamı “Federasyon”un bünyesindeki kuruluşlardan (“Türk
içinde, kendine bir yol bulmağa, gelişmeğe çalıştı. O Kültür Çalışmaları Derneği” dışındaki) 4 derneğin
dönemi bu bakımdan irdelemekte yarar var.”2 katılımıyla, merkezi Ankara’da olmak üzere “Türk
Milliyetçiler Derneği” doğar (İsim konusunda “Türkiye
İkinci Dünya Savaşı yıllarında ülkemizde de son
Milliyetçiler Derneği”ni teklif eden Şâdi Pehlivanoğlu
derece kısıtlanan dernekçilik faaliyetleri, savaş sona
ve Kubilây İmer’in önerisi yerine, büyük çoğunlukla
erip çok partili hayata geçişle beraber canlanır. Daha
Halûk Karamağaralı ile Abdullah Savaşçı’nın teklifleri
1946’nın başlarında İstanbul’da “Türk Kültür Ocağı”
kabul görür. Geçici İdare Heyeti Genel Başkanı Asis-
kurulur ve bu dernek Orhan Okay’a göre sonraki Mil-
tan Halûk Karamağaralı - sonra prof. Sanat Tarihçi-,
liyetçiler Derneğinin çekirdeğini teşkil eder. Yine onun
yardımcısı Abdulhâdi Toplu, genel sekreter Erhan
anladığına göre, “bu sistemin esası milliyetçiliğin bir
Löker, Genel Muhasip Necati Torun ve üye ise Ab-
ideoloji değil ideal olduğunu benimsemek, saldırgan
dullah Savaşçı’dır.).5
hatta tezahüratçı tavır yerine insan yetiştirmek, ahlâkî
ve millî değerlere bağlılığı telkin etmek gibi âdeta eği- Bundan sonra, belki de milliyetçilik tarihinde bir
time yönelmiş bir çalışma”dır. Bu derneğin çatısı ve ilk gerçekleşir: 28 Ekim 1951 günü Ankara’da (Ge-
faaliyetleri, ülkede yaşayan insanlarımızın hepsinin nel Merkezin bulunduğu Vakıf Han’da) 5 gün sürmesi
geçmişteki kaderi ve gelecekteki irade birliği inan- planlanan bir “Türk Milliyetçiler Derneği İstişârî Top-
cıyla bütün gençlere ve aydınlara açıktır. Meselâ, o lantısı” yapılır. Amaç, “millet” ve “milliyetçilik” başta
yıllarda yeni kurulmuş Pakistan (1951/Dünya İslâm olmak üzere bağlantılı temel kavramların tanımları-
Kongresi vesileyle)’a gidip gelmiş olan Abdurrahim nın yapılmasıdır. Bu istişarî toplantıya öylesine önem
Zapsu da oradaki bir seminere katılmış ve bu otu- verilir ki, çoğunun isimleri hemen bugüne kadar
rumda intibalarını anlatmıştır.3 ulaşan ve sanırız gelecekte de anılacak olan, ülke
çapında otuzu aşkın bilim, meslek ve siyaset ada-
Türk Milliyetçiler Derneği’nin Doğuşu
mı ünlü kişiler dâvet edilir. İsimler - alfabetik sırayla
1946’dan itibaren İstanbul’da, yukarıda arz edilen - aşağıdadır:
atmosfer çerçevesinde, art arda çoğunluğu “Türkçü
Prof. Necati Akder (felsefeci), Prof. Remzi Oğuz
eğilimli” milliyetçi denekler kurulur. Bunda “1944
Arık (arkeolog, tarihçi - Seyhan Milletvekili), Aziz
Türkçülük olayları ve dâvası”nın da büyük payı ol-
Alpagut (kimyager), Nihal Atsız (tarihçi), Sait Bilgiç
duğu muhakkak. Bu dernekler sırayla, Türk Kültür
(Isparta Milletvekili), Bekir Berk (avukat), Dr. H. Ferit
Ocağı, Türk Gençlik Teşkilatı, Türk Kültür Derneği,
Cansever (tabip, o sırada Türk Ocakları Genel Sek-
Genç Türkler Derneği ile Türk Kültür Çalışmaları
reteri – birkaç yıl önce kaybettiğimiz değerli mimar-
Derneği’dir. 1949’dan itibaren tarihî Türk Ocakları
kültür adamı Turgut Cansever’in babası), Ali Çanka-
da yeniden açıldığı hâlde - Sefercioğlu’nun naklettiği
ya (kaymakam), Prof. Nüzhet Şakir Dirisu (tabip), Dr.
üzere - “misyonunu tamamlamış” gözüyle bakıldığı
Faruk Kadri Demirtaş (“Timurtaş”, sonra prof.- Türk
için herkes kendi derneğinde kalmayı tercih etmiştir.4
dili ve edebiyatçısı), Selâhattin Ertürk (felsefeci, son-
Yukarda sayılan beş dernek, 1950 Nisan ayında güç-
ra pedagog-prof.), Prof. Z. Fahri Fındıkoğlu (sosyo-
lerini birleştirerek Bekir Berk’in başkanlığında Türki-
log), Fethi Gemuhluoğlu (yönetici, yazar), Prof. Şev-
ye Milliyetçiler Federasyonu’nu kurarlar. “Milliyetçi
ket Raşit Hatipoğlu (CHP. Eski Bakanlarından), Mus-
güçleri birleştirme çabalarının son adımı” olarak bir
tafa Hacıömeroğlu (veteriner), Doç. Mehmet Kaplan
yıl sonra 1 Nisan 1951’de Türk Gençlik Teşkilatı’nın
(sonra prof.- edebiyat bilgini), Dr. Fahri Kurtuluş (ta-
merkezi olan Rüstem Paşa Medresesi’nde ilk Milliyet-
bip), Prof. Hüseyin Namık Orkun (tarihçi), Cahit Oku-
çiler Federasyonu Kurultayı toplanır (Zamanın Ispar-
rer (yazar, o zaman Millî Eğ. Bak. Özel Kalem Md.),
ta Milletvekili Sait Bilgiç divan başkanı seçilir.). Ku-

142 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Lütfi Önsoy (yük. müh.), M. Zeki Sofuoğlu (eğitimci), le” yapılan tanım, diğer kavramlardan “milliyet”in,
Necdet Sançar (eğitimci, edebiyatçı), Dr. İzzettin “milliyetçilik”in ve“Türk milliyetçisi”nin de tanımına
Şadan (tabip), Prof. Osman Turan (tarihçi), Hikmet yardımcı olmuştur.8 Bu anlamda, “millet” üzerinde
Tanyu (sonra prof.-dinler tarihçisi), Dr. Tahsin Tola durulurken onun üç boyutlu yapısına, yani hem oluş
(Isparta Milletvekili), İsmet Tümtürk (avukat, yazar), sürecine – tarihine -, hem bugünkü gerçekliğine, hem
Prof. Zeki Velidi Togan (tarihçi), Doç Nurettin Topçu de geleceğe uzanan ideal kimliğine işaret edilmek-
(felsefeci), Dr. Fethi Tevetoğlu (tabip, yazar), Prof. tedir.
Mümtaz Turhan (sosyal psikolog), İ. Hakkı Yılanlıoğlu
Milliyetçiliğin benzer ve karşıt ideolojilerle ilişkisi
(veteriner, yazar) ve Ali Yörük (Aydın-Yenipazar Beld.
tartışılırken de temel sonuçlara varılmış, kendi ifade-
Başk.). Listeye dikkat edilirse, Türk milliyetçiliğinin o
leriyle - bir karşıt ideoloji kabul ettikleri - “Rasizm şek-
günkü renklerini, özellikle “Türkçülük” ve “Anadolucu-
linde imtihanını vermiş olan ırkçılıktan, bugünkü milli-
luk” akımlarını temsil eden birçok simayı görüyoruz.
yetçilerimizin vebadan kaçar gibi çekinmeleri lüzumu
Buna bakarak o gün için milliyetçi akımlar arasında
kesin olarak kararlaştırılmıştır.” Kendileriyle “benzer
bir “ittifak”tan bahsedebiliriz. (Şunu da hatırlatmak
ideolojiler” diye düşündükleri, “Turancılık”, “Anadolu-
lâzım; ilerde görüleceği gibi tüzükte yaygın olarak
culuk” ve “Kemalizm” ile ilişkilerini ise şu şekilde tayin
“milliyetçilik” terimi kullanıldığı hâlde basına yansıyan
etmektedirler:
metinlerde daha çok “Türkçülük” terimi geçmektedir.
Bunda “1944 Türkçülük olayı”nın kamuoyunda yarat- 1-“Türkiye’nin gerçeklerine göz kapayarak bütün
tığı popüler etkinin de payı olabilir.) Ural-Altay kavimlerini siyasi bir çerçeve içinde birleş-
tirmek mânasında kullanılan Turancılık ile Türk milli-
Toplantı Genel Başkan Halûk Karamağaralı’nın
yetçilerinin alâkası olmadığı tesbit edilmiştir.”
(sonra prof.- sanat tarihçi) açış konuşmasıyla başlar,
yönetmek üzere Prof. Remzi Oğuz Arık’ın başkan- 2-“Türkiye’nin varlığı nasıl bir Türk milliyetçiliğini
lığa, Sait Bilgiç’in de başkanvekilliğine seçilmesiyle tabii ideoloji olarak dillere, gönüllere yerleştiriyor(sa);
devam eder. Toplantıya katılamayanlardan Nihal At- bu Türk milliyetçiliğinin karşısında “Anadoluculuk”
sız, Nurettin Topçu ve Hikmet Tanyu, görüşlerini ya- tâbiri (de o nispette) dar ve lüzumsuz kalmıştır.”
zılı olarak bildirmişlerdir. 3-Aynı şekilde “bütün Türkiye’nin cemiyet ve si-
Bu toplantının amaçları, derneğin yayın organı yaset hayatına girmiş bulunan inkılâpların bugünkü
Mefkûre dergisinde şöyle sıralanıyor: Şûra, Türkçü- hâkim varlığı karşısında “Kemalizm” tabiri de dar ve
lük fikriyatının yapısını teşkil eden kavramların ta- ayırıcı kalmış” bulunmaktadır. Sonuçta Türk milliyet-
nımlarını yaparak, Türkçülüğü tefrikaya düşürmekten çilerinin o günkü merhalede – ırkçılıkla birlikte - bu
kurtaracak, Türk Milliyetçiliğinin hareket noktaları ve dört ideolojiyi de derece derece kendi sözlüklerinden
prensipleri üzerinde mevcut ihtilafları gidererek ittifak çıkarmakta “bir ve beraber kaldıkları” vurgulanmakta-
sağlayacak; ayrıca “millî bünyemizi kemiren içtimaî dır (Ayrıca o günün şartlarında tartışma konusu olan
yaralarımızın” milliyetçilik açısından tedavi yollarını siyonizm, masonluk ve komünizme de karşı oluş
tespit edecektir.6 sebepleri açıklanmaktadır.).9 Bütün bu sınırlamalar-
dan bizim anladığımız, tek tip bir milliyetçilik anlayışı
Dikkat edilirse burada temel iki noktaya işaret
sunmaktan çok, farklı anlayışların öne çıkarılıp ge-
edilmekte: 1- Milliyetçilik (Türkçülük) eksenindeki
reksiz tartışma ve ayrışmalara meydan verilmemesi
temel kavramların tanımlarını yaparak milliyetçiler
çabasıdır. İşte bu anlamda bir “ittifak”tan bahsetmek
arasında birlik sağlamak; 2- Millî bünyemizi kemi-
mümkün gözükmektedir. Toplantı sonunda ilk karar-
ren sosyal yaraların milliyetçilik açısından çarelerini
lar 8 sayılı dipnotta andığımız dernek tebliğiyle (“Be-
göstermek.7 Yani birincisi fikrî-teorik, ikincisi eyleme
yanname”) halka açıklanır.10
dönük-pratik amaçlar.
Tanımlar, Açıklamalar, Yorumlar
Derneğin yayımladığı 1 sayılı tebliğde de top-
lantının amaçları şöyle dile getiriliyor: I.Tanımlar. II. Şimdi konunun en önemli kısmına geliyoruz. Bir
Türk milliyetçiliğinin benzer ve muarız ideolojilere yıl önceki istişarî çalışmaların ışığında 1952 yazında
karşı durumu. III. Türk Milliyetçilerinin çalışma prog- yapılması planlanan “Türk Milliyetçiler Kongresi” ger-
ramları… Tanımlar konusunda en çok “millet” tanımı çekleşemez, fakat o yıl Aralık ayında toplanan Türk
üzerinde durulmuş, çünkü katılımcılara göre “millet”i, Milliyetçiler Derneği Kongresi (I. Kurultay’ı), bize
“hem meydana gelirken, hem meydana gelmiş ola- göre istişarî toplantının sonuçlarından da yararlana-
rak, hem de ideal bir hüviyette düşünmek suretiy- rak önemli tüzük değişikliğine gider11. Bu tüzükte soy,

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 143


millet ve milliyetçilik başta olmak üzere) temel kav- dan geldikleri inancını ifade eden ve toplumbilimde
ramlar tek tek tanımlanır ve ayrıca buna uygun çalış- yer alan bir kavramdır. Dikkat edilsin ki bu bir inanç
ma programları da belirlenir. Deneğin “gaye” maddesi meselesidir, kan bağı iddiası yahut konusu değildir. 
fevkalâde kapsamlı, mânevî çağrışımlarla yüklüdür. Türkçe konuşanların Türk soyundan geldiklerine ina-
Şöyle deniyor: “Gayesi: Allah, vatan, soy, tarih, dil, nılır ve Türk olarak kabul edilir.”15 Açıkça anlaşılıyor
an’ane, sanat, aile, ahlâk, hürriyet ve millî mukadde- ki, eğer biz bir millet isek, bu coğrafyadaki insanlarla
sat esaslarına dayanan Türk milliyetçiliğini işlemek, en azından bin yıldan beri aynı geçmişi paylaşıyor ve
Türk milletini meydana getiren unsurları muhafaza inançlarımızla, geleneğimizle, sosyal ilişkilerimizle
etmek ve bütün milliyetçileri teşkilatlandırmaktır.”12 benzer kaderi yaşıyorsak; Selçuklu’dan Osmanlı’ya
Ve “tanımlar” başlıyor (4. madde). Önce tanımların uzanan kader birliği Cumhuriyet’le de tescil edilmiş-
gerekçesi açıklanıyor: “Dernekliler arasında fikir bir- se, bu etnik kökenlerimizin üstüne çıkmış olduğumu-
liğini sağlamak maksadıyla aşağıdaki mefhumların zun kanıtıdır, demek istiyorlar. Bugünkü yaygın “etnik
tarifi zaruri görülmüştür.” Yukarıda birkaç defa do- tartışama” konusunu sanki 60 yıl önceden sezmiş ve
kunmuştuk; bir yıl önceki istişarî toplantıda da esas demiş oluyorlar ki, bizim etnik kökenlerimizden önce
amaç, milliyetçiler arasında birlik sağlamak idi ve bu müşterek tarih içerisinden süzülüp gelen sosyal kö-
ise her şeyden önce “fikir birliği” sağlamayı gerek- kenlerimiz birdir. O sebepten kültür birliği dâhilinde
tiriyordu. Ve arkasından tek tek tanımlar sıralanı- aileler birbirleriyle kaynaşmış, evlilikler yoluyla mil-
yor: “Millet: Soy ve vatan birliği şuuru ile müşterek yonlarca aile akrabalıklar kurmuştur. “Soy” unsuru-
mefkûreye (ülküye) sahip fertlerin harsî(kültürel) top- nu en başta zikretmeleri o bakımdan çok önemlidir.
luluğudur.” (Parantez içi ifadeler, tarafımızdan konul- Nitekim “tarih”e ve “sosyal-toplumsal” kökene (men-
muştur.). Görüldüğü gibi, en başta “millet”in tanımı şee) atıf yapan soy tanımı, mefkûre/ülkü (ideal) ta-
ile başlıyorlar. Gerçekte, bir milliyetçi “millet”ten ne nımını da belirliyor gibidir. Çünkü “mefkûre”yi şöyle
anladığını ortaya koymadan, ona bağlı olarak gerek tanımlıyorlar: “Birlikte yaşayıp maşerî (toplumsal)
millî ve tarihî, gerek sosyal ve kültürel, hatta siyasî ve sevinç ve kederleri paylaşmak, yarının mutluluğu
hukukî meselelere nasıl bakmak gerektiğini bilemez. için bugünden bir vücut olarak hazırlanmak arzu ve
Buradaki millet tanımına bakınca, onu vazgeçilmez fiilidir.” Evet, sadece dünü ve bugünü değil, yarını
üç temel unsur üzerine oturtmak istedikleri anlaşılı- da paylaşmak arzu ve iradesi…16 Son unsur olarak
yor. 1. Soy, 2. Vatanın birliği şuuru, 3. Ortak ülkü/ “vatan” kavramının tanımını nakledip yorumlayalım:
ideal (mefkûre) birliği (“Soy”u en başta saymalarının “Altındaki ecdat mezarları ile üstünde milletin harsî
üzerinde ayrıca duracağız.). Bu üç unsuru birlikte (kültürel) damgasını taşıyan, gerektiğinde uğrunda
tutan, deyim yerindeyse harç vazifesi gören işlevsel ölünen topraklardır.” Her milletin vatanı için bu esas-
güç ise kültürdür (harstır). Ve kültürü şöyle tanımlı- lar geçerli olmak gerekir; fakat bizim coğrafyamız bu
yorlar: “Din, ahlâk, dil, hukuk, an’ane (gelenek), ik- ifadeleri belki de hepsinden daha çok hak etmekte-
tisat ve bediiyattan (estetik) ibaret, içtimaî müesse- dir. Basit bir toprak parçası, bütün bir milletin emeği
selerin muhassalası (sosyal kurumların toplamı)dır.” ve alın teriyle, çeşitli sanat ve kültür eserleriyle nasıl
Dikkat edilirse burada, “iktisat” dışındaki unsurların senin malın olur; onu korumak için kanlarını canlarını
hemen hepsi mânevî niteliklidir. feda eden şehitleriyle yüceltmek için ruhunu toprağa
katan ilim-irfan kâfilesi, kutsal mezarlarıyla sana na-
Arkadan, “millet”in üç temel unsuru tanımlanır-
sıl şevk ve ilham vermeye devam eder? Hepsi “va-
ken de bu kültür anlayışının hep akılda tutulduğu
tan” kavramı etrafında anlam bulmakta ve vatan o
fark ediliyor. Sırayla bakalım: “Soy: Tarihî ve içtimaî
sebepten kutsal olmakta.17
menşe birliğidir.” Bize göre, zamanın Türk Milliyet-
çiler Derneği’nin “millet” tanımında “soy” unsurunu Sonuçta bunlara dayalı olarak “milliyet”; “mil-
en başta sayması kadar, ondan ne anladığı da çok leti teşkil eden unsurlardan doğan maşerî (toplum-
önemlidir. Görüldüğü gibi “soy”dan, fizikî antropolog- sal) şuur ve ruhtur” diye tanımlanıyor. Buna bağlı
ların ve ırkçıların tanımladığı gibi, aynı atadan gelen olarak da “milliyetçilik”in tanımı yapılıyor: “Milliyet-
ve topluca yeter ölçüde tayin edici biyolojik özellikler çilik; Milliyet ruh ve şuuruna sahip olarak, milleti
gösteren bireyler toplamını13 anlamıyorlar. Evet, bir maşerî(toplumsal) bünyesine uygun şekilde yaşat-
soyumuz var, ama bu bir biyolojik köken ve özellikler mak, yükseltmek fiil ve fikrine denir.” Bu tanımda da
toplamı değil, tarihî ve sosyal köken (menşe) birliği- açıkça görüldüğü gibi milliyetçilik, sadece millî de-
dir. Çünkü biyolojik anlamda soy, insanlarda değil, ğerlere ve milliyet bilincine sahip olmakla kalmıyor,
hayvanlarda aranılacak bir karakterdir.14 Buna karşı- milleti o değerlerlerle birlikte, onun sosyal yapısına
lık “soy şuuru, ortak dile sahip olanların ortak bir soy- uygun şekilde yaşatma ve yükseltme hareketi oluyor.

144 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Böylece milliyetçilikten bir fikir hareketi kadar bir fiil, olmaktan çıkarılıp yeniden ibadete açılmasıyla ilgili
bir aksiyon olması da beklenmektedir. Hatırlanırsa olarak çıkardığı broşür basında “irtica” tartışmalarına
İstişarî toplantının amaçlarından birisi de “millî bün- yol açar. Dernek bazı gazeteler tarafından “gericilik”le
yemizi kemiren içtimaî yaralarımızın” milliyetçilik açı- suçlanır; buna yayın organı olan Mefkûre gazetesi
sından tedavi yollarını tespit idi. aracılığıyla cevaplar verilir.19 Mütevazı bir yayın or-
ganı olmasına rağmen bu gazetede, Hüseyin Namık
1952 tarihli Türk Milliyetçiler Derneği’nin tüzüğün-
Orkun ve Halûk Karamağaralı gibi bilim adamlarıyla
de başka derneklerde pek rastlanmayan başka bir
beraber, - artık siyasete girmiş olan, fakat DP den
husus daha var ki, o da yeni değişiklikte eklenmiştir:
ayrılıp “Türkiye Köylü Partisi”ni kuran - Prof. Rem-
“Dünya Görüşü” ile “Hürriyet ve İnsan Hakları” mad-
zi Oğuz Arık da yazılar yazmaktadır. Dernekteki bu
deleri (5 ve 6). Kendi dünya görüşlerini şöyle tanım-
hızlı gelişme - siyasî çevreler başta olmak üzere -
lıyorlar: “Milliyetçiliğimizin temeli, milletler arasında
bazı mihraklarda kaygılar yaratır. İktidarıyla, muha-
adalet esaslarına dayanmaktadır. Adaleti, kendimize
lefetiyle, - yaygın nitelemelere göre de - İstanbul’un
yapılmasını istemediğimiz şeyi, başkalarına yapma-
“devrimbaz” basınıyla, “leblebiden nem kapan” çev-
mak şeklinde anlıyoruz. Buna göre, istiklâl ve tama-
reler, bir kısım “şer odakları” sanki bahaneler arı-
miyetimize hürmet gösterdikleri nispette, diğer bütün
yormuş gibidir.20 Nihayet bir bahane zuhur eder ve
milletlerin istiklâl ve tamamiyetlerine hürmetkârız. Bu
22 Kasım’da Malatya’da ünlü gazetecilerden Ahmet
itibarla milliyetçiliğimiz, emperyalist zihniyete, komü-
Emin Yalman’a bir suikast teşebbüsü olur (Yalman
nizme olduğu kadar düşmandır.” Böylece şu ilkeleri
yaralanır). Sanığın Dernekle ilişkisi olduğu iddiası
öne çıkarıyorlar: Adalet, bağımsızlık, her çeşit em-
üzerine İstanbul basınınca Türk Milliyetçiler Derne-
peryalizme düşmanlık. “Hürriyet ve İnsan Hakları”
ği hedef yapılır ve yine “irtica” kampanyası başlatılır.
anlayışlarına gelince: “İnsanlara hürriyet, milletlere
(Bu arada şube sayısı 80’e yaklaşmıştır.) Genel Mer-
istiklâl, şiarımızdır. Buna aykırı ve bütün milletlerin
kez, 7 Aralık 1952’de “Millet”e hitaben yayımladığı
istiklâlini, insan hak ve hürriyetini gaspa çalışan her
“beyanname” ile suçlamalara cevap verir. Bir yerinde
fikir ve fiile amansız düşmanız.” Bu son iki madde,
şöyle denmektedir: “Tarihimizin de şahitlik ettiği gibi
o günün dünya siyasî şartlarında çok önemli. Çünkü
milliyetçilik, daima teceddüt (yenilik) hareketlerinin
gerek İslâm dünyası ve Afrika’da, gerekse Müslüman
kaynağı olmuştur, Bizim büyük dâvamız, senin mo-
Türk dünyasında onlarca ülke sömürge ve bağımlı
dern ilim zihniyetiyle mücehhez olarak, fakat kökün-
durumda. Bütün bunlarla mücadeleyi de vazife bil-
den koparılmadan ve soysuzlaştırılmadan lâyık oldu-
mekteler (“Soy” tanımıyla birlikte bu son maddeler,
ğun yüksek mevkie ulaştırılmandır. Biz her mâna ve
derneğin başına sonra iş açacaktır.).
sahadaki taassup ve irticaın düşmanıyız. Fakat bir
Bu ilkeler ışığında doğan Türk Milliyetçiler Der- kısım zümreler (komünistler, masonlar, 1944’te Türk
neği bir yıl gibi kısa zamanda ülke çapında hara- milliyetçilerini tabutluklarda korkunç işkencelere tâbi
retle karşılanır; bazı mahallî dernek ve gençlik ku- tutanlar) maksatlı bir irtica yaygarası ile havayı bu-
ruluşları da kendi kendilerini feshederek Milliyetçiler landırarak mânevî temellerimizi kundaklamak iste-
Derneği’ne katılırlar. Şube sayısı 50’ye yaklaşır; bir mektedirler.” Keza, Remzi Oğuz Arık da Mefkûre ga-
kısmı tam da kuruluşun birinci yılına denk getirilerek zetesinde yazdığı bir yazıyla saldırılara şöyle “tepki”
açılır (Sarıkamış, Elâzığ, Malatya, Maraş ve Kırşehir verir: “Feryat ve figanlarını yaptığınız inkılâplar sizle-
şubeleri bunlar arasındadır).18 Gerek genel merkez re, şu batılı demokrasilerin ve bizim milletimizin 500
ve İstanbul’da, gerekse yurt sathında anlamlı faali- yıl önceki hoşgörürlüğü (tolérence)nden bir damla
yetler tertiplenir. 1952 Mart ayında Arpaçay gibi bir bile kazandırmadı ise boşuna çırpınmayın! Ha kara
ilçede 8 köy gezilir ve toplantılar yapılır; bazı illerde irtica, ha ak irtica! Hizmet ettiğiniz efendi aynıdır:
büyük kalabalıklarla kuruluş yıl dönümleri kutlanır ve İstibdat!..21 Nihayet Derneğin İstanbul şubesi, 9 Ocak
konferanslar düzenlenir. Bu faaliyetlere illerin idare 1953 günü – Nurettin Topçu’nun kaleme aldığı – “Son
âmirleri, eğitim camiası ve hatta subaylar da rağbet Hâdiseler ve Biz” başlıklı bir “beyanname” yayımlar.
ederler. İstanbul şubesinde Nurettin Topçu, Mehmet Derneği suçlayan çevrelere karşı çok sert bir üslûpla
Kaplan, Nevzat Yalçıntaş ve Şadi Pehlivanoğlu çeşit- hazırlanmış bildiriden bir kısım şöyle:
li konularda 15 günde bir seminerler verirler; Orhan
“Bizim seksenden fazla faaliyet şubemiz bu-
Okay’ın Meclis Zabıtlarından hazırlayıp sunduğu Bi-
lunması, sizi hayretlere, biraz da telâşa düşürmüş.
rinci Büyük Millet Meclisi semineri hayli ilgiyle izlenir.
Hâlbuki bunda hayret edilecek ne var? Biz sade bir
Bundan başka aynı şubenin, İstanbul’un fethinin 500.
dernek değil, onun hayat ve kuvvet kaynağı olan
kuruluş hazırlıkları başlayınca, Ayasofya’nın müze
Türk milletiyiz. Yarın sekiz yüz şûbemiz de olabilir.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 145


Zira İstiklâl Savaşı’nı unuttunuz mu? İzleri üzerinde da bilerek bilmeyerek bir gözdağı verilmek istenmiş-
yürüdüğünüz, ellerin ganimetlerini paylaştığı İstiklâl tir. Oysa kapatılan Dernek, o günkü siyasî kadroları
cihadımız yapılırken her köy, her kağnı, her minâre iktidara getiren halkın değerlerine sahip çıkan bir ay-
cephelere nasıl uzanmıştı!... İşte biz de öyleyiz; o dın grubuna dayanmakta, bizatihi milletin – o günkü
köylerin çocuklarıyız, o kağnıların yetimleri, o mina- tabirle –mukaddesatına sahip çıkmaktadır. Ama ha-
relerin müminleriyiz!.. O zamanki düşman da eller ve dise bununla bitmeyecek, birkaç ay sonra İstanbul’da
diller kesmişti, köyler yakarak minareler yıkmıştı. Bu- aynı ilkelerle yola çıkan, hatta daha kapsamlı çalış-
gün de aynı şerefsiz, merhametsiz ve seciyesiz harp mayı öngören bir avuç milliyetçi aydın tarafından
tekrarlanıyor. Bugün bu harp, vicdanların üstünde, “Milliyetçiler Derneği” kurulacaktır.
beyinlerin ateşinde tekrarlanıyor. (…) ‘Güneşi sağı-
(Bu yeni kurulacak Derneğin daha kapsamlı hiz-
ma ayı da soluma koysalar yine bu işten vazgeçmem’
metlerine rağmen yolunun nasıl kesildiği ile sonra
diyen büyük Peygamberimizin izinden yürüyoruz.
1960’lı yıllardaki serüveni ise – yine kavramsal tanım
Millete söz verdik! Vicdana söz verdik! Allah’a söz
ve çerçeveyi unutmadan – ikinci yazıda ele alınacak-
verdik! Eğilmeyiz, dönmeyiz ve dimağımızdaki son
tır. Tabii, asıl önemlisi, o günün milliyetçi aydınlarının
hücrenin hayatı bâki kaldıkça bu mukaddes dâvadan
bütün bu anlayışlarıyla bugün için ne söylemiş olduk-
vazgeçmeyeceğiz.”22
ları; yani ülkemizin bugünkü “millî bütünlük” kaygısı-
Baskılara dayanamayan D.P. Hükümeti ve Baş- na karşı tuttukları ışık!... )27
bakan da maalesef etki altında kalarak bu kampan- _____________________________________________
yaya katılır23; Menderes bir Gaziantep gezisinde Der- * Dr., Felsefeci
1 Orhan Okay, “Milliyetçi Düşüncenin Odak Noktaların-
neği “memleket çocuklarını ikiye ayırmak”la suçlar.24 dan Milliyetçiler Derneği”, Türk Yurdu, S: 139-140-141,
“Oluşturulan hava istikametinde – seneler sonra aynı Mart-Nisan-Mayıs 1999, s. 334. (Gerek bu makale,
iddialarla başını isteyecek basın organlarına yakla- gerekse ardından anacağımız Prof. N. Sefecioğlu’nun
yazısı “1950’li yılların Milliyetçi Dernekleri”ni ve hizmet-
şarak – “gericiliğe” şiddetli hücumlarda bulunur.” Ve
lerini –birbirini tamamlayarak - fevkalâde isabetle orta-
Türk Milliyetçiler Derneği 22 Ocak 1953 günü 80’e ya koymuş bulunmaktadır. Bizim denememiz ise hem
yakın şûbesiyle kapatılıp mahkemeye verilir. Kapatıl- daha sonrasına uzanmak hem de meselenin başka ci-
ma gerekçesi Cemiyetler Kanunu’nun 33. maddesi- hetlerine ışık tutmak amacındadır.)
2 Necmeddin Seferciooğlu, “1950-1960 Arasında Milliyet-
ne aykırı faaliyette bulunmak, yani “din ve ırk esasları çi Kuruluşlar”, Türk Yurdu, S: 139-140-141, Mart-Nisan-
üzerine kurulmuş” bir dernek olduğu iddiasıdır. Oysa Mayıs 1999. s. 295.
yukarıda izah etiğimiz gibi, Derneğin tüzüğünde soy 3 Okay, a.g.m. s. 335. Burada bir parantez açalım: Üç
ciltlik ( üçü bir arada) Büyük İslâm Tarihi adlı eseriyle
(kanunda geçen terimle “ırk”), “tarihî ve içtimaî men-
tanıdığımız A. Zapsu, hem de vaktiyle kurulmuş Kürt
şe birliği” olarak tanımlanıyordu. Buradan nasıl bir Tealî Cemiyeti’nin kurucularından olmasına rağmen
“ırkçılık” yorumu çıkarıldığını anlamak güçtü. Ayrıca, 1951’de “Türk Kültür Ocağı”nın seminer dâvetine ica-
bet etmede –anlaşıldığı kadarıyla - bir beis görmemiştir.
tüzükteki “dünya görüşümüz” maddesinde geçen, “in-
Aynı zamanda gençliğinden beri siyasi bölücülüğün ileri
sanlara hürriyet, milletlere istiklâl şiarımızdır” cümlesi gelenlerinden olup 1990’larda – maalesef – belirsiz bir
de “siyasî” nitelikli, yani kuruluş amacına aykırı bu- cinayete kurban giden Musa Anter bu zatın damadıdır
lunmuştu. Dernek Genel Başkanı Isparta milletvekili (2000’li yılların siyaset ve iş adamı figürlerinden Cüneyd
Zapsu da torunu). Musa Anter’in, kendi “Hatıralar”ında
Sait Bilgiç ile yine aynı ilden milletvekili Tahsin Tola (1990), 1945 yılında, İstanbul’da kayınpederiyle birlikte
DP’den ihraç edilirler. (R. Oğuz Arık, “Köylü Partisi”ni evine dâvet ettiği Said-i Nursî ile aralarında geçen konu-
kurmak üzere önceden ayrılmasa o da ihraç edilecek- muz açısından ilginç bir konuşmayı biz de burada nak-
ledelim: (O zamanlar oturduğu Ege taraflarındaki “dinî
ti, demektir.)25 Bununla kalmaz, üyelerinden olan Millî
irşat” faaliyetlerine atfen soruyor) “Muhterem Hocam,
Eğitim Bakanlığı Özel Kalem Müdürü Cahit Okur’un çocukluğumdan beri duyduğum ve Kürtlere sempatik
görevine son verilir. 4 Nisan 1953 günü görülen nihaî gelen adınız Saîdî Kürdî idi. Şimdi de her gün Türkler
mahkemesinde ise Dernek – temyizi kabil olmamak sizi oradan oraya sürüyor, hapsediyor, mahkemelerde
süründürüyor, ama siz hâlâ Türkleri cennete götürme
üzere- temelli kapatılır. 10 TL. gibi komik bir para ce- çabası içindesiniz; bu nasıl iştir? (…) Beni öptü ve şun-
zası verilmesi bahane arayışının ispatıdır.26 ları söyledi: Evlâdım, daha çocuksun, bilmiyorsun ben
ne yapıyorum. Oku ve ilim öğren.” N. Güneyceli, “Farklı
Arkasında dönemin en ehliyetli ve ülke çapında Bir Bediuzzaman Portresi”, Dergâh dergisi, Cilt: ııı, S.
temayüz etmiş bilim, kültür ve siyaset adamlarının 26, Nisan 1992, s. 3. Said-i Nursî’nin mahkemelerde
bulunduğu, millî kültür ve bütünlük şuuruna hizmet süründürülmesi büyük yanlıştı ve bu kabil takibat za-
manla son da bulmuştu. Fakat Burada bizce dikkat çe-
idealiyle yola çıkmış milliyetçi bir sivil toplum kurulu- ken husus, ırkçılık öylesine hased yaratıyor ki, “Türkler”i
şu, siyasî endişe ve bahanelerle kapatılmış, çoğulcu Allah’ın cennetinden bile kıskandırıyor. Söz açılmışken,
demokrasinin henüz ilk yıllarında milliyetçi aydınlara Said-i Nursî’nin, Şeyh Said’in kendi çıkardığı “isyana
katılma talebi”ne verdiği “İslâm’a bin yıl hizmet etmiş bir

146 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


milletin torunlarına kılıç çekilmez” mâlum cevabından 1951, s. 2. (Millî Kütüphane, AD 1809).
başka; bu bağlamda ona benzer ilâve bir müspet anek- 9 Aynı yer vd.
dotu daha nakledelim: “Ben Van’da iken, hamiyetli Kürt 10 Yayın sürecinde bize ulaşan ve İstişarî toplantı sonucun-
bir talebeme dedim ki: “Türkler İslâmiyet’e çok hizmet da yayımlanan “Beyanname” konusundaki bir yazıyı da
etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?” Dedi: “Ben haber veren (İsmet Tümtürk, Bir Beyanname Münase-
Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyo- betiyle, Orkun dergisi, S. 68, 18 Ocak 1952) bir bilgiye
rum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü göre, bu toplantı 5 değil sadece 1 gün sürmüştür. Ge-
tam imana hizmet ediyorlar.” Bir zaman geçti, (Allah rek Türkiye çapında otuzu aşkın seçkin insanın dâvet
rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul’da edilmiş olması, gerekse yayımlanan Beyanname’nin
mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. sonunda “28 Ekim - 2 Kasım” aralığının zikredilmesi
Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülâmel (etki-tepki) –metinde de buna yer verilmesi- haklı olarak insana bu
ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. toplantının 5 gün süren ve fevkalâde önemsenen bir
Bana dedi: “Ben şimdi gayet fâsık, hatta dinsiz de olsa çalışma olduğunu düşündürmektedir. Nitekim Derneğin
bir Kürdü sâlih bir Türke tercih ediyorum.” Sonra ben yayın organı olan Mefkûre Dergisi’nin 3 Kasım tarihli
onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki, nüshasında toplantının “1 Kasım günü gece yarısına
Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusu- kadar sürdüğü” kaydedilmektedir. Fakat aynı nüshada,
dur…” (Ahmet Taşgetiren, “Âkif’ten, Bediuzzaman’dan, Basında bu toplantı aleyhindeki yazılara cevap olmak
Erdoğan’a, 28.6.2010, www.aksiyon.com.tr) üzere R. Oğuz Arık ile Genel Başkan Karamağaralı’nın
4 Sefercioğlu, a.g.m. s. 296. (Ogün için, bazılarına göre birlikte yaptıkları basın toplantısında ise, söz konusu
Ocak’ın “misyonunu tamamlamış olduğu” düşünce- istişari çalışmanın 30 Ekim gününe kadar devam ettiği
si doğru olabilir. Ancak bir başka yoruma göre Ocak, yazılmaktadır. Eğer bu ifade doğruysa çalışma 5 de-
1931’de Atatürk zamanında dahi iç siyaset gereği ol- ğilse bile 3 gün sürmüş olmalı. Ayrıca Rahmetli İsmet
duğu kadar özellikle Sovyet Rusya’nın – “Türkçülük- Tümtürk’ün Orkun’daki yazısında, Beyanname’yi kale-
Turancılık” akımlarından duyduğu endişeler ve buna me alan R. Oğuz’a yönelttiği sert eleştirilere bakarak,
dayalı Türkiye’ye yaptığı baskılar sebebiyle kapatılmış- bahsettiğimiz “milliyetçiler arasındaki ittifak”ın pek de
tır. Bkz: Nevzat Kösoğlu, “Milliyetçilik ve Türk Milliyet- gerçekleşmediği sanılabilir. Oysa Türk Milliyetçiler Der-
çiliğnin Doğuşu”, Türk Yurdu, S. 139-140-141, Mart- neği, faaliyetleriyle genelde bütün milliyetçileri kucakla-
Nisan-Mayıs 1999, s. 325. Belki yine aynı sebeplerle bu makta, yayın organı olan Mefkûre’de hem Nihal Atsız
yıllarda da “güvenli” sayılmadığından, “Türkçü” aydınlar hem Remzi Oğuz yazılar yazmakta, malum Basın’ın
bile oraya rağbet etmemişlerdir. Çünkü 1944 Milliyetçilik “irtica”, “inkılâp düşmanlığı” ve “Turancılık” bağlamın-
Olayları’nın ardında da aynı sebep vardır; üstelik Rusya daki hücumlarına birlikte karşı konulmaktadır. Nihal
1946’dan başlayarak hem Kars ve Ardahan’a göz dik- Atsız, “tarihte çok değil 2 devletimiz olduğu” meşhur
miş, hem de Boğazlar’da hak iddia etmeğe başlamış- tezini anlattığı konferansını da 5 Mayıs 1952 günü
tır. Bütün bunlarla beraber, Türk Ocakları “misyonunu Ankara’da Dernek adına vermiştir. (Remzi Oğuz’un ve
tamamlamadığı”nı göstermek için Temmuz 1954’ten diğer “Anadolucular”ın “Turancılık” konusundaki tavırla-
itibaren Turk Yurdu dergisini de (233. sayı olarak) ye- rı, yazının ikinci bölümüne bırakılmıştır.)
niden yayımlamaya başlar. 1959’dan itibaren Prof. Os- 11 Türk Milliyetçiler Derneği Ana Nizamnamesi ve Çalış-
man Turan’ın Genel Başkanlığı döneminde bir atılım ma Programı, 1952, Milli Kütüphane, 231/42050. Bu
daha yapar; keza Türk Yurdu dergisi de en kapsamlı Kurultay’da, aynı zamanda yönetim de değişir ve “gö-
yayın dönemlerinden birisine girer. (27 Mayıs’la bütün revi Sait Bilgiç başkanlığında Tahsin Tola, Abdullah Sa-
bunlar ne yazık ki, kesintiye uğrar. Devamı ve uzun vaşçı, Necati Torun, Ömer Nuri Turumtay ve Mehmet
hikâyesi konumuzun dışında.) Antal’dan oluşan Genel Yönetim Kurulu” devralır. (Ka-
5 Sefercioğlu, a.g.m. s. 296; Komünizme Karşı Mücadele panış öncesine doğru Antal’ın yerine Süreyya Bilgiç ge-
dergisi (on beş günlük), 15 Nisan 1951, S. 18, s. 1 vd.; lir.), Sefercioğlu, a. g. m. s. 297; “İstişarî toplantı sonuç-
Türklük ve Mukaddesat Düşmanlarıyla Savaş gazetesi larından da yararlandıkları” tezi şahsi görüşümüz olup
(on beş günlük), 13 Nisan 1951, S. 3, s. 4. Ateşoğlu söz konusu Beyanname ile olan sistematik yaklaşım ve
Mehmet, Türk Milliyetçiler Derneği’nin Kuruluşu, Mef- üslûp benzerliğindendir.
kure, 29 Mart 1952, S. 23, s. 4. (Ateşoğlu’nun yazısına 12 Federasyon’dan doğuş aşamasında Derneğin ilk tüzü-
göre nihai ismi teklif eden Abdullah Savaşçı’dır. Sonra ğünde de gaye maddesi “Allah” kavramıyla başlamak-
Abdullah Savaşçı Genel Sekreterlik görevini de üstlen- tadır. Orada bazı delegeler “Allah” yerine “millî mukad-
miş ve bu görevi Dernek kapanıncaya kadar yürütmüş- desat” kelimesinin getirilmesini istemişler, fakat Fethi
tür.) Gemuhluoğlu söz alarak, bu terimin çoğu zaman “Allah
6 Mefkûre dergisi, “Türk Milliyetçiler Derneğinin İstişarî mefhumunu şâmil olamayacağını”, ayrıca Rusya’dan
Toplantısı”, S: 3, 17 Kasım 1951, s. 1 vd. (“Milliyetçilik” başlayarak çeşitli ülkelerde nasıl değişik anlamlarda
yerine daha çok “Türkçülük” teriminin kullanılması dik- kullanıldığını anlatır.
kat çekiyor. Bunda da keza, gerek milliyetçi derneklerin 13 Meydan-Larousse, “Irk” maddesi, Cilt: 6, Meydan yay.
çoğunun “1944 Türkçülük Olayı” akabinde kurulması- İstanbul, 1971, s. 122.
nın, gerekse 1949’da yeniden kurulan Türk Ocakları’nın 14 Bilindiği gibi Ziya Gökalp da biyolojik anlamda ırkın hay-
payı olmalı.) vanlara has olduğunu, bu sebepten atlar için “Arap ırkı,
7 Bu konular sonraki yıllarda da milliyetçilerin meselesi İngiliz ırkı, Macar ırkı” türlerinden bahsedildiğini söyler.
olmağa devam etmiştir. Biz evvelki yıl yaptığımız bir ça- Bkz: Türkçülüğün Esasları, Varlık yay. İst. 1963, s. 12.
lışmada Erol Güngör açısından bu konuları tartışmıştık. Soy ya da ırkın antropologlardan farklı olarak tarihî ve
Bkz: “Erol Güngör’de Milliyetçilik ve Milliyetçiler Arasın- filolojik bir hadise olduğuna ilk dikkat çekenlerden bi-
da Birlik Meselesi”, Türk Yurdu, Ağustos 2009, S. 264, risi 1882 yılında verdiği meşhur konferansıyla Ernest
s. 67-74. Renan olsa gerek. Ona göre de “Antropologlar için ırk
8 Türk Milliyetçiler Derneği, Tebliğler 1, “Türk Milliyetçi- zooloji demektir ve hakiki bir menşe ve kan bağını ifade
lerinin Kongresine Doğru”, 28 Ekim – 2 Kasım, Ankara eder. Buna karşılık filoloji ve tarih araştırmaları fizyoloji

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 147


ile aynı kategorilere varmaz. (…) Siyasette ırkın araştı- klasiklerindendir. Remzi Oğuz, orada “bir yer, bir insan
rılması için hiçbir sebep yoktur. Avrupa haritasının ya- kütlesine ne zaman vatan olur?” diye sorar. Cevabı: “Ne
pılmasında âmil olan insiyakî şuur, ırk meselesini hiç zaman ki bu insanlar, bu toprak üstündeki menfaate eş,
hesaba katmamıştır. Avrupa’nın ilk milletleri de karışık hatta üstün menfaati kendisine vaat eden, temin eden
kanlardan milletlerdir.” Ernest Renan, “Millet Nedir?” yurtlara kendi yurtlarını tercih edecek bir anlayışa kavu-
Çev: Kadir Koçdemir, Türkiye Günlüğü, S. 99, Güz şurlar, işte vatan o zaman doğuyor demektir. …yoluna
2009, s. 188,189. (“Milliyetçilikler tarihi”nin klasiklerin- can verilecek toprak: işte vatan budur” Ardından ekler,
den olan bu yazıyı çeviren K. Koçdemir’e ve yayımla- buna sebep ise üstünde yaratılan hâtıralar, yani tarih.
yan Türkiye Günlüğü yöneticilerine teşekkürler…) Ona göre Türkmen boylarının “akıttığı kan, zekâ ve göz
15 Nevzat Kösoğlu, “Milliyetçilik ve Yeni Yönelişler”, nuru” Anadolu’yu vatanınız yapmıştır” . Bkz: R. O. Arık,
12.5.2008, http://www.turkocagi.org.tr Bu, “konuştuğu Coğrafyadan Vatana, M.E.B. yay. İst. 1969, s. 10-14.
diline bakarak hangi milletten olduğuna inanma” konu- Bu fikri daha kapsamlı, hatta metafizik boyutta işleyen
su, yaygın ve sosyal bilimlerin de itibar ettiği bir kıstas ise Nurettin Topçu olmuştur. O, “Mevlâna”dan hareketle
olmasına rağmen, bunun da nihaî bir ölçü olmadığını şöyle söyler: “Büyük mezarların üstünde büyük vatanlar
biliyoruz. E. Renan bu hususa da yıllar önce dikkat vardır. Büyük ölüleri olmayan milletler ebedî olamazlar.”
çekmiştir: “Dil birleşmeye çağırır, fakat icbar etmez. N. Topçu, İslâm ve İnsan Mevlâna ve Tasavvuf, Dergâh
(…) Günümüzde (1882’de) Almanca’dan başka bir di- Yay. İst.1998, s. 115. (Bu konunun Mehmet Âkif çizgisi-
lin konuşulmadığı Prusya’da daha birkaç yüz yıl önce ne II. yazıda değinilecektir.)
Slavca konuşuluyordu. (…) Diller tarihî teşekküllerdir 18 Sefercioğlu, a.g.m. s.297, Merfkûre gazetesi, (Dernek
ve kendilerini konuşanların kanı hakkında çok az şey Haberleri), 12 Nisan 1952, S. 25. (Meselâ 50. Şube
ifade ederler.” Renan, a.g.m. s. 189,190. Nitekim tarih olarak 27 Mart 1952 günü kurulan Maraş Şubesi’nin
içinde “Kürtçe”nin teşekkülü” meselesi, bilindiği gibi tar- kurucuları arasında rahmetli gazeteci Saim Emirmah-
tışılan temel konularından birisidir. En son Rus Bilimler mutoğlu da vardır. İlk idare heyeti, Azmi Işıklı (ilköğr.
Akademisi’nin yayımladığı “Kürt Dilinin Etimolojik Söz- müfettişi) başkanlığında Ziyaeddin Hakan Güler (gezici
lüğü” temel alınarak hazırlanan bir makale, onun “do- başöğretmen), Sabri Aytemiz (öğrenci), Mustafa Oruç
ğal” dillerden değil “karma bir dil” olduğunu açıkça orta- (bakırcı) ve Hüseyin Savaş (veteriner). Mefkûre, S. 24,
ya koyuyor. Bkz. Prof. Ahmet Buran, “Karma Diller ve İki 5 Nisan 1952.
örnek: Klasik Osmanlıca ve Kürtçe” 12.11. 2009, www. 19 Okay, a.g.m. 336; Mefkûre, 12 ve 26 Nisan 1952, S. 25
turkocagi. org. tr. Ayrıca, bizatihi Kayı aşiretlerinden ve 26.
olup da doğudaki kolları Kürtçe konuşan Karakeçililer 20 Sefercioğlu, a.g.m. s. 297; Okay, a.g.m. s. 337; Mefkûre,
veya hemen bütün kolları bu dille anlaşan Rişvanlılar ile S. 23, 29 Mart 1952.
Urfa/Karacadağ Türkmenleri, dillerine rağmen Türk olan 21 Arık, “Tepki”, Mefkûre, S. 30, 20 Aralık 1952.
benliklerini kaybetmemenin en bariz örnekleridir. Geçti- 22 Bu beyanname N. Topçu külliyatında İradenin Dâvası-
ğimiz yaz (16 Mayıs 2010) katıldığımız Siverek Karake- Devlet ve Demokrasi kitabına alındı. Dergâh yay. 1998,
çili Şenliklerinde görüştüğümüz Karaca Dağ Türkmen ss. 215-219.
Dernekleri Başkanı Nusret Kaya Bey, bize şöyle söy- 23 İlginçtir; daha 1951 Mart ayında, yani D.P. iktidarının
lüyordu: “59 parça köylerimizin dağıldığı coğrafyadaki bir yılı dolmamışken basında “irtica” havaları esmiş,
yer adları Türkçe. Bizim örfümüz-âdetimiz, halı-kilim İ.Ü. Anayasa Hukuku hocalarından Prof. Ali F. Başgil,
dokumalarımızdaki bin bir motifli nakışımız, yani kültü- mütevazı bir milliyetçi gençlik gazetesinde iktidarı uyar-
rümüz Türkmen kültürü. Demek ki, biz dilimizin değil, mış ve: “Son günlerin irtica var yaygarası devam edip
soyumuzun kültürünü yaşıyormuşuz.” Yukarda anlattık- gidiyor. Müslüman Türk’ün iman ve akidesine küfürler,
larımız çerçevesinde, onun da “soy”dan kastettiği, kan hakaretler savruluyor. (…) Maksat: ortalıkta bir tereddüt
meselesi değil, “tarihî ve içtimaî menşe birliği…” Kah- ve ipham (belirsizlik) havası yaratmak, resmî otoritelere
ramanmaraş Çok Yaşar köyünden 90 yaşındaki Kara- yol şaşırtmak, gençleri kışkırtıp gaile çıkarmak…” de-
keçili ve Alevî Türkmeni Yusuf Karageçen’in Dr. Oğuz miştir. Bu uyarıdan iki yıl geçmeden siyasi otorite “yolu-
Paköz’e 2000 yılında söylediği söz de aynı derecede nu şaşırmış” ve o zamanki malum basının milliyetçilere
manidar: “Biz Türkmenik, dilimiz Kürt…” (Bu hususların yönelik “irtica” kampanyasına âlet olmuştur. Bkz: A. F.
etnik sosyoloji planında analizi için bkz: Orhan Türkdo- Başgil, “İrtica Yaygarası”, Türklük ve Mukaddesat Düş-
ğan, Etnik Sosyoloji, Timaş Yay. İst. 1998. (Özellikle, manlarıyla SAVAŞ gazetesi (on beş günlük), S: 2, 16
“Türkiye’de Etnik Gruplar” ile “Güney Doğu ve Etnik Mart 1951.
Yapısı” bölümleri.) 24 Türk Milliyetçiler Derneği, 22 Ocak 1953 tarihli “1” Sa-
16 Birçok bilim adamına göre geçmişten günümüze ülkü yılı bülten (hazırlayanlar arasında başta Necmeddin
ve irade birliği en önemli faktördür, hatta onlar bizatihi Sefercioğlu’nun adı bulunuyor).
“millet”i onunla tanımlarlar. Bunlardan en meşhuru olan 25 İsmail Dayı, gerçek kapatma sebebini, Demokrat
E. Renan andığımız meşhur konferansında şöyle söy- Parti’nin Remzi Oğuz Arık’ın kurduğu Köylü Partisi’nin
ler: “Millet bir ruhtur, mânevî bir prensiptir. Bu ruhu, bu gelişmelerinden duyduğu “kuşku”ya bağlıyor. Ayrıca
manevî prensibi aslında bir olan iki şey teşkil eder. Bun- kapatıldığında şûbe sayısının da 82 olduğunu belirtiyor.
lardan biri maziye diğeri ise hâle aittir. Biri zengin bir Bkz: İ. Dayı, “Birkaç Damla Hâtıra”, Nurettin Topçu’ya
hatıralar mirasının müşterek sahipliği, diğeri birlikte ya- Armağan, Dergâh Yay. İst. 1992, s. 186.
şama arzusu konusunda mutabakat ve bir bütün halin- 26 Ezel Erverdi, Remzi Oğuz Arık’ın Fikri Dünyası kita-
de devralınan mirası yüceltme iradesidir.” Tek kelimeyle bında “Sunuş” yazısı, Ziya Bakırcıoğlu, Degâh yay. İst.
“mazide müşterek bir şan ve şeref, hâlde müşterek bir 2000, s. 11 vd; Sefercoğlu, a.g.m. s. 297, Okay, a.g.m.
irade…” E. Renan, a.g.m., s. 191 vd. (Elbette bu irade, s. 337.
kendiliğinden geleceğe de yönelir. MK.) 27 Bu yazıların hazırlık aşamasında bir kısım bilgi ve bel-
17 Bu tanım ve yorumlar, bilenlere hemen Remzi Oğuz gelerin sağlanmasında yardımcı olan Türk Ocakları Ge-
Arık’ın “Coğrafya’dan Vatan’a” adlı ünlü eserini çağ- nel Merkezi ile değerli dostlarımız Dr. Ezel Erverdi ve
rıştırır. O da nerdeyse bizim “milliyetçilik tarihimiz”in Prof. İsmail Kara’ya müteşekkiriz.

148 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


TÜRK’ÜN BÜYÜK ÜLKÜSÜ:
TÜRKÇÜLÜK

ALTAN DELİORMAN

Türkçülüğün Tanımı nabileceği gibi, kişiden kişiye değişebilen nesnellik


niteliği taşımaktadır. Yani Türk olmayan biri ile aynı

T
ürkçülüğü sistemleştiren Ziya Gökalp’ın ta-
güzellik duyguları paylaşılabileceği gibi, Türk olan bir
rifine göre “Türkçülük, Türk milletini yükselt-
başka kimse ile de farklı duygulara sahip olunabil-
mek demektir”(1) “Yükseltmek”, çok geniş açı-
mektedir. Bu bakımdan “güzellik duygusu”nun millet
lımları olan bir kavramdır. Bunun içine Türk milletinin
kavramı içinde yer bulması isabetli olmamaktadır.
“muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkması”ndan
kültür, ekonomi, siyaset, sanat, estetik vb. alanlarına Gökalp, millet anlayışında soy kavramına yer
kadar pek çok konu başlığı sığdırılabilir. Gökalp, bu vermemektedir. Buna gerekçe olarak ırkın (anatomik
tanımı, Cumhuriyet’in kuruluş yılında (1923) yayımla- özelliklerin) sosyal karakterleri oluşturmadığını ile-
nan “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde yapmıştır. ri sürmektedir. Ona göre sosyal karakterleri terbiye
Bu eserde, bir bakıma, yeni devletin takip ve tatbik (eğitim) oluşturmaktadır. Böyle olunca ırkın sosyal
etmesi gereken temel konular belirtilmektedir. karakterlerle ve onların bütünü olan milliyetle bağ-
lantısı kesilmektedir. Ancak, bu görüşüne rağmen
Gökalp’ın Türkçülük tanımı kendisinin bütün gö-
“Kavim” şiirindeki: “Bana yol gösteren benden olma-
rüşlerini kapsamamaktadır. Bu bakımdan tanımda
lı / Olamaz Türk’e baş Türk’üm demeyen” ifadesi
“birleştirmek” veya “bütünleştirmek” kelimesinin ek-
1930’lardan itibaren ırkçılığı savunan Türkçülerin gö-
sik kaldığı söylenebilir. Zira eserlerinde “Türkleri bir
rüşleriyle paralellik göstermektedir.
araya toplayan... mefkûrevî bir vatan”(2) veya “Türk-
lerin geçmişte ve belki de gelecekte bir gerçek olan Ziya Gökalp’tan sonraki dönemin seçkin Türkçü-
büyük vatanıdır”(3) şeklinde tarif ettiği Turan ülküsü, sü Nihâl Atsız, Türkçülüğü daha geniş kapsamlı ola-
ancak bu şekilde tanım içine alınabilir. rak tanımlamaktadır: “Türkçülük, büyük Türkeli’nde
Türk uruğunun kayıtsız şartsız hâkimiyeti ve istiklâli
Daha ayrıntılı incelendiği takdirde “millet” kavra-
ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve
mının da üstünde durmak gerekecektir. Gökalp, mil-
üstün olması ülküsüdür”(5).
leti “Millet dilce, dince, ahlâkça ve güzellik duygusu
bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış Bu tarifin içine “büyük Türkeli” deyimiyle Turan-
fertlerden mürekkep bulunan bir topluluktur”(4) şeklin- cılık, “Türk uruğu” deyimiyle de soy kavramı girmek-
de tarif ediyor. Bu tanımın, Türkçülük tanımı ile çeli- tedir. Böylece Ziya Gökalp’ta bulunmayan bir unsura
şen bazı yönleri bulunmaktadır. Gökalp’a göre milleti Atsız’ın tarifinde yer verilmiş olmaktadır.
meydana getiren unsurlar arasında din birliği bulun- Millî Ülkü
maktadır. Bu durumda Türklerin büyük vatanı olarak
belirtilen Turan’ın yani Türk birliğinin içine Hristiyan Ülkü, bir insanın veya bir topluluğun yüksek
Gagavuzlarla Şamanist Yakutlar girmemektedir. Gü- amaçları ve hedefleriyle ilgili değerlerin bütünüdür.
zellik duygusu ise geniş mânada ortak yanları bulu- Ulaşılması çok kere uzun zaman ve büyük çaba is-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 149


teyen, uğrunda her türlü fedakârlığa katlanılmaktan açıklanması gereken nokta, bu amacın kişisel değil,
kaçınılmayan bir inanış ve emeldir. (6) “Ülkü, bir mil- toplumsal olduğudur. Ferdin kendi hayatı için çizdiği
lete ait olduğu zaman ona “millî ülkü” denir. Millî program ve hedefler ülkü değildir; millet hayatına ait
ülkünün o millete mensup fertlerin gönüllerinde ve di- program ve hedefler ülkü olabilir. Ülkücü, millet haya-
mağlarında yaktığı ateş, bütün ateşlerin en güzeli ve tına ait bu ülküyü gerçekleştirmek üzere çalışan, bu
en parlağıdır. Bir milletin çocukları, ülkü ateşinin ay- yoldaki fedakârlıkları ile aynı zamanda nefsini aşarak
dınlığında, geleceğe doğru daha emin ve daha güçlü kişiliğini geliştirip yücelten insandır.”(12)
adımlarla yürürler. İşte o zaman kendi benliklerini ve
İlişkilerin, düşüncelerin, hattâ inançların bile “fay-
varlıklarını çok aşan bir gücün cazibesine kapıldıkla-
da” üzerine bina edildiği çağımızda millî ülkünün ne
rını anlarlar. Şahsî emellerin ve düşüncelerin, büyük
gibi yararları bulunduğu sorulabilir.
bir millî ülkünün yanında ne kadar zavallı ve ne kadar
anlamsız olduğunu daha iyi görürler. (7) Millî ülkü milletlere şahsiyet, yaşama gücü ve ira-
desi ile dinamizm verir. Şahsiyetli milletler dünya yü-
Türklerin tek ve büyük ülküsü Türkçülüktür. Çün-
zünde itibarlı olurlar. Hedeflerine ulaşmak için daha
kü Türkçülük, hiçbir yabancı etki taşımadan Türk millî
çok çalışmak ve daha güçlenmek yoluna girerler.
ruhundan ve vicdanından doğmuş kutlu bir inanç-
Millî ülkü, o milletin fertleri arasındaki dayanışma ve
tır. Onun yerini ne Marksizm ve liberalizm, ne de
birlik ruhunu güçlendirir. Millet durağan bir varlık de-
İslâmcılık ve demokrasi gibi dıştan gelme fikir akım-
ğildir, sürekli gelişmesi gerekir. Millî ülkünün gücü, bu
ları veya rejim modelleri tutabilir.
ilerlemenin sağlanmasında öncü rolü oynar. Tekniğin
Ziya Gökalp, ülkü (ideal) karşılığı olarak kullandı- ve donanımın yeterli olmasına karşılık millî ülkünün
ğı “mefkûre”yi şu şekilde tarif etmektedir: “Müstesna getirdiği heyecan bulunmazsa gelişme istenen ölçü-
anlarda yaşanılmış ve yine o anlarda yaşanabilen de olmaz. (13)
bir hayat tarzıdır”. … “Bu müstesna anlar, toplumun
Türkçülüğün Dayanakları
buhranlı zamanlarıdır ki, buhranlı zamanlar, milletin
hayatı büyük bir tehlike ile tehdit edildiği, büyük bir Türkçülüğün temel dayanakları millet ve vatan
hamle ile toplumun kendisini kurtarmaya azmettiği sevgisi, millî şuur, millî ülkü vb. kavramlardır. Ana
galeyanlı dakikalardır.”(8) hedefi ise Türk milletinin birlik ve refah içinde, diğer
bütün milletlerden güçlü ve bağımsız olarak ebediye-
Gökalp’a göre, buhran zamanlarındaki fertler
te kadar yaşatılmasıdır. Bu açıdan bakılınca Türkçü-
ruhlar için yorucu olan sosyal heyecan devresi uzun
lük ülküsünün aslî unsurlarını şu şekilde belirlemek
süre devam edemez; bir müddet sonra fertler ruhen
mümkündür:
eski seviyelerine inerler, buhran zamanlarının coşkun
duygularının bazı belirsiz hâtıralarından başka bir 1. Türk milleti bir ve bütün olmalıdır. Bunun nihaî
şey kalmaz ve bu zamanlardaki söz konusu hâtıralar anlamı, bütün Türklerin tek bayrak altında toplanma-
da fikirlerden ibaret olur. (9) sıdır.

“Mefkûresi olmayan bir millet ölmüş demektir” 2. Türk milleti mutlak surette hür ve bağımsız ya-
diye yazan Ömer Seyfeddin, bu kavramı “Her mille- şamalıdır. Hiçbir dış etki onun varlığını tehdit etme-
tin kendi varlığını mukaddes bir hâle içinde duyması” meli, edememelidir.
şeklinde tanımlamaktadır. (10) 3. Türk milleti ekonomik bakımdan çok güçlü ol-
Atsız, millî ülküyü daha ayrıntılı olarak ele al- malı, tabiat şartlarına bağlı kalmaktan kurtulmalı ve
mıştır: “Millî ülküler, toplulukların yaratıcı kuvvetidir. refah içinde yaşamalıdır. Ekonomik bakımdan güçlü
Bütün yaratıcı kuvvetler gibi de aykırıları yok etmek olmak, askerî ve siyasî bakımlardan da güçlü olma-
hassasına maliktir… Bir ülkünün çevresinde toplan- nın temel şartıdır. Askerî ve siyasî bakımlardan güç-
mak ve onun için ölümü göze alarak savaşmak ne lü olmak ise bağımsızlığın korunmasında en önemli
güzel şeydir. İnsanlar ancak ülkü ile hayvanlardan etkendir.
ayrılabiliyorlar. Millî bir ülkü olmadıktan, yalnız yiyip 4. Türklüğün tarihten gelen kültür özellikleri (dil,
içmeyi ve rahat etmeyi düşündükten sonra insanın inanç, gelenekler, sanat özellikleri, hayata bakış tarzı
hayvandan ne farkı kalır? Hayvan, ölümden ve ızdı- vb.) muhafaza edilip geliştirilmeli ve yabancı kültür
raptan kaçar, kuvvetliden korkar. Ölümden korkma- tesirlerine karşı korunmalıdır.
yan, ızdıraptan kaçmayan, kuvvetliyle savaşı göze
alan yaratık ancak ülkücü insandır.”(11) 5. Türk milletinin bekası, yani varlığının sonsuza
kadar devam etmesi Türkçülüğün temel hedefidir.
Çağdaş yazarlara göre “Ülkü, kelime olarak, ula-
şılmak istenen yüksek bir amaç anlamındadır. Burada Tarih boyunca, bu aslî unsurlarla ilgili her geliş-

150 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


me, aslında Türkçülüğün birer belirtisidir. Onun için, Türk tarihinin ünlü şahsiyetlerinden Celâleddin
Türkçülüğün tarihi, bir bakıma, bu belirtilerin toplamı Harezmşah, Orta Doğu’ya geldiği zaman, Anadolu
demektir. Selçuklu Hükümdarı Alâeddin Keykûbad’a gön-
derdiği mektupta “soy birliği”nden söz ediyordu.
Türkçülüğün Kısa Tarihi
Keykûbad da cevabında onu tasdik ediyordu. Bütün
Başlangıç tarihi belirsiz, fakat çok eski olan Türk dünya siyasetinde din unsurunun hâkim olduğu bir
destanlarındaki motiflerin çoğu Türkçülüğün ana il- dönemde bu idrak, gerçekten dikkat çekicidir.(18)
keleriyle örtüşmektedir. Bu destanlardaki bozkurtta
Türk’ün savaşçılığı, bahadırlığı, biniciliği
sembolleşen düşüncelerle Türkçülüğün hedefleri tam
Mevlânâ’nın hayranlık dolu beyitlerinde belirtilmek-
bir ayniyet içindedir. Bu bakımdan, Türk millî ülküsü-
tedir: “Ne kutludur o Türk ki, savaşa girişir, dayanır
nün başlangıcını destanlarımıza kadar götürebiliriz.
ve atını ateş dolu hendeğe bile sürer, ateş dolu hen-
İslâmiyetin kabulünden önceki tarihimize ait sınır- dekten bile sıçratır. Atını öyle sürer ki, öyle şahlandı-
lı bilgilerimiz, pek çok örnek arasından ancak birkaçı- rır ki, gökyüzüne çıkmaya uğraşır sanki.” Mevlânâ,
nı bize ulaştırmaktadır. Türklerdeki cihan hâkimiyeti Türk’le ilgili beyitlerinden birinde şöyle söylemekte-
ülküsünün dikkate değer bir örneği Hun Hükümdarı dir: “Türk’ün başında taç vardır, bunu sana iman diye
Mete (Motun)’nin unvanının “Tanrı Kut’u Tanhu” olu- isimlendireyim. Hindû’nun (Acem’in) yüzünde ise kü-
şudur. Bu, dünyayı yönetme yetkisinin ona Tanrı tara- für damgası basılmış bulunuyor.”(19)
fından verildiğine işarettir. Aynı anlayışa Avrupa Hun-
14. yüzyıl Türkiye’sinde millî şuur belirtisi en zi-
larında, Kök Türklerde, Uygur Destanı’nda, Kızılelma
yade Türkçe ve Türkçecilik alanlarında görülür. Türk-
hedefinde ve nihayet “İlâ-yı Kelimetullah” deyimiyle
çenin üstünlüğüne ve güzelliğine bilinçli bir şekilde
özetlenerek Osmanlı döneminde rastlanmaktadır.
eğilme akımının iki önemli şahsiyeti Gülşehrî ile
Türkçülüğün temel niteliklerinden olan bağımsız- Âşık Paşa’dır. Pek çok şairin Türkçeyi diğer dillerden
lık ve vatan sevgisi, MÖ 1. yüzyılda, Hun hükümdarı (Arapçadan ve Farsçadan) kaba ve yetersiz bulduğu
Çiçi’nin, yabancı himayesine girme teşebbüsleri- bir çağda Gülşehrî, Türkçeyi Farsça ile değiştirmeyi
ne şiddetle karşı çıkmasında, Kök Türk prensi Kür reddediyordu. Âşık Paşa da, Gülşehrî gibi Türkçeye
Şad’ın bağımsızlık için Çin sarayını basmasında ve değer verilmemesinden şikâyet etmekteydi. Yabancı
Orhun Yazıtları’nda açıkça görülmektedir. Kök Türk dillerle eser yazılması o dereceye varmıştı ki, Türkler
bilgesi Tonyukuk’un Türk kültür unsurlarını korumak- dahi kendi dillerini bilmemekteydi: “Türk diline kimes-
ta gösterdiği celâdet ve Bilge Kağan’ın yazıtında ışıl ne bakmaz idi / Türklere hergiz gönül akmaz idi”.
ışıl parlayan Türklük sevgisi ne kadar ibret vericidir.
Çağatay edebiyatının en kudretli şairi olan Ali Şîr
Batı yönünde büyük göçlerin yoğunlaşmadığı dö-
Nevâî, aynı zamanda ileri bir Türkçülük anlayışına
nemde Hun Hükümdarı Mete, Kök Türk hükümdarla-
sahipti. Şiirlerini Türkçe yazdığı gibi, Muhakemetü’l-
rı (İstemi Yabgu’nun oğlu) Tardu ve Kapağan Kağan
Lûgateyn adlı eserinde de Türkçenin edebiyat dili
Türk birliğini gerçekleştiren büyük şahsiyetler olarak
olan Farsçadan üstün olduğunu ispat etmiştir. Nevâî
tarihe geçmişlerdir. (14)
diyor ki: “Ana dilim üzerinde düşünmeye koyuldum.
Ünlü Türk klasikleri Divânü Lügati’t-Türk ve Ku- Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime on se-
tadgu Bilig’de Türkler ve Türkçe yüceltilmektedir. kiz bin âlemden daha yüksek bir âlem göründü. Bu
Kaşgarlı Mahmud: “Gördüm ki, yüce Tanrı, devlet âlemin süsler, ziynetler içerisinde enginleşen göğü,
güneşini Türklerin burçlarından doğdurmuş. Gökler- Dokuz Gök’ten daha yüksekti. Orada nice faziletler,
deki daireleri, onların devletleri çevresinde döndür- nice yücelikler hazinesine rastladım. Bu hazinenin in-
müş” diyor. (15) Yusuf Has Hâcib ise ilimde Arapça- cileri yıldızların mücevherlerinden daha parlaktı” . (20)
nın, edebiyatta Farsçanın hâkim olduğu bir dönemde
Türkler, İslam ülkelerine saldıran Haçlılara karşı
eserini Türkçe kaleme almakla kalmamış, Türk dilini
dişe diş mücadele edip kan akıtırken, Arap tarihçiler
öven ifadelere de kitabında yer vermiştir. (16)
onları kendi ölülerini yiyen yamyam canavarlar olarak
12. yüzyılın tarihçi ve şairlerinden Fahreddin tasvir ediyorlardı. Yahudi ve Hristiyan efsanelerinden
Mübârekşah, Şecere-i Ensâb adlı eserinin önsözün- yola çıkıp Türkleri Yecüc ve Mecüc olarak niteleyen
de Alp Er Tunga’ya atfen bir mesel zikretmektedir: bizim medrese yobazları da, onlarla aynı kanaati pay-
“Türk sedef içinde deryada bulunan bir inci gibidir; laşıyorlardı. Bu Arap ırkçılığına karşı çıkan tek Türk
kendi yurdunda bulunduğu zaman kadir ve kıymeti aydını ise Vanî Mehmed Efendi olmuştur. Vanî Meh-
yoktur, lâkin oradan çıkınca, denizden ve sedeften med Efendi, Türkleri –Yecüc ve Mecüc ile mücadele
çıkmış inci gibi kıymetlenir, hükümdar taclarının ve eden- Zülkarneyn’e, onu da Oğuz Han’a bağlayarak
gelinlerin ziyneti olur.”(17)

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 151


bu yaygın kanaate bir darbe indirmiştir. Bu görüşü, dilde sadeleşme yolu açılıyordu. İlk türkoloğumuz
Arap kültürünün yayılış aracı hâline gelmiş bulunan sayılan Ahmed Vefik Paşa da, yaptığı tercümelerle
medrese çevrelerinde şiddetli tepkilere yol açmış, dilin sadeleşmesini hızlandırmıştır. Ayrıca Türk tari-
hakkında yoğun iftira ve suçlama kampanyasına giri- hi ve dili üzerindeki eserleriyle ilmî Türkçülüğün de
şilmiştir. Bunun üzerine ceza olarak Bursa’nın Kestel öncüsü olmuştur. Süleyman Paşa ile Ali Suavi de
köyüne sürülmüştür. (21) onun yolundan gitmişlerdir.

Türkçeyi yabancı dillerin etkisinden korumak, gü- Türkçülük yolundaki ilerleme sadece Osmanlı
zelleştirmek ve geliştirmek yolundaki gayretler ise aydınlarına özgü değildi. Diğer Türk illerinde de millî
Karamanoğlu Mehmed Bey’in “…divanda, dergâhta ruha dönüş ve millî ülküyü araştırma gayretleri görü-
(sarayda), mecliste ve meydanlarda Türkçeden baş- lüyordu. Azerbaycan’da Mirza Fethali Ahundzade,
ka dil kullanılmaması” şeklindeki buyruğundan Türkî-i kaleme aldığı komedi eserlerinde herkesin anlayaca-
Basit cereyanının temsilcilerine kadar uzanmaktadır. ğı sade bir dil kullanırken, Hasan Bey Zerdabî de
Bu temsilcilerin başlıcaları Aydınlı Visâlî, Tatavlalı yayımladığı Ekinci gazetesinde Azerî lehçesinin ilk
Mahremî ve Edirneli Nazmî’dir. Dönemin edebiyat edebî örneklerini veriyor, Çarlık Rusyasının Türkleri
cereyanı dışında şiirlerini basit bir Türkçe ile yazan bilinçli olarak geri bırakma siyasetine aykırı olarak
bu şairler, 16. yüzyılın ilk yarısında bu tarzın bazı halkının eğitim ve kültür seviyesini yükseltmeye ça-
çevrelerde moda hâline gelmesini sağlamışlardır. lışıyordu. Kazan Türkleri arasında milliyet fikirlerini
ilk yayan Şehabeddin Mercanî de, Kazanlılara din-
Dünyanın bir numaralı devleti olan Osmanlı
lerinden başka bir de milliyetleri olduğunu öğretmek
Devleti’nde her soydan ve her dinden çeşitli kavim-
gayretindeydi.
ler bir arada yaşıyordu. Bu dönemde dünya politikası
din eksenli olarak yürütülüyor, Osmanlılar da bunun Kırım’da yetişen İsmail Gaspıralı’nın temel dü-
gereklerini yerine getiriyorlardı. Ancak Fransız İhtilâli şüncesi, yalnız Kırım Türklerinin değil, bütün Türk
(1789) laiklik, hürriyet ve milliyet fikirlerinin hızla dünyasının, hattâ İslam âleminin uyanıp ayağa kalk-
yayılmasını sağladı. Bu fikirler, Osmanlı Devleti’nin ması idi. Bunu sağlamak için yayımladığı Tercüman
bünyesindeki gayrimüslim Sırp, Rum, Bulgar, Er- gazetesi, ünlü “dilde, fikirde, işte birlik” sloganını
meni topluluklarını şiddetle etkiledi ve onlarda ba- hayata geçirmenin aracıydı. Bu gazete İstanbul’da,
ğımsızlık düşüncesini geliştirdi. Her türlü azınlık Rumeli’de, Kuzey Türklerinde, Azerbaycan ve
haklarından yararlanarak asırlarca rahat ve güvenli Türkistan’da takip ediliyordu. Gaspıralı, Rusya Türk-
bir hayat süren gayrimüslimlerin ayaklanmaları millî lerinin okuma alanında tam bir seferberliğe girmele-
vicdanda tepkilere yol açtı. Bu toplulukların art arda rini büyük ve âcil bir ihtiyaç olarak görüyordu. Ken-
isyanlara girişmeleri ve Hristiyan Avrupa’nın deste- disinin geliştirdiği usul-i cedidi Türk illerini dolaşarak
ğiyle Osmanlı Devleti’nden ayrılmaları bir kısım Türk yaydı. Öğretmenler yetiştirmek için kurslar açtı. Bu
aydınında da millî şuurun doğmasına sebep oldu. usul o kadar tutundu ki, bir süre sonra bu kursların
Aynı dönemde Avrupa’da Türkoloji çalışmaları hız sayısı beş bini buldu. Tercüman, o dönemdeki Türk
kazanıyor, Türk dili ve tarihi hakkında yepyeni bilgi- dünyasının birbirinden haberdar olmasını ve ilgi duy-
ler elde ediliyordu. Bu bilgilere ulaşan aydınlar Os- masını sağlayan uzun bir yayın hayatına kavuştu.
manlılardan önceki Türk tarihiyle ilgili eserler yazıyor,
Mehmed Emin (Yurdakul) Bey’in, hece vezni ile
aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin sınırları dışında,
ilk Türkçe şiirleri yazmasıyla Türkçülük tarihinde yeni
meselâ Orta Asya’da da Türk toplulukları bulunduğu-
bir sayfa açıldı. Türk milliyetçiliği, fikirleri, dili ve ifade
nu öğreniyorlardı. Böylece milliyetçiliğin temelleri şe-
tarzı ile edebiyat alanında ilk defa sesini duyuruyordu.
killeniyordu. Nihayet Arnavutlar ve Araplar gibi Müs-
“Cenge Giderken” şiirindeki “Ben bir Türk’üm, dinim
lüman toplumların da ayrılıkçı akımlara kapılmaları
cinsim uludur / Sinem, özüm ateş ile doludur” söyle-
Osmanlıcılık ve İslâmcılık düşüncelerini zayıflatıyor,
yişi ruhlarda yepyeni heyecanlar uyandırıyordu. Bazı
Türkçülüğün öne çıkmasını sağlıyordu. 20. yüzyılın
şarkiyatçılar, Mehmed Emin Bey’in şiirlerinde“Türk’ün
başlarında Ziya Gökalp gibi dirayetli bir şahsiyet ise
her şeyi güzeldir ve her şeyden güzeldir” fikrinin de-
Türkçülüğü sistemleştiriyordu.
vamlı tekrarlandığını belirtmişlerdir.
Türkçenin Arapça ve Farsça kelimelerle, terkip-
Yusuf Akçura’nın Mısır’da çıkan “Türk” gazete-
lerle, uzun cümleli ve ağdalı ifadelerle dolmuş bulun-
sinde yayımlanan Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesi, bir
ması Şinasi ve Ziya Paşa gibi tanınmış yazar ve şa-
öncü olarak, siyasî alanda Türkçülük meselesini ilk
irlerin tepkisini çekmeye başlamıştı. Özel gazetelerin
defa ortaya atmıştı (1904).(22/a-b) Akçura, Türk birliği
yayımlanmaya başlaması da, yazıların okuyucunun
siyaseti uygulandığı takdirde, Osmanlı ülkesindeki
anlayacağı dille yazılmasını gerektiriyordu. Böylece

152 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Türklerin hem dinî, hem ırkî bağlar ile pek sıkı birle- Ağaoğlu Ahmed ve Ahmed Ferid (Tek) beylerdi.
şeceğini ileri sürüyordu. Türk olmadığı hâlde bir de- Ocağın ilk başkanı Ahmed Ferid Bey oldu. Onun ay-
rece Türkleşmiş diğer Müslüman unsurlar Türklüğü rılmasından sonra başkanlığa getirilen Hamdullah
daha çok benimseyeceklerdi. Türkçülük, henüz hiç Suphi (Tanrıöver), Türk Ocaklarının faal olduğu her
benzeşmemiş ve fakat millî vicdanları bulunmayan dönemde bu görevde kaldı ve Ocak’la adı bütünleşti.
unsurları da Türkleştirebilecekti. (25)
Türk Ocakları, Cumhuriyet Türkiye’sinin en önemli
fikir ve kültür odaklarından biri oldu.
Yazılarında ve şiirlerinde, Türklerin tarihteki ve
gelecekteki büyük ülkelerini ifade eden “Turan”ı ke- Siyasî gelişmeler İslâmcılığı ve Osmanlıcılığı geri
lime ve kavram olarak ilk kullanan fikir adamı Hü- plana itince Türkçülük, İttihat ve Terakki iktidarının
seyinzade Ali Bey’dir. Ali Bey, Üç Tarz-ı Siyaset’in temel politikası hâline geldi. Ziya Gökalp’ın yazıla-
yayımlanmasından kısa süre sonra, Türk gazete- rında ve konuşmalarında dile getirdiği görüşler bu
sinde A. Turanî takma adıyla yayımlanan Mektub-ı konuda etkili oldu. İttihat ve Terakki önderleri millî
Mahsus adlı yazısında “Müslümanlar ve bilhassa bir Türk burjuvazisinin oluşmasına ve millî bir iktisat
Türkler, her nerede olursa olsun, ister Osmanlı’da, anlayışının hâkim olmasına önem verdiler. Enver
ister Türkistan’da, ister Baykal Gölü’nün etrafında ve Paşa’nın denetiminde kurulan Teşkilât-ı Mahsusa,
Karakurum civarında olsun, yekdiğerlerini tanıyacak, Afganistan’a, Buhara’ya, İran’a ajanlarını göndere-
sevecek, Sünnîlik, Şiîlik ve daha bilmem nelik nam- rek Turancılık propagandası yapıyordu. Enver Paşa
larıyla mezhep taassubunu azaltıp Kur’an-ı Kerim’i Turan idealini “Türk ırkının canlandırılması” olarak
anlamaya gayret edecek, dinin esasının Kur’an ol- görüyordu. Onun kurdurduğu Keşşaf (İzci) Derneği
duğunu bilecek olurlarsa elvermez mi?” diyordu. O üyelerine askerî eğitim veriliyordu. Türkçülük ede-
dönemde yazdığı şiirlerinden biri de “Turan” adını biyata da yansıyor, Ömer Seyfeddin’in hikâyeleri
taşıyordu. Bu bakımlardan Hüseyinzade Ali Bey’i ilk yanında Halide Edip, Müfide Ferid (Tek) ve Müftü-
Turancı saymamız gerekiyor. oğlu Ahmed Hikmet de Anadolu dışındaki Türkleri
kucaklayan eserler veriyorlardı.
Selânik’te yayımlanan Genç Kalemler dergi-
sinde Ömer Seyfeddin, Ali Canip ve Ziya Gökalp’ın Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi, devlet
yönettiği Yeni Lisan hareketi, o dönemin aydınları politikası hâline gelmiş, hattâ uygulamaya geçilmiş
arasında geniş yankılara yol açtı ve Türkçenin sade- olan Türkçülüğün hızını kesti. Fakat önce Kuvay-ı
leşmesinde önemli bir dönemeç teşkil etti. Gökalp’ın Milliye’nin, sonra sistemli bir millî mücadele hareketi-
ünlü “Turan” şiiri de ilk olarak Genç Kalemler’de nin başlamasıyla yeniden tırmanışa geçti. Türkçülük
yayımlandı (1910). Bu dergi, Türkçede sadeleşme fikriyle yetiştirilmiş genç subaylar vatanın korunması
eğiliminin yanı sıra milliyetçilik düşüncesinin de ciddi için hizmete koştular. Böylece her dakikası bir destan
şekilde ele alındığı bir yayın organı oldu. niteliğinde olan Millî Mücadele zaferle sonuçlandı.
Ziya Gökalp, ülküyü, yıllar önce, milletin büyük bir
İttihat ve Terakki önderleri, millî bir Türk burjuvazi-
tehlike ile tehdit edildiği, büyük bir hamle ile toplumun
sinin oluşmasına ve millî bir iktisat anlayışının hâkim
kendisini kurtarmaya azmettiği galeyanlı dakikalar
olmasına da önem verdiler (1914 yılında sermaye
olarak tanımlamıştı.(26) Onun dediği gibi, Türkçülük,
yatırımlarının % 50’si Rumlara, % 20’si Ermenilere,
duygu ve heyecan olarak Kurtuluş Savaşı boyunca
% 10’u yabancı devlet uyruklularına, % 5’i Yahudile-
ve zafer kazanıldıktan sonra da toplumu saran bir
re, ancak % 15’i ise Türklere ait bulunuyordu.). Ticarî
ülkü hâline geldi.
yazışmalarda Türkçeden başka bir dil kullanılması
yasaklandı. Bu suretle Osmanlı Devleti’nde iş yapan Gökalp’ın Atatürk Üzerindeki Etkileri
yabancı şirketlerde azınlıkların istihdam edilmesi bir
Ziya Gökalp, henüz on beş yaşındayken Ah-
dereceye kadar önlenmek istendi. Azınlıkların teke-
med Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmanî ve Süleyman
linde bulunan işlere gittikçe artan sayıda Türk ele-
Paşa’nın Tarih-i Âlem adlı eserlerini okumuştu. Bun-
manların yerleştirilmesi, millî burjuvazinin gelişmesi
ların etkisiyle kendisinde Türkçülük eğilimi uyanmış-
için ilk adımı teşkil ediyordu.
tı. İstanbul’a geldiği zaman da Leon Cahun’un Asya
Türkçüler, Meşrutiyet döneminde teşkilâtlanmaya Tarihine Giriş tercümesinden yararlanmıştı. Aynı
başlamışlardır. Türk Derneği,(23) Türk Yurdu dönemde Mehmed Emin Bey hece vezinli ilk Türk-
Cemiyeti,(24) Türk Gücü Derneği, Turan Neşr-i çe şiirlerini yayımlıyor, Azerbaycan’dan İstanbul’a
Maarif Cemiyeti ve özellikle Türk Ocağı ardı ardı- gelen Hüseyinzade Ali Bey de Türkçülük esaslarını
na kuruldu. 25 Mart 1912’de faaliyete geçen Türk anlatıyor ve Turan şiirini yazıyordu. Akçuraoğlu Yusuf
Ocağı’nın kurucuları Mehmed Emin, Dr Fuat Sabit, Bey’in Mısır’da çıkan Türk gazetesinde yayımladığı

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 153


Üç Tarz-ı Siyaset yazısı Türkçülüğe dikkat çekiyordu. hâlindeydi. Eğitim seviyesi çok düşüktü. Askere alı-
Ziya Gökalp, Hüseyinzade Ali Bey’le temas ederek nan erkekler ya uzun süre silah altında tutulmuşlar
onun Türkçülük hakkındaki görüşlerini öğreniyordu. yahut çeşitli cephelerde şehit düşmüşlerdi. Bu yüz-
den topraklar sürülememiş, ekin alınamamış, zaten
Bu gelişmeleri takip eden, zihninde geliştirdiği
zor olan geçim şartları büsbütün ağırlaşmıştı. Tarım
sosyoloji, psikoloji konularının yanı sıra Türkçülük
ilkeldi. Sanayi denilebilecek işletmeler ve hizmet
bahsinde de mesafe alan Gökalp’ın, görüşlerini açık-
alanları azınlıkların yahut yabancı sermayenin teke-
laması için bir vesileye ihtiyacı vardı. Selanik’te yayım-
linden kurtulamamıştı. Birinci Dünya Savaşı’nın ba-
lanan Genç Kalemler dergisi ve Ömer Seyfeddin’in
şına kadar sürmüş olan kapitülasyonların, ekonomi-
burada dil üzerine kaleme aldığı yazıları o vesileyi or-
de yaptığı tahribat olanca ağırlığı ile hissediliyordu.
taya çıkardı. Ancak Gökalp dil konusuyla yetinmeyip
Millî Mücadele zaferle sonuçlanmıştı, ama bu uğurda
Türkçülüğü bütün yönleriyle açıklamayı tasarlıyor-
büyük bir bedel ödenmişti. Sahip olunan imkânların
du. Ünlü Turan manzumesini bu düşünceyle yazıp
hemen tamamı askerî ihtiyaçlar için harcanmıştı.
Genç Kalemler’de yayımlattı. Ondan sonraki bütün
Düşman işgalinden kurtulmak için son bir gayretle
çalışmaları bu manzumedeki esasları açıklamak ve
her şeyini vermiş olan halk yorgun, mecalsiz ve yok-
yorumlamak istikametinde gelişti. Bazı yazarlar, Ziya
suldu. Dar bir zümrenin dışında millî şuur uyanma-
Gökalp’ın Türk milliyetçiliğinin ilk işlenmiş teorik for-
mıştı. Gazi, bu olumsuz şartlardan kurtulmanın tek
müllerini Emile Durkheim sosyolojisinden esinlenerek
yolunu âcil modernleşme ve millîleşme hamlelerinde
ileri sürdüğünü kabul etmektedir.(27) Gökalp’ın çalış-
görüyordu. Cumhuriyet’in ilânı ile birlikte, yeni devlet
maları genç subaylar üzerinde etkili olmuştur. Birinci
adamlarının önünde ciddi hizmet alanları açılmıştı.
Dünya Savaşı başladığı zaman, Türk ordusundaki
Anadolu’nun bağrına kadar ilerlemiş düşman ordu-
alt komuta kadrosu, Türkçülük ülküsüne bağlanmış
larını hezimet uğratan, kutsal savaştan zaferle çıkan
subaylardan meydana geliyordu.
Gazi Mustafa Kemal, milletin göz bebeği ve millî
Ziya Gökalp, savaş sonrasında İstanbul’da kala- kahramanı durumundaydı. Bu konumu, onun, Türki-
rak Darülfünûn’daki derslerine devam etmişti. İngiliz- ye Cumhuriyeti’nin takip edeceği yolun tayininde tek
ler İstanbul’u işgal edince, birçok İttihatçı aydınla bir- yetkili olmasını sağlıyordu.
likte onu da tutuklayıp Malta’ya sürdüler. Gökalp, ora-
Devereux, Cumhuriyet’in ilk dönemindeki
da iki yıl kadar kaldı. Serbest bırakılınca Diyarbakır’a
inkılâplarla Gökalp’ın fikirleri arasındaki ilişkiye dikkat
dönerek Küçük Mecmua’yı çıkarmaya başladı. Bu
çekerek Atatürk’ün iyi anlaşılması için Ziya Gökalp’ın
dergide, Millî Mücadele’yi coşkunlukla destekleyen
tanınması gereğine işaret etmiştir.(30) Mehmet Kaplan
makaleler yayımladı. Ankara’da yeni kurulan Telif ve
da Ziya Gökalp’ın fikirlerinin Cumhuriyet Türkiye’sine
Tercüme Heyeti üyeliğine tayin edildi. Aynı yıl Diyar-
şekil ve istikamet verdiği düşüncesindedir. Ona göre
bakır milletvekili seçildi; şiir, destan ve tarihî oyun-
Atatürk inkılâplarının temelinde Ziya Gökalp’ın fikirle-
lardan oluşan Altın Işık ve Türkçülüğün programını
ri vardır.(31) Gökalp’ın “Türkçülüğün Esasları”nda be-
açıkladığı Türkçülüğün Esasları adlı kitaplarını ya-
lirttiği Türkçülüğün programı, Cumhuriyet’in ilânından
yımladı. Yeni Gün ve Yeni Türkiye gazetelerine çe-
sonra yapılan yeniliklerin ve düzenlemelerin büyük
şitli makaleler yazdı. Bunlarda yeni kurulan devletin
ölçüde ilham kaynağı olmuştur.
hedeflerine dair görüşleri yer alıyordu.(28) Onun ya-
rarlı çalışmaları, ne yazık ki, henüz 48 yaşındayken Ekonomide Millîleşme
vefatı ile kesintiye uğradı (25 Ekim 1924).
1923’ün ilk yarısında siyasî açıdan zor bir dönem
Çok okuyan ve okudukları üzerinde düşünen geçiriliyordu. Anadolu zaferinin barış antlaşmasına
Gazi Mustafa Kemal, Ziya Gökalp’ın görüşlerini eski- dönüşmesi için Lozan’da yapılan görüşmeler ke-
den beri beğeniyor ve takip ediyordu. Yeni Türkiye’de silmişti. Âkıbetinin ne olacağı belli değildi. Saltanat
yapılacak büyük değişim projelerini tasarlarken onun kaldırılmıştı, fakat devletin yönetim şekli henüz be-
millîleşme ve modernleşme yolundaki fikirlerini daima lirlenmemişti. Savaş şartlarında oluşturulan Türkiye
göz önünde tutacaktı. Esasen, kendisi de milliyetçilik Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, hukuken bu boşluğu
ülküsüne samimi olarak inanmış bir önderdi. “Benim doldurmaya devam ediyordu. Yeni bir Türk devletinin
hayatta yegâne fahrim, servetim Türklükten başka doğmakta olduğu aşikârdı. Peki, bu devletin ekono-
bir şey değildir”(29) demesi, bu inancının ifadesidir. mi alanında uygulayacağı esaslar neler olabilirdi? Bu
esaslar kimler tarafından ve nasıl belirlenebilirdi? Bu
Cumhuriyet Döneminde Millîleşme
soruların cevabı İzmir İktisat Kongresi’nde tespit edi-
Cumhuriyet’i kuran kadro kötü bir miras devral- lecekti.
mıştı. Ülke harap ve bakımsızdı. Ekonomi çöküntü

154 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


İzmir İktisat Kongresi alınmak suretiyle Türk işletmeleri hâline getirildi.(33)

Bu kongre 17 Şubat – 4 Mart 1923’te, 1335 dele- Yerli Malı Kullanımının Teşviki
genin katılımıyla İzmir’de toplandı. Kâzım Karabekir
İzmir İktisat Kongresi’nde yerli malı kullanımının
Paşa’nın başkanlık ettiği kongrenin açılış konuşma-
teşvik edileceğine, yerli malların kara ve deniz nak-
sını Mustafa Kemal yaptı. Bu konuşmada, devletin
liyatında ucuz tarife ile taşınacağına dair karar alın-
ekonomik düzeninin “millî iktisat düzeni” olacağına
mıştı. Bu karara uygun olarak Yerli Malı Haftası uygu-
işaret ediliyordu. Kongre, belli başlı ekonomik sis-
lanmasına başlandı. Başbakan İsmet İnönü, 1929’da
temlerden herhangi birine bağlı olmamakla birlikte,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada
gerekirse memleketin ihtiyaçlarına göre bunlardan
yerli malı kullanmanın ve tutumlu olmanın önemin-
faydalanabilecekti. Kongrenin düzenlenmesi görevini
den bahsetti. Dünya iktisadi bunalımının getirdiği ağır
üstlenen Mahmut Esat (Bozkurt) Bey “Yeni Türkiye
şartlar yabancı ülkelere para akışının (yani ithalatın)
muhtelit (karma) bir iktisat sistemi tatbik etmelidir”
azaltılmasını gerektiriyordu. Aynı zamanda tutumlu
diyordu.
olma bilincinin de yaygınlaştırılması yararlı olacaktı.
Mustafa Kemal Paşa, kongredeki konuşmasında Bu amaçla okullarda 12-18 Aralık tarihleri arasında
yabancı sermaye ile ilgili görüşlerini şöyle dile ge- Yerli Mallar Haftası kutlanmaya başladı. Öğrenciler
tirmişti: “Mazide, Tanzimat devrinden sonra ecnebi evlerinden getirdikleri yiyecek ve yemişlerle sofralar
sermayesi müstesna bir mevkie malikti, devlet ve hazırlarlar, şiirler okuyup konuşmalar yaparlar, skeç-
hükûmet ecnebi sermayenin jandarmalığından baş- ler ve oyunlar oynarlardı. Bu hafta boyunca tutumlu
ka bir şey yapmamıştır. Her yeni millet gibi Türkiye olmanın, yatırım yapmanın ve yerli malı kullanmanın
buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yap- önemi belirtilirdi.
tırmayız”. Bu görüş, Cumhuriyet’in ilk döneminde
Siyasî ve Sosyal Alanlardaki Yenilikler
kararlılıkla uygulanacak millîleştirme politikasının ilk
işaretidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin dinî esaslar ve kurumlar
tarafından yönetilmesi artık mümkün değildi. Bunun
Kongrede alınan kararlar arasında ham maddesi
için laiklik yolunda ilk adımların atılması kaçınıl-
yurt içinde olan endüstri kollarının kurulması, önemli
mazdı. Bu sebeple, etki alanı çok daralmış bulunan
kuruluşların millîleştirilmesi, yerli malı kullanımının
Halifelik’e son verildi. Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıka-
teşvik edilmesi ve yerli malının rekabet gücünü ar-
rılarak eğitimdeki dağınıklığın giderilmesine çalışıldı.
tırmak üzere bu mallar için deniz ve kara taşımacı-
Azınlık ve yabancı okullarına sınırlamalar getirildi.
lığında ucuz tarife uygulanması, gümrük vergilerinin
Dinî eğitimin ağırlığı azaltıldı. Medreseler, tekkeler,
yerli sanayii koruyacak şekilde düzenlenmesi gibi
zaviyeler ve türbeler kapatıldı. Şer’iye Vekâleti kal-
önemli maddeler bulunuyordu. Ayrıca millî devlet,
dırıldı.
millî iktisat, millî toplum gereklerini sağlayacak yeni
bir hukuk düzeninin oluşturulması ihtiyacı da dile ge- 1925’i takip eden yıllarda hukuk alanındaki
tirilmişti. Kapitülasyonların mirası olan Reji sistemi- inkılâplara hız verildi. Âcil değişim isteklerinin gere-
nin kaldırılması da isteniyordu. İzmir İktisat Kongresi, ği olarak İsviçre’den Medenî Kanun, İtalya’dan Ceza
oluşum hâlindeki yeni Türk devletinin millî karakterini Kanunu tercüme edilerek yürürlüğe konuldu. Sarık
çizen önemli bir toplantı niteliği taşımaktaydı.(32) ve fes giyilmesini yasaklayan Şapka Kanunu çıkarıl-
dı. 1928’de alfabe değişikliği yapılarak Latin harfleri
Yabancı Şirketlerin Millîleştirilmesi
kabul edildi. Kadınlara önce oy (seçme), daha sonra
Tramvay, Tünel, yataklı vagon, demiryolları ve seçilme hakları tanındı.
elektrik şirketlerinin tamamı yabancı sermayenin
Siyasi Alandaki Gelişmeler
elindeydi. Osmanlı Devleti döneminde demiryolları
yabancı şirketler tarafından yapılmıştı. Cumhuriyet Saltanat’ın ve Hilâfet’in kaldırılması ile birlikte,
yönetiminin devraldığı bu demiryollarının yüzde 46’sı Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki bazı uygulama şekilleri
yabancılar tarafından işletiliyordu (1929). Kararlı bir Gazi ile bir kısım mücadele arkadaşının arasını açtı.
demiryolları politikası ile 3.360 km yeni hat döşen- Bunlar, Gazi’nin başkanlığını yaptığı Halk Fırkası’na
diği gibi yabancı sermayenin elindeki demiryolları muhalif olarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı
da millîleştirildi. Belçika sermayeli Tünel ve Fransız kurdular. Rauf Orbay, Kâzım Karabekir, Ali Fuat
sermayeli Vagon-Li de aynı uygulamaya tâbi tutuldu. Paşa, Refet Paşa, Abdülhak Adnan Bey gibi tanın-
İstanbul’un ve Anadolu’daki büyük şehirlerin elektrik mış isimler bu partide yer alıyordu. Aynı dönemde
üretimi ve dağıtımını yapan imtiyazlı Macar, Belçika, zorlukla bastırılan Şeyh Sait İsyanı ve İzmir Suikas-
Fransız, Alman, İtalyan sermayeli şirketler de satın tı meydana geldi. İsmet Paşa’nın başkanlığındaki

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 155


hükûmet sert tedbirlere başvurdu ve Takrir-i Sükûn tutulmasına ve millî tepkilerin zamanında oluşması-
Kanunu’nu çıkardı. İstiklâl Mahkemeleri yeniden faa- na bu şekilde fırsat vermekteydi.
liyete geçirildi. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ka-
Atatürk ve Türkçülük
patıldı, yöneticilerin bir kısmı ağır cezalara çarptırılır-
ken bir kısmı da yurt dışına gitti. Bunun sonucu ola- Atatürk’ün 29 Ekim 1933’teki nutkunda, Sovyetler
rak tek parti yönetiminin gücü arttı. Gerekli inkılâplara Birliği’ndeki “dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz”e
devam edilmesi için, bu gücün dışındaki potansiyel işaret etmesi, onlarla “olayların böldüğü tarihimizin
güç odaklarının tasfiyesine gidildi. 1930’da Gazi’nin içinde birleşmemiz” gereğini belirtmesi, onların bize
isteğiyle yakın arkadaşı Fethi Bey tarafından kuru- değil, bizim onlara yaklaşmamızın isabetli olacağı
lan Serbest Fırka’nın beklenmeyen bir gelişme ya- görüşünü ileri sürmesi, “Bütün Türklük” fikrini be-
kalaması ve bazı olaylara sebep olması, birden fazla nimsediğini göstermektedir. Hatay’ın anavatana ka-
partiyle kolay yol alınamayacağını göstermişti. Türk tılması için gösterdiği büyük gayretin de bu yoldaki
Ocaklarının bazı mensupları da Serbest Fırka’ya ka- en yakın uygulama olduğu açıktır. Onun zamanında
tılmıştı. Ayrıca Türk Ocağı’nın diğer Türk illeriyle ilgi- paralara, pullara, anıtlara bozkurt figürlerinin ve mo-
lenmesi Sovyetler Birliği’ni rahatsız ediyordu. Bütün tiflerinin konulması, çalışma masasında bir bozkurt
bu sebeplerle, kendisi de Ocak’tan ilham almış bir heykelciğini bulundurması, devlet arması için yapı-
Türk milliyetçisi olmasına rağmen, şube sayısı 276’yı lan taslaklara bozkurt resminin konulması, Türkçülük
bulan Türk Ocaklarının feshi talimatını verdi. Türk sembolüne olan ilgisini ve sevgisini göstermektedir.
Ocağı 10 Nisan 1931’deki son kurultayında Cumhu- Liselerde okutulan tarih ders kitaplarında Türklerin
riyet Halk Partisi’ne katılma kararı aldı.(34/a-b) yüceliği ile ilgili anlatımlara yer veriliyor, “Ana yur-
dumuz Anadolu’ysa ata yurdumuz orası” denilerek
Engelsiz bir çalışma alanı oluşturma düşüncesi,
Türkistan’a dikkat çekiliyordu.
sadece Serbest Fırka’nın ve Türk Ocaklarının değil,
Mason localarının, Kemalist-sol bir ideolojinin sözcü- Ziya Gökalp’ın, Türkçülüğü “Türk milletini yükselt-
sü olma durumundaki Kadro dergisinin de kapatılma- mek” şeklinde tanımladığını belirtmiştik. Atatürk’ün
sına yol açtı. Hamdullah Suphi ve Yakup Kadri dış de bütün faaliyetleri bu istikamette olmuştur. Onun
temsilciliklere tayin edildiler. (Ziya Gökalp’tan aldığı fikrî tesirleri bir tarafa bırak-
sak bile) bütün çalışmalarının başlıca iki amaca yö-
Sosyal Alandaki Hareketler
nelmiş olduğu bir gerçektir: Milliyetçilik ve medeni-
“Vatandaş Türkçe Konuş” Kampanyası yetçilik. Onun toplum ve kültür hayatımıza getirdiği
yenilikler, değişimler, inkılâplar Türk milletini çağdaş
Yakın zamanda zaferle biten Millî Mücadele’nin
medeniyet seviyesine ulaştırmak, yani yükseltmek
hatıraları henüz çok tazeydi. Özellikle İstanbul’da
amacıyla yapılmıştır. Bu açıdan bakıldığı takdirde
yaşayan gayrimüslim azınlıkların umuma mahsus
Türkçülüğün fikir babasının Ziya Gökalp, ilk ve radi-
yerlerde kendi dilleriyle konuşmaları yadırganıyor ve
kal uygulayıcısının ise Atatürk olduğunu kabul etmek
tepki topluyordu. Darülfünûn Hukuk Fakültesi Talebe
gerekiyor. Devlet adamı temkiniyle görüşlerini adlan-
Cemiyeti’nin 13 Ocak 1928’deki yıllık kongresinde
dırmayı uygun görmemesi, onun Türkçü cephesinin
Türkçe Konuş kampanyası başlatılmasına karar ve-
hafife alınmasını gerektirmez
rildi. Talebe cemiyeti reisi, azınlıkların umumî yerler-
de Türkçeden başka dil kullanmalarını yasaklamak Dil ve Tarih Çalışmaları
için girişimde bulunulmasını istedi. Türk Ocaklarında
Cumhuriyet kurulmuş, çağdaşlaşma yolunda
düzenlenen bir toplantıda da umumî yerlere Türkçe
birçok inkılâp yapılmıştı. Ancak, uzun yılların ihmali
konuşulmasını tavsiye eden tabela ve flamaların
sonucunda eğitim alanındaki gelişmemişlik, Anado-
asılmasına, okullarda konferanslar düzenlenmesine
lu halkında millî şuurun uyanmasını engellemişti.
karar verildi.
Hâlbuki Gazi Mustafa Kemal, yeni devletin milliyet-
Gençlik Hareketleri çilikten hız almasını, Türk’ün kendine olan güveninin
artmasını diliyordu. Bunun için özel bir gayret göste-
Şeyh Sait İsyanı ve Menemen Olayı gibi kalkınış-
rilmesi gerekliydi. 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti
ları süratle bastıran, Serbest Fırka’nın faaliyetine kısa
kuruldu (Bu cemiyetin adı II. Türk Tarih Kongresi’nde
zamanda son verdiren, sivil toplum kuruluşlarını ka-
Türk Tarih Kurumu’na çevrildi.). 2 Temmuz 1932’de
patan rejimde gençlik hareketlerinin denetim dışı bı-
toplanan I. Tarih Kongresi’nde “Türk Tarih Tezi” ilân
rakılması düşünülemezdi. Buna rağmen, İstanbul’da
edildi.
Vagon-Li Olayı ve Razgrad Mezarlık Olayı’nı protes-
to yürüyüşlerinde gençliğin gösterileri hoşgörüyle Türk Tarih Tezi’nin oluşturulmasındaki amaç,
karşılandı. Hükûmet (veya Gazi) millî heyecanın diri Türk tarihini İslâm kimliği içinde kaybolmuşluktan

156 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


çıkarmak, millî nitelikte bir tarih görüşünü hâkim kıl- du. Ziya Gökalp’tan uzun bir süre sonra Hüseyin
mak, Türklerin medeniyet kurucu ve yayıcı bir toplum Nihâl (Atsız)’in çıkardığı Atsız Mecmua (15 Mayıs
olduğunu ispatlamaktı.(35/a-b) Siyasî olarak da, çeşitli 1931 – 25 Eylül 1932) Türkiye Türklerinin ilk “özel”
kavimlerin Anadolu üzerindeki iddialarının asılsız ol- Türkçü dergisi oldu.(38)
duğunu göstermek(36) ve Türklerin atayurduna dikkat
Hüseyin Nihâl Bey, Atsız Mecmua’da “Bütün
çekmekti.(37)
Türkler bir devlet hâlinde, bir bayrak altında topla-
Türk dili konusunda da benzeri faaliyetlere girişil- nacaklardır” diye yazıyordu. Bütün Türkler bir ırktan
di. 12 Temmuz 1932’de kurulan Türk Dil Kurumu’nun (Altay veya Turan ırkı) olup hangi şart altında olursa
ana görevi Türk dilinin sadeleştirilmesi ve “arılaştırıl- olsun geleneklerini unutmamalıydılar. Derginin ya-
ması” idi. İlk hedef, Türkçeye girmiş olan Arapça ve zarları arasında Abdülkadir (İnan), Prof. Dr. A. Zeki
Farsça gramer ve nahiv şekillerinin azaltılması ve Velidî (Togan), Sabahattin Ali, Şakir Ziya, Nihad
sonunda tasfiyesi idi. Ancak bu hedefi aşan radikal Sâmi (Banarlı), Orhan Şaik (Gökyay) bulunuyordu.
unsurlar, günlük konuşma diline yerleşmiş, Arapça
Hüseyin Nihâl Bey, ilk sayısında Atsız Mecmua’nın
veya Farsça kökenli olmakla birlikte Türkleşmiş bü-
amacını belirtirken şöyle diyordu: “Türk tarihi son asır-
tün kelimelere hücum etmeye başladılar. Bunların
larda öksüz ve mütehassir kaldığı bir Türk dâhisine
yerine arı Türkçe kelimeler derlendi. Uygun kelimeler
kavuştu ve onu ölmez bir şaheser olarak sinesine aldı.
bulunamadığı, çok eski kelimeler diriltilemediği veya
Türk’ün tunç iradesini temsil eden bir deha doğdu.”(39)
ithal edilemediği zaman yenileri uyduruldu. Bunla-
Atsız’ın Atatürk hakkındaki bu kadar olumlu düşünce-
rın kullanılması zorunlu hâle getirildi. Fakat bir süre
leri zaman içinde değişime uğrayacaktır. Bu değişime
sonra bu yolun çıkmaz olduğu görülünce “dilimizde
yol açan olaylar zinciri şöyle gelişmiştir: Zeki Velidî
kullanılan ve şimdiye kadar yabancı dillerden geç-
Bey’in Tarih Kongresi’nde ileri sürülen tezlerin bir kıs-
tiği sanılan birçok kelimelerin başlangıçta bu dillere
mına itirazı üzerine söz alan Dr. Reşit Galip “Zeki
Türkçeden geçtiği” şeklinde bir doktrin (Güneş-Dil
Velidî Bey’in Darülfûnun’daki kürsüsü önünde talebe
Teorisi) ilân edildi. Teorinin asıl amacı Türkçenin Türk
olarak bulunmadığıma çok şükrediyorum… Türkiye
medeniyeti ve kültürü kadar eski ve ana dil olduğunu
Cumhuriyeti Darülfûnununun kürsüsü bu kadar hafif
göstermekti.
malûmat ve bu kadar sakim metotlarla işgal edilecek
Atatürk, bu çalışmaların planlayıcısı, destekçisi bir kıymetsiz mevki değildir”(40) demişti. Bir tıp dokto-
ve takipçisi olarak kongrelere katıldı, yabancı bilim runun dünyaca ünlü bir tarih bilginine yaptığı bu sal-
adamlarıyla görüşmeler yaptı. Okullarda okutulacak dırı üzerine, Atsız, birkaç arkadaşı ile Reşit Galip’e
tarih ders kitaplarının hazırlanmasında bizzat çalıştı. bir telgraf çekerek Zeki Velidî’nin talebesi olmaktan
Millî şuurun inşasındaki olumlu etkilerini gördükten iftihar duyduklarını bildirdi. Bunun üzerine, Fakülte
sonra da ilmî nitelikten uzak bu gayretleri yeterli bul- Dekanı Mehmed Fuat (Köprülü) Bey’e, onu asistan-
du. lıktan çıkarması için baskı yapıldı. Fuat Bey, bu tale-
bi yerine getirmedi, ama bir süre sonra dekanlıktan
Türkçülükte Bağımsız Gelişmeler
ayrıldı. Aynı zamanda Dr. Reşit Galip de Millî Eğitim
Cumhuriyet’in ilk on yılında, adı konmamış Türk- Bakanı oldu. Fakülte Dekanlığına ise Ali Muzaffer
çülük uygulamaları devlet eliyle devam ederken Bey getirildi. Bu gelişme, genç asistanın fakültedeki
gayriresmî veya bağımsız bazı hareketler de ortaya sonunu hazırlamak için yeterliydi. Atsız Mecmua’nın
çıkmıştı. Bunlar, Türkiye dışındaki Türk illerinden ge- 17. sayısındaki H. Nihâl imzalı “Darülfünûnun kara,
lip yurtlarının bağımsızlığı için mücadele eden aydın- daha doğru bir tabirle yüz kızartacak listesi” başlık-
ların çıkardığı dergilerdi. Azerîler 1923 – 1927 ara- lı yazı, bardağı taşıran son damla oldu. O dönemde
sında Yeni Kafkasya, 1929 – 1931 arasında Odlu üniversiteler Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlıydı. Yeni
Yurt (yayımcısı Mehmet Emin Resûlzade), 1932 bakan ise, kendisine çekilen telgrafı unutmamıştı.
– 1934 arasında Azerbaycan Yurt Bilgisi (yayım- Atsız Mecmua’nın 1 Ekim 1932’de 80 sayfa olarak
cısı Ahmet Caferoğlu, 37 sayı), Türkistan Türkleri yayımlanan 17. sayısının sonunda Atsız’ın “Yolların
de Yeni Türkistan (yayımcıları Osman Kocaoğlu Sonu” şiiri, onun altında da “Bitti” kelimesi yer almış-
– Mecdeddin Ahmet) dergilerini çıkarmışlardı. Türk tı.(41) 17. sayının yayımlanmasından birkaç ay sonra
Yurdu’nun ikinci serisi de 1924’ten itibaren yayım- Hüseyin Nihâl’in üniversitedeki görevine son verildi
lanmaya başlamış ve Türk Ocaklarının kapanışına (13 Mart 1933),
(1931) kadar devam etmişti. Dergi bu dönemde yeni
Hüseyin Nihâl Bey, Atsız Mecmua’nın kapatılı-
rejimi ve inkılâpları destekliyor, aynı zamanda Orta
şından sekiz ay sonra Orhun dergisini yayımlama-
Asya Türk yurtları hakkında yazılara da yer veriyor-
ya başladı (Kasım 1933). Orhun, Atsız Mecmua’ya

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 157


nazaran Türkçülüğü daha açık olarak savunuyordu. Türkçülük görüşleri arasında dikkate değer ayrılıklar
Atsız’a göre “Türk olmak için kanı Türk olmak, sonra yoktu. Ancak, mizaç ve üslûp bakımından birbirlerin-
dili ve daha sonra da dileği Türk olmak lâzımdır.”(42) den farklıydılar. Atsız, Dr. Rıza Nur’un, Türkkan için
Orhun’da Türk birliği (Turancılık) ülküsünün yanında “bir gün başımıza iş açabilir” tarzındaki endişelerini
ırkçılık da ön plana çıkmaktaydı. Atsız, Türk Tarih hatırlatıyordu.(47) Türkkan ise kendisinin daha “has
Tezi’ne uygun hazırlanmış Lise Tarih kitaplarını ağır Türkçü” olduğunu iddia edip ötekileri cesur olmamak-
bir dille eleştiriyordu. Bunun üzerine Bakanlık emrine la suçluyordu. Bu açık tartışmalar, sonraki yıllarda bir
alındı (27 Aralık 1933). kısım önyargılı çevreler tarafından Türkçülüğü karala-
mak için malzeme olarak kullanılacaktı.
Orhun da 9. sayısında hükûmet emriyle kapatıl-
dı (16 Temmuz 1934). Bütün bu bahtsız gelişmeler Türk Ocaklarının kapatılması ile 1946 arasındaki
Atsız’ın ruh ve düşünce yapısı üzerinde olumsuz on beş yıllık dönemde kurulan tek Türkçü dernek Ki-
etkiler yapmıştı. Pervasızca tenkitleri, adını “rejim tap Sevenler Kurumu’dur.(48) Reha Oğuz Türkkan’ın
muhalifi”ne çıkarmıştı. Bu dönemde, Atatürk’le anla- girişimi ile kurulan dernek 11 Ekim 1939’da faaliye-
şamayıp yurt dışına giden, Paris’te ve İskenderiye’de te geçti. Başkanı Türkkan, sekreteri Mehmet Sadık
Türkbilik Revüsü adında dergi - kitaplar yayımlayan Aran’dı. Ilımlı bir kuruluş olarak görülmesi amacıyla
eski Türkçü Dr. Rıza Nur’la yazışmaya başlamıştı. Kurum üyeliklerine milletvekilleri ve bazı tanınmış
Atsız, onun Türk tarihi hakkındaki 11 ciltlik eserini isimler de alınmıştı. Kitap Sevenler Kurumu Ziya
okumuş ve çok beğenmişti. Millî Mücadele’deki hiz- Gökalp’ın “Türkçülüğün Esasları” ve Ahmet Hikmet
metlerini ve Türkçü uygulamalarını da takip etmişti. Müftüoğlu’nun “Çağlayanlar” adlı eserlerini yeni harf-
Rıza Nur, şiddetli bir Atatürk ve İnönü düşmanıydı. lerle yayımladı. Kitapların gördüğü ilgi rejimi kuşku-
(43)
Aralarındaki yakın ilişki Atsız’ı bu yönden de etki- landırdı ve bir emirle Kurum’un Halkevlerine katıldığı
lemiş olabilir. açıklandı.(49)

Orhun’un kapatılmasından sonraki birkaç yılda Türkçülere Baskı ve Şiddet


Türkçülük bir yayın organından yoksun kaldı. Reha
Atsız, Orhun’un kapatılmasından sonra yazı ha-
Oğuz Türkkan’ın 1938’den itibaren yayımladığı Er-
yatını broşürler yayımlayarak; Çınaraltı, Bozkurt,
genekon (3 sayı), Bozkurt ve Gökbörü dergileri
Tanrıdağ, Kopuz, gibi Türkçü dergilere makaleler
birbirini takip etti. Heyecanlı ve atak bir yayın poli-
yazarak sürdürmüştü. 1943’te yeniden yayımlama
tikası güden bu dergilerin kapağında “Türk ırkı her
iznini aldığı Orhun’u, eskisinin devamı olarak çıkar-
şeyin üstündedir” gibi sloganlar yer alıyordu. Başlıca
dı. Bu derginin Mart ve Nisan 1944 tarihli sayıların-
ilkeleri ırkçılık, bütün Türklerin birliği, savaşçı bir ba-
da dönemin başbakanı Şükrü Saracoğlu’na iki açık
kış, ahlâk, uygun yönetim ve dinamizmdi. 1939’dan
mektup yayımladı. Bunlarda, başta millî eğitim olmak
sonra Kopuz (13 sayı), Türklük, Türk Yurdu, Çı-
üzere, resmî kurumlara komünistlerin yerleştirilmesi-
naraltı, Tanrıdağ ve Zonguldak’ta Doğu(44) dergileri
ni tenkit ediyor, tedbir alınmasını istiyordu. Açık mek-
yayın hayatına girdi. Kopuz ve Türk Yurdu dergileri
tuplarda adı geçen Sabahattin Ali, Atsız’a hakaret
hükûmetçe kapatıldı, Tanrıdağ ise, sahibi Dr. Rıza
davası açtı. Ankara Adliyesi’nde yapılan duruşmanın
Nur’un ölümü üzerine kapandı (18 sayı). Irkçılığa
çıkışında üniversiteli milliyetçi gençler Atsız lehinde
uzak duran ve ılımlı bir yayın politikası güden Çına-
gösteri yaptılar ve Ulus Meydanı’na kadar yürüdüler.
raltı ise 1944’e kadar yaşadı (140 sayı).
Burada emniyet güçlerinin şiddet kullanması üzerine
Reha Oğuz Türkkan, Atsız ve arkadaşları ile ortalık karıştı. Birçok öğrenci gözaltına alındı (3 Ma-
anlaşmazlığa düşüp Bozkurt dergisinden ayrılınca yıs 1944). Bu olaydan sonra ileri gelen Türkçülerin tu-
Gökbörü’yü çıkarmaya ve daha ilk sayılarından itiba- tuklanmasına başlandı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü
ren Atsız ve arkadaşları aleyhinde yazılar yayımlama- 19 Mayıs’taki nutkunda Türkçüleri vatan hainliği ile
ya başlamıştı.(45) Reha Oğuz Türkkan, mücadelenin suçladı. Sorgulamalar sırasında Türkçülerin bir kıs-
“Türkçülerin bozuşması değil, hakiki idealist Türk- mına ağır işkenceler uygulandı. (50/a-b-c-ç) Çankaya’dan
çülerle Türkçü geçinenlerin ayrılmalarından” ibaret talimat alan mahkeme heyeti yargılanan Türkçülerin
olduğunu ileri sürüyordu.(46) Atsız, Gökbörü’deki hü- çoğuna hapis ve sürgün cezaları verdi. Ancak, Askerî
cumlara cevap olarak, Hamza Sadi Özbek’le birlikte Yargıtay bu kararları bozdu. Yeniden yargılanan Türk-
“Hesap Böyle Verilir” adlı bir kitapçık yayımladı. çülerin hepsi beraat etti. Bu kararı onaylayan Askerî
Türkkan da “Kuyruk Acısı” adında bir başka kitap- Yargıtay ise Türkçüleri vatansever olarak ilân etti (31
çıkla cevap verdi. Bu açık tartışmada her iki taraf da Mart 1947).(51)
birbirinin Türk olmadığını iddia edip yersiz ve gereksiz
İnönü iktidarının Türkçülere karşı tutumu, İkinci
suçlamalarda bulunuyordu. Aslında, her iki tarafın da

158 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Dünya Savaşı’nın seyrine göre değişiklik göstermiştir. ramağralı, ertesi yıl toplanan ilk kurultayda bu görevi
Tamamı komünizm - ve dolayısıyla Sovyetler Birliği- Isparta Milletvekili Said Bilgiç’e devretti.
aleyhinde yayım yapan Türkçü dergiler, Almanya’nın
Türk Milliyetçiler Derneği kısa zamanda büyük
savaştaki başarıları sırasında kısmî hoşgörüyle kar-
bir gelişme gösterdi. Yurdun her tarafında şubeler art
şılanmıştır. Fakat savaşın gidişatı değişip de Müt-
arda açılmaya başladı. Dernek, Türkçülerin de içinde
tefikler duruma hâkim olunca hükûmetin Türkçülere
bulunduğu farklı görüşteki milliyetçi grupları sinesin-
karşı tutumu da sertleşmiştir. Karşı saldırıya geçen
de toplamaktaydı. Ancak, gittikçe güçlenmesi, De-
Sovyet ordularının ilerleyişi üzerine Türkçüleri ceza-
mokrat Parti iktidarı tarafından hoş karşılanmıyordu.
landırmanın siyasî bir jest olacağı düşünülmüştür.
Malatya’da Ahmet Emin Yalman’a yapılan suikast
(52)
Ancak bu düşünce ve uygulama umulan sonucu
girişimi bahane edilerek milliyetçi ve muhafazakârlara
vermemiş, Türkçülerin yargılanma süreci bitmeden
karşı açılan kampanya çerçevesinde mahkeme ka-
Sovyetler üç Doğu ilimizle birlikte Boğazlarda üs is-
rarı ile kapatıldı. 80’i aşkın şubesindeki mallar hazi-
temişlerdir. Bunun üzerine Türkiye, demokrasilerin
neye irat kaydedildi (4 Nisan 1953). Birkaç ay sonra
yanında yer almak durumunda kalmış, Cemiyetler ve
İstanbul’da kurulan Milliyetçiler Derneği, daha çok
Basın kanunları tadil edilerek dernek ve parti kurmak
Nurettin Topçu’nun etkisinde bir kuruluş olarak
serbest bırakılmış, dergi ve gazete yayımlamak da
1960’ların sonuna kadar faaliyette bulundu.
izne tabi olmaktan çıkarılmıştır.
4 Ekim 1950’de Atsız, İsmet Tümtürk ve Bekir
Bu dönemde Türkçü yayın organlarının arttığı gö-
Berk tarafından kurulan Türkçüler Yardımlaşma Der-
rülmektedir. 1945 – 1950 arasında Adana’da, Toprak
neği, Türkçüler arasında yardımlaşmayı ve Türkçü
ve Kalem; İstanbul’da Kızılelma (18 sayı) ve Altın
faaliyetlere destek olmayı amaçlıyordu. Sınırlı sayıda
Işık (8 sayı), Orkun, Ankara’da Özleyiş (15 sayı),
üye kabul eden derneğin hukukî varlığına 27 Mayıs
Kür-Şad (5 sayı), vb. dergiler yayımlandı. Bunların
1960’tan sonra nihayet verildi.
çoğu aylıktı ve yayın hayatları kısa sürmüştü. Yal-
nız haftalık Orkun, sistemli yayımı ve dolgun içeriği Zonguldak’ta 1948’de kurulmuş olan Zongul-
sebebiyle Türkçülük tarihinde seçkin bir yere sahip dak Komünizmle Mücadele Derneği, Nejdet Sançar
oldu (6 Ekim 1950 – 18 Ocak 1952). 68. sayısında ve Ziya Özkaynak’ın öğretmen olarak Zonguldak’a
kapanan derginin sahibi ve yazı işleri müdürü İsmet atanmalarından sonra çalışmalarını hızlandırdı. De-
Tümtürk, başyazarı Atsız’dı. ğişik konularda broşürler yayımlayan, toplantılar ter-
tipleyen, 15 günlük bir gazete yayımlayan dernek,
Zonguldak Komünizmle Mücadele Derneği’nin
1953’te Türk Milliyetçiler Derneği’ne katıldı.
yayın organı olan Komünizme Karşı Türklük 15
günlük bir gazeteydi. Remzi Oğuz Arık’ın bir uçak kazasında vefatı
üzerine, onun hâtırasını yaşatmak ve eserlerini ya-
1950’den sonraki dergi yayıncılığında Ankara’da
yımlamak üzere Ankara’da Remzi Oğuz Arık Der-
Savaş (4 sayı), Aras (6 sayı), Oğuz (3 sayı), Gurbet
neği kuruldu (3 Nisan 1954). Derneğin hukukî varlığı
(6 sayı), Türk Milliyetçiler Derneği’nin yayın organı
1971’e kadar devam etmesine rağmen bu süre için-
Mefkûre (31 sayı), İstanbul’da Tanrıdağ (7 sayı),
de Arık’ın sadece “Coğrafyadan Vatana” adlı eseri
Toprak (Aralık 1954) ve Türk Dünyası (Şubat 1955)
yayımlanabildi.
dikkat çekiyordu. İlhan Darendelioğlu’nun çıkardığı
Toprak en uzun ömürlü dergilerden biri oldu (1954 7 Aralık 1956’da İstanbul’da kurulan Türkiye Ko-
– 1979). 1956’da yarım gazete boyutunda yayım- münizmle Mücadele Derneği, milliyetçi faaliyetlerin
lanmaya başlayan Ocak da döneminde Türkçülüğü hükûmetçe kısıtlanması sebebiyle adını böyle al-
temsil eden iki yayın organından biriydi (82 sayı). mıştı. Amaç, Türkçülük yolunda faaliyet göstermekti.
Varlığını 1960’a kadar sürdüren ve büyük seri kon-
Savaş Sonrası Türkçü Teşkilâtlar
feranslarla haftalık sohbetler düzenleyen derneğin
1950 – 1960 arasındaki teşkilâtlanmaya da kısa- faaliyeti Ocak gazetesi ile duyuruluyordu.
ca bakalım. 1946’da kurulan Türk Kültür Derneği,
27 Mayıs 1960’tan Sonraki Türkçü Kuruluşlar
Türk Kültür Ocağı, Türk Kültür Çalışmaları Der-
neği ile 1947’de kurulan Türk Gençlik Teşkilâtı ve 27 Mayıs 1960’tan sonra Ankara’da Alpars-
Genç Türkler Cemiyeti, Nisan 1950’de birleşerek lan Türkeş’in desteği ile kurulan Türk Kültür
Milliyetçiler Federasyonu’nu kurdular. Bu federas- Derneği’nin bünyesinde Türkçüler de yer alıyordu.
yon ertesi yıl toplanan kurultayında Türk Milliyetçiler Milliyetçi bir teşekkül olarak kurulmasına rağmen,
Derneği’ne dönüşme kararı aldı (1951). Derneğin ilk Türkeş’in sürgüne gönderilmesi üzerine askerî yö-
genel başkanlığına Halûk Karamağralı seçildi. Ka- netimce el konulmuş, 1963’te ise adı Halkevleri’ne

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 159


çevrilerek Marksist faaliyetlerin bir parçası hâline dö- beklenemezdi. Bununla beraber, bünyesindeki aktif
nüştürülmüştü. Türkçüler Ocak içinde denge oluşmasını sağlıyorlar-
dı. Ocağın 1980’den sonraki yöneticileri Türk-İslam
Eylül 1962’de İstanbul’da kurulan Türkçüler
Sentezi’ni savunmaya başladılar. Ancak Türkçü
Derneği’nin başkanı Atsız’dı. Bu dernek, umulan
üyelerin tepkisi üzerine yönetimden ayrılmak zorun-
gelişmeyi gösteremedi. Ankara, Adana ve Üsküdar
da kaldılar. Böylelikle Türk-İslam Sentezi, Aydınlar
ocakları dışında, Anadolu’da açılan 15 kadar ocak
Ocağı’nın savunduğu bir görüş olmaktan çıktı. Ocak,
ve obada hemen hiçbir faaliyet yapılamadı. Bunun
kırk yıldan beri süre gelen çalışmalarına bugün de
üzerine, dernek merkezinin Ankara’ya taşınmasına
devam etmektedir.
karar verildi (1964). Ankara’da toplanan kurultayda
derneğin adı Türkiye Milliyetçiler Birliği’ne çevril- 1974’te İzmir’de Hayrani Ilgar’ın başkanlığını
di. Başkanlığa ise Nejdet Sançar getirildi. Ankara’da yaptığı Kültür ve Töre Derneği ile aynı yıl Ankara’da
konferanslar, seminerler, kır gezileri gibi faaliyetler kurulan ve başkanlığını Yavuz Bülent Bakiler’in
yapıldı. Sançar’ın hastalanması üzerine başkanlığı yaptığı Sanat Derneği, mensuplarının kimlikleri do-
İsmail Hakkı Yılanlıoğlu devraldı. 1968’de dernek layısıyla Türkçü kuruluşlar arasında sayılmalıdır.
merkezi yeniden İstanbul’a taşındı, Derneği, adı da
1960’tan Sonraki Türkçü Yayın Organları
Türkçüler Derneği’ne çevrildi. Başkanlığa yeniden
Atsız getirildi. 1970’li yılların başında MHP ile Atsız 1962’de olayları Türkçü görüşle yorumlamak
arasında beliren anlaşmazlık sonucu MHP yanlısı üzere haftalık Millî Yol dergisi çıkarıldı. Derginin yazı
bazı üyeler dernekten çıkarıldı. Bunun sonucunda İşlerini İsmet Tümtürk yönetiyordu. Yayın hayatına
Türkçüler Derneği’nin faaliyetleri azaldı. Son başkanı büyük tirajla başlayan ve Türkeş’in Hindistan’dan
Muzaffer Eriş olan dernek 1977’de kapandı. (53) gönderdiği mektupları yayımlamasıyla ilgi odağı
olan dergi 48. sayısında kapandı. Aynı dönemde
27 Mayıs darbesinden sonra Türk Ocağı’nın yö-
Ankara’da Orkun dergisi yeniden yayımlanmaya
netiminde de değişiklik olmuştu. Bu değişimi benim-
başladı. Sahibi İsmail Hakkı Yılanlıoğlu idi. Bu der-
semeyen gençlik kolu üyeleri Ocak’tan ayrılmak zo-
giye (adı kurucu olarak gösterilen) Atsız da katkıda
runda bırakılınca Üniversiteliler Kültür Kulübü’nü
bulunuyordu. Onun kaleme aldığı 9 maddelik Millî
kurdular (Aralık 1962). Bu dernek, sürgündeki Al-
Kalkınma Programı (Türk Milletine Çağrı) daha sonra
parslan Türkeş’in Türkiye ile bağlantısını sağlamak
Alparslan Türkeş tarafından izlenen “9 Işık” ilkeleri-
ve sözcülüğünü yapmak gibi bir faaliyet alanına yö-
ne ilham verdi. Orkun’un bu yeni yayın dönemi Ocak
neldi. Onun Türkiye’ye dönüşünden sonra da, siyase-
1964’te çıkan 24. sayısı ile sona erdi.
te girmesine hazırlık niteliğinde toplantılar tertipledi.
1965’te derneğe dönüştürüldü. Alparslan Türkeş’in, Orkun’un kapandığı Ocak 1964’te Atsız Ötü-
derneğin CKMP ve MHP’nin denetiminde bir kuruluş ken dergisini yayımlamaya başladı. Atsız, önemli
olması teklifini uygun bulmayan yöneticiler, yine de makalelerinin çoğunu bu dergide yayımladı. Doğu
partinin paralelinde fikir çalışmaları ve seminerler dü- Anadolu’daki Kürt tehlikesine dikkat çeken yazı-
zenlemeye devam ettiler. ları (Nisan-Temmuz 1967) sebebiyle 15 ay hapse
mahkûm oldu. Bir süre hapis yattıktan sonra, milliyet-
Türkçülüğün siyasete girip girmemesi tartışmaları
çi çevrelerin yoğun gayretleriyle ve hastalığı sebebiy-
sonunda Türkçüler Derneği’nden (dördü dernek kuru-
le Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından cezası
cusu olmak üzere) ayrılan sekiz üye 1966’da Kültür
affedildi. Ötüken, Atsız’ın vefat ettiği tarihe kadar 143
Ocağı’nı kurdular. İlk başkanı Mustafa Kafalı, son
sayı yayımlandı.
başkanı Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu olan dernek
halka açık konferanslar, sohbet toplantıları ve kitap 1967’de yayın hayatına giren Millî Işık, tanınmış
tanıtma saatleri düzenledi. Kültür Ocağı, yayın orga- Türkçülerin yazılarını yayımladığı gibi, yıkıcı cere-
nı durumundaki Millî Işık dergisinde ve yayımladığı yanlara karşı geniş cephe kurulmasının da savunu-
bildirilerde geniş milliyetçi cephe çağrıları yaptı. Bu culuğunu yaptı. Altan Deliorman’ın yönettiği dergi,
çalışmalar Aydınlar Ocağı’nın kurulmasıyla sonuç- Kültür Ocağı’nın faaliyetlerini duyuruyor, Aydınlar
lanınca Derneğin Türkçü üyeleri bu ocağa katıldılar. Ocağı’nın kuruluşuyla sonuçlanan gidişatı da destek-
Derneğin işlevi kalmadı. liyordu. Dergi 50 sayı yayımlandıktan sonra 1971’de
kapandı.
1970’te kurulan Aydınlar Ocağı, sağ kesimin ay-
dınlarını ve ileri gelenlerini bir çatı altında toplayarak Gözlem, İstanbul’da Nurullah Barıman’ın yöne-
tehlikeli akımlara karşı fikir mücadelesi yapma gaye- timinde haftalık siyasî dergi olarak çıkarıldı. Atsız’ın
sini güdüyordu. Onun için Türkçü bir yapıda olması yazılarına da yer veren bu dergi, 25 Kasım 1968 - 24
Nisan 1969 tarihleri arasında 22 sayı yayımlandı.

160 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Aynı yıl Ankara’da Son Kale, Tire’de Küçük Der- savaşta pervasız bir insandır.”(56) Daha sonra, bun-
gi çıkarıldı. lara “kültür” unsurunu da ilâve etmiştir: “Türk, Türk
soyundan gelen insandır. Türk soyundan gelince de,
Halûk Çay’ın yönetiminde Türkçü siyaset ve kül-
pek nadir ve ârızî bazı istisnalardan sarfı nazar, o in-
tür dergisi olarak yayımlanan Adsız, Ekim 1972 –
sanın Türkçe konuşması ve Türk kültürünü taşıması
Mart-Nisan 1973 tarihleri arasında 7 sayı çıktı.
lâzımdır” (1950).(57) Son dönemlerde ise Türk’ün ta-
Aylık Türkçü siyasî dergi olarak Faruk Çil’in yö- nımını daha değişik şekilde yapmıştır: “...Türkler ise
netiminde yayın hayatına giren Turan, İstanbul’da Türk soyundan gelenlerle, Türk soyundan gelmişler
1976’da yayımlanmaya başladı. kadar Türkleşip kendini o soya bağlayan ve beynin-
Atsız’ın Görüşleri de hiçbir yabancı ırk düşüncesi bulunmayan fertlerin
topluluğudur”... “En büyük Türklerden biri olan Yıldı-
Atsız, çetin ve tavizsiz mücadeleci karakteri, rım Bayazıd’ın anası Türk değildi. Hangi Türkçü onu
keskin kalemi ve ilmî şahsiyeti ile 1945’ten ölümü- Türklük kadrosundan çıkarmıştır veya çıkarabilir?
ne kadar Türkçülüğün önderi sayıldı. Onun görüşle- İstiklâl Marşı şairi Mehmed Âkif’in babası Arnavut,
ri Türkçülüğün görüşleri olarak kabul edildi. Atsız’ın ülküsü de Türkçülüğe aykırı olan ümmetçilik olduğu
mizacı, ülkü konularındaki sert ve tavizsiz tutumu, hâlde hangi Türkçü Mehmed Âkif için Türk değildir
Türkçülüğün kamuoyu nezdindeki görüntüsünü de demiştir?” (1969).(58)
etkiledi. Türkçülük, iş başına gelen yönetimler tara-
fından ‘muhalif” ve ‘marjinal’, bu bakımdan –hasım Atsız’ın Türklük konusundaki fikrî gelişimi, çeşit-
olunmasa bile- mesafeli durulması gereken bir akım li etkenlerle açıklanabilir. İkinci Dünya Savaşı’ndan
olarak değerlendirildi. 1944’te Türkçülere karşı girişi- sonra değişen dünya şartları, 1930’larda henüz pek
len sindirme uygulamaları, İsmet İnönü’nün 19 Mayıs zayıf olan kültür tarihçiliğimizin geçen zaman içinde
nutku ve o dönemdeki güdümlü basının aleyhteki sis- gelişmesi ve millî mensubiyet duygusunun önem ka-
temli yayınları, Türkçülüğün tehlikeli ve maceracı bir zanması, bu unsurlardan bazılarıdır.
eğilim olduğu izlenimini güçlendirdi. Sonraki nesille- Yakın dostu, tarihçi ve yazar Yılmaz Öztuna,
rin Türkçüleri, bu yanlış izlenimin silinmesi için yoğun Atsız’ın ölümünden sonra yazdığı yazıda, bu konuyla
gayret harcamak zorunda kaldılar. ilgili gözlemlerini ve düşüncelerini şöyle belirtmekte-
Kırk yılı aşkın yazı ve mücadele hayatında, dir:
Atsız’ın hep olduğu yerde kaldığını düşünmek ha- “Atsız, 1945’ten önce şüphesiz Türk ırkçısı idi.
talıdır. Meselâ 1930’ların başında yazdığı şiirlerde Bu yönü, en çok hücum edilen tarafı olmuştur. Atsız’ı
Atatürk’ü yüceltirken 1940’a doğru olumsuz düşün- ırkçılığa sürükleyen, Türkiye’deki azınlıkların ırkçılığı
celere sahip olmuştur. (Dalkavuklar Gecesi, bir olum- olmuştur. Ona ve arkadaşlarına “kafatasçı” denme-
suz düşünce tarzının ürünüdür). Hayatının son dö- si de doğru değildir. Türkiye’de kafatası ölçtüren ve
neminde ise Atatürk hakkındaki düşüncesi onu “millî ırkî neticeler çıkartan tek şahıs Atatürk’tür. 1945’ten
kahraman” olarak niteleyecek ölçüde değişmiştir.(54) sonraki dünya konjonktürü, Atsız’ı kan ırkçılığından
Buna karşılık Rıza Nur hakkındaki son derece olum- bir nisbette çekerek kültür milliyetçiliğine yaklaştırmış
lu görüşleri ise (hatıratının yayımlanmasından sonra) ve inandırmıştır. Bu hususta benim devamlı tesirleri-
tersine dönmüştür. Son on yılında Rıza Nur’dan hiç min de müessir olduğunu düşünüyorum. Zira hiçbir
söz etmemesi de bunun göstergesidir. konuşmamızda onun kan ırkçılığına hakaret etme-
dim, sadece Türk kanına duyduğu sevgiyi saygıyla
Atsız, fikir hayatının ilk döneminde, bir kimsenin
karşılayıp Osmanlı cihan devletinin terkibinden, Türk
Türk olması için, önce kanının Türk olması, ondan
toplumunun oluşmasından bahsettim. Yıllar süren bu
sonra dilinin Türkçe olması ve ondan sonra da dile-
konuşmalarımızın yumuşak dozu, sanıyorum ki onu
ğinin Türk olması gerektiğini ileri sürmekteydi (1934).
kültür milliyetçiliğine, Türk kültürünü benimseyen ve
(55)
Atsız, Türkçü olmak için ilk şartın Türk ırkının üs-
seven herkesin gerçek Türk olduğuna pek çok inan-
tünlüğüne inanmak olduğunu kabul etmekteydi. Ona
dırmıştır. Osmanlı tarih ve kültürünü fevkalâde iyi bil-
göre, “Türkçü bilir ki, bugün görülen geri ve kötü ne
mesi, bu noktaya gelmesine ve anlaşmamıza sebep
varsa, hepsi, geçici bir hastalığın ârazlarıdır ve geç-
olmuştur. Osmanlı tarih ve kültürünü az bilseydi, iyi
miş zamanlarda bizi ileri götüren, zaferden zafere
tanımasaydı, bu mümkün değildi. Daha da ileri gittim:
yürüten faziletlerin hepsi kanımızda, ruhumuzda,
Kendisine bir Giresun belediye reisi Yorgi Paşa’yı
içimizde gizli bir hâlde yaşamakta, belirecek imkân
anlattım. Yarım saat anlattım. “Bu adam şimdi tarih
ve fırsat aramaktadır. Türkçü, millî menfaatleri şa-
bakımından Yunanlı sayılır mı?” diye sordum. “Haklı-
hısların üstünde tutan, millî mukaddesata ve maziye
sınız, Osmanlı ve Hristiyan Türk sayılır” dedi.”(59)
saygı gösteren, vazife ahlâkı yüksek olan, haksızlığa

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 161


Atsız’ın şahıslar hakkındaki yargılarında da za- da yapmadan, düzenli olarak yayımlanması; genel
manla değişiklik olduğu gözlemlenmektedir. 1934’te dağıtım şirketleri aracılığı ile en küçük yerleşim bi-
İstanbul Üniversitesi’ndeki hocaların bilim ehliyet- rimine kadar bütün yurtta dağıtılması; birinci hamur
lerini şiddetle eleştiren bir yazısında Ahmet Cafe- kâğıda ve kuşe kapağa dört renkli olarak basılması;
roğlu hakkında verdiği olumsuz yargı, 40 yıl sonra sayfa düzenlerinin profesyonel anlayışla hazırlanma-
Caferoğlu’nun vefatı dolayısıyla yazdığı yazıda sı, çok sayıda resim ve fotoğraf içermesi.
medihkâr bir ifadeye dönüşmüştür. Bütün bunları göz
Aynı dönemde yayımlanan Yeni Hayat dergi-
önüne alarak, Atsız’ın 1930’lardaki görüşlerinin bü-
si, hırçın ve kavgacı üslûbuyla Atsız’ın tarzını taklit
tün hayatı boyunca aynı kaldığını varsaymak yanlış
etmeye çalışıyor, bu yönüyle de Türkçülüğe yararlı
olur. Hayatın akışının ve değişkenliğinin, herkes gibi
olamıyordu.
Atsız’ı da etkilemesini olağan karşılamak gerekir.
Orkun dergisi 102. Sayıdan bu yana internette
Atsız, çok sayıda makalelerde dile getirdiği gö-
yayımına devam ediyor. Bir başka Türkçü internet
rüşlerini Ziya Gökalp gibi sistemleştirip kitap hâline
dergisi de Umay’dı (İlk sayısı Şubat 2010’da yayım-
koymadı. Yapılan davetlere rağmen aktif politikaya
landı.)
girmedi. Türkçü parti olacağı ümidiyle destekledi-
ği. CKMP’nin, adını MHP’ne çevirdiği kongresinde Günümüzdeki Türkçü Kuruluşlar
Türkçü çizgiden ayrılması Atsız’ın tepkisine yol açtı. Kurulduğu dönemden itibaren birkaç kere kapatı-
Ötüken’de Türkeş’i suçlayan yazılar yayımladı. Buna lan veya faaliyetine ara veren Türk Ocağı, 1986’de
karşılık Türkeş de Ötüken’in okunmasını yasakladı. yeni bir çalışma dönemine girdi. Genel başkanlığı
Böylece gerginleşen ilişkiler, nihayet tamamen kop- sırasıyla Prof. Dr. Orhan Düzgüneş, Sadi Somun-
tu. Türkçü çizgideki dergiler MHP’nin yayın organı cuoğlu ve Nuri Gürgür yaptı. Ocak, bu faaliyet
hâline getirilmek istendi yahut bu gibi dergiler MHP’ni döneminde yurt içinde ve dışında çeşitli toplantılar,
desteklemek üzere çıkarıldı (Türk Yolu, Millî Hare- konferanslar, kongreler düzenledi, çok sayıda kitap
ket, Devlet, Ocak, Yeni Düşünce, Töre, Bozkurt, yayımladı. Türk Yurdu dergisi de düzenli ve istikrarlı
Yeni Sözcü vb). Bu yüzden siyaset dışı “Türkçü” sa- olarak dolgun bir hacimde yayımlandı. Bugün yurdu-
yılabilecek yayın sayısı azaldı. muzun birçok ilinde ve ilçesinde Türk Ocakları faal
1980 Sonrası Yayınlar durumdadır.

12 Eylül 1980’den sonra Yaşar Arısan’ın çıkardı- Türk Dünyasını Araştırma Vakfı, Prof. Dr. Tu-
ğı Orkun etkili olamadı. Sonunda adını değiştirerek ran Yazgan’ın yönetiminde Türk illerinde açtığı yük-
MHP’ni destekleyen bir dergi hâline dönüştürüldü. sek okul (işletmecilik fakülteleri), kitaplık ve liselerle
Türk dünyasındaki kültür birliğini sağlama yolunda
Orkun süreci 1988-1990 yılları arasında 20 sayı
ciddi gayretler gösterdi. Düzenli olarak Türk Dünyası
yayımlanan Yeni Orkun’la devam etti. Yazı işlerini
Tarih Dergisi ve iki ayda bir ilmî nitelikte “Türk Dün-
ilk sayılarda İsmet Tümtürk, 6. sayıdan itibaren de
yası Araştırmaları” kitap/dergisi, Sosyal Siyaset
Altan Deliorman üstlendi. Fethi Tevetoğlu derginin
dergisi ve Türk kültürüyle ilgili çok sayıda kitap ya-
başyazılarını yazdığı gibi “Bindokuzyüzkırkdörtlüler”
yımladı. Vakıf merkezindeki haftalık konferans veya
adlı bir diziyi de kaleme alıyordu.
açık oturumlara düzenli olarak devam edildi. Ayrıca
1998’de yayın hayatına giren Orkun 2006’ya ka- Türk Dünyası Kadınlar Kurultayı düzenlendi. Vakfın,
dar 101 sayı çıkarak Türk Yurdu ve Ötüken’den son- Türk illerinden gelen çocuk gruplarının katılımıyla her
raki en uzun ömürlü Türkçü dergi oldu. Sahibi ve yazı yıl tertiplediği şölenler beğeniyle takip edildi.
işleri müdürü Altan Deliorman’dı. Bilim, danışma ve
Reha Oğuz Türkkan’ın kurduğu Türk 2000 Vak-
yazı kurullarında tanınmış Türkçü akademisyenler
fı (Türk Toplumunu 2000’lere Hazırlama ve Dünden
bulunuyordu. Güncel konularla ilgili yorumların yanı
Yarına Araştırma Vakfı), çeşitli araştırmalar yaptı,
sıra Türkçülüğün temel ilkelerine, tarihine, eski Türk-
uzun soluklu sempozyumlar düzenledi ve dergiler,
çülere, Türk dünyasına, Türklüğün meselelerine,
bültenler yayımladı. Amacı aydınlarımızın “Türklüğün
Türk tarihine ve genelde Türk kültürüne dair yazılara
geleceği”ni hesaplaması olan Vakıf, Türkkan’ın fikrî
yer veriyor, yarışmalar açıyor, anketler düzenliyordu.
kimliği dolayısıyla genel olarak Türkçü faaliyetlerde
Dergi, yeni yazarların yetişmesi veya ortaya çıkma-
bulundu.
sı için de özen gösteriyordu. Orkun’un, daha önce
çıkmış Türkçü dergilerden farkları şunlardı: Her ayın Türk dünyası ile ilgili çalışmalar yapan Yesevî
1’inde hiç aksamadan, ara vermeden, iki sayı bir ara- Vakfı, Erdoğan Aslıyüce’nin yönetiminde faaliyet

162 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


göstermekte, bir de dergi yayımlamaktadır. 2000’de da tabiatiyle eserde yer almamaktadır. Ancak bu durum
kurulan Orkun Vakfı da Türk dünyası ve Türk kültürü “Türkçülüğün Esasları”nın Türkçülük tarihindeki değerli
bir hâtıra ve seçkin bir eser olmasını engellememekte-
ile ilgili açık oturumlar, anma ve kutlama günleri, fikir dir.
geliştirme toplantıları, haftalık seminerler yapmıştır. 2 Ziya Gökalp, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak,
Vakfın faaliyetleri kamuoyuna Orkun dergisi vasıta- haz. Yalçın Toker, 2. baskı, Toker Yayınları, İstanbul
1992.
sıyla duyurulmuştur. Mütevelli Heyeti başkanı Altan 3 Türkçülüğün Esasları, s. 28
Deliorman’dır. 4 a.g.e. s. 22
5 Atsız, Türk Ülküsü, Burhan Basım ve Yayınevi, s.34,
*** İstanbul 1956.
6 Altan Deliorman, “Millî Ülkü”, Orkun, S. 13, s. 24-25,
Türkçülüğün son yüz yıllık gelişmesi hep aynı Mart 1999
tempoda ve yoğunlukta olmamıştır. Zaman zaman 7 a.g.e.
8 Gökalp, Makaleler VII (Küçük Mecmua’daki Yazıları),
hızlanmış, zaman zaman duraklamıştır. 1953 – 1960
s. 52, haz. Abdülhalûk Çay, Kültür Bakanlığı Yayınları,
arası ve Atsız’ın vefatından sonraki on beş yıl bu du- Ankara 1982.
raklama dönemlerine rastlar. Türkçülüğün temsili ve 9 Ziya Gökalp’ın –gerçek de olsa- katılmak istemediğim
bu görüşü esas alınırsa günümüzde böyle bir dönemin
sürdürülmesi zımnî olarak Atsız’a bırakıldığı için Onun
yaşandığını düşünebiliriz.
ölümüyle bir boşluk hâsıl olmuştur. Ancak, 1990’da 10 Ömer Seyfeddin, Turan Devleti, s.17, Su Yayınları, İs-
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Türkistan’daki Türk tanbul 1977
11 Atsız, Türk Ülküsü, s.27, İstanbul 1955
asıllı cumhuriyetlerle Azerbaycan’ın bağımsız devlet
12 Nevzat Kösoğlu, Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı, s. 89,
hâline gelmeleri Türkçülüğün birden olumlu kabul Ötüken Yayınları, 2. bsk. İstanbul 2009
görmesine yol açmıştır. Türkçülerin Turancılık konu- 13 Altan Deliorman, “Millî İdeal İhtiyacımız”, Bilginler Ko-
sundaki görüşlerinin gerçekleşmek üzere olduğuna nuşuyor, s. 24, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul
2003.
dair ümitler belirmiştir. Türk devletleri arasında iş 14 İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 60, 103, 111,
birliği kurultayları, ekonomik alanda dayanışma giri- Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1983.
şimleri, kültürel bakımdan ortak değerlere yönelme 15 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lûgât-it-Türk ( neşr. ve Türk.
terc. Besim Atalay), c.1, Türk Dil Kurumu Yayınları, An-
adımları bu dönemin karakteristik gelişmeleridir. An- kara 1985.
cak, Turancılık (veya Türkçülük) ülküsünün “bütün 16 Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Terc. R.R. Arat, 7. bsk.
Türklerin bir bayrak altında birleşmeleri” hedefine Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1998
17 Altan Deliorman, Tarih Boyunca Türkçülük, s. 33, Bay-
ulaşması için çok zamana ve çok emeğe ihtiyaç bu- rak Basım/Yayım/Tanıtım, İstanbul 2010
lunduğu anlaşılmıştır. Belki nesiller sonra bir anlayış 18 Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî
birliğine varılabilecektir. Sorunun çözümü için ilk şart Vesikalar, s. 82 - 101, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara 1958
da budur. 19 Külüg Tekin, “Millî Cephesi Bakımından Mevlânâ Celâl-
üd-din Belhî-ü Rûmî”, Orkun, S. 14, s. 10 – 11, 5 Ocak
Türkçülüğün karakteristik çizgisi bir aydın hare- 1950
keti olmasındadır. Bu bakımdan kültürel ve sosyal 20 Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1.
alanlarda teşkilâtlanması, faaliyet göstermesi, ya- s. 427, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1972
21 İsmail Hâmi Dânişmend, Türklük Meseleleri, İstanbul
yımlar yapması, mevcut kuruluşları desteklemesi ve
Yayınevi, İstanbu1 1966.
kamuoyunda olumlu bir izlenim bırakması gerekmek- 22 a. Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Lotus Yayınevi, İs-
tedir. Türkçülerin, ferden siyasî kanaat ve tercih sa- tanbul 2008
b. François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri
hibi olmaları yahut herhangi bir siyasî kuruluş içinde
Yusuf Akçura (1876 – 1935), s. 37 – 50, Tarih Vakfı Yurt
bulunmaları yadırganmamalıdır. Ancak, Türkçülüğün Yayınları, 3. bsk. İstanbul 1999
siyasî parti hâline gelerek halktan oy istemesi gibi 23 Masami Arai, Jön Türk Dönemi Türk Milliyetçiliği, s. 24,
İletişim Yayınları, 4. bsk., İstanbul 2008
uygulamalar yanlış ve gereksizdir. Ayrıca başarılı ol-
24 a. g. e., s. 82
ması ihtimali de yoktur. Türkçü görüşün hâkimiyetini 25 Yusuf Bayraktutan, Türk Fikir Tarihinde Modernleşme,
ancak Türkçülüğün günümüzün gerçeklerine ve ih- Milliyetçilik ve Türk Ocakları 1912 - 1931, s 105, Kültür
tiyaçlarına cevap verecek şekilde sistemleştirilmesi, Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996
26 Ziya Gökalp, Makaleler IX Yeni Gün – Yeni Türkiye –
geliştirilip güçlendirilmesi ve millî ülkü sahibi aydınla- Cumhuriyet Gazetelerindeki Yazılar, haz. Şevket Bey-
rın çoğalması sağlayacaktır. Yeni kuşak Türkçülere sanoğlu, s. 104, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul
böyle zor fakat şerefli bir görev düşmektedir. 1980.
27 Kerem Ünüvar, “Ziya Gökalp”, Modern Türkiye’de
______________________________________________ Siyasî Düşünce Milliyetçilik, s.31, İstanbul 2002
1 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, haz. Mehmet Kap- 28 Ziya Gökalp, Yeni Türkiyenin Hedefleri, Hür Basım ve
lan, 2. baskı, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul Yayınevi, Ankara 1956
1990. Bu kitapta ele alınan konuların bir kısmı sonraki 29 Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 172,
yıllarda uygulanarak hayata geçirilmiş, bir kısmı ise uy- Ankara 1984.
gulama kabiliyetini kaybetmiştir. Aradan geçen 88 yılda 30 Robert Devereux, The Principles of Turkisme, Londra
dünya ve ülke şartlarının getirdiği pek çok yeni konu

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 163


1968 b. Mustafa Müftüoğlu, Millî Şef Döneminde Çankaya’da
31 Ziya Gökalp, a.g.e., s. VII (Mehmet Kaplan’ın Önsözü) Kâbus (1944 Turancılık Dâvası), İstanbul 2005
32 Zeki Hafızoğulları, “İzmir İktisat Kongresi”, Atatürk Araş- c. Mithat Atabay, II. Dünya Savaşı Sırasında Türkiye’de
tırma Merkezi Dergisi, S. 46, Mart 2000 Milliyetçilik Akımları, İstanbul 2005
33 Adnan Dinçel, “Türkiye’de Elektriklendirme Hizmetle- ç. – (Atsız), 1944 Irkçılık-Turancılık Dâvası, Orkun, S.
rinin Anı ve Belgelerle Tarihçesi”, TEK 50. Yıl, Ankara 1-34, 1950 -1951. Atsız, sonraları bu dizi yazıları kitap
1973. hâline getirmek için çalıştı. Ancak eksik bilgilere ulaş-
34 a. M. İbrahim Karaer, Türk Ocakları: 1912 – 1931, An- ması için çok zaman harcadı. Ömrü kitabı tamamlama-
kara 1993. ya yetmedi (Bkz: Atsız’ın Muzaffer Eriş’e 2 Kasım 1974
b. Yusuf Bayraktutan, Türk Fikir Tarihinde Modernleş- tarihli mektubu, Yücel Hacaloğlu, Atsız’ın Mektupları, s.
me, Milliyetçilik ve Türk Ocakları (1912 – 1931), s. 113 286, Orkun Yayınları, İstanbul 2000)
– 115, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996 51 a. Jacob Landau, Pantürkizm, s. 173, Sarmal Yayınevi,
35 a. Bernard Lewis, a. g. e. s.356 İstanbul 1999
b. Büşra Ersanlı Behar, İktidar ve Tarih, s. 146 – 149, b. Yavuz Bülent Bakiler, 1944 – 1945 Irkçılık – Turancı-
afa Yayınları, 2. bsk., İstanbul 1996 lık Davasında Sorgular Savunmalar, İstanbul 2010
36 İlmî bir temele dayanmaktan çok, Türklerde engin bir 52 Edward Weisband, İkinci Dünya Savaşı’nda İnönü’nün
tarih şuuru yaratmak amacındaki Türk Tarih Tezi son- Dış Politikası, s. 320, Milliyet Yayınları, İstanbul 1974
raki yıllarda sessizce terk edildi. Fakat bu konudaki ça- 53 Türkçüler Derneği hakkında Jacob M. Landau’nun
lışmalar, vatan sevgisinin ve bağlılığının güçlenmesine “Pantürkizm” adlı eserinde verilen bilgiler düzeltilmeye
hizmet etti. Okullarda ve üniversitelerde de Türk kudre- muhtaçtır. Derneği kurmak üzere İstanbul’da pek çok
tinin büyüklüğüne inanan nesillerin yetişmesini sağladı. Türkçünün bir araya geldiği ifadesi muğlaktır. Derneği
Türk Tarih Tezi’nin yerini antropoloji araştırmaları ve ar- kuranlar 12 kişidir. Bunlardan dokuzu resmen kurucu
keoloji çalışmaları aldı. olarak gösterilmiş, diğer üçü dernek kurulduğu anda
37 Reha Oğuz Türkkan, “Atatürk’ün Milliyetçiliği ve Lehte üye olarak katılmışlardır. “Tanrı Türkü Korusun” sloganı
- Aleyhte Noktalar”, Türk Yurdu, S. 160, s. 31, Aralık Türkçüler Derneği’ne özgü bir slogan değildir. Eskiden
2000 beri Türkçü yayınlarda geniş şekilde kullanılmaktaydı.
38 Landau, Atsız Mecmua’daki Türk halk bilimi ile ilgili ma- Türkçüler Derneği’nin bildirilerinde de yer alması bu
kalelerin “zararsız” olduğu kanısındadır. Buna nazaran, çerçevededir. Ankara Ocağı’nın açılmasını “derneğe
bu konuların dışında kalan, özellikle Türkçülükle ilgili takviye olarak” nitelemek gariptir. Her ocak, her şube
makalelerin “zararlı” sayılması mantık icabıdır (Jacob normal olarak derneğe bir katkı getirir. Bunun “tak-
M. Landau, Pantürkizm, s.129, Sarmal Yayınevi, İstan- viye” olarak belirtilmesi belki bir çeviri hatası olabilir.
bul 1999). Kitap esasen bu gibi çeviri hatalarıyla doludur. Meselâ
39 Bozkurt (H. Nihâl ), “Bir Kuş Bakışı”, Atsız Mecmua, S. Atsız’ın Orkun’un 68. sayısında yayımlanan “Veda” adlı
1, s. 6 – 7, 15 Mayıs 1931 yazısının başlığı ‘Hoşçakal’ diye çevrilmiştir. Kayseri,
40 Birinci Türk Tarih Kongresi Konferanslar Müzakere Za- Mersin, Tarsus, Adana, Polatlı, Boğazlayan, Antalya,
bıtları, s. 388 – 389, T.C. Maarif Vekâleti yayını, İstan- İzmir ve Yeşilhisar (kitapta belirtilmeyen Çankırı, Yah-
bul 1932 yalı, Üsküdar ocakları da) genel merkezin Ankara’ya
41 Necmeddin Sefercioğlu, Türkçü Dergiler, s. 11, Türk taşınmasından sonra değil daha önce açılmıştı. Hikmet
Ocakları Ankara Şubesi yayını, Ankara Tanyu, İlâhiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi değil, öğ-
42 Atsız, “Türk Irkı = Türk Milleti”, Orhun, S. 9, 16 Temmuz retim üyesi (o tarihte doçent, daha sonra profesör) idi.
1934. 1967 yılında toplanan I. Milliyetçiler Büyük Kurultayı’nı
43 Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, İşaret Yayınları, İstan- Türkçüler Derneği’ne rakip olarak göstermek de çok
bul 1992 yanlıştır. O kurultay, komünizme ve yıkıcı cereyanlara
44 Doğu Karauğuz, “Türkçülüğün Zonguldak’tan Yükselen karşı sağda geniş cephe oluşturmak amacı ile toplan-
Sesi: 1940’lı Yılların ‘Doğu’ Dergisi”, Türk Yurdu, s. 59 mıştı. Fikir yelpazesi içinde Türkçüler de yer almıştı
– 67, c. 26, S. 230, Ekim 2006. ama herhangi bir dernekle rekabet söz konusu değildi.
45 Cihat Savaş Fer, “Hesap Veriyoruz”, Gök Börü, S. 1, s. (Pantürkizm kitabının eleştirisi için bkz: Altan Delior-
3-4, 5 Birincikânun 1942. man, “Pantürkizm’deki Yanlışlar 1 ve 2”, Orkun, S. 32,
46 Reha Oğuz Türkkan, “Dost İtirazına Dost Cevap”, Gök s. 11, Ekim 2000, S. 33, s. 15, Kasım 2000 ve daha
Börü, S.2, s. 1, 24 Birincikânun 1942 geniş olarak İsmail Çağrı Özcan, “Musevi Duyarlılığı
47 Hüseyin Nihâl Atsız, Hesap Böyle Verilir, Arkadaş Bası- ve Pantürkizm”, Türk Yurdu, S 160, s. 74 – 84, Aralık
mevi, İstanbul 1943 2000)
48 Necmeddin Sefercioğlu, Milliyetçi Dernekler, s. 18, Türk 54 Kurtuluş Savaşı’nın iki millî kahramanı, en karanlık
Ocakları Ankara Şubesi yayını, Ankara 2008 günlerde bile bu işin başarılacağına inanan Kâzım Ka-
49 Reha Oğuz Türkkan, Kitap Sevenler Kurumu’nca giri- rabekir ve Mustafa Kemal Paşa’lardır. Biri iyi silahlı Er-
şilen yayın faaliyetinin “…yıllar sonra, Menderes’in ik- meni ordusunu onun yarısı kadar bir kuvvetle bozguna
tidara gelişiyle milliyetçi Millî Eğitim Bakanı B. Dülger” uğratarak, öteki bir destan savaşı olan Sakarya’yı ve
tarafından “1000 Temel Eser” olarak devam ettirildiği- imha savaşının güzel örneği Dumlupınar’ı kazanarak
ni yazmaktadır (R.O. Türkkan, Yükselen Milliyetçilik, bu pâyeyi almışlardır (Atsız, “Kim Millî Kahramandır?”
s. 120, kendi yayını, İstanbul 1995). Bunu düzeltelim. Ötüken, S. 3, 11 Mart 1974)
1000 Temel Eser, Menderes iktidarı zamanında değil, 55 Atsız, “Yirminci Asırda Türk Meselesi: II, Türk Irkı = Türk
Süleyman Demirel’in 1965 – 1969 yılları arasındaki ik- Milleti”, Orhun, 9. sayı, 16 Temmuz 1934
tidarı döneminde yayımlanmaya başlamıştır. O zaman- 56 Atsız, Türkçü Kimdir, Orkun, 3. sayı, 20 Ekim 1950
ki Millî Eğitim Bakanı ise Bahadır Dülger değil, İlhami 57 Atsız, “Veda”, Orkun, 68. sayı, 18 Ocak 1952
Ertem’di. Bahadır Dülger, Demokrat Parti’nin on yıllık 58 Atsız, “Türk halkı değiliz, Türk milletiyiz”, Ötüken, 1.
iktidarı döneminde milletvekili olarak TBMM’de bulun- (69.)sayı, Ocak 1969
muş, ancak hiç bakanlık yapmamıştır. 59 Yılmaz Öztuna, “Büyük bir dil ve tarih bilgini Atsız’ın ar-
50 a. İlhan Darendelioğlu, Türk Milliyetçiliği Tarihinde Bü- dından”, Hayat Tarih Mecmuası, 2. sayı, Şubat 1976
yük Kavga, s. 182, Oymak Yayınları, İstanbul 1976

164 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE
TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN
TARİHİ EVRİMİ

ÖZCAN YENİÇERİ

Y
urt, vatan, memleket edinilen topraklarda Türk Milliyetçiliğini Efektif Hale
tutunabilmek ortak duygu ve örgütlenmiş bir Getiren Tarihi Şartlar
siyasi otorite gerektirir. Bağımsızlık ile özgür-
Bilindiği gibi milliyet duygusu, aidiyet idealinin en
lüğü korumak ve savunmak için de toplumsal bilince
gelişmiş halidir. Kabile ve aşiret duygusunun milliyet
ihtiyaç vardır. Kaybetme kaygısı, yok olma ya da esir
duygusuna dönüşmesi için bütün dünya Fransız İhti-
düşme duygusu toplumlarda, ortak savunma meka-
lalini beklemek zorunda kalmıştır. Fransız ihtilali ile at
nizmaları kurulmasına neden olur. Türk milliyetçiliği-
başı giden milliyetçiliğin içeriğinde, milli egemenlik,
ni, bu anlamda Türk milletinin var olmak iradesinden;
her halkın kendi kaderini tayin hakkı, eşitlik ve laiklik
istiklal ve istikbal sorunundan soyutlayarak anlam-
ilkeleri vardır. Fransız ihtilali ve ardından İmparator
landırmak mümkün değildir. Türk milliyetçiliğinin Türk
Napolyon’un bütün Avrupa’yı alt üst etmesi milliyetçi-
milletinin Osmanlı İmparatorluğu’nun tam da çöküş,
lik ile birlikte ihtilalin getirdiği hürriyet, eşitlik, kardeş-
düşüş ve ufalanış aşamasında bir çıkış, yükseliş ve
lik, cumhuriyet ilkelerini bütün Avrupa’ya yaymıştır.
diriliş hareketi olarak ortaya çıkması, buna işaret
eder. Türk milliyetçiliği, Türk milletinin hâkim olduğu Almanya’nın ve İtalyan birliğinin sağlanması,
topraklardan geriye doğru çekilişe karşı ortaya takın- Avusturya’nın ayrılması, çok çeşitli “Pan” hareketler
dığı doğal toplumsal reflekstir. Entelektüel ve siyasi bu dönemin ürünüdür. Avrupa’da meydana gelen bu
nefsi müdafaa hareketidir. alt üst oluştan Osmanlı Devleti de doğrudan etkilen-
miştir. “Osmanlı İmparatorluğu’nda milliyetçilik önce
Türk milliyetçiliği milletin varlık kaygısının sonucu
yabancı propagandası ve siyasi amaçlarla Hristiyan
olarak ortaya çıkmış olup “bir bunalım çağına” ve çö-
unsurlar arasında yayılmaya başlamıştır. Sonuçta
küşe Türk aydınlarının verdiği cevaptır. Yusuf Akçura
Fransız ihtilali ile tohumlanan ve hürriyet fikriyle des-
“her kavim ve hatta her kabile, diğer kavim ve kabile-
teklenen milliyetçiliğin gayrimüslimler arasında yayıl-
lere karşı daima kendi özelliğini duymuş ve çoğunluk-
ması, Osmanlı Devleti’nde ayaklanmalara yol açarak
la kendi üstünlüğünü iddia etmiştir. Bu duygu ve iddia
devletin bütünlüğünü tehdit etmeye başlamıştır”1.
sanırım ki, milliyet fikrinin içgüdü ile meydana gelen
ilk başlangıcıdır. Türk kavim ve kabilelerinde bu his Osmanlı’nın sınır komşusu olan Avusturya
ve iddianın her zaman mevcut olduğunu hiç korkma- Macaristan’da meydana gelen olaylar sonrasında
dan onaylayabiliriz” der. Türk topluluklarında daima birçok devrimci Osmanlı Devleti’ne sığınmıştır. Bu
var olan kendine güven ve kendi kendisini yönetme sırada Eflak ve Boğdan karışıklıkları meydana gel-
duygusu, 19. yüzyıldan itibaren sömürgeci güçlerin miş, Mora isyanı ve Sırpların ayaklanmaları Osmanlı
saldırısıyla alt üst olması milliyetçilik duygusunu ye- siyaset ve düşünce adamları üzerinde büyük etki-
niden aktifleşmesine neden olmuştur. “Parçalanma ler meydana getirmiştir. Süreç içerisinde Müslüman
ve sömürgeleşmeye” doğru giden bir imparatorlukta Arap, Arnavut ve Boşnakların çeşitli gerekçelerle
Türk milliyetçiliği, o dönemlerde doğal olarak beka Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmaları da bu etkinin
kaygısı üzerine oturmuştur. ürünüdür.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 165


Bu süreç Osmanlı Devleti’ni çöküş ve dağılış Sonuçta Osmanlı Devleti, onlarca düzenleme ve
tehlikesiyle yüz yüze getirmiştir. Devlet-i Aliyeyi bu ıslahata rağmen varlığını koruyamaz Avrupa’dan ve
çöküş sürecinden kurtarmak amacıyla çeşitli fikir Balkanlardan çekilme sürecinden de kendisini kur-
ve eylemlerin zuhuru kaçınılmazdı. Avrupa’ya giden taramaz. Bu durum Osmanlı Devleti’nin yönetimi al-
Osmanlıların Jöntürkler adı altında toplanması böy- tındaki milletlere kendi başlarının çaresine bakmak
le bir sürecin sonucudur. Nitekim yeni Osmanlıların gerçeğiyle yüz yüze bırakır. Arnavut ve Araplar gibi
yalnızca “meşrutiyet” sevdasıyla hareket etmedikleri, Müslüman topluluklar Avrupa’da gelişen milliyetçilik-
“ittihad-ı Osmani” ve “terakki-i medeniyet”i sağlayarak lerden etkilenerek Osmanlı Devleti’nden ayrılıp ken-
Devlet-i Ali’nin yıkılışını önlemek amacında oldukları di kaderlerini kendileri belirleme kararı alırlar. Artık
bilinmektedir. Tanzimat, Islahat ve Meşrutiyet gibi dü- Avrupa’da en yaygın olan söylem “asrın milliyetler
zenlemeler uluslararası sistemin etkilerini, değişerek asrı olduğu” sloganıdır.
dengelemeye yönelik olarak Osmanlı Devleti’nce yü-
Osmanlı Devleti’ni de saran “milliyetçilik mikro-
rürlüğe konmuştur.
bu” devletin varlığını temelinden sarsmaya başlar.
Tanzimat reformları beklenenin aksine bir Os- İmparatorluğun ana gövdesini ve yönetici kadrosu-
manlı Ulusu’nun yaratılmasına yol açmadı; ulusçuluk nu oluşturan Türklerin devleti ve ümmeti kurtarmak
Hristiyan nüfusları etkilemeye devam etti ve İmpara- düşünceleri, milliyetçiliğe sarılmalarını geciktirmiştir.
torluğun Balkanlarda parçalanmasına yardımcı oldu. Türkler, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmaması
Bütün düzenleme ve reformlara rağmen Osmanlı için önceleri milliyetçilik akımlarına ilgi gösterme-
devletinin dağılma emareleri göstermesi bir türlü en- mişlerdi. Ancak Osmanlı Devleti’nde önce Müslü-
gellenemedi. Müslüman topluluklar içindeki Hristiyan man olmayan tebaanın, ardından da Türk olmayan
guruplar, Batı ile Rusya’nın kışkırtmaları sonucu mil- Müslüman unsurların ayaklanıp birer birer ayrılması
liyetçi söylemlere sarılarak Osmanlı Devletine karşı Türklerin de milliyetçilik duygularını harekete geçir-
ayaklandı. miştir. Daha fazla gecikmenin istiklal ve istikbal ile il-
gili ontolojik sorunlar yaratacağını derinden hisseden
Bu arada bazen çağın akışına kapılan bazen de
Türk aydınları en sonunda ayağa kalkar. Bu şartlar
Osmanlı Devletinin dağılması sonucunda korumasız
kendi doğal akışı içinde Türk milliyetçiliğini doğurup,
kalacağını düşünen Müslüman toplulukların beklen-
geliştirecektir.
meyen ayrılık talepleri üst üste gelmiştir. 1908’lerde,
Osmanlı Devleti’nde yaşayan Müslüman unsurların Türk Kavramının Serüveni!
kendi kulüplerini kurdukları ve kendi milliyetçilikleri-
Türk Milliyetçiliği düşüncesinin doğuşu ve geliş-
ne yöneldikleri görülür. İstanbul Babıâli caddesinde,
me evrelerini anlamakta “Türk” kavramı ve ona 19.
Kürt Teavün Cemiyeti, Arnavut Baskın Kulübü, Arap
yüzyılın son dönemine kadar yüklenen anlamlar bir
Birliği gibi derneklerde toplanan bir kısım okumuş
turnusol kâğıdı özelliğindedir. Bu nedenle “Türk” kav-
Müslümanlar, kendi etnik milliyetçiliklerinin yanında,
ramına yüklenmiş olan anlamlara değinmek açıkla-
biraz da zorunlu olarak Türk düşmanlığı yapıyorlar-
yıcı olacaktır.
dı2. Aynı dönemlerde Türkler ise Türklüğünü baskı al-
tında tutuyor ve saklamaya çalışıyordu. Dr. Rıza Nur, Kuşkusuz günümüzdeki “Türk” kavramı da “Türk-
bu durumu hatıralarından şöyle anlatır; “Türk ülküsü lük” bilinci de binlerce yıllık gelişimin sonucudur. Türk
için ölüyorum, fakat bu ülküyü içimde gizli bir çanak kavramın geçirdiği aşama ile Türk milli bilincinin oluş-
gibi saklıyorum ve ondan kimseye söz etmiyorum. ması arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bu nedenle
Biliyorum ki böyle yapsam, bu hareketim diğerlerini Türk milliyetçiliğinin tarihi süreç içerisindeki gelişme-
(yani diğer ayrılıkçı hareketlerin) gizli fikirlerini meş- sini ele alırken, belirli dönemlerde “Türk” kavramıyla
rulaştıracaktır. Ve bu da devletin parçalanması, tüke- ilgili algılara değinmemek eksik olacaktır. Sonuçta
nişi anlamına gelecektir”3. Osmanlı’daki Türklerin milliyetçiliği “Türk” kavramı
üzerinden yükselecektir. Türk milliyetçiliğinin hangi
Milliyetçilik duygusu girdiği her yerde bir enerji sant-
ortam ve durumlar içinde doğup ve geliştiğini kavra-
rali işlevi gördüğü gibi Osmanlı İmparatorluğu’ndaki
yabilmek için Osmanlı döneminde “Türk” kavramına
Müslüman topluluklarda da aynı etkiyi meydana
yüklenen anlamlara kısaca değinmekte yarar vardır.
getirmiştir. Milliyetçilik duygusunun daha önce em-
sali görülmemiş bir biçimde toplumları sarstığı, ge- Burada “Türk” kavramına Osmanlı asırları boyun-
leneksel siyasi yapıları alt üst ettiği ve onlara ciddi ca yüklenen anlamlardan, ancak bir kısmına yer ve-
bir yaşam enerjisi, iddiası ve ideali verdiği görülür. rebileceğiz. Alıntıladığımız kısımların ne kadar “Türk”
Milliyetçi duygularla donatılmış küçük guruplar büyük kavramına yüklenen anlamı vereceği de elbette tartı-
kozmopolit ve idealsiz kitleleri halaç pamuğu gibi at- şılabilir. Ancak biz yine de bir kanaat hâsıl edeceğini
maya başlarlar. Bu gelişmelerden kaçınılmaz olarak düşündüğümüzden siyaset, sanat ve kültür adamla-
Osmanlı Devleti de nasibini alır. rının bu konuda söylediklerine değinmenin, olgunun
anlaşılması bakımından yararlı olacaktır.

166 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Selçuklular zamanında geçerli bir tez olarak şu verilir, ya da dayak atılır” diye güncesine not düşmüş-
söylem çok kullanılırdı; “Türk iti şehre gelince Fars- tür. 1553-1555 yıllarını Osmanlı Ülkesi’nde geçiren
ça ürer”4. Resmi dilin Farsça olduğu bir dönemde Hans Dernschwam adlı bir Alman gezgini güncesine
aksi bir değerlendirme doğru olmazdı. Nitekim Os- şu bölümü ekler: “Sonradan Türk olup sünnet edilen
manlı döneminde Âşık Paşa’nın şiirlerinden benzer Hristiyan ve Yahudilere Müslüman demek gerektir.
anlayışın aynen sürdüğünü anlıyoruz. Âşık Paşa Bir Türk’e hakaret olarak Türk diyenlere para cezası
Türkçeye yaşadığı dönemde nasıl bakıldığını, şöyle verilir, ya da dayak atılır; ona Müslüman demek ge-
ifade eder: rektir ki bu da mü’min anlamına gelir. Böyle Müslü-
manlar kendilerini Asya’daki (Anadolu) gerçek Türk-
“Kamû dilde var idi zabt-ı usul lerden üstün sayarlar…”6.
Bunlara düşmiş idi cümle ukul
Burada dikkat çeken husus “Türk” ile
Türk diline kimsene bakmaz idi
“Müslüman”ın bir biri yerine kullanılmasıdır. Bu du-
Türklere hergiz gönül akmaz idi
rumun kavram kargaşası yarattığını bu nedenle de
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
Alman gezgin Dernschwam, “sünnet edilen Hristiyan
İnce yoli ol ulu menzilleri.
ve Yahudilere” Türk değil Müslüman demenin daha
doğru olacağını yazmış.
Fatih Sultan Mehmet zamanında Mevlâna Şem-
seddin adlı bir hekim bilginin 42 sayfaya sığdırıl- “Türk” kavramının Osmanlı döneminde kültür ve
mış “Teshil” adlı tıp kitabında 698 atasözü vardır. sanat dünyasındaki kullanımlarıyla ilgili birkaç örne-
Bu kitapta “Türk” sözcüğü beş yerde geçer; beşin- ğini de şöyle vermek mümkündür.
de de Türk bir başka türlü yerilmiştir. 66 ve 654’de
“Bayram Paşa Nef’i’yi ahze ferman idüp taşra
Türk ‘cimri’dir, 64’te ‘asalak’tır; 548 tam anlamıyla
çıkardıklarında Boynu Eğri çavuşbaşı imiş, bir Türk
‘köylü’dür.
âdemisi olmağla, Nef-î’nin önüne düşüb, “Gel Nef-î
“Türk” kelimesi, Fatih Sultan Mehmet döne- Efendi odunlukda bir hiciv düzecek kişi vardır, gel gör”
minde kentlinin karşıtı olarak kullanılmıştır. Fatih deyu Türk-vâri ta’riz itmiş; Nef-i hayatından me’yus
Kanunnamesi’nin üçüncü faslında şarap içme, çalma olub, “yürü bildiğinden kalma bre mel’un Türk” di-
ve haksız suçlama (buhtan) bahsinde birinci madde miş ve zir ü bâlâye vâfir şütûm-ı galize itmiş.
şöyledir: “Eğer biregü hamr içse, Türk veya şehir-
Yine Nef’i’nin şöyle bir beyti daha vardır: “Türk’e
li olsa kadı ta’zir ura; iki ağaca bir akça çerim ala”.
Hak çeşme-i irfanı harâm itmişdür” (Nef-î). Fakiri
Böylece Türk ile şehirli arasında bir adalet eşitliği
adlı bir şair de Türk üzerine şunları söyler:
gözetilmiş ve Türk sözü kentlinin karşıtı olarak kul-
lanılmıştır5.
“Nedir bildin mi sen alemde Türk’i
Fatih yasalarında kentlinin karşıtı olarak kulla- Ola eğninde kürki başda börki
nılan “Türk” kelimesi oğlu Sultan Beyazid II de aynı Ne mezhep bile ne din ü diyanet
anlamda kullandığı görülmektedir. Onun “Adli” mah- Yumaz yüzin ne abdest ü teharet
lasıyla yazdığı bir şiir şöyledir. Meseldür bunı dirler ehl-i mezhep
Avam coban şerrinden sakla yarap” (Fakiri)
“Değme etrak ne bilsün gam-ı aşkı Adli
Sırr-ı aşk anlamağa haylice idrak gerek”. Şair Atayi, “Ser-efrâz itmese ilmin tacı/Türk’ün
asılmak olur mi’râcı” (Atâyî) diye söyler. Cemali: “İlim
XVII. yüzyılda Naima ise meşhur tarihinde bu Türk’dür, dilüm Türk’dür, bilüm Tat/Eğerçi Tat dilinde
beytin iki kelimesini (etrak-i bi-idrak) tamlaması ola- vardürür yad” (Cemali).
rak alıp “Türk” kelimesini ‘başı bozuk’, ‘saldırgan’
Osmanlı Devleti’nin 1797 ile 1802 yılları arasın-
bir halk topluluğu olarak kullanır.
da Paris’te daimi elçiliğini yapmış olan Moralı Sey-
Kanuni döneminin en meşhur şairi olan Baki’nin yid Ali Efendi’nin 1 Ağustos 1801 tarihi bir yazısında,
beyitlerinde “Türk” kelimesinin kaba anlamında kulla- uygunsuz hareketlerde bulunan Çuhadar Ahmed’i
nıldığı görülmektedir. “Türk-i sütur”, yani “hayvan Türk” diye vasıflandır-
dığı görülmüştür7.
“Her tâc olimaz fakr u fenâ ehline sertâc
“İlüm Türk’dür dilüm Türk’dür” diyen Cemali,
Türk ehlinün ey hâce biraz başı kabadur” (Baki)
“Neden Osmanlı’yız bilmem ki biz Türk oğluyuz
yahu/Yalancı şahid olduk gitdi bihude şehadet-
Türk kelimesini hakaret olarak kullanıldığı dö-
den” diye yazan Eşref’ler de vardır.
nemler de olmuştur. Bu konuda bir yabancı gezgin,
“Bir Türk’e hakaret olarak Türk diyenlere para cezası Osmanlı Devleti çökerken ilk ayağa kalkanlardan
olan şairlerin arasında Türk milletine yönelik haksız

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 167


ithamlara ve aşağılamalara karşı gururla Türklüğünü Osmani”ye Avrupalıların Türkiye dediğine kızıyor ve
haykıranlar da çıkmıştır: “Sen Türk nâmını anıyor- Türkiye’de hiç Türk olmadığını iddia ediyorlardı…/…
ken biraz eğil/Türk’ün sebep sukûtuna Türk ol- Halbuki Rumların, Bulgarların, Sırpların, Ermenilerin,
ması değil”. (Ruhlar’dan: Abdülhak Hamit Tarhan). Arnavutların milli mefkureleri, milli edebiyatları, milli
Milli şair Mehmet Emin Yurdakul ise aşağıdaki ölüm- lisanları, milli gayeleri, milli teşkilatları vardı. Ve bu
süz satırları yazmıştır: milletler gayet kurnazdılar. “Biz samimi Osmanlı-
yız..” diye Türkleri kandırıyorlar, Türklere lisanlarını,
“Ben bir Türk’üm dinim cinsim uludur edebiyatlarını, hatta fenni kitaplarını bozduruyorlar,
Sinem özüm ateş ile doludur hatta coğrafya ve tarih kitaplarından “Türk ve Türki-
İnsanoğlu vatanının kuludur ye” kelimelerini sildiriyorlardı”.
Türk evladı evde kalmaz, giderim”
O günleri yaşayanların yazdıklarına göre “herkes,
(Mehmet Emin Yurdakul)
ben Arnavut’um, ben Arap’ım diye övünçle konuşa-
biliyordu”, ama Türkler “ben Türküm” demeye çe-
Süreç içinde “Bir Türk Dünyaya Bedeldir” sözünü
kiniyorlardı. Türkler varlıklarıyla değil daha çok yap-
ırkçı bir söylemin ifadesi olarak görenler, olanı biteni
tıklarıyla onurlanmak istiyorlardı. Ancak gün gelecek
gerçek şartları içinde değerlendiremeyenlerdir. Aslın-
Türklerin her şeye rağmen varlıkları tehlikeye girince
da bu ve benzer sözler yüzlerce yıldır Türk kavramı-
birbirlerine dayanışmayı ve milliyetlerine sarılmayı
na yüklenen aşağılayıcı anlamlara verilmiş cevaplar-
bir zorunluluk olarak göreceklerdir. Zaman gelecek
dır. Birileri köylüye “Taban-ı yarık Türk” diyorsa buna
Türk sözü de gerçek anlamına kavuşacaktır. Ancak
karşın başka birilerinin de “Köylü milletin efendisidir”
bunun için dört yıl süren bir Dünya Savaşı’ndan çık-
demesinden daha doğal bir şey olmazdı. Osmanlı
mak ve ardından da dört yıl daha süren bir İstiklal Sa-
döneminde “kaba, cahil, göçebe” gibi aşağılayıcı bir
vaşı vermek zorunda kalınacaktır. Milliyetçilik fikrinin
anlamda kullanılan Türk kavramı şanlı medeniyetle-
Türkler arasında ortaya çıkış serüveni bu anlamda
rin kurucusu olan asil bir milletin adı olarak kullanıl-
Türk milletinin, sömürgeci güçlere karşı verdiği ba-
maya başlayacaktır.
ğımsızlık savaşının bilinç seviyesinde ortaya çıkışıy-
Milliyet Fikrinin Türkler Arasında la yakından ilişkilidir.
Ortaya Çıkışı!
Her toplumun milletleşme(me) serüveni de bu
Bugün olduğu gibi Osmanlı Devleti’nin son za- anlamda bir birinden farklı ve özgündür. Tıpkı millet-
manlarında da tartışmalar “Türk” kavramı etrafında lerin sosyolojik gelişme aşamaları birbirinden farklı
gerçekleşmişti. Şevket Süreyya Aydemir anlatıyor: olması gibi. Bu nedenle de her toplum kendi gelişme
“Biz evvelce de Türk’tük. Fakat kendimize Türk diye- seviyesi, özgün gerçekleri, ihtiyaçları ve değerlerini
mezdik. Türk sözü, birçok ırkları, kavimleri birleştiren esas alarak millet ya da milliyet tanımlarını yapmış-
bir imparatorlukta, bir kavmin diğerleri üstünde ta- lardır. Almanlar milliyetlerini aynı “ırk”a sahip olmayı,
hakkümünü hatırlatır ve onları güvendirir diye düşü- Fransızlar ve Cinliler gibi aynı “kültür”e ait olmayı;
nülüyordu. Hâlbuki bu imparatorlukta yaşayan diğer Slav, Arap dünyası ve Romanya’da olduğu gibi aynı
ırkların, diğer milletlerin hepsi kendilerini, kendi mil- “dil”i konuşmayı; Amerika Birleşik Devletleri’nde ol-
letlerinin adıyla tanır ve öyle anarlardı…/…Fakat biz duğu gibi aynı “tabiiyet”e bağlı olmayı, İsviçreliler
Türkler kendimizi anlatmak için ırk hüviyetimizi hiçbir ortak “vatan”da bulunmayı, Avusturyalılar gibi aynı
zaman dile getirmezdik. Irkımızı da bilmez, ya inkâr “mezhep”e mensup olmayı esas alarak kendilerine
ederdik. Milletimizin adı geçmez lazım geldiği zaman özgü milliyet ve millet tanımı yapmışlardır. Görüldüğü
kendimizi sadece gibi millet tanımında genel kabul görmüş tek bir anla-
yıştan söz etmek mümkün değildir. Yine millet tanımı
–Osmanlı! der geçerdik. Hatta dilimizin adı bile
tarihi dönemlere ve siyasi ihtiyaçlara göre de farklılık
Türkçe değil, Osmanlıcaydı. Tarihimizin de Osmanlı
arz etmiştir.
tarihi olduğu gibi”8.
Türk milleti yönünden milliyetin tarih boyunca far-
Ömer Seyfettin ise özellikle Tanzimat ilanı ve ar-
kında olunan ya da olunmayan yönleri itibarıyla sahip
dından Osmanlı’daki azınlıklar arasında oluşan yeni
olduğu başlıca unsurları şöyle sıralayabiliriz; din, dil,
anlayışa dikkat çekerek şunları yazar9:
toprak ve devlet. Çeşitli Türk efsanelerinde işe yara-
“Meclis-i Mebusan açılınca milletin gönderdi- maz bir taş parçasını düşmana vermemek için sa-
ği adamlar görüldü. Bu bir papatya tufanıydı. Sa- vaşmayı göze alan hakanlardan söz edilir. “Vatan bir
rık (aynı) sarıktı..Fakat bu sarıkların sahipleri de- bütündür parçalanamaz” ya da “egemenlik kayıtsız
ğişmişlerdi. “Tanzimat” kavramı bütün gözleri kör, şartsız milletindir” ilkeleri aslında bu anlayışı yansıtır.
bütün kulakları sağır etmiş, vicdanları uyutmuştu.
Bu unsurlardan bazen biri, bazen de bir kaçı bir-
“Türk, Türkler, Türklük, Türkiye” kelimeleri ağza
likte millet anlamında kullanılmaktaydı. Devlet ya da
alınmıyor, hatta en muktedir muharrirler “Memalik-i

168 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


aynı egemenlik altında yaşamak bir milleti meydana yılma olanaklarına sahip olmuş bir ulus olduğundan
getiren en önemli unsurdur. Ortak egemenlik altında söz ettim. Bunun üzerine bana ‘siz bizi Kırgızlarla
yaşayan toplumlar, birbirleriyle ilişki kurar, ticaret ya- ya da şu kaba saba göçebe Tatarlarla karıştırmış
par, işbirliği eder rekabet yapar ve sonuçta bir milleti olmayasınız?’ yanıtını verdiler. Ben daha o günler-
meydana getirdiklerinin farkına varırlar. Egemenliğin de kendimi Doğu Türkiye’deki lehçelerin incelenme-
ya da devletin toprakla ilgili olması da diğer önemli sine kaptırmıştım. Ama bu yolda harcadığım bütün
bir faktördür. çabalar, bizim kültürümüzden haberdar olan birkaç
efendinin dışında gülünç bulunuyordu. İstanbul’daki
Ümmet Olarak Çöküş Millet Olarak
Türkler arasında Türk milliyetçiliği sorunuyla ya da
Doğuş
Türk dilleriyle ciddi bir biçimde ilgilenen bir tek kişiye
Bir mensubiyet, aidiyet, dayanışma ve kendi ka- bile rastlamadım”. Durum tam da Vambery’inin tarif
derini tayin etme duygusu anlamında milliyetçilik, ettiği gibidir. Ayrıca Türk ulusunun tarih ve medeniye-
Türkler arasında her zaman vardı. Tarihi süreçte bir- tinin zamanın aydınları tarafından araştırılıp kavram-
çok devlet ve örgüt kurmuş olan Türk milletinin bu laştırılacak şartlar da uygun değildi. Osmanlı’nın son
tür duygu ve bilinçten yoksun olduğu düşünülemez. asrı, devletin sürekli sarsıldığı, topraklarının eridiği,
Ancak Türkler arasında yaygınlaşan modern milliyet- millet sisteminin çözüldüğü, aydınların kaygılanmak
çiliğin Fransız İhtilali sonrasının ürünü olduğu da bir için yeterli sebeplerinin olduğu uzun bir yüzyıldır. Bu
gerçektir. Nitekim Ziya Gökalp de “Osmanlılık, İslam- dönemde Türklerin kendilerini hatırlamak ve milliyet-
lık, Türklük mefkûreleri doğmadan, Osmanlı Devle- çilik duygusuna sahip olmak için yeterli sayıda nede-
ti, İslam Ümmeti ve Türk Milleti mevcuttu. Herhan- ni vardı. Milliyetçiliğin, sömürgeci güçleri dize getiren
gi galeyanlı bir içtima (gerilimli bir toplaşma) ortaya manevi bir bilinç olduğunu ise Osmanlı aydınları pra-
mazisiz, nev-teşekkül (türedi) bir zümre atamaz”10 tikleri izleyerek fark ederler.
diyecektir.
Osmanlı devletini, daha doğrusu İslam’ı parçala-
Bilindiği gibi Osmanlı döneminde Türkler arasın- yanın aslında bu milliyetçilik denen “manevi mikrop”
da görülen milliyetçilik bilinci, İmparatorluk ve İslam olduğunu Ziya Gökalp söyler. O, bu “manevi mikrop”u
dininin etkisi altında kalmıştı. Bu nedenle Osmanlı Osmanlı’nın ve İslam’ın kullanması gerektiğini şöyle
döneminde milliyet şuuru dil hariç, Türk milleti olarak ifade eder: “İslam âleminin son ümidi olan Osman-
değil Osmanlı olarak hissedilmişti11. İslam dinini ka- lı Devletini yüz seneden beri parçalayan manevi bir
bul eden Türkler, milli kimliğini İslamiyet içinde adeta mikrop var. Bu mikrop şimdiye kadar Osmanlılığın
eritmişlerdir. Bu durumu 1914’lerde Ahmet Ağaoğlu, düşmanı idi ve İslamiyet’e büyük zararlar verdi. Fa-
şöyle anlatır: kat bugün artık İslamların lehine dönerek, yaptığı
verdiği zararları gidermeye çalışıyor. Bu mikrop mil-
“İslamiyet Türk’ün dinidir, din-i millisidir, kavmisi-
liyet fikridir… Ne ise, olan oldu. Milliyet fikri İslamiyet
dir. Türk İslamiyet’i cebren, mahkûm ve mağlup ola-
aleyhinde ne yapmak mümkünse yaptı. Artık bu sila-
rak değil, hâkim galip olarak kabul etmiştir. Bin sene-
hı kullanmak sırası İslam âlemine gelmiştir”.
den beridir ki İslamiyetin en ağır yüklerini, omuzlarına
alarak taşımaktadır. İslamiyet yolunda Türk her şeyi- Ziya Gökalp’ın ifade ettiği hem bu bilinç hem de
ni unutmuştur. Lisanını, edebiyatını, iktisadiyatını ve aydınlar arasında sürdürülen dil, edebiyat ve kültü-
hatta bazen mevcudiyet-i kavmiyesini bile”12. Bu an- rel araştırmaların doğal sonucunda Türk milliyetçiliği
lamda Yahya Kemal de Müslümanlığı Türk Milletinin siyasi gündemi belirleyici bir konuma gelmekteydi.
ruhu; İslamiyet’i ise “milli din” olarak niteleyecektir. Ayrıca yenilgilerden, işgallerden, isyanlardan ve bun-
lara bağlı olarak yaşanan kayıplardan kurtulmak için
Türklerin hanedanın ve imparatorluğun da öte-
önerilen çözümler de milliyetçiliği içten içe Türk top-
sinde bir millet olduğuna yönelik düşünce 19. yüzyıl
lumunun gündemine sokuyordu. Kaybetmekten kur-
sonrasına aittir. Bu yüzden Türk milliyetçiliğinin diriliş
tulmak, daha doğrusu var olabilmek için dayanışma
ya da doğuşunu bu dönemdeki gelişmelerle birlikte
duygusu, ortak kültür ve milli bilinç zorunluluktu.
ele almak gerekir. Bilindiği gibi kültürel açıdan, Os-
manlı dili Türk olmaktan çok Müslüman’dı. Macar do- Bu anlamda Türk milliyetçiliğine, Türk
ğubilimcisi Arminius Vambery Osmanlı Türklerindeki İmparatorluğu’nun parçalanma ve sömürgeleşme
“Türklüğü unutma” dediği olayı 19 yüzyılın sonların- sürecine modernleşip, millileşerek cevap verme pro-
da şöyle anlatır13. jesi olarak görmek mümkündür. Modernleşme çağ-
daş uygarlığın ıskalanması halinde bağımsızlığın ve
“Bir gün, iyi eğitim görmüş bazı kişilerle sohbet
egemenliğin kaybedileceğini tehdidi üzerine oturur.
ederken, Türk ulusunun etnografik öneminden, bu
Ancak buradan Türk milliyetçiliğinin yalnız iç ve dış
ulusun kollarının Lena kıyılarından Asya’ya, öte ta-
tehdit üzerine oturduğu sonucunu çıkarmak eksik
raftan da Adriyatik kıyılarını kadar uzandığından,
kalacaktır. “Kısacası milliyetçilik asla sırf negatif bir
yeryüzünde yaşayan halklar arasında en geniş ya-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 169


söylem üzerine oturmaz. Milliyetçi modernist pro- alan çalışmalardan birisi de Şemsettin Sami’ye ait-
je ‘kurtulma, dirilme, yenilenme’ teyakkuzu üzerine tir. Şemsettin Sami “Kamus-i Türki” adlı bir sözlük
oturması dolaysıyla özünde kurucu, yenileşmeci bir derlemiştir. O dönemlerdeki bir makalesinin adı da
iddiayı da taşır”14. Türk milliyetçiliği bunun da ötesin- “Lisan-ı Türki Osmani”ydi. Şemsettin Sami bu ma-
de Türk milleti için her anlamda bir kuruluş ve kurtu- kalede Osmanlıca diye bir dil olmadığını yazmıştı. O,
luşun hem teorisi hem de pratiğini öncelemiştir. Bu Türk dilinin sınırlarını ele alarak Türk adının Adriyatik
bağlamda yeni tarih, edebiyat ve eğitim ile ilgili gö- Denizi kıyılarından Çin sınırlarına ve Sibirya’nın içi
rüşler; reformlar ve düzenlemeler, sonuçta Türk milli- kesimlerine kadar yayılan önemli bir ulusu tanımla-
yetçiliğinin oluşmasına büyük katkı yapmışlardır. mak için kullanıldığı sonucuna varıyordu. Sami, Os-
manlı İmparatorluğu içindeki Türklerle Türkistan’ın
Türk milliyetçiliği, ümmetten millet bilincine geçi-
geniş bölgelerinde yaşayanların arasında dil ve tarih
şin sonucudur. Daha doğrusu ümmet algısının üze-
açısından güçlü ortak bağlar bulunduğunu ifade edi-
rine bir de millet bilincinin yerleştirilmesiyle ilgili bir
yordu17.
olgudur. Ziya Gökalp, Osmanlı toplumunun ortak bir
din etrafında birleşen, fakat millet seviyesine henüz Osmanlı’nın son döneminin düşünürleri arasında
ulaşmamış, ümmet kimliğine sahip olduğunu ileri sür- siyasetten önce dilde ve edebiyatta milliyet fikri bas-
müştü. Ancak, milletleşme olgusu için temel hareket kın bir biçimde öne çıkmıştır. Bu düşünürler arasında
noktası dil, kültür ve duyguda birlik olmalıydı. Tek ba- Şinasi ve Ziya Paşa da vardır.
şına dini inançlar milletleşme süreci için yeter sebep
Şinasi’nin Avrupa ile olan ilişkileri, ona Türkçe-
olamazdı. Ümmetten millete geçiş, tabir yerinde ise
nin sözlüğünün yazılması ihtiyacını duyurmuş ve
dinin de ötesinde dilde ve duyguda birliğe ulaşmakla
“Lisan-ı Osmani” olarak yazdığı eserde yazılı dil olan
mümkündü. Batı bu çizgiyi izlemiş ve millet seviyesi-
Osmanlıcayı, halkın konuştuğu dil olan Türkçeye ya-
ne yükselmişti15.
kınlaştırmak için olağanüstü gayret sarf etmiştir. Yu-
Milli kültür ekseni etrafında milli bilince ulaşmak suf Akçura, Şinasi’yi bu yönü itibarıyla dil ve edebiyat
Türkçülüğün bilimsel bir biçimde irdelenmesini zo- alanında Türkçülüğü ilk sezmiş bir Osmanlı Türk’ü
runlu kılacaktı. Bu bakımdan Türk milliyetçiliğinin or- olarak niteleyecektir.
taya çıkmasında “İlmi Türkçülük” adı verilen tarih, dil
Aynı zamanda bir “Yeni Osmanlı” da olan Ziya
ve kültürel alandaki araştırma ve incelemelerin öne-
Paşa ise “Şiir ve İnşa” adlı makalesinde Osmanlı
mi çok büyüktür.
tabirini Türk karşılığında yani Tanzimat öncesi an-
Bilindiği gibi 19. yüzyılın ikinci yarısında birçok lamında kullanmıştır. Ziya Paşa’nın dil ve edebiyat
Osmanlı aydını arasında kimlik sorgulaması ortaya alanındaki Türkçülüğü çok daha açıktır.
çıkmış, bu amaçla hem şiir hem de düz yazıda mil-
Ahmet Vefik Paşa, Osmanlıcayı, Batı Avrupa ve
liyetçilik üzerine yeni bir edebiyat oluşmaya başla-
bütün Asya’ya yayılan asıl dilin, yani Türkçenin bir
mıştı. İlginçtir o zamanlar birçokları için ‘Türk’ onur
lehçesinden ibaret olarak görür. Paşa, Türk dilini çok
kırıcı bir sözcük olarak görülüyordu. Bu yüzden bazı
geniş bir çerçevede ele alır. O, “Asıl dilimiz, hemen
aydınlar Osmanlı tipi bir milliyetçiliği savunurken bir
bütün Asya ile Batı Avrupa’ya yayılan büyük dildir;
kısmı da ‘Türkçü’ milliyetçiliği yeğliyorlardı.
“Lehçe-i Osmani”, Lehçe-i Çağatayi….vb. bu dilin
“Türki” İçerikli Çalışmalar şubelerinden, lehçelerinden ibarettir. Bu lehçelerin
iyice incelenmesiyle “dilimiz şubelerinin ayrılıkları”
Osmanlı’nın son asrında milliyetçilerin en çok
anlaşılır ve ayrılıklar anlaşıldığı gibi birlik noktaları
ihtiyaç duyduğu bilgiler, Türk milletinin tarihi, dili ve
da meydana çıkar” der. Ahmet Vefik Paşa, dil ara-
kültürüyle ilgili olanlardı. Nitekim aydınların milliyet-
cılığıyla çok geniş Türk birliğini görmüş ve göster-
çilikle ilgili ilk çalışmaları da bu konularda olmuştur.
miştir18. Ayrıca Ahmet Vefik Paşa, Secere-i Türki’yi
İç ve dış koşulların zorlaması ve dıştan gelen etkiler
İstanbul Türkçesine çevirdi ve Lehçe-i Osmani adını
sonucunda yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkçü-
verdiği bir Türkçe sözlük derledi. O, Lehçe-i Osma-
lük daha çok dil alanında kendini göstermiştir. Türk
ni adlı eserin girişinde, Türklerin ve dillerinin yalnız
milliyetçiliğinin ilk gelişiminin “dil” üzerinden yürüme-
Osmanlı ve Osmanlıcadan ibaret olmadığı Asya’dan
sini, Kohn’ın sınıflandırmasındaki Doğu Avrupa tarzı
Avrupa’ya kadar uzanan büyük ve eski bir ailenin en
milliyetçiliklerin gelişimini çağrıştırdığını ileri sürenler
batıdaki kolu olduğuna dikkati çekmiştir.
de çıkmıştır16.
Süleyman Paşa ise Osmanlı dilinin üç dilden
Türk milliyetçiliğinin gelişmesinde dille (Türkçe)
–Türkçe, Farsça ve Arapça- oluştuğunu saptadı ve
ilgili olarak “Türki” başlığı altında yapılan çalışmalar
Türk dilbilgisinin kurallarını tespit eden Sarf-ı Türki
son derece etkili olmuştur.
adında bir kitap yazdı. Süleyman Paşa şöyle diyordu:
Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı “Divan-ı Lügat-i “Osmanlı edebiyatından bahsetmek, konuştuğumuz
Türk”ten sonra, Ön Asya’da Türki kavramını içine dili Osmanlı dili, milletimizi de Osmanlı milleti olarak

170 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


nitelendirmek kadar yanlıştır. Osmanlı terimi yalnız- lanılması yerine, “temiz türki dil” kullanmalarını tav-
ca devletimizin ismidir, milletimizin ismi ise Türk’tür. siye etmişti21. Gaspıralı’nın “dilde, fikirde, işte birlik”
Binaenaleyh, dilimiz Türk dili ve edebiyatımız Türk söylemi ile “İstanbul Türkçe”sinin ortak kullanımı ko-
edebiyatıdır”19. Bir millete, diline ve edebiyatına asli nusundaki girişimi de ciddi dirençlerle karşılaşmıştı.
adının verilmesini talep etmek ve bunu ifade etmek,
Edebi ve dil Türkçülüğü, yerli konuşma diline ya-
Türk milleti için hayati olduğu kadar o dönem için de
kın basitleştirilmiş bir dilin kullanımını esas alarak sü-
oldukça önemlidir.
reç içinde milliyetçiliğin önemli öğelerinden birisi olan
“Lugat-ı Çağatay” ve “Lisan-ı Türk-ı Osmani” halkçılığın dile getirilmesinin anlatım aracı olacaktır.
eserleriyle dilbilim alanında önemli çabalar göster-
Denilebilir ki Türk milliyetçiliği noktasında her şey
miş olan bir başka şahısta Şeyh Süleyman Efendi’dir.
dil ile yani gramerle; gramer de “Türk” tartışmasıyla
“Türk” başlıklı bilimsel çalışmaların yoğunluğu, bu
başlamıştır. “Türk” konusunda varılan psikolojik mu-
dönem aydınlarının yöneldikleri yeni alanları göster-
tabakatın ardından Türk milliyetçiliğinin yeni istika-
mesi bakımından dikkat çekicidir.
meti tayin edilmiştir.
Türklük, sanıldığı gibi yalnız Osmanlı
Türk Milliyetçiliğinin Üzerinde
İmparatorluğu’ndaki tartışmalarla sınırlı değildi. Os-
Yükseldiği Zemin
manlıda “Osmanlıyız ya da Türk’üz” tartışmaları
sürerken Rusya Türkleri arasında da “Tatar-Türk” Tanzimat döneminde belirli bir düzeyde mil-
tartışmaları sürüyordu. Çarlık Rusya’sının egemen- li duygu, bilinç ve düşünce vardı, ancak bugünkü
liği altındaki Türk dilli ve Türk soylu halklar kendi anlamda“Türk”, “Türk milleti”, “Türk milliyeti” gibi kav-
kimliklerini ve durumlarını Türklük yönünden sorgu- ramlara o dönemde henüz rastlanmıyordu. Namık
lamaya başlamışlardır. “Tatarlar ayrı bir millet midir, Kemal, vatan, millet, hürriyet ve Türkistan gibi kav-
yoksa Osmanlı Türkleri gibi bir Türk boyu mudur?” ramları kullanmasına karşın “Osmanlıcılık” düşünce-
gibi sorular Rusya’da ortaya atılmıştır. Tarihçi Ce- sine sahipti. Namık Kemal, Hristiyan kavimler dâhil,
maleddin Velidi Tatarları, kendilerini “Türk” olarak Osmanlı sınırları içindeki bütün cemaat ve kavimle-
düşünmeye çağırıyor. Şura dergisinde “Türkoğlu” im- ri Osmanlılık şuuru ile yoğurup bir “Osmanlı Milleti”
zasıyla çıkan bir makalede “bizim Tatar olmayıp Türk meydana getirmek amacındaydı.
olduğumuzu ve Rusya’daki bütün Türk soylu halkın
O, “Kavimler Anlaşması” adlı çalışmasında, “Os-
aynı kökten gelen nesil oluğumuzu ikna etmeliyiz”
manlı cemiyeti hukukta birbirine eşit, menfaatte ortak
diye yazmıştı. Alimcan İbrahimov ise “…Bizim Tatar
fakat dilde, cinsiyette, fikirlerde birbirine aykırı parça-
olmadığımızı fakat Türk olduğumuzu ısrarla iddia et-
ların birleşmesinden meydana gelmiş heyettir” diye
mek mantığa aykırıdır. Hiç kimse bizim Türk olduğu-
yazmıştı. Namık Kemal, bunun benzerini başka bir
muzu inkâr etmiyor. Türkler büyük bir ırktır muhtelif
cemiyette gösteremeyiz. Fakat onca, bu hal onun
kollara bölünmüştür ve her birinin (özel) adı vardır.
devamına engel değildir. Mademki 600 yıldır sürüp
Biz de bu kollardan biriyiz, müşterek adımız “Türk”,
gitmiştir, yine de gidebilir diyor. Buna da bir çeşit fe-
hususi adımız “Tatar”dır… Bir slav Rus olabiliyorsa,
deralizm zihniyetiyle “Kavimler Anlaşması” adını ve-
bir Türk de Tatar olabilir…Hayır, biz Tatarız! Bizim
riyordu22.
dilimiz Tatarcadır, edebiyatımız Tatar edebiyatıdır,
bizim problemimiz Tatar problemidir ve istikbaldeki Yeni Osmanlıların da Müslim-gayrimüslim, Türk-
medeniyetimiz Tatar medeniyeti olacaktır” demek- gayritürk bütün Osmanlı devleti tebaasını, gerçekten
teydi. Yusuf Akçura da İstanbul’dan bu tartışmalara değilse bile, düşünce olarak bir millet farz etmiş ol-
katılmış “Türk-Tatarlar birdir ve Medeniyete hizmet duklarına hükmetmek gerekir; Yeni Osmanlılar da
etmişlerdir” demiştir. Cemaleddin Velidov Millet ve Tanzimatçılar gibi şimdi kullanmakta olduğumuz ta-
Milliyetçilik (Kazan 1914) adlı bir eser yazmış, tartı- birlere göre “Osmanlıcı” idiler23.
şan tarafları tatmin edecek biçimde “Türk-Tatar” adı-
Bu dönemde Ali Suavi’nin İslamcılığı olduğu ka-
nın kullanılmasını teklif etmiş ve bu teklif 1917 yılında
dar Türkçülüğü de dikkat çekiciydi. Suavi, gerçekte
resmen kabul edilmiştir20. Rusya’daki Türkler arasın-
“doğrudan İslami Demokrasiyi” savunuyordu. Bu
da dilde “Tatarcılık-Türkcülük” kavgası 1910’larda
herkesin hükümdara eşit mesafede olduğu ve herke-
birçok çalışmanın ortaya çıkmasıyla neticelenmişti.
sin yalnızca Şeriat’la yönetildiği bir İslam Devleti’dir.
Bunlardan başlıcaları Ahmedcan Mustafa’nın “Türk-i
Ali Suavi, “Türk” sözcüğünü sık sık kullanır ve Orta
Sarfı”; Hadi Maksudi’nin “Sarf-ı Türki, Nahv-ı Türki”;
Asya’daki Türkleri “kardeş” olarak görürdü. Ayrıca İs-
Muallim Kebuteri’nin de “Terbiye-i Cebirli Muhtasar
lam hukukunun Türkçe yazılmasını ve Osmanlı okul-
Sarf-ı Türki” adlı gramer kitaplarıdır.
larında sadece Türkçe öğretim yapılmasını istiyordu.
İsmail Gaspıralı da Rusya Türklerini bir tek “umu- Bu nedenle bazılarına göre Ali Suavi ilk Türkçüdür.
mi lisan”da birleşmeye çağırmış, ayrı lehçelerin kul- Ancak Şerif Mardin’in belirttiği gibi, Suavi gerçek bir
Türkçü olamayacak kadar İslamcıydı24.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 171


Şu görüş Ali Suavi’ye aittir: “Anayurt dışındaki Osmanlı Türkleri gelişen ticaret alanında bazı ka-
toprakları elde tutmak bir büyük kuvvet işidir ki, ar- yıplara uğramış olsalar da, siyasal aygıttaki seçkin
tık onu başaramayız, emanetleri serbest bırakmalı- konumlarını koruyorlardı. Kırımlı Türkler, lehçelerinin
yız, Trablusgarp ve Bingazi ile Mısır’ın birleşmesine yakınlık ve benzerliğinden yararlanan Azerbaycanlı-
yardım ederek Afrika’da kuvvetli bir İslam devleti ku- lar ve Volga Bölgesinden gelen Tatar Türkleri milliyet-
rulmasını sağlamalıyız. Bu devletle Osmanlı İmpara- çiliğin Osmanlı aydınları arasında yaygınlaşmasında
torluğu birbirini destekleyeceklerdir. Afrika toprakları- etkili oldular29.
mızda, Cezayir vakasında olduğu gibi bir saldırı olsa,
Bu bağlamda, Türkiye’de milliyetçiliğin gelişme-
protestoda bulunmaktan başka ne diyebiliriz? Geriye
si ve yaygınlaşması üzerinde etkili olanlardan birisi
anavatan Suriye, Filistin ve Irak’ı da içine alan Ana-
de Hüseyin Zade Ali Bey’dir. Kendisi Azerbaycan
dolu ve Rumeli kalacaktır. Burası hâkimiyetin yurdu-
Türk’üdür. 1905’te Azerbaycan’da Hayat adlı Türk-
dur”. Hâkim millet sözüyle Ali Suavi, Türkçe konuşan
çe gündelik gazetenin müdürlüğü ve başyazarlığını
Müslümanları kast ediyor. “Türkçe konuşan Türk’tür”
yapmıştır. Hüseyin Zade Ali Bey’in Hayat ve Fuyu-
diyor25.
zat gazetelerinde yazdığı yazılar Türkçülük tarihinde
Bu arada Mustafa Celaleddin Paşa 1869 yılında önemli bir yere sahiptir. Hayat’ta yayımlanan yazı-
“Yeni ve Eski Türkler” adıyla bir kitap bastırmıştı. lardan bazıları şunlardır: “Türkler Kimlerdir ve Kim-
Bu kitapta Türklerin medeniyete katkıları anlatılmış lerden İbarettir”, “Bize Hangi İlimler Lazımdır”, “Ya-
ve Türklerin ırksal kökenlerine vurgu yapılmıştır. Ce- zımız, Dilimiz, Birinci Yılımız”. Hüseyin Zade bunlar-
laleddin Paşa’nın bu eseri milliyetçiliğin ihtiyaç duy- dan Türk dili ve Türk ırkı meselelerini ele almış Türk
duğu romantik tarihi inşa etme girişimi olmasından- kavimlerinin bir bütün olduğunu anlatmıştır. “Türkleş-
dır. Bu eserin diğer bir özelliği de Osmanlı Devleti’nin mek, İslamlaşmak, Avrupalılaşmak” düsturu üzerinde
üst tabakaları tarafından dahi küçümsenen Türkleri, önemli durmuş, artık Türklerin bu ilkelerle çalışmaları
Paşa’nın Batılı Türkologlardan derlediği bilgilerle uy- gerektiğini vurgulamıştır. Bu prensiplerin daha sonra
garlık tarihinde üstün bir yere oturtmuş olmasıdır. Gökalp’e ne ölçüde tesir ettiği açıktır30. Hüseyinzade
Ali Bey, Osmanlı Askeri Tıp Mektebi’nde de Türkçü-
Abdülaziz döneminde Türkiye’ye kadar gelerek
lüğün esaslarını öğretmeye başladı ve Türklerin aynı
Türkçe alfabe kullanımı ile ilgili görüşlerini dile ge-
bayrak altında birleşmesini savundu.
tiren Feth Ali Ahunzade, bu durumu anılarında şöyle
anlatır: “1857. Miladi yılda ben Müslüman Alfabesinin Türk milliyetçiliği üzerinde derin etkileri olan
ıslahı fikrine düştüm. Bunun için İstanbul ve Tahran’a düşünürlerden bir diğeri de İsmail Gaspılaralı’dır.
gitmek gerekti. Heyhat, Müslüman ileri gelenleri alfa- Gaspıralı, Rusya Türklerini bir tek “umumi lisan”da
belerini değiştirecek gibi değiller; hâlbuki bu her şey- birleşmeye çağırıyor, ayrı lehçelerin kullanılması
den daha gerekli ve daha önce gelir”26. yerine, “temiz Türki dil” kullanmalarını tavsiye edi-
yordu31. Milli kültür kurumlarının ıslah edilmesi ve
Bu arada Sultan Abdülhamit, imparatorluğu daha
genişletilmesi; milli hayır cemiyetlerinin kurulması;
türdeş hale getirmek için halk Türkçesini zorunlu hale
bütün Rusya Müslümanlarını kapsayan milli basının
getirmeye çalıştı. Bu uygulama imparatorluğun bü-
oluşturulması; Müslüman toplumunun modernleştiril-
tün okullarında Türkçeyi zorunlu kılan 1894 tarihli bir
mesi ve Avrupalılaştırılması ve Müslüman kadınların
kararnameyle başlatıldı. Kararname yaygın kullanımı
özgürleştirilmesi; halkın “yaratıcı güç ve düşüncesini”
olmayan Arapça ve Farsça sözcüklerden arındırılmış
temsil etmesi gereken milli aydın kadrolarının yetişti-
açık ve basit bir dili ve uygun ders kitaplarının kulla-
rilmesine yönelik faaliyetleri örgütledi32.
nılmasını şart koşuyordu27. Diğer yandan Abdülhamid
döneminde bir dereceye kadar “Türklük” bilinci de or- Yusuf Akçura, Osmanlıcılığı Türklerin hakları-
taya çıkmış ve Anadolu, Osmanlı İmparatorluğu’nda nı azalttığını düşünerek reddetti ve gayrimüslimleri
yaşayan Türklerin “ocağı” olarak kabul edilir olmuş- Türklere düşman ettiği için Panislamcılığa karşı çıktı.
tu28. Bu iki akıma karşı çıkan ve eleştiren Akçura, Türkçü-
lüğü Türki toplulukları birleştiren tek fikir akımı olarak
Kuzeyden Gelen Türkçüler ve Türklük!
ortaya koydu.
Rusya’dan Osmanlı İmparatorluğu’na gelen ya da
Bu doğrultuda 1883 yılında Gaspıralı tarafından
sığınan Türk aydınlarının Türk milliyetçiliğinin doğu-
çıkartılan ve “dilde, fikirde, işte birlik” şiariyle yayı-
şunda ve yaygınlaşmasında ki etkisi tartışılamayacak
na devam eden Tercüman gazetesi Ceditçi progra-
kadar büyük olmuştur. On dokuzuncu yüzyılın ikinci
mın ana hatlarını İstanbul’dan Bakü’ye, Kazan’dan
yarısında Çarlık Rusya’sının Panslavist uygulamala-
Taşkent’e uzayacak ölçüde yayıyordu. Gaspıralı Os-
rıyla asimilasyonu derinden yaşayan Türk aydınları,
manlı Türkçesini, Rusya’daki mahalli lehçelerin üs-
Osmanlı Türklerinden milliyetçilik duygusu yönünden
tünde ortak bir dil oluşturma çabasının odak noktası
çok daha coşkuluydular.
yapmıştı. Bu amaç için örgütlediği usulü cedit mek-

172 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


teplerinin sayısı 1916 Rusya’sında beşbinlere ulaş- hi Sultan Osman’dan mı başlar, daha evvelden mi?
tığı gibi aynı adı taşıyan partiler siyasi faaliyetlerde Timurlenk bizden sayılır mı sayılmaz mı? Osmanlı
faal bir rol üstleniyorlardı”33. İmparatorluğu’nun banileri Türk müdürler değil midir-
ler? Cengiz mi daha büyüktür, Yavuz mu? Tanzimat-
Azerbaycan’da olduğu gibi Türkiye’de de milli şu-
çılık taklitçi ve zararlı bir ruh mudur, değil mi? Turan
urun canlanmasında ve Türkçülük akımının yerleş-
mı, İrfan mı? Tesettür ve taaddüdü zevcad kalkabilir
mesinde Ahmet Ağaoğlu’nun özel bir yeri vardır. Ali
mi, kalkamaz mı? Ulema sınıfından bu memlekete
Hüseyinzade ile birlikte Ahmet Ağaoğlu Hayat gaze-
ziyan mı gelmiştir, fayda mı? Şiilik mi, Sünnilik mi?
tesini çıkarmış daha sonra da İrşad adlı gündelik bir
İslam terakkiye mani mi, değil mi? Latin harflerini ala-
gazete çıkarmıştı. Gazete bir yandan Rus hükümeti-
lım mı, almayalım mı? Arap ve Acem kültürlerinden
ne karşı mücadele ederken diğer yandan Türk Birliği
tecrit edilen bir Türk’ün medeni bir kıymeti kalır mı,
fikrini yerleştirmeye çalışıyordu.
kalmaz mı?
Ahmet Ağaoğlu Paris’te iken tanıştığı Genç Türk-
İşte Türklerin Anadolu’da yine bir devlet olarak
lerin yazılarına gazetesinde yer verdiği için gazete-
yeniden doğuşu bu yepyeni tartışmalar ışığında ger-
sinin Türkiye’ye sokulması da yasaktır. Türkçülük
çekleşmiştir. Bu tartışmalar bugünkü Türkiye Cum-
cereyanı Rus makamlarının olduğu kadar, Osmanlı
huriyeti devletinin temel istikametinin belirlemesini
Devleti’nin bütünlüğünü parçalayacağı endişesine
de sağlamıştır. Benzer tartışmaların bugün de sür-
düşen Türkiye Türklerini de rahatsız ediyordu. Ebuz-
mesi ise Anadolu üzerindeki “Türk” hâkimiyetinin
ziya, Mecmua adlı dergisinde Türkçülük ve Tatarcılık
kesin bir biçimde kurulmasıyla yakından ilişkilidir.
cereyanlarının Osmanlı bütünlüğüne aykırı olduğunu
Bu hâkimiyete itirazı olanlar bugün bu tartışmaları
yazıyordu. İçtihat dergisinde yazan Süleyman Nazif
yeniden yeniden gündeme gelmesini sağlamaktadır-
Türkçülere hücum edenlerin başında geliyordu34. Sü-
lar. Tartışmaları yapanlar “Türk” hâkimiyetine itirazı
leyman Nazif ile Ahmet Ağaoğlu arasında Türklük ve
olanlardır.
Osmanlılık tartışmasına aşağıda değinilecektir.
Yaklaşık yüz yıl öncesinde yapılan bu tartışma-
Dönemin Türkçülerinin hemen hepsinde ırk söz-
ların aynı zamanda Türk milliyetçiliğinin gelişmesine
cüğü ile anlatılmak istenen, dilsel yakınlık olmuştur.
de büyük katkıları olmuştur. Özellikle “Türkiyelilik”,
Ağaoğlu Ahmet Bey’in kavmiyet (ırk) tarifi de ant-
“Anadoluculuk”, “Turancılık”, “Osmanlıcılık”, “Türkçü-
ropolojik anlamda ırkı dışlar. Ağaoğlu Ahmet Bey’e
lük”, “İslamcılık” bağlamında yürütülen bu tartışmala-
göre kavmiyet, dil, din ve adetler ile müşterek tarih,
rı irdelemek Türk milliyetçiliğinin geçirdiği tekâmülün
müşterek vatan, müşterek mukadderattır35. Ömer
anlaşılması bakımından açıklayıcı olacaktır.
Seyfettin’in de Türk kavramı içinde “kan” ırkçılığı yok-
tur. Ömer Seyfettin şöyle yazar: “…Biz de ‘Türk’ der- 1. “Türkiyelilik”
ken ırk ve kan cihetlerini derin derin araştırmamalıyız.
Cumhuriyet ilan edilmeden yaklaşık on sekiz yıl
Bir ferdin Türk olmak için Türkçe konuşması, Müslü-
önce “Türklük” ve “Türkiyelilik” kavramlarının bir üst
man olması, Türk terbiye ve örfünün içinde yaşaması
kimlik olarak kullanılabilir olup/olmadığı tartışılmıştır.
kâfidir ve Anadolu’da Türkçe konuşan on dört, on beş
1906’lı yıllarda Dr. Abdullah Cevdet’in başını çektiği
milyon Müslüman vardır ki hepsi Türk’tür”36.
bir grup Osmanlı aydını Osmanlı üst kimliğinin değiş-
Gözden ırak tutulmaması gereken hususlardan tirilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Osmanlı tabiri
birisi de Türkçülerin daha yirminci yüzyılın ilk çey- yerine “Türk” ya da “Türkiyeli” kavramını kullanma-
reğinde millet kavramını ağırlıklı olarak kültürel an- nın daha isabetli olacağı iddia edilmişti. Dr. Abdullah
lamda ele almalarıdır. Onlardan yirmi sene sonra Cevdet’in hayali bir Osmanlı Ermeni’si ile konuyu tar-
Avrupa’da insanlık dışı bir ırkçılık anlayışı devreye tışarak açığa kavuşturmaya çalıştığı bir yazı kaleme
girecek milyonlarca insan ırklarından dolayı yok edi- almıştı38.
lecektir.
Bu yazıda “Türk” ve “Türkiyelilik” kavramlarının
Türk Milliyetçiliği Ekseninde Yaşanan birbirinin farklı olmadıkları da açıkça ifade edilir.
Tartışmalar
“-Ermeni’ye sorarım: Sen nesin:
Bütün kültürler için yıkılış çağları aynı zamanda
-Osmanlı.
yaratıcı dirilişin arandığı çağlar da olmuştur. Türk-
lerin tarihte yaşadığı en büyük felaketler arasında -Bu isim nereden geliyor?
gösterilen Balkan bozgunundan sonra, Osmanlıda-
-….Osman hanedanı tarafından Türkiye ve Türki-
ki düşünce sahipleri arasında “hasta adam”ı kurtar-
ye teb’asına verilmiş isimdir.
mak odaklı çok şiddetli tartışmalar baş göstermişti.
Yaşanan sorunun ne olduğunu da gösterir nitelikte -Sevgili vatandaş, müsaade et sana sorayım:
olan bu tartışmalardan bazıları şöyleydi:37 Türk tari- Peki, Türkiye kelimesini biliyorsun değil mi?

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 173


-Evet… O dönemlerde çıkarılan Anadolu dergisinde,
Anadolu’yu doğacak yeni kültürün kaynağı ve hedefi
-A iki gözüm vatandaşım, o halde böyle bir
olarak gören kültürcü ve ideolojik Anadoluculuk akı-
hanedan-ı istibdad ve fesadın namını taşımaktansa
mı nüksetti. 10 sayı kadar çıkan bu derginin ilk sayı-
şimdi tavsif ettiğin milletin namına nisbeten Türki-
sında Mükrimin Halil şöyle diyordu40.
yelilik, Türklük namına taşımak evla değil mi? Sen
Ermeni’sin, ben Kürd’üm; fakat Şura-yı Türkiye’de “Devlet müessesini her şeyin üstünde gören eski
senin de benim de milletvekili, meb’us olarak bulun- tarihçiler tarihlerini memleket veya milletin adına
maya hakkımız var. Türkiye hepimizin vatan-ı müşte- nisbet etmemişlerdir. Eskiden Selçuklu, Karamanlı
rekimiz değil mi?” derken şimdi Osmanlı adı onların yerine geçti, Oysa
millet aynı millet, memleket aynı memleketti. Bu
Profesör Hanioğlu bu yaklaşımı şöyle değerlen-
yanlışlık bugüne kadar devam etmiştir. Milliyet ce-
dirir “Kürt milliyetçi hareketi içinde önemli roller oy-
reyanının gelişmesinden sonra tarihimize Türk tarihi
nayan bir entelektüel “Türkiyeli” ve “Türk” üst kimlik-
denilmeye başlandı. Fakat Türk tarihi denilince bizim
leri arasında herhangi bir fark görmediği gibi daha
tarihimiz değil Türkistan tarihi hatıra geliyordu. Bazı-
sonra “işte bakın ben Kürd’üm. Kürdleri ve Kürdlüğü
ları buna –eski zihniyetle- Osmanlı Türkleri tarihi de-
severim. Fakat mademki hukuk ve vezaifçe eşit Tür-
diler. Oysa tarihte böyle bir il ve ulus yoktur. Osmanlı
kiye vatandaşlarındanım, o halde her şeyden evvel
Türk’ü, Selçuklu Türk’ü manasız tabirlerdir. Türkle-
Türk’üm” açıklamasıyla söz konusu iki seçenek ara-
rin il ve ulusları dünyanın birçok yerine göç ederek
sında “Türk” üst kimliğini tercih ettiğini belirtmiş, hatta
ve yerleşerek devlet ve medeniyet kurmuşlardır.
bu nedenle yazılarını “Bir Kürd-Türk” imzasıyla ya-
Türkmenler başlıca Anadolu, İran ve Azerbaycan’a
yımlamayı uygun görmüştür.
yerleşmişlerdir. Türk tarihi deyince bizim tarihimiz-
Hüseyinzade Ali (Turan) Azerbaycan’da Hayat ve le birlikte Azerbaycan’da, Suriye’de, Irak’ta İran’da,
Kaspii dergilerinde yazdığı yazılarda “Osmanlı” kim- Türkistan’da, vb. devlet kuran Türk kavmine mensup
liğinin, bunun Fransızların kendilerine “Bourbon” de- il ve ulusların tarihi akla gelir. Anadolu’ya göç eden
meleriyle aynı olacağını ileri sürerek “Türk” kimliğinin Türkler bu yeni vatanlarında haçlılarla, Bizanslılar-
kullanılması gerektiğini ifade etmiştir. la uğraşmışlar, en sona kati surette yerleşmişlerdir.
Sonra da bu Türkler yeni bir imparatorluk kurarak
Arnavut milliyetçisi Faik Konitza ise; ne “Türk”
Rumeli’yi Suriye ve Irak’ı elde etmişlerdir. Öyle ise
ve ne de “Türkiyeli” kavramlarının kendileri açısın-
tarihimizin adı Anadolu Tarihidir”.
dan tatmin edici olmadığını ifade eder. Bu kimsele-
re göre aynı etnik gruba (Türklere) atıfta bulunan bu Mükrimin Halil, baştan sona kadar bütünsel ve
kavramların Arnavutlar tarafından bir üst kimlik ola- süreklilik arz eden bu yaklaşımının sonucunda ulaş-
rak kabulü imkânsızdı. Nitekim Konitza, 1909 yılın- tığı son yargı ile kendi kendisiyle çelişen bir konuma
da Müslüman olmaları nedeniyle Kendilerine “Türk” düşmüş olmaktadır. Anadolu’da Türklerin kurduğu
diyen Müslüman Arnavutların bu sıfatı terk etmeleri devletin tarihi “Anadolu Tarihi” olarak nitelendirilmek-
için açılan kampanyanın başını çekecekti. Bu amaca tedir. Mükrimin Halil, Türk tarihinin belirli bir zaman
ulaşmak için bir yandan Türk için aşağılayıcı bir sıfat diliminde Anadolu’daki devamı olan tarihine Anadolu
olarak kullanılan “Halldup” kelimesinin kullanımına Türk Tarihi demeye bile gerek görmemiştir. Anadolu
yaygınlık kazandırılırken, öte yandan da, Müslüman tarihi de hangi milletin Anadolu’daki tarihidir. Bu belli
Arnavutlar milli bir din teşkilatlanması düzenleme yo- değil..
lunda teşvik edilmişlerdir. Aynı amaçla “Flamuri” gibi
Gökalp’ın Türkiyelilik Kavramına
milliyetçi dergiler, Osmanlı Mebusanı’ndaki Arnavut
Verdiği Cevap
mebuslara, İrlanda ya da İspanya’daki Katalan par-
tilerinin mensupları gibi, her türlü üst kimliği redde- “Evvelce Türkçülüğe lakayd kalan bazı insaf sa-
derek, yalnızca etnik etiketleriyle siyaset yapmalarını hibi Osmanlıcılar, Wilson prensipleri ortaya atıldıktan
tavsiye ediliyorlardı. sonra, “Türkçülük bize, Osmanlı İmparatorluğundan
müstakil, hususi ve milli bir hayatımız, hudutları et-
II. Meşrutiyet’in Osmanlıcık, İslamcılık, Turan-
nografi ilmi tarafından çizilmiş milli bir vatanımız, bu
cılık şeklinde üç yaygın ideolojisine tepki halinde
vatanda kendimizi tam bir istiklale idare etmekten
Mütareke döneminde doğan hareketlerden birisi de
ibaret olan milli bir hakkımız olduğunu vaktiyle bir ço-
Memleketçilik idi. Bu hareketin ilk tohumu Türk Ocağı
ğumuzun zihnine ve ruhuna yarleştirmiş olmasaydı,
içinde büyük Türkçülüğe karşı Küçük Türkçülük veya
bugün halimiz ne olacaktı?” demeğe başladılar. De-
Türkiyecilik şeklinde, 1917 yılında atılmıştı39. Bundan
mek ki, yalnız bir tek kelime, mukaddes ve mübarek
iki yıl sonra da Mülkiye sıralarında Anadolu’yu Türk
(TÜRK) kelimesidir ki, bu herc ü merc içinde doğru
kültürünün gerçek kaynağı gibi gören yeni bir akım
yolu görmemize sebep oldu…/…Türkçüler, seçkin-
doğmuş oldu.
lere yalnız milletlerinin adını öğretmekle kalmadılar,

174 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


onlara milletin güzel lisanını da öğrettiler”41. teorisi bir imparatorluk yedi. Şimdi bir imparatorlu-
ğumuz yok; ama İttihad-ı Anasır teorimiz yine var.
Bugün Türk kavramı üzerinde tartışma açanlar,
İsim değiştirmiş de olsa, cisim olarak aynı olan bu
ya hafızası zayıf ya da hafıza kaybına uğramış olan-
yeni teori onbeş yıldan beri tedavülde. Özü, esprisi
lardır.
hiç değişmemiş: Bir “Alt Kimlik” olacakmış bir de “Üst
Eski başbakanlardan birisi 31 Aralık 1994 günü Kimlik”. Alt kimlikler, “Halklar”ın kendisini özgürce ifa-
Karabüklülere hitap ederken: ‘‘Ne mutlu Türkiye’nin de etmesini sağlarken, Üst Kimlik, bütün bu halkları
vatandaşıyım diyene’’ demişti. Bugünkü Türkiye’nin bir tek çatı altında kuşatacakmış, gerisi süt liman”…
Başbakanı da “Türkiye’de Türkiyelilik bilincini en azın- Eski İttihad-ı Anasır teorisinde üst kimliğin adı “Os-
dan yakalamalıyız. Bunun bir de Türkiye Cumhuriyeti manlılık” idi, yeni “İttihad-ı Anasır teorisinde ise “T.C.
vatandaşlığı bilinciyle zenginleştirmeliyiz” diye ko- Vatandaşı” olmak45.
nuşmuştu. Hâlbuki Türkiye’nin derinlerdeki ruhu olan
2. Osmanlılık ve Türklük
Ziya Gökalp, 1918 yılında ‘Türkiyecilik’ ve ‘Türkcülük’
kavramı üzerine şunları yazmıştır: ‘Gerçekten, biz Ziya Gökalp, Osmanlılığın “kan kardeşi” ol-
aradığımız milli hayatı, milletin vicdanında şuursuz mayan kavimleri nasıl “can kardeşi” yaptığını şöy-
bir surette var kabul ediyoruz. Bu şuursuz vicdanı, le anlatır: “Osmanlılar, Türkistan’dan, Türklerin
şuurlu bir hale getirmeğe Türkçülük adı veriyoruz’. Anayurdu’ndan pek uzak düşmüşlerdi. Zaman ve
Bugünlerde Türkiye’ye birileri tarafından dayatılan mekânlarından ziyade, haiz oldukları dehayı-ı hususi
“Türkiyecilik” kavramıyla ilgili olarak da Ziya Gökalp onları başka bir gayeye, başka bir hedefe sevk etti.
tam 91 yıl önce şu görüşü ileri sürmüştür: “Türk keli- Bu gaye, kan-kardeşi olmayan müteaddit akvamı
mesi ile Türkiye kelimesi arasında büyük fark vardır; can-kardeşi yaparak garizi ve viladi enmuzecler fev-
her Türkiyeli, Türk değildir; aynı zamanda her Türk kinde terbiyevi ve tekamüli bir “enmuzec-i milli” ibda
de Türkiyeli değildir. etmekten ibaretti”46. Gökalp’e göre yine bu nedenle-
dir ki, “Osmanlılar, üç bin seneden beri Asya ve Şarkı
Türkiye kelimesi devletimizin ismidir; Türk keli-
Avrupa’da sultan-üs-selatin hükmünde bulunan eski
mesi milletimizin adıdır. Ben tabiiyetim itibariyle Tür-
Türk Hakanlarının yeni bir sülalesi olmak iddiasıyla
kiyeliyim, kültürüm itibariyle de Türküm. Benim bu iki
meydana atılmadılar. Selçuk Devlet-i Türkiyesi’nin
ada birlikte sahip oluşum, bu kelimelerin eş-manalı
varisleri oldukları halde, tarih-i millilerini Selçuk ta-
olmasını gerektirmez. …/… İşte Türk ve Türkiyeli ke-
rihine de rapt-u ilhak eylemediler” der. Osmanlı’nın
limelerinin mukayesesi gösteriyor ki, Türkçülük baş-
siyasi başarısında bu tavrının egemen olduğunu Gö-
ka bir şey, Türkiyecilik ise başka şeydir../..“Jöntürkler,
kalp söyler.
yalnız Türkiyeciydiler. Türkçüler, Türkiye ile beraber
Türklüğü de düşünenlerdi. Türkçülüğün birinci işi, Peyami Safa’nın “Türk İnkılâbına Bakışlar” adlı
devlet, ümmet, millet kelimelerinin farklarını meyda- eserinde Ahmet Ağaoğlu ile Süleyman Nazif’in tar-
na koymak oldu. Devlet tabiiyette, ümmet dinde, tışmalarına geniş bir biçimde yer verir. İlginç ve bir
millet kültürde müşterek olan fertlerin toplamıdır. o kadar da düşündürücü olan bu tartışmaların her
Bu suretle, bizim, Türkiye devletine, İslam ümmetine, Türk milliyetçisi tarafından çok iyi bilinmesi gerekir47.
Türk milletine mensup olduğumuz anlaşıldı”42. Ziya İctihad’ın 11 Temmuz 1329 (1913) tarihli ve 71’inci
Gökalp’ın Türkçülük anlayışı kavrayıcı ve kapsayı- sayısında Süleyman Nazif, Türk Yurdu’nda yazan
cıdır. O, İslamcılığı, Osmanlılığı ve Türkçülüğü aynı Ahmet Ağaoğlu’na karşı yazdığı açık mektupta şun-
konsept içinde birleştirmiştir. ları söyler:
Şu satırlar da Gökalp’a aittir: “Türk mütefekkirle- “Azizim! Müdafaai Milliyetinin encümeni mahsu-
ri, Türklüğü inkâr ederek beyne’l edyan bir Osman- sunda da alenen söylemiştim ki her Müslüman Os-
lılık tasavvur ettikleri zaman İslamlaşmak ihtiyacını manlı gibi benim iki an’anem ve iki akidei içtimaiyem
duymuyorlardı; hâlbuki Türkleşmek mefkûresi do- var; Biri dini, diğeri milli. Ananei diniyem Hicreti Ne-
ğar doğmaz İslamlaşmak ihtiyacı da hissedilmeye beviyenin on sene evvelinden, an’anei milliyem ise
başladı”43. “Türkçülük, ne kavim, ne ümmet ne de altı yüz doksan dokuz senesinden başlar (...) Size
ahali Türkçülüğüdür. Türkçülük demek, Avrupa me- ekanimi selâsei hüviyetimi şu suretle tarif edeyim:
deniyeti içinde bir Türk harsı vücuda getirmektir. En Müslümanlık, Osmanlılık, Türklük! (...) Bugün bir ke-
mukaddes şahıs (Hazreti) Peygamber; en mukaddes rimem olsa putperest kalmış bir Türk’e, hatta bir şiiye
ma’bed, (Kabe-i Muazzama) kalacak. En güzel lisan, tezviç edemem. Fakat bir Arap, bir Kürt, bir Çerkez,
Türkçe(dir). Musiki ve edebiyatta, Türk güzelliği te- bir laz, bir Tatar bir Hintli, bir Cavalı benim makbul bir
celli edecektir”44. damadım olabilir (...) Şübbanı Osmanide ve bilhassa
şu son zamanlarda pek acayip temayüller görüyo-
Durmuş Hocaoğlu, son zamanlarda yeniden tar-
rum. Mukadderatı ümmeti biraz sonra ellerine alacak
tışmaya açılan “Türkiyelilik” kavramı ya da T.C Vatan-
olan o gençlere ilan etmek isterim ki bizim hakanımız
daşlığı ile ilgili olarak şunları yazar: “İttihad-ı Anasır

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 175


Cengiz değil, Timur değil, Ömerülfaruktur, Salahad- uğraştılar. Bununla beraber şu devleti muazzamının
dini Eyubudir, Hüdevendigarla Yavuzdur”. esası bülendini vaden eyadii azmü himmet meyanın-
da Mihal gibi, Evranos gibi lisanımıza yabancı, fakat
Ahmet Ağaoğlu Türk Yurdu’nda bu iddialara şu
vicdanımıza pek munis isimlerle hürmet ve şükranla
cevabı verir:
tesadüf etmekteyiz. Bugün Türkçülerimizin kutsiyeti
“Yani zatı valâları biseti nebeviyeden ve bir de semaviye ile meşmuliyete layık gördükleri Timurlenk,
Osmanlı tarihinin iptidasından evvel hiç bir şey tanı- Tatar ve Türklerden müteşekkil ordusunu Ankara
mak, bilmek istemiyorsunuz! Saffet ve samimiyetini- sahrasında mevcudiyeti Osmaniye saldırdığı zaman
ze bütün kalbimle inanmak isterdim; fakat yanılmakta karşısına dikilen ordunun sufufu mukavemeti meya-
olduğunuza kaniim: Zira İslamiyet’i anlamak ve takdir nında cansiparene harbeden Sırplara ne diyeceksi-
etmek için onun zuhur ettiği muhiti bilmek ve anla- niz? Bu devlet böyle teessüs ve böyle temadi etmiş-
mak şarttır. (...) Geçelim an’anei milliyenize: Osmanlı tir. Tarihi lehinizde işhad için beyhude it’ab etmeyiniz
tarih ve devletinin kurucuları, siz de inkâr etmezsiniz azizim! Fatih Sultan Mehmed’i en çok düşündüren
ki Türklerdir. Hâlbuki Gazi Osman’dan evvel Osmanlı Uzun Hasan Türk, Yavuz Sultan Selim’in karşısına
Türk’ü namına dünyada bir ferdi vahit yaşamıyordu. en ziyade dikilmek isteyen Şah İsmail’i Safevi gene
Gazi Osman’sa bedihidir ki Osmanlı Türklerini yarat- Türktü”.
madı. Kendisinden evvel de yaşamakta olan Türkle-
Osmanlı Devleti’nin Türklüğünü inkâr eden bu
rin gayret ve hamiyetiyle bir devlet kurmayı başardı.
iddialara Ahmet Ağaoğlu Türk Yurdu’nda aşağıdaki
Ve işte bu Türkleri öğrenmeksizin, onların mazisi-
cevabı verir;
ne, ananelerine, teşkilatı içtimaiye ve siyasetlerine,
Osman Gazi’nin zuhuru esnasındaki hallerine vâkıf “Muhterem beyefendi, Evranos ve Mihal isimlerini
olmadan, Osmanlı Devleti’nin, Osmanlı ananesinin kemali şevkle zikrederken Devleti Osmaniye’nin ha-
nasıl ve ne suretle teşekkül etmiş olduğun anlamak, kiki müessisleri olan Ertuğrul ve Osman Gazi’nin en
siz de itiraf edersiniz ki pek müşkül olur. Müşkül de- yakın muavinleri olan Gündüz, Sarı Batı, Savacı şeh-
ğil katiyyen gayrıkabil olur. Osmanlı tarihini anlamak zadeleri; Akça Koca, Turgud Alp, Saltuk Alp, Kara-
ve sevmek için mutlaka Selçuk Türklerini öğrenmek mürsel ve keza şehzade Süleymanın Rumeli’ye ge-
ve anlamak, bütün Türkleri, mazilerini, teşkilatlarını, çerken yanında bulunan Ak Sungur, Kızıl Oğlanoğlu,
ahlak ve seciyelerini bilmek lazımdır. Eğer böyle ya- Kara Timurtaş, Kara Hasanoğlu, Akça Kocaoğlu gibi
pılmazsa Osmanlı Türk’ü asılsız, öksüz, gökten düş- Türk namıdarlarını zikretmekten çekiniyorlar ve hak-
müş sayılır ve anlaşılamaz. (...) Siz Türklüğü ikiye ları da vardır. Zira kendi ikrarları mucibince Evranos
bölüyorsunuz: Birisi –Osmanlılık tarihiyle başlayan ve Mihal gibi isimler “lisanlarına yabancı ve lakin vic-
Türklük, diğeri ise Osmanlı tarihinden evvel yaşamış danlarına pek munis” olduğu halde o eski Türk nam-
veyahut Osmanlılığın haricinde bulunan Türkler. Siz ları bugün o zarif latif kulaklarına o kadar yabancı,
bu ikinci kısmı tamamen atıyor, onlardan bahsetmek- barbar, gayrimunis geliyor ki!... Fakat gidiniz, bunu
ten nefret ediyorsunuz. o Osmanlı saltanatını tesis etmiş olan Türklerden ve
onların eski yurtları olan Türkistan, Kafkasya, Azer-
Dünyada bir Arap, bir Acem, bir Fransız, bir İn-
baycan vesaire ahalisinden sorunuz! Bu barbar adlar
giliz, bir Alman bulamazsınız ki kendi milliyetini ikiye
onlara öyle munis gelir ki, onların vicdanına o kadar
bölsün ve birini kabul etsin diğerini reddetsin”.
yakındır ki! Bu gün bile Anadolu’dan başlayarak Al-
Hâlbuki Süleyman Nazif, Osmanlı taylara kadar milyonlarca insan bu isimleri taşıyor-
İmparatorluğu’nun Türkler tarafından kurulmuş oldu- lar!”
ğuna da kani değildir. İçtihad’ın 74 üncü sayısında
“Arabınkini Arap’a, Aceminkini Acem’e iade eder-
Ağaoğlu’na verdiği cevapta:
sek elimizde uzun kollu bir hırkadan başka bir şey
“Ananei milliye hakkında söylediğiniz sözleri kalmaz” diyen Süleyman Nazif’e Ahmed Ağaoğlu ce-
pek garip buldum. Sultan Osman’ın ceddiyle birlik- vap veriyor: “Elimizde uzun kollu bir hırkadan başka
te Cengiz’in önünden kaçmış olan bir kaç yüz çadır daha birçok, milli vicdanı ebedi mefharetle doldura-
halkı Asya’nın garbında tek başına koca bir devletin cak kadar şeyler kalacaktır”.
esasını kuramazdı. Vesaiti tesisi burada buldular. Ve
3.Turancılık
bunlar Türk olmaktan ziyade anasırı mahalliyeden
idiler. Pekiyi bilirsiniz ki saltanatı Selçukiye’nin mira- Coğrafi olarak sınırları İran’ın kuzey doğu-
sına davayı istihkakla vaziyet etmek isteyen Karama- sundan başlayan Aral Gölü’yle Çin’in işgali altın-
noğulları Fatih zamanına kadar tam bir buçuk asır daki Türkistan’a dayanan ve kabaca eski Sovyet
devleti işgal etmişlerdi. Karamanoğullarını en çok Türkistan’ına tekabül eden alan tarihi kayıtlarda
mukavemet göstermiş oldukları için sarahaten zikre- Turan olarak adlandırılır. Turan özünde Ulu (büyük)
diyorum. Yoksa Osmanlılar bidayeti teessüste hepsi Türkistan demektir. Turancılık ise; “Osmanlı ve daha
Türk olan Tavaifi Mülükün hemen hepsiyle az çok sonra Türkiye coğrafyasında yaşayan Türklerle siyasi

176 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


sınırların dışında kalan, özellikle de doğuda, Asya’da si değil düşünülmemesi yanlış olacaktı. Bu anlam-
Sovyet topraklarında yaşayan Türk dilli toplulukları da Turancılık akımının Osmanlı İmparatorluğu’nun
ortak ırk-kan, kültür ve tarih iddiası temelinde bir- parçalanması döneminde zuhur etmesi de rastlantı
leştirmeyi arzulayan pantürkçü bir eğilim”48 olarak değildir. Turancılığı, esasında düveli muazzama de-
tanımlanmaktadır. nilen sömürgeci güçlerin, Türklerin, yüzyıllardır üç
kıtayı kontrol eden bir imparatorluktan, kolu kanadı
Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarındaki Türk-
kırılmış küçük bir devletçik haline getirme projelerine
lerin birliği düşüncesinin yükselişi bir yandan elverişli
karşı verdikleri bir tepki olarak görmek mümkündür.
koşullar ve imparatorluk içindeki aydınların etkisi, di-
Turancılığın bir anlamda Hristiyan Avrupa’da kay-
ğer yandan da dış Türklerden gelen destekle günde-
bedilen büyüklüğün, Türklerin yaşadığı Müslüman
me geldi. Abdülhamit döneminde sultan imparatorlu-
Asya’da telafi etmek düşüncesinin ürünü olduğu söy-
ğun birleştirici gücü olarak İslam’ı ön plana çıkarmıştı.
lenebilir. Orta Asya’nın derinliklerinden binlerce yıl
Ancak yaşanan tarihi ve sosyolojik gerçekler Osman-
öncesinden çıkarak Avrupa’nın göbeğine kadar giren
lı aydınları arasında Türklük duygusunun da giderek
Türk toplulukları ilk kez Turancılık adı altında geride
güçlenmesine neden oldu. Özellikle Rusya’da artan
bıraktıkları miras üzerinde hesap yapmaya ya da dü-
Ruslaştırmaya karşı bir tepki ve savunma biçimi ola-
şünmeye başlamışlardır.
rak oradan göç eden Türkler, Osmanlı aydınları ara-
sında ki ‘Türk Birliği’ düşüncesini yaygınlaştırmıştır. Osmanlının son zamanlarında çağın ihtiyacına
cevap vermek için ortaya çıkan Türkçülük akımının
Ancak Osmanlı aydınlarını gerçekte Türkçü ve
temel amaçlarından bir diğeri de Türk Milleti kate-
Turancı eğilime tarihi, siyasi ve kültürel şartlar zor-
gorisini oluşturmaktı. Türkçüler, yukarıda belirtilen
lamıştır. Nitekim Türkçülük ve Turancılığın yükseldiği
nedenler yüzünden devletin siyasi sınırlarıyla mil-
dönemler, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı tebaası
leti bir tutan anlayışı kabul etmeyerek bunu yerine
olan Hristiyan unsurların isyan ederek ayrıldığı dö-
etno kültürel bir anlayışı benimsediler. Bu anlamda
nemlerdir. Bu gelişme “Osmanlılık” söyleminin Os-
Ömer Seyfettin, “Bir milleti siyasi sınırlar ayıramaz”
manlı İmparatorluğu’nu bir arada tutamadığını açık
diyecektir. Bir milleti siyasi, sosyal, askeri ya da ta-
seçik ortaya koymuştu. Osmanlı aydınları Osman-
rihi şartlar aynı bayrak altında yaşamaktan mahrum
lıcılığın başarısız olmasını “din”i gerekçelerle izah
edebilir. Bu milleti sınır çizgilerine indirgemeyi gerek-
ediyorlardı. Osmanlılık ideolojisinin devleti bir arada
tirmez. Bu nedenle sınır çizgileri milleti tanımlamakta
tutmaya yetmediğini, bu nedenle de onlar Osmanlı
yeterli olmaz. Nitekim Ziya Gökalp millet adlı şiirinde
Devleti’nin kurtuluşunun ‘İslamcılık’ta olduğunu dil-
bu gerçeği şöyle dile getirecektir.
lendirmeye başlamışlardır. Ancak kısa bir süre sonra
Osmanlı İmparatorluğu’nun Müslüman olan ve fakat
“Süngü beni ayırsa da vahdetimi unutmam,
Türk olmayan unsurları -Arnavutlar ve Araplar- da
Dilde, dinde müşterekiz, hep gelmişiz birbilden.
isyan ederek ayrılması, Osmanlı aydınlarının doğal
Devletimin kaygusuyla milletimi unutmam
olarak “Türkçülük” kartına sarılmalarına neden ola-
Anadolu bir iç-ildir, ayrılmaz dış-ilden”50.
caktır. “Cins cinse meyillidir” ilkesi bağlamında Os-
manlı Devleti’nin kurucusu ve sahibi olarak görülen
Gökalp, bütün Türk uluslarının, Osmanlıların,
Türklerin birliği ve beraberliği zorunlu olarak talep
Azerbaycan ve Kırım Türklerinin, Türkmenlerin, Kır-
edilir hale gelmiştir. Aynı şekilde “Balkanlarda toprak
gızların vb. potansiyel olarak bir tek ulus meydana
kaybının devam etmesi, o zamana kadar sadık ka-
getirdiklerinin su götürmez gerçek olduğunu belirtir.
lan Müslüman Arnavutlar ve Araplar arasında ulus-
Yine Gökalp, bu Türk boylarının arasındaki farklılık-
çuluğun gelişmesi, Türkçülüğün hem Osmanlıcılık
ların ayrımında olarak önemli olanın bu halklar ara-
hem de İslamcılık karşısında yükselmesine yardımcı
sındaki “ırk birliği” değil kültür birliği olduğunu söyler.
olmuştur”49.
Ona göre, çeşitli uluslardan oluşan imparatorluklar
Turancılığın 19. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan dağılırken, aynı ulustan olduğuna inanan halklar da
gerçeklikleri arasında, tarihi ve siyasi karşılığı da var- birleşmektedir. Bu eğilimden Türk kültürünün ege-
dır. Nitekim o dönemler bir yandan çeşitli uluslardan men olduğu coğrafyanın da istisna tutulamayacağını
meydana gelen imparatorluklar çözülüp, dağılırken, söyler. Bu gelişme süreç içerisinde Balkanlardan Çin
diğer yandan da aynı ulustan olup, farklı ülkelerde sınırına kadar yaşayan Türk halkların, Turan adı altın-
yaşayan halkların birleşmesi için büyük mücadeleler da birleşmeleriyle neticeleneceğini savunur. Gökalp,
verilmekteydi (Almanya ve İtalya gibi). Turancılığın simgesi olan o meşhur şiirini yazar:
Panslavizm, Pangermanizm hatta bir bakıma
“Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan;
Panhelenizmin yükseldiği ve hemen hepsinin de
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan”
Türklerin hâkim olduğu topraklar aleyhine niyetler
içerdiği bir dönemde Türklerin birliğinin düşünülme-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 177


Gökalp’e göre Turan, Türklerin ‘efradına cami; şüncesi için ümit ışığı olmuştu. Ancak Osmanlı
ağyarına mani olan’ mefkûrevi vatanıdır. Turan, Türk- İmparatorluğu’nun savaşta yenilmesi umutların yı-
lerin oturduğu, Türkçenin konuşulduğu bütün ülkele- kılmasına neden olmuştur. 1917 yılında Rusya’da
rin mecmuudur51. meydana gelen Bolşevik devrimi Türk birliği umut-
larını yeniden canlandırmıştır. Bu dönemde Gökalp,
Batıcı Abdullah Cevdet ise Ziya Gökalp’ın bu bey-
Rusya’daki Türklerin bu fırsatı değerlendirerek ba-
tinden bir kelime çıkararak aynen benimser.
ğımsızlıklarını elde etmelerini ve resmi dili Osmanlı
Türkçesi olan bir devlet kurmalarını önerecektir. Bu
Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan;
devletin de Osmanlı İmparatorluğu’yla birleşmesini
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: İrfan!
arzu etmiştir.
Abdullah Cevdet’in 18 Temmuz 1329 (1913) Hâlbuki tarihi süreç Türk birliği beklentisi içinde
tarihli İçtihat adıyla çıkardığı derginin 72’inci sayı- olanların umduğu biçimde gelişmemiştir. 1917 yılın-
sında “Yeni Turan” ile ilgili olarak da şunları yazar: da Çarlık Rusya’sının çöküşü de Rusların egemenliği
“Ben gençlere bambaşka bir Yeni Turan gösteri- altında yaşayan Türk halklarının özgürlüğü ve birleş-
yorum. Gösterdiğim bu Yeni Turan’a Avrupa’nın, mesi için kısa süreli umut vaat etmişti. Sonuçta Bol-
Amerika’nın, Japonya’nın darülfünunlarından, fabri- şevikler Rusya’daki Türkler arasındaki bağımsızlık
kalarından geçilir. Benim Yeni Turanın başka hiçbir hareketlerini tümüyle bastırmışlardır. Gökalp de reel-
tariki yoktur. Bana ve benim nazarımın isabetine politik gereği olarak daha sonra düşüncelerini süreç
itimat eden gençler bunu iyi bilsinler: Vatan hür ve içerisinde daha rasyonel ve gerçekleştirilebilir un-
muhterem olarak yaşanılan yerdir”. surlarla donatacaktır. Gökalp bu bağlamda, Türkle-
rin birleştirilmesi talebinden vazgeçmiş ve amacının
Peyami Safa, Abdullah Cevdet’in ve İçtihat’ının
Türklerin sadece kültür yönünden birleşmesini sağla-
davasının ne “İrfan”, ne de “Turan” olmadığını,
mak olduğunu söylemiştir. Bunu gerçekleştirmek için
İçtihat’ın amacının medrese ve softa kafasını, şeriat
de Türk lehçeleri arasında en gelişmişi olan İstanbul
ve meşihat otoritesini yıkmak olduğunu yazmıştır. Ni-
Türkçesinin ulusal dil olarak kabul edilmesini iste-
tekim birkaç sayıdan sonra İçtihat, “Kılıcazade Hakkı”
miştir. Ziya Gökalp, daha sonraki dönemde Turancı
imzalı bir yazı yayımlayarak şu görüşleri ileri sürer:
programının kapsamını daha da daraltarak Türkler
“Halka diyeceğiz ki: Altı yüz seneden beri softala- arasındaki bir birliğin, ancak Oğuz Türkleri arasında
rı, şeyhleri, dervişleri dinlediniz, kazancınız hüsran- kurulabileceğini söylemiştir.
dan ibaret kaldı. Bunu defaetle tecrübe ettiniz. Şimdi
Bu arada kuruluş amaçlarından birisi de Türkiye
biraz da softaların ve şeyhlerin dinsiz dedikleri haki-
dışındaki Türklerle ilişki kurmak olan Türk Ocağı’nın
kati kur’aniye dindarlarını, ulum ve fünun ve efkârı
1927 yılında programını değiştirmesi de ilginçtir. Türk
ahrarane taraftarlarını dinleyiniz. Gene bağıra bağıra
Ocakları statüsünün 2. Maddesi “Türk Ocağı’nın faa-
halka anlatacağız ki; Değil ki Asya’ya çekilmek, ku-
liyet sahası sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırlarıdır”
tuplara firar etsek Avrupalılar gibi düşünmedikten,
şeklinde değiştirilmiştir.
Avrupalılar gibi çalışmadıktan sonra orda daha yaka-
mızı bırakmazlar. Bugün Avrupa’dan tardettiler, yarın Bu noktada Türkçü hareket içerisinde yer alan
dünya yüzünden kaldıracaklardır. Ya eyyühelmüsli- Rusya göçmeni Türkçüler ile Osmanlı Türkçüleri ara-
min, artık yeter!”52. sında pantürkçü düşünceler yönünden ciddi farklara
değinmek gerekir. Rusya göçmeni Türkçülerin temel
Turan Umutlarının Sönmesi!
amaçlarından birisi Rusya Türklerinin Rusya’nın bas-
Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Savaşı kısı karşısında varlıklarını sağlamaya dönük bir hare-
yıllarında yeniden bir var olma, yok olma savaşına ketin doğmasını sağlamaktır. Osmanlı Türkçülerinin
girmeleri üzerine Turancılar, Çarlık Rusya’sının ege- temel amacı ise Devlet-i Aliye’yi kurtarmaktı. Bununla
menliği altındaki Türklerin bağımsızlığa kavuşacağı- birlikte Yusuf Akçura, merkezine Osmanlı Devleti’ni
nı ummuşlardır. Böylece Osmanlı İmparatorluğu ile yerleştirerek pantürkçülüğü, Osmanlı Türkçülerinin
Bağımsızlığını kazanan Rusya’daki Türkler arasında amaçlarına da hizmet eder hale getirmişlerdir53.
bir birlik kurulabilecektir. Gökalp, savaşın başladığı
Enver Paşa’nın 1922 yılında Türkistan’da Sovyet
ve henüz gidişatın belli olmadığı ilk dönemlerde o
Hükümeti’ne karşı başlattığı ayaklanma sırasındaki
meşhur Kızıl Destan adlı şiiriyle beklentilerini şöyle
hazin sonu Turancılık idealinin bir macera olarak ni-
dile getirir:
telendirilir olmasına neden olmuştur.
“Düşmanın ülkesi viran olacak. 4. “Anadoluculuk”
Türkiye büyüyüp Turan olacak”.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Anadolu,
Devletin kurulmasında jeopolitik mihver özelliği ta-
Birinci Dünya Savaşı, Türklerin birliği dü-

178 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


şımasına karşın Osmanlı seçkinlerinin bilincinde bir macı, mevcutla yetinmeyi öneren ve önceliği Anado-
karşılığı yoktu. Osmanlı seçkinlerinin yüzü daima lu coğrafyasının vatanlaştırılmasına verilmesini esas
Avrupa’ya dönük olup Rumeli de tıpkı Anadolu gibi alan bir stratejidir. Temelinde mevcut siyasi şartlar,
önemli coğrafi bir mihver olarak görülüyordu. Ana- emperyalist güçlerin yeniden hedefi olmamak ve öte-
dolu, imparatorluğun kan, gelir ve diğer insan gücü den beri ihmal edilen Anadolu’nun inşa düşüncesi
ihtiyacının deposu olarak görülen bir algıya sahipti. vardır. Bu düşünce coğrafyadan yola çıkılarak milleti,
Saray seçkinleri ise Anadolu’yu cahil köylüler ve gö- vatanı ve tarihi inşa eder. Bu akımı savunan düşü-
çebe topluluklar yurdu olarak düşünüyordu. Çocuk- nürlerden başlıcaları Nurettin Topçu, Mehmet Kap-
luğundan itibaren İstanbul’da yaşayan “köle elit” için lan, Cevat Şakir Kabaağaçlı ve Remzi Oğuz Arık’tır.
ise coğrafyanın önemi yoktu. Arık’ın eserlerinden birisinin başlığı da “Coğrafyadan
Vatana” adını taşır.
Namık Kemal’in vatan kavramını yaygınlaştırma-
sıyla birlikte birçok şey değişmeye başladı. Namık Enver Paşa’nın Doğu seferinin başarısızlıkla so-
Kemal’e göre İslam, yurttaş ile ‘vatan’ arasındaki nuçlanması ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerde her an
bağı sağlıyordu. Ancak coğrafi birim olarak Anadolu gerginliğe yol açabilme riskini içinde barındırması
kavramının giderek önem kazanması Balkanlar’da nedeniyle Turancılığın yerine daha çok Misak-ı Milli
kaybedilen topraklarla yakından ilişkiliydi. sınırları içerisinde bir Anadolu milliyetçiliği tasvip edil-
miştir56.
Balkanlar’ın büyük kısmının kaybedilmesi, ardın-
dan da Anadolu’daki Ermeni ve Yunan milliyetçiliği- Yeni Anadoluculara göre yeni Cumhuriyet’e “Tür-
nin gelişmesi ve yaygınlaşması Anadolu’da Türkler kiye” değil ‘Anadolu’ adı verilmeliydi. Bu tezi savu-
arasında da milli bilincin yükselmesine neden oldu54. nanlar “Kemalist sistem’in Asyatik tezine karşıt bir
yaklaşım tarzını ileri sürmek, suretiyle “Anadolu,
Necip Asım’a göre Anadolu’nun kırsal ve göçebe
Anadolulularındır”, diyorlardı. Böylece, Türkleri dev-
halkları kendilerine özgü sözcükler, deyimler, şarkılar,
reden çıkarıyor ve geldikleri yerlere itiyorlardı57.
masallar, atasözleri, bilmeceler, adet ve usullerden
oluşan bir hazine sandığıydı. Ziya Gökalp ise “köy” Nurettin Topçu ve Anadoluculuk
ve “köylü”yü “ulus”un özellik ve faziletlerinin gerçek
Anadolucu olarak kendilerini tanımlayan düşü-
hazinesi olarak tanımlıyordu. Kent ise birçok milli
nürlerden Nurettin Topçu, Mehmet Kaplan ve Ce-
düşünür tarafından “kozmopolit”, “yabancı” ve çoğu
vat Şakir Kabaağaçlı’nın başlıca görüşleri şöyledir:
kez kuşkulu görülüyordu. Sultan Hamit döneminde
Anadoluculuk, Turancılığın hayali vatan anlayışına,
Anadolu bir Türk anayurdu kavramıyla sıkı biçimde
maceracı, gerçekten kaçan tutumuna karşı Anado-
özdeşleşmişti.
lu anavatanındaki milli varlığımızın nefis müdafaası
Anadoluculuk, özü itibarıyla savunmacı coğraf- şeklinde ortaya çıkmıştı. Bin yıldır vatan edindiğimiz
yacı görüştür. Coğrafyacı görüş; “nüfus yayılması ve Anadolu, son asırda milletimizin sefalete terk edildi-
sıklığı, ırk farkı, ekonomik, politik ve sosyal örgütlerin ği bir toprak parçası haline gelmişti. Bu mukaddes
karakteri, toplumların gelişmesi ve çözülmesi, dini vatan aydınlarımızın mücadelelerinin çıkış noktası
inançların özellikleri, aile yapısı ve evlenme biçimi, olmak şansından bile mahrum edilmişti. Münevverler
suçlar, intiharlar, dâhilerin sayısı, şiir, edebiyat, uy- için uzak yurtlar ve emeller daha cazip görünüyor-
garlık gibi bütün toplumsal olayları coğrafya faktörüy- du58.
le anlatmaktır”55. Coğrafyaya “kader” işlevi yükleyen
“Bizim milletimiz, Orta Asya’dan kaynayan Türk
bir anlayıştır. Anadoluculuk paramparça edilen im-
ırkından çıkmış ve dokuz yüz yıl önce Anadolu’da
paratorluktan elde kalan toprakları muhafaza etmek
kurulmuştur. İlmi adı ‘Anadolu Türkleri Tarihi’ olan bu
amacıyla var olana sarılmayı öngörür.
tarih ve bu millet, Türk ırkından ayrılan Oğuz boy-
Anadoluculuğun milliyetçilik anlayışı, kutsal bir larının Müslüman olarak Anadolu’ya yerleşmeleriyle
vatan olarak temel aldığı coğrafyayı, ulusal gelişimin başlamış oldu”59.
her düzeydeki kaynağı olarak görür. Bu toprak par-
“Demek ki bugün Anadolu’nun kendi milleti
çasının bir vatan olarak kabul edilmesi ve kalkındırıl-
olan çiftçi köylüye, Orta Asya’daki Türkmenin çocu-
masını amaçlar. Anadolu’nun sorunlarını çözebilmek
ğu demekten ziyade, Anadolu’da yaşamış olan ve
için her şeyden önce “onun her şeyini bağrından kop-
Anadolu’yu kurmuş, ilerletmiş olan kavimlerin çocu-
muş bir insan gibi ve ondan olarak kayıtsız, şartsız
ğu, Anadolu tarihinin çocuğu demek daha doğru olur
sevmek” gerekmektedir.
(...) Onun içindir ki biz milli tarihimize, Anadolu’da ilk
Anadoluculuk, 1. Dünya Savaşı’nın son yıllarında medeniyetlerin yaşadığı devirlerden, yani binlerce
mevcut ideolojilerin Anadolu Türklerinin enerjisini boş sene evvelden başlayacak yerde, Anadolu’ya Türk
yere harcadığı iddiasıyla ortaya çıkan ve Anadolu’yu unsur tarafından İslam ruhunun saçıldığı devirler-
esas alan görüştür. Anadoluculuk düşüncesi savun- den yani bin yıl evvelinden başlıyoruz”60. “Bu milletin

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 179


halkını bu toprak meydana getirmiştir. Bu hakikatten re karelik bir alanda dili, töresi, anıtları yaşayan bu
gafil olan memleket çocuğu, zaman zaman soydan milleti Anadolu’dan ibaret saymak tarihi ve sosyal
ve vatandan ayrı İslamcılık, yine vatan toprağından gerçeklerle bağdaşmaz. Tarihten korkmak ya da kaç-
kaçan Turancılık gibi bedenden ve kalpten ayrıl- mak hiçbir toplumu mutlu kılacak sona ulaştırmamış-
mış sevdalar peşinde koşmaktan yorulmuş, aldan- tır. Türk milletini yalnız Anadolu’da yaşayanlardan
mış ve memleket mukadderatını her biri bir devirde ibaret saymak da başlı başına gaflettir. Bir millet,
aldatmıştır”61. tarihi kökünden, kültürünün temelleri inkâr edilerek
var edilemez, ancak köksüz ve temelsizliği dolay-
Mehmet Kaplan ve Yeni Milliyetçilik
sıyla yıkılmaya uygun hale gelmiş olur. Tarihin bir
Mehmet Kaplan, Anadoluculuk anlayışına yeni dönemini, coğrafyanın bir bölgesini ve toplumun bir
milliyetçilik adını vererek şunları yazar. “Yeni milliyet- kısmını esas alarak bir milleti tanımlamak sosyoloji
çilik anlayışı, her şeyden önce, kendisine müspet bir bilmemenin de ötesinde dünyadan habersiz olmak
temel olarak Türkiye coğrafyasını alıyor. Coğrafyanın anlamına gelmektedir. Türk milleti çeşitli coğrafyalar,
milletlerin hayatı üzerindeki zorlu ve sürekli tesiri ilim çeşitli alfabeler, çeşitli dinler, çeşitli devletler ve çeşitli
âlemince kabul ve tescil edilmiş bir gerçektir. Coğ- aşamalardan geçerek bu güne ulaşmış kökü, tarihi
rafya, milletlerin sınai, iktisadi, ticari, siyasi ve harsi ve kültürü olan bir millettir.
hayatı üzerinde en mühim rolü oynar, Binaenaleyh
Cevat Şakir Kabaağaçlı’da Anadoluculuk:
müspet bir milliyetçilik anlayışının coğrafyayı temel
“Bana kalırsa Türkiye’nin dionisyak tarihini yazmalı.
yapması, onu hem mukaddes bir vatan mefhumu, Tarihte dionisyak olmayan ne varsa hepsini defedip,
hem de milli gelişmenin bir kaynağı olarak kabul et- cankurtaran kaloması gibi dionisizme yapışa kal-
mesi gayet tabiidir.” malı, Türk tarihi diye okutulan zırvalar hep harpler,
Milliyetçiliği bir tarih bilinci olarak ele alan Kap- zaferler, şanlar, methiyelerden ibaret, hani ya zafer
lan, Anadolu toprakları üzerinde gelişen Türk tarihini alayı günleri kırmızı beyaz kâğıtlardan işporta malı
esas alır. Bu bağlamda yeni milliyetçiliğin ikinci esası taklar yaparız a, tarih diye laftan ve havacıvadan
olarak şunları ifade eder. “Bu topraklar üzerinde ge- zafer takları!63” “Meselâ Mimar Sinan’a Bulgarlar
lişen Türk tarihidir. Türkiye tarihinin başlangıcı ola- Bulgar’dı diyorlar, varsın Bulgar olsun, biz Meleziz,
rak (1071) Malazgirt zaferi kabul ediliyor. Bu tarihten Mimar Sinan’ın yaptığı Bulgar kültürü değil, Osmanlı
öncesi kavmi tarihtir. 1071 milli tarihin başlangıcıdır. kültürü idi. Bugüne bugün bir Bulgar kültürü yoktur.
Bunun sebebi milliyetçiliğin coğrafya mefhumundan Hem kültürün milliyetle ne ilişkisi var? O, yani Mimar
ayrılamayacağı gerçeğidir. Oğuz Türkleri ile Anado- Sinan, Osmanlı mimarisi de dionisyak hamle ve atı-
lu toprağı bu tarihten itibaren kaynaşmış ve onunla lıştır besbelli64.
yekpare bir vücut haline gelmiştir. Konya Selçuklu Anadolu’da Yunan deyimiyle “phyle”ler yani kar-
Devleti, Anadolu Beylikleri, Osmanlı İmparatorluğu, deşlikler vardı. Bunların sonradan, yani Anadolu’ya
nihayet Türkiye cumhuriyeti devri, bu tarihin merha- İslamiyet’in gelmesinden sonra Ahilik denilen toplu-
lelerinin teşkil eder. Oğuz Türkleri bu coğrafya içinde luklara dönüşmüş olmaları olasılığı çoktur65. “Bence
dokuz asır yaşadıkları binbir macera ile hususi ka- Ahiler Türklerden önce Anadolu’da bulunan ve belki
raktere haiz ayrı bir varlık vücuda getirmişlerdir ki, de sendikaların pek ilkel biçimlerinden olan bir “iş-
bugünkü Türk milleti işte bu oluşun neticesidir. birlikleri” idi. Şunu göz önünde tutmalı ki Araplar da
“Yeni milliyetçilik anlayışının terkibine giren un- Anadolu’ya dışardan geldiler, orada buldukları birçok
surlardan biri de, bu topraklar üzerinde Türkler tara- İonyen kurullara Arapça bir isim takmış olabilirler. Ve
fından vücuda getirilmiş olan kültür bütünlüğüdür. Dil, yahut Türkler Müslümanlıkları dolayısıyla “phratria”
edebiyat, bütün güzel sanatlar, din, örf ve adet bu ve “phyle”lere bir Arap ismi takmış olabilirler.66 Dikkat
kültür bütünlüğüne girerler. Türkiye Türklerinin kendi- edilecek nokta, Ahiliğin Türkler arasında Bizans’ın
ne has bir lügati, bir grameri, bir fonetiği, kendine has elinde bulunan Anadolu’ya geldikleri zaman geliş-
bir folkloru, halk edebiyatı, yüksek tabaka edebiyatı, mesidir. Başka yerlere giden Türklerden hiç böyle bir
tezyini, sanatları, musikisi, din hayatı, örf ve adetleri şey yok. Evliya Çelebi Ahi pirlerinin Kibit, Nibit, İran
vardır. Bunların bütün Türkiye Türklerinin manevi ya- ve Yunan kavimlerinin üstatlarından seçildiklerini ya-
pısını teşkil eder”62. zıyor67. Kabaağaçlı’ya göre Türkler ne üretmişlerse
hepsini Anadolu’daki site devletlerden, Bizans’tan,
Türk milletini Anadolu’da yaşayanlardan iba- İyonlardan, Likyalılardan, Karyalılardan, Greklerden
ret sayan, Türk tarihini dokuz yüz yıllık Selçuklu ve vb. almışlardır. Ona göre, Ötüken’deki anıtları diken-
Osmanlı Türklerinin tarihine indirgeyen, hatta Türk ler, Hive, Semerkant, Buhara, Taşkent vb. abideler,
milletini Anadolu toprağının meydana getirdiğini sa- rasathaneler vb. uygarlık eserleri herhalde Türkler
vunan dar bir görüştür. Çinlilere meşhur Çin Setti’ni tarafından değil uzaylılarca üretilmiş olmalılar!
inşa ettiren bir milletin bilinen yaklaşık üç bin yıllık
Anadolucular coğrafyayı esas aldıkları için, Türk-
tarihini dokuz yüz yıla indirmek, otuz milyon kilomet-

180 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


lerin millet olmalarını ve milli tarihlerini Orta Asya ile Türklük; üçüncüsü, inanç ve Ulusallığına (kavmiyet)
değil, Anadolu’ya gelmeleriyle başlatır ve kültürün bakılmaksızın bütün nüfusun paylaştığı ortak vatan
bütün unsurlarını da yine Anadolu coğrafyası ile devlet yani Osmanlılık idi. Bu Türklerin kendilerini bir
birlikte ele alırlar. Anadolu’ya bağlanan Türklük an- başka guruptan çok Osmanlı İmparatorluğu’yla öz-
layışı, tabii olarak diğer Türk boylarını değil; bu top- deşleştiklerini düşünen pek çok Türk entelektüelleri-
raklara gelenleri, yani sadece Oğuzları temel olarak nin o zaman ki duygularını gayet iyi yansıtır71.
almaktadır68.
İslamcı Siyaset (İttihadı İslam)
Anadoluculuk yaklaşımının uzun yıllar siyasete
İslamiyet hem bir din hem de bir kültür, medeni-
egemen olması sonucu Türkiye’nin dışındaki Türk-
yet, sosyal düzen ve yaşayış tarzıdır. Bir din ve ibadet
lerle ilgilenmek bir çeşit suç kabul edilmiş, Türkçülük
biçimi olarak algılanan İslam kavramı, 19. yüzyıldan
hatta Cumhuriyeti kuran irade olan Türk milliyetçiliği
itibaren çok daha geniş bir anlama sahip olmuştu.
çeşitli defalar yargılanmıştır. Bu politikalardır ki, Türk
19.yüzyılda İslam kavramı sosyal, ekonomik, siyasal
Milletini Anadolu’ya hapsetmiş, Irak Türkmenleri, Kıb-
ve kültürel alanları kapsayacak kadar genişlediği gibi
rıs/Girit Türkleri, Batı Trakya Türkleri, Bulgar Türkleri
aynı kültürü ve değerleri paylaşan kişilere bir millet
ve imparatorluk bakiyesi olarak dışarıda kalan diğer
olarak bakmak gibi siyasi bir anlam kazanmıştır. İs-
Türklerin ezilmesi, sürülmesi, asimile edilmesine
lamiyet milliyetin esası olmuştur. İslam milleti kavra-
neden olmuştur. Türkiye dışındaki Türk varlığından
mını İslam ümmetiyle bir tutmak doğru değildir. Millet
yeni nesiller yıllar boyu habersiz yaşamak zorunda
terimi siyasi, ümmet dini bir topluluğu anlatır. Ümmet
kalmıştır!
bir idealdir, millet siyasi bir gerçektir72.
Anadolucular Türkoloji çalışmalarını bir bilim
sorunu olarak görmüş, bunun milliyetçilikle karıştı- Abdülhamit saltanatının ilk zamanlarında İslam-
rılmaması gerektiğini vurgulamışlardır. Mehmet Ha- cılık akımına çok önem vermemiştir. Ancak Mısır’ın
lit Bayrı, Orhun dergisinde şunları yazmıştır: “Türk İngiltere, Tunus’un ise Fransa tarafından işgal edil-
milliyetçiliği denince muhtelif merhaleleri olan bir mesi ve 1877 yılında başlayan Osmanlı-Rus savaşı
ülkü düşünülüp ilk merhalesi Anadoluculuktur. İkinci sonrasında Abdülhamit çıkış yolunun Müslümanlar
merhalesi Türkiyeciliktir. Üçüncü merhalesi ise (Pan) arası birlik ve bütünlükten geçtiğini düşünmeye baş-
Türkçülüktür69. lamıştır.

Pertev Boratav Anadoluculuğu, Türkçülük, Tu- Osmanlı hâkimiyeti altında yaşayan Hristiyan
rancılık ve İslamcılıktan ayrı bir hareket olarak ta- tebaanın ayaklanıp ayrılmasından sonra imparator-
nımladıktan sonra bu hareketin millet ve milliyet luğun ezici çoğunluğu Müslümanlardan ibaret hale
anlayışlarını yaptığı bir alıntı ile şöyle cevaplandırır: gelmişti. Hristiyanların Osmanlıdaki barışı kendi din,
“Hangi millettensiniz sualine bazıları ‘Türk’ cevabını dil ve gelenekleri lehine bozması Abdülhamit’i İslam
veriyorlar, bu da yanlıştır. Türk tabiri, kavmi-ırki bir kültürüne dayanan siyasi bir yaklaşımı benimsemeye
tabirdir. Anadolulular, Azerbaycanlılar, Türkistanlılar mecbur etmiştir.
hep Türk’türler, fakat harsları ve vatanları bir olma- Abdülhamit, başından bu yana dış siyasetinde
dığı için hepsi birlikte bir millet teşkil etmezler. Biz Müslüman âlemiyle az çok bağ kurmaya uğraştığı
Türk soyundanız ve vatanımız Anadolu olduğu için gibi, iç siyasetinde her şeyden önce İmparatorluğun
milletimiz de Anadolu milletidir”70. Müslüman unsurları arasında anlaşmazlık çıkmama-
5. Osmanlıcılık (İttihadı Anasır), sına gayret ederdi. Devletin geleceğinin sağlanma-
İslamcılık (İttihadı İslam) ve Türkçülük sını, Müslüman unsurların birlik ve dayanışmasıyla
Halife-i Müslimin’e sadakat ve bağlılıklarından bek-
Osmanlılık bir projeydi. Bir diğer adı “İttihadı Ana- lerdi. Kısacası bir çeşit İslam birliği siyasetini uygula-
sır” yani unsurların birliği olarak tanımlanmıştı. Bu maya çabalardı. Gayrimüslim unsurlardan artık İmpa-
tanıma göre, bütün Osmanlı tebaasının çifte kimliği ratorluk için hayır kalmadığına kanaat getiren sultan,
olacaktı. Birinci kimlik (Alt-kimlik) “Özel Alanı” ve ikin- hiç olmazsa Müslüman unsurların milliyet davasıyla
ci kimlik (Üst-kimlik) de “Kamusal Alanı” oluşturacak- birbirlerinden ayrılmalarına elinden geldiği kadar en-
tı. Alt kimliklerle her vatandaş kendisini özgürce ifade gel olmaya çalışıyordu. Bu siyaseti güderek, Arapla-
ederken Üst-Kimlik olan “Osmanlılık” herkesi kuşa-
rın, Arnavutların, Kürtlerin milliyetçilerini faaliyetten
tacak ve herkesi birbirine bağlayan sağlam ve sar-
alıkoymaya uğraştığı gibi, Türklerin de “Türk milliyeti”
sılmaz bir ortak bağ olacaktı. Ahmet Mithat, Osmanlı
esasına değer vermelerinin önüne geçmek istiyordu.
ulusçuluk anlayışının benzersiz olduğunu, İslam ve
Abdülhamit, milliyet fikrini reddeden İslam’ın halife-
Halifelikten ayrı olarak, üç ayrı ilişkiye dayandığını
sultanı olmak, bütün Müslüman tabasını, yalnız dini
belirtmişti. Bu ilişkilerin birincisi, Kayı Han’ın Büyük
birlikle hükmü altında tutmak, kısacası maddi ve fikri
Türk aşiretinden miras kalan Kayıhanlık, ikincisi,
etkilerle gerçekte devamı artık imkân dışına çıkan
Osmanlı öncesi Anadolu Türk unsurlarını temel alan

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 181


hilafet-saltanat sistemini devam ettirmek emel ve gün AB’cilik olarak var. Türkçülük vardı ve bugün o
hülyasında idi73. da var. Ancak Gökalp’in Türkçülüğü algılayış biçimi,
kapsamlıdır. O, Türkçülüğü şöyle tanımlar: “Gerçek-
Yusuf Akçura’nın üç siyasi meslek de dediği Os-
ten, biz aradığımız milli hayatı, milletin vicdanında
manlılık, İslamcılık ve Türkçülük gibi üç fikir akımına
şuursuz bir surette var kabul ediyoruz. Bu şuursuz
yönelik değerlendirmesi ise şöyledir:
vicdanı, şuurlu bir hale getirmeğe Türkçülük adı ve-
Osmanlıcılıktan maksat; “Osmanlı memleketinde- riyoruz” 79.
ki Müslim ve gayrimüslim ahaliye aynı siyasi hakları
İşin ilginç yanı bütün bu akımların tezlerini, hala
tanımak ve vazifeleri yüklemek; böylece aralarında
Gökalp öncesi bir anlayışla sürdürüyor olmalarıdır.
tam eşitlik meydana getirmek; fikirlerce ve dince tam
Ziya Gökalp bütün bu akımları aynı konsept içeri-
serbesti vermek; bu eşitlik ve serbestiden faydalana-
sinde gören bir anlayış getirmişti. Gerçekten Ziya
rak, söz konusu ahaliyi aralarındaki din ve soy ihti-
Gökalp’ın başlıca çabası, İkinci Meşrutiyet sonrasın-
laflarına rağmen yek diğerine karıştırarak ve temsil
da ortaya atılan karşıt gibi görünen düşünceleri belli
ederek Amerika Birleşik Devletleri hükümetlerindeki
bir düzenin uyumu içinde birleştirme uğraşıdır.
Amerikan milleti gibi müşterek vatanla birleşmiş yeni
bir milliyet Osmanlı milleti meydana çıkarmak”tır74. Üç Tarzı Bir Arada Düşünmek!
İslamcılık: “İslam unsurlarını soy farkına bakmak- O dönem aydınları da bugün olduğu gibi zihinsel
sızın dindeki ortaklıktan istifade ile tamamen birleş- olarak bölünmüştü. Osmanlıcılığı savunanlar, Türk-
tirmeye, her Müslim’in en küçük yaşında ezberlediği çülerin yanlış yolda olduğunu düşünüyorlardı. İslam-
“din ve millet birdir” kaidesine uyarak bütün Müslü- cılar ise hem Batıcılığı hem de Türkçülüğü tehlikeli
manları, millet kelimesine verdiği mana ile bir tek mil- sayıyordu. Batıcılar eksen olarak “Batı”yı aldıkların-
let haline koymaya çalışmak”tır75. dan kendi yollarının dışındaki her yolun çözüm ve
kurtuluşa katkı sağlayamayacağını iddia ediyorlardı.
Türkçülük: “Irk üzerine dayanan bir Türk siyasi
İşin ilginç yanı da Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük
milliyeti meydana getirmek” amacına yöneliktir. Türk-
ve Batıcılık anlayışını savunanların hepsinin amaçla-
lük siyaseti de, tıpkı İslam siyaseti gibi geneldi; Os-
rının aynı olmasıydı. Bu fikir akımların hepsinin ortak
manlı sınırları ile sınırlı değildir.
amacı Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkılmaktan ve da-
Akçura’nın irdelediği bu üç yaklaşımla birlikte ğılmaktan kurtarmaktı.
tartışılan ve etkin olan bir de Batıcılık akımı vardı.
O dönemde bu ve benzeri düşüncelere sahip her-
Aşırı Batıcılar “Gülü ve dikeniyle” her şeyin Batı’dan
kes kendi ayırıcı anlayışını Osmanlı İmparatorluğu’nu
alınması gerektiğini savunuyorlardı. Düşüncelerini
yıkılmaktan kurtaracak yegâne yol olarak görüyordu.
büyük ölçüde yaratıcılığa değil taklitçiliğe, üretime
Her üç yaklaşımı da o dönemlerde savunan çok ciddi
değil ithalatçılığa dayandırmışlardı. Batı kültürünün
dergiler ve aydınlar vardı. İslamlaşmayı Sıratı Müsta-
dayandığı eserlerin tıpkıbasımını ve Batı’nın uygula-
kim ve Sebilü’r-Reşad çevresinde toplananlar, Türk-
malarının körü körüne izlenmesini kurtuluş için ideal
çülüğü Türk Yurdu dergisinde yoğunlaşan aydınlar,
görüyorlardı. Batıcıların en tutarlılarından olan Ab-
Muasırlaşmayı (çağdaşlaşmayı) ise hemen hemen
dullah Cevdet’e göre, Batılılaşma basit bir taklitçilik
herkes istiyordu. Ziya Gökalp bu üç anlayışı birbirinin
değil, kültürel bir değişmedir. Bu gerçekleştirilemez-
karşıtı olarak görmenin ve çatışma içinde ele alma-
se devletin yok olması kaçınılmazdır”. “Tek bir uy-
nın doğru olmadığı görüşündeydi. Ona göre bu üç
garlık vardır, o da Batı uygarlığıdır. Gülüyle dikeniyle
akım birbirinin zorunlu sonucu olduğu için bunlar ara-
almaktan başka yol yoktur. Ancak bu şekilde Türkiye
sındaki çatışma gereksizdir.
Avrupa’nın bir parçası haline gelebilir76. Ahmet Muh-
tar 1912’de, “ya Garplılaşırız, ya da mahvoluruz” diye Hilmi Ziya Ülken, Gökalp’in bu üç anlayışı başa-
yazmıştı”77. rıyla birleştirdiği düşüncesindedir. Teknik ve ilim bir-
liği anlamında ‘Batıcı’, milli şuura sahip olmak anla-
Ziya Gökalp, “Memleketimizde üç fikir cereyanı
mında ‘Türkleşmecidir’; Türk, kültürünü kendi tarih
vardır. Bu cereyanların tarihi araştırılırsa görülür ki,
ve folklorundan alacaktır. Maziperest ve ırkçı değildir.
fikir adamlarımız başlangıçta muasırlaşmak (çağ-
Ümmetçilik anlamında değil, İslam kardeşliği ve or-
daşlaşmak) lüzumunu hissetmişlerdir. Üçüncü Sul-
tak medeniyet dairesi anlamında İslamcıdır80.
tan Selim devrinde başlayan bu temayüle inkılaptan
(1908 İkinci Meşrutiyet’in ilanı) sonra İslamlaşmak Gökalp, üç hatta dört tarzı da bir arada düşünen
emeli katıldı. Son zamanlarda ortaya bir de Türkleş- sentezci bir yaklaşımla görüşlerine sistemleştirmiştir.
me cereyanı çıktı”78. Bu anlayışın doğal uzantısı olarak Ziya Gökalp, birbi-
rinden farklı, bazen de birbirine karşıt gibi algılanan
Bundan tam yüzyıl öncesinin Türkiye’sinde siya-
bu üç yaklaşımı sentezci ve bütünsel bir biçimde ele
si İslamcılık vardı, bugün de var. Osmanlıcılık var-
almış ve uzlaştırmıştır. İnancın milliyete ya da milli-
dı, bugün yeni Osmanlıcılık var. Batıcılık vardı bu-

182 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


yetin inanca karşı kullanılmasının felaket getireceğini mek” denilen vak’a, Ziya Gökalp’ın 1915’lerde sa-
Gökalp o zaman fark etmişti. Bugün yaşanan birçok vunduklarını tekrarlamak anlamına geliyordu. Bugün
sorun dikkatli bir biçimde irdelenirse Gökalp’ın o za- de aynı anlama gelen çabalara zaman zaman rast-
man farkına vardığı bu gerçeğin, bugün ihmal edilme- lanmaktadır.
sinden kaynaklandığı görülür. Nitekim yirminci yüzyı-
Kemal Karpat, ‘Türkçülük öğesinin üç kanaldan
lın başlarında Türk ve İslam’ı karşı karşıya getirme,
yeni milliyetçiliğin parçası olduğu’nu yazar. Yazınsal-
fesat yayma girişimlerinin aynısı 21. yüzyılın başında
dilsel Türkçülük, yerli konuşma diline yakın basit-
da devreye sokulacaktır. Bu tür girişimlerin ne denli
leştirilmiş bir dilin kullanımını savundu. Sonunda
stratejik ve süreklilik arz ettiğini Ömer Seyfettin’in o
milliyetçiliğin önemli öğelerinden biri olan halkçılığın
dönemde yazdıklarından takip etmek mümkündür.
dile getirilmesinin anlatım aracı oldu. Devletçi milli-
Ömer Seyfettin, Türklük Ülküsü adlı eserinde şöyle
yetçilik ya da Osmanlıcılığın ve İslamcılığın politik
yazar: “Milliyetsiz, Tanzimatçı, mefkûresiz politika-
ideolojiler olarak çökmekte olduğunun bilincinde olan
cılar Türklükte bir dinsizlik olduğunu fısıldıyorlar,
Yusuf Akçura’nın yorumuyla pratik milliyetçilik, Türk-
gayr-ı milli ulemanın garazını ve taassubunu kımıl-
çülüğün zaferini ve Osmanlı ülkesinin bir Türk yur-
datıyorlardı. Hâlbuki dinsiz bir millet olamazdı. Milli-
duna dönüştürülmesini hedefliyordu85. Öncülüğünü
yet esasını kabul eden mutlaka din esasını da kabul
Ziya Gökalp’ın yaptığı üçüncü ideoloji, tarihin, dinin
edecekti. Din ve milliyet adeta birbirinin birer “lazım-ı
ve Osmanlı geçmişinin yadsınması yerine, modern
gay-i müfarık’ı idi. Bu itirazların boşluğunu ve hiçliğini
gören Tanzimatçı politikacılar bu sefer Türklüğü irti- Türklerin ulusal kültürünün temelini oluşturmak üze-
ca farz ettiler. Ve “Altaylara Doğru..” diye eğlenmeye re sindirilmesini ve çağdaş koşullara uyarlanmasını
başladılar. Ve ne gariptir ki Türkiye gibi fiili bir Türk içeren evrimci ve özümlemeci bir Türkçülüğü savu-
diyarında Türk tarihi gazetelerle inkâr oldu”81. nuyordu86.

Gökalp, işte bu şartlar daha doğrusu inkârlar, fa- Sonuç


natiklikler ve iftiralar altında bütüncül ve sentezci bir Osmanlı, İmparatorluktan Türkiye’ye dönüşürken
yaklaşımla Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaş- Osmanlıcılık düşüncesi de Türk milliyetçiliğine dö-
maktan söz ederek şunları yazar: “her birinin nüfuz nüşmüş oldu. Bu dönüşüm Türk milletinin bağımsız
dairelerini tayin ederek bu üç gayenin üçünü de ka- ve egemen bir devlete kavuşmasını sağladı. Türkiye
bul etmeliyiz; daha doğrusu bunların bir ihtiyacın üç Cumhuriyeti’nin fikri, manevi ve ahlaki temelleri Türk-
muhtelif noktadan görülmüş safhaları olduğunu anla- çülük ve Türk milliyetçiliği tartışmalarıyla atılmıştır.
yarak “muasır bir İslam ve Türklüğü” ibda etmeliyiz”82. Türk milliyetçiliği yaşanan süreç içerisinde sentezci,
Ziya Gökalp “ümmet-millet” ikiliğine karşı entelektüel bütünleştirici, kavrayıcı ve kapsayıcı bir muhteva ile
bir mücadele vermiştir. Soruna sosyolojik temelde bi- imparatorluk bakiyesinin bütün unsurlarını işgalci
limsel bir kimlik kazandırmıştır. O, İslami değerlerle güçlere karşı ayağa kaldırmayı başarmıştır. Bugünkü
Batı normlarını birbiriyle zıtlaştıranlara karşı sosyal Türkiye Cumhuriyeti, bu yönü itibarıyla Türk milliyet-
bir gelenek içinde bütünleşmesini sağlamıştır. çilerinin eseridir.
____________________________________________
Gökalp sosyolojisinde, “Türkleşmek, İslamlaşmak
1 Yusuf Sarınay, “İmparatorluktan Cumhuriyete Türk Mil-
ve Modernleşmek” birbiriyle bütünleşen, aralarında liyetçiliğinin Doğuşu ve Gelişimi, Türkler 14. Cilt, Yeni
uyum sağlayan bir bütünün üç parçası gibidir. Gö- Türkiye Yayını, Ankara, 2002, s.819.
kalp, “Türklük cereyanı Osmanlılığın muarızı olmak 2 Nevzat Kösoğlu, Türk Milliyetçiliği ve Osmanlı, Ötü-
ken Yayınları, İstanbul, 2000. s.39.
şöyle dursun, hakikatte en kuvvetli müeyyididir…/…
3 Fatma Müge Göçek, “Osmanlı Devletinde Türk Milli-
Türklük, kozmopolitliğe karşı İslamiyet ve Osmanlı- yetçiliğinin Oluşumu: Sosyolojik Bir Yaklaşım”, Modern
lığın hakiki istinatgâhı” olduğunu da söylemiştir. O, Türkiye’de Siyasi Düşünce: Milliyetçilik, Cilt:4, İleti-
şöyle demiştir: “Türk fikir adamları, Türklüğü inkâr şim Yayınları, İstanbul, 2002,s.63.
ederek dinler arası bir Osmanlılık hayal ettikleri za- 4 E. Kemal Eyüpoğlu, On Üçüncü yüzyıldan günümüze
kadar Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyimler,
man İslamlaşmak ihtiyacını duymuyorlardı, hâlbuki Birinci Cilt, Doğan Kardeş Matbaacılık Yayını, İstanbul,
Türkleşmek mefkûresi doğar doğmaz İslamlaşmak 1973. s. XXVI.
ihtiyacı da duyulmaya başladı…/... Bu sebeple Türk- 5 E. Kemal Eyüpoğlu, A.g.e.s.XXXI.
leşmek, İslamlaşmak mefkûreleri arasında bir zıtlık 6 E. Kemal Eyüpoğlu, A.g.e.s.XXXII.
7 Ercüment Kuran, Türkiye’nin Batılılaşması ve Milli
yoktur”83. Slogan haline gelen Türk Milletindenim,
Meseleler, Türk Diyanet Vakfı Yayını, 2. Baskı, Ankara,
İslam Ümmetinden ve Garp Medeniyetindenim üçle- 1997. S.,69.
mesi de onun izahıydı. O, dönem de “Din cihetiy- 8 Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi
le İslam, heyeti ictimaiyemiz cihetiyle Osmanlı, Kitapevi, İstanbul, 1974. s.60.
9 Ömer Seyfettin, Türklük Ülküsü, İstanbul, 1997, s.42.
kavmiyet cihetiyle Türk’üz”84 diyenlerin etkinlikleri
10 Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaş-
giderek artmıştı. mak, İstanbul, 1918, s..54.
11 Yusuf Sarınay, A.g.m.s.,820.
Türk siyasetinde “üç ya da dört akımı birleştir-
12 Ahmed Agayef (Ağaoğlu), “İslam’da Dava-yı Milliyet”,

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 183


Türk Yurdu, (1914) Yıl: 3, C. 7, Sayı:11, s.2388. yetçilik, Cilt: 4, İstanbul, 2002, s.,388.
13 Françoıs Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri 49 Hugh Poulton, A.g.e.s.97.
Yusuf Akçura (1876-1935), Tarih Vakfı Yayını, 2. Bas- 50 Fevziye Abdullah Tansel, Ziya Gökalp Külliyatı-I,
kı, İstanbul, 1996, s.,8. s.101. Nizam Önen, İki Turan, İletişim Yayını, İstanbul,
14 Ahmet Bekmen, “Türk Milliyetçiliği: Var Kalmanın Tayuk- 2005, s.,119.
kuz Hali”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Milli- 51 Ziya Gökalp, Kitaplar I, Bütün Eserleri Serisi, Yapı Kre-
yetçilik, Çilt;4, İletişim Yayını, İstanbul, 2002, s.328. di Yayını, 1. Baskı, İstanbul, 2007.s.76.
15 Orhan Türkdoğan, Ulus-Devlet Düşünürü Ziya Gö- 52 İçtihat Dergisi, Mart 1329 (1913) Sayı: 58-14.
kalp, IQ Yayını, İstanbul, 2005, S.,287. 53 Nizam Önen, A.g.e.s.107.
16 Nizam Önen, İki Turan Macaristan ve Türkiye’de Tu- 54 Hugh Poulton, A.g.e.s.,80.
rancılık, İletişim Yayını, İstanbul, 2005. S.97. 55 Nurettin Şazi Kösemihal, Sosyoloji Tarihi, 6. Basım,
17 Jacop M. Landau, Pantürkizm, Çev; M. Akın, İstanbul, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1999, s.47.
1999. S.,50. 56 Türk Siyasetinde Yozlaşma ve Arayış Sürecinde
18 Yusuf Akçura, A.g.e.s.,31. Milliyetçi Hareket Partisi, MHP AR-GE Merkezi Yayı-
19 Fatma Müge Göçek (Gökalp’ten Aktaran), Osmanlı nı, Ankara, 2002. S.,42.
Devletinde Türk Milliyetçiliğinin Oluşumu: Sosyolojik 57 Orhan Türkdoğan (aktaran), Türk Toplumunda Aydın
Bir Yaklaşım, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt:4, Sınıfın Anatomisi, Timaş Yayını, İstanbul 2003. s.,84.
Milliyetçilik, İletişim Yayını, İstanbul, 2002, s.72. 58 Nurettin Topçu, Milliyetçiliğimizin Esasları, Dergah
20 Nadir Devlet, Rusya Türklerinin Milli Mücadele Ta- Yayınları, İstanbul 1978. S.,11.
rihi (1905-1917), TTK Yayını, 2. Baskı, Ankara, 1999, 59 Nurettin Topçu, A.g.e.s.50.
s.166. 60 Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, Dergâh Yayını, İstan-
21 Necip Hablemitoğlu, Çarlık Rusyası’nda Türk Kongrele- bul 1997. S.,111.
ri (1905-1917). Ankara, 1997.S.,14. 61 Nurettin Topçu, Milliyetçiliğimizin Esasları, s.,42.
22 Namık Kemal, Kavimler Anlaşması (Külliyat-ı Kemal), 62 Mehmet Kaplan, Nesillerin Ruhu, Hareket Yayınları,
Hilmi Ziya Ülken (Aktaran), Türkiye’de Çağdaş Dü- İkinci Baskı, 1970, s.37-39.
şünce Tarihi, Ülken Yayını, 4. Baskı, İstanbul, 1994,s. 63 Halikarnas Balıkçısı, Düşün Yazıları, Bütün Eserleri
101, No:6. Bilgi Yayını, İstanbul 1981. S.,14.
23 Yusuf Akçura, Türkçülüğün Tarihi, Kaynak Yayınları, 64 Halikarnas Balıkçısı, A.g.e.s.,15.
3. Baskı, İstanbul, 2008. s.26. 65 Halikarnas Balıkçısı, A.g.e.s.,36.
24 Hugh Poulton, A.g.e.s.,76. 66 Halikarnas Balıkçısı, A.g.e.s.,39.
25 Hilmi Ziya Ülken (Aktaran), A.g.e.s.86. 67 Halikarnas Balıkçısı, A.g.e.s.,41.
26 Yusuf Akçura, A.g.e.s.44. 68 Hüseyin Dayı, Türkler ve “Öteki”leştirdiklerimiz, Ti-
27 Hugh Poulton, Silindir Şapka Bozkurt ve Hilal, Çev; maş yayını, İstanbul, 2008, s.,252.
Yavuz Alogan, Sarmal Yayını, İstanbul, 1999, S.,78. 69 Orhun Dergisi, Ekim 1943 Sayısı.
28 D. Kushner, The Rise of Turkish Nationalism 1876- 70 Seçil Deren, “Türk Siyasal Düşüncesinde Anadolu İm-
1908, Londra, 1977. gesi”, Milliyetçilik 4. Cilt, Modern Türkiye’de Siyasi Dü-
29 Hugh Poulton, A.g.e.s.,86. şünce Serisi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.s.535.
30 Nadir Devlet, A.g.e.s.1555. 71 Hugh Poulton, A.g.e.s.79.
31 Necip Hablemitoğlu, Çarlık Rusyası’nda Türk Kong- 72 Kemal H. Karpat, Osmanlı’da Değişim, Modernleşme
releri (1905-1917). Ankara, 1997.S.,14. ve Uluslaşma, İmge Yayını, Çev; Dilek Özdemir,Ankara,
32 Edıge Kırımal, Der Nationale Kampf der Krimtürken, 2006, S.332.
Emsdetten-Westf. 1952. S., 9-10.
73 Yusuf Akçura, Türkçülüğün Tarihi, s.92.
33 Mehmet Özden, “Ceditçilik Üzerine”, Türkiye Günlüğü
74 Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Lotus Yayını, Ankara,
Dergisi, Sayı: 20, Güz 1992, s.,77.
2005, s.36.
34 Nadir Devlet, A.g.e.s,157.
75 Yusuf Akçura, A.g.e.s.36.
35 Ahmet Agayef, “Türk Alemi”, Türk Yurdu, yıl:I, sayı 10
76 Abdullah Cevdet, İçtihad, No;69, Hicri 1329.
(22 Mart 1328-4 Nisan 1912), Türk Yurdu, Cilt I, Anka-
77 Esma Torun, Türkiye’de Kültürel Değişimler, Antalya,
ra, Tutibay Yayınları, s.164).
2006, S.71.
36 Nizam Önen, A.g.e.s.120.
78 Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaş-
37 Peyami Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar,Atatürk Araştır-
mak, Türk Kültür Yayını, 3. Baskı, İstanbul, 1977, s.,9.
ma Merkezi Yayını, Ankara 1996, s,14.
79 Ziya Gökalp, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri
38 Şükrü Hanioğlu, “Üst Kimlik Olarak Türklük ve Türkiye-
1, 1000 Temel Eser Yayını, İstanbul, 1973, s.271.
lilik”, 11.06.2004 Tarihli Zaman Gazetesi.
80 Nevzat Kösoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu ve
39 Hilmi Ziya Ülken (Aktaran), A.g.e,s.477.
Ziya Gökalp, Ötüken Yayını, İstanbul, 2009, S.137.
40 Hilmi Ziya Ülken (Aktaran), A.g.e.s.479.
81 Ömer Seyfettin, A.g.e.s.44-45.
41 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s.,46.
82 Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaş-
42 Ziya Gökalp, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri,
mak, Yeni Mecmua, 1918; Ziya Gökalp Kitapları, YKY
MEB Basımevi, Ankara, 1973,s. 287-291
Yayınları, İstanbul, 2007, s.,49.
43 Ziya Gökalp Kitapları, YKY Yayınları, İstanbul, 2007,
s.,48. 83 Orhan Türkdoğan, Ziya Gökalp Sosyolojisinin Temel
44 Ziya Gökalp, Malta Konferansları, Ankara, 1977. İlkeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara,
s.113/114. 1987. s.119.
45 Durmuş Hocaoğlu, Devletçilik Bumerangı, Ufuk Ya- 84 Terbiye, İkdam, 27 Temmuz 1896.
yınları, İstanbul, 2002. s.39. 85 François Gerogeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri,
46 Ziya Gökalp, “Türklük ve Osmanlılık”, Makaleler I, Kül- Yusuf Akçura, çev; Alev Er, Türk Tarih Vakfı Yayınları,
tür Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1976,s.55. İstanbul, 1996. s.,11.
47 Peyami Safa, A.g.e.s. 15-17. 86 Kemal Karpat, Türkiye’de Siyasal Sistemin Evri-
48 Günay Göksu Özdoğan, “Dünyada ve Türkiye’de Tu- mi, İmge Yayını, Çev;Esin Soğancılar, İstanbul, 2007,
rancılık”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Milli- s.15.

184 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ
VE DEMOKRASİ

MEHMET ALİ ÜNAL*

T
ürk milliyetçiliğinin doğuşu XX. yüzyılın baş- cihan” saymıyorsa da bütün Müslümanların halifesi
larına dayanmaktadır. İkinci Meşrutiyet’ten olarak görüyordu. Birinci Dünya Savaşında bir ta-
sonra ortaya çıkan fikir akımları içerisinde raftan “cihad fetvası” çıkarıldığı gibi diğer taraftan
en güçlü olanı Türkçülük idi. Tanzimatçıların takip Türkçülük ve Turancılık siyaseti takip ediliyordu. Bi-
ettikleri “İttihad-ı Anasır” politikası ve ikame etmek rinci Dünya Savaşı’nda uğranılan mağlubiyet hem
istedikleri Osmanlı kimliği yaratma çabası azınlık- Osmanlı Devleti’nin hem de bütün cihanşümul poli-
ların kendi devletlerini kurmak yönündeki faaliyet- tikaların sonu oldu.
lerini önlemeye yetmeyince Osmanlıcılık fikri daha
II. Meşrutiyet Türkiye’de demokrasi hareketinin
doğmadan ölmüştü. Sultan II. Abdülhamid’in tatbik
önemli kilometre taşlarından biri kabul edilir. Gerçi
etmeye çalıştığı İslamcı siyaset de kendi hayatı ile
siyasi partiler kurulmuş ve seçimler yapılmıştır, ama
kaim oldu. Müslüman olan unsurların da istiklal pe-
aslında hiçbir zaman demokrasi tam manasıyla iş-
şinde koşmaları Türkçülük cereyanının güçlenmesi-
lerlik kazanmamıştır. Dönemin güçlü siyasi teşkilatı
ne yaradı. Trablusgarb ve Balkan savaşlarını yaşa-
İttihat ve Terakki II. Meşrutiyet’ten sonra da illegal
yan Meşrutiyet aydınları büyük bir moral çöküntüsü
faaliyetlerine devam etmiştir. Tarihimizde merkez
içerisinde idiler. Milliyetçilik cereyanı bütün dünyada
komitesini toplayıp muhalif gazetecilerin öldürülme-
en güçlü çağını yaşıyordu.
si kararı alan tek siyasi parti İttihat ve Terakki Partisi
II. Meşrutiyetin ilanını sağlayan İttihat ve Terakki olmuştur. Sonunda 1913 yılı başındaki Babıâlî Bas-
Cemiyeti Türkçü bir siyaset takip ediyordu. Türkçü- kını ile hükûmeti ele geçirmiş ve böylece demok-
lük fikrinin teorisyeni Ziya Gökalp bu cemiyetin mer- rasi başlamadan bitmiştir. Muhalefet baskı altına
kez azası idi. 1913’ten sonra İttihat ve Terakki Os- alınmış ve ihanetle suçlanmıştır. Çünkü İttihat ve
manlı Devleti’nin kaderine tamamen hâkim oldu. Bu Terakki Cemiyeti’nin demokrasi ile ilgisi yoktu. Bu
sıralarda Türk Ocağı bünyesinde toplanan aydınlar sebeple Türkçülüğün fikir babası ve cemiyet men-
Türkçülük fikrinin inşasına koyulmuşlardı. Bu olduk- subu olan Ziya Gökalp başta olmak üzere o döne-
ça zor bir işti. Ortada açık bir çelişki vardı. Osmanlı min aydınları teorik olarak bile demokrasi üzerinde
Devleti bir imparatorluktu ve bu esaslara göre şe- durmamışlardır.
killenmişti. Osmanlı Devleti XVII. yüzyılın sonlarına
***
kadar cihanşümul bir siyaset takip etmişti. Osmanlı
Padişahı devrin yazarlarınca “Padişah-ı Cihan” ola- Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasından
rak anılıyordu. İstanbul da “Payitaht-ı Cihan” idi. sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde Mustafa Ke-
Devlet gittikçe zayıfladı, ama cihanşümul iddialar- mal Paşa Cumhuriyet Halk Fırkası’nı kurunca ona
dan kolay kolay vazgeçilmedi. XX. yüzyıla girildiğin- muhalif olan kadro da Terakkiperver Cumhuriyet
de dahi padişah kendisini her ne kadar “padişah-ı Fırkası’nı kurmuştu. Aslında bu partinin kurucuları

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 185


Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadeledeki silah ların bütün Avrupa’yı ele geçirmeleri üzerine Varlık
arkadaşları idi. Bunlardan Ali Fuat Paşa sınıf arka- Vergisi Kanunu çıkararak azınlıkları cezalandırma
daşı; Rauf Bey, Kazım Karabekir Paşa vs. İstiklal yoluna giden devlet, aradan iki yıl bile geçmeden
Savaşı sırasında önemli görevler üstlenmiş komu- bu defa Sovyetlerin güçlenmesi ile politikasını yüz
tanlardı. Cumhuriyet Halk Fırkası’na göre daha li- seksen derece değiştirerek Türkçüleri tabutluklara
beral ve demokratik esasları benimseyen bu parti kapatmıştı. Sonradan hepsi beraat eden Türk milli-
Takrir-i Sükûn Kanunu ile kapatıldı ve partiyi kuran yetçileri faaliyetlerini gazete ve mecmualar yoluyla
kadronun önde gelenleri İzmir Suikastı davasında sürdürdüler. Fakat Türk milliyetçileri bundan sonra
yargılanıp idama mahkûm edildiler. İdamların bir daima “Irkçı ve Turancı” sıfatı altında resmen tah-
kısmı yerine getirilmedi, ama muhalif siyasi hareket kir edildiler. Nedense o dönemde Türk milliyetçile-
tamamen tasfiye edilmiş oldu. Böylece cumhuriyet ri siyasi bir parti halinde ortaya çıkmadılar. Ayrıca
döneminin ilk demokrasi denemesi iki yıl bile sür- Türkçülerin önde gelen isimleri başta olmak üzere
memişti. milliyetçi camiada demokrasi hakkında hiçbir fikir
serd edilmediği dikkati çekmektedir.
1930 yılındaki Serbest Fırka denemesi ise bir-
kaç ay sürebildi. Mustafa Kemal Paşa’nın yakın ar- 1950 yılında halkın büyük desteğini alarak ikti-
kadaşı Paris sefiri Fethi Bey’e kurdurduğu bu parti dara gelen Demokrat Parti ilk büyük hatasını Milli-
de sonuçta kendini feshetmek zorunda kaldı. Bun- yetçiler Derneğini kapatarak işledi. Demokrasiyi şiar
dan sonra Türkiye’de Tek Parti İdaresi kuruldu. Bu edinmiş olduğu halde Demokrat Parti kadrosu da ne
dönem 1945’e kadar devam etti. de olsa tek parti döneminde yetişmişlerdi ve kendi
görüşlerine uymayan sivil toplum örgütlerine taham-
Öte yandan Cumhuriyet kurulduktan sonra da
mül edemiyorlardı. Ancak ekonomik kalkınma ve
Türk Ocağı faaliyetlerine devam ediyordu. Bu Oca-
bayındırlık alanındaki başarıları ile Demokrat Par-
ğın başkanı Hamdullah Suphi, devrin tanınmış sima-
ti halktan çok büyük destek sağladı ve üst üste üç
sı idi. Bugün Ankara’daki Türk Ocağı Binası olarak
defa seçimleri kazanmayı başardı. Dördüncü seçim
yapılan binanın yapımı ve Türkçülük fikrinin gelişimi
1961’de yapılacaktı ve muhtemelen onu da kaza-
için yaptığı çalışmalar takdirle karşılanır. Atatürk’ün
nacaktı. Fakat muhalefet daha fazla sabredemedi
yurt gezilerinde Türk Ocaklarına uğradığı ve Türk
ve ordu içerisinde teşekkül eden bir cunta 27 Mayıs
Ocaklı gençlerle sohbetler ettiği bilinmektedir. Fakat
1960’ta bir darbe ile hükûmeti devirdi.
tek parti yönetiminin kurulması çerçevesinde Türk
Ocakları da 1931’de kapatılmış ve Halk Evleri’ne 1960’lı yılların sonuna doğru Alparslan Türkeş
çevrilmiştir. Tek parti idaresinin sivil toplum kuruluş- Milliyetçi Hareket Partisi’ni kurdu. Bu Türk milliyetçi-
larına tahammül edemediği görülmektedir. Bunun o liğinin siyasi planda ilk defa temsil edilmesi demekti.
günlerde dünyanın genel gidişatına uygun bir tavır 1944 yılında tabutluklara konulan Türkçüler arasın-
olduğu muhakkaktır. da yer alan Türkeş, 27 Mayıs darbesinde başrolü
oynayanlardan birisi idi. Fakat ihtilalci kadro ağırlıklı
Atatürk’ün sadece devleti değil, topyekûn toplu-
olarak muhalefet partisi CHP eğilimli idi ve kısa sü-
mu değiştirmeye yönelik projeleri vardır. Bu proje-
rede Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in temsil ettiği
lerin demokrasi ile başarılması ise beklenemezdi.
grupla bu grup arasında çatışma baş göstermişti.
Zaten devir demokrasilerin zayıflayıp totaliter rejim-
Sonuçta Türkeş’le birlikte 14 kişi komitenin bir iç
lerin güçlendiği bir devirdi.
darbesiyle tasfiye edilip yurt dışına sürülmüşlerdi.
İkinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye’nin de- Bir müddet sonra 14’lerin yurda dönmesine izin ve-
mokrasiye geçmesi bir zaruret olarak ortaya çıktı. rildi. Türkeş siyasi hayata atılmaya karar vermişti.
Bu büyük savaşta totaliter rejimler yenilmiş, demok- Aslında 27 Mayıs darbesinden sonra Türkeş’in ni-
rasi bloğu zaferle çıkmıştı. Savaşın galibi olan Ame- yeti başsız kalan Demokrat Parti’nin bir şekilde ba-
rika Birleşik Devletleri’nin bir görevi de Avrupa’da şına geçip siyasete devam etmekti. Bu bir hayaldi
demokrasiyi geri getirmekti. Açık Sovyet tehdidi ve zaten şartlar buna uygun gelişmedi.
karşısında Batı dünyasından kopmamak zorunda
Türkeş MHP’nin başına geçtikten sonra partide
olan Türkiye’nin tek parti idaresi ile yola devam et-
müthiş bir disiplin kurmuş ve milliyetçi bir gençlik
mesi mümkün değildi. Sonuçta tek partiden kopan
kadrosu yetiştirmek için harekete geçmiştir. Bun-
dört mebus Demokrat Parti’yi kurdular. Bunu diğer
da da başarılı olmuş ve üniversitelerde Ülkücü
partilerin kurulması takip etti.
bir gençlik yetişmiştir. Bunda devletin 1968’lerde,
O dönemin Türkçüleri 1944 yılında tabutluklar- Avrupa’dakine paralel olarak gelişen Marksist genç-
da işkencelere maruz kaldılar. 1942 yılında Alman- liğin aşırılıklarını dengelemek politikası da etkili ol-

186 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


muştur. Marksist ideolojiye karşı Türkeş, 1960’lı yıl- ğu inanç ve ahlak anlayışının ürünüdür.
larda kaleme aldığı “Dokuz Işık Doktrini” adını verdi-
Türk inancının esası İslâm dinidir. Ahlak anlayışı
ği bir fikir sistemini ortaya atmıştır. Fakat Dokuz Işık
da buna dayanır. XIX. yüzyılda ortaya çıkan devletin
ideolojik bir doktrin olmaktan ziyade 1960’ların so-
toplumu kültürel bazda zorlaması ve Batı kültürünü
nundaki Türkiye’nin şartlarına göre hazırlanmış bir
empoze etmeye çalışması Türk medeniyetinde bir
ekonomik kalkınma planı olmaktan öte bir mahiyet
sarsıntı meydana getirmiştir. Böylece medeniyeti-
arz etmez. Dokuz Işık denilen 9 ilkenin içerisinde
miz taklitçiliğe yönelmiş ve kendi imkânları çerçeve-
milliyetçilik, ülkücülük, köycülük, ahlakçılık, ilimcilik
sinde orijinal ürünler ortaya koyma özelliğini kaybet-
vs. bulunduğu halde demokrasiyle ilgili bir umde yer
meye yüz tutmuştur. Medeniyetteki bocalama; yani
almaz.
inanç ve ahlak nizamındaki sarsılma insanımızdaki
Bütün fikir akımlarında olduğu gibi milliyetçiliğin kendine güven duygusunu yıkmıştır.
de tek bir sürümü yoktur. Cumhuriyet devrinde milli-
Devletin kültür empoze etmek siyaseti ortadan
yetçi sağdaki ilim ve fikir adamları içerisinde demok-
kalkarsa toplum kısa sürede kendi medeniyet tarzı-
rasi üzerinde en çok duran Prof. Dr. Ali Fuat Başgil
na uygun bir biçimde kültürüne sahip çıkacak ve ori-
olmuştur. 1940’lı yıllardan beri kaleme aldığı birçok
jinallik vasfı geri gelecektir. Avrupa standartlarındaki
yazısında liberal demokrasinin önemi, insan hakları
bir demokraside ideolojik devlete yer yoktur. Cum-
ve hukukun üstünlüğü prensibi konusunda pek çok
huriyetimizin kurucusu Büyük Atatürk üzerine basa
makale kaleme almıştır. Ayrıca Prof. Dr. Mümtaz
basa söylüyor: “Ben, manevî miras olarak hiçbir
Turhan ve talebesi Prof. Dr. Erol Güngör de demok-
ayet, hiç bir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış
rasi konusunda yazılar kaleme alan milliyetçi ilim ve
kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve
fikir adamlarındandır.
akıldır”. Bu söz ile Atatürk ideolojik devlete açıkça
Ne var ki, 1970’li yıllarda demokrasi felsefesi ve karşı çıkmaktadır.
liberalizm konusunda Türk fikir hayatında ciddi yazı-
Demokrasi bütün kurumlarıyla işlerlik kazanır-
lar pek yer almamıştır. Sağ ve sol ideolojik hareket-
sa Türk milleti isbat-ı vücut edebilecektir. Çünkü
lerin ve silahlı çatışmalara dönüştüğü bu dönemde
her türlü yozlaşmaya rağmen milletimizin cevhe-
demokrasi mağduru durumundaki merkez partileri
rinde zekâ, yaratıcılık, çalışkanlık, fedakârlık ve
dışındakiler için demokrasi hakkında klişeleşmiş
diğerkâmlık gibi yüksek ahlakî değerler saklıdır.
birkaç sözden başka bir şeye rastlanmaz.
Türk milliyetçiliği için 1990 öncesinde birinci teh-
Geçmişte Türk milliyetçilerinin üzerinde yeterin-
dit Komünizm idi. Çünkü tarihî hasmımız ve yakın
ce durmadıkları husus demokrasidir. Türk milliyet-
komşumuz Sovyet-Rusya’nın resmî ideolojisi idi.
çiliği katıksız bir millet ve vatan sevgisi demektir.
Sovyet İmparatorluğu’nun dağılması ile bu tehlike
Oysa milliyetçilik siyasî bir program olarak ortaya
bertaraf oldu.
konulduğu zaman demokrasi zaruri hale gelmek-
tedir. Çünkü milletin fertlerinin kendi istidat ve ka- Bugün ise Türk milliyetçiliği için birinci tehdit to-
biliyetlerini ortaya koyması demokrasi ve hürriyet taliter yönetim sevdalılarıdır. Eski Marksistler tota-
sayesinde mümkün olabilecektir. Demokrasi, millet liter unsurlarla işbirliği halinde Atatürk’ü kullanarak
hayatımızda çok yeni de olsa Türk insanının ferdî ve Atatürkçülük adı altında totaliter, anti demokratik
kabiliyetini ortaya koyması ve şahsiyetini geliştirme- ve dogmatik bir ideoloji icat ederek bunu devletin
si açısından en elverişli rejimdir. Çünkü demokrasi resmî ideolojisi haline getirmek istemektedirler.
millî iradenin yönetime yansımasından da öte, dev-
Resmî ideolojiye sahip bir devlette demokrasi-
letin vatandaşlar tarafından kontrol altına alınması
den söz edilemez. Çünkü böyle bir ülkede ne insan
demektir. Bugün ise demokrasiden ziyade bürokra-
haklarından ne de ferdî hürriyetlerden söz edilebilir.
si, yani memurların iktidarı söz konusudur. Bürok-
İdeolojik devlet, milletin kendi ideolojisini benimse-
ratik tahakkümü perçinleyen en önemli unsur da
meyen kesimini düşman olarak görür; eşit, tarafsız
devletin ideolojik karakteridir.
ve adaletli davranamaz. Resmî ideoloji kamu ku-
Demokrasi liberal felsefenin bir ürünüdür. Millet rumlarını ve görevlilerini eleştirmeyi ve denetlemeyi
temeline dayanan doktriner anlamdaki milliyetçilik imkânsız hale getirir. Haksızlıklara ve yolsuzluklara
anlayışı da esasen Fransız ihtilali ile açığa çıkan karşı çıkmak bürokrasi ve onun uzantısı basın tara-
liberal felsefenin bir ürünüdür. fından derhal devlet ideolojisine; laikliğe ve cumhu-
riyete karşı gelmek olarak yorumlanır.
Türk milliyetçiliği gücünü Türk kültüründen al-
mak durumundadır. Türk kültürü Türkün sahip oldu- İdeolojik bir yapıya sahip devletin demokrasi ile

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 187


alakası yoktur. Bugün hâlâ Osmanlı devrinden kal- Aslında Türk devletlerinde hukuka bağlılık pren-
ma bir alışkanlıkla millet teb’a olarak görülmekte ve sibi, Kutadgu Bilig başta olmak üzere siyasetnâme
milletin devlet için var olduğu görüşü geçerli kılın- ve nasihatnâme türü pek çok eserde işlenmiştir.
maktadır. Demokrasilerde devlet, millet için vardır. Buna göre hükümdarın, yani devletin görevi, asa-
Oysa bugün bürokrasi ve kendilerini meclisin, yani yişi sağlamak, adaleti tesis etmek, halkın refahı için
millet iradesinin üstünde görenler topluma kendi ka- gereken tedbirleri almak ve bu meyanda akçanın
falarındaki hayat tarzını ve düşünce formunu kabul değerini korumaktır. Evet, refah hususu çok önem-
etmeye zorlamakta, çoğulculuğa ve çeşitliliğe karşı lidir. Bugün uzun yıllardır toplumu sosyal ve ahlakî
çıkmaktadır. yönden kemiren enflasyonun sorumluluğu 13. yüz-
yılda devlete yüklenmektedir. Hükümdar akçanın
Türkiye’de uygulandığı şekliyle laiklik, devletin
değerini sabit tutacaktır yani halkı enflasyondan
cebrî kültür değişimi politikasının aracıdır. Sultan II.
koruyacaktır. Ancak o zaman halk hükümdara itaat
Mahmud’la başlayan bu hareket, tarihî seyir içeri-
edecek ve vergisini verecektir.
sinde dozajı artarak devam etmiştir.
Türkler, tarih boyunca pek devletsiz kalmamış-
Türk milliyetçilerinin en büyük handikabı devlet
lar, devletsizliğin millet için nasıl bir felâket olduğu-
algılamasıdır. Çok defa millet sevgisi ile devlet sev-
nu idrak ederek devleti her şeyin üstünde tutmuşlar
gisi ve dolayısıyla devletçilik ile milliyetçilik birbirine
ve ona kutsiyet atfetmişlerdir. Devlet-i ebed-müddet
karıştırılmaktadır. Devlet kutsandığı ölçüde millet
kavramı böyle bir kutsiyet izafesinin ifadesidir. Dev-
değersizleşmektedir.
lete veya hükümdara kutsiyet izafesi o dereceye
Devleti, millet iradesinin ortaya koyduğu bir orga- varmıştır ki, devlet idaresinin zaman zaman yaptığı
nizasyon olarak anlıyoruz. Millet, kendi hayatiyetini haksızlıklar bile hoş görülmüş; vardır bir hikmeti de-
devam ettirebilmek için adına devlet denilen idarî, nilerek saygı ve sadakat sürdürülmüştür.
askerî, malî vs. alanda kendiliğinden bir teşkilatlan-
Osmanlı Devleti daha da ileri giderek, kul sis-
ma ortaya koymuştur. Toplumun sosyal, ekonomik
temi içerisinde köleleri özel bir eğitimden geçirerek
ve kültürel hayatının korunması ve geliştirilmesi için
ehl-i örf denilen idareci bir seçkin sınıf yetiştirmiş ve
böyle bir organizasyon zaruri görülmüştür. Kısaca-
devlet ve reaya (halk) adına bu sınıfı yeri geldiğinde
sı bir milletin ayakta kalabilmesi devlet sayesinde
feda etmekten çekinmemiştir. Ancak idarî mekaniz-
mümkün olabilir.
mayı elinde tutan bu zümre, pratikten kaynaklanan
Cumhuriyetin kuruluşuna kadar ki Türk devlet- sebeplerle çok güçlü bir konuma gelmiş, zaman za-
lerinde millet iradesinden söz edilemez. Daha çok man bizzat devlet ve hükümdarlık makamı üzerinde
bir sultanın, bir monarkın iradesi söz konusudur. tayin edici bir rol oynamıştır. Topluma karşı hiçbir
Bu meyanda Osmanlı ve ondan önceki Selçuklu sorumluluğu olmayan, sadece padişah iradesine
hükümdarları kendilerini devletin sahibi olarak görü- tâbi bu idareci kullar zümresinin yerini Tanzimat’tan
yorlardı. Kendilerini, Tanrı iradesi ile toplumu idare sonra daha kalıcı bir yapıya sahip bürokrasi almış-
etmek ve hanedanın adıyla anılan devleti yücelt- tır. Müsadere geleneğine son verilmesiyle de bu bü-
mek için görevlendirilmiş sayıyorlardı. Hükümdar rokrat sınıf, önceki kullar zümresine nazaran devle-
bütün yetkilerini Tanrıdan alıyor ve onun adına hük- te karşı daha güçlü ekonomik ve hukukî dayanaklar
mediyordu. Ancak Hun-Göktürk-Uygur-Selçuklu- bulmuştur. Kendisine, Batılılaşma veya modernleş-
Osmanlı çizgisini takip eden Türk devletleri monar- meyi topluma yaymak gibi bir misyon yüklenen Tan-
şik olmakla beraber, despotik değillerdi. Hükümdar, zimat bürokrasisi, hemen hemen hiç değişmeden
kanun koyma yetkisine rağmen, ister kendi koymuş cumhuriyete de intikal etmiştir.
olsun, isterse önceki hükümdarlardan miras almış
Modernleşme süreci içerisinde Türkiye XIX. yüz-
olsun maşeri şuurun kabul ettiği hukuka uymak zo-
yılın sonlarından itibaren yavaş yavaş demokrasiye
rundaydı. Osmanlı devrindeki ifadesiyle padişah
geçmeye başlamış fakat bu sistemi aldığımız Batı
dahi olsa şer’-i şerîfe ve kanun-ı münîfe (örf) aykırı
ülkeleri ile aynı tarihî çizgiyi yaşamadığımız için
kanun koyamaz ve icraatta bulunamazdı. Bundan
birçok problemler zuhur etmiştir. Batı’da demokra-
dolayı geçmişteki Türk devletlerini despotik olarak
si liberalist felsefenin bir ürünü ve Batı’nın geçirdiği
vasıflandırmak yanlıştır. Gerçi cumhuriyet dönemin-
sosyal değişmelerin bir sonucudur. Bizde ise de-
deki eğitim müfredatında padişahlar için hep astı-
mokrasi, Batılılaşmanın zaruri bir parçası olarak te-
ğı astık, kestiği kestik, şeklinde despotik bir portre
lakki edildiği için alınması gerekli görülmüştür.
çizilmiştir fakat bunun gerçekçi olmadığı erbabınca
bilinmektedir. İşin olumlu tarafı Türk toplumu kendisine daya-

188 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


tılan demokrasi rejimini çabuk benimsemiştir. Çün- öngörmektedir. Çünkü millet yanlış tercihler yapabi-
kü kendi iradesi ile idarecisini seçmek fırsatını elde lir ve istenmeyen siyasi partileri işbaşına getirebilir.
etmiştir. Zaten halkın iradesi demek, hakkın iradesi O zaman devleti millet iktidarından koruyan bir ve-
demektir. Ancak devletçi-bürokrat-aydın, demokra- sayetçi kurumlar ikame etmek lazımdır. Nitekim bu
sinin arkasında yatan liberalist felsefeyi göz ardı yüzden 1960 darbesinden sonra ortaya çıkan bazı
ederek, demokrasinin zaruri kıldığı kurallara göre kurumlara böyle bir vesayet misyonu yüklenmiştir.
değil, kendi kafasındaki despotik anlayışa göre reji-
Hâlbuki Türk milliyetçilerinin dayandığı esas
mi yorumlamaya ve uygulamaya çalışmıştır.
temel Türk milleti ve ona ait değerlerdir. Dolayısıy-
Devletçi seçkinler, bugün demokrasiden söz et- la milletin seçimlerde tezahür eden iradesine rıza
mekle birlikte kutsal devlet kavramından da vazge- göstermek Türk milliyetçiliğinin bir gereği olması ge-
çememektedirler. Oysa liberalist felsefenin ön gör- rekir. Demokrasi kültürü konusunda muasır mede-
düğü demokrasi anlayışına göre devlet kutsal ola- niyet seviyesini tam olarak yakalayabilmiş değiliz.
maz. Çünkü kutsallık izafe edildiği zaman devletin Cumhuriyet, demokrasi olmadığı zaman manasız-
icraatını tartışmak mümkün değildir. Kutsal olanın dır. Dünya üzerinde adı cumhuriyet olup, fakat ger-
her yaptığı doğrudur ve yanlış yaptığını düşünü- çekte bal gibi diktatörlük olan bir sürü devlet vardır.
yorsak bile bir hikmeti vardır, dememiz icap eder. Cumhuriyeti faziletli kılan halkın yönetime katılımını
Hâlbuki liberal demokrasinin hüküm sürdüğü bir ül- sağlayan demokrasi rejimidir. Ancak demokrasinin
kede devletin faaliyet alanı mümkün olduğu kadar sadece dört yılda bir sandık başına gitmek demek
daraltılmış, güçlü bürokrasi, ferdin hürriyeti önünde olmadığını, devlet ve toplum hayatında her kesimin-
bir engel olarak görülmüştür. Demokratik devlette de buna göre bir yapılanma ve kültür teşekkülü ge-
bürokrasi toplumun hizmetindedir ve onun için var- rektiğini; bu hususta da daha almamız gereken hayli
dır. Oysa bizim geleneksel devlet anlayışımıza göre mesafe olduğunu elli küsur yıllık demokrasi tecrübe-
toplum devlet için vardır. miz ortaya koymuş bulunuyor. Zira hâlâ bazı kesim-
lerin, benim tercih ettiğim parti kazanırsa demokrasi
Bugün Türkiye Cumhuriyeti idaresini ellerinde
güzeldir, anlayışından kurtulamadıkları görülmekte;
tutanlar, kutsal devlet kavramından vazgeçemedik-
muhalif fikirler tahammülsüzlükle karşılanmakta ve
leri, diğer bir deyimle halkın iradesine inanmadıkları
ihanetle suçlanmaktadır. Bu ölçüsüzlüğün ortadan
ve güvenmedikleri yani devleti milletin üstünde gör-
kalkması; demokrasinin kendine has bir nezâket ve
dükleri için toplumun kahir ekseriyetini potansiyel
zarâfet üslubunun benimsenmesi rejim, millet ve
tehlike olarak görmektedirler. Bundan dolayı toplu-
devlet hayatı için bir kazanç olacaktır.
mu yola getirmek için toplum mühendisliğine soyu-
nulmakta ve insanları kendi kafalarındaki şablona Bugün Türk milliyetçilerinin bir kısmının devlet-
göre tanzim etmek için uğraşılmaktadır. Bu bir an- çilik refleksiyle adeta darbeci bir zihniyeti destekler
lamda Sovyetler Birliği’nin siyaseti ile paralellik arz konuma düşmesi acaba Türk milliyetçiliği demokra-
etmektedir. Sovyet sisteminin 70 yıl boyunca gayesi tikleşmeye engel mi, sorusunu zihinlerde çağrışım
Homo Sovyetikus denilen Marksist ideolojinin ön yaptırmaktadır. Siyasi konjektürün ve siyasi basiret-
gördüğü bir insan tipi yetiştirmeye çalışmak olmuş- sizliğin ortaya çıkardığı bu durumun yanıltıcı oldu-
tur. Elbette ki bugünkü noktada bu gayret fiyaskoy- ğunu düşünüyoruz. Türk milliyetçilerinin, milliyetçili-
la sonuçlanmıştır. Türkiye’deki devletçi-seçkinlerin ğini yaptıkları millete saygısı varsa onun temayül ve
takip ettiği siyaset de aynı mahiyettedir. Atatürkçü- taleplerine duyarsız kalmaları söz konusu olamaz.
lâik-çağdaş-uygar vs. gibi sıfatlarla tavsif ettikleri bir Aksi halde muhayyel bir milletin milliyetçiliği yapılmış
Homo Cumhuriyetikus yani bir cumhuriyet insanı olur. Realitedeki milletin taleplerinin göz ardı edile-
yetiştirmek. Bu amaç uğrunda toplumun sahip ol- rek millet adına hareket etmek jakobence bir tavırdır.
duğu manevî değerler, inançlar ve sosyal yapı hiçe Gerçekçi milliyetçilik milletin bugünkü taleplerini göz
sayılmaktadır. önüne almayı ve bugünkü problemleri çözmeyi ge-
rektirir. Toplumu kendi kafasındaki bir şablona göre
Bu bağlamda Türk milliyetçilerinin bir kısmının
hizaya getirmeyi amaçlamak tek kelime ile toplum
hâlâ kutsal devlet anlayışını sürdürdüğü görülmek-
mühendisliği yapmak demektir. Türk toplumu böy-
tedir. Bundan dolayı demokrasinin gelişmesinin
le bir mühendisliği hoş karşılamadığını birçok defa
devlete zarar vereceği kaygısını taşımaktadır. Bu
göstermiştir. 1946’dan bu yana yapılan seçimler tah-
kaygı yanlış ve gereksizdir. Temelinde yatan zihni-
lil edilirse bu durum kolayca anlaşılabilir.
yet millete olan itimatsızlıktır. Milletin yanlış karar
______________________________________________
verebileceği endişesidir. Bu endişe ve anlayış, dev- * Prof. Dr., Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakül-
leti milletten korumaya yönelik tedbirler alınmasını tesi

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 189


TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE
TÜRK KÜLTÜRÜNDE SEVGİ KAVRAMI

UMAY GÜNAY*

“T
ürk milliyetçiliği “kavramı Doğu ve Batı “Biz milliyet fikirlerini tatbikte/uygulamakta çok
milletlerinin milliyetçilik kavramlarından gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz. Bu-
çok farklıdır. Doğu ve Batı milletlerinin nun zararlarını fazla faaliyetle telafiye/düzeltmeye ve
milliyetçilik anlayışlarında üstün ırk kabulüyle birlik- tamamlamaya çalışmalıyız... Çünkü tarihî hadiseler,
te, diğer milletleri küçüksemek ve onları yok etmek insanlar ve milletler arasında, hep milliyet fikrinin
anlayışı yer almaktadır. Museviliğin evrensel bir dine hâkim olduğunu göstermiştir.”
dönüşüp yaygınlaşamamasının ve içinden ikinci bir
“Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak,
din olarak Hristiyanlığın doğuşu Yahudilerin üstün
ilk önce biz kendi benliğimize ve milliyetimize bu hür-
ırk anlayışlarından kaynaklanmaktadır. Emeviler
meti; hissi, fikri, ve fiilî olarak bütün davranış ve hare-
de Müslümanlığı, Musevilerin yaklaşımı ile hayata
ketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulma-
geçirmişler ve Müslüman olan diğer etnik grup ve
yan milletler başka milletlerin avıdır. Millî mücadeleyi
milletleri ikinci sınıf olarak değerlendirmişlerdir. Ab-
yapan, doğrudan doğruya milletin kendisidir; Milletin
basilerle birlikte Türklerin büyük ölçüde İslâmiyet’i
evlatlarıdır. Millî mücadelede şahsi hırs değil, milli iz-
benimsemelerinden sonra Türklerin katkısı ve yakla-
zeti nefs, gerçek saik olmuştur. Yurt sevgisi ona hiz-
şımlarıyla İslâmiyet bir etnik grubun inancı olmaktan
metle ölçülür. Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız
çıkarak yaygınlık kazanmış ve evrensel bir din niteliği
kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa daha
kazanmıştır. İnsanlık tarihinin hikâyesine bakıldığın-
az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim
da bütün mücadelelerin altında yatan temel sebebin
ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa etti-
devletlerin ve kişilerin iktidar ve hâkimiyet mücade-
ği /savunduğu bütün mazlum milletlerin bütün şarkın/
lesi olduğu görülür. Tarih boyunca bu mücadelede
doğunun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye ka-
kaybeden pek çok devlet ve halk kaybolmuş tekrar
dar Türkiye, kendisiyle beraber olan şark milletlerinin
hayata dönememişlerdir. Sümerler, Hititler, Frigler,
beraber yürüyeceğinden emindir. Millet sevgisi kadar
Astekler vb.
büyük mükâfat yoktur. Yurt toprağı, sana her şey
Tarih sahnesine çıktıkları M.Ö. IV. binden itibaren feda olsun. Kutlu olan sensin.
Türkler, ilk yurtlarının bir bölümünü muhafaza ederek
Harp, muharebe hele meydan muharebesi yalnız
yeni yeni yurtlar edinmiş; pek çok farklı medeniyet ve
karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir,
din dairelerine girmiş; yeni kültür sentezleri üretmiş;
ulusların çarpışmasıdır. Ulusların bütün varlıkları ile
16 imparatorluk, yüzlerce devlet kurmuşlardır. Türk-
bilim ve teknik alandaki seviyeleri, başarıları, ahlakla-
lerin kurdukları devletlerin bir bölümü Tabgaç’da Çin-
rı, kültürleri, faziletleri ile kısaca göz ile görülür bütün
lilere, Hazarlarda Musevilere, Bulgarlarda Slavlara
güçleri ve varlıkları ile her türlü araçları ve olanakları
devredilirken büyük bir bölümü kendi iç çatışmaları
ile çarpıştığı bir sınav alanıdır.
sonucunda zayıfladıktan sonra yabancılar tarafın-
dan yıkılmıştır. Türkler, kendi içlerinde çeşitlenerek Gerçek kanaatim şudur. Ulusumuzu harbe gö-
bölünmüş ve her seferinde yeniden doğuşu ve ku- türünce vicdanımda azap duymamalıyım. Bize milli-
ruluşu sağlamışlardır. Yabancılardan çok birbirleriyle yetperver derler. Fakat biz öyle milliyetperverleriz ki,
çatışan Türklerin medeniyet seviyeleri ve lehçeleri de bizimle teşrik-i mesai eden bütün milletlere hürmet
birbirlerinden farklılaşmıştır. ve riayet ederiz. Onların bütün milliyetlerin icabatını
tanırız. Bizim milliyetperverliğimiz herhalde hodbina-
Büyük Atatürk milliyet fikrini özetle şöyle değer-
ne ve mağrurane bir milliyetperverlik değildir.”
lendirmiştir:

190 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Bu alıntılarda ve Büyük Atatürk’ün bütün konuş- Büyük Atatürk’ün, Afet İnan’a yazdırdığı aşağı-
malarında ifade ettiği şey Türk milletine karşı duy- daki görüşleri bilgi sahibi olmadan keşif ve üretim
duğu sevginin sorumluluk duygusu ile bütünleşme- yapmadan başarıya ulaşılamayacağını anlatması
sinden doğan hem kendine hem başkalarına saygılı açısından, bütün değerlendirmeleri gibi dikkat çekici
Türk milliyetçiliği düşüncesidir. Türk tarihi boyunca ve yol göstericidir:
Türk devletlerini yöneten liderler kendi milletleri için “Hars mefhumunda milletlerin güç ve geç değişen
istedikleri huzuru refahı ve mutluluğu diğer halklar bazı ırki, fikri hasletlerine, karakterlerine hasrederler
için de istemişlerdir. Bu sebeple güçlü Türk devletle- ve buna çok kıymet ve ehemmiyet verirler. Mesela
rinin içinde daima kendi inanç ve geleneklerine göre İstanbul’un zaptı hadisesini mütalaa ederken, diyen-
yaşayan huzurlu ve müreffeh etnik gruplar bulunmuş- ler vardır ki: Bizanslılar Türklerden daha medenî idi-
tur. Türk devletleri zayıfladığı dönemlerde bu etnik ler, fakat Türklerin harsı kuvvetli olduğu için galip ve
gruplar dış güçlerle birleşerek çöküşü sağlamakta rol muzaffer oldular. Bu telakki ve izah doğru değildir.
oynamışlardır. Hakikatte Türkler Bizanslılardan hem daha medenî
Bilge Kağan’dan Atatürk’e uzanan çizgide milli- idiler, hem daha ırkî karakterleri onlardan yüksekti.
yetçilik Ziya Gökalp’in de ifade ettiği gibi Türk milletini Medeniyet dediğimiz harsın, üç mühim unsurunu
“yükseltmek” ve Atatürk’ün ifade ettiği üzere Türk mil- göz önünde tutarak hadiseyi mütalaa edersek, fikri-
miz kolaylıkla izah edilmiş olur: “İstanbul’u zapt eden
letini “sevmek ve hürmet etmek” kavramlarında çok
Türkler devlet hayatında elbette Bizans İmparatorlu-
sade, açık ve samimi bir biçimde ifade edildiği üzere,
ğundan çok yüksekti. Türklerin İstanbul fethinde inşa
var olmak ve varlığını en iyi bir şekilde sürdürmek
ve icat ettikleri gemiler, toplar ve her nevi vasıtalar,
anlamını taşımaktadır. Bu sebeple Türk milletine açık
gösterdikleri yüksek fen iktidarı bilhassa koca bir
ve gizli düşmanlık besleyenlerin ifade ettiği gibi doğu
donanmayı Dolmabahçe’den Haliç’e kadar karadan
ve batı milliyetçiliklerinin içinde barındırdığı soykırım,
nakletmek dehası, daha evvel Boğaziçi’nde inşa et-
üstün ırk, diğerlerini yok ederek yükselmek, faşist
tikleri kaleler, aldıkları tedbirler Bizans’ı zapt eden
baskı ve yaklaşımlar gibi insan haysiyetiyle bağdaş-
Türklerin fikir ve fen âleminde ne kadar ileri oldukları-
mayan kabul ve değerler, Türk Milliyetçiliği ideolojisi
nın yüksek şahitleridir.”
içinde hiç bir zaman yer almamıştır. Türk milliyetçileri
kendileri için istedikleri her iyiliği başka milletlere de “Bizans prenslerinin Türk ordugâhlarında staj
lâyık görmüşlerdir. yaptıklarını, her hususta ders aldıklarını da hatırlat-
mak isterim. Daha Attilâ zamanında Şarki Roma İm-
Hümanizm adına, bu milliyetçilik yaklaşımı paratorluğunun Türklerin haraçgüzârı olacak kadar
fevkalâde saygıdeğer olmakla birlikte, kendi milleti siyasette ve askerlikte dûn bulunduğu malumdur.
adına savunma ve karşıdan gelecek karmaşık oyun- Bizans’ı zapt eden Türklerin iktisadi hayatta Bizans-
lu saldırılar konusunda strateji ve uyanıklık ve karşı lıların çok ilerisinde olduğunu izaha ise hacet görül-
tezler geliştirme yeteneğinden yoksun bir alt yapı ol- mez. Hülasa, medeniyet harstan başka bir şey değil-
duğunu da gözden kaçırmamak gerekir. dir. Hars kavramını seciye diyebileceğimiz karakter
Osmanlı Devleti’nin gerileme ve çöküş dönemin- mefhumuna indirmemelidir. Bu arz ettiğim telakki/
de yaşanan fevkalade dramatik olayların bu gün in- anlayış birbirinden ayırt edilmesi güç olan, medeni-
yet ve harsın tarif, izah ve anlaşılmasında kolaylığı
san hakları adına Türkiye’nin karşısına soykırım tezi
da mûcib olur.
olarak çıkarılması, Kıbrıs’ta 1974 öncesi yaşanan
vahşet ve dehşetin fâili olarak Türk tarafının göste- Bütün bu açıklamalar, Tanzimat’tan bugüne de-
rilmesi gibi onlarca örnek verilebilir. Unutmamalıyız vam eden “Amerika’yı yeniden keşfetmeyelim” sözü
ki “Dün bugünün, bugün yarının tohumudur.” Sahip ile özetlenen onlar yapsın biz kullanalım anlayışına
olduğumuz başkalarına saygı ve sevgiden vazgeç- cevaptır. Eskiyen metotları uygulayarak, Batı’nın sa-
meyerek, kendimize ve birbirimize de yabancılara hip olduğu bilginin bir bölümünü ödünç alarak, ancak
gösterdiğimiz saygıyı ve sevgiyi göstermeyi öğren- “gelişmekte olan ülke” sıfatına süreklilik kazandırılır,
meliyiz. Saygı ve sevgi tek taraflı olduğu zaman kar- asla gelişmiş ülke sıfatına ulaşılamaz. Yönetilen ol-
şı taraf tarafından gerek bireysel hayatımızda gerek mak yerine yönetenler arasında yer almak için önce-
uluslararası ilişkilerde sömürülme ortamları sağlar. likle stratejik düşünce tarzına geçmek, aydınlarımı-
Unutmamalıyız ki saygı ve sevginin karşılıklı ola- zın kendi tarihimiz ve kültürümüzle birlikte dünyayı
bilmesi ve barış ve huzur ortamları yaratması için doğru tanımasını sağlamak ve genç nesilleri bilgi
öncelikle bireyin ve devletlerin çok güçlü ve zengin sahibi olmaktan öte, bilgi üreten ve keşif yapabilen
olmaları gerekir. Bugün dünyanın ABD’ye gösterdiği yaratıcılığa ulaştırmak gerekir.
saygı ve sevginin arkasında demir yumruğa dayanan ______________________________________________
* Prof. Dr.
refah yatmaktadır.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 191


TÜRK SİYASAL YAŞAMINDA
MHP

TURGAY UZUN*

M
illiyetçi Hareket Partisi’nin Türk siyasal ha- bir çizgiye sahip olmuştur. Millet Partisi’nin kurulmasıyla,
yatında yer almaya başladığı tarih, 9 Şubat DP, daha rafine bir nitelik kazanmış, daha tutarlı bir par-
1969’dur. Bununla beraber MHP’nin temsil ti görünümü sergilemeye başlamıştır2. Millet Partisi’nin
ettiği siyasal hareketin partileşme sürecinin başlan- siyasal hayat içinde hem CHP hem de DP’ye karşı kes-
gıcı, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne Alparslan kin bir muhalefet stratejisi takip etmesi ve kavgacı bir
Türkeş’in genel başkan seçildiği ağustos 1965 tarihidir. görüntü vermesi, bu partinin meclisteki varlığı ile ters
Bu tarihten önce de CKMP milliyetçi ve muhafazakâr orantılı olarak gelişme gösterdi ve DP’den ayrılanlar
nitelikte bir partiydi, ancak milliyetçi-Türkçü ideoloji- halkın desteğini koruyamadılar. Millet Partisi, özellikle
nin bir siyasal ideoloji olarak temel alınması olgusu, genel başkan Fevzi Çakmak’ın ölümü sonrası, cenaze
Alparslan Türkeş ve ekibinin bu partiye girmelerinden töreni sırasında çıkan olaylar nedeniyle CHP tarafından
sonra oluşmuştur. Bu bağlamda Alparslan Türkeş’in laiklik karşıtı bir parti olmakla suçlandı, bu suçlamalara
CKMP’ye egemen olması, önceleri daha çok kültürel bazı DP’liler de katıldı. Bu nedenle CHP ve DP, 1950
nitelikteki küçük örgütlenmelerin oluşturduğu milliyetçi seçimleri öncesi ortak tutum alınması konusunda bir
hareketi bir parti aracılığı ile siyasal hayata taşımış ve görüş birliğine vardı. 3
milliyetçi ideoloji bu parti sayesinde siyasal hayat için-
Türk siyasal hayatında bir dönüm noktası olan
de kurumlaşma sürecine girmiştir.
1950 seçimleri sonunda, Demokrat Parti, 23 yıl gibi
CKMP’den MHP’ye: MHP’nin Kurulması bir süre iktidarı elinde bulunduran, cumhuriyetin ku-
rucusu ve devrimlerin uygulayıcısı olan Cumhuriyet
Milliyetçi Hareket Partisi’nin kuruluşunda Cumhuri-
Halk Partisi’ni yenilgiye uğrattı. 1950 yılında iktidarın
yetçi Köylü Millet Partisi’nin değişim süreci önem taşı-
“kurucu” bir partiden başka bir partiye barışçı bir yolla
maktadır. MHP, ilk önce bu adla bir siyasal parti olarak
devri, Türkiye gibi ülkelerde çok az rastlanılan bir olgu
kurulmamış, çekirdeğini Millet Partisi’nin oluşturduğu
olarak kabul edilmektedir. Bu olayın başarılmasında,
CKMP’nin isim değiştirmesiyle Türk siyasal hayatında-
Türkiye’nin 1876’dan beri bir meclis ve seçim gelene-
kini yerini almıştır. Parti içi çekişmeler nedeniyle parti-
ğine, güdümlü ve kısa süreli de olsa bir muhalefet de-
den uzaklaştırılan ve istifa eden milletvekillerinin Mare-
neyimine sahip olması büyük önem taşımaktadır.
şal Fevzi Çakmak başkanlığında 20 Temmuz 1948’de
kurdukları Millet Partisi1, CKMP’nin ana çekirdeğini DP iktidarı ile birlikte ülkede bir liberalizasyon döne-
oluşturan siyasal örgüttür. Millet Partisi, DP’in CHP’ye mi başladı. CHP’nin de katılımıyla Cemiyetler Kanunu
yönelik muhalefetini yeterince sert bulmayan milletve- ve diğer bazı anti-demokratik kanunlarda değişiklikler
killileri tarafından kurulması nedeniyle daha sert bir mu- yapıldı ve siyasal özgürlükler genişletildi. Bu durum da
halefet anlayışını seçmiş ve DP’den daha muhafazakâr doğal olarak siyasal hayat içinde çok değişik görüş-

192 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


lerin temsil yeteneğini arttırdı. Bu arada Millet Partisi, 27 Mayıs 1960 sabahı yönetime el koyan silahlı
1950 seçimleri sonunda meclisteki gücünü hemen he- kuvvetler, DP karşısındaki sivil muhalif güçler tarafın-
men kaybederek sadece bir milletvekili çıkarabildi. 4 dan sevinçle karşılanmış, askeri yönetim doğrudan
DP ve yönetimini hedef alarak bunlara özel mahkeme-
8 Temmuz 1953’te faaliyetlerine hükümet tara-
ler kurdurmuştu. Askeri darbenin en önemli isimlerin-
fından son verilen Millet Partisi, Ankara Sulh Hukuk
den birisi olan ve milliyetçi görüşleriyle tanınan Albay
Mahkemesi tarafından, 27 Haziran 1954’te “dini esa-
Alparslan Türkeş, başbakanlık müsteşarlığına getiril-
sa dayanan ve gayesini saklayan bir cemiyet olduğu”
miştir. Darbe döneminde çok etkin bir konumda olan
gerekçesiyle kapatıldı.5 Parti, 9 Şubat 1954’te Millet
ve radikal reformların yapılması taraftarı olan Türkeş,
Partisi kurucularından Osman Bölükbaşı başkanlı-
ekibiyle birlikte “Türkiye Ülkü ve Kültür Birliği” adı al-
ğında Cumhuriyetçi Millet Partisi adını alarak yeniden
tında bir plan yapmış, ancak Milli Birlik Komitesi’nden
kuruldu.6 CHP, yeni kurulan CMP ile bir işbirliğine gi-
tasfiye edilmesi nedeniyle uygulama imkânı bulama-
rebilmenin yollarını aradı ve yaklaşan seçimlerde bir
mıştır.
işbirliği yapılabilmesi yolunda kararı alındı.7
MBK, adını alan ve 38 subaydan oluşan bu oluşum
2 Mayıs 1954’te genel seçimle yapıldı. Bu seçim-
homojen bir grup özelliği gösterememektedir. Özellikle
lerde DP % 56.61, CHP % 34,78 oranında oy aldı.
1944 olaylarında adı ön plana çıkan Alparslan Türkeş
CHP yalnızca Malatya, Konya ve Sinop illerinde CMP
ve arkadaşlarının milliyetçi-Türkçü eğilimleri ağır basan
ise Kırşehir’de çoğunluğu sağladı. Diğer illeri ise DP
bir grup oluşturdukları görülmektedir.12 Diğerleri ise ge-
kazandı. Buna göre DP 503, CHP 31, CMP 5 ve ba-
nellikle daha solda yer alan üyelerdir. Bu grubu birbirine
ğımsızlar 2 milletvekili kazandı. 8Orta Anadolu küçük
bağlayan temel neden DP’nin uygulamaları karşısında-
burjuvazisi arasında sınırlı bir desteğe sahip küçük bir
ki tepkidir.13 Önceleri uyumlu başlayan birliktelik, Türkeş
sağ parti olan CMP ve lideri Bölükbaşı, DP’nin bölün-
ve arkadaşlarının MBK’ya ağırlık koymaları ve bazı
mesiyle muhalefet partilerine geçen siyasal inisiyatifi
subayları tasfiye etmek istemeleriyle son bulmuş, MBK
daha etkili kullanmak için, DP’ye karşı birlik ve ortak
içindeki çatlak sonucu, Türkeş ve 14 arkadaşı emekliye
eylem imkânları konusunda CHP ile anlaşma yolları
sevk edilerek yurt dışındaki görevlere atanmışlardır. Bu
aradı ve bu iki parti DP ve özellikle Menderes üzerinde
ardada da Türkeş, Başbakanlık Müsteşarlığı görevin-
muhalif eylemlerini yoğunlaştırdılar. 9
den alınmış ve Yeni Delhi Türk büyükelçiliğine atanmış-
27 Ekim 1957’de yapılan genel seçimlerde DP % tır. Türkeş, ülkeden uzaklaştırılmasına rağmen, daha
47.70, CHP % 40.82 Hürriyet Partisi % 3.85 oranın- sonraki dönemde milliyetçi hareketin liderliğine soyuna-
da oy kazandı. CMP ise oyların % 7.19’unu almasına caktır.
rağmen sadece dört milletvekilliği elde edebildi. Bu
27 Mayıs darbesi sonrası 29 Eylül 1960’ta DP’nin
arada 16 Ekim 1958 tarihinde, Mayıs 1952’de kuru-
kapatılması 14ve Adnan Menderes ve iki DP’li bakanın
lan Türkiye Köylü Partisi, CMP’ye katılarak partinin
idam edilmesinden sonra, yeni bir anayasa hazırlatıl-
adı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi olarak değiştirildi
mış, yapılan referandumla bu anayasa 1961 yılında
ve parti genel başkanlığına Kasım 1959 kongresi ile
yürürlüğe girmiştir.15 1961 yılının 13 Ocağında siyasal
Osman Bölükbaşı yeniden seçildi.10 Daha sonra Tür-
faaliyetler üzerindeki yasak kaldırılmış ve 1961 yılında
kiye Köylü Partisi 6 Şubat 1960 tarihinde CKMP’den
yapılacak seçimler için-CHP ve CKMP’nin dışında- on
ayrılacaktır.11
bir yeni parti kurulmuştur. 16 Bu normalleşme dönemi-
1957 seçimlerinde oylarını % 56.61’den % 47.70’e nin ardından, 15 Ekim 1961 tarihinde yapılan genel
düşürmesine rağmen, iktidarı elinden bırakmayan DP seçimler sonunda, CHP 173, AP 158, YTP 65, CKMP
ve CHP ile diğer toplumsal kesimler arasında başla- 54 milletvekilliği kazanmıştır.17
yan gerginlik ve daha önemlisi sıradan yurttaşların
Alparslan Türkeş’in CKMP’ye Genel
“Demokrat” ve “Halkçı” olarak iki karşıt kampa ayrıl-
Başkan Seçilmesi
ması, 1960 darbesine zemin oluşturdu. Baştan beri
Demokrat Parti’nin uygulamalarına ve geleneksel ta- Osman Bölükbaşı parti içi yaşanan gerginliklerin
banına karşı kuşkuyla bakan ordu, “askeri bürokratik bir sonucu olarak 13 Haziran 1962’de bir grup mil-
kompleks”in zayıflatılmasına, Kemalist devrimlerin letvekili ile birlikte CKMP’den ayrılarak tekrar eski
yıpratılmasına karşı da son derece duyarlıydı. Görece partisi olan Millet Partisi’nin kuruluşunu açıklıyordu.18
daha geleneksel halk kesimleri ve Anadolu’daki eşraf- Bölükbaşı’nın partiden ayrılmasından sonra 23 Şubat
ağa ikilisinden destek gören DP, ordunun cumhuriyeti 1964’te yapılan CKMP kongresinde “Türkeşçiler” adı
koruyucu ve kollayıcı rolünü göz ardı etmiş, yaşanan verilen 70-80 kişilik bir grup oluştu. Bu kongrede Ah-
gerginliklerde ordunun üst komuta kademesini karşı- met Oğuz parti genel başkanlığına getiriliyordu. 19 27
sına almaktan çekinmemişti. Mayıs askeri darbesinden sonra MBK üyesi 13 üye20

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 193


gibi yurtdışına gönderilen Alparslan Türkeş, 1963 yılı Parti içinden olduğu kadar parti dışından özelikle
başında Hindistan’dan Türkiye’ye dönüyordu. Yurt dı- sol kanattan Türkeş’in genel başkan seçilmesine karşı
şında kaldığı süre içinde sürgünde bulunan arkadaş- tepkiler yoğunlaşıyordu. Dönemin etkili yazarlarından
larıyla zaman zaman ülkeye döndükten sonraki durum Metin Toker, Akis dergisinde, Türkeş’in genel başkan-
hakkında değerlendirmeler yapan Türkeş, ya mevcut lığını, “1930’lar Almanya’sından bir ses olan Türkeş ve
partilerin kendi görüşlerini benimsemesini bu mümkün kafatasçıların çeşitli oyunlar aracılığı ile partiyi ele ge-
olmazsa yeni bir parti kurmayı düşünüyordu. Bu bağ- çirmesi” olarak yorumluyordu. Sol eğilimli Yön dergisi
lamda Türkeş, dönüşüyle birlikte hem ordu bağlantılı ise, CKMP’nin Türkeş ile birlikte yeni bir örgütlenme
girişimlerle, hem de Adalet Partisi’ne girmeye çalışa- stratejisi geliştirdiği ve partinin canlılık kazandığından
rak iktidar fırsatı aramaya çalışıyordu. 21 söz ederek, “...CKMP’nin kongresi, klasik bir kanuni
formaliteyi yerine getirmekten ziyade, Türkiye’deki
Türkeş ve arkadaşlarının ülkeye dönüşünden son-
milliyetçilerin toplanması ve bir kurultay havası için-
ra, sürgünde hazırladıkları program uyarınca faaliyetle-
de Türkiye’nin dertlerine eğilinmesi bakımından ilgi
re girişmişler, Türk Ocakları’nda konferanslar vermeye
çekiciydi. Bilhassa, henüz bu milliyetçi kuruluşa kayıt-
başlamışlar ve “Türkiye Huzur ve Yükseltme Derneği”
larını yaptırmamış milliyetçilerin Kongreyi ilgiyle izle-
adında bir de dernek kurmuşlardır. CKMP’nin 22-23
meleri ve olumlu düşüncelerle ayrılmaları, gelecekte
Şubat 1964’te yapılan kongresinde Alparslan Türkeş’e
CKMP’ye katılımların olacağını gösteren delillerdi.”27
yakınlıklarıyla bilinen 60’tan fazla kişi CKMP’ye girmiş-
diyerek CKMP’nin etkinliğini vurgulamaktaydı.
tir. 31 Mart 1965’te de Türkeş ve MBK’dan uzaklaştı-
rılan 14’lerin içinde yer alan Muzaffer Özdağ, Ahmet Alparslan Türkeş, CKMP’ye genel başkan olduk-
Er, Dündar Taşer ve Rıfat Baykal CKMP’ye katıldılar.22 tan sonra parti içinde yeni bir örgütlenme stratejisi be-
Türkeş’in CKMP’ye girmesiyle partide yeni bir dönem nimsendi. İdeolojik alanda da, 1965 sonlarında yayın-
başlıyordu. Türkeş, kısa bir süre içinde parti içinde lanan “9 Işık” adlı kitapta partinin yeni ideolojik ilkeleri
sivrilerek parti müfettişliğine getiriliyor ve yurt içi ge- açıklandı. Bu programın temel ilkeleri, milliyetçilik, ül-
zilere çıkarak halkla bire bir görüşmelerde bulunuyor- kücülük, ahlakçılık, toplumculuk, ilimcilik, hürriyetçilik,
du. 1 Haziran 1965’te bir grup eski MBK üyesi daha, köycülük, gelişmecilik ve sanayicilik ve teknikçilik ola-
Mustafa Kaplan, Fazıl Akkoyunlu, Şefik Soyuyüce ve rak belirlenmişti. Türkeş’in bu yeni programı birçok ba-
Numan Esin CKMP’ye katılıyorlardı. Bu katılımlarla kımdan 1930’ların Kemalizm’inden çok fazla da uzak
birlikte parti içinde güçlü bir konuma yükselen Alpars- düşmüyordu. 28
lan Türkeş, genel başkan olabilmek için bir an önce
CKMP’de Örgütsel ve İdeolojik Değişim
kongrenin toplanmasını istiyordu.
Süreci
17 Ağustos 1965’te CKMP genel başkanı Ahmet
CKMP, 1967 kongresiyle birlikte gençlik içerisinde
Oğuz, Alparslan Türkeş’i partiyi ele geçirmekle suç-
örgütlenme çalışmaları hız verdi. Bu arada sol kar-
layarak genel başkanlıktan istifa etti. 23 1 Ağustos’ta
şısında bir anti-komünist cephe oluşturma amacı da
Adana’da toplanan parti kongresinde ise genel baş-
gerçekleştirilmeye çalışılıyordu. Genel Başkan Türkeş,
kanlığa aday olan Türkeş, 1214 delege tarafından
“komünizmle mücadeleyi kutsal saydıklarını” açıkladı.
yapılan oylama sonucunda eski CKMP’lilerin adayı 29
CKMP’nin 1967 kongresinde yaptığı konuşmada da
Ahmet Tahtakılıç’ı, 516 oya karşılık, 698 oyla geçerek
“üniversitelerimiz içerisinde, komünist kışkırtmacılara
CKMP’ye genel başkan seçiliyordu.24 Kongre sonra-
karşı imanlı bir milliyetçi gençlik cephesinin yükseldiği”
sı Türkeş muhalifi CKMP’lilerin partiden ayrılması,
mesajını vermişti. Bu mesaj doğrultusunda, 1968’de
Türkeş’e kendi denetiminde bir parti örgütü kurmasını
bütün fakültelerde partinin gençlik örgütüne ek olarak
sağlayarak geniş bir hareket alanı kazandırdı. 25
Ülkü Ocakları kurulmaya başlandı. Ülkü Ocakları, üni-
Türkeş’in partiye arkadaşlarıyla beraber katılması versitelerde özellikle köy ve taşra kökenli gençliğe yö-
kendisine destek verenleri sevindirirken, parti içinde nelerek hatırı sayılır bir taban oluşturdular. 30
bazı unsurlar tarafından da tepkiyle karşılanmıştır.
Üstlenilen anti-komünist reaksiyon işlevi nedeniyle
Türkeş’in partiyi totaliter bir parti görünümüne sokaca-
gençlik, bu yönde motive edilmeye başlanmış, düzen-
ğını ileri süren bir grup, Başta, hükümette Milli Savun-
lenen toplantılar ve eğitim seminerlerinde, Türkiye’nin
ma Bakanı olan Hasan Dinçer ve Köy işleri Bakanı olan
karşısındaki en büyük tehlike olarak gösterilen komü-
Seyfi Öztürk ve altı milletvekili ve senatör partiden ay-
nizme karşı, bütün araçlarla karşı konulması gerekti-
rıldıklarını açıklıyorlardı. Milli Savunma Bakanı Hasan
ği ifade edilmiştir. 1971 müdahalesine kadar,”devlet
Dinçer ve Köy işleri Bakanı Seyfi Öztürk 4 Ağustos’ta
güçlerine yardımcı” pozisyonuna sahip çıkan, MHP
CKMP’den, 5 Ağustos’ta da bakanlıktan istifa ettiler.
ve ülkücü örgütler, her ne kadar müdahaleye olumlu
Ayrılan partililer 10 Ağustosta AP’ye girdiler.26
baksalar da, devlet tarafından aynı hoşgörüyle karşı-

194 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


lanmamışlardır. tü ve yan kuruluşlarda liderin söyledikleri sorgulanma-
dan uygulandı. Liderin ve ideolojinin sorgulanmasına
1967 kongresinde, Türkeş’e eski Türk hakanla-
karşın geliştirilen, “lider-teşkilat-doktrin” yapısı ve “ge-
rının unvanı olan, “Başbuğ” adı verilmiş, Başbuğluk,
nel başkanın yanlışı bizim doğrumuzdan iyidir” sözü
Türkeş’in hem örgüt üzerindeki etkinliğini ve kontrolü-
değişmez bir ilke olarak örgüte egemen oldu. Özel-
nü pekiştirmesini sağlarken, aynı zamanda MHP ide-
likle şiddet olaylarının tırmanması ve partili gençlerin
olojisinin de yardımıyla, daha sert bir örgütsel yapılan-
bu olaylarda taraf olmaları, yan gençlik kuruluşlarında
manın yolunu açmıştır. Tek parti dönemindeki “ebedi
para-militer bir yapının yerleştirilmesini kolaylaştırdı
şef” ve “milli şef” unvanlarını çağrıştıran bu isim, aynı
ve partiye bağlı milis tipi oluşumların ortaya çıkmasını
zamanda Türkeş’in de tek ve değişmez lider olduğunu
sağladı.
da simgeliyordu.
Türkçü-milliyetçi unsurların Türkeş’le birlikte
CKMP, Türkeş ve arkadaşlarının yönetiminde hız-
önce CKMP daha sonra da MHP’de toplanmasında
la teşkilatlanıyor ve özellikle öğrenci gençlik üzerinde
Türkeş’in kişiliğinin büyük önemi olduğu söylenebilir.
yoğunlaşan bir ideolojik propaganda ve siyasal çalış-
Partinin giderek Türkeş’in kişiliğinde temsil edilen ve
ma başlatıyordu. CKMP’nin 8-9 Şubat 1969 tarihleri
onun gelişen karizması ile bütünleşen bir ideolojik-
arasında Adana’da toplanan kongresinde partinin ismi
siyasal kimliğe bürünmesi kadar, asker olmasına
Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirilmiş ve eski
rağmen, 1940’lardan itibaren isim ve şahsiyetinin
amblemi yerine kırmızı zemin üzerine beyaz olarak
Türkiye’deki Türkçü veya milliyetçi unsurlar arasında
işlenmiş “üç hilal” den oluşan yeni bir amblem benim-
kazandığı ağırlık nedeniyle Türkeş’in CKMP liderliğine
senmiştir. Partinin gençlik kolları için “hilal ve bozkurt”
gelmesinden sonra söz konusu grupların neredeyse
amblemi uygun görülmüştür.31
tamamının ideolojik-siyasal mücadeleyi onun etrafın-
Partinin adının ve ambleminin değiştirilmesi örgüt- da ve liderliği altında sürdürmeye karar vermeleri de
sel ve ideolojik alanda yeni bir yapılanmanın sonu- belirleyici rol oynamıştır. Türkeş’in liderliğe gelmesin-
cudur. Türk siyasal hayatında ilk kez bir siyasal parti den sonra, Türkçü-milliyetçi düşünce ve aksiyonun,
adına “milliyetçi” kavramını yerleştiriyor ve Türkçü- hem ideolojik hem de siyasal temsilciliği CKMP’de
milliyetçi ideolojiyi kendisine temel olarak alıyordu. toplanmıştır. 32
O zamana kadar daha çok küçük siyasal ve kültürel
1969 Genel Seçimleri ve MHP’nin
örgütlenmeler içinde veya mevcut siyasal partilerin bir
TBMM’ye Girişi
kısım söylem ve kadrolarında kendine yer bulan Türk
milliyetçiliği, bu noktadan sonra bütünüyle bir siyasal MHP ilk kez katıldığı genel seçimler olan 1969
partinin temel ideolojisini oluşturuyordu. seçimlerinde bir varlık gösterememiş, ancak % 3.3
oranında oy alabilmiş ve parlamentoya bir milletvekili
CKMP içindeki ideolojik değişim süreci, CKMP’nin
sokabilmiştir. Bu seçimlerde % 46.6 oy oranı ile 256
MHP adını almasından önce, yani Türkeş’in arkadaş-
milletvekili, CHP % 27.3 oy oranı ile 143 milletvekili
larıyla beraber CKMP’ye katılması ve etkin bir konu-
çıkarmışlardır.33 Seçim sonuçlarına göre daha çok
ma gelmesiyle başlamıştır. Bu nedenle CKMP’nin
Orta Anadolu’da varlık gösterebildiği, büyük şehirler-
MHP’ye dönüşmesi yalnızca bir isim değişikliğini değil,
de ve Batı Anadolu’da MHP’nin önemsiz derecede oy
bir süredir devam eden ideolojik ve örgütsel değişim
alabildiği görülmektedir. Parti Niğde’de %10.2, Van’da
sürecinin son noktasını ifade etmektedir. Bu noktadan
%9.4, Adana’da %8.7, Yozgat’ta %10.0, İçel’de %7.1,
sonra belirli bir örgüt deneyimine ve ideolojik olgunlu-
Sivas 6.3, Çankırı %5.8, Elazığ %5.4 oy oranında oy
ğa sahip olan Türkçü-milliyetçi unsurlar yavaş yavaş
almıştı.34 Bu bağlamda MHP’nin oy depoları olarak ni-
bu siyasal parti içinde temsil ve kendini ifade imkânı
telendirilebilen illerdeki başarılı grafiğinin başlangıcını
bulmaya başlıyorlardı.
1969 genel seçimlerinin oluşturduğu söylenebilir. Bun-
1969 kongresinden sonra başlayan yeni dönem- dan sonra yapılan seçimlerde de MHP bu bölgelerden
de örgütsel yapı üzerinde de değişim süreci başlatıldı. önemli düzeyde oy almıştır.
Dikey bir örgütlenme ve hiyerarşik yapı oluşturularak
1968-1971 döneminde Avrupa’daki sol hareketin
liderin parti üzerindeki etkinliği ve denetimi artırıldı.
ivme kazanması ile birlikte, sol hareket Türkiye’de de
MHP’de bu örgütsel ve ideolojik yapılanmanın yerleş-
gelişme göstermiş, bu dönemde birçok radikal sol ör-
mesinden sonra artık MHP, halk arasında “Türkeş par-
güt faaliyet göstermeye başlamış ve bunların birçoğu
tisi”, bu parti üyeleri ve sempatizanları da “Türkeşçi”
da şiddet eylemleri ile seslerini duyurmayı amaçla-
adıyla anılmaya başlandı. Bu noktadan sonra yapılan
mıştır. Bu gelişen sol hareket karşısında MHP ve ül-
tüm büyük kongrelerde Türkeş, tek aday olarak ve oy-
kücü hareket, kendisine anti-komünist ve devletçi bir
birliği ile genel başkan olacaktır. Hiyerarşik yapılanma
hareket niteliği kazandırmak amacıyla sol hareketin
içinde liderin önemi her zaman vurgulandı. Parti örgü-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 195


karşısına çıkmış, faaliyet ve söylemini anti-komünist Bu doğrultuda 1971 müdahalesiyle birlikte, MHP
bir söylem üzerine oturtmuştur. söyleminde de önemli bir değişiklik yaşandı. Öncele-
ri devletçi ve statükocu kimliğini özellikle vurgulayan
1968 yılında İstanbul ve Ankara üniversitelerinde
parti, bu noktadan sonra daha muhafazakâr, İslâmî
başlayan gösteri ve boykotlar giderek diğer üniversite-
bir söylemi ön plana çıkararak, giderek büyümekte
ler de yayıldı. Ankara ve İstanbul’daki birçok fakülte ve
olan geleneksel oy tabanına yöneldi. 12 Mart sonra-
yüksekokul öğrenciler tarafından işgal edildi. Öğrenci-
sı kapatılan40 Milli Nizam Partisi’nin devamı olan Milli
ler eskiyen üniversite yapısının değiştirilmesine yöne-
Selamet Partisi, geleneksel-muhafazakâr oy tabanına
lik reform taleplerinin hükümet tarafından kabul edil-
yönelik olarak çalışan ve gittikçe güçlenen bir parti ni-
mesi talebinde bulunuyorlardı. Ancak bu eylemler kısa
teliğindeydi. MHP de söylemini değiştirerek MSP oy
sürede masum öğrenci istekleri niteliğinden çıkarak
tabanına talip olduğunu gösteriyordu. Parti içinde baş-
karşıt görüşlü öğrenciler arasındaki şiddet eylemlerine
layan ideolojik çekişmeler ve Türkçü-Turancı çizginin
dönüştü. Bu eylemlerde MHP ve ülkücüler karşısında
geriye çekilerek ideolojik söyleme İslâmî motiflerin ek-
değişik fraksiyonlara mensup sol görüşlü eylemciler
lenmesi, “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın”, “Çağrımız
yer alıyordu. Bu dönemde MHP’nin gençleri eğitmek
İslâm’da Dirilişedir”, “İslâmî Devlet Kurulacak Elbet”
üzere “komando kampları” kurduğu yönündeki iddialar
ve “Ya Allah Bismillah Allahüekber” gibi sloganların
özellikle CHP, TİP ve diğer sol kuruluşlar tarafından
ilk defa kullanılmaya başlanması bu görüşü doğrular
dile getirilmesine rağmen, MHP yöneticilerince bu id-
niteliktedir.
dialar reddedildi.
Milliyetçi Cephe Hükümetleri ve MHP
Şiddet eylemlerinin giderek yaygınlaşmasına kar-
şılık sivil yönetimin bu eylemler karşısında aciz kaldığı 1973 genel seçimlerine kadar olan süreçte, askeri
gerekçesiyle silahlı kuvvetler, 12 Mart 1971’de başba- müdahalenin etkisiyle Nihat Erim, Ferit Melen ve Naim
kana bir muhtıra vererek, “anarşiyi sona erdirebilecek Talu gibi parti başkanı olmayan politikacıların başba-
ve reformları ‘Atatürkçü bir görüşle uygulayacak’ güçlü kanlığında bir tür “zorunlu koalisyon dönemi” yaşan-
ve inandırıcı bir hükümetin kurulmasını” istemiş, bu is- dığı için siyasal hayat içerisinde önemli değişimler
tekler karşılanmazsa ordunun anayasal görevini yeri- yaşanmadı. Siyasal partiler ancak 1973 seçimleriyle
ne getirerek yönetime el koyacağı ifade edilmiştir. 35 müdahalenin etkilerini üzerlerinden atabildiler ve ger-
çek bir siyasal rekabet içine girebildiler.
Askeri müdahale, başlangıçta sol bir darbe olarak
algılanmış ve sağ tarafından endişe ile karşılanmıştı. 1973 seçimleri beklenmedik bir sonuç ortaya çı-
Ancak bir süre sonra müdahalenin sola karşı bir dar- kardı. 12 Mart ile sol üzerine gidilen bir dönem son-
be olduğu ortaya çıktı. Müdahale öncesinde bir grup rası, “ortanın solu” sloganı ile CHP genel başkanlığını
subay ve sol aydının darbe hazırlığı yaptıklarının an- İsmet İnönü’den alan eski genel sekreter Ecevit’in
laşılması ve bunların tutuklanması, sol bir darbe ha- CHP’si, AP’nin % 29.5 oyuna karşılık %33.5 oy oranı
zırlığının da yapıldığını göstermekteydi. Bu doğrultuda elde ederek en büyük parti oldu. Bir AP zaferi beklen-
silahlı kuvvetlerin üst komuta grubunun, daha alt dü- mesine karşın, AP oyları, 1969 seçimlerindeki % 46.5
zeyden gelebilecek sol darbeden önce davrandığına düzeyinden % 29.5’e düşmüştü. AP oylarının bir bö-
yönelik yorumlarda yapılmıştır. 36 lümü MSP ve MHP’ye kaymıştı. MSP, beklenilenden
daha çok oy sağlayarak 48 milletvekili kazandı. MHP
Müdahale sonrası özellikle sol örgütlerin tasfiyesi-
ise, milletvekili sayısını üçe çıkardı. Seçim sonuçları
ne yönelik bir hareket başlatıldı. Sağ parti ve örgütlerin
radikal sağın merkez sağın oy tabanını eritme sürecini
müdahale karşısında sessiz kalması hatta müdaha-
hızlandırdığı yönündeki görüşleri doğruluyordu. Ön-
leye destek olmasına rağmen, Dev-Genç, Devrimci
ceki seçimlerde hesaba katılmayan küçük radikal sağ
Doğu Kültür Ocakları, Türkiye Öğretmenler Sendi-
partiler giderek iktidar oluşumunda söz sahibi konuma
kası (TÖS) 37 ve Türkiye İşçi Partisi38 ile birlikte Ülkü
geliyorlardı.
Ocaklarının aynı tarihte kapatılması devletin, kendisi
dışındaki bir kuruluşun “devlete yardımcı olmak” ama- MHP, 12 Mart sonrası değiştirdiği söylemi nede-
cıyla eylemlere girişmesini onaylamadığını gösterdi. niyle oy oranında bir yükselme olduğunun bilincinde
Anti-komünizm misyonunun ordu ve devlet tarafından olarak, bu söylemi daha da ileri götürerek, MSP’nin
yüklenilmesiyle birlikte MHP, örgütsel ve ideolojik ya- sahip olduğu oy potansiyelini kendisine çevirmek için,
yılma alanını büyük oranda kaybetti. 12 Mart’tan sol kamuoyunda muhafazakâr kimliği ile öne çıkan isim-
kadar olmasa da MHP ve ülkücülerin zarar görmesine leri partisine davet etti. Parti program ve söylemlerinde
rağmen, devlet karşısında yer almamaya özen gös- de İslâmî değerlere yapılan vurgunun düzeyi giderek
teren Türkeş, müdahaleyi destekleyici bir söyle içine yükseltiliyordu.
girdi. 39
CHP’nin birinci parti olmasına rağmen hükümeti

196 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


kuracak salt çoğunluğu elde edememesi sonucu uzun rirken, CHP olayların ülkücülerin kışkırtması sonucu
müzakerelerden sonra CHP-MSP koalisyon hükümeti çıktığını iddia etti. Diyarbakır’da Türkeş’in karşılaştığı
kuruldu.41 1973 seçimleri ile artık Türk siyasal haya- saldırıya benzer bir olay, Bolu-Gerede’de CHP Genel
tında yeni bir dönem, koalisyonlar dönemi başlıyordu. Başkanı Ecevit’e yönelik olarak gerçekleştirildi. CHP
1973’te kurulan koalisyon hükümetinin ömrü kısa sür- yanlısı basın bu olayı, MHP’lilerin planladığına ve
dü. Hem hükümet içi anlaşmazlıklar hem de Ecevit’in Ecevit’i öldürmeye yönelik olduğuna ilişkin iddialar or-
1974 Kıbrıs Harekâtının sağladığı popülariteyi oya taya attı. 48 MHP’li yayın organları ise bu iddiaları red-
çevirmek istemesi hükümetin sonu oldu ve Ecevit 16 dederek, olayın CHP’nin kışkırtmaları sonucu meyda-
Eylül 1974’te istifa etti.42 Ecevit’in istifası sonrası yapı- na geldiğini yazdılar.49
lan hükümet pazarlıklarından bir sonuç alınamayınca
Karşılıklı suçlamalar devam ederken ülke içinde
Sadi Irmak başkanlığında geçici bir hükümet kuruldu.
de terör olayları endişe verici boyutlara ulaşmıştı. Bü-
Bu hükümet de bir süre sonra AP’nin bir sağ koalis-
yük şehirlerde semtler ülkücüler ve sol örgütler tara-
yon kurma isteği, CHP’nin de bir an önce erken seçim
fından paylaşılmış, kurtarılmış bölgeler kurulmuştu.
istemesi nedeniyle yürütülemedi ve Sadi Irmak, 29
Üniversitelerde de aynı durum oluşmuş, fakülteler sağ
Kasım’da istifasını sundu.43
ve sol gruplar tarafından işgal edilmişti. Bütün kamu
Adalet Partisi’nin koalisyon isteği diğer küçük sağ kuruluşlarında, meslek örgütlerinde sağ ve sol görüş-
partilerden de destek gördü, çünkü bu partiler bir erken lüler kendi örgütleri etrafında birleşmiş, toplumda tam
seçime gitmek istemiyorlardı. Bu nedenle Demirel’in bir cepheleşme dönemi başlamıştı. Toplumsal düzeni
koalisyon önerisi, Demokratik Parti hariç, Cumhuri- sağlamakla görevli polis örgütü bile, sol görüşlü polis-
yetçi Güven Partisi, Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi lerin oluşturduğu Pol-Der ve sağ görüşlülerin kurduğu
Hareket Partisi tarafından olumlu karşılandı. Yapılan Pol-Bir olarak ikiye bölünmüş, bu iki dernek nedeniyle
görüşmeler sonunda AP-MSP-CGP-MHP koalisyo- polis, tarafsızlığını yitirmişti.
nu 31 Mart 1975’te kuruldu. Hükümet içinde, AP’den
AP’nin ara seçimlerde işbirliği teklifini reddeden
16, MSP’den 8, CGP’den 4, MHP’den iki bakan yer
MHP, Ekim 1975’te altı ilde (Amasya, Bursa, Eskişe-
alıyordu.44 Türk siyasal hayatında “Birinci Milliyetçi
hir, Niğde, Şanlıurfa, Zonguldak) yapılan milletvekili
Cephe” olarak anılan bu koalisyonda, MHP’nin mec-
ara seçimlerinde kullanılan oyların % 2.3’ünü elde etti.
listeki üç milletvekiline karşı iki bakanlık elde etmesi bir
Toplam 24 ilde gerçekleştirilen senato seçimlerinde de
başarı olarak nitelendirilebilir. Genel Başkan Alparslan
%3.2 oy elde etti. Bu seçimlerde MSP ve DP önemli
Türkeş Başbakan Yardımcısı, Genel Sekreter Mustafa
oranda oy kaybederken, CHP ve AP oylarında artış
Kemal Erkovan Devlet Bakanı olarak hükümette gö-
görüldü. 50
rev aldı.
Şiddet Olaylarının Tırmanması ve MHP
MHP’nin hükümette iki bakanlık kazanması CHP
ve diğer sol muhalefet tarafından sürekli eleştirildi. Bir kaos ve anarşi ortamının kanıksandığı, yok-
MHP ve ülkücülerin devlet içinde kadrolaştıkları, şid- lukların, karaborsanın ciddi boyutlara tırmandığı bu
det eylemlerinde yer alan ülkücülerin güvenlik güç- dönemde 1977 seçimlerine giden süreç başladı. Şid-
lerince korunduğu iddiaları sık sık gündeme getirildi. det olayları artık kitleselleşmiş ve toplumsal bir kamp-
Örneğin, ülkücülerin polise yardımcı olup olmadıkları laşma halini almıştı. 1 Mayıs 1977’de Taksim’de İşçi
sorusu ortaya atıldı ve bu soru sert tartışmalara yol Bayramını kutlamak için toplanan kalabalığa ateş
açtı.45 Bu sırada MHP’nin 12. Büyük Kurultayı, 17-18 açılması sonucu 34 kişinin ölmesi, terör olaylarının
Mayıs 1975 tarihinde toplandı. MHP’nin iktidardaki ilk artık kontrol edilmez boyutlara ulaştığını gösteriyor-
kurultayı olan bu kurultay büyük bir gövde gösterisi- du. MHP, bu seçimlerde ciddi bir oy artışı bekliyor, bu
ne dönüştü. Kurultayda yaptığı konuşmada Türkeş, nedenle de toplumun kendisine yakın kesimlerinden
MHP’nin sol terör karşısında devleti koruma görevi destek talep ediyordu. Türkeş, seçim öncesi bir bil-
üstlendiğini, milli menfaat ve güvenliğe karşı olan ku- dirge yayımlayarak bu destek talebini somutlaştırdı.
ruluş ve ideolojilerin destekçisi olan partilerle mücade- Türkeş’in bu çıkışı sağ kesimde destek buldu. Sağ ke-
lenin devam edeceğini söyledi. 46 simin karizmatik isimlerinden Necip Fazıl Kısakürek,
MSP’den desteğini çekerek MHP’yi destekleyeceğini
MHP’nin hükümette yer alması ve ülkücülerin et-
açıkladı. Yine MSP de yer alan Ahmet Tevfik Paksu,
kinleşmesi karşısında sol örgütler de MHP ve ülkücü
Gündüz Sevilgen, Hüseyin Abbas, Reşat Saruhan ve
kuruluşlara karşı eylemlerini yoğunlaştırdılar. Türkeş’in
Abdülkerim Doğru seçimlerde MSP’den aday olma-
bir gezi için gittiği Diyarbakır’da konuşma yapmasını
yacaklarını açıkladılar, daha sonra da MSP’den istifa
engellemek isteyenler olaylar çıkardı. 47 Bu olayların
ederek Nizam Partisi’ni kurdular. Nizam Partisi ise,
sorumlusu olarak MHP, CHP ve yandaşlarını göste-
1977 seçimlerinde MHP’yi destekleyeceğini açıkladı.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 197


51
Seçim öncesi MSP tabanından MHP’ye gelen bu ekonomik durumun kötüleşmesi ve gelirler arasındaki
destek, MHP’nin izlediği politikanın başarılı olduğunu uçurumun giderek büyümesi, alternatif ve kitle partile-
gösteriyordu. rinden farklı bir ekonomik program ve söylem ortaya
koyan MHP’nin güçlenmesinde etkili olmuştur. Diğer
Genel seçimler 5 Haziran 1977’de yapıldı. Seçim
yandan MHP’nin AP tabanından da MSP kadar olma-
sonuçlarına göre, CHP 213, AP 189, MSP 24, MHP 16
sa bile oy aldığı ve özelikle bu dönemde artan şiddet
milletvekili çıkardı. MSP’nin ve AP’nin oylarında azal-
ortamının radikalleştirdiği sağ oyların AP’den MHP’ye
ma olmasına karşı MHP, oylarını neredeyse iki kat ar-
doğru kaydığı söylenebilir.
tırdı ve milletvekili sayısını üçten on altıya çıkardı. Bu
seçimlerde MHP’nin, MSP ve AP’den önemli oranda 1977 seçimleri sonrası ortaya çıkan meclis arit-
oy aldığı söylenebilir. MHP, İslâmî motifleri daha faz- metiği bir koalisyon hükümetini zorunlu kılmasına rağ-
la işleyerek Orta ve Doğu Anadolu’daki illerde oyları men, birinci parti olan CHP’nin lideri Ecevit bir azınlık
MSP’den kendisine kaydırmayı başarmıştı. İslâmî hükümeti denemesinde bulunmak istiyordu. Diğer
kesimin ünlü isimlerinin MHP’ye destek vermesi ve partilerin karşı çıkmasına rağmen cumhurbaşkanı,
Türkeş’in Hacca gitmesi bu durumun oluşmasında hükümeti kurma görevini Ecevit’e verdi. Ecevit’in, gü-
etken olduğu söylenebilir. MHP’nin bu başarısında venoyu alabilmek için on üç oya daha ihtiyacı vardı.
Birinci MC döneminde iktidarın imkânlarından yarar- Ancak Ecevit’in, “on üç namuslu milletvekili arıyorum”
lanması, iyi kullanması, seçim propagandasında, ko- sözü karşılık bulmadı ve kurulan azınlık hükümeti
münizme karşı hassasiyeti bilinen kesimleri kendi ya- meclisten güvenoyu alamadı.
nına çekmesi ve anti-komünist söylemi sertleştirmesi
Ecevit’in bu denemesinden sonra, hükümeti kur-
ve MSP’nin CHP ile yaptığı koalisyonu, MSP aleyhine
ma görevi AP lideri Demirel’e verildi. Demirel MSP ve
kullanmasının etkili olduğu söylenebilir.
MHP ile yaptığı görüşmelerde bir koalisyon hükümeti
MHP 1977 seçimlerinde, geleneksel oy deposu kurulması için anlaştı ve 21 Temmuz 1977’de II. Milli-
olan Orta Anadolu kentlerindeki desteğini korumuş, yetçi Cephe adı verilen koalisyon hükümeti kuruldu.
bazı illerde de bu desteği artırmıştır. MHP’nin 1973 54
. Hükümette AP 13, MSP 8 ve MHP 5 bakanla temsil
Genel seçimlerinde bu kentlerden aldığı oyların oran- ediliyordu. MHP lideri Türkeş Devlet Bakanı ve Başba-
ları da %3.4 olan Türkiye ortalamasının üzerinde kan Yardımcılığı görevini üstlenirken, Niğde Milletveki-
olmakla birlikte, oyların % 10.8’inin toplandığı ve bir li Sadi Somuncuoğlu Devlet Bakanlığına, Gaziantep
temsilcilik kazandığı Yozgat dışında büyük sapmalar milletvekili Cengiz Gökçek Sağlık ve Sosyal Yardım
göstermemiştir. 52 Bakanlığına, Konya milletvekili Agah Oktay Güner Ti-
caret Bakanlığına, MHP genel başkan yardımcısı Gün
1977 seçimlerinde özellikle Alevi yurttaşların yo-
Sazak’ta meclis dışından Gümrük ve Tekel Bakanlığı-
ğun olarak yaşadıkları kentlerde reaksiyoner Sünni
na getirildi.
yurttaşların oyları, MSP’den önemli ölçüde kopmuş ve
MHP çevresinde birikmiştir. Örneğin, 1973 seçimlerin- Aralık 1977’de yapılan yerel seçimlerde MHP,
de MSP Elazığ’da oyların %27.8’ini alarak iki temsil- 820.212 oy alarak 1977 genel seçimlerinde aldığı %
cilik kazanırken, MHP aynı kentte oyların % 4.2’sini 6’lık oyu % 6.7’ye çıkardı ve 56 belediye başkanlığı
almış ve milletvekili çıkaramamıştır. MSP’nin aldığı kazandı. 1973 yerel seçimlerinde aldığı 133 bin oyu
28.153 oya karşılık, MHP 4.220 oy toplayabilmişti. 820 bin’e çıkarması da MHP’nin oy artışını açıklı-
Oysaki 1977 genel seçimlerinde MHP, 4.200 oyunu yordu. MHP yine Orta Anadolu’da yüksek oy oranın
25.881’e çıkartarak (oyların %14’ü) bir milletvekili ka- ulaştığı Bingöl, Elazığ, Çankırı, Yozgat ve Erzincan’da
zanırken, MSP’nin oyu 19.423’e düşmüş (% 14) ve belediye başkanlıklarını kazandı. Bu durum MHP’nin
hiç milletvekili kazanamamıştır. Yine benzer bir örnek bu bölgede sahip olduğu oy tabanını koruduğu ve sü-
Erzincan’daki seçim sonuçlarıdır. Erzincan’da 1973 rekli bir hale getirdiği sonucunu ortaya koyuyordu. Bu
ve 1977 seçimlerinde MSP ve MHP milletvekili çıkara- yerel seçimler hükümet içerisinde özellikle AP ve MSP
mamasına rağmen, MSP’nin 1973’te 12.704 (%16.1) arasındaki anlaşmazlığı daha da artırdı. MHP, bu ko-
olan oyu, 1977’de 5.622’ye düşmüş (%5.9), MHP’nin alisyon hükümetinde AP ile uyumlu bir görüntü sergi-
ise, 3.473 olan oyu (54.6) 18.180’e yükselmiştir. 53 Bu lemiş hatta yerel seçimler öncesi AP ve MHP işbirliği
örneklerde de görüldüğü gibi Orta Anadolu kentlerinde kararı almıştı.
MHP, MSP tabanından oy çalmakta ve giderek güç-
MHP genel başkanı Türkeş, partisinin il ve ilçe
lenmektedir. Bu durumun ortaya çıkmasında MHP’nin
yöneticilerine yönelik olarak yapılan silahlı saldırıları
giderek dini değerleri öne çıkarmasının yanında, ka-
kınamak için 7 Kasım 1977 günü bir genelge yayımla-
pitalist ekonomik düzenin çelişkilerine yaptığı eleş-
yarak, partilileri şiddet olaylarına taraf olmamaları için
tirilerin etkili olduğu ileri sürülebilir. 1980’lere doğru
uyardı ve yurtta huzur ve sükûnun sağlanması konu-

198 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


sunda devletin meşru güvenlik güçlerinin bulunduğu- neden oldu. Muhalefet ve özellikle MHP’nin sıkıyöne-
nu, bu görevi onların yapması gerektiğini söyleyerek, tim isteklerine Ecevit, “terörizm kanunların üstünlüğü
şiddet olaylarına karışanları “yolunu şaşırmış üç beş feda edilmeden ve teröristlerle onların silahlarıyla sa-
sapık” olarak nitelendirdi.55 MHP lideri Türkeş’in şiddet vaşmadan yok edilecektir” mesajını verdi ve ruhsat-
olayları karşısındaki tavrını bu şekilde ortaya koyar- sız silah taşıyanlara daha ağır cezalar verilmesini ve
ken, muhalefet ve özellikle CHP, MHP’nin şiddet olay- özel mahkemeler kurulmasını öngören yeni yasalar
larına doğrudan karıştığı, ülkücülerin sol görüşlüler önerdi.60
üzerinde baskı kurarak yıldırma politikası izlediklerini
Bu olaylar sonucunda Ülkü Ocakları 22 Kasım
ileri sürüyor, MHP ve ülkücü kuruluşların kapatılması
1978’de mahkeme kararı ile kapatıldı. 26 Aralık’ta
önerisinde bulunuyordu.
Kahramanmaraş ve Elazığ’da kitlesel öldürme eylem-
11 Aralık yerel seçimleri sonrası AP’de istifalar leri yaşandı ve yüze yakın kişi öldü. Alevilerin yoğun
başladı ve sırayla 12 milletvekili partilerinden istifa olarak yaşadığı bu illerde bir mezhep çatışması biçi-
etti. Bu istifalar da AP’nin seçimlerdeki başarısızlığı minde ortaya çıkan olaylar, sol basın tarafından MHP
ve CHP’nin özellikle MHP karşısında izlediği keskin ve ülkücülerin Alevilere yönelik saldırıları olarak yer
muhalefet stratejisinin önemli payı olduğu söylene- alırken, sağ basın bu olayların hükümetin kışkırtma-
bilir. Bu istifalardan sonra Ecevit, bu milletvekilleriyle sı sonucu çıkmış olaylar olarak nitelendirdi. Güven-
görüşerek kurulacak bir CHP hükümetine destek ol- lik güçlerinin olaylarda yetersiz kalması, zamanında
maları yönünde anlaştı. Siyasal tarihe “Güneş Motel” müdahale etmemesi, askeri güçlerin devreye girme-
görüşmesi olarak geçen bu görüşmelerden sonra, 31 sini zorunlu kıldı. Askeri birlikler bu kentlerde asayişi
Aralık’ta CHP bir gensoru önergesi vererek, istifacı sağlama fonksiyonunu üzerlerine aldılar. Bu bağlam-
milletvekillerinin desteği ile hükümeti düşürdü.56 da Kahramanmaraş olayları, askerlerin, giderek daha
fazla güvenliği sağlamada etkin olacakları bir dönemin
17 Ocak 1978’de AP’den istifa eden 12 bağımsız
başlangıcı olarak alınabilir. Nitekim bu olaylar sonunda
milletvekilinin desteği ile hükümet güvenoyu aldı. Bu
hükümet 25 Aralık 1978’de 13 ilde sıkıyönetim uygu-
hükümette 12 eski AP’li milletvekilinden 11’ine bakanlık
lamayı kararlaştırıyordu. 61 Muhalefet partileri sol terör
verilmişti. Aslında bu 57hükümet de facto bir CHP-AP
hareketleri karşısında etkisiz kaldığı ve taraf tuttuğu
koalisyonu görüntüsü vermekteydi. Ecevit, bağımsız
iddiasıyla hükümeti sert bir biçimde eleştiriyorlar ve
milletvekillerinden ayrı olarak CGP’den Genel Başkan
hükümetin istifasını istiyorlardı. AP Trabzon milletvekili
Turhan Feyzioğlu ve Salih Yıldız’a, DP’den de Faruk
Ömer Çakıroğlu, hükümetin düşürülmesi için yeter-
Sükan’a da yer vermek zorunda kaldı.58 Başbakan
li çalışma yapılmadığı gerekçesiyle partisinden istifa
Ecevit bağımsız milletvekillerini ve diğerlerinin hükü-
ederek MHP’ye geçti. Bu geçişle beraber MHP’nin
mete desteklerini sürekli kılabilmek için yeni bakanlık-
milletvekili sayısı 17’ye yükseldi. 62 Sıkıyönetim ilan
lar kurma yoluna da gitti bakanlık sayısı 34’e çıktı.
edilmesine rağmen ülkede terör olayları artarak de-
CHP hükümeti döneminde terör olayları çıkış trendi- vam ediyordu. 7 Nisan 1979’da Türkiye Emekçi Partisi
ni sürdürdü. 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi’nde Genel Başkanı Mihri Belli silahlı saldırıya uğradı. 13
6 öğrenci öldürüldü. 17 Nisan 1978’de Malatya beledi- Mayıs ‘ta MHP İstanbul Şişli İlçe başkanı, 12 Ağustos
ye başkanı Hamit Fendoğlu bombalı bir suikast sonu- 1979’da ise Bingöl’ün MHP’li belediye başkanı Hikmet
cu öldürüldü. 13 Temmuz’da Doçent Bedrettin Cömert, Tekin annesi ve kardeşiyle birlikte öldürüldü.
9 Ağustos’ta MHP gençlik kolları başkanı öldürüldü. 3
Bu olaylar devam ederken MHP 14. Büyük
Eylül 1978’de Sivas’ta olaylar çıktı ve binden fazla iş-
Kurultay’ı 9-10 Haziran 1979’da Ankara’da toplandı.
yeri ve ev tahrip edildi. Olayda çok sayıda kişi hayatı-
Kurultayda Türkeş, MHP’nin terör eylemlerinin hedefi
nı kaybetti. Başbakan Ecevit Sivas olayları nedeniyle
haline getirilmesine karşın, iktidarın bunun karşısında
MHP ve ülkücüleri sorumlu olarak gösterdi. MHP ise
bir önlem almadığı, CHP’nin sol örgütleri himaye ettiği
olaylar karşısında hükümetin bir an önce sıkıyönetim
iddiasını yineledi. 63 Kurultayda ayrıca “Temel İlkeler”
ilan etmesi isteğinde bulundu.
adı altında bir bildiri kabul edilerek, partinin iktisadi
3 Ekim 1978 ‘de MHP içinde önemli ağırlığı olan ve toplumsal sorunlar karşısındaki tavrı açıklandı.64
İstanbul il başkanı Recep Haşatlı, oğlu ve Beyoğlu Kurultaydan sonra MHP genel merkezi bir bombalı
MHP ilçe yönetim kurulu üyesi silahlı saldırıya uğra- saldırıya uğradı. Saldırı sonucu iki partili öldü. Partiye
dı ve öldü. Bu olay MHP içinde büyük tepki yarattı. 59 bomba atma suçlamasıyla iki komiser yardımcısı ve
20 Ekim’de İTÜ Elektrik Fakültesi Dekanı Bedri Ka- on beş polis gözaltına alındı. Bu durum karşıt görüşlü
rafakioğlu öldürüldü. Şiddet hareketlerinin siyasi parti güvenlik güçleri elemanlarının da terör eylemlerine ka-
mensuplarına ve aydınlara yönelmesi, toplum içinde tıldıklarını gösterdi. 65
bir iç savaş ortamına gidildiği kanısının güçlenmesine

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 199


14 Ekim 1979’da yapılan ara seçimlerde MHP, başkanı, MHP’li gazeteci yazar Kemal Fedai Coşku-
92.937 oy alarak % 7.4 oranında oy elde etti ve senato ner, Kars MHP il başkanı, Ankara Ulus ilçe başkanı
seçimlerinde de bir üyelik kazandı. Bu oran MHP’nin ve MHP’nin önde gelen isimlerinden Ercüment Yah-
genel seçimlerdeki oy oranını koruduğunu göstermek- nici öldürüldü. Bu saldırılar ülkücüler ve sol örgütler
teydi. 66 CHP’nin oy düzeyinin 1960’lardaki düzeyine, arasındaki çatışmaların daha da şiddetlenmesine ne-
% 29’lara düşmesi ve AP’nin oylarının da % 50’leri den oldu. Bu sırada uzun bir süredir yönetime el koy-
aşması üzerine Ecevit 16 Ekim 1979’da istifa etti. Bu mak için hazırlık yapan silahlı kuvvetlerde hazırlıklar
durum üzerine AP genel başkanı Demirel, diğer lider- tamamlanmıştı. 11 Eylül günü bütün askeri birliklere
lerle görüştükten sonra 12 Aralık’ta MSP ve MHP’nin özel kurye ile 12 Eylül günü izlenecek yol ve yapılacak
dışarıdan desteklediği bir azınlık hükümeti kurdu. 67 işlemler iletildi. Artık Türkiye, 12 Mart’tan sonra yeni bir
askeri darbe ortamına giriyordu.
Yeni hükümet kurulduktan sonra da terör eylem-
leri devam etti. Sıkıyönetim ilan edilmesine rağmen Terör eylemlerinin niteliği, MHP’nin, bir siyasal parti
olayların önlenememesi, hatta giderek artması, askeri olmasının ötesinde, sağ ve sol kamp arasında devam
güçlerin de olayların üstesinden gelemediği sonucu- eden ve giderek bir sivil savaş niteliği kazanan eylem-
nu ortaya çıkarıyordu. Bu olayların önlenemez boyuta lerde, sol örgütler karşısında bir taraf olarak ortaya
erişmesi üzerine, Genelkurmay Başkanı Kenan Ev- çıktığını göstermektedir. Siyasal hayat içerisinde diğer
ren, Başbakan ve siyasal parti liderlerine birer uyarı sağ partiler olmasına karşın, MHP’nin bu rolü, sahip
mektubu gönderdi. Artık hazırlıkları tamamlanmak olduğu gençlik örgütlerinin ve yan kuruluşlarının ya-
üzere olan askeri darbenin alt yapısı hazırlanıyordu. pısı ile yakından ilgili olarak görünmektedir. MHP’nin,
Mektup, liderler üzerinde bir uzlaşma zemini yarata- sol hareket tarafından hedef seçilmiş olması, sol ey-
madı ve terör eylemleri artık insanları hedef almaktan lemcilerin MHP’yi ideolojisi ve örgütsel yapısı nede-
çok, partili yöneticileri, belediye başkanlarını hatta niyle karşılarında bir engel olarak gördükleri sonucunu
eski başbakan ve bakanları hedef almaya başlamıştı. çıkarmaktadır. MHP açısından olaya bakıldığında,
Eski parlamenterler, bakanlar ve hatta başbakanla- ülkücü kuruluşların bu eylemlerde taraf olmaları, bu
rı hedef almaya başladı. 27 Mayıs 1980’de Gümrük olaylara karışmaları, daha çok devletin “komünistler”
ve Tekel eski Bakanı, MHP Genel Başkan Yardımcısı tarafından ele geçirileceği ve devlet güçlerinin bu du-
Gün Sazak öldürüldü. Bu suikast MHP üzerinde şok ruma engel olamayacağı düşüncesinde yatmaktadır.
etkisi yarattı. 19 Temmuz 1980’de eski başbakan Ni- Bu dönemde MHP’nin, siyasal hayat içinde ekonomik,
hat Erim bir silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. 9 toplumsal hedefler, programlar ortaya koymaktan öte,
Temmuz’da Çorum’da kitlesel olaylar çıktı ve 20 kişi şiddet eylemlerindeki yeri ile ortaya çıkmıştır. Sol ey-
öldü. 22 Temmuz’da Genel Maden-İş Sendikası Baş- lemciler yeni bir düzen kurmak için silahlı eylemlere
kanı Kemal Türkler ve 15 Temmuz’da CHP milletvekili başvururken, MHP ve ülkücüler, “devletin savunul-
Abdurrahim Karaalioğlu öldürüldü. Artık terör, sağdan ması” noktasında bu eylemlerde yer almıştır. Bu bağ-
ve soldan her gün onlarca kişinin hayatına mal oluyor, lamda devletçi bir ideolojiye sahip olan MHP, düzenin
devlet mekanizması da bu olaylar karşısında yetersiz değil, bizzat devletin koruyuculuğuna soyunmuş, bu
kalıyordu. olağanüstü dönemde klasik parti işlevlerinin dışında,
devlet benzeri-güç kullanma gibi- işlevler üstlenmeye
1980 yılının Mart ayında Fahri Korutürk’ten boşa-
çalışmıştır. Bunları yerine getirirken de, yaptıklarını
lan cumhurbaşkanlığı makamına, yeni cumhurbaş-
devletin korunması gereği noktasında meşrulaştırma
kanını seçmek için süreç başlamıştı. Mecliste hiç bir
yoluna gitmiş, bu nedenle MHP hareketi, MHP’liler
partinin cumhurbaşkanını seçmek için yeterli çoğun-
tarafından bir “Kuva-yı Milliye Hareketi” olarak adlan-
luğu bulunmuyor, partiler bu konuda bir uzlaşmaya da
dırılmıştır.
varamıyorlardı. Seçimlerde AP’nin adayı emekli Ge-
neral Faik Türün, CHP’nin adayı da 12 Mart’ın önemli Şiddet eylemlerinin yoğunlaştığı dönemdeki iki
isimlerinden yine emekli General Muhsin Batur’du. Bu kamp arasındaki mücadele sivil savaş benzeri bir nite-
seçim sürecinde beş ay boyunca 115 tur oylama yapıl- likte olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bu müca-
masına rağmen, bir sonuç alınamadı. Meclis tarafın- deleyi, diğer ülkelerde yaşanan sivil savaşlardan ayı-
dan cumhurbaşkanının seçilememesi 12 Eylül darbe- ran nokta, savaşın devlet dışındaki iki kamp arasında
sine giden yolda, şiddet eylemleri ile birlikte darbenin olmasıdır. İspanya İç Savaşı’nda, taraflardan biri, dev-
önemli nedenleri arasında sayılacaktır. let güçlerini elinde tutan Franko ve güvenlik güçleriy-
ken, diğer tarafta yer alanlarda komünistlerdi. Aynı şey
Mecliste seçimle ilgili tartışmalar sürerken terör ey-
Yunanistan İç Savaşı için de söylenebilir. Türkiye’de
lemleri de giderek daha büyük boyutlara ulaşıyordu.
ise taraflardan birisi MHP ve ülkücü örgütler, diğeri de
Bu dönemde 20 Kasım 1979’da MHP Bakırköy ilçe
çok sayıda parçalı yapıdan oluşan, kendi içlerinde de

200 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


çatışma halinde olabilen aşırı sol örgütlerdir. Bu ça- dı. Diğer kesimlerde olduğu gibi milliyetçi-ülkücü ke-
tışmada devlet kuruluşları, güvenlik güçleri de bu bö- simde de bir örgütsel boşluk yaşanıyordu. Türkeş’in
lünmeden etkilenmişler, polis teşkilatında olduğu gibi cezaevinde olması ve hareketin “Başbuğ”un kap-
kamu görevli, kendi yandaşlarına destek sağlamakla sayıcı karizmasından mahrum olması, bu dönemde
yetinmişlerdir.68 MHP’lilerin bir sessizlik dönemi geçirmelerine neden
oldu. Türkeş’in 12 Eylül Nisan 1985’te cezaevinden
12 Eylül Sonrası Gelişmeler ve MHP
sağlık nedeniyle tahliye edilmesine dek, bu alandaki
12 Eylül sabahı ordunun yönetimi “emir komuta hareketsizlik devam etti. Bu dönemde ülkücü tutuklu
zinciri içinde ve emirle” ele aldığı radyo ve TV’den ve mahkûmlara yardım amacıyla kurulan “Gençlik
duyuruldu. Bu duyuru ile Genelkurmay Başkanı Ke- Kültür ve Sanat Ocakları” ülkücüler arasında işbirliği
nan Evren ve kuvvet komutanları ile Jandarma Genel ve yardımlaşma ihtiyacını karşılıyordu.
Komutanı’ndan oluşan Milli Güvenlik Konseyi’nin oluş-
1983 yılında siyasal partilerin kurulması ve de-
turulduğu, tüm siyasal faaliyetlerin askıya alındığı ve
mokrasiye geçiş sürecinin başlamasıyla beraber, di-
yurt çapında sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan
ğer siyasal hareketler için de olduğu gibi, ülkücü ha-
edildiği duyuruldu. Birbiri ardına yapılan duyurularda
rekette de bir örgütlenme süreci başladı. Bu süreçte
siyasal parti liderlerinin kendi güvenlikleri için koruma
ülkücü hareketin geleceği konusunda değişik düşün-
altına alınacakları ifade edildi. Bu duyurular üzerine
celer ortaya çıktı. Bir grup, ülkücü hareketin 12 Eylül’le
CHP, AP ve MSP’nin genel başkanları evlerinden alı-
beraber ömrünü tamamladığını, yalnızca kültürel faa-
narak askeri birlikler içinde tutulmaya başlandılar.
liyetler ve eğitim ile ilgilenen bir oluşumun kurulmasını
Diğer parti liderlerinin alıkoyulmasına rağmen, istiyordu. Diğer bir grup ise, kurulacak ve kurulan diğer
MHP genel başkanı Türkeş, darbeyi önceden haber sağ partiler içinde siyasal faaliyetlerde bulunulmasını
almış ve darbenin niteliği ortaya çıkıncaya kadar sak- savunuyordu. Bunlardan farklı olan üçüncü grup ise,
lanmayı uygun görmüştü.69 12 Eylül günü Türkeş’in MHP hareketinin bağımsız bir siyasal parti içinde sür-
evde bulunamaması üzerine radyo ve TV’den teslim mesi gerektiğini düşünüyordu.
olması, olmadığı takdirde sorumlu tutulacağı yönün-
Bu doğrultuda, 12 Eylül öncesi ülkücü hareket için-
de duyurular yapıldı. Bunun üzerine Türkeş, üç gün
de yer alanlardan bazıları siyaseti bırakırken bazıları
saklandığı evden çıkarak teslim olmaya karar verdi.
yeni kurulan ANAP, Milliyetçi Demokrasi Partisi, Büyük
Daha sonra Türkeş, 15 Eylül 1980 günü teslim oldu.
Türkiye Partisi gibi partilere giriyordu. Bu iki yolu tercih
Bu arada 12 Eylül gecesi tanklarla çevrilen MHP genel
etmeyen ve bir siyasal parti kurulmasını savunanlar,
merkezinde arama yapılmış, bazı belgelerle birlikte,
Danışıma Meclisi üyesi olan ve bu dönemde Ülkücü-
genel merkezde bulunanlar gözaltına alınmıştı. MHP
lerin Danışma Meclisi’ndeki sesi konumunda bulunan
davası sırasında, partinin diğer partilerden önce ve
Mehmet Pamak başkanlığında, 7 Temmuz 1983’te
gece yarısı elektriklerin kesilmesiyle birlikte aranma-
Muhafazakâr Parti kuruldu. MP’nin kurucular liste-
sı sık sık gündeme getirilmiştir. 14 Eylül günü teslim
sinde yer alan bazı isimler şunlardır: Mehmet Pamak
olan Türkeş, Necmettin Erbakan’ın tutulduğu İzmir
(Genel Başkan), Ali Koç, Ahmet Karaca, M. Kazım
Uzunada’da bulunan askeri eğitim tesislerine gönde-
İlkhan, Ahmet Ersen, Kemalettin Toros, Kamil Özden,
rildi. Burada 25 gün kalan Türkeş, daha sonra Ankara
Ahmet Özsoy ve Sabahattin Çankaya. Genel Başkan
Sıkıyönetim Komutanlığı Savcılığına getirilerek sorgu-
Pamak’ın partiyi kurmadan önce, kapatılan MHP’nin
landı. Sorgulamadan sonra 11 Ekim 1980 günü tutuk-
lideri Alparslan Türkeş’i tutukluluk hali devam eder-
lanan Türkeş için, 4 yıl 7 ay tutuklu kalacağı cezaevi
ken, tedavi olduğu Mevki Askeri Hastanesi’nde ziyaret
günleri başladı.
edip izin aldığı bilinmektedir. 72
29 Nisan 1980’de de MHP hakkında “Anayasayı
Bu yeni parti ülkücü hareket içinde beklenilen il-
tamamen veya kısmen tağyir, tebdil veya ilgaya ceb-
giyi görmedi. Eski MHP’den az sayıda kişinin destek
ren teşebbüs” suçundan dava açtı. Savcılık bu dava-
verdiği MP, örgütlenme güçlüğü ile karşı karşıya kaldı.
da, Türkeş ve 219 MHP’li hakkında ölüm cezası istedi.
Türkiye haritası üzerinde yükselen bir çınar ağacını
70
19 Nisan 1981’de de MHP’li ve ülkücü sanıkların
kendisine amblem olarak seçen MP, dönemin özelli-
davaları birleştirilerek 587 sanıklı “MHP ve Ülkücü Ku-
ği nedeniyle MHP’nin devamı olarak görünmekten de
ruluşlar Davası” oluşturuldu.71
çekiniyordu. 26 Temmuz 1983 tarihli MGK kararı ile
Yeniden Örgütlenme Süreci: partinin 30 kurucu üyesinden Mehmet Pamak dâhil
Muhafazakâr Parti’den MÇP’ye 25’i veto edildiler. Veto edilenler arasında partinin Ge-
nel Başkanı, Genel Sekreteri ve Genel Başkan Yar-
MHP davasının başlamasından sonra, 16 Ekim
dımcılarının tamamı da bulunmaktadır.
1981’de tüm siyasal partiler MGK tarafından kapatıl-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 201


MP’ye kurulusundan 20 gün sonra vurulan bu bir kısmının bu süreci hala yaşıyor olması, diğerlerinin
veto darbesi yeni kurucu isimleri gündeme getirmiş ise cezaevlerinde yaşanan olaylar nedeniyle, siyaset-
ve Mehmet Pamak’tan boşalan Genel Başkanlık gö- ten uzaklaşmaları ve pasif bir konumu tercih etmeleri,
revi Vetoyu asan Genel Sekreter Yardımcısı Ahmet MP’nin başarısızlığında önemli rol oynamıştır.
Özsoy’a verilmiştir. Ancak, bu arada, Milli Güvenlik
Cunta döneminde cezaevlerinde yaşananlar, bas-
Konseyi 16 Ağustos 1983 tarih ve 117 sayılı kararıyla
kılar, idamlar ve işkenceler yalnızca MHP ve ülkücüler
MP’nin 19 üyesini daha veto etmiştir. Veto edilen üye-
üzerinde değil, sol siyasal hareket içinde de belirgin bir
lerin yerine yenileri bildirilmiş, fakat 24 Ağustos 1983’e
yılgınlık psikolojisinin oluşmasını sağlamıştır. 12 Ey-
gelindiğinde yeni üyeler Milli Güvenlik Konseyi tarafın-
lül yönetiminin insanların siyasetten uzak durmalarını
dan henüz onaylanmadığından, MP, 6 Kasım 1983’te
ve az sayıda ancak “kabul edilebilir” siyasallaşmış bir
yapılan genel seçimlere katılmaya hak kazanamadı.
azınlığın, siyaset yapabilme tekeline sahip olmasını
Ayrıca parti, seçime katılabilmesi için gerekli olan 34 il
istemesi ve bu yönde uygulamalar yapması, siyasal-
seviyesindeki teşkilatlanmasını da tamamlayamamış
laşma ve normalleşme sürecinin geç ve sancılı olma-
durumdaydı.73
sına yol açmıştır.
Genel Başkanlık görevini kısa bir süre yürüten
Partinin örgütsel anlamda istenilen başarıyı sağ-
Ahmet Özsoy’dan sonra, MP’nin genel başkanlığına
layamaması ve seçim başarısızlığı nedeniyle parti
CKMP’de Türkeş’i destekleyen grupta yer alan ve
yönetiminde değişiklik yapıldı. Türkeş’in de isteği ile
genel başkan yardımcılığı görevinde bulunan İsma-
eski bir MSP’li olan Abdülkerim Doğru, 1987 yılında
il Hakkı Yılanlıoğlu getirildi ve ülkücü tabanı MP’de
genel başkanlığa getirildi. Genel başkanlığa Abdülke-
toplamak üzere örgütsel çalışmalara hız verildi. Yı-
rim Doğru’nun getirilmesinin nedeni, muhafazakâr oy
lanlıoğlu, MP’nin önündeki ilk hedefi, teşkilatlanmanın
tabanının MÇP’ye akmasını sağlamaktı. Abdülkerim
hızlandırılması ve tamamlanması olarak belirlemiştir.
Doğru’nun MSP kökenli olması, partide mevcut “hilal”
MP’nin programı, ihtiva ettiği, “hür millet”, “milli dev-
ve “bozkurt” çatışmasında hilal’in üstünlüğü olarak yo-
let” ve “güçlü iktidar” prensipleriyle kapatılan MHP’nin
rumlanmış, milliyetçiliğin, din karşısında ikinci plana
programına oldukça yakın durmaktaydı. Bu çalışma-
itildiği yorumları yapılmıştır. Türkeş’in Yeniden Ge-
lara rağmen ülkücü hareketin mensupları ANAP ve
nel Başkan Seçilmesi
MDP’de yer alıyorlardı. MP 1984’ten 1985’e geçerken
genel başkan değiştirdi. Ve Ali Koç genel başkanlığa 6 Eylül 1987’de yapılan siyasal yasakların kalkma-
getirildi. MP’nin 30 Kasım 1985’te yapılan kongresin- sı ile ilgili referandumda Alparslan Türkeş’in yasaklılı-
de partinin adı Milliyetçi Çalışma Partisi, parti amblemi ğı kalktı. 4 Ekim 1987’de toplanan MÇP olağanüstü
ise, hilal etrafında yer alan dokuz yıldız olarak değiş- kongresinde, 20 Eylül 1987’de MÇP’ye üye olan Tür-
tirildi. Kongre ile birlikte, parti yönetim kadrosu da bü- keş MÇP genel başkanı oldu.76 Türkeş, törende yaptı-
yük oranda yenilendi. 1986 yılında 51 il ve 300 ilçede ğı konuşmada MÇP’nin “Türk milliyetçiliği ideolojisinin
örgüt kuran parti, üye sayısını da 20 bine çıkardı. 74 savunulacağı tek yer” olduğunu belirtti. Türkeş’in genel
başkan olması ile parti yönetiminde akademisyenler
Cezaevinden yeni çıkan, ancak siyasal faaliyette
ve eski MHP’lilerin oluşturduğu yeni bir kadro kuruldu.
bulunma yasağı olan Türkeş, MÇP’ye oy vereceği-
Devlet Bahçeli, Ali Güngör gibi milliyetçi akademisyen-
ni söylüyor, ancak ANAP ve MDP’deki ülkücüler için
ler 12 Eylül sonrası değişen koşullar doğrultusunda
açıktan zorlayıcı bir tavır içine girmiyordu. 75 28 Eylül
yeni bir örgütsel ve ideolojik yapılanma gerçekleşti-
1986’da altı yıl sonra ilk defa bağımsız olarak kendi ta-
rilmesi ve eski MHP’nin 1977’deki gücüne ulaşılması
banından oy isteyen MÇP, 10 ilde yapılan ara seçim-
için partide görev aldılar.
lerde %2.2 oranında oy alabildi. Bu oy oranı partide
bir hayal kırıklığına sebep olurken, ANAP ve DYP’deki MÇP’nin ilk ciddi seçim sınavı 29 Kasım 1987’de
ülkücülerin MÇP’de birleşmesine yönelik stratejinin, yapılan yerel seçimler olmuştur. Bu seçimde % 2.91
başarılı olmadığını da gösteriyordu. oranında oy alan MÇP, 12 Eylül öncesi gücünden ol-
dukça uzak olduğunu ortaya koydu. Bu başarısız so-
MP’nin eski MHP tabanını oluşturma, milliyetçileri
nucun alınmasında yine MHP davasının yakın bir za-
siyasal alana yöneltmede ve tek bir çatı altında topla-
manda son bulmuş olması, partinin içinde bulunduğu
mada başarılı olduğu söylenemez. Bu durumun orta-
maddi zorluklar nedeniyle propaganda ve örgütlenme
ya çıkmasında öncelikle, 12 Eylül sonrası siyasal ve
çalışmalarındaki güçlükler ve kamuoyuna ulaşma so-
toplumsal alanlarda etkisi bütün ağırlığı ile yaşanan
runu sayılabilir.
darbenin “siyasetsizleştirme” yöntemleri gelmektedir.
Buna ek olarak MHP’nin diğer partilerden farklı olarak MÇP’nin ikinci olağan büyük kongresi 27 Kasım
uzun bir yargılama süreci yaşaması ve aktif partililerin 1988 tarihinde gerçekleştirilmiş ve büyük bir katılımın
yaşandığı kongrede Alparslan Türkeş yeniden genel

202 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


başkanlığa seçilmiştir. Kongre sonunda genel baş- “iktidar” olarak belirleyen Türkeş, Türk milliyetçiliğinin
kan yardımcılıklarına Mehmet Irmak, Kaya Alp Kartal, ve Ülkücü Hareketin son dönemde Marksizm’in çök-
S. Bülent Yahnici, Ali Fuat Eyüboğlu, Ferruh Sezgin, mesi ve esir Türklerin bağımsızlıklarına kavuşmasıyla
Mehmet Refet Eke ve Metin Ergüç, Genel Sekreterliğe iki büyük zafer kazandığını ifade etmiştir. 1991 yılı so-
ise Devlet Bahçeli getirilmiştir. 2. Olağan Kongre’nin nundaki bu kongreyle birlikte MHP, 12 Eylül sonrası ilk
genel özelliği, yeni parti programının da kabul edildi- kez Parlamentoda temsil imkânı kazanmıştır.79
ği bir kongre olmasıdır. Yeni program 4 temel prensip
MHP’nin Parlamento’da yer alması, partilere yapı-
üzerine oturmaktadır: Meşruiyetçilik, insan haklarına
lan hazine yardımından yararlanmasını sağlamış, di-
ve haysiyetine saygı, hukukun üstünlüğü ve gönül
ğer yandan bu dönemde kurulan DYP-SHP hüküme-
seferberliği. “9 Işık Milli Doktrin”de bahsi geçen bu dört
tine verilen destek nedeniyle, partililerin istekleri daha
prensip üzerine oturan politikalar ve ilkeler bütünü ola-
kolay bir şekilde yerine getirilebilmiştir. İçinde sol bir
rak programın çatısını oluşturmaktadır.
partinin yer aldığı koalisyon hükümetine destek veril-
26 Mart 1989 yerel seçimleri MÇP’de bir gelişme mesi, parti içinde özellikle, “Türk-İslâm Ülkücüleri” adı
trendinin başladığını göstermektedir. Parti, bu se- verilen ve liderliğini eski Ülkü Ocakları başkanı Muhsin
çimlerde il genel meclisli seçimlerinde % 4.4’lik oy Yazıcıoğlu’nun yaptığı ekip tarafından eleştirilmiştir.
oranı almış ve 24 belediye başkanlığını kazanmıştır.
7 Temmuz 1992 tarihinde eski Ülkü Ocakları baş-
77
Partinin kısıtlı imkânlarla girdiği seçimde 12 Eylül
kanı Muhsin Yazıcıoğlu ile Ökkeş Şendiller, Esat Bü-
sonrası en yüksek oy oranını yakalaması, partide ge-
tün, Saffet Topaktaş, İsmet Gür ve Ahmet Özdemir’den
leceğe yönelik umutların güçlenmesine neden olmuş-
oluşan yedi milletvekili MÇP’den istifa ettiklerini bir bil-
tur. MHP’nin geleneksel olarak yüksek oy aldığı Orta
diri ile kamuoyuna duyurmuşlardır. Bu istifalarla ilgili
Anadolu kentlerinde MÇP’nin, yeniden MHP’nin eski
olarak “Türkçü ve İslâmcıların yol ayırımı” ve “İslâmcı
gücüne kavuşması, 12 Eylül sonrası diğer sağ parti-
muhalefetin tasfiyesi” gibi yorumlar yapılmıştır. 80 Daha
lere kayan tabanın yeniden MÇP’ye yöneldiğini gös-
sonra istifa eden milletvekili ve MÇP’den ayrılan parti-
termekteydi.
liler, Türkiye genelinde bir propaganda çalışması yap-
Bu durum özelikle ülkücülerin MÇP’den sonra en tıktan sonra, 29 Ocak 1993’te Büyük Birlik Partisi’ni
ağırlıklı olarak yer aldığı ANAP’ta ve DYP’de sıkıntı kurmuşlardır. Böylelikle MÇP içindeki hizipleşme, yeni
yaratıyordu. Bu tarihe kadar fazla önemsemedikleri bir siyasal partinin doğuşu ile sonuçlanmıştır. 81
bir parti olan MÇP; birçok ilde belediye başkanlıkla-
MHP’nin Yeniden Açılması Tartışmaları
rını ANAP ve DYP’den almıştı. Bu partilerin-özellikle
ANAP’ın- yönetim kademelerinde yer alan eski 1992 yılı içinde 12 Eylül 1980 öncesinde var olan
MHP’liler ise bir ikilem yaşıyorlardı. Eski arkadaşları- ve Milli Güvenlik Konseyi kararıyla kapatılan siyasi
nın ve liderlerinin yer aldığı bir partiye, MÇP’ye karşı partilerin yeniden açılması gündeme gelmiştir. Bu ge-
mücadele etmek ve ülkücü kimliğine sahip çıkmak lişme, MHP’nin yeniden açılmasına ilişkin tartışmaları
arasında. Bu dönemde MÇP’den ANAP ve DYP’de da beraberinde getirmiştir. 1980 öncesinde MHP için-
yer alan ülkücülere “yuvaya dön” çağrıları yapılıyor, de yer almış, 1980 sonrasında ise milliyetçi hareketin
Türk milliyetçiliğinin tek adresinin MÇP olduğu vurgu- siyasal örgütlenmesinin dışında kalmış ya da başka
lanıyordu. siyasal partilere katılmış kimseler de, MHP’nin yeni-
den açılması sürecine müdahale etmek istemişler,
“Kutsal İttifak” ve MHP’de Bölünme
MÇP içinden de bu harekete karşı Türkeş önderliğin-
20 Ekim 1995 genel seçimlerine gelindiğinde, de muhalefet başlatılmıştır.82
seçim sisteminin getirdiği ülke ve il barajlarını aşmak
MHP’nin yeniden açılması tartışmaları devam
maksadıyla MÇP, Refah Partisi ve Islahatçı Demokrasi
ederken 27 Aralık 1992 günü toplanan MHP’nin son
Partisi bir seçim ittifakına yapmaya karar vermişlerdir.
kurultay delegeleri partinin feshine ve isminin ve amb-
78
Beraber girilen bu seçimlerde %16.9 oranında bir
leminin de MÇP tarafından kullanılabileceğine karar
oy alan üç partiden oluşan seçim koalisyonu, meclise
vermişlerdir. Bu gelişme üzerine, 24 Ocak 1993 günü
62 milletvekilini sokmayı başarmıştır.
toplanan MÇP 4. Olağanüstü Kongresi, MÇP’nin ismi-
Seçimden kısa bir süre sonra İttifak’ın sürmesi nin MHP olarak değiştirilmesine ve amblem olarak da
yönündeki görüşmelerden bir sonuç alınamamış ve üç hilalin kabulüne karar vermiştir. Böylece “MHP’nin
İttifak’tan ayrılan Alparslan Türkeş ve 18 milletvekili ikinci doğuşu” gerçekleşmiştir. Kongre sonunda Genel
Demokratik Hareket Partisi (DHP)’ni kurmuşlardır. 29 Başkanlığa Alparslan Türkeş 589 delegenin ittifakıyla
Aralık 1991’de yapılan MÇP 3. Olağan Kongresi’nde seçilmiştir. Rıza Müftüoğlu, Oktay Öztürk, Servet Tur-
DHP, MÇP’ye katılmış ve Alparslan Türkeş MÇP Genel gut, Ziya Yılmazbilen, Faruk Demirtola, Salih Gökçe
Başkanı seçilmiştir. MÇP’nin bundan sonraki hedefini ve Tuncay Şekercioğlu Genel Başkan Yardımcılıkları-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 203


na, Yaşar Erbaz ise Genel Sekreterliğe getirildiler.83 tır. Genel başkanın yaşlı imajı, “Türkiye demokrat ve
bilge liderine kavuşuyor” sloganı ile silinmeye çalışıl-
27 Mart 1994 Mahalli İdareler Seçimleri, MHP’de
mış, burada kullanılan “bilge” kelimesinin Türk gele-
büyüme sürecinin ivme kazanarak devam ettiğini gös-
neğindeki “bilgelik”i çağrıştırması, Alparslan Türkeş’in
termiştir. 1980 öncesi oy oranını aşan MHP, bu seçim-
güngörmüş-devran sürmüş bir “aksakal” konumunu
lerde %7.96 oranında oy alarak, 55’i belde 56’sı ilçe
öne çıkarmıştır. 87 Diğer yandan propaganda dönemin-
ve 7’si de il merkezi olmak üzere toplam 118 belediye
de terörü yalnız MHP’nin çözebileceği, bölücülük teh-
başkanlığı kazanmıştır.84Bu dönemde MHP’nin başarı
didine karşı en hassas partinin MHP olduğu yönünde
kazanmasında, propaganda aracının profesyonelce
de seçmene yönelik mesajlar verilmeye çalışılmıştır.
kullanılması yanında, 1989 yılında Sovyetler Birliği’nin
çözülmesi ile birlikte yeni Türk Cumhuriyetleri’nin ku- 1995 seçimleri Türk siyasal sisteminde derin bir
rulması ve PKK terörünün 1990’lı yılların başından iti- temsil sorununu gündeme getirmiştir. MHP’nin % 8.18,
baren yoğunluk kazanması ile terör sorununun bütün HADEP’in de % 4.17 oranında oy almasına karşılık
ülkeyi saran bir genişleme sürecine girmesi önemli meclis dışında kalmaları, diğer küçük partiler de he-
ölçüde rol oynadığı söylenebilir. saba katılırsa, % 15 dolayında bir seçmenin mecliste
temsil edilmediğini ortaya koymaktadır ki, en yüksek
9 Ekim 1994’te MHP 4. Olağan kongresi yapılmış
oy alan bir partinin, ancak % 21.3 oranına ulaşabildiği
ve Alparslan Türkeş 25 yıllık geleneği bozmayarak
bir ülkede % 15 çok yüksek bir orandır. Bu bağlamda
tekrar oybirliği ile genel başkan seçilmiştir. Türkeş’in
1995 seçimleri, yüksek ülke barajı nedeniyle büyük
bu kurultayın kapanış konuşmasında Nazım Hikmet’in
bir seçmen kitlesinin mecliste temsil edilemediği bir
bir şiirini okuması, MHP’de sola karşı bir yumuşama
siyasal tabloyu ortaya çıkarmış, bu durumun ne gibi
belirtisi olarak yorumlanmıştır.85 2 Mayıs 1995’te de
sakıncalar doğurduğu da, ilerleyen günlerde hükümet
Alparslan Türkeş ve bazı MHP’liler hakkında açılan
kurmadaki güçlükler sayesinde anlaşılmıştır. 88
dava zaman aşımından düşmüştür. 86 24 Aralık 1995
yılında yapılan genel seçimlerde MHP, tarihinde aldığı 1995 seçimleri sonunda parlamento dışında kalan
en yüksek oy oranına ulaşmış, % 8.18 oranında bir oy MHP, seçimi kaybettiren nedenleri araştırmak için ge-
oranı sağlamış, ancak % 10’luk ülke barajını aşama- niş bir çalışma başlattı. Parti tabanı ile yapılan görüş-
yıp, meclise girme şansını elde edememiştir. Seçim melerde gelecek seçimlerde tabanın isteklerinin daha
öncesi yapılan ittifak görüşmelerinde anlaşma sağla- fazla ön plana çıkarılması istendi. Taban tarafından
namaması da MHP’nin ittifak yoluyla meclise girme- eleştirilen MHP yöneticilerinden bir kısmı başta Rıza
sini engellemiştir. MHP’nin meclise giremememsine Müftüoğlu olmak üzere parti yönetiminden ayrıldılar.
karşın, eski MHP’lilerin partisi olan BBP, seçimlerde Seçim sonrası süreçte MHP, parlamento dışında kal-
ANAP ile yaptığı ittifak sonunda meclise ANAP liste- masından dolayı medyadan çok sınırlı olarak yarar-
sinden yedi milletvekili sokmayı başarmış ve mecliste lanabildi ve sesini duyurabildi. Bu sürede parti içinde
ülkücü hareketin sesi durumuna gelmiştir. yeni stratejiler geliştirilmeye çalışılıyor ve gelecek se-
çimlerde parlamentoya girmenin yolları aranıyordu.
Seçimlerden sonra partide, barajın altında kalın-
MHP’nin meclis dışında kalmasıyla, Ülkücü hareketin
masının nedenleri olarak, aday seçiminde yapılan
sesini duyurma BBP’ye düşmüştü. ANAP ile yaptığı
yanlışlıklar ve eski Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı
ittifak ile meclise yedi milletvekili sokan BBP, bir mil-
Nusret Demiral’ın “ezanın Türkçe okunmasına” yöne-
letvekilinin ANAP’ta kalması ile altı milletvekiline düş-
lik açıklamalarının MHP tabanında yarattığı rahatsız-
müş, daha sonra bir milletvekilinin partiye katılması ile
lık gösterilmiştir. MHP’nin geleneksel olarak yüksek oy
yedi milletvekilini korumuştu.
aldığı yerlerde dahi, istenilen başarı sağlanamamış,
bu bölgelerdeki MHP oyları, başta Refah Partisi olmak Türkeş’in Ölümü ve MHP’de Kongreler
üzere diğer sağ partilere kaymıştır. Süreci
1995 genel seçimlerinde MHP’nin yeni bir imaj MHP genel başkanı Alparslan Türkeş’in 4 Nisan
sağlama yönünde çabaları olduğu görülmektedir. 1997 tarihinde beklenmedik bir biçimde hayatını kay-
1980 öncesinin, daha çok taşraya hitap eden, köylü betmesi, ülkücü hareket üzerinde gerçek bir şok etkisi
değerlerin vurgulandığı MHP imajı yerine, daha kentli, yarattı. MHP gibi, partinin adı liderin adından sonra
modern bir MHP imajı çizilmeye çalışılmış, özellikle gelen ve liderin parti üzerinde kesin hâkimiyeti olan bir
ulusal bütünlük ve terör sorunu bu seçim kampan- lider partisinde, liderin ölümünden sonra partinin bölü-
yanın temel vurgusu haline gelmiştir. Seçim kam- neceği, partinin eriyerek siyasal hayata veda edeceği
panyasında ilk defa bu kadar yoğun bir propaganda gibi değerlendirmeler yapıldı. Ancak Türkeş’in cena-
faaliyeti içine giren MHP, gazetelere verdiği ilanlar ve zesi sırasında, kış koşullarına rağmen, ülkenin dört bir
dağıttığı el ilanlarıyla seçmene ulaşmayı amaçlamış- yanından gelen ülkücüler, MHP’nin Türk siyasal haya-

204 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


tında bir güç, sadece bir siyasal parti değil, bir siyasal muş, MHP’de de artık parti içi muhalefetin göz önüne
“hareket” olduğunu gösterdiler. alınması gereken bir yeni dönem başladığı görülmüş-
tü. Bu doğrultuda, 1999 seçimlerine gidilirken MHP’nin
Türkeş’in ölümünden kısa bir süre sonra partide
ilk kez, milletvekili adaylarını fiili ve geniş katılımlı bir
liderlik kulisleri başladı. Genel başkanlık için Türkeş’in
ön seçimle belirlemesi bu yeni durumun kabulü olarak
oğlu ve aynı zamanda genel başkan yardımcısı olan
değerlendirilebilir.
Y. Tuğrul Türkeş’in adı geçiyordu. Tuğrul Türkeş,
Türkeş’in ölümünden sonra geçici genel başkanlığa 18 Nisan 1999 Seçimleri ve MHP’nin
getirilmiş, bu durum da onu diğer adaylardan biraz Başarısı
daha şanslı hale getirmişti. Kısa süre sonra olağanüs-
18 Nisan 1990 seçimleri öncesi barajı aşıp aşa-
tü büyük kongrenin toplanması kararlaştırıldı ve diğer
mayacağı yönünde değişik görüşler ortaya konan
adaylar da ortaya çıkmaya başladılar. Tuğrul Türkeş’in
MHP’nin beklenmedik bir biçimde Türkiye’nin ikinci
yanı sıra, adaylık için adı geçen, ülkü ocaklarından
partisi olması, bu partinin aldığı seçim sonuçlarının
yetişme Ramiz Ongun, yine 1980 öncesi partinin önde
nedenlerine yönelik değerlendirmeleri gündeme getir-
gelenlerinden olan Muharrem Şemsek, İbrahim Çiftçi
miştir. Değerlendirmeler genellikle terör sorunu karşı-
ve partinin akademisyen kadrosundan gelen Devlet
sında MHP’nin aldığı sert tavrın bu sonucun temelin-
Bahçeli ve yine bir akademisyen olan Enis Öksüz parti
de yatan neden olduğu şeklinde olmuştur. Bu nedenin
genel başkanlığı için resmen aday olduklarını açıkla-
etkisi bulunmasına karşın, diğer siyasal ve toplumsal
dılar.
etmenlerin de etkisi önemli olmuştur. 1980 sonrası
Temmuz ayı içinde toplanan kongre başlangıçta dönemde gelirler arasındaki uçurumun artması, eko-
ortaya çıkan gergin ortama paralel bir gelişme göste- nomik yapının çelişkileri, radikal partileri bir seçenek
rerek, kavgalı bir biçimde ve sonuç alınamadan sona olarak halkın karşısına çıkartmıştır.
erdi. Tuğrul Türkeş’in diğer adaylardan daha fazla oy
MHP, 18 Nisan 1999 seçimlerine giderken yeni
almasına rağmen salt çoğunluğu elde edememesi
yapılanma doğrultusunda bir propaganda stratejisi
üzerine, diğer adaylar ikinci en fazla oyu alan Devlet
kullandı. Modern propaganda teknikleri yanında seç-
Bahçeli lehine adaylıktan çekildiklerini açıkladılar. Bu
menlerle yüz yüze partiyi tanıtma yolu seçildi. Özelik-
durumda Tuğrul Türkeş’in genel başkanlık şansı ol-
le Fazilet Partisi olmak üzere diğer sağ partilerin oy
dukça azalıyordu. Adayların taraftarları arasında baş-
tabanına yönelik ve bu kitlelerin beklentilerine uygun
layan gerginlik, bir süre sonra bir çatışma halini aldı
bir söylem geliştirildi. MHP bu seçimlerde bir seçim
ve Tuğrul Türkeş’i destekleyen ülkü ocakları genel
önce Refah Partisi’nin uyguladığı yöntemi uyguladı.
başkanı Azmi Karamahmutoğlu önderliğinde bir grup,
Başta varoşlar olmak üzere orta ve ortanın altındaki
kongrenin sonucunu tanımadıklarını belirterek, kong-
sınıfı kendine hedef seçti. Enflasyon ve hayat paha-
reyi dağıttılar ve çıkan olaylar nedeniyle MHP kongre-
lılığından en çok yakınan yoksul semtlerde, MHP’nin
si Kasım ayına ertelendi. Kongre sürecinde delegeler
iktidara geldiğinde bir “yoksullukla mücadele progra-
üzerinde adaylar kişisel desteklerini artırmak amacıyla
mı” uygulayacağı ve o zamana kadar denenmeyen
yoğun bir propaganda faaliyetine giriştiler. Olaysız bir
yöntemlerle enflasyonu aşağı indireceklerine yönelik
şekilde sonuçlanan Kasım kongresinde Devlet Bah-
propaganda yaptı.
çeli açık bir farkla genel başkanlığa seçildi.
MHP, 18 Nisan seçimlerine hazırlanırken kurdu-
Devlet Bahçeli’nin genel başkan seçilmeden önce
ğu ve “MHP Araştırma Geliştirme Merkezi” ne bağlı
partide demokratik kuralların işletileceğine, dünyada
olarak çalışan iktisadi, sosyal, bilim ve teknoloji gibi
ve Türkiye’de ortaya çıkan yeni gelişmelere paralel
çalışma grupları kurarak, halkın beklentilerine uygun
olarak yeni bir yapılanma oluşturulacağı ve MHP’nin
ve herkesin anlayabileceği bir dilde raporlar hazırla-
tek başına iktidar olarak Türkiye’yi 2020 yılına kadar
yıp, bunların kamuoyuna başarılı bir biçimde duyurul-
“lider ülke” haline getireceğine yönelik vaatlerini açık-
masını sağladı. MHP’nin parlamento dışında olması
layan bir söylem getirmesi ve bunu profesyonel bir
nedeniyle medyadan yeterince yararlanılamayacağı
biçimde kullanmasının kongreyi kazanmasında etkili
düşünülerek, bu programlar, yapılan toplantılarla hal-
olduğu söylenebilir. 89
ka duyurulmaya çalışıldı.
Devlet Bahçeli’nin genel başkanlığı ile, partiye tek
Seçim öncesi medyada karşılaşılan en başta ge-
başına hâkim olan “başbuğ” Alparslan Türkeş’in lider-
len soru MHP’nin barajı aşıp aşamayacağı sorusuy-
liğinden farklı bir yapı kazandırdığı söylenebilir. “lider-
du. MHP yetkilileri 1995’teki gibi bir sorunun çıkma-
teşkilat-doktrin” esasına dayanan esi MHP yapısının,
ması için bu soruya “MHP’nin baraj endişesi yoktur”
Türkeş’in ölümünden sonra artık işlemeyeceği, özel-
biçiminde cevap veriyorlardı. Seçim sürecinde yapılan
likle yeni genel başkanın seçildiği kongrede belli ol-
yayınlar ve kamuoyu araştırmalarında ise MHP ya

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 205


barajın biraz üzerinde ya da hemen altında gösteri- akademisyen adaylarının önemli rol oynadığı söy-
liyordu. Seçim sürecinde özellikle ülkü ocaklarına lenebilir. Özellikle Araştırma-Geliştirme Merkezi’nde
bağlı gençlerin yoğun bir şekilde çalışmaları, MHP’nin propaganda kitapları hazırlanmasında ve bunların
başarısının diğer önemli bir ayağını oluşturmaktadır. kamuoyuna duyurulmasında, akademisyenler yoğun
Ülkü Ocaklı gençler, halkla yüz yüze gelerek MHP’nin bir çalışma içine girmişler ve seçim sonuçlarına göre
propagandasını yapmaları, halkın sorunları ile ilgilen- MHP, milletvekilleri içinde akademisyenlerin en ağırlık-
meleri seçim döneminde “MHP’nin Refah Partisi’nin lı olarak yer aldığı parti olmuştur.
yöntemlerini kullandığı” biçiminde yorumlanıyordu.
MHP’nin 18 Nisan seçimlerinde oylarını yüzde
MHP’nin 18 Nisan seçimlerine yönelik hazırladığı yüzden fazla artırmasının ardında, kendi uyguladı-
seçim beyannamesi, 1995 seçimlerinden farklı, sade- ğı propaganda yöntemleri yanında, diğer partilerden
ce ulusal bütünlüğü değil, halkın sorunlarını, ekonomik çeşitli nedenlerle MHP’ye oy kayması olduğu da yad-
sıkıntıları, dış siyasal gelişmeleri de içine alan geniş sınamaz. MHP bu seçimlerde ağırlıklı olarak Fazilet
bir alana yayılan bir nitelikteydi. Beyannamede, birin- Partisi, ANAP ve DYP’nin oylarını aldığı söylenebilir.
ci bölümde, “Seçimlere Giderken Lider Ülke Türkiye Fazilet Partisi’nin 28 Şubat sürecindeki tavrı, Fazilet
ve MHP” başlığı altında, Türkiye’nin iç ve dış siyasal Partisi-DYP koalisyonunda yaşananlar ve ülkenin
sorunları karşısındaki konumu ve MHP’nin temel ko- bir askeri darbenin eşiğine gelmesi, özellikle Fazilet
nulardaki hassasiyetleri anlatılıyordu. “Lider Ülke İçin Partisi oylarının ılımlı ve geleneksel değerler yanında
temel Görüşler ve İlkeler” başlığı altında ise, MHP’nin nispeten modern değerleri savunan ve Fazilet Partisi
devlet, parti, siyaset, ekonomi ve dış politika öncelik- tabanına sıcak mesajlar gönderen MHP’ye akmasının
leri anlatılıyor ve bunlara ilişkin tanımlamalar veriliyor- önemli nedenlerini oluşturmuştur. Eski radikalliğine
du. Bu bölümde ilgi çeken nokta, MHP’nin geleneksel döneceğinin sinyallerini verirken, MHP, ılımlı yüzünü
olarak savunduğu ilkelerin bir değişime uğramasıdır. göstererek merkez partisi görünümü çizdi. Bu bağlam-
MHP için her zaman “kutsal” bir anlam taşıyan “dev- da MHP’ye oy veren seçmenin, radikal tarafla uzlaşa-
let” kavramının bir anlamda yeniden sorgulandığı ve bileceğini varsayan, ama radikalizmi de reddeden bir
MHP’nin yabancı olduğu, örneğin “bürokratik, hantal seçmen profili çizdiği söylenebilir.
veya baskıcı olmak yerine, güçlü, aynı zamanda müş-
Fazilet Partisi’nde, Recai Kutan’ın genel başkanlı-
fik ve insani bir devlet” yapısı oluşturulacağına yönelik
ğa gelmesinden sonra çizilen muhafazakâr parti görü-
vaatler verilmesidir. Seçim bildirgesinde yine MHP’nin
nümünden, yeniden radikal İslâmcı parti görünümüne
ilk defa kullandığı, “adaleti her alanda hâkim kılmak
doğru geçişi, yasaklı siyasetçi Necmettin Erbakan’ın
için yapılanmış demokratik milli devlet”, “temel hak
partide müdahil rolünün iyice belirginleşmesi ve bu
ve özgürlüklerden hareketle kendini konumlandıran
partinin laiklik ve demokrasi konularındaki “ikircikli”
devlet”, “çoğulcu ve katılımcı siyaset, “içe kapalı ve
tavrı FP seçmeninin, daha ılımlı ve diğer partilerden
korumacı değil, teşvik eden bir ekonomi” gibi kavram-
kendisine daha yakın bulduğu MHP’ye yönelmesi so-
lar, MHP’nin 1990’larda merkeze yaklaşma eğiliminde
nucunu doğurmuştur.
olan bir sağ parti görünümünü kazandırıyordu. 90
Merkez sağ partiler ANAP ve DYP’nin, soruştur-
MHP, 18 Nisan seçimlerinde yine farklı olarak
ma önergelerinde takındıkları tavır, DYP’nin medya
“değişim” kavramını seçim propagandasının temel
ile ilişkilerini gerginleştirmesi ve medya desteğini
sloganlarından biri haline getirmişti. “Değiştirmezsen
kaybetmesi, ANAP’ın hükümetin düşmesine neden
Devam Edecek” veya “Bir Şey Değişecek Her Şey
olan ihale skandalına adının karışması ve güvenilir
Değişecek” gibi sloganlar, toplumda mevcut değişim
bir tablo çizmemesi, seçmenin “dürüst parti” imajı çi-
isteğinin MHP tarafından gerçekleştirileceğini ifade
zen MHP’ye yönelmesindeki nedenlerden başlıcaları
ediyordu. Yine “Yeni Bir Çağ, Yeni Bir Lider” sloga-
olarak sıralanabilir. Aslında bu iki merkez sağ partinin
nı, eskiyen liderler karşısında genç ve denenmemiş
de milliyetçi bir söyleme sahip olması ve vitrinlerinde
bir lider olan Devlet Bahçeli’yi öne çıkarıyordu. Halk
eski MHP’li veya milliyetçi olarak tanınan isimlere yer
katılımına gönderme yapan “Millet Meclise Giriyor
vermesi, DYP’nin 1999 seçimlerine, terör karşısındaki
MHP İktidar Oluyor” ve diğer partileri halkı unutmakla
politikasını öne çıkarması, seçim bildirgesini MHP’ye
suçlayan “Milleti Unutanları Millet Unutmaz”, “Meclis
yakın akademisyenlere hazırlatmasına rağmen, seç-
İradesine Kavuşuyor” ve “Türkiye Harekete Geçiyor”
menin MHP’yi tercih ederek asıl milliyetçi parti olarak
sloganları, profesyonel bir anlayışla MHP’nin, halkın
MHP’yi gördüğünü anlatmakta ve uzun yıllardır başka
gözünde bir iktidar alternatifi olmasını sağlıyordu.
partilerin içinde büyüyen milliyetçi hareketin bu seçim-
1999 seçimlerinde MHP’nin uyguladığı seçim pro- lerde “aslına dönüp” iktidara geldiğini göstermektedir.
pagandasının saptanması ve yürütülmesinde, partinin
MHP’nin 18 Nisan seçimlerindeki başarısı, genel-

206 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


likle bölücülük ve güneydoğu sorunu karşısında aldığı lık gösteremediği İzmir’de % 11.2 gibi oy oranlarına
sert tavır, şehit cenazelerine MHP’li ülkücülerin sahip ulaşmasıdır.
çıkması noktasında açıklanmaya çalışılmıştır. Ancak
MHP’nin 18 Nisan seçimlerinde % 18.8 oranın-
bu unsurun etkili olduğu kabul edilmesi yanında tek
da oy alarak ikinci parti olması ve 129 milletvekilini
başına MHP’nin oy patlamasını da açıklayamadığı
meclise sokması ülke içinde ve dışında bazı soruların
açıktır. PKK terörünün en yoğun olduğu ve şehit ce-
sorulmasına neden oldu. Ülke dışında MHP’nin faz-
nazelerinin her gün birbiri ardına kaldırıldığı ve Alpars-
la tanınmaması ve MHP’nin milliyetçi bir parti olması
lan Türkeş’in partinin lideri olduğu 1995 seçimlerinde
başta gelen endişelerden birisiydi. Ülke içinde, ülke
MHP, yüzde 8.18’lik oy oranı ile parlamento dışında
dışındaki kadar olmasa da, MHP hakkındaki bilgi ek-
kalmıştı. 1999 Nisanında Abdullah Öcalan’ın yaka-
sikliği, MHP’nin bir “enformasyon bombardımanı”na
landığı ve terör olaylarının en alt düzeye indiği bir dö-
tutulmasına neden oldu. O zamana kadar nadiren
nemde, MHP’nin bölücülük ve terör tehdidi nedeniy-
medyada yer bulabilen MHP yöneticileri hemen her
le oy patlaması yaptığı çok doğru bir değerlendirme
akşam televizyonlarda partilerini anlatmaya başla-
olmayacaktır. Kaldı ki, bu nedenlerden dolayı başarılı
dılar. Bu olay MHP’nin küçük bir ideoloji partisi kimli-
olması beklenen partinin, terör örgütü liderini başarılı
ğinden sıyrılıp bir kitle partisi yapısına doğru evrilmesi
bir operasyonla Türkiye’ye getirten hükümetin lideri
sürecini başlattı. 18 Nisan 1999 seçimlerinden birinci
Bülent Ecevit ve partisi DSP olması gerekirdi.
parti olarak çıkan demokratik Sol Parti ve Milliyetçi
Seçim Sonuçlarının Analizi Hareket Partisi’nin aynı hükümet içinde yer almaları,
ideolojik kutuplaşmaların eski keskinliğini kaybettiği,
18 Nisan 1999 seçimlerinde MHP’nin 1980 öncesi
geçmişte yaşanan mücadelelerin geçmişin şartlarında
oy depoları olan illere ek olarak özellikle iç Ege kent-
değerlendirilmesi gerektiği yönündeki düşüncelerin bir
lerinde beklenmedik bir başarı elde ettiği görülmekte-
kazanımı olarak görülebilir. 1980 öncesi birbirlerini “fa-
dir. MHP’nin 1995 seçimlerinde baraja takılıp Meclise
şistlik” ve “komünistlik” ile suçlayan iki lider, Ecevit ve
girememesine büyük kentlerde aldığı Türkiye ortala-
Bahçeli, 57. hükümetin kurulması sırasında yaşanan
masının çok altında kalan düşük oy oranları ve İç Ana-
kısa gerginlikten sonra, aynı düşünceleri paylaşma-
dolu kentlerindeki beklenen desteği alamaması neden
yan siyasal partilerin, işbirliği içinde çalışabilecekleri
oldu. MHP, 1995 seçimlerinde İstanbul’da 154 bin (%
ve Türk siyasal sisteminin de bu “olgunluğa” eriştiğini
3.7), İzmir’de 90 bin (% 5.6) ve Ankara’da 170 binde
kanıtlama yolunda önemli mesafe aldıklarını göster-
(% 9.2) kaldı. Oysa bu seçimde MHP’nin İstanbul oy-
miştir.
ları ortalama yüzde 10’a çıktı. İzmir’de yüzde 10’u aştı,
Ankara’nın iki bölgesinde yüzde 18-22 düzeyine kadar MHP’nin İdeolojik ve Toplumsal Tabanı
yükseldi. Özetle MHP, kırsal kesimde oylarını koruyup
MHP’nin bir kitle partisi olmasından çok, bir ideo-
artırırken, büyük kentlerden de, kırsal kadar olmasa
loji partisi niteliğini göstermesi, bu partinin “Dokuz Işık”
da önemli oy oranları elde etti.
adı verilen doktriner ilkelere sahip olmasından kay-
MHP’nin 1999’a gelinceye kadar özelikle yüksek naklanmaktadır. Partinin bu ideolojiye sahip olması ile
düzeyde oy aldığı illerde 1994’ten beri istikrarlı bir oy seslendiği toplumsal taban arasında da yakın bir ilişki
trendini yakaladığı görülmektedir. MHP’nin hemen bulunduğu söylenebilir. Bu bağlamda ideoloji ve top-
hemen bütün seçimlerde varlık gösterdiği Tokat’ta lumsal taban ilişkisi, MHP hareketini açıklamada öne
1994’te % 12, 1995’te %12.9 olan oy oranını, 1999’da çıkmaktadır.
da % 29 oranına, Amasya’da aynı sırayla % 14’e, %
MHP’nin sahip olduğu ideolojik yapının açıklanma-
12’ye ve % 24.9’a, Çorum’da % 10.8, %1.5 , % 30’a;
sında Dokuz Işık adı verilen ideolojik ilkelerin önemli
Çankırı’da % 20.8, % 18.7 ve % 38.2’e; Kayseri’de
yeri bulunmaktadır. Başta milliyetçilik ve ülkücülük ol-
% 21.8’e , % 17.8’e ve % 32.82’e; Yozgat’ta % 17.4,
mak üzere, ahlakçılık, toplumculuk, ilimcilik, hürriyet-
% 13.9 ve %39.8’e; Aksaray’da % 14.1’e, % 14.9’a
çilik ve halkçılık, köycülük, gelişmecilik, endüstricilik
ve % 35.3’e; Isparta’da % 14.4, % 15.7 ve %29.3’e;
ve teknikçilikten oluşan bu ilkeler doktriner ideolojik
Kırşehir’de % 19.3’e, % 19.9’a % 33.6’ya; Erzurum’da
yapının temel unsurları olarak MHP ile özdeşleşmiş
ise % 18’e, % 14.7’ye ve 1999’da ise % 26.1’e yük-
bir konumda bulunmaktadır. Partinin temel ideolojisini
selttiği görülmektedir. Bu istikrarlı oy artış tablosuna
belirleyen milliyetçilik daha sonra ülkücülük ve toplum-
bakarak MHP’nin 1999 seçimlerindeki beklenmedik
culuk ilkeleri diğer ilkelerden daha yoğun olarak parti
başarısının aslında beklenen bir başarı olduğunu
söyleminde yer almış ve üzerinde parti ideologları ta-
söylemek mümkündür. Belki asıl beklenmeyen, bu
rafından daha fazla durulmuştur. Genel olarak bakıl-
kentlerin dışındaki metropollerde, İstanbul’da % 10.2,
dığında bu ilkelerin çok fazla bilimsel bir içeriğe sahip
Ankara’da % 22.4 ve özellikle bu seçimlere kadar var-
olmasından çok propagandaya dönük ilkeler olduğu

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 207


göze çarpmaktadır. kamu görevlilerini hedef alabiliyorlardı. 91
12 Eylül ve Ülkücü Hareket Cezaevlerindeki yaşamın, ülkücü hareketin eylem
pratiğinde olmayan, bir bakıma sol harekete özgü
12 Eylül askeri darbesi, diğer bütün siyasal hare-
eylem ve söylemleri ülkücülere kazandırmasının ya-
ketlere olduğu gibi ülkücü harekete de darbe vurmuş,
nında, ülkücü hareketin ideolojisinde de önemli deği-
örgütsel yapısı dağılmış, liderleri tutuklanmış ve bin-
şim ve ayrışmaların ortaya çıkmasında etkili olduğu
lerce ülkücü cezaevlerine düşmüş, bu durum da kaçı-
görülmektedir. Özellikle yaşanan sıkıntılar nedeniyle,
nılmaz olarak ülkücü hareketin ideolojisi ve söylemin-
önceleri adından bahsedilmeyen veya “Batılı hüma-
de değişime yol açmıştır. 12 Eylül darbesiyle ülkücü
nist söylem” olarak benimsenmeyen “insan hakları”,
hareket bir “şaşkınlık” dönemine girmiştir. Kendi ideo-
“insanca yaşam”, “zulüm karşısında direniş”, “insanlık
lojik yapılanmasında “devlet”e büyük önem verilmesi,
onuru” gibi kavram ve söylemlerin ülkücü hareketin
ülkücülerin “devleti koruma pahasına” sol örgütlerle
ideolojisine eklemlendiği görülüyordu.
çatışmaya girmesi ve bu çatışmalarda çok sayıda ül-
kücünün ölmesine rağmen, 12 Eylül yönetiminin, baş- Yine ülkücü hareketin devletçi ideolojik içeriği, gi-
ta hareketin lideri Türkeş’i suçlaması ve yargılaması, derek muhalif bir ideolojik tavra doğru evriliyor, bu tavır
ülkücülerin cezaevlerinde, diğer sol görüşlülerle birlik- çeşitli biçimlerde kendini gösteriyordu. Cezaevlerinde
te yaşadıkları sıkıntılar, ülkücüleri bir kimlik ve meşrui- ülkücüler, baskı altında olmanın getirdiği bir psikolo-
yet hesaplaşmasına doğru götürmüştür. jiyle, zaten içlerinde var olan İslâmî değerleri, yaşam
planına aktarıyorlar, cezaevlerinde bir İslâmî eğitim
Darbe sonrası özellikle devleti savunan ülkücülerin,
dönemi başlatıyorlardı. Ülkücüler tarafından İslâmî
solcularla beraber “aynı kefeye konması” MHP’lilerin
anlamına atfen cezaevleri “Yusufiye” olarak adlandı-
en çok tepkisini çeken ve nedenini anlamakta güçlük
rılıyor, bu doğrultuda, İslâmî kavramlara verilen ağırlık
çektikleri bir olaydı. MHP yöneticileri yargılanmaları
da artıyordu. İşte bu yüzden bu süreç ideolojik olduğu
sırasında “fikirlerinin iktidar, kendilerinin içeride” olduk-
kadar, örgütsel anlamda da ortaya çıkan ve gelecekte
larını vurguluyorlardı.
derinleşecek olan ayrımlaşmanın başlangıcı sayılabi-
12 Eylül yönetimi ülkücü ve solcu eylemcileri aynı lir.
hücrelere koymakta ve ilginç bir “katıştır barıştır” tak-
Milliyetçi-Türkçü ideolojinin siyasal bir tavır ola-
tiği uygulamaktaydı. Bu durum ülkücüler üzerinde, o
rak ortaya çıkmasından sonra oluşan, Türkçülük,
zamana dek amansız bir mücadele verdikleri sol gö-
İslâmcılık, ya da Türkçü ideoloji içerisindeki İslâmî
rüşlülerle, sınırlı da olsa insani ilişki içine girmelerini
kavramlara verilen önemin ağırlığındaki farklılaşma-
sağlamıştı. Ülkücülerin cezaevlerinde, diğer siyasal
dan kaynaklanan ayırım, bu dönemde derinleşiyor,
eylemciler gibi karşı karşıya kaldıkları baskılar sonucu,
daha sonra siyasal-örgütsel bağlamda kendini göste-
başlangıçta ileri sürdükleri devleti suçlamaktan kaçın-
recek bu ayırımın tohumları atılıyordu. Hareketin ide-
ma ve “kol kırılır yen içinde kalır” stratejisi, yerini göreli
olojisindeki değişim süreci, farklı alanlarda da kendini
de olsa bir muhalif tavra bırakmıştı. Cezaevlerinde ya-
göstermiştir. Daha önceden de adı duyulan kapitalizm
tan ülkücüler, hem 12 Eylül darbesine ve bu darbe ile
ve emperyalizm karşıtlığı, bu dönemde çok sık vurgu-
bir anlamda kendisini özdeşleştirmeye çalışan MHP
lanıyor, devlete ve ekonomik düzene, gelir dağılımının
yönetimine de tepki duymaya başladılar.
adaletsizliğine, yoksulluk ve sömürüye karşı bir söy-
Cezaevleri ülkücü hareketin tarihinde yeni bir süre- lem geliştiriliyordu.
cin başlangıcını göstermektedir. “Kendi canlarını feda
Cezaevleri, ülkücü hareketin kültürel boyutunda da
etmekten çekinmedikleri “ ve sürekli kutsallığına vurgu
bir değişim sağladı. Önceleri çoğunlukla propagandif-
yaptıkları, sonsuza kadar yaşamasını, “devlet-i ebed
ajitatif yayınlardan oluşan yayınların ocaklarda eğit-
müddet”i savundukları devlet, şimdi onları “devleti yık-
menler tarafından dikte ettirilmesinden ibaret olan
mak isteyen komünistlerle” bir tutuyordu. Bu durum
okuma alışkanlığı yerine, cezaevinde, çeşitli siyasal
bireysel olarak, tek tek ülkücülerin psikolojilerinde ve
görüşlere açık, sosyalist ve İslâmcı yazarların da oku-
bütünüyle bakıldığında da ülkücü hareketin retoriğin-
nabildiği bir ortam yaratılıyordu. Cezaevlerinde ya-
de önemli değişimlere yol açıyordu.
zılan yazılar “Bizim Ocak”, “Bizim Dergâh”, “Gergef”
Önceleri devlete karşı gelmekten kaçınan ülkü- gibi dergilerle dışarıdaki okuyucuya ulaşıyor, cezaev-
cüler, cezaevlerindeki baskılar nedeniyle cezaevi yö- lerindeki ortam ve onun geliştirdiği muhalif tavır, dışa-
netimlerine karşı direniş eylemlerinde bulunuyorlar, rıdakilerle paylaşılıyordu. Cezaevlerinde ortaya çıkan
istemeden de olsa, sol eylemcilerle ortak eylem plat- bu birikim, daha sonraki dönemde ülkücü hareketin
formunda buluşuyorlardı. Bu dönemde kamuoyunda kültürel-sanatsal ürünler vermesini de sağlamış, ha-
yayınladıkları bildirilerde doğrudan güvenlik güçleri ve reketin içinde sol protest müziğe bir anlamda öykünen

208 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


bir müzik, “ülkücü protest müzik” adı verilebilecek bir oranının artmasına neden olduğu sonucuna varılabilir.
tür oluşmuştu. 92 Diğer alanlarda roman, öykü ve şiir Anadolu’da köy-kent ayırımının derinleştiği, milli gelir-
alanında da bu dönemde tipik cezaevi edebiyatının den az pay alan, yoksulluk döngüsünün kırılamadığı
ülkücüler arasında oluştuğu görülmekteydi. 93 yerlerde MHP’nin yüksek oranlarda oy alması bu doğ-
rultuda açıklanabilir. Yine küçük esnaf ve tüccar kesi-
Cezaevi sonrası ülkücülerin değişik yollara ayrıldı-
minin komünizm tehlikesine karşı sahip oldukları ser-
ğı, bir kısmının MHP’de yer aldığı, bir kısmının siyaset-
maye birikimini koruma düşüncesi, MHP’nin bu kesim
ten koptuğu, diğer bir kısmının başka siyasal partiler
tarafından da desteklenmesini açıklar niteliktedir.
içinde yer aldığı söylenebilir. Cezaevlerinden çıkan bir
kısım ülkücülerin, “geçim derdine düşmeleri” ve “içe- MHP’nin büyük sermeye çevreleri tarafından des-
ride” sahiplendikleri cezaevi kültürü nedeniyle illegal teklenmemesi, hareketin-anti-komünizm kadar olmasa
organizasyonlar içinde bulundukları ve geçimlerini bu da- anti-kapitalist bir söyleme sahip olması ve kapitalist
yönden sağladıkları da görülmektedir. MHP yönetimi sınıfın resmi ideolojiye eklemlenmiş olması nedeniyle,
bu tip suçlamalar karşısında “mafyadan ülkücü olmaz” radikal bir hareketin “belirsizliğine” güvenmemesi ile
söylemini geliştirme yoluna gitmiş, ancak ülkücülerin açıklanabilir. Her ne kadar MHP’nin komünizm kar-
bu tip faaliyetler içine girmelerini engelleyememiştir. şısında aldığı tavır bu sınıfın çıkarlarına uygunsa da
komünizmle mücadelenin devlet güçlerince başarıya
MHP’nin diğer sağ siyasal partilere benzer bir
ulaştırılacağına olan inanç, büyük sermaye çevreleri-
toplumsal tabana seslendiğini söylemek mümkün-
nin MHP’ye desteğini sınırlı kılmıştır. Türkiye’de büyük
dür. Türkiye’deki seçmen profili içinde milliyetçi-
sermaye her zaman daha çok merkez sağ ve zaman
muhafazakâr ve orta sınıf bir kitleye sahip olan MHP’de,
zaman da merkez sol hareketi desteklemiş, kendi çı-
gençlik örgütlerinin önemli bir yerde bulunması ve
karlarına uygun düzenlemelerin merkez siyasal parti-
dinamik bir ideolojiye sahip olması partiye bağlı mili-
ler tarafından yapılacağına inanmışlar, tarihsel süreç
tan bir gençlik kesiminin varlığını kaçınılmaz kılmıştır.
içerisinde de bu inancın gerçekleştiği görülmüştür.
1999’a kadar, geleneksel olarak bir “taşra partisi” gö-
rünümünde olan MHP’nin, kasabalı, büyük kentlere 1970 ve 1980 arası MHP yönetici elitinin niteliğine
göçmüş, ancak taşra değerlerini koruyan, alt ve orta bakıldığında, daha çok milliyetçi-Türkçü hareket içe-
gelir gruplarından, büyük oranda muhafazakâr-dinsel risinde öne çıkan isimlerin bulunduğu görülmektedir.
değerlere önem veren bir toplumsal tabanı olduğu 1980’lerin sonlarına doğru özellikle gençlik örgütü
söylenebilir. Ancak toplumsal tabana yönelik bu de- olan ülkü ocaklarında “ocaktan yetişme” ülkücülerin
ğerlendirmenin 1990’ların sonuna doğru ortaya çıkan, üst mevkilere gelebildikleri görülmektedir. Bu durum
kentli, modern değerlere sahip bir tür “popüler milliyet- ocak kökenli olanlarla diğerleri arasında, etkisi uzun
çi” kesimin de MHP’yi desteklemesi ve 1999 seçim- süre devam edecek olan bir ayrımlaşmanın da ilk aşa-
lerinde de MHP’nin bu doğrultuda başarı kazanması, masını oluşturmuştur.
toplumsal tabanda bir değişimin olduğu sonucunu or-
MHP elitinin toplumsal tabanı ve milletvekillerinin
taya çıkarmaktadır. Radikal siyasal partilerde görülen
mesleki dağılımına bakıldığında orta sınıf tüccar sa-
toplumsal tabanının diğer kitle partilerine oranla daha
nayicilerle birlikte, askerlerin önemli bir ağırlığı oluştur-
homojen olması olgusunun, bu kitleselleşme süreci
duğu görülmektedir. Örneğin 1977 yılında MHP parti
sonunda-1999 seçim sonuçlarına bakılarak-MHP’de
grubunu oluşturan milletvekillerinin % 31’i serbest
artık geçerli olmadığı söylenebilir.
meslek sahibi iken, asker kökenlilerin oranı da %25
MHP’nin toplumsal tabanının oluşmasında, diğer gibi yüksek bir orana ulaşmaktadır. Yine bu dönemde
siyasal partilerde olduğu gibi, parti ideolojisinin ve bürokratların da MHP grubu içindeki oranı % 43.6 gibi
buna bağımlı olarak oluşan söylemin etkisi büyüktür. yüksek bir düzeydedir. Bu oran bürokrasi içinden de
MHP’nin anti-komünist söylemi nasıl, sağ-sol çatış- MHP’ye önemli bir desteğin olduğu sonucunu ortaya
masının yoğun olarak yaşandığı dönemde, bir sistem çıkarmaktadır. 94
değişikliği sonunda geleneksel değerlerin yaşanama-
MHP’de yer alan asker kökenlilerin diğer partilere
yacağı ve sermayenin elden gideceği endişesiyle be-
göre daha çok sayıda olmasının en başta gelen ne-
lirli bir oy potansiyeli ve taraftar topluluğu yarattıysa,
deni olarak, Alparslan Türkeş’in de emekli bir asker
ideoloji ve söylem içerisinde anti-kapitalist unsurların
olması gösterilebilir. Diğer yandan, partinin askeri di-
bulunması da, yoksul ve ezilmiş toplumsal kesimlerde
sipline sahip bir örgütsel yapıya ve yine doktriner bir
de MHP’nin destekçi bulabilmesini kolaylaştırmıştır.
ideolojiye sahip olmasının, emekli askerlerin MHP’yi
MHP’nin dile getirdiği anti-komünist söyleme ek tercih etmelerinde önemli bir neden olduğu söylenebi-
olarak ekonomik düzene yönelttiği eleştiriler nedeniy- lir. Nitekim birçok emekli subay ve astsubay MHP’nin
le, somut olarak Orta ve kısmen Doğu Anadolu’da oy merkez ve taşra örgütlerinde görev aldıkları görül-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 209


mektedir. MHP’nin 1980 öncesi son genel sekreteri milliyetçiliğinin canlanışı, Türk milliyetçiliği ideolojisi
olan emekli General Necati Gültekin, Türkeş’in çok için başka hiçbir zaman bu kadar uygun olmayacak
yakınında bulunmuş ve üst düzey parti yöneticiliğine yeni bir durum yaratmıştır. Ülkücü hareket için bir “mit”
yükselmiş emekli subaylardan birisidir. olan Turan ideali, artık hayal olmaktan çıkmış, ger-
çekleşebilir bir hedef haline gelmişti. 12 Eylül sonrası
Soğuk Savaşın Sonu ve Ülkücü Hareket
toparlanma sürecine giren ve belli bir gelişme trendi
1989 ve 1990 yılı tüm dünyayı derinden sarsan yakalayan milliyetçi harekette bu yeni durum, bir mo-
gelişmelerin başladığı yıllar olarak dünya tarihinde tivasyon kaynağı olarak hareketin kendine güvenini
önemli dönüm noktalarındandır. Bu yıllarda insanlık, artırmıştır. Ülkücü hareketin kendini konumlandırmak
Çarlık Rusya’sında 1917 devrimi ile ortaya çıkan sos- zorunda kaldığı bir hareketin ortadan kalkması, hare-
yalist rejimlerin birer birer dağılmalarına tanık olmuş- kete daha rahat bir hareket alanı da kazandırmıştır.
tur. Başta Romanya devrimi ile başlayan bu çözülme Artık hareketin önündeki hedef, somut olarak, bağım-
süreci, dünya siyasal sisteminde jeopolitik dengele- sız hale gelen Türk halkları ile Türkiye’nin önderliğin-
rin köklü değişimlere neden olmasının yanında, çok de köklü bir işbirliğine gitmek ve bir adım sonra da bu
önemli ideolojik etkileri de beraberinde getirmiştir. işbirliğinin siyasal bir birlikteliğe gitmesidir. Bu doğrul-
Sovyetler Birliği’nin kurulmasından beri dünya siya- tuda MÇP, “dış Türkler davasının” savunucusu bir si-
sal sistemine egemen olan iki kutuplu güç dengesine yasal hareket olarak, eski Sovyetlerde zaten var olan
dayanan siyasal sistem, Sovyetler Birliği’nin yıkılması etkinliğini artırıp yeni hedeflere ulaşmada bir araç ola-
sonucu diğer kutup olan “Batı”nın üstünlüğünün kabu- rak kullanma stratejisine hız kazandırmıştır. Gerçek-
lü ile noktalanmıştır. ten bu bölgedeki Türk halkları içinde olumlu ve güçlü
bir imaja sahip olan Alparslan Türkeş’in yaptığı gezi-
Tüm dünya ülkelerinde etkileri dolaylı veya doğru-
lerde, gördüğü ilgi ve bu bölge yönetimlerinin Türkeş’e
dan görülen bu yeni denge sisteminde, Türkiye, içinde
verdiği önem, ülkücü hareketin Türkiye dışındaki Türk
bulunduğu bloğun aktif bir üyesi ve Sovyetler Birliği
halklarına yönelik ideolojik yapılanmasının pratikteki
ile en uzun sınıra sahip ülke olması nedeniyle bu de-
sonucu olarak dikkat çekicidir. 96
ğişimden doğrudan etkilenmiştir. Türkiye’nin stratejik
konumundaki bu değişim, kaçınılmaz bir biçimde ülke Bu doğrultuda devletin de, Türkeş ve MÇP’nin bu
içindeki siyasal gelişmeleri de etkilemiş, ideolojik ku- ağırlığını, Türkiye’yi Türk cumhuriyetleri ile ilişkilerde
tuplaşmanın keskinliğini kaybetmesi, Türk siyasal site- belirleyici bir konuma sahip kılma yönünde harekete
minde de önemli değişimleri beraberinde getirmiştir. geçirmeyi, konjonktürel gelişmelerin bir sonucu ola-
rak değerlendirdiği söylenebilir. Nitekim Süleyman
Sovyetler Birliği’ndeki sosyalizm uygulamasının
Demirel’in cumhurbaşkanı olarak gittiği Türk cumhu-
başarısızlığı, Türkiye’de kendisini anti-komünist ko-
riyetlerine, MÇP genel başkanı Türkeş’in hiçbir resmi
numda konumlandıran sağ siyasal düşüncede bir
sıfat olmasına rağmen devlet protokolü içerisinde bu
“zafer” havasının doğmasına yol açmıştır. Bu nokta-
gezilerden yer alması ve cumhurbaşkanı Demirel ile
da Türk sağının önemli parçalarından birini oluşturan
birlikte mitinglere katılması, bu yönde değerlendirile-
MHP hareketi de bu zafer havasından payını almış,
bilir.
yıllardır süren komünizmle mücadele misyonu, yeri-
ni, savunulan ideolojinin pratikte haklı çıktığını gös- Türkeş’in resmi tavra uygun hareketine rağmen,
teren önemli sonuçlara bırakmıştır. Bu sonuçlardan ülkücü hareket içerisinde, özellikle gençlik kesimin-
ilki, ülkücü hareketin Sovyetler Birliği’nin yıkılacağına de, Doğu Bloğu’nun dağılması sonrası, anti-Sovyet
yönelik olarak geliştirdiği tezin doğrulanmış olması- söylemin yerine, Batı karşıtı bir söylemin yükseldiği
dır. Ülkücü literatürde “milletler hapishanesi” olarak görülmektedir. Türkiye’nin Batı Bloğu, NATO içindeki
geçen Sovyetler Birliği’nin bir gün yıkılarak burada yerini sorgulayan, bağımsızlıkçı ve yeni gelişmeler
yaşayan “esir Türklerin” özgürlüklerine kavuşacakları karşısında “cesur” kararlar alabilen bir devlet isteğine
“hayali” gerçekleşmiştir. İkinci önemli sonuç, ülkücü yönelik görüşler ülkücüler tarafından yüksek sesle dile
hareketin ideolojisinin dayandığı en önemli unsur olan getirilmeye başlanmıştı.97
anti-komünizm misyonunun artık ortadan kalkıyor
1989 yılında Bulgaristan’ın bu ülkede yaşayan
olmasıdır.95 Bu yeni durumda ülkücü hareket, ideolojik
Türk azınlığı karşı uyguladığı asimilasyon politikası ve
dayanağının ortadan kalkması ve aynı zamanda bek-
Azerbaycan’a Kızılordu tarafından yapılan müdahale,
lenilen hedefe ulaşılması karşısında yeni bir “durum
bu dönemde ülkücü hareketin etkinliğini ve eylemselli-
muhasebesi” ile karşı karşıya kalmıştır.
ğini artıran gelişmelerdir. Bulgaristan ve Sovyetler Bir-
Sovyet sisteminin çöküşü ile birlikte bu sistem için- liğini protesto gösterileri, 12 Eylül sonrası ülkücülerin
de yaşayan Türk halklarının birer birer bağımsızlığına ilk ve en büyük sokak gösterileri olarak nitelendirilebi-
kavuşması, bu bölgelerde pasif durumda olan Türk

210 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


lir. Bu gösterilerde ülkücü hareket, bu ülkeleri protesto ideolojik ayrılığın örgütsel alana taşınması ve partinin
eylemlerine ön ayak olurken, aynı zamanda da, aktif bölünmesi sonucunu çıkarması açısından önemlidir.
bir siyasal güç olduğunu kanıtlamıştır. Özellikle Azer- 1991 seçimlerinde Refah Partisi ve Islahatçı Demok-
baycan olayında, devletin en tepesinden gelen, “Aze- rasi Partisi ile ittifak yapan Türkeş ve 18 arkadaşı par-
riler Şii’dir, biz ise Sünni’yiz” açıklaması, devletin bu lamentoya girmeyi başardı. Daha sonra 19 milletvekili
olay karşısındaki beklenen tutumunu ortaya koymuş RP’den istifa ederek MÇP’ ye katılmışlar ve MÇP 12
ve ülkücü hareketi de Azerilere destek konusunda ra- Eylül sonrasında ilk kez parlamentoya girme şansı
kipsiz bırakmıştı. elde etmiştir. Parlamento çalışmalarında MÇP’nin
DYP-SHP koalisyonuna destek olması parti içindeki
Azerbaycan olayında, ülkücü hareket Sovyetler
bazı kesimleri rahatsız etmiş yaşanan diğer sorunlarla
Birliği’ni protesto ederken, aynı zamanda Türkiye’nin
birlikte MÇP’de bir bölünme sorunu yaşanmıştır. İde-
bu saldırı karşısındaki kayıtsız tavrını da eleştirerek
olojik farklılaşmanın örgütsel alana yayılması, başta
resmi tavrın dışına çıkıyordu. Ülkücü hareketin ya-
gençlik örgütü olan Ülkü Ocaklarında100 yaşanmış,
yın organlarında Azerbaycan’a yapılan saldırı kına- “Türk-İslâm ülkücüleri” olarak adlandırılan grupla, ge-
nırken, MÇP yönetiminden farklı ve çok daha sert nel merkez yanlısı grup arasında yaşanan gerginlik
bir söylem kullanılıyor, bu söylem İslâmî unsurlarla sonrası, Ülkü Ocakları ve MÇP’den ayrılan gençler ve
zenginleştiriliyordu.98 bunları destekleyen milletvekilleri partiden ayrılarak
Sosyalist bloğun dağılması ile birlikte, ideoloji kendi örgütlenmelerini oluşturmuşlar, 29 Ocak 1993’te
içinde çok önemli bir yer tutan anti-komünist söylem, Büyük Birlik Partisi’ni ve partiye bağlı “Nizam-ı Alem
ideolojik ayrımlaşma ve hareket içinde İslâmî söylemi Ocakları”nı kurmuşlardır. Bölünme sonrası MÇP’de
daha öne çıkaran ülkücülerin etkinliği ile yerini, Batı ve “MHP” tartışması yaşanmış, ancak kurultay kararı ile
kapitalizm karşıtı bir söyleme bırakıyordu. Ülkücülerin MÇP, adını değiştirerek 12 Eylül öncesindeki ismi olan
çıkardığı dergi ve diğer yayınlarda bu söylem açıkça MHP’ye dönüş yapmıştır.
ortaya koyuluyor, sol hareket ile yapılan kavganın an- 24 Aralık 1995 seçimlerinde MHP, tarihinde aldığı
lamsızlığı vurgulanıyordu. Örneğin Ülkü Ocaklarının en yüksek oy oranına ulaşmış ve yüzde 8.2 dolayın-
yayın organı Bizim Ocak dergisinde, özellikle üniver- da bir oy oranını yakalamış, ancak ülke barajını ge-
sitelerdeki olaylarda ülkücülerin taraf olmayacağına çemediği için parlamento dışı kalmış, BBP ise ANAP
ilişkin yayımlanan bildiride, kavgadan gençliğin değil ile yaptığı ittifak sonunda meclise girmiştir. MHP’nin
yalnızca “sömürü düzeni” ve “sermaye”nin kazançlı girdiği diğer seçim olan 18 Nisan 1999 seçimleri de
çıktığı belirtiliyor ve bildiri, “Kahrolsun Gençliği Birbi- MHP tarihinde önemli yeri olan seçimlerdendir. Bu se-
rine Düşürmeye Çalışan Düzenin Uşakları! Kahrolsun çimlerde MHP, geleneksel olarak oy topladığı kentle-
YÖK Kontrolündeki Sömürge Eğitimi!” şeklinde bir slo- re ek olarak özellikle Batı Anadolu’da ve diğer büyük
ganla sona eriyordu.99 Daha çok sol harekete özgü bir kentlerde de önemli oranlarda oy artışı sağlamıştır. Bu
söylemin ülkücüler tarafından dile getirilmesi, eylem- artışın temelinde, terör olaylarının artış göstermesiyle
lerde Sovyet bayrağı yanında Amerikan bayrağının kentli gençlik arasında yükselen milliyetçilik dalgası-
yakılması, İslâmî içerik taşıyan sloganların kullanılma- nın yattığı, diğer yandan, MHP’nin “denenmemiş parti”
sı, harekete Batı karşıtı radikal bir görüntü veriyordu. imajının da oy oranlarını artırmada önemli bir unsur
olduğu söylenebilir. MHP’nin yüzde 19’lar civarında
Ülkücü hareket içinde bu tür radikal İslâmî hare-
bir oy alması ve mecliste DSP’den sonra ikinci par-
kete benzer bir söylemi kullanan ülkücüler ile MÇP
ti haline gelmesinin, beklenmedik bir durum olduğu
yönetimi ve genel merkez çizgisindeki kesim ara-
söylenebilir. 18 Nisan seçimleri sonrası MHP, DSP
sında başlayan ayrılık, bu yıllarda iyice su yüzüne
ve ANAP, koalisyon hükümeti kurmuşlar ve MHP, II.
çıkmaktadır. Ülkücü hareketin ideolojisi içindeki
Milliyetçi Cepheden beri ilk defa ülke yönetiminde söz
İslâmî unsuru bir “motif” olarak algılayan, resmi gö-
sahibi haline gelmiştir. DSP-MHP-ANAP koalisyon
rüşe sahip, devletçi kanat ile Türk ve İslâm değerle-
hükümeti, 2002 yılında patlak veren iktisadi krizle sar-
rini eşdeğer algılayan, düzen karşıtı, sivil değerleri
sılmış ve hükümet MHP’nin zorlamasıyla erken seçim
savunan ve çoğunlukla İslâmî pratiği yerine getiren
kararı almıştır. Kasım 2002 seçimlerinde koalisyonu
kesim arasında başlayan ayrımlaşmanın giderek
oluşturan partiler için gerçekten bir “trajedi” yaşan-
örgüt bazında yaşanmasının, ülkücü hareketi bir
mış ve her üç parti de meclis dışında kalmışlardır. Bu
“yol ayırımına” getirdiği söylenebilir.
partiler için de en iyi durumda olan ise MHP’dir. MHP,
Ülkücü Hareket Meclise Giriyor geleneksel olarak “ülkücü tabanın” desteğini almaya
devam etmiş ve yüzde 8.3 oranında seçmen desteği
1990’lar ülkücü harekete, Sovyetlerin çözülmesi
sağlamıştır. DSP, yüzde 1.2, ANAP ise 5.11 oranların-
ile beraber yeni bir ivme kazandırmasına ve ideolo-
da oy alabilmişlerdir.
jik açıdan bir “meşruiyet zemini” sağlamasına karşın,

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 211


Temmuz 2007 seçimlerinde MHP, 3 Kasım 2002 runmasına yoğunlaştırmıştır.
seçimlerine göre, oylarını ciddi biçimde artırmış ve
1990’lardan itibaren AB sürecinin hız kazanma-
yüzde 14’ler dolayında oy toplamıştır. Ancak, 1999 se-
sıyla birlikte MHP, olası AB üyeliğinin ulus-devleti
çimlerine göre de yüzde 4 civarında bir düşüş yaşan-
aşındırması ve devletin güçsüzleşmesi “tehlikele-
mıştır. Temmuz 2007 seçimleri öncesinde, cumhur-
rine” karşı siyasal söylem geliştirme yoluna gitmiş
başkanlığı seçiminin Anayasa Mahkemesinin “367”
ve bu zemini de diğer milliyetçi-ulusalcı partilerle
kararı ile kilitlenmesi ve ardından Genelkurmay’ın
paylaşmıştır. AB’nin Türkiye’deki devlet yapısının
yayımladığı 27 Nisan bildirisi, muhalefet partileri için
demokratikleştirilmesi yönündeki yönlendirmeleri-
olumsuz bir ortamın doğmasını sağlarken, iktidardaki
ni de ulus devlete yönelik tehditler biçiminde algı-
Ak Partinin seçmen desteğini artırmıştır.
layarak AB karşıtlığını yükseltmiştir. MHP’nin bu
Yaşanan olağanüstü ortamın bir sonucu olarak, dönemden başlayarak girdiği seçimlerde, ayrılıkçı
ANAP ve DYP’nin cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde şiddet eylemlerinin de yoğunlaşmasıyla birlikte,
parlamentoya girmeyerek seçimi kilitlemeleri ve daha ulusal bütünlüğün korunması ve ayrılıkçı örgüt kar-
sonra seçimlerde bir kurulması planlanan ANAP-DYP şıtı söylem ve politikaların öne çıktığı ve seçmen
ittifakının fiyaskoyla sonuçlanması, bu partilere gide- desteğinin sağlanmasında bu unsurun önemli pay
cek bir kısım oyların MHP’ye yönelmesi sonucunu sahibi olduğu söylenebilir. Bu bağlamda, MHP’nin
doğurmuştur. Yine bu süreçte MHP’nin Meclisi boykot kendisini var olan durumlara göre tepki göstermek
etmeyerek meclisin çalıştırılmasına önem vermesi de üzere kurulu “reaktif” olarak tanımlanabilecek bir
sağ-muhafazakâr seçmen kitlesi üzerinde olumlu etki- politik çizgiyi tercih eden ve değişim karşıtı tarafta
ler yapmıştır. 2002 seçimlerinde yüzde 7 dolayında oy kendini konumlandıran bir milliyetçi parti olarak gör-
alan Genç Parti’nin 2007 seçimlerinde çözülmesinin, düğünü söylemek mümkün olacaktır. Özellikle Kürt
özellikle Batı Anadolu’daki bu partiye giden oyların sorununda çözüm sürecinin tıkanması ve şiddet
bir kısmının MHP’ye yönelmesi sonucunu doğurduğu eylemlerinin artışının gündeme gelmesinin de MHP
söylenebilir. 101 için seçmen desteği ve siyasal hayattaki ağırlık an-
lamında olumlu bir sonuç doğuracağını söylemek
MHP’nin sahip olduğu kemikleşmiş oy kitlesi, en
mümkündür.
kötü zamanlarda bile partinin hatırı sayılır oranlarda
______________________________________________
destek almasını sağlamaktadır. Ancak, MHP’nin ikti-
* Prof. Dr., Muğla Üniversitesi
dar alternatifi haline gelmesi ve seçimlerde bu yönde 1 Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul Matba-
geniş halk desteğini arkasına alabilmesi için sahip ol- ası, İstanbul, 1967, s. 192.
duğu ideolojik çizginin ötesine geçerek tüm toplumsal 2 Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi,
Çev.: Yasemin Saner Gönen, İletişim Yayınları, İstan-
kesimlerle ilişki kurması ve onların sorunlarına da çö-
bul, 1999.
zümler getirmesi gerekmektedir. 3 Kemal Karpat, a.g.e, s.206.
4 Füruzan Hüsrev Tökin, Türk Tarihinde Siyasi Partiler
Sonuç
ve Siyasi Düşüncenin Gelişmesi (1839-1965), Elif
Türk milliyetçiliğini temel ideoloji olarak seçen Yayınları, İstanbul, 1965, s.88-89.
5 Milliyet, 28 Haziran 1954.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin kuruluşuna kadar, milli- 6 Milliyet, 10 Şubat 1954.
yetçi hareket, dağınık örgütlenme biçimini korumuş- 7 Milliyet, 13 Mart 1954.
tur. MHP’nin kurulması, milliyetçi gençlik örgütlerini 8 Milliyet, 14 Mayıs 1954. CMP’nin Kırşehir’den 5 mil-
ve aydın kesimini kendi yapısı içinde birleştirmesi letvekili çıkarması üzerine Kırşehir, hükümet tarafından
cezalandırılarak ilçe yapılmıştır.
açısından, ideolojik olduğu kadar örgütsel anlamda
9 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-
da bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. 1980, Çev.: Ahmet Fethi, Hil Yayınları, İstanbul, 1997,
s.68.?
Sovyetler Birliği’ndeki sosyalizm uygulamasının 10 Milliyet, 17 Ekim 1958.
başarısızlığı, Türkiye’de kendisini anti-komünist ko- 11 Hürriyet, 7 Şubat 1960.
numda konumlandıran sağ siyasal düşüncede bir 12 http://www.mhp.net/yeni siyasal saflaşma ve sosyalist.
“zafer” havasının doğmasına yol açmıştır. Bu nok- htm
13 27 Mayıs darbesinden yıllar sonra Türkeş, bu gruba,
tada Türk sağının yıllardır süren komünizmle müca-
darbenin solculara ve CHP’ye kaptırılmaması için katıl-
dele misyonu, yerini, savunulan ideolojinin pratikte dığını söyleyecektir.
“haklı çıktığını” gösteren önemli sonuçlara bırakmış- 14 Hürriyet, 30 Eylül 1960.
tır. MHP’de büyük oranda varlık nedenlerinin başın- 15 9 Temmuz 1961 tarihinde yapılan Anayasa referandu-
mu sonucuna göre anayasa, % 39.6 hayır oyuna kar-
da gelen anti-komünizm söyleminin zayıflaması ile
şılık % 39.6 evet oyuyla kabul edilmiştir. Milliyet, 12
birlikte yeni ideolojik söylemler üretme ihtiyacı içine Temmuz 1961.
girmiş ve enerjisini de ulus-devletin korunmasına ve 16 Bu partiler şunlardır: Adalet Partisi, Çalışma Partisi,
özellikle uluslararası etkilerden ve saldırılardan ko- Memleketçi Serbest Parti, Türkiye İşçi ve Çiftçi Parti-

212 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


si, Mesleki Islahat Partisi, Yeni Türkiye Partisi, Türkiye komünist çetelerin elinden kurtarmıştır.” diyerek 12
İşçi Partisi, Düstur Partisi, Kemalist Gençlik Partisi, Gü- Mart’a açık destek vermiştir. Alparslan Türkeş, Gönül
ven Partisi ve Millete Hizmet Partisi Milliyet, 28 Şubat Seferberliği, Kutluğ Yayınları, İstanbul, 1977, s.57.
1961. 40 Milli Nizam Partisi, 12 Mart sonrasında, 20 Mayıs 1971
17 Milliyet, 28 Ekim 1961. tarihinde kapatıldı. Milliyet, 21 Mayıs 1971.
18 Hürriyet, 15 Haziran 1961. 41 Hürriyet, 25 Ocak 1974.
19 Milliyet, 24 Şubat 1964. 42 Hürriyet, 17 Eylül 1974.
20 Milli Birlik Komitesi’nden Alparslan Türkeş ile beraber 43 Milliyet, 30 Kasım 1974.
tasfiye edilen kişiler şunlardır: Fazıl Akkoyunlu, Rıfat 44 Feroz Ahmad, a.g.e., s.336.
Baykal, Ahmet Er, Orhan Erkanlı, Numan Esin, Orhan 45 Milliyet, 7 Mayıs 1975.
Kabibay, Mustafa Kaplan, Muzaffer Karan, Münir Köse- 46 Konuşmanın tam metni için bkz. Devlet, 19 Mayıs
oğlu, Muzaffer Özdağ, İrfan Solmazer, Şefik Soyuyüce 1975.
ve Dündar Taşer Milliyet, 14 Kasım 1960. 47 Milliyet, 24 Haziran 1975.
21 AP içinde bir grubun “Türkeş’in partiye orduda taraftar 48 Yankı, 30 Haziran 1975
kazandıracağını” savunmasına rağmen, onu en sonun- 49 Devlet, 29 Haziran 1975.
da bir 27 Mayıs cuntacısı olarak gören AP yönetimi bu 50 Kısmi Senato ve Milletvekili Ara Seçimleri, DİE Ya-
girişimi geri çevirdi. Türkeş yeni bir darbeye hazırlanan yınları, Ankara, 1976.
Talat Aydemir’le de temasa geçti. Ancak Aydemir’le an- 51 Hakkı Öznur, Ülkücü Hareket, Cilt:1, Alternatif Yayınla-
laşamayınca işbirliği bozuldu. 20-21 Mayıs 1963 gecesi rı, Ankara, 1999, s.415-416.
gerçekleşen darbe girişimini önceden İnönü’ye ileterek 52 Toktamış Ateş, “77 Seçimi Işığında MHP ve MSP’nin
bastırılmasını sağlayan Türkeş, darbe girişimi sırasın- Oy Tabanı”, Kemalizmin Özü, Der Yayınları, İstanbul,
da kısa bir süre tutuklu kaldı. Tanıl Bora-Kemal Can, 1995, s.103.
Devlet Ocak Dergâh, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, 53 Toktamış Ateş, a.g.e., s.104-105.
s.53. 54 Milliyet, 22 Temmuz, 1977.
22 Milliyet, 31? Mart 1965. 55 Hakkı Öznur, a.g.e., s.445-446.
23 Milliyet, 18 Ağustos 1965. 56 Milliyet, 1 Ocak 1978.
24 Milliyet, 1 Ağustos 1965. 57 Milliyet, 18 Ocak 1978.
25 Mehmet Ali Ağaoğulları, “Milliyetçi Hareket Partisi”, 58 Feroz Ahmad, a.g.e., s.351.
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt:2?, İle- 59 Milliyet, 4 Ekim 1978.
tişim Yayınları, İstanbul, s.2111 60 Feroz Ahmad, a.g.e., s.353.
26 Milliyet, 1 Ağustos 1965. 61 Hürriyet, 27 Aralık 1978.
27 http://www.mhp.net/milliyetçi hareket partisinin do.htm. 62 Hakkı Öznur, a.g.e., s. 524.
28 Erich Jan Zürcher, a.g.e., s.373-374. 63 Konuşmanın tam metni için bkz. Hergün, 11 Haziran,
29 Milliyet, 22, Mart 1966. 1979.
30 Tanıl Bora-Kemal Can, a.g.e.,s. 58. 64 Hergün, 11 Haziran, 1979.
31 Mustafa Çalık, MHP Hareketi Kaynakları ve Gelişimi 65 Hürriyet, 10 Temmuz, 1979.
1965-1980, Cedit Yayınları, Ankara, 1995, s.93. Partinin 66 Hakkı Öznur, a.g.e., s.601.
isim ve ambleminin değişmesi aslında kongre öncesin- 67 Milliyet, 13 Kasım 1979.
de de gündeme gelmiştir. Bu dönemde parti genel idare 68 Silahlı kuvvetlerde polis örgütünde olduğu gibi keskin
kurulunda tespit edilen isimler arasında, “9 Işık Partisi”, bir bölünme olmamasına karşın, siyasal görüş bağla-
“Milli Hareket Partisi”, “Milliyetçi Köylü Partisi” gibi isim- mında bir ayrışmanın da yaşandığı söylenebilir. Ordu
ler yer almış, daha sonra kongreye teklif edilecek isim içinde subay ve astsubay düzeyinde sol ve sağ görüşü
olarak “Milli Hareket Partisi” kabul edilmiş ancak, “milli” savunan, sosyalist ve MHP’li-ülkücü personelin varlığı
sözcüğünün kullanılması için Bakanlar Kurulu izni ge- bilinmektedir. Nitekim darbe olmadan önce, darbeyi
rektiğinden, Milliyetçi Hareket Partisi ismi üzerinde uz- MHP genel başkanı Türkeş’e kendi yandaşı subaylar
laşılmıştır. http://www.mhp.net/yeni siyasal saflaşma ve iletmişti. Darbe sonrası Kenan Evren de, silahlı kuvvet-
sosyalist.htm ler içinde bu tip bir bölünmenin başladığını belirtmişti.
32 Mustafa Çalık, a.g.e., s.93-94. 69 Türkeş, darbeyi kendisine yakın olan subaylardan 11
33 Milliyet, 19 Ekim 1969. Eylül akşamı, parti genel merkezinden evine dönerken
34 Tanıl Bora-Kemal Can, a.g.e., s.60. yolda öğrendiğini, daha sonra ise, güvenli bir yere git-
35 Erich Jan Zürcher, a.g.e., s.375. me kararı verdiğini belirtmektedir. Hulusi Turgut, Şahin-
36 Müdahale sonrası darbe hazırlığı yapmakla suçlanan lerin Dansı, ABC Yayınları, İstanbul, 1995, s.435-437.
bir general ve on bir albay emekliye sevk edilmiştir. Mil- 70 Milliyet, 30 Nisan 1980.
liyet, 17 Mayıs 1971. Eski Milli Birlik Komitesi üyesi Ce- 71 Milliyet, 20 Nisan 1981.
mal Madanoğlu ve aralarında Doğan Avcıoğlu, İlhami 72 http:/www.mhp.net.
Soysal, İlhan Selçuk ve Reşit Eyüpoğlu’nun bulunduğu 73 http:/www.mhp.net
bir grup da darbe planlamakla suçlanmış, ancak yargı- 74 Yeni Gündem, S.25, Ağustos 1986, s.12
lama sonucu bunlar beraat etmişlerdir. 75 Yeni Gündem, S.25, Ağustos 1986, s.11
37 Bu kuruluşlar 27 Nisan 1971’de kapatılmışlardır. Milli- 76 Milliyet, 5 Ekim 1987
yet, 28 Nisan 1971. 77 Milliyet, 28 Mart 1989 .
38 Türkiye İşçi Partisi 20 Temmuz 1971’de kapatılmıştır. 78 Milliyet, 5 Eylül 1995
Milliyet, 21 Temmuz 1971. 79 http/: mhp.net
39 Türkeş, 9 Haziran 1973’de MHP kurultayını açış ko- 80 Milliyet, 8 Temmuz 1992
nuşmasında, “12 Mart 1971’de vatanperver Türk Silahlı 81 Büyük Birlik Partisi’nin kuruluş aşaması ve parti progra-
Kuvvetleri, bağımsız son Türk Devletini, parçalayıp yok mı hakkında bkz. http://bbp.org.tr
etmek, komünist emperyalizme bağlamak isteyen hain 82 Partinin yarı resmi yayın organı olan Yeni Düşünce

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 213


gazetesinde MHP’nin yeniden kurulma girişimine kar- biçimde sol protest-özgün müzik adı verilen müziğe
şı çeşitli yazılar yayınlanıyor bu olayın MÇP’nin başa- benziyordu. Batı enstrümanlarının üzerine bağlama ve
rısını çekemeyen güçler tarafından organize edildiği yanık bir sesle yapılan bu müziğin ilk temsilcileri olan
söyleniyordu. Bu dönemde Yeni Düşünce Gazetesinde Kaya Kuzucu, Hasan Sağındık gibi sanatçıların kaset-
MHP’nin kurulması düşüncesine karşı şu görüşler ile- leri ilk olması ve alışılmamasına karşın, ülkücü camiada
ri sürülüyordu: 1992 yılının ortalarında Yeni Düşünce ilgi görüyordu.
Gazetesi’nde yayınlanan “MHP Konusunda Türk Milli- 93 Ortaya çıkan bu “cezaevi edebiyatı” örnekleri de, ül-
yetçilerinin Tavrı Ne Olmalıdır?” başlıklı bir yazıda şu kücülerin karşılaştığı işkenceler, baskılar ve dışarıya
ifadelere yer verilmiştir. “Türk-İslam ülküsünde kayna- duyulan özlem üzerinde yoğunlaşıyordu. Süleyman Ka-
ğını bulan Türk milliyetçiliği davasının tek ve öz siyasi laycı, Mehmet Öztepe, Lütfi Kireççi, Alişan Satılmış gibi
kuruluşu 12 Eylül öncesinde Milliyetçi Hareket Partisi- cezaevlerindeki ülkücülerin yazdıkları eserlerde, pro-
dir. Bu partinin açılması her şeyden evvel bir adaletsiz- test bir anlayışın öne çıktığı görülüyordu. “Sehpalı Düş-
liğin, haksızlığın giderilmesi ve devletin varlığı, milletin lerim”, “12 Eylül Adaleti”, Yitik Sevdalarımız”, “Mamak
birliği, vatanın bölünmezliği mücadelesinde bir hakkın Zindanları” vb. adlarla yayınlanan kitaplarda muhalif bir
iadesidir. Bu düşünce ve fikrin 12 Eylül sonrasındaki tavır sergileniyordu
siyasi kuruluşu ise Milliyetçi Çalışma Partisidir. Çünkü 94 Mehmet Turhan, Siyasal Elitler, Gündoğan Yayınları,
milliyetçi-ülkücü irade 12 Eylül felaketi sonrası yeniden Ankara, 1991, s.202.
siyasi yapılanma döneminde varlık sebebini sürdürme 95 Ülkücü hareket içinde de anti-komünizm misyonunun
azim ve kararlılığını bağımsız bir siyasi kuruluş olarak devrinin kapandığı kabul edildiği görülmektedir. Bizim
MÇP’de ortaya koymuştur. Başka bir ifadeyle, milliyetçi- Ocak Dergisinde, “anti-komünizmden güç alan siyasal
ülkücü iradenin bir siyasi aksiyon olarak MHP’de tecel- hareketler, yeni politikalar üretemedikleri takdirde taraf-
lisi 12 Eylül sonrasında onun izdüşümü olan MÇP’de tar bulmakta zorlanacaklardır” sözü bu doğrultuda de-
gerçekleşmiştir. ‘İki noktadan bir doğru geçer’ hipotezi- ğerlendirilebilir. Ayrıca yeni gelişmelerin komünizmi bir
ne uygun bir mantık sürdürüldüğünde ‘lider ve fikir’ gibi tehlike olmaktan çıkarmış göründüğü ve komünizmin
iki temel müessese MÇP’de varlığını gösterdiği içindir yerine İslam’ın bir tehlike olarak oturtulmak istendiği
ki; milliyetçi-ülkücü iradenin tercih odağı MÇP olmak vurgulanmaktadır. Bizim Ocak Dergisi, Aralık, 1989,
gerekir.” http:/mhp.net s.11.
83 http://mhp.net 96 Türkeş’in Azerbaycan’ın bağımsızlığı sonrasında git-
84 http://mhp.net tiği Azerbaycan’da karşılanış biçimi ve Bakü’deki ünlü
85 Milliyet, 10 Ekim 1994. Azatlık Meydanındaki mitingde bir milyon kişinin hep
86 Milliyet, 3 Mayıs 1995. birlikte bozkurt işareti yaparak, “başbuğ Türkeş” slo-
87 Namık Açıkgöz, “Kelimelerin Büyüsü ve 24 Aralık Se- ganları atması, Türkiye’de sınırlı bir oy desteğine sahip
çimleri”, Türkiye Günlüğü Dergisi, S. 38, Ocak-Şubat olan bir siyasal parti liderinin, ülke dışında ne ölçüde
1996, s.149. etkin bir güce sahip olduğunu gösteren önemli bir gös-
88 Seçim siteminde yer alan % 10’luk ülke barajı, baraj terge olmuştur.
endişesi taşımayan partilerin, daha küçük partilerin 97 Bu doğrultuda Bizim Ocak Dergisinde yayınlanan bir
oylarıyla milletvekili çıkarmalarına yönelik hesaplarla yazıda şöyle denilmektedir: “...Türkiye’nin batılılaşma
korunmaktadır. Bir seçim çevresinde oyların tümünü hareketlerinin son halkası olan Batı’yla entegre ola-
alsa dahi, bir partinin milletvekili çıkaramaması, o böl- bilmesi çabaları yeni yeni engellerle karşılaşacaktır.
gede yaratacağı huzursuzluk yanında siyasal sistemin Özellikle Berlin’i birbirinden ayıran duvarın yıkılışı ve iki
de meşruiyetine yönelik kuşkuların artmasına yol aça- Almanya arasında yumuşama sürecinin hızlanması AT
caktır. Bu bağlamda Türk siyasal sisteminin karşılaştığı, ile NATO’yu yeniden gündeme getirmiştir. ...NATO’nun
temsil ve meşruiyet krizleri gibi krizlerin ortaya çıkma- ‘hamaliye işlerine” bakan Türkiye, Batı Avrupa’nın sa-
sında, yapısal ve tarihsel sorunların yanında, seçim vunulmasında da ihtiyaç hissedilen Türkiye Batı tara-
sisteminin, anti-demokratik yapısının da belirleyici rol fından, her türlü iç ekonomik olumsuzluklara rağmen
oynaması nedeniyle büyük önemi olduğu söylenebilir. Batı tarafından dışlanmıyordu. Ancak bugün durum çok
89 Devlet Bahçeli ile yapılan mülakat. farklı, insanlar artık askeri paktların lüzumsuzluğunu tar-
90 Milliyetçi Hareket Partisi Seçim Beyannamesi tışıyorlar.” Bizim Ocak Dergisi, Aralık, 1989, s.10-11.
91 Bu duyurular genellikle ülkücü hareketin yayın organ- 98 Ülkücü hareketin başta gelen yayın organlarından Bi-
larında kamuoyuna duyuruluyordu. Duyurularda da ha- zim Ocak Dergisinde Sovyet işgalini kınamak amacıyla
reketin yabancı olduğu bir “direniş jargonu”nu görmek yayınlanan yazılarda bu olgu açıkça ortaya çıkmaktadır.
mümkündür. Örneğin Nisan 1990 tarihli Bizim Ocak Dergide yayınlanan bir şiirde, “Zulümle silinmemiş Türk
Dergisinde “Bursa Özel Tip Cezaevi Ülkücülerinden ve İslam Kültürü/Yürü Azeri Kardeş Yürü” veya “Rus
Kamuoyuna” başlığı ile yayınlanan duyuruda, “...olayın maddeye dayadı ruh-beden sentezini/Azeriler çürüttü,
duyulması üzerine toplu olarak bu haksız duruma karşı ‘din afyondur” tezini/umut edemiyorduk kurtuluşun tezi-
direnişe geçtik. Direnişimizi haklarımızı alıncaya kadar ni” gibi ifadeler, anti- Sovyet söylemin İslami unsurlarla
devam ettireceğimizi kamuoyuna duyurup, Bursa Özel desteklenmesine örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca aynı
Tip Cezaevindeki zulümlere karşı kamuoyunu hassas dergideki bir başka yazıda yeni gelişmelerin komünizmi
olmaya çağırırken, olacak ve muhtemelen istenmeyen bir tehlike olmaktan çıkarmış göründüğü ve komüniz-
şekilde sonuçlanacak olaylardan sorumlu olmayacağı- min yerine İslam’ın bir tehlike olarak oturtulmak istendi-
mızı vurgulamak isteriz” biçiminde bir ifade kullanılıyor- ğinin vurgulanması, ilginç bir biçimde İslamcı söylemle
du. Bizim Ocak, Nisan, 1990, s.54. paralellik göstermektedir. Bizim Ocak Dergisi, Aralık,
92 Bu akımın temsilcileri, “ülkücü şehitler”, “esir Türkler” 1989, s.9-11.
gibi ideolojik motiflerin yanı sıra, cezaevi yaşamı, dışa- 99 Bizim Ocak Dergisi, Aralık, 1989, s.8.
rıya duyulan özlem, çekilen sevdalar gibi temaları da 100 Turgay Uzun, “2007 Seçimleri ve MHP”, Demokrasi
sıklıkla işliyorlardı. Kullanılan müzik türü de ilginç bir Platformu, S.11, Ankara, s. 62

214 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


EDEBİYATTA TÜRKÇÜLÜK
(BAŞLANGIÇTAN II. MEŞRUTİYET’E KADAR)

NÂZIM H. POLAT*

Malzeme ve Kaynaklar Bunlardan başka, daha pek çok bilim insanının


konunun tamamı veya bir kısmıyla ilgili yazısı mev-

B
ir konuda yazı yazmanın en zor tarafı, bil-
cuttur. Bu bilgi bolluğu, yazımızın sınırlı tutulması
ginin yokluğu veya çokluğudur. Yokluğa
gereken hacmi içinde pek çok bahsin yeterince işle-
diyecek bir şey yok. Ama bunların çokça
nememesi, pek çok ismin ve gayretin anılamaması
tekrarlanmışlığı da başka bir zorluk getirir. Konuyu
sonucunu doğurmaktadır.
sınırlandırmadaki zorluk yani o konunun bir başka
konu ile iç-içe geçişli olması da bu cinstendir. Kavramlar Hakkında

“Edebiyatta Türkçülük” bahsi için bunların hepsi Konunun zorluklarından biri de dil ve edebiyat
söz konusudur. meselelerinin iç-içeliğidir. Edebiyatın asıl malzemesi
dildir. Dolayısıyla “edebiyatta Türkçülük” denince de
Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları (1923)’ndaki
“dilde Türkçülük” kaçınılmaz olarak değinilmesi ge-
“Türkçülüğün Tarihi” başlıklı kısım bu konunun ilk el-
reken bir alandır. Özellikle Millî Edebiyat hareketine
den en veciz tarihçesidir. Aynı mesele üzerindeki fikir
kadarki dönemlerin Türkçülüğü anlatılırken Türk dili
üretimi de aynı eserin “Dilde Türkçülük” ve “Estetik
üzerindeki çalışmalar konunun temel malzemesi ol-
Türkçülük” başlıklı kısımlarında en açık biçimde dile
maktadır. Böylece dille ilgili çalışmalar, bazen “bütün
getirilmiştir (Ziya Gökalp 1990: 1-11).
Türklük” fikri taşımasa bile, konumuzun sınırları içine
Yusuf Akçura’nın Türk Yılı (1928) adlı eser içinde- girmektedir. Hâlbuki Yeni Lisan hareketi sonrasın-
ki “Türkçülüğün Tarihi” başlıklı makalesi, yazıldığı ta- da (özellikle I. Dünya Savaşı sonrasında) doğrudan
rihe kadarki gelişmelerin, yaşamış-görmüş bir insan edebî eserlerdeki Türkçülük yansımalarından bah-
tarafından genişçe anlatımıdır (Akçuraoğlu 1928: sedebiliyoruz. Çünkü kökleri epeyce derinlerde olan
287-455). Yeni Lisan hareketi, kısa süre içinde artık genel kabul
görmüş, çiçeklenmiştir. Bu durum malzeme ve dikkat
İsmail Habip Sevük, Edebî Yeniliğimiz (I. C. 1931,
farklılığı doğurmaktadır.
II. C. 1932) adlı kitabında, Tanzimat sonrası edebiyat
tarihimizin her bir dönemi için “Türkçülük” bahsi aç- Aynı şeyler konu üzerinde daha önce yazılanlar
mış, her ismin Türkçülüğe hizmetini ayrıca değerlen- için de geçerlidir. Öyleyse bazı bilgiler tekrarlanırken
dirmiştir (Sevük 1931, 1932). farklı malzemeler de gözden geçirilebilir.

Agâh Sırrı Levend, “Türkçülük ve Millî Edebiyat” Edebiyatta Türkçülüğün izlerini takip ederken dik-
başlıklı yazısıyla, sınırları dâhilindeki malzemeyi eni- katten uzak tutulamayacak iki kavram vardır: Türklük
ne boyuna ortaya koyup incelemiştir (Levend 1961: Bilimi ve Türkçülük. Bunlardan birincisi Türklerin dil,
147-206). tarih, halkbilim, antropoloji vb. alanlarındaki gayret-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 215


lerini değerlendiren bilim alanıdır. Daha önceleri dahi, ilgimiz dâhilindedir. Dolayısıyla Türk edebiya-
Türkiyat, Türkoloji olarak bilinen bu alan için artık tında Türkçülüğün izlerini sürebilmek, liberalizm, ko-
“Türklük Bilimi” diyoruz. Türkçülük ise duygusal bir münizm vb. herhangi bir fikir akımının yansımalarını
meseledir. Yapılmış ve yapılabilecek tarifler içinde tespitten daha zordur, çünkü karmaşıktır.
Ziya Gökalp’ınki en sade ve en veciz olanıdır: Türk-
Hatta her türlü fikir akımı içerisinden, Türkçü in-
çülük, Türk milletini sevmek ve yüceltmeye çalışmak
sanlar çıkabilir. Sultan Galiyev, komünist bir aydındır.
demektir. Konuyla ilgili en kapsamlı çalışmaklardan
Komünizmin bütün mazlum milletleri emperyalizmin
birini yapmış olan Agâh Sırrı Levend bu terimler üze-
pençesinden kurtarıp bağımsızlaştıracağına inanmış
rinden şu hükmü çıkarmıştır: “Türklükle ilgili konular
bir Türkçüdür.
üzerinde çalışan her bilgin Türkologdur; fakat her
Türkologun Türkçü olması gerekmez. Buna karşılık Daha da ötesi var. Bazı fikirler, bazı dönemlerde
Türkçü, Türkolog olmayabilir; ama Türk’tür; Türklükle bir devlet hatta millet hayatı için “potansiyel tehlike”
yakından ilgilidir.” (Levend 1961: 147) Bu açıklamaya olabilir. Dolayısıyla kendisini bu fikrin sloganlarına
her Türkologun (Türklük bilgini), Türkçü olmayabile- adamış idealist ruhlar bulunabilir. Onların samimiyeti
ceği gibi Türk olması da gerekmez. Feyzullah Sacit istismar edilmiş olabilir. Fakat buna rağmen gelece-
Ülkü, Türk’tür, Türkçü bir şairdir fakat Türkolog de- ğin bu ideoloji ile güzelleşeceğine inanmış olanlar
ğildir. Radlof, Türkologdur ama Türk ve Türkçü de- Türkçeye, Türk edebiyatına, Türk sanatına, Türk fi-
ğildir. kir hayatına önemli katkılarda bulunmuş olabilirler.
Durum değişip söz konusu ideolojik yöneliş tehlike
Konuyla ilgili kavramlardan biri de “millî” sıfatıdır.
olmaktan çıktığında, bu insanların gayretleri, belki de
Bu sıfat, Tanzimat yıllarından beri “bizi anlatan” anla-
hayatları boyunca suçladıkları Türkçülüğün hanesine
mında, “yerli” karşılığında kullanılmıştır. Çoğu eserin
yazılabilir. Bahsettiğimiz konuma tipik örnek Nâzım
üzerindeki “millî tiyatro”, “millî roman” ifadesi böyle-
Hikmet’tir. O, gençlik yıllarında (Mütareke dönemi)
dir ve onun tercüme olmadığını anlatır. Fakat bunu
Batı emperyalizmine karşı Sovyet bloğunda bulun-
terimleştirerek başka türlü kullananlar da olmuştur.
manın bir kurtuluş yolu olduğuna inandı. Ama onun
Mesela Abdülhak Hamit’in “millî tiyatro”dan kastetti-
insanlık idealine inanması, Sovyet rejiminin aslında
ği, ya İslam tarihine ait olayları ya da Osmanlı’daki
Rus egemenliği için bir vasıta olduğu gerçeğini, Sta-
Türk dışı unsurların yaşayışlarını işleyen eserlerdir.
lin zulmünün Türk dünyası için -izleri hâlâ silineme-
Hâmid’e göre Türk hayatına dair eserler, insanın
yen- olumsuzluklarını değiştiremezdi, değiştiremedi.
kendisine ayna tutması gibidir, bir şey kazandırmaz.
Sovyet Rusya’nın sadece kendi pençesindeki Türk-
Yani Osmanlı’daki her kavmin hayatından bahsedil-
ler için değil, Türkiye için de bir tehlike olduğu pek
meli ama Türk’ün hayatına gerek yok (!)... Şüphesiz
çok olayla açıkça görüldü. İşte bu süreçte Nâzım Hik-
bu yanlış bir anlayıştır. Öte yandan milliyetçilik fikri
met, Sovyet bloğunun Türkiye’ye karşı propaganda-
istikametinde yazılmadığı halde Türk toplumunun ya-
cılarındandı. Fakat bu geçici olumsuzluktan kalıcı bir
şayışından kesitler sunan eserleri, “millî” saymamak
olumluluk doğdu. Nâzım, Türkiye Türkçesi ile Sovyet
yanlıştır. Fakat “Millî Edebiyat” hareketi, edebiyat ta-
bloğundaki Türk dünyasına uzanan bir köprü, kuvvet-
rihimizde “milliyet” ilkesini her şeyin üstünde tutan bir
li bir edebî bağ oldu. Nâzım, komünizm dışında hiçbir
anlayışın hâkim olduğu dönemdir.
fikirle hele hele Türkçülükle bu rolü oynayamazdı. Bu
Türkçülük, Türk milliyetçiliğidir, dünya olayları- rolün büyüklüğü ve güzelliği ancak Sovyet rejiminin
nı, meselelerini “milliyet” esası yönünde düşünmek ve komünizmin potansiyel tehlike olmaktan çıkma-
ve yorumlamak anlamına gelen “milliyetçilik”, 1789 sıyla anlaşılabildi. Propaganda malzemesi kabilin-
Fransız İhtilali’nin yaygınlaştırdığı bir siyasî eğilimdir. den bir yığın manzumesi arasından Türklüğün tarih
Bu durum, devletlerin bir milliyet esasına dayanma- içindeki macerasını ve aslî karakteri olan bağımsızlık
sı sonucunu doğurmaktadır. Ancak devleti şekillen- tutkusunu dile getirdiği
dirme arzusunun ötesinde, Fransız İhtilâlinden çok
önce de kan bağı çerçevesinde kavmî anlayışlar var- Dört nala gelip Uzak Asya’dan
dı. Meselâ Türk’ün kavmî dönemdeki Türkçülüğü, en Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
net biçimde Orhun Abideleri’ndedir. Bu memleket bizim
(…)
Bakış açısı
Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
Eldeki malzemeye bakış açısı da mahiyeti tayin Bu davet bizim
edici unsurlardandır. Edebiyat, öncelikle güzel sanat-
ların bir şubesidir, dolayısıyla estetik duyguyla zevkle gibi pırıl pırıl söyleyişleri Türkçenin âbideleri arasına
ilgilidir. Türk zevkini yansıtan Türk’e sevgi besleyen girdi.
her edebiyat eseri, Türkçülük gayretiyle yazılmasa
Öyle ise bu ve benzeri durumlarda dünün gözlü-

216 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


ğü dünde kalmalı, kullanılmamalıdır. 1. Kavmî edebiyat döneminde
Türkçülükle ilgili tartışmaların alevlendiği dönem- 2. Ümmet çağında
lerde fikren Türkçülük siyasetini benimsemeyenler- 3. Batıya açılma devirlerinde
den de Türkçecilik gayreti ve işlediği temalar dola- 4. Millî uyanış döneminde
yısıyla edebiyatta Türkçülüğe hizmet edenler var-
5. Terkip döneminde
dır. Mehmet Âkif bunlardan biridir. O, II. Meşrutiyet
sonrasında gelişen Türkçülük cereyanından önce, 6. Küreselleşmeye teslimiyet
konuşulan Türkçeyle yazdığı pırıl pırıl şiirleriyle Türk 7. Geriye gidiş.
dilinin edebî dil olarak kuvvet kazanmasını sağlamış, Kavmî Edebiyat Döneminde Türklük
bu fikre inananlar için örnek olmuştu. Şuuru
“Hem o Türkçe nazmı; mısralarında İstanbul şi- “Kavmî Edebiyat” ifadesini, destanlar devrinden
vesine ve Türk hançeresini olduğu gibi yaşatmak işi- XIII. yüzyıla kadarki Türk edebiyatı için kullanıyoruz.
ni hiç de herhangi bir nazariyeye uyarak, Türkçülük
cereyanının başlangıcından sonra, o iddiaya misaller Şüphesiz İslâmiyet öncesindeki bütün Türk des-
vermek ister gibi bir emelle yapmadı. Meşrutiyet’in tanları, “Türk” adını veya çeşitli boy adlarını gururla
ilânını müteakip, ortalığa Servet-i Fünun edebiyatı- anan eserlerdir. Ne yazık ki bu destanların hiçbirini
nın hâkim olduğu bilahare Türkçülük ve edebiyatta Türkçe olarak tam metin hâlinde bulamıyor, yaban-
milliyet cereyanına bayraktarlık yapan Ömer Seyfet- cı kaynaklara ihtiyaç duyuyoruz. Bunlar, İslâmiyet’e
tin ve Ali Caniplerin bile en koyu bir Servet-i Fünûn geçişle birlikte, bazı farklılaşmalarla yaşamış, bazı
edebiyatçılığı yaptıkları bir zamanda Mehmet Âkif motifleriyle sözlü ve yazılı edebiyatı beslemişlerdir.
(…) Türkçenin tam edasını veren manzumeler yazı- Meselâ Oğuz Kağan Destanı’nın İslâmî dönemdeki
yordu.” (Sevük 1932: 279) şeklinde, puta tapan Kara Han’ın oğlu Oğuz Han,
Müslüman olarak doğmuş, çevresindekileri de Hak
Esasen Türkiye’nin tehlikede olduğu en karanlık dinine davet etmiştir. (Banarlı 1971: 21). Böylece
günleri Mütareke yıllarında İslamcılık-Türkçülük tar- kavmî gururun bulunduğu destanlar, İslâmiyet’le tevil
tışmaları bitmiş, Âkif de Türkçü bir çizgiye gelmiştir. edilerek yaşatılmıştır.
Yakın dostu ve arkadaşı Hasan Basri Çantay’dan
öğreniyoruz ki muhataplarından biri Gönen’de “(…) Türklük sevgisi ve Türklük şuurunun yansıdığı ilk
ler”in [muhtemelen azınlık gayreti güdenlerden söz metinler Orhun yazıtlarıdır. Söz konusu metinlerde
ediliyor] Türklere zulüm yaptığını, millî direnişi boğ- Türk’ün bazı olumsuz özellikleri bir yakınma olarak
maya çalıştıklarını söylemiştir. Âkif tereddütsüz “ora- sunulur.
da bir Türk Ocağı açınız ve mücadele ediniz” der. “Türk milleti tokluğun kıymetini bilmezsin, (…)
Yanındakilerden biri “Üstat sizi Türkçü görüyorum!” Bir doysan açlığı düşünmezsin.” Aynı metinlerde
diyince Âkif, ruh dünyasını bütünüyle anlatan şu ce- karşımıza çıkan Çinlilerle münasebetlerinde uyarıcı
vabı verir: ifadeler vardır. “[Çin’in] tatlı sözüne, yumuşak ipek
“-Ya ne zannediyorsun? Türk’e hiçbir kavmin ho- kumaşına aldanıp… Türk milleti öldün, Türk milleti
roz olmasına tahammül edemem!” (Çantay 1966: öleceksin!.”
225 ) Kültigin ve Bilge Kağan, Türklük şuurunun
Bütün bunlar gösteriyor ki edebiyat ve diğer sanat Atatürk’e kadar benzeri olmayan vecizelerini söyler:
dallarındaki Türkçülüğe bakarken şahısların o günkü “Ey Oğuz beyleri, Türk milleti! İşitin! Üstte gök
beşerî münasebetlerine, günlük siyasî mücadelelere çökmedikçe altta yağız yer delinmedikçe senin ilini
takılıp kalmamalı, şahısların ve eserlerinin sonraki töreni kim bozabilir?”
yıllarda Türklüğe hizmetini dikkate almalıdır. Bu ba-
Orhun abidelerinin her bir cümlesi bir millî şuur ve
kış açısı, ayrım gözetmeksizin, Türkçeyle yazılmış
gurur abidesidir.
her şeyde “Türkçülük” bulmak da değildir. Bir ede-
biyat eserindeki Türkçülük, Türklük sevgisi yolunda Kavmî dönemin ruhu, ilk İslâmî Türkçe eserler-
özel bir gayret veya eserin Türk kültürünü tanıma ve de de devam etmiştir. Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu
tanıtmada önemli bir yeri olması demektir. Bilig (1069- 170)’i Türkçenin edebiyat dili, şiir dili ola-
rak işlekliğini ortaya koydu. Ayrıca Yusuf Has Hâcip,
***
eserini Türk diliyle yazmak için bilgi ve ülküyle çalış-
Kültür ve edebiyat tarihimizde Türklük şuurunun mış, heyecan duymuş ve bu duygusunu Türkçeyi bir
işlenişini kronolojik olarak şöyle sıralamak mümkün- ceylâna benzeterek göstermiştir. (Banarlı 1971: 234)
dür.
Türklüğün en büyük kültür hazinelerinden biri

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 217


olan Divanü Lügati’t-Türk ise çok şuurlu bir Türkçü de Osmanlı için de anlayış aynıdır. Osmanlı Devleti,
ruh taşıdığı anlaşılan Kâşgarlı Mahmut tarafından Selçukludan farklı olarak, kurulduğu coğrafyanın et-
yazılmıştır (1074). Eser bir taraftan her türlü dil mal- nik şartları gereği resmî dil Türkçe oldu, sonuna ka-
zemesi sunmakta, diğer taraftan Türklerin toplumsal dar da böyle devam etti.
hayatıyla ilgili bilgiler vermektedir. Yazar Türkçenin
Osmanlı Türkçesinde daha önce başlamış olan
önemini anlatırken “Türklerin dilini öğreniniz çünkü
değişme, çoğu zaman Türkçenin ve onu konuşan
onların egemenliği uzun sürecektir” mealinde bir
halkın aleyhine gelişmiştir. Fakat bütün olumsuzluk-
hadis-i şerife dayandırıyor ve “Eğer bu hadis sahih
lara rağmen devlet dilinin Türkçe olması Türk edebi-
ise Türkçeyi öğrenmek dinin; sahih değilse aklın ge-
yatının gelişmesine büyük katkı sağlamıştır.
reğidir” diyor (Akalın 2008: 45- 46).
Ancak bu dönemde “millet-i hâkime” olarak bili-
İslâm’a yeni girmiş Türk toplumu Türkçenin o di-
nen Türk’ün kavmi hassasiyetini törpülemesi, hatta
nin yegâne dili gibi algılanan Arapça ile atbaşı gitti-
başkalarının gücenmemesi için bu duyguyu bastır-
ğini belirten, hatta Türkçe öğrenmeyi dinî bir temele
ması, giderek başkalarının Türk’ü aşağılamasına
de dayandıran yazar, şüphesiz Türklük bilincini bes-
kadar varmıştır. Divan edebiyatının kuruluş dönem-
lemede emsalsiz bir hizmet görmüştür. Nitekim bu
lerinde Kadı Burhanettin, Nesimî, Ahmed-i Daî, Has-
bilinç daha sonra Türkçecilik gayretlerini güçlendirip
san ve Ahmedî’nin şiirinde “Türk”ün çağrışımı daima
yeni eserler yazımına yol açıcı olacaktır.
olumlu iken XV. yüzyılın ortalarından itibaren durum
Edip Ahmet Yüknekî’nin Atabetü’l-Hakayık’ı bir değişmiştir. Üstelik sadece Divan şiirinde değil Halk
öğüt kitabıdır. Halk arasında bir din büyüğü olarak ta- şiirinde de Türk’ü aşağılayıcı ifadelere rastlanmakta-
nınan Edip Ahmet, Türkçenin günlük hayat dışındaki dır (Köksal 2006: 232-233). Bu durum öncelikle ku-
alanlarda kullanım gücünü ispatlamıştır. rulan gelenekle ilgilidir. Fakat bunu sadece gelenekle
izah etmek de mümkün değildir. Bazı şairler, kendi
Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevî’nin hikmetleri
kavmî gayretlerinden dolayı böyle davranmışlardır.
Anadolu’da Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Eşrefoğ-
Hâlbuki elimizde şiiri mevcut bütün Türk hükümdar-
lu gibi tarikat uluları Türkçecilik bilincini devam ettir-
larının eserlerinde Türk’le ilgili olumsuz tek bir sıfata
mişlerdir. Orta Asya Türklüğü arasında yayılan Cen-
rastlamıyoruz (Köksal 2006: 243).
gizname, Manas Destanı, Anadolu’da dinî gayretle
yazılan Battalname ve Danişmendname gibi eserler Şüphesiz ümmet çağında da Türklük şuuruyla
Türkçe ile ortak kültür oluşumuna büyük katkıda bu- davrananlar olmuştur. Türk’e hor bakmanın doğurdu-
lunmuşlardır. Nasrettin Hoca, baştanbaşa bütün Türk ğu tepkiye Mesihî şöyle tercüman olmuştur:
dünyasının mizah sultanıdır.
Mesihî gökten insen sana yer yok
Dede Korkut kitabı XII. yüzyıldan itibaren Oğuz
Yürü var gel ya Arap’tan ya Acem’den
Türkleri için yeni bir Divanü Lügati’t-Türk olmuştur.
Süleyman Çelebi’nden Türkçülük fikri beklene-
Bütün bunlar, kavmî dönemde görülen Türklük ve
mez. Fakat Mevlid’iyle asırlar boyu Türkçenin ede-
Türkçecilik bilincinin XIV. yüzyıla kadar devam ettiği-
biyat dili olarak yaygınlaşmasına hizmet etmiştir.
ni gösteriyor. Bu dönemde Mevlâna’nın Farsça yaz-
Mevlid’in özellikle dinî bir metin oluşu, Türkçecilik
ması Türkçecilik ve giderek Türklük bilinci aleyhine
hizmetini kolaylaştırmıştır.
olmuştur.
Gazi Giray Han bir şair olarak Türk duyuş ve zev-
Ümmet Çağında
kini hükümdarca dile getirmiştir.
Türklüğün İslâmiyet’i kabulü sadece ibadet ve
günlük yaşayışlarını değil, tarih içindeki misyonlarını Râyete meylediniz kamet-i cil-cû yerine
da değiştirmiştir. Ancak bu durum konumuz açısın- Tuğa dil bağlamışız kâkül-i hoş-bû yerine
dan bakıldığında XV. yüzyıla gelinceye kadar belirgin (Gönül çeken sevgilinin boyuna değil bayrağa
değildir. Kavmî dönemdeki Türklük şuuru giderek za- meylediriz. Gönlümüzü hoş kokulu kâküle değil tuğa
yıflamakla birlikte devam eder. XV. yüzyılda ise “üm- bağlamışız).
met” duygu ve düşüncesi galip gelir. Artık hâkimiyet
duygusu kavim adına değil, yeni iklimlere hatta bütün Olmuşuz cân ile billâh Gazâyî teşne
insanlığa Tanrı buyruğu taşıma adınadır. Buna “ilâ-yı İçeriz kanını düşmen-i dînin su yerine
kelimetullah” (İslam inancını yüceltip yayma) demiş- (Ey Gazayî, billahi candan susamışız, din düş-
lerdir. Ancak bu dönemde hem devletin hem de onun manlarının kanını su yerine içeriz!)
vatandaşı ediplerin gözünde insanlar kendi kavmi ve
öteki kavimler değil, Müslimler ve gayr-ı Müslimler- Gazi Giray’daki bu tür söyleyişler, divan edebi-
dir. Bu dönemin iki büyük devleti olan Selçuklu için yatının “güzel” anlayışına ve belli temalar etrafında

218 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


dönmesine bir tepki gibidir. Divan edebiyatı Türkçülük gayretiyle bir araya
gelmiş bir edebiyat değildir. Ama onu millîlikten ta-
18. yüzyılda mahallileşme cereyanı diye bilinen
mamen uzak sanmak da hatadır. Edebiyata öncelikle
gayretlerle divan edebiyatı günlük hayata açılmayı
Türkçülük açısından bakan Genç Kalemler ve Millî
denedi. Divan şiirinde koşma, türkü gibi halk şiiri na-
Edebiyat hareketi içinde yönlendirici rolü bulunan ve
zım şekillerinin, halk zevkini yansıtan hece vezninin
bu anlayışların kabulü için Divan edebiyatına zaman
kullanıldığı görüldü. Hatta bu yönelişe Nedim, Şeyh
zaman ağır eleştiriler yapan Ali Canip Yöntem’in de-
Galip gibi Divan şiirinin zirve şairleri önderlik ettiler.
diği gibi:
19. yüzyılda Namık Kemal Bahar-ı Daniş (1873) çevi-
risinin önsözünde Divan şiirinin Türk zevkine yabancı “Divan edebiyatı bilhassa teknik ve dünyaya
kaldığını, İran (Fars) zevkini yansıttığını ileri sürerken bakış itibariyle taklidî bir edebiyattır ve sonra çok
bu mahallileşme çabalarını “Türkçeleştirdikleri şey zümrevîdir; zihnî unsurlara muayyen hünerlere istinat
yalnız elfazdır (kelimelerdir) Yoksa tasavvurlarının etmesi itibariyle de ilham noktasından velut değildir.
(hayallerinin) âsâr-ı Acem’den yine zerre kadar far- (…) Onu tesis eden zümre Türk cemiyeti haricinde
kı bulunmaz” diyecektir. 18. yüzyıldaki Divan şiirinin bir zümre değildir; milletimiz şark medeniyeti içinde
tamamı birden dikkatle alındığında Namık Kemal’i yaşarken yetişen münevverlerden ibarettir; bu züm-
haklı gösterecek pek çok örneğe rastlanabilir. Fakat renin hususi zevki, bütün milletin zevki olamazsa da,
gerçekten tamamen Türkçe ve Türk hayatı, Türk ha- milletimize mensup münevver kütlenin has zevkidir;
yali ile yazılmış metinlerin varlığını da gözden kaçır- ve o münevver zümre bugün bile iftihar edeceğimiz
mamak gerekir. Bir örnek olmak üzere Şeyh Galip’in kıymetler yaratmıştır.” (Yöntem 1996: 8)
bir gazeline bakalım:
Batı’ya Açılma Devirlerinde

“Döktü omuzdan pûş ü saçağını Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839), devlet eli ve
Açtı gönüller deli bayrağını dili ile, Batı’nın üstünlüğünü kabul ediştir. Islahat Fer-
manı (18 Şubat 1856) ise bu kabulün günlük toplum-
Gözceğizim boyamak ister benim sal hayata uygulanmasıdır. Böylece Osmanlı vatan-
Al boyayıp kan ile dudağını daşları arasındaki din farklılığından kaynaklanan hak
farklılığı ortadan kalktı. Günümüzde çok telaffuz edi-
Ay yenisi gökte ne Ülker satar len “anayasal vatandaşlık” o zaman gerçekleşmişti.
Değmicek kestiği tırnağını Başta Ali ve Fuat Paşalar olmak üzere Osmanlı devlet
ricali, Batılıların tazyikiyle hazırlansa da bu ıslahatın
İçip içip kendi elinden anın bir kurtuluş reçetesi olduğuna inanmışlardı. Onlara
Duramayıp öpmişem ayağını göre böylece Osmanlı kimliği altında, bir bütünleşme
gerçekleşecekti. İşin tuhafı şu ki Tanzimat Fermanı’nı
Saldı gönül illerine akını hazırlayan Mustafa Reşit Paşa, Islahat Fermanı’nın
Kurdu göz ırmağına otağını Avrupa devletleri elçileriyle birlikte hazırlanmış ol-
masını ve hele hele Paris Antlaşması’nda konuyla
Nice tabur dağıtır ol yosmanın ilgili taahhütte bulunulmasını ihanet olarak görmüştü.
Saç dağıtıp eğmesi kalpağını “Osmanlı vatandaşlığı” aydınlarımızın dilinde “millet-i
Osmaniye”yi doğurdu. Fakat bu sosyoloji kanunlara
Vermedi bir kimseye Galip geçit aykırı bir millet anlayışı idi. Çünkü vatandaşlık bağı,
Kande çevirdiyse söz ırmağını farklılaşmayı ve ayrılma temayüllerini (engellemek
şöyle dursun) körüklemişti. Çünkü bu bütünleşmeye
Hazret-i monlayı bilenler bilür inanan öncelikle Türk aydınlar ve biraz da diğer Müs-
Bilmeyenin kim çeke kulağını lim unsur aydınlardı. Tanzimat aydınlarımız “millet-i
Osmaniye” terimiyle bütün vatandaşları kastetseler
de “edebiyat-ı Osmaniye” ifadeleriyle anlatılmak iste-
Bu gazeldeki hiçbir hayal, Namık Kemal’in
nen, sadece Türk edebiyatı ve Türkçe idi. Bu durum,
“Acemâne” dediği cinsten değil tam aksine Türk ha-
“millet-i Osmaniye” diye bir şey bulunmadığının en
yatının yansımasıdır. Omuzdan aşağı dökülmüş saç
açık delili idi. Fakat bu terim, resmî ağızlarda, Os-
ve puşu, Ülker(lik) satmak (taslamak), tırnağına değ-
manlının sonuna kadar devam etmiştir. Gayrimüslim
memek, gönül illeri, akın salmak, göz ırmağı, otağ
unsurların hatta Arnavutluk’un ayrılmasından sonra
kurmak, göz boyamak, tabur dağıtmak, saç dağıt-
bile pek çok Osmanlı aydını “edebiyat-ı Osmaniye”
mak, kalpak eğmek, geçit vermemek, söz ırmağı,
derken Osmanlıdan önceki Türklüğe uzanamıyor,
kulak çekmek gibi hayal ve teşbihler, deyimler tama-
mesela Selçuklu ve hatta Anadolu Türk beylikleri dö-
men Türk hayatının edebiyat kılığıyla görüntüsüdür.
nemindeki Türkçe edebiyata sahip çıkmıyordu.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 219


Gerek ortaöğretimde gerekse üniversitede (Da- Fikr-i hürriyyet ü milliyyet idi maksûdum!
rülfünun Edebiyat Şubesi) “Tarih-i Edebiyat” dersleri
hep Osmanlı Devleti’yle sınırlıdır. “Lisan-ı Osmanî”nin Buradaki “milliyet”in kastı Türk, yorumu
köklerini Orta Asya Türkçesine bağlamakla bera- “Osmanlı”dır.
ber ondan ayrıldığı söylenerek doğrudan Osmanlı
7 Eylül 1868’de Ziya Paşa, Londra’da yayımla-
Devleti’nin kuruluşundan sonra ve onun sınırları için-
nan Hürriyet gazetesinde yazdığı “Şiir ve İnşa” ma-
deki edebiyatı takip edilir.
kalesinde yazı dilinin mevcut halinden bahsederken
Mesela Darülfünun hocalarından Faik Reşat, özellikle edebiyatımızın (yazı dilimizin) doğal olmadı-
Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye (1911)’sinde, Ziya ğından şikâyetlenir. Ona göre bizim tabii olan şiir ve
Paşa’nın Harabat’ta Ali Şir Nevaî, Mevlana ve Sul- nesirlerimiz taşra ahalisi ve İstanbul’un avam taba-
tan Velet’ten bahsetmesini yanlış bulur. Çünkü onlar kası arasında hâlâ yaşamaktadır. Bizim şiirimiz hani
Osmanlı değildir. şairlerin vezinsiz diye beğenmedikleri avam şarkıları
ve taşralarda çöğür şairleri arasında değiş, üçleme
Tanzimat aydınları içinde Türkçeyi bir millî mese-
ve kayabaşı tabir olunan nazımlardır.
le olarak gören ilk isim Namık Kemal’dir. 28, 31 Ağus-
tos 1866’da Tasvir-i Efkâr’da çıkan meşhur “Lisan-ı Bu sözlerin sahibi Ziya Paşa, eğitim ve alışkanlık-
Osmanînin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şa- larıyla reddettiği şeylerin içinde “bize ait” diye sundu-
mildir” yazısında, “Lisan-ı Osmanî”den kasıt Türkçe- ğu şeylerin dışında idi. Fakat bir ihtiyacı hissetmişti:
dir. Nitekim yazar da sık sık “Türkçe”, “Türkçemiz” artık Türk’e yabancı olmayan bir yazı dili ve edebiyatı
ifadesini kullanır. lazımdı.
Yazar, yazı dili olarak Türkçenin yaşadığı mese- Ziya Paşa’nın konumuzla ilgili daha mühim bir
leleri sayıp dökerken vicdanının sızladığını hissede- hizmeti ise Harabat (1875) adlı antolojisidir. Bu anto-
riz. Söylediklerini şöyle özetleyebiliriz: Türkçe ile bi- loji, Şiir ve İnşa makalesindeki fikirlerden uzaklaştığı-
lim değil edebiyat bile yeterince yapılamıyor. Çünkü na işaret sayılarak Namık Kemal tarafından şiddetle
mevcut yazı dilini öğrenmek için Arapça ve Farsça eleştirildi. Evet, Ziya Paşa Harabat ile eğitiminin ve
da öğrenmek gerekiyor. Bu boşa emek ve zaman alışkanlıklarının sürüklediği mecraya dönmüştü. Fa-
kaybıdır. Edebiyat millî birliğe hizmet eder. Fakat kat ilk defa bu antoloji ile Osmanlı sahası ile Doğu
biz bundan mahrumuz. Arapça yayıldığı yerlerde Türklüğünün şiirine, Nevaî’ye de yer verilmiş, Türk
Yunanca gibi dönemin bilim ve sanat dilini silmişken dilinin bütünlüğü hatırlatılmıştı. Hâlbuki -yukarıda
Türkçemiz, henüz alfabesi bile olmayan Arnavutça söylediğimiz gibi- 36 yıl sonra bile Nevaî’nin bu esere
(o zamanlar alfabesi yoktu) ve Lazcayı bile unuttura- girmesine, “Osmanlı değil” diye itiraz edilecektir.
mamıştır. Edebî münasebetlerin yokluğu dolayısıyla,
Tanzimat’ın ilk ediplerinden Şinasi’de Türkçülük
mesela bir Buharalı Türkçe konuştuğu halde bura-
olarak yorumlanabilecek bir fiile, bir cümleye tesadüf
daki Türkler onu anlamaz. Hatta İstanbul’daki okur-
edemiyoruz. Fakat “lisan-ı avam üzre” (halk diliyle)
yazarlar bile mevcut yazı diliyle meramlarını ifade
kaydıyla yazdığı manzumeler, onda bir Türkçecilik
edemezler. Türkçe genel kullanım ölçüsünde sade-
şuuru bulunduğunu ortaya koyar. Daha sonraki yıllar-
leştirilmelidir. Bunun için Türkçeye mahsus bir sözlük
da Ahmet Mithat Efendi, dil tartışmaları bağlamında,
yapılmalı ama yapılacak iş, Farsça Burhan’ı Arapça
onun Türkçeyi sadeleştirme gayretlerini örnek gös-
Kamus’u aktarmak olmamalıdır. Bu sözlüklerin keli-
terecektir.
me kadrosu çoğunlukla Türkçede kullanılmaz veya
farklı kullanılır. Onlar üzerinde ayıklama yapmadan Bilim alanında tam manasıyla ilk Türkçü şahsiyet
aktarmak, Fars ve Arap’ın başına fes geçirerek “Os- Ahmet Vefik Paşa’dır. Ebülgazi Bahadır Han’ın Türk-
manlı milliyeti”ne sokmak demektir. lüğün köklerine dair kaleme aldığı Şecere-i Türkî
(1661) adlı eserini İstanbul Türkçesine aktararak
Yazının bütünlüğü içerisinde buradaki “Osmanlı
Şinasi’nin çıkardığı Tasvir-i Efkâr’da yayımlaması
milliyeti” ifadesine “Türk”ten başka bir isim verilemez.
(1864), bu yoldaki çalışmaların ilkidir. Hazırladığı
Namık Kemal de Tanzimat’ın diğer aydınları da doğ-
sözlüğe Lehçe-i Osmanî (1876) adını vermesi de Os-
rudan “Türk” kelimesini kullanmanın -belki de- Türk
manlı Türkçesini, “Türkçenin bir kolu/lehçesi” olarak
olmayan vatandaşları gücendireceğini düşünmüşler-
görmesindendir. Sözlükteki önsöz de bu kanaatinin
dir.
delillerindendir. Lehçe-i Osmani’de, Batı Türkçesin-
Namık Kemal, oğlu Ali Ekrem Bolayır’a hediye de kullanılmayan, artık unutulmuş Türkçe kelimelerin
ettiği bir gençlik resminin arkasına şu ithaf beytini gösterilmesi de yazardaki Türkçülük şuurunun gös-
yazar: tergelerindendir. Ruhen Türkçü olan Namık Kemal
bile onun dil ve imla konusundaki gayretlerini alaya
Ben bu sinnimde esir olmuş idim milletime almıştı. (Namık Kemal 1989: 410) Oysa Ahmet Vefik

220 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Paşa, “bütün Türklük” ülküsünün dilde birlikten geç- etmiştik; artık gayr-ı Müslimler zımmî ve reaya kala-
tiğine, imla bahsinin de yazı dilinde önemli olduğuna mazlardı. Peki bütün bu muhtelif tebaaları hangi eti-
inanmıştı. ketle tevhid edelim? Tâbiiyet mefhumu olan Osman-
lılığı yekpare bir varlık gibi görmek istedik. Bu zaruret
“Şıpka kahramanı” unvanıyla tanıdığımız Sü-
karşısında kendimize Türk’üz diyemezdik. Biz böyle
leyman Paşa, Ahmet Vefik Paşa ile aynı doğrultuda
dersek herkes kendi milliyetini söyleyecek, ortada
hizmetler yaptı. Yazdığı dilbilgisi kitabına İlm-i Sarf-ı
vahdet kalmayacaktı. Devletin selameti namına ken-
Türkî (1877) adını vermesi asla tesadüfî değildir. Sü-
di milliyetimizi düşünmek istemedik. Fakat diğer un-
leyman Paşa “Osmanlı tabiri yalnızca devletimizin
surlar, asrın millî cereyanı ilcası ve haricî telkinlerin
adıdır. Milletimizin unvanı ise yalnız Türk’tür. Bina-
de neticesiyle “biz biziz” diyorlardı. İşte Osmanlılık
enaleyh lisanımız da Türk lisanıdır, edebiyatımız da
mefhumundaki caliyet ve samimiyetsizlik buradadır.
Türk edebiyatıdır.” görüşüyle Türkçülük fikrinin be-
nimsenmesine büyük katkıda bulunmuştur. Osmanlılıkta bu ca’liyet neticesi, iki taraflı bir te-
lakki doğdu. Bir kere resmen hepimiz Osmanlıydık,
Türkçü düşünüş ve edebiyatın gelişiminde en
fakat bir taraftan biz millet deyince kendimizi kaste-
mühim hususlardan biri de Türkçe öğretimidir.
diyor, diğer taraftan gayr-ı Müslim unsurlar Osmanlı
Osmanlı döneminde Türkçe dilbilgisi okutul- deyince bizi murat ediyorlardı. Hatta gayr-ı Müslim-
ması, Ahmet Cevdet Paşa’nın Fuat Paşa ile birlik- lerin telakkisini düşünmeye ne hacet, Türk köylüsü
te yazıp sonraki baskılarında geliştirdiği Kavaid-i bile köye bir devlet memuru gelince ‘Osmanlı geliyor’
Osmaniye’siyle 1851’de başlar. Süleyman Paşa’nın demeye başlamıştı. İşte Tanzimat edebiyatındaki
Sarf-ı Türkî’si bu kitabın açtığı yolda bir ilerlemedir. Osmanlılığı da böyle iki taraflı, biri zahiri ve resmî,
diğere derunî ve samimi manasıyla almalıdır.
Şemsettin Sami bir yandan Kamus-ı Türkî (1901),
Kamusü’l-Âlam (1889-1899) gibi eserleriyle ve yaz- Tanzimat şairleri:
dıklarıyla, bilim cephesiyle Türkçülük fikrini besler-
Osmanlılarız can veririz şan alırız biz
ken Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat (1872) romanıyla da
yeni bir türün – basit de olsa – örneğini verdi. Ahmet dedikleri zaman bu Osmanlı mefhumu içinde ne
Midhat Efendi hem dil konusunda yazdıklarıyla hem Sırp’ın ne Bulgar’ın, hatta ne de pek öyle Arnavut’un
de roman ve hikâyeleriyle tıpkı Şemsettin Sami gibi ve Arap’ın mevkii vardı. Onlar bu tabirle devleti tutan
örnek oldu. Ayrıca onun, Türkler hakkında Batı’nın Türk’ü ve Türkleşmiş demek olan Müslüman kütleyi
yanlış kanaatlerinin ifade edildiği Paris’te Bir Türk düşünüyorlardı. Yani onlar millet deyince bu devlet
(1876), Acaib-i Âlem (1882), Bahtiyarlık (1885) ve ve bu vatan için şehit olabilecek hâkim unsuru kas-
Ahmet Metin ve Şirzat -yahut- Roman İçinde Roman tediyorlardı.
(1892) gibi eserleri, yapılan haksızlığı göstererek bu Bütün bunlara rağmen Tanzimat edebiyatı Türk-
yolla Türklük gururunun yaşatılmak istendiği roman- lüğü de şuurla duymuştu. Hatta Tanzimat edebiya-
larıdır (Okay 1989: 22-26). tının Türkçülüğü kendilerinden sonra gelen Servet-i
Meşhur edebiyat tarihçimiz İsmail Habip Sevük, Fünunculardan da çok ilerdedir. (…) Lisanı tahlil
Tanzimat devri hakkında genel hüküm verirken der ki: ederken Türkçülüğü fark ettiler, hece veznini ararken
Türkçülüğün hadsini duydular, tarihleri karıştırırken
“Garp milletlerinde mihver milliyetti, bizde dindir. Türklüklerini anladılar. Vefik ve Süleyman Paşalar
Din bizim eski hayatımızda en büyük rolü oynayan işte, bu Türklük duygusunun şuurlaşmış birer ifadesi-
bir kudretti. İmparatorlukta din, yalnız bir ahiret ihti- dirler.” (Sevük 1932: 118-119)
yacı değil kendi yaşamasının da hayati bir unsuru idi.
Müslüman olunca ırklar arasında farkı kalmıyor, im- Edebiyat-ı Cedide zümresinin ortaya koyduğu
paratorluğun muhtelif kavimlerinde en büyük çimen- edebiyatta sanat değerinin yüksekliğine rağmen mil-
toyu Müslümanlık teşkil ediyordu. Bu, o hayat için liyet hissi yoktur. Hatta Ömer Seyfettin birkaç yazı-
samimi bir siyasetti, fakat Garp ile temasa başladık- sında, Fikret’in koskoca Rübab-ı Şikeste’sinde bir
tan sonra bu samimiyet sarsıldı. Medeni milletler, din tane bile “Türk” kelimesi olmamasını tenkit eder. Fa-
ile dünyayı ayırmışlardı. Biz de mademki medeniyet kat bu edebiyat anlayışı özel şartlar altında doğmuş,
kervanına katılıyorduk, eksisi gibi sırf dini bir devlet bütün olumsuz taraflarına rağmen Türkçeye önceki
halinde kalamazdık. Tanzimatçılık bu zaruretle Os- dönemlerden çok farklı denemeler yaşatmıştır. Bu
manlılığı icat etti. zümre içinde yer alan pek çok ismin, II. Meşrutiyet
sonrasında edebiyat ve bilim alanında Türkçülüğe
Artık devletin bütün tebaası için mihver din de- hizmet ettiklerini de belirtmeliyiz. Sadece Hüseyin
ğil Osmanlılıktı. Eskiden hâkim unsur olarak Müslü- Kâzım Kadri’nin bütün Türk lehçeleri için hâlâ kul-
manlar ve raiyye olarak gayr-ı Müslimler vardı. Fakat lanılabilen Büyük Türk Lugati’ni hatırlamak bile söz
Tanzimat’tan itibaren tebaa beyninde müsavat ilan konusu hizmetleri anmaya yeterlidir.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 221


1888’de İstanbul’da çıkan Mürüvvet ve defa Selanik’teki Asır gazetesinde (nu.162, 17 Mart
Tercüman-ı Hakikat gazetelerindeki “Lisan ve Edebi- 1897, s.4) yayımlanan “Anadolu’dan Bir Ses Yahut
yat” münakaşalarında imla bahsi ağırlık kazanmakla Cenge Giderken” şiiriyle tam bir çığır açtı.
birlikte, dilin sadeleştirilip herkesçe anlaşılır niteliğe
Ben Bir Türküm dinim, cinsim uludur
kavuşturulması yönündeki fikirler Millî Edebiyat ve
Türkçe üzerine bilimsel çalışma ihtiyacını da ortaya mısraı, Türkçü hassasiyet için adeta bir bayrak oldu.
koymada faydalı olmuştur (Polat 1992). Söz konusu
1904’te Kahire (Mısır)’de çıkarılan Türk gazete-
münakaşaları büyük bir ilgiyle takip eden İsmail Gas-
sindeki “Kısm-ı Edebî” sütununda Yusuf Akçura’nın
pıralı, Bahçesaray (Kırım)’da çıkardığı Tercüman ga-
“Üç Tarz-ı Siyaset” yazısı ve bunun yansıması olan
zetesinde (n. 37, 27 Ekim 1888) şöyle yanar yakılır:
diğer yazılar, Türkçülük fikrinin kuvvetlenmesinde
“Acayip hâldir! Türkiye’de her türlü ve her cins pay sahibidir. Gazetenin başyazarı Ali Kemal, bu ya-
adam bulunup has Türk bulmak müşküldür. Edebiya- zıya cevap verirken Osmanlıcılık siyasetini savundu.
tın her türlüsü vardır. Edebiyat-ı Türkîyi aramak, kıdır- Ahmet Ferit (Tek) ise Akçuraoğlu’nun Türk birliği yo-
mak (izlemek) gerek! Her türlü lisan işitiliyor; Türkînin lundaki kanaatlerini destekledi. Akçura’ya Türkçülük
mahalli (Türkçenin yeri) görülmez. Arabî, Farsî, fikrini veren ise Paris’te karşılaştığı ilk Jöntürklerden
Fransevî ve gayri lügat kitapları meydandadır; lügat-ı Dr. Şerafettin Mağmumî idi. Mağmumî, Jöntürkler
Türkî (Türkçe sözlük) bulunmaz! Gerçi merhum ve arasındaki ayrılıktan sonra Mısır’a çekilerek merke-
meşhur Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmani’si var; zi yönetime karşı mücadelesine Türk gazetesinde
lakin bu kitap kavmî ve Türkî lugat makamını tutabi- devam ediyordu. “Üç Tarz-ı Siyaset” tartışmalarına
lecek eser değildir.” (Gaspıralı 2008: 31) Hüseyinzade de Bakû’dan “A. Turanî” imzasıyla ka-
rışarak safını belirlemişti. Bu fikrî gayretler, II. Meşru-
İsmail Gaspıralı’nın gayretleri hem Türkiye dı-
tiyet sonrasında, düşünce ve edebiyat dünyamızda
şındaki Türk coğrafyası hem de Türkiye’de Türklük
şuurlu bir millî uyanış başlamasına zemin hazırlayıcı
şuuru oluşmasında çok etkili olmuştur. Onun dünya
çalışmalardan olacaktır.
Türklüğü için “dilde, işte, fikirde birlik” ilkesi, “bütün
_____________________________________________
Türklük” fikrinin bugün de geçerli sloganıdır. * Prof. Dr.
Akalın, Şükrü Halûk (2008) Bin Yıl Sonra Kâşgarlı Mahmut
Hüseyinzade Ali Turan, 1892’de İstanbul’da Tıb-
ve Divanü Lügati’t-Türk, TDK Yay., Ankara.
biye öğrencisi iken yazdığı, o sıralarda yayımlan- Akçuraoğlu, Yusuf (1928), “Türkçülüğün Tarihi”, Türk Yılı,
masa bile arkadaş çevresinde gayet yaygın olarak Türk Ocakları Yay., İstanbul, s. 287-455.
ezberlendiği tahmin olunan “Turan” şiiri, Turancılık Banarlı, Nihat Sami (1971) Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I.
C., MEB Yay., İstanbul.
(Türk birliği) ülküsünün bilinen ilk manzumesidir (Ba-
Gaspıralı İsmail (2008) Seçilmiş Eserleri 3. C., Dil-Edebiyat-
yat 1898: 93;). “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Avrupa- Seyahat Yazıları, (haz. Yavuz Akpınar), Ötüken Yay.,
lılaşmak” ilkesini Ziya Gökalp’ten önce ortaya atan İstanbul.
Hüseyinzade’dir (Sevük 1932: 400) Köksal, M. Fatih (2006) Divan Şiirinde “Türk”, Journal of
Turkish Studies/Türklük Bilimi Araştırmaları, C. 30/III,
1897 Türk-Yunan Savaşı edebiyatımızda Türkçü Harvard Üni. Yay., ABD.
duyuşların, milliyet duygusunu dile getirmenin vesi- Levend, Agâh Sırrı (1961) “Türkçülük ve Millî Edebiyat”,
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten, Ankara, s 147-
lelerinden biri oldu. Karlofça’dan beri, kayda değer 206).
bir başarısı görülmeyen Türk ordusunun, dün kendi Namık Kemal (1989) Namık Kemal’in Türk Dili ve Edebiyatı
tâbiyetinde olanlara galip gelmesi bile millî ruha can Üzerine Görüşleri ve Yazıları, (haz. Kâzım Yetiş), İstan-
vermişti. Bu tür hassasiyetleri edebiyata yansıtmayı bul Üni. Yay., İstanbul.
Okay, M. Orhan (1989) Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet
hiç düşünmeyen Edebiyat-ı Cedidecilerden bile bu Midhat Efendi, MEB Yay., (Ankara ?).
savaşı konu alan şiirler, hikâyeler yazanlar vardı (Bu Polat, Nâzım H., (1992) 1888’de Bir “Lisan ve Edebiyat”
konudaki malzemeyi toplu olarak görmek için bk. Ül- Münakaşası, Yedi İklim der., (İstanbul), nu: 24-25 (4-5),
gen 1993, Şen 1997). Hatta Servet-i Fünûn dergisi 1992, Temmuz-Ağustos 1992, s. 15-24, 33-36.
Sevük, İsmail Habip (1932), Edebî Yeniliğimiz, C.II, Devlet
bu savaşla ilgili bir özel sayı çıkardı. Ancak gerek Mat., İstanbul.
Edebiyat-ı Cedidecilerin gerekse bu zümreye dâhil Şen, Cafer (1997) 1897 Osmanlı-Yunan Muharebesi`nin
olmayan ediplerin yazdıklarında Türklük adına değil, Türk Edebiyatındaki Akisleri, (Gazi Üni. Basılmamış
yüksek lisans tezi).
Osmanlılık adına gurur levhaları vardır. Bununla be-
Ülgen, Erol (1993), 1897 Türk-Yunan Savaşının Türk Şiirin-
raber, bütün bu edebî mahsuller – hiç şüphesiz – Os- deki Akisleri, İstanbul Üni. (Basılmamış yüksek lisans
manlı devletindeki diğer unsurların değil Türk’ün millî tezi).
hassasiyetini beslemiştir. Çünkü savaşın edebiyata Yöntem, Ali Canip (1996) Ali Canip Yöntem’in Eski Türk
Edebiyatı Üzerine Makaleleri, (haz. Ahmet Sevgi, Mus-
yansıması daima Türk hayatıyla ilgiliydi.
tafa Özcan), Sözler Yay., İstanbul.
Mehmet Emin Yurdakul ise bu heyecanı doğru- Ziya Gökalp (1990) Türkçülüğün Esasları, (haz. Mehmet
dan doğruya Türklük adına duydu, şiirine yansıttı. İlk Kaplan), Kültür Bak. Yay., Ankara.

222 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


İSLAMCILIĞIN KONJONKTÜREL
HEGEMONYASI VE ÜÇ AŞAMASI

HİLMİ DEMİR*

İ
slamcılık ile modernizm ya da modernleşme meyi tek tip ve Batı merkezli bir yaklaşımla yorum-
arasında sıkı bir ilişki vardır. Her ne kadar bu lamasıdır. Oysa İslamcılık modernleşmenin kuşattığı
ilişki genelde bir karşı oluş ya da zıt oluş şek- bir zaman ve mekân içinde doğmuş ve gelişmiştir.
linde algılanırsa da doğru gözükmemektedir. Kültü- Ve Modernleşme süreçleri Batı dışı modernleşme-
rel açıklamalar İslamcılık ile modernleşme arasında lerin yaşandığı çoğul ve farklı süreçler olarak kabul
gelenek-modern, Batıcı-İslamcı, kutsal-seküler, akıl- edilmelidir.
din gibi karşıtlıklar üzerinden hareket ettiğinden, İs-
Bundandır ki, Modernleşme süreci tek bir süreç,
lamcılık ile modernleşme arasındaki ilişki de yanlış
tek bir istikamet ve zorunlu bir son, merkezden çev-
bir biçimde bir karşıtlık-zıtlık üzerine kurulmuştur.
renin belirlendiği ve çevrenin mutlak itaat etmesi ge-
Modernizm ile İslam’ın temsil ettiği değerler arasın-
da mutlak karşıtlık gören özcü, yaklaşımlar, Doğu reken bir süreç olmadığı gibi İslamcılık da bu sürece
ile Batı arasında uzlaşmaz bir karşıtlık anlayışından sonuna kadar direnen ve otantik olarak sahihliğini,
hareket ederler. Oryantalizm ile modernleşme teori- masumluğunu korumuş bir kutsal bakire değildir. Katı
sinin kesişim noktasını oluşturan bu uzlaşı da Doğu bir gelenek/modernlik ayrımına dayanan bir model,
Müslüman-Batı ya da geleneksel-modern ikilemi ne Batı modernliğini anlamak ne de Batı-Batı Dışı
üzerinden yürütülür ve biz ve onlar zıtlığı üzerinden ilişkisini kavramak için uygundur. Batı’da modern-
kavramsallaştırılır. leşme aynı süreçleri izlemediği gibi Ortadoğu’da
da Türk modernleşmesi ile Mısır ve diğer ülkelerin
Gerek modernizm taraftarları gerekse İslamcı- tecrübeleri arasında ciddi farklar vardır. Bu yüzden
ların ortaklaşa paylaştıkları bu kültürelci yaklaşım yazımın başında İslamcılık-modernleşme, gelenek-
biçimi, dinin toplum, kamu ve siyaset sahnesindeki modernite gibi karşıtlıkları ve kendi içlerinde tama-
görünürlüğünü yorumlarken aynı biçimde karşıtlık ve men bütünleşik ve diğerine kapalı iki ayrı alan oldu-
çatışma üzerine kurulur. Bernard Lewis ve Samuel ğunu reddediyorum.
P. Huntington gibi Oryantalizmin mirasçıları İslamcı-
lığın yeniden canlanışını ya geleneksel dinlerin dire- Türkiye’de İslamcılığın 1980 öncesi ve 1980 sonra-
nişçi ve değişmez yapılarına ya da İslam’ın siyasal sı olarak iki dönemde ele alınabileceğini ve 80 sonrası
doğasına bağlamaktadırlar. Buna karşılık kültürelci İslamcılığın büyük bir dönüşüm ve değişim yaşayarak
yaklaşımları temellük eden İslamcı aydınlar da İs- Ulusaşırı Hegemonyanın tarihsel bloğuna katılarak
lamcılığın yeniden canlanışını modernizm başarısız- konjonktürel hegemonyasını kurduğunu düşünüyo-
lığı, Batı maddeciliğinin yetersizliği, pozitivizmin iflası rum. İslamcılığın yaşadığı bu dönüşüm ve değişimin
ve maneviyata dönüş gibi karşı oluş tezleri üzerinden kültürelci yaklaşımlarla da açıklanamamaktadır. Zira
açıklamaktadırlar. Her iki tezin ortak noktası da mo- İslamcılık 80 sonrası karşı olduğunu iddia ettiği birçok
dernleşme ile İslamcılık arasında mutlak bir karşıtlık yapı ve fikirle iç içe geçerek karşıtı olan Batı değerle-
ya da zıtlık bulunduğunu kabul etmesidir. Ayrıca bu rinin temsilcisi olabilirken aynı zamanda kendi gücünü
iki yaklaşımın bir diğer ortak noktası da modernleş- de koruyabilmiştir. Bundandır ki İslamcılığı hegemon-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 223


ya kuramları çerçevesinde anlamayı daha uygun gö- kültürüne mesafeli bir söylem ve duruş geliştirmiş-
rüyorum. Toplumsal değişimleri uluslararası ve yerel tir. Aslında bu “Batı’nın teknolojisini kendi kültürüyle
hegemonya krizleri ve hegemonya inşalarına dayalı birleştirme” düsturu Türkiye’deki muhafazakâr pers-
olarak konumlandırmayı gerektiren bu yorumları daha pektifin çoğunlukla teknolojiyle sorunlu bir ilişki içinde
kuşatıcı bulduğumu ifade etmeliyim. olmadığını ortaya koymaktadır.
Buna göre 80 öncesi hegemonya kendini modern- Akif’in Safahat’ta dediği gibi; “Alınız ilmini Garb’ın,
leşme eylemi ile kurmuş ve İslamcılık da bu hege- alınız san’atını / Veriniz hem de mesainize son
monyanın diline uygun olarak Siyasal İslamcı olarak sür’atini, / Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız;
konumlanmışken, buna karşılık 80 sonrası yaşanan / Çünkü milliyeti yok san’atın, ilmin; yalnız mısraların-
hegemonik krizle hegemonya kendini postmodern bir da olduğu gibi “Batı’nın tekniğini alıp kültürünü red-
eylemle kurmuş ve İslamcılık da buna karşılık kendi- detme” biçiminde de formüle edilen bu anlayış, adeta
sini muhafazakârlık olarak yeniden inşa edebilmiştir. Türk muhafazakârlarının temel söylemi olagelmiştir.
Bu açıdan bakıldığında 80 öncesi modernleşme 1970 öncesi Türk Muhafazakârlığı daha çok ken-
sürecini insanın kutsaldan soyutlanması ve gelene- disini ahlaki ve kültürel biçimde modernleşmeden
ğin terk edilmesi olarak görmek ve Siyasal İslamcılığı ayrı tutarak bir mesafe oluşturmaya çalışmıştır. Bu
da salt Batı karşıtlığı olarak düşünmek yanlıştır. İs- dönemde özellikle yaşam ve mekân algısı itibariyle
mail Kara’nın dediği gibi: İslâmcı söylem dönem ola- ciddi bir muhafazakâr kültürel değerlerin baskın rolü
rak da muhteva olarak da modern (uzun tarihî süreç- vardır. Muhafazakârlık halk kültürünü temsil etme ça-
le ve gelenekle irtibatları zayıflamış), modernleştirici bası ve halk kültürünün yaşam biçimi üzerine yapılan
(modernist), ideolojik (genelleştirmeci, indirgemeci, vurgu dikkatlerden kaçmaz.
siyasal) ve büyük ölçüde seküler bir söylemdir.1 80
Bunun en dikkat çekici örneklerinden birini İslami
öncesi Siyasal İslamcılık kendisini özerk bir kimlik
tonlara da sahip olan Nurettin Topçu’nun Anadolu-
olarak 1970’de Milli Nizam Partisi’nin kuruluşuyla
culuk tezi otaya koymaktadır. Topçu’ya göre üretim
sahneye taşımıştır. 1970 öncesi çok partili siyasal
araçları ile millî kültür bir denge içinde olmak zorun-
hayata geçişle birlikte aslında İslamcılık daha çok
dadır. Müslüman’ca yaşayışı mümkün kılacak biricik
kendisini DP’nin içinde muhafazakâr kimlikle tem-
hayat tarzı kır hayatıdır. O hâlde sabanı aşan bir
sil etme imkânı bulmuştur. Toprak sahiplerini, kent
teknoloji ister istemez millî kültürün en temel unsuru
tüccarlarını, köylüleri ve dini cemaatleri bir önderlik
olan İslâmî yaşayışı da zaafa uğratacaktır. Topçu’nun
içinde birleştiren ve siyasal toplumu kuran DP bu
fikirlerinde sanayileşmeye karşı bir muhalefet ve kıra
dönemde jakoben laik yönetimlerin aşırı tutumları
karşı bir övgü vardır.
karşısında ılımlı modernleşmenin taşıyıcısı olarak
düşünülebilir. Bugün birçok muhafazakâr için sıra dışı gelebile-
cek özleminde; “sabanın sesi” de kesilmiştir artık ve
DP çatısı altında kendilerine yaşama alanı bulan
“makine gıcırtıları” her yerde “ahlâk ilahîlerini” boğ-
muhafazakâr aile, din, gelenek ve devlet gibi kurum
muştur. Anadolu “ideal ölçüleriyle yeniden kurulama-
ve değerleri öne çıkartarak Cumhuriyet’in radikal
yacak kadar bozulmuş” bir hâldedir ve yapılabilecek
modernleşmeci uygulama ve eğilimlerine karşı daha
tek şey, onu “hiç değilse ideal geçmişinden” yola çı-
temkinli bir modernleşmenin savunusu olarak karşı
karak, biraz olsun kendisine benzetebilmektir.
muhalif modernleşmeci bir söylemi geliştirmişlerdir.
Gerçekten de Topçu’nun literatüründe ‘sanayileş-
Türkiye’de muhafazakârların DP iktidarı içinde
me’, ‘kapitalizm’, ‘liberalizm’, ‘bireycilik’, ‘kentleşme’
temsili modernleşme projesine açıktan muhalif bir
ve ‘Batılılaşma’ gibi kavramlar birbirleriyle neredeyse
muhafazakâr ideolojinin ortaya çıkmasını ve kök
tamamen örtüşen ya da her an birbirlerine dönüşe-
salmasını da önlemiştir. Kuşkusuz bunda CHP’nin
bilecek olan kavramlar olarak yer alır. Topçu’ya göre
kendisini daima devletin mutlak sahibi ve modern-
modernlik katlanılması gereken bir ‘dert’, hatta tedavi
leşmenin temsilcisi olarak dayatmasının da etkisi
edilmesi gereken bir ‘hastalık’ bile değil, derhal kur-
vardır. CHP ile Devlet arasındaki bu aşırı özdeşleş-
tulması gereken bir ‘bela’dır.
me, ve jakoben laik-modernleşme baskısı Türkiye’de
muhafazakâr iktidarların meşruiyetini, modernite ile Türkiye’de 50’li yıllara kadar ekonomik ve tekno-
aralarında bir sorun olmadığını fiili olarak ortaya ko- lojik bir hamle veya kalkınma programı olmaktan çok
yabildikleri oranda bir problem olarak görülmemiş, siyasî-ideolojik bir dayatma olan modernleşme karşı-
meşruiyet bulmuştur. Muhafazakârlık bu zorluğu sında muhafazakâr düşünce romantik bir muhalefet
moderniteyi birbirinden kolayca ayrılabilir iki parça- sergilemiştir. 50’den sonra ise Truman Doktrini ve
dan müteşekkilmiş gibi değerlendirerek aşmaya ça- Marshall Yardımının iktidar desteğini almasıyla bir-
lışmıştır. Batı’nın teknolojisini devralmaya hevesli, likte modernleşme siyasal, ekonomik ve sivil toplum
ancak ahlâk, davranış ve eylem biçimleri anlamında desteğini alabilmiştir. Öyle ki 1960’dan sonra ortaya

224 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


çıkan İslami Edebiyat Batı’ya, modernizme ve din siyaset sahnesinde yeni aktörler, dinamikler ve söy-
düşmanlarına karşı açık bir saldırı ve karşı duruş bile lemler devreye girmiştir. Milliyetçi ve Sol siyaset ve
aslında modern hayatı ve modern bakış açısını hep aktörleri bu süreçte fazlasıyla örselenmiş ve siyaset
içinde barındırmıştır. 67 sonrası Minyeli Abdullah, sahnesinden özellikle ideolojik anlamda, neredeyse
Huzur Sokağı gibi bu ilk dönem ürünlerinde sergile- tamamen tasfiye edilmişlerdir. Seksen sonrası ge-
nen Batı üzerinden İslâm’ı methetme, Batı’nın dine lişen İslamcılığın toplumsal adalete ilişkin eleştirel
ve dindarlara olan saygısını övme, demokrasi, insan vurgusu, uygulanan liberal ekonomik politikalar, hızlı
hakları, adalet, eşitlik vb. kavramlarını ön plana çı- zenginleşme, gelir dağılımdaki eşitsizliklerin bir so-
karmaya çalışması bunun belirtisidir. nucu olarak değerlendirilmektedir. Gerçekten de bu
dönemde İslâmcılığın ivme kazanmasında adil dü-
Bu açıdan 1950’lerden sonra yükselen
zen söylemi başta olmak üzere, toplumsal kaygı ve
İslâmcılığın ana karakteri “milliyetçi - muhafazakâr”
vurguların öne çıkmasının etkili olduğu söylenebilir.
bir karakterdir ve ılımlı modernleşme tezine bağlıdır.
Merkez sağ politikaların hızla yıprandığı İslamcı po-
Özellikle 1970’lere kadar cemaatlerin ve tarikatların
litikaların ise kendine yer bulmaya çalıştığı bir süreç
öne çıkan liderleri Süleyman Hilmi Tunahan, Necip
yaşanmaktadır.
Fazıl Kısakürek, Hüseyin Hilmi Işık ve daha çok ye-
rel düzeyde etkin olan şahıslardır. Bunların hemen 1990’lardan sonra bir kısım İslâmî aydınlar tara-
hemen tümünün ortak özelliği milli ve manevi değer- fından geliştirilen Medine Vesikası veya çok hukuklu-
lere önem veren bir dinî anlayışa sahip olmalarıdır. luk gibi tartışmaların bir yanıyla da bu rüzgârın etkisi
Ancak 1970’lerden itibaren Mısır, Pakistan ve daha altında ortaya çıktığı düşünülebilir. Bu dönemde ger-
sonraları 1979’da İran’da gelişen devrimle birlikte çekleşen bu türden arayışlar, İslamcı aydınların Batı
Türkiye’deki dini anlayışın millî karakteri ümmetçiliğe demokrasisinde görülen çoğulculuk, diyalog, uzlaş-
doğru evirilmeye başlamıştır. ma, hukukun üstünlüğü, temel hak ve hürriyetler gibi
değerleri kabullendiklerini; ancak bu değerleri İslam
1970’de Milli Nizam partisi ile birlikte muhafazakâr
tarihindeki kurumlar ve uygulamalarla temellendire-
düşünce kendisini Siyasal İslamcılığa karşı yeni ve
rek, bunlara bir nevi İslâmî bir hüviyet kazandırmaya
farklı bir yolda bulur. Geleneksel muhafazakâr dü-
çalışlıklarını göstermektedir. Bir başka deyişle bu tür
şüncede kır ve köylü yaşam tarzına karşı kentin ve
çabalar, İslâmcı aydınların reddettikleri iktidar yapı-
sanayileşmenin ilk kez muhafazakâr fikirlerle mezce-
larının diliyle ve olumsuz Batının bilgi çerçevesi için-
dilmesi çabasıdır bu yol. Fakat 70’lerde kendini Siya-
de akıl yürütmeye başladıklarının işaretleridir. Farklı
sal olarak kuran İslamcılık körfezden gelen akımlarla
modernleşme anlayışları, farklı bilgi felsefeleri, farklı
modernleşme ile arasındaki çelişkili duruşu devam
değişim süreçleri anlaşıldıkça genel olarak İslami ke-
ettirmiştir. Fakat 1970’lerden itibaren matbuat, sivil
simler, özel olarak da İslâmcı aydınların bilinçaltında-
toplum ve kent tüccar sınıfında ciddi bir İslamlaş-
ki olumsuz Batı imajı sarsılmaktadır.2
manın başladığını söylemek yanlış olmayacaktır. İs-
lamcılık 80 öncesi dönemde hegemonyasını kuracak Hegemonik emperyal eylemin kuruluş süreci
ana toplumsal sınıftan yoksundur. İslamcı düşünce olan 80 sonrası süreçte İslamcılık artık bir karşı-
hala polemiksel gerilimlerle yüklüdür ve iktidar yapı- modernleşme olmaktan çıkacak Batı medeniyetiyle
sını karşıtlarının olumsuzlanması üzerinden kurma- ittifak kurma sürecine girilecektir. Bu süreç çoğul me-
ya devam eder. deniyetler sürecinin Batı medeniyetine eklemlenme
sürecidir. AB politikaları ile hız kazanacak bu süreç-
1980’öncesi dönem; 50’lerden itibaren ABD he-
te İslamcılık artık kültürel muhalefetini kaybedecek,
gemonyasının modernleşme projesinin kültürel ve
dahası Batı medeniyetinin taşıyıcı mazrufu haline
siyasal iktidar olma sürecidir. ABD’nin modernleşme
dönecektir.
projesi ve oryantalizmin diline göre Doğu sahip ol-
duğu kültürel değerler Batılı değerlerden yoksundur Bu değişim sürecinin İslami edebiyata nasıl yan-
ve Doğu’nun sahip olduğu bu kültürel değerler onu sıdığını gösteren Kenan Çayır, 1980’lerden sonra
yoksulluğa ve geriliğe mahkûm etmiştir. Buna karşılık ortaya çıkan edebiyatı Hidayet Romanları, 90’lardan
muhafazakâr ve İslamcı tez bu geriliğin tarihsel ola- sonra yazılan metinleri Özeleştirel romanlar ola-
rak değişmez bir nitelik olmadığını savunur. İslamcı- rak isimlendirir. O bu değişimi şöyle dile getirir: “…
lığın kalkış evresi olarak adlandıracağım bu evrede Özeleştirel romanlar olarak adlandıracağım bu ro-
İslamcılık, Batı’nın üstünlüğünün, onun bilimi, tekno- manlarda İslâmî karakterler, 80’lerin İslâmî kimlikleri
lojisi ve maddiliğinde yattığını ve buna talip olduğunu ve dinî idealleriyle 90’lı yıllardaki yeni yaşam dene-
gösterir. yimleri arasında sıkışmış olarak resmedilmektedir…
Öz-eleştirel romanlardaki yeni Müslüman karakterler,
1980 sonrası dönem ise İslamcılığın manevra
laik kesimlerin ve kolektif İslâmcılığın kalıp yargıla-
evresidir. İslâmcılık 12 Eylül askerî rejiminin ardın-
rına, kendi iç dünyalarını ve çelişkilerini ifşa eden
dan, seksenli yıllarda yeniden sahneye çıktığında

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 225


bireysel anlatılarıyla direnmektedir. Bireyin iç dün- ve devlete hükmetmesi bu iki alanı belirlemesini ko-
yasının açılması ve İslâmî ideallerin gözden geçiril- laylaştırmıştır.
mesi, İslâmî hareketin ve kimliklerinin dönüşümünü
Hegemonyanın inşasında en önemli yönlerden
göstermektedir.”3
biri günlük yaşamın ve pratiklerin kontrol edilebilme-
Kalkış evresindeki çatışmacı ve polemiksel sidir. Günlük yaşam ve pratiklerde medya ve iletişim
soysal-siyasal ortamdan kaynaklanan aktif söy- araçlarıyla ve tüketim kültürünün kontrol edilmesiyle
lem, 80’lerden sonraki globalleşme ve liberalleşme davranış şekilleri, hayat tempoları, zaman kullanımı,
rüzgârından sonra bireysel pasif söyleme doğru sınıflandırma kalıpları, bilgi külliyatları ve ritüelleri
kaymıştır. Turgut Özal’ın liberal politikalarıyla, global zerk edilerek rıza sağlanır.6
kültür ve ekonomiye eklenmeyle değişen sosyal ya- Bir diğer husus da mekânın dizayn edilmesidir.
pıyla birlikte, apolitize olmanın başladığı ve popüler Yaratılan yeni şehir modelleriyle mekân modernleş-
kültürün tam anlamıyla hakim olduğu, halkın sosyal- tirilmiştir. İslamcılık gecekonduların değil büyük gök
siyasal meselelerden çok ekonomik meselelerle ilgi- delenlerin, lüks sitelerin, TOKİ konutlarının mekânıdır
lendiği bir dönemde, popüler İslâmî romanlar da bu artık. Toplumsal eşitsizlikleri ve tahakkümü doğal-
sosyal-siyasal yapıya biraz daha eklenmiş, muhalif laştırmanın en önemli araçlarından birisi eşitsizliğin
söylemini, çatışmacı yapısını uzlaşmacı bir yöne görünür olmasını engellemektir. Zenginlere yönelik
kanalize etmiş, moderniteyle daha iç içe bir görüntü lüks sitelerin kalın duvarların arkasına gizlenmesi ve
sergilemektedir. Bu durumun romanlardaki en bariz ekonomik olarak diğer sınıfların oraya ulaşmasının
yansıması karakter yapılarında görülür. İkinci dönem engellenmesi mekân aracılığıyla eşitsizliğin doğal-
ürünlerin kahramanları, artık eskiler gibi toplumu kur- laştırılmasına hizmet eder.
tarmaya girişen, İslâm’ın müdafiliğine soyunan ‘mü-
İslâmcılık, Ümit Aktaş’ın dediği gibi, “Hayatı, za-
cahit’ taraflarıyla değil de, daha çok kendi yakın çev-
manı, mekânı, parayı, maddî olanı, modernlerin al-
relerinin inancını korumaya çalışan, fıkhî ilkelerden
gılayıp tanımladığı, vazettiği hatta dayattığı şekilde
çok ahlakî ilkelere vurgu yapan ‘masum’ yönleriyle
değerlendirmekten uzak durma iddiasında”7 olan bir
belirginlik kazanır.4
akım da değildir artık.
28 Şubat sonrası dönem ise İslamcılığın varış
Sonuç olarak soğuk savaş öncesi ve sonrasında
evresidir. İslamcılık güçlü bir toplumsal tabanla ik-
da tek değişmeyen yegâne şey, kapitalizmin kendini
tidara taşındıktan sonra hegemonyasının toplum-
daha güçlü bir biçimde yenilemesi ve hegemonyası-
sallaştığı ve kurumsallaştığı yeni bir dönem başlar.
nı sürdürmesidir. Hatta bu iş, tarihin sonu tezleriyle
Bir hegemonya inşasında din, ekonomik dinamikler,
birlikte liberal piyasanın Mesihliğinin ilanına kadar
siyasi kurumlar, devlet ve sivil toplum birbiriyle ba-
gitmektedir. Her ne kadar yaşanan 2008 küresel eko-
ğıntılı olarak hareket etmektedir. Bunları bir gizli el
nomik krizi liberal piyasa hakkında ciddi kuşkulara
bir araya getirmez, bir grup aktör tarafından bir araya
yol açmışsa da kapitalizmin hala diri olduğu yadsına-
getirilirler. Türkiye’de İslamcılığın aktörleri dünyada
maz. Bu anlamıyla İslamcılık varış evresinde küresel
yaşanan organik kriz anlarında, konjonktürel olarak kapitalizmin hegemonyasına eklemlenerek konjonk-
bu dinamikleri yeniden örgütlemeyi başararak hege- türel hegemonyasını tahkim edebilmiştir. Bu yönüyle
monyaya dâhil olmayı başarabilmişlerdir. Türkiye’de asayişin berkemal olduğunu söylemekte
Öncelikle yeni hegemonyanın en önemli ayakla- bir beis yoktur artık.
______________________________________________
rından birini oluşturan sivil toplum alanında İslamcı-
* Doç. Dr., Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
lığın ciddi bir birikimi ve örgütlenme gücü vardır. Sivil 1 İsmail Kara, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslam-
toplum günlük yaşamı, zaman ve mekânı kullanma- cılık, “İslamcı Söylemin Kaynakları ve Gerçeklik Değe-
yı ve insanların ekonomiyle ilişkilerini düzenleyen, ri”, c. VI, İstanbul, 2005, s. 41.
2 Ömer Çaha, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslam-
kayıt dışı ağları, toplumsal hareketleri ve dernekleri cılık, “Ana Temalarıyla 1980 Sonrası îslâmî Uyanış De-
kapsar.5 Kurulan hegemonyada tahakküm ve eşitsiz- mokrasi, Çoğulculuk ve Sivil Toplum”, c. Vı, İstanbul,
likler için toplumsal rızanın oluşumunda ve toplumsal 2005, s. 478.
bütünleşmenin sağlanmasında sivil toplum ile seçil- 3 Kenan Çayır, Türkiye’de İslâmcılık ve İslâmî Edebiyat,
İstanbul, 2008, s. 11.
miş belediyeler, siyasal gruplar, yerel resmi hizmet- 4 Murat Bozkurt, Popüler Kültürün 1960 Sonrası İslami
lilerden oluşan siyasal tolum arasında güçlü bir bağ Romana Yansıması, (Yüksek Lisans Tezi,) Van, 2009,
kurulması gerekir. Bu bağ hegemonik tahakkümü s. 81
5 Cihan Tuğal, Pasif Devrim İslami Muhalefetin Düzenle
toplumsal rızaya dayalı bir meşruiyete dönüştürür.
Bütünleşmesi, çev. Ferit Burak Aydar, İstanbul, 2010, s.
İslamcılığın toplumsal tahakküm kurmadaki en 43.
6 Age, s. 44.
temel becerisi de sivil toplum ile siyasal toplum ara- 7 Cihan Aktaş, Bir Hayat Tarzı Eleştirisi: İslâmcılık, İstan-
sındaki ilişkiyi örgütleyebilmesidir. Özellikle belediye bul, 2007, Xİ.

226 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


19. YÜZYIL DÜŞÜNCE AKIMLARINDAN
OSMANLICILIK

YAŞAR KOP*

S
on yıllarda gerek içerde ve gerekse dışarı- üçünün de ortak amacı milli devlete geçişi ve mil-
da Türkiye’nin yapısına uymayan ve uyma- letleşme sürecini reddetmektir. Hatta daha da ileri
yacak olan konu ve kavramlar tartışılarak gidilerek sanki milli mücadele yapılmamış gibi gös-
Türkiye büyük bir kargaşaya doğru sürüklenmek terilmektedir.
istenmekte ve bu bağlamda büyük gayret göste-
İşte bu makalede de yeni Osmanlıcılık olarak
rilmektedir. Amaç elbette ki Türk tarihinin devamı
adlandırılan tezin isminin asıl çıkış noktası olan Os-
olan Türkiye Cumhuriyeti ve sahip olduğu üniter
manlıcılık ele alınacak ve çeşitli yönleriyle ne anlam
yapıyı yıkmak veya zarar vermektir. Tarihi sayfalar
ifade ettiği üzerinde durulacak/durulmaya çalışıla-
karıştırıldığında benzer durumlara “soğuk savaş”
caktır. Belki de bu sayede bir kez daha demokrasi
döneminde dahi rastlanmadığı görülecektir. Bir
için elzem olanın millet ve millet gerçeğinin altı çizil-
nevi iki başlı kutup -ABD ve SSCB- yerine tek başlı
miş olacaktır.
hâkimiyet havası [küreselleşme] bu duruma vesile
olmuştur denilebilir. Gündemi takip eden herkesin Osmanlıcılık Akımının Temel Taşları:
de iyi bildiği gibi, tartışılan konular arasında; Türkiye Millet, Vatan ve Aydın
Cumhuriyeti Devleti için çok milletli ve çok hukuklu Devletin bekası için kullanılan bir tabir olan Os-
bir model, özellikle din ve kültür ağırlıklı “medeniyet- manlıcılık düşüncesinin daha iyi anlaşılabilmesi için
ler çatışması” ve “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) öncelikle millet, vatan ve aydın kavramları/algıları
tezleri ilk sıralarda yer almaktadır. Söz konusu tar- üzerinde durmak gerekmektedir ki konunun köşe
tışmaların şekillenmesinde birçok kesim tarafından taşları, hatta temel noktası/noktaları belir(len)miş
da kabul gören sebep Amerika Birleşik Devletleri’nin olsun.
yeni güvenlik anlayışından başka bir şey değildir. Bu
güvenlik anlayışı, tehlike ABD’ye ulaşmadan tehli- Bilindiği gibi Osmanlı Devleti teokratik bir dev-
kenin bulunduğu/bulunacağı farz edilen yer(ler)de lettir. Bu devlette din; toprak esası ya da milliyetten
tehlikeyi ortadan kaldırmak esasına dayanmaktadır. daha önemlidir. Bunun kökeni ise İslami anlayış-
tan gelmektedir. “Millet–i İslamiye”yi oluşturanların
Yukarıda zikredilen ve Türkiye’yi de kapsayan ortak özelliği hepsinin Müslüman olmalarıdır. Etnik
genel tartışma konuları son zamanlarda yeniden kökenleri önemli değildir. Farklı ırktan olup, ayrı dil-
isimlendirilerek sadece Türkiye’ye has çeşitli isim- leri konuşanlar eğer “Sünni Müslüman” iseler İslam
ler/tezler altında cereyan etmektedir. Bunlar ara- milletine dâhildirler. Müslümanların yanında İslam
sında “Türkiyelilik”, “ikinci Cumhuriyetçilik” ve “yeni topraklarında zımmiler de 1 yaşamaktadır. Osmanlı
Osmanlıcılık” olarak sıralanabilir. Gerçi her üçü de egemenliği altındaki zımmiler mezhep ya da dinleri-
birbirini tamamlayan tartışma konularıdır ve her ne göre Osmanlı yönetimi tarafından gruplandırılmış

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 227


ve bu gruplara “millet” adı verilmiştir. Şu halde millet aydınının sözlüğünde halk terimi de yoktur8.
Osmanlı Devleti’nde dini toplulukların ismidir. Os-
Bu çerçevede kimi zaman Batı aydınından ay-
manlı Devleti’nde Rum, Ermeni ve Yahudi millet(ler)
rılan, ama birçok konuda da özünde Batıcı olan
i vardı. Bulgarlar eğer Ortodoks iseler, Rum milleti-
Osmanlı aydınıyla, Batı aydınının farklarını ortaya
nin bir üyesi sayılırlardı. Hâkim ve yönetici sınıf olan
koymak yerinde olacaktır9.
Türkler, Araplar ve Arnavutlar gibi Müslüman’dılar
ve kendilerini “Osmanlı” olarak adlandırmışlardı2. 1- Osmanlı aydını herhangi bir sınıfın sözcüsü
değildir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun genişlediği toprak-
lar üzerinde çeşitli din ve etnik kökenlere bağlı çok 2- Osmanlı aydını, devlet içinde oluşmuştur.
sayıda grubun bulunduğunu ve bütün bu grupları 3- Osmanlı aydını düşünce üretmemiştir.
Osmanlı siyasal sisteminin oluşturduğu bir denge
içinde örgütlenmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu 4- Batı aydını öğrenmeye, Osmanlı aydını dü-
çok sayıdaki gruplar, daha sonra Osmanlı yönetici- şünceye önem vermiştir.
lerinin “millet sistemi” adı verdikleri bir bağ çerçe- 5- Osmanlı aydını halkın kendini kurtarmasına
vesinde örgütlenmişlerdir. Buradaki, millet terimi gü- izin vermemiştir.
nümüzde kullanılan anlama gelmeyip, “dini cemaat”
manasında sarf edilmektedir. Sonuçta, Osmanlı Sözüne güvenilecek aydın yok diyen devlet
İmparatorluğu’nda çok sayıda bulunan söz konusu adamları da tıpkı Osmanlı aydınları gibi; yapmaları
gruplar, “Müslüman milleti” veya “Ortodoks milleti” gerekeni yapıyor, yaptıklarının teorisini yapmıyorlar-
şeklinde kategoriler altında örgütlenmişlerdir. Doğal dı10.
olarak Ortodoks milleti içinde Rum veya Bulgar ol- Osmanlıcılık Fikrine Giden Yol
mak, Fransız İhtilalı öncesinde fazlaca önemli olma-
Genel izahatlardan sonra bu fikir nedir? Niye
yan bir alt kategoride yer almak demekti3. Dolayısıy-
ihtiyaç duyulmuştur? Gibi soruları açıklamak daha
la 18. yüzyıl yalnız ilimde değil, düşünce noktasında
kolay olacaktır. Osmanlı Devleti’nde Lale Devri ile
da en büyük değişmelere ve ilerlemelere sahne olan
değişim süreci başlasa da bu süreçte Tanzimat
bir yüzyıl olmuştu4.
Dönemi’nin apayrı bir yerinin olduğu göz ardı edil-
Osmanlı Devleti’nin örgütlenmesi üç esasa da- memelidir. Tanzimat bir geçiş ve buhran devridir.
yanmaktaydı: Bunlar sırasıyla bürokrasi, ordu ve Devlet, kendi yaptığı reformların tabii sonuçlarından
maliye idi. 18. yüzyılda ortaya çıkan ve 19. yüzyılda ilk önce kendisi rahatsız olmuş ve sonuçları durdu-
da görülen aydınlanma hareketi entelektüeli üretmiş- ramamanın sıkıntısı içinde kendi kendisiyle çelişik
ti. Batıda aydınlanan insan, Osmanlı Devleti’nde ay- bir duruma düşmüştür11. Hürriyetçi ve meşrutiyetçi
dınlatan durumdaydı. Osmanlı aydınının oluşumuna fikirler şüphesiz Osmanlı İmparatorluğu’nda birçok
etki eden olgular ise; din adamlarının bürokrasi ve yıldan beri bilinmekteydi12. İşte Tanzimat da eşitlik
maliyeye sızması, İslami ilim anlayışı ve bu ikisinin ve hürriyet fikirlerini getirmek iddiasındaydı. Ayrı
müşahedesi olayı idi. Keza Osmanlı münevveri, cinsten siyasi bir yapı içerisinden o vakte kadar
Batı’nın aksine belirli bir sınıfın ürünü olarak ortaya “Osmanlı” birliğine bağlı kalan unsurların öncelikle
çıkmamış ve bunun yanı sıra ise sürekli kurtarıcı rol uyanması kadar doğal bir şey olamazdı. Tanzimat’ın
oynamıştı5. Yine Osmanlı aydını, tarih boyunca ken- verdiği “müsaadeler” doğrultusunda azınlıklar, im-
di devletinin kurtuluşunu tarihi bir düşünce eylemi paratorluğun parçalanmasına kadar ayrı ayrı hür-
olmaktan çok, yalnız bir eylem tarihi olarak görmüş- riyet istiyorlardı. Bunu kabul etmek imparatorluğun
tür. Bu yüzden aydınlar, hem halktan, hem saray- yıkılması demekti. Kabul etmemek ise Tanzimat’ın
dan kopuk, ama devlet ideali ile ortaya çıkmışlardır6. ortaya attığı fikirlerden vazgeçmek anlamındaydı.
Özellikle de, Osmanlı Devleti’ni düşünen aydınlar, Kısaca, Tanzimat Dönemi’nde devlet adamları bir
toplum içinde hayatiyet sahibi olan dinden farklı bir çıkmazın içerisindeydi. Hatta bütün iyi niyetleri ile
din içinde olduklarının sezgisi içerisinde halkın taas- birlikte bu çelişik durumda Batı medeniyetine yö-
subunu uyandırma korkusunu sürekli taşımışlardır. nelmek ve modernleşmek ile imparatorluğun siya-
Halkın taassubu kamuoyu idi. Bu durum binanın te- si bütünlüğünü korumanın uzlaştırıl(a)maz buhranı
meli değil, aksine binanın enkazı görünümünde olan içinde bulunuyorlardı13. Bu düşünceler ileride de
bir tehlike idi. Buna paralel olarak devlet ricali de bahsedileceği gibi “Yeni Osmanlılar” veya “Genç
hiçbir zaman sözüne güveneceği bir aydın toplulu- Osmanlılar”ın temel fikirleri olacak ve bütün yazıla-
ğu bulamamıştı7. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı rında bu konular savunulacaktır.
üzere, Osmanlı aydını gerçekte Batıcıdır. Osmanlı
Evet, 19. yüzyılın başından beri, Osmanlı İm-

228 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


paratorluğu hızlı bir iktisadi gelişme içine girmişti. lü- zayıfı, güzel-çirkini her zaman için etkiler. İşte
Devletlerarasındaki rekabetlerin gitgide keskinleşti- Avrupa’nın Osmanlı Devleti’nin İslam bölgelerindeki
ği bir bağlamda, yabancı sermaye ile çağrı siyaseti etkileri önceleri yavaş yavaş belirmesiyle başlamış,
bu gelişmeyi desteklemişti. Devrin atılımında Os- sonraları kendisini iyice göstermesi ile devam etmiş
manlı İmparatorluğu o tarihe değin kendinden pek ve kök salmasıyla sonuçlanmıştır19. Süreç bu şekil-
bahsettir(e)mediği için, bunun neticesinde; kadınlar, de devam etmesine rağmen bilindiği gibi ne Tanzi-
işçiler ve aydınlar diye üç sosyal grup su yüzüne çık- matçıların, ne Meşrutiyetçilerin ne de İttihatçıların
mıştı14. Bu gruplarında iyice belirginleşmesiyle artık hareketleri ve iyi niyet çabaları da dâhil olmak üzere
Osmanlı Devleti bir değişim sürecine girmişti demek imparatorluğu mukadder sondan kurtaramamıştır20.
yanlış olmayacaktı. Bir yandan Tanzimat Devri ol-
Bütün bunlardan şu sonuç çıkartılabilir21: Re-
mak üzere, bütün modernleşme hareketleri ve Batı
formcu Osmanlı aydınlarının Batı’yla temasları so-
tipi kurumları Osmanlı Devleti’nde oluşturulmaya
nucunda Batı fikirleri onlarda iz bırakmaya başla-
çalışılırken, diğer yandan da Osmanlı İmparatorluğu
dığı halde bu etkilere şekil veren, sadece Osmanlı
içerisinde yaşayan çeşitli unsurlar arasındaki farkla-
İmparatorluğu’nun sosyal ve yapısal özellikleri ol-
rı ortadan kaldırma çabası içine girilmişti. Osman-
muştur.
lı yöneticileri; Rum, Bulgar, Arap ve Arnavut olma
gibi özellikleri bugün bizlerin “hemşehrilik” olarak Yukarıda da belirtildiği gibi, Osmanlı Devleti
nitelendirdiğimiz bir kategoriye dönüştürmek ve asıl bu şartlar altında yeni silahlara ihtiyaç duymuştu.
önemli olanın Osmanlı olmak olduğunu vurgulamak Müslüman halk Osmanlı milleti, gayrimüslim halk
istemişlerdi15. Tabii ki burada oluşan düşüncelerin da Ortodoks milleti olarak adlandırılmıştı. Ama bu
ve kavramların netleşip, netleşmediği de önemlidir. sistem Fransız İhtilalı akabinde iki temel sorunla
Tanzimat öncesi düşünceler, daha billurlaşmamış karşılaşmıştı. Birincisi, milliyetçilik fikirlerinin her ta-
bu durum, ancak Tanzimat sonrası gerçekleşebil- rafa yayılmasıydı. Buna misal olarak “Etnik-i Eterya
mişti. Mesela Rusya’nın formülize ettiği, bu devlet Cemiyeti”nin ve diğer tali nedenlerin birleşimi ile Yu-
nasıl kurtarılabilir? sorusu16 düşüncelerin billurlaş- nan isyanı (1821–1829) ve sonucunda bağımsızlık
madığını göstermesi açısından tarafımızdan önemli olayı ile Osmanlı Devleti’nin çatısı altında bulunan
görülmüştür. diğer unsurlara örnek teşkil etmesi gösterilebilir22.

Osmanlı Devleti’ne göre, Batı’nın imparatorlu- Osmanlıların kurmuş olduğu dengenin karşılaş-
ğa karşı davranışı, Haçlı seferlerinin devam ettiği- tığı ikinci büyük güçlük ise, devletin bir modernleş-
ni gösteriyordu. Bunlar arasında Rusya, Osmanlı me sürecinin içine girmiş olmasıdır. Bu başarı im-
Devleti’nin en önemli dış düşmanı sayılıyordu17. paratorluğa bağlı olan ama kendisine erişilemediği
Rusların hedeflerine ulaşmak için büyük gayretler için adeta özerk yaşayan çeşitli grupları yönetime
sarf ettiği zaten ortadadır. Ekalliyetleri kışkırtmak, karşı mücadele içine sokmuştur. Bunlara eklenme-
elde olanı elde tutmak, olmayanı ele geçirmek si gereken önemli bir nokta da23 Osmanlı yönetimi-
Ruslar için vazgeçilmez bir tutkuydu. Zaten Deli nin bu tür hareketlerle uğraşabilecek ve bu alanda
Petro’nun da dediği gibi, hedefe ulaşmak istiyorsan, uluslararası baskıya karşı durabilecek güce sahip
hedefi kendine yakınlaştırmak gerekir. O sıralarda olmayışıdır. Aslında Osmanlı yöneticilerinin geliş-
Arnavutluktan geldiği söylenen bir mektupta, Os- mekte olan milliyetçi hareketlerin farkında olmadık-
manlı Hükümeti’nin Arnavutluk’a yeteri kadar önem ları bunun içinde çağın en güçlü akımının karşısına
vermediği için Osmanlı Devleti’nden ayrılmak istedi- “Osmanlıcılık” gibi suni bir milliyetçilik çıkararak,
ği yazıyordu. Sebebi ise; Arnavut çocuklarını, Rum olayı baştan kaybettikleri doğru bir tez değildir. Bu
ve Bulgarlar kendi okullarına kaydettirmek için kili- kimseler çok iyi farkında oldukları akımın karşısına
seler aracılığı ile zaman harcarken, Osmanlı Devleti ancak üst kimlik verebilecek bir milliyetçilikle çıktık-
oralı bile olamıyor, olmuyordu. Bu sebeplere bir de ları takdirde, zor da olsa başarı sağlayabileceklerini
tahrik ve teşvik eklenince, Arnavutlar bu görüşlerin- düşünmüşlerdir24.
de ısrar etmişlerdi. Buna karşılık Osmanlı Devleti Osmanlıcılık; Osmanlı Devleti’nin yıkılmaktan
hiçbir Osmanlının “lisanına-kavmiyetine” dokunmak korunmasını, devlet sınırları içinde yaşayanları
niyetinde olmadığını belirtiyor, böyle bir çareyi red- hangi soydan ve dinden olursa olsun kaynaştıra-
dediyordu18. Artık Osmanlı Devleti için tüm unsurla- rak bir “Osmanlı milleti” oluşturmakla mümkün gör-
rı bir arada toplamanın zamanı gelmişte geçiyordu mek demekti25. Osmanlı milleti içinde Türk, Ermeni,
bile. Bulgar, Arnavut ve Arap eriyecek, hepsi “Osmanlı”
Genel-geçer bir kurala göre, büyük-küçüğü, güç- olacaktı. Böylece milliyetçiliğin yol açtığı ayrılıklar

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 229


ile bağımsızlık çabaları önlenecek, herkes Osmanlı bir devlet adamıdır.) idiler. Bunlar Mehlika Sultana
Devleti’nin yücelmesi ve eski günlerine dönmesi için âşıktılar. Mehlika Sultan ise, Avrupa’ydı, hürriyetti,
çalışacaktı. terakkiydi, anayasaydı. Sosyalizm karşısında, cet-
leri Osman Bey gibi, ezilenin yanında kalmışlardı.
Osmanlıcılık Fikrini Yaşayan ve
Dolayısıyla sosyalizmle hiç ilgileri yoktur, sadece
Yaşatanlar
Batıyı çoğu yazardan daha iyi tartışırlar. Tarafsız ve
Buraya kadar anlatılanlar, konunun Osmanlı yö- hakşinastırlar32
netimi açısından görünümüdür26. İmparatorluk için-
diye açıklamıştır. Bu hızlı değişmeler ortamında
deki unsurlar açısından ise, bu görünümün bir hayli
oluşan, Jöntürkler Devrimi, basın ve işçi hareketle-
farklı olduğuna işaret etmemiz gerekmektedir.
ri de dâhil olmak üzere Osmanlı toplumunda bir tür
Özellikle Müslüman olmayan gruplar açısından patlayışa yol açmıştır33. Yeni Osmanlıların bu dü-
Osmanlıcılık fazla anlamlı bir kategori olmayıp, yal- şüncelerine kılavuz olacak sözü ise, Claius güzel bir
nızca kendilerinin bağımsızlık hareketini önlemeye şekilde dile getirmiştir. Şöyle ki: “Birleşmek başlan-
çalışan suni bir kimlik niteliğindeydi. Azınlıklar bir gıçtır. Birliği sürdürmek gelişmedir. Birlikte çalışmak
çeşit üst kategoriye ilgi duymaktaydılar. Ancak, özel- başarıdır.”
likle Müslüman unsurlar arasında Osmanlıcılığın bir
İçinde bulunulan yüzyılı değerlendirdiğimizde
süre kabul edilir, bir kategori olarak varlığını sür-
19. yüzyıl ırkçılığın en üst safhaya çıktığı asır olarak
dürdüğünü görmekteyiz. Daha sonra da bu gruplar
karşımıza çıkacaktır. Ama genç kuşak, Osmanlı gö-
arasında milliyetçilik fikirleri büyük bir yaygınlık gös-
rüşü ve meşruti yönetimle kötü durumdan kurtulaca-
termeye başlamıştır. Bunlara misal olarak 1881 tari-
ğını düşünüyordu. Daha çok Babıâli’nin politikalarını
hinde Mısır’daki mitingler de “yaşasın Araplar, kah-
eleştiriyor, halktan gelen örgütlenmeyi de ilk onlar
rolsun Türkler” 27 şeklinde tamamen milliyet boyutu
başarıyordu. Zaten düşünceye dayanan politikayı
algılatan sloganlar kullanıldığına tanık olunmuştur.
eleştirmenin başlangıcını da onlar yapmıştı.34
Bu açıklamaların doğrultusunda Osmanlıcılık
Doğum ve oturma yeri manasına gelen Arapça
fikrini yayıp, yaşatmak isteyen kurum veya örgütlere
asıllı vatan kelimesini, tüm sınırları içine alan bir söz-
ya da cemaatlere göz atmak konuyu derinleştirmek
cük olarak kullanan Genç Osmanlılar, her grubu ay-
adına fayda sağlayabilir.
rım yapmaksızın merkeze bağlama35 meyilinde/dü-
Osmanlı Devleti’nin siyasal yapısını değiştirmeyi şüncesindeydiler. Bundan başka gücünü adaletten
amaçlayan ilk hareket, 1865 yılında Yeni Osmanlı alan eşitlik prensibiyle de devletin parçalanmasına
Cemiyeti’nin kurulmasıdır. Burada amaç mutlak engel olmaya gayret etmişler ve bu durumu bir taktik
monarşi yerine anayasal monarşi kurmak, yani olarak benimsemişlerdi. Dolayısıyla Yeni Osmanlı-
monarkın yetkisini bir parlamento ile sınırlamaktı28. lar Batı ile fiilen ve fikren temas içinde olmuşlardır.
Yeni Osmanlı olarak adlandırılan gerçek liberalizm Şerif Mardin, Yeni Osmanlıları, kısaca siyasi fikirle-
hareketinin kurucuları arasında; Namık Kemal’in rinin derinliği olmayan Batı liberalizminin etkisinde
yanı sıra sonradan Ali Suavi, Ziya Paşa, Mısırlı kalmış düşünceler olarak değerlendirmektedir36.
Prens Mustafa Fazıl ve Mithat Paşa gibi Türk siyasi Belki de Köseoğlu’nun dediği gibi37 Osmanlıcılığı,
tarihinin önemli kişileri de katılmış ve Veliaht Murat aydınlarımızın hür seçimleri olmaktan çok, impara-
Efendi (V. Murat) ile Şehzade Abdülhamit Efendi (II. torluğun fiili durumunun aydın ve yönetici kesimleri-
Abdülhamit) de bu topluluk ile yakından ilgilenmiş- ne yansıması olarak değerlendirmek daha gerçekçi
lerdir29. olacaktır. Vatan ve ortak siyasi hâkimiyet, hanedan
Cemiyetin yukarıda ifade edilen gayesi doğrul- fikrine dayalı Osmanlıcılık, yıkılışa kadar imparator-
tusunda İslami esaslardan ayrılmaksızın çağdaş bir luğun resmi tutumu olarak devam etmiştir. Devletin
siyasal düzen kurmak istemesi, bazılarınca tenkit geleneksel yapısını Osmanlıcılık ilkesi bozmamıştır.
edilmiştir. Fakat çağdaş siyasal fikirleri benimse- Ama Osmanlıcılık gayreti yeterli de olmamıştır. Çün-
yenlerde vardı ki Namık Kemal bunlardan birisiydi30. kü gayrimüslim tebaa, siyasi ve idari hakları sadece
Şerif Mardin, bu cemiyetin hareketlerini, ideallerini ayrılıkçı hareketler için algılamıştır38. İşte, Jöntürkle-
devletin acil menfaatleri için fedaya hazır oluşları rin “Avrupa uygarlığının kendi ülkelerinde yayılması-
çerçevesinde açıklamıştır31. Cemil Meriç ise bunu nı” istemelerine rağmen siyasal sürgünlerin yaptığı
daha değişik tarzda: kongrelerin çoğunda rastlanıldığı üzere, azınlığın
dediği olmuş ve imparatorluğun bağımsızlığının va-
Yeni Osmanlılar; bir avuç toy, sorumsuz, sere- tanseverlerce korunması yolu seçilmiştir39.
nat delikanlı, Ali Paşaya muhalif (Ali Paşa sorumlu

230 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Vatanseverlerce devletin bağımsızlığının korun- aydın kimliği ile tanıtılmaya çalışan Namık Kemal,
ması yolundan başka Yeni Osmanlıların gaye ve aksine hayatının sonuna kadar, İslamiyet’i savunan,
amaçlarına ulaşmak için seçtikleri çeşitli yollar da bu çerçevede çok önemli tezler geliştiren bir müte-
mevcuttur. Bunlardan birisi ve önemlisi anayasanın fekkirdir. “Vatan ” kelimesini büyük bir ideale dönüş-
varlığıdır. Osmanlı anayasacılığı Batı’dan farklılık türen de aslında odur48.
göstermektedir. Anayasada kuşkusuz sultanın yet-
Tasvir-i Efkâr’ın kurucusu olan Şinasi, sebebi-
kilerini sınırlamak amaç edinmiştir. Böylece parla-
ni açıklamadan Avrupa’ya kaçmış, yerine Namık
menter bir yapı içerisinde, imparatorluktan kopma-
Kemal’i bırakmıştı. Namık Kemal Tasvir-i Efkâr’daki,
nın önüne geçilebilinecektir. Fakat hep tartışmalara
Ali Suavi de Muhbir’deki yazılarından dolayı Şinasi
yol açan bir nokta vardır ki o da bu şartlarda her-
gibi Avrupa’ya kaçmak zorunda kalmışlar ve gittik-
kes birleştirilebilecek miydi? Yoksa ortamını bulan
leri yer(ler)de Mustafa Fazıl’ın yardımlarını görmüş-
ayrılacak mıydı? Burada dikkati çeken hâkim unsur
lerdir49. Mısırlı Prens Fazıl, her yerde hükümetin
Türklerin tutumudur. Çünkü Osmanlıcılık fikrini tek
yetersizliğinden bahseden birisidir. Bu fikirlerinden
savunan Hanioğlu’nun ifadesiyle Türklerin kendi-
dolayı sonuçta sınır dışı edilmiştir. Kendisi Kahire
sidir40. Ama Osmanlıcılık fikri, Türklerin kendi milli-
Sarayı’na mensup olup, zenginliğinden ötürü Yeni
yetçiliklerine yönelmelerini uzun süre de önlemiştir.
Osmanlıları maddi bakımdan hep desteklemiştir50.
Yine de Türklük ağır basmış ve ilk Kanun-ı Esasi
Önce Ali Suavi’nin Muhbir gazetesi, grubun bayrak-
ile beraber resmi dilin Türkçe olduğu ifadesi metne
tarlığını yapmış, sonra ise yerini Namık Kemal’in
konulmuştur41.
Hürriyet’i almıştır51. Sonraları Namık Kemal İbret
Yeni Osmanlılar arasında söz sahibi olan kişi- gazetesi vasıtasıyla fikirlerini yaymaya devam et-
lerden bahsetmek gerekirse akla gelenlerden ilki miştir52. Düşünce yapısı hakkında bilgi edinmemize
Ziya Paşa olacaktır. O devletin ancak eğitim yoluy- yardımcı olan İbret’teki bir yazısında şöyle ifade de
la düzeltilebileceğini ve sadece devlet katında re- bulunmaktaydı53: “Devletin halktan ayrı bir vücudu
form yapılması gerektiğini savunmaktadır42. Ayrıca, yoktur. Kendisine mahsus hiçbir menfaati olamaz,
Hükümet-i şahsiyenin en kötü örneği olarak İran’ı ve toplum sözlerinin İslami karşılığı biat’dır. Fakat bura-
ondan sonrada Osmanlı Devleti’ni zikretmektedir43. daki şart; Padişahın ‘adil bir yönetim kurmasıdır”. Bu
arada belirtmekte fayda gördüğümüz nokta İbret ga-
İkincisi isim Ali Suavi’dir. Her türlü düşünceyi
zetesinin Namık Kemal’in yazılarının yanında Avru-
kendisinde bulmanın mümkün olduğu Ali Suavi, iyi
pa görmüş ve amaçları cumhuriyeti yaşatmak olan
bir hükümdarın yanında, aristokrat bir kesimin ülke-
intelijansiyaya da sayfalarını açmış olmasıdır54.
yi yönetmesini istemektedir44. Türkçülük ile meşhur
olmuş ve laiklik ile aydınlanma düşüncelerini de Namık Kemal 1873 tarihinde Vatan Yahut
kendisinde toplamıştır45. Akşin ise, diğer bazı şahsi- Silistre’yi yazınca Kıbrıs’a sürülmüştü55. Sonra da
yetleri bir çalışmasında şöyle özetlemiştir46: Cevdet 1877 yılında Midilli’ye gönderilmişti. Kendisi Ro-
Paşa: Tutkucu, yetkici ve İslamcı, Abdullah Cevdet: dos ve Sakız adalarında memuriyetlik yapmışsa da
Köktenci, garpçı, aydınlanmacı ve toplumsal yapıcı 1888 tarihinde Sakız Adası’nda vefat etmiştir56. Her
yani Sebahattinci, Ahmet Mithat: Yetkici ve aydın- zevkten uzak yaşayan Namık Kemal’e göre zaman
lanmacı, Murat: Yetkici ve tarihçi, Cemalettin Afga- inkılâp zamanıydı57. Ali Bey’e göre Kıbrıs’a sürülme-
ni: İslamcı, garpçı, aynı zamanda ulusçu, Ahmet sinin tek sebebi öldürülmek suretiyle ortadan kaldı-
Rıza: Türk ulusçusu, pozitivizm ve toplumsal yapı rılmaktı. II. Abdülhamit onu birden bire yok etmedi
endişeleri olan biri, Yusuf Akçura: Bunların hepsini veya harcamadı. Çünkü halkın ona olan sevgisini bi-
eleştiren, Turancı, bir o kadar da modernist, Namık liyordu. Midilli Adası’na görevlendirilmesinin sebebi
Kemal: Osmanlıcı ve hürriyetçi. ise bir nevi firar etmesini engellemek içindi58.
Adı geçen isimler arasında Namık Kemal’e daha Namık Kemal’in oğlu olan Ali Bey’e göre59 Türk
çok yer verilmesi onun hakkı olacaktır. 1256 senesi Milleti’nin inkılâbını yapan onun fikri ve onun ru-
şevvalinin yirmi altıncı pazartesi günü Tekirdağ’da hudur. İşte Namık Kemal’in asıl siyasi mahiyeti de
doğan Namık Kemal47 (1256 26 Şevval = 21 Aralık budur. Sultan Murat’ı yetiştiren, Mithat Paşa’ya mü-
1840) modernleşme döneminin en önemli mütefek- essir olan, Yeni Osmanlılar Cemiyetini yaşatan da
kiri ve şairi olmuştur. Kavşak noktası adamı olup yine Namık Kemal’in kendisidir. Namık Kemal “hürri-
Doğu kültürünü hakkıyla bilen aydınların sonuncu- yet” fikrini, adıyla bir tutarak meşveret yapılmasının
sudur. Yine Batı kültürüne hakkıyla vakıf olan aydın- gerektiğini söylerdi. En açık şekilde ifade ettiği fikri
ların ise ilk temsilcisidir. Fikirlerini hayata aktarmak ise, ilerleme ve terakki kavramıydı. “Vatan” kavra-
için mücadele veren bir aksiyon adamıdır. Batıcı mını da “hürriyet” kelimesi kadar coşkuyla işleme-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 231


sine rağmen odak noktasının nerede olacağını tam Yeni Osmanlıların temsil ettiği “meşrutiyet” fikri
olarak belirleyememiştir. Renan’ın fikirlerine karşı bütün tecrübesizliğine ve zayıflığına rağmen, mem-
“Reddiye” adlı eserini yazmış ve kitapta İslamiyet’in lekette kuvvetli akisler uyandırmıştı. Bunun sebe-
ilme ve medeniyetlerin gelişmesine engel olmadı- bi, belki de meşrutiyetin her şeyden önce yeni bir
ğını belirtmiştir60. Demek ki Namık Kemal, Osmanlı ideoloji olmasıydı (Meclis 19.03.1877’de 141 kişi ile
Devleti’nin devam etmesini ve her grubun ayrı ayrı açılmıştı)68. Bu ideoloji o asrın bütün milliyetçi hare-
devlet olamayacağını söyleyip Osmanlıcılık fikrini ketlerini ayağa kaldırmıştı. Sık sık tekrarlanan “Os-
ortaya atmıştır61. manlı Ümmeti” sözü, gerçekten milliyet şuurunun
uyanmış olmamasından ileri geliyordu. Meşrutiyetin
Buradan hareketle Namık Kemal yazılarında,
getirdiği hürriyet fikirleri, imparatorluğun çeşitli un-
bazen Osmanlı kelimesini bazen de muadili mana-
surlarında ayrı ayrı tesirler yaptı. Herkes bu hürriyeti
sında Türk kelimesini kullanmıştır demek de gereke-
kendisi için kullandı ve her fırsatta imtiyazlar koparıl-
cektir. Şinasi’den farklı olarak yazılarında daha çok
dı. Bunun neticesinde Yeni Osmanlıların hürriyet ve
heyecan olması ile dikkatleri hep üzerine çekmeyi
meşrutiyet ideolojisinin karşısında, Tanzimat ruhunu
de bilmiştir. Ziya Paşa ise bu stilin tam karşıtıdır.
devam ettirmek isteyen devlet adamları ile onları fi-
Ama vatana faydalı olmayı gaye edinerek Avrupa
kirce besleyen medeniyetçilik ve terakki fikri olmuş
romantizminin getirdiği amaç ve yeni bir yaklaşımla
oldu69.
Osmanlı tutumunun dışında olan bir aydın portresi
çizmeyi genelde başarmıştır62. Bu karışıklığa sebep olan meşrutiyet acaba niye
ilan edilmişti? İngiltere’nin yavaş yavaş Osmanlı’nın
Özetle Osmanlı Devleti kurucusunun adıyla anıl-
bütünlüğünden vazgeçerek, topraklarına göz koy-
mış, devlete; “Devlet-i Ali Osman”, ülkeye “Memalik-i
ması, alınan borçların faizlerinin ödenememesi
Mahruse-i Osman”, tarihe “Tevarih-i Ali Osman”, ka-
ve Fransa’dan siyasi yardım koparmak düşünce-
nuna da “Kanun-i Osman” denilmiştir. Yeni Osman-
si, II. Abdülhamit’i meşrutiyeti ilana sevk etmişti70.
lılar ve yukarıda adı zikredilen şahsiyetler de 1789
Abdülaziz’in tahtan indirilip, II. Abdülhamit’in tah-
tarihinden sonra eskiye dönmek için bu fikri ortaya
ta çıkmasında olduğu gibi, meşrutiyetin ilanı ve
atmışlar ve “herkes eşittir ve kimseye ayrıcalık ya-
Meclis-i Mebusan’ın yani ilk Türk parlamentosunun
pılmayacaktır” demeye başlamışladır. Bunu etkin
açılması Yeni Osmanlı hareketinin bir eseri olmuş,
kılmak için ise mütemadiyen bahsedilen meşruti
söylenildiği gibi halkın baskıları sonucu yapılma-
sistemi ön görmüşler, fakat bunlar bile isyanları dur-
mıştı71. Aynı zamanda, 1876 anayasası ile kurulan
duramamışlardır63. Yeni Osmanlılar; kan dökmeyi
“Meşruti Monarşi” dönemi Yeni Osmanlıların amaç-
sevmeyen, devlet memurluklarında hatta tercüme
larının gerçekleşmesi manasına gelmekteydi72. Ne
odalarında görev yapmış kişilerdi. Tanzimat aristok-
var ki I. Meşrutiyet çok kısa ömürlü olmuştu. Bir yan-
rasisine ve Batılılaşmaya karşı olan bu cemiyetin
dan 1877–1878 Osmanlı – Rus Harbi’nin çıkması,
yaş ortalaması ise 20-30’u geçmemekteydi64.
öte yandan hükümet ve yönetimi kontrol amacı ile
Sonuçta anayasanın ilanını, Meclis-i Mebusan’ın mecliste yapılan sert eleştiriler, padişahın hoşuna
kuruluşunu, fertlerin sosyal, siyasi ve hukuki eşitlik- gitmemişti. Anayasanın kendine tanıdığı yetki ile 13
lerini kabul eden bu görüş, Tanzimat Devri’nin son- Şubat 1878 tarihinde meclis II. Abdülhamit tarafın-
larına doğru çıkmış din, dil, ırk farkı kabul edilme- dan kapatıldı73.
den herkesin aynı hak ve yetkilere sahip olduğunu
Meclisin kapatılması Genç Osmanlıların sonu
belirten bir cemiyet halini almıştı. Onlara göre böyle
oldu. Genç Osmanlılar, Tanzimat’ta Batı’yı aldatmak
olursa kaynaşma ve dayanışma sağlanmış olacak-
için, biçilmiş bir vitrin elbisesinden başka bir şey ola-
tı65. Bu düşünceler etrafında, meşruti rejime geçiş
rak görmeyen ve onu Babıâli’nin eşiğini hiçbir za-
yöneticiler için de, bir grubun bir başka gruba karşı
man aşmayan ve kâğıt üzerinde bir reform sayan
başkaldırması gibi ilginç bir özellik taşıyordu66.
ayrıca Avrupalı eleştiricilerle fikir birliği içinde olan
Anayasaya dayalı meşruti bir idare kurmak is- bir görünüm arz ediyorlardı. Fakat Genç Osmanlı-
teyen ve bu yüzden Abdülaziz ile V. Murat’ı tahtan ların gördüğü bunlardan ibaret değildi. Bu oluşum-
indirip, Mithat Paşa ve arkadaşıyla anlaşan II. Ab- larda birçok şeyi de beğenmiyorlardı74. Genç Os-
dülhamid, 31 Ağustos 1876 tarihinde tahta geçmiş manlıların sık ve şiddetli hücumuna uğrayan ayrıca
ve Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kanun-i beğenilmeyen bir başka konu da hükümetin dışarı-
Esasi’yi ilan etmiştir (23.12.1876).67 dan borç para alma politikasıydı75. Önemli bir nokta
Meşrutiyet ve Beraberinde Estirdiği/Getirdiği da; Genç Osmanlıların fikirlerinin, açıkça başka bir
Rüzgâr kaynaktan çıkmasıydı. Çıktığı kaynağı anlamak ise

232 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


pek de zor sayılmazdı. Montesquieu’nun hukuki, tihlere girişmesi diğer millet mensuplarının irkilme-
Rousseau’nun siyasi, Smith ve Ricardo’nun iktisa- lerinden başka hiçbir şey olamazdı83. Faroz Ahmed,
di görüşleri onların teorik temelini teşkil ediyordu. Osmanlıcılık siyasetinin başarısızlığını şöyle dile
Tanzimat’ın özel eleştirilerinin bile birçoğu Avrupalı getirmektedir84: “1869’daki vatandaşlık kanununa
gözlemcilere aitti denilebilir76. rağmen millet sistemini dağıtmak ve bir Osmanlılık
kimliği oluşturmak yönünde herhangi bir girişim yok-
Genç Osmanlıların, görünüşlerinde ki bu çatlak-
tu. Rumlar eskiden olduğu gibi yine özerklikler için-
lara ve saplamalara rağmen kendi zamanlarının di-
de yaşıyorlar, böylelikle Hıristiyan halk, Müslüman
ğer Türk aydınlarına göre, daha çok şeyleri bilmeleri
toplum ile kaynaşmıyor, daha da önemlisi kendi milli
ve daha ileriyi görmeleri onların üstün tarafıdır denil-
bilincini koruyordu. Hatta ülkelerinin gasledildiğini
se yerinde bir tespit olur. Osmanlı toplumundaki de-
düşünüyordu”.
ğişme sorunlarını anlamaları, Tanzimat’ın makinist-
lerinin anlayışından daha derindi. Fikirleri, dumanlı Yeni Osmanlı’dan İttihat Terakki’ye
olsa bile süfli değildi. Birçok yeni ve önemli fikirlerin
1867 yılından beri Avrupa’ya açılan Yeni Os-
Türkçe ifadesindeki katkıları ise büyüktü77.
manlılar, 1889 yılında yeniden örgütlenmiş İttihat ve
Meclis kapatıldıktan sonra Genç Osmanlıların Terakki adını almışlardır85. 1889’a gelindiğinde İbra-
bazısı fikirlerini terk ederek sultanın hizmetinde me- him Temo, Abdullah Cevdet, Sukuti gibi şahsiyetler
muriyet yapmışlardır. Diğerleri ise sürgün, hapis ve İttihad-i Osmanî’yi kurdular ve Meşveret gazetesini
ölüme maruz kalmışlardır78. Buna ek olarak, Yeni/ çıkardılar. Kısa bir müddet sonra Ahmed Rıza Bey’in
Genç/Jön Osmanlıların görüşü, Islahat Fermanı’nın teklifiyle isim İttihat ve Terakki olarak değiştirildi.
iktisadi emperyalizmine pekiştirilen bir belge oldu- Amaçları, adalet ve hürriyet fikirlerini vatanı saldırı-
ğudur. Şahitleri ise, Mardin’in ifadesiyle Ali ve Fuat lara uğratan Hristiyanlara karşı anlatmaktı. Bunların
Paşaların devleti Avrupa’ya peşkeş çekmeleri gös- milliyet, kavmiyet, cinsiyet ve mezhep taraftarlıkları
terilebilir79. da olmayacaktı. Böyle bir yönetim kurulması halin-
de ancak hükümeti destekleyeceklerdi. Bu gayele-
1878 yılından beri bu düşünce ve siyaset ikinci
rinden ötürü İstanbul’da kendilerine pek çok taraftar
plana düşmüş, dolayısıyla Osmanlıcılık bir siyasal
toplamışlardı. Genişledikçe ülke dışı Müslümanlarla
ideal olarak ortaya çıkmıştır. Ama pratikte bu siyase-
olan irtibatları da artmıştı. Aslında bu durum İslamcı-
tin Tanzimat sonrası işlerliğini yitirdiği de muhakkak-
lık fikrinin yanında Türkçülük fikrinin oluşumuna da
tır. Buna karşılık muhalifler açısından Osmanlıcılık
imkân sağlamıştı86. İttihat ve Terakki Cemiyeti bu-
siyasetinin, önemli bir alternatif olarak kabul edildi-
nunla yetinmiyor, 19. yüzyıl da özgürlük ve bağım-
ğini görmekteyiz. Bu dönemde karşımıza çıkan fikir
sızlık için Batı’nın çeşitli memleketlerinde kurulmuş
adamı ise Tunalı Hilmi’dir. Fakat Tunalı Hilmi Os-
olan gizli cemiyetlerin yapılarını da izliyordu. Dolayı-
manlı tabirini, Türk kelimesinin karşılığı olarak ele
sıyla bu cemiyete girmek artık kolay olmayacaktı87.
almıştır80.
1905 yılına kadar cemiyet kendini Namık
Dönemin bilinmesi gereken bir özelliği de Hristi-
Kemal’in hürriyet fikirlerinin varisi olarak gösteriyor-
yan unsurlar için Osmanlıcılık olayının tamamen bir
du. Fakat cemiyetin fikri kökenleri arandığında “As-
efsane şekline dönüşmesidir. Bu düşünceler etrafın-
keri Tıbbiye’de” 19. yüzyılın biyolojik materyalizmi-
da bazıları da ikilem içerisinde kıvranıyordu. İbra-
nin etkisinin olduğu görülecektir88.
him Temo ve Maksut İbrahim hem İttihat Terakki için
çalışıyor hem de Arnavutluk bağımsız olsun diye Hürriyet–hürriyet diyen ittihatçıların aslında tek
para yardımında bulunuyorlardı81. Dikkate değer bir gayesi 1876 Anayasası’nı yeniden yürürlüğe koy-
başka konuda, II. Abdülhamit’in tahta çıktığı zaman maktı. Fakat I. Jöntürk hareketinde olduğu gibi itti-
İslami düşünceden ziyade, Tanzimat adamlarının gi- hat hareketinde de en büyük kusur, sistematik bir
riştikleri çabayı devam ettirme isteğidir. Bu sultanın fikir birliğinin olmayışıdır89. Yani Osmanlı Devleti’nin,
izlediği politikadan da bellidir82. kurtarılması ve yıkılmasının önlenmesi hususundaki
temel sorun, görüşlerin ve fikirlerin farklı olmasıdır.
Tüm bunların yanında Türk hegomanyası kur-
Bunun sonucu olarak kimisi İttihat ve Terakki taraf-
manın bilinçli olarak öne sürülmesinden çok, Os-
tarı, kimisi ise onun karşısında olmak üzere, farklı
manlıcılık fikrinin uygulama kabiliyetinin olmadığını
kuruluşlar ortaya çıkarmışlardır. Bu suretle en son
gösteren ve devletin daha çok parçalanacağını his-
1889 tarihinde başlayan fikir planındaki mücadele,
settiren gelişmeler karşısında panik duyulmaktaydı.
yedi yıl sonra eyleme hatta teröre dönüşmeye baş-
Paniğin tepkileri ise, Osmanlıcılık fikrine çok zarar
lamıştır90.
getirmişti. Artık Osmanlı’nın eskiden olduğu gibi fe-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 233


1902 yılında Paris’te bir kongre toplanmış ve bir Jöntürkler ise ümit ettikleri rahatlık ve kolaylık-
inkılâbın sadece yayın yoluyla başarılamayacağı ların aksine, bir anda kendilerini Avrupa devletle-
bunun için yabancı devletlerin müdahale ve desteği- rinin güç mücadelelerinin ortasında bulmuşlardır.
nin lazım geleceği savunulmuştu91. Paris’teki kong- Bulgaristan’ın bağımsızlığının yanı sıra Avusturya,
re dağılınca “Müdahaleciler” ve “Âdemi Müdahale- Bosna Hersek-i ilhak etmiş ve Yunanlılar da Girit’i
ciler” diye iki grup ortaya çıkmıştı. Çoğunluk Prens almıştır97. Bu durumda bile bir yandan ayrılıkçılar, di-
Sebahattin’in önderliğindeki müdahaleci gruptu. ğer yandan dış müdahaleler karşısında kalan İttihat-
Diğerinin lideri ise Ahmet Rıza’ydı. Ama İttihat ve çılar, kendilerine artık bu devlet nasıl kurtulur? diye
Terakki’yi oluşturan bu durum, giderek çoğunluğu soru sormuşlar ve cevabını halen daha Osmanlıcı-
ele geçirmesine rağmen cemiyet artık, milliyetçiliğe lık diye vermişlerdir98. Fakat kısa bir süre içinde II.
ağırlık vermeye başlamıştı92. Abdülhamit devrinden bile daha çok toprak kaybe-
dilmişti. Bu ise muhafazakârların, Jöntürkleri mem-
Jöntürklerin özlemlerine gelince, bunu sade-
leketi uçuruma sürüklemekle suçlamalarına sebep
ce “hürriyet” kavramının oluşturduğunu söyle-
olmuş ve akabinde de II. Abdülhamit’in tahtan uzak-
mek yanlıştır. Çünkü Jöntürklerin en derin istekleri
laştırılmasıyla sonuçlanan 31 Mart hadisesi patlak
Osmanlı’nın parçalanmasını durdurmaktı. Dolayısıy-
vermiştir99. Ama Padişah’ı hal etmek ve yerine baş-
la hürriyetin ve adaletin egemen olduğu bir rejimde
kasını koymakla istenen amaca varılamayacağı fik-
imparatorluktan kopmak isteyenlerin sayısı azalmış
rini savunan, yalnız Dr. Abdullah Cevdet olmuştur100.
olacaktı93. Jöntürkler şunu anlamışlardı; Batı’nın de-
Nitekim de öyle olmuş, 31 Mart’tan sonra karşı taraf
ğerlerine oranla bir üstünlük tanımak ve memleketin
kontrol altına alınmışsa da, bu andan sonra Jöntürk-
daha önce itibarı yüksek olduğu devreler üzerinde
ler kendilerini bir çıkmaz içinde bulmuşlardır101.
durmak çabasızdır. Belki de Jöntürklerin inandıkla-
rı “Osmanlıcılık” ideali böyle muhayyile oyunlarını Jöntürklerin en etkili muhalifleri ise Derviş
frenlemiştir94. Vahdettin’in “Volkan Gazetesi” olmuştur. Gazete-
de yayımlanan İttihad-ı Muhammedi’ye Cemiyeti
24 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet’in ila-
Nizamnamesi’nde; cemiyet başkanının Hz. Muham-
nı ile bu siyasete dönüş iyiden iyiye tekrardan baş-
med (s.a.v.) olduğu söyleniyor ve faaliyet alanında
lamıştı. Osmanlıcılık çerçevesinde göz yaşartıcı
bütün “memalik-i İslamiye”yi ihtiva ettiği vurgulanı-
gösteriler yapılmakta, hatta eli silahlı Makedonya
yordu. Böylece bir çeşit “Panislamizm” niteliği anla-
çetecileri silahlarını teslim etmekteydiler. Ancak çok
tılmış olmaktaydı102.
geçmeden, hürriyet sarhoşluğu atlatıldığında, olayın
Türk perspektifinin görünümünden başka bir şey ol- II. Meşrutiyet devrinin en büyük özelliğine gelin-
madığı anlaşıldı. Kısa bir süre sonra Bulgaristan’ın ce, cumhuriyetin bir nevi siyaset laboratuarı olması-
bağımsızlık ilanı ile çetelerin kanlı savaşlarını ye- nı göstermek yanlış olmayacaktır103. Hürriyet rejimi
niden başlatmaları gerçeği gözler önüne sermişti. ile başlayan bu devirde, siyasi faaliyet ve mücade-
Üstelik çeşitli etnik gruplar tam eşitlik halinde, ken- leler, fikir hareketleri ve yenilik teşebbüsleri, birbirin-
dilerinin mevcut, imtiyazlarını kaybedeceklerini dü- den müstakil bir şekilde meydana gelmiyor, bilakis
şünerek eski imtiyazlarını koruma cihetinde ısrar et- yekdiğerine karışmış, birbirinin içine girmiş bir vazi-
meye başlamışlardır. Buna Rum Cemaati’nin İzmir yette tesirlerini icra ediyordu. Bu itibarla cemiyet tam
için ısrarlı isteklerini örnek göstermek gayet doğru manasıyla çözülüp, yeniden kurulma manzarası arz
olacaktır95. etmekteydi. Zaten bu esnadan sonra da bütün göz-
ler Türkçülüğe çevrilmiştir104. Ve yine bu dönemde,
Osmanlıcılık Fikrinin Sonu
cemiyet ile parti ayrımı da güdülmemiştir105.
İttihat ve Terakki’nin başa geçmesiyle birlik-
1911 Kasım’ına gelindiğinde “Hürriyet ve İtilaf
te Osmanlı Meşrutiyet vaatlerinin arkasında yatan
Partisi” kurulmuştu. Bu parti, tüm azınlıklara irade,
samimiyet derecesi ne olursa olsun olayların akışı
berat ve fermanlarla saygı gösterileceğini söylemiş,
çok geçmeden bu vaatleri gerçekleştiremez bir hal
fakat bağımsızlığı düşünen cemaatler bunları ne ya-
almıştı. Devletin tabii hakları arasında milliyetçili-
zık ki çekici bulmamışlardı106. Zaten Sırplar, Rumlar,
ğin yayılması ve hâkim ulus Türklerin bile sonunda
Romenler, Bulgarlar, Ermeniler, Arnavutlar ve son
milliyetçiliğe yakalanması ile çok uluslu ve çok dinli
olarak Araplar ulusal duygularla ve hümanizma slo-
bir imparatorluğun hükümdar hanedanına ortak bir
ganına sarılan Osmanlı Devleti’nde eşitsizlikten ya-
bağlılık içinde yaşayacak hür, eşit ve barışçıl bir
kınan Batılı devletleri kendilerine yardıma hazır bir
uluslar birliği şeklindeki “Osmanlıcılık” ebediyen
halde bulmuşlardı107.
sona erecektir96.

234 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Hanioğlu’na göre108, aslında “Osmanlıcılık” siya- Söz konusu mektup, hem Ali Kemal’e hem de yeri
setini yıkacak en büyük darbe kapıya dayanmıştı. O gelince Akçura’ya karşı olan bir yazı niteliğindedir.
ise Türk milliyetçiliği idi. O sıralar hala transatlantik Ferit Bey yazısında özellikle Ali Kemal’in İslamcılık
misalleri verilmeye devam etmekteydi. Süleyman ve Osmanlıcılık düşüncelerine karşı olmuştur. Ferit
Nazif Bey, Türkçülük siyasetinin taraftarlarını “Cen- Bey’e göre Tanzimat’ın tek amacı bir Osmanlı milleti
giz Hastalığı” adında bir hastalığa müptela olmakla yaratmak idi. Ferit Bey’in Yusuf Akçura’ya karşı yap-
suçluyordu. tığı eleştirileri ise
1913’lerde ise tek parti olarak bulunan İttihat ve 1- Osmanlı milleti oluşturmanın olanaksız olma-
Terakki Partisi’ne Osmanlı düşüncesi taraftarlarının dığı,
artık söyleyebileceği bir şey kalmamıştı. 1912–1913
2- İslam ile Türklerin eşit olarak görülemeyece-
Balkan Harpleri ile Osmanlıcılık fikrine bir darbe
ği,
daha vurulmuş hem toprak kaybedilmiş hem de çok
ulusluktan kurtarılamamıştır109. 3- İslam birliğinin ne bugün ve ne de yarın için
mümkün olamayacağı116dır.
“Osmanlıcılık” fikrinde Yusuf Akçura bir şekilde
konunun özü olduğu için, kendisi üzerinde ayrıca du- Neticede bir siyasal ideal olarak Osmanlıcılık
rulması gerekmektedir. Akçura Osmanlıcılığa “erit- 1913 yılından sonra iyice zayıflamıştır. I. Dünya
me politikası” demekte110 ve yine kendisi Jöntürkle- Savaşı sırasında Türk milliyetçiliği düşüncesinin ön
rin temel prensibinin uygulama olanağı olamayaca- plana çıktığı ve kısmen de bir araç olarak panisla-
ğı gibi ulusal birlik oluşturması da imkânsızdır diye, mizm siyasetinin dengeye sokulmaya çalışıldığı gö-
dile getirmektir. Devletin varlığını sürdürebilmesi rülmektedir. Hanioğlu’nun ifadesi117 ve siyaset ilmi
için de, federatif bir hal olması gerekir diyen Akçura, literatürünün deyişiyle “kabuk değiştirme dönemi”
1928 yılında sürgün edildiği yer olan Kahire’de ko- olarak bilinen devrede ittihatçıların bu ideallerini bir
nuya dair “Üç Tarz-ı Siyaseti” yazmıştır111. Yusuf Ak- kenara bıraktığı son olarak söylenebilecekler ara-
çura Üç Tarz-ı Siyaseti’nde, Osmanlı, İslam ve Türk sındadır.
______________________________________________
birliğinden bahsetmektedir112. Birinci hedef olan Os-
* Dr., Kafkas Üniversitesi Eğitim Fakültesi
manlıcılık da gaye şu idi; Amerika gibi ayrı cinsten 1 Zımmi: Anlaşma ile İslam diyarında yaşaması kabul
unsurları bir araya getiren bir “Osmanlı milleti” yara- edilen, İslam devletine haraç veren gayr-ı İslam demek-
tılmak istenmekteydi. II. Mahmut zamanında doğan tir. Abdullah Yeğin, “Zımmi”, Yeni Lügat, Hizmet Vakfı
Yayınları, İstanbul, 1991, s. 793.
bu fikir, 1870’den sonra Alman milliyetçiliğinin her 2 Gülnihal Bozkurt, Alman ve İngiliz Belgelerinin ve Siya-
tarafa yayılmasıyla zayıflamaya başlamıştır. si Gelişmelerin Işığı Altında Gayr-ı Müslim Osmanlı Va-
tandaşlarının Hukuki Durumu (1839–1914), Türk Tarih
Osmanlı Milleti, sınırları korumak için birinci ça- Kurumu Yayınları, Ankara, 1989, s. 9.
reydi. Fakat farklı görüşler nasıl eriyecekti. Bu dü- 3 Şükrü Hanioğlu, “Osmanlıcılık”, Tanzimat’tan
Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. V, 1985, s. 1389.
şünülen terkibi Osmanlı Türkleri istemiyordu. Çünkü
4 Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabe-
Türkler, derecelerini ve önemlerini kaybedeceklerdi. vi, İstanbul, 1991.
Yine Müslüman olmayan uluslarda bunu istemiyor- 5 Mehmet Ali Kılıçbay, “Osmanlı Aydını”, Tanzimat’tan
du. Çünkü hepsinin tarihinde devletleri bulunmaktay- Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. I, 1985, s. 58.
6 Kılıçbay, a.g.m., s. 57.
dı. Ayrıca Slavlık dolayısıyla bölgenin güçlü devleti 7 İsmet Özel, “Tanzimat’ın Getirdiği Aydın”, Tanzimat’tan
olan Rusya’da bunu istemiyordu113. Bu düşünceler Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. I, 1985, s. 61–
ışığında Yusuf Akçura’nın vardığı sonuç özetle şu- 66.
8 Kılıçbay, a.g.m., s. 59.
dur: “Zannımca artık Osmanlı Milleti meydana getir- 9 Kılıçbay, a.g.m., s. 61.
mekle uğraşmak boş bir yoğunluktur”114. 10 Nevzat Köseoğlu, Devlet (Eski Türklerde, İslam da, Os-
manlıda ), Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1997.
Aynı yıl yani 1928’de Üç Tarz-ı Siyaset’e tepki 11 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi,
olarak Türk gazetesinde Ali Kemal’in “Cevabım” Ülken Yayınları, İstanbul, 1994, s. 56.
başlıklı yazısında Akçura’nın çok ağır bir dille eleşti- 12 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara, 1996, s. 151.
rildiği görülmektedir115. Ali Kemal, kurtuluş yolu ola- 13 Ülken,a.g.e., aynı yer.
rak şunu görmektedir; bir toplumun gücü, o toplumu 14 Robet Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C. II,
meydana getiren bireylerin kişi olarak salahına bağ- Çev. Server Tanilli, Cem Yayınevi, İstanbul, 1995, s.
226–227.
lıdır. Eğer Türkler, yükselir, para, düşünce ve bilim 15 Hanioğlu, a.g.m., s. 1390.
yönünde güç kazanırlarsa bu Türk Devleti’nin fey- 16 Sina Akşin, Türkiye Tarihi, C. III, Cem Yayınevi, İstan-
zinin bir ürünüdür. Daha sonra aynı gazetede “Bir bul, 1995, s. 364.
17 Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri (1895–1908),
Mektup” adıyla Ferit Bey’in (Tek) yazısı çıkmıştır.
5. Baskı, İletişim Yayıncılık A.Ş. İstanbul, 1996, s. 156.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 235


18 Mardin, a.g.e., s. 157. 1700.
19 Bernard Lewis, Müslümanların Avrupa’yı Keşfi, Birey 65 Enver Yaşarbaş, Türk İnkılâp Tarihi, Afşin Matbaası, İs-
Yayınevi, İstanbul, 1997, s. 295. tanbul, 1984, s. 24.
20 İsmail Cem, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, Cem Ya- 66 İlber Ortaylı, “Osmanlı Devleti ve Meşrutiyet”,
yınevi, İstanbul, 1995, s. 272. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. IV,
21 Mardin, a.g.e., s. 308. İstanbul, 1985, s. 953.
22 Hanioğlu, a.g.m., s. 1390. 67 Cevdet Küçük, “II. Abdülhamit “ , D.İ.A. , C.1, s. 217.
23 Hanioğlu, a.g.m., aynı yer. 68 Küçük, a.g.m., s. 218.
24 Hanioğlu, a.g.m., aynı yer. 69 Ülken, a.g.e., s. 63–64.
25 Yusuf Bayraktutan, Türk Fikir Tarihinde Modernleşme, 70 Sander, a.g.e., s. 232.
Milliyetçilik ve Türk Ocakları, Kültür Bakanlığı Yayınları, 71 Sander, a.g.e. aynı yer.
Ankara, 1996, s. 36. 72 Armaoğlu, a.g.e., s. 594.
26 Hanioğlu, a.g.m., s. aynı yer. 73 Armaoğlu, a.g.e. , s. 595.
27 Hanioğlu, a.g.m., s. 1390. 74 Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 168–169.
28 Oral Sander, Siyasi Tarih (İlkçağlardan 1918’e), İmge 75 Lewis, a.g.e., s. 170.
Kitabevi, Ankara, 1997, s. 232. 76 Lewis, a.g.e., s. 171.
29 Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarih (1789–1914), 77 Lewis, a.g.e., s. 172.
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1997, s. 592. 78 Lewis, a.g.e., aynı yer.
30 Armaoğlu, a.g.e., aynı yer. 79 Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, Mümtaz’er Türköne
31 Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, İleti- ve Tuncay Önder, (Der.), İletişim Yayıncılık A.Ş. İstan-
şim Yayıncılık A.Ş. İstanbul, 1996. bul, 1995, s. 87.
32 Cemil Meriç, Mağaradakiler, İletişim Yayıncılık A.Ş. İs- 80 Hanioğlu, a.g.m., s. 1391.
tanbul, 1997, s. 221. 81 Hanioğlu, a.g.m., aynı yer.
33 Mantran, a.g.e., s. 227 ve 230. 82 Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri (1895–1908), s.
34 Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, C. I, Dokuz 72.
Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, No: 43, 83 Mardin, a.g.e., s. 151.
Ankara, 1994, s. 28. 84 Bayraktutan, a.g.e., s. 39.
35 Aybars,a.g.e., s. 29-30. 85 Sander, a.g.e., s. 232.
36 Nevzat Köseoğlu, Devlet (Eski Türklerde, İslam’da, 86 Armaoğlu, a.g.e., s. 595–597.
Osmanlı’da), Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1997. 87 E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C. IX, Türk Tarih Kurumu
37 Nevzat Köseoğlu, Türk Kimliği ve Türk Dünyası, Ötü- Yayınları, Ankara, 1995, s. 10.
ken Neşriyat, İstanbul, 1996, s. 155. 88 Mardin, Türk Modernleşmesi, s. 98.
38 Köseoğlu, a.g.e., s.155-156. 89 Mardin, a.g.e., s. 100.
39 Alan Palmer, Osmalı İmparatorluğu, Son Üç yüzyıl Bir 90 Armaoğlu, a.g.e., s. 597–598.
Çöküşün Yeni Tarihi, Sabah Kitapları, İstanbul, 1997, s. 91 Armaoğlu, a.g.e., s. 598.
220. 92 Armaoğlu, a.g.e., s. 598–599.
40 Hanioğlu, a.g.m., s. 1391. 93 Mardin, a.g.e., s. 303.
41 Hanioğlu, a.g.m., 94 Mardin, a.g.e. , s. 305.
42 Şerif Mardin, “ Yeni Osmanlılar ve Siyasi Fikirleri ”, 95 Hanioğlu, a.g.m., s. 1392.
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. 96 Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s. 217.
VI, İstanbul, 1985, s.1700. 97 Azmi Özcan, Panislamizm, 2. Baskı, İSAM Yayınları,
43 Armaoğlu, a.g.e., s. 593. Ankara, 1997, s. 172.
44 Mardin, a.g.m., s. 1701. 98 M. Kemal Öke, “II. Meşrutiyet Devrindeki Fikri Cereyan-
45 Akşin, a.g.e., s. 364. lar”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C. XII,
46 Akşin, a.g.e., s. 365. İstanbul, 1993, s. 261–263.
47 Ali Ekrem, Namık Kemal, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınla- 99 Özcan, a.g.e., aynı yer.
rı, İstanbul, 1992, s. 9. 100 Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri (1895–1908), s.
48 Mümtaz’er Türköne, “Namık Kemal ”, Osmanlı Ansiklo- 304.
pedisi, İstanbul, 1996, s. 212–220. 101 Özcan, a.g.e. s. 173.
49 Mardin, a.g.m., s. 1699–1700. 102 Armaoğlu, a.g.e., s. 606–607.
50 Armaoğlu, a.g.e., s. 593–594. 103 Öke, a.g.m., s. 261.
51 Mardin, “ Yeni Osmanlılar ve Siyasi Fikirleri ”, s. 1700. 104 Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, Marmara Üniversi-
52 Mardin, a.g.m., aynı yer. tesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, No: 16, İstanbul,
53 Akşin, a.g.e., s. 348. 1997, s. 198.
54 Meriç, a.g.e., s. 220. 105 Öke, a.g.m. s. 266.
55 Mardin, a.g.em., aynı yer. 106 Bozkurt, a.g.e., s. 103.
56 Mardin, a.g.m., aynı yer. 107 Bozkurt, a.g.e., s. 203–204.
57 Ekrem, a.g.e., s. 70–74. 108 Hanioğlu, a.g.m., s. 1392.
58 Ekrem, a.g.e. s. 77–83. 109 Hanioğlu, a.g.m., aynı yer.
59 Ekrem, a.g.e., s. 87. 110 Akşin, a.g.e., s. 349.
60 Mardin, “Yeni Osmanlılar ve Siyasi Fikirleri”, s. 1700– 111 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Bilgi Yayınevi,
1701. İstanbul, 1973, s. 347–354.
61 Şerif Mardin, “19. Yüzyıl Düşünce Akımları ve Osmanlı 112 Ülken, a.g.e., s. 389–390.
Devleti”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklope- 113 Ülken, a.g.e., aynı yer.
disi, C. I, İstanbul, 1985, s. 348. 114 Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Türk Tarih Kurumu Ya-
62 Mardin a.g.m., s. 349. yınları, Ankara, 1987, s. 7.
63 Cahit Bilim, Türk İnkılâbına Hazırlık Dönemi, Ankara, 115 Akçura, a.g.e., aynı yer.
1989, s. 19. 116 Akçura, a.g.e., s. 12.
64 Mardin, “Yeni Osmanlılar ve Siyasi Fikirleri”, s. 1699– 117 Hanioğlu, a.g.m., s. 1393.

236 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


ETNİK MİLLİYETÇİLİK VEYA IRKÇILIK
BAĞLAMINDA KÜRTÇÜLÜK

MUSTAFA AKSOY*

T
ürkiye, çok kullanılan ancak nerdeyse her- bunlardan birisi psikolojik, diğeri sosyolojiktir. Bir
kesin farklı bir anlam verdiği etnik (ethnic) insan kendini hangi milletten sayıyorsa, sosyolo-
kavramı 1970’lerden sonra sosyal grup, jik bakımdan ait olup olmadığına bakılmaksızın, o
topluluk kavramları yerine etnik grup kavramı için insanın o millete ait olduğu kabul edilir. Napolyon,
kullanılmaya başlamıştır1. Fakat etnik kelimesi ne kesinlikle Fransız değildir; Korsikalıdır. Büyük bir
“sosyal” ne de “topluluk” kavramların karşılığı de- ihtimalle Arap asıllıdır. Ama kendini Fransız kabul
ğildir. Ancak özellikle İkinci Dünya Savaşı’yla kirle- etmiş, ömrünü Fransa’ya vermiştir... Stalin de aslen
tilen ırk kavramı yerine “etnisite” terimi tercih edilir Rus değildir, fakat kendisini Rus kabul etmiş... Oğuz
olmuştur”2. Çünkü “etnik teriminin sosyolojide anali- Han’ın torunu ‘Ben Türk değilim’ diyorsa, hiç kimse
tik açıdan kullanışlı olma iddiası çok daha fazladır, ‘Sen Türksün’ diye onu zorlayamaz. Ama genellikle
çünkü ‘ırk’ teriminde olduğu gibi itibarını kaybetmiş psikolojik boyut, yani aidiyet şuuru sosyolojik boyu-
bir bilim ve kötü niyetli uygulamaların çağrışımlarıyla ta bağlı oluyor. Hiç kimsenin de Kürtlerin milliyetini
yüklü geçmişi yoktur”3. Dolayısıyla “etnik teriminin tayin etme hakkı yoktur; kendileri hakkında kararı
farklı muamele görmesinin nedeni onun ırk kavra- kendileri verir. Başkaları ancak tarihleri, sosyal ya-
mında olduğu gibi yanlış bir tarihsel ilişkilendirme- pıları hakkında ve benzeri hususlarda araştırma
den etkilenmemiş olmasıdır”4. Ancak nasıl olursa yapabilirler”8. Çünkü bilimsel anlayış onu gerektirir.
olsun etnik kavramı etimolojik olarak masum olsa da Bu bağlamda insanların sahip olduğu sosyal grupla-
genelde çok da masum değildir. Örneğin “…etnisite rın tarihi ve kültürel yapılarını araştırmak bir fantezi
bir özdeşleştirme sinyalidir”5. Bu nedenle Taguieff, ya da sosyal mühendislikten değil sosyal gerçekliği
“etnikliğin, bir bakıma tabu haline gelmiş ve prejo- ortaya koymaktan kaynaklanır.
ratif bir anlam taşıyan ırk kavramının yumuşatılmış,
1927 yılında İngilizce hazırlanan İslam
giydirilmiş bir şekli olabileceğine” işaret etmektedir6.
Ansiklopedisi’nin “Kürtler” maddesini yazan Wladi-
Dolayısıyla “bir etnik milliyetçiliğin kabul edilmezliği
mir Minorsky, dilden hareketle etimolojiyi kullanarak
açık seçik ortadadır ve bir mikro-devletler tozunu
“Kürt” kelimesinin kaynağını bulmaya ve bir “Kürt”
oluşturucu, ayrılıkçı virüsle, son derce sorunsaldır”7.
milleti inşa etmeye çalışır. Hareket noktasını ise
Böyle olmakla beraber bazılarının etnik kavramını
M.Ö 401–400 yıllarında Ksenophon’un “Anabasis-
kullanarak bir devlet ya da millet içinde kendilerine
Onbinlerin Dönüşü” adıyla yazdığı eserde kullandığı
ayrı bir kimlik arayışı içinde olduğu ve bundan sonra
Kardukh kelimesi oluşturur. Ksenophon bu konuda
da var olacaklardır. Önemli olan bu sorunu sosyal
şunları ifade eder: “… Lydia ve İonia’ya ulaşıldığını
yapıya zarar vermeden çözmektir.
ve kuzeyde dağlar aşılınca Kardukh’lar ülkesine varıl-
“Milliyetin tayininde iki etken önemli rol oynar; dığını bildirdiler. Bu halkların dağlarda oturduklarını,

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 237


çok savaşçı olduklarını ve Krala bağımlı bulunmadık- Kürtlerin coğrafi tarihi vatanları olarak da Fırat ve
larını söylüyor… Bununla birlikte Kardukh’lar, ovayı Dicle arasını, Urumiye bölgesini, Hazar civarı ile
yöneten satrapla* barış halindeymiş"9. Minorsky’nin Horasan bölgesini gösterirler14. Kalman ise “Batı-
hareket noktasını teşkil eden bu görüş ciddi dil bi- Ermenistan toprakları Doğu Anadolu Bölgesi olarak
limciler tarafından doğrulanmamıştır. Hatta kendisi adlandırılmıştır. Coğrafi bir tanım olarak bile belirtil-
de 1938’de katıldığı XX. Oryantalistler Kongresi’ne memiştir… Kürt kâbusu yok edildi, sıra Ermeni ta-
sunduğu bildiride “prensipte milletlerin menşelerini busunda… Batı-Ermenistan, Ermenisizleştirildikten
etimoloji ile ispat etmek tehlikelidir. Bunun için tarihi sonra bu topraklara; ağırlıklı olarak başta Türkler ol-
ve coğrafi elemanlara dayanmak gerekir”10 demiştir. mak üzre, Kürtler, Azeriler, Lazlar, Çerkezler ve Bal-
kan muhacir aileleri yerleştirilerek Türkiye’nin Doğu
İlk ortaya atıldığında çok kullanılan bu kavram
Anadolu bölgesi olarak adlandırılır. Ermenistan ismi
sonradan eleştirilerek rafa kaldırılmıştır. Rus Doğu
de unutturulmaya çalışılır… Bir kısım Ermeni toprak-
bilimci ve konsolos olan Nikitin “karduk” teorisi hak-
ları Kürdistan olarak adlandırılmaya başlanır. Buna
kında şunları yazar: “…Kardoukhoi (Karduklar)’ler,
Kürtleşme diyoruz”15 der. Dolayısıyla Kürtçülerin bir
Kürtlerin kesin olarak ataları olduğu genellikle kabul
ırk bulmadan önce bir milliyet -çünkü milliyet bulmak
edilmişti. Onlar gibi dağlı, aynı ülkede oturur, gözü
ırk bulmaktan her zaman daha kolaydır- ve coğrafya
pek olduklarına göre varsayımı kesinleştirmek için
bulmaları gerekmektedir.
daha ne gerekliydi? Oysa araştırmaların bugünkü
durumunda, artık bu konuda aynı kesinlik kalma- Zazalar ve Kürtler
mış görünmektedir. Bir kere, bu alanda büyük bir
Siyasi ve ideolojik kaygılarla hareket etmeyen,
otorite olan Th. Nöldeke gibi, M. Hartmann, Weiss-
Zazaca ve Dersimce (Dımilice) konuşan hiçbir in-
bach gibi, Doğubilimciler, dilbilimsel nedenlerle Kürt
san Kürtlüğü kabul etmez. Özellikle Tunceli’de 50
ve Kardu biçimlerinin eşanlamlı sayılamayacağını
yaş üzerindeki insanlar Kürtlüğü kabul etmedikleri
kanıtlamışlardır”11.
gibi nerdeyse tamamı Horasandan geldiklerini ve
“Kürt” kavramı ve ırk konusunda, “Kürtçülük”le” Türk olduklarını ifade ederler. 1990’dan beri yaptı-
ile ilgili yayınlarıyla tanınan bir yayınevinin yayım- ğımız saha çalışmalarında özellikle Elazığ’da Zaza-
ladığı McDowall’ın eserinde Kürtler hakkında şu ca konuşan arkadaşlarımızın, Kırmanca konuşan
bilgiler ifade edilmiştir: “MS 7. yüzyılındaki Arap ya- arkadaşlarımızı şaka ile de olsa küçümsediklerine
yılması döneminde ’Kürt’ sözcüğü göçebeleri ifade çok defa şahit olduk. Zazaca konuşanlara göre Kürt
etmek için kullanılıyordu. Bu nedenle, etnik olmak- kavramı Kırmançca konuşanların karşılığıdır. Bu ko-
tan çok sosyo-ekonomik bir anlam taşıyordu”. Ay- nuda Kürtçülerin bazı sözlüklerinde de aynı ifadeleri
rıca McDowall’a göre “bazı Arap, Ermeni, Asurî ve görebilirsiniz. Bu durumda siyasi ve ideolojik bir ha-
Pers (ve daha sonra Türkmen) aşiretlerinin kültür reket noktanız yoksa Kürt kavramının içine Zazaca
olarak Kürtleşmiş olduklarına kuşku yoktur. Böy- ve Dersimce (Dımılice) konuşanları almazsınız.
lece Kürt etnik kimliği tek bir ırksal kökene işaret
H. Küçük, “Kirmanc-Zazalarin Etnik Kimliği
etmemektedir”12.
Üzerine Tartışma” adlı makalesinde “Bizim halkı-
Ayrıca Kürdistan kelimesini ilk defa Selçuklu mız ister kendini Kirmanc, ister Zaza, ister Dimli, ya
sultanı Sultan Sencer Urumiye bölgesi için kullan- da Alevi olarak adlandırsın, her zaman kendisiyle
mıştır. Rasony Macarların bir kolunun Kürt olduğu, Kürtler arasına bir ayrım koymuş, kendisini ve dilini
Çin kaynaklarını kullanarak Hun tarihi yazan ve bu başka, Kürtleri ve dilini de başka bir biçimde adlan-
konuda dünyaca otorite kabul edilen De Groot ise dırmış, kendisini Kürtlerin bir parçası olarak görme-
Hunların bir kolunun Kürt olduğunu yazar. miştir. Kürt Milliyetçiliğinin etkisi altında kalmış bazı
aydınların, “biz Kürdüz” demesi bu gerçeği değiştir-
Türköne ise “bugün Kürtlerin “müstakil hüviyet-
mez. Halkımızın kafası açık ve net iken aydınlar, hal-
li bir ırk” olup olmadığını kimse tartışmıyor”13 der.
kı dinlememiş, kimliğimize gölge düşürmüşlerdir”16
Bir defa milleti ırk olarak tanımlamak hiç bir ilmi ger-
der.
çeklikle açıklanamaz.
“Kürtlerin” ayrı bir millet ya da etnik bir grup ol-
Ayrıca Kürtlerin ayrı bir ırk olduğu konusunda
duğunu iddia edenlerin en önemli hareket noktala-
Kürt milliyetçileri arasında dahi yoğunlaşmış bir uz-
rını dil meydana getirmektedir. Bu konuda 1786’da
laşmadan söz edilemeyeceği, konu hakkında oku-
Petesburg Bilimler Akademesi’nce “Kürtçe (Kır-
yanların malumudur. Örneğin bir takım Kürt milliyet-
mançca) -Rusça-Almanca” yayımlanan, 8307 keli-
çileri atalarını Medlere, Ermenilere, Asurîlere, Babil-
meden oluşan sözlük onların ana hareket noktasını
lere, Sümerlere ve Farslara bağlarlar. Aynı insanlar

238 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


oluşturur. Ancak bu sözlüğe atıf yapanlar sözlükteki yolca 21, Portekizce 7, Almanca 5, Çince 3 ülkenin
kelimelerin etimolojisi hakkındaki bilgileri görmez- resmi dilidir. Çin’de ise 24 Çinli etnik grup ve Çinli
den gelirler17. olmayan 55 etnik grup olup, ülkede 140 dil kullanıl-
maktadır21.
Söz konusu sözlükteki kelimelerin tasnifi şu şe-
kilde yapılmıştır: “Türkçe (eski Türkmence) 3080, Diğer yandan insanlara günlük hayatta kullandık-
Arapça (yeni dil) 2000, Pehlevice (eski) 370, Farsça ları dile göre milleti tanımlarsak ya da kimlik verirsek
(yeni dil) 1030, Zinda 1240, Ermenice 220, Gülda- o zaman ABD, Kanada, Yeni Zelanda gibi İngilizce
ni 108, Çerkezce (eski) 60, Gürcüce (eski dil) 20, konuşanları (Bugün İngilizce 55 devletin resmi dili-
Kürtçe (asıl) 300” olup, bunların büyük çoğunluğu da dir.) İngiliz, İspanyolca konuşan Meksikalıları İspan-
coğrafi yer adlarıdır18. yol, Portekizce konuşan Brezilyalıları da Portekiz
milletinden saymamız gerekmez mi?
Yukarıda ifade edildiği gibi Türkiye’de “Kürt kim-
liği” hakkında yapılan çalışmalar dil esasına göre Avşarlar-Torunlar Kürtler, Zazalar ve
yapılmaktadır. Ayrıca bu yapılırken etrafı “Kırmanç- Türkler Kim?
ca” ile sarılan ve sanki birer adacık gibi olan “Zaza-
Bugün birçok bölgemizde “Torun” aşiretine rast-
ca” konuşulan yerler yok sayıldığı gibi aynı ilin ilçe-
lanır. Örneğin, bilgilerimize göre Ağrı, Kars, Van,
leri arasındaki farklılık da yok sayılmaktadır. Örneğin
Bingöl, Erzurum, Tunceli, Diyarbakır, Şanlıurfa,
nasıl olmuş da küçücük adacıklar gibi bazı yerlerde
Gaziantep, Kahramanmaraş, Sivas, Adana, Tokat
halk “Zazaca” konuşmaktadır? Diğer yandan bilin-
(Tokattaki Torunların bir kısmı Gürcistan’dan göç
diği gibi “Kürçe” “Kırmançca” karşılığında kullanıl-
ederek buraya geldikleri için onları ‘Gürcü Torunu’
maktadır. Mesela “Kürd”: “Kurdî, Kurdmanc”. “Kürt”:
denmektedir.), Kayseri ve Konya’da “Torunlar” ya-
“Kurd, Kurmanc, ye Kurdî, ye Kurmancî”. “Kürtçe”:
şamaktadır. Bunlardan Konya, Kayseri, Adana ve
“zimane Kurmancî” anlamında Kürtçe-Türkçe söz-
Gaziantep Torunları Türkçeden başka dil konuşma-
lüklerde kullanılmıştır.
mışlar ve konuşmamaktadırlar.
Ayrıca Şanlıurfa’da “Kürtçe biliyor musun?: Tö
Türkiye’de yaptığımız saha çalışmalarına göre
Kırmanci zani”? Sorusuna “evet Kürtçe biliyorum”
Torunlar inanç olarak Alevi, Sünni ve Yezidi*, ana dil
anlamında “eri Kırmanci zanım” denir. “Zazaca bi-
olarak da Türkçe, Kırmançca ve Zazaca konuşmak-
liyor musun”? Denirken de “tö Dımıli zani” ifadesi
tadırlar. Bu nedenle Türkiye’deki kimlik tartışmaları
kullanılır. Elazığ’da ise “Kürkçe biliyor musun?: Tö
bağlamında Torunlar önemli bir araştırma alanını
Kırmanci zanı”. Evet, biliyorum anlamında ise “heri
oluşturmaktadır.
az Kırmanci zanım”, “Zazaca biliyor musun”? Kar-
şılığında ise “tı Zazace zanı” kavramları kullanılır. Bilindiği gibi Torun oymağı Avşarların en önemli
kolu olup Osmanlı zamanında beyi olmayan obalara
Dil konusunda yaptığı çalışmalarla dünyada hak-
Torunlardan Bey atanırdı.
lı bir saygınlığa sahip olan, dil biliminin kurucusu Sa-
ussure, “ırk birliği tek başına dil ortaklığının ancak “Torun-torin-torini” Kırmancca’da “köklü,
ikincil ve hiç de zorunluk [zorunluluk] taşımayan bir soylu aşiret” anlamına gelir ve Torun olanlar di-
etkeni olabilir”19 der. Dil ve sosyal grup arasındaki ğer aşiretler içinde ve çevrede çok önemi bir say-
ilişkiler konusundaki çalışmalarıyla tanınan Fishman gınlığa sahiptir. Bu durumun halen devam ettiğini
da haklı olarak “farklı dillerin farklı toplumlara ait ol- Siverek, Şanlıurfa, Ağrı, Van, Erciş, Adıyaman ve
duğu” görüşünü eleştirmektedir20. Diyarbakır’da yaptığımız saha çalışmalarında gör-
dük.
Dil, toplum, devlet ve millet arasındaki ilişkisinin
yapısı hakkında şu örnekler de düşünülmeye de- Ziya Gökalp 1920’de yaptığı saha çalışmasın-
ğer: İngilizce konuşan Avustralyalılar, Kanadalılar, da Siverek ilçesindeki Karakeçili aşiretinin ağalarına
Amerikalılar, kendilerini İngiliz; Fransızca konuşan “Torunlu” (12) denir der. Bilindiği gibi Kırmançca’da
Kanada’daki Quebec’liler kendilerini Fransız; Al- “Torin-Torın” kelimesi “asılzade, soylu” anlamındadır.
manca konuşan Avusturyalılar kendilerini Alman, Örneğin Siverek ve köyleri ile Şanlıurfa merkezinde
Portekizce konuşan Brezilyalılar da kendileri Por- bir insanın önemli bir sosyal statü kazanması karşı-
tekiz kabul etmezler. Ayrıca Tacar’a göre 1995 yılı sında gururlu bir tavır takınmasına “torunlaşma” “o
itibariyle dünyada 197 devlet olduğu halde, yeryü- torunlaşmış” deyimi kullanılmaktadır.
zünde 6000’den fazla dil konuşulmakta ve ancak Ağrının merkez köylerinden Ozanlar ve Aşkale’de
bunlardan %2’si devlet dili olarak kabul edilmektedir. yaptığımız bir başka araştırmada da Torunlar hak-
Mesela İngilizce 56, Fransızca 36, Arapça 22, İspan-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 239


kında şu bilgileri derlemiştik: “Torun” kavramı “asa- ri ile beraber bir aristokrasi teşkil ediyorlardı… Bu
letli”, “soylu” anlamına gelir; Torun oymakları, Zilan aristokrasinin, konar-göçer halk arasındaki mümtaz
aşiretine bağlı ve Zilan’ın yöneticileri oldukları için mevkii ve arz ettiği önemden dolayı, bir kısım oymak
Torunlar’a aynı zamanda “Zilan” da denir. Torunlar mensupları torunluk ve kethüdalık iddiasında bulun-
asaletini ve otoritelerinden dolayı olmalı ki “Torunun muşlardır… Her oymak için ayrılan topraklar ayrıca
ekmeği beni çarpsın” yemini, köyde ve çevrede çok onlar arasında da bir bölünmeye tabi tutuluyordu. Bu
etkili bir yemindir. Bu köylerdeki Torunlar, Kağızman işte toprakların en verimli kısımları, boy ve oymak
ve İncesu’da akrabalarının olduklarına inanıyorlar aristokrasisine ayrılıyordu. Arazi üç kısma ayrılmak
ve İncesu Torunlarına “Beyri Torunu” diyorlar22. suretiyle, her kısım, boy veya oymak içindeki grup-
lar arasında bölünmüştür. Bu da konar-göçer halkın
Kendisi de Doğulu olan ve Kırmançca bilen Aras,
içtimai sınıflarına göre topraklar: 1) Boy veya oymak
yazdığı bir makalede “Diyarbakır ve Urfa dolaylarında
beylerine, 2) Torunlarına, 3) Reayaya ait olmak üze-
yakın çevre köylerinden şehre elden yoğurt, yumur-
re dağıtılmıştı27”.
ta, yağ getirenler barajilerce (şehirlilerce) “Kirmanç”
olarak adlandırılmaktadır. Yine Doğu Beyazıt’ta ka- Yozgat’ta yapılan bir araştırma “Yozgat’ın Şe-
sabalılar tüm köylülere (ağalar da dâhil) “Kirmanç” faatli ilçesi civarında yaşayan (Rızvan, Dedeli vs...
demektedirler... Aynı şekilde Doğu’daki “Torun” ve köyleri) Kürtler de Torun obasından olduklarını
“Mirek”ler (secereli veya asil ağalar) tüm halka “Kir- söylemektedirler. Ayrıca Cevanşir, Gökçe, Köpek-
manç” demektedirler... Yörede “Kirmanço” ise daha li (Diyarbakır ve Urfa’da), Karamanlı Avşarı’nın da
aşağılayıcı anlamında kullanılır”23 der. (Malatya, Sivas, Elazığ, Maraş, Antep ve Tunceli’de)
yaşadığı bilinmektedir28 ” denilerek Yozgat’ta Torun-
“Kürt Aristokratları Torunlar” adıyla yayımlanan
ların yaşadığı belirtilmiştir.
eserinde Rohat Alakom* Torunları, Kürtlerin aris-
tokratları olduğunu, genelde Kars, Iğdır, Kağızman, Gökalp Torunlardan bahsederken, “Urfa Karake-
Ardahan, Digor, Ağrı, Erzurum, Van ve Muş’da ya- çi kabilesi asıl batınlarını içine alır. Şeyhan amaresi
şadıklarını, Torunların İran’dan geldiklerini belirt- de; Devaran – Şehikan – Bulülan batınından Habeş
mektedir. Yazar, Beşkardeş (Konya-Kulu) köyünün Ağa ailesi denilen bir aileden çıkmıştır. Bu aileye
eski adının Torun (Torın) olduğunu Yunak/Konya il- hala ‘Torunlar’ namı verilir. Şimdi reisleri ‘Anenan’
çesine bağlı Torunlar köyü olduğunu Cihanbeyli’ye batınına mensuptur. Bu riyaset ailesi güya Çabak-
bağlı Gölyazı kasabasında Alikan (Xalikan) aşireti- çur/Şimdiki Bingöl’den gelmişlerdir. Şimdiki reis Veli
ne bağlı Torun kabilesinin ve Ankara/Koçhisar ilçesi beyin oğlu Abdülkadir Bey’dir”29 der.
Büyükkışla köyündeki Mala Heyde kabilesinin Torun
Kırzıoğlu, Torunlar tarihini “…Korgan ve Bozkır
olduğunu belirtir24.
Kültürü’nün kurucusu sayılanlar, ‘Türk Soyundan’:
Bilindiği gibi Alikan aşireti yoğun olarak Adıya- Kimmerler, Sakalar, Hunlar ve Torunlardır”30 diyerek
man, Malatya, Elazığ, Tunceli ve Bingöl bölgesinde, çok eskilere götürse de, Yinanç, Anadolu’ya yerle-
genelde yakın tarihe kadar göçebe yaşayan büyük şen Türkler yerleştikleri bölge veya etrafında top-
bir topluluktur. İsmail Beşikçi’nin doktora tezi25 de landıkları aile veya reislerin veya küçük bir oymağın
Bingöl bölgesinde göçebe yaşayan Alikan aşireti ismine nispetle yeni boylar meydana getirmişlerdir
hakkındadır. diyerek şu örnekleri verir: “Elbeyli, Dulkadırlu, Ba-
hadırlu, Maraşlu, Varsa, Aydınlu, Saruhanlu, Bozdo-
Yukarıda Torunlar hakkında verdiğimiz bilgileri
ğanlu, Torunlu, Karakeçilil, Tecirlü, Özerlü, Ceritler,
başka kaynaklar da doğrulamaktadır: Örneğin bir
Bayözıtlu, Dündarlu, Tekelü, Menteşelü, Karaisalı,
çalışmada; “Torun çok eski Türklerde aşiret reisi
Osmanlı, Ramazanlu, Tarasunlu”31. Yinanç’ın yu-
karşılığı olarak kullanılıyordu”. Yakın zamana kadar
karıdaki tespitini doğrulayan bir örnek Kadirlideki
Erzurum’un Hınıs ilçesi çevresinde aşiret yöneticisi-
Torunların yeni kollara ayrılması gösterilebilir. Ör-
ne ‘temiz kanlı bey’ anlamında “Torun” denirdi. Kürt
neğin Kadirlideki Torunlar, Uzunağalar, Hacıağalar,
olarak bilinen aşiretler arasında Torunlar, Üçoklar,
Kerimoğulları, Bozdoğanlar, Torunlar vb. isimlerle
Aydınlı, Düğerli, Bahadırlı, Karalar, Akkoyunlu, Ka-
anılırlar.
rakoyunlu gibi Türkmen aşiretleri vardır26 denmiştir.
Adana, Maraş, Gaziantep, Diyarbakır ve Hatay
Osmanlı aşiret yapısı hakkında yaptığı çalışma-
bölgesini içine alan bazı çalışmalarda da Torunlar
larıyla tanınan tarihçi Orhonlu’da şöyle yazar: “Bey-
hakkında şu bilgiler vardır: Rakka’ya 1703 yılında
liğin ırsi olarak intikal ettiği boylarda, bey ailesinin
iskân olunan Receplü Afşarı’na tabi cemaatlerden
yanı sıra bir torun grubunun mevcudiyeti görülüyor.
Tahmadanan obası kendilerinin Torun olduklarını
Bunlar(dan) konar – göçer teşekküllerin idarecile-

240 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


iddia ederler32. “Elbeyli beylerinin sülalesine, diğer Gündoğmuş, Karaca, Karaman, Kaca? Karkut, Kurt,
Türkmen beylerinin sülalesi gibi, “Torun” tesmi- Satılmış, Sevündük, Şengeldi, Tanrıverdi, Tatar, Te-
ye ederler. Bunlar Kemah’tan gelmişlerdir. ‘Sultan mur*, Torun, Umut, Uslu”38 ifadeleri kullanılmıştır.
Melek’in uşağı (evladı) imişler... Elbeylilerde Gavu-
Z. Gökalp’a göre de Milli aşiretinin bir kolu olan
relli, Tırklı, Birellu ve Torun oymakları vardır”33.
Şeyhan içindeki Devaran- Davarlar- ve Bulunan’lar
adında oymaklar vardır. ‘Bunlara Torun derler’39 der.
“Hacı Ali’den aşağı Budak dizildi,
Şanlıurfa’daki aşiretler hakkında son zamanlarda
Bend sahibi ismi ile yazıldı
yapılan bir çalışmada da adeta aşiretler birliği olan
Orada Berk Ağa’nın keyfi bozuldu
“Milan”a bağlı “Torunan” aşiretinden bahsedilmek-
Torunlar’ın bendi Şirvan değil mi”?
tedir40.

Gaziantep’teki Beydili oymaklarında 300 yıldan Patnos hakkında yapılan bir çalışmada da
beri söylenen ve yukarıda bir kısmını aldığımız ağıt- Patnos’ta Torunların yaşadığı şu bilgilerden anla-
ta Torun oymağı Avşar, hem de Barak ve Elbeyli şılmaktadır: “Seyda ise gâvur icadı diye reddedin-
oymağında görüldüğü şu ifadeyle daha somutlaş- ce belediye yönetimini…(Sonraları bizzat seçime
maktadır: “Elbeyli Boy Beyi olan ve İlbeyli Torunları girmelerine rağmen kazanamayacaktır zat-ı muhte-
Oymağı’nın da başkanı…”34dır. rem) Bu belediyeye sorununu aşiretlerle çözmeye
başlamışlar. İyi de hangi aşiret. Geçmişte siyasi tec-
Konu hakkında yapılan bazı çalışmada da Torun-
rübesi olan Torun aşireti olsun demişler. Fakat Torun
lar hakkında şu bilgiler verilmektedir: Beğdili evvelce
aşireti ile barışık olmayan küçük aşiretler daha güçlü
Barak ve Türkmen namı ile ikiye ayrılmıştır. Baraklar
olmayan Memani aşiretinin belediye yönetiminde
Torun, İsalı, Abdurrezzaklı, Kördölü, Adıklı, Karaku-
söz sahibi olmasının yararlı olacağını uzun uzadı-
rak oymakları, Türkmenler ise Karaşıhlı, Araplı, Bek-
ya anlatmışlar bir birlerine sonunda 1937 de kurulan
meşli, Güneş, Kadırlı, Şarkevi Ocaklarına ayrılmıştır.
belediyenin ilk başkanı bütün uğraşlara rağmen To-
İçlerinde Karkın namı ile bir oymak vardır. Bunların
run aşiretinden seçilmiş”41.
oymak reislerine ‘Ağa’ denir”35.
Torunların Kürt olduğu ve Türklerle ilgisinin ol-
“Nizip’te Yağmuralan (Mizrin) köyü Barak
madığı iddiası, internet ortamında yazılmış bir ça-
Ovası’nda kurulmuştur. Köy bundan 250 yıl kadar
lışmada şu şekilde yer almaktadır: “Anadolu’nun
önce şimdiki köyün güneydoğusunda bulunan höyü-
dışında yasayan başka yörelerden Kürtlerin, Orta
ğün çevresinde Mezar-ı Ayin adı ile kurulmuştur. Köy
Anadolu’ya göç ettikleri görülmüştür... Araştırmacı
halkı Orta Asya’dan göç eden Oğuz Türk’lerinin Kayı
Wolfram Eberhard bir incelemesinde Kozanoğulla-
Boyuna mensup Torun Aşireti’ndendir”36.
rının aslında Kürt olduğu ve zamanla Türkmenleş-
Hatay bölgesinde yapılan bir araştırmaya göre tiklerini belirtmektedir. Değişik kaynaklarda Kars,
de “Amik Ovasında Reyhanlı aşireti oturmaktaydı. Ağrı, Mus, Van, Erzurum, Adıyaman ve Urfa yöre-
Bunlar, daha evvel birkaç kez iskâna tabi tutulmuş sinden Kürtlerin farklı zamanlarda Orta Anadolu’ya
olmakla beraber, ilgisizlik yüzünden tekrar göçe- göç ettikleri belirtilmektedir. Genellikle Kars ve yö-
be hayata dönmüşler ve yarı konargöçer bir hayat resinde Kürt aristokrasisini temsil eden Torunlar
sürdürmekteydiler. Yöredeki göçebe aşiretlerin en denilen bir tabaka ve aşiretten bazı unsurların Orta
büyüklerinden biri olan Reyhanlı aşiretleri; Mursallı Anadolu’da günümüze kadar varlık göstermiş olma-
(iki kol), Bahadırlı (iki kol), Sarıcalı (iki kol) , Kodallı, sı, Kürdistan’dan buraya yönelik göçlerin tipik bir
Corslu (Çoşlu), Torunlu. Kırıkhan ileri gelenlerinden işaretidir. Kaynaklarda zaman zaman Mala Kosan
Toklucu, Pürdeloğulları, Torunlu Hırfanoğulları, Kılı- (Köseler Konagi) diye adlandırılan bu aşiretten in-
çoğulları, Kızılkayalar, Köseoğulları, Zortuklar, Vu- sanların ne zaman buraya geldikleri bilinmiyor. Ör-
rallar, Falaylar, Kıvraklar, İldaylar ve yörenin güçlü neğin Polatlı yöresinde Köseler ve Yunak yöresinde
adamı Şıh Hasan ağanın babası Mehmet Ali Ağa da Torunlar adlı yerlerin bulunduğu saptanmıştır. Fatma
katılır”37 denilerek Torunlardan bahsedilir. Yeşilöz ve Elife Kart’in birlikte hazırladıkları bir lisans
tezinde, Cihanbeyli’ye bağlı Gölyazi kasabasında
“1518’de tutulan Diyarbakır Eyaleti tahrir defter-
asilzade olarak tanınan Torunoğulları adında bir aşi-
lerinde yazılı köy, oymak veya şahıs isimleri, Dicle
retin olduğu belirtilmektedir”42. W. Eberhart’a atıf ya-
bölgesi halkının Osmanlı fethinden önce ve Akko-
pan yazar kaynağın adını ve sayfasını vermemiştir.
yunlular çağında Türkçe konuştuklarını göstermek-
tedir. Bu defterde bulunan Ağa, Artuk, Aydoğmuş, Ancak Eberhard’ın Kozanoğullarından bahsettiği
Başlamış, Bayram, Budak, Bulduk, Doğan, Durak, tek eseri 1951 yılında Çukurova’daki aşıklık geleneği

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 241


hakkındaki eseri olup, bu eserde ise Kürtler hakkın- Mehmet Eröz’de, 1966’da Kayseri’nin Pınarbaşı
da şu ifade kullanılmıştır: “Arslan Ali denilen Ali Soy- ilçesine bağlı Söğütlü (Köy halkı Avşar) köyünden
lu, Adana yakınlarındaki Kozan kasabasında yaşar. Âşık Ömer’in kız kardeşinden Dadaloğlu’nun yuka-
40 yaşının biraz üstünde ve Türkmenistan’dan göç rıdaki ağıtının daha uzun halini derlemiştir. Burada
eden bir Kürt grubun tamamen Türk olan boyunun geçen Türkmen beyleri Kürt olarak, yani ağıttan da
bir üyesidir”43. Diğer yandan bilindiği üzere Eberhart, anlaşılacağı gibi kanun ve düzen tanımayanlar
İslam öncesi Türk tarihi hakkında yazdığı eserlerde olarak tanıtılmıştır.
tamamen Çin kaynaklarını kullanmıştır. Dolayısıyla
Çin kaynaklarında Kozanoğullarından bahsetmis Delme dakma değel, evvelden ağa
olması -eğer Alakon’un kaynağı doğruysa- onların Bal sumak çektirir solundan sağa
Türklüğü hakkında önemli bir kaynaktır. Fakat bilin- Umucuya verir atınan deve
diği gibi Kozanoğuları’nın tarihi XVII. yüzyılda başlar Bektaşoğlu Kürt yeğeni değelmi
ve Avşar boyundan ayrılıp Kozanoğulları olarak Ga-
ziantep, Adana ve Kayseri coğrafyasında görülmüş Avşar gedip gerisine dönünce
bir beyliktir. Ahmet Cevdet Paşa da Çukurova’daki Ördekli’de belli yurdu konunca
Kozanoğulları’nın iskânı hakkında “Kazan-oğulları Hah demeden bin atlısı binince
hanedanından ‘torun’ tabir olunur beylerden… Kay- Avşar Beğ Kürt yeğeni değelmi
seriyye sancağında ikametlerine karar verilmekle…
”44 diyerek Kayseri sancağına iskan edildiklerini ve Atlar enerde babam çeşmeye
Torun olduklarını belirtir. Ebbeğesi vurur gümüş ireşme
Cerid’inen Tecir’e baş goşma
Rohat Alakom’un yukarıda ve çeşitli eserlerinde
Gücüğaloğlu Kürt yeğeni değelmi
iddia ettiği gibi Kürtler, Türklerden ayrı bir millet ise
vermiş olduğu Kozanoğulları, örneği dahi Kürtler
Ah ediyor garaları görenler
ile Türklerin aynı kaynaktan geldiğinin en açık delili
Tütünün sündüğü yere atı salanlar
olsa gerek.
Üç tuğlu vezirden duzzak alanlar
Ayrıca Kozanoğulları hakkındaki tek bir örnekten Mursaloğlu Kürt yeğeni değelmi
hareket etsek dahi, tarihi bir bilginin, ideoloji uğruna
nasıl çaptırıldığını, konu hakkında bilgisi olan, aklı- Çarşı bazarıdı evinin içi
selim herkesin görmesi mümkündür. Avşar iskân getti neyidi suçu
Dadaloğlu’na ait olduğu kabul edilen aşağıdaki Düşmanın üstüne çekerdi göçü
iki ağıtta Kürt-Türk kavramı hakkında önemli bilgiler Avşar Beğ Kürt yeğeni değelmi
veriyor olsa gerek. Bu ağıtlardan ilkini Ali Rıza Yal-
gın 1942 yılında Avşarların Bozdoğan oymağında Aşşığın dalgası galman kusura
derlemiş olup, Çay adlı eserine olduğu gibi almıştır: Bizim eller iskân gitti yesire
Boğazı çanlı gartal endi Mısır’a
“Ömer ağa devamla “Aşirette dağlarda yaşayan- Göveloğlu Kürt yeğeni değelmi46
lara ‘Kürt’ derler. Bir gün Cerit’ten Bekir Hasan Bey,
Dadaloğlu’nu odasına çağırmış, türkü söyletiyormuş. Mardin’de yaptığımız bir saha araştırmasında
Mecliste iki adam Dadaloğlu’nu dinlerken birbirinin soyadı Artukoğlu olan ve bu boydan geldiklerini bi-
kulağına fısıldamışlar. Demişler ki : ‘Bu âşık iyi âşık, len insanların, ana dillerinin günümüzde Arapça
ama Kürt olmasaydı’. Dadaloğlu bunu duymuş, söy- olduğunu biliyoruz. Ayrıca Diyarbakır merkezindeki
lediği türküyü bırakmış bu heriflere cevap vermiş: bazı Avşarların, ana dillerinin Türkçe, bazılarının da
Zazaca olduğunu yaptığımız bir başka saha araş-
Atına vurdu da gümüş ireşme tırmasında tespit etmiştik. Diğer yandan 22. dönem
Tecerli’den Cerid’e baş koşma Diyarbakır milletvekili Cavit Torun, Çermikli olup ana
Ha dence bin atlısı binerde serçeşme dili Zazacadır. Dolayısıyla bu örnekler bile dil fark-
Mürseloğlu Kürt yeğeni değel mi? lılığının önemli araştırma konusu olduğunu, ancak
milliyet ya da çok kullanılan tabirle “etnik kimlik” için
Yoğ, yoğ olmuş da gidiyor göçü yeterli olmadığının en açık göstergesidir.
Bağ ve bostan olmuş evinin içi
Darılınca da Şammar’a yiyirdi göçü Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nec-
Kerimoğlu Kürt yeğeni değel mi?45 det Torun da özel konuşmamız da aslen Erzurum’un

242 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Hınıs ilçesinden olup Konya doğumlu ve Avşar oldu- eleştiriliyor. Üstelik bu anlayış konu hakkında yeterli
ğunu belirtmişti. bilgi sahibi olunmadan yapılıyor.
Bu makalenin yazarı da Avşar boyunun bir kolu Örneğin emekli komutanlarla yaptığı mülakattan
olan Torunlardan olup, köklerinin Nadir Şah’a da- sonra Bila şöyle diyor:
yandığını atalarından dinlemiştir. Ayrıca yörede To-
“Aytaç Yalman Paşa’nın çok değerli bulduğum
run Paşa olarak bilinen bir yakınımın 1900’lerin ba-
analizinin, bir “itiraf” veya “kişisel vicdan muhasebe-
şında kaleme aldığı elyazmasında da aynı bilgilerin
si” biçiminde ele alınması ve öyle sunulması gayre-
olduğunu görmüştür. Van merkezi ve Erciş ilçesinde
tidir.
yaptığımız araştırmaya göre de buradaki Torunların
bir kısmının ana dili Kırmançca, bir kısmı ise Türkçe- “Aytaç Paşa, isabetli bir analizle, PKK terörün-
dir. Ancak her iki grup da kökenlerinin Nadir Şah’dan den önceki dönemde, sorunun henüz sosyal boyut-
kaynaklandığını söylemektedir. tayken görülemediğini belirtmiş ve 1970’li, 1980’li yıl-
larda izlenen resmi politikayı irdeleyerek eleştirmişti.
Ayrıca İran’ın Basra, Urumuyi, Horasan ve diğer
Aytaç Paşa’nın o yıllarda genç bir subay olarak karar
bölgelerindeki ve Afganistan’daki Avşarların bir kıs-
verici konumda olmadığını belirtmeye bile gerek yok.
mı Farsça bir kısmı da Türkçe konuşur. Azerbaycan
Esasen, Aytaç Paşa’nın bu eleştirel yaklaşımı, 70’li
Avşarlari ise Azeri Türkçesini konuşur. Dolayısıyla
ve 80’li yılların resmi devlet politikasına ilişkindir. Hal
dil kültürler için çok önemli olmakla beraber, kültürü
böyleyken Yalman Paşa’nın yaptığı, iyi niyetle ileriye
ve milliyeti belirlemede tek başına yeterli değildir.
yönelik bir projeksiyon için yardımcı olmaktı”47.
Kürtleri ve Zazaları, Türk’ten ayrı bir etnik* grup
Bila bu yorumundan sonra Yalman’dan şu bilgile-
veya millet olarak görenlerin, ırk kavramına göre
ri aktarır: “Oysa bizler o dönemde, ‘Kürt yoktur’ diye
daha masum görülen etnik kavramını kullandıkları
eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz.
herkesin malumudur.
Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda yürürken
Yukarıda ortaya koyduğumuz Torun aşireti hak- kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir, gibi tarif-
kındaki bilgileri, Kürt milliyetçilerinin Kürt kavramı ler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz ‘yı-
içinde gösterdikleri birçok aşiret için de teşmil edebi- kıcı faaliyetler’ kapsamında görüyoruz… Cumhuri-
liriz. Dolayısıyla Torun aşireti ve benzer örneklerden yet dönemindeki isyanlardan sonra 1938’den 1970’e
hareketle, ‘o kafalar’, Torunlar ve benzerleri için ayrı kadar terör yok. Sosyal sorun dönemi dediğim, bu
bir ırk-etnik grup veya milleten söz edilebilir mi? Bu dönemdir”48.
soruya cevap bulunduktan sonra, Kürtler ile Zaza-
Yalman Paşa’nın “…bizler o dönemde, ’Kürt yok-
ların, Türk’ten ayrı bir ırk-etnik grup veya millet olup
tur’ diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak
olmadığı tartışmalarına geçebilirler. Aksi takdirde
görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda
‘onlar’, "ben yazdım oldu mantığı”yla baş başa kal-
yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir,
mak zorundadırlar.
gibi tarifler dolaşıyor” ifadesini her şeyden önce üs-
Ayrıca yukarıda yazdıklarımızı düşünerek, bu lup açısından yakışık değil.
satırların yazarına ve benzerlerine bir ırk-etnik grup,
Diğer yandan dünyanın her yerinde insanlar
millet veya moda tabirle “kimlik” bulmak gerekmez
eğitime-öğretime tabii tutulur. Ayrıca eğitim-öğretime
mi?
tabi tutulan insanlar öğrendiklerini kendi bilgi ve
Sonuç olarak, “etnik modacılar” ya da “etnik mantığına göre değerlendirerek bir sonuca varır.
teorisyenler”e sorumuz şu: Genelde Avşarlar, özel-
Eğitim-öğretim her şeyden önce yeni bilgiler
de Torunlar ve benzerleri, hangi milletten(?) veya
üretmeye ve bağımsız düşünmeye yöneliktir. Bir
bazılarının çok kullandığı tabirle hangi “etnik-
başka deyimle eğitim–öğretim yanlış ile doğruyu
ırk”tandır?
birbirinden ayırabilme ve kendi fikrini oluşturabilme
Kart-Kurt Teorisi ve Kaynağı amacını taşır. Eğer eğitim-öğretim sürecinde alınan
bilgilere yenileri ilave edilmez ya da yeni yorumlar
Bilindiği gibi teoriler doğrulanmak veya yanlış-
getirilemezse, sadece ezbercilik yapılır ve eski ka-
lanmak üzere atılan genel görüşlerdir. Eğer teori,
lıplar tekrar edilir.
yapılan araştırmada doğrulanırsa bir kural haline
gelir. Yanlışlanırsa o yanlıştan hareketle doğrular Neticede sağlıklı olmayan bir sosyalleşme karşı-
araştırılır. Böyle olmakla beraber Türkiye’de teoriler mıza çıkar. Kendisini geliştiremeyen insanlar ve sos-
bilimsel doğrular veya gerçekler gibi sunuluyor veya yal gruplar ezbere veya taklide dayalı, tek tip düşü-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 243


nen insan tipleri ve sosyal grupları meydana getirir. Kart-kurt teorisi ise Macar asıllı Türkolog
Nemeth’e aittir. Bilindiği gibi bugünkü Macaristan’ı
Bu kısa açıklamanın ardından Yalman Paşa ve
kuran Türk boyları arasında Kürt adıyla bilinen boy-
onun gibi düşünenlere şunu sormak gerekir:
lar olduğu gibi, Tuna boylarında Kürt isimli köyler de
Bir ülkede Jandarma Genel Komutanlığı ve Kara vardır51.
Kuvvetleri Komutanlığı yapmış ya da yapacak insan-
“Yurt Kuran Macarlar’ın Tarihi” adlı eserin-
ların “biz öyle eğitildik” söyleminin arkasına sığınma
de Nemeth, Macarları oluşturan boyları sayarken
lüksü olabilir mi? Öğrenilenlerin doğruluğunu araş-
Kürtler hakkında şu yorumları yapar: “Dördüncü
tırmak veya görev vererek konuyu uzmanlarından
boyun ikinci kısmının adı Koytry, yani Kürt (Kürtü)
öğrenmemek gibi bir hakları var mı? Bu ve benzer
dür… Kürt adı konusunda en eski Macarca veriler
soruların cevabı veya cevapları Yalman Paşa gibi
Kutru, Kurt şeklindedir. Bunu daha sonra Kirt, Kut-
devletin yönetiminde söz sahibi olanları temel soru-
ru, Kyürth şeklinde de görüyoruz… Bacs, Borbod,
nu olması gerekmez mi?
Heves, Jasz-Nagy-Kunszolnok, Komaran, Nograd,
Kangal köpeği ve Türk mitolojisindeki kurt hak- Nyitra, Pozsony, Temes (veya Torontal) illerinde Kürt
kında yaptığı yorumla bazı çevrelerde hayli ilgi ve yer adları mevcuttur… Kürt adının Türkçedeki* genel
sempati toplayan Türköne, yukarıdaki görüşe şöyle anlamını da tanıyoruz. Tarançı lehçesinde "yeni yağ-
katılır: mış kar" anlamındadır. Şorca’da "çığ", Kazan Türk-
“Kangal meselesi bir ironiydi. Ama yazının temel çesinde "Kar yığını" anlamında ortaya çıkıyor. (-k)
tezi şuydu: Kurt sembolü etrafında kaç kişi toplaya- ekiyle Kırgız vs. de ise "Körtük", "yani yeni yağmış
bilirsiniz? Kurt sembolü Türklere ait bir sembol değil. kar, derin kar, kar yığını" anlamına gelmektedir. Ka-
Kurdu, Kurtuluş Savaşı döneminde Yakup Kadri Ka- rakteristik bir hususiyet ki aynı anlama gelen bir ke-
raosmanoğlu icat etmiş. Osmanlı’da yok, Selçuklu- lime Macar boy adı olarak rol oynamaktadır… Kürt
larda yok, Akkoyunlular’da, Karakoyunlular’da yok. boy adının Moğolistan’da ve Kafkasya Türklüğünde
Adı üstünde koyun, nasıl olsun. Anadolu’da Oğuz birbirinden bağımsız bir şekilde ortaya çıkması pek
boyları, Karakeçiler. Hep keçi, hiç kurt yok. Ben bir muhtemel bir şey değildir52. Bazılarınca ironi konusu
çarpıklığı göstermek ve iman edilen şeylerin saçma yapılan “kart-kurt” teorisinin aslı budur.
olduğunu gündeme getirmek için yazmıştım”49. Dolayısıyla kendi çalışma alanında dünyaca
Türköne bir başka yazısında ise şöyle der: “Bu- meşhur olan bir Türkolog tarafından dile getirilen bu
gün Kürtlerin “müstakil hüviyetli bir ırk” olup olma- görüşlerin tartışılması bilimsel bir mantığı gerektirir.
dığını kimse tartışmıyor. Kürt kelimesinin yöre hal- Yani yukarıdaki görüşü ironi konusu yapanların, fark-
kının dağda yürürken çıkarttığı “kart-kurt” sesinden lı anlayıştaki Türkologların görüşlerinden hareketle
türediği iddiasını, bir zamanlar bu iddiaya sarılmış dile getirilen anlayışın niçin tutarsız olduğunu ispat
olanlar bile, en son eski Kara Kuvvetleri Komuta- etmesi gerekir. Fakat kıt bilgi ile bol teori kurmaya
nı Aytaç Yalman’ın vurguladığı gibi ironi konusu hevesli bir zümre “kart-kurt” adıyla bir teori olmadı-
yapıyor”50. ğı halde önce, var olduğunu savunuyorlar, sonra da
savundukları bu teoriden bir ironi üreterek eleştirile-
Bir defa milleti ırk olarak tanımlamak hiç bir ilmî rine payanda yapıyorlar.
gerçeklikle açıklanamaz. Yukarıda etnik kelimesi
hakkındaki yorumun burada onaylandığını görü- Kürtler Hakkındaki Mitolojik Teoriler
yoruz. Bu zihniyetin, yani Kürtleri ayrı bir ırk olarak “Kart-kurt teorisi” oluşturupta sonradan ona iro-
görenlerin aynı zamanda da ırk’a göre daha az tep- nik yaklaşanları bundan sonra yazacaklarım çok kız-
ki uyandıran etnik kavramını kullandıkları biliniyor. dıracaktır. İlk aktaracağım, “Kürt ırkı” meydana getir-
Ancak o insanların öncelikle yukarıda yazılanları mek isteyenlerin ve onların ağzıyla konuşup yazan-
düşünerek soyları benim durumumda olanlara bir ırk ların sıkça başvurduğu, hatta zaman zaman başucu
bulması gerekmez mi? Şayet onlar, benim gibilere muamelesi yaptıkları kitaplardan Şehname’deki mi-
bir ırk bulabilirlerse, Kürtlerin de ayrı bir ırk olup ol- tolojik bilgiler:
madığı tartışmasına geçebilirler. Aksi takdirde onları
“O parlak günler kara günler oldu. Herkes
“ben yazdım ve oldu” inancı ve mantığıyla baş başa
Cemşid’e itaatten vazgeçti... Her taraftan bir padi-
bırakmak zorundayız.
şah, her yerden ileri gelen bir adam çıktı ve asker
Yukarıda bilimsel araştırmalara ışık tutan genel- toplayıp savaşa hazırlanarak, Cemşid’e karşı düş-
lemelere teori denir; teoriler araştırmalar sonucunda manlık gösterdi. Askerler birer birer İran’dan çık-
ya kabul edilir ya da reddedilir demiştik. tılar ve Arapların memleketine doğru yol almağa

244 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


başladılar. Orada, ejderha yapılı büyük bir padişah b). “Bazı düşünürler de, ’Kürtler, Allah’ın üzer-
olduğunu haber almışlardı. Kendilerine bir padişah lerinden perdeyi kaldırdığı bir cin topluluğudur’
arayan bütün İran süvarileri hep birden Dahhak’a demişlerdir”58.
gittiler. Onu padişahlıkla övdüler ve İran’a padişah
c).”Bazı tarihçiler de, cinlerin, Havva’nın kızlarıy-
olarak kabul ettiler. Bunun üzerine bu ejderha yapılı
la evlendiklerini, onlardan da Kürtlerin doğduğunu
padişah rüzgar suretiyle geldi. İran’da saltanat tacını
öne sürmüşlerdir”59 .
başına koydu... Dahhak, saltanat tahtına oturduk-
tan sonra, bin yıl padişahlık etti. Bütün dünya onun d). “Türkistan’ın en büyük hükümdarlarından biri
idaresi altına girdi... Her gece, ister halktan veya olan Oğuz Han, Medine-i Münevvere’de -onun sa-
isterse yiğitler soyundan olsun, iki delikanlıyı aşçı, kinine en üstün selam olsun- bulunan, peygamber-
padişahın sarayına götürür ve bunlarla onun der- lerin övüncü ve yaradılmışların Efendisine* bir heyet
dine derman bulmak isterdi. Bunları öldürür, beyin- gönderdi. Bu heyetin başında da, Kürt büyüklerin-
lerini çıkarır, yılanlara yiyecek yapardı. (Padişahın den ve ileri gelenlerinden Buğduz adlı bir kişi vardı;
soyundan-memleketinden olan iki insan en azından kendisi çirkin görünüşlü, kaba, katı kalbli, ele avuca
iki insandan biri kurtarmak amacıyla saraya aşçı ola- sığmaz bir kişiydi. Çirkin görünüşlü, iri yapılı bu elçi,
rak girerler ve bunlar) bir koyunun beynini çıkarıp, Peygamber’in –salat ve selam onun üzerine olsun-
öldürdükleri gencin beyni ile karıştırdılar. Ötekinin gözüne görününce Peygamber’in canı sıkıldı ve on-
canını bağışlayarak ona, ’git, bir yerde gizlen, canı- dan şiddetle nefret etti. Elçiye, kabilesi ve mensup
nı kurtar! Mamur şehirlerde yaşama. Bundan sonra olduğu soy sorulunca, Kürt topluluğundan olduğu
senin yaşayacağın yer, dağlar ve ovalardır’ dediler. cevabını verdi. İşte o zaman Peygamber –salat ve
Onun kafası yerine değersiz koyun kafasından yı- selam onun üzerine olsun- Kürtler’e beddua ederek
lanlara yiyecek yaptılar. Bu suretle, her ay otuz genç şöyle dedi: Yüce Allah bu topluluğu, kendi arasında
canlarını kurtarıyorlardı. Zamanla kimin nesi oldukla- ittifaka ve birleşmeye muvaffak etmesin; yoksa bir-
rı belirsiz olan bu gençlerin sayısı iki yüzü buldu Ahçı leştikleri takdirde, onların elleriyle dünya yok olur”60.
her gün birkaç keçi ve koyun ovaya salar, bunlara Bozarslan Şerefname’deki diğer mitolojik bilgi-
gönderirdi. İşte bugünkü Kürt kavminin aslı bunlar- ler için bir şey demez ve dip notta açıklama yapmaz-
dan türemiştir* ki, bunlar mamur şehir nedir bilmez- ken, bu son mitolojik bilgi için “bu hikâye tamamen
ler. Bunların evleri, çöllerde kurulmuş çadırlardan uydurmadır, söylentiden ibarettir”61 ifadesiyle bir dip-
ibarettir. Kalplerinde hiç Tanrı korkusu yoktur”53. notta açıklama yapar.
Kürtlerle nevruz kavramı arasında bağ kuranla- Çevirmenin bu tavrı karşısında şunları sormak
rın farkında olmadıkları ya da olmak istemedikleri gerekir? Bozarslan diğer mitolojik bilgileri neye göre
bir başka bilgi de nevruz olayının Bağdat ile Kudüs kabul ediyor? Bunu neye göre kabul etmiyor. Yoksa
arasında geçtiği ve Kudüs civarında Dahhak’ın ya- Bozarslan’ın son bilgiye tepkisi ilmi değil, siyasi bir
kalanarak bir dağda taş üzerinde bağlanarak bıra- kaygıdan mıdır? Çünkü görüldüğü gibi diğer bilgi-
kıldığıdır54. Demirci Kava (Gave)’nin Dahhak’a karşı lerin de son bilgiden daha az masum olmadığı or-
halkı ayaklandırmak için konuşma yaptığı esnada tadadır.
mızrağının üzerine geçirdiği önlüğündeki renkler
de “mor, kırmızı, sarı”dır. Efsanesi çok büyütülen Kürtlerin kökeni hakkındaki bir başka efsane-
Demirci Kava (Gave)’nin Şehname adlı eserde bir de Saltuk-name’dedir. Çay, bu efsaneyi Saltuk-
tek fonksiyonu olup o da halkı Dahhak’a karşı Fe- name’nin Topkapı nüshasından olduğu gibi eserine
ridun etrafında birlik olmaya davet etmesidir. Zaten almış olup, şöyle özetler: “Hz. Süleyman’ın odalık-
eserde bundan sonra Kava (Gave) hakkında bir tek ları ile Şeytan’ın münasebetine dayalı bir türeyiş ef-
cümle dahi geçmez55. sanesidir. Bu efsane ile Kürt adı verilen unsurların
menşeyi Arap aslına çıkarılmaktadır”62.
Şehname’de yer alan yukarıdaki mitolojik bilgi
“Şerefname”de de aynen ifade edilerek56 ilave ola- Sonuç olarak Macar asıllı bir Türkolog’un “kart-
rak şu görüşlere de yer verilir: kurt” yorumu Macaristan’daki Kürtler ile Asya Türk
kültürü arasındaki ilişkiyi aramaktan kaynaklanmış
a). “Kürtlerin bu adla adlandırılmalarının tek olup, son söz de söylenmiş değildir. Sadece bir ba-
nedeni, aşırı cesaretleri ve savaşçılıklarıdır. O ka- kış açısının ifadesidir. Bu anlayış yıllardan beri bazı
dar ki, kavga alanlarında, savaş meydanlarında ve çevrelerin (Son olarak onlara Yalman Paşa da katıldı)
diğer çetin durumlarda tehevvür ve pervasızlıkla adeta alaycı anlayışlarının kaynağını oluşturmuştur.
nitelendirilmişlerdir”57 . Ancak, ne hikmetse kimse işin aslını arama peşine

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 245


düşmemiştir. Bu anlayışın kaynağı, araştırma yap- Etnik köken olarak kendilerini “Kürt ” olarak ni-
manın zahmetinden kaçarak başkalarının hataların- teleyenler %28,9, kendilerine “Kurmanc ” diyenler
dan ya da kendilerince doğru olmayan anlayışların- %29,1, “Zaza ” diyenler %9,7, “Arap ” diyenler %3,5
dan hareketle fikir edinip, ifade etme alışkanlığıdır. oranındadır. Kendisi “Türk ” olarak hissedenlerin
Oysa bilimsel mantık ve yorum, araştırmayı olmazsa oranı %19,8 olup, “Azeri ” olarak nitelendirilenlerle
olmaz, ön şart olarak kabul eder. (0,6) bu oran 20,4’dür.
Kürtçüler, onlara zemin hazırlayanlar ya da aynı Ana dil ve etnik köken konusunda alınan ce-
mantıkla hareket edenler, üstelik kendilerinden baş- vaplar bölgede yaratılmak istenen “Kürt Kimliği ”
ka kimseyi aydın sıfatına layık görmeyenler, yuka- konusuna enteresan bir boyut getirmektedir. Etnik
rıda topluca verdiğimiz, özellikle Kürtçülerin temel kimliğin belirlenmesinde ana dil, grubun kendini ne
kaynakları olan, Şehname ile Şerefname adlı eser- şekilde hissettiği hususu, yaşanılan coğrafya hatta
lerdeki Kürt efsaneleri hakkında ne diyecekler, doğ- din ve buna bağlı mezhep ve tarikatlar da zaman
rusu meraka değer. zaman bir ölçü olarak ele alınmaktadır.
“Azınlık, etniklik, kimlik” gibi kavramlar üzerinde Bu çalışmanın ortaya koyduğu en önemli husus,
belli bir uzlaşma sağlanmadığı halde, Türkiye’de dil ana dilinin Arapça, Zazaca, Kurmançca ve Dersim-
kavramından hareketle “etnisite-ırk” meydana geti- ce olduğunu ifade eden önemli bir kesimin, köken
rilmeye çalışılmaktadır. Oysa aynı dili konuşanların olarak kendilerini Türk kabul etmelerini ortaya koy-
her zaman bir etnik grubu-ırkı, devleti ve milleti ifade masıdır. Diğer yandan Kurmanc bölgede konuşulan
etmede yetersiz kaldığı bir sosyal gerçekliktir. bir diyalekt olmasına rağmen %29,1’lik bir kesimin
“Kurmancı” teriminin etnik kökenlerini de ifade ettiği-
Bölge Halkının İstek ve Beklentileri
ni kabul etmiş olmalarıdır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yapılan bir
Ana dil ve etnik köken konusunda kendisini
çalışmada bölgedeki insanların kimlik ve devletten
“Kürt” ve “Kurmanç” olarak kabul eden kesimde göç
beklentileri konusundaki görüşleri aşağıda özetlen-
sebebiyle ilgili olarak devlet aleyhtarı (devlet baskı-
miştir63:
sı, korucu baskısı) bir tutum benimsenmiştir. Ancak
Halkın devletten beklentileri terör ve terörün da- Zazalar’da bu oran Türk, Arap, Azeri unsurlara göre
yandığı ideolojik istek ve beklentilerden tamamen yüksek olmasına rağmen, kendisini Kürt kabul eden-
uzaktır. Örneğin “devletin sizin için neler yapması- lere ve Kurmançlar’a göre oldukça düşüktür. Ken-
nı istersiniz?” sorusuna halkın %50,6’sı iş imkanı; disini Kürt kabul edenlerde göç sebebi olarak örgüt
%25,9’u can güvenliği ve terörün durdurulmasını; baskısını dile getirme oranı çok düşükken; Kurmanç
%5,0’ı da yerel dilde eğitim istemiştir. Eğitim hizmet- ve Zazalar’da bu oran Türkler’e yakındır. Kurmanç-
leri, sağlık hizmetleri, konut ve alt yapı isteyenler lar temel göç sebebi olarak örgüt ve devlete aynı
%16,8; sosyal haklar isteyenler ise %1,7’dir. oranlarda yer vermişlerdir.
______________________________________________
Yerel dilde eğitim isteyenlerle derinlemesine ya- * Dr., Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi
pılan görüşmelerde “böyle bir okul açılsa çocuğunu 1 Fenton Steve, Etnitisite Irkçılık, Sınıf ve Kültür (Çev. N.
o okula gönderir misin?” diye sorduğumuzda, bir Şad), Phoenix Yayınevi, Ankara, 2001, s. 4.
2 Marshall Gordon, Sosyoloji Sözlüğü (Çev. O. Akınhay,
kişi dahi evet cevabı vermemiştir. Üstelik bize se- D. Kömürcü) Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1999, s.
nin imkânın olmasa çocuğunu İngilizce eğitim veren 215.
bir okula mı yoksa Türkçe eğitim veren bir okula mı 3 Fenton Steve, a. g. e., s. 5-6.
4 Fenton Steve, a. g. e., s. 8.
gönderisin sorusu sorulmuştur. 5 Fenton Steve, a. g. e., s. 15.
6 Bilgin Nuri, e. g. e., s. 55.
Anadiliniz nedir sorusuna Kurmançca %60,1; 7 Bilgin Nuri, Sosyal Bilimlerin Kavşağında Kimlik Soru-
Zazaca %23,1; Türkçe %5,3; Arapça %7,2; Dersim- nu, Ege Yayanları, İzmir, 1994, s.33.
ce %3,8 şeklinde cevap verilmiştir. 8 Niyazi Mehmet, Millet ve Türk Milliyetçiliği, Ötüken Neş-
riyat, 2005, s. 151–152.
Evde en çok konuşulan dil : %50,5 Kurmanc, 9 Ksenophon, Anabasis-Onbinlerin Dönüşü, Hürriyet Ya-
%33,2; Türkçe; %12,8 Zazaca; %2,3 Arapça şeklin- yınları, , İstanbul, 1974, s. 111.
10 Çay M. Abdulhaluk, Her Yönüyle Kürt Dosyası, Boğazi-
de bir sıralama görülmektedir. çi Yayınları, İstanbul, 1993, s. 33.
11 Nikitin Bazil, Kürtler Sosyolojik ve Tarihi İnceleme( Çev.
İnsanların %40,3’ü ailelerinde Türkçe bilmeyen H. Demirhan, C. Süreyya ), Cilt I-II, Deng Yayınları, İs-
bulunmadığını vurgularken, ailede Türkçe bilme- tanbul, 1994, s. 23–24.
yenlerin büyük çoğunluğunu da kadınlar ve yaşlılar 12 Mcdowall David, Kürtler (Z. İnanç), Avesta Yayınları,
İstanbul, 2000. s. 29.
oluşturmaktadır.

246 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


13 Türköne Mümtaz, “Bizim Kürtler”, Zaman Gazetesi, 34 Şahin Ali, Güney Anadolu’da Beğdili Türkmenleri ve
13.11.2007. Baraklar, Ankara, 1961, ss. 25, 57, 68, 69.
14 Tori W, Birlikte Olduğumuz Halklar, Koral Yayınları, İs- 35 Suriye Carablus Civarındaki Türkmen Aşiretleri”, http://
tanbul, 1991. congarhaber.blogcu.com/ILBEYLILER/ (08. 07. 2008).
- TORİ W Ve TORİ N, Kürt Kökeni ve Büyük Boyları, 36 http://nizip.meb.gov.tr/index.php?islem=okullar&goster
Koral Yayınları, İstanbul, 1991. =detay&okulid=99 (08. 07. 2008)
- Ekrem Cemil Paşa, Kürdistan Kısa Tarihi, Doz Yayın- 37 http://www.kirikhan.org/index2.php?option=content&ta
ları, İstanbul, 1998. sk=view&id=81&pop=1&page=0 (08. 07. 2008)
- Eıckstedt Egon Von, İlk Çağlardan Günümüze Türkler, 38 Eröz Mehmet, Doğu Anadolu’nun Türklüğü, İrfan Yayı-
Kürtler, İranlılar (Çev. H. Işık), Fırat Yayınları, İstanbul, nevi, İstanbul, 1982, s. 145–146.
1993. 39 Yavuz Edip, Doğu Anadolu’da Dil Onomastik İlişkileri
- Mehmet Emin Zeki, Kürdistan Tarihi, Beybun Yayınla- Üzerine Bir Deneme, Türk Kültürünü Araştırma Enstitü-
rı, İstanbul, 1992. sü, Ankara, 1983, s. 26.
- Bulut Faik, Horasan Kimin Yurdu, Berfin Yayınları, İs- 40 Bozkurt İbrahim, Tarih Boyunca Aşiretçilik ve Şanlıurfa
tanbul, 1998. Aşiretleri Tarihi, İmaj Yayıncılık, Şanlıurfa, 2003.
- Lazarev M. S. ve Mıhoyan Ş. X, Kürdistan Tarihi (İ. 41 Esin Seyfettin, Patnos’ta Belediye Trajedisi (2.Bölüm),
Kale), Avesta Yayınları, İstanbul, 2001. http://aznavur.blogcu.com/12794341 (08. 07. 2008).
- Nikitin, B., a. g. e. 42 Alakom Rohat, “Orta Anadoluya Göç Veren Yörele[r]”,
15 Kalman, M, Batı-Ermenistan (Kürt İlişkileri) ve Jenosid, http://www.bumsuz.net/Tarih/ortaanadolu_goc_kurtleri.
Zel Yayıncılık, İstanbul, 1994. s. 8, 200. html (08. 07. 2008).
16 Küçük, H., http://www.alevileriz.biz/showthread. 43 Eberhard Wolfram, Güneydoğu Anadolu’dan Aşık Hika-
php?t=1499 (7.12.2007). yeleri (Çev. M. K. Van Der Hoever), Türk Dil Kurumu
17 [ALAKOM] Rohat, Kürdoloji Bilimin 200 Yıllık Geçmişi Yayını, Ankara, 2002, s. 9.
(1787–1987), Deng Yayınları, 1991. 44 Ahmet Cevdet Paşa, Ma’ruzat (Haz. Y. Halaçoğlu),
18 Fritz, Kürtlerin Tarihi (Çev S. Şanlıer), Hasat Yayınları, Çağrı Yayınları, Ankara, 1980, s. 164.
İstanbul, 1992, s. 15. 45 Çay M. Abdulhaluk, a. g. e., s. 289.
19 Saussure, Ferdinand de, Genel Dilbilim Dersleri 46 Eröz Mehmet, a. g. e., s. 29-30.
(Haz. C. Bally; A. Sechehaye; A. Riedlinger), (Çev. B. 47 Bila Fikret, Milliyet gazetesi, 11.11.1973.
Vardar),Birey ve Toplum Yayınları, Ankara, 1985, s. -Diğer gazeteci ya da “gazeteci mantıklı
246. akademisyenler”in, bu konudaki görüşleri için basındaki
20 Achard Pierre, Dilsel Toplumbilim (Çev. D. Kırımsoy), haberlere ve köşe yazılarına bakılabilir.
İletişim Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 23. 48 Bila Fikret, Milliyet Gazetesi, 3.11.2007.
21 Tacar Pulat, Kültürel Haklar Dünyadaki Uygulamalar ve 49 Türköne Mümtaz’er, “Özel Mülakat”, http://www.turkti-
Türkiye İçin Bir Model Önerisi, 1996, s. 70-71. me.com, (22 Kasım 2007).
22 Aksoy Mustafa, Doğu Anadolu Kültürü Üzerine Bir İnce- 50 Mümtaz’er Türköne, “Bizim Kürtler”, Zaman Gazetesi,
leme, Yeni İnsan Yayınları, İstanbul, 2007, s. 85. 13.11.2007.
23 Aras Ahmet, “Doğu’da Feodalite Var mı?”, Ant Dergisi, 51 Çay M. Abdulhaluk, a. g. e., s. 265-267.
S: 138, 1968. -RASONYI Laszlo, Tarihte Türklük (Çev. H. Z. KOŞAY),
24 http://www.kurdenkirsehire.com/Nuce-Haber/torino. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1985.
html (21.12.2008), (Rohat Alakom, “Arîstokratên Kurd: 52 Çay M. Abdulhalûk, a. g. e., s. 265-267.
Torin”, Stockholm, 2004). Bu eser Türkiye’de Avesta 53 Firdevsi, Şehname, (Çev., M. Lugal), C. I, Milli Eğitim
Yayınları tarafından “Torin Arîstokratên Serhedê” adıyla Balkanlığı Yayınları, İstanbul, 1992, s. 101-102, 104-
2009’da yayımlanmıştır. 108,
25 Beşikçi İsmail, Doğu’da Değişim ve Yapısal Sorunlar- 54 Firdevsi, Şehname, s. 154-155.
Göçebe Alikan Aşireti-, Doğan Yayınevi, Ankara, 1969. 55 Firdevsi, Şehname, s. 125-131.
26 Seferoğlu Ş. KayaŞ, TÜRKÖZÜ H. Kemal, 101 Soruda 56 Şerefhan, a.g. e., s. 17-19.
Türklerin Kürt Boyu, Türk Kültürünü Araştırma Enstitü- 57 Şerefhan, a. g. e., e., 19.
sü, Ankara, 1982, s. 63, 6. 58 Şerefhan, a. g. e., s., 19.
27 Orhonlu Cengiz, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin 59 Şerefhan, a. g. e., s. 19.
İskânı, Eren Yayaıncılık, İstanbul,1987, s. 15, 47, 57. 60 Şerefhan, a. g. e., s. 24-25.
28 Kaya A. Menderes, Avşar Türkmenleri, Geçit Yayınları, 61 Şerefhan, a. g. e., s. 25 (Bozarslan’ın notu).
Kayseri, 2004, s. 207. 62 Çay M. Abdulhalûk, a. g. e., s. 42-45.
29 Gökalp Ziya, Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik İncele- 63 Aksoy Mustafa, AVŞAR Zakir, “Doğu ve Güneydoğu
mesi (Haz. İ. Beşikçi), Ankara, Komal Yayınları, 1975, s. Anadolu Bölgeleri’nde Terörün Neden ve Sonuçları”,
64–65 21. Yüzyılda Türk Dünyası Jeopolitiği, 3. Cilt, Ankara,
30 Kırzıoğlu M. Fahrettin, “Selçuklu Fetihlerinden (1064- 2003. Bu makaleye temel oluşturan veriler için “Doğu
1071) Önce Doğu Anadolu’da Türk Boy ve Oymakla- ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi ”nde (Ağustos-
rından Kalma Dağ ve Su Adları”, Türk Yer Adları Sem- Eylül,1997’de) Mustafa Aksoy ve Zakir Avşar başkan-
pozyumu Bildirileri, Kültür Bakanlığı yayınları, Ankara, lığında bir ekip tarafından alan çalışması yapılmıştır.
1984, s. 76. Alanda (Elazığ, Tunceli, Diyarbakır, Batman, Mardin,
31 Yinanç M. Halil, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, İstan- Şırnak, Siirt, Muş, Bitlis, Erzincan, Kars, Ağrı, Iğdır, Van
bul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1944, s. 173–174. ve Hakkâri’ de) 3093 kişiye görüşme formu uygulan-
32 Halaçoğlu Yusuf, XVIII. Yüzyılda Osmanlı mıştır. Ayrıca Mustafa Aksoy tarafından mülki ve idari
İmparatorluğu’nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleşti- yetkililer ile halktan bazı kişilerle mülakat ve sohbetler
rilmesi, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1988, s. 54- yapılmıştır. (Çalışma şu isimle yayımlanmıştır: Doğu ve
55. Güneydoğu Anadolu’dan Terör Nedeniyle Göç Eden Ai-
33 İnan Abdulkadir, “Gaziantep Vilayetinde Elbeyliler”, lelerin Sorunları, Ankara,1998. Yukarıdaki makale ise
Halk Bilgisi Haberleri, Sayı 40, 1934, s. 75. bu çalışmanın kısa bir özetidir.)

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 247


OSMAN TURAN’IN TÜRKİYE’DE
MİLLİ DEVLETİN İNŞASINA BAKIŞI

AYTEKİN ERSAL*

M
illi devlet olgusu, sosyal bilimlerin üzerinde ham alan kültürel yönelimlere farklı bakışları olgunun
mutabakat sağlayamadığı en çetrefil me- monolitik olmayan vasfının muteber bir hatırlatması
selelerinden birisidir. Çeşitli disiplinlerden olacaktır. Bunun için ilk önce etnisiteden milli devlete
gelen entelektüellerin olguyu kendi zaviyelerinden uzanan teorik çerçeve çizilecek, Türkiye’de milli dev-
ele alışlarının ortak metinlerde buluşmayı engellediği letin inşası tarihi ve kültürel zeminde özetlenecek ve
düşünülebileceği gibi, olgunun farklı tarihi tecrübeler- nihayetinde Osman Turan’ın meseleye bakışı ortaya
le siyasal hayatta tezahür edişi de ayrı yaklaşımları konacaktır.
tahkim eden bir durum gibi görünmektedir. Sözgelimi
1. Etnisite, Ulus, Milli Devlet Kavramları
İngiltere’de 1580’de başlayıp 1810’a kadar uzanan
bir tarihi süreçte cereyan eden çitlemelerle köylü- Etnisite kavramı Yunanca “ethnos”tan türemiştir.
lüğün tasfiyesi, feodal beylerin tüccara dönüşmesi, Ortak tarihi, dini, kültürü paylaşan sosyal kategorilere
finans kapitalin dizayn ettiği merkantil politikalarla te- ilişkin olarak kullanılmaktadır.2 Glazer ve Moynihan’a
zahür eden monarşik milli devlet modeli ile Fransa’da göre terimin ilk görüldüğü çalışma 1972 yılında ya-
krallığın unvan satışlarıyla soyluluğu satın alan bur- yımlanan Oxford English Dictionary olmuştur.3 Kav-
juvazinin, muhkem bir köylülükle şekillenen içtimai ram objektif ve sübjektif yönden ele alınabilir. Konu-
yapıyı milli egemenlik formülasyonu ile dönüştürme şulan dil, alışkanlıklar, din- inanç sistemi, yeme içme
süreci, farklı yaklaşımları mündemiç süreçlerdir.1 ve giyim kuşam gibi itiyatlar, değerler düzeneği et-
Keza 19. yüzyıl son çeyreğinde Balkanlarda tema- nisitenin objektif yönünü; aidiyet hissi, öteki anlayışı
yüz eden milli devletlerle, 20. yüzyılın ilk yarısında bir ve tarih bilinci sübjektif yönünü verir.4 Irk kavramıyla
modernleşme projesi olarak vücut bulan postkolon- bağlantılı olarak sosyal kategorilerin aşikâr veya zım-
yal milli devlet tecrübeleri de farklı değerlendirmeleri ni fiziksel görünüş farklılıklarına dayandırılan tanımla-
zaruri kılmaktadır. Siyasal ömrünün hiçbir evresinde malardan da söz edilebilir.5 Bu bağlamda etnik grup:
ne feodal toplum aşamasını, ne de sömürge devlet “Daha büyük bir sosyal ve kültürel sistem içerisinde,
tecrübesini yaşamamış Osmanlı İmparatorluğu’nun sergiledikleri ya da sergilediklerine inandıkları bir
I. Dünya Savaşı ardından milli devletin inşa edildiği özellikler kompleksine (etnik özelliklerine) dayanarak
bir modernleşme sürecine girişi de farklı değerlendir- özel bir statüye tabi olan ya da özel bir statü isteyen
meyi hak etmektedir. sosyal bir grubu anlatmak için kullanılır.”6 Fertlere
mahsus özelliklerin tersine kültürel gruba özgü her
Yüklü bir tarihi tecrübeyi izah eden müktesebatın
türlü özellik ya da belirti etnisiteyi oluşturur.7 “Dil kül-
üst çerçevesi iktisadi, hukuki, felsefi ve siyasi zemin-
tür, gelenek ve görenek bakımından birbirine bağlı ve
de çizilebilir. Milli devlet iktisaden kapitalistleşmenin,
genellikle aynı soydan gelen bireylerin oluşturduğu,
hukuken tabii hakların, fikren aydınlanmanın ve siya-
görece küçük insan topluluğu” olarak da tanımlamak
seten modernleşmenin buluşma noktalarına tekabül
mümkündür.8 Marshall da etnik grubun ait olduğu
etmektedir. Bu durum, olgunun tek modelle izah edi-
büyük kitleden kendini farklılaştığına inan özelliklere
lemezliğini izhar etmektedir. Bir tane aydınlanma, bir
sahip insanlar tarafından oluştuğunu düşünür. Etni-
tane kapitalizme geçiş, bir tane tabii hakların gelişimi
site bu haliyle sınıfı aşan bir kategoridir. Sözgelimi
ve bir tane modernleşme modeli yoktur. Türkiye’de
Amerika’da Yahudi kimliği farklı coğrafyalarda farklı
milli devletin ihdası da bu süreçten ari değildir. Bir ku-
sınıflara mensup insanlardan oluşmakla birlikte ge-
rucu olarak Atatürk’ün hukuki, iktisadi, felsefi, siyasi
niş Amerikan toplumundan ayrılan etnisiteye tekabül
alanlarda doktriner bir ideoloji vazetmemiş olması,
eden bir grup kimliğine örnek teşkil eder.9 Parsons,
milli devletin kuşatıcılığını pekiştiren bir olgu olarak
“ortaklaşa bir soydan veya gruptan geldiklerini kabul
görülmektedir. Osman Turan’ın, 1930’lu yılların orta-
eden akrabalık gruplarının bir araya toplanması” ola-
larında dile getirilen tarih tezlerine ve bu tezlerden il-
rak tanımlar.10

248 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Somersan etnisite tanımlarını beş grupta inceler. Smith, ulusların etnik temeline işaret eder. Ona
“Veri etnisite” kavrayışı bunlardan birincisini oluştu- göre etnik grupların farkı, belli tarihi bir toprağa, eko-
rur. Doğal, doğuştan gelen bir algılayışla kişi akraba, nomik bütünleşmeye ortak yasalara ihtiyaç duyma-
komşu, dindaş gruplarına yakınlık duyar. Etni ve ulu- malarıdır. Etnik temel ulusu oluşturur. Batıda ilk ulus
sun doğallığına, gücünün geçmişten gelip geleceğe modelleri etnik temel etrafında kültürel bütünleşme
akacağına dair inanç bu yaklaşıma temel oluşturur. ile oluşmuştur. Modern öncesi demotik (halka ait) de-
“Akışkan ve faydacı etnisite” anlayışı ikinci yakla- ğerler etnik temellidir. Dolayısıyla modernleşme son-
şımdır. Etnik bağlar zamana ve zemine göre deği- rası milli devlet oluşumları bu formlar üzerinde yük-
şen menfaat bağlarıdır. Değişim süreçlerinde elitler, selir. Etnik temel olmadan ulusun bekası da mümkün
siyasal hedeflerini etnisetinin kolektifliğini seferber değildir.16 Leca, ulus olgusunun sosyolojide: “Aynı
ederek gerçekleştirmek isterler. Üçüncüsü “mantıki ekolojik alan (bir kültür, bir pazar, bir egemenlik)
seçim modeli”dir. Bireyler kendi menfaatlerine uygun üzerindeki kültürel, ekonomik ve siyasal sistemlerin
buldukları durumlarda etnik örgütlenmelere özgürlük- çakışma süreçleriyle birlikte aşağı kültürün standart-
lerini feda ederler. Etnik kimliğin doğal bir veri değil, laştırılmış, homojen ve merkezi iktidar tarafından
zaman içerisinde oluşmuş modern bir olgu olduğunu desteklenen bir yüksek kültür ile bütünleşmesi ola-
söyleyen “Hayali cemaat” yaklaşımı dördüncüsünü rak” ele alındığını söylemektedir.17 Siyasal termino-
oluşturur. Beşincisi ise “postyapısalcı ekol”dür. Dil lojide ulus, devlet halkı ile aynı düzeydedir. Hukuki
dışında ne gerçek, ne özne, ne de etniklik olabilir. tanımlamanın ötesinde ulus, ortak köken, en azın-
Etniklik de zaman içerisinde dilde ifade edilmiş bir dan ortak dil, kültür ve tarih ile şekillenmiş siyasal
kavramdır.11 bir topluluktur.18 Ulus, milli devlet formunda homojen
kültürel birim olarak toplumsal yapının; egemenliğin
Smith, etnisite ve ulus için mit ve bellek kavram-
kaynağı olarak siyasal sistemin temelinde yer alır.19
larını temel şart sayar. Belleksiz kimlik, mitsiz ortak
amaç olmaz. Bunlar modernleşme öncesinde de var Gellner, “Uluslar doğal değildir, ulus devletler de
oldukları için ulus hem somut hem hayalidir. 12 Ona her etnik grubun kaderi değildir” der. Ulus, derinliği-
göre bir etnik grubun varlığını sürdürmesi üç koşula ne içselleştirilmiş her biri devlet tarafından korunan
bağlıdır:1. Bir nüfus için ortak olan sembolik, düşün- eğitime bağlı yüksek kültürlere dayan yeni türden bir
sel, normatif öğeler; 2.Kuşaklar boyunca onları bir toplumsal kategoridir.20 Anderson, “ulus, hayal edil-
arada tutan adetler ve töreler; 3.Ortak olarak sahiple- miş bir siyasal topluluktur – kendisine aynı zamanda
nilen, onları diğer gruplardan ayıran duygular ve tavır- hem egemenlik hem de sınırlılık içkin olacak şekilde
lar… Bu bağlamda etnik beka bağlayıcı ve farklılaş- hayal edilmiş bir cemaattir.” derken, ulusluluk halinin
tırıcı formların ve geleneklerin varlığını korumasıyla modernliğine işaret etmektedir.21 Hobsbawm da ben-
mümkündür. Formlar anlamını kaybederse gelenek- zer bir şekilde ulusun modernliğine gönderme yapar.
ler katılaşır ve etnik kültür çöküşe geçer. 13 Bu yakla- Kavramın literatürdeki karşılığı olan nacion sözcüğü
şım etnik grupların bekasının ne kadar zor olduğunu İspanya Kraliyet Akademisi sözlüğünün 1884’ten ön-
da ortaya koymaktadır. Benzer şekilde Foltz’un etnik ceki baskısında “bir eyalet, bir ülke ya da bir krallıkta
grupları ayırt edici nitelikleri de yaşatılması zor özel- oturanların toplamı” ve aynı zamanda “bir yabancı”
liklerdir. Foltz, etnik grupların sahip oldukları kolektif anlamına gelirken; 1884 baskısında “her şeyden
özellikleri dört başlıkta toplar: üstün bir ortak yönetim merkezini tanıyan bir devlet
ya da politik birim” bunun yanında “bir bütün sayılan
1.Biyolojik: Grup üyelerini diğerlerinden ayıran
bir devletin oluşturduğu topraklar ve bu topraklar-
fiziksel özelliklerdir. Bunlar zamanla değişmez. Her
da yaşayan insanlar” anlamı yüklenmektedir. Daha
üye belirgin bir şekilde bu fiziksel nitelikleri paylaşır.
sonraki baskılarda ortak çıkarlara, yurttaşlık vurgu-
2.Kültürel: Grup üyelerinin ortaklaşa paylaştıkları suna atıf yapılacaktır.22 Bu yaklaşımın nihai noktası
faaliyet türleri, seçimleri, onları diğerlerinden farklı kı- ulusun bir mit olduğu kanaatidir. Matbaa kapitaliz-
lan zihniyet durumlarıdır. minin yardımıyla kitlelere inşa edilen mitler takdim
edilir ve toplum kendisinin ulus olduğuna inanmaya
3.Dil: Grup üyeleri kendi aralarında diğerlerinden
hazır hale getirilir. Modern devletlerin ortaya çıkışı
daha iyi anlaşabilmelidirler. Farklı düşüncelerin farklı
ile ulusun oluşumu arasındaki köklü birliktelikler ulu-
formlarda ifadesi gerekir.
sun modernliğini ortaya koymaktadır. Bu meyanda
4.Yapısal: Grup üyelerini bir araya getiren bağla- Hobsawm’ın “geleneğin icadı”, Renan’ın “unutulan
rın diğerlerinden farklı olmasıdır.14 tarih” kavramlarıyla anlattığı durum, ulus olma nok-
tasında “mitlerin inşasıyla” aynıdır.23 19. yüzyıl şehir-
Etnisitenin sürdürülmesi zor grup kriterlerinin, onu
leşme, sekülerleşme, liberalleşme ile var olan kimlik
ulus olgusu ile geçişkenliğe ittiğini söylemek müm-
yapılarını çözerken kitlelere ulus kimliği bir problem
kündür. Nitekim Sorokin bu noktaya dikkat çekerek
çözümü olarak sunulmuştur.24 Vatandaşlığın yasal,
her iki kavrama ilişkin olarak kültür ve dil ortaklığına
siyasi, hukuki, iktisadi içeriği ulusun ne olduğuna iliş-
vurgu yapar. 15
kin verilecek tanımlarla ilgili hale gelmiştir.25

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 249


Duverger de “global toplum” kavramıyla mesele- ile kendisini aşması ve siyasal bir kimliğe dönüşmesi
ye yaklaşırken ulus kavramını milli – devlet olgusu dile getirilmektedir. İkinci yaklaşımın meseleyi tarihi
içersinde mütalaa eder. Ona göre milli – devlet glo- bütünlüğü içerisinde ele aldığı düşünülmektedir.
bal toplumun ilkel kabile, kent, feodal dönemlerinden
Milli devlet, ortaçağ devletlerinden ve monarşik,
sonra yaşanan dördüncü aşamasıdır.26 Bu yaklaşım
oligarşik devletlerden farklı olarak başlıca yasama
da ulusun modern bir kavram olduğu temelindedir.
– yürütme – yargı işlevlerinin ulusal bir hükümetin
Eugene Weber, büyük devrimden (1789) yüz elli yıl
elinde merkezileştiği ve ilke olarak bütün yetişkin
sonra bile entelektüel çevrelerin haricinde, ulusal bir
yurttaşların formel eşitliğine dayalı siyasal katılımı-
Fransız ortak kimliğinin geçerli olmadığını iddia eder.
na olanak tanıyan siyasal bir sistem olarak temayüz
Din ya da bölge bağlılıklarının sürdüğünü söyler.
etmektedir.32 18. yüzyıldan bugüne kadar oluşturul-
Walker Connor Amerika’ya göç eden etnik grupların
maya çalışan bir modeldir.33 Milli devlet, kurumsallaş-
benzer şekilde olduklarını dile getirir. Öğün, buradan
mış siyasi iktidarın belli bir tarihsel aşamada bürün-
hareketle kendinde gerçek bir ulus telakkisinin mil-
düğü yapısal biçim; ulus bu yapılanmanın meşruiyet
liyetçi entelijensiyanın kültürel inşası olduğunu dile
kaynağı olarak görülen kurgudur.34 Giddnes, ulusçu-
getirir.27 Wallestein, ulusu siyasal, etnisiteyi kültürel,
luğu psikolojik bir hal, milli devleti ise modern devletin
ırkı genetik kategoriler olarak ele alan yaklaşımla-
bir aşaması olarak görür.35 Habermas, feodal dönemi
rın kapitalist dünya ekonomisinin tarihsel yapısın-
soylu ulus bilincinin, modern milli devleti ise halkçı
dan kaynaklandığını düşünür. Ulus, merkez – çevre
ulus bilincinin şekillendiği süreçler olduğu kanaatin-
ekonomilerinin bölünmesine ilişkin bir kavramdır. Bu
dedir. Pazar ekonomisinin gelişmesi ile kamu huku-
bölünme de kapitalist dönüşümle mündemiçtir.28 Bü-
ku özel hukuktan ayrılır. Bu durum pozitif hukukun
yük dönüşümle ortaya çıkan sınırlar içerisinde ulus
egemenliğini beraberinde getirir ki Habermas için bu
kimliği piyasalar, iletişim ve ulaşım alt yapıları kadar
milli devleti inşa eden bir etkendir.36 Esen, milli dev-
savaşları da içine alan devlet kurma sürecinde inşa
leti: “Sınırları belirlenmiş bir toprak parçası içinde ya-
edilmiştir.29
sal güç kullanma hakkına sahip ve yönetimi altındaki
Smith, ulusun merkezindeki etnik çekirdekten halkı türdeşleştirerek ortak kültür, simgeler, değerler
hareketle olgunun tarihiliği ile modernliğini sentezler. yaratarak geleneklere köken mitlerini canlandırarak
Ona göre ulus oluşumunda devlet merkezli ve de- (kimi zaman uydurarak) birleştirmeyi amaçlayan bir
motik olmak üzere iki model vardır. Yatay etni, dev- tür devletin oluşumuyla tanımlanan modern bir olgu-
letin sunduğu siyasi, iktisadi, hukuki merkezileşme dur.” şeklinde tanımlar. Ulusla devletin örtüşmediği
imkânlarıyla aristokrasinin değerlerini yaygınlaştırır. durumlarda devlet meşruiyetini pekiştirmek için, yurt-
Ulus oluşur, aristokrasi sıradanlaşır. Demotik model taşları arasında ortak bir kültür, değerler ve simgeler
görece küçük toplumlarda entelektüellerin etno – dini sistemi oluşturmaya çalışır.37 Bu sosyal iletişim ağ-
ben kavramını siyasi bir ben kavramıyla değiştirme- larıyla ulusal bilincin pekiştirilmesidir. Kavramların
leriyle gerçekleşir. Tarih bu amaçla kullanılır. Ulusun dünyasının bir çeşit uluslaşmasıdır. “Bütünlük” değil,
var olduğu bir yerde yurttaşlık temeline dayalı yasal “Alman bütünlüğü”, “anlayış” değil, “Fransız anlayışı”
kodlar gerekir. İşbölümüne sahip birleşik bir eko- “maharet” değil, “Amerikan mahareti”, “dağların üze-
nomi, doğal sınırları belirlenmiş bir toprak, gelecek rindeki çayırlar” değil, “İtalyan dağlarının üzerindeki
kuşakları ulusun bireyi haline getirecek siyasi kültür, İtalyan çayırları” gibi belirtilerde görülen dönüşümün
kitle eğitimi ve medya sistemi gerekir. Bunlar ulusun “halk” değil, “Amerikan halkı” ya da “bizim halkımız”
modernlik vasıflarıdır. Müşterek paylaşılan soy mitle- ifadesinde olduğu gibi cevherde meydana gelen
ri, ortak tarihi bellek, farklılık duygusu ulusun modern değişime eşlik etmesidir.38 Bu durum ulusal kimliğin
öncesi, doğallık vasıflarıdır.30 Etnisiteyi akrabalığın sürekli tanımlanma ve yeniden tanımlama sürecidir.
bir uzantısı olarak gören Giebernau da ulusun do- Ulus olma halinin üst kesimden alt tabakalara doğru
ğallığına vurgu yapar. Benzer bir şekilde Geertz de mezcedilmesidir.39 Milli devlet, şiddet ve eğitim teke-
sosyobiyolojik verilere önem vererek etnik grupların line sahip modern devletin, sosyologların zikrettiği
tarih boyunca devamlılıklarını koruduğunu, dil, din toplumu kurmasıdır.40
gibi kökensel bağların bireyin bilincinde mevcut ol-
Milli devlet, ulusu siyasal bir kategori olarak algı-
duğunu söyler.31
lamıştır. Dil, din, etnisite bağlarını dikkate almayan
Yukarıda özetlenmeye çalışılan temel yaklaşım- bir tasavvuru sunmuştur.41 Yerel bağlarından soyutla-
larda etnisite konusunda genel bir uzlaşının olduğu, nan birey, egemen ulusun bir parçası, aynı zamanda
ulus meselesinde ise iki yaklaşımın ayrıştığı görül- anayasal bağlarla sınırlandırılan devletin yurttaşıdır.
mektedir. Bir grup sosyal bilimci ulusun hayali bir Buradan meşruluğunu alan milli devlet, sınırları be-
cemaat olduğunu, endüstriyel kapitalizmin imkânları lirli bir alanda üstün otorite olarak temayüz eder.42
çerçevesinde inşa edilen bir sosyal kategoriye tekabül Modernleşme, kapitalizm ve bürokrasi milli devletin
ettiğini söylemektedir. Diğer bir yaklaşımda ise ulu- uzun soluklu başarısının altında yatan dinamikler ol-
sun modernliği reddedilmemekle birlikte tarihi gele- muştur. Etnik, dini, mezhebi sorunları bu dinamiklere
neği içerisinde şekillenen etnik çekirdeğin modernite yaslanarak çözümleme yoluna gitmiştir.43

250 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


2. Türkiye’de Milli Devletin İnşası tehit bir ulusun siyasal sınırlarına çekiliş, kongreler
döneminde kendisini maşeri vicdan olarak ortaya ko-
Weber, geleneksel toplumlarda yönetici erkek
yacaktır. 23 Nisan 1920’de açılan TBMM bu vicdanın
ile yönetilen ev halkı arasındaki iktidar – itaat ilişki-
müesseseleşmiş hali olarak 20 Ocak 1921’de Teşki-
sinin geniş toplumsal kesimlere sirayet etmiş halini
latı Esasiye Kanunu’nu kabul ile egemenlik kavramı
patrimonyalizm kavramıyla ifade eder.44 Patrimonyal
üzerinden milli devleti ilan edecektir:
otorite kan bağı olmayanlara da makam ve toprak
verir. Bunların sahipleri, uhdesine aldıkları kesim- Madde 1: Hâkimiyet bila kaydü şart milletindir.
ler üzerinde idari, adli, siyasi yetkiler kullanamazlar. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare
Hükümdarın esas gayesi refah devletinin sahibi ola- etmesi esasına müstenittir.
bilmektir. Eğitim bu amaca yönelik insan yetiştirmek
Madde 2: İcra kudreti ve teşri salahiyeti milletin
için kurumlaşır. Bu özellikler patrimonyalizmin feoda-
yegâne ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Mecli-
liteden farklarını da ortaya koymaktadır.45 Osmanlı
sinde tecelli ve temerküz eder.
toplumsal şekillenişini merkeziyetçiliği çok güçlü bir
patrimonyalizm olarak tavsif etmek mümkündür.46 Madde 3: Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi ta-
Bütün unvanlar, şan, şöhret, zenginlik hükümdardan rafından idare olunur ve hükümeti “Büyük Millet Mec-
aşağıya doğru akar.47 Bu yapılanma modernleşme lisi Hükümeti” unvanını taşır.53
süreci ile birlikte çözülmeye uğrayacaktır. 1688’de
Milli egemenlik vurgusu ilk defa bir anayasal met-
gerçekleştirilen Viyana kuşatmasının başarısızlıkla
nin içine girmiştir.54 Burada monarşiye sembolik bir
neticelenmesi, askeri sahada klasik düzenin çözül-
atıf bile yoktur. Tam aksine egemenliğin zuhur ede-
mesini getirmiştir. Modern ordunun ihdas edilmesi
ceği bir mekân aranacaksa orası TBMM’dir. 7. mad-
için açılan mektepler, yurt dışına gönderilen öğrenci-
de meclisin konumunu tahkim etmektedir:
ler, yenilenen lojistik imkânlar, mali yapının değişimi
zaruretini doğurmuştur. Tımar sistemi üzerine oturan “Ahkamı şer’iyenin tenfizi, umum kavaninin vazı,
patrimonyal yapı, modernleşmenin finansmanını tadili, feshi ve muahede ve sulh akti ve vatan müda-
sağlayamadığı için çözülmüştür.48 Padişahın şahsi faası ilanı gibi hukuku esasiye Büyük Millet Meclisine
servetinin erimesi, maliyenin modern mekteplerden aittir…”55
yetişen bürokrasinin kontrolüne girmesi, liyakata
Klasik anlatımda devlet, “ülke – ulus – egemenlik”
dayalı eğitim sisteminden geçen kurmay kadronun
unsurlarından mürekkep bir kavram olarak izah edilir.
ağırlığını hissettirmesi bu sürecin doğal uzantıları
Misak-ı Milli ülkeyi, kongreler ve meclis ulusu, Teş-
olmuştur.49
kilatı Esasiye Kanunu egemenliği görünür kılmıştır.
Siyasi modernleşmeyi devletin kurtuluş çaresi Vücut bulan olgu, milli devletin kendisinden başka bir
olarak gören Jöntürk hareketinin uzantısı olan İttihat- şey değildir.56 Bunun böyle olduğu 1–2 Kasım 1922
çıların örgütlü muhalefeti II. Meşrutiyeti getirmiştir.50 tarihli Heyet-i Umumiye kararında izhar edilecektir:
1913 yılında otoriter tek parti iktidarını kuran İttihat
“…Türk milleti saray ve Babıâli’nin ihanetini gör-
ve Terakki Cemiyeti eğitimi denetim altına almayı,
düğü zaman Teşkilat-ı Esasi’ye Kanunu ısdar ederek
merkezi iktidarı güçlendirecek ordu modernizasyo-
onun birinci maddesi ile Hâkimiyeti Padişah’tan alıp
nunu, kadınların içtimai hayata katılımını sağlayacak
bizzat Millete ve ikinci maddesi ile icrai ve teşrii kuv-
hukuki düzenlemeleri, kapitalizmin gelişimini sağla-
vetleri onun yed-i kudretine vermiştir. Yedinci madde
yacak piyasa ekonomisine yönelik adımları peşi sıra
ile de harp ilanı, sulh akdi gibi bütün hukuk-ı hüküm-
atmıştır.51 Keza II. Meşrutiyet Dönemi (1908–1918)
raniyi milletin nefsinde cem eylemiştir.
içerisinde gerçekleştirilen seçimlerin siyasal katılıma
getirdiği katkıların yanı sıra, farklı fikirlerin müzakere Binaenaleyh, o zamandan beri eski Osmanlı
edilebildiği kamusal alanın teşekkülü de milli irade- İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve Milli
nin tecellisi bağlamında zikredilmeye değer hususi- bir Türkiye Devleti, yine o zamandan beri padişahlık
yetlerdir. Dönemi milli devlete geçişin arifesi yapan merfu (kaldırılmış) olup yerine Türkiye Büyük Millet
müşahhas numunelerden birisi de, ittihatçı kadronun Meclisi kaim olmuştur…”57
1914 yılında, I. Dünya Savaşı’na girmeden önce,
1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu, milli devleti kuran
yaptırdığı nüfus sayımıdır. Sayısı tespit edilen vila-
bir anayasa olmakla birlikte, onun siyasal çerçevesini
yetler 12 Ocak 1920’de ilan edilen Misak-ı Milli’nin
çizecek bir bünyeye sahip değildi. Eksikliği duyulan
zikrettiği sınırlara denk gelmektedir. Bu sınırların
meselelerde Kanun-ı Esasi devreye sokuluyordu.
aynı zamanda 30 Ekim 1918’de askerin geriye çekil-
Milli devlet egemenlikten pay alan bireyi patrimonyal
diği son nokta olması Türkiye’de milli devletin kuru-
köklerden sökecek bir programı ortaya koymak duru-
luş sürecini II. Meşrutiyet dönemine çeken bir durum
mundaydı. Siyasal çatıda bırakılacak eksiklikler inşa
oluşturmaktadır.52 Zira sınırları belirli bir coğrafyada
edilecek süreci akamete uğratabilirdi. Ulusun yegâne
egemen devlet tasavvuru, zikredilen süreçte, berrak
mümessili olan II. TBMM, kendi içinden Kanun-ı Esa-
bir şekilde temayüz etmektedir. Etnik ve dini katego-
si Encümeni oluşturdu. Kurucu yetkileri bünyesinde
rilerle bölünmüş imparatorluk coğrafyasından müt-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 251


gören meclis, bu heyetin hazırladığı taslağı müzake- aşiret yapılarını çözen tarihi süreç, milli devletin kuru-
re ederek 20 Nisan 1924’te kabul, 23 Nisan 1924’te cu nesline bu fırsatı ikram etmiştir. II. Meşrutiyet par-
de ilan etti.58 Anayasa milli devlet çatısını şöyle inşa lamentosunda görülen Müslüman anasırı mündemiç
etmektedir: Türk kavramı esas teşkilat hukukunun 88. maddesi-
ne ruhunu vermiştir. Bundan sonrası Kant’ın “Kendi
Madde 1: Türkiye devleti bir Cumhuriyettir.
yasalarını nesnel ve evrensel ilkeler doğrultusunda
Madde 2:Türkiye Devletinin dini, Dini İslam’dır: yönlendirme ve yönetme iyeliğine sahip rasyonel
resmi dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir.59 aktörler” olacak bireyin taayyün edebilmesini sağla-
yacak kamusal alanı kurmaya kalacaktır.65 Zikredilen
Madde 3: Hâkimiyet bilâkaydüşart milletindir.
amme hakları, bu sürecin liberal devlet felsefesine
Madde 4:Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin uygun bir şekilde yapılabilirliğini ortaya koymaktadır.66
yegâne ve hakiki mümessili olup millet namına hakkı Teorik çerçeve bu iken, ameliyede “militan laiklik,
hâkimiyeti istimal eder.60 otoriter siyaset, ebedi şef” arayışlarına girilmesini
iktidarı bir koalisyon olarak görmeyen, egemenlik
Egemen olan ulustur. Devlet onun siyasal varlı-
tasavvurunu her türlü muhalefeti yok etmek olarak
ğıdır. Ulus, egemenliğini TBMM eliyle yürütecektir.
algılayan iktidar partisinin muktedir entelektüellerinin
Bu yapı, 1923 tadilatı ile birlikte düşünüldüğünde,
zihniyet dünyasında aramak gerekir.67 Rauf Bey’in
1921’in aynısıdır.61
farklı mülahazalarına tahammül edemeyen Tuna-
1924’ü milli devlet bağlamında mühim kılan hu- lı Hilmi, “Avrupa’dan Asya’ya medeniyeti taşıyan
sus, 1921’de eksik bırakılan, “Türklerin hukuku am- Türk’tür… Türk için yenilik yoktur. Allah onu kalübela-
mesi” başlıklı kısmıdır. Bu bölümün son maddesi, dan demokrasi için – Meşrutiyet için değil – Cumhu-
(m.88), “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın riyet için daima ve daima mütekâmil bir Cumhuriyet
vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur.” deniliyor. Bu için yaratmıştır… Bu Türk arkadaşlar, Cumhuriyet’in,
madde milli devletin vatandaşına kimlik vermektedir. demokrasinin ne demek olduğunu cihanın bilmediği
Türk, etnisiteyi aşkın bir kavram olarak, siyasi sınır- devirlerden başlayarak ta Afrikalara, Avrupa’ya bu
ları belirlenmiş bir coğrafyada /Türkiye’de, egemen- kudretle atlamıştır.” diyecektir.68 Kılıçzade’nin mektup
liğin tecessüm etmiş siyasal varlığına hukuken tabi arkadaşı Celal Nuri, Fransa’nın 82 yılda gerçekleştir-
bireydir.62 Bu birey, doğuştan, tabii haklarla dünyaya diği ihtilali üç beş yılda gerçekleştirdiklerini, bununla
gelir. Canı, malı, ırzı, meskeni dokunulmazdır (m.71). ne kadar övünülse az olduğunu ifade edecektir. Keza
Sınıf, zümre, aile farkı gözetilmeksizin hukukun önün- Abidin Bey, şahıs devletinden halk devletine bir anda
de müsavidir (m.69). Her türlü dini, mezhebi, felsefi, geçiverildiğini dile getirecektir.69
fikri hürriyete maliktir (m.75). İdarenin kanuna aykırı
Türk ulusunun şarklılıktan garplılığa, Asya kıta-
olduğu düşünülen uygulamalarına hukuki itiraz yolu
sından Avrupa kıtasına geçer gibi kolayca geçtiği,
olarak dilekçe vermeye salahiyetlidir (m.82). Türk’ün
bir anda derisini değiştirdiği dile getirilmiştir.70 Ulusun
mahremiyeti karşısında devletin konumunu 81. mad-
iradesinin, batı kulübüne kayıtsız şartsız girmeyi em-
de şöyle ifadelendirir:
rettiği, bu yolda karşı koyacakların demirle ateşle yok
“Postalara verilen evrak, mektublar ve her nevi edileceği, ulusun egemenliğinin gereğinin her şartta
emanetler salahiyyattar müstantık (yetkili makamlar) yerine getirileceği keskin bir inançla vurgulanmıştır.71
ve mahkeme kararı olmadıkça açılamaz ve telgraf ve Bu iradenin kökeni on bin yıl geriye gitmektedir.72 Altı
telefon ile vaki olan muhaberatın mahremiyeti ihlal yüz yıldır kara bir şalla perdelenen hakikati ulusun
olunamaz.”63 temsilcileri ortaya serecektir.73 Onun için Rönesans
değil; ama reform çok acildir.74
Devlet karşısında mahremiyeti korunan bireyin
vicdan, tefekkür, seyahat, toplantı, dernek kurma, Aykut, diğer ideolojilerle bir mukayese yapar:
çalışma, mal ve mülkünde tasarrufta bulunma hakkı “Kamalizm bunların üstünde yalnız yaşamak dinini
vardır (m.70). aşılayan ve bütün prensiplerini ekonomik temeller
üzerine kuran bir dindir.” O zaman tarih yeniden inşa
Mali hükümler de devletin keyfiliğini sınırlandıran
edilmelidir: “İslam devrinde Türklük tutsaklığa düşe-
hususlara temas etmektedir. Devlet, harcamalarını
rek hep başkaları için çalışan, devlet sözünü padi-
bütçe kesin hesap kanununa uygun yapmakla mükel-
şahtan başka anlamayanların elinde yıpranmıştır.”
leftir (m.95–99). Devletin gelirleri ve giderleri TBMM
Mete’den itibaren ulus egemenliğine dayanan tek
emrindeki Sayıştay tarafından denetlenir(m.101).64
devlet Etilerdir. Hunlardan Osmanlılara kadar hepsi
Etnisiteyi aşkın bir kavram olarak temayüz eden de şahıs devletidir.75 Hâlbuki Milli Mücadele dönemi
Türk’ün, Rousseau’dan mülhem egemenlik kav- metinlerinde İslami dönem Türklüğün misak-ı mil-
rayışına tekabül eden esas teşkilata, birey olarak li sınırlarındaki varlığının bir teminatı olarak takdim
devredilemez haklarla ortak oluşu, 1924 milli devle- ediliyordu. Aralık 1918’de Adana’da ki Ermeni iddia-
tini maziden atiye taşıyan bir hususiyettir. Osmanlı ları dikkate alınmalıdır, yayımlanan gazetelerde “Fer-
İmparatorluğu’nun kurumlaşması sürecinde görülen yatname” başlıklı ilanda: “Adana’mızda İslamiyet ve

252 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Türklüğün payidar ve kıymetli medeni eserlerinden Turan’ın hayatında zikredilmesi gerek önemli bir
olan camiler, medreseler, kütüphaneler, mektepler, husus, Türk Ocakları başkanlığıdır. Türk milliyetçili-
imarethaneler… Vilson prensiplerinin Adana Türkle- ğinin 1912’den beri varlığını devam ettiren bu köklü
rine de tatbikini iktiza eder.” deniliyordu.76 Erzurum kuruluşun 1959 – 1960; 1966 – 1973 dönemlerin-
vilayet kongresinde de Ermeni iddialarına karşı, böl- de başkanlığını Osman Turan yürütmüştür.85 Onun
genin Türklüğü, ibadethanelere atıflar yapılarak is- döneminde Faruk Kadri Timurtaş, Mehmet Kaplan,
patlanmaya çalışılıyordu.77 Nihal Atsız, Nurettin Topçu, Mümtaz Turhan, Erol
Güngör, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Amiran Kurt-
Osmanlı ve Selçuklu geçmişi atlanılarak on bin
ktan Bilgiseven, İbrahim Kafesoğlu, Hikmet Tanyu
yıl öncesine dönük atıfların yapılmasının, Erme-
gibi Türk milliyetçiliği düşüncesinde farklı ekollere
ni ve Rum tezlerini çürütmek iddiasıyla olduğu dile
yerleşebilecek pek çok isim Türk Yurdu dergisinde
getirilmiştir.78 1921 Anayasası görüşmelerinde Hristi-
yer almıştır. Türk Ocakları, Osman Turan liderliğin-
yanların ihanetinden ve vatandaşlıktan atılmasından
de milliyetçi - muhafazakâr çizginin en güçlü adresi
dem vuran Mahmut Esat Bozkurt’a, Ankara garında
olmuştur.86 Turan’ın fikri portresi bu açıdan önem arz
Atatürk’ün çalışma ofisinde, Hristiyanlığı resmi din
etmektedir.
olarak kabul edelim teklifini yaptıran husus güven-
lik endişesi olmasa gerektir.79 Toplumun grup kim- 2. Osman Turan’ın Görüşleri
liğini belirleyen değer yargılarının dönüştürülmesi
Osman Turan’ın siyasal görüşlerinin arka pla-
ile ulus olunabileceği düşüncesidir ki otoriteryeniz-
nında Selçuklu dönemine ilişkin yaptığı çalışmaların
mi beslemiştir.80 Burada İslam’ın toplum hayatında
izleri görülmektedir. On bin yıl öncesinin bilinmez dö-
grup kimliğini belirleyen bir unsur olması istenme-
nemlerinde “Türk Ulusunun” medeniyeti tüm dünya-
miştir. Aydınlanmanın bu şekilde gerçekleşeceği
ya yaydığı, Sümerlerin, Etilerin, Asurluların, Etrüsk-
düşünülmüştür.81 Aydın, toplumu yeniden kuracak
lerin Türklüğüne dair köklü inançların vurgulandığı
hakiki bir gelenekle tanıştıracaktı.82 Tarihe, dile, kül-
bir dönemde, onun Selçuklu tarihçisi olarak temayüz
türe yönelik inkılâpların temelinde de aydınlanmaya
etmesi, milli devlet inşasına dönük politik tasavvurla-
dönük arayışların yattığı görülür. Peçe karşısında
rın çerçevesini de etkileyen bir dönüşüm olmuştur. O,
tayyör, Arap Alfabesi karşısında Latin Harfleri, hane-
tarihin kırılma noktasını şöyle ortaya koymaktadır:
danlık karşısında cumhuriyet… Tüm bunlar kendisini
önceleyen kurumsal formları aşan bir kamusallık ih- “Selçukluların zuhuru, İslam dünyasına ve
das etme mücadelesidir.83 Yapılanların nihai hedefi Anadolu’ya hâkim olmaları, Akdeniz sahillerine çık-
milli egemenlikten pay sahibi olacak olan bireyin in- maları Türk, İslam ve Cihan tarihinin en büyük dö-
şasıdır. Teorik çerçeve çizilirken de vurgulandığı gibi nüm noktalarından birini ve Malazgird zaferi de bu
milli devlet inşasını tek modele indirgemek mümkün inkılâbın başlıca bir merhalesini teşkil eder. Zira bu
değildir. Türk milliyetçiliği düşüncesinden hareketle inkılâp ile bir yandan İslam dünyası iç buhranların-
zikredilen inşa sürecine Osman Turan’ın getirdiği dan ve Bizans’ın istila tehditlerinden kurtuluyor; öte
tenkitler milli devlet formunun şahsında mündemiç yandan İslam kavimleri ve medeniyeti de Türklerin
vasıflarının izharı olarak görülmelidir. taze kanı, kudreti ve kahramanlığı, ahlak, fazilet ve
idealleri sayesinde hayatiyete kavuşuyor; Türk – İs-
Osman Turan’ın Milli Devletin
lam tarihi yeni bir yükselişe erişiyordu.”87
İnşasına Bakışı
Tarihi kırılma vurgusu, aslında içinde bulu-
1. Osman Turan’ın Hayatı
nulan zamanın siyasal kimliğine dair milliyetçi -
Osman Turan 1914 yılında Trabzon’da doğmuş- muhafazakâr siyasetin entelektüel tahkimatını da
tur. 1935 yılında Ankara Erkek Lisesini bitirmiştir ve yapmaktadır. Turan’a göre Türk’ün Anadolu’daki
Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi’ne girmiştir. Fuat siyasal varlığı büyük muhaceretin neticesidir. Kıtay-
Köprülü’nün başkanlığını yaptığı Ortaçağ Tarih Kür- ların 924’te Moğolistan’a saldırması muhaceretin
süsünden ilk doktor unvanını alan öğrenci olmuştur. tetiklendiği nokta olmuştur. Bu hadise, Orta Asya’da
Halil İnalcık, M. Altay Köymen, İbrahim Kafesoğlu ile zaten çok artmış bulunan nüfus yoğunluğunu taşır-
birlikte 1940 yılında bu fakülteden mezun olmuştur. mış, bütün Orta Asya Türk kavimleri birbirlerini sı-
1954 ve 1958 seçimlerinde DP’den milletvekili seçil- kıştırarak kaynaşmaya başlamışlar ve ilk muhaceret
miştir. 27 Mayıs 1960 hükümet darbesinden sonra vuku bulmuştur. Büyük Oğuz muhaceretinden sonra
Yassıada’da 16,5 ay tutuklu yargılanmıştır. Selçuklu Oğuz bakiyeleri de yeni bir istilaya girişerek Horasan,
tarihinin dünya çapında tanınan uzmanı olmasına, Afganistan, İran, Irak ve Azerbaycan taraflarına ve
elinde mahkemeden aldığı dönüş kararlarına rağ- nihayet Anadolu’ya kadar ilerlemişlerdir. Türkistan’ın
men DTCF’ndeki görevine dönememiştir. 1965’te yerleşik ve şehirli halkları da putperest Kara – Hıtay-
AP’den milletvekili seçilmiştir. 1969 sonrası fakülte- lardan kaçarak İslam dünyasına dağılmışlardır. Bu
ye dönüş talepleri gene reddedilmiştir. Bu tarihten muhaceretin ikinci dalgası ise XIII. asrın ilk yarıla-
sonra MHP’de siyasete devam eden Turan, 17 Ocak rında Çingiz Moğollarının büyük kitleleri katletmeleri
1978’de vefat etmiştir.84 ile gerçekleşmiştir. Yoğunluğu zamanla azalmakla

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 253


birlikte, 14. asırda Balkanlara geçen Osmanlıların neyi, devlet adamları, milli kültürün manevi kaynak-
medeniyet teşekküllerinde muhaceretin destekleyici larına hürmetle aşarak büyük bir medeniyet hamlesi
etkisi olmuştur.88 Bu etkiyle Anadolu’nun Türkleşmesi yapmışlardı. Bugün de (1960’lar Türkiye’si) inşa edil-
ve İslamlaşması öylesine büyük bir kesafetle gerçek- mesi gereken medeniyet, tarihte olduğu gibi manevi
leşmiştir ki dönemin kaynaklarında hadise, “Dünya dinamiklere sarılarak gerçekleşecektir. Turan, Türk
Türkleri taşımaya kâfi gelmiyordu.” ifadeleriyle tescil Yurdu’nun yeniden neşre başladığı ilk nüshasında
edilmiştir.89 Böylece “Selçuklular, Afrika dışında bü- bu husustaki görüşlerini net bir şekilde ortaya koy-
tün İslam dünyasına ve fethedilen Anadolu’ya hâkim maktadır:
olarak siyasi birliği” kurmuşlardır. “Tesis edilen med-
“Türk Yurdu milletimizin bir medeniyet istihale-
reseler, kütüphaneler, zaviyeler ve bunlara mensup-
si geçirdiği ve bu münasebetle bir taraftan terakki
larına yapılan vakıflar sayesinde bir ilim ve kültür or-
hamleleri yaptığı, diğer taraftan da ciddi bir mane-
dusu da vücuda getirerek askeri ve siyasi kudretlerini
viyat buhranına maruz kaldığı bir zamanda tekrar
de” yükseltmişler; “İslam’ın ve kendi devletlerinin iç
çıkarken ağır bir vazife ile karşılaştığını müdriktir…
ve dış düşmanlarını bertaraf” etmişlerdir.90
Medeniyet tarihimizin milletimize bahşettiği manevi
İslamlaşma ve Türkleşme süreci birbirine paralel miras ve hasletlerin kıymeti bilinip hakkıyla işlenebil-
yürümüştür. Nitekim Tuğrul Bey, “Kendime bir köşk diği takdirde yeni bir medeniyet kurulmasına sahne
yapıp da yanında bir cami inşa etmezsem Allah’tan olabilecektir… Tarih dini, cemiyet ve medeniyetlerin
utanırım.” demiştir.91 Keza Ebu Hanife “Ey Allah’ım! kurulması, gelişmesi ve bekasında temel unsur ola-
Ben senin için Muhammed’in şeriatını takrir ettim. rak meydana koyar… Türkiye’de İslamiyetin ilim ve
Eğer içtihadım doğru ve mezhebim haksa bana yar- kültürle teçhiz edilerek gelişmesi sağlam, ileri ve mu-
dım et.” dediğinde “Hatiften gelen bir ses ona: Sen vazeneli bir cemiyet kurabilmek için ilk şarttır… Ko-
doğru söyledin; kılıç Türklerin elinde bulundukça münist Rusya’dan başka otuz sene yeni neslini dini
mezhebine zeval yoktur.” cevabını vermiştir.92 Ga- tahsil ve terbiyeden mahrum bırakan başka bir mem-
zali, fikri mücadeleden çekildiği bir zamanda Sultan leketin mevcut olmadığını unutmayalım… Türkçe’nin,
Sancar’la görüşür. Bu büyük âlim, Sultan’ın tesiriyle ilim ve mantıkla istihza eden bir zorlama ile bugünkü
ehlisünnetin tefekkür dünyasında derin izler bırakan duruma düşürülmesi dil davasını dergimiz için birinci
eserlerini yazmaya başladığını şöyle anlatmaktadır: mesele haline getirmiştir.” 97
“Zamanın padişahı, Cenab-ı Hakkın takdiri ile deruni
Bunalım siyasal veya iktisadi zeminde değil, me-
bir arzu duydu ve bu Fetreti (Batinilerin ve filozofların
deniyet planındadır:
İslamiyeti sarsmalarını) kaldırmak için, itiraz kabul
etmeyecek bir surette Nişapur’a gidip derse başla- “…Türkiye’de buhran milli kültür, ahlak ve mefkûre
mamı emretti.” Böylece Gazali 12 yıllık bir fasıladan tahribatı ile meydan gelen sarsıntılar yüzündendir…
sonra 1105’te Nişapur Nizamiyesi’nde tekrar dersle- Cumhuriyet devrinde hâkim olan inkılap satıhta kal-
re başlamıştır.93 dı, milli ve İslami değerleri yıkan bir yolda yürüdü…
Kültür ihtilali içinde yaşayan Türkiye’de artık milli kül-
Medeniyetin manevi bağlarıyla sağlam köprüler
tür, tarih şuuru ve edebiyat, din, ahlak ve mefkûrenin
kuran devlet adamları siyasal coğrafyalarında inşa
tahrip edilmesi mukadder idi…”98
ettikleri huzur iklimleriyle iktisadi kalkınmayı da yaka-
lamışlardır. Türkistan, Harizm, İran, Azerbaycan, Irak, Turan’ın atıf yaptığı medeniyet telakkisi, tarihin
Suriye ve Anadolu hattında kurulan ticaretin getirdiği bilinmez devirlerine kadar uzanan bir tahayyül değil,
zenginlik muazzamdır. Öyle ki “Melikşah zamanında Türk – İslam medeniyeti tasavvurudur. Bu medeniye-
merkezi eyaletlerin devlete ödediği vergiler 210 mil- te kaynaklık eden dil, din, kültür gibi manevi hayata
yon altın dinarı (1965 yılı 30 milyon lira”) bulmaktaydı. ilişkin hususiyetler modern vasıtalarla işlenildiğinde
Bağdat’ın nüfusu 1,5 milyon, Merv şehri 1,3 milyon- yeni bir imkân doğacaktır. Bu çizgi, Türk milliyetçiliği-
du. Sayıları 400 bine ulaşan yazma eserlerden müte- nin Gökalp’le başlayan modernleşme arayışının de-
şekkil kütüphaneler, camilerle, medreselerle iç içe idi. vamı gibidir.99 Nitekim Turan, laikliğin Türkiye’ye giriş
100 binden 1 milyon dinara kadar varan nakit paraya şartlarına ilişkin ortaya konan yaklaşımlara yönelik
sahip zenginler ticaretten kaynaklanan gücün numu- tenkitlerinde bu noktaya dikkat çekecektir:
neleriydi. Horasan’dan Akdeniz’e uzanan muhteşem
“…Milliyetçiler ve başta Ziya Gökalp milli kültür
bir Türk – İslam medeniyeti inşa edilmişti.94 Turan bu
ile İslam ruhu ve medeni mahsullerin Avrupa me-
hükümlerini tartışmaya yer bırakmayacak şekilde bi-
deniyeti ile imtizacı yolunu arıyorlardı. Üç lüzumlu
rinci el kaynaklarla destekler.95 Onun Selçuklu tarihini
terkip unsuruna dayanarak inkişaf mecrasını arayan
gün yüzüne çıkarma çabasının altında yeni nesille-
bu cereyanların muhasalası, istikbalde, Türkiye’nin
re milli mefkûreyi anlatma endişesi yatmaktadır. O,
medeni simasını hazırlayacak bir mahiyette iken
Anadolu’nun fatihlerinin, kahramanlarının, büyük din
Cumhuriyet bu duruma nihayet veriyordu. Cumhu-
ve devlet adamlarının milletin hafızasında yaşadığını
riyet resmen milliyetçilik vasfını muhafaza etmekle
düşünmektedir. 11. yüzyılın iktisadi değerini 1965’e
ve bunu anayasaya da koymakla beraber, fikir ve
çevirmesinin altında bu saik yatmaktadır.96 Bâtıni fit-

254 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


muhtevası ile daha ziyade garbçıların görüşünü be- lamenter bir rejim getirmekle milli iradeden uzaklaş-
nimsiyor; böylece yalnız İslami unsurları bertaraf et- mış iseler cumhuriyet aydınları da ilmi, milli ve insa-
mek istememiş, aynı zamanda meşrutiyet devri Ziya ni gayelere göre ahenkleştirilememiş bir inkılâp ve
Gökalp milliyetçiliğinin kültür gaye ve esaslarını ciddi ilericilik hayal ve heyecanı ile o derece milletten ve
değişikliklere maruz bırakıyordu. Öyle gözüküyor ki demokrasiden uzaklaşmışlardır ki, cumhuriyet ana-
bu değişiklik Türkiye’de bir buçuk asırdan beri ya- yasasını bizzat bu aydınlar 27 Mayıs ihtilali ile tarihe
pılan medeni hamlelerin kifayetsizliği düşüncesiyle karıştırmışlardır.” 104
vuku buluyor, memleketin inkıraz tehlikesile karşı-
Turan, siyasette modern bir Tuğrul Bey, aydınlar
laşması cemiyetin Avrupa tesirinden korkarak ciddi
dünyasında modern bir Gazali bekler gibidir. Onun
teşebbüslerde bulunmamış olmasına atfediliyordu.
milli devleti milliyetçi – muhafazakâr çizgiye çekme
Bu sebeple süratle Avrupalılara benzemek ve buna
çabasında bu arayışın izlerini görmek mümkündür.
mani engelleri süratle yıkmak sayesinde Türkiye’nin
1954 yılında bir DP milletvekili olarak Menderes’in
ilerleyeceği ve Avrupalılaşacağı kanaati, cumhuriyet
yanına gider. Muradı, İslam Enstitüsü açılması için
devri inkılâplarını vücuda getiriyordu. İşte layiklik de
başbakanın desteğini kazanmaktır. Bu müessesenin
bu maksatla ve buna yardımcı bir vasıta olarak kabul
lüzumunu büyük bir heyecanla anlattığında Mende-
ediliyordu.”100
res: ““Osman Turan! Her cami ve minare diktikçe
Bu dönem Turan’a göre diktatörlük dönemi- komünizme ve Moskova’ya karşı bir kale yaptığıma
dir ve laiklik uygulamaları da din aleyhtarlığına inanıyor ve bundan kuvvet duyuyorum”. der. Bu ce-
dönmüştür.101 Keza dil inkılâbına bakışı da Türkleş- vap Turan’da derin bir hoşnutluk bırakır.105
mek – İslamlaşmak – Muasırlaşmak terkibinin izlerini
Sonuç
taşımaktadır:
Milli devlet olgusu siyaseten modernleşmenin,
“Kültür inkılâbımızın en mühimini ve müşkilini,
hukuken tabii hakların, zihnen aydınlanmanın ve ik-
şüphesiz, Türkçe’nin Avrupalılaşması teşkil eder.
tisaden kapitalistleşmenin kesişim noktasına tekabül
Gerçekten Asyai bir Türkçe ile Avrupalılaşamayaca-
etmektedir. Her siyasal kategori, kendi tarih tecrübe-
ğımızı biliyor, her şeyimiz gibi dilimizinde onlarınki-
sine uygun olarak, bir şekilde bu olguyla temas kur-
ne uyması ve uygar olması gerekiyordu. Zira dilimizi
muştur.
bir yandan geri şark dillerinden ve İslam tesirinden
kurtarmak, öte yandan bizzat Türkçe’nin kelimeleri- Osmanlı Devleti’nin kurucu bakiyesi 11. asırda
ni ve yapısını da Fransızca’ya benzetmek, Frenkçe cereyan eden büyük Türk muhaceretinin Kayı etnisi-
kelimelere de asalet ve imtiyaz tanımak zorunda tesine tekabül etmektedir. Bu grup daha Anadolu’ya
idik.”102 gelişi esnasında aşiret geleneklerini aşkın bir görü-
nüm arz etmektedir. İktisaden izah edilemeyen bir
Ona göre hakiki inkılâp 14 Mayıs 1950’de zuhur
şekilde büyük bir imparatorluğa dönüşmesinde ve
edendir:
gene dağılma sürecinin uzun yüzyıllara tekabül et-
““Türk milleti tecrübesiyle, jandarma süngüsün- mesinde kurucu unsurların etnik yapılarının çok er-
den, tahsildar kırbacından ve memur tahakkümün- ken sayılabilecek dönemlerde çözülmüş olmasının
den ancak demokrasi sayesinde kurtulduğunu, yal- etkisi olsa gerektir. 19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı
nız alıcı sıfatıyla köye giden hükümetin, artık oraya İmparatorluğu’ndan bir milli devlet çıkarmanın önün-
yol, su, fabrika, baraj, liman, hastane, iş, ekmek ve deki engel, farklı etnilerin birlikteliğinden ziyade, pat-
para götürdüğünü ve bununda kendi iradesi sayesin- rimonyal bağlardı. Siyasal modernleşmenin kesif bir
de olduğunu öyle müdriktir ki, hürriyeti ve nisbi refahı hal aldığı II. Meşrutiyet döneminde felsefi, hukuki ve
tattıran bu unutulmaz tecrübeden sonra demokrasi iktisadi yapıların dönüşüm sürecine girmesi bu engel-
aleyhine bir telkine kalkışmak sadece bir cinnet veya leri de ortadan kaldırmıştır. Nitekim egemenliği ulusa
komedi ifade eder…”103 veren 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun kabulü ve
1924 Anayasasıyla bu yapının tahkimi, zikredilmeye
Turan 1923’ün milli hâkimiyete müstenit ruhuna
değer bir engelle karşılaşmadan gerçekleşebilmiştir.
ve 1924 anayasasının demokratik köklerine derinden
Bu süreç milli devlete meşruiyetini veren ulusun etnik
bağlıdır. Tenkit bağlamında dile getirdiği görüşlerinde
çekirdeği aşkın ve aynı zamanda modern olduğunu
isim zikretmeksizin zihniyet dünyasına atıflar yapma-
söyleyen sosyal bilimcileri haklı çıkartacak bir durum
sı da onun hassasiyetinin ifadesidir. Onun milliyetçi –
arz etmektedir.
muhafazakâr mücadelesi, milletten kopuk olduğunu
düşündüğü aydınlara yöneliktir. Tarihi dönemler üze- Her milli devlet egemenliğin kaynağı olan ulusu
rine yerleştirdiği bu husustaki görüşlerini şöyle ifade oluşturan bireyi inşa etmeyi hegemonyasının gereği
etmektedir: olarak görür. Kant’ın “Öyle davran ki eyleminin mak-
simi irade tarafından evrensel, genelgeçer bir yasa
“…Filhakika Tanzimat ve meşrutiyet devri aydın-
olarak gösterilsin.” tasavvurunun faili olabilecek bire-
ları nasıl hürriyet efsanesine kapılarak komşu devlet
ye ulaşmanın yolu aydınlanmadan geçmektedir. Milli
ve imparatorluklardan önce milletler camiasına par-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 255


devletler bu hususta da birbirinden farklı örnekleri Glencoe1964, S.172.
sergileye gelmişlerdir. Bu bağlamda Türkiye’de milli 11 Semra Somersan, Sosyal Bilimlerde Etnisite ve Irk, İs-
tanbul Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul, 2004, s.26-32.
devletin inşası sürecinde, aydınlanmanın bireyi, kö-
12 Anthony D.Smith, Ulusların Etnik Kökeni, Çev.: Sonay
keni binlerce yıl öteye giden ve Batı medeniyeti de Bayramoğlu, Hülya Kendir, Dost Yay., Ankara 2002,
dâhil pek çok medeniyete kaynaklık ettiği tahayyül s.22-24.
edilen kültürel formlarda aranmıştır ki bu durum milli 13 Smith, a.g.e., s.134-134; Bunun kantitatif ifadesini BM
devleti hayali cemaat olarak gören sosyal bilimcileri kaynaklarında görmek mümkündür. 1980’lerin başında
8000 dil ve 7000 etnik grup olduğu tahmin ediliyordu.
haklı çıkartan bir çaba gibi görünmektedir. Cemiyet
2000’lerde dil grubunun 6000, etnik grupların 5000
içerisinde grup kimliğini belirleyen din faktörünün civarında olduğu tahmin edilmektedir. İngiliz dilbilimci
böylece aşılacağı düşünülmüş olsa gerektir. David Crystal 50 yıl içerisinde 6000 dilin %50’sinin yok
olacağını tahmin etmektedir. Bkz., Somersan, a.g.e.,
Osman Turan, Osmanlı ve Selçuklu mirasının s.1-2.
perdelendiği bir dönemin ardından yaptığı çalış- 14 William J. Foltz, “Ethnicitiy, Status, and Conflict”, in Ed.
malarla uluslararası üne kavuşmuş bir Selçuklu ta- Wendel Bell and Walter E. Freeman, Ethnicity and Na-
rihçisi olarak temayüz etmiştir. Cemiyetin kolektif tion – Building: Comparative, International, and Histori-
cal Perspectives, Sage Pub.London 1974, s.103.
vicdanında dini, milli, manevi değerlerin yaşadığına
15 Pitirim A Sorokin, , Society Culture and Personalty:
dair kanaatini vesikalara dayalı tarih çalışmalarıyla Their Stucture and Dynamics, Cooper Sq, New York :,
tahkim etmiştir. Onun tarihi malzemeyi ele alışı milli 1962., s.201-202.
mefkûrenin umdelerini inşa çabası olarak görülebilir. 16 Anthony D.Smith, Milli Kimlik, Çev.:Bahadır Sina Şener,
İslam öncesi Türk tarihinin medeniyete bıraktığı me- İletişim Yay., İstanbul 1994, s.71-73
17 Jean Leca, Uluslar ve Milliyetçilikler, Çev.:Siren İde-
ziyetleri görmezden gelmeden, siyasi tarihin en bü-
men, Metis Yay., İstanbul 1998, s.13
yük dönüşümünün Malazgirt’le vuku bulduğunu or- 18 Jurgen Habermas, Öteki Olmak, Ötekiyle Yaşamak,
taya koyması, milli devletin inşasına dönük tenkitleri- Çev.: İlknur Aka, YKY, İstanbul 2002, s.16
nin tarihi zeminini vermektedir. Zira bu dönem, Türk 19 Köksal Şahin, Türkiye’de Küreselleşme Tartışmaları
– İslam medeniyetinin muazzam bir şekilde tekevvün Işığında Ulus – Devlete Bakış, SÜSBE Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Sakarya 2006, s.99.
ettiği bir süreci ihtiva etmektedir. Osmanlı imparator-
20 Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, Çev.: Büşra Er-
luğuna hayatiyet veren damar da buradadır. Bu tari- sanlı Behar, Güney Göksu Özdoğan, İnsan Yay., İstan-
hin kaynakları modernleşmenin imkânlarıyla işlendi- bul 1992, s.128-129.
ğinde yeni bir medeniyet tasavvur edilebilecektir. Bu 21 Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, Milliyetçiliğin
bağlamda Turan, milli devlet inşasının doğal ve mo- Kökenleri ve Yayılması, Çev.: İskender Savaşır, Metis
dern yanına tekabül eden, 1924’e kadar süren, siya- Yay., İstanbul 1993, s.20.
22 E.J.Hobsbawm, 1780’den Günümüze Milletler ve Mil-
si, hukuki ve iktisadi dönüşümlerine mutabık; 1930’lu liyetçilik, “Program, Mit, Gerçeklik”, Çev.:Osman Akın-
yıllara tekabül eden ve İsmet Paşa’lı yıllarda da farklı hay, Ayrıntı Yay., İstanbul 1995, s.30.
mecralara akarak yürüyen hayali cemaat formuna 23 Mary Fulbrook, “Myth – Making and National Identity:
muhalif bir Türk milliyetçisi olarak görülmektedir. The Case of the G.DIR”, in Myths and Nationhood ed.
Onun bu çizgisi, Türkiye’de milliyetçi muhafazakâr by Geoffrey Hosking, George Schöpflin, University of
London, New York 1997, s.72.
olmanın müşahhas halini resmeder gibidir. 24 William Pfaff,The Wrath of Nations : Civilization and
______________________________________________ the Furies of Nationalism, Simon & Schuster, New York
* H.Ü. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Doktora 1993, s.43-44.
Öğrencisi 25 George Schöpflin, Nations, Identity, Power : The New
1 Richard Brown, Society and Economy in Modern Bri- Politics of Europe, Hurst & Company, London 2002,
tain, 1700–1850, Routledge, London 1991, s.199-200; s.39.
Peter Lane, The Industrial Revolution : The Birth of the 26 Maurice Duverger, Siyaset Sosyolojisi, Çev.: Şirin Teke-
Modern Age, Weidenfeld and Nicolson, London 1978, li, Varlık Yay., İstanbul 1975, s.43-45.
s.41. Fransa için bkz. Clive Trebilcock, The Industriali- 27 Süleyman Seyfi Öğün, Mukayeseli Sosyal Teori ve Ta-
zation of the Continental Power, 1780-1914, Longman, rih Bağlamında Milliyetçilik, Alfa Yay., İstanbul 2000,
London, 1986, s.112-114, Ernest von Aster, Fransız s.65-68.
İhtilali’nin Siyasi ve Sosyal Fikirleri, Haz.: Şennur Şe- 28 Immanuel Wallerstein , “Halkçılığın İnşası: Irkçılık, Mil-
nel, Phoenix Yay., Ankara 2004, s.45. liyetçilik ve Etniklik”, içinde Etienne Balibar, Immanuel
2 The Social Science Encyclopedia, Ed. Adam Kuper and Wallerstein, Irk, Ulus, Sınıf Belirsiz Kimlikler, Çev.: Naz-
Jessica Kuper, Routledge, London 2001, s.261. lı Ökten, Metis Yay., İstanbul 1993, s.98-100.
3 Cahit Aslan, Birey-Toplum- Devlet Kavramlaştırmala- 29 Craig Calhoun, Milliyetçilik, Çev.:Bilgen Sütçüoğlu, İBÜ
rı ve Ara Değişken Olarak Etnisite, Karahan Kitabevi, Yay., İstanbul 2007, s.15
Adana 2004, s.7. 30 Smith, Milli…, s.113-115.
4 Aslan, a.g.e., s.8. 31 Abdulvahap Coşkun, Ulus – Devletin Dönüşümü ve
5 Steve Fenton, Ethnicity , Racism, Class and Culture, Meşruluk Sorunu, AÜSBE Yayınlanmamış Doktora
Macmillan, Basingstoke 1999,s. 3 Tezi, Ankara 2007, s.157-159.
6 Sosyal…, s.399. 32 Coşkun, a.g.k, s.146.
7 Zekeriya Yıldız, Politika Sözlüğü, Timaş Yay., İstanbul 33 Ozan Erözden, Ulus – Devlet, Dost Yay., Ankara 1997,
2003, s.140. s.8.
8 Ömer Demir, Mustafa Acar, a.g.e., s.138. 34 Erözden, a.g.e., s.47.
9 Marshall, a.g.e., s.215. 35 Ezgi Germeç Tanrıverdi, Sosyolojik Açıdan Küreselleş-
10 Talcott Parsons, The Social System, The Free Press,

256 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


me ve Ulus – Devlet, (Giddens, Bauman ve Haber- Doktora Tezi, İstanbul 2008, s.86-87, Karen Barkey,
mas Örneği), SÜSBE Yayınlanmamış Doktora Tezi, Eşkiyalar ve Devlet, Osmanlı Tarzı Devlet Merkezileş-
Sakarya 2008, s.51. mesi , Çev.: Zeynep Altok, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstan-
36 Tanrıverdi, a.g.k., s.145. bul 1999, s.40. Donald Quataert, The Ottoman Empire,
37 Selin Esen, Ulus – Devlet Modelleri ve İspanya Örne- 1700-1922, Cambridge University Press, New York
ği, AÜSBE Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2001, 2000, s.38.
s.5-6. 49 Fatma Müge Göçek, Burjuvazinin Yükselişi İmparator-
38 Karl W. Deutsch, Nationalism and Social Communica- luğun Çöküşü, Osmanlı Batılılaşması ve Toplumsal De-
tion, an Inquiry into the Foundations of Nationality, MIT ğişme, Ayraç Yay., Ankara 1999,s.111.
Press, London 1966, s.172. 50 Mehmet Kabasakal, Türkiye’de Siyasal Parti Örgütlen-
39 Philip Schlesinger, Medya, Devlet ve Ulus: Siyasal Şid- mesi, Tekin Yay., İstanbul 1991, s.24, Ernest E. Ram-
det ve Kolektif Kimlikler, Çev.: Mehmet Küçük, Ayrıntı saur, Jöntürkler, 1908 İhtilali’nin Doğuşu, Çev.: Muhsin
Yay., İstanbul 1994, s.240. Önal Mengüşoğlu, Pınar Yay., İstanbul 2004, s.33, Sina
40 Anthony Giddens, Ulus-Devlet ve Şiddet, Çev.: Cum- Akşin, Jöntürkler ve İttihat ve Terakki, Remzi Yay., İs-
hur Atay, Devin Yay., İstanbul 2005, s.229; Bir sosyolog tanbul 1987, s.28,
olan Giddens toplumu “bireyleri birbirine bağlayan kar- 51 Mustafa Gencer, Jöntürk Modernizmi ve Alman Ruhu,
şılıklı ilişkiler sistemi” olarak tanımlar. Ona göre bütün 1908 – 1918 Dönemi Türk – Alman İlişkileri ve Eğitim,
toplumların ortak yönü, üyelerini merkezi bir kültür et- İletişim Yay., İstanbul 2003, s.77.1838 -1908 arasında
rafında örgütlemiş olmalarıdır.Toplum bu şekilde kendi 86 şirket kurulmuştur. 1908 – 1918 arasında 236 şirket
varlığını sürdüren dinamiklere sahip olur. Bkz., Anthony kurulmuştur. Zafer Toprak, Türkiye’de Milli İktisat,Yurt
Giddens, Sosyoloji, Haz.: Cemal Güzel, Ayraç Yay., An- Yay., Ankara 1982, s.26-28, 1909 – 1918 arasında
kara 2005, s.22. Anadolu’da milli sermayenin finansmanını kurmak
41 Siyaset, Ed. Mümtaz’er Türköne, Lotus Yay., Ankara üzere 23 banka kurulmuştur. A.Güngüz Ökçün, “1909
2003, s.636. – 1930 yılları Arasında Anonim şirket Olarak Kurulan
42 Süha Atatüre, Küreselleşme Sürecinin Ulus Devlet Bankalar Hakkında Genel Bilgiler”, İktisat Tarihi Yazıla-
Üzerindeki Etkileri, GÜSBE Yayınlanmamış Doktora rı, SPK Yay., Ankara 1997, s.221-250.
Tezi, Ankara 2001, s.97-98. 52 Azmi Süslü, “Misak-ı Milli, 1914 – 1920”, Misak-ı Milli
43 Jürgen Habermas, “Avrupalı Ulus –Devlet: Başarıları ve ve Türk Dış Politikasında Musul, AAMY, Ankara 1998,
sınırları – Egemenlik ve Vatandaşlığın Geçmişi ve Ge- s.24.
leceği Üzerine”, içinde Tartışılan Sınırlar, der. Mustafa 53 Ergun Özbudun, 1921 Anayasası, AAM Yay., Ankara
Armağan, Çev.:İsmail Türkmen, Şehir Yay., İstanbul, 1992, s.81-82.
2001, s.80. 54 Tanör, Osmanlı – Türk Anayasal Gelişmeleri, YKY, İs-
44 Ömer Demir, Mustafa Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, tanbul 2006, s.255.
Vadi Yay., Ankara 1997, s.228. 55 Özbudun, 1921…, s.82.
45 Coşkun San, Max Weber’de Hukukun ve Meşru Otori- 56 Bülent Nuri Esen, Türk Anayasa Hukuku, Birinci Fasi-
tenin Analizi, ATİİAY, Ankara 1971, s.101-109. kül, Ankara 1971, s.65.
46 Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, Çev.: Nalan 57 Suna Kili, A.Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri,
Soyarık, Doğu Batı Yay., Ankara 2006, s.38. İlkay Su- Senedi İttifaktan Günümüze, Türkiye İş Bankası Yay.,
nar, State and Society in the Politics of Turkey’s Deve- Ankara 1985, s.96-97.Tanör, a.g.e., s.256. Merfu olan
lopment, AÜSBFY, Ankara 1974, s.3-6. Burada zikredi- padişahlığın yerine TBMM kaim olmuştur. Halifeyi göre-
len merkeziyetçilik, sanayileşme sonrası ortaya çıkan ve getirme yetkisi de TBMM’nindir. 3 Mart 1924’te ilga
modern ulus – devletlerde görülen rasyonel bürokra- edildiğinde “Hilafet, Hükümet ve Cumhuriyet mana ve
sinin topluma nüfuzu anlamında kullanılmamaktadır. mefhumunda esasen mündemiç olduğundan…” deni-
Nihayetinde ele alınan klasik dönem Osmanlı toplumu lecektir. Bkz., Yusuf Tekin, Sabri Çiftçi, 1877’den Gü-
da Avrupa’daki muadilleri gibi geleneksel bir tarım top- nümüze Türkiye’de Parlamento, 22. Dönem TBMM’nde
lumudur. Ayrıca merkeziyetçilik vurgusunu üzerine alan Parlamento ve Rol Algısı, Siyasal Yay., Ankara 2007,
tımar sisteminin tüm eyaletlerde uygulanmadığı da göz- s.39.
den uzak tutulmamalıdır. Bu hususta bkz., İlber Ortay- 58 Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yay.,
lı, “Osmanlı Bürokrasinin Özelliklerine Karşılaştırmalı Ankara 2000, s.9. A. Şeref Gözübüyük, Zekai Sezgin,
Bir Yaklaşım Denemesi”, Osmanlı İmparatorluğu’nda 1924 Anayasası Hakkındaki Meclis Görüşmeleri, Anka-
İktisadi ve Sosyal Değişim Makaleler 1, Turhan Yay., ra Üniversitesi İdari İlimler Enstitüsü Yay., Ankara 1957
Ankara 2000, s.19-35. Bununla birlikte Osmanlı toplum 59 Bu hüküm 11 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı kanunla
yapısı ile feodalite arasında benzerlik kuran yaklaşımlar çıkarılmıştır. (15.2.1937’de “Türkiye Devleti Cumhu-
ideolojik bulunmaktadır. Bu tip bir yaklaşımı için b.k.z., riyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçıdır.
Halil Berktay, Kabileden Feodalizme, Kaynak Yay., İs- Resmi dili Türkçedir, makarrı Ankara şehridir.” şeklinde
tanbul 1983, s.234-235. Akat, kendisinin Osmanlı’yı değiştirilir.)
feodal şemaya yerleştirmediğinden dolayı emperyaliz- 60 Batum, Yüzbaşıoğlu, a.g.e., s.5.
min ajanı ilan edildiğini söyler. Bkz., Asaf Savaş Akat, 61 Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin
Alternatif Büyüme Stratejisi, İktisat Politikası Yazıları, Yay., Bursa 2000, s.49.
İletişim Yay., İstanbul 1983, s.32. 62 Hatice Mumyakmaz, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Vatan-
47 Halil İnalcık, Şair ve Patron, Patrimonyal Devlet ve Sa- daşlık, GÜSBE Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara
nat Üzerinde Sosyolojik Bir İnceleme, Doğu Batı Yay., 2008, s.177.
Ankara 2003, s.10. 63 Batum, Yüzbaşıoğlu, a.g.e., s.17-21.
48 Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve 64 Batum, Yüzbaşıoğlu, a.g.e., s.23.
Ekonomi, Ötüken Yay., İstanbul 2000, s.45-51, Reşat 65 E.Fuat Keyman, “Kamusal Alan ve Cumhuriyetçi Libe-
Kasaba, “Osmanlı İmparatorluğunun Çözülmesi ve ralizm, Türkiye’de Demokrasi Sorunu”, Ed.: Ahmet Ka-
Dünya Ekonomisi”, Yapıt, Sayı:, s.37-38. Gültekin Yıl- radağ, Kamusal Alan ve Tükiye, Asil Yay., Ankara 2006,
dız, Osmanlı Ordusunda Yeniden Yapılanma ve Sosyo- s.134-135.
politik Etkileri, (1826 – 1839), MÜTAE Yayınlanmamış 66 Mustafa Erdoğan, Anayasa Hukuku, Orion Yay., Ankara

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 257


2009, s.140-141. 82 Simten Coşar, “Türk Modernleşmesi, Aklileşme, Patolo-
67 Tanör, a.g.e., s.314-318. ji, Tıkanma”, Doğu Batı, Yıl:1999, Sayı:8, s.63.
68 Gözübüyük, Sezgin, a.g.e., s.53. 83 Ahmet Akarlı, “Kemalizm, Milliyetçilik ve Bugün”, Biri-
69 Gözübüyük, Sezgin, a.g.e., s.29-36. kim, Yıl:193, Sayı:49, s.22.
70 Tekin Alp, Kemalizm, Cumhuriyet Yay., İstanbul 1963, 84 Nevzat Topal, Prof. Dr. Osman Turan, Hayatı ve Eserle-
s.13-14. ri, TYY, Ankara 2004, s.19-30.
71 Mahmut Esat Bozkurt, “Türk Medeni Kanunu Nasıl Ha- 85 Türk Ocakları 90 Yaşında, TYY, Ankara 2002, s.3.
zırlandı”, Medeni Kanunun XV. Yıldönümü, İÜ Yay., İs- 86 Aytekin Ersal, Türk Ocakları ve Siyaset (1960’tan Gü-
tanbul 1944, s.7-11. nümüze), Berikan Yay., Ankara 2004, s.37vd.
72 Bozkurt, Birinci Türk Tarih Kongresinde “Türkler Ana- 87 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken
yurtları olan Orta Asya’da Yontmataş devrini milattan Yay., İstanbul 2005, s.13.
12.000 sene evvel geçirdikleri halde Avrupalılar ancak 88 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslam Medeni-
5000 sene daha sonra bu devirden kurtulabilmişler- yeti, Boğaziçi Yay., İstanbul 1993, s.119. Turan, Selçuk-
dir…” der. Burada medeniyeti Avrupa’ya taşıyanların lular Zamanında…, s.27.
Türkler olduğu, Türk dilinin tüm dillere kaynaklık ettiği 89 Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, Ötü-
vb görüşler dile getirilmiştir. Nihayetinde Bozkurt gibiler ken Yay., İstanbul 2003, s.183.
için iktibas edilen her ne var ise Türk’ün bir zamanlar 90 Turan, Selçuklular Tarihi ve…, s.316.
ürettiklerinden başkası değildir. Bkz., Büşra Ersanlı 91 Turan, Selçuklular Tarihi ve…, s.318. Turan’ın DP’ye
Behar, İktidar ve Tarih, Türkiye’de Resmi Tarih Tezinin ve Menderes’e yakınlığında modern bir Tuğrul Bey ara-
Oluşumu (1929 – 1937), Afa Yay., İstanbul 1996, s.120- yışının izlerini görmek mümkündür. 1954 yılında İslam
125. Enstitüsü açılması için Menderes’in yanına gider. Bu
73 Recep Peker, İnkılap Dersleri, İletişim Yay., İstanbul müessesenin lüzumundan bahseder. Menderes: ““Os-
1984, s.14. Öz, 10 Mayıs 1931’de, yapılacak kongre man Turan! Her cami ve minare diktikçe komünizme ve
beklenmeden Recep Peker’in genel sekreterliğe geti- Moskova’ya karşı bir kale yaptığıma inanıyor ve bun-
rilmesinin tek partili rejimin kurumlaşmasında atılan ilk dan kuvvet duyuyorum”. der. Bu cevap Turan’da derin
adım olarak görürür. Bkz., Esat Öz, Otoriterizm ve Si- bir hoşnutluk bırakır. Osman Turan, Türkiye’de Siyasi
yaset, Türkiye’de Tek Parti Rejimi ve Siyasal Katılma Buhranın Kaynakları, Turan Neşriyat Yayınları, İstanbul
(1923 – 1945), Yetkin Yay., Ankara 1996, s.99. 1969, s.147.
74 Celal Nuri İleri, Türk İnkılabı, Haz.: Recep Durmaz, 92 Turan, Türk Cihan Hakimiyeti…, s.195-196.
Kaknüs Yay., İstanbul 2000, s.291. 93 Turan, Selçuklular Tarihi ve…, s.319.
75 Şeref Aykut, Kamalizim (C.H. Partisi Programının İza- 94 Turan, Selçuklular Tarihi ve…, s.335 – 345.
hı), Muallim Ahmet Halit Matb., İstanbul 1936, s.1-8. 95 Bu konuda Mehmet Öz, Marksist tarihiçi Halil Berktay’ın
76 Tayyib Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, Mondros Osman Turan’ın Selçuklu tarihine ilişkin görüşlerini ilmi
Mütarekesinden Sivas Kongresine, TTK Yay., Ankara bakımdan benimsediğini belirttikten sonra: “Cambridge
1959, s.25-26. History Of Islam” ın “Anadolu Selçuklu ve Beylikler”le
77 M. Fahrettin Kırzıoğlu,Bütün Yönleriyle Erzurum Kong- ilgili kısmının Osman Turan’a yazdırılmasının nedeninin
resi, Kültür Ofset Yay., Ankara 1993, s.61. Onun ilmi kişiliğinden kaynakladığını…” söylemektedir
78 Ahmet Yıldız, Ne Mutlu Türk’üm Diyebilene: Türk Ulusal Bkz., “Osman Turan’ın Tarih Metodolojisi”, Türk Kültürü,
Kimliğinin Etno Seküler Sınırları (1919-1938), İletişim C.37, Sayı:434 Ağustos, Ankara 1999, s.329-335.
Yay., İstanbul 2004, s.180-181. 1924 müfredat progra- 96 Turan, Selçuklular Tarihi ve…, s.30.
mı, öğretmenlerden dinin devletten ayrılması gereğinin 97 Osman Turan, “Yeniden İntişar Ederken”,TY ,Cilt I,
anlatılmasını ister. Tarihin algılanmasında ise radikal bir Sayı:271 Mart, Ankara 1959, s.1-2.
kopuş yoktur. Nitekim bu müfredatta Eski Yunan, Roma, 98 Osman Turan, Türkiye’de Siyasi Buhranın Kaynakları,
Mısır, İran medeniyetlerine Türk medeniyetinden ayrı Turan Neşriyat Yurdu Yayınları, İstanbul 1969, s.IX v.d.
bir bahisle yer verilmesi istenmiştir. Gene aynı dönem- Turan: “…Cumhuriyet inkılapçıları mutlak surette ve
de Ahmet Refik, Mükremin Halil gibi aydınların Türkiye süratle Avrupalılaşmak görüşüne sahip olarak şiddetli
tarihini Selçuklu ile başlatan yaklaşımlarının dinlenildiği hamlelere girişince Türk kültürü ve mefkuresi milli ve
görülmektedir.Bkz., Mustafa Oral, İmparatorluktan Ulu- İslami kaynaklardan mahrum bırakıldı. Bu anlayış ister
sal Devlete Türkiye’de Tarih Anlayışı, AÜTİTE Yayınlan- istemez, milli ve manevi değerlerin tasfiyesine, ahlak ve
mamış Doktora Tezi, Ankara 2002, s.175. mefkurenin sarsılmasına tarih şuuru ve milli şahsiyetin
79 Yıldız, a.g.e., s.128. zayıflamasına sebep olarak Türkiye’yi ağır buhranlara
80 Binnaz Toprak, “Dinci Sağ”, Der.: İrvin Cemil Schick, hazırlamış oldu.” derken de benzer kaygılarını dile ge-
Ertuğrul Ahmet Tonak, Geçiş Sürecinde Türkiye, Belge tirmektedir. Osman Turan, “Türk Ocakları ve Türk Yur-
Yay., İstanbul 1987, s.240. du Yeni Bir Hamleye Girerken”, TY, C.7, Sayı: 343-344
81 Yahya Sezai Tezel, “Tanzimat Sonrası İmparatorluk Ocak, s. 2.
ve Cumhuriyet Sonrası Türkiye’sinde Muhafazakarlık 99 Mehmet Özden, “Osman Turan’ın Türk İnkılabına Ba-
Sorunsalı”, Muhafazakarlık, Ed.: Ahmet Çiğdem, İleti- kışı”, Türk Kültürü, Cilt 37, Sayı 34 Eylül, Ankara 1999,
şim Yay., İstanbul 2004, s.35. 1930’da yayınlanan Türk s.329.
Tarihinin Ana Hatları, bu yaklaşımın tarihsel inşasını 100 Osman Turan, “Türkiye’de Din ve Layiklik”, TY,C.1,
içermektedir. Orta Asya’dan Mezopotamya’ya, Etrüsk- Sayı: 278 Ekim, Ankara 1959,s.4.
lerden Etilere kadar medeniyetin yayıldığı tüm sahaları 101 Turan, a.g.m., s.1.
Türk Milleti temelli anlatan bu yaklaşım varlık kavra- 102 Osman Turan, Türkiye’de Siyasi Buhranın Kaynakları,
yışını “…İnsan, tabiatın mahlûkudur… Her durumda Turan Neşriyat Yay., İstanbul 1969, s.101.
hayatın herhangi bir tabiat harici etkenin müdahalesi 103 Osman Turan, Türkiye’de Komünizmin Kaynakları’ndan
olmaksızın, dünya üzerinde tabii ve zaruri, bir kimya ve naklen s.50 Özden, a.gm, s.335.
fizik seyri neticesi olduğunu kabul etmek gerekir.” ifa- 104 Osman Turan, “Ana – Yasa Meselesi”, TY, C.7, Sayı:
deleriyle ortaya koymaktadır. Bkz., Türk Tarihinin Ana 346 Nisan – Mayıs, Ankara 1970, s.2.
Hatları, Kemalist Yönetimin Resmi Tarih Tezi, Kaynak 105 Osman Turan, Türkiye’de Siyasi Buhranın Kaynakları,
Yay., İstanbul 1996, s.30-33. Turan Neşriyat Yayınları, İstanbul 1969, s.147.

258 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


TÜRK TARİHİNDE MEŞRUİYETİN
KAYNAĞI VE ÖTEKİ SORUNU

ABDULLAH TEMİZKAN*

M
eşruiyet her devrin kendi telakkisine, kon- açmıştır.3 Değişmeyen kurumlardan birisi de adalet
jonktüre ve medeniyet türüne göre değişik- kurumu olmuştur. Adalet iktidarı korumanın da kay-
lik göstermektedir. İslam’dan önce İktidara betmenin de vasıtası olmuştur. Halifelik saltanata dö-
gelmek için Aşina soyundan gelmek gerekiyordu. Bu- nüşse de temel bazı ilkeler değişmemiştir. Adalet bu
nun yanında iktidarı ele geçirmekle iş bitmiyor iktidar- ilkelerin en önemlisidir.4
dayken töreye uygun hareket etmek, tebaayı kolla-
Bir hanedana mensup olmak meşruiyet açısın-
yıp gözetmek meşruiyetin en önemli unsurlarıydı. Aç
dan önemlidir.5 Timur gibi istisnalar çıksa da (ki o
olanı doyurmak, çıplağı giydirmek, güvenliği temin
Çağatay Hanlarının soyundan gelen birisini iktidarını
etme noktasında düşman kavimlerden dizli olanına
meşrulaştırmak için ustaca kullanmıştır.6) Tuğrul Bey
diz çöktürmek, içerdeki ayrılıkçı gruplardan başlı ola-
Türkmenlerin büyük hükümdarıdır, ancak zamanın
nına baş eğdirmek de iktidarı devam ettirebilmenin
halifesinden alınacak bir onay onu bütün Müslüman
en önemli şartlarındandı.1 İslam öncesi Asya Türk
dünyasının meşru iktidarı yapacaktır. O bu fırsatı
devletlerinin ekonomisi büyük ölçüde savaş ekono- 1055 yılında Halifenin imdadına yetişerek ele geçir-
misine dayanıyordu. Hakanın tebaasının geçimini miş ve Sultanu’s Selatîn olmuştur. Bu Orta Asya’dan
sağlayabilmesi için bol ganimet (ulca) elde edebile- batıya akan Türkmen kitleleri için yeni bir şeydir, ama
ceği başarılı yağma seferleri düzenleyip, yönetmesi son derece etkileyici ve çarpıcı bir sıfattır.7 Selçuklu-
gerekiyordu. O zamanın devletleri kabile federasyon- lar Sünnî İslam anlayışını resmi devlet ideolojisi ola-
ları şeklinde teşkilatlandıkları için, bu teşkilatlanmayı rak benimseyip bunun söylemini kurdukları Nizamiye
temin noktasında birliği gerektiğinde güç kullanarak, Medreselerinde uyguladıkları formel eğitim yoluyla
(sü süleyerek) sağlamak gerekebiliyordu. Yani meş- üretmiş ve iktidarlarını sadece Türkler için değil diğer
ruiyetin en önemli kaynaklarından biri hemen hiçbir Müslümanlar için özellikle de Sünnî Müslümanlar için
devirde değişmeyecek olan “güç” dür. Toplulukların, meşrulaştırma ihtiyacı hissetmeye başlamışlardır.8
kalabalıkların zaafı şuursuz olmasıdır. Bu şuursuzluk
onları güç’e itaat etmeye götürür.2 Gücün iktidarı ele Kutadgu Bilig meşruiyeti vatandaşlık sözleşmesi-
geçirmesinde birçok yardımcı faktörlere de ihtiyacı ne benzer bir anlayışla izah eder. İktidarın (devletin)
olacağı aşikârdır. vatandaşa karşı sorumlulukları olduğu gibi vatanda-
şın da iktidara (devlete) karşı sorumlulukları vardır.9
İslâm’la birlikte dinî bazı kurallar, nasslar meşrui- Her halükarda iktidarı ele geçirenler iktidarlarını meş-
yetin temel dinamikleri arasına girdiler, ancak yorum rulaştırmak için kendi söylemlerini de üretirler. Bunu
farklılıkları İslam dünyasının bakış açısında bazı kı- yaparken kendi neseplerini Aşina soyuna, Oğuz Ka-
rılmalara yol açtı. Ulemanın onayı, biat etme kuru- ğana bağlamak en önemli manevralardan birisidir. Bir
mu, Sıffin savaşından sonra etkisi yüz yıllar sürecek diğer önemli söylem biçimi kutsal rüyalardan ve bazı
olan kırılmalara derin fay hatlarının oluşmasına yol sembollerden faydalanmaktır. Mesela Rüyada muş-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 259


tulanmak, görevlendirilmek ve bu rüyanın bir kutlu dar yapılarının ve meşruiyet kaynaklarının değişmesi
kişi tarafından rüyayı görenin iktidarına yorumlanma- gecikmeyle de olsa Osmanlı Devleti’ni etkilemiştir.
sı. Satuk Buğra Han’ın rüyasında Hz. Muhammed’i Parlamenter Monarşi uygulamalarını Fransız ihtila-
görüp cihad etmekle görevlendirilmesi veya Osman linin etkileri ve anayasacılık hareketinin çok önemli
Gazi’nin rüyasında göğsünden bir çınar ağacının çı- tesirleri olmuştur. Tanzimat’ın ilanı, Islahat Fermanı,
kıp altı kıtaya yayılması bu söylem oluşturma faaliye- Kanun-ı Esasi ve Meşrutiyetin ilanı gibi neredeyse
tine örnek olarak verilebilir.10 yarım yüzyılda meydana gelen değişiklikler hep bu
Hristiyan Avrupa medeniyetinin etkisiyle olmuştur.
Halk üzerinde etkili sufilerden destek alınması
İktidarlar artık Anayasa ile sınırlandırılmışlardır. Bu
oluşturulan söylemlerin propagandasının yapılması
yapacakları her eylem ve icraatın Anayasaya uygun
için önemli bir etkendir.11 Zaman sufilerin kendi dev-
olmak kaydıyla meşru olacağı anlamına gelmektedir
letlerini kuracağı tarihi dönemleri de getirecektir. Tıp-
ki, böyle yazılı bir metnin bağlayıcılığı son derece
kı mezheplerin olduğu gibi. Fatımî devleti ve Şii Bü-
önemli bir yenilik olarak Türk devlet geleneği içerisin-
veyhoğullarında olduğu gibi. Safevîler, Erdebil şeyh-
de yerini almış ve kurumlaşmıştır.15
lerinin çekirdeğini oluşturdukları ve onların soyundan
gelen Türkmen Şah İsmail Hatayî’nin kurduğu bir Öteki Sorunu
sufi devleti iken, Sünni devlet ideolojisini meşruiyet
Öteki bizim aynamızdır. Yani birey, kendi kimliğini
kaynağı olarak kullanan Osmanlı Devleti ve Özbek
oluştururken ötekinden önce benzerlerinden faydala-
Şeybanilerin arasında Mutezile itikadına dayanan
nır, bu da aynılıktan ve özdeşlikten kaynaklanır. Di-
şia akaidini meşruiyet kaynağı olarak kullanmıştır.12
ğer taraftan gayri ihtiyari olarak aynı tanım içerisinde
Osmanlı Devleti Sünnî ulemayı ve bunlardan aldığı
farklı olanların da farklı bir kimlikle tanımlandığını ve
fetvaları gerçekleştireceği eylemlerin meşrulaştırma-
bu farklı kimliğin de ayrılık ve mütekabiliyetten, di-
sında kullanırken, Safeviler de benzer bir davranışla
ğer bir tabirle bireyin kendini ötekine göre konumlan-
şia ulemasından fetvalar almıştır. Hanedan hala çok
dırmasından kaynaklandığı söylenebilir.16 Başka bir
önemli olmakla birlikte ideolojize edilmiş mezhepler
deyişle “bireyin kendini inşa edebilmesi için ötekinin
ulema sınıfı ve bunların sözünden çıkmayan seyfiye
iğne deliğinden geçmesi gerekmektedir”.17 “Doğay-
ile birlikte daha belirleyici bir konuma yükselmişlerdir.
la baş başayken kendimizi öylesine rahat ve keyifli
Zira kalabalıklar şeyhülislam ya da Ayetullahların iki
duymamızın nedeni; doğanın bizim hakkımızda bir
dudağının arasından çıkacak bir çift söze bakmakta-
görüşü olmayışıdır,”18 diyen Nietzsche, ötekinin ken-
dırlar. Bu fetvalar iktidarların icraatlarını meşrulaştır-
di hakkında fikirleri olmasının bireyi tedirgin ettiğini
ma aracı olduğu kadar, iktidardan memnun olmayan
dile getirmektedir. Ötekinin kendi hakkındaki fikirle-
kitlelerin iktidardan uzaklaştırılmalarının meşrulaştır-
rini hesaba katan birey, kendi kimliğini ötekine göre
ma aracıdır da. Osmanlı tarihi bunun birçok örneğiyle
inşa etmektedir. Siyasal kimliklerin inşası da benzer
doludur. İstediği fetvayı Sünni Maturudî ulemasından
bir sürece göre şekillenir. Öteki üzerinden, yani rakip
almakta zorlanan Osmanlı hanedanının kudretli hü-
ya da düşman üzerinden kendisini kurar. Ancak Türk
kümdarı Yavuz Selim, Mısır seferi sırasında oradaki
tarihinde siyasal ve toplumsal anlamda iki tür ötekin-
Eş’arî ulemasını daha devletçi bulmuş olacak ki bu
den söz edilebilir: Birincisi zaten bizden olmayan, bi-
ekolü İstanbul’a taşımıştır.13 Yani güç uygun zaman-
zimle aynı dili konuşmayan, aynı gelecek kaygısını
da fetvayı verecek olanları belirleme imkânına da
taşımayan kelimenin tam anlamıyla bize kökten ya-
sahip olabilmiştir.
bancı olanlardır. Bunlar bizim bu yazımızın konusu
İktidarı elinde bulunduranlar, iktidarlarını meş- olmadıkları için üzerinde fazla durulmayacaktır. İkinci
rulaştırmak için oluşturdukları söylemin toplumu tür öteki ise içimizden çıkardığımız, aslında bize ya-
ikna etme süresinin uzunluğu oranında sorunsuz bancı olmayan, yani bizim ürettiğimiz ötekilerdir. Bir
bir hâkimiyet sürerler. Ancak kontrollerinin dışında diğer tabirle bizim ya da bir siyasal/ideolojik merkezin
muhalif kadro veya mihraklarca ortaya sürülen söy- ötekileştirdikleridir. Bizim üzerinde duracağımız “öte-
lemler kitleleri huzursuz edebilir ve iktidarı sorgula- ki” tipi budur.
maya sevk edebilir. Fetret devrinde Şeyh Bedrettin’in
Türk tarihine baktığımızda bu tür ötekileştirmenin
söylemi veya Şah İsmail Hataî’nin fedailerinin Alevî
iki kaynaktan beslendiğini görmekteyiz. Birisi kahra-
Türkmen kitlesini hedef kitle olarak belirlediği ve pro-
manlar üzerinden üretilen ötekidir. Diğeri ise ideolo-
pagandasını yaptığı şia söylemi ve on iki İmam kültü
jiler, söylemler ya da mezhepler üzerinden üretilen
örnek verilebilir.14
ötekilerdir. Bu iki tür sık sık aynı düzlemde kesişmek-
Bu söylemlerinin kaynağı kendi medeniyet havza- tedir. Eskiçağlardan beri tarihi yapan kahramanlar/
sı olabileceği gibi başka medeniyet havzaları da ola- lider kişiler kendi statülerini veya iktidarlarını meş-
bilir. Avrupa Rönesans ve reformunun şekillendirdiği rulaştırmak için bir takım söylemler geliştirmişlerdir.
Aydınlanma Avrupa’sının fikirleri ve Avrupa’daki ikti- Geliştirdikleri söylemleri propaganda yoluyla kitlele-

260 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


re telkin ederek kitleleri yanına çekmek, taraftarları nin son derece rasyonel olduğu söylenebilir. Nitekim
nezdinde kendi söylemlerini onaylatmak ve meş- Safevî hanedanının Çaldıran yenilgisinden sonra da
ruiyetlerini teyit etmek istemişlerdir. Meşrulaştırma varlığını güçlü bir şekilde devam ettirmesi reel-politik
girişimleri birkaç farklı kanaldan gerçekleştirilmiştir. bakımdan ayaklarının yere ne kadar sağlam bastığı-
Bunların birincisi vakanüvisler ya da resmî tarihçiler nı göstermektedir. Aynı durum Osmanlı Devleti için
diyeceğimiz kişilerin kurdukları metinler üzerinden de geçerlidir. Burada yapmaya çalıştığımız şey ger-
gerçekleştirilmiştir.19 Bunun nasıl yapıldığına en iyi çek olayla aramıza çekilen mezhep perdesini aradan
örnek Yavuz ile Şah İsmail arasındaki ilişkiyi kaleme kaldırarak bakmaya çalışmaktır. Perde kalktığında
alan Hoca Saadettin’in eserinde görmekteyiz. Çaldı- gördüğümüz şey en basit haliyle; iki Türk devletinin
ran Ovasında Osmanlı ve Safevî ordularının karşı- hâkimiyet mücadelesidir.
laşmasını anlatırken: “İran Şahı da Cem’in ordusuyla
Emir Timur’un resmî tarihçisi Nizamüddin Şamî,
Çaldıran ovasının doğusuna inüb ol gice hak ve batıl
“Rum Valisi” olarak nitelendirdiği Yıldırım Bayezid’in
askerleri karşı karşıya durup Hak yücelecektir. Gerçe-
Timur ile rekabete girerek haddini aştığı düşünce-
ği belli ve durağı yüce Sultanın üstün varlığının değe-
sindedir: “…Bir müddet âlem nâmdar sultanlar ve
ri ol ova ve yamaçlara konuşundan kendini göstermiş
meliklerin sayesinden halî kalmış, bu cihetten her
oldu. Din yolunun savaş erleri dinsizler topluluğunu
memlekette bir adam başkaldırmıştı. Dünyanın en
parçalamak umuduyla öç alıcı, kahredici kılıçları bi-
büyük memleketlerinden olan Rum Diyarı da Yıldı-
lediler ve ol yokluk yolunda olan topluluk üzerine ko-
rım Bayezid’ın eline geçti. Muma ileyh bir müddet bu
layca yengü sağlamayı Tanrı katından dilediler…” İki
memleketleri istila ve istiklal davasında bulundu ve
Türk devletinin mücadelesini anlatan tarihçi, Osmanlı
o memleketlere musallat oldu, bunun üzerine şey-
iktidarının meşruiyetini yukarıdaki satırlarda hak ve
tan buna gurur verdi, kuvvet ve şevketine güvenerek
batıl diyalektiği ile belirlemekle kalmıyor devamında
haddini tecavüz etti, en büyük hükümdarların kendi-
Türk devlet geleneğinin güçlü meşrulaştırıcılarından
sine yazdıkları mektuplarda abdühu, hamiduhu tabir-
olan soyun Oğuz Kağan’a dayanması/dayandırıl-
lerini kullandıkları, dünyanın kudret ve kuvvet sahibi
ması retoriğinden de istifade etmektedir: “Sabah ki,
en haşmatli padişahlarının kapısının eşiğini ubudiyet
Rum’un Gün Han’ı ak sancağını dönen gökyüzünde
dudaklarıyla öptükleri böyle bir Emir Sahip Kıran ile
dalgalandırub aklar salan güneş altından bayrağıy-
boy ölçüşmeğe, ona karşı muhalefet göstererek bir
la cihan ordasını bezemeğe başlarken ışıklar saçan
takım manasız mektuplar yazmağa, münasebetsiz
eliyle gece karanusun perdesin açtı.”20
haberler göndermeğe kalktı…”21 Osmanlı iktidarı-
Osmanlı-Safevî mücadelesi Türk tarihinin önemli nın meşrulaştırılmasında en etkili tarihçilerden olan
kırılma noktalarından birisidir. Bizden olanın ötekileş- Neşri ise başlangıçta Timur’un Yıldırım’a Gazi olma-
tirilmesine en net şekilde burada şahit oluyoruz. Özel- sı nedeniyle saygı duyduğunu, ancak siyasi geliş-
likle bizim tarih yazıcılığımızda Osmanlı Devleti’nin melerin ve her ikisindeki cihan hâkimiyeti iddiasının
bütün hamleleri din özellikle de mezhep üzerinden onları karşı karşıya getirdiğini belirtmektedir. Ancak
aklileştirilmeye, meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Aynı ilerleyen bölümlerde artık Timurluların zalimliğini hat-
durum Safevî tarih yazıcılığı için de geçerlidir. Bugü- ta Timur’un oğlu için dinsizlik (bi-din) lafzını kullan-
nün bir insanı olarak geçmişin bir olayını anlamaya maktan imtina etmemiştir.22 Her iki tarihçi de kendi
çalışırsak; Sünnî devlet yapıları arasında kendilerine hizmet ettikleri devletin daha meşru olduğunu iddia
yeni ve daha güvenilir bir siyasal çatı kurmak iste- etmektedir. Bunu ispat etmek için yeri geldiğinde din-
yen memnuniyetsiz muhalif kitleler başka bir tabirle den faydalanmakta, yerine göre de birisi Timur’un
merkezden çevreye itilmiş muhalif kitleler amaçları- Cengiz Han’ın varisi olduğunu, diğeri ise Osmanlı-
nı meşrulaştırmak için uygun meşruiyet gerekçesini ların nesebinin Oğuz Kağan’a dayandığını ileri sü-
İslam hukukunun farklı yorumu olarak da anlayabi- rerek kendi hamlelerinin meşruluğunu ortaya koyma
leceğimiz mezheplerde bulmuşlardır. Bu durum hiz- çabası içine girmektedirler. Bu siyasi mücadeleden
metinde bulundukları siyasal teşekkülün ideolojisini çıkaracağımız ders bugüne husumet devşirmek ol-
de üreten vakanüvis ya da tarihçiler tarafından mez- mamalıdır. Tarihi anlamak, eski tarihçilerin yaptıkları
hep çatışması, rafızîlik, sapkınlık veya daha modern yorumları mukayese ederek siyasi mücadeleyi bütün
bir tabirle Heterodoks olarak takdim edilse de işin çıplaklığı ile ortaya koyacaktır. Artık Emir Timur da
doğasında siyasal meşruiyet endişesi ve siyasal te- Yıldırım Bayezid de birer öteki değil Türk tarihinin
şekküllerin varlık yokluk mücadeleleri vardır. Şunu sayfalarında hak ettikleri yeri alan iki önemli figürdür.
rahatlıkla söyleyebiliriz, Şah İsmail, iki Sünni devlet Yine sözgelimi Kazak Türklerinin önemli tarihî şah-
arasında(Osmanlılar ve Şeybanîler) muhalif kitleleri siyetlerinden Kene-Sarı’nın faaliyetleri23 anlatılırken,
memnun ederek kendi etrafında toplayabilmek için duygusal bir dil kullanmaktan özellikle kaçınılmalıdır.
uygun mesnedleri “şia”da bulmuştur. İçinde bulundu- Onun Ruslara karşı yürüttüğü mücadele, bir direniş
ğu şartlar açısından değerlendirildiğinde bu hamle- mücadelesi olarak takdim edilirken, Kırgızlar üzerine

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 261


yaptığı seferler göz ardı edilmemeli, bu tip hataların ya da dağılan Türk boylarını ve bozkırda aynı hayat
nelere mal olduğu net bir şekilde gösterilmeli, ancak tarzını paylaşan boyları yeniden derleyen toparlayan
ne Kazak Türklerinin ne de Kırgız Türklerinin gururu İl-Teriş Kağan’ınki gibi bir irade gerekmektedir.
incitilmemelidir. ______________________________________________
* Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırma-
Birbirimizi ötekileştirmemizin yegâne kaynağı ları Enstitüsü, abdullah.temizkan@gmail.com
tarihî veriler değildir. Tasarlanmış, toplum mühendisli- 1 İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul 1989,
s.221.
ği projelerinin ürettiği ötekileştirmeler de söz konusu- 2 Bertrand Russell, İktidar, Çev. Mete Ergin, İstanbul
dur. Sözgelimi daha iki asır evvel bir Türkistan kimliği 1999, s.16-17.; u durum Eric Fromm’un kaçış mekaniz-
söz konusu iken bugün İlminskiy ve onun ekolünden maları teorisi ile de izah edilebilir. Bakınız: Eric Fromm,
gelenlerin uyguladıkları toplum mühendisliği proje- Özgürlükten Kaçış, Çev. Selçuk Budak, Ankara 1995,
129.
lerinin sonucu olarak etnisite üzerine inşa edilmiş 3 Kafesoğlu, a.g.e., s.362-363.
“ulus”lar, millî kimlikler söz konusudur.24 Bu yeni kim- 4 Nevzat Kösoğlu, Devlet Eski Türklerde İslâm’da ve
likler aynı zamanda rekabetçi bir yapıyı, doğurmuş Osmanlı’da, İstanbul 1997, s.133.
rekabet şartlarının ağırlığı ve elbette ki provoke edi- 5 Kafesoğlu, a.g.e., s.220.
6 İsmail Aka, Timurlular, Ankara 1995, s.17.
lebilirliği beraberinde eskiden aynı kimliği kullanan, 7 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeni-
aynı dili konuşan, aynı dine inanan insanların birbiri- yeti, İstanbul 1993, s.135.
ni ötekileştirmesini doğurmuştur. Sosyalist kıyıcılığın 8 Osman Turan, Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul 1993,
önemli figürlerinden Jozef Stalin’in 1943 ve 1944 yıl- s.20.
9 Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Aktaran: Reşid
larında atayurtlarından Sibirya ve Türkistan’ın çeşitli Rahmetî Arat, Ankara 1988, s.70, satır:817-822; s.401,
bölgelerine sürdüğü topluluklardan birisi olan Ahıska satır.5600.
Türkleri25 ile Özbek Türkleri arasında meydana ge- 10 Abdullah Temizkan&Erhan Aktaş, “Türk Devlet Gele-
len çatışmalar bu cümledendir. Diğer taraftan son neğinde iktidarın Meşrulaştırılmasında Rüyanın Kul-
lanımı” II. Uluslar arası Türk Dünyası Kültür Kongresi,
günlerde Kırgızistan’da Özbek Türklerine yapılan 19-25 Nisan 2010 Çeşme-İzmir.
saldırılar bu mühendislik çalışmalarının ürünleridir. 11 Özkul Çobanoğlu, “Sözlü Kültürden Yazılı Kültür Or-
Bu tip olaylar ötekileştirmenin hatlarını daha da kes- tamına Geçiş Bağlamında Erken Dönem Osmanlı Ta-
kinleştirmektedir. Çünkü artık kan akmış, şuursuzca rihlerinden Âşıkpaşazade’nin Epik Karakteri Üzerine
Tespitler”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
masum canlar alınmıştır. Dergisi, 1999, ss.65-82.
12 Bu husuta Mehmet Saray bambaşka bir görüşe sahip-
Bizimkileri yani içimizden olanları ötekileştirmek-
tir. Ona göre Şah İsmail Şia’yı benimsemekle tarihinin
ten kurtulmanın yolu toplumsal hafızayı güncelle- en büyük hatasını yapmıştır. Bakınız: Mehmet Saray,
mektir. Diğer bir deyişle toplumların hafızası diyebile- Azerbaycan Türkleri Tarihi, İstanbul 1993, s.13.
ceğimiz “tarih”in yazımında yepyeni bir yorum getire- 13 Kösoğlu, a.g.e., s.259.
14 Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve
bilmektir. Tarihçi tarihi yazarken yapana sadık kaldığı
Mülhitler (15.-17-. Yüzyıllar), İstanbul 1999, s.183.
gibi bugünü de geleceği de göz önünde bulundur- 15 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma,İstanbul 1978,
malıdır. Geçmişi yargılamamalı onu anlamalıdır. Ta- s.326.; Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, İstanbul
rihçi, Türk toplulukları arasındaki tarihî husumetleri 1991, s.108-109.
16 Hüsamettin İnaç, Avrupa’ya Entegrasyon Sürecinde
bugüne taşımamalıdır. Tam tersine tarihi, bugünün
Türkiye’nin Kimlik Problemi, Ankara 2005, s.15.
ve geleceğin barışçı dünyasını inşa edecek nesille- 17 Stuart Hall, “I. Yerel ve Küresel: Küreselleşme ve Et-
re tarafsız bir gözle aktarmaya çalışmalıdır. Tarihten niklik”, Çev. S.Hakan Tuncel, Kültür Küreselleşme ve
husumet devşirmek yerine onu anlamaya çalışmak, Dünya-Sistemi Kimlik Temsilinin Çağdaş Koşulları, Der-
leyen: Anthony D. King, Ankara 1998, s.41.
farklılıklara değil benzerliklere vurgu yapmak son
18 Ortega Y. Gasset, İnsan ve Herkes, Çev. Neyire Gül
derece önemlidir. Avrupa ve diğer kıtalardaki ittifak- Işık, İstanbul 1995, s.99.
lar dikkatle incelenmeli ve Türkistan’da da tarihi ve 19 Halil İnalcık, Şair ve Patron, Ankara 2003, s.30.
kültürel kökleri olan ortak kimlik yeniden tedavüle 20 Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t Tevarih, Haz. İsmet Par-
maksızoğlu, C.IV, Ankara 1992, s.198.
sokulmalıdır. Böyle bir yapı oluşmaya başladığında
21 Nizamüddin Şamî, Zafername, Çev. Necati Lugal, An-
tarafsızlık adına kenarda durmak bile kendi kendini kara 1949, s.296.
ötekileştirmek anlamına gelecektir. Gelecek nesillere 22 Mehmed Neşrî, Kitâb- Cihan-nümâ, Yayınlayanlar: Faik
bunu yapmaya kimsenin hakkı olmamalıdır. Böyle bir Reşit Unat&Mehmed A. Köymen, Ankara 1995, C.I,
s.343-357.
bütünleşmenin varlığını devam ettirebilmesi için fark-
23 Mehmet Saray, Kazak Türkleri Tarihi, İstanbul 1993,
lılıkları tolere edebilecek demokratik bir kültürü de s.36-44.
üretebilmek gerekmektedir. Kalıcı bir barış ortamını 24 Saime Selenga Gökgöz, Yevfimiy Aleksandroviç Malov
sağlanabilmesi için hemen her sahada ortak projele- İdil Ural’da İslâm Karşıtı Rus Misyon Siyaseti, Ankara
2007, s.47.
rin üretilmesi şarttır. Bütün bu sayıp döktüklerimizin
25 Muharrem Yıldız, Dünden Bugüne Kuzey Kafkasya, İs-
gerçekleşebilmesi için ise en başta kurucu bir irade tanbul 2006, 120-123.
gerekmektedir. Tıpkı “bozkırda eli ok ve yay tutan bü- 26 Bahaettin Ögel, Hun İmparatorluğu Tarihi, C.I, Ankara
tün kabileleri Hun yaptım”26 diyen Bahadır (Mete) Han 1981, s.435-442.

262 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


MUKADDİME’DEKİ BAZI KAVRAM
VE OLGULAR ÇERÇEVESİNDE
İBN HALDUN’A GÖRE TÜRKLER

BEYHAN ZABUN*

İ
slam dünyasının önemli düşünlerinden İbn hakikatini konu edinmektedir.1 İbn Haldun, kendisinin
Haldun(1332-1406), Mukaddime adlı ünlü ese- kurduğunu belirttiği umran ilminin tanımlarını çeşitli
rinde birçok sosyal bilimin temel kavramlarını, şekillerde yapmıştır: “Umran ihtiyaçların giderilmesi
problemlerini tartışmış ve çağının ilerisinde özgün fi- ve ünsiyet edilmesi maksadıyla şehirlere ya da köy-
kirler ileri sürmüştür. Mukaddime, tarih, iktisat, siyaset lere inmek ve yerleşmekten ibarettir. Zira geçinmek
vb. gibi birçok sosyal bilim için temel teşkil eden gö- için yardımlaşmak insanların tabiatlarında mevcut-
rüşler üzerine kuruludur. Eser aslında, İbn Haldun’un tur” Aynı şekilde, “İnsanların toplum halinde yaşama-
dünya tarihi üzerine yazdığı Kitab el-İber’in önsözü ları zorunludur. Filozoflar bu hususu, “ İnsan tabiatı
olarak yazılmıştır. İbn Haldun’u ve Mukaddime’yi gereği medenidir” sözüyle dile getirirler. Bu söz, in-
önemli kılan yönü, İbn Haldun’un eserinde çağdaş san için toplum hayatı kaçınılmazdır anlamına gelir
anlamda bugünkü sosyolojinin temel kavram ve ki, onların dilinde bu şehirdir. Umranın anlamı da, işte
problemlerini yaşadığı dönemde tartışmış ve ortaya budur.” İbn Haldun’un umran ilminin sınırları, bütün
koymuş olmasıdır. Bu bakımdan İbn Haldun için sos- sosyal faaliyetleri ve kurumları, geçmişi ve bugünü
yolojinin öncüsü denilebilir. Literatürde sosyolojinin içine alacak kadar geniştir.2
kurucusu olarak bilinen Auguste Comte’dan yaklaşık
Umran ilminin, ele aldığı konu ve sorunları ile
beş asır önce İbn Haldun, bir bilim olarak tarihten
tarihle büyük bir benzerliği hatta özdeşliği olduğu
farklılıklarını belirterek, İlm-i Umran’ı kurduğunu be-
düşünülebilir. Çünkü onun da konusu mülk, devlet,
lirtmektedir. İbn Haldun, Mukaddime’de, Umran ilmi-
kazanç, sanatlar ve ilimlerdir. İbn Haldun, tarihsel ve
nin temel kavram ve problemlerini tarihsel örnekleri
toplumsal olanı, iç içe ele alarak birini diğerinin sonu-
ile somutlaştırırken Türk tarihine de atıflar yaparak
cu olarak, geçmişle hal arasındaki ilişkiyi kurmakta-
eserinde ele aldığı bazı kavram ve problemleri Türk
dır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi İbn Haldun, yeni
tarihinden örneklerle ortaya koymakta ve çözümle-
kurduğu ilmin tarihten farklı bir ilim olduğunu, bu fark-
mektedir.
lılığın olguların ele alınış şekli ve yöntem farkından
Umran İlmi kaynaklandığını ayrıntılı olarak ortaya koymuştur.3
İbn Haldun’un düşünce sisteminin merkezini, ilk Hilmi Ziya Ülken’e göre İbn Haldun, tarihi bilgi-
defa kendisinin temellendirdiği umran ilmi oluşturur. siyle, gözlemlerine dayanarak toplumların kuruluşu,
Bu ilim, âlemin umranından ibaret olan insan toplu- siyasi bünyesi ve yıkılışı hakkında bir teori meyda-
munu ve ona tabiatı gereği arız olan halleri, bu halle- na getirmiştir.4 Fakat bu teori dünyanın tarihinden
rin zorunlu sonuçlarından ibaret olan tarihi ve tarihin çok, bulunduğu devrin ve İslam dünyasının gözlem-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 263


lerine dayanmaktadır. Ülken’le birlikte diğer araş- İbn Haldun’un açıklamalarında orta kuşak üç,
tırmacılar da, (Kozak, Uludağ, Fındıkoğlu5 vb.) İbn dört ve beşinci iklim bölgelerinde yaşayan kavimle-
Haldun’un bazı açıklamalarında dinsel unsurların rin, Türkler de dâhil olmak üzere, Müslüman ya da
önemine dikkat çekmektedirler. Örneğin, İbn Haldun Hıristiyan olmaları, bu doğrultuda gelişmiş medeni-
hemen hiçbir görüş ileri sürmemiştir ki, onu, ilgili bir yetler ortaya koymaları, yaşanılan coğrafyanın ve
ayet, hadis veya İslam büyüklerinden birinin sözüyle iklimin özeliğidir.11 İbn Haldun, bu bölgenin coğrafi
desteklemesin.6 konumundan bahsederken, İstanbul’u özellikle imar
ve şehirleşme bakımından büyük binalar ve muaz-
İbn Haldun, Türkleri, Süryaniler, Farslar, İsrai-
zam eserler olduğuna işaret ederek anlatmıştır. Os-
loğulları, Rumlar ve Frenklerle birlikte ele almıştır.
manlıların yaşadığı bölge olarak Bursa’nın bu iklim
Türklerle ilgili bilgilerini, Mısır gezisinden sonra Arap
bölgesinde yer aldığını vurgulamıştır.12
olmayanların tarihlerindeki eksikleri tamamlamak için
doğu kaynaklarından yararlandığı ve sahip oldukları İbn Haldun, coğrafya ve yaşam şeklini merke-
yerlerde Türklerin kurdukları devletlerle ilgili bilgi top- ze alarak yaptığı yerleşik ve göçebe toplum sınıfla-
ladığını, oralarda öğrendiklerini kitabına eklediğini masında Türkleri iki farklı şekilde değerlendirmiştir.
belirtmektedir.7 Örneğin, bozkırda ve sahrada yaşayan Türkler ve
Türkmenleri yiyecek ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak
Coğrafya-İklim
için saldırgan topluluklar olarak belirtirken, şehirde
İbn Haldun, insanın yapısının, yaşadığı yörenin yaşayan Türkleri daha farklı değerlendirmiştir.13 Bu
coğrafi ve iklim şartlarından etkilendiğini belirtmek- karşılaştırmayı göçebelik ya da şehirde yaşamak ba-
tedir. Çok soğuk ve çok sıcak bölgelerde yaşayan kımından diğer toplumlar için de yapmıştır: “İnsanla-
insanların fizyolojik özellikleri ve kişilikleri birbirin- rın sanatlardan en uzak olanı Araplardır. Şehirleşmiş
den farklılık gösterir. Örneğin İbn Haldun’a göre, Çin, Hind, Türk ve Hristiyan toplumlarda sanatlar,
sıcak yörelerde yaşayan insanların davranışlarında çeşit çeşit el sanatları gelişmiştir. Yün, deri işleme,
ortaya çıkan hafiflik, insanların karakter özellikleri ağaç işleme gibi”.14 Buradaki “Arap” ifadesi, millet
ile yaşadıkları iklim arasında bir ilişki olduğunu gös- olarak Arapları değil, genel anlamda göçebe yaşa-
termektedir. İbn Haldun bu iddiasını, “Sudanlıların yan bedevi toplulukları ifade etmektedir.15
tabiatlarında umumiyetle hafiflik, kararsızlık, kaygı-
İbn Haldun’un siyaset felsefesinin temelini, dev-
sızlık, oyun ve eğlence düşkünlüğü görülür” şeklinde
letin oluşumu ve onu etkileyen unsurlar oluşturur. İbn
örneklendirmektedir.8 İbn Haldun’un bu görüşlerinin
Haldun bu konudaki görüşlerini tarihten aldığı örnek-
bugün için bilimsel dayanakları sorgulanabilir, ancak
lerle geliştirmektedir. Bu noktada “asabiyet” ve “mülk”
bu tür teorilere, İbn Haldun’dan sonra düşünce tari-
temel kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
hinde birçok coğrafyacı ekolde ve temsilcilerinde de
rastlanmaktadır. İbn Haldun, devletin ortaya çıkması süreciyle
böyle bir fenomenin ortaya çıkması sonucunda olu-
İbn Haldun’a göre umranın gerçekleşmesinin en
şan durumu ve yeni durumları birbirinden ayırır. Dev-
önemli şartı uygun doğal bir çevrenin olmasıdır. Ha-
letin ortaya çıkması için bazı ön şartların gerçekleş-
yata uygun, doğal bir çevre olmadan, hayatın ortaya
mesi gerekir. Bunların ortaya çıkmasında bireylerin
çıkması ve devamı mümkün değildir. Çevrenin ya-
herhangi bir rolü yoktur. Toplum hayatı, insanların bir
şanabilirliğinin ölçütleri ve özellikleri umranın ortaya
arada yaşamasını sağlayıcı, yasakçı hükümetin orta-
çıkacağı bölgenin niteliği üzerinde doğrudan belirle-
ya çıkması doğal bir olaydır. Toplumsal hayat, kendi
yicidir. İbn Haldun, dünyayı her biri birbirinden farklı
doğasının gereği mülk ve devlet denilen aşamaya
özellikler gösteren yedi iklim bölgesine ayırmıştır. Bu
ulaşır. Devlet belli bir süre sonra ortadan kalkarken,
bölgeler coğrafi özellikleri itibariyle birbirinden ayrılır
genellikle varlık alanı yok olmaz. Onun yerine baş-
ve bu özellikler bu bölgelerde yaşayan toplumların,
ka bir devlet veya devletler geçer. Bir devletin ortaya
kurulan medeniyetlerin olumlu ya da olumsuz özel-
çıkmasıyla mevcut devletten başka bir devletin orta-
liklerini belirler.
ya çıkması ana hatlarıyla birbirine benzemekle birlik-
İbn Haldun, Orta Asya Türk topluluklarının üçün- te birbirinden farklı yönleri de vardır.
cü iklim bölgesinde yaşadıklarını, sayıca çok oldukla-
İbn Haldun’a göre devletin gücü ve sınırı onu
rını ve hayvancılıkla uğraştıklarını, Müslüman olma-
kuran asabiyetin gücü ile doğru orantılıdır. Asabiyet
ya başladıklarını, Müslüman olanların, olmayanları
gücü doğal bir kuvvettir. Her devletin dayandığı asa-
Müslüman yapmak için savaştıklarını belirtmektedir.9
biyetin ulaşabileceği doğal bir sınırı vardır ve devlet
Dördüncü iklim bölgesinin beşinci kısmı olarak Ana-
bu sınırı aşamaz. Aynı şekilde devleti taşıyan asa-
dolu (Bilad-ı Rum)coğrafyasını işaret ederek burada
biyetin gücü, onun dünyayı imar eden eserlerinin
Türklerin yaşadığını ve sultanlarının İbn Osman ol-
büyüklüğünü de belirler. Devlet, hâkimiyeti altına
duğunu belirtmektedir.10
aldığı bölgelerin hepsini aynı derecede güçlü olarak

264 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


savunamaz. Merkezden uzaklaştıkça savunma gücü bini gerçekleştirmiş olur.
azalır. Bu azalma bir noktaya ulaştığında etrafındaki
İbn Haldun’a göre devletler, zafer ve maksatla-
diğer güçleri hâkimiyeti altına alamayacak hale gelir.
ra erişme, karşı koyanları kovma bakımından birinci
Devletin doğal sınırı, hâkimiyeti altında bulundurdu-
evre, hükümdarın kavmini egemenliği altına aldığı
ğu ve savunabileceği son noktadadır. Bu sınır, devle-
ikinci evre, insanın doğası gereği eğilim gösterdiği,
tin gücündeki değişmeye bağlı olarak genişler veya
devletin servet ve imkânlarından yararlandığı rahat-
daralır.16
lık çağı olarak üçüncü evre, kanaat ve barışla yaşa-
İbn Haldun’un siyaset felsefesinin iki eksen kav- ma çağı olarak dördüncü evre ve israf, saçıp dağıtma
ramı olarak asabiyet ve mülk, tarihsel seyir içinde çağı ve devletin tedavisi mümkün olmayan hastalığa
devletlerin kuruluş dinamikleri, motivasyonları; kurul- tutulduğu ve büsbütün yıkıldığı beşinci evre olmak
ma, güçlenme, dağılma süreçleri için birbiri ile etkile- üzere beş aşamadan geçerler.20
şim halinde iki olgudur. Asabiyet, sosyal-psikolojik bir
İbn Haldun21, devletlerin geçirdiği aşamaları, sis-
motivasyonken mülkün oluşumu ve dönüşümü, tari-
tematik olarak incelerken Selçukluların ortaya çıkı-
hin akışı içinde doğal bir gerçekliktir. İbn Haldun’un
şını özellikle ele almış ve açıklamıştır: İbn Haldun’a
bu kavramlara Türkler üzerinden de örnek verdiği ve
göre asabiyetin giderek ulaştığı son nokta mülktür.
özellikle Selçuklular üzerinden çözümlemeler yaptığı
Abbasi içindeki Türklerin durumu da aynı şekilde-
görülmektedir.
dir. Arap asabiyeti, Halife Mutasım zamanında bo-
Asabiyet zulmuştur. Bu tarihten itibaren onların hâkimiyetleri
sadece Acem’den, Türk’den, Selçuklulardan ve daha
İbn Haldun’un devlete ilişkin düşüncelerinin te-
başkalarından olanlara dayanmaktadır. Zaman içinde
mel dayanaklarından birisi “Asabiyet”tir. İbn Haldun,
iktidarlarının sonu gelmiş, iktidar yıkılmış, bunlardan
“Asabiyet bağları sayesinde kuvvet ve kudret kaza-
sonra Selçuklular mülke sahip olmuşlardır. İbn Hal-
narak yükselmenin sonucu devlet kurmak olduğu-
dun bu durumu Selçuklular için, “İzzetlerini kuvvet-
na dair” başlıklı 17. fasılda asabiyeti: “Düşmanların
lendirenler ve mülkü kuranlar hanedanı ele geçirdi-
saldırısından korunmak ve saldıranları kovmak ve
ler”, “Herkes onların hükmü altına girdi. Daha sonra,
servet kazanmak için kişilerin bir araya toplanması”
onların da hükmü kalmadı, hâkimiyetleri yıkıldı.” şek-
şeklinde tanımlamaktadır.17
linde ifade etmektedir. Dil ve edebiyatın bir toplumda
İbn Haldun’a göre bir uyruğun içinde çeşitli soy- gelişmesinin, korunmasının önemine değinirken de,
lar, boylar ve dallar bulunduğu taktirde idare ve ha- Emevi ve Abbasi döneminde Arap hâkimiyetinin da-
kimiyeti ele geçirmek ve elde tutabilmek için bu soy ğılmasından sonra mülke sahip olanların dilinin de
ve boyların hepsinden daha kuvvetli bir asabiyete egemen olduğunu vurgulamıştır. İbn Haldun, bu dö-
ihtiyaçları vardır. Bu kuvvetli boy, diğer soy ve boyları nemin Selçuklular dönemi olduğunu belirtmektedir.22
kendi idaresi altına alır ve bunları büyük bir asabi-
İbn Haldun, Selçukluların ortaya çıkışını Halife
yet haline getirir. Asabiyetin sonuç ve gayesi devlet
Memun zamanındaki bir müneccime gönderme ya-
kurmaktır.18
parak şu şekilde de ele almıştır: Müneccime göre,
İbn Haldun devletin kuruluşunu güce ve gücün kuzeydoğudan Türkler zuhur edecek, Suriye-Fırat
kaynağını asabiyete dayandırıyorsa da devletin is- havzasına hâkim olacaklar, ileride Rum illerine
tikrarını ve gelişip genişlemesini sağlamada bu fak- malik olacaklardır. İbn Haldun’a göre bu Türkler,
törleri yeterli görmemektedir. Ona göre devlet, esas Selçuklulardır.23 Bir müneccimin söyledikleri üzerin-
itibariyle asabiyetler için dünyevi bir nimet ve gaye den yapılan bu tür bir açıklama, İbn Haldun metodo-
olduğundan kaçınılmaz bir biçimde rekabet ve ihtilaf lojisine uygun olmamakla birlikte, kendi öngörüleri ile
duygularının kaynağı olmaya devam edecektir.19 bir çıkarım yaptığı anlaşılmaktadır.
Mülk ve Devletin Geçirdiği Aşamalar İbn Haldun, Selçukluların yıkılışını umran ilmin-
deki tarihsel-toplumsal dinamiklerle açıklamakta-
İbn Haldun’a göre mülk kendi doğasında ola-
dır. Hanedanlıkların ihtiyarlama döneminde mülkün
nı gerçekleştirir. Mülkün doğasında, İbn Haldun’un
büyümesi ve hanedan üyelerinin mülk üzerindeki
özellikle belirttiği noktalardan biri, iktidarın ortak ka-
emellerinin değişmesi, belirli bir refaha ulaşılmasın-
bul etmediğidir. İbn Haldun’a göre mülk, tabiatının
dan kaynaklanan ataletle devletin yıkılması kaçınıl-
gerektirdiği şeyleri gerçekleştirdiği zaman olgunluk
mazdır. Bu aşamada hanedanlık sınırlarının önce
çağına ulaşmış ve yavaş yavaş yaşlanmaya başlan-
haddine kadar genişlemesi, sonra devletin yok olma
mış demektir. Çünkü imkânlar gerçekleştikten sonra
vaktine kadar daralması süreci devam eder.24 Abba-
unsurlar varlık sebeplerini yitirir. Varlık sebebini yiti-
silerden sonra Arap ve Acem Irak’ının tamamında
ren herhangi bir şey varlığını da yitirir. Asabiyet dev-
egemen olan Selçuklular da bu devreyi tamamla-
lete, devlette istikrara kavuştuğu zaman varlık sebe-
dıktan sonra onların da hanedanlıkları bölünmüş ve

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 265


parçalanmıştır.25 Müslümanlığı kabul etme ve daha sonra yayma fa-
aliyetlerini incelemiştir. Kuruluş sürecinde Osmanlı
İbn Haldun, asabiyetin gücünü, mülkün ve devle-
Devleti’nin Bursa’daki durumuna kısaca değinmiştir.
tin devamlılığı bakımından Mısır’daki Türk hükümdar-
Henüz fethedilmemiş olmakla birlikte İstanbul’un ik-
ları ile örneklendirmektedir. İbn Haldun’un Mısır’daki
limine, şehirleşmesine, fiziki yapısına, binalara ve
Türk devlet örgütlenmesini ayrıntılı olarak incelediği
sanat eserlerine de değinmiştir. İbn Haldun, yaşa-
görülmektedir. Başta kudretli bir yöneticinin olduğu-
dığı dönem ve coğrafya bakımından Selçukluları ve
nu, halk arasında kanunların uygulandığını belirt-
Mısır’da kurulan Türk devletlerini daha ayrıntılı ele
mektedir. Türk devleti, ucunda büyük bir tuğ olan
almıştır. Selçukluları, yaşadıkları coğrafya, yerleşik
bayrak kullanmaktadır. Buna, Saliş veya Çetr denil-
hayatları, hayat tarzları, asabiyetleri, devlet kurma-
mektedir. Ayrıca hakanların başları üstünde tutulan
ları, teşkilatlanmaları, genişlemeleri, güçlenmeleri ve
bir sancak daha vardır. Bu, sultanlık şiarıdır. İbn Hal-
dağılmaları sürecinde, Arap ve Farslarla karşılaştıra-
dun, devlet görevlilerinin, dönemin kendi şartlarında
rak ele almıştır. Bu karşılaştırmada Türklerin güçlü
örgütlenmiş bürokrasiyi, hazineyi nasıl yönettiklerini,
bir asabiyete ve devlet kurma, teşkilatlanma yetene-
çalışma esaslarını, ücretlerini, törenleri ayrıntılı ola-
ğine sahip olduklarını belirtmiştir. Mısır’da kurulan
rak incelemiştir. Türklerin defter tutma, muhasebe
Türk devletlerini de, devlet teşkilatı, toplumsal yapı,
ve vergi toplama işlerini ise Mısırlılara devrettiklerini
asabiyet, hayat tarzı, el sanatları vb. açılardan ele
belirtmektedir. Türk devletinde, güvenlik teşkilatının
almış ve incelemiştir.
başında vali bulunmaktadır ve güvenlik görevi, Türk-
______________________________________________
ler ve daha önce devlet sahibi olan Eyyubilerin nes- * Yrd. Doç. Dr., Gazi Eğitim Fakültesi
linden gelenler tarafından yürütülmektedir.26 1 Tahsin Görgün, “İbn Haldun” maddesi, İslam Ansiklope-
disi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,1999, s.543.
İbn Haldun, Mısır’daki Türk hanedanlığında el sa- 2 Süleyman Uludağ, İbn Haldun, Türkiye Diyanet Vakfı
natlarının geliştiğini fakat bu sanatları Türklerin yap- Yayınları,1993, s.53.
madığını ancak bilim ve medeniyetin geliştiğini, buna 3 Ahmet Arslan, İbn-i Haldun, Vadi Yayınları, Ankara,
yöneticilerin öncülük ettiğini belirtmektedir.27 Bunun 1997,s.75.
4 Hilmi Ziya Ülken, İslam Düşüncesi, Ülken Yayınları,
gerekçesini ise sultanın, mülkün kendisinden sonra İstabul,1995,s.254.
gelenler tarafından talan edilmemesi için vakıflara 5 Hilmi Ziya Ülken Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, İbni Hal-
dönüştürülmesini ve bu vakıflara bağlı bilim kurum- dun, İstanbul, 1940.
larının açılmasıyla ilişkilendirmektedir.28 6 İbrahim Erol Kozak, İnsan, Toplum, İktisat, Değişim Ya-
yınları, Adapazarı, 1999, s.33.
Sonuç 7 İbn Haldun, Mukaddime, Çeviren: Süleyman Uludağ,
Dergâh Yayınları, İstanbul, 1988, s.205.
İbn Haldun, Mukaddime’de ele aldığı bazı kav- 8 İbn Haldun, Mukaddime, Çeviren: Zakir Kadiri Ugan,
ram ve olguları Türk tarihinden verdiği örnekler- MEB Yayınları, Ankara, Cilt: I, s.203.
9 İbn Haldun Mukaddime, Çeviren: Süleyman Uludağ,
le somutlaştırmıştır. Türkler, Mukaddime’de diğer Dergâh Yayınları, 1988, s.322-328.
Arap-İslam toplulukları ile karşılaştırıldığında daha 10 İbn Haldun, a.g.e.,s.312.
az yer almaktadır ancak bu doğal bir sonuç olarak 11 Süleyman Uludağ, İbn Haldun, Mukaddime, (Çevirenin
değerlendirilmelidir. İbn Haldun’un yaşadığı coğrafya Notu),Dergâh Yayınları, İstanbul, 1988, s.329.
12 İbn Haldun, Mukaddime, Çeviren: Süleyman Uludağ,
ve dönem, Türk tarihi ile çok fazla kesişmemekte- Dergâh Yayınları, İstanbul, 1988, s.320.
dir. Türklerle ilgili bilgilerini toplamada tarih metodu 13 İbn Haldun, a.g.e.,s.685.
bakımından eksikliklerin olduğu, kendi açıklamala- 14 İbn Haldun, a.g.e.,s.947.
rından da anlaşılmaktadır. Ayrıca genel olarak Türk 15 Süleyman Uludağ, İbn Haldun, Mukaddime, (Çevirenin
Notu),Dergah Yayınları, İstanbul, 1988, s.947.
tarihi ile ilgili bütüncül bir bakış açısına sahip olma- 16 Tahsin Görgün, “İbn Haldun” maddesi, İslam Ansiklope-
dığı görülmektedir. Yaşadığı döneme paralel olarak, disi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1999, s.550.
Türklerden verdiği örnekler, bu noktada Türklere iliş- 17 İbn Haldun, Mukaddime, Çeviren: Zakir Kadiri Ugan,
kin bilgilerinin sınırlı olduğunu ortaya koymaktadır. Cilt:1, MEB Yayınları, Ankara, s.352.
18 İbn Haldun, a.g.e., s.353.
İbn Haldun, Orta Asya’da yaşayan ve sonra yerleşik 19 Neşet Toku, İlm-i Umran: İbn Haldun’da Toplumbilimsel
hayata geçen Türkleri iki farklı şekilde ele almış ve Düşünce, Bilge Adam, İstanbul, 1998, s.99.
değerlendirmiştir. Bu değerlendirmeler İbn Haldun’un 20 İbn Haldun, Mukaddime, Çeviren: Zakir Kadiri Ugan,
önemli iki temel kavramı olan hadari(yerleşik) ve Cilt:1, MEB Yayınları, Ankara, s. 444-447.
21 İbn Haldun, Mukaddime, Çeviren: Süleyman Uludağ,
bedevi(göçebe) ölçütlerine göre yapılmıştır. Sahrada Dergâh Yayınları, İstanbul, 1988, s.450-452.
ve bozkırda yaşayan göçebe Türkleri, yiyeceklerini 22 İbn Haldun, a.g.e., s.1352.
temin etmek için saldırgan ve savaşçı olarak nite- 23 İbn Haldun, a.g.e., s.796.
lerken, yerleşik Türkleri bilimde, sanatta, el sanat- 24 İbn Haldun, a.g.e,, s.728.
25 İbn Haldun, a.g.e., s.720.
larında ilerlemiş topluluklar olarak değerlendirmiştir. 26 İbn Haldun, a.g.e., s.498-525.
Türklerin yaşadığı iklim bölgelerini anlatırken, üçün- 27 İbn Haldun, a.g.e., s.648-676.
cü iklim bölgesindeki Orta Asya Türk topluluklarının 28 İbn Haldun, a.g.e., s.1019.

266 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


ANADOLUCU TÜRK
MİLLİYETÇİLERİNDE TURANCILIK
ALGISI

İKBAL VURUCU*

B
atı dillerindeki “Nation” ve “Nationalism” nizmasının karar vericileri tarafından tehlikeli olarak
kavramları, Türk kültür ve siyaset dağar- algılanmıştır.
cığında “Millet” ve “Milliyetçilik” olarak kar-
Turancılık, Türk siyasi düşüncesinde belirli bir
şılanmıştır. Milliyetçiliği genel olarak millet olmanın
yeri olan, en köklü siyasi akımlardan biridir. Fakat
ideolojisi biçiminde tanımlayabiliriz. Turancılık, Pan-
Cumhuriyet dönemiyle birlikte iç ve dış siyasi dina-
Türkizm, Türk Birliği kavramları ise, aynı içeriğe
miklerin etkisinde olumsuzlanmış bir düşüncedir.
ve aynı anlama tekabül eden, fakat küçük farkları
Sosyo-politik zeminde nesnel bir varlığının olup
olan kavramlar setidir. Türk Turancıları literatüründe
olmadığı göz önünde bulundurulmadan soyut, ta-
kullanılan anlamı ise, genel olarak Türk kültürüne
hayyül edilen bir kurguya yönelik olumsuzlama, bu
mensup toplulukların kültürel ve siyasi birlik kurma
bakış açısına sahip birey ve gruplar tarafından ül-
düşüncesi anlamındadır.
kenin çeşitli sorunları hakkında ve özellikle dış po-
Türk Milliyetçiliği ile Turancılık tasavvuru, Osman- litika sahasında yeni, farklı, değiştirici yaklaşımların
lı devletinin son döneminde yani, doğuşundan itiba- geliştirilmesinin bilinçli ve / veya bilinçsiz bir şekilde
ren zihinlerde özdeşleşmiş iki kavramdır. Avrupa’da engellenmesine sebep olmuştur.
milliyetçiliklerin genel olarak bir “Pan” niteliği taşı-
Turancılık, Türk Milliyetçiliği ile özdeş bir siya-
ması etkisini Türk Milliyetçiliğinde de göstermiş ve
sal tasavvur değildir. Hilmi Ziya Ülken’den Nurettin
Osmanlı Türkiye’sindeki yansımasını Pan-Türkizm
Topçu’ya, Anadolu dergisinden Hareket dergisine
olarak tecessüm ettirmiş ve siyasi literatürdeki yerini
Türk düşüncesinde önemli mevkide bulunan milli-
almıştır.
yetçiler, Turancılığı kabul etmemişlerdir. Turancılık,
Türk Milliyetçiliği ve Turancılığın ilk dönemindeki başta Ziya Gökalp, Nihal Atsız ve Ülkücüler gibi Türk
diyalektik yapısı, Cumhuriyetin kurulmasına paralel Milliyetçiliği’nin düşünsel unsurları tarafından savu-
olarak ayrıştırılmış ve Turancılık terk edilirken mil- nulmuş ve güncel hale getirilmiştir. Bu araştırmanın
liyetçilik, yeni devletin resmî ideolojisi olarak “Ulus- kapsamı, Türkiye’deki Anadolucu Türk Milliyetçile-
Devlet”le mutabık bir düşünsel çerçevede varlığını rinde Turancılık yaklaşımlarıyla sınırlıdır. Araştırma-
sürdürmüştür. Resmî siyaset alanından çıkarılan mız, yayınlarıyla düşünce üretip, belirli bir etkinliği
Turancılık, toplum içinde sivil toplum örgütü niteli- olan kişileri kapsamaktadır. Bu araştırma, literatür
ğindeki yapılanmalar ve bazı kişi ve gruplarca kitap, tarama tekniğine uygun olarak gerçekleştirilmiştir.
dergi, gazete, broşür vb. yayınlar vasıtasıyla Türk
Türk Milliyetçiliğinin Farklı Bir Boyutu
toplumsal ve siyasi yaşamı üzerinde belirli ölçüde bir
Olarak Anadolucuk
etkinlik sahası oluşturmuştur. 1944 yılında siyasal
tarihimize “Irkçılık-Turancılık” davası olarak geçen Türk milliyetçilik hareketi içerisinde yer almakla
olayla birlikte, Turancılık ve Turancılar devlet meka- birlikte Turancılığa ideolojik-düşünsel zeminde kar-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 267


şıt olarak kendini konumlayan güçlü bir entellektüel Bu yanlışlık bugüne kadar devam etmiştir. Milliyet
düşünce okulu olarak Anadoluculuk, I. Dünya Sava- cereyanın gelişmesinden sonra tarihimize Türk tarihi
şı koşullarında teşahus etmiştir. Hilmi Ziya Ülken, denmeye başlandı. Fakat Türk tarihi denilince bizim
memleketçiliğin (Anadoluculuğun) İkinci Meşruiyet tarihimiz değil Türkistan tarihi hatıra geliyordu. Bazı-
sonrası doğan Osmanlıcılık, İslamcılık, Turancılık ları buna -eski zihniyetle- Osmanlı Türkleri tarihi de-
gibi yaygın olan üç ideolojiye tepki olarak doğduğu- diler. Oysa tarihte böyle bir il ve ulus yoktur. Osmanlı
nu yazar. Ve bu hareketin ilk tohumunun Türk Oca- Türkü, Selçuklu Türkü manasız tabirlerdir. Türklerin
ğı içinde, büyük Türkçülüğe karşı küçük Türkçülük il ve ulusları dünyanın birçok yerlerine göç ederek
veya Türkiyecilik şeklinde, 1917’de atılmış olduğu- ve yerleşerek devlet ve medeniyet kurmuşlardır.
nu belirtir.1 Türk Ocakları bünyesinden neşet eden Türkmenler başlıca Anadolu, İran ve Azerbaycan’a
Anadoluculuk hareketinin bize gösterdiği, Türkçü- yerleşmişlerdir. Türk tarihi deyince bizim tarihimizle
lüğün ilk kurumlarından olan Ocağın, farklı Türkçü birlikte Azerbaycan’da, Irak’ta, Suriye’de, İran’da,
düşünceden aydın ve grupları kendinde birleştirmiş Türkistan’da, vb. devlet kuran Türk kavmine mensup
olmasıdır. il ve ulusların tarihi hatıra gelir. Anadolu’ya göç eden
Türkler, bu yeni vatanlarında haçlılarla, Bizanslılar-
Anadoluculuğun ilk dönem savunucularından
la uğraşmışlar, en son kati surette yerleşmişlerdir.
olan Ülken, Anadoluculuk’un tepkiyle baktığı Turan-
Sonrada bu Türkler yeni bir imparatorluk kurarak
cılığı hayal olarak niteler. Onun için aslen Anadolu
Rumeli’yi, Suriye ve Irak’ı elde etmişlerdir. Öyleyse
coğrafyasının önemli ve merkezi bir konumda kabul
tarihimizin adı Anadolu Tarihidir.”4 Görüldüğü gibi,
edilerek millet, vatan ve kültür tanımına ulaşmak
merkezi düşünce Anadolu üzerinde şekillenmekte-
olduğu için bu sınırları aşan tüm bakış açıları red-
dir.
dedilmektedir. Dolayısıyla, Ülken için Türk milleti,
etnik köken bakımından Oğuz kavmine, vatan bakı- Türk tarihi deyince Türkistan tarihinin de dâhil ol-
mından tarihi bir teşekkül olan Anadolu ve bir kısım duğu geniş bir tarihsel-kültürel yapının anlaşılması,
Rumeli’ye, din bakımından İslamiyet’e, medeniyet bu tez içerisinde gündeme getirilen ve yukarıda da
bakımından modern milletlerin medeniyetine bağlı önemle vurgulanan, “Türk” kavramının içeriklendiril-
olan, bin seneden fazla bir zamandır bu unsurların mesinde Osmanlı dönemindeki ilk şekillenmenin bir
kaynaşmasından, bir vatan üzerinde kültür birliğinin yansıması olarak görülebilir. Burada, bu kavrama
kurulmasından doğmuştur.2 şiddetli bir eleştiri vardır ve kavram içeriği sınırlandı-
rılmaya çalışılmaktadır.
Bu hareket, etkinlik alanını ve etkisini Cumhuriyet
döneminde büyük oranda artırmıştır. Bu etkinlikte Ziya Gökalp’in dairesel idealinin ikinci aşamasını
yeni devletin ideolojik referanslarıyla bir ölçüde ör- oluşturan Oğuzculuk, memleketçi düşüncenin tarih
tüşmenin de payı vardır. Kendi alanında etkili önemli görüşünün teşekkülünde etkin olduğu görülmektedir.
akademisyen, sanatçı, siyasetçi vb. seçkin bir kitle, Bütün Türklük ile bağlantı en fazla Oğuz-Türkmen
memleketçilik sonradan Anadoluculuk olarak anı- boylarıyla sınırlanmaktadır. Memleketçiliğin farklı
lacak yaklaşımı kültürel, siyasi boyuta taşımıştır. kültürel boyutları da bu çevre tarafından inşa edil-
Araştırmalarını Anadolu coğrafyası zemininde şekil- meye çalışılmıştır. Böylece, haçlılarla mücadeleler,
lendirmişler ve dini-sosyal grupları, kültürel ürünleri, Hz. Ali cenkleri gibi halkın muhayyilesinde yaşayan
maddi eserleri bu coğrafyaya bağlantılı bir zihni arka folklorik unsurlar Anadolu’ya özgü bir şekilde yorum-
planda gerçekleştirmişlerdir. Anadoluculuk akımının lanmıştır.
belirginleşmesinde büyük rol oynadığı için “fikir ba-
Anadolucular, İslam’ı da farklı bir boyutta Ana-
balarından” kabul edebilecek Hilmi Ziya Ülken, bu
dolu coğrafyasının tarihi-kültürel zenginliği teme-
eksendeki ilk yayınların da sahibidir.3
linde bir yoruma tabi tutuyorlardı. Anadolucu mil-
Kendisinin kurduğu ve ilk olarak 1918-1919 ara- liyetçilik, “milli uyanışı, İslami bir çerçevede algıla-
sında, Cumhuriyet Dönemi’nde de 1924-1925 ara- maktaydı. Bunun felsefi temellendirilmesi, özellikle
sında çıkan Anadolu dergisi, bu alanda ilk sistematik Mustafa Şekip (Tunç) Bey’de görülebileceği üzere
yazıların yer aldığı yayın organıdır. Burada, tarihçi Bergson’un mistik düşüncelerinin Anadolu İslamı-
Mükremin Halil, Turancılığın tarih tezini tenkit eder- na tercümesi şeklinde tezahür etmekteydi. Burada,
ken Anadoluculuğun tarih tezini şöyle ifade etmek- Anadolucu milliyetçiler İslamcılığın özellikle de İs-
tedir: “Devlet müessesesini her şeyin üstünde gö- lam modernistlerinin sufi yorumları, bir tür sapkınlık
ren eski tarihçiler, tarihlerini memleket veya milletin olarak gören ana eğilimini reddetmekteydiler. Ana-
adına nispet etmemişlerdir. Eskiden Selçuklu, Kara- doluculara göre Türkler, Anadolu’da İslam’ı kendi
manlı denirken şimdi Osmanlı adı onların yerine geç- milli hasletlerine tercüme etmişler, Yunus Emre ve
ti. Oysa millet aynı millet, memleket aynı memleketti. Mevlana’da en olgun biçimine kavuşturmuşlardı.

268 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Anadolu Türklüğünün verdiği Kurtuluş Savaşı bu Anadoluculuk, esas müstakil fikri bir hareket ola-
ruhtan esinlenmekteydi.”5 rak gelişim seyri belirgin vasıflarıyla, tek parti döne-
minden sonraki zaman diliminde görülür. Anadolu-
Ülken, memleketçiliğin diğer üç ideolojiye kar-
culuğun toplumsal ve siyasi bir eylem kaynağı haline
şı aldığı tavrın farklılığını şöyle açıklar. Ona göre,
gelmesinde etkili olanların başında şüphesiz Nuret-
“Osmanlıcılar da Turancılığa, bir kısım Batıcılar da
tin Topçu gelmektedir. Dergi ve kitap yayınlarıyla
İslamcılığa karşı tepkide, daima iki soyut görüşün
toplumsal ve kültürel düşünce alanında belirleyici bir
birbiriyle savaşında ibaret kalıyordu. Oysa memle-
özelliğe sahip olmuştur. Aşağıda geniş olarak konu-
ketçiliğin bu üç akıma karşı aldığı tepki tavrı, gerçek
muz açısından çözümlemesini yapacağımız Anado-
vatan fikrinin hayali bir vatan fikrine, somut bir gö-
lucu Türk milliyetçilerinin fikri nirengi noktaları, Ana-
rüşün abstre (soyut) bir görüşe karşı tepkisi olduğu
dolu coğrafyası ekseninde sabitlenmiştir. Yani, milli
için ötekilerden çok farklı idi. Bu görüşün millet anla-
tarihimiz XI. yüzyılda yani 1071 tarihinde Anadolu’da
yışı, her şeyden önce tarihte sınırları çizilmiş belirli
başlamaktadır. Soy olarak Orta Asya Türklüğüyle
bir vatan anlayışına dayanıyordu. Din birliği şeklinde
aynı olsak da, millet olarak farklılaşmış ve Anado-
anlaşılan ümmet veya milletler arası dini cemaat, bir
lu Türk Milleti meydana gelmiştir. Bu milletin oluşu-
vatan teşkil etmediği gibi bir millet de değildir. Nite-
munda ise, geçirdiği süreci tarihi olaylar, coğrafi ve
kim bir dil ailesi teşkil eden ırkın yaşadığı sınırsız
iktisadi etmenler açısından serimler. Anadoluculara
topraklar da bir vatan değildir ve bu anlamda bir
göre, bir ferdin karakterini doğuştan getirdiği özü ka-
ırka millet denemez. Osmanlı Devleti devam ettik-
dar, bir milletin karakterini yaratan da onun soyunun,
çe, hâkim olduğu topraklara İmparatorluk, yani milli
o milletin tarihi hareketleri ve içinde yaşadığı coğrafi
vatanla ona bağlı vatanlar denebilir. Fakat tek bir va-
şartları olduğunu belirtir.10 Dokuz yüz yıllık Anadolu
tan ve millet teşkil edemez.” Bununla birlikte Ülken,
Türklüğü, bu coğrafyada özgün bir millet, tarih, des-
Turan fikrine karşı doğan tepkinin Türk Ocağı içinde
tan, gelenek, sanat, ahlak, devlet yaratmıştır. Tür-
uyandığını da vurgular.6
kistan tarihinin tahayyüllerdeki imgesi olan Cengiz
Memleketçiliğin teşekkülü aşamasında, İkinci Han, Timur gibi asker ve devlet adamları kan dökü-
Meşrutiyet dönemindeki fikri tartışmalara Anadolu, cü, yıkıcı, yok edici gibi çok olumsuz değerlendirme-
Dergâh gibi dergilerle bu ekip de katılıyordu. Bun- lere maruz kalırlar.
lardan biri de, Türkler ve Tatarların kökenleri konu-
Anadolucularda Turancılık Algısı
suydu. Milliyet de, yeniden formatlanmaya çalışılan
bir kavramdı. Ziyaettin Fahri, “Milliyet Meselesi” adlı Remzi Oğuz Arık (1899–1954)
makalesinde bu konuya açıklık getirmeye çalışıyor- Ülken’in “1922’de başlayan memleketçi hare-
du. O, Gökalp’i, “daha çok edebi mahiyeti olan Kızıl ketin en sebatlı mensuplarından” diye tanıttığı Arık,
Elmacılığın baş döndürücü hülyası içinde bırakmak- Anadolucu milliyetçiliğin ilk öncülerinden olup hem
la eleştirirken, Hamdullah Suphi’yi ise, “Türkü statik, kuramcı hem de eylem adamıdır. Arık, 1899’da
şuursuz bir şey sayarak, ona dıştan Türklüğü aşıladı. Kozan’da doğdu. İstanbul Muallim Mektebi’ni bitirdi.
Hâlbuki millet denen varlık zaten vardı.” O, milli tarih Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. Fransa’da
konusunda, “memleketin öz ve sömürge kısımlarını Sorbonne Üniversitesi’nde arkeoloji bölümünden
ayırmak lazımdır. Anadolu’yu bırakıp Ural ve Tibetle- mezun oldu. Arkeoloji ve Sanat Tarihi üzerine ihtisas
re, tabii Anadolu ocağını bırakıp sun’i Türk Ocağı’na yaptı. Yurda döndükten sonra arkeolog olarak müze
bakıyoruz.” demekteydi.7 müdürlüklerinde bulundu. Göllüdağ, Alacahöyük,
Ülken’in daha somut bir zeminde çalışmaya Çankırıkapı, Karaoğlan, Hacılar, Alaettintepe ve Bi-
başladı, dediği ve bir grup ziraatçı aydının çıkardığı tik kazılarına katıldı. 1930–1942 arası Ankara DTCF
“Dönüm” dergisinin başyazarı Şevket Raşit, sosya- ve İlahiyat Fakültesi öğretim üyeliği yaptı. Çığır ve
lizmi milli planda savunmaya çalışıyordu8. Bu da, Millet dergilerini çıkardı. 1950 yılında siyasete atıl-
memleketçi-milliyetçilerin sosyalizme bakış açısını dı ve Demokrat Parti Seyhan Milletvekili oldu. 1952
yansıtması bakımından kayda değerdir. İlerde de yılında Köylü Partisi’ni kurdu. Seyhan Milletvekili ve
görüleceği gibi Topçu’da da sosyalizmin milliyetçilik- Türkiye Köylü Partisi Genel Başkanı olduğu sırada,
le izdivacı, toplumsal bir temelde görülmektedir. 3 Nisan 1954’de meydana gelen bir uçak kazasında
vefat etti.11
Türk Milliyetçiliği’nin Cumhuriyet döneminde
“ekol” niteliğinde bir yer edinen Anadoluculuk da Modern bir olgu olarak “vatan” kavramı, milli
önemli yayınlara sahiptir. Bunlardan 1924’lerde çık- devlet ve milliyetçilikle birlikte bugünkü içeriğindeki
maya başlayan “Anadolu”, 1930’lu yıllarda “Dergâh”, formu kazanmıştır. Somuttan soyuta bir kavramın
1946’da Nurettin Topçu’nun çıkardığı “Hareket” der- teşekkülünü, yani “vatan”ı Türkçede en güzel şe-
gileri9 önde gelen yayınlardır. kilde ifade eden Arık’tır: “Coğrafya’dan Vatan’a”.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 269


O, bir arkeolog-tarihçi olarak bütün olay ve olguları dünya Türkleri içinde milliyetçi ve samimi tek insan
tarihi bir perspektiften değerlendirmiştir. Konuyla il- yoktur ki her şeyin üstünde ilkin, ‘İstiklal Harpleri”nin
gili bütün makale ve söyleşilerinin toplandığı “Türk kazandırdığı büyük neticeyi korumak hedefine saygı
Milliyetçiliği”12 adlı eseri kullandığı edebi diliyle de göstermemiş olsun!”15 Daha sonraki Hareket men-
dikkat çekmektedir. Bir vatanı kurduran her kütlenin supları tarafından tamamen olumsuzlanan Turancı-
farklı amaçlarla o coğrafyaya gelmekle birlikte ön- lık, Arık’ta önem ve değerini korumakta fakat konjok-
celeri irade dışı olan vatanların başlangıcı zamanla türel açıdan ötelenmektedir.
oraya yerleşenlerin belirginleşmesi, kendi kimliklerini
Arık’ın milliyetçiliği, laik bir karakter arz eder. Son-
kazanmaları, bir adları olmaya başlamasıyla birlikte
raki hareket mensuplarının İslam merkezli yaklaşım-
coğrafyanın belirsizliğinin kaybolduğu ve böylece
larına paralel düşmez.16 Türk milliyetçiliği konusun-
“vatan”a dönüştüğünü belirtir.
da kendine özgü bir tanımlaması vardır. Ona göre,
Milliyet fikrinin esası da vatanla başlar. Yani mil- “Türk milliyetçiliği kimseye yurdundan bir karış ver-
liyetin koşulu vatandır. Ona göre, “müşterek tarihi memeye ahdeden, kimsenin vatanına göz dikmeyen
yarattıran işlerin, felaketlerin ve saadetlerin pota- özelliği ile, bütün bu düşman âlemlerin ortasında ta-
sında eriyip coğrafyaya dökülerek onu vatanlaştıran rihin diktiği bir muvazene anıtıdır. Bu hususiyetin da-
topluluk; akıcı olmaktan, muayyeniyetsizliğe her an yandığı temel: Türk milliyetçisinin her şeyden önce,
namzet kütleler olmaktan çıkar, MİLLET olur. Ve ar- her şeyin üstünde yurdunu, milletini sevmesidir. Biz,
tık nesiller, tarihi boyunca şu vatandan ve şu millet- kimseden, kimsenin milletinden, yurdundan nefret et-
tendir. Fertlerin hayatı içinde muayyeniyetsizlik bu- miyoruz. Sadece kendi yurdumuzu, kendi milletimizi
rada bitmiş, muayyeniyet başlamıştır. Bu bakımdan sevmekle işe başlıyoruz. Bir madalyanın ters yüzü
milliyet fikrinin esası da vatanla, vatanın doğuşu ile gibi, nefretimiz ancak, her şeyden üstün tuttuğumu-
başlar.”13 Vatanların varlığı, vatan felsefesinin baş- zu sevmeyeni, tehlikeye düşüreni vuracaktır: ve bu,
langıçta değil şahsiyet kazandığı zaman başladığını bizim milliyetçiliğimizin belki de en keskin tarafıdır.”17
söyleyen Arık, “Gurbet” gibi bir motifi yaratan Türkler “Türklüğün 2600 yıldır, bir Türk camiasının 900 yıldır
için vatansızlığın yaratacağı felaketin hiçbir felaketle var olduğu kabul edilebilir,” demekte, fakat bugünkü
karşılaştırılmayacağını vurgular. anlamda bir Türk milliyetçiliğinin varlığının nispeten
kısa bir zaman işi olduğu görüşündedir. 2600 yıl bo-
Hareket mektebinin diğer mensuplarının aksine
yunca Türklük için çalışanlar, emek sarf edenler ol-
Arık, Türk Milliyetçiliği’nin doğuşunu “Kuvayı Milliye
makla birlikte bunlar milliyetçi olmamış, milliyetlerini
Mücadeleleri” ile başlatmaktadır. Osmanlı dönemi
duymamışlardır. Türklük en az 900 yıldır topluluğu
ideolojileri Anadolu merkezli olarak değerlendirmek-
belli, adı belli bir kütledir.18 Bu bin yıldır da ideallerini
te ve buna göre bir yargıya varmaktadır. İstiklal mü-
din için kullanmışlardır. Ve bu zaman diliminde İslam,
cadelesinden önce idealinde ideolojinin de ağırlık
Türk toplumunun kültürel yaşamında çok önemli bir
merkezinin Anadolu dışı olduğunu tespitini yapan
işlev görmüştür. İslam’dan sonra Osmanlılığın, Türk-
Arık, İmparatorluk döneminde Müslümanlığın bir
lerin ideali olduğunu söyleyen Arık, bununda başarı-
ideal olduğu zamanlar ağırlık merkezi “Makamat-ı
sız olmasıyla devleti kuran Türklerin yalnız kaldığını
mübareke” idi. Osmanlılık bir ideoloji yapılmak is-
böylece Türkçülüğün siyasi bir hareket haline geldi-
tendiğinde de gayenin ağırlık merkezi anavatandan
ği tespitini yapar. Ona göre, “ Ruhumuzdaki gurbet
gayri yerler olmuştur.
bütün Türk illerinin başına gelen felaketin bizim de
Turancılık olarak ifade ettiği ilk milliyetçi şuur başımıza gelmek üzere olduğunu anlatıyor, kendimi-
devrinde de ideolojinin ağırlık merkezi anavatan dı- zin, tarihimizin, bütün soydaşlarımızın, ıstıraplarını
şında kurulmuştur. Anavatanı müstemlekeler yolun- yüreğimizde çöreklendiriyordu.”19 Bu benzetmesiyle,
da feda eden ve büyük bir gafletle arka plana atan Türk dünyasının fikri gelişiminin Türkçülüğün ortaya
zihniyeti, İmparatorluğun bütün felaketlerinin kay- çıkmasında bir referans olarak görmesi, Turancı bir
nağı görür. Turancılık da yazara göre bir ara geçiş yaklaşım olarak değerlendirilebilinir.
dönemidir. Yani, “Anadolu’daki istiklal mücadeleleri,
Türkçülüğün ilk safhasını Tanzimat’la başlatan
Turancılık şeklinde ve ‘compromis’lerle bağlanmış
Arık, II. Meşrutiyet’le ikinci merhalesini Anadolu Kur-
ilk milliyetçiliğin hak ve mukadder yolu bulması için
tuluş Savaşı’yla da son merhalesi olduğunu belirtir.
geçmemiz gerekli, bir sırat köprüsü oldu.”14 Fakat bu
“Ben bir Türküm! Dinim cinsim uludur!” sözünü 1897
ifadelerden Türk dünyasının yok sayıldığı gibi bir dü-
yılında sarf eden Mehmet Emin’in bu haykırışının bir
şünce hâsıl olmamalıdır. Çünkü Arık’a göre, “bütün
topluluğun ilkesi olabilmesi için, Meşrutiyetin bek-
dünya Türklerinin kurtulması, yaşaması için Anadolu
lendiğini dile getirir. “Bu merhalede Türk milliyetçili-
denen mücahitler yuvasının müstakil, kuvvetli, bü-
ğinin ilk karakteri, Japon deniziyle Endülüs yaylaları
yük kalması şart olduğu meydana çıkmıştır. Bugün
arasında, geniş bir Türklük âlemini kucaklamak is-

270 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


temektedir. İkinci karakteri içeriye ve dışarıya karşı lerimizin çerçevesi olarak Türkiye’yi kabul ediyoruz.
kendimizi bir savunma, bir müdafaa cihazı olarak Bütün emeklerin döküleceği yer burasıdır. Bugünkü
ele alınmasıdır. Üçüncü karakteri, kitap milliyetçiliği milliyetçiliğimiz sevgi ile başlamaktadır. Vatanını,
olması, yani bu yolun yolcularının, ecnebi ve yerli tarihini, milletini bütün halkını sevmek; milliyetçiliği-
kitaplar sayesinde bu hislerini besleyebilmeleridir. mizin hareket noktasıdır. Ancak, bu gerçeklere teca-
Dördüncü karakteri, bu milliyetçiliğinde henüz te- vüz, bu varlıklara düşmanlıktır ki, bizi mukabil hare-
reddütlerden kurtulamamış, müvazaalar, tenakuz- ketlere zorlar. Bu sebeple, şimdiki milliyetçiliğimiz de
larla dolu formüllere dayanmış olmasıdır. Beşinci, baştanbaşa bir savunma cihazıdır.23 Ona göre, milli-
bu merhalede milliyetçiliğin idealinin ağırlık merke- yetçiliğimizin siyasi bir şuurla doğması, Balkan harbi
zinin, Anavatan dışında oluşudur. Tıpkı Osmanlılık sıralarına rastlar, Müslüman-Hristiyan bütün Türk
ve İslamlık ideallerinde olduğu, bu ikinci devirde olmayan vatandaşlar tarafından “arkadan vurulan
ki Türkçülüğünde düşünce, duygu, gaye merkezi ve bırakılan”; Türklerdir. Türkler, bu vatanı kuranlar,
dışarıdadır.”20 Ali Suavi’den sonra milliyet hislerinin ayakta tutanlar, işte bu devrede yapayalnız kaldık-
aniden ortaya çıkması yazara göre, Türkiye’de ki larını fark ettiler. “Bütün Türk illerinin başına gelen
aydınların milliyet şuurlarını besleyen, Rusya’da ki felaketin bizim de başımıza gelmek üzere olduğunu
Müslüman Türkler olmuştur. Türk nesilleri arasında anlatıyor, kendimizin, tarihimizin, Türk soydaşlarımı-
milliyetçiliğin şuurunu beslemiş, geliştiren bu ay- zın ıstıraplarını yüreğimize çöreklendiriyordu.”24 İşte,
dınlardan “Dr. Hüseyinzade Ali Bey, Gapıralı İsmail Türkçülük bu ıstıraplarla şuuruna varmış, siyasi bir
Bey, Akçuraoğlu Yusuf Bey, Ağaoğlu Ahmet Bey… hareket haline yükselmiştir. Anadolu dışındaki Türk-
Rusya’daki hareket ve şuuru, Türkiye’ye nakletme- lerin de durumuna referans olması, siyasi düşünce-
ye koşan milliyetçi Türklerden birkaç seçme simadır nin teşekkülünde Türk dünyasının etkisi görülmek-
ve bunlar, bizim mücahitlerimiz olarak yaşamış ve tedir.
can vermişlerdir.”21 Arık, “insanlığın temiz ve büyük
Arık, milliyetçiliği statik ve dinamik unsurlar ol-
bir gerçeği olan Türk kütlelerinin tarihini, kültürünü
mak üzere iki grupta kategorize eder. Toprak, dil,
yabancı telakki etmiyoruz. Onların ıstırabına gülen
din, tarih, soy gibi unsurlar milliyetçiliğin statik kıs-
gözlerin kör olmasını elbette istiyoruz. Fakat, siya-
mını oluşturur ki, bu unsurlar sürekli değişen fikirler
si hareketlerimizin çerçevesi olarak Türkiye’yi kabul
âleminde milliyetçiliğe istikrar ve süreklilik kazandırır.
ediyoruz.”22 Böylece, Türk dünyası ile Türkiye ara-
Dinamik unsurlar, milliyetçilik tahakkuk ettirmek iste-
sındaki bağlantı, düşünsel ilişki açık ve net bir şekil-
diği birliklerden doğar: Mıntıka ağızlarının üstünde
de konumlanmış bulunmaktadır.
bir Türk dili, yamalı bohçaya benzeyen bir demog-
Arık, Türk milliyetçiliğinin üçüncü ve son merhale- rafyanın üstünde bir Türklük; birbirinden ayrı mıntı-
sini Anadolu Kurtuluş Savaşı’yla başlatır ve bundan kaların esiri olan iktisadın üstünde bir iktisat birliği,
önce geniş bir Türklük âlemini kucaklamak isteyen yok olası ayrılıkların üstünde bir gönül birliği, tarih
milliyetçiliğimizin, ağır imtihanlar, acı gerçeklerden kaderinin eliyle çizilen sınırların korunması bahsin-
mürekkep kurtuluş savaşlarımızla şimdiki merhale- deki görüş birliği.25
sine varmış bulunuyor, demektedir. Böylece, Türk
Arık, Türk milliyetçiliğinin son merhalesinde ha-
kavramının anlam sınırları Anadolu ile çerçevelen-
reket noktası olarak sevgiyi ve milletler arası eşitli-
miştir. Bu merhalenin başlıca karakterleri ise şunlar-
ği esas aldığını söyler. Eserinde, “millet” tarifindeki
dır: Öncelikle, vatan Türk vatanı, devlet Türk devleti,
görüş ayrılıklarına da değinir. Milleti tarif ederken
millet Türk milletidir. Sonra; şimdiye kadar kütlelerin,
yalnız soyu esas alanlarla kültürü esas alanların
başka zümrelerin, şahsi heves ve hırslarının bir harç,
farklılaştığına değinir. Ona göre, “yalnız soyu esas
bir malzeme gibi kullandığı Türk halkı, bugünkü mil-
alanlar, milleti tamamıyla muayyeniyete (=belliliğe)
liyetçiliğimizin bir gayesi haline gelmiştir. Sonra, bu
bağladıklarına inanmaktadırlar. Hâlbuki dikkat edilir-
milliyetçiliğin, Türk soyunun gerçeğine ve bu gerçe-
se bu bellilik menşei tesadüften başka bir şey değil-
ğin tarih içinde yarattığı kültürün çevresinde düşün-
dir. Çünkü hiç kimse içinde yetişeceği soyu; doğaca-
düğümüz birliğine dayanan bir ideoloji gibi insanlığa
ğı anayı, babayı seçmekte serbest olmamıştır. Fakat
sunulabilmesidir. Şimdiki milliyetçiliğimiz, kendimize
bir soy meydana geldikten sonra, artık bellidir, belli
mal ettiğimiz, bizim kalan insanları, bizim saymak-
bir içtimai hadisedir. Ve bir muayyeniyet meydana
ta tereddüt etmeyen bir karakterle de ayrılmakta-
getirir. Bu itibarla; “ milleti yalnız soy esasının üstüne
dır. Bu merhalede milliyetçiliğimiz bütün açıklığıyla
kurduğumuz vakit, menşei tesadüf olan bir belliliğe
Anavatan’a yönelmiştir. İnsanlığın temiz ve büyük
yer vermekteyiz,” demektir. Millet meselesi bakımın-
bir gerçeği olan Türk kütlelerinin tarihini, kültürünü,
dan soy vakasının asıl tehlikesi şudur: milleti yalnız
benimsiyoruz. Onların kahroluşuna ağlamayan göz-
soya dayamak, o soydan olmayanlara, o milletten
lerin kör olmasını haykırıyoruz. Fakat siyasi hareket-
olmayı yasak ve haram etmek demektir.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 271


Milleti yalnız kültür vakasına dayayanlar, ancak lantılarda Samet Ağaoğlu, Ömer Lütfi Barkan, Be-
ferdin iradesine ve menşei belli bir soyun emeği, ira- sim Darkot gibi zatlar da bulunmaktadırlar. Topçu, bu
desi mahsulü olan müesseselere bağlıyorlar. Kültür, arada Tasavvuf tarihçisi Luis Massignon ile tanışır.
bir milletin duygularını, inançlarını, hükümlerini tem- Dr. Adnan Adıvar’ın Türkçe dersi verdiği Masignon’a
sil eden müesseselerle, geçmişteki duygu ve inanç- daha sonra bu dersi Topçu verecektir. Strazbourg’da
larını koruyan, nakleden, aksettiren müesseselerden doktorasını hazırlayan Topçu, Sorbon’a gider, dok-
ibarettir. Kültürü meydana getiren müesseselerin torasını verir: “Conformisme et révolte”. Bu üniversi-
hepsi başlangıçta, belli bir soyun emeği ve irade- tede felsefe doktorası veren ilk Türk öğrencisidir. Bu
siyle yaratılmıştır. Bu itibarla kültürün başı belliliğe, tez, Paris’te kitap halinde yayımlanır (Paris 1934).28
tesadüfe değil, iradeye, şuurlu emeğe dayanır.”26
1934’te yurda döner. Galatasaray Lisesi’nde fel-
Genel olarak ifade edilecek olursa, Arık, Türklü- sefe öğretmeni olarak görev alır. Topçu, ailenin baba
ğün tarihi sınırlarını Anadolu ile sınırlamaz. Devletler dostu olan ve küçük yaştan beri tesiri altında kaldığı
kurarak yaşayan Türklüğün 2600 yıldır; Müslüman H. Avni Ulaş’ın kızı Fethiye Hanım’la yurda dönünce
devletlerin ise 900 yıldır var olduğunu kabul eder. evlenir. Galatasaray Lisesi Müdürü Behçet Bey’in,
Fakat bu 2600 yıllık tarihin sadece 900 yılında Türk- o sene Haziran imtihanından geçmesini istediği öğ-
lük adı belli bir kütle olarak anar. Turancılığı şimdi- rencilerin bazısı imtihanda kalır. Ankara’nın tepkisi
ki Türk milliyetçiliğinin bir aşaması olarak tasnifler. ani olur ve Topçu’nun tayini İzmir’e çıkar. Sonradan
Türk dünyasını olumsuzlamaz. Anadolu Türkleri kar- muhtelif pek çok farklı lisede ders verecektir. Nuret-
şısında onları ikincil bir konumda tutar. Milliyetçiliğin, tin Topçu, İzmir’de bulunduğu yıllarda Hareket der-
Balkan savaşında şuur olarak belirmeye başladığını, gisini yayımlamaya başlar (1939). Dergi İstanbul’da
milli mücadele döneminde de doğduğunu belirtir. basılır. Hareket’te yayımlanan “Çalgıcılar yine top-
landı” isimli yazıdan dolayı açılan soruşturma üze-
Nurettin Topçu (1909- 10.07.1975)
rine Denizli’ye sürgün edilir. Denizli’de bulunduğu
Nurettin Topçu, baba tarafından Erzurumludur. yıllarda Said-i Nursi, daha sonra Hasib ve Abdülaziz
Babası ticaretle uğraşır ve bu sebeple İstanbul’a Efendi gibi dönemin değer verilen şahsiyetleriyle de
yerleşir. Topçu da burada doğar. Nurettin Topçu, altı tanışır. Topçu, bu kişilerden hayatı boyu sürecek et-
yaşında Bezmiâlem Valide Sultan Mektebi’nin ana kiler alır, Nakşî Şeyhî Abdûlaziz Bekkine Efendi’ye
kısmına yazılır. Burayı bitirdikten sonra Büyük Reşit intisap eder.29 Topçu, Celâl Hoca (Celâl Ökten)’dan
Paşa Numune Mektebi’ne verilir. Mektebi birincilikle da İslâmî ilimler yönünden faydalanır. Son olarak
bitirir. İmlâ öğretmeni Nafiz Bey, Nurettin Topçu’nun İstanbul Lisesi’ne tayin olunan N. Topçu, buradaki
hayatı boyunca sürecek Mehmet Âkif sevgisini uyan- görevinden emekli olur (1974).
dıracaktır. Daha sonraki yıllarda Osman Nurettin,
Topçu, bir süre Edebiyat Fakültesi’nde H. Z.
Vefa İdadisi’ne devam eder. Birinci sınıfta babasını
Ülken’in kürsüsünde eylemsiz-doçentlik yaptı.
kaybeder. Topçu, Vefa İdadisi’nde de sınıflarını birin-
“Bergson” konusunda doçentlik tezi hazırladı. Fakat
cilikle geçer. Felsefeye bu sıralarda meyletmektedir.
kendisine kadro verilmemiş ve muhtelif entrikalarla
Edip Bey, tarihçi Memduh Bey, Celâl Ferdî ve ulûm-ı
üniversiteye alınmamıştır. 27 Mayıs 1960’a kadar
diniyye hocası Şerafettin Yaltkaya’dan ders alır. İda-
uzun yıllar Robert Kolej’de tarih okuttu. 27 Mayıs’tan
di tahsilini İstanbul Lisesi’nde 1927–28 ders yılında
sonra devrim aleyhtarı bulunarak buradaki görevi-
edebiyat bölümünü pekiyi derece ile tamamlar. Li-
ne son verildi. Fikri faaliyetlerini Türk Kültür Ocağı,
seden mezun olan Topçu, kendi kendine Avrupa’ya
Türk Milliyetçiler Cemiyeti, Milliyetçiler Derneği ve
tahsil imtihanlarına girer, kazanır (1928). Daha önce
Türkiye Milliyetçiler Derneği’nde sürdürdü. Topçu,
giden Remzi Oğuz Arık (1899-1954), Ziyaeddin Fahri
10 Temmuz 1975’te vefat etti. Fatih Camii’nde kılı-
Fındıkoğlu (1901-1974), Cevdet Perin (1914-1994),
nan namazdan sonra Topkapı’da Kozlu kabristanına
Bedrettin Tuncer (1910-1980), Paris’te; bilhassa
defnedildi.30
Remzi Oğuz ve Ziyaeddin Fahri ile görüşmeleri ola-
caktır. İlk yazı denemelerini, üye olduğu Sosyoloji 1939’dan itibaren çeşitli aralıklarla yayımladığı
Cemiyeti’ne gönderir. Moris Blondel’i lise dönemin- ve kendisiyle özdeşleşen Hareket dergisiyle, Milli-
de tanır. Daha sonra mektuplaşırlar. Burada, psiko- yetçilik davasını istikrarlı bir şekilde yürüttü. 1939–
loji sertifikasını verir. İki sene sonra Strazbourg’a ge- 42 Hareket dergilerindeki yazılarıyla, ruhçu ve mistik
çer. Üniversitede felsefe tahsil eder. Ahlâk kurlarını düşünüşün felsefî temellerini araştırdı. Batı kaynak-
tamamlar, sanat tarihi lisansı yapar.27 lı pek çok izmle mücadele etti. Materyalizm, pozi-
tivizm, sosyolojizm, pragmatizm akımlarına karşı
Topçu’nun Avrupa’daki hayatı okul, ev, kütüpha-
çıktı. Akılcılığın kalbîlikle bir anlam ifade edeceğini
ne çerçevesi içinde geçer. Ancak hafta tatillerinde
vurguladı. Hüseyin Avni Ulaş ve Fransa’da tanıştığı
derneklerin tertip ettikleri toplantılara gider. Aynı top-

272 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Remzi Oğuz Arık’ın tesiriyle benimsediği Anadolucu- bünyesinde de etkili bir yorumdur. Onun felsefi gö-
luğun âdeta ruhî, içtimaî programını yeniden çizdi. rüşlerinin38 derinlemesine bir incelemesi, bu tezin
Özellikle Arık’ın etkisi belirgindir. Topçu’nun şu söz- sınırlarını aşacağından sadece ilgili temalara deği-
leri bunun açık göstergesidir: “Onu bir havari olarak nilecektir.
gördüm… insan, yani Allah’a en yakın varlık oldu-
Her yeni sosyal, fikri hareket, membaını ve de-
ğumuzu, eşref-i mahlukat olduğumuzu, ilk mürebbi
vamlılığını eğitimde görür. Böylece, sosyo-kültürel
ve ilk mürşit gibi hepimize müjdeleyen odur… bu
örüntü süreklilik kazanır. Topçu da düşünce sistemi-
adam uykularımıza nüfuz etti. Şuurumuzun altında-
nin temelini, ana hedef olan yeni Rönesans için ma-
ki mahrem mıntıkalara girdi; bu adam şahsiyetimizi
arifi önemli konumda bulundurur. “Mektep, mabed-
yoğurdu… kalbleri hasta bir nesle ta garbın varoluş-
dir” diyen Topçu’ya göre, “Bize bir insan mektebi la-
larından başlayarak, iman ve aydınlık getiren Hallac
zım. Bir mektep ki bizi kendi ruhumuza kavuştursun;
ruhlu bir havari…”.31
her hareketimizin ahlaki değeri olduğunu tanıtsın;
1947–49 Hareket’lerinde, bu çerçevedeki düşün- hayâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yü-
celerin İslâmi temellerini açıklığa kavuşturdu. Türk rekler yetiştirsin; her ferdimizi milletimizin tarihi için-
milliyetçiliğinin İslâm davasından ayrılamayacağını, de arıtsın; vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda
milletle dinin iç içe kavramlar olduğunu ortaya koydu. yaşamayı öğretsin… Bu mektep de edebiyat, tarih
Bu görüşleriyle Türk İslam sentezinin yaratıcıların- ve felsefe kültürü başta gelecek ve onun yetiştiricile-
dandır. Ancak, İslâmiyet’in hamisi ve müdafii olarak ri sadece bir memur değil, örnek insan olacaklardır.
görünen “sahtekârlarla” ve “menfaatperestlerle” mü- Ancak böyle yepyeni bir anlayışın benimsenmesiyle
cadeleden de geri kalmadı. 1952–53 Hareket’lerinde Türk milleti maarifini kurmak ve ruhlarımızda Röne-
Nurettin Topçu, değişen toplum yapımızı da Batılılaş- sans açmak kabil olacaktır.” Topçu’ya göre, “maarif,
ma karşısında, inancımızı ve tarihimizi savunurken, bir cemiyetin düşünüş tarzının, kültürünün ve ideal-
kapitalist ve komünist iki kamp arasında cemaatçi lerinin cihazlanmasıdır.” “Mektep, manaya yükseliş,
bir nizamın zaruretini öngören “yeni nizam”ın ana birliğe yöneliş, kaide ve disiplindir.”39
hatlarını çizdi. 1966–1975 Hareket’lerinde ise, daha
Topçu’nun Anadoluculuk anlayışının merkezinde
önceki dönemlerde ileri sürdüğü düşünceleri, bütün
İslam vardır. Milliyetçiliğin bileşenlerinden bir öğe
fikir hamlesiyle yeniden kuvvetle ortaya koydu.
değil bizzat yoğurucusu ana öğesi konumunda olan
Topçu, Türk Milliyetçilik düşüncesinde ortaya İslam, bütün düşünce ürünlerinin ana belirleyicisidir.
koyduğu özgün yorum ve bunun görece sistematik Tarih, millet, milliyetçilik, vatan, Turancılık, Batıcılık
bir bütünsellik arz etmesi bakımından muadillerin- gibi olgular bu eksende anlamlandırılmaktadır.
den farklılaşan bir düşünürdür. Hem siyasal sisteme
Milli tarihi XI. yüzyılda yani 1071 tarihinde
hem de içinde yer aldığı milliyetçi düşünce içinde
Anadolu’da başlatan Topçu, bir milletin ruh yapısını
eleştirel niteliği mütebarizdir. Türk-İslam sentezinin
açıklayan sebepleri tekçi değil çoklu açıdan açıklar.
güçlü bir felsefi yorumcusudur ve bu vasfa müteallik
Bunlar, o milletin millet oluncaya kadar geçirdiği ta-
olarak milliyetçiliğinin esasları, Türklerin Müslüman-
rihi olaylar, coğrafi ve iktisadi etmenlerdir. Ona göre,
lığı kabul etmesiyle yeni bir millet, yeni bir tarih, yeni
bir ferdin karakterini doğuştan getirdiği özü kadar, bir
bir vatan, yeni bir kültür tekevvün etmiştir. Topçunun
milletin karakterini yaratan da onun soyumuzun özü
fikirleri çok farklı disiplinler ekseninde, farklı bakış
kadar, o milletin tarihi hareketleri ve içinde yaşadığı
açılarından açıklayıcı, yorumlayıcı değerlendirme-
coğrafi şartları olduğunu belirtir.40 Anadolu’da soy,
lere, çözümlemelere kaynaklık etmiştir. “İslam sos-
iktisat ve toprak unsurlarının etkisiyle bir millet oluş-
yalizmi”, “üçüncü dünyacı bir Anadolu sosyalizmi”32,
muştur. Topçu’nun düşüncesinde milletler, tarihin
“üçüncü dünya popülizmi”33, “muhafazakâr devrim”34,
yaşına sahip içtimai şahsiyetlerdir. Tarihini kendin-
“Başkaldırı ve Uyum”35 nitelemeleri, Topçu’nun kav-
den koparınca millet yıkılır ve ölür. Bizim milletimiz,
ranışındaki çeşitlilikledir. Bu durum da, onun Türk
Anadolu’nun dokuz yüzyıllık tarihinin yarattığı bütün
düşünce tarihindeki özgünlüğünün bir göstergesidir.
olaylarının, inançlarının ve mefahirinin, ahlakının,
Onun düşünce biçiminin merkezinde felsefe vardır.
sanatının çocuğudur.41 Topçu’da Cengiz Han, Timur
Ona göre, “felsefe bizim düşünüş tarzımızdır.”36
gibi asker ve devlet adamları kan dökücü, yıkıcı, yok
“Anadolu”, Topçu’nun düşüncesinin analizinde işlev-
edici gibi çok olumsuz değerlendirmelere maruz ka-
sel ve araçsal bir konumdadır.37
lırlar. Anadolu Türk devletinin başlangıç tarihine de
Öncelikli olarak vurgulanmalıdır ki Topçu, Anado- aynı rakamı veren Topçu, bu devletin karakterini
lucu Türk milliyetçiliğinin düşünsel, felsefi, sistema- şöyle belirginleştirir: Toprak devletindir; fertler onu
tik niteliği noktasında en yetkin ve güçlü kalemidir. eşit şartlarda işler, hür olarak faydalanırlar. Merkezi-
O, bu özgün sistematiğiyle genel Türk milliyetçiliği yetçidir. Otoritelidir. Hür bir totalitarizme dayanır.42

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 273


Topçu, “ırk” kavramını, genel Türk dünya- tan, ekonomi birlikleri, dil ve din birlikleri, kültür ve
sı için söz konusu eder. Anadolu halkı bir millettir. ahlak birliği gibi milleti meydana getiren unsurların
Anadolu’da yer almayan veya yer almamış olan hepsinin, bütün milletlerde aynı kuvvet ve bütünlükte
İbn-i Sina, Farabi gibi Türk tarihinin yetiştirdiği dü- bulunmadıklarını, hatta bazı milletlerin hayatında bu
şünürler “Türk ırkından gelen düşünürler” tasnifine unsurların bazısına hiç yer verilmediğinin görüldü-
uğrar. Yani, Anadolu dışındaki Türklerle bağlantı, ğünü, velâkin bu unsurların hiçbirinin bulunmadığı
süreklilik, milleti aşan bir bağ olarak “ırk” üzerinden yerde milletin de olmadığını dile getirir. Ona göre, bu
kurulmaktadır.43 Ona göre, bir millet kurmak için bir birlikler ne kadar kuvvetli ise millet o derece kuvvetli
soyun çocukları olmak yetmemektedir. Bu mücerret olur. Türk milliyetçiliği ekseninde konuyu somutlaş-
tasavvur, müşahhas realitenin üstünden kayarak da- tıran Topçu, bizde milletleşme hareketlerinin geçen
ğılıyor. Osmanlı son dönemi düşüncesindeki gibi ırk, asrın sonunda doğduğunu iddia edenlere “gafil” ol-
genel bir sistem anlamına mündemiçken, Topçu’da duğunu söylemenin bir hakikati dile getirmek oldu-
da benzer bir kullanım söz konusudur. Şöyle ki; ona ğunu belirtir. Topçu’ya göre bizim milletimiz, “Orta
göre, Latin kavminin Fransız, İtalyan, İspanyol mil- Asya’dan kaynayan Türk ırkından çıkmış ve dokuz
letlerini kurmuş olması gibi, Türkler de göçlerle Kü- yüzyıl önce Anadolu’da kurulmuştur. İlmi adı ‘Ana-
çük Asya’da bir millet kurdular. Bu milletin halkını bu dolu Türkleri Tarihi’ olan bu tarih ve bu millet, Türk
toprak yaratmıştır.44 ırkından ayrılan Oğuz boylarının Müslüman olarak
Anadolu’ya yerleşmeleriyle başlamış oldu.” Göçebe
Topçu, Anadolu’daki özgün etnik oluşumu ifa-
olan Türkmen’in Anadolu’da yerleşik hayata geçtiği-
delendirirken Anadolu milleti kavramını kullanır. Bu
ni, cenkçi iken çiftçi olduğunu, Şamanlığı bırakarak
milletin soy, yani kökenine değinir. Ona göre, “ta
Müslümanlığı seçtiğini belirterek, dokuz yüzyıldır
milat’tan 3, 4, 5 bin yıl evvelinde Orta Asya’dan gelip
Anadolu’da yaşayan bu milletin İslam’ın sinesinde
Basra Körfezi’yle Karadeniz arasında yerleşenler.
yaşayan çiftçi millet olduğunu belirtir. “Anadolu’daki
Sonra da bin yıl evvelden başlayarak ve birçok yol-
varlığımız da Malazgirt zaferiyle değil Bizans impa-
larla zaman zaman Anadolu’ya gelip eski kavimlerle
ratoru Romen Diyojen’e karşı Büyük Selçuklu Sul-
Etilerin yanında yerleşen Müslüman Türkmenler. Bu
tanı Alpaslan’ın “âlicenaplık ve serapa insanlıktan
gelen Türkmenler, Anadolu’da medeniyetlerini kur-
yapılmış bir ruh abidesi” yaratması olmuştur,” de-
muş olan Etilerin çocuklarıyla kaynaşmışlar, onların
mektedir. Türk milliyetçiliğin şuurunun başlangıcını,
tekniklerini temsil etmişlerdir. Orta Asya’da yaşayan
Moğollar ile Haçlılara karşı Anadolu Türk kalesinin
Türkmen, göçebe iken bir toprak üzerinde durmuş,
muhafızlığını yapan Selçuklular bu şuura “ilk ışığını
köy kurmuş, tüccar iken çiftçi olmuş. Demek ki bu-
verenler”dir.47
gün Anadolu’nun kendi milleti olan çiftçi köylüye,
Orta Asya’daki Türkmen’in çocuğu demekten ziya- Topçu’da milleti yapan unsurları iki ana ilke et-
de, Anadolu’da yaşamış olan ve Anadolu’yu kurmuş, rafında sınıflandırır. Bunlar; soy, iktisat, dil, tarih
ilerletmiş olan kavimlerin çocuğu; Anadolu tarihinin birliklerini etrafında toplayan “Anadolu vatanı” olan
çocuğu demek daha doğru olur.”45 Fakat, İslam’ın maddi ve diğeri de ruhi unsur olan “İslam dinidir.”
düşünce örüntüsündeki merkezi biçimlendiriciliği- Milliyetçilik anlayışının esaslarını şöyle toplar: “1-
ne bağlı olarak “Anadolu’nun bizim olan tarihinde” Millet dini; onun ahlakını, örflerini ve kalbini yoğur-
ona yeni bir ruh ve hayat veren İslam ile onu buraya muş, Türk-İslam medeniyetine yön ve kaynak olmuş
getiren Türk(men) unsurun gelmesiyle başlatmakta- İslam dinidir. 2- Büyük vatan; Anadolu toprağıdır.
dır. Yani bin yıl evvelinden. O, Türkmen’i de İslam’ı 3- Soyumuz; Oğuz çocuklarının, Anadolu’nun dokuz
da Anadolu’da tanıdığımızı söyler. Türkmenler yüzyıllık tarihi içinde bu topraklarda kaynaşmalarla
Anadolu’ya yerleşirken binlerce yıllık tarihe ve zen- eriyip aslını kaybetmeyen Türk soyudur. 4- Dilimiz;
gin medeniyetlere sahip olmuşlardır. Ama İslam’dan bu ülkede yüzyıllar boyunca devam ede gelen tarihi
evvelki Anadolu insanı bize benzememektedir. Bu olgunlaşma içinde varlık kazanan müşahhas ve zen-
sebeple de Anadolu’nun İslam öncesi tarihini yakın- gin Türk dilidir. Ferdi isteklerin icadı olan mücerret ve
dan benimsemediğimizi belirtir. Buna bağlı olarak da hayatsız dil, milli dil olamaz. 5- Devlet; büyük çoğun-
Müslüman Anadolu’nun devam ettirip bize bıraktı- luğu köylü olan kütlenin iradesini yaşatan merkezi-
ğı tarihin köklerini, milli tarihimizin ilk temellerini ve yetçi, otoriteli ve mesuliyetli devlettir. 6- İktisadi sis-
başlangıçlarını İslam’dan evvelki Anadolu’da ara- temimiz; halkın bütün içtimai ihtiyaçlarını karşılayan
mak lazımdır.46 ve her ferdi iş ahlakıyla seferber eden, asrın geçer
deyimiyle ruhçu sosyalist sistemdir.”48
Fransız ihtilaliyle, milliyetçiliğin Batı’da şuur ka-
zandığını belirten Topçu, Avrupa’nın en eski milli Topçu, coğrafya ve tarihi milli vücudun ifadesi ola-
birlik, vatan ve dil unsurları etrafında teşekkül eden rak niteler ve ferdin bunlara sımsıkı bağlı olduğuna
milletinin de Fransız milleti olduğunu söyler. Soy, va- hükmeder.49 Topçu, soyu bir coğrafya üstünde aynı

274 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


medeniyet seviyesindeki insanların aynı tarihi devir- şani, Teftazani, Fezdevai, Henrevi, Semerkandi gibi
lerde kaynaşmalarından doğan birlikleri ele almak hukukçuların; İslam fıkhının en başında gelen Ebu
şartıyla, böyle bir soydan insanların aynı bir toprağın Hanife’nin; Buhari, Müslim gibi hadis âlimlerinin;
mukadderatı ile kaynaşarak bir iktisat hayatı içinde Necmüddin-i Kübra gibi tefsircilerin; Farabi, İbni
birleşmesinden, en saf demekten korkmayacağımız Sina gibi felsefecilerin vb. büyük âlim ve düşünürle-
milletler doğuyor, demektedir. O, mukaddes vatan rin ayrıca pek çok kahraman savaşçının varlığından
coğrafyasının, kader birliğinin, iktisat birliğinin yanın- övgüyle bahseder.51 Bununla birlikte, yakın dönem-
da “kafasının biçimi ve yüzünün şekli, gözlerinin ma- de Kuzey Türklerindeki İslam düşüncesinin geldiği
nası gibi, maddi benzeyişleriyle yaklaşan insanlar” durum dikkate alındığında, Topçu’da Turan algılayışı
millet denen hakiki insani birliğin içinde toplanıyorlar. tarihsel ve toplumsal gerçeklikten kopuk bir tasavvu-
Topçu, evlilik yoluyla soyların karışmasına da olumlu ra sahiptir.52 Topçu düşüncesinde, İslam’ın Türk mil-
gözle bakmaz. Durumu şöyle betimler; “aileye karı- letleşmesindeki işlevselliği paradoksal bir konumda
şan çürütücü unsurlara bakın: Tekerlek, vakur yüz- bulunmaktadır.
lü, açık alınlı adam, kumral ince benizli, küçük yeşil
Topçu, Turancılığın, davacıları farkında olsun
gözlü kadınla aile kurmuş. Başka soylara bağlanan
olmasın, milliyetçilik davamızın tezi değil anti tezi
bu insanlar, bir vazife ve merhamet ocağını mı ya-
olmuştur, yargısını dile getirir. O, Turancılığın, Arap-
kacaklar? Bu yabacı soyların çocuklarının birleşerek
laşma ve Acemleşme cereyanına körü körüne ken-
ülkü yaratmaları imkânsızdır. Eğer aile bir iktisat, bir
dini kaptıran cemiyeti, sözde kendine getirmek için
terbiye, bir din ve dilek müessesesi ise ve bir gele-
bir hareket olmak istediğini söyler. Turancıları, millet
neğin temellerini kuruyorsa bunu, yabancı soylardan
şuurunu yeniden kazanmak için, Türk ırkından yeni
gelme, yabancı menfaatlere bağlı, yabancı gelenek
bir millet çıkaran Anadolu’nun tarihini ve toprağı-
çocuklarının birliğinden beklemek beyhudedir.”50
nı gözden uzaklaştırarak yerine mevhum bir Turan
Turancıları ırkçılıkla itham eden Topçu, ırkçılığın te-
ülkesini ikame etmekle tenkit eder. Böylece, onları
zahür ettiği davranış ve düşünüş kalıplarını Anadolu
bugünkü kültür ve iman buhranımızın ilk mesulleri
Türk milletinin korunması arkasında benimsemiştir.
olarak suçlar.53 Bir yazısında54 da Turancıları “ırkçı
Bu dışlanan daireye Balkanlardan Kafkaslardan ge-
Turancılar” ve “kültür Turancıları” olarak tasnifler. İs-
len Türkler de dâhildir. Biyolojik ve genetik bir özcü-
tihzalı bir tarzda yaklaştığı bu konuya “yakın bir dev-
lük savunusu söz konusudur.
rin milliyetçiliği ya ırkçılık ya da varlığımızın dışında
Topçu, Turancılığı ırka dayalı bir milliyetçilik kalan bir kültürle, ülkenin hasreti idi” demektedir.
addederek eleştirmiştir. Turancıları, milleti nesnel Irkçı Turancıların devamı, aşağı canlılara özel biyo-
yaşam şartlarından mücerretleştirerek biyolojik ve lojik bir davanın güdücüleri oldu. Kültür Turancıları,
kültürel açıdan özcü olarak nitelemiştir. Ona göre, zevklerimizle ideallerimizden örülen milli kültürümü-
“Bu hakikatten gafil olan memleket çocuğu, zaman zün köklerini Orta Asya’da geçen göçebe hayatın
zaman soydan ve vatandan ayrı İslamcılık, yine va- örflerine irca etmek istediler. Topçu, bunlara karşı;
tan toprağından kaçan Turancılık gibi bedenden ve “ecdadın tertemiz ve yaratıcı ruhuna varis olmak şe-
kalpten ayrılmış sevdalar peşinde koşmaktan yorul- refini elbette değerlendireceğiz” demektedir.
muş, aldanmış ve memleket mukadderatını her biri
Topçu, Turancılık konusuna genellikle “İttihat ve
bir devirde aldatmıştır. İslamcılar, bu memleket ço-
Terakki çetesinin propagandacısı” olarak adlandır-
cuğunu yetiştiren emek ve toprağın hakkını inkâr et-
dığı Ziya Gökalp’in tenkidi esnasında eğilmektedir.
tiler... Turancılara gelince, bu ülkünün daha hareket
Gökalp’i son nesillerin ideal yaratmaktan aciz, bit-
noktası çürüktü: Turancılar, soyu milletle karıştırıyor-
kin ruhun mesullerinden kabul eder. “Onun ideal
lardı. Hakikatte yalnız bir Cermen milleti, İslav milleti,
yaptığı Turan hayali” der, Topçu; “muhtevası olma-
olmadığı gibi bir Turan milleti de olamazdı. Turandan
dığından, kalbimizle kafamızdan kuvvet dileyen,
birçok milletler ayrılmış, Türk kavimlerinin birçoğu da
ferde fedakârlıklar teklif eden gerçek meseleler bu-
henüz millet kurmamışlardı. Turancılar, millet kurma-
lunmadığı için, çocuk rüyası halinde zihinlere sunu-
mış olan soydaşlarımızla birleşerek aynı isimde, yani
larak sade muhayyile macerası halinde kalmış bir
soyun adını taşıyan bir millet yapmak istiyorlardı.”
davadır.”55 Topçu, onun, toprak birliğini millet yapıcı
İslam’la birlikte bir millet olduğumuzu özellikle vur-
bir değer olarak kabul etmediğini, bir hukuk sistemi
gulayan Topçu, Türkistan toplumlarının niye bir millet
yaşatan ve dilek birliği içinde yaşayan İsviçre’nin bir
olamadığı noktasında açıklama getirmez.
millet olduğuna, nedense inanmadığını belirtir. Bu-
İslam merkezli ve bu belirleyici etkenden ha- nunla birlikte Gökalp, Türkiye’de, Azerbaycan’da,
reket edecek olursak, Türkistan’da güçlü bir İslam İran, Harzem ülkesinde dağınık yaşayan Oğuzların
geleneği olduğu, Topçu tarafından göz ardı edil- tek bir millet olduklarını sandığını söyler.56 Topçu,
mektedir. Oysa Türklerin Müslüman olmasıyla Ka- Gökalp’i bu görüşlerinden dolayı tenkid eder. Ona

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 275


göre, en hayati menfaat ve alakaların, ruhu ve mad- üstünde yaşar.61 Topçu, “milli kültürümüzü ırkımızın,
deyi kuvvetlendiren ve bağlayıcı olan ve ancak bir tarihimizin mayasıyla yoğurmaya, dinimizin ruhiyle
ülke, bir vatan coğrafyası üstünde mümkün olan “sü- doldurmaya ve vatan topraklarında beslemeye mec-
rekli münasebet” meselesi gibi en esaslı bir olayın buruz,” der. Buradaki ve zaman zaman başka konu-
inkârına varan bu görüşün gerçekle bir ilgisi yoktur. larda da Topçu’nun sarf ettiği “ırkımızın” ifadesiyle
Topçu, örneklerle görüşünü destekler, aynı dili ko- kültürel yapının teşekkülünde, Orta Asya bağlantısı-
nuşan İngilizlerle Amerikalılar niçin bir millet değil- nın toptan bir reddinin söz konusu olmadığı sonucu
dirler? Niçin din ve ahlakını, hatta biraz dillerini ve çıkarılabilir.
kültürlerini benimsediğimiz Araplarla bir millet olma-
Sonuç olarak Topçu, milliyetçi, muhafazakâr ve
dık? Gökalp hayalci idi, gerçeği tanımıyordu. İnsa-
“Rönesans” vurgusundan dolayı inkılâpçı bir zihniye-
nın yaşayışında o kadar kuvvetle hâkim olan vatan
te sahiptir. Türk milliyetçiliği yaklaşımı genel olarak
kıymetinin ve iktisadi değerlerin gözünde yeri yoktu.
fikri açıdan iktidar kurmuş olan yaklaşımlardan farklı
Cemiyet olaylarının doğuşunda sebep olma rolünü
bir yapıdadır. Bu sebeple, özgün bir milliyetçilik yo-
bu unsurlara vermedi.57
rumuna sahiptir. Anadolucu milliyetçilik akımının en
Topçu, Gökalp’in Turancılık davasını ortaya at- sistematik ve mistik karakteri Topçu’da mündemiçtir.
tığı zaman bu hareketi ümmetçilikten milliyetçiliğe Anadolucu milliyetçiliğin diğer milliyetçilik yaklaşım-
geçiş olarak adlandırdığını, bunun arkasında da larından bariz farklılığını, tarihe bakış açısındaki ra-
aslında din adamlarının cahilliklerine ve taassupla- dikal farklılık oluşturur. Tarihteki bu kırılma, milliyet-
rına bir tepkinin olduğunu söyler. Fakat bunu “ruh- çiliğin epistemolojik farklılığını da beraberinde getir-
çu milliyetçilikten maddeci milliyetçiliğe” geçişte ilk miştir. Orta Asya ile olan bağ, sadece aynı soy veya
adım olarak değerlendirir. Topçu’ya göre, Ziya Gö- ırk olmaktan ibarettir. Türk milleti Anadolu’ya gelince
kalp softalarının öteden beri Türkiye’de ilk milliyet- millet olmuştur. Yani, “Türk milleti” teşekkül etmiştir.
çilik hareketi diye adlandırdıkları Turancılık, gerçeği Böylece, Orta Asya’yla bağlar kopmuş ve bambaşka
aranırsa son asırlarda içinden zayıflatılan büyük milli bir tarihsel, kültürel, toplumsal ve iktisadi yapı orta-
ruhun, Anadolu’nun toprağında kendi kendini inkâr ya çıkmıştır. Turancılığa şiddetle karşıdır. Turancılık
etmesi gibi bir sapıklık, olarak görür. Turancıların konusundaki doğrudan görüşleri büyük ölçüde Ziya
Anadolu’da bugünkü ruhumuzu kazanmadan önce Gökalp’i tenkitlerinde gözlemlenebilmektedir. Her ve-
Orta Asya’da bağlandığımız geleneklere ve soy esa- sile ile Gökalp’e, onun şahsında Turancılığa yöneltti-
sına dayanan bir milliyetçilik iddiasını yaşattıklarını, ği tenkitin sebebi, Gökalp’in Türk düşüncesindeki ve
Anadoluculuğun gerçekçi ve ruhçu milliyetçiliğine, siyasi yapı üzerinde var olduğunu kabul ettiği etkisi
maddeci ve ütopist bir milliyetçiliği koydukları için belirtilebilir. Bu sebeple pek çok olumsuzluğun so-
itiraz eder. 58 Topçu, “Ömer Seyfettin gibi Turancı rumlusu olarak Gökalp’i görür. Mesela, milliyetçiliğin
bir yazarın bile ölmeyecek hikâyeleri İslam’ın ruh ve ruh yapısını Gökalp’in maddeleştirdiğini düşünür.
ahlakından kuvvet ve hayat alanlarıdır” diyerek bir
Seküler, konformist, bağımlı bir milliyetçilik dü-
yargıda bulunması, Turancıların İslam’ı olumsuzla-
şüncesini reddeder. İslami, felsefi ve isyankâr ka-
dıkları gibi bir intiba uyandırmaktadır.59
raktere sahiptir. Tarih yaklaşımıyla da egemen Türk
Topçu, kültürde maddi koşulların belirleyiciliğini milliyetçilik hareketinden radikal diyebileceğimiz
önceler ve manevi değerlerin bu koşullarca yaratı- bir biçimde farklılaşır. Anadolucu akım, genel ola-
lıp biçimlendirildiğini belirtir. Milletlerin kültürünün, rak tarih konusunda bir kırılma noktası sergilerken,
maddi yapılarına ve yaşadıkları coğrafyaya ne ka- Topçu’da bu kırılma daha sistematik ve mistik bir
dar uygun olduğuna vurgu yaparak Cermen milli karaktere, tutuma bürünür. Dil, dilek, din, soy, vatan
birliğinde iktisadın bu milletin mefkûresinde maddi ve emeğin vazgeçilmez işlevsel ve yapısal bütünlük
değerler yaratması; İslavların harpçi, yıkıcı, ahlaki arz ettiği bir olgu olarak “millet” gerçekliği, ruhi bir
açıdan geri oluşları; Hintlinin metafizik ve din gücüy- değer olarak alırken bunun toprak, insan ve iktisat
le gıdalanan hayal gücünün tabiatın yarattığı; eski gibi maddi unsurlarla var olduğunu düşünür. Millet-
Çinlinin ve Anadolu köylüsünün büyük bir hikmet ve leşmenin her devlet ve toplumda farklı bir ana un-
ahlak geleneğine sahip oluşu, tamamen üstünde sur ve değerler üzerinde teşekkül ettiğini belirtirken
yer aldıkları coğrafyanın bir sonucuydu. Turancılık, Türk milletleşmesinin bin yıllık tarihinden söz eder.
milletin “ilk hakikatleri” diyebileceğimiz bu unsur- Anadolu Türk Milleti, Orta Asya’daki Türk soyundan
ları inkâr etmekle en büyük gaflete düşmüştür ve çıkarak Anadolu’ya gelmiş; burayı Müslümanlaştır-
neslin gözünü hakikatten hayale çevirmiş, bir devri mış, göçebelikten yerleşikliğe geçmiş, buradaki yerli
oyalamıştır.60 Ona göre kültür, ruhidir ve her cemi- halklardan olan Etilerle karışmış ve yeni Anadolu
yetin kendi malıdır, bizzat kendinin meydana koydu- Müslüman Türk Milleti tekevvün etmiştir. Etilerle
ğu eseridir. Millet, kültürü teşkil eden bu değerlerin kurduğu bağıntı sebebiyle Türk Tarih Tezi olan res-

276 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


mi görüşle de kesişen referans noktası mevcuttur. toplumları ile aynı çerçeve içinde mütalaa eden-
Topçu’nun millet yaklaşımının merkezi konumundaki ler, cahiller değilse, tarihimize ve milletimize ihanet
“coğrafya”nın şartlarına kendini uyumlaştırarak öz- edenlerdir” denmektedir. Kendi milliyetçilik anlayış-
gün kültürü meydana gelmiştir. Türk Milleti’nin en larına ise, Türk-İslam senteziyle bir açıklama getir-
önemli cüzü; “milli coğrafya Anadolu”dur. Coğrafya meye çalışmaktadırlar. Uzun göçlerle Anadolu’ya
ve ırk arasında parçalanmaz bir mütekabiliyet ilişkisi gelen göçebe Türkmenler burada yerleşik hayata
mevcuttur. Irk, coğrafyadan bağımsız biçimlenemez. geçmişler ve İslam’la da yeni bir ruh, nizam oluştur-
Bu sebeple, Anadolu ve Orta Asya Türkleri farklı ırk muşlardır. Orta Asya’dan getirdikleri töresi, cesareti,
olarak kategorize edilmiştir. Ayrıca, Milliyetçilik tar- kahramanlığı, devlet kurabilme kabiliyetlerini bu top-
tışmalarının Osmanlıdan itibaren ki, ana temaların- raklarda İslam’la yeni bir birleşim ortaya koymuşlar-
dan olan Cengiz Han-Timur gibi şahsiyetlerin Türk dır. Bizans’ın feodal yapısını yıkmış, yerine İslam’dan
tarihindeki yerinin olumlanması-olumsuzlanması aldıkları hukuk, ahlak, iktisat düzenini kurmuşlardır.
sorunu Topçu’da da kendini göstermektedir. Topçu, Sınıf farklarının meydana gelmediği Müslüman Ana-
bu iki şahsiyeti kan dökücü, yıkıcı, yok edici olarak dolu coğrafyasında, İslam’ın ruhuna dayanan bir mil-
tanımlar. li devlet kurulmuş ve bir millet hayatiyet kazanmıştır.
Batı’da milletler 19. asırda kurulurken biz asırlar
“Türk Milliyetçiliği ve Batılılaşma” 62
önce kurmuştuk.64 Orta Asya’dan getirilen dünyevi
Anadolucu milliyetçiliğin güçlü ismi Nurettin Top- niteliklerin üstüne Anadolu’da İslam’la bir birleşim
çu mektebinin bünyesindeki Dergâh yayınlarından sağlanmış; bu da özgün bir toplumsal-kültürel yapı
“Hareket Kitapları” serisi olarak çıkan ve ilk baskısı meydana getirmiştir. Bu yeni sosyo-kültürel yapının
1975 yılında yapılan bu kitap, hareketin fikri fotoğ- yapı taşı ise İslam’dır. Kitapta, Anadolu’da ki varlığın
rafını çekebilmek için önemli bir yayındır. Burada, bütün özgünlüğü İslam’a bağlanmaktadır. Diğer un-
Anadoluculuğun temel karakteristikleri ve Turancılı- surların yeri ve işlevi bu olguya bağlı olarak konum-
ğa bakış açıları açık ve net bir biçimde görülebilmek- lanmaktadır.
tedir. Özellikle yazarı belli olmayan ve otuz sayfa tu-
Milli tarih bölümünde, Anadolucu milliyetçiliğin
tan “önsöz”, bu araştırmada kullanılabilecek değerli
genel karakterini teşkil eden tarih konusundaki gö-
bilgiler içermektedir.
rüşler bütün vuzuhuyla tespit edilebilmektedir. “Biz
“Milleti, Allah’a yönelen irademizin dinlendiği du- milli tarih derken, bütün bir ırkın tarihini değil, mil-
raklardan biri olarak görüyoruz” diyerek başlayan letimizin tarihini kastediyoruz,” denmekte; milli tarih,
kitap, felsefi-mistik bir yorumlama yapar. Milliyetçiliği milli coğrafya ile özdeşleştirilmektedir. “ ‘Türk tarihi’
emek birliği, soy birliği, toprak birliği, dil birliği, dilek, deyince, bizim tarihimizle, Azerbaycan’da, Irak’ta,
kültür ve tarih birliklerinin bütünü olarak değerlendirir İran’da, Hindistan’da, Türkistan’da, Moğolistan’da,
ve bu unsurlardan yalnızca birine veya ikisine de- Çin’de devlet ve hükümet kuran bütün Türk kavmine
ğinerek diğerlerini ihmal eden yaklaşımları “ilim ve mensup milletlerin tarihleri anlaşılır.” Bundan dolayı,
zekâ komisyonculuğu” olarak niteler. Bu eksende de bu isim hassaten bizim milli tarihimizin ismi olamaz,
millet, milli tarih, devlet, vatan, iktisat, insan, kültür denilmektedir. Anadolu’ya göç ederek vatan edinen
ve medeniyeti tek tek açıklayarak kendi milliyetçilik Türkler, bu topraklarda ayrı bir devlet ve medeniyet
anlayışlarının çerçevesi çizilir. “Millet de insan gibi- vücuda getirdiler. Selçuklu Devleti’nin yıkılışından
dir; bir vücudu ve ruhu vardır. Bu vücudun uzuvları; sonraki beylikler devri, Osmanlı’nın milli birliği ku-
coğrafya yani vatan, soy, tarih birliği ve emek (iktisat) runcaya kadar sürmüş, sonrasında ise Anadolu in-
tir. Ruhu ise; dini, dili ve kültürüdür. Her milletin olu- sanının cihangirliği başlayarak üç kıtada hüküm sür-
şumu, tarihin derinliklerinden bugüne kadar uzanan müştür. Bu sebeple, “Osmanlı devrinde kıtalar, ül-
hadiselerin eseridir,”63 açıklamalarıyla milliyetçilikten keler fetheden, Rumeli’ye geçen Anadolu Türkleridir.
ne anladıklarını ortaya koymaktadır. O halde milli tarihimiz; ‘Türkiye tarihi’ veya ‘Anadolu
Türkleri Tarihi’ olarak adlandırılabilir.”65 Görüldüğü
Önsöz’de, Türk milliyetçiliğinin doğuşunu Batı et-
gibi, “Türk tarihi” ve “milli” kavramlarının taşıdığı içe-
kisine göre açıklayan düşünceler reddedilmekte ve
rikler yeniden bir formatlamaya tabi tutulmuştur. Bi-
bunun büyük bir yanlış olduğu üzerinde durulmak-
rinci cümlede ırkın tarihi değil derken, Türk dünyası
tadır. Türk milliyetçiliğinin doğuşu olgusunu açıkla-
bir bütün halinde bir “ırk” olarak tahayyül edilmek-
mak üzere batı ve doğu toplumlarının sınıf yapısına
te ve bu perspektif düşünceye egemen olmaktadır.
dayanan toplumsal gelişimleri genel bir değerlendir-
Millet, ırkın bir cüzü olarak kodlanmaktadır. Tek, bü-
meyle ele alınmaktadır. Buna bağlı olarak da, millet
tün, blok bir Türk Milleti değil, Türk milletleri anlayı-
oluşumuzu Tanzimat ve Milli Mücadeleyle başlatan-
şı hâkimdir. Böylece, coğrafya zemininde bir tanım
lara, ağır ithamlarda bulunulmaktadır. Kitaba göre,
sınırlaması tarihsel, kültürel tanımlamanın önüne
“bizim tarihi tekâmülümüzü ve toplum yapımızı Batı

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 277


geçmektedir. Anadolu Türk milleti diğer Türk millet- dolayı, İran Türkleri mezhep farklılığı dolayısıyla
lerinden farklı bir kültür ve medeniyet oluşturmuştur. dışlanırken Anadolu Alevilerinin konumu göz ardı
edilmektedir. Böylece, homojen bir dini yapının var-
Bu tarihle kastedilen, Türkmenlerin Anadolu’ya
lığı kabul edilmektedir. Osmanlı Türkçüleri ile diğer
gelişlerinden günümüze kadarki tarih kastedil-
ideoloji mensupları arasıdaki başat tarihi tartışma
mektedir. “Milli tarihimiz aynı zamanda Müslüman
konusu olan Cengiz, Tatar, Timur tartışması bura-
Anadolu’nun tarihidir. Milletimiz; Anadolu Türk mille-
da da tezahür etmektedir. Timur barbar, medeniyet
tidir. Ne gelişigüzel Müslümanların bir kısmı bir mil-
düşmanı olarak gösterilmektedir. Bununla birlikte
let adı altında birleştirilir, ne de bütün bir ırkın gücü
kendilerini “İslam’ın bayraktarlığını yapan Anadolu
yalnız bir milletin hayatına mal edilebilinir.” Düşün-
Türkleri” olarak tanımlamaktadırlar. “Biz” ve “onlar”
celer açık ve nettir. Bununla birlikte Anadoluculuğu,
kategorileştirmesi tasavvur edilirken Anadolu Türk-
geçmiş medeniyet ve ırkların halitası sananlara da
lüğü bütün olumlu niteliklere sahip; öteki Türkler ise
bir uyarı yapılmaktadır. Buna göre, “davayı bir Ana-
olumsuz sıfatlara sahip bir tahayyül söz konusudur.
dolu ırkçılığı zannedenler de aldanmaktadır. Biz, bu
Böylece Buhara, Semerkand gibi İslam medeniyeti
topraklar üstünde gelip geçen ırk ve medeniyetlerin
merkezleri, İmam Rabbani, Ahmet Yesevi, vs. nice
bir halitasını yapmıyoruz. Geçmiş topluluklardan
Anadolu’nun İslamlaşmasına da önderlik eden Ku-
yaşayan milletimize pek çok miras kalmış olabilir.
dema yok sayılmaktadır. Anadolu’nun Türkleşme-
Fakat bu topraklarda esasen bizim olan, Müslüman
si ve İslamlaşmasında çok büyük paya sahip olan
Anadolu’dur; tarihidir, insanıdır. Anadolu, Müslüman
Ahmet Yesevi’nin türbesini yaptıracak kadar İslam’a
Türkmen’e bir coğrafya ve iklim sunuyor, bu toprak-
bağlılığı bilinen bir zat olarak Timur’a ve şahsında
lar ise yeni bir millete ve medeniyete beşik oluyordu.
Türkistan’a yöneltilen suçlama ve ithamlar, Anado-
Türkmen’in sahip olduğu töre ve devlet kuruculuk
lucu milliyetçiliğin tarih kurgusunun zayıflığını gös-
vasfına bu ülkede bir millet olmanın ruhu da verili-
termektedir.
yordu.” Türk ırkının tarih sahnesinde meydana ge-
tirdiği muhtelif devlet ve milletlere aynı ismi vermek Hareket’in devlet algısı da tarihi ve mistik ya-
ve hepsini tek bir milletmiş gibi göstermek tarihi ger- pıya uygun bir vasıfta görülmektedir. Devlet, “mu-
çeklere de aykırı düşer. Buna göre, “Anadolu Türk- ayyen topraklar üzerinde hâkimiyetle yaşayan in-
leri, tarihleri boyunca yekdiğerleriyle (mesela İran sanların meydana getirdiği manevi birliktir. Millet
ve Azerbaycan Türkleriyle) daima mücadele etmiş- varlığının şuuru demektir. Millet iradesinin gözük-
lerdir. Bu mücadeleler ve tarihi oluşum içinde vücut tüğü yerdir… Devlet, kütleleşmek ve kütleye ruh
bulan kültürler, birbirinden ayrı milletleri oluşturmuş- kazandırmaktır.”67
tur. Aynı tarihi kaderi yaşamayan insanlar nasıl bir
“Milli coğrafyaya vatan denir. Bir milletin kazan-
milletin fertleri olabilirlerdi? İslam’ın bayraktarlığını
dığı esaslı bir realitedir. Coğrafya veya toprak, milli
elinden bırakmayan Anadolu Türk’ünün kaderiyle;
realitenin belkemiğidir. İktisat ve kültür onun üstün-
barbar ve kültürsüz, medeniyet yağmacısı Timur’un
de, onun ihtiyaç ve kabiliyetine göre işlenir. Toprak,
askerleri nasıl aynı milletin fertleri olabilirdi? Daima
milletleri karakterlendirir. Milletin en yakın mülküdür.
İran şahına ve onun yaşattığı hüviyete bağlı kalan-
Toprak realitesi ırkları yeni kalıp ve şekillere döker,
larla bir millet beraberliği meydana getirilemeyeceği
yeni bir sentez doğurur. Vatansız kavimler kültür ve
kesindi.” Anadolu’nun hudutları Selçuklu ailesinin
medeniyet kuramazlar. Türk-İslam medeniyeti bu
Anadolu’da hükümran olduğu zaman çizilmiştir, di-
topraklar üzerinde vücud bulmuştur… İslam’ın gü-
yen yazar, milletimizin adı Anadolu Türk Milleti’dir,
neşi Türkmen’in eliyle bu ülkede yeni bir hayata ışık
demektedir.66 Anadolu Türk Milleti’ni diğer Türk top-
oldu. İslam olmadan evvelki Anadolu, bize benzemi-
luluklarından ayıran farklılıklar tarihsel bir zeminde
yordu. İslam onun ruhunu değiştirdi.”68 Millet olma-
yorumlanmakta ve Anadolu’nun özgünlüğü temelin-
nın merkezi belirleyicisi olarak vatan ve din en ba-
de diğer Türklere reddiye yazılmaktadır. Doğu Türk-
şat öğe olarak görülmektedir. Bu iki unsur, Anadolu
lüğüyle yapılan siyasi hâkimiyet savaşları kültürel
Türklerini öteki Türklerden de ayıran en muteberiz
farklılığın temellendirilmesi için bir araç olarak kul-
vasfıdır. Irkların coğrafyayla millet olduğu görüşü iş-
lanılmaktadır.
lenir. “Türk-İslam medeniyeti bu topraklarda vücud
Anadolu’ya Orta Asya’dan göçle gelenler Anado- bulmuştur” ifadesi ile alışıla gelinenin aksine Türk
lucular tarafından tamamen Türkmen kabul edilmek- dünyasını ihmal etmektedir. Yazar bu bölümde, men-
te, Kıpçak, Uygur vs. Türk unsurlar ihmal edilmek- şe araştırıcısı ırk teorisini; manevi kaynaşma, hakka
tedir. Türkmen’in kabul edilen vasfı da Müslüman, ve millete hizmet ve fedakârlık iradesiyle bertaraf
sunni, Anadolu’da yaşayanıdır. Tarihsel sınırlar kabul eden Anadolucular, ırk davasının şuursuzluğuna ve
edilmemekte; sadece Misak-i Milli sınırları dâhilinde hayatsızlığına inanırlar”69 diyerek bir duruş benim-
bir Türkmen ve millet varlığı onanmaktadır. Bundan serler. Fakat burada “ırk”ın milli tarih bölümündeki

278 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


“ırk” kullanışından farklı bir mahiyette yer almakta- edinilmemekte ve sadece dolaylı olarak Müslüman-
dır. Orada ırk geniş bir millet, ikincisinde ise biyolojik lar kategorisinde Time dergisi vesilesiyle SSCB’nin
ve “gen”i niteler bir anlamda kullanılmaktadır. olumsuz bir şekilde değerlendirilmesi sırasında
geçmektedir.72
Türklerin Orta Asya’da ki toplumsal yaşam biçim-
lerinin tipik bir özelliği olarak göçebelik, Anadolucu- Sonuç
larda farklı bir kültür ve medeniyette konumlanmanın
İlk dönem milliyetçilik tarihi olarak tasnifleyebile-
yeterli bir sebebidir. Çünkü “göçebe, bulunduğu mu-
ceğimiz Tanzimat ile başlayan çalışmalar etkisindeki
hitle anlaşmaya, birleşmeye vakit kalmadan gelip,
milliyetçiliğin Turancılık ile olan bağlantısı, Batı’daki
giden seyyah gibidir. Muhiti ve kendi üzerinde dü-
Türkoloji çalışmalarının dolaylı etkisinde bir durum
şünmeğe, derinleşmeğe pek imkân bulamaz. Kültür
arz eder. Çünkü Batı’da Türk dili ve tarihi araştırma-
vücuda getirmez, medeniyet kuramaz.”70 Bu minval-
ları tarihsel perspektifte kökleri Asya’ya uzanan bir
de de genellikle Anadolu öncesi Türkler, göçebe ve
araştırma retoriği çizmiştir. Bu retorikten etkilenen
medeniyetsiz olarak tasvir edilirken; Ahmet Yesevi
veya uyarlama tarih ve dil disiplinleri doğrudan Türk-
gibi Anadolu’da çok etkin bir konumda bulunan bir
lerin kökü gibi bir sorunu da bilinçsiz bir şekilde Türk-
şahsiyetin de örnek gösterilmesi zaman ve zemin ol-
çülüğün gündemine sokmuştur. Başka bir deyişle
gularının kavranışındaki anakronik durumu göster-
olumsuzlanan bir kavram olarak “Türk”’ünde kökü
mektedir. Burada zeminden soyutlanmış tarih yak-
Orta Asya’ya uzanan bir medeniyetin sahibi olarak
laşımı vardır. Zemin reddedilmekte fakat edimciler
Osmanlıya kadar uzanan bir sürekliliğin varlığı söz
kabul edilmektedir. Bütüncül bir tarihi yaklaşımdan
konusudur. Yani bütün Türklük farklı mekânlarda
yoksunluk çelişkileri de beraberinde getirmektedir.
ömür sürmesine rağmen dil ve tarih gibi kültürel ze-
Kitabın Ezel Erverdi tarafından yazılan “Türk Mil- minlerde ortaklıkları işlevsel bir unsur olarak ortaya
liyetçiliği Üzerine” adlı bölümünde millet tanımı; “ma- çıkmıştır.
zide başlayan, halde devam eden, geleceğe uzanan
Modern Türk milliyetçiliği, ortaya çıkışında Tu-
din, tarih, dil, soy, toprak, kültür, emek ve iktisat bir-
rancılıkla özdeş bir karakter gösterir. Fakat zamanla
liğine dayanan canlı bir organizmadır. “Millet bir re-
düşünsel ve siyasal alanda ki değişme bu iki tanım-
alite milliyetçilik bir ideal” olarak yapmaktadır. Erver-
lamayı da farklı karşılıklara gelecek şekilde yeniden
di de, yukarıda vurgulandığı üzere Batı’ya bağımlı
formatlamaya başlamıştır. Cumhuriyet ise Turancılık
olarak yapılan millet ve milliyetçilik tanımlamalarını
ve Türk milliyetçiliği arasındaki farkı belirginleştirmiş-
ve açıklamalarını reddetmekte ve benzer minvalde
tir. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi sınırları sabit
yorumlarda bulunmaktadır. Batı’da millet oluşumu
bir milli devlet olarak kurulması, bu siyasi sınırların
burjuvaya bağlanmakta; bizim millet oluşumuz İsla-
aynı zamanda fikri ve kültürel ilgi alanlarının da sınır-
miyet ile açıklanmaktadır. Batı’da milliyetçilik XVIII.
larının çizilmesinde etkili olmuştur. Turancılık, Yeni
asrın sonlarından itibaren kuvvetlenen burjuvazinin
Türk Devleti’nde resmi politika nezdinde olumsuz-
idealizmi şeklinde oraya çıkarken, Türklerin göçe-
lanmıştır. Bu durum Turancı ve Anadolucu-Türkiyeci
belikten kurtulup, toprağa yerleşmesi ve bir millet
Türk Milliyetçiliği arasındaki farklılığın tezahür ettiği
haline gelmesinde başlıca amil olarak İslamiyet gös-
bir gerilim hattıdır da aynı zamanda. Anadolucu Türk
terilmektedir. Ayrıca, kendi milliyetçiliklerinin mevcut
milliyetçiliğinin Turancılığı reddetmesi, aynı zaman-
düzene ıslahatçı değil inkılâpçı açıdan yaklaştığını,
da milletin tanımlanmasından tarihin yorumlanması-
anti-emperyalist ve anti-batıcı olduğunu vurgula-
na kadar milliyetçiliğin, bir dizi önemli unsuru konu-
maktadır. Şahsiyetçilik, cemaatçilik ve devletçilik,
sunda da derin farklılaşmalara kaynaklık etmiştir.
onun hususiyetlerindendir ve hedefi de Anadolu top-
______________________________________________
rağında İslam’ı yeniden yaşatmaktır.71 * 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Politik, Sosyal ve Kültürel
Araştırmalar Merkezi Yöneticisi
Kitapta Turancılığa ilişkin tek değini, Ahmet
1 Bkz: Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce
Debbağoğlu’nun yazdığı “Türkiye’nin Dış Siyaset ve Tarihi, İstanbul, 1999, Ülken yayınları, s. 477.
Savunmasında Batılılaşma” adlı bölümdedir. Yazara 2 Köksal Alver, “Anadoluculuk ve Hilmi Ziya Ülken”, Af-
göre, “Osmanlı ülkesinde Turancılık iddia etmekle yon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt: 3, Sayı: 1, s. 137.
devlet temellerine dinamit koymak arasında bir fark
3 Ülken, a.g.e., s. 477-478.
yoktu. Ve öyle de oldu. Sonunda, Ortadoğu elden 4 Ülken, a.g.e., s. 477-478.
gitti, Almanya yenildi, Osmanlı Devleti yıkıldı.” Tu- 5 Öğün, S.S., Mukayeseli Sosyal Teori ve Tarih Bağla-
rancılık, çok olumsuz bir intiba olarak anılmaktadır. mında Milliyetçilik, İstanbul, Alfa Yayıncılık, 2000.
s. 130.
Osmanlının yıkılış müsebbibi olarak lanse edilmekte- 6 Ülken, a.g.e., s. 480.
dir. Son olarak, dış politikada NATO-AB-ABD-İslam 7 Ülken, a.g.e., s. 480.
dünyası politikaları ele alınırken Türk dünyası konu 8 Bu görüşler için bkz: Ülken, a.g.e., s. 481.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 279


9 Çalık, M., Siyasi Kültür ve Sosyolojinin Bazı Kav- 40 Topçu (1999), a.g.e., s. 110.
ramları Açısından MHP Hareketi –Kaynakları ve 41 Topçu (1999), a.g.e., s. 142. İradenin Davası, Devlet
Gelişimi- 1965-1980, 2. Baskı, Ankara, Cedit Neşriyat, ve Demokrasi, (Haz.) Ezel Erverdi-İsmail Kara, 2. Bas-
1995, s. 106. kı, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2004.
10 Bkz: Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, (Yay. Hazlar) 42 Nurettin Topçu, Büyük Fetih, (Haz.) Ezel Erverdi-İsmail
Ezel Erverdi-İsmail Kara, 5. Baskı, İstanbul, Dergâh Ya- Kara, 4. Baskı, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2003, s.
yınları, 1999, s. 110. 12–19. Ayrıca Topçu’nun devletile ilgili görüşlerinin yer
11 Remzi O. Arık’ın hayatı, fikirleri mücadelesi ile ilgili ge- aldığı eseri, Topçu (2004).
niş bilgi için bkz: H. Rıdvan Çongur, Profesör Remzi 43 Bkz: Topçu (1999), s. 92
Oğuz Arık, T.C.Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 44 Topçu (1999), a.g.e., s. 134. Topçu’ya göre, Etilerin üs-
2001; Ziya Bakırcıoğlu, Remzi Oğuz Arık’ın Fikir Dün- tün yetenekleri, kültürleri ve soyları barbar Yunanlılar ve
yası, 1. Baskı, İstanbul, Dergah Yayınları, 2000; ayrıca Romalılar tarafında bozulmuştur. Türkmenlerle birlikte
Anadolucu karakterinin vurgulandığı görüşler için bkz: yeni bir millet bu zemin üzerinde tekevvün etmiştir. Bkz:
Ülken, a.g.e., s. 485-487; Nurettin Topçu, Millet Mistik- a.g.e., s.137-139.
leri, İstanbul, Dergah yayınları, 2001, s. 68-82 45 Topçu (1999), a.g.e., s. 110–111; Eti’lerle ilgili olarak ay-
12 Remzi Oğuz Arık, Türk Milliyetçiliği, 2. Baskı, İstanbul, rıcı bkz: a.g.e., 224-227
Dergâh Yayınları, 1992, 217 s. İlk baskısı 1969 yılında 46 Topçu (1999), a.g.e., s. 111–120; bu konuda ayrıca
aynı yayınevince yapılmıştır. Konuyla ilgili makaleleri ve bkz: Nurettin Topçu, Kültür ve Medeniyet, (Haz.)Ezel
söyleşileri toplanmıştır. Erverdi-İsmail Kara, 3. Baskı, İstanbul, Dergâh yayınla-
13 Arık, a.g.e., s. 16. rı, 2004.
14 Arık, a.g.e., s. 51. 47 Topçu (1999), a.g.e., s. 140–143; ayrıca bkz:Topçu
15 Arık, a.g.e., s. 51. (1998), a.g.e., s. 27-35.
16 Bkz: Arık, a.g.e., s. 55. 48 Topçu (1999), a.g.e., s. 151.
17 Arık, a.g.e., s. 58. 49 Topçu (1999), a.g.e., s. 123.
18 Arık, a.g.e, s. 59. 50 Topçu (1999), a.g.e., s. 132–133; Topçu’da ırkçı düşün-
19 Arık, a.g.e., s. 65. ce sorunu bazı tartışmalara neden olmuştur. Topçu’nun
20 Arık, a.g.e., s. 67-68. Yahudi karşıtlığı ekseninde ırkçı olarak değerlendiren
21 Arık, a.g.e. s. 166-169. bir yazı ve buna cevap için bkz: Laurent Mignon, “Nu-
22 Arık, a.g.e., s. 174-175. rettin Topçu Özel Sayısının Ardından Birkaç Düşünce”,
23 Arık, a.g.e., s. 68-70. Hece, Sayı: 112, 2006; Mollaer, a.g.e., s. 111-132;
24 Arık, a.g.e., s. 162. Topçu’yu Anadolu ırkçısı kabul eden bir düşünce için
25 Arık, a.g.e., s. 131; 136-140. bkz: Dural, a.g.e., s. 281-283.
26 Arık, a.g.e., s. 180-181. 51 Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı, İstanbul, Hareket Yayın-
27 Baran Dural, Başkaldırı ve Uyum, İstanbul, Birharf, ları, 1970, s. 95-102.
2005, s. 126-127; “Nurettin Topçu”, http://www.biyogra- 52 Türk Dünyasında İslam’ın durumu ve genel yapısı,
fi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=762 toplumsal işlevi konusunda pek çok eser olmakla bir-
28 Baran, a.g.e., s. 128 likte değişik nitelikte içeriğe sahip olan eserlerden ba-
29 Baran, a.g.e., 129 zıları şunlardır: Bkz: İsmail O. Türköz, (Der. ve Çev.),
30 Topçu’nun biyografisi için bkz: Baran Dural, Başkaldırı Çöküş Öncesi Sovyetler Birliği’nde İslamiyet ve
ve Uyum, İstanbul, Birharf, 2005, s. 125-135; Lütfi Şeh- Müslümanlar, Ankara, TDV, 1997; İsmail Türkoğlu,
suvaroğlu, Nurettin Topçu, 2000, İstanbul, Alternatif Rusya Türkleri Arasındaki Yenileşme Hareketinin
yayınları. Öncülerinden Rızaeddin Fahreddin, İstanbul, Ötüken
31 Topçu’ya etkisinin bariz olarak gözlemlenebildiği yazıla- Neşriyat, 2000; İbrahim Maraş, Türk Dünyasında Dini
rı için bkz: Topçu (2001a), a.g.e., s. 68-82. Yenileşme, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2002.
32 Nurettin Topçu’nun sosyalizmle ilgili yetkin bir çözüm- 53 Topçu (1999), a.g.e., s. 35–37.
leme için bkz: Fırat Mollaer, Anadolu Sosyalizmine 54 Topçu (2001), a.g.e., s. 97.
Bir Katkı, Nurettin Topçu Üzerine Yazılar, İstanbul, 55 Topçu (2004), a.g.e., s. 21.
Dergâh Yayınları, 2007. 56 Topçu (1999), a.g.e., s. 135.
33 Süleyman Seyfi Öğün, Türkiye’de Cemaatçi Milliyet- 57 Topçu (1999) a.g.e., s. 135–136.
çilik ve Nurettin Topçu, İstanbul, Dergah Yayınları, 58 Topçu (1970), a.g.e., s. 110.
1992. 59 Topçu, a.g.e., s. 117.
34 Tanıl Bora, Türk Sağının Üç Hali, İstanbul, Birikim, 60 Topçu (1999), a.g.e., s. 136; Batı milliyetçiliklerinin da-
1998 yandı temeller konusunda ayrıca bkz: Topçu(1970),
35 Dural, a.g.e. a.g.e., s. 114-115.
36 Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, (Haz.) Ezel Erverdi- 61 Topçu (1999), a.g.e., s. 154; Topçu’nun kültür ve mede-
İsmail Kara, 5. Baskı, İstanbul: Dergah Yayınları, 1999, niyet konusunda ki görüşleri için onun şu eserine bakıl-
s. 54. malıdır: Topçu (2004a), a.g.e.
37 “Anadolu” ve “vatan” anlayışının tezahür ettiği yazıların- 62 E.Erverdi-D.Özer-A.Debbağoğlu, Türk Milliyetçiliği ve
dan bazıları için bkz: Topçu, a.g.e., içinde, “Vatan Hari- Batılılaşma, İstanbul, Dergâh Yayınları, 1979.
tası”, “Anadolu’nun Çilesi”, “Vatanın Atisi”, s. 256-270 63 Erverdi-Özer-.Debbağoğlu, a.g.e., s. 10.
38 Nurettin Topçu’nun felsefi görüşleri için bkz: İsyan Ahla- 64 Erverdi-Özer-Debbağoğlu, a.g.e., s. 10-14.
kı, (Çev.) Mustafa Kök-Musa Doğan, 4. Baskı, İstanbul, 65 Erverdi-Özer-Debbağoğlu, a.g.e., s. 14-15.
Dergah Yayınları, 2006a; Topçu, Var Olmak, 5. Baskı, 66 Erverdi-Özer-Debbağoğlu, a.g.e., s. 15-16.
İstanbul, Dergah Yayınları, 2006b, Topçu (1999) a.g.e. 67 Erverdi-Özer-Debbağoğlu, a.g.e., s. 16-17.
39 Topçu’nun maarifle ilgili görüşlerini toplu bir şekilde şu 68 Erverdi-.Özer-Debbağoğlu, a.g.e., s. 22.
eserine bkz: Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Dava- 69 Erverdi-Özer-Debbağoğlu, a.g.e., s. 38.
sı, İstanbul, Dergâh Yayınları, (Haz.) Ezel Erverdi-İsmail 70 Erverdi-Özer-Debbağoğlu, a.g.e., s. 37.
Kara, 1998. Aynı yerde, s. 42. Topçu’nun “Rönesans”la 71 Erverdi-Özer-Debbağoğlu, a.g.e., s. 43-46, 77.
ilgili görüşleri için bkz: Topçu (1999), a.g.e., s. 73–107. 72 Erverdi-Özer-Debbağoğlu, a.g.e., s. 183-185.

280 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


TÜRK KÜLTÜR VE DÜŞÜNCE
TARİHİNDE SARAFİM KIRAATHANESİ

KEMALETTİN KUZUCU*

1
6. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı ma- zasıyla karşı karşıya kaldı. Türk askerî tarihinde yeni
hallesini başlıca üç mekân belirliyordu. bir sayfa açan bu devrimden sonraki sükûnet orta-
Bunlar, özel hayatın geçtiği konut, dinî mında, Bâbıâli 1830 yılından itibaren dükkânlarını
hayatı düzenleyen mabet ve ticarî ihtiyaçların kar- yeniden açmak isteyen kahve sahiplerinin yoğun
şılandığı çarşı idi. Kanuni Sultan Süleyman devrinin başvurusuyla karşılaştı. Bunlara ruhsat verilmesin-
sonlarında mahalleye yeni bir kolektif mekân ek- den sonra,5 Galata’dan Kumkapı’ya, Kadıköy’den
lendi. Özel, dinî ve ticarî hayatın dışında, insanla- Üsküdar’a İstanbul’un her köşesi Türk, Rum ve Er-
rın eğlence, dinlenme, sohbet ve hatta eğitim gibi menilerin açtığı sayısız kahvehanelerle örüldü. Pa-
sosyal ihtiyaçlarına cevap verecek bu yeni mekân yitahtın kahvehane piyasasının önemli kısmını elin-
kahvehane idi. İlk açıldığı 1550’li yılların başında de tutan -ve çayhane işletmeciliğinin doğuşunda da
eğlence yeri olarak1 gündelik hayata giren kahveha- öncülük edecek olan- İranlı Türkmenler, Tanzimat’ı
ne, zamanla daha farklı ihtiyaçları karşılamaya baş- takip eden yıllarda İstanbul’un yanında bazı Rumeli
ladı. Hızla kurumlaşan kahvehanelere irfan sahibi şehirlerinde sayısız kahvehane açtılar.6
ve derviş kimseler sohbet etmek; garipler ve fakirler
Türk mahalle dokusunun ana belirleyicilerinden
barınmak; bazı sipahi ve yeniçeriler de kendilerini
birisi olarak varlığını günümüze kadar taşımış olan
satmak için gitmeye başladılar. Bazen de tavla ve
kahvehane olgusu, gazete ve dergi yayımcılığının
satranç oynayarak vakit geçirmek isteyenlerin uğ-
arttığı, Osmanlı aydınının hayata bakışının değiştiği
rak yeri oldu. Kahvehanelerin daha sonra misafir
Tanzimat döneminde, önemli bir dönüşüme sahne
kabul etme yeri haline gelmesi, ayrıca kadı, müder-
oldu. Eğlence unsurunu ikinci plana iterek kapı-
ris, memur, aydın, bürokrat, imam ve müezzin gibi
larını okuma kültürüne açan yeni kahvehane tipi
ilmiye ve kalemiye mensuplarından işsiz güçsüz ta-
İstanbul’un sosyal hayatına damgasını vurdu. 19.
kımına, sufilere kadar her statüden insanın bir anda
yüzyıl Avrupa’sının okuma salonlarının yaygınlaş-
kahvehane tutkunu olması, bu mekânların ticarî
masına paralel olarak gelişen ve tamamen sosyal
popülaritesinin artmasıyla sonuçlandı.2 Payitahtta-
ihtiyaçların ürünü olan bu yeni toplumsal mekâna
ki kahvehanelerin sayısı II. Selim (1566-1574) ve
“kıraathane” adı verildi.
III. Murad (1574-1595) devirlerinde 600’ü geçmiş,3
1630’a doğru 1000’e ulaşmıştı.4 16. yüzyılın sonla- Cami Cemaati - Gazete Okuru
rında III. Murad döneminden başlayıp 1826 yılında Bağlamında Okumanın Evrimi
yeniçeri teşkilatının kaldırıldığı tarihe kahvehaneler Türk toplumunun kıraathane olgusuyla ne za-
çeşitli nedenlerle kısmen ya da toptan kapatma ce-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 281


doğru bir tespitte bu-
lunduğu kuşkusuzdur.
Fakat işlevleri açısın-
dan bakıldığında, iki
kültürün kıraathane
anlayışını birbirinden
ayıran belirgin farklı-
lıklardan ötürü bu dü-
şünce biçiminin de ek-
sik bir kanaat taşıdığı
görülür. Çünkü daha
16. yüzyılda, Osmanlı
kahvehanesinin sa-
dece eğlence yeri ol-
mayıp, gazellerin söy-
lendiği, pedagojik so-
runların tartışıldığı ve
çeşitli kitapların okun-
duğu mekânlar oldu-
ğu Peçevî Tarihi’nde
19. Yüzyıl İstanbul Kıraathanesinden Bir Görünüm. kayıtlıdır.10 1831’de
yayımlanan ilk Türkçe
man tanıştığı hakkında belli başlı iki görüş ileri sü-
gazete Takvîm-i Vekâyi’nin derhal kahvehanelere
rülmüştür. Kavramın kelime anlamından yola çıkan
girişi, bu mekânların eğitici yönüne dikkat çeken
birinci görüş, 16. yüzyılda, cami teşkilatı içinde faali-
Peçevî’yi destekleyen bir adım olarak kabul edile-
yete geçen ve cemaatin namaz aralarındaki zamanı
bilir. İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği’nde papaz
değerlendirmek amacıyla genellikle dinî içerikli ki-
olarak görev yapan R. Walsh, 1836 yılında yayımla-
tapları okuyup sohbet ettikleri mekânları ilk kıraat-
dığı anılarında, eskiden kahve ve tütünle kendinden
haneler olarak kabul eder. Buna göre kıraathanenin
geçen yarı uyur Türk tipinin yerini bir anda, ellerinde
geçmişi kahvehaneden daha eskidir. İkinci görüşte-
gazete, uyanık biçimde haberleri okuyan Türk tipi-
kiler ise, Osmanlı’da kıraathanenin doğuşunun, 19.
nin aldığını yazacak, yeni tür kahvehaneleri kahka-
yüzyıl Avrupa’sının okuma salonlarının yaygınlaştı-
hanın olmadığı, herkesin ciddi bir duruşla haberleri
ğı döneme koşut gittiğini savunur.7 Her şeyden önce
izlediği mekânlar olarak tasvir edecektir.11 Henüz elit
Avrupa kıraathanesi iki asırlık geçmişe sahipti. 17.
denilebilecek olgunluğa erişememiş, ama okuma
yüzyılda gazete yayımcılığının başlamasına önayak
bilen birtakım kişilerin, kahvehanelerde okudukları
olan burjuva bilincinin uyanışı, burjuvazinin ruhban
gazete haberlerini komşularına aktararak basının
ve aristokrat sınıfından bağımsızlaşması, İngiltere
gücünü ispatlamaları bir yana, söz konusu mekân
ve Fransa’da kahvehanenin kamusallığıyla yakın-
içerisinde birinin yüksek sesle okuması sayesinde
dan ilgiliydi. Aslında gazete fikri de, kahvehanelerde
gazete, okuryazar olmayanlara dahi hitap edebil-
toplanan edebiyatçı ve filozof çevresinden çıkmıştı.
mekte idi.12 Bunun uzantısı olarak, özellikle Sultan
Nitekim 1700’lerden itibaren Londra kahveleri, ka-
Abdülmecid (1839-1861) döneminde bazı kahveha-
muoyu oluşturan merkezler olmaya başlamış, bunu
ne işletmecileri, Avrupa’da eğitim görmüş ve bu dün-
Almanya, İsveç ve İtalya’dakiler izlemişti.8 19. yüzyıla
yanın kültürel çevresini yakından tanıyan aydınların
gelindiğinde Avrupalı gazete okurları, adına yakışır
yanı sıra, iç ve dış politik gelişmeleri takip etmek is-
biçimde tasarlanmış okuma salonlarında buluşmaya
teyen zümreyi çekmek düşüncesiyle, dükkânlarında
başlamışlardı. Bu gerçekten hareketle Adnan Adı-
günlük gazeteler bulundurmaya başladı. Bu yenilik-
var, geleneksel vakıf kütüphane anlayışından farklı
le birlikte kahvehane müşterileri arasında ayrışma
olarak, modern manada kıraathane (Salle de Lec-
meydana geldi. Salt okuyup tartışmayı yeğleyen
ture) fikrinin, İstanbul’da ilk defa, Cemiyet-i İlmiye-i
sanat ve edebiyat çevresi kıraathanelere devam
Osmaniye üyelerinin kafasında doğduğunu ileri sür-
ederken, mutaassıp kahve tutkunları mahalle kah-
müş ve cemiyetin bünyesinde açılan kıraathaneyi
velerinde kaldı. Divanyolu-Beyazıt arasında açılan
bu alandaki ilk işletme olarak değerlendirmiştir.9 Bu
kıraathanelere her geçen gün bir yenisi eklendi.
açıdan bakıldığında ikinci görüşün dönemsel olarak

282 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Müdavimlerinin sanata olan ilgisi nedeniyle kıraat- kahve ocağından ibaret sade bir mekândı. İç böl-
haneler zamanla Karagöz, ortaoyunu, meddah gibi mede, raflara dizilmiş gazete koleksiyonlarını ve
geleneksel sahne oyunlarının sergilendiği, musikî kitapları içeren kütüphane bulunuyordu.18 Ahmed
fasıllarının düzenlendiği kültür merkezleri işlevini de Rasim, kıraathaneye bir iki merdivenle çıkıldığını
yükleneceklerdir.13 ve masaların yuvarlak olduğunu yazar. İlk zamanlar
burası, daire müdürlerinin ve açığa alınmış devlet
Sarafim Efendi: Kıraathanenin Müessis
memurlarının devam ettiği bir kahvehane idi. Ebuz-
ve Mûcidi
ziya Tevfik, “Cerîde-i Havâdis’le Takvîm-i Vekâyi’den
Dönemin basın organlarının çeşitli vesilelerle ibaret olan ve biri her hafta Salı ve diğeri Perşem-
yaptıkları atıflardan ya da hatırat ve diğer edebi be günleri neşredilen bu iki varaka-yı havâdisi en
eserlerden anlaşıldığı kadarıyla, İstanbul’da “kı- evvel bir kahvehânede cem‘ ederek müşterilerinin”
raathane” adını taşıyan ilk işletme Sarafim adlı bir istifadesine sunan kişinin Sarafim olduğunu belir-
Ermeni tarafından açılmıştır. Ebuzziya Tevfik, bu tir. 1860’tan itibaren peş peşe yayın hayatına giren
mekânın 7 Ocak 1858 tarihinde ölen Mustafa Reşid Tercümân-ı Ahvâl, Tasvîr-i Efkâr, Mir’at, Mecmua-yı
Paşa’nın ömrünün son günlerinde açıldığını belirtir. Fünûn gibi gazete ve dergiler de Sarafim’in kıraat-
Mahmud Celâleddin Bâki’nin 1882 yılında çıkar- hanesinde müşteriyle buluşmuştur. Bu bakımdan
maya başladığı edebiyat ve bilim dergisi Hazîne-i Tevfik, Sarafim’in dükkânını dârü’l-kırâe19 (okuma
Evrak’a Sarafim tarafından verilmiş olan ilanda ise, evi) olarak nitelemiştir.
açılış tarihi 1273 olarak gösterilmiştir. Buna göre kı-
Ahmed Rasim, Sarafim’in fizikî görünüşünü
raathanenin 1857 sonlarında açılmış olduğu ortaya
“uzuna karîb boylu, az tıknazca, benim gördüğüm
çıkar. Dergi, Sarafim’i “kıraathanenin müessis ve
zamanlar kıranta, güler yüzlü biri idi” şeklinde tarif
mûcidi” olarak nitelemekteydi. Aynı ilandaki “tarih-i
eder. Buradaki kıranta sözcüğüyle, saçı sakalının
mezkûrdan şimdiye değin Memâlik-i Osmâniyye’nin
kırlaşmakta olduğunu mu, yoksa yaşına göre şık gi-
herhangi cihetinden her ne türlü kütüb ve resâil
yinen biri oluşunu mu kastettiğini bilemiyoruz. Ancak
matlûb olunduğunda bilâ-tevakkuf irsâl olunmakta
Sarafim’in her iki tanımlamaya da uyduğu kuşkusuz-
olduğu gibi bundan sonra dahi o meslek üzerinde
dur. İstanbul kıraathanelerin isimlerine dikkat edil-
devam etmekte bulunacaktır” ifadesi, kıraathane-
diğinde, buna benzer işletmelerde başvurulan isim
nin amacını açıkça bildirmekteydi. Öte yandan ila-
verme geleneğinin korunduğu, yani sahibinin adıyla
nın yayımlandığı Hazîne-i Evrak dergisinin dağıtım
anıldığı görülür. Ancak diğer kıraathane işletmecileri
merkezi olarak Sarafim Kıraathanesi gösterilmekte
gibi Sarafim de dönemin literatüründe “müdür” ola-
ve ülkenin neresinden olursa olsun Sarafim aracılı-
rak kaydedilmiştir. Bir görüşe göre müdür nitelemesi,
ğıyla yapılan siparişlerde posta ücreti alınmayacağı
1864 tarihli vilayet düzenlemesi projesiyle ilintiliydi
belirtilmekte idi.14 Sarafim’in 1865 yılında Tasvîr-i
ve vilayetlerde kurulan matbaalarda gazete ve sal-
Efkâr’a verdiği ilanda ise, kıraathanede her çeşit
nameler yayımlayarak halkla yeni iletişim kanalları
gazete satıldığı, bundan böyle Tasvîr-i Efkâr’ın da
yaratmak isteyen hükümet kıraathanelere müdürler
satılacağı ifade edilmişti.15
atamak suretiyle bu toplumsal mekânları modern ve
Sarafim Kıraathanesi, İstanbul’da benzer kalkınmacı program doğrultusunda örgütlemişti.20
mekânların yoğunlaştığı iki ana bölgeden birisi olan Kıraathaneyi 19. yüzyılın sonlarında devralan yeni
Beyazıt’ta16 Okçularbaşı mevkiinde, Mustafa Reşid sahibi için de “Kıraathane-i Osmânî Müdürü Dikran
Paşa Türbesi’nin karşısındaydı. Geniş tarafı uzun Sarafim Efendi”21 sıfatı kullanılmıştır.
bir dikdörtgen mimarîsine sahip olmasından dola-
Bosna’dan Bağdat’a Basın - Yayın
yı “Uzun Kahve” adıyla da anılmış olan bu mekân,
Dağıtım Ağını Kontrol Eden Merkez
bazı kayıtlara “Kıraathane-i Osmânî” veya “Okçu-
larbaşı Kahvesi” olarak da geçmiş ise de, en yay- Sarafim Kıraathanesi yeni çıkan kitapları okuyu-
gın adı Sarafim Kıraathanesi’dir. Kıraathanenin cuya ulaştıran dağıtımcı işlevini de üstlenmişti. “Mus-
bulunduğu bina üç katlıydı: Giriş katında depo ve tafa Hâmi Paşa merhûmun asâr-ı makbûlelerinden
matbaa bulunuyordu. Üst kat ise taşradan gelip de olan Kânun-ı Sıhha nam kitap, vücûdun esbâb-ı
İstanbul’da tanıdığı olmayan kimselerin kalabileceği muhafazası hakkında gayet müfid bir eser-i nâfi‘
odaların yer aldığı bir çeşit otel olarak tasarlanmış- idüğünden merkez-i sarfı olan Bayezid’de Sarafim
tı. Kıraathane kısmı orta kattaydı.17 Dar ve uzun bir Efendi Kıraathanesi ile Bahçekapusu’nda tönbekici
koridoru andıran dükkân, iki uzun duvarın dibindeki Hasan Ağa ile Köprübaşı barakasında ikişer çâryek
keçeli sedirlerin önüne dizilmiş mermer masalar ile mecidiyeye satılmakta olduğu i‘lân olunur”22 ifadesi

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 283


bunun kanıtıydı. İngiliz bir amiral tarafından yazılıp la ilgili politikasını yakından takip etmekteydi. Kü-
Bahriye mirlivası İsmail Hakkı Paşa’nın Türkçeye tüphaneler müfettişi Nacim Efendi’nin Ragıb Paşa
çevirdiği Gemicilik Fenni adlı kitabın satış noktala- Kütüphanesi’ndeki eserleri tanıtan bir katalog ya-
rından birisi de Sarafim Kıraathanesi’ydi.23 yımlamasından duyduğu sevinci hem kitapseverler-
le paylaşmış, hem de söz konusu katalogun kendi
Yukarıda Hazîne-i Evrak’tan alıntılanan ilandan
kıraathanesinden beş buçuk kuruş ücret karşılığın-
da açıkça anlaşıldığı üzere, Sarafim İstanbul’da
da temin edilebileceğinin müjdesini vermişti.31
neşredilen birçok yayını taşraya göndermekteydi.
Bunun yanında taşrada yayımlanan çok sayıda Adnan Adıvar, İstanbul’un diğer kıraathanele-
gazeteyi müşterilerinin hizmetine sunmakta, ayrı- rinde 20 paraya satılan bir fincan kahvenin Sarafim
ca yine taşrada basılan dergi, risale ve kitaplar da Kıraathanesi’nde 40 paraya satıldığını ve bunun,
Sarafim aracılığıyla İstanbul’daki kitapseverlerle masalarda daima hazır bulunan yayınların maddi
buluşmaktaydı.24 Yani kıraathane, aynı zamanda yükünü karşılama isteğinden ileri geldiğini belirtir.
dağıtımcı olarak çalışmaktaydı. Taşra gazeteleri, Uzun veya kısa oturmasına bakılmaksızın herkes-
yörelerindeki gelişmeleri payitahta duyurmak, biraz ten 40 para (1 kuruş) alınması uygulaması zamanla
da gurbetçilerin memleket özlemine tercüman olmak geleneğe dönüşmüştü ve bu sayede müşteri kali-
amacıyla, düzenli biçimde Sarafim Kıraathanesi’ne tesi kontrol altında tutulmuş olmaktaydı. Bir fincan
gönderilmekteydi. Örneğin Sivas vilayet gazetesinin kahvenin kahvehanelerde 10, kıraathanelerde
ilk sayfasında, gazetenin irtibat bürosu olarak hükü- 20, çalgılı kıraathanelerde ise 60 paradan satıldı-
met konağı gösterilmiş; payitahtta temin edileceği ğı 1900’lerin başında, Sarafim Kıraathanesi’nin 1
adres ise “İstanbul’da merkezi Sarafim Efendi Kı- kuruşluk standardı devam ettirilmekteydi.32 İçecek
raathanesidir” klişesiyle belirtilmiştir.25 Basîret’teki fiyatlarının Ramazan ayında ikiye katlandığını be-
“Kıraathâne Müdürü Sarafim Efendi Tarafından lirten Ahmet Kemal, 1870’lerden itibaren Sarafim’in
Gelen İlan”da ise Kastamonu vilayetinin 1869-70 dükkânında alternatif olarak çay da satıldığını
yılı salnamesinin geldiği ve tanesinin 6 kuruşa sa- yazar.33 Hâlid Ziyâ’ya göre çay, burayı cazip kılan
tıldığı duyurulmaktaydı.26 Daha sonra Tuna, Bos- önemli etkenlerden biriydi.34
na, Fırat, Envâr-ı Şarkiyye ve Suriye gazeteleri de
Yüksek Kıraathanede Büyük Simalar
burayı dağıtım merkezi ittihaz etti.27 1865 yılında
Tasvîr-i Efkâr’da çıkan ilanda, Rusçuk’ta yayım- Sarafim Kıraathanesi, döneminde “yüksek
lanan Tuna gazetesinin günlük 1 kuruşa satıldığı, kıraathane”ler sınıfında telakki edilmiştir. Kıraat-
abone olmak isteyenlerin altı ay için 25, bir yıl için hanenin yüksekliği müdavimlerinin niteliğinden
40 kuruş ödemeleri gerektiği bildirilmişti.28 Yine Si- ileri gelmekteydi. Nitekim birçoğu Yeni Osmanlılar
vas gazetesi, yeni yayınlar için yaptığı tanıtımların hareketinin öncüsü olan Namık Kemal, Ebuzziya
birinde Mir’at-ı Âlem dergisinin temin edilebileceği Tevfik, Ayetullah, Hâlet, Hasan Subhî, Âli, Refik gibi
adres için kullandığı, “…böyle bir eserden istifâde edip ve münevverler; Vidinli Tevfik Paşa, Süleyman
ve mubâya‘a arzusunda olanların bilcümle kütüb ve Paşa, Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Maarif Nazırı Yu-
gazeteler merkezi olan Sarafim Efendi’ye veyahud suf Paşa, Sadullah Paşa gibi üst düzey askerî ve
celb edilmek üzere matbaamıza müracaat eyle- mülki yöneticiler; Cerîde-i Askeriye muharrirleri
meleri ilan olunur”29 ifadesiyle okuyucuyu Sarafim Kolağası Hacı Raşid, Kırımlı Doktor Aziz ve Said
Kıraathanesi’ne yönlendirmiştir. gibi bürokratlarla Hersekli Ârif Hikmet ve Leskofça-
lı Galib gibi divan edebiyatının son temsilcileri de-
Ebuzziya’nın deyimiyle kıraathanenin “merkez-i
vam etmiştir. Son dönemlerde müdavimler arasına
bey‘ ve tevzi‘ (satış ve dağıtım üssü) oluşu, bazı
Muallim Naci, Abdülhalim Memduh, Ahmed Rasim,
küçük esnafı ekmeğinden etmişti. Örneğin risale
Halit Ziya, Müstecabizâde İsmet ve Fâik Esad gibi
satıcılığıyla ün kazanan Çemberlitaş’taki Celil Ağa
edebiyatçılar katılmıştır. Ebuzziyâ’nın “husûsan Ra-
ile Bahçekapı’daki Hasan Ağa, Sarafim’in bu işi
mazan geceleri cidden bir bezm-i şiir ve edeb idi”
yapmaya başlamasından sonra iflas etmişler, Sa-
cümlesiyle özetlediği kutsal ayın akşamlarında bir-
haflar ve Kaşıkçıbaşı’ndaki kitapçıların kazançları
çok kıraathane görsel sanatlar ve musikiye yönelir-
azalmış; bu nedenle ünlü kitapçı Arakel ile Karabet,
ken, Sarafim Kıraathanesi geleneğini bozmaz, oku-
Kasbar ve Ohannes adlı Ermeni esnaf da gazete
yucularına gazete ve kitap hizmeti sunmaya devam
dağıtıcılığını yeni sistem kitapçılığa dönüştürmek
ederdi. Letâif-i Âsâr, Aksaray-Laleli hattında eğ-
zorunda kalmışlardı.30 Sarafim, modern kütüphane-
lenmek için birkaç kıraathane dolaşan iki ahbabın,
cilik konusundaki gelişmeleri ve hükümetin bunun-
bunların kimisindeki ilgisizlik, kimisindeki bilardo ve

284 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


tavla gürültüsünden dolayı memnun kalmayışlarını lında Matbaa-yı Amire’nin ruznamçecilik görevine
ve “…tabana kuvvet Kıraathane-i Osmânî’ye can getirilmişti.42 Bu atamada kendisinin uzun süredir
attık”larını35 hikâye etmiştir. Bu kadar kalburüstü si- matbaalar müdürlüğünü yürütmesi etkili olmuştur.43
manın bir araya geldiği buluşmalarda edebiyattan Sultan II. Abdülhamid 1886 yılında Sarafim’i dör-
matematiğe, şiirden politikaya, teknolojik ilerleme- düncü rütbeden mecidî nişanıyla ödüllendirmiştir.44
lere kadar güncel-toplumsal her şeyden bahsedilir, Gaspıralı İsmail’in “kıraathaneciler üstâdı” olarak
entelektüel birikim paylaşılırdı. Ebuzziyâ Tevfik kı- nitelediği Sarafim’i, Ağustos 1895 tarihli yazısında
raathanenin en parlak devrini 1283 Ramazan’ında “müteveffâ” diye anması,45 onun bu tarihten önce
yaşadığını belirtir. 1867 yılının Ocak ayına rastlayan öldüğünü göstermektedir.
bu tarihteki coşkuyu, “O sene adetâ bir kulüp, hem
Babasının İzinde Bir Osmanlı Eliti:
de siyasî ve ictimâî bir kulüp hâline inkılap eylemiş-
Dikran Sarafim
ti” cümlesiyle dile getirmiştir. O gecelerden birinde
Vidinli Tevfik Paşa, Amerika’da yeni kurulan ve in- Sarafim’in ölümünden sonra dükkânı oğlu Dik-
san ırkını yok etmeyi amaçlayan bir dernekten bah- ran işletmeye devam etti. Dikran Sarafim 1864 yılın-
settikten sonra, bu konuda bir makale yazılmasını da İstanbul’da doğmuş, ilköğrenimini Hasköy’deki
ve ertesi akşam kıraathanede okunmasını teklif et- Ermeni okulunda tamamladıktan sonra Mekteb-i
miş; ertesi akşam Namık Kemal, Encümen-i Şuarâ Tıbbiye-i Mülkiye’den mezun olmuştur. Ermeni-
şairlerinden Hâlet ve Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin ce, Türkçe ve Fransızcayı okuyup yazabilmek-
kurucularından Âyetullah beylerin yazdıkları maka- teydi. Beyoğlu mutasarrıflığında stajyer olarak
leler okunmuştu.36 çalıştıktan sonra, Altıncı Daire-i Belediye Gurebâ
Hastanesi’nde stajyerliğe devam etmiştir. Bir ara
Sarafim bazen piyango çekilişi yapar, kazanan-
kolera ile mücadele için kurulan komisyonlarda
ları kitapla ödüllendirirdi.37 Ramazan ayına mahsus
başarılı hizmetler vermiştir.46 Zaptiye Nazırı Kamil
bu uygulamada, 20 mecidiyeye satılan 400 bilet sa-
Bey, Beyoğlu’ndaki hastanelerdeki doktor azlığının
tışa sunulurdu. Elde edilen 800 mecidiyenin dörtte
hastaların bakımını aksattığını gerekçe göstere-
biri müşteriye ikramiye olarak geri dönerdi. Bunu da
rek, stajyer olarak görev yapan Dikran’ın bu göre-
40 gün boyunca günde 5 mecidiyelik armağan dağı-
ve asaleten atanmasını önermiştir.47 Beyoğlu’ndaki
tarak yapardı. Böylece müdavimler hem armağan-
üstün gayretlerinden dolayı Dikran 1890 yılında
lardan kazanırlar, hem de kahveyi 45 paraya içmiş
üçüncü dereceye yükseltilmiştir.48 1909 yılının so-
olurlardı. Kazananlar, 5 mecidiye değerinde kitap
nundaki düzenleme sırasında, Darülaceze müdür-
ya da dergi alırlar veya istedikleri gazeteye abo-
lüğüne atanan İbrahim Temo’dan boşalan Beyoğlu
ne olurlardı. Sarafim, müşterilere bu şekilde kitap
Polis Müdürlüğü hekimliğine getirilmiştir.49 Sarafim
ve gazete sevgisi aşılamayı eğitime ve gazetecilik
Kıraathanesi’ne 1902 yılına kadar devam ettiğini
mesleğine hizmet addederdi. Piyangoya katılıp da
belirten Adnan Adıvar, Dikran zamanında da aynı
kazanamayanların da üzülmemesini, zira parala-
çalışma disiplininin korunduğunu şu cümlelerle ifade
rıyla eğitime katkıda bulunduklarını söylerdi. Sara-
etmiştir: “… Karantina İdaresi’nde memur olduğunu
fim elde edilen miktarın bir kısmını eksilen bardak,
işittiğim orta yaşlı bir zâtın, akşamüstleri kıraatha-
fincan ve tabak gibi malzemelerin yenilenmesinde
neye gelerek jaquet á taille’ını çıkarıp temiz gömle-
kullanırdı.38 Bütün harcamalardan sonra arta kalan
ği ile müşterilere bizzat hizmet ettiğini hatırlıyorum.
miktar ise Müslüman ya da gayrimüslim fukaraya
Kahvesi, suyu çok temizdi; orada tavla, iskambil
dağıtılırdı.39
asla oynanmadığı gibi, bütün kıraathanede hüküm
Sarafim Efendi, varlıklı ailelerin konakların- süren sessizlik ve yan yana oturan iki kişinin şayet
da Fransızca eğitimi veren bir Fransız öğretme- konuşurlarsa, en alçak perdeden konuşmaları dik-
ni kıraathanesine davet ederek, yabancı dil kursu kate çarpardı.”50 Halit Ziyâ’nın kalemine yansıyan
başlatmıştı. Basına verdiği ilanda, kıraathanenin duygular da kıraathane atmosferinin değişmediğini
üst katında kurs için bir oda ayırdığını ve kursa göstermekteydi: “Şurada burada çaylarını içen, tü-
katılacak olanlardan içecek ücreti alınmayacağını tünlerinin dumanını vakitlerinin boşluğuna savura-
belirtmişti.40 Sarafim yayıncılık konusunda müte- rak masalarının üstüne dirseklerini dayamış düşü-
şebbislere yardımcı olmakta, baskı için gerekli harf nen, yahut dalgın gözlerle bir cerîdenin sütununda
ve karakterlerin temininden diğer teknik konulara başka şeylerle meşgul zihnini dolaştıran tek tük
kadar her hususta İstanbullu olan ve olmayan ba- müşteriler vardı. Sonra ileride, orta yerde uzun bir
sımcılara katkı sağlamaktaydı.41 Sarafim 1880 yı- masa, bunun üzerinde ve altında yığın yığın eskilik-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 285


sındaki çıkmaz so-
kaktaki bir dükkâna
naklettiklerini, niha-
yet İstanbul Basın
Birliği’nin koleksi-
yonları toptan satın
alarak Beyoğlu’ndaki
binasına yerleştirdi-
ğini yazmıştır.

Kıraathaneler
yüzyılın sonlarına
doğru giderek ivme
kazanan kurumsal
ve toplumsal yozlaş-
ma sürecinde temel
işlevlerinden uzak-
laşarak ticareti ön
plana alan işletmeler
haline gelmişler, ör-
neğin Ramazan ayla-
rında çalgı ve musiki
1800’lerin Sonlarına Ait Bir Türk Kıraathanesi Resmi (Kemalettin Kuzucu Arşivinden).
fasıllarının yanında
bazı kıraathaneler de
leri sarılıklarından belli cerîde kümeleri vardı. Sara- iftar ve sahur yemek-
fim Efendi Kıraathanesi’nin başlıca şöhretini bu eski leri satmak üzere lokantacılığa soyunmuşlardı.55
yeni cerîde yığınları teşkil ederdi. Ve galiba tetebbu‘ Fevziye örneğinde görüldüğü üzere, kimi İstanbul
erbabı meraklarını tatmin etmek için bundan başka kıraathaneleri ise, özellikle II. Meşrutiyet dönemin-
bir sermaye bulamazlardı.”51 de siyasi partilerin politik toplantılarına ya da sivil
Dikran da babası gibi, İstanbul’a ve taşraya ga- toplum kuruluşlarının kültür etkinliklerine ev sahip-
zete dağıtım ve bayii hizmetlerini sürdürdü. Ancak liği yapmıştır. Bütün bunlar kıraathanelere işlevsel
zaman zaman bürokratik engellere takılıp parasal zenginlik kazandırmış ve o ölçüde müşteri mem-
sorunlara maruz kaldığı görülmektedir. Örneğin Ko- nuniyeti yaratmış ise de, asıl varoluş gayelerinden
sova vilayetine gönderdiği bir buçuk yıllık gazete sapmaları bilhassa mizah basınının eleştiri oklarını
bedelini tahsil edemeyince 1904 yılında padişahın çekmiştir. Letâif-i Âsâr’da yayımlanan bir yazıda,
aracılığına başvurmuştur. Öte yandan Dikran vila-
52 bazı kıraathanelerde çalgı çalındığı, tavla, dama,
yet matbaalarının ihtiyaçları ve eksiklerini tamamla- iskambil ve bilardo oynandığı eleştirilerek, bu tür
mak hususunda hükümet ile taşra arasında aracılık faaliyetlerin kıraathanenin anlam ve amacıyla çe-
etmekteydi. Örneğin Mekteb-i Sanayi’de Dökmeci liştiği belirtilmiştir. İlkelerinden taviz vermeyen Sa-
Haçik Kigorkyan tarafından imal edilen 24 puntoluk rafim Kıraathanesi ise yozlaşma sürecini etkilen-
harfler ile diğer baskı malzemesi Dikran aracılığıyla meden geçiştirmiştir. Kıraathane adına yakışan tek
Bağdat’a ulaştırılmıştı.53 işletme olarak, “kıraathanelerin büyükbabası olan
Kıraathane-i Osmânî”, yani Sarafim Kıraathanesi
Dikran zamanında kıraathane müdavimleri gösterilmiştir.56 Sarafim Kıraathanesi’nin müdavim-
arasına bazı hececi şairler katıldı. Özellikle Beş lerine ciddiyeti ve ağırbaşlılığı telkin eden bir havası
Hececilerden Yusuf Ziya (Ortaç), dönemin popüler vardı. “Yan oturmak, kavuğu pencere kenarına da-
içeceği çayı yudumlarken, bir yandan da kitapları yayarak bacaklar çekik ımızganmak, masaya çat
karıştırırdı.54 Aynı isimle Cumhuriyet dönemine kadar çat urarak bana bir kahve getir diye bağırmak, hızlı
faaliyetini sürdüren Sarafim Kıraathanesi, 1930’lu hızlı konuşmak, sarhoş gelmek” gibi olumsuzluklar
yıllarda kunduracı dükkânına çevrilmiş, sonraki şe- burada görülmezdi. Müşterilerin konuşma üslubun-
hir planlamaları sırasında ise binası yıkılarak tarihe dan giyim kuşam tarzına kadar belli bir ahenk söz
karışmıştır. Adıvar, Sarafim’in varislerinin kitapları konusuydu. Diğer kıraathanelerde ve çayhanelerde
ve gazete koleksiyonlarını İnkılap Müzesi’nin arka- rastlanan heyecanlı şairler buraya gelmezdi.57 Mi-

286 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


zah dergisindeki bir diyalogda, çok aradığı halde Tanzimat döneminin değişen hayat felsefesinin ürü-
eğlenecek bir mekân bulamadığından yakınan ar- nü olarak Osmanlı gündelik hayatında yerini alan
kadaşına Sarafim Kıraathanesi’ni tavsiye eden ki- Osmanlı kıraathaneleri de, yerli ve yabancı gazete-
şinin aldığı “Vâkıâ öyle ama orasını da çoluk çocuk lerin ücretsiz (ya da tüketilen içeceğin ücreti karşılı-
biri değil hep saçlı sakallı kâmil adamlar dolduruyor, ğında) okunabildiği yerler olarak, okuma fikrine yeni
ben sıkılırım”58 cevabı son derece manidardır. bir anlayış getirmesi ve düşünsel üretimde bulun-
mak isteyen insanların ortak paylaşım mekânları ol-
O dönemde süreli yayınların eski sayılarını ko-
ması yönüyle Türk düşünce tarihinde önemli bir yer
leksiyon halinde muhafaza eden halka açık yerler
işgal eder. Daha önce cami, çarşı ya da bir kısım
bulunmadığı için Sarafim Kıraathanesi gerçek an-
kahvehanelerde gerçekleşen bilgi alışverişi, bun-
lamda bir okuma salonu, hatta halk kütüphanesi
dan böyle kıraathanelerde yapılacaktır. Dahası, söz
işlevi görmüştür. Cumhuriyet döneminde Sarafim
konusu alışverişe bilimsel ve felsefi düzey katılmış-
Kıraathanesi hakkında yazı yazan birkaç kişiden biri
tır. Kahvehaneler sohbeti ya da konuşmayı ön pla-
olan Adnan Adıvar, Tarik gazetesinde 1900 yılında
na alan kamusal sohbet alanları iken, kıraathaneler
yazmış olduğu bir makalesine hiçbir kütüphanede
okuma, dinleme ve kısacası doğru haber ve bilgiyle
bulamadığı halde Basın Birliği’nin kütüphanesinde-
beslenme olgusunu öne çıkarmıştır. Kahvehaneler-
ki Sarafim Koleksiyonu’nda ulaşmasından duyduğu
deki sohbetin bir kısmını dedikodu, ya da bazıları-
büyük sevinci dile getirmiş, bu sevincin, Sarafim’i
nın muhalefet görüşleri olarak öne sürdükleri şeyler
de genişçe anlattığı “Kahve ve Okuma” başlıklı
oluşturabilmekte iken, kıraathanelerde devletin ve
makaleyi yazmayı ilham ettiğini belirtmiştir.59 Os-
toplumun aksayan yönlerini tamire dönük çözüm
manlı aydınının, tarihe ve kültüre yaptığı yatırımın
önerilerini derleyen aktüel bilgi akışı yaşanırdı. Kı-
sonraki kuşaklara aktarılmasında, kıraathanelerin
raathane edebiyatına damgasını vuran sözcükler
gazete koleksiyonları taşıyıcı rol üstlenmiştir. Sara-
arasında aydınlanma, reform, ıslahat, Batılılaşma,
fim Kıraathanesi’ni bir çalışma odası gibi kullanan
modernite veya daha ileri dönemlerde meşrutiyet,
Osman Nuri (Ergin), eğitim tarihi ve belediyecilik ko-
seçim, anayasa vs. gibi kavram ve terimler sıklık-
nularındaki araştırmaları sırasında buradaki süreli
la geçerdi. Mahalle kahvelerinin “zaman öldürme”
yayınlardan büyük ölçüde istifade etmiştir.60
yeri olarak sıradanlaştığı esnada kıraathaneler, “za-
Sarafim Kıraathanesi, Yeni Osmanlıların kimlik manla yarışan” insanlara sunduğu hizmetle, adeta
kazanmasında oynadığı rolün yanında, özellikle II. birer kültür enstitüleri olmanın en güzel örneğini ver-
Meşrutiyet’in ilanından sonra siyaset okulu işlevi mişlerdir. Bunların içerisinde Sarafim Kıraathanesi,
görmüştür. İstanbulluların evlerinin dışındaki dünya- Türk eğitim, düşünce ve siyaset tarihinde derin izler
ya daha çok açılmaya başladığı ve sansürün öne- bırakmış köklü kurumlardan birisidir. O nedenle Ah-
mini kaybettiği Mehmed Reşad devrinde Sarafim med Rasim’in, Sarafim Kıraathanesi’ni, okuma fik-
Kıraathanesi genç okuyucuların akınına uğramıştır. rinin yaygınlaştırılması konusunda atılmış ilk adım
Gençler ve aydınlar özellikleri Perşembe günleri bu- olarak değerlendirmesi mübalağa sayılmaz.
rada buluşarak fikir alışverişinde bulunmakta, genç-
Kıraathane anlayışının gelişip yerleşmesindeki
ler siyasete ısınmakta idiler.61 Kıraathanelerin kül-
önemli aşamalardan birisi gazetecilikteki ilerleme-
türel ve ideolojik toplantılara ev sahipliği yaptığı bu
dir. İnsanı, insan haklarını ve toplumsal hayatın
dönemde, Fevziye Kıraathanesi’nde Ahmed Midhat
sorunlarını irdelemesi bakımından döneminin diğer
Efendi, tarihî ve felsefî konuşmalar yapmakta; Gas-
aydınlarından ayrılan Şinasi’ye göre gazete sadece
pıralı İsmail ve Yusuf Akçura gibi Türk milliyetçiliği
halk için bir nesne değil, halkın düşünce aracıydı.
düşüncesinin öncüleri siyasal ve aktüel konularda
Bu yaklaşım Şinasi’yi bürokrat sınıfından ayırarak
konferanslar vermekte idiler.62
halk temsilciliğine soyundurmaktaydı. Mizanpajı,
Sarafim Kıraathanesi’nin Kamuoyu baskı kalitesi ve akıcı Türkçesi ile gazeteciliğe yeni
Olgusunun Gelişimindeki Rolü bir soluk getiren Şinasi, vilayetlerden gönderilen
Batı toplumunun bilgide ilerlemesinde, kahveha- mektupları gazete sütunlarında yayımlamakla Türk
ne ile basın arasındaki ilişkinin rolü büyüktür. Gün- okurunu vatanın uzak köşeleriyle buluşturmuştu.63
delik hayata girdiği 17. yüzyıldan itibaren gazetelerin Onun kıraathanelerin popülerlik kazandığı bir dö-
umuma açık mekânlarda okuyucunun istifadesine nemde (1862) çıkarmaya başladığı Tasvir-i Efkâr,
sunulması, Avrupa’da kamuoyu olgusunun gelişme- adına yakışır biçimde kısa sürede siyasal fikirlerin
sine büyük ölçüde hizmet etmiştir. Benzer biçimde, tartışıldığı bir foruma dönüşmüştü. Mardin’in belirtti-
ği gibi Şinâsî, Avrupa’nın entelektüel derlemeleri ko-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 287


nusundaki bilgileri yaymak ve Osmanlı edebiyatının popüler olduğu dönemde çoktan tarihe karışmış
klasik kalıplarını kırmak düşüncesinde gazeteyi bir durumdaydı. Bu dönemde, özellikle Ramazan ayı
araç olarak kullanmıştı. En büyük başarısı ise, açık- girişinde, namaz saatlerinde eğlence mekânlarında
lık ve kolay anlaşılırlık ilkesini, halkın “ne olup bitti- oturulmaması, insan trafiğini aksatacak biçimde
ğini bilme hakkı” kavramıyla birleştirmiş olmasıydı.64 dükkân önlerine sandalye ve benzeri eşyalar konul-
İşte haber alma özgürlüğünü gözetip de bir gazete maması ve gelip geçenlerin sözlü ya da fiili olarak
satın alamayan ya da abone olamayanlar, başta Sa- taciz edilmemesi gibi ikazları içeren tenbihnâmeler
rafim Kıraathanesi olmak üzere, kamusal alanlarda- yayınlanırdı.67 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra
ki bu okumalardan geniş ölçüde istifade etmişlerdir. yönetimin kolektif mekânlar üzerindeki denetimi
Şinâsi’nin Osmanlı kamusallığının gelişimine dönük daha ziyade kumarla mücadele ve dükkânların sağ-
açtığı bu çığır, takipçileri olan Namık Kemal, Ahmed lık koşullarına uygunluğunun kontrolü şeklinde ken-
Midhat, Recâizâde, Ahmed Vefik, Muallim Naci ve dini göstermiştir. Hükümet ve yerel idareler, kumar
diğerleri tarafından genişletilerek devam ettirilmiştir. oynatan işletmecilere sık sık ihtarlarda bulunur, İs-
II. Abdülhamid döneminde okuryazarlık oranının art- lam dininin kutsadığı gün ve gecelerde denetimleri
masına paralel olarak kültürel etkinlik sahası da ge- arttırırdı.68 II. Abdülhamid, Ramazan ayında kumar
nişleyecek, kütüphanelerin yanı sıra kıraathanelerin ve dinen yasak olan oyunların oynatılmamasını is-
sayısı da artacak, istekli bir okuyucu kitlesinin eline teyen sayısız irade çıkarmıştır.69 Salgın ve bulaşıcı
binlerce kitap, dergi, gazete, broşür geçecektir. II. hastalıkların kol gezdiği zamanlarda, zabıta ve bele-
Meşrutiyet’in ilanından sonra İttihad ve Terakki yö- diye yetkilileri kıraathanelerin hijyen şartlarını kont-
netimi taşrada kıraathaneler açtırarak devrimin ru- rol etmiştir. Örneğin 1909 yılında baş gösteren sıt-
hunu ve yeni dönemde izlenecek politikayı öğreten ma için alınan önlemler kapsamında otel, han, kah-
konferanslar düzenleyecektir. Ahali Diyarbakır’daki vehane, kıraathane, bekâr odaları ve hamamlarda
Millet Kıraathanesi’nde, Erzurum’daki Pastırma- sağlık taraması yapılmış, farelerle mücadele edilmiş
cı Kıraathanesi’nde “hürriyet”, “adalet”, “müsavât” ve binlerce kişi sağlık kontrolünden geçirilmiştir.70
kavramlarını kıraathane konferanslarında sık sık Toplum sağlığını önemseyen hükümetin, binaların
duyacaktı.65 sağlamlığına dikkat ettiği anlaşılmaktadır. 1885 yı-
lında Direklerarası’ndaki bir kahvenin çatısının ani-
Şinasi’nin Türk basınının özgürleşmesi yolunda
den çökmesi ve yüzden fazla kişinin yaralanması
attığı adımın ardından kıraathanelerin de okumayı
üzerine çıkan iradede, yapıların sağlamlığına dikkat
teşvik etmesi, basının halk üzerindeki etkisini yay-
edilmesi istenirken, kadınların “açık saçık ve âdâb-ı
gınlaştırmıştır. Bunun sonucunda haberleşme kapa-
umûmiyyeye gayr-i muvâfık harekâtta” bulunmama-
lılıktan kurtulurken, kıraathane müdavimleri de aynı
ları, gösteri merkezlerinde genel ahlaka aykırı oyun-
konular üzerinde düşünüp tartışabilecek olgunluğu
lar oynatılmaması hatırlatılmıştır.71
yakalayabilmiştir. Bu ise Osmanlı toplumunda “ka-
muoyu” (efkâr-ı umûmiyye) olgusunun doğuşuna Sarafim Kıraathanesi kumar, hijyen ya da ba-
zemin hazırlamıştır. Osmanlı gibi geleneksel top- kımsızlık gibi konularda ihtar almazken, siyasal
lumlarda kamuoyunun kahvehane, hamam, tekke hafiyelerin önemli uğrak merkezlerinden birisi ol-
gibi odaklarda oluştuğu66 hesaba katılırsa, kıraat- muştur. Kıraathanelerin okuma merkezleri olarak
hanenin bu oluşumda daha etkin bir rol üstlenmesi dönemin aydın ve politikacılarını buluşturması, bazı
gerekirdi. Çünkü yine kamuoyunu biçimlendiren bir kıraathanelerin konferans gibi etkinliklere ev sahip-
başka araç olan gazeteler, bu mekânlarda okun- liği yapması, yönetimin dikkatini bu kurum üzeri-
makta, gazetenin duyurduğu gelişmeler buralarda ne çevirmiştir. Abdülhamid devrinin kudretli devlet
tartışma zemini bulmaktaydı. Sarafim Kıraathanesi adamlarından Dâhiliye Nazırı Memduh Paşa’nın
bu gerçeği benimseyen ilk sivil kurumların başında telkinleriyle kütüphane ve gazete idarehanelerinin
yer almakla önemli bir misyonu icra etmiştir. yanı sıra kıraathanelerde bulunan gazete koleksi-
yonları incelenmek üzere toplatılmıştı. Rejim aley-
Yönetim, Kolektif Mekânlar ve Sarafim
hinde söylem ve eylemlerde bulunmanın hiçbir
Kıraathanesi
devlet tarafından hoş görülemeyeceğini savunan
Hükümetin kıraathanelere karşı tutumu genel Memduh Paşa, bu hareketin doğal karşılanmasını
olarak, diğer kolektif tüketim alanlarına ilişkin po- belirtirken, kitap, dergi, gazete ve sair yayınlarda
litikasıyla paralellik gösterir. 17. yüzyılda özellikle dört ilkeye saygı gösterilmesine dikkat çekiyordu.
IV. Murad’ın şahsında sembolleşen, kahvehaneleri Bunlar din, padişahın hukuku, devletin çıkarı ve
toptan kapatma gibi uygulamalar, kıraathanelerin genel ahlak kuralları idi.72 Hafiyelik ve jurnalciliğin

288 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


devlet politikası olarak uygulandığı II. Abdülhamid olarak algılayan kalabalıklar doldurmuştur. Yakın
dönemi boyunca özellikle bürokrat ve aydın kesimin zamanlarda İstanbul’da entelektüellerin devam ettiği
devam ettiği kıraathaneler sivil hafiyelerin akınına Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nin kahvehaneye dönüş-
uğramıştır. Halit Ziyâ, kıraathanede Ahmed Rasim, mesi, Anadolu’da örneğin Sivas’ta Çerkez’in Kahve-
Rıza Tevfik, Halil Edib, Ali Suad ve Münci Fikri ile si, Erzurum’da Hemşin Pastanesi gibi mekânların
buluşup, “etrafta kabaran kulaklara ehemmiyet ver- entelektüellerle dolması sadece mimari ve sosyal bir
meyerek” edebî sohbetlere daldıklarını, ama yine tesadüften değil, kıraathanelerin toplum imgelemin-
jurnallenmekten duydukları endişe ile çoğu zaman de canlılığını kaybetmeyen geçmişteki heterotopik
sohbetlerini yarıda keserek kıraathaneyi terk ettik- niteliklerinden kaynaklanmaktadır.
lerini anlatır.73 Sarafim Kıraathanesi’nde tutulan,
Süheyl Ünver, Sarafim Kıraathanesi’nin tarihe
“Efendi ve ağa takımından birkaç adam beynlerin-
karışmadan önce 125 yıllık bir ömrünün bulundu-
de Rüştü Paşa ve Sadık Paşa lakırdılarını ettiler…”
ğunu, ancak hakkında yeterince araştırma yapıl-
şeklinde başlayan ve Levant Herald gazetesinde
madığını, bunun da Türkiye yayınlar tarihi açısın-
padişah aleyhinde yazılan bir mektup etrafında dö-
dan noksanlık olduğunu belirtir. Bu çalışmada söz
nen tartışmanın kaydedildiği 1878 tarihli jurnal ince-
konusu mekânın tarihsel süreç içerisinde kültürel
lendiğinde, hafiyelerin en küçük ayrıntıları bile not
ve kurumsal yönleri ortaya konulmaya çalışılmış-
etmekten geri durmadıkları görülmektedir. Jurnalin
tır. Konunun daha derinlikli araştırmalara muhtaç
takdim yazısında yer alan, “ehemmiyeti hâiz değil
olduğu kesindir. Son söz yerine, Adnan Adıvar’ın
ise de, malumat olmak üzere…” padişaha bildirilmiş
1945 yılında yazdığı ve anlam ve değerinden hiç-
olduğu ifadesi, Yıldız’ın toplumsal nabızdan haber-
bir şey kaybetmeyen serzenişinin aynen verilmesi
dar olmak konusundaki tutumunu belgelemektedir.
uygun görülmüştür: “Bugün okumaya karşı arttığın-
Jurnalin bitimindeki “ilerisi tahkik olunmak üzeredir”
dan bahsedilen hevesi karşılamak üzere geniş, ay-
ibaresi, hafiyelerin bir süre daha bu iş üzerinde ça-
dınlık okuma salonları, muntazam katalogları olan
lıştıklarını göstermektedir.74
kütüphaneler açılmasını bekleyip, merhum Sarafim
Sonuç Yerine Efendi’yi hayır ile yâd ederken, şimdilik o zâtın açtı-
ğı çığıra gidecek biri çıkıp az kâr ile yetinerek böyle
İstanbul kıraathanelerinin çoğu Cumhuriyet dö-
bir kıraathane açsa, okuyucular sıcak, temiz bir yer-
neminde birahane ya da sinema salonuna dönüş-
de ‘tatlı kahve’ içip sessiz, gürültüsüz bir ortamda,
türülürken, kapılarını geleneksel sahne oyunlarına
hepsini doğal olarak alamadıkları gazete, mecmua-
kapatan Şehzadebaşı kıraathaneleri, kumar ve
ları hatta kitapları bol bol bularak okusalar, ne güzel
eğlence tutkunlarına hizmet vermeye devam etti.75
olurdu diye düşündüm. Bu işi yapacak zât, gerçi al-
Cumhuriyetin ikinci yılında İstanbul’un dokuz beledi-
tın üzerine altın yığamazdı; fakat memleketin kültür
yesi sınırları dâhilinde, toplam 87 kıraathane bulun-
tarihi –şayet yazılırsa- onun adını altın ile yazar ve
maktaydı. Bunların 51’i Beyazıt, 27’si Beyoğlu, 3’ü
gelecek nesillerin zihnine kazardı.”
Bakırköy, 2’si Anadoluhisarı, 3’ü Kadıköy ve 1’i de
______________________________________________
Yeniköy’deydi. Bu dönemde Beyoğlu’nun kıraathane * Doç. Dr., Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi
sayısında meydana gelen yükseliş dikkat çekicidir.76 1 İstanbul’un bilinen ilk kahvehanesi için yazılan tarih şi-
20. yüzyılın teknoloji çağında önce uzak dalgalı rad- irindeki “kahve-hâne mahall-i eğlence” mısraının altın-
daki hicrî 959 tarihi, 1551/1552 yılına tekabül etmekte-
yolar, ardından televizyon ve video gibi görüntülü ci- dir (A. Süheyl Ünver, “Türkiye’de Kahve ve Kahvehane-
hazların kıraathanelere girmesinin, buralardaki oku- ler”, Türk Etnoğrafya Dergisi, S. V, Ankara 1963, s. 43;
ma alışkanlığını kademeli olarak bitirdiği bilinmekte- Namık Açıkgöz, Kahvenâme, Akçağ Yayınları, Ankara,
1999, s. 3). Gelibolulu Mustafa Âli ise, İstanbul ve diğer
dir. Kıraathane geleneğinin bozulmasında, işletme Osmanlı şehirlerinde kahvehanelerin 1552/1553 yılın-
sahiplerinin zihniyetleri ve hayata bakış açılarında dan beri varlık gösterdiğini kaydetmiştir (Mevâ‘id’ün-
meydana gelen değişimin de büyük payı bulunmak- Nefâ’is Fî Kavâ’id’il-Mecâlis, neşr. İÜEF Yeniçağ Tarihi
Kürsüsü, İstanbul, 1956, s. 187). Ancak, konuyla ilgili
tadır. Sarafim gibi ticari kaygılardan uzak, kültürel
yapılan araştırmaların ittifak ettiği tarih 1554/1555 yı-
etkinliği ön planda tutan, kıraathane disiplinini bo- lıdır. Bunların dayandıkları kaynak ise, İstanbul’da ilk
zacak tavır ve etkilere izin vermeyen işletmecilerin kahvehanenin 962 yılında Halepli Hakem ve Şamlı
Şems adlı iki kişi tarafından Tahtakale’de açıldığını öne
hayattan çekilmesinin yarattığı boşluk, sonraki dö-
süren Peçevî’dir (Tarih-i Peçevî, Matbaa-yı Âmire, İs-
nemlerde doldurulamadığı gibi, genişleyerek devam tanbul, 1283, I, 363-364).
etmiştir. Bu durumda müdavimler de işletmeciye 2 Mustafa Âli, a.g.e., s. 188; Robert Mantran, XVI-XVIII.
göre şekillenmiş; garsona kaba hitaplarla seslenen, Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu, çev. M. A. Kılıçbay,
İmge Kitabevi, Ankara, 1995, s. 60.
niteliksiz, kıraathaneyi salt vakit öldürme mekânı 3 Ignatius M. D’Ohsson, 18. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 289


Adetler, çev. Z. Yüksel, Tercüman Yayınları, İstanbul, çev. M. Atik-E. Özdoğan, YKY, İstanbul, s. 71. Kıraatha-
Tarihsiz, s. 57. nelerin bir tür pansiyon hizmeti vermesi, kahvehaneler-
4 Hasan Fehmi, Coğrafya-yı Sınâî ve Ticârî, İstanbul, de de görülen bir uygulamadır. Örneğin Meşrutiyet dö-
1307, s. 113. neminde Aksaray’daki Osman Çavuş’un kahvehanesi-
5 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Hatt-ı Humâyun nin üst katında İranlılar konaklamakta idi (BOA, Dâhiliye
(HH), nr. 27034, 1246/1830-1831. Nezareti Emniyet-i Umûmiye Müdüriyeti Tahrirat Kalemi
6 Gerard de Nerval, Doğu’ya Seyahat, çev. M. Taşçıoğlu, (DH. EUM. THR), nr. 54/17). Yine Divayolu’ndaki Arif’in
Tercüman Yayınları, Ankara, 1984, s. 230 vd. Örneğin Kıraathanesi’nin üst katı, bazı müşterilerin konaklaması
Edirne’de İranlı İbiş’in kahvehanesi hakkında bk. BOA, için düzenlenmişti ve bir nevi otel hizmeti vermekteydi
Hariciye Mektubî Kalemi (HR. MKT)., nr. 3/79, 20 R (BOA, DH. EUM. THR, nr. 49/16, 2 Ramazan 1328/6
1260/9 Mayıs 1844. Eylül 1910).
7 Ekrem Işın, “Kıraathaneler”, Dünden Bugüne İstanbul 18 A. Adıvar, a.g.e., aynı yer.
Ansiklopedisi (DBİA), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 19 Ebuzziya Tevfik, “Kahvehâneler-II”, Mecmua-i Ebuzzi-
1994, IV, 563-564. ya, nr. 129, 21 Muharrem 1330, s. 47.
8 Ulla Heise, Kahve ve Kahvehane, çev. M. Tüzel, Dost 20 Kudret Emiroğlu, “Trabzon’da XIX. Yüzyıldan XX. Yüz-
Kitabevi, Ankara 2001, s. 143-147. yıla Kahvehane ve Kitabevi Bağlamında Toplumsal Ta-
9 Abdülhak Adnan Adıvar, Denemeler, der. Remzi Demir, bakalanma, Kültür ve Siyaset” Kebikeç, Sayı 10, İstan-
Epos Yayınları, Ankara 2003, s. 59. Petersburg sefiri bul 2000, s. 201. 1870 yılının Trabzon salnamesinde,
Halil Bey ile ticaret mahkemesi reisi Münif Efendi’nin Nefs-i Trabzon Kıraathanesi Müdürü Ahmed Efendi,
(sonradan Maarif Nazırı olan Münif Paşa) başını çektiği Nefs-i Samsun Kıraathanesi Müdürü Muhammed Efen-
bir grup aydının kurduğu Cemiyet-i İlmiye-i Osmâniyye di ve Nefs-i Rize Kıraathanesi Müdürü Mehmed Efendi
bünyesinde 1864 yılında açılan bu kıraathane, amacı kayıtlıdır.
ve kapsamı itibarıyla farklı bir işlev yüklenmişti. Cemi- 21 BOA, Dâhiliye Nezareti Mektubî Kalemi (DH. MKT), nr.
yetin böyle bir hizmete yönelmesindeki en büyük et- 946/51, 29 Muharrem 1323/5 Nisan 1905.
ken, İstanbul’da gazete okumaya elverişli mekânların 22 Hayal, nr. 143, 30 Nisan 1291, s. 4. Söz konusu kitap
yetersizliği ile ekonomik nedenlerden dolayı kitap satın için bk. Mustafa Hâmi Paşa, Kânûn-ı Sıhha, Süleyma-
alamayan kitapseverlerin ihtiyaçlarına cevap verme niye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Kısmı, nr. 5549,
düşüncesiydi. Kıraathane, Osmanlı Devleti’nin ilk bilim İstanbul.
dergisi olan Mecmua-yı Fünûn’u da yayımlamak sure- 23 Tarîk, nr. 1493, 9 Ramazan 1305/20 Mayıs 1888.
tiyle kıraathane kavramını daha akademik bir çerçeve- 24 Ahmed Rasim, Matbuat Hatıralarından Muharrir, Şair,
ye oturtmuştur. Kıraathane daha açılır açılmaz 7 Türkçe Edip, Kanaat Matbaası, İstanbul, 1342-1924, s. 182;
gazetenin yanı sıra, İstanbul ve Avrupa’da yayımlanan M. Sabri Koz, “Sarafim Kıraathanesi”, DBİA, İstanbul,
10 Fransızca, 5 İngilizce, 4 Ermenice ve 3 Rumca ga- 1994, VI, 459.
zeteyi düzenli olarak okuyucuya sunmuştu. Ücretsiz 25 Sivas, nr. 1, 30 Muharrem 1297/13 Ocak 1880; K. Ku-
İngilizce ve Fransızca kursunun da verildiği kıraathane, zucu, a.g.m., s. 88.
parasal nedenlerle 1867 yılında kapanmıştır. (“Cemiyet 26 “Sâye-i maârif-vâye-i hazret-i padişâhîde muhassenât-ı
Merkezinde Kıraathâne Küşâdı”, Mecmua-yı Fünûn, nr. asriyye cümle-i celîlesinden olmak üzere vilayet-i
22, Şevval 1280, s. 423-427; K. Kuzucu, a.g.m., s. 89- sâirede tanzim edildiği misillü Kastamonu vilayet-i
90). celîlesinde dahi mücerred vâli-i vilâyet devletlü Paşa
10 Peçevî İbrahim, a.g.e., s. 164. hazretlerinin ikdamât ve himemât-ı celîleleri eser-i âlîsi
11 Kemal H. Karpat, Osmanlı’da Değişim Modernleşme olarak ikinci defa tertib olunmuş olan seksen yedi sene-
ve Uluslaşma, çev. D. Özdemir, İmge Kitabevi, Ankara, si salnâmesi bu kere tab‘ ve neşr olunmuş ve derûnuna
2006, s. 492. sâl takvimi ve vekâyi‘-i umûmiyye-i meşhûre tarihleri ve
12 Palmira Brummett, İkinci Meşrutiyet Basınında İmge ve selâtin-i ‘izâm-ı Osmâniyye hazerâtıyla vükelâ-yı fihâm
Emperyalizm 1908-1911, çev. A. Anadol, İletişim Yayın- ve vüzerâ-yı ‘izâm hazerâtının esâmî-i âlîleri vilayet-i
ları, İstanbul, 2003, s. 93. mezkûreye mülhak sancakların memurîninin kâffesi
13 Osmanlı dönemi kıraathaneleri hakkında özgün bir ça- ile vilayetin bir kıta haritası ve dâhil-i vilayette bulunan
lışma için bk. Kemalettin Kuzucu, “Osmanlı Enletektüel maden ve mülhaklar ile kaplıcaları ve vilayetin hâvi ol-
Mekânlarından Kıraathaneler”, Düşünen Siyaset, Os- duğu elviye ve kaza ve nevâhînin merkez-i vilayete ve
manlı ve İdeolojisi-II, Sayı 8, Ankara, 2008, s. 83-107. yekdiğerine olan bu‘d ve mesafelerini muarrif cetveller
14 Hazîne-i Evrak, nr. 35, 26 Teşrînievvel 1297, s. 560. münderiç bulunmuş olmasına mebnî umûma nef‘-i küllî
15 Tasvîr-i Efkâr, nr. 342, 9 Cemâziyelâhir 1282/30 Ekim hâsıl olmak maksad-ı hayr-mirsadıyla nüsah-ı mütead-
1865; Necdet Hayta, Tarih Araştırmalarına Kaynak Ola- didesi kıraathâne-i âcizâneme irsâl buyrulmuş olduğun-
rak Tasvir-i Efkâr Gazetesi 1278/1862-1286/1869, Kül- dan beheri altı kuruş fiat ile füruht olunmakta olduğu”
tür Bakanlığı, Ankara, 2002, s. 251. (Basiret, nr. 98, 14 Rebîulevvel 1287, s. 4).
16 Kıraathane ve çayhaneler başlıca iki bölgede yoğun- 27 Ebuzziya Tevfik, “Kahvehaneler-III”, Mecmuayı Ebuzzi-
laşmıştı. Bunlardan birincisi Bizans ve Türk uygarlık- ya, nr. 131, 5 Safer 1330, s. 66; A. Süheyl Ünver, “Yayın
larına ait büyük mabet ve külliyelerin, resmî dairelerin Hayatımızda Önemli Yeri Olan Sarafim Kıraathanesi”,
ve eğitim kurumlarının kümelendiği, ticarî hayatı daima Belleten, XLIII/170, Nisan 1979, s. 486.
canlı tutan Kapalıçarşı gibi büyük alışveriş merkezle- 28 Tasvîr-i Efkâr, nr. 320, 10 Rebîulevvel 1282/3 Ağustos
ri ile belli başlı kütüphaneler ve sahafların bulunduğu, 1865; N. Hayta, a.g.e., s. 251.
devamlı insan kalabalığına sahne olan Sultanahmet- 29 Sivas, nr. 81, 17 Rebîulevvel 1299/8 Mart 1882.
Beyazıt bölgesiydi. Kıraathanelerin yoğunlaştığı diğer 30 Ahmed Rasim, a.g.e., s. 182.
bölge ise, Tanzimat’tan sonra gezinti, eğlence ve kül- 31 Terakki, nr. 103, 14 Zilhicce 1285/28 Mart 1869, s. 8.
tür merkezi olarak temayüz eden Şehzadebaşı’ndaki 32 A. S. Ünver, Türkiye’de Kahve ve Kahvehaneler, s. 42.
Direklerarası’ydı. 33 Ahmet Kemal Üçok, Görüp İşittiklerim, Okuyan Adam
17 François Georgeon, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Yayınları, Ankara, 2002, s. 284.
Döneminde İstanbul Kahvehaneleri”, Doğu’da Kahve ve 34 Halid Ziya Uşaklıgil, Kırk Yıl, İstanbul Matbaacılık ve
Kahvehaneler, ed. H. Desmet-Grégoire-F. Georgeon, Neşriyat T.A.Ş., İstanbul, 1936, II, 33.

290 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


35 Letâif-i Âsâr, nr. 55, 12 Ramazan 1288, s. 2-3. a.g.m., aynı yer. Yeni Osmanlılar hareketinin öncülerin-
36 Ebuzziya Tevfik, Kahvehaneler-II, s. 48-49. Namık den olup sonradan Mabeyn başkâtipliğine kadar yükse-
Kemal’in makalesi Tasvir-i Efkâr’da yayımlanmaya layık len şair, yazar ve bestekâr Nuri Bey de Divanyolu’ndaki
görülmüştü. Makalenin metni için bk. Ebuzziya Tevfik, Arif’in Kıraathanesi’ni yazıhane olarak kullanmıştı
“Kahvehaneler-III”, s. 65. (Ebuzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar, haz. Ş. Kutlu, Pega-
37 “… orası mevki-i küberâdır, hem de geçende bir gazete- sus Yayınları, İstanbul, 2006, s. 398).
de gözüme ilişti ki bir buçuk mecidiye verildiği halde bir 61 Necdet Sakaoğlu, “Mehmed V (Reşad)”, DBİA, İstan-
ay tamamıyla vakit geçirmeli, daha tatlısı bir de piyango bul, 1994, V, 345.
çıkar ise hem bedava eğleniş hem de dört mecidiyelik 62 F. Georgeon, a.g.m., s. 73; K. Kuzucu, a.g.m., s. 92-93.
bedava kitap kazanış…” (Letâif-i Âsâr, nr. 48, 16 Şaban 63 Ahmed Hamdi Tanpınar, 19uncu Asır Türk Edebiyatı
1288/30 Ekim 1871). Tarihi, 8. Baskı, Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 1997, s.
38 Salâh Birsel, Kahveler Kitabı, 4. Baskı, Sel Yayıncılık, 211-213.
İstanbul, 2002, s. 208. 64 Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, çev.
39 Tasvîr-i Efkâr, nr. 553, 21 Ramazan 1284/16 Ocak M. Türköne-F. Unan-İ. Erdoğan, haz. Ö. Laçiner, İleti-
1868; N. Hayta, a.g.e., s. 280. şim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1998, s. 283-284.
40 Terakki, nr. 169, 17 Rebîulevvel 1286/27 Haziran 1869, 65 Serdar Öztürk, Cumhuriyet Türkiyesinde Kahvehane ve
s. 8; K. Kuzucu, a.g.m., s. 88. İktidar (1930-1945), Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2005, s.
41 Basiret, nr. 98, 14 Rebîulevvel 1287/13 Haziran 1870, 80-81.
s. 4. 66 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, 3. Baskı,
42 Abdülhamid döneminin eğitim örgütünde Maarif Hil Yayınları, İstanbul, 1995, s. 174.
Nezareti’ne bağlı olarak çalışan Matbaa-yı Âmire’nin 67 Tenbihnamelerin bir örneği için bk. Takvim-i Vekâyi, nr.
personeli arasında bir müdür ile ruznamçeci bulunmak- 1057, 5 Ramazan 1285/20 Aralık 1868, s. 1-2
taydı (Bayram Kodaman, Abdülhamid Devri Eğitim Sis- 68 Tercüman-ı Hakikat, nr. 653, 7 Ramazan 1297.
temi, TTK, Ankara, 1991, s. 29). 69 BOA, Yıldız Tasnifi Perakende Evrakı Başkitâbet
43 BOA, Maarif Nezareti Mektubî Kalemi (MF. MKT), nr. Maruzâtı (Y. PRK. BŞK), nr. 49/79, 30 Şaban
65/1, 3 Zilkade 1297. 1314/3 Şubat 1897. Örneğin 1904 Ramazan’ında
44 BOA, İrade Dâhiliye, 77816, 15 B 1303/20 Nisan 1886. Direklerarası’nda Ali Çavuş ve Erzurum kıraathane-
45 İsmail Gaspıralı, Seçilmiş Eserleri, III, Dil-Edebiyat- leriyle, Aksaray’daki Mustafa Efendi gazinosunda ve
Seyahat Yazıları, haz. Y. Akpınar, Ötüken Neşriyat, İs- Fevziye’nin arkasında Kulüp diye adlandırılan mekânda
tanbul 2008, s. 325. kumar oynandığı tespit edilince, padişahın emri gereği
46 BOA, Sicill-i Ahvâl Defterleri, nr. 96, s. 219. bunlar kapatılmıştır (BOA, Y. PRK. BŞK, nr. 73/64, 4
47 BOA, DH. MKT, nr. 1417/84, 26 Receb 1304/20 Nisan Ramazan 1322/12 Kasım 1904)
1887. 70 BOA, DH. EUM. THR, nr. 14/50, 22 Zilkâde 1327/6 Ara-
48 “Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye’den neş’etle iki sene ev- lık 1909.
vel Beyoğlu Tababet Şubesi’ne bi’t-tayin hüsn-i hizmet 71 BOA, Y. PRK. BŞK, nr. 8/71, 27 Şaban 1301/21 Haziran
ve gayreti görülmekte bulunan Tabib Dikran Sarafim 1884.
Efendi’nin nizam ve emsâline tevfikan uhdesine rütbe-i 72 BOA, Yıldız Tasnifi Perakende Evrakı Dâhiliye Maruzâtı
sâlise tevcihi…” (BOA, DH. MKT, nr. 1767/112). (Y. PRK. DH), nr. 12/9. “Azâ-yı heyet kütüphaneler-
49 BOA, DH. EUM. THR, nr. 23/16. le kitapçı dükkânlarında ve kıraathanelerle gazete
50 A. Adıvar, a.g.e., s. 59. idarehânelerinde ve bunların depolarında ne kadar ki-
51 H. Z. Uşaklıgil, a.g.e., s. 35. tap risale koleksiyon varsa kemâl-i im‘ân ile hâdde-i ted-
52 BOA, Teftişât-ı Rumeli Evrakı (TFR.İ.ŞKT), nr. 31/3069, kikten imrâr edeceklerdir” (BOA, Yıldız Tasnifi Mütenev-
10 Zilhicce 1321/26 Şubat 1904. Dikran dilekçesinde vi Maruzâtı (Y. MTV), nr. 233/109, 17 Cemâziyelevvel
“Bende Kıraathâne-i Osmânî Müdürü Dikran Sarafim” 1320/21 Ağustos 1902)
imzasını kullanmıştır. 73 H. Z. Uşaklıgil, a.g.e., s. 125-126.
53 BOA, DH. MKT, nr. 844/58. Dikran’ın hazırladığı malze- 74 BOA, Yıldız Esas Evrakı (Y. EE), nr. 42/217, 13
melerin kara postasıyla nakli düşünülmüşse de, bunun Cemâziyelâhir 1295/14 Haziran 1878. Söz konusu im-
için bir vasıta bulunamamış ve malzemenin gönderil- zasız mektup ve etrafında dönen dedikodunun özeti şu-
mesi gecikmişti. Bir buçuk yıl süren bir arayıştan sonra dur: Mektupta, Sultan V. Murad’ın hiçbir sağlık sorunu
Dikran’ın tavsiyesiyle malzemeler Seyyar adlı gambotla olmadığı halde hasta gibi gösterilerek tahttan indirildiği,
gönderilebilmiştir (BOA, DH. MKT., nr. 946/51). Abdülhamid’in tahtı zorla ele geçirdiği ileri sürülmüştür.
54 S. Birsel, a.g.e., s. 209-210. Kıraathanedeki konuşmalar, bu mektubun Midhat Paşa
55 Örneğin Kâzım’ın Kıraathanesi, 1888 Ramazan’ında tarafından yazıldığı, halkın bunu fark etmediği, ancak
ünlü aşçı Haci Karabet Ağa’yı kadrosuna katmış- konunun Avrupa kamuoyunun dikkatinden kaçmadığı
tı (Tarîk, nr. 1493, 20 Mayıs 1888/9 Ramazan 1305). noktasında birleşiyordu. Avrupa, mektubu yayınlatmak
Cağaloğlu’ndaki meşhur Suriye Lokantası ise 1903 için Levant Herald gazetecisine 10 bin lira vermiş, gaze-
Ramazan’ında Şems Kıraathanesi’ne taşınmıştı (Sa- teci önce İngiltere elçisine danışmış, elçi de “yaz, sana
bah, nr. 5057, 22 Kasım 1903/2 Ramazan 1321). Aynı ne yapabilirler, nihayet matbaanı kapatırlar, ancak bana
yıl, Tıbbiye-i Mülkiye aşçısı Yakomi de Ali Çavuş’un haber verdiğini kimseye söyleme” demiştir. Konuşma-
Kıraathanesi’nde bir şube açmıştı (Sabah, nr. 5063, 8 larda ayrıca Ahmed Midhat Efendi’den bahsedilmekte,
Ramazan 1321). bu mektup ile birlikte diğer sahte belgeleri tercüme eden
56 “Gazino ve Kıraathânelerin Adem-i Nizâmı Hakkında”, Ahmed Midhat’ın Levant Herald gazetesinden 150 lira
Letâif-i Âsâr, nr. 57, 19 Ramazan 1288/2 Aralık 1871. aldığı ileri sürülmekteydi.
57 Ahmed Rasim, a.g.e., s. 182-183; M. S. Koz, a.g.m., 75 Hakkı Süha, “İstanbul Gece Yarısından Sonra”, Resimli
aynı yer. Ay, Şubat 1340, nr. 1, s. 12-13.
58 Kahkaha, nr. 24, 2 Eylül 1291/14 Eylül 1875. 76 Aynı tarihte İstanbul’da 1734 kahvehane, 37 çayhane
59 A. Adıvar, a.g.e., s. 59-60. ve 77 gazino bulunmaktaydı (T. C. İstanbul Şehrema-
60 A. S. Ünver, Sarafim Kıraathanesi, s. 481; M. S. Koz, neti Mecmuası, Sene 2, Eylül 1341/1925, Sayı 13)

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 291


YUSUF AKÇURA VE ZİYA GÖKALP’İN
ÜÇLÜ TASNİFLERİ:
ÜÇ TARZ-I SİYASET VE TÜRKLEŞMEK,
İSLÂMLAŞMAK, MUÂSIRLAŞMAK

MEHMET KAAN ÇALEN*

Meselenin Takdimi de mevcut bulunduğunu söylediği üç fikir cereyânını

Y
incelemiştir. Her iki düşünür de bahsi geçen eserle-
usuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset”i ve rinde, siyasî ve fikrî hareketleri üçlü tasnifler hâlinde
Ziya Gökalp’in “Türkleşmek, İslâmlaşmak, tahlil etmekle birlikte, Akçura ve Gökalp’in üçlü tas-
Muâsırlaşmak”ı hiç şüphesiz modern Türk nifleri tam olarak örtüşmemektedir. Akçura; Osman-
düşüncesinin en önemli metinleri arasındadır. Söz lıcılık, İslâmcılık, Türkçülük şeklinde belirlediği “üç
konusu iki metnin taalluk ettiği kimlik meselesi, bu- meslek-i siyasî” içinde “Muâsırlaşmak”ı (Batıcılığı)
gün hâlâ bütün şiddetiyle -hatta çekiciliğiyle- kamu- müstakil bir siyaset olarak zikretmemiştir. Gökalp
oyunu meşgûl etmeye devam etmektedir. Kaleme de eserine ismini veren üçlü tasnifine Osmanlıcılığı
alındıkları tarihten günümüze kadar aşağı yukarı bir dâhil etmemiştir.
asırlık zamanın geçmiş olmasına rağmen, sık sık ge-
riye dönerek bu iki esere yeniden bakma ihtiyacı duy- Akçura ve Gökalp’in üçlü tasniflerindeki
mak zorunda kalmamız, meselenin süreklilik istidadı “Muâsırlaşmak (Batıcılık)-Osmanlıcılık” değişikliği in-
göstermesinde saklı olmalıdır. “Üç Tarz-ı Siyaset” ve celenmeye değer bir konudur. Bu hususta Akçura’nın
“Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muâsırlaşmak” artık dü- “seçenekçi”, Gökalp’in ise “sentezci” olduğu tarzında
şünce tarihimizin ilgi sahasına ait iki yaşlı eser gibi ve muhtemelen kaynağını Akçura’nın Gökalp’in ölü-
gözükse de yaşamaya ve güncelliklerini muhafaza mü üzerine kaleme aldığı yazıdan3 alan bir yorumun,
etmeye devam etmektedir. araştırmacılar arasında genel bir kabule mazhar ol-
duğunu müşahede etmekteyiz. Söz konusu yorum,
İki eser ilginç benzerlikler taşımakta lâkin arala- bilhassa iki düşünürün Türkçülük anlayışlarındaki
rındaki mühim farklılıklar da dikkatten kaçmamakta- farklılıklara yapılan, ısrarlı bir vurgu üzerine bina
dır. Evvelâ her iki eser de Türk milliyetçiliğinin düşün- edilmektedir4. Şahsî kanaatimize göre Akçura’nın
ce iklimi içerisinde doğmuştur; müessirleri Türkçülük seçenekçiliği ile Gökalp’in sentezciliği ve iki mütefek-
hareketinin en önde gelen simaları arasındadır1. kirimizin iddia edildiği gibi farklı Türkçülük anlayışla-
Bununla birlikte iki düşünürün hayat hikâyeleri, öğ- rına sahip olması “Üç Tarz-ı Siyaset” ve “Türkleşmek
renim süreçleri, etkilendikleri kaynaklar, karakterleri İslâmlaşmak Muasırlaşmak” arasındaki farklılıkları
ve meselelere bakış tarzları farklılıklar arz etmektedir tatmin edici derecede izah etmeye kâfi değildir. İşbu
ki bu husus mutlak surette eserleri arasındaki farkla- çalışmada Akçura ve Gökalp’in üçlü tasniflerini tahlil
rı da tayin etmiştir2. Akçura, “Üç Tarz-ı Siyaset”inde ve mukayese ederek konuya farklı bir bakış açışı ge-
“Batı’dan feyiz alarak kuvvet kazanmak ve ilerle- tirmeye çalışacağız. Bu çalışmanın genel bir Akçura-
mek arzuları uyandıktan” sonra Osmanlı ülkesinde Gökalp mukayesesi olmadığını ve sadece iki temel
tasavvur ve takip edilen “üç meslek-i siyasî”yi tahlil metin üzerinde durulacağını peşinen belirtmenin
etmektedir. Benzer şekilde Gökalp de memleketimiz- doğru olacağını düşünüyoruz.

292 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Yusuf Akçura ve Üç Tarz-ı Siyaset hâzır-ı coğrafîsini muhâfaza etmekte midir?”
Üç Tarz-ı Siyaset, 1904 yılında, Ali Kemâl’in 2. “Muhtelif cins ve dine mensûb olup şimdiye
Kahire’de çıkardığı Türk isimli gazetede, üç bölüm kadar birbirleriyle nizâ ve cidâlden hiç hâli kalmayan
hâlinde yayımlandı ve Yusuf Akçura böylece günü- anâsırın, şimdiden sonra, terkîb ve meczi mümkün
müze kadar devam eden bir tartışmanın ilk fitilini yak- müdür?”9
mış oldu. Akçura’nın bizzat kendisinin de belirtmiş ol-
Osmanlılık siyasetinin başarıya ulaşması hâlinde,
duğu üzere, Osmanlı Devleti’ndeki siyaset tarzlarını
meydana gelecek karma Osmanlı milleti dâhilinde
isimlendirip; tasnif, tayin ve tahlil etmesi bakımından
Türkler eriyeceği ve devlet üzerindeki bütün hâkimiyet
eser bir ilk olma özelliğini taşımaktadır5. Eser ile sa-
ve nüfûzunu kaybedeceği için, bu başarının Osman-
hibinin, Volga kıyısındaki Simbir şehrinde başlayıp
lı Devleti’ne katacağı kısmî kuvveti, Akçura’nın pek
Osmanlı İstanbul’unda devam eden, daha sonra
anlamlı bulmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki böyle bir
Trablusgarb, Fransa, Kırım ve Kazan’a kadar uza-
birleşmeyi ne Türkler, ne Müslümanlar, ne gayrimüs-
nan hayat hikâyesi arasında mutlak surette bir bağ
limler, ne Rusya, ne Balkan hükûmetleri, ne de Avru-
olmalıdır. Farklı dünyalara ait tecrübeler, Akçura’ya
palılar istiyordu. Dolayısıyla “Osmanlı milleti vücûda
Osmanlı-Türk aydınlarında olmayan bir bakış açışı
getirmekle uğraşmak beyhûde bir
kazandırmıştı. Nitekim bir Osmanlı
yorgunluktu…”10 Akçura, daha ese-
aydını olan Ali Kemâl’in, Üç Tarz-ı
rinin başında, “Millet-i Osmâniyye
Siyaset’i tarihî hakikâtlere muvafık
vücûda getirmek arzusu pek âlî
bulmaması ve eseri zihnî bir ekser-
bir gâye-i hayâlîye, pek yüksek bir
sizden ibaret görmesi bu bağlam-
ümîde doğru teâlî etmiyordu” diye-
da manidardır6.
rek Osmanlıcılık siyasetiyle kendi
Akçura, “Memâlik-i idealizmi arasına bir mesafe koy-
Osmâniyye’de, Garb’dan istifâza ile muştu. Hariçteki Müslümanlara ve
iktisâb-ı kuvvet ve terakkî arzuları Türklere taalluk etmemesi sebe-
uyanalı, Hükûmet-i Osmâniyye’ye biyle mahallî ve dâhili bir mesele
tâbi’ milel-i muhtelifeyi temsîl ve olarak kalan Osmanlıcılık siyaseti,
tevhîd ile bir Millet-i Osmâniye Akçura’ya yeterince çekici gelmi-
vücûda getirmek, hakk-ı Hilâfet’in yordu. Millet tanımında ırkı (soyu)
devlet-i Osmâniyye hükümdârında esas alan Alman milliyetçilik tipolo-
olmasından istifâde ederek, bü- jisini daha doğru bulduğu için Fran-
tün İslâmları hükûmet-i mezkûre sız tipi iradî milliyetçilik anlayışı
idaresinde siyaseten birleştirmek üzerine kurulu ve Türklüğü bir refe-
(Frenklerin Panislamisme dedik- rans olarak kabul etmeyen Osman-
leri), ırk üzerine müstenid bir Türk lıcılık siyasetini reddediyordu11.
milliyet-i siyâsiyyesi teşkîl etmek”7 şeklinde üç siyasî
Akçura, Osmanlılık siyasetinin başarısızlığı
mesleğin tasavvur ve takib edildiğini belirterek, bu üç
üzerine Avrupalıların “Panislâmizm” adını verdikle-
siyaseti Osmanlı Devleti’nin menfaati nokta-i naza-
ri “İslâmiyyet politikası” ortaya çıktığını yazar. Yeni
rından tahlil etmektedir.
siyasetin esası, yeryüzündeki bütün Müslüman un-
“Millet-i Osmâniye vücûda getirmek” siyase- surları, aralarındaki soy farklarına bakmaksızın müş-
ti Akçura’ya göre “nesebî ve ırkî olmaktan ziyâde, terek dinden istifade ederek, Müslümanlar arasında
taleb-i vicdânîye müstenid” Fransız tipi milliyetçiliğe cari olan “din ve millet birdir” kaidesi çerçevesinde
göre kurgulanmıştı. II. Mahmud zamanında başlayıp, birleştirip modern mânâsıyla yeni bir millet inşa et-
Ali ve Fuad Paşalar zamanında zirve noktasına ula- mekti12. “İslâmiyyet politikası” Genç Osmanlılar’ın
şan bu siyasetin esasları, Osmanlı memleketindeki Avrupa’da bulundukları sırada, memlekete dair dı-
Müslim ile Gayrimüslim ahâliyi aynı hak ve vazifeler- şarıdan ve daha derin bir bakış kazanmaları netice-
le mücehhez kılarak aralarında tam manâsıyla eşitlik sinde doğmuş ve II. Abdülhamid’le birlikte devletin
tesis etmek ve din ve nesep ihtilâflarına bakmaksızın resmî siyaseti mevkiine yükselmişti.
ayrı milletleri birbirine karıştırarak Amerikan milleti
Akçura’ya göre İslâmiyet, İslâm dünyasının pek
gibi yeni bir Osmanlı milleti inşâ etmekti8. Akçura,
çok yerinde hâlâ Müslümanlar için en temel ve güçlü
Osmanlı sınırlarını mevcut hâliyle muhafaza edebil-
kimlik tayin edici unsurdu. İslâmiyet’in bu vasfından
mek için yegâne çarenin bu siyaset olduğunu teslim
faydalanarak Osmanlı Devleti’nin idaresindeki Müs-
etmekle birlikte, iki kışkırtıcı soruyu tartışmaya aç-
lümanlar, “Osmanlı milletine” kıyasla daha sıkı bir
maktadır:
bağla birleştirilebileceği gibi Osmanlı Padişahı’nın
1. “Osmanlı Devleti’nin hakikî kuvveti, şekl-i İslâm dünyasının büyük kısmı tarafından Halife ola-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 293


rak tanınması, bütün Müslümanların birleşmesinden Yusuf Akçura’nın Türkçülük ve İslâm arasında
doğacak büyük bir topluluğun vücuda getirilmesini kurduğu ilişki, Türk milliyetçiliğinin fikrî sistematiğinin
mümkün kılabilirdi. Lâkin Osmanlıcılığa göre daha oluşumu açısından bir başlangıç noktası kabul edile-
geniş bir proje olan İslâmcılık, kısmî dâhilî engelle- bilir. Türkçülüğün önündeki haricî engeller İslâmcılığa
rin yanında ciddi haricî engellerle karşı karşıyaydı. göre daha azdı, ne var ki Türkçülük ciddi dâhilî en-
İslâm devletlerinin hepsi Hristiyan devletlerin nüfuzu gellerle karşı karşıyaydı. Din-i İslâm, bu engellerin
altındaydı ve hemen hemen bütün Hristiyan devlet- aşılmasında ve Türk milliyetinin teşekkülünde mühim
ler, Müslüman tebaaya sahipti. “İslâmiyet politikası- bir unsur olabilirdi. Bir kısım milliyet tariflerinde din bir
nı” takip etmek demek, bütün Hristiyan dünyasına amil olarak sayılmaktaydı ve Türklerin büyük çoğun-
meydan okumak demekti ve en güçlü İslâm devleti luğu Müslüman’dı. Bu suretle dini, milletin objektif
olan Osmanlı’nın bile böyle bir teşebbüste bulunma- unsurları içine alan Türk milliyetçiliğinin klasik millet
sı zordu. Diğer yandan bu politika, Osmanlı tebaası telâkkisi oluşmaya başlıyordu17.
arasındaki Müslim-gayrimüslim ayrışmasını körükle-
Akçura, bahsi geçen üç siyasetten hangisine
yerek ciddi toprak kayıplarına sebebiyet verecekti13.
taraftar olduğunu doğrudan ifade etmeyerek ob-
Akçura, son olarak “ırk üzerine müstenid bir Türk jektif kalmaya dikkat etmiştir, fakat bilhassa eserin
milliyet-i siyâsiyyesi husule getirmek” fikrinden bah- son kısımlarında Türkçülüğe eğilimini gizlememiştir.
seder ki eser şöhretini büyük ölçüde bu bahse borç- Osmanlıcılığı faydalı fakat imkânsız bulmaktadır.
ludur. İlmî ve kültürel plânda oluşmaya başlayan Türk İslâmcılık ve Türkçülük siyasetlerindeki menfaat,
milliyetçiliğini, siyasî bir proje hâline getirmesi sebe- mahzur ve zorlukların hemen hemen eşit seviyede
biyle “Üç Tarz-ı Siyaset”i “Komünist Manifesto”ya olduğunu söyleyerek tatbikine çalışılması lâzım ge-
benzeterek Türk milliyetçiliğinin manifestosu olarak len siyasetleri ikiye indirmiştir. “Türk cerîdesinin ismi-
kabul eden araştırmacılar dahi olmuştur14. Tarihte ni işittiğim zaman, nihayet beni dâima iz’âc eden şu
hiçbir Türk devletinin bu fikrin takipçisi olmadığını suale cevap bulacağımı ümîd ve ismine nazaran o
belirttikten sonra yakın dönemde de mevcudiyetine cevabın da Türklük siyaseti olacağını zanneylemiş-
işaret olabilecek herhangi bir ipucuna rastlamadığını tim.” cümlesiyle aslında “tek tarz-ı siyasette” karar
ifade eden Akçura, Osmanlı Türklerinin Almanlarla kıldığını üstü kapalı bir şekilde beyan etmiştir18.
münasebetlerinin artması neticesinde Alman tarih
Ziya Gökalp ve Türkleşmek,
ve dilbilim araştırmalarının etkisiyle İstanbul’da Türk
İslâmlaşmak, Muasırlaşmak
milliyetçiliğine taraftar bir mahfilin oluştuğunu yazar.
Grup siyasî olmaktan ziyade ilmî bir hüviyet taşımak- Ziya Gökalp’in Türk Yurdu mecmuasında “Türk-
tadır. İslâmcılık gibi umumî bir siyaset olan Türkçü- leşmek, İslâmlaşmak, Muâsırlaşmak” üst başlığı al-
lük, Türk dünyasının muhtelif yerlerinde de doğum tında yayımladığı makaleler serisinin ilki, “memleke-
emareleri göstermektedir, fakat Akçura bu siyasetin timizde üç fikir cereyânı vardır” cümlesi ile başlamak-
henüz çok yeni olduğunu itiraf eder15. tadır. Söz konusu üç fikir cereyânı kronolojik sıraya
göre Muâsırlaşmak, İslâmlaşmak ve Türkleşmektir.
Üç Tarz-ı Siyaset’in belki de en önemli özelliği,
tahlil edilen üç siyasî fikri mukayese ederek bir birleri Gökalp, mütefekkirlerimizce evvelâ
arasındaki çelişkileri ortaya koymasıdır. Bu bağlam- “Muâsırlaşmak” lüzumunun hissedildiğini belirtir
da Akçura’nın Osmanlıcılık ve İslâmcılık karşısında ve Osmanlı-Türk modernleşmesini III. Selim dev-
Türkçülüğe kazandırdığı pozisyon ilgi çekicidir. Os- riyle başlatır. “Aslî bir akide hükmünde” gördüğü
manlı Devleti’nin Türkçülük siyaseti takip etmesi, “Muâsırlaşmak”ı herhangi bir fikrin veya grubun teke-
coğrafyasının ve altı asırlık tarihî yapısının büyük line bırakmaz ve değişen dozajlarda bütün fikir akım-
ölçüde değişmesine sebebiyet vererek bir Balkan larının muâsırlaşma eğilimi taşıdığının altını çizer19.
devleti olmaktan çıkıp bir Asya devleti olmasıyla ne- “Muâsırlaşmak cereyânı”, Gökalp’in iddia ettiği gibi
ticelenecekti. Osmanlı sınırları içindeki gayrimüslim “muayyen bir nâşire mâlik” 20 değilse hususî bir fikrî
ve Türk olmayan Müslüman unsurlar ayrışacaktı, fa- sistematiği ve programı da yok demektir. Sistemsiz
kat Osmanlı sınırları içindeki Türkler hem ırkî hem ve belirsiz bir “akidenin/temayülün/ihtiyacın/zarure-
de dinî rabıtalarla sımsıkı birleşecekler ve Türk olma- tin” üç fikir cereyânından biri ve hatta ilki mevkiine
dığı hâlde bir dereceye kadar Türkleşmiş Müslüman yükseltilmesi fazlaca cömert bir yaklaşım gibi dur-
unsurlar tamamen Türkleşeceklerdi. Bundan daha maktadır (Bu hususa netice kısmında tekrar temas
önemlisi “dilleri, ırkları, âdetleri ve hattâ ekseriyetinin edilecektir.).
dinleri bile bir olan ve Asya kıt’asının büyük kısmıy-
Gökalp, Tanzimatçıların muâsırlaşma telâkkisini
la Avrupa’nın cihet-i şarkıyyesine yayılmış bulunan
birkaç cepheden tenkit eder ve kendi muâsırlaşma te-
Türklerin birleşmesiyle” büyük bir siyasî Türk milliyeti
orisini yeni bir medeniyet tasavvuru içine oturtur. Bu-
vücuda gelecekti16.
rada muâsırlaşmayı bir dereceye kadar Osmanlıcılık

294 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


ile aynileştirdiği ve içtimaî köklerden mahrum addetti- bir zümre olduğunu belirtmekle yetinmiştir,24 fakat
ği bürokratik modernleşmeye bilhassa kozmopolitliği İslâmiyet ile Türklük arasında özel bir ilişki kurarak
sebebiyle karşı çıktığı söylenebilir21. Gökalp’in hedefi daha sonraki yıllarda Türk-İslâm Sentezi çizgisindeki
muâsır bir İslâm Türklüğü vücuda getirmektir. Bu iti- söylemin sıklıkla tekrar edeceği argümanların teme-
barla kozmopolit muâsırlaşma cereyânı yerine, millî lini atmıştır. Aynı lisanı konuşan insanlar, “aynı işti-
ölçüler çerçevesinde alternatif bir tarz-ı muâsırlaşma yak ve temâyüllere, aynı vicdan ve zihniyete” sahip
teklif etmektedir. Asrîliği aletten doğan bir olgu olarak olacakları için aynı dine inanma eğiliminde de ola-
mütalaa eden Gökalp için muâsırlaşmak, şekilce ve caklardır. Türklerin, muhtelif dinleri denedikten sonra
maişetçe Avrupalılara benzemek değil, fen ve teknik- Şamanî Yakutlar gibi birkaç küçük topluluk müstesna
te Avrupalıların seviyesine çıkmaktır22. kahir ekseriyetiyle İslâmiyet’i kabul etmesi bu tabiî
eğilimin neticesidir. Gökalp’in Yakutlar hakkındaki
Muâsırlaşmak temayülüne, İnkilâp’tan sonra
düşünceleri bu noktada çok önemlidir. Yakutların,
“İslâmlaşmak” emelinin iltihak ettiğini yazan Gökalp,
İslâmiyet’e doğru akan tabiî eğilimin dışında kal-
ilginç bir şekilde İslâmcılığı, II. Meşrutiyet dönemine
maları, coğrafî mevkilerine bağlandıktan sonra ya
münhasır ve Türkçülük ile aşağı yukarı eş zamanlı
İslâmiyet’i kabul edip Türk kalacakları, ya da Hristi-
bir olgu gibi mütalaa edip “Üç Tarz-ı Siyaset”te gö-
yanlığa geçip Ruslaşacakları, Hristiyanlığa geçtikten
rüldüğü veçhile II. Abdülhamid’in “İttihad-ı İslâm”
sonra Türklüklerini unutup Slavlaşan Bulgarlar örne-
siyasetine atıfta bulunmamaktadır. Bunun iki se-
ği de verilerek ifade edilmiştir. İslâmiyet’i Türk kalma-
bebi olabilir: Birincisi II. Meşrutiyet
nın ön şartı kabûl eden bu anlayış,
döneminde Abdülhamid aleyhin-
daha sonraki kuşakları da büyük
de oluşan tepkiyi nazar-ı dikkate
ölçüde etkilemiştir. Onun için
alarak İslâmlaşmak fikrinin taşı-
Türkleşmek demek aynı zamanda
yıcısı gördüğü “Sırât-ı Müstakîm-
İslâmlaşmak demektir.
Sebîlü’r Reşâd” mecmuası etrafın-
daki İslâmcılılarla, Abdülhamid’in Müslümanların uzak bir
İslâmcılığını ilişkilendirmek isteme- istikbâlde siyasî bir birlik teşkil
miş olabilir ki bu iki İslâmcılık tarzı etme ihtimâlini tamamen yok say-
birbirlerinden nitelik olarak farklıdır. mamakla birlikte, hazırladığı üm-
İkincisi, Gökalp, “İslâm Ümmetçiliği” met programıyla Müslüman millet-
ve “İslâm Milliyetçiliği” ayrımına gi- ler için farklı bir yol haritası çizen
derek23 bütün Müslümanların bir mil- Gökalp, ümmetçilik ile milliyetçiliği
let teşkil ettiği fikrine karşı çıkmıştır. çeşitli âyetlerden de örnekler gös-
II. Abdülhamid’in “İttihad-ı İslâm” tererek telif etmeye çalışmıştır.
siyasetini, İslâm milliyetçiliği bağ- İslâm dünyasının farklı millet-
lamında değerlendirip ötelemek ve lerden meydana geldiği kabulü
Türkçülük ile uyum hâlinde, ümmet üzerine kurduğu ümmet progra-
programına dayalı yeni bir İslâmcılık mı, kesinlikle Üç Tarz-ı Siyaset’te
kurgulamak istemiş olması ihtimâl bahsi geçen İttihad-ı İslâm dava-
dâhilindedir. Ümmet programıyla “Sırât-ı Müstakîm- sı değildir. Ümmet mefkûresini fazlaca geniş bulan
Sebîlü’r Reşâd” mecmuası etrafındaki İslâmcıları da Gökalp’e göre millet’in bütün diğer içtimâî zümrelere
iknâ edebileceğini düşünmüş ve bu gerçekleşmeyin- üstün tutulması gerekmekteydi. “Hulâsa kavme, üm-
ce “İslâm Mecmuası”nı neşretmeye başlamış olma- mete, devlete, vatana, aileye, sınıfa, hirfet ocağına
lıdır. ilh. mensup ne kadar mefkûreler varsa, cümlesi millî
mefkûrenin muavinleridir.”25
Gökalp’te İslâmlaşmanın içeri ve dışarı olmak üze-
re iki yönü vardır. Birinci yönüyle İslâm, Türk milletinin Türk milliyetçiliğinin tarihî gelişimini konu edinen
temel yapı taşlarından birisidir. İkinci yönüyle, İslâm hemen her çalışmada tekrar edildiği üzere Osmanlı
dünyası sathında, Arap harflerini muhafaza etmek, Devleti içinde milliyetçilik fikri en geç Türklerde or-
ilim ıstılahlarını müşterek hâle getirmek, müşterek bir taya çıkmıştır26. Bu gecikmede, Türklerin her üçüne
İslâm terbiyesi oluşturmak, müftülük teşkilâtları ara- birden dâhil olduğu Osmanlılık, İslâmlık ve Türklük
sında irtibat tesis etmek, hilâlin kutsiyetini muhafaza kategorileri arasındaki belirsizlik, küçümsenmeyecek
etmek gibi prensipler üzerine müesses bir ümmet derecede pay sahibi olmuştur. Gökalp, Türk milliyet-
programıdır. Ona göre, biri milliyet, diğeri ise beynel- çiliğinin önündeki bu açmazı “devlet, ümmet, millet”
mileliyet ile ilgili olması sebebiyle İslâmlaşmanın bu formülasyonuyla aşmaya çalışmıştır. Gökalp’e göre
iki ciheti arasında bir tenakuz, karşıtlık yoktur. “Türk- Türklerin millet mefkûresinden kaçınmaları, “Türklük
leşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak”ta Gökalp, ay- yok, Osmanlılık var” demeleri, devlet ile milleti bir
rıntılı bir millet/milliyet tarifi yapmamış, milletin lisanî manâda algılamalarından kaynaklanıyordu. Devlete,

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 295


ümmete ve millete ait mefkûreler başka başkadır ve hepsinde değişen dozajlarda bulunduğunu düşün-
birbirleri arasında çatışma ve çelişki yoktur diyen Gö- mesiyle, Gökalp’in de “Türkleşmek, İslâmlaşmak,
kalp, bu suretle Türk milliyetçiliğine bir yaşam alanı Muâsırlaşmak”ı kaleme aldığı dönemde Osmanlı-
açıyordu. Türkçülüğün, devletin dağılmasını hızlan- cılık fikrinin varlık zeminini kaybettiğini görmesiyle
dıracağı yönündeki tenkitlere karşı, Türklük üzerin- açıklanabilir ki bu yüzeysel değerlendirme yanlış
den yeni bir Osmanlıcılık modeli tasarlamıştır. “Asır değildir. Nitekim “Üç Tarz-ı Siyaset”in “Memâlik-i
milliyet asrıydı ve milliyet hissinin hâkim olduğu bir Osmâniyye’de, Garb’dan istifâza ile iktisâb-ı kuvvet
memleketi ancak milliyet zevkini nefsinde duyanlar ve terakkî arzuları uyanalı, belli başlı üç meslek-i
idare edebilirdi. Türkler kendi milliyetine hürmet et- siyasî tasavvur ve ta’kîb edildi sanıyorum…”30 şek-
meye başladıktan sonra diğer kavimlerin milliyetini lindeki giriş cümlesi, Akçura’nın siyasî fikirlerin neşet
de muhterem tanıyacak, kendi hak ve vazifelerini etmesiyle garplılaşma arzuları arasında bağlantı ku-
tanıdıktan sonra sâir kavimlerin de vazife ve hakla- rarak Muâsırlaşmak fikrini üç siyasî meslek için de
rını tâyin edebilecek, milliyet duygularından feragat başlangıç noktası, dolayısıyla Gökalp’in deyimiyle
etmeleri mümkün olmayan dindaş ve devlettaşlarıyla “aslî bir akide hükmünde” kabul ettiğini göstermekte-
daha güzel anlaşmak yollarını bulabilecekti. Türklük, dir. Gökalp de Akçura ile hemen hemen aynı fikirde-
kozmopolitliğe karşı İslâmiyet ve Osmanlılığın hakikî dir. Üç fikir cereyânı içinde kronolojik olarak ilk sıraya
istinatgâhıydı.”27 koyduğu, dolayısıyla bir başlangıç noktası olarak ka-
bul ettiği Muâsırlaşmak, Gökalp’e göre “mütefekkir-
Gökalp’in Türkleşme teorisi, Tanzimat’a ve Os-
lerce aslî bir akide hükmünde olduğu için, muayyen
manlı içtimaî, iktisadî ve siyasî yapısına yönelik iki
bir nâşire mâlik değildi. Her mecmûa, her gazete bu
ciddi tenkit üzerine kuruludur. Evvelâ esas gayesi
fikrin az çok müdâfiiydi.”31
bir Türk-İslâm harsı vücuda getirmek olan Gökalp,
tabiî olarak kozmopolitliğin muarızıdır ve Tanzimat- Hilmi Ziya Ülken, Ziya Gökalp’in üç fikir cereyânını
çı muâsırlaşma cereyanına, kozmopolitliği sebebiyle içtimâiyatçı görüşüyle birleştirdiğini iddia eder32. Şah-
karşı çıkmaktadır. Tanzimatçıların, Osmancılık siya- si kanaatimize göre Gökalp’in üç cereyânı birleştirdi-
seti Türklük hakkında zararlı neticeler vermiştir. İkinci ğini söylemek güçtür. Onun sistemi bu mânâda bir
olarak Osmanlı siyasî, içtimâî ve iktisadî yapısı içinde sentez veya uzlaşma değildir. Evvelâ Türkçülük ile
Türklüğün konumunu sorgulamıştır. Asker, memur ve en uzlaşmaz gibi gözüken Osmanlıcılık, Gökalp ta-
köylü sınıflarından ibaret kalan Türkler, millî iktisatla- rafından bilinçli bir şekilde ötelenmiş, sistemine dâhil
rını kurmalıydılar. Kozmopolit Osmanlı merkez yöne- bile edilmemiştir. İkinci olarak İslâmcılık hususunda
timi, Türklüğü dışlamış ve hakir görmüştü. Millî haya- Gökalp, “İslâm Ümmetçiliği” ve “İslâm Milliyetçiliği”
tı kurmak, bir Türk-İslâm harsı vücuda getirebilmek olmak üzere bir ayrıma giderek, “Üç Tarz-ı Siyaset”te
ve Türklüğün millî mefkûresini bulmak için millî tarihe “İttihad-ı İslâm” adı altında zikredilen İslâmcılığı,
ve halk edebiyatına dönmek iktizâ etmekteydi. “Bir yani İslâm milliyetçiliğini reddetmiştir33. Üçüncüsü
milletin hatıraları, an’aneleriydi” ve Türklük tarih ile Muâsırlaşmak’tan kastı ne Tanzimatçıların ne de
yaşayan halk kültüründen çalışılmalıydı28. İctihad dergisi etrafından toplanan Batıcıların gö-
rüşleri ile benzerlik arz eder. Demek ki Gökalp bir
Gökalp, “memleketimizde üç fikir cereyânı vardır”
sentez arayışı içerisinde değildir. Onun sisteminde
demektedir fakat aslında eserinin ilerleyen kısımla-
İslâmlaşmak ve Muâsırlaşmak, İslâmcı ve Batıcı pa-
rında bir dördüncü cereyândan, gerek bir fikir hare-
radigmaların tezlerinden oldukça farklıdır. Gökalp’in
keti olarak “Osmanlıcılık”tan, gerekse toplumsal bir
gayesi muasır bir İslâm Türklüğü vücuda getirmek-
kategori olarak “Osmanlılık”tan da bahsetmektedir29.
tir. Bu gaye etrafında İslâmlaşma ve muâsırlaşmayı
Acaba Gökalp, diğer fikir akımlarında mevcudiyetine
yeniden tanımlamıştır. Muâsırlaşmak, İslâmlaşmak,
işaret ettiği “hakiki ihtiyaçlardan doğma” özelliğinin
Türkleşmek şeklindeki klasik kronolojik sırayı ter-
“Osmancılık”ta eksik olduğunu mu düşünüyordu?
sine çevirerek Türklüğü başa/merkeze alan bir sis-
Gökalp’in “Osmanlıcılığı” atlaması muhakkak ki bi-
temleştirmeye gitmiştir. Belki sistemi üzerinde daha
linçli bir tercihin ürünüdür. Üzerinde mutlak surette
geniş bir mutabakat tesis edebilmek için Akçura ka-
kafa yorulması gereken bu konuyu, netice kısmında
dar keskin olmadığı, İslâmcı ve Batıcı cenahlardan
tartışmanın daha uygun olduğunu düşünüyoruz.
tepki çekmemek yahut onları iknâ etmek gayesiyle
Netice daha uzlaşmacı göründüğü söylenebilir, ama her
halükârda Gökalp’in formülasyonu bir sentez değil-
Kanaatimize göre Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp
dir; Türklük merkezli farklı bir modernleşme modeli,
iki ayrı proje, iki farklı üçlü model kurgulamamışlardır.
yeni bir medeniyet tasavvurudur.
İlk plânda Yusuf Akçura’nın “Batıcılık”, Ziya Gökalp’in
ise “Osmanlıcılık” fikrine üçlemelerinde yer verme- “Üç Tarz-ı Siyaset” ile “Türkleşmek İslâmlaşmak
mesi, Akçura’nın Batılılaşmak/Muâsırlaşmak fikrinin Muâsırlaşmak”ın yayın tarihleri arasındaki dokuz yıl-
“Üç Tarz-ı Siyaset” başlığı altında topladığı projelerin lık zaman farkı, iki eser arasındaki muhtevâ farkını

296 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


tayin eden en büyük amil olmuştur. İlk bakışta dokuz sılan Türk aydınlarının psikolojisine uygun düşmekte-
yıl, tarihî hadiselerin değerlendirilmesinde ihmâl edi- dir. Akçura’nın itirafının, konumuzu ilgilendiren kısmı,
lebilir bir zaman aralığı gibi görünse bile tarihin ola- dönemin metinlerinde bir ideoloji olarak İslâmcılıktan
ğan seyrinden çok daha hızlı aktığı bu süreçte, Os- mı, yoksa bir din olarak İslâm’dan mı yahut bir kimlik
manlı siyasî ve içtimaî yapısının yaşadığı dönüşüm olarak Türklükten mi, yoksa bir siyaset tarzı olarak
bir yana, Devletin haritasında husule gelen somut Türkçülükten ve Turancılıktan mı bahsedildiğini ayırt
değişiklikler dahi aslında bu iki eser arasındaki dokuz etmenin bazen zannedildiğinden güç olduğudur.
yılın, zannedildiğinden daha uzun olduğunu ikâz et- ______________________________________________
mektedir. Esasen bu iki eser mukayese edilmeye pek * Arş. Gör., Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, mka-
ancalen@trakya.edu.tr
müsait değildir; çünkü bir birini tamamlar niteliktedir.
1 Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’in karşılıklı münasebet-
Akçura’nın meselenin siyasî, Gökalp’in ise içtimaî lerinin pek sıcak olmadığı bilinmektedir. Bkz. Rafael
yönüyle daha fazla ilgili olduğunu söylemek müm- Muhammetdin, Türkçülüğün Doğuşu ve Gelişimi, Türk
kündür. İki düşünürün çıkış noktası iki farklı sorudur. Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 1998, s.
114-115.
Yusuf Akçura, bir siyaset bilimci, bir tarihçi olarak
2 Bu çalışmada birkaç küçük ayrıntı dışında Yusuf Akçura
Osmanlı Devleti’nin kuvvet kazanması için Osmanlı- ve Ziya Gökalp hakkında biyografik bilgi verilmeyecektir.
cılık, İslâmcılık ve Türkçülük siyasetlerinden hangisi- Bu konuda aşağıdaki eserlere başvurulabilir: Muham-
nin faydalı olacağını tartışmaya açmıştır. O devletin metdin, a.g.e.; François Georgeon, Türk Milliyetçiliği’nin
Kökenleri Yusuf Akçura (1876-1935), Çeviren: Alev Er,
dayanacağı ve üzerinden siyaset üretebileceği top-
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999; Ahmet Temir,
lumsal kategoriyi, kimliği aramaktadır. Dolayısıyla bir Yusuf Akçura, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Ya-
kimlik siyaseti ve toplumsal bir kategori olmayan Ba- yınları, Ankara 1997; Mehmet Emin Erişirgil, Bir Fikir
tıcılığı, üç siyasî meslek içine dâhil etmemesi gayet Adamının Romanı Ziya Gökalp, Nobel Yayın Dağıtım,
Ankara 2007; Uriel Heyd, Türk Ulusçuluğunun Temel-
anlaşılabilir bir durumdur. “Türkleşmek, İslâmlaşmak,
leri, Çeviren: Kadir Günay, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Muâsırlaşmak”, “Üç Tarz-ı Siyaset”e göre çok daha Ankara 2002; Nevzat Kösoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Do-
farklı şartların ürünüdür. Gökalp’in cevabını aradığı ğuşu ve Ziya Gökalp, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2005.
soru, Akçura’yı harekete geçiren sorudan farklıdır. 3 “…Münakaşaların hitamında bazen fikirlerimizin tetabuk
etmediğine şahit olurduk. Asıl ihtilâf nazarı tevlîd eden
İlk soru artık cevabını bulmuş, 1904 yılında mev- mevzulardan ziyade dimağlarımızın tabiî temayülüydü.
cudiyeti henüz müphem bir şekilde hissedilen Türk- Zannederim onun kuvvetli zekâsı, çok terkibî ve akidevî
çülük, bilhassa Balkan Savaşları’ndan sonra Türk idi. Benim çatlak kafam tahlil ve intikada meyyaldir.”
aydınlarının büyük bir kısmının, müşterek cevabı Akçuraoğlu Yusuf, “Gökalp Ziya Bey Hakkında Hatıra
ve Mülâhazalar”, Türk Yurdu, C. 8, Tutibay Yayınları,
hâline gelmiştir34. Artık gündemdeki ikinci soru, Türk- Ankara 2001, s. 86.
çülük siyasetinin esaslarının ne olacağı, Türklüğün 4 Bu hususta şu karşılaştırmalı çalışmalara bakılabilir:
nasıl tanımlanacağıdır. “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Mehmet Karakaş, Türk Ulusçuluğunun İnşası, Vadi
Muâsırlaşmak” bir sosyolog olan Gökalp’in bu ikin- Yayınları, Ankara 2000. s. 247-273; Suavi Aydın, Mo-
dernleşme ve Milliyetçilik, Gündoğan Yayınları, İstanbul
ci soruya verdiği cevabın manifestosudur. Gökalp, 2000, s. 204-218. Hilmi Ziya Ülken, Yusuf Akçura ve et-
İslâmlaşmayı, İttihad-ı İslâm manâsında değil Türk rafındakilerin 3 cereyan arasındaki problemi çözmeksi-
kimliğinin kurucu bir unsuru olarak algılamaktadır. zin sadece münakaşa ettiklerini, bu problemi bir sistem
Türk kimliğine verebileceği bir şeyi olmadığı için içinde ilk defa Ziya Gökalp’in çözmeye teşebbüs ettiğini
yazmaktadır. Bkz. Hilmi Ziya Ülken, Seçme Eserleri-I
Osmanlıcılık bilerek üçlemenin dışında bırakılmıştır. Ziya Gökalp, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstan-
Gaye, muâsır bir İslâm Türklüğü vücuda getirmektir. bul 2006, s. XVII.
5 Akçuraoğlu Yusuf, “Türkçülük”, Türk Yılı 1928, İstanbul
Yusuf Akçura’nın da yıllar sonra itiraf ettiği üze- 1928, s. 406-407.
re, Türkçülük ve İslâmcılığın kolaylıkla irredentist 6 Bkz. Ali Kemal, “Cevabımız”, (Yeni yazıya aktaran: Re-
bir karaktere bürünerek bir dış politika enstrümanı cep Duymaz), Üç Tarz-ı Siyaset Ve Düşünce Akımla-
rı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul
hâline gelebilmesi bir zihin karmaşası yaratarak millî
2004, s. 193-203.
kimliğinin oluşumundaki yerlerinin çoğu zaman ıska- 7 Yusuf Akçura, “Üç Tarz-ı Siyaset”, (Yeni yazıya aktaran
lanmasına sebebiyet vermiştir. Akçura’nın tespiti bu Recep Duymaz), Üç Tarz-ı Siyaset Ve Düşünce Akım-
noktada çok mühimdir: ları, s. 167. Üç Tarz-ı Siyaset’in tam ve orijinal metni
olması dolayısıyla makale boyunca Recep Duymaz’ın
“Bugünkü düşünceme göre, bu makalede (Üç neşrine atıfta bulunulmuştur.
Tarz-ı Siyaset’te) mühim bir tahlil noksanı vardır: 8 Akçura, a.g.m., s. 168-169.
9 Akçura, a.g.m., s. 178, 180.
‘Türklük Siyaseti’ ile ‘Tevhid-i Etrak’, ‘İslâm Siyase- 10 Akçura, a.g.m., s. 185.
ti’ ile ‘Tevhid veya İttihad-ı İslâm’ birbirlerine karıştı- 11 Akçura, a.g.m., s. 168-170.
rılmıştır. Osmanlı Devleti’nin dâhilen ‘Türklük’ veya 12 Görüldüğü üzere Akçura, Osmancılık gibi İslâmcılığı da
‘İslâm’ siyaseti takip etmesi, haricen ‘Pantürkist’ veya milliyetçilik örneğine göre kurgulanmış bir ideoloji ola-
rak değerlendirmektedir.
‘Panislâmist’ olmasını mutlaka icap ettirmez.”35 13 Akçura, a.g.m., s. 170-173, 185-188.
14 Georgeon, a.g.e., s. 2, 34; Muhammetdin, a.g.e., s.
Esasen bu durum, sürekli toprak kayıplarıyla sar-
50.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 297


15 Akçura, a.g.m., s. 173-175.
16 Akçura, a.g.m., s. 189.
17 Akçura, a.g.m., s. 190.
18 Akçura, a.g.m., s. 191.
19 Ziya Gökalp, “Üç Cereyân”, Türkleşmek İslâmlaşmak
Muâsırlaşmak, (Kitaplar-1 içinde), Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul 2007, s. 45. Dipnotlarda, Ziya Gökalp’in yayın-
larını toplu şekilde orijinal diliyle ihtivâ etmesi ve yeni bir
neşir olması sebebiyle M. Sabri Koz tarafından yayına
hazırlanan ve Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınla-
nan esere atıfta bulunulacaktır.
20 Modern tarih literatürümüzde batıcılığın merkezi ad-
dedilen İctihad dergisi etrafındaki çevreyi, Gökalp’in
Muâsırlaşmak cereyânın hususî naşiri telakki etmediği
görülmektedir. Peyami Safa, bu hususu Gökalp’in Ab-
dullah Cevded ile arasının açık olmasına bağlamak-
tadır. Bakınız: Peyami Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar,
Ötüken Neşriyat, İstanbul 1999, s. 28.
21 “Muâsırlaşmak cereyânına tâbi olanlar Tanzimat fikir-
lerini yaydıkları sırada… tarihî bir mânâyı haiz kadîm
‘Osmanlı’ tabire yerine, millî renklerden tamamıyla ârî
olmak üzere, yeni bir mânâ yapıştırmışlardı.” Bkz. Gö-
kalp, “Üç Cereyân”, a.g.e., s. 46.
22 Gökalp, “Üç Cereyân”, a.g.e., s. 48.
23 Ziya Gökalp, “Türklüğün Başına Gelenler”, a.g.e., s.
66.
24 Gökalp daha sonraki yıllarda milleti şöyle tarif edecektir:
“Millet, lisanca, dince, ahlâkça ve bediîyatça müşterek
olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bu-
lunan bir zümredir.” Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları,
(Kitaplar-1 içinde), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2007,
s. 184.
25 Ziya Gökalp, “Milliyet Mefkûresi”, a.g.e., s. 84. Gökalp’in
“bütün mefkûreler, millî mefkûrenin muavinidir.” dü-
şüncesi Üç Tarz-ı Siyaset’teki “Din-i İslâm büyük Türk
milliyyetinin teşekkülünde mühim bir unsur olabilir…
Edyân, ancak ırklarla birleşerek, ırklara muâvin ve hattâ
hâdim olarak ehemmiyet-i siyâsiyye ve ictimâiyyesini
muhâfaza edebiliyor.” düşüncesiyle uyum hâlindedir.
Akçura, a.g.m., s. 190.
26 Ziya Gökalp de aynı kanaattedir: “Milliyet mefkûresi
ibtidâ gayr-i Müslimlerde, sonra Arnavut ve Araplar-
da, en nihâyet Türklerde zuhur etti.” Bkz. Gökalp, “Üç
Cereyân”, a.g.e., s. 45.
27 Gökalp, “Üç Cereyân”, a.g.e., s. 45-47; Gökalp, “Türklü-
ğün Başına Gelenler”, a.g.e., s. 65.
28 Gökalp, “Üç Cereyân”, a.g.e., s. 46-47; Gökalp, “An’ane
ve Kaide”, a.g.e., s. 54-55; Gökalp, “Hars Zümresi, Me-
deniyet Zümresi”, a.g.e., s. 59-60; Gökalp, “Tüklüğün
Başına Gelenler”, a.g.e., s. 61-64.
29 “Bugün matbuatımızda içtimâî münakaşalara zemin
olan üç mefhum var: Türkçülük, İslâmcılık, Osmanlıcı-
lık.” Bkz. Gökalp, “Millet ve Vatan”, a.g.e., s. 78.
30 Akçura, “Üç Tarz-ı Siyaset”, a.g.m, s. 167.
31 Gökalp, “Üç Cereyân”, a.g.e., s. 45.
32 Hilmi Ziya Ülken, a.g.e., s. XXI.
33 “…Türkçülük aynı zamanda İslâmcılıktır. Yalnız Türk-
çüler İslâm ümmetçisi olmak sûretiyle kendilerini ‘İslâm
milliyetçileri’nden ayırt ederler.” Bkz. Gökalp, “Türklü-
ğün Başına Gelenler”, a.g.e., s. 66.
34 Yusuf Akçura, Balkan Savaşları arefesinde “Üç Tarz-ı
Siyaset”i tekrar bastırarak, büyük ihtimâlle ilk soruya
daha 1904 yılında verdiği cevabın ne kadar isabetli
olduğunu hatırlatmak istemiştir. Akçura, 1908’den itiba-
ren meydana gelen gelişmeleri, Üç Tarz-ı Siyaset’te sa-
rih bir şekilde gördüğünü 1928 yılında da ifade etmiştir.
Bakınız: Akçuraoğlu Yusuf, “Türkçülük”, a.g.e., s. 406.
35 Akçuraoğlu Yusuf, a.g.m., s. 406.

298 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


AZINLIKLAR VE TÜRKLEŞME
BAĞLAMINDA BİR ENTELEKTÜEL:
TEKİNALP

MELİH ÇOBAN*

O
smanlı Devleti ve erken dönem Türkiye Alliance okullarındaki eğitimi ve Selanik’te yaşadığı
Cumhuriyeti tarihi üzerine çalışan araştır- dönemde kurduğu ilişkiler ve edindiği tecrübeler.
macıların aşina olduğu bir isim olan Munis
Yahudi Aydınlanma Hareketi ve Osmanlı
Tekinalp (Moiz Kohen), yaşadığı dönemin siyasi ve
Üzerindeki Etkisi: Alliance Okulları
sosyal koşulları ve kendisinin entelektüel faaliyetleri
göz önüne alındığında oldukça ilgi çekici ve hatta eş- 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da yaşanmakta
siz nitelikte bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. olan aydınlanma sürecini yakından takip eden ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin erken dönemlerinde ağırlıklı Yahudilerin de dini bağnazlıklardan ve kendi içlerine
biçimde gözlenen ve yeni ulus devletin siyasi seçkin- kapanık sosyal yaşamlarından kurtulmak suretiyle
lerince de ortak bir milli kimlik oluşturulması amacıy- aydınlanmasını hedefleyen Moses Mendelssohn,
la desteklenen gayrimüslim azınlıkların Türkleşmesi David Franckel, Aaron-halle Wolfssohn gibi Alman
sürecinde ön plana çıkan bir isim olan Tekinalp’in Yahudi aydınları, 18. yüzyılda Haskala adıyla bili-
azınlıkların ve özellikle kendisinin de bir üyesi oldu- nen Yahudi yenilenme hareketini başlatmışlardır. Bu
ğu Yahudi cemaatinin Türkleşmesi uğrunda yapmış hareketin temel ilkesi, Avrupa’da yaşanmakta olan
olduğu çalışmalara yerli ve yabancı araştırmacı ve aydınlanmanın ve yükselen liberalizmin etkisiyle de-
bilim insanlarınca hazırlanmış çalışmalarda deği- ğişmekte olan sosyal, ekonomik ve kültürel yapılara
nilmiştir. Bununla beraber, azınlıkların Türkleşmesi Yahudilerin adapte olmasını sağlamaktı. Bu açıdan
bağlamında gerek Tekinalp’i ve entelektüel faaliyet- eğitimde ve dini anlayışta yenilikleri öngören bu hare-
lerini hatırlatmak, gerekse yaşadığı dönemin siyasi ket, Avrupa’nın diğer ülkelerindeki Yahudi aydınlarını
ve sosyal koşulları dâhilinde kendisinin entelektüel da etkileyerek Batı Avrupa çapında bir aydınlanma
formasyonunun kaynaklarını irdelemek, bu makale- hareketinin başlangıcını oluşturmuştur1.
nin temel amacını oluşturmaktadır.
Haskala ile başlayan aydınlanma hareketinin sa-
1883 yılında Serez’de bir Musevi ailenin en kü- dece Avrupa’yla sınırlı tutulmaması ve Doğu bölgele-
çük çocuğu olarak dünyaya gelen Tekinalp, hem Os- rinde yaşayan Yahudilere de ulaştırılması fikri ilk defa
manlı Devleti’nin son dönemlerine hem de Türkiye Fransa’da ortaya çıkmıştır. 1860 yılında Fransa’da
Cumhuriyeti’nin erken dönemlerine tanıklık etmiş ve Fransız Yahudi aydınları tarafından kurulan Allian-
bu dönemlerde aktif entelektüel faaliyetlerde bulun- ce Israelite Universelle (Evrensel Yahudi Birliği) adlı
muştur. İmparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde derneğin temel çıkış noktası, 1840 yılında Şam’da
milli iktisat politikaları, sosyalizm, siyonizm, Türkçülük gerçekleşen kan iftirası2 olayının Avrupa’da geniş
ve azınlıkların Türkleşmesi gibi pek çok konuda ça- yankı uyandırması üzerine geri kalmış durumların-
lışmalar yapmış olan Tekinalp’in özellikle Türkleşme dan haberdar olunan ve Avrupa’daki dindaşlarının
konusu üzerinde yoğunlaşmış olması, kendisinin en- aksine kültürel açıdan oldukça geri kalmış ve içlerin-
telektüel formasyonu göz önüne alındığında şaşırtıcı de yaşadıkları toplumlara entegrasyonu gerçekleşti-
gözükmemektedir. Bu açıdan, Türkleşme yandaşı bir rememiş olan Doğu Yahudilerine yönelik bir aydınlat-
Türk-Yahudi aydını olarak Tekinalp’i ele aldığımızda, ma projesini hayata geçirmekti3. Bahsi geçen Doğu
kendisinin entelektüel formasyonunun temellerinde Yahudileri içinde en büyük grubu Osmanlı Yahudileri
yatan iki ana etken ön plana çıkmaktadır: Tekinalp’in teşkil etmekteydi. Alliance örgütünün kuruluşundan

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 299


önce 1840 yılında Alman Yahudilerinin göndermiş Selanik’te 1873’te ünlü Alatini ailesine mensup olan
olduğu gözlemcilerin Osmanlı topraklarında yaşayan Moiz Alatini’nin girişimiyle ilk Alliance okulu kurulmuş
Yahudilere dair hazırlamış oldukları rapor, Alliance olup bunu kurulan diğer okullar izlemiştir10.
yetkililerinin dikkatini Osmanlı Yahudilerine çevirmiş-
Alliance okullarının, Doğu Yahudilerinin aydınlan-
ti. Bu rapora göre “Türkiye Yahudileri toplumun diğer
ması sürecinde en büyük rolü oynadığı tartışmasız
kesimlerinden soyutlanmış, hahamlık geleneklerine
bir gerçek olup, bu aydınlanma sürecinin doğal bir
bağlı bir şekilde yaşıyordu... Cahil, boş inançlara sa-
sonucu olarak Doğu’nun yerlisi Yahudiler arasında ilk
hip ve hoşgörüsüz idiler; çocuklarını okutmuyor, Batı
entelektüel zümre, bu okullardan mezun olan Yahu-
dillerinden hiçbirini bilmiyor ve bozuk bir İspanyolca
dilerden oluşmuştur11. Yahudi cemaatinin aydınlan-
konuşuyorlardı... Cemaat içerisinde büyük bir nüfu-
ması ve Osmanlı’nın en büyük varisi olan Türkiye’de
za sahip olan ve sık sık afaroz yetkilerini kullanan
Yahudilerin Türkleşmesi ve entegrasyonu sürecine
hahamlar, ahlaki açıdan kusursuz birer örnek olarak
öncülük edecek olan cemaat aydınları sınıfının olu-
görülüyordu”4. Bu ve benzeri raporlardaki gözlem-
şumu, Alliance okullarında alınan yüksek düzeyli
lerden yola çıkan Alliance yetkililerine göre ortada
formasyon sonucu gerçekleşmiştir. Söz konusu for-
çok önemli bir Doğu Yahudileri sorunu mevcuttu ve
masyonu ile Tekinalp de, Yahudi cemaatinin aydın
Doğudaki geri kalmış dindaşlarının aydınlanması için
kitlesi içinde yer almakla birlikte, kendisinin düşünsel
modern eğitim kurumları açarak bu aydınlanmanın
evrenini şekillendiren ve hatta aktif bir entelektüel
başını çekecek yeni aydın ve Avrupai nesiller yara-
olarak tarih sahnesinde yer almasını sağlayan ikin-
tılması gerekiyordu. Başka bir deyişle “Alliance’ın
ci bir önemli unsur da kendisinin Selanik’te yaşadığı
eğitsel amacı Doğu Yahudiliğini yenilemek ve onları
dönemde Jöntürk hareketinin önde gelen isimleriyle
özgürleşmiş Batılı, özellikle Fransız, dindaşlarının
kurduğu ilişkiler ve sözkonusu hareket içinde yer al-
suretine dönüştürmekti”5.
mış olmasıdır.
Alliance hareketini oluşturan Fransız Yahudileri,
Selanik ve İttihat Terakki Deneyimi
Fransız Devrimi sonrasında oluşan toprak esaslı va-
tandaşlık kavramı dahilinde Fransa’nın ulus-devlet Osmanlı Yahudilerinin Alliance okulları aracılı-
yapısına entegre olmuş Yahudilerdi. Modern eğitim ğıyla aydınlanma ve yenilenmeleri süreciyle aynı
ve aydınlanma aracılığıyla kendilerinin ulaştığı bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin kaderini değiştirecek
konuma Doğudaki dindaşlarının da ulaşması, yani olan önemli siyasi gelişmeler yaşanmaktaydı. Tıbbi-
yaşadıkları ülkelerdeki genel toplumsal hayata tüm ye Mektebi öğrencilerinden İbrahim Temo, Abdullah
alanlarda entegre olma bilincinin yerleşmesi amacını Cevdet, İshak Sukuti, Mehmed Reşid ve Hüseyinza-
taşımaktaydılar. Dünya Yahudiliği tarihince gözlenen de Ali tarafından 21 Mayıs 1889’da kurulan İttihad-ı
ayrımcılıklara ve kötü muamelere maruz kalmadan Osmani Cemiyeti, kısa sürede Harbiyeli öğrenciler
toplumun içinde yer alan ve vatandaşlık haklarını ve arasında da taraftarlar bulmuş ve gelişmeye başla-
sorumluluklarını bilip bundan güç alan yenilenmiş mıştı. Harbiyelilerle başlayan ve kısa sürede Abdül-
Yahudilerin yaratılması, bu açıdan hayati önem ta- hamit İstibdatı’ndan kaçmış olan diğer Jöntürklerin
şımaktaydı6. de katılımıyla büyüyen hareket, 1902 yılında Paris’te
yapılan Birinci Jöntürk Kongresi’nde ikiye bölünmüş-
Bu doğrultuda modern okullar açma çalışmaları-
tür. Jöntürklerin bir bölümü Prens Sabahattin önder-
nı ilk önce Kuzey Afrika’da başlatan Alliance, daha
liğinde ayrılarak Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merke-
sonra Osmanlı Yahudilerine yönelmiştir. 1863’te ku-
ziyet Cemiyeti’ni kurarken diğerleri Ahmed Rıza’nın
rulan Alliance İstanbul Komitesinin çalışmaları sonu-
önderliğinde Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’ni
cu Osmanlı topraklarında Alliance okulları kurulma-
kurmuşlardır. Bu cemiyetin o dönemde Selanik’te ku-
ya başlanmıştır. 1865 yılında şimdiki Yunanistan’ın
rulmuş bir başka Jöntürk hareketi olan Osmanlı Hür-
Volos kentinde kurulan okul, Osmanlı topraklarında
riyet Cemiyeti ile birleşmeye karar vermesiyle 1907
kurulmuş olan ilk Alliance okulu olmuştur7. Alliance
yılında Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti kurulmuş
İstanbul komitesinin yeni okullar açma hususun-
ve cemiyetin merkezi Selanik’e taşınmıştır12.
da yaşadığı maddi sıkıntının ünlü Yahudi zengin
Baron Maurice de Hirsch’in 1873 yılında Osmanlı Osmanlı Devleti’nin en gelişmiş şehirlerinden
Devleti’ndeki Yahudilerin eğitimine harcanmak üzere biri olan Selanik, bunun yanı sıra tüm Osmanlı
bir milyon Frank bağışlaması sayesinde aşılmasıyla, Devleti’nde Yahudilerin nüfusunun çoğunluğunu teş-
Osmanlı topraklarında birbiri ardına Alliance okulla- kil ettiği tek şehir olması itibariyle de eşsiz bir konum-
rı açılmaya başlanmıştır8. 1874 yılında Hasköy’de da bulunmaktaydı. Abdülhamit karşıtı pek çok muha-
açılan ilk Alliance erkek okulunun ardından Balat, lifin Abdülhamid istibdatından kaçarak yerleştiği ve
Kuzguncuk ve Galata’da erkek okulları, Dağhamam, İttihat ve Terakki hareketinin merkez üssü haline ge-
Galata, Hasköy ve Balat’ta kız okulları ve Ortaköy len Selanik’in bu önemli konumu çeşitli nedenlerden
karma okulu kurulmuştur9. İstanbul dışında da, Os- kaynaklanmaktaydı. Bunlardan ilki, Selanik’in coğrafi
manlı Yahudiliğinin en önemli merkezlerinden olan konumundan kaynaklanmaktaydı: “19. yüzyılın son

300 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


çeyreğinde demiryollarıyla Orta Avrupa’ya, İstanbul’a uzak konumuna rağmen Selanik’te Abdülhamit’in yol-
ve Manastır’a bağlanan Selanik, 20. yüzyılın başla- lamış olduğu pek çok muhbir ve jurnalcinin mevcut
rında 120.000 nüfusuyla Makedonya’nın metropolü olduğunun farkında olan İttihatçı kurmaylar, toplan-
konumundaydı. Avrupa’ya ve çeşitli Balkan şehirle- tılarını genelde Mason locaları gibi gizli ve herkesin
rine uzanan bir ulaşım merkezi poziyonunda olma- katılamadığı güvenli ortamlarda düzenlemişlerdir. Bu
sının verdiği coğrafi avantajlar nedeniyle Selanik, toplantılar esnasında da Mason locası üyesi Yahudi
Avusturya-Macaristan, Almanya ve Bulgaristan gibi seçkinlerle siyasi temasa ve etkileşime girmişlerdir.
ülkelerden ihraç edilen fikir ve ideolojilerin muhatabı İttihatçı fikirler kısa sürede Selanik Yahudileri ara-
olmuştur”13. Bunun yanısıra Selanik’in coğrafi konu- sında yayılmış ve onların etkisiyle İstanbul gibi diğer
mu, Abdülhamid istibdatının sınırları dışında kalması şehirlerde yaşayan dindaşları arasında da kabul gör-
itibariyle de Selanik’in Osmanlı’nın muhalif kesimleri- meye başlamıştır.
nin toplandığı bir merkez olmasında önemli bir rol oy-
Selanikli Yahudi seçkinlerinin İttihat Terakki ha-
namıştır: “Selanik’in II. Abdülhamit’in sıkı bir denetim
reketi içinde yer almaya başlamaları ve Osmanlı’nın
kurduğu İstanbul’dan uzak ama özgürlükçü düşünce
diğer şehirlerinde yaşayan Yahudileri de etkilemeleri
akımları ile ilişkiyi kurmayı kolaylaştırıp sağlayacak
sonucu, Osmanlı Yahudilerinin bu harekete verdik-
kadar Avrupa ülkelerine yakın olması, rejim karşıtı
leri destek yaygınlaşmaya başlamıştır. İttihat Terak-
Türkler için bu kenti bir merkez durumuna getirmişti”
ki hareketi içinde yer almış önemli bir şahsiyet de
14
. Buna ilaveten, İttihat ve Terakki hareketinin askeri
Tekinalp’tir. 1906 senesinde Selanik’teki Osmanlı
kanadının güçlü olması da gene Selanik’in stratejik
Hürriyet Cemiyeti üyesi Yahudi aydınların teşvikiyle
konumundan kaynaklanmıştır: “İkinci Meşrutiyet’e
cemiyete katılmış olan18 Tekinalp, Selanik’te Müslü-
doğru ilerleyen bu yıllarda ise Rumeli’in askeri açı-
man ve Yahudi aydınların bir araya geldiği entelek-
dan stratejik önemi ve bu bölgede birbirini izleyerek
tüel ortamlarda bulunan ve bu ortamlardaki fikirsel
çıkan isyanlar yüzünden Rumeli’de yoğun bir askeri
tartışmaları takip eden bir kişilikti. Bu açıdan, İttihatçı
yığılma ve dolayısı ile de seçkin subay birikimi bu-
hareketin ilk dönemlerinde hâkim olan Osmanlıcılık
lunmaktadır. Bunların buluştuğu ve kaynaştığı yer ise
düşüncesinden etkilenmiş, ama bir yandan da bu ha-
Selanik’ti”15.
reket içinde yükselmeye başlayan Türkçülük akımını
Selanik’i II. Meşrutiyet’in laboratuarı olarak tanım- da gözlemlemişti. Araştırmacı yazar Liz Behmoaras’ın
layan Fethi Tevetoğlu’nun şu ifadeleri Selanik’in 20. Tekinalp’in günlüklerine dayanarak yazmış olduğu bi-
yüzyıl başlarındaki bu özel konumunu özetlemektedir: yografisinde aktardığı üzere, Türkçülüğün gelecekte
“Büyük devletlerin zoru ile Makedonya’daki Osmanlı Osmanlı’nın hâkim ideolojisi haline geleceğine olan
jandarma kuvvetleri, yabancı subayların kumandası inancıyla Yahudilerin bu değişecek siyasi konjonktü-
altında bulunduklarından, Sultan II. Abdülhamit’in re adapte olabilmesi için çalışmaya karar vermişti19.
adamları burada çok faal değillerdi. Türklerden baş- Nitekim bu dönemde yükselmekte olan Türkçülüğün
ka Selanik sakinlerinin büyük kısmı Yahudi, Rum, ileride kurulacak olan Türk ulus devletinin ideolojik
Bulgar, Sırp ve bir miktar Avrupalıdan ibaretti. Bura- zeminlerine öncülük yapmış olması, Tekinalp’in bu
da birçok yabancı konsolosluklar, şirket ve ticaretha- ileri görüşlülüğünü kanıtlar niteliktedir.
neler, temsilcilikler açıldığı gibi, Farmasonluk locaları
Türkçülüğün yükselmeye başladığı bu dönemde
da faaliyet halinde idiler. Böylece Avrupa ile sıkı mü-
Tekinalp, Yahudilerin Türkçeye hâkimiyetlerini arttır-
nasebetler sağlanması; Yahudi, Rum, Bulgar aydın-
mak amacıyla bir takım girişimlerde bulunmuştur. Bu
larının sosyalistlik ve komitacılık faaliyetlerine sahne
husustaki ilk girişimi, 1906 senesinde Selanik Allian-
olması bakımından Selanik, gerçekten çok canlı ve
ce Okulları Mezunları Derneği’nde Selanik Yahudi
hareketli bir manzara arz ediyordu”16.
cemaatinin ileri gelenlerine hitaben yapmış olduğu
Yoğun Yahudi nüfusuyla Balkanların Kudüs’ü sa- konuşma olmuştur:
yılan Selanik, bahsedilen çeşitli özellikleri itibariyle İt-
“Benim düşüncem şudur ki, biz kovulduğumuz
tihat ve Terakki hareketinin burada üslenerek güçlen-
İspanya ülkesinden alıp beraberimizde bu topraklara
mesine katkıda bulunurken, şehrin en kalabalık etnik
getirdiğimiz ve sırtımızda bir kambur gibi taşıdığımız
grubu olan Yahudilerin de bu siyasi konjonktürden et-
şu İbrani harflerle yazılan, içinde Rumca, İtalyanca,
kilenmeleri kaçınılmaz olmuştur. Siyasal etkinliklerini
Türkçe ve Fransızca kelimeler de bulunan tuhaf, fo-
İttihat ve Terakki hareketi içinde yer alarak arttırmak
silleşmiş dili artık unutmalıyız. Tanzimat’la bize va-
yoluna giren pek çok Selanikli Yahudi seçkinin bu
tandaşlık hakları verildi, kimbilir belki çok yakın bir
hareketle tanışmasında, Selanik Yahudilerinin yük-
zamanda daha da mühim haklar verilecek. Bunları
sek kültür seviyeleri ve bu birikimleri itibariyle yeni
mutlaka kullanmalıyız, ama kullanmak için hakiki
ve modernleşmeci fikir akımlarına açık olmalarının
vatandaş olduğumuzu da ispatlamamız gerekecek.
yanı sıra, Selanik’teki mason localarında Yahudile-
Benim teklifim şöyle, isimlerimizi Türkçeleştirelim,
rin oldukça aktif bir mevcudiyetlerinin bulunması da
dualarımızı Türkçe okuyalım, evde oturdukları için
önemli rol oynamıştır17. Zira Abdülhamit istibdatından

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 301


bu güzel dilin bir tek kelimesini dahi bilmeyen refika- irdelemeden önce, İttihatçıların iktisat konusundaki
larımıza, analarımıza, babalarımıza, hahamlarımıza, görüşlerine bakmak faydalı olacaktır.
velhasıl cemaatteki herkese Türkçe öğretelim”20.
İttihat Terakki hareketinde hâkim olan iktisadi gö-
Tekinalp’in bu konuşmasını takiben yayımlamış rüşlerin temelinde, Yeni Osmanlılarla başlayan Jön-
olduğu Tamim-i Lisan-i Osmani adlı bildirisinde yine- türk hareketi içinde yaygınlaşan iktisadi liberalleşme
lemiş olduğu bu çağrı karşılıksız kalmamış ve 8 Şu- anlayışı yatmaktaydı. Yeni Osmanlılar, Tanzimat dö-
bat 1906 tarihinden itibaren Talmud Torah21 okulunda neminin iki önemli devlet adamı olan Fuat ve Ali Paşa-
Yahudi cemaatine yönelik Türkçe dersleri verilmeye ların vasiyetlerinde belirtmiş oldukları liberal ekonomi
başlanmıştır22. Tekinalp’in bu girişimleriyle eş zaman- anlayışını devralmış ve Ali Paşa’nın üzerinde durmuş
lı olarak İstanbul’daki Yahudi cemaatinin önde gelen olduğu Müslüman tebaanın fakirliği tespitinden de
aydınlarınca da Tamim-i Lisani Osmani adlı bir der- yola çıkarak yerli bir burjuvazi yaratmak gerekliliği
nek kurulmuştur. Kurucuları arasında Victor Galimidi, üzerinde durmuşlardı. Tanzimat döneminin Osmanlı
Jak Mandil, Moiz Bey dal Medico, İzak Amon, Jak ekonomisini dışa bağımlı hale getirmesine ve bu eko-
Menaşe ve ileride Osmanlı Yahudilerinin hahamba- nomik yapıdan yabancı yatırımcılar ve onların Rum ve
şısı mevkisine terfi edecek olan haham Haim Nahum Ermeni aracılarının faydalanmasına karşı tepki duy-
gibi Yahudi cemaatinin önde gelenlerinin bulunduğu maktaydılar. Yeni Osmanlılara göre iktisadi kalkınma
bu cemiyetin amacı Yahudiler arasında Türkçenin sosyal değişmenin vazgeçilmez bir parçasıydı. Dışa
yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla yerel cemaatle- bağımlı ekonomisi ve artan dış borçlanmayla bu kal-
rin yöneticisi olan hahamların Türk diline hâkim kişi- kınmanın gerçekleşmesi imkânsızdı ve bu durumdan
ler arasından seçilmesi ve Türkçe konuşan cemaat kurtulabilmenin tek çaresi, yerli bir tüccar sınıfı yarat-
liderlerinin cemaat üyelerine örnek olmasının sağlan- mak ve yerli sanayiyi kurmaktı26. Yeni Osmanlıların
ması olarak belirtilmiştir23. İstanbul Yahudi cemaatin- bu düşüncesini miras alan Jöntürklerin en nihai ama-
de Türkleşmeye yönelik Selanik’le eş zamanlı olarak cı da bir Türk burjuvazisi yaratmaktı. Jöntürklerin bu
ortaya çıkan bu gelişmeler karşısında Tekinalp, 1910 amacının altında yatan sebebi Yusuf Akçura’nın şu
yılında Alliance Mezunları Derneği’ndeki kendisiyle tespitinde bulmak mümkündür:”Çağdaş devletlerin
bu konuda hemfikir arkadaşlarıyla beraber Osmanlı- temeli burjuvazidir; modern büyük devletler, sanayi,
laştırma Birliği’ni kurmuş ve bu derneğin başkanlığını ticaret ve banka burjuvazisine dayanarak oluştular.
yapmıştır24. Türk ulusal uyanışının, Osmanlı Devleti’nde Türk
burjuvazisi, doğal kalkınışında büyük engellerle kar-
Tekinalp’i Osmanlı’nın son dönemlerinde yükse-
şılaşmazsa, Osmanlı Devleti sağlam ve kararlı bir
len Osmanlıcılık akımının etkisiyle yürüttüğü Türkleş-
gelişme sağlayacaktır”27.
me çalışmalarına sevk eden bir başka önemli husus
da, Osmanlıcılık akımının siyasi temsilcisi olan İttihat Jöntürklerin iktisat anlayışına hâkim olan Türk
ve Terakki Cemiyeti’ne üye olarak aktif bir şekilde ce- burjuvazisi oluşturma fikri, İttihat Terakki Partisi’nin
miyet için çalışması olmuştur. Cemiyet’in merkezi ko- iktidara gelmesinin ardından Cavid Bey, Rıza Tevfik
numunda olan Selanik’teki varlığı boyunca Tekinalp, ve Ahmet Şuayip’in çıkartmaya başladıkları Ulum-i
Talat Paşa, Emanuel Karasu ve Ziya Gökalp gibi İtti- İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası’nda geliştirilmiş
hatçı hareketin önde gelen isimleriyle yakın temaslar ve Cavid Bey’in Maliye Nazırı olmasıyla beraber bu
kurmuş ve bu harekete mensup pek çok Yahudi gibi, iktisat programları uygulanmaya başlamıştır28. Milli
Osmanlı Yahudilerinin Türkleşmesini savunan fikirleri iktisat programları olarak bilinen bu uygulamalar üç
benimseyerek bu fikirlerin yayılması için çaba gös- temel amaca yönelikti: “yabancı sermaye bağımlılı-
termiştir25. ğına yol açacak şartların ortadan kaldırılması ve öz
kaynaklara baş vurulması; ülke ekonomisine büyük
Tekinalp gibi Yahudi aydınlarının İttihat Terakki
ölçüde hâkim olan gayrimüslimlerin ve yabancıların
hareketi içinde yer almalarının ve cemaatin diğer
bu hakimiyetine son verilmesi ve yerlerine Müslüman
üyelerini de bu desteğe yönlendirmelerinin temelin-
Türklerin ikame edilmesi; ve son olarak halkın ziraat
de ekonomik ve siyasi olmak üzere iki ana etken ön
dışında ticaret ve sanayi alanlarına yönlendirilmesi
plana çıkmaktadır. Bu ekonomik ve siyasi etkenler
ve sosyal, kültürel ve ahlaki değerlerin de bu yeni ge-
birbirleriyle örtüşmeleri açısından bir arada ele alınır-
lişmelerle uyum içinde değişiminin sağlanması”29.
sa sözkonusu Türk-Yahudi ittifakı daha anlaşılır hale
gelmektedir. Bu ittifak dâhilinde, İttihatçıların eko- İttihat ve Terakki Partisi’nin milli iktisat politikaları-
nomik ve siyasi görüşlerinin bu dönemdeki Yahudi na Yahudi seçkinlerinin destek vermesinin temelinde,
seçkinlerinin aydın formasyonları üzerindeki etkisini 15. ve 16. yüzyıllarda imparatorluğun iç ve dış tica-
de görmemiz mümkün olmaktadır. Dönemin Yahudi retindeki hâkim konumlarını cemaatin 17. yüzyıl baş-
seçkinlerinin İttihat Terakki hareketine yaklaşmala- larından itibaren içine girdiği toplumsal gerileme sü-
rı ve dindaşlarını da bu oluşum içinde yer almaya recinde kaybetmeye başlamaları yatmaktaydı. Ünlü
yönlendirmelerinin altında yatan ekonomik sebepleri tarihçi Aron Rodrigue bu durumu şöyle açıklamakta-

302 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


dır: ”Avrupa’yı yakından tanıyan İspanya sürgünü bu Rum ve Ermeni işadamlarının İstanbul’daki tekel du-
Yahudiler, Osmanlı İmparatorluğu ile Batı arasında rumunu yıkmaya fırsat vereceğini ummaktaydılar”34.
mali ve ticari bağlantılar kurulmasında ideal birer
Osmanlı Yahudilerinin İttihat Terakki hareketine
arabulucu olmuşlardı. Onyedinci yüzyıla gelindiğinde
kitlesel olarak destek vermelerinin altında yatan bu
İberik Yarımadası’ndan Osmanlı İmparatorluğu’na
sebeplerin karşısında, İttihatçı seçkinlerin de Yahu-
olan bu Yahudi göçünün sona ermesi, Avrupa ile olan
dilerden birtakım beklentileri vardı. Dolayısıyla, iki
ilişkilerde nispeten bir zayıflamaya yol açtı. Batı ile
taraf arasındaki yakınlaşma aslında karşılıklı çıkar-
olan ticaret dizginlerini ele geçiren Rum ve Ermeni
lara dayanmaktaydı. Rumların ve Ermenilerin aksi-
girişimciler, Yahudilerin yerini almaya başladı”30. Batı
ne Yahudiler, İttihat Terakki’nin milli iktisat politikaları
dünyasıyla olan ticari ilişkilerdeki konumlarını kay-
dâhilinde oluşturmayı hedeflediği yerli burjuvazinin
betmeye başlayan Yahudilerin bu durumu, Tanzimat
bir parçası olarak görülmekteydiler. Bu durumun
sonrası Osmanlı topraklarında faaliyet göstermeye
sebebini Çağlar Keyder şu şekilde ifade etmektedir:
başlayan Batılı tüccarların ticari aracılar olarak Rum
”Rum ve Ermeni azınlıklar sadece Pazar mantığı-
ve Ermenileri tercih etmesiyle daha da derinleşmişti.
nın taşıyıcıları ve sonunda geleneksel yönetici sınıfı
Dolayısıyla, Rum ve Ermeni burjuvazisinin zayıflatıl-
bertaraf edecek kapitalist sistemin burjuva unsurları
masına yönelik uygulamalar içeren İttihatçıların milli
olarak değil, aynı zamanda bürokrasinin geleneksel
iktisat politikaları, Yahudilere ezeli ticari rakipleri kar-
sınıf dengelerini yeniden kurmasını engelleyen, em-
şısında yeniden yükselme olanağı sağlamaktaydı.
peryalizmin içerdeki destekçileri olarak görülüyor-
Yahudilerin İttihatçı hareketi desteklemesinde lardı. Bu görüş, azınlıkları Osmanlı Devleti üzerin-
rol oynayan ülke içi koşulların yanısıra, Balkanlarda deki emperyalist baskı ile özdeşleştiren bir ideolojik
Osmanlı’nın toprak kaybetmeye başlaması sonucu perspektif çerçevesinde biçimlenmişti. Rumların ve
değişen koşullar da onların bu tercihini etkileyen bir Ermenilerin Babıâli’yle ilişkilerinin evrimi, azınlıkla-
dış faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Balkanlarda rın siyasi örgütleri tarafından da paylaşılmaya baş-
yükselen milliyetçi akımların etnik açıdan homojen lanan bu bakış açısından kaynaklanıyordu. Savaş
bir nüfusu hedefleyen boyutu, bu bölgelerde yaşa- başladığında reformcu bürokrasi, hem emperyalist
yan Müslümanları ve Yahudileri olumsuz etkilemek- baskıdan kaçabilmek için azınlıkları nötralize etmek,
teydi31. Osmanlı Yahudileri, Osmanlı’dan bağımsız- hem de dış baskıların içerdeki desteği olma tehlikesi
lığını kazanan Balkan ülkelerindeki dindaşlarının, taşımayan yeni bir ayrıcalıklı grup bulma ihtiyacıyla
bu ülkelerde yükselen yerli Hristiyan burjuvazi kar- aynı anda karşılaştı. Bu tanıma uyar gözüken grup,
şısında ekonomideki hâkim konumlarını yitirmeye Müslüman Türk tüccarlardı. Musevi iş adamları da
başladığına şahit olmaktaydılar. Bu durum da onları, daha az ölçüde olsa bile tarife uygundular. Belli bir
imparatorluğu dağılmaktan kurtaracağına inandıkla- dış güçle özdeşleşmediklerinden ve ayrılıkçı bir grup
rı İttihat Terakki’nin politikalarını desteklemeye sevk olmadıklarından milli bir program içinde yer alabilir-
etmekteydi32. Buna ilaveten, Balkanlardaki bu geliş- lerdi. Yahudi aydın geleneğinin ve radikal burjuva
meler, imparatorluğun Rumeli’deki son kalelerinden eylemciliğinin İttihatçıların örgütlenmesine ve dü-
biri olan Selanik’i de tehdit etmekteydi: “Selanik’in şüncelerine katkısı olmuştu. 1908’den sonra İttihat
Osmanlı yönetiminden çıkması er veya geç Yahudi- Terakki’nin merkezi, esas olarak bir Yahudi kenti olan
lerin tasfiyesini beraberinde getirecekti. Oysa onlar, Selanik’teydi. Bu grup, İttihat Terakki’nin aradığı şart-
Türklerin millet-i hâkime olmasına ve bunun kendi- lara uygun bir ticaret burjuvazisiydi. Savaş dönemi
lerine asla unutturulmamasına rağmen, Selanik’te iktisat politikasının desteklediği grubun önemli bir bö-
kendilerini evlerinde hissediyorlardı. İspanya’dan bu- lümünü bu ticaret burjuvazisi oluşturdu”35.
raya geldiklerinden bu yana, başka şehirlerde yaşa-
İttihat Terakki’nin milli iktisat politikalarını destek-
yan dindaşlarının aksine, getto yaşamının ne anlama
leyen Tekinalp’in bu konuda yapmış olduğu çalışma-
geldiğini hiçbir zaman bilmemişler, başlarını hep dik
ların ilk örneklerine, 1916-17 yılları arasında İktisa-
tutmuşlardı”33. Dolayısıyla, nüfusunun çoğunluğunu
diyat Mecmuası’sında yazmış olduğu yazılarda rast-
oluşturdukları Selanik’in muhtemel kaybı Yahudiler
lanmaktadır. Bu yazılarında genel olarak Osmanlı’nın
açısından büyük bir facia olacaktı. İttihatçılarla Yahu-
ekonomik sorunlarına değinen Tekinalp’e göre,
diler arasındaki yakınlaşmanın sebeplerinden biri ola-
ithalatın artması sonucu Osmanlı’nın ticaret açığı-
rak Selanik’in oynadığı rolü, Doğan Avcıoğlu’nun şu
nın büyümesi, ekonomik bağımsızlığın ve kalkın-
tespiti en kapsamlı biçimde açıklamaktadır:”Burada
manın önünde en büyük engeldi. Bunun yanısıra,
hayli güçlü bir ticaret burjuvazisi yetişmişti. Selanikli
Osmanlı’nın verimli topraklarının ve maden kaynak-
dönmeler kültür seviyeleri, yabancı dil bilmeleri, kur-
larının yeterince kullanılmadığını belirtmekte ve dev-
dukları basım evleri, gazeteleri, kulüpleri, özel okul-
letin bu kaynakları daha etkin biçimde işlemesinin
ları ile bir ticaret burjuvası zümresi olarak iyice sivril-
ulusal ekonomiyi canlandıracağını savunmaktaydı36.
mişlerdi. Dönmeler ve Museviler, Jöntürk hareketini
1918 yılında Yeni Mecmua’da ele aldığı iktisat maka-
desteklemekteydiler. Bir rejim değişikliğinin onlara,
lelerinde de, Osmanlı’nın Avrupa kapitalizminin bo-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 303


yunduruğundan kurtularak kendi ulusal ekonomisini dâhil olmak üzere birbirinden farklı ideolojilere dönem
yaratmasını ve bu ekonomik yapı içinde yükselecek dönem ilgi duymuş olduğunu ifade etmektedir44. Her
bir yerli burjuvazinin devletin desteğiyle yükselece- halükarda, Türkçülük, Türkleşme ve ulusal burjuvazi
ği liberal yönü daha ağır basan bir karma ekonomi oluşturulması hususlarında kendisini bir Türk olarak
modelini sunmuştur. Tekinalp’e göre, o dönemde görerek hareket etmesi ve cemaatinin üyelerini de
Osmanlı’nın içinde bulunduğu savaş koşulları da bu kendisi gibi hareket etmeye davet etmesi itibariyle
hedefe ulaşılması için elverişlidir, zira savaş döne- Tekinalp, ilgi çekici bir konum teşkil etmekte ve konu-
minde kapitülasyonların tek taraflı kaldırılmış olması muz açısından önem kazanmaktadır.
ve İtilaf Devletleri’yle ticaretin kesilmesi yerli girişim-
Osmanlı’nın son dönemlerinde bahsi geçen siya-
cilerden oluşan bir sınıfın gelişmesini sağlayacaktı37.
si ve sosyal koşullar dahilinde entelektüel faaliyetleri-
Savaş döneminde zenginleşmiş olan kesimlerin bu-
ni sürdüren Tekinalp, Cumhuriyet’in ilanının ardından
lunduğuna da dikkat çeken Tekinalp, bu savaş zen-
değişen siyasi konjonktür dahilinde kendisine yeni bir
ginlerinin elindeki birikimin ülkenin yeni girişimcilerini
misyon edinmiş ve bu hususta çalışmalarını sürdür-
destekleyecek bir iç borçlanma mekanizmasını des-
müştür. Söz konusu misyon ise, yeni ulus-devletin
tekleyeceğini ve ülkenin kendi iç kaynakları sayesin-
şemsiyesi altında Türk Yahudi cemaatini Türk ulusal
de kalkınacağını öne sürüyordu. Bu açıdan ona göre,
kimliğine entegrasyonları hususunda yönlendirmek
I. Dünya Savaşı’nın başlaması inkılabın son perdesi-
ve yeni dönemde Yahudi cemaati ile kamuoyu ve
ni oluşturmaktaydı38.
devletin siyasi seçkinleri arasında yatıştırıcı ve uz-
Milli iktisat politikalarının temelinde yatmakta olan laştırıcı bir aracı entelektüel konumunu üstlenmektir.
yerli Türk burjuvazisi yaratma fikri, İttihatçı hareketin
Cumhuriyet Dönemi ve Tekinalp
yönelimini giderek arttırdığı bir ideolojik boyut da içer-
mekteydi. Osmanlı aydınlarının imparatorluğu çöküş- 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’in ilan edilme-
ten kurtarmak amacıyla gündemlerine almış oldukları si, Osmanlı’nın sona erip Türkiye Cumhuriyeti’nin ku-
Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi düşünce akımlarının rulmasını, bir başka deyişle imparatorluktan Türk ulus
yerini, Osmanlı’nın tebaalarının milliyetçilik akımı etki- devletine geçişi simgelemekteydi. Devletin seçkinle-
sinde imparatorluktan kopuşları süreci dâhilinde yük- rince bütün modern ulus devletlerde olduğu gibi ulus
selen Türkçülük akımı almaya başlıyordu39. Nitekim olabilmenin temel şartı olarak devletin resmi dilinin,
bu ayrılıkçı hareketler karşısında Osmanlılık kavramı- yani Türkçenin tüm vatandaşlarca konuşulabilmesi
nın birleştirici bir unsur olarak artık işlemediğini gören arzulanmaktaydı. Ancak, Osmanlı’nın çoklu etnik ya-
İttihatçılar, devletin kurtarılabilmesi için Türkçülüğe pısını miras almış olan Türkiye Cumhuriyeti’nde Türk
yönelmek zorunda kalmışlardır40. 1912’deki Balkan soylu olmayan vatandaşlar, özellikle de yüzyıllarca
Savaşları yenilgisinin ardından, Türkçülük İttihatçıla- kendi içine kapanık bir konumda yaşamış olan Ya-
rın resmi ideolojisi haline gelmiştir41. hudiler arasında Türkçenin hakim dil olması hususu
pek çok sorun arz etmekteydi.
Tekinalp, yükselen Türkçülük ideolojisinden et-
kilenen bir aydın olarak bu noktada gene karşımıza 26 Nisan 1927 tarihinde dönemin Başbaka-
çıkmaktadır. Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura’nın pan- nı İsmet İnönü’nün Türk Ocağı Yıllık Kurultayı’nda
Türkçü söylemlerinden etkilenen Tekinalp, ırken Türkiye’deki her vatandaşın Türkçe konuşması ge-
Türk olmamasına rağmen, Pan-Türkçülük ideolojisi- rektiğini belirten bir konuşma yapmasının ardından,
ni desteklemekteydi. Ona göre, Turan Birliğini ger- Dar-ül-fünun Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti’nin
çekleştirmek yolunda izlenebilecek asgari ve azami 13 Ocak 1928 tarihinde düzenlenen yıllık kongresin-
olmak üzere iki plan mevcuttu. Bunlardan birincisi- de, tarihe ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ sloganıyla mal
ne göre İstanbul’dan Baykal Gölü’ne ve Kazan’dan olacak olan bir kampanyanın başlatılmasına karar
Moğolistan’a kadar olan bölgeyi içeren küçük Tu- verilmişti. Bu kampanya dahilinde cemiyetin üyele-
ran kurulabilirdi. Küçük Turan üzerinden kurulacak ri azınlık ve yabancı dillerde konuşan vatandaşları
olan Büyük Turan ise, Japonya sınırından İskandi- uyarmaya; tiyatrolar, restoranlar, oteller, vapurlar gibi
navya Dağları’na ve Kuzey Kutup Okyanusu’ndan kamusal alanlarda herkesi Türkçe konuşmaya davet
Tibet Platosu’na kadar olan bölgeyi içermekteydi42. eden posterler asmaya başlamıştı45. Kampanya sa-
Tekinalp’in bu görüşlerinin samimiyeti konusunda dece azınlıklara ve yabancılara yönelik değildi. Özel-
kendisinin biyografilerini yazmış olan Landau ve likle Balkanlardan gelen ve anadili Türkçe olmayan
Behmoaras şüpheci yaklaşmaktadırlar. Landau’ya Boşnaklar gibi Müslüman göçmenleri de Türkçe ko-
göre Tekinalp, büyük saygı duyduğu Ziya Gökalp’in nuşmaya sevk etmeyi amaçlıyordu46. Kampanyanın
etkisinde kalarak ve de dönemin modasına uyarak arkasındaki asıl güç olduğu iddia edilen Türk Ocakla-
pan-Türkçü görüşlere yönelmiştir43. Behmoaras rının o dönemdeki Türkleştirme politikası da bu yön-
ise, Landau’nun bu görüşüne katılmakla birlikte, deydi. Türk Ocakları, Türkleştirme programlarını üç
Tekinalp’in Selanik’te yaşadığı dönemde kendisine kategoriye ayırmışlardı: gayrimüslim azınlıklar, Bal-
siyasi bir kimlik aradığını ve bu yüzden Türkçülük de kan ve Kafkas göçmenleri ve Araplar ve Kürtler gibi

304 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


yerleşik Müslümanlar47. Bazı araştırmacılara göre rın yoğunluğuna göre değişiklik arz etmekteydi. Bu
kampanyanın öncelikli hedefi Türkçeye hâkimiyet hu- doğrultuda Tekinalp, Osmanlı’nın son dönemlerinde
susunda en zayıf grup olarak görülen Yahudilerdi48. Osmanlı’ya karşı ayaklanmış olan ve Birinci Dünya
Kampanya süresince Darülfünun’lu gençlerin vatan- Savaşı ve sonrasında işgalci kuvvetleri desteklerken
daşlara Türkçe konuşmaları doğrultusunda yaptıkları bir yandan da Müslüman Türk halka karşı saldırılarda
ikazlar sonucu tansiyonun yükseldiği ve kavgalara bulunan Rum ve Ermeni azınlıkların, yaşanmış olan
dönüştüğü olaylar da meydana gelmiştir49. bu kötü mazi sebebiyle Türkleşmelerinin zor olduğu
tespitinde bulunmuştur. Tekinalp’e göre Rum ve Er-
Vatandaş Türkçe Konuş kampanyası, yeni ulus-
meni emsallerinin aksine Türkiye Yahudilerinin Türk-
devletin resmi ulusçuluk anlayışını simgelemesi açı-
leştirilmesi oldukça kolay biçimde gerçekleştirilmeye
sından da önemli bir olay olarak karşımıza çıkmak-
müsait bir karakter arz etmekte olup, bunun birinci
tadır. Yeni devletin kurucu seçkinleri, ortak kültüre
sebebi olarak Tekinalp, Türkiye Yahudilerinin Türkler-
ve ortak bir ülküye sahip bir ulus yaratmayı hedefle-
le hiçbir kötü mazisinin bulunmadığını öne sürmüş
mekteydiler ve farklı dini ve etnik unsurların bir arada
ve Hristiyan Avrupa karşısında Müslümanların ve Ya-
yaşadığı bir ortamda sözkonusu ortak kültürü oluştu-
hudilerin kader ortaklığına değinerek Yahudi ve Türk
rabilecek en önde gelen unsur dildi50.
toplumları arasındaki dini yakınlığı referans göster-
Kampanya karşısında Tekinalp ve Avram Galanti miştir. Türkiye Yahudilerinin Türkleşmelerini kolay-
gibi Yahudi aydınları devreye girerek toplumu yatıştı- laştırıcı ikinci bir sebep olarak da Tekinalp, Türkiye
rıcı ve kendi cemaatlerinin bireylerini yönlendirici bir Yahudilerinin büyük çoğunluğunun Sefaradlardan54
takım girişimlerde bulunmuşlardır. Vatandaş Türkçe oluşması ve Sefarad Yahudilerinin yaşadıkları ülke-
Konuş başlıklı bir kitap yazan Galanti, bu kitabında lerin kültürüne ve birliğine intibak hususunda çok ye-
Yahudilerin neden Türkçeye tam hâkim olmadıkları- tenekli olmalarını öne sürmüştür. Tekinalp’in belirtmiş
nın cevaplarını sunmuştur. Tekinalp ise, 1928 yılında olduğu bu tespitler, Türkiye Yahudilerinin Türkleşme-
yayımlamış olduğu Türkleştirme51 adlı kitabında hem sinin önünde hiçbir engel olmadığını ve bu sürecin
Türkiye Yahudilerine Türkleşmenin yollarını göster- çok kolay başarıya ulaşabileceğini ispat etmeye yö-
mekte, hem de resmi makamlar ve toplum nezdinde neliktir55. Ayrıca, Tekinalp’in kötü ve iyi mazili azınlık-
Yahudilerin Türkleşebilmesinin imkânsız olmadığını lar vurgusu, Yahudi aydın geleneğinde kullanılacak
sergilemeyi amaçlamaktaydı. Bu açıdan, sadece ce- olan bir başka temaya da işaret etmektedir. Osmanlı
maat sözcüsü bir aracı değil, aynı zamanda bir üyesi döneminde Rum ve Ermenilerin aksine Yahudilerin
olduğu cemaatini de yönlendirici bir aydın rolü üst- sadık unsur olduğu teması, bu çalışmanın ilerleyen
lenmekteydi. Tekinalp, yeni ulus devlette cemaatinin bölümlerinde ele alacağımız Yahudi aydınlarının ikin-
Türkleşme konusunda yaşadığı sıkıntıların bilincinde ci kuşağının çalışmalarında kendisini yoğun biçimde
olarak, yol gösterici ve uzlaştırıcı bir aydın rolü üs- hissettirecektir.
lemiştir. Türkleştirme çalışması bu rolün en belirgin
Yapmış olduğu bu tespit ve önermelerin ötesin-
kanıtlarından birini teşkil etmektedir. Tekinalp’in bu
de, Tekinalp’in Türkleştirme kitabının Yahudi cema-
çalışmasının temel çıkış noktası, Ziya Gökalp’ten al-
ati içinde asıl büyük yankı uyandırmasına kitabında
mış olduğu “Kendini Türk olarak ifade eden herkes
belirtmiş olduğu ve ‘Evamir-i Aşere’ olarak da bilinen
Türk’tür”52 düsturu olmuştur. Gökalp gibi Tekinalp
‘On Emir’ neden olmuştur. Tekinalp, Türkiye Yahudi-
de, Türk olmanın ırk, millet ve din gibi unsurlardan
lerinin Türkleşme sürecini başarıyla tamamlayabil-
ziyade Türklüğü kabul etmek ve kendini Türklük bi-
meleri için Yahudileri, belirtmiş olduğu on maddeye
linciyle ifade ederek toplum içindeki yerini almakla
uymaya ve bu maddeleri uygulatmaya davet etmiş
mümkün olacağı esasını benimsemiştir. Tekinalp’in
olup söz konusu on madde şunlardan oluşmaktadır:
kitabında vurgulamış olduğu ikinci bir önemli nokta
da, Türkiye’deki azınlıkların Türkleştirilmesinin Türk 1) İsimlerini Türkleştir 2) Türkçe konuş 3) Havra-
toplumunu güçlendirmede ve Türk kültür ve bilinci- larda duaların hiç olmazsa bir kısmını Türkçe
ni korumada hayati bir işlevi olduğudur. Ona göre, oku 4) Mekteplerini Türkleştir 5) Çocuklarını memleket
Türkleşmeyi kabul eden her vatandaş, bu yolla hem mekteplerine gönder 6) Memleket işlerine karış 7)
devletin, hem ulusun gücünü arttırmış olacaktı53. Türklerle düşüp kalk 8) Cemaat ruhunu kökünden
sök 9) Milli iktisat sahasında vazife-i mahsu-
Tekinalp bu eserinde Türkiye’deki gayrimüslim
sanı yap 10) Hakkını bil 56.
azınlıkların Türkleştirilmesi konusunda, Türkleştiril-
mesi zor olan ve kolay olan azınlıklar ayrımına gitmiş Birinci maddeyle Tekinalp, Türk olmak için Türk
ve bu doğrultuda kötü mazi kavramına yer vermiştir. ismi taşımanın şart olduğunu belirtmiş ve diğer din-
Buna göre, Türkiye’deki bazı azınlıkların Türkleş- daşlarını da kendisi gibi isimlerini Türkçeleriyle de-
mesinin kolaylık derecesi bu azınlıkların Osmanlı ğiştirmeye ve çocuklarına Türkçe isimler vermeye
döneminde Müslüman Türk çoğunlukla olan tarihi davet etmiştir. Bu maddeyi takiben Yahudileri umumi
beraberliklerinde yaşanmış olan iyi ve kötü olayla- yerlerde Türkçe konuşmaya davet eden Tekinalp,

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 305


cemaat okullarının müfredat açısından Türk okulla- cemaat içinden çıkan bir aydın olarak üstlendiği rolü
rıyla aynı niteliğe kavuşturulmasını önermiş ve Batı de vurgulamaktır. Böylelikle, Yahudilere Türkleşme-
ülkelerindeki Yahudilerin çocuklarını cemaat okulla- leri konusunda baskı yapanları veya onların Türkle-
rına değil genel devlet okullarına gönderdiği örneğini şemeyeceğini düşünenleri, cemaat içinde kendisi
vermiştir. Memleket işlerine karış maddesinde, siyasi gibi Türkleşme yanlısı önderler olduğunu göstermek
ve sosyal alanda bir azınlık cemaati bireyi psikoloji- suretiyle yatıştırmayı da amaçlamaktadır. Bu sayede
siyle geri planda kalmak yerine bir Türkiye vatandaşı de cemaatinin tepkilere maruz kalmadan Türkiye’deki
olarak bu alanlarda cereyan eden süreçlere entegre varlığını devam ettirmesini sağlamayı ümit etmiştir.
olmayı teklif eden Tekinalp, bu entegrasyon dahilinde
Türkleştirme kitabının ardından Tekinalp, yeni gi-
cemaat içine kapalı kalmak yerine dış topluma açıla-
rişimlerle de Türkiye Yahudilerinin Türkleşmesi süre-
rak Türklerle yakın münasebetler kurulmasını ve ce-
cine katkıda bulunmaya devam etmiştir. 10 Mart 1928
maat üyesi bilinciyle değil Türklük bilinciyle hareket
tarihinde hukukçu Nissim Mazliyah ve Dr. Samuel
edilmesini önermiştir. Milli İktisat sahasında vazifeni
Abrevaya gibi aydınlarla beraber Milli Hars Birliği’ni
yap maddesiyle ticarete yatkın bir cemaat olan Ya-
kurmuştur. Birliğin amacının Türk dilinin yaygınlaştı-
hudilerin bu alanda ulusal kalkınmaya katkıda bu-
rılması olduğunu belirten Tekinalp, kendisiyle yapılan
lunma bilinciyle hareket etmelerini belirten Tekinalp,
bir söyleşide mizah basınına çağrıda bulunarak kötü
son maddede Yahudilerin yasalar karşısında diğer
şiveyle konuşan Yahudilerle ilgili karikatür ve fıkrala-
vatandaşlarla eşit olan Türk vatandaşları oldukları
ra yer vermemelerini rica etmiştir. Tekinalp’e göre bu
bilinciyle hareket ederek Türk vatandaşlığının kendi-
tip yayınlar, Yahudilerin şivelerinden utanmasına ve
lerine tanımış olduğu hak ve sorumlulukların bilincin-
Türkçe konuşmaktan çekinmesine yol açmak suretiy-
de vatandaşlar olarak davranmaları gerektiğini be-
le Yahudilerin Türkleşmesine olumsuz etki yapmak-
lirtmiştir57. Bütün maddeler bir arada ele alındığında,
taydı61. Dolayısıyla Tekinalp, Yahudilerin Türkleşmesi
Tekinalp’in Yahudilere sadece dil yoluyla sosyal ve
için gerekli çabaların kendisi gibi aydınlarca gösteril-
kültürel anlamda değil, aynı zamanda hukuki, siyasi
diğini, Yahudi toplumunun da buna istekli olduğunu,
ve iktisadi açıdan da Türkleşmeyi önermekte oldu-
ancak kamuoyunun anlayışlı ve sabırlı olmasını is-
ğunu görmekteyiz. Buna ilaveten Tekinalp’in, Yahudi
temekteydi.
şeriatının temelini oluşturan Musa’nın On Emri’ne
gönderme yapmak suretiyle, cemaatine yaptığı Türk- Galanti ve Tekinalp’in Yahudilerin Türkleşmesi
leşme çağrısını daha etkili kılmaya çalıştığı da görül- sürecinde yükselen toplumsal gerilimi yumuşatmak
mektedir. amacıyla ortaya koydukları çalışmaları takip eden
dönemde Türk ulus inşa sürecinde önemli bir dö-
Türkleştirme kitabının Yahudi cemaati üzerinde
nüm noktası yaşanmaktaydı. Osmanlı mirası üzeri-
büyük etkisi olmuştur. Cemaat içindeki genç kuşağın
ne kurulu olan genç Cumhuriyet’in siyasi seçkinleri,
büyük bölümü Tekinalp’in önerilerini desteklerken,
Osmanlı’nın millet sisteminden ulus devlete geçiş sü-
dindar Yahudiler duaların Türkçe okunması husu-
recinde henüz çözülememiş bir soruna yanıt bulmaya
sunda kendisini eleştirmişlerdir. Dönemin Türkiye
çalışıyorlardı. Bu sorun esasen, yeni Cumhuriyet’le
Yahudileri Hahambaşısı Moşe Becerano yaptığı
birlikte oluşturulmaya çalışılan Türk kimliğinin açık-
açıklamada Tevrat’ın İbranice’den başka bir dilde
lığa kavuşturulması, ya da başka bir deyişle “Türk
okunmaması gerektiğini, okunsa bile bazı metinle-
Kimdir?” sorusunun cevabıydı. 1924 Anayasası ile
rin tercümesi imkânsız olduğundan ibadeti aksatıcı
vatandaşlık esasına dayalı bir Türk ulusçuluğu an-
sorunlara yol açacağını belirtmiştir58. Bu ve benzeri
layışı getirilmiş ve Türkiye toprakları üzerinde yaşa-
tepkiler karşısında Tekinalp şu açıklamayı yapmak
yan herkes Türk kabul edilmişti. Nitekim Atatürk’ün
zorunda kalmıştır:
yazmış olduğu ve 1928 yılından itibaren okullarda
“Evamir-i Aşere’min üçüncü maddesi yanlış an- okutulacak olan Yurttaşlık Bilgileri kitabında Türk
laşılmıştır. Ben, dualarını kısmen Türkçe oku demiş- ulusunu oluşturan temel unsurlar şu biçimde ifade
tim. Zira Tevrat ve Eski Ahit’ten alınan dualar sadece edilmişti: siyasal varlıkta birlik, dil birliği, yurt birliği,
İbrani dilinde okunmalıdır. Bunu elbette biliyorum. soy ve köken birliği, tarihsel yakınlık ve ahlak yakın-
Fakat Pesah’ta59 ve daha başka bayramlarda söyle- lığı62. Söz konusu unsurlar içinde geçen soy ve kö-
nen ilahiler vardır ki bunlar diğer ülkelerde o ülkenin ken birliği kavramı, Müslüman olmakla birlikte Türk
dilinde okunur. Biz ise, bunları İspanyolca söyleriz. soylu olmayan vatandaşları ve gayrimüslimleri Türk
Benim teklifim şudur ki; bu ilahiler İspanyolca yerine ulusunun kapsamı dışında tutar nitelikteydi. Ancak
Türkçe okunsun”60. Atatürk, aynı kitapta bu duruma şu ifadelerle açıklık
getirmiştir: “Bugünkü Türk ulusunun siyasal ve top-
Tekinalp’in yaptığı çalışmalardaki tek amacı Ya-
lumsal birliği içinde kendilerine Kürtlük, Çerkezlik,
hudilere Türkleşmenin yollarını göstermek değil,
Lazlık ya da Boşnaklık düşüncesi aşılanmak isten-
aynı zamanda Müslüman Türk çoğunluk ve resmi
miş vatandaşlarımız vardır... Ulusun bu bireyleri de
makamlar nezdinde Yahudilerin Türkleşmesi uğruna
genel Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe,

306 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


ahlak anlayışına ve hukuka sahip bulunuyorlar... Bu- hâkim olması, 1948 yılına kadar basılmış olan bazı
gün içimizde bulunan Hristiyan, Musevi yurttaşlar, banknotlarda kullanılan bozkurt resimleri, Halkevle-
yazgılarını ve geleceklerini Türk ulusallığına kendi rinin ırk ve antropoloji konusundaki çeşitli yayınları
vicdanlarından gelen istekleriyle bağlandıktan sonra gibi örneklerle söz konusu etnik vurgu toplum içinde
kendilerine yan gözle yabancı diye bakılması, uygar geniş ölçüde hissedilmeye başlamıştır69.
Türk ulusunun soylu ahlakından beklenebilir mi?”63.
Türk kimliğine yapılan vurgulardaki sözkonusu
Böylelikle Atatürk, devletin ulus anlayışının Türk soy-
etnik içerikli yönelim karşısında Yahudi aydınlarının
lu olmayan Müslüman vatandaşları ortak geçmiş ve
tek bir seçeneği vardı. Zira, ırken Türk olmadıkları
ahlak; gayrimüslim vatandaşları da kader ve gelecek
için kendi cemaatlerinin yükselişte olan yeni ulusçu-
birliği unsurları aracılığıyla kapsadığını belirtmiştir.
luk anlayışı dâhilinde toplumsal kabul görebilmesinin
Böylelikle, Türk ulusal kimliğine, ülkede yaşayan tüm
tek yolu dil ve kültür yoluyla Türkleşmeyi sağlamak-
vatandaşları kapsayacak ve bir ortak noktada birleş-
tan geçmekteydi. Bir yandan da, Türk ulusçuluğu
tirecek bir nitelik kazandırılmıştı. Ancak, Osmanlı’dan
içinde yükselen etnik anlayışın yol açabileceği ve
devralınan bir kimlik mirası olarak İslam, ülkedeki
Yahudilerin Türkleşmesi sürecini olumsuz etkileye-
Müslüman çoğunluk açısından Türklük kavramıyla
bilecek muhtemel toplumsal tepkileri, yürüttükleri
eş anlamlı olarak kullanılmaktaydı. Bu durum da Ke-
girişimler aracılığıyla engellemeyi amaçlıyorlardı.
malist ulusçuluk ve laiklik anlayışıylarıyla örtüşme-
Söz konusu girişimlerden birisi de Tekinalp, Hanri
mekte ve devletin siyasi seçkinlerini yeni bir ulusal
Soriano ve Marsel Franko tarafından 1934 yılında
kimlik arayışına itmekteydi64.
İstanbul’da kurulan Türk Kültür Birliği adlı dernektir70.
Bu doğrultuda Türk kimliğindeki İslam unsurunun Birliğin yirmi maddelik icraat programında genel ola-
etkisini azaltmak ve onun yerine bir başka birleşti- rak Yahudiler arasında Türkçenin yaygınlaştırılması,
rici öğe bulmak amacıyla devlet nezdinde birtakım bu hususta konferanslar düzenlenmesi ve isimlerin
girişimlerde bulunulmuştur. 28 Nisan 1930 tarihin- Türkçeleştirilmesi gibi amaçlar belirtilmiştir71.
de Türk Ocakları bünyesinde Atatürk’ün teşvikiyle
Türk Kültür Birliği’nin kuruluşunun ardından Te-
kurulan Türk Ocakları Türk Tarihi Tetkik Heyeti, pek
kinalp 1936 yılında Kemalizm adlı kitabını yayım-
çok tarihçinin bir araya gelmesiyle yeni Türk tarihinin
lamıştır. Genel olarak Kemalist ideoloji üzerine çö-
yazımı çalışmalarına başlamış ve bu çalışmaların ilk
zümlemeler yapan ve Kemalizm’i öven bu kitapta,
ürünü olarak Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kitap ha-
Yahudilerin Türkleşmesi sorununa da değinmiş olan
zırlanmıştır65. 1931’de Türk Ocaklarının kapanması
Tekinalp, Yahudilerin ve diğer azınlıkların tam anla-
üzerine Türk Tarih Tetkik Cemiyeti adını alan heyet,
mıyla Türkleşebilmeleri için bir veya iki nesil daha
Atatürk’ün emriyle sadece tarih değil, dil konusunda
geçmesi gerektiğini belirterek, toplumu ve devleti
da çalışmalar yapmak üzere bir komite kurmakla da
sabırlı olmaya davet eden çağrısını yenilemiştir72. 1
görevlendirilmişti. Böylelikle, tarih ve dil çalışmaları-
Ağustos 1939 tarihinden itibaren gazeteci Albert Ko-
nın sentezi yapılması suretiyle Türk ulusal kimliğinin
hen tarafından yayınlanmaya başlayan La Boz de
ana hatları geliştirilecekti66.
Türkiye (Türkiye’nin Sesi) gazetesinde yayımladığı
Bu doğrultuda yapılan çalışmalar sonucu hazır- yazılarında da Yahudilere umumi yerlerde Türkçe
lanan Türk Tarih Tezi’nin anahatları şu önermeler- konuşmaları ve Türkçe konuşmanın Türk toplumuna
den oluşmaktaydı: Türkler Orta Asya kökenli bir ırk aidiyet ve sadakatin en güzel kanıtı olduğu telkinle-
olup aynı coğrafyadan göç ederek yayılmış olan rinde bulunmaya devam etmiştir73.
Hint-Avrupa ırkına mensup milletlerin atasıydı. Buna
Tekinalp, söz konusu faaliyetlerinin yanısıra
ilaveten Türkler, Mısır, Sümer ve Elam gibi eski
1950 ve 1954 genel seçimlerinde Cumhuriyet Halk
medeniyetlerin de kurucuları olmuş ve göç ettikleri
Partisi’nden milletvekili adayı olmuş, ancak seçile-
tüm bölgelerde yüksek bir medeniyet yaratmışlar-
memiştir74. 1955 yılında Fransa’nın Nice kentine yer-
dı. Ayrıca, Anadolu’nun Hititlerden itibaren tüm eski
leşen Tekinalp, 1961 yılında burada vefat etmiştir75.
medeniyetleri de Türk soyluydu, dolayısıyla Türkler
İmparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinin aktif bir
Anadolu’nun en eski sakinleriydi. Türk kimliğine et-
şahsiyeti olan ve geride kitap ve makalelerden olu-
nik bir temel kazandıran bu tezin, Birinci Türk Tarih
şan pek çok yazılı çalışma bırakan Munis Tekinalp,
Kongresi’nde kabul edilmesinin ardından milli eğitim
Türkçü ve Türkleşme yandaşı bir entelektüel olarak
müfredatında hazırlanan tarih kitapları bu tezin esas-
tarih sahnesindeki yerini almıştır.
ları doğrultusunda hazırlanmış ve yeni kuşakların
______________________________________________
bu kimlik bilinciyle yetişmesi amaçlanmıştır67. Başka * Dr., Marmara Üniversitesi
bir deyişle, Osmanlı’dan miras kalan ve dinsel yönü 1 Gad Freudenhtal, “Rabbi David Franckel, Moses Men-
ağır basan bir kimlik anlayışı, Osmanlı döneminden delssohn and the Beginning of the Berlin Haskalah:
önceki Türk uygarlığının etnik vurgusu aracılığıyla Reattributing a Patriotic Sermon”. European Journal of
ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır68. Okul müfredatla- Jewish Studies, sayı 1, 2007, ss:4-8
2 Kan iftiraları, ilk defa ortaçağ Avrupasında ortaya çık-
rında Türk Tarih Tezi’yle uyumlu tarih anlatımlarının

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 307


mış bir tarihi olgudur. Hristiyan topluluklarca Yahudilere Yayınları, İstanbul, 1995, ss:93-94
yönelik bir suçlama olan kan iftiralarının temelinde, Ya- 36 Landau, ss:64-67
hudilerin Hamursuz Bayramı öncesinde hazırladıkları 37 Dumont ve Georgeon, ss:112-113
ekmeğin hamuruna kaçırdıkları bir Hristiyan çocuğunun 38 Çavdar, s:167
kanını karıştırdıkları iddiası yatmaktadır. 39 Dumont ve Georgeon, s:32
3 Aron Rodrigue, Türkiye Yahudilerinin Batılılaşması: 40 Keyder, s:87
Alliance Okulları 1860-1925. Ayraç Yayınları, Ankara, 41 Bora İşyar, “The Origins of Turkish Republican Citizens-
1997, ss:2-3 hip: The Birth of Race”. Nations and Nationalism, sayı
4 Rodrigues.16 11, 2005, s:348
5 Stanford J. Shaw, Osmanlı İmparatorluğunda ve Türki- 42 Landau, ss.51-52
ye Cumhuriyetinde Yahudiler, Kapı Yayınevi, İstanbul, 43 Landau, s.49
s.255 44 Liz Behmoaras ile yapılan görüşme, İstanbul, 14 Hazi-
6 Rodrigue, ss:8-9 ran 2007
7 Esther Benbassa ve Aron Rodrigue, Türkiye ve Bal- 45 Çağaptay, s:26
kan Yahudileri Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, 46 Sanem Aslan, “Citizen Speak Turkish: A Nation in the
s.211 Making”, Nationalism and Ethnic Politics, sayı 13, 2007,
8 Ali Arslan, Avrupa’dan Türkiye’ye İkinci Yahudi Göçü, s:253
Truva Yayınları, İstanbul, s.45 47 François Georgeon, Osmanlı-Türk Modernleşme-
9 Naim Güleryüz, Türkiye Yahudileri Tarihi I, Gözlem Ga- si (1900-1930), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2006,
zetecilik Basın ve Yayın, İstanbul, s.210 ss:57-58
10 Emre Polat, Osmanlı’nın İlk Yahudi Sosyalisti Avram 48 Çağaptay, s:26
Benaroya ve Faaliyetleri, Truva Yayınları, İstanbul, 49 Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri:
2004, s.113 Bir Türkleştirme Serüveni 1923-1945, İletişim Yayınları,
11 Benbassa ve Rodrigue, s.214 İstanbul, 1999, ss:136-138
12 Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler III. ,Tekin Yayınevi, 50 Bozkurt Güvenç, “Cumhuriyet ve Kimlik: Konu, Sorun,
İstanbul, 1998, ss:235-251 Kapsam ve Bağlam”. Artun Ünsal (Ed.), 75 Yılda Teba-
13 Emre Polat, Osmanlı’nın İlk Yahudi Sosyalisti Avram adan Yurttaşa Doğru içinde, Tarih Vakfı Yayınları, İstan-
Benaroya ve Faaliyetleri, Truva Yayınları, İstanbul, bul, 1998, s.21
2004, s.106 51 1928 yılında yayınlanmış olan itap eski alfabeyle yazıl-
14 Çetin Yetkin, Türkiye’nin Devlet Yaşamında Yahudiler mış olduğu ve yeni alfabeli çevirisi mevcut bulunmadığı
, Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş., İstanbul, için bu kitaba dair aktarımlarda ikincil kaynaklardan fay-
1996, s.150 dalanılmıştır.
15 Yetkin, s.150 52 Landau, s.282
16 Fethi Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faa- 53 Landau, ss.39-40
liyetler, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1967, ss:14-15 54 İspanya ve Portekiz kökenli Yahudilere verilen genel
17 Yetkin, s.103 isim. Osmanlı ve Türkiye Yahudilerinin büyük çoğunlu-
18 Liz Behmoaras, Bir Kimlik Arayışının Hikâyesi. , Remzi ğunu bu grup teşkil etmektedir.
Kitabevi, İstanbul, 2005, ss:38-39 55 Landau, ss.286-289
19 Behmoaras, s:27 56 Behmoaras, s.174
20 Behmoaras, s:28 57 Landau, ss.290-292
21 Yahudi mahalle mektebi 58 Behmoaras, s:174
22 Behmoaras, s.29 59 Bir Musevi dini bayramı
23 Liz Behmoaras, Kimsin Jak Samanon?, Sel Yayıncılık, 60 Behmoaras, s:176
İstanbul, 1997, ss.146-153 61 Bali, s:152
24 Jacob M. Landau: Tekinalp Bir Türk Yurtseveri. , İletişim 62 Afet İnan, Atatürk’ün Yazdığı Yurttaşlık Bilgileri, Cum-
Yayınları, İstanbul, 1996, s.17 huriyet Kitapları, İstanbul, 1997, s.21
25 Ayrıntılı bilgi için bakınız Behmoaras, Bir Kimlik Arayışı- 63 İnan, ss.23-24
nın Hikâyesi 64 Günay Göksu Özdoğan, Turan’dan Bozkurta: Tek Parti
26 Şerif Mardin, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e İktisadi Döneminde Türkçülük (1931-1946), İletişim Yayınları,
Düşüncenin Gelişmesi (1838-1918)”, Tanzimat’tan İstanbul, 2001, ss:81-83
Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, cilt III, İletişim Ya- 65 Soner Çağaptay, “Race, Assimilation and Kemalism:
yınları, İstanbul, 1985, s.626 Turkish Nationalism and the Minorities in the 1930s”.
27 Paul Dumont ve François Georgeon, Bir İmparatorlu- Middle Eastern Studies, sayı 40, Mayıs 2004, s:87
ğun Ölümü 1908-1923, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 66 Çağaptay, Islam, Secularism and Nationalism in Mo-
1997, s:76 dern Turkey, s:50
28 Tevfik Çavdar, Türkiye’de Liberalizm, İmge Kitabevi, 67 Özdoğan, ss:84-85
Ankara, 1992, ss:141-142 68 Küçük, s:87
29 Çağatay Okutan, Tek Parti Döneminde Azınlık Politika- 69 Günay Göksu Özdoğan, “Türk Ulusçuluğunda Irkçı Te-
ları, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2009, s:203 malar: 1930 ve 40’ların Türkçü Akımı”. Toplumsal Tarih,
30 Rodrigue, ss:41-42 sayı 29, Mayıs 1996, s.24
31 Soner Çağaptay, Islam, Secularism and Nationalism in 70 Landau, s:20
Modern Turkey. Routledge, London, 2006, s:5 71 Bali, s:304
32 Suavi Aydın, “Yahudiler ve Türk Milliyetçiliği”. Tarih ve 72 Tekin Alp, Kemalizm Cumhuriyet Gazete ve Matbaası,
Toplum, sayı 89, Mayıs 1991, s:44 İstanbul, 1936, s:323
33 Behmoaras, s:18 73 Bali, ss:380-382
34 Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni I, Bilgi Yayınevi, 74 Rıfat N. Bali, Devletin Yahudileri ve Öteki Yahudi, İleti-
Ankara, 1969, s:167 şim Yayınları, İstanbul, 2004, s.9
35 Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. , İletişim 75 Landau, s.22

308 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


KEMAL TAHİR’İN ANLATIMIYLA
TAŞRADAN 20. ASRIN İLK ÇEYREĞİNE
BAKIŞ

MUSTAFA BALCI*

T
ürk edebiyatının velut ve bir dönemi anlattığından sadece
çok tartışılan yazarların- Devlet Ana tarihîdir. Onun tarihî
dan biri olan Kemal Tahir’in romancı olarak bilinmesinin bir
doğum tarihi birçok kaynakta farklı sebebi yaşadığı dönemin sanat ve
yazılmaktadır. Ölümünden uzun bir düşünce gündemini tarihî görüşle-
zaman sonra yayımlanan notların- riyle yönlendiren bir yazar olması,
da da bu tutarsızlık devam etmek- bir başka sebebi de günümüz oku-
tedir. Notları yayıma hazırlayan ru için onun romanlarında işlenen
Cengiz Yazoğlu bu karmaşayı gi- konuların, hadiselerde geçen şah-
dermek amacıyla yayımlanan not- siyetlerin, yaşanan mekânın tarih
ların birinci cildinde Kemal Tahir’in kitaplarında da anılıyor olmasın-
nüfus bilgilerini verir; ancak K. dandır.
Tahir’in nüfus cüzdanında iki tarih
Doğum tarihi, kendi notlarında
vardır: 4 Rebiyülahir 1328 ve 13 Mart 1326. Cengiz
zikrettiği 1326 yılı olarak alındığında Kemal Tahir 2.
Yazoğlu bu iki tarihi yorumlarken 1326’nın yanlışlık-
Meşrutiyet’le yaşıt demektir. Gerek yaşadıklarından
la yazıldığını söyler ve yazarımızın doğum tarihini 4
kendi gözlemleri, izlenimleri gerekse yakınlarından
Rebiyülahir 1328’i esas alarak miladî 15 Nisan 1910
dinledikleri, ileriki yıllarda yazacağı birçok romanın
olduğunu söyler (TAHİR 1989: 5).
ya asıl konusunu oluşturacak veya asıl konuya ze-
Öte yandan notların bir diğer cildinde “Notların- min oluşturacaktır.
dan 1933’e Kadar Kemal Tahir’in Özgeçmişi” başlığı
Devlet Ana dışındaki romanları bir ikisi istisna
altında bir ek verilmiştir. Buradaki bilgide ise “908
edilirse çoğu 20. asırda yaşanan hadiseleri konu
Doğdu. 914 mahalle mektebine gitti. 6 yaşında” şek-
edinmiştir. Babasının hayatının ana çizgilerini kul-
linde bir bilgi vardır. Cengiz Yazoğlu bu durumu “Bu
landığı Bir Mülkiyet Kalesi 19. asrın sonlarında, Sul-
farklılık karşımıza yeni bir araştırma konusu çıkar-
tan 2. Abdülhamid’in marangozhanesinde başlar ve
maktadır” şeklinde yorumlar (TAHİR 1990: 7).
1930’larda biter. Yedi Çınar Yaylası da 19. asrın orta-
Kemal Tahir’in genellikle tarihî roman yazdığı larında Çorum’da geçer. Bitmemiş romanları arasın-
hakkında bir kabul vardır. Halbuki onun romanla- da yer alan Topal Kasırga tamamlanabilseydi Timur
rı arasında kendisinden yaklaşık 500 sene önceki ve devrini anlatığından tarihî roman olabilecekti.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 309


Kemal Tahir’in romanları iki temel başlık altın- alan yazar, taşra romanları için de bu olaylardan de-
da toplanabilir. İlki İstanbul merkezli romanlardır. ğişik fonlar oluşturur.
Bunlar içinde mekân bazen İstanbul’un dışında
Romanlarda Hadiselerin Kullanımı
olabilir. Bu durum geçicidir. Romanın ve hadisele-
rin merkezi İstanbul’dur. Bir Mülkiyet Kalesi’nde, Kemal Tahir, taşra romanlarında tarihimizin bu
Kurt Kanunu’nda ve Yorgun Savaşçı’da hadiseler büyük hadiselerini üç şekilde kullanmıştır. Kahra-
İstanbul’da başlar, değişik sebeplerle taşraya uğrar, manların bizzat yaşadığı hadiseler, kahramanların
ancak İstanbul her zaman merkezdedir. İkinci türde- uzakta olduğu, ama sonuçlarından etkilendiği hadi-
kiler ise İstanbul dışı veya taşra romanları diyebile- seler ve bir tarihçi gibi kendi anlattığı hadiseler.
ceğimiz eserleridir. Bunlar da genellikle Çankırı ve
İlk şekle örnek Kelleci Memet romanıdır (TAHİR
Çorum’un mekân olarak seçildiği romanlardır.
1973-1: 150-177). Kelleci Memet cinayetten Çankırı
Sanatçı kişiliğinin ötesinde toplumsal hayatı- Cezaevinde yatan bir mahpustur. Bir gün babası ziya-
mız, tarih, özellikle Osmanlı Devleti ve Batılaşma retine geldiğinde mahpushane arkadaşı “İstanbul’un
maceramız hakkındaki görüşleri ve düşünceleri, gazetecisi Murat Bey”i babasıyla tanıştırır:1
yaşarken de ölümünden sonra da kamuoyunda çok
“Bak baba! Bizim Murat Bey sana para verdi…
tartışılmıştır. Eserlerinde, konuşmalarında, gazete
Bizim Murat Bey… İstanbul’un gazetecisi… Burada
ve dergilere açıkladığı görüşlerinde ortaya koyduğu
bizi hep defterine almakta ki… İleride İstanbul’un ga-
fikirler entelektüel kamuoyunu hayli meşgul etmiştir.
zetesine yazacak…” (s. 150)
Bundan dolayı sanatçı veya düşünür olarak aydınlar
arasında kendisini sevenler olduğu gibi sevmeyen- Burada hoş-beşten sonra Kelleci’nin babası “Ru-
ler de çok fazladır. Ölümünden yıllar sonra yayım- fat Ağa”nın “-Vaktiyle fırsat ele geçmişken okumayı
lanan notları yaşarken ortaya çıkmasına sebep ol- bellemedik de haltettik. İstanbul’un Yıldız kışlasında
duğu tartışmaların uzun süre daha devam etmesini bölük emini rahmetli Salih onbaşı bizi az zorlatmadı”
sağlamıştır. şeklinde başlayan “Seferberlik” hatıraları romanın
tamamen dışında farklı bir kurgu olarak 27 sayfada
20. asır Türk tarihi açısından baş döndürücü ha-
verilmektedir. Bu hatıralarında “Rufat Ağa” 1. Cihan
diselerin, savruluşların ve kopuşların yaşandığı yıl-
Harbi’nde yaşadıklarını anlatır. İstanbul’a gelişle-
ları içinde barındırır. 2. Meşrutiyet ve sonrasında ya-
ri, pahalıdır diye tramvaya binmediklerinden dolayı
şanan gelişmeler, Trablusgarb’ın işgali, Balkan sa-
susayışlarını, oradaki bir bakkalda ilk kez gazoz
vaşları ve Rumeli coğrafyasının ülkeden kopuşu, 1.
içince dillerindeki karıncalaşmadan nasıl korktukla-
Cihan Harbi, İstanbul’un işgali, Osmanlı Devleti’nin
rını, duydukları telaşa çevrelerindekilerin nasıl gül-
parçalanışı, Millî Mücadele, Cumhuriyetin kuruluşu
düğünü, gördükleri talimleri, Süleyman Askerî Bey’i,
ve sonrasında yaşanan önemli hadiseler… bütün bu
“Basra’yı basan İngiliz kumandanı, İngiliz kralının
zikredilen büyük olaylar yaklaşık 20 yıllık bir zaman
öz damadı”nı esir alışlarını, sonrasında yaşanan
zarfında yaşanmıştır. İşte bu süre, Kemal Tahir’in ço-
bozgunu, Süleyman Askerî Bey’in intiharını, salgın
cukluk ve ilk gençlik yıllarını yaşadığı zamandır. Ta-
hastalıkları, esir olarak Mısır’a gidişlerini, orada İngi-
rihimizin bu mühim hadiselerine çok gençken şahit
lizlerden gördükleri kötü muameleyi anlatır.
olan ve insanlar üzerindeki etkilerini uzun süre mü-
şahede eden bir yazarın romanlarında bu hadiselere “Rufat Ağa”dan aktardığı bu hatıralar türündeki
bir şekilde temas edilmesi olağan karşılanmalıdır. kısımların romanlarda kurgu bütünlüğünü zedelediği
ve ‘bilgi yığını’ olduğu yönünde eleştirilere konu ol-
1938 yılında “Donanma Davası”ndan mahkûm
muştur. Orhan Pamuk bu eleştirilere karşı çıkar ve
olup cezasının büyük bir kısmını Çankırı ve Çorum
Kemal Tahir’in romanlarında bilginin “tıpkı bir roman
hapishanelerinde çekmesi, yukarıda zikredilen 15
kahramanı gibi dramatik bir boyut kazandığını” söy-
yıllık hadiselerin tanığı bir İstanbullunun bu hadise-
ler:
lerin taşradaki yansımalarına şahitlik etmesini sağ-
lamıştır. “Kemal Tahir’in romanlarında ‘bilgi’ dramlaştı-
rarak2, bir belirsizlik ve esrar halesine bürünerek3
Gerek kendi yaşadıkları, gerek çevresinden din-
verilir. Bilginin varlığı o anda, okuduğunuz o sahne-
ledikleri ve gerekse mahpushane hayatında mah-
de yaşayan kişiler arasında hissedilir ve dramatik
kumlardan duydukları yazara daha sonra kaleme
yapının kaçınılmaz bir parçası olur. Bu bakımdan
alacağı eserlerde malzeme olmuştur.
özellikle son dönem romanlarında ‘bilgi’nin tıpkı bir
Yukarıda zikredilen hadiseleri romanlarının ko- roman kahramanı gibi olaylara katıldığını, olayların
nusu (Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu, dramatik yapısını değiştirdiğini, kuvvetlendirdiğini
Yorgun Savaşçı, Kurt Kanunu, Yol Ayrımı) olarak ele söylemek yanlış olmaz. Bu özelliği Kemal Tahir’in

310 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


romanlarında ‘bilgi’nin yama gibi, yapıştırma bir da aklı erer geçinen nice nice herifler böyle dedilerdi
şey gibi durduğunu, dışarıdan dayatıldığını, Ahmet de, n’olduydu? Ankara hükümatı az kalsın beşikteki
Mithat’ın romanlarında olduğu gibi ansiklopedik bir bebeleri, eşikteki dedeleri askere alası olmadı mı?”
konu dışına çıkma olduğu yolundaki görüşlere karşı (TAHİR 1973-2:461)
çıkmak için söylüyorum.” (PAMUK 1999:175)
Hem ‘seferberlik’ hem de ‘Kuvayı Milliye’, etkileri
Aslında romanlarda ‘bilgi’ şeklinde değerlendi- günümüz toplumunda bile zaman zaman hissedilen
rilerek yazarın eleştirildiği bölümler farklı işlevler büyük hadiselerdir. Bundan 60 sene önce toplumun
gözetilerek kurguya dahil edilmiştir. Meselâ, Kelleci farklı kesimlerinin yaşadıkları romanlaştırılırken el-
Memet’teki Rufat Ağanın anlattıkları kurguya yedi- bette bu büyük olaylar ve etkileri yazar için işlenecek
rilmiş ve kahramanın babasının ağzından verilmiş temel konulardan olması olağan bir durumdur. Dola-
hadiseler olduğu için ilgili sayfaları salt bilgi kabul yısıyla romanlarında bu tür ‘bilgi’lere rast gelinmesi
etmek yazara haksızlık olur. Hele bu anlatılanları yazar ve sanatı için bir nakısa olarak değerlendiril-
gereksiz ve boş bilgi olarak görmek tamamen yan- memelidir.
lıştır. Burada hayatının en güzel yıllarını vatan-millet
Tarihî olayların romanlarda kullanılışının üçüncü
uğruna savaşarak feda etmiş bir insanın yaşadığı
şekli de doğrudan bir tarih kitabı gibi konunun anlatıl-
sefalet, basit bir gerekçeye sığınarak onu gazi ay-
masıdır. Son şekle örnek Köyün Kamburu romanın-
lığı almaktan alıkoyan, oğlunu eğitip yetiştiremeyen,
da karşımıza çıkmaktadır. Kemal Tahir’in 20. asrın
cahil kalmasına göz yuman, nihayetinde hapse
ilk çeyreğinde yaşanmış hadiseleri kurgu içinde ya-
düşüren devrin idaresine örtük eleştiri vardır. Yazar
şanan veya farklı bağlamlarda zikredilen hadiseler
(İstanbul’un gazetecisi Murat Bey), romanın başla-
olarak kullanma dışında Orhan Pamuk’un işaret et-
rında bir hapishane ortamında genç mahkuma oku-
tiği biçimde “tıpkı bir roman kahramanı gibi dramatik
ma yazma öğretmiştir. Ayrıca Kelleci kısa sürede le-
bir boyut kazandığı”na örnek olarak da aynı satırları
himcilik, kalaycılık işlerini belleyip para kazanmaya
okumak mümkündür.
başlamıştır. Hepsinden öte romanın bazı sayfaların-
da kahramanımız küçük yaşta katil olup hapse düş- Kemal Tahir’in bazı romanlarında eserin değişik
müş biri değil de ATÜT kuramını dinleyicilere izah aşamalarında farklı hikâyeler birbirinin yerine geçer.
eden devrin toplumcu (sosyalist) aydınlarından biri Eserin kahramanları da böylece farklı bölümlerde
gibidir (TAHİR 1972: 22). Bu şekilde gerekli ilgi gös- farklı kademelere çekilir. Köyün Kamburu’nda roma-
terilse topluma faydalı olabilecek vatan millet uğruna nın başında olaylar Parpar Ahmet etrafında gelişir.
yıllarca savaşmış bir insanın oğlu olarak çalışkan ve Onun ölümü ile oğlu Kerim’in doğması aynı günde
öğretilen her işi başarıyla belleyip üretime katkıda gerçekleşir. Parpar’dan sonra çocuk Kerim’in etra-
bulunan bir kişi cahil bırakılarak cani olmasına göz fında gelişen hadiseleri okuruz. Kerim’in (Çalık Ha-
yumulmuştur. fız) medreseden dönüşünden sonra hadiseler Orhan
Pamuk’un işaret ettiği gibi tarihî bilgiler etrafında ge-
Savaşın geride kalanlar üzerindeki etkilerini
lişir. İşte bu sayfalarda roman bir tarih metnindeki
gösteren bir örnek ise Arabacı hikâyesinde kahra-
anlatıma bürünür.
manlardan birinin ağzından anlatılır. Hayatlarından
bir kesit sunulan köylü ana-kızın yaşadıkları dramın Romanın “Çalık Kerim, Narlıca’ya ancak iki yıl
daha iyi anlaşılabilmesi için yazar, yaklaşık 20 sene sonra, Rus-Japon Savaşı’nın bitmesinde çıktı” cüm-
önceki seferberlik yıllarına birkaç satırla gider gelir: lesiyle başlayan 27 sayfalık kısmındaki hadiseler
bilgisel üslûbun hakim olduğu bir anlatımla Çorum
“Şunun babası askere gideli yirmi yıl oldu. Rah-
dışına çıkıp önce 2. Meşrutiyet ve Balkan Harbi ile
metli giderken Cemile şuncacıktı. Hâlâ o gidiş…
ülke geneline, 1. Cihan Harbi’yle de küresel boyutara
Koynuna kırk bangnot koymuştum. Kimi «Parasına
ulaşır. Yazarın kahramanının medreseden köye dö-
tamah, yolda kestiler,» dedi, Kimi «Camide oturuken
nüşünü ve sonraki hadiseleri Rus-Japon Savaşı’nı
top gelmiş,» dedi. Ölüm Allahın emri… El kadar bir
zikrederek anlatmaya başlaması, küresel boyuttaki
kâğıdı gelseydi, imama okutsaydım, hiç yanmazdım.
olayların sonraki bölümlere, kahramanın bundan
Şehit haberi de gelmedi, ne dersin? –Hangi muhare-
sonraki yapacaklarına nasıl etki ettiğinin anlaşılması
beye gittiydi valde, seferberliğe mi, Kuvâyi Milliye’ye
için gösterilen bir çabadır.
mi? –Muharebeye gitti ya hangisine olduğunu bile-
mem.” (TAHİR 1974:207) Köyün Kamburu “Parpar Ahmet”in oğlu “Çalık
Kerim”in Narlıca köyüne ağa oluşunun hikâyesidir.
Bir başka örnekte savaşın farklı etkileri uygun bir
Çalık’ın medreseden dönüşüne kadar köyde ya-
bağlamda dile getirilmiştir:
şananlar bilinen köy hayatıdır. Çalık Kerim’in köye
“-Vay aklına tükürdüğüm… Kuvayı Milliye sırasın- dönüşü ve köyün, hatta bölgenin sözü dinlenen

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 311


ağası oluşu 1. Cihan Harbi ile aynı zamana rastlar. yenler şöyle anlaşılmaz bir karşılık aldılar:
Kerim’in köyde ve bölgede tek adam oluşu aslında
-Hürriyettir bu, hürriyet!...
dünyanın yaşadığı büyük hadiselerin bir sonucudur.
Balkan savaşlarından beri köyden asker olup da geri -Ne demek?
dönmeyenler vardır, ancak ‘Seferberlik” hepsinden
-Hürriyet ağa!... Bundan böyle sen sensin, ben
farklı olur. O vakte kadar askere alınmayan medrese
de ben… «Hep bir eşit» olduk. Başımıza buyruk…
talebeleri bile askere alınmaktadır. Narlıca köyün-
de sadece kadınlar, çocuklar ve yaşlılarla birlikte -Yalana bak! Ee?
askerlik yapamayacak kadar çalık olan Kerim kalır. -E’si hürriyet dedin mi bitti. Gayri canın çekerse
Böyle bir ortamda, şartlar zeki, becerikli ve ‘çalık’ bir padişahı it hesabına almayacaksın! Özgürlüktür bu,
medrese mollasının bölgeye hakim olmasına elverir. maskaralık belleme!
Çalık’ın saltanatını ilan edeceği bu ortam ve devrin
şartları, yaşananlar yazar tarafından bazen yorum- -Sus aman bir duyan olur da Yemen’in Fizan çö-
larla bazen doğrudan bir tarih kitabı üslûbuyla anla- lünü boylarsın. Hem bu nasıl bir söz? Ağzın eğrilir.
tılır. Şahit olduğu veya yakınlarından dinlediği devrin -Hey baba! Geçti o baskı günleri, sen uykuda mı-
hadiselerine mahpushane ortamında getirilen yorum sın? Ankara’dan kim geldi bakalım?
ve yaklaşımlar, Çalık Kerim’in yaşadığı değişim ve
sonunda bölgede kurduğu hakimiyeti izah eder. (…)

Burada Kemal Tahir’in üslûp, ifade ve yorumuy- -Haberin kökü sıska telgrafçıda… Millete sor-
la taşrada yaşayan insanların İkinci Meşrutiyet’le muşlar, «Hürriyet mi istersin, şeriat mı» demişler,
başlayan hadiseler zincirini algılayıp kabullenişlerini millet Allahın sayesinde «Şeriatı siktir et, hürriyet
okuruz. isterim» demesin mi?

Meşrutiyet’in ilanı taşrada da İstanbul’dakinden -Kim sormuş, hangi millete?


farksızdır. Bayraklar, davullar eşliğinde ortaya konan -Kim olacak, Cemiyet... Karşılığını veren de bi-
eğlencelerin anlatıldığı satırlar Mehmet Akif’in zim millet... sen-ben... (Köyün Kamburu s. 156)
“Bir de İstanbul’a geldim ki: bütün çarşı, pazar Bu konuşmalardan sonra bir paragraf anlatıcı
/Naradan çalkanıyor, öyle ya... Hürriyet var!” bir paragraf meçhul konuşmacı; ihtilali, ihtilalin öne
çıkardığı kavramları Çorum’a gelen ittihatçılardan
(ERSOY 2006:166) duyduklarını anladığı kadarıyla anlatmaktadır. Ke-
mısralarını hatırlatır tarzdadır. Kemal Tahir ha- mal Tahir 2. Meşrutiyet çevresinde gelişen hadiseleri
diseleri anlatırken kişileri, durumları tasvir ve tahlil Çorumluların ağzından aktararak yaşananların Bal-
etmek yerine zaman zaman meçhul kişileri konuş- kanlar dışında toplumda çok ciddi bir makes bulma-
turarak anlattırma yoluna başvurur. Bu tarz, değişik dığını da ortaya koymaktadır:
romanlarında arada bir görülür. “Hürriyet”in gelişinin “-Herifler bağırmakta hey efendi, «Contürk İttihat
anlatıldığı sahneler de bu şekildedir. Özellikle Köyün Terakki, anayasa!» diye bağırmakta bunlar… Ce-
Kamburu ve Yediçınar Yaylası’nın değişik bölümle- miyet, umumÎ merkez, komita… dediklerini duymalı
rinde görülen ve destanlardaki olağanüstü hadiseleri ki adamın aklı sıçrar! Hürriyeti, adaleti, eşitliği, kar-
hatırlatan bir üslûp4 “Hürriyet” sevincinin anlatıldığı deşliği haydi anladık. «Enverler, Niyaziler, Talatlar»
sahnelerde de karşımıza çıkmaktadır: neyin nesi? Bunların içinde bir de Geyik varmış…
“Çalık Kerim’in medreseye yerleşmesinin tam Peki bizim Osmancık’taki Geyikli Baba efendimiz
yedinci yılında, bir yaz günü Çorum kasabasında mezarından uğradı da hürriyet alayına mı katıldı?
apansız bir gürültü koptu. Her köşe başında çifte da- Ben şaştım.” (s. 157)
vullar dövülüyor, kız gibi köçekler kıvır kıvır göbek Az sayıdaki ‘Hürriyet taraftarı Davavekili Cev-
çalkalıyordu. Mahalle aralarına, çarşılara dağılan det Bey ve arkadaşlarıdır. O hengâmede Fizan’dan
tellâllar: birkaç sürgün de gelir, bunlara dahil olur. Son ge-
-Allahını, dinini, peygamberini, padişahını seven- lenlerin Sultan Abdülhamid aleyhine söyledikleri
ler evine, dükkânına bayrak asacak, bayrak… -diye ile Avrupa’ya ve başka yerlere sürgün edilenlerin
bağırdıklarından kasaba az vakitte gelin arabasına hikâyeleri «Enverler, Niyaziler, Talatlar» sözleri eşli-
dönmüş, kırmızı Osmanlı bayraklarından görünmez ğinde abartılarak anlatılmaktadır. Bunların karşısın-
olmuştu. da “gözden düşen ‘Veli Paşalılar’ ve ‘Hıdırlık şeyhi-
nin adamları’nın söyledikleri karşısında Çorumlular
-Neyin nesi yahu, Bayram değil kandil değil! –di- kime inanacaklarını şaşırmış durumdadırlar:

312 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


kaybı onlar için çok bir şey ifade etmez, lüzumsuz
tartışmalara başlarlar: “-Gâvurun Trablus’a yüklen-
mesi ne mutlu… Gene bize acıdı mübarek!” diyerek
sevinirler. Bu arada Trablus’un Osmanlı toprağı olup
olmadığını bilmeyenler vardır. Diğeri onu “-Bizim el-
bet! Arasbistan’dan ilerde bir yer” şeklinde bilgilendi-
rir. Trablus’un elden çıkması ancak “Mısır’dan sonra
birinciye gelen hazineyi burası gönderirmiş” bilgisin-
den sonra Çorumlular için üzüntü kaynağı olmuştur:
“Yandık öyleyse, bittik.” (s. 163)
“-Contürk demek düpedüz zındık-farmason de- Balkan Harbi de aynı şekilde vurdumduymaz bir
mektir. Bunlar peygamber vekiline, koca Osmanlı tavırla karşılanır. Olanlar hep ‘Contürk gâvuru’nun
padişahına dinsiz-imansız lafıyla karşı gelip kıpkızıl suçudur: “-Sen, okumuş subay sözüyle 31 Mart’ta,
gâvur olduklarını meydana vurdular. İşin içinde İngi- bunca rüzgâr görmüş cenk artığı işerlerini kırar mı-
liz parmağı, Rus altını var. İstedikleri: Dini-imanı, ırzı sın?” Balkan Harbi’nin çıkışını “Bulgar papazı” bile
namusu ortadan kaldırmak var… Kızılbaşlık diyeyim “Hürriyet oyunu”nu «Hey avanak Osmanlı! Kendi
de aklın ersin kardaş! Hürriyet ne demek, canı çeken ayağına baltayı vurdun güzelce…» şeklinde yorum-
öz anasıyla yatsa yatar. İstanbul’a çoktan olanlar ol- lamaktadır.
muş. Gelen mektuplarda ne yazılı? Contürk fermanı
ile ev kapıları ardına kadar açık… Beline güvenen Bundan sonra savaş ve olayların gidişatı hakkın-
içeri girecek, nefsini körletip cehennemlik olacak da da cahilce uydurmalar, yakıştırmalar o derece artar
keyfine bakacak! İşe bakmalı ki Bosna-Hersek gitti. ki “-Kızıl Sultan el altından Bulgar’a haber uçurmuş
Girit’imizin eli kulağında…” (s. 158) «Şurdan girip şurdan çıkacaksın! Ben Osmanlının
şu yanlarını boş bıraktım, göreyim seni! Öcümü şu
Bundan sonra zaman sırasına göre Hareket Contürklerden bir güzel alıver,» demiş” raddesine
Ordusunun gelişi, Sultan Abdülhamid’in tahttan in- varır. Harbin sona ermesi sadece “Veli paşalılarla
dirilişi çok farklı, hatta gerçek olmayan rivayetlerle Hıdırlık Şeyhi takımı”nı üzse de contürk, mason ve
ulaşır Çorum’a: “kopası kafasına taç giyen Bulgar gâvur yatağı Rumeli’nin elden çıkmasına hepsi sevi-
İstanbul’u baskınla almış”, “Hareket Ordusu bildiği- nirler. Harbin sonunda İstanbul’da askerlik ederken
miz Bulgar ordusu…”, “Şimdi fukara Ayasofya’nın savaşa katılmış bir Çorumlu yaralı olarak şehre gelir,
tepesinde gümbür gümbür gâvur çanı ötmektey- onun Abdülhamid hakkında anlattıkları daha başka-
miş”, “31 Mart patırtısı da okumuş subaylarla alaylı dır. Yeni padişah yaptıklarından pişman olmuş, eski
subaylar arasındaki bir mesele… Allah gösterme- sultana koşmuş yardım talep etmiş, Abdülhamid de
sin, bunlar birbirlerini tüketeyazmışlar” türü bitmek «Rumeli’ne karışmam ama İstanbul’u sana kurtarı-
bilmeyen haberlerin ardından Çorumlu pes etmiş vereyim!» deyince “Beriki, «Aman Edirne’yi olsun
gibidir: “Yahu benim şu «Hürriyet» lafından karnım bağışla» diyerek eteğine sarılmış”. Ardından Mah-
bozulmaya başladı. «Geldi» dediler. Hani nerde? Bir mut Şevket Paşa’nın Topal Tevfik tarafından vurul-
göreydik…” (s. 161) ması bir süre Çorum’u ve Çorumluları meşgul eder.
Bir süre sonra hayat eskisi gibi devam etmeye Anlatılan hadiselerin yaşandığı süre zarfın-
başlar, ağalar ağa, işçiler işçi olarak yaşamaya de- da Çalık Kerim’in medrese macerası onuncu yılını
vam etmektedir. Memurların bile telaşının boş oldu- doldurmuştur. Kerim’in genç bir molla olarak köye
ğu, “işin kuru gürültüden ileri geçmediği anlaşılmıştı”r. dönmesinden az önce 1. Cihan Harbi başlar ve ‘Se-
İstanbul’da hükûmetin değişmesi, taşrada yaşayan- ferberlik’ bütün Osmanlı coğrafyasını etkilediği gibi
lara hiçbir farklılık getirmemiştir. “Köylü gene köylü, Çorum’da da genç ve orta yaşında erkek bırakmaz.
esnaf gene esnaf, zengin zengin, fakir fakir” kaldık- Çalık Kerim’in köye dönüşü tam bu sırada gerçekle-
tan sonra “İstanbul sarayında Hamit oturmuyormuş şir ve Kerim medresede mürekkep imal edip satan,
da Reşat oturuyormuş… Varsın sağlıcakla otursun. cerre çıkıp, para biriktiren, yükünü tutumuş bir molla
Saray kısmı da boş kalacak değil ya, elbette bir otu- olarak köyüne döner.
ran bulunur.”
Köyün Kamburu’nda 1. Cihan Harbi’nin kısa ta-
2. Meşrutiyet’in gelişinden rahatsız olanlar rihi yazarın verdiği bilgilerin yanında Çorum’un bir
Trablus’un elden çıkmasını Sultan Hamid’in tahttan kahvesindeki konuşmalar aktarılarak anlatılır. “Ço-
indirilmesinin ilahî bir karşılığı olarak yorumlarlar. rum kasabası Samsun’la Ankara arasında” oldu-
Hatta Çorum’un herhangi bir saldırıya maruz kal- ğundan “ikisine de beş altı konak çeker.” Bu yüzden
maması ahali için sevinilecek bir durumdur. Toprak

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 313


dünyayı ve devleti yakından ilgilendiren birçok hadi- “Balkan’ın öcünü alıverelim Bulgar’dan” derken di-
se olup bittikten nice sonra Çorum’a ulaşmaktadır. ğeri “Höst! Senin dünyadan haberin yok! Biz bu kez
Balkan Harbinde Çorum’dan askere alınanlar daha Bulgar’la birliğiz. «Can yoldaşı, silah arkadaşı» diye-
yolun yarısına varmadan savaş sonra erip geri dön- yim de aklın yatsın” şeklinde cevap verir. “Gebe ka-
düklerinden “harp herkese şaka gelmişti”r. Ardından rıların karnını deşip körpe çocukları süngüye takan,
1. Dünya Savaşı’nın çıktığı haberi kente ulaştığında camilere çanlar asan Bulgar gâvuru” ile birlikte sa-
pek ciddiye alan olmaz: “-Ne güzel! Birbirlerini yesin- vaşa katılmak bir Çorumluya çok mantıklı gelmese
ler de aman bize değmesinler.” (s. 167) de savaşın heyecanıyla konuşan diğerleri üzerinde
çok etkili olmaz. Ardından gelen konuşmalar yaza-
İstanbul’dan gelen bir gazetedeki haberden ha-
rın müstehzi ve abartılı üslûbuyla mizahi bir metne
reketle meçhul bir mekânda, yine meçhul şahısla-
dönüşür:
rın konuşmaları vasıtasıyla Çorumluların savaşa
dair düşünceleri birkaç sayfada anlatılır. Buradaki “- Enver Paşa: «Önce Sırplıyı aradan çıkaralım
konuşmalar, Kemal Tahir hapishanede iken mah- da Bulgarların hesabı sonra görülür» diyesiymiş…
kumların 2. Cihan Harbi karşısındaki tavırlarından
- Ne akıl yahu! Ulan aferin Enver Paşa!...
gözlemlenerek kurgulanmış olmalıdır. Çorumluların
İngiliz’den Mısır’ı, Yunan’dan Girit’i alacak mıymış?
savaşın başlangıcına dair sözleri “Gâvurun içi karış-
mış” şeklindedir. Daha sonraki konuşmalar yine kah- - Mısır, Girit kaç para!... Rus’tan Kırım’ı,
vehane muhabbeti şeklinde devam eder. Avusturya- Kafkasya’yı, almadan kılıcı kına sokmak yok…” (s.
Macaristan kıralının oğlunun Sırbistan’da suikaste 168)
uğraması haberine duyduğu tepki “-Tanrı misafirini
Savaşa girişimizde rol oynayan Alman gemile-
mi vurmuş Sırplı?” sözleriyle verilir. Soruyu soran
rinin İstanbul Boğazı’ndan geçmeleri ile başlayan
“evet” anlamındaki cevabı alınca “Kudurmuş mu na-
bilinen hikâye diğer hadiselerdeki üslûpla anlatı-
mussuz? Avusturya kralı kızmıştır öyle ya?” şeklinde
lır ve bu gemilerin ertesi günü Sivastopol kıyılarını
tepkisini verir. Sırplı sözü birkaç sene önceki Balkan
bombaladığı haberi sevinçle karşılanır. Çorumlular,
Harbini gündeme getirir: “-Bu Sırplı Balkan’da bize
aradan geçen birkaç ayda işlerin hiç de düşündükle-
yüklenenlerden değil mi?” Bu cümle Balkan savaş-
ri gibi gitmediğini medrese talebelerinin bile askere
larının Çorum’da çok ciddi bir etki bırakmadığının
çağırılmasıyla anlayacaktır. Askere gitmemek için
güzel bir ifadesidir.
medreseye talebe yazılan birçok genç için kaçacak
Meçhul Çorumlunun, Sırpların Avusturya- yol kalmamıştır:
Macaristan veliahtını öldürmesine getirdiği yorum
“Allahın savaş emri, Hoca tayfasını tutmadığın-
hadiselerden uzak bir taşralının tavrını çok güzel
dan medresedekilerin yürekleri rahattı. İşin şakası
yansıtmaktadır: “-Şimdi anladım. «Bana Osmanlı
kalmadığını anlayan ağa oğulları, açıkgöz zibidilerle
dayanamadı, Avusturya’nın kralını ben it hesabına
birlikte canlarını medreseye atmışlardı. Az vakitte
mı alırım?» demiştir.” (s. 167)
medresenin kırk hücresinde molla sayısı üç yüze
Kaynağı gazeteler olsa da halk arasında hadi- yaklaştı.” (s. 170)
seler bire bin katılarak anlatılmaktadır: “Aradan bir
Medreselilere de askerlik yolu gözükünce ta-
zaman geçti. Gazete havadislerinin keyfine diyecek
lebeler isyan eder, ancak “Arnavut [Askerlik] şube
yok… Gâvurlar kıyasıya boğuşuyor. Almanlar birer
reisi” ile “davavekili Cevdet denilen alçak, gizli din
vuruşta Fransız’ı, Rus’u kötületmişler. Alman’da bir
taşıyan gâvur dölü” medreseyi kuşatıp mollaları as-
top varmış ki güllesini, Allah beterinden saklasın,
kere alırlar. Bu minval üzre savaş hakkında bildiği ve
Köse dağından aşırıyormuş. Ve de kırk yıl önce
kamuoyunca bilinmeyen bazı ayrıntıları meçhul şa-
Fransız’ı on beş günde bitirdiği gibi bitireceğine ant
hıslara söyleterek Çanakkale, Sarıkamış’ı anlata an-
içmiş… hemi de kralını yeniden tutsak almacası-
lata savaşın Çorum’a kadar yaklaştığını ifade eder:
na…” (s. 167)
“-Ordu Suşehri’nde… Suşehri dediğin nah şurda…
Nihayet davullar eşliğinde ‘Seferberlik’ ilan edi- Sivas’tan iki konak ilerisi…”
lir. Bundan sonra Çorumluların abartılı konuşma-
Savaşın en aykırı yorumu ise yine Hıdırlık Şey-
ları, Kemal Tahir’in müstehzi ve eleştirel üslûbuyla
hinden gelir: “Aldınız mı Contürk hürriyetini?”
buluşur. Meçhul kişilerden birinin sevinçle savaşa
girdiğimizi söylemesine bir başka kişi “-Girelim ya, “Seferberlik kıyameti”nde Çalık Kerim’in köyü
geç bile kaldık. Rezilliğe alıştık bi kez! Bir rüzgâr da olan Narlıca “yetmiş evinden tam yüz on dört erkeği-
budur gelir geçer” şeklinde tepkisini dile getirir. Biri ni savaşa yollamış, kalanları da açlık, hastalık, eşkı-

314 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


ya korkusu ve çeşitli angaryalar ezip bitirmiştir.” (…) Yaylasında barınmaktaydı. Bundan başka yaylaya
“on beş yaşında çocuklar altmış yaşında dinç ihtiyar- konup göçen tütün kaçakçısı kervanları, çalınmış at,
lar” hep askere alınmıştır. Bununla birlikte “imansız sığır, davar sürüleri de göz önüne alınırsa Hanefi her
askerlik şubesi reisi köylünün eline birer kuru senet önüne geleni kuyrukçu tutamazdı.” (TAHİR 1973-1:
vererek” iş görebilecek bütün hayvanları toplamış 53)
olduğundan tarla işlemek sadece kol gücüne kalmış
Rumeli’nin kaybı karşısında Çorumluların ağzın-
ve yokluk, yoksulluk daha da artmıştır.
dan aktarılan şu sözler de Balkan kökenlilere karşı
Kemal Tahir bu noktadan sonra Çalık Kerim’in toplumda var olan dışlayıcı, ötekileştirici ve cahilce
yavaş yavaş ağalığa gidişinin hikâyesine geri döner. bakışın farklı bir türü gibidir:
Köyün Kamburu romanını okuyanlar bir kasabadaki
“-Hey kurban olayım Sultan Hamit! -diye sevin-
insanların hikâyesinden bir anda kopup kendilerini
di-, işini bilmez mi canım? Rumeli dediğin, evel-eski
dünya hadiselerinin, politikanın, savaşların tarihini
gâvurluğun yatağı… Rumeli milletinde din iman ara-
okur hâlde bulurlar. İlk bakışta bu araya giren sayfa-
mayacaksın. Gittiği iyi oldu, Osmanlı toprağından
ların yama gibi durduğu, lüzumsuz bilgi yığını olduğu
pislik temizlendi.” (s. 164)
akla gelebilmektedir. Oysa Kerim gibi “çalık”, “kam-
bur” bir medrese mollasının kendini bir güç olarak Bu satırları okurken konuşanın ait olduğu top-
köye, kasabaya ve bölgeye, hatta Cumhuriyet’ten lumun dindarlık konusunda ne düzeyde olduğu ro-
sonra Ankara’ya kabul ettirebilmesinin makul açık- manın diğer bölümlerinde yeterince anlatılmaktadır.
laması bu bilgilere bağlıdır. Yazar, bu tür paradoksları başka romanlarında da
değişik biçimlerde kullanarak insanın kendinde veya
Kemal Tahir’in romanlarında bilgi olarak görülen
etrafındaki kişilerde de pekala var olan özellikleri
kısımların gereksiz yama olarak nitelenmesi, anla-
kullanarak başkasını suçlayıp, yargılayıp mahkum
tılanlar ile romandaki olaylar düşünüldüğünde çok
etmede ne derece acımasız olduğunu göstermekte-
isabetli bir eleştiri olmadığı görülmektedir. Ayrıca
dir. Kemal Tahir’in romanları kurgusal metinler şek-
romanlarındaki bu kısımlar genellikle bilinen veya
linde okunabildiği gibi toplumun tarihe ve hadiselere
meçhul kişilerin ağzından anlatıldığından bu kişilerin
bakışını vermesi açısından sosyolojik çıkarımlara
ait olduğu toplumun hadiselere bakışını, olaylarını
elverişli metinler olarak değerlendirilebilir. Hatta Kel-
değerlendiriş biçimini, yaşanan iyi veya kötü hadise-
leci Memet ve Köyün Kamburu örneğinde olduğu
lere karşı ortaya konan tepkileri okura hissettirerek
gibi romanların bazı bölümlerini dar alanlı birer tarihî
hikâyesi anlatılan kişilerin ait olduğu toplumun fark-
metin olarak değerlendirmek bile mümkündür.
lı yönlerinin tanınmasını sağlamaktadır. Yaşanan
______________________________________________
hadiselerin ortaya çıkmasında, toplumdaki kişilerin * Yrd. Doç. Dr., Ürdün Üniversitesi Yabancı Diller Fakül-
tevarüs ettiği veya kendilerinin geliştirdiği tavır ve tesi Türk Dili ve Kültürü Bölümü Misafir Öğretim Üyesi
davranışların toplumsal kökenlerini hissettirmekte- 1 Kemal Tahir, romanlarında kendini İstanbullu gazeteci
Murat olarak kurgulamıştır.
dir. Böylece roman okurken onun tarihe ilgi duyan
2 ‘dramlaştırılarak’ olmalı.
düşünür yönü romanlarında tarihsel ve toplumsal 3 ‘büründürülerek’ olmalı.
hadiseleri de takip etmemize elvermektedir. 4 Meselâ Köyün Kamburu’nda Çalık Kerim’in babası baş-
langıçta Sinsin Halil’in Ahmet iken, daha sonra bağırtı-
Meselâ, 20. asırda yaşanan bu büyük hadiseler sından ve öfkesinden ne dediği anlaşılamadığından do-
öncesinde Osmanlı Devleti’ndeki mültezimlerin vergi layı Parpar Ahmet’in köye gelişi, yerleşmesi, yaşayışı,
toplama dışında ne tür gayr-ı meşru işlere baktıkları, evliliği ve ölümü bu üslûptadır. Ayrıca Yediçınar Yaylası
ve Büyük Mal’ın “Abuzer tayfasının” Çorum’a geliş sah-
gayr-ı meşru işlerin ne olduğu, nasıl bir seyrü sefere nelerinde tam bir destansı anlatım vardır.
sahip oldukları, devletin halkın işlerini emanet ettiği Ersoy Mehmet Akif (2006), Safahat, Hazırlayan M. Ertuğrul
kişilerin insanlara nasıl muamele ettiği, hasılı top- Düzdağ, Çağrı Y., İstanbul.
lumsal hayatın çeşitli durumları hakkında bir nebze Pamuk, Orhan (1999), Öteki Renkler Seçme Yazılar ve Bir
Hikâye, İletişim Y., İstanbul.
fikir sahibi olmak için şu paragrafa bakılabilir: Tahir, Kemal (1989), Notlar/Sanat Edebiyat 1, Bağlam Y.,
İstanbul.
“Çakır Kâhyaların Ömer Efendi bütün mültezim-
Tahir, Kemal (1990), Notlar/1950 Öncesi Şiirler ve Ziya
ler gibi öşür, iltizam işlerini çevirmek için sırasında İlhan’a Mektuplar, Bağlam Y., İstanbul.
zor kullanıyor, harman zamanı ekin kaçıranları, hay- Tahir, Kemal (1991), Notlar/1950 Öncesi Cezaevi Notları,
van resmini, faizli borcunu inkârdan gelenleri, yatak- Bağlam Y., İstanbul.
Tahir, Kemal (1972), Kelleci Memet, Bilgi Y., Ankara.
lığını ettiği eşkıya reisi Kör Dede’yle korkutuyordu.
Tahir, Kemal (1973-1), Köyün Kamburu, Bilgi Y., Ankara.
Yaz aylarında yirmi otuz kopukla gezen Kör Dede Tahir, Kemal (1973-2), Büyük Mal, Bilgi Y., Ankara.
kış gelip askerini dağıtınca iki arkadaşıyle Yediçınar Tahir, Kemal (1974), Göl İnsanları, Bilgi Y., Ankara

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 315


ANADOLUCULUK AKIMININ
DOĞUŞU

ÖMER OBUZ*

O
smanlı Devleti’nin yıkıldığı sıralarda Os- “Memleketçilik” hareketi, Osmanlıcılık, Turancılık ve
manlı idaresinden ayrılmak isteyen Gayri- İslamcılık hareketlerine karşı getirilen eleştiriler ile
müslimler ve Arnavutlar karşısında Türkler gelişmişti. Bu bağlamda bu hareketin önderlerinin
arasında da milliyetçilik düşüncesi yayılmaya baş- bu üç akıma gösterdiği en önemli tepki; Osmanlı-
lamıştı. Bu aşamada Türklerin önünde takip edebi- cılık, Turancılık ve İslamcılığın hayali birer düşünce
lecekleri iki yol vardı. Bu yollardan birincisi, ulusal akımı, gerçekleştirilebilme şansının olmadığı nokta-
uyanışı Osmanlı Devleti zamanında ihmale uğramış sındadır. Zira Anadoluculuğun millet anlayışı tarihte
anavatanının köklerine inerek canlandırmak, yani sınırları çizilmiş bir vatan fikrine dayanıyordu.5 Ana-
Anadoluculuk, diğer yol ise Osmanlı Devleti’nin ru- doluculuk; Turancılık, Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi
hunda gizli olan yeni bir ulusal Devlet yaratma dü- akımlara tepki olarak ortaya çıkan, Türk ulusunun
şüncesi olan Turancılık.1 tek ve gerçek vatanının Anadolu olduğunu savunan
ve ülkenin özel şartlarının bir sonucu olarak orta-
Hilmi Ziya Ülken’e göre Anadoluculuk hareketi-
ya çıkmış yeni bir kimlik ve ideoloji arayışı olarak
nin ilk tohumu Türk Ocağı içinde “Büyük Türkçülüğe”
tanımlanmaktadır.6
karşı “Küçük Türkçülük” veya “Türkiyecilik” olarak
1917 yılında atılmıştır.2 İzmir Türk Ocağı Başkanı Şu aşamada belirtilmesi gereken hususlardan
Necip Türkçü’nün 1915 yılında İzmir Türk Ocağı’nda birisi ise Mehmed Halid (Bayrı)’in “Türkiyecilik” ya
verdiği bir konferansta Anadolu ve Rumeli Türklüğü- da “Memleketçilik” tanımlamalarını yanlış bulması-
nü ön plana çıkarmaya çalışarak vatan olarak tanım- dır. Halit’e göre: “Türkiyecilik, Memleketçilik deyince,
lanan coğrafi gerçeklik karşısında Turancılığın duy- müstemlekeleri anavatanla karıştırmak, anavatanla
gusal ve düşünsel anlamda vatan olamayacağını beraber görme tehlikesi vardır. Bu itibar ile asıl va-
söylemesi3 Anadolucuların da benimsediği öz vatan tanda millî bir devlet kurarak onu ilerletmek, yükselt-
toprağına (Anadolu) bağlılık düşüncesine benzer bir mek gayesini takip eden milliyetperverleri Türkiyeci,
duruş göstermesi bakımından dikkate değerdir. Ay- Memleketçi ve mesleklerini Türkiyecilik, Memleketçi-
rıca Halide Edip’in esas itibariyle, Turan’ın kuramsal lik addetmek bir nevi cesaret olur. Bunlara en müna-
olabilirliğini reddetmediği, fakat mevcut koşullarda sip olarak – yeni bir teklif olduğu için belki biraz garip
gerçekleşmesinin zor olduğunu, dolayısıyla önceli- görünürse de- Anadolucu, mesleklerine de Anado-
ğin Anadolu’ya verilmesinin gerektiğini ifade etmesi luculuk demek doğrudur, hem de bu isimlerde müt-
bu düşünce doğrultusunda düşünülebilir.4 Dönemin hiş güzellik, emsalsiz bir cazibe vardır; Türkiyecilik,
koşulları göz önüne alındığında Necip Türkçü ve Türkçülük, Turancılık, Memleketçilik gibi yavan, tad-
Halide Edip’in bu görüşleri, Ülken’in de dikkat çek- sız, uydurma değildir”7 diyerek Türkiyecilik ve Mem-
tiği gibi Turancıların faaliyet alanlarına karşı bir da- leketçilik isimlerine karşı bir duruş sergilemiştir.”
ralmaya gidilmesinin gerekliliği ile ilgili bir yaklaşım
Anadolu’yu Türk kültürünün kaynağı olarak gö-
tarzı olarak Anadoluculardaki hâkim söyleme ben-
ren ve bu fikir anlayışını Henri Lichtenberger’in
zemektedir.
Richard Wagner, Poête et Penseur adlı eserine da-
Nitekim Anadoluculuk ya da Ülken’in tabiriyle yandırarak ileri sürmeye başlayan Hilmi Ziya Ülken,

316 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Reşit Kayı ile birlikte elyazma-
sı olarak 12 sayı yayımlanan
Anadolu dergisini çıkarmıştır.
Ülken, Haluk Nihad’a Anado-
lu halk masallarından Tahirle
Zühre, Şah İsmaille Gülizar ve
Süleyman Şah’ı yazdırmıştır.8
Anadolu’yu Türk kültürünün
merkezinde değerlendiren
Hilmi Ziya, böylelikle bu fikir
akımının ilk etapta kültür ha-
reketi olarak ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Ülken, Anadolu
Mecmuası’nın 1 ve 2. sayıla-
rında da “Anadolu Örfi ve Des-
tanları I-II” başlığıyla makale-
ler yazmış ve Anadolu’nun
kültürü ile ilgili çalışmalarına
devam etmiştir.
Hilmi Ziya Ülken’in “Memle-
ketçilik” diye tanımladığı bu ha-
rekete önayak olanlardan biri
de Mükrimin Halil Yinanç’dır.
Ülken’in Mülkiye’deyken yaz-
mış olduğu fakat yayımla-
namayan “Anadolu’nun Bu-
günkü Vazifeleri” adlı kitabın
öğrenciler arasında kısa za-
manda yayılması ve Mükri- Türk Yurdu, Anadolu ve Gençliğin Vazifesi
min Halil’in “taşkın mizacı” da
bu hareketin siyasi bir yapıya ğın ve masumiyetin kaynağı olarak görülmeye baş-
bürünmesine katkı sağlamıştır.9 Mükrimin Halil’in bu lanması ve Anadolu’ya karşı ilginin artması dönemin
hareketi yarı siyasi bir hüviyete getirmiş olması, bu basın organlarına da yansımıştır.
fikir hareketinin daha başlarda ikiye ayrılma gibi bir
yönelim göstermesine neden olmuştur. Bunlardan Türk Yurdu’nda Anadolu ile ilgili olarak: “Herke-
ilki Anadolu’yu doğacak olan kültürün hedefi olarak sin malûmu bir keyfiyettir ki bu gün Anadolu, balta
gören “Kültürel Anadoluculuk” diğeri ise, bu akıma görmemiş, bir orman gibi bâkirdir, tazedir, onun si-
siyasi ve ideolojik bir şekil vermek isteyen “İdeolojik nesinde henüz sarf edilmemiş birçok kuvvâyı haya-
Anadoluculuktur”. İdeolojik Anadoluculukta Başkan tiye mevcuttur. Eğer aklı, mantığı, tecaribe müstenit
Monreo’nin “Amerika Amerikalılarındır” söylemi ör- fennin bu günkü terakkiyâtından müstefit bir usul
nek alınmıştır. 10 ile o kıt’a-i nefiseyi ihyaya çalışırsak şüphesiz pek
çok felâketlerimizi tamir eylemiş, az zaman zarfın-
Bu bağlamda belirtilmesi gereken husus, da bütün cihana mevcudiyet-i kaviyemizi ispat et-
Anadolu’nun bu düşünce hareketinin önderleri tara- miş oluruz”11 Yazının devamında “lütüfkar bir kıtaa”
fından edebiyatı, kültürü, coğrafyası ve insanıyla bü- olarak nitelendirilen “Anadolu diyarına doğru nazır-
tüncül bir yaklaşımla ele alındığıdır. Nitekim Anadolu larımızı döndürelim..”, denmektedir. “Anadolu ve
Mecmuası’nda bu durum kendini göstermektedir. gençliğin vazifesi” başlığıyla yayımlanan bu görüş-
Anadoluculuğun ortaya çıkış süreciyle birlikte ler, Anadolu’nun önemini ve Türk milletinin kurtuluş
ortaya atılan söylemlerden masum, saf Anadolu anahtarının Anadolu olarak görüldüğünü, gösterme-
söylemi, Anadolucuların yanı sıra Turancılarda ve si bakımından önemlidir.
dönemin çoğu aydının da da sıkça telaffuz edilmiştir. Yine Türk Yurdu’nda yayımlanan bir başka yazı-
Bu söylemin oluşmasında, Anadolu’nun gerçekten da şunlar yazmaktadır: “Türk Yurdu’nun çıktığı gün-
ihmal edilmesinin yanı sıra devletin içerisine düştü- den beri memleketin asıl gövdesi olan Anadolu’ya
ğü zor koşullarda etkili olmuştur. Anadolu’nun saflı- en çok ehemmiyet verdiğini karilerimiz elbette bilir-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 317


başlığıyla yazdığı bir makalede, yapmış olduğu Ana-
dolu gezisiyle ilgili izlenimlerini aktarmıştır. Balkan
Savaşı’ndan bir sene önce Edirne’yi ziyaret eden
İsmayıl Hakkı, şehrin çamur ve tozdan geçilmediğini
aktarırken burada yaşayan insanlarında memnuni-
yetsizliğini görmüştür. Bu ziyaretin ardından geçen
7-8 yıl sonra başka bir Anadolu gezisine çıkan ve
Anadolu’nun pek çok yerinin bir harabeyi andırdığı-
na şahit olan İsmayıl Hakkı Anadolu’nun durumunu;
“Anadolu’yu eski bir medeniyetin enkazı altında öl-
müş görüyor ve onun bir canı olduğunu düşünemi-
yordum…” sözleriyle özetlemiştir.13
Görüldüğü gibi Anadolu pek çok kişinin ilgisini
çekmiş ve dönemin basın organlarının hemen he-
men hepsinde Anadolu ile ilgili görüşler yer almıştır;
Fakat Anadoluculuğun Metin Çınar’ın da belirttiği
gibi Millî Mücadele ile birlikte somutlaşarak bir ideo-
loji şeklini aldığı söylenebilir.14 Millî Misak’ın kabulü,
İstanbul’un işgali, Ankara’nın giderek önem kazan-
ması ve Millî Mücadele’nin Anadolu’da başlaması
Anadoluculuk harekâtının somutlaşmasında çok
önemli merhaleleri oluşturmuştur.
Anadoluculuk akımının şekillendiği ve Milli
Mücadele’nin sürdüğü sıralarda Ankara’da yayım
hayatına başlayan Anadolu Duygusu isimli dergi de
Anadoluculuk akımının doğmasına katkı sağlamış-
tır. İbrahim Turgut tarafından on beş günde bir çıka-
rılan bu derginin, 3 Şubat 1337 tarihli ilk sayısında,
Anadolu’daki Türk gençlerinin istiklal mücadelesinde
gösterdikleri kahramanlıklar ve Anadolu’nun muaz-
zez duygusunu yaşatma arzusu dile getirilmiştir.
“Maksad ve Meslek” başlığıyla yayımlanan yazının
devamında “Anadolu’muzun bir mecmuaya ne kadar
muhtaç olduğunu, bilhassa şu inkılâp günlerinde bu
ihtiyacın ne kadar şedid bulunduğuna izaha lüzum
Anadolu Mecmuası, Milli Tarihimizin İsmi
görmüyoruz…” denilerek, “muazzez Anadolu’muzda
edebi bir cereyan uyandırma..” amacı taşıyacakları
ler. Anadolu anamızdır. Onun altın başaklı memele- belirtilmiştir.15 Konur Alp tarafından “Anadolu Duygu-
rinden hayat umarız. Memleketimizin yabancı ellerle su” başlığıyla yazılan bir başka yazıda ise Anadolu:
alışveriş etmesi zorlaştıktan sonra bu hakikati daha “üstü durgun, fakat içi kaynar bir göl…” ve “çok gu-
iyi anladık. Dün payitahtı en ziyade Anadolu’nun ev- rurlu, çok yüksek ruhlu…” olarak nitelendirilmiştir.16
ladı korudu. Bugün payitahtı yine Anadolu’nun ka-
Anadoluculuk hareketinin temelini oluşturan ba-
dın erkek rençberleri doyuruyor. Eskiden kalma bir
sın organı ise “Anadolu Mecmuası”dır. 1924 yılında
“velinimet” tabiri vardı. O tabiri tam yerinde olarak
yayım hayatına başlayan “Anadolu Mecmuası”nın
Anadolu’muz için kullanabiliriz. Anadolu velinimeti-
sahibi ve imtiyaz müdürü Mehmed Halid, sorumlu
mizdir...” Yazının devamında İstanbul’un Anadolu ile
müdür ise Ahmet Necip Bey’dir. Toplamda 12 sayı çı-
ilgilenmesi için verilen uğraşlar anlatılmaktadır. Türk
kan mecmua 1925 yılında kapanmıştır. Mecmua’da,
Ocağı’nın ilk açıldığı zamanlarda da Ocak müdü-
bir vatan olarak benimsenen Anadolu’ya dair kültürel
rünün gençlere Anadolu’yu gezmeleri, Anadolu’yu
ve etnolojik incelemelere de yer verilmiştir.17
tanımaları ve sevmeleri için yaptığı teşvikler dile ge-
tirilmiştir. 12 Anadolu Mecmuası’nın yayımlanma amacını
“bir Anadolu ilmi ve Anadoluculuk mesleği vücuda
Dergâh mecmuasında ise Darülfünun müderris-
getirmek” olarak özetleyen Mehmed Halid’e göre,
lerinden İsmayıl Hakkı “Küller Altında Bir Anadolu”

318 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


“Anadolu’nun öğrenilmeye, bilinmeye değer bir tarihi da yapmıştır. Onun millet anlayışına göre toprağıy-
vardır. Bu tarih, eski Anadolu tarihinden büsbütün la ahlakıyla, imanıyla kaderiyle ve gerçek iradesiy-
ayrı olup Türklerin Anadolu’yu istilasından başlar ve le Anadolu Türk ulusunu oluşturmaktaydı. Anadolu
sinesinde büyük bir medeniyeti, büyük ve muhteşem Türklerinin Müslüman olması nedeniyle de Anadolu
bir Türk medeniyetini yetiştirir. Hangimiz bu medeni- tarihi aynı zaman Müslüman Anadolu tarihi olarak
yeti, velev ki uzaktan olsun, tanıyoruz?”18 Mecmua ele alınabilirdi.24
incelendiğinde Anadolu’yu tanıtma amacıyla yayım-
Haydar Necip de “Türk Ocağı” isimli makalesinde
lar yapıldığı görülecektir.
Ocağı; Türk gençlerini gerçekleştirilmesi hayal olan
Anadolu’nun geçmiş kültürleri ve Türkmenlerin ideallerle oyaladığı iddiasıyla eleştirerek “vatanımız”
1071’de Anadolu’ya getirdikleri dinamizm ile birlik- olarak nitelendirdiği Anadolu’nun hürriyetinin sağlan-
te ortak bir sentezle yeni bir ulus yaratıldığı savına ması için çalışılmasını isteyerek; Anadolu gençlerini
dayanan Anadoluculuğun temelini coğrafya ve tarih yanlarına çekmeye çalışmıştır. “İtiraf edelim ki, Türk
belirlemiştir.19 Esas itibariyle de Anadoluculuk, “biz Ocağı’nın fikri bir zamanlar hepimizi arkasından sü-
kimiz, nereye aitiz” sorularına cevap bulma ama- rükleyen bir cazibeye malikdi…” diyen Necip’e göre
cındadır. Bu nedenle Anadoluculuğun savunucuları bu fikir Türklerin harsi birliği fikriydi; fakat bu fikrin ha-
vatan, ulus, tarih, kimlik ve uygarlık gibi alanların yal ürünü olduğunu dile getiren Haydar Necip, genç-
yeniden tanımlanması noktasında çaba göstermiş- lerin azim ve kudretlerini “çorak bir çölde” israf et-
tir. Bu şekliyle Anadoluculuğun kendine ait bir teme- memelerini dilemektedir. Haydar Necip’e göre genç-
li, bakış açısı ve kavramsal bir yapısının olduğu ve lerin kudretli azmi ve imanı, “bütün Türklerden evvel,
söylenebilir.20 Anadolucu düşünüş önderlerinin ya- Anadolu Türküne nurlu bir istikbali müjdeliyor”du. Bu
yınları incelendiğinde, yukarıda sayılan kavramların nedenle “Türk Ocağı’ artık “Anadolu Ocağı” olmalı ve
içlerini doldurma çabası net bir şekilde görülmekte- gençler sadece Anadolu için çalışmalıydı.25 Mehmed
dir. Halid de “Milliyetperverliğin Ma’nası” ismiyle yazdığı
makalede, Turancıların, Türk ırkından olan fakat ayrı
Anadolu Mecmuası’nın birinci sayısında “Millî Ta-
vatanlarda yaşayan milletleri tek merkezde toplama
rihimizin İsmi” başlığıyla bir makale yazan Mükrimin
amacının dünde, bugün de, yarın da hayal olacağını
Halil, eski tarih yazarlarının yazdıkları tarihleri sö-
söylemiştir. Halit’e göre; “Anadolu milleti için Turan-
zünü ettikleri milletlerin adlarıyla anmadıklarını dile
cılık bir gaye, bir mefkûre olamaz.” Çünkü bu milletin
getirmektedir. Halil, devletin ve devlete tabi olanların
Turancılık gayesi için çalışacak ne gücü ne de sıh-
başta bulunan hanedanın ismiyle anıldıklarını ve ha-
hati vardır. Milletin böyle bir gücü olsa bile bu gücü
nedan değiştiğinde de devletin, milletin ve memle-
Anadolu’da milli bir devlet kurmaya ve onu ilerletme-
ketin de isminin değiştiğini dile getirmektedir. Halil’e
ye harcayacaktır.26
göre, kendi tarihçilerimizde aynı zihniyetle hareket
etmişler ve devlete müşterek bir isim vermemişlerdir. Yine Mehmed Halid, Anadolu Mecmuası’nın 8.
Örnek olarak ta Devlet-i Selçukiye, Devlet-i Karama- sayısında “Asıl Hakikat” başlığıyla yazdığı bir yazı-
niye, Devlet-i Osmaniye gibi isimlerin kullanıldığını da, Türk tarihinin şimdiye kadar yanlış tetkik edildiği-
söylemiştir. Fakat yazara göre ortada değişen hiç- ni vurgulayarak Osmanlı saltanatının, Selçuklu, Ka-
bir şey yoktu. Millet yine aynı millet, devlet yine aynı raman ve Akkoyunlu gibi devletlerin devamı olduğu-
devlet, memleket de yine aynı memleketti. 21 nu belirterek bugünkü Cumhuriyeti’nde Osmanlı’nın
devamından ibaret olduğunu söylemekte ve eski
Tarihçilerin Selçuklu tarihi ya da Osmanlı tarihi
tarihçilerin devlet müessesini hanedan isimleriyle
gibi farklı isimlendirmelerinin dışında milletçilik akı-
andıkları için Anadolu devletinin şu ana kadar birkaç
mının memlekette gelişmesiyle birlikte tarihimize
unvanla anıldığını ve devlete verilmesi gereken is-
“Türk tarihi” denilmesinin de yanlışlığını vurgulayan
min Anadolu devleti olması gerektiği savunmuştur.27
Mükrimin Halil, Türk tarihi ismiyle akla Türkistan ta-
Yazının devamında “Vatan Anadolu’da, Anadolu
rihinin de gelebileceğini belirtiyor ve bu iki kavramın
milleti tarafından tesis edilen (Anadolu müessesesi)
farklı olduklarını dile getiriyor. Ayrıca Osmanlı tarihi
olduğunu kaydettik. Şu halde bu müesseseye isim
tabirine de bir Osmanlı ulusu olmadığını belirterek
vermek isterken, hakikate göz kapayarak, Selçuki,
karşı çıkan yazar, bu isminde anlamlı olmadığını dile
Osmanlı devletleri unvanı gibi iğreti, mücerret, hatta
getirmektedir.22 Türklerin millî tarihinin ismi üzerin-
manasız bir ad takmak caiz olmaz. Dünkü Selçuki
de de uzun uzadıya duran Mükrimin Halil’e göre bu
ve Osmanlı devletleri kadar bugünkü cumhuriyetimiz
isim, “Anadolu Türkleri tarihi veya sadece Anadolu
de bir Anadolu müessesesi, binâenaleyh ismi ‘Ana-
tarihi”!23 olmalıdır. Daha önce de değindiğimiz gibi
dolu Cumhuriyeti’dir. Bu cumhuriyete Türkiye Cum-
bu hareketin siyasi bir hüviyete sokulmasında katkı-
huriyeti demek, onun mahiyetini değiştirmeye teşeb-
sı olan Mükrimin Halil, bu akımın İslami vurgusunu

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 319


Anadolu’nun üzerine sülük gibi
yapıştığını ve Anadolu halkı-
nı eşitlik, hürriyet, adalet gibi
kavramlarla kandırarak mille-
tin öz evladını ve milletin öz
yurdunu(Anadolu) kendi çıkar-
ları doğrultusunda kullandık-
larını söylemektedir.30 Nâbi’ye
göre, “Gerek istibdadçıların,
gerekse onun diğer şekli olan
meşrutiyetçilerin bütün gayeleri
Anadolu’yu istedikleri gibi kul-
lanmaktı. Bunun içinde yegâne
yol Anadolu’yu okutmamak
olacaktı.” Böylece eğitimsiz bı-
rakılan fikir üretmekten yoksun
olan Anadolulular müstemleke-
ciler tarafından “23 Nisan Milli
İnkılâbına” gelinceye kadar
ezilmişlerdir. Nâbi’ye göre ar-
tık yapılması gereken tek şey:
Anadolu Cumhuriyeti’nin millî
maarif siyasetini oluşturup Ana-
dolu gençlerini tam manasıyla
okutmaktır.31 Mehmed Emin’de
“Anadolu’da Maarif Nasıl
Ta’ammüm Edebilir?” bağlığıy-
la yazdığı bir yazıda Anadolu
ve Anadolu köylüsünün eğitim
noktasında yaşadığı sıkıntıları
Dergâh Mecmuası, Milli Cereyanın Zaferi dile getirmiştir. Mehmed Emin:
“Anadolu’da gezmemiş, Türk
büs etmektir.”28 Halit’in, bu müesseseye verdiği isim halkıyla temas etmemiş olanlar
“mukaddes Anadolu Cumhuriyeti’dir.” Bu tanımlama zan ederler ki memleketimizde maarifin ta’ammüm
Mehmed Halid’in bu konuda Mükrimin Halil’in para- etmemesi halkın okuma ihtiyacı duymamasından
lelinde olduğunu ve Anadolucuların Anadolu ismine ileri gelmiştir…” demektedir. Emin’e göre Anadolu
bile atfettikleri kutsallığı göstermesi bakımından dik- halkı, okuma ve yazma konusunda büyük bir heye-
kate değerdir. can ve istek duymaktaydı. Bu bağlamda hem eğitim
sistemini hem de hocaları eleştiren Emin, Anadolu
Ayrıca Mehmed Halid’in “Asıl Hakikat” başlık-
halkının eğitimi noktasında yeni bir maarif siyasetinin
lı makalesinin önemli bir tarafı da Anadolu dışında
oluşturulmasının gerekliliği üzerinde durmuştur.32
yaşayanların müstemleke olarak kabul edilmesi-
dir. Halit’e göre; “Anadolu orduları tarafından feth İlk dönem Anadoluculuk hareketinin önderleri
edilen Anadolu’nun hudutları haricindeki arazi, Anadolu’yu ilgilendiren hemen hemen her konuda
Anadolu’nun müstemlekesidir. Bu arazide oturanla- ortak görüş sergilemişlerdir. Anadolu Mecmuası
rın Türk olmaları, oraların müstemleke olmamalarını kısa soluklu bir dergi olmasına rağmen çok geniş
icap etmez.”29 Müstemleke ve öz vatan ayrımı sa- konu yelpazesine sahiptir. Mecmua’da Anadolu’nun;
dece Mehmed Halid’in üzerinde durduğu bir konu iklimi, eğitimi, madenleri, köyleri, şairleri, destanları,
değildir. Ziyaeddin Fahri ve İrfan Nâbi’de bu konuda tarihi, kadınları vb. konular işlenmiştir. Nitekim “Ana-
görüşlerde bulunmuştur. dolu Kadını” başlığıyla yayımlanan makale incelen-
diğinde, Anadolu kadını yüceltilirken İstanbul’a karşı
İrfan Nâbi’ye göre İttihat ve Terakki “milletin
olan tavır bu konu üzerinden işlenmeye devam et-
öz evladını” ezmiştir. Bunun nedenini ise İttihat ve
miştir. Mehmed Emin’in makalesinde “Türk vatanını
Terakki’nin müstemlekeci olmasına bağlayan İr-
yalnız İstanbul’dan görenler zan ederler ki İstanbul
fan Nâbi, müstemlekecilerin uzun bir süreden beri
kadını vatan annelerinin timsalidir…” bunun yanlış-

320 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


lığını dile getiren Mehmed Emin, “Türk kadınlığının açıklamaya çalışan Mehmed Halid de, millet olabil-
enmüzecini33 Anadolu’dan başka yerde arıyorsanız menin iki koşulundan bahsetmektedir. Ona göre bu
hata ediyorsunuz…” diyerek Türk kadınını Anadolu iki koşul hars ve ortak vatandır.40
kadınının temsil edebileceğini söylemektedir.34
Ziyaeddin Fahri de “Milliyet Meselesi” başlığıyla
Bahsettiğimiz görüşler yanında Anadolucuların kaleme aldığı bir uzunca bir makalede milli coğraf-
sergilediği ortak tavırlardan biri de Selçuklu döne- ya, milli iktisad, milli tarih ve milli ilime sahip olmanın
minin Anadolu için milat kabul edilmesidir. Nitekim gerekliliğini vurgulamış ve Anadolu’da tam anlamıy-
Anadoluculuğun hareketli simalarından biri olan la bir Türk şuuru oluşturmanın zorunlu olduğunu
Mükrimin Halil, Türk tarihini 5 kısma ayırmıştır. Ya- söylemiştir.41 Ziyaeddin Fahri’nin de belirttiği gibi bu
zarın ifadesiyle “Bin iki yüz yıllık tarihimizi başlıca hareket önderlerinin birincil amacı; Anadolu coğraf-
beş büyük devreye taksim edebiliriz: 1- Halifey-i Ab- yasında ortak bir tarih bilincine dayalı bir ulus oluş-
basiye zamanında Anadolu’da Türk emaretleri, eski turma çabasıdır.
müverrihlerin tabiri vechile, sügur valileri devri. 2- Al-
Anadoluculukla ilgili olarak Dergâh mecmuasın-
Selçuk devri. 3- Tavaif-i Mülük devri. 4- Al-Osman
da da çeşitli yazılar yazılmıştır. Özellikle Anadolu’da
devri. 5- Cumhuriyet devri.” Halil’e göre tarihimizi bu
başlayan milli mücadeleye desteklerinin yanında
şekilde beş devreye ayırmak en doğru en ilmi izahat-
Anadolu’nun çeşitli yönden tahlilleri de yapılmıştır.
tır. 35 Mükrimin Halil, Milli Tarihimizin Mevzu-1” isimli
Falih Rıfkı, “Anadolu Mücahedesi”nin “milli vatan” ve
bu makalede, Sügur valileri devri ve Selçuklu devri
“milli istiklal” mücahedesi olarak doğduğunu aktara-
hakkında bilgiler vermiştir. Halil’e göre “Anadolu’da
rak Sakarya Zaferi’nin Anadolu’da doğan “milli cere-
tam ve müstakil bir Türk vatanının teşkil” edildiği dö-
yanın” zaferi olduğunu söylüyordu.42 Hamid Sâdi’de
nem Selçuklu dönemidir. Bu devir, “Anadolu mede-
“Marmara Havzası” isimli makalesinde Marmara’nın
niyetini hakikaten temsil eden bir devirdir. Zevkiyle,
Anadolu için stratejik önemini belirttikten sonra Türk-
sanatıyla, zekâsıyla bütün medeniyetiyle bir ihtişam
lerin burada pek çok gazi ve şehit verdiğini ve ayrıca
manzarası göstermektedir.”36 Mükrimin Halil, bu dev-
Türk sanatının en muhteşem eserlerinin yer aldığı
reyi de kendi içerisinde dört bölüme ayırmıştır. Bu
bir bölge olması nedeniyle de Anadolu için önemini
görüşe paralel olarak Mehmed Halid de Anadolu’da
vurgulayarak makalesini şu sözlerle tamamlamıştır:
kurulan ilk milli devleti Selçuklular olarak göster-
“Anadolu Türk ilinin kalbi ve gövdesi ise Marmara
mekte ve Anadolu milletinin birinci görevini Selçuklu
havzası da bu gövdenin başı ve dimağıdır, bu başı
medeniyetini yakından tanıma ve öğrenme olarak
gövdesinden ayırmak her iki evvelkinin hayatına
göstermektedir.37
kasd etmek demektir.”43
Nitekim Anadolucular 1071 yılını Anadolu Türk
Anadolu Mecmuası’nda olduğu gibi Dergâh’ta
tarihinin başlangıcı olarak kabul etmiştir. Mehmed
da Anadolu’nun saflığı ve masumluğuna vurgular
Halid’te, Anadolu’yu istila eden Türkmenlerin(Oğuz)
İstanbul’u eleştirerek yapılmaktadır. Mecmua’da
çok kuvvetli ve hızlı bir şekilde Anadolu’yu Türkleştir-
“İstanbul Avrupai uygarlıkla bozulmuş alafranga bir
diğini söyleyerek bu süratin nedenini Anadolu’yu isti-
kültürün sembolü olarak görülürken; Anadolu saf,
la eden askeri kuvvetlerin fazlalığından ziyade millet
ibtidaî, kirlenmemiş halkın yaşadığı coğrafya olarak
istilasının yoğunluğu olarak göstermektedir. Böylece
yüceltilir.”44 Nitekim Anadolu Mecmuası ile birlikte
eski Anadolu’nun yerine havasıyla, suyuyla, taşıyla
Dergâh mecmuası da Anadoluculuğu ilke olarak be-
ve güneşiyle yepyeni bir Anadolu ikame edilmiş ve
nimsemiş ve bu doğrultuda yazılar neşretmiştir.
Anadolu Türkler için bir vatan halini almıştır.38
Sonuç
Anadolu’ya yerleşmeyi dönüm noktası olarak
kabul eden Anadolucu önderlerin tamamı Anado- Osmanlı Devleti’nin can çekiştiği sıralarda özel-
lu coğrafyasının bin yıllık bir birikimle Türkleştiği likle Turancıları sınır tanınamazlık noktasında eleşti-
kanaatindedirler. Bu noktada Türkler, Anadolu’ya rerek gündeme gelen ve Anadolu milliyetçiliği olarak
yerleştikten sonra evrensel bir dine(İslam) mensup formüle edilebilecek bu akım, Millî Mücadele ile bir-
olmanın avantajını kullanıp daha önceki medeniyet- likte popülerleşmiştir. Bu bağlamda Anadolu Mec-
lerin mirasını da genişleterek bir ulus haline gelebil- muası farklı bir misyon üstlenerek Anadoluculuğun
mişlerdir. Bu nedenle Anadolu coğrafyası; Türklerin önemli bir durak noktasını oluşturmuş ve akımın si-
önceki durumlarından kopup kendilerini yeniden ta- yasallaşmasını sağlamıştır.
nımlamaları ve ulus olmaları noktasında önemli bir
“Anadolucu” olarak tanımlanan ve genelde Ana-
semboldür.39 Anadolu Mecmua’sını toplu yayımla-
dolu Mecmuası çevresinde toplanmış olan bu milli-
nan 9. 10. 11. sayılarında, millet ve milliyetperver-
yetperverler, Millî Mücadele sonrasında kurulan cum-
liği “Milliyetperverliğin Ma’nası” başlıklı makalesiyle
huriyeti sahiplenerek bu millî oluşumu kendi pers-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 321


pektifleri çerçevesinde yönlendirme kaygısı taşımış- 9 Ülken, a.g.e., s.477.
lardır. “Anadolu İnkılâbı”nın birkaç kişiye mal edile- 10 Mithat Atabay, “Anadoluculuk”, Modern Türkiye’de Si-
yasi Düşünce: Milliyetçilik, İstanbul: İletişim Yayınları,
meyeceği görüşünde olan Anadolucular, Malazgirt’te c.4, s.516.
şehit düşenlerin bile bu zaferde paylarının olduğunu 11 “Anadolu ve Gençliğin Vazifesi”, Türk Yurdu, sayı:34,(
düşünmüş ve bunu dile getirmişlerdir.45 Şubat 1328) , s.314.
12 Aktaran: Çınar, a.g.t., s.40.
Anadolu Mecmuası, “her ne kadar Yeni Devlet’le 13 İsmayıl Hakkı, “Küller Altında Bir Anadolu” Dergah,
farklı düşünüş konumlarında olsa da özellikle vatan Cilt:3, (16 Mayıs 1338), s.34.
14 Anadoluculuğun ortaya çıkışı ve gelişimi ile ilgili detaylı
sınırları, azınlıklar, kapsayıcı bir millî kültür tasarımı bilgi için bkz: Çınar, a.g.t.
konularında Devletin önünü açan açılımlarda bulun- 15 Anadolu Duygusu, “Maksad ve Meslek”, sayı:1, (1 Şu-
muştur.” Bu doğrultuda Anadolucuların, “Kemalist bat 1337), s.1.
16 Konur Alp, “Anadolu Duygusu”, Anadolu Duygusu,
kadroların karşısına ilk andan itibaren önemli bir
sayı:1, (1 Şubat 1337), s.5.
sorun olarak çıkacak olan, Misak-ı Millî sınırlarına 17 Atabay, a.g.m., s.516.
tarihsel bir meşruiyet kazandırma” konusunda kat- 18 Aktaran: Çınar, a.g.t., s.65.
kıları olmuştur. 46 19 Atabay, a.g.e., s.222.
20 Alver, a.g.m., s.134.
Milli Mücadelenin başarıya ulaşmasıyla birlikte, 21 Mükrimin Halil, “Milli Tarihimizin İsmi”, Anadolu Mecmu-
esasında bağımsızlık konusunda ortak bir duruş ası, sayı:1, (1340) , s.1,2; Ayrıca detaylı bilgi için bkz:
Çınar.,a.g.t., s.67-69.
sergileyen Anadoluculuk ile Atatürkçü düşünüş ta- 22 Halil, a.g.m, s.3.
raftarları arasında özellikle izlenecek yol konusunda 23 Halil, a.g.m, s.5,6.
ayrılıklar baş göstermiş ve Anadolucular içerisinde 24 Murat Kılıç, “Erken Cumhuriyet Dönemi Türk Milliyet-
çiliğinin Tipolojisi”, S.D.Ü. Fen Edebiyat Fak. Sosyal
modernizmden ve laiklikten yana Anadolucular be-
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Aralık, 2007, sayı:16, s.124.
lirirken Anadolucuların diğer kanadını muhafazakâr http://sablon.sdu.edu.tr/dergi/sosbilder/dosyalar/16_6.
olarak nitelendirebileceğimiz gelenekçi Anadolu- pdf, Erişim: 17.12.2010.
cular oluşturmuştur.47 Bu ayrışmanın da etkisiyle 25 Haydar Necib, “Türk Ocağı”, Anadolu Mecmuası, sayı:7,
(1340), s.262-263.
1923–1925 tarihleri arasında Anadoluculuğun yayın 26 Halid, Milliyetperverliğin Ma’nası”.., s.316.
faaliyetleri giderek azalmıştır; fakat Anadoluculuk ha- 27 Mehmed Halid, “Asıl Hakikat”, Anadolu Mecmuası,
reketi 15 yıl sonra tekrar canlanmıştır. Remzi Oğuz sayı:8, (1340), s.283.
28 Mehmed Halid, “Asıl Hakikat”...., s.284.
Arık, Hıfzı Oğuz Bekata ve arkadaşlarının çıkardığı
29 Mehmed Halid, “Asıl Hakikat”...., s.283-284; Ayrıca
Çığır ve Millet ile Nurettin Topçu’nun çıkardığı Hare- daha detaylı bilgi için bkz: Çınar, a.g.t., s.90-91.
ket dergileri Anadolucu görüş ekseninde yoğun bir 30 Çınar, a.g.t., s.91.
şekilde yayımlar yapmaya başlamışlardır. Bu döne- 31 İrfan Nâbi, “Anadolu Cumhuriyeti’nin Maarif Mefkuresi”,
Anadolu Mecmuası, sayı:6 (Eylül 1340), s.229-230.
min Anadolucuları, resmi ideolojinin belirli yönlerine 32 Mehmed Emin, “Anadolu’da Maarif Nasıl Ta’ammüm
ve CHP’nin politikalarına muhalefet eden bir duruş Edebilir?”, Anadolu Mecmuası, sayı:2 (1 Mayıs 1340),
sergilemişlerdir.48 s.50-51.
______________________________________________ 33 Örnek, model.
* Araş. Gör., Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, oo- 34 Haydar Necib , “Anadolu Kadını”, Anadolu Mecmuası,
buz@anadolu.edu.tr sayı:3, (Haziran 1340), s.117,118; Ayrıca bkz: Çınar,
1 Mithat Atabay, İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye’de a.g.t., s.88-89.
Milliyetçilik Akımları, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2005, 35 Mükrimin Halil, “ Milli Tarihimizin Mevzu-1”, Anadolu
s.145-146. Mecmuası, sayı:2 (1340), s.54-55.
2 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, 36 Mükrimin Halil, “Milli Tarihimizin Mevzu-2”, Anadolu
İstanbul: Ülken Yayınları, 1998, s.477. Mecmuası, sayı: 3, (1340), s.85.
3 Seçil Deren, “Türk Siyasal Düşüncesinde Anadolu İm- 37 Halid, Milliyetperverliğin Ma’nası”…, s.316.
gesi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Milliyetçilik, 38 Halid, “Asıl Hakikat”...., s.282.
İstanbul: İletişim Yayınları, c.4, s.533. 39 Alver, a.g.m., s.136.
4 Metin Çınar, Anadoluculuk Hareketinin Gelişimi ve Ana- 40 Halit, Milliyetperverliğin Ma’nası”…, s.315.
dolucular ile Cumhuriyet Halk Partisi Arasındaki İlişkiler 41 Detaylı bilgi için bkz: Ziyaeddin Fahri, “Milliyet Mesele-
(1943-1950), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti- si”, Anadolu Mecmuası, sayı:5, (1340,), s.178-188.
tüsü Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2007, s.46. 42 Falih Rıfkı, “Milli Cereyanın Zaferi”, Dergah, Sayı:12, ( 5
5 Ülken, a.g.e., s.480. Teşrinievvel 1337), s.177.
6 Köksal Alver, “Anadoluculuk ve Hilmi Ziya Ülken”, Af- 43 Hamid Sâdi, “Marmara Havzası” Dergah, Sayı:7, ( 20
yon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, c.3, Temmuz 1337) , s.109.
sayı:1, Haziran, 2001, s.133. http://www.aku.edu.tr/ 44 Mustafa Işkın Tercan, Milli Mücadele Döneminde Ana-
AKU/DosyaYonetimi/SOSYALBILENS/dergi/III1/10.pdf, doluculuk Hareketi ve Dergah Mecmuası, Ankara: Ha-
Erişim:15.12.2010. cettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayın-
7 Mehmed Halid, “Milliyetperverliğin Ma’nası”, Anadolu lanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2009, s.46.
Mecmuası, sayı:9,10,11(Kanûn-ı evvel, Kanûn-ı sâni, 45 Çınar, a.g.t., s.97-98.
Şubat 1340/1341), s.316; Ayrıca bknz: Çınar, a.g.t., 46 Çınar, a.g.t., s.101
s.75. 47 Atabay, a.g.m., s.517-518
8 Ülken, a.g.e., s.477. 48 Deren, a.g.m., s.536.

322 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


[Ekrem Hakkı Ayverdi İle Avrupa’da Türk’ü Aramak-II*]

TUNA GÜZELLEMESİ

TURGUT GÜLER

S
oy bakımından bize yakın olduklarını kendi- palankanın dış surunun yıkıldığını ve iç kaledeki kili-
leri de kabûl eden Macarlar, târihin değişik senin, Kaanûnî adına câmie çevrildiğini yazıyor.
dönemlerinde Türk’e karşı vaziyet alarak,
Surları önünde Kaanûnî Sultan Süleymân’ın
özellikle Haçlı koalisyonlarına katılmışlardır. Lâkin
son nefesini verdiği Sigetvar’ın batısında Babofça
Macarların bu dinî duruşları, teolojik câmia psikoloji-
(Babocsa) Kalesi duruyor. Sigetvar’la aynı yıl, yâni
sinin kaçınılmaz bir itaat hâlidir. En azından, Bulgar-
1566’da fethedilen bu kasaba, bir aralık elimizden
larla mukâyese edildiğinde; Macar, bir hayli kardeş-
çıkmışsa da, Eğri fethinden sonra 1600’de istirdâd
ce renkler taşıyan Altaik dostumuzdur.
olunmuştur. 1663’de yeniden Avusturya işgâline dü-
Fekete, Rasonyi, Vambery, Petöfi, Rakoçi gibi, şen Babofça, Fâzıl Ahmed Paşa’nın geldiğini duyan
isimleri anılınca sıcak, tanıdık intibâlar bırakan Macar Nemçelilerin tabana kuvvet kaçmaları ile bir taraftan
âlim, edib ve politikacıları, Türk renklerini her vesîle yangın yerine dönmüş, diğer taraftan düşmandan
ile benimseyip ifâde etme medenîliğini göstermişler- halâs olmuştur. Ahmed Paşa’nın maiyetinde kaleye
dir. girenler arasında Evliyâ Çelebî de vardır. Onun an-
lattığına göre, Türk askeri Babofça’ya ayak bastığın-
Macarların, Orta Avrupa’da ırkî bağ yakınlığı
da, kasaba henüz alev alev yanmakta imiş.
ararken sarıldıkları Altaylılık paydası, târihî ve antro-
polojik değerin yanı sıra, iki millet arasına muhabbet Babofça ile hemen hemen aynı kaderi paylaşan
çiçekleri dizmiştir. ve benzer mâcerâyı yaşayan bir başka kasaba da
Berezense(Berzence) Kalesi’dir.
Bunların da ötesinde, Macaristan’da uzun süren
Osmanlı hâkimiyeti, aslâ inkâr edilemeyecek derin, Mohaç Zaferi sonrasında, Macaristan tâbiri, yeri-
mânâlı, müsbet izler bıraktı. ni Budin’e bırakır. Budin, yâni bugünkü büyümüş ve
Peşte’yle birleşmiş Budapeşte, Tuna’nın rûh verdiği
Ekrem Hakkı Ayverdi, bu izleri yerinde görüp
beldeler listesinde, başköşeyi tutanlardan.
tesbit etmek gibi, hakkı ödenmez bir üstün mesâîyi
kâğıda aktararak, ölümsüzleştirdi. Tuna merkezli Ay- Almanya’daki kaynağından itibâren Bratislava’ya
verdi seyâhatinin mahsûlü, âbide cesâmetinde say- kadar doğu istikâmetinde akan Tuna, burada güney-
falardır. doğu cihetine yönelir. Yanıkkale(Györ)’de yeniden
doğuya döner ve Estergon’dan Belgrad’a, güneyi
Avrupa’da Osmanlı Mîmârî Eserleri’nin ilk cil-
tâkib ederek ulaşır.
dinin ikinci bölümünü meydâna getiren Macaristan
başlıklı çalışma, aslında boydan boya bir Tuna Gü- Tuna’nın, Estergon’da yaptığı ve seyredenin
zellemesi sayılmalıdır. Zâten, Tuna’sız Macaristan’ın gözünü, gönlünü fethettiği dirsek; Budin’e üç kama
bahse değer neyi kalır? veyâ – Ekrem Hakkı Ayverdi’nin kullandığı tâbir ile –
selyaran vücûda getirerek uzanır. Bunlar; Estergon,
Peçevî (Peçuy) Şehri’nin doğusunda bulunan
Vişegrad ve Budin’dir.
Batasek(Bàtasek) Palankası, Mohaç Zaferi’ni tâkib
eden günlerde fethedilen yerlerdendir. Evliyâ Çelebî, Anılan üç mevki, aynı zamanda kuzeyden gelebi-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 323


lecek Slav ve Germen taarruzlarına karşı, tabiî birer üslûbu ile ziyâfete dönüşen bilgi tabakları oluyor.
müdâfaa üssü durumundadır. Budin’in bir husûsiyeti
Yaptığı işin kıymetinin, Evliyâ da farkındadır.
daha bulunmaktadır ki; o da, bu şehrin ötesinde yüz-
Tevâzû içine gizlemeyi başardığı fahriye, onda
lerce kilometre devâm eden geniş ovanın giriş kapısı
aslâ sakîl durmuyor:« Budin hakkındaki bu kadar
oluşudur. Macar topluluklarının, düz arâziden Bal-
tafsîlâtı, pederimizden istimâ eylediğimiz üze-
kanlara yapmayı düşündüğü akınların kilidi de yine
re ale’l-ihtisâr kaydeyledik. Zîrâ, bunları târihler
Budin’de açılıp kapanmaktadır.
her bir an’anesiyle mufassal yazmamışlardır.
Bütün bu câzibe sebeplerine rağmen, Macar Bu gazâlarda bulunan pederimiz Serzerkerân-ı
Krallığı’nın ilk merkezi Budin değil, İstolni Belg- Dergâh-ı Âlî, yâni Derviş Mehmed Zıllî Bin Kara
rad (Székesfehérvar)’dır. Sonraki dönemlerinde, Ahmed Bin Kara Mustafa Bin Yavuz-Er Bin
pây-ı tahtın Estergon ve Budin’e taşınması, İstolni Ece Yâkûb Bin Germiyen-zâde Yâkûb Bey’dir
Belgrad’ı aslâ ikinci plâna itmemiştir. Macar kralları, ki, o da Türk-i Türkân Hoca Ahmed Yesevî
yeni taht merkezlerine değil, eskiden olduğu gibi İs- sülâlesindendir.» cümleleri, bu güzel övünmenin
tolni Belgrad’a defnedilmeyi sürdürmüşlerdir. saltanat kayığına, kürek olacak şiiriyettedir.
Budin, Osmanlı Devleti’nin en kuzeydeki Velhâsıl Evliyâ, cümle vatan toprağı gibi, Budin’in
eyâletinin adı ve merkeziydi. Bizim Nazlı sıfatını kon- de söz serdârıdır.
durarak sevgi tezâhürü gösterdiğimiz Budin’e, Ma-
Evliyâ Çelebî’nin hârikulâde tesbitlerinden biri
carlar, sâdece Buda diyorlardı.
de, Budin’deki Kızıl Elma Sarayı’dır. Mohaç’dan
Budin’in kuzeyindeki düzlükte, vaktiyle Roma- hemen sonra inşâ edilmiş olması düşünülemeye-
lıların kurduğu Aguincum şehri varmış. Bizans’ın ceğine göre; bu saray, daha önceki Macar kralları-
Sarayburnu’nu görememesi gibi, Batı Roma da, nın ikâmetgâhıdır. Evliyâ naklindeki güzellik, saraya
Budin’in farkına varamamıştır. Yâni, târihin tanıdığı verilen Türkçe isimden ibâret değil. Kaanûnî Sultan
körler az değil. Süleymân, bizzat kendi el yazısı ile bu sarayın du-
varına:
Budin’in kurucusu, Macar Kralı IV. Bela, 1235’de
ilk Buda Kalesi’ni yaptırdı. Ertuğrul Gâzî idâresindeki
Gâzîler meskenidir, bunda beğim gayrolmaz,
Kayı Boyu alplarının, Anadolu’da gür nârâlar atma-
Bunda zulm eyleyenin âkıbeti hayrolmaz.
ya başladığı senelerde, emeklemeye çalışan Budin,
291 yıllık Mohaç hasretini, yana-sıkıla Tuna’ya sora-
beytini yazmış, altına da:«Bir saat adl etmek, yet-
rak büyüttü.
miş sene ibâdetden efdâldir.» meâlindeki hadîs-i
Türk ordusu, Mohaç Zaferi’nden hemen son- şerîfi yazdırmıştır.
ra Budin’e yürüyünce, krallarının vâris bırakmadan
Budin fethinin mukaddimesinde böyle bir
muhârebede maktûl düştüğünü öğrenen şehir halkı,
tenâsübün bulunması, Türk milletine yeni haysi-
aralarından seçtikleri heyet mârifetiyle, kalenin anah-
yet apoletleri kazandırmaktadır. Evliyâ Çelebî’nin
tarlarını Cihân Pâdişâhı Kaanûnî Sultan Süleymân’a
hassâsiyet gösterdiği her nokta; sulbünden gelmekle
takdîm ettiler…
iftihâr ettiği Türk-i Türkân Hoca Ahmed Yesevî’ye ha-
Budin’in Türk hil’ati giyişini ve Türk neşvesiy- yır duâ ve selâmları gönderecek aklıktadır.
le hem-hâl oluşunu, kuru târih bilgileriyle anlamak
Yine Evliyâ’nın aktardığına göre, Macaristan’da
mümkün değildir. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin, bu ihtiyâcı
tesis edilen Eğri, Arad ve Varat eyâletlerindeki tâyin
karşılamak için gösterdiği adres, Evliyâ Çelebî’nin
ve azil salâhiyeti Budin Beylerbeyi’ne verilmiştir. Os-
Seyâhatnâme’sidir. Bu, yirmi dört âyâr altın kıratın-
manlı Devleti’ne, çalakalem merkezîyetçi damgası
daki eserin varakları, pek çok gönül köşemiz gibi,
vuran ham-ervâhlara, Evliyâ’nın Budin sahîfeleri ithâf
Budin’i de, millî romantizmin şâhikasından kalem
olunur.
şuâları tutarak gösteriyor.
Seyâhatnâme’deki Budin tasvîrinden, Yeniçeri
Evliyâ; Peşte hâriç, sâdece Budin için 39 sayfa
odalarının pek süslü ve düzgün olduğunu öğreni-
ayırmıştır. Verdiği mâlûmât arasında kıymetli ve nâdir
yoruz. Ancak, Çelebî, asıl kelime şelâlesini, Budin
olanlar ekseriyettedir. Mohaç’da hayâtını kaybeden
Kalesi’ni anlattığı paragraflara akıtır. Gürzilyas
Kral II. Lajos ile 1541’de vefât eden oğlu Janos
(Szent Gellert) tepesinden bakıldığında kale:« Gûyâ
Szigmond’un cenâzelerinin, Kaanûnî fermânlarıyla
Osmanlı baştarda kadırgası gibi görünür. Kızıl
İstolni Belgrad’daki Krallar Mezarlığı’na gönderili-
Hisâr tarafı kadırganın mürtefi’ kıçıdır. Kale or-
şi; Budin’deki ilk hutbeyi Hünkâr İmamı Nûrullah
tasındaki çarşunun iki tarafındaki dükkânlar,
Efendi’nin okuması; ilk Cum’â namâzını Ebu’s-suûd
makinalarıdır. Ortasındaki avlu yolu, kadırganın
Efendi’nin kıldırması, Evliyâ’nın müstesnâ lezzetteki

324 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


başındaki karîne gibidir. Ulama Paşa Kulesi bur- din sembolleri arasındaki yerini almıştır. Gül Baba
nuna doğru, kadırganın kabalığı gibidir.» Bu, nefis Türbesi, Cumhûriyet Türkiyesi’nin de himmetleriyle,
kadırga târifi, Budin Kalesi ve şehri için biçilen Evliyâ türbe olmanın çok ötesinde, bir kültür noktası hâline
libâsıdır. gelmiştir.
Budin’in kenâr semtlerinden Debbağhâne Va- Gül Baba Burnu mevkiindeki türbe, aynı adı ta-
roşu; güneyde, Tuna kenârında, Gürzilyas (Hızır İl- şıyan tekkeden daha yâver bir tâlihe sâhiptir. Kayıp-
yas) tepesinin eteğindedir. Büyük Varoş ise, Budin’i lar arasına katılan tekkenin de, o yakınlarda hayat
Peşte’ye bağlayan köprü başından kuzeye doğru, sürdüğü düşünülmelidir.
Budin Kalesi’nin doğu cihetini, Tuna kıyısını içine alır.
Gül Baba, Âşıkpaşazâde’nin adını andığı
Kuzeye döndüğünde, suya bakan bölümü palanka
Gâziyân-ı Rûm’un sonuncularındandır. Fâtih dev-
ile korunmuş muazzam bir şehirdir. Evliyâ’nın dedi-
rinden başlayarak hemen bütün gazâlara iştirâk et-
ğine göre, Büyük Varoş; Ahırlık, Toygun Paşa ve
miş, Kaanûnî Sultan Süleymân’ın 2 Eylûl 1541’deki
Süleymân Paşa semtleriyle üçe taksîm edilmiştir.
Budin istirdâdına da katılmış ve kılınan ilk Cum’â
Evliyâ Çelebî, Budin’deki 25 câmi ve 47 mescid- namâzında teslîm-i rûh eylemiştir. O Cum’â namâzı,
den bahsederken, bunların bir gün yok olacağını, aynı zamanda Gül Baba’nın cenâze namâzına
aslâ aklına getirmemiştir. Bunda da haklıdır. Ne yazık pişdârlık yapmıştır. Ebu’s-suûd Efendi’nin kıldırdığı
ki, kazâ ve kader senaryoları, bize Budin’de câmi ve cenâze namâzı, Budin’in, târihinde görebileceği en
mescid bırakmamıştır. muazzam kalabalığı sokaklara taşımıştır.
Evliyâ listesinden, bir tek Toygun Paşa Câmii, o 1541’deki Budin Beylerbeyi Süleymân Paşa,
da kilise kılığında, zaman perdesini delebilmiştir. Yok daha önce Bağdad Vâlisi iken bu mühim vazîfeye
olan câmi, mescid isimlerine bir göz atalım: «Ağa getirilmiştir. Kendisine beylerbeylik hil’atini, bizzat
Mescidi, Büyük Câmi, Çavuş Câmii, Çenberci Ağa Kaanûnî giydirmiş ve:
Câmii, Fethiye Câmii, Hacı Ağa Câmii, Hacı Safer
-Gül Baba Budin gözcüsü olup himmetleri
Câmii, Hamam Câmii, Husrev Paşa Câmii, Kınnâre
hâzır ve nâzır ola.
(Kanarya) Kapısı Câmii, Küçük Câmi (Ağa Câmii),
Küçük Ilıca Câmii, Murad Paşa Câmii, Mustafa diye nasîhat edip, duâsını Fâtihâ ile tamâma erdir-
Paşa Câmii, Osman Bey Câmii, Orta Câmi, Paşa miştir.
Câmii (Saray Câmii), Rüstem Paşa Câmii, Sür-
Evliyâ Çelebî, bütün bu teferruâtı, babasın-
meli Hoca Câmii, Sultan Süleymân Câmii (Büyük
dan naklen anlatmaktadır. Gül Baba’nın tâbutunu,
Câmi), Şeyh Mescidi, Taban Câmii, Toygun Paşa
Kaanûnî’nin bizzat taşıdığını da, yine Evliyâ kayde-
Câmii, Yenikapı Câmii.»
diyor.
Evliyâ’nın Budin’de gördüklerine, bugün ne ka-
Gül Baba, Merzifonludur. Ekrem Hakkı Ayverdi,
dar bîgâne ve uzağız. Keşke, bu câmi ve mescidleri
ana tarafından Gül Baba’nın neslinden geldiğini,
gösterecek bir optik cihaza sâhip olabilsek. Tuna’nın
tevâtüren bilmektedir.
sularındaki akislerini de fark edemiyoruz…
Velî Bey Kaplıcası’nın güneydoğusunda, dik bir
Budin câmi ve mescidlerinin bânîleri, aynı za-
burnun ucunda, Török ve Gül Baba sokaklarının kav-
manda, medrese ve hamam olarak hizmet veren
şağında bulunan Gül Baba Türbesi, son zamanlarda
eserlerin isimlerinde de zikrediliyor. İhtimâl, bunların
bir hayli tanınır hâle gelmiştir. Türbenin içinde Gül
pek çoğu, merkezinde câmi bulunan külliyelerin için-
Baba, yalnız yatmaktadır. Yanında başka kimseye
de yer alıyordu. Bugün yoklara karışan ve en küçük
âit mezar yoktur. Sanduka üzerindeki örtü, 1973’de
bir bakıyesi bile kalmayan o azîz eserler, târihin hük-
Türkiye’den gönderilmiştir. Mezârın baş kısmında
müne biat edip sessizlik vâdisine çekilmişler.
solda Macarca, ortada Türk Bayrağı ile birlikte Türk-
Budin; Bursa gibi, kaplıcası- ılıcası pek bol bir çe, sağda İngilizce üç levha yerleştirilmiştir. Türkçe
şehirmiş. Evliyâ’nın listelediği termâl şifâ merkezleri metin, eksiktir. Lâkin, emsâli levhaların geçiştirme
şöyle: «Debbağhâne (Ràcs) Ilıcası, Bekir Efendi bilgilerine nazaran, oldukça sıhhatlidir.
Ilıcası, Horoz Kapısı(Kakaş-Krali=Kiràly-Kakas)
Evliyâ Çelebî’de Gürzilyas (Hızır İlyas) diye
Ilıcası, Lukàcs(Baruthâne) Ilıcası, Sokollu Musta-
geçen ve Macarların Szent Gellert (Azîz Gellert)
fa Paşa Kaplıcası, Yeşil Direkli Rudas Kaplıcası,
dedikleri zâtın kabri, onun adıyla anılan tepedey-
Mustafa Paşa-Velî Bey (İmparator) Ilıcası.»
di. Evliyâ, Gürzilyas’ın Kuzey Sırbistan’daki Bana
Budin’in türbe ve tekkeleri, zor sayılacak Kasabası’ndan geldiğini ve Budin’in fethi harekâtına
kesâfette. Ancak bunlardan bir tânesi, zamân için- iştirâk ettiğini, menkıbeler naklederek anlatır. Adını
de öne çıkarak ve günümüze kadar uzanarak Bu- taşıyan tepede şehîd olmuş ve oraya defnedilmiştir.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 325


Şimdi, o tepenin üzerine dikilmiş dev-âsâ bir istavroz, da Nemse Hisârı’nın yer aldığını yazıyor. Evliyâ’nın
çok uzaklardan görülmektedir. bahsettiği ve bu hisâra âit iri taşlar, bugünkü bakıye-
de de fark ediliyor.
Budin içerisinde oldukları kayıtlara geçen Hızır
Baba, Hindî Baba, Kalaylı Koz Ali Paşa, Miftah Budin’in 40 km. kadar güneyinde Erçin (Erc-
Baba, Muhtar Baba türbeleri, bugün görünmezler si) Palankası varmış. Evliyâ Çelebî, bu palankayı,
âlemine hicret etmişlerdir. Macaristan’ın Osmanlı himâyesine girdiği devirde,
Kaanûnî’nin emriyle Erçin adındaki bir sancak beyi-
Mîmar Sinan’ın, Belgrad’dan yukarıda yaptı-
nin yaptığını söylüyor. Yine Evliyâ’nın burada gördü-
ğı tek eser, Sokollu Mustafa Paşa Câmii’dir ve
ğü Hünkâr Câmii, yoklar listesinde.
Budin’dedir. Paşa’nın türbesi de, yine Sinan eseri
olarak câmiin yanında bulunmaktaydı. İzleri yok ol- Tuna boyunun en nâmdâr kaleleri arasında, gazâ
muştur. türküleriyle de ayrı gönül durağı hâline gelen Ester-
gon (Esztergom) Kalesi, başlı başına bir Türklük
Belgrad’dan Budin’e uzanan güzergâh üzerinde
sembolü idi.
Cankurtaran Palankası varmış. 1529’da, Kaanûnî
Viyana Seferi’nden dönerken, âniden bastıran kış, Hakikî mânâda su başı durak olan Estergon’un
hareketi zorlaştırınca, burada konaklamış. Hemen o mâdenini, Macarlar da keşfetmiş ve uzun müddet bu-
mevkie bir kale yapılıp Cankurtaran ismi verilmiş. rayı devlet merkezi yapmışlardı. Macar Kralı Szent
Istvàn burada doğmuş ve tâc giymiştir. Yine bu sıra-
Şimdi Slovakya sınırları içinde kalan,
da Macarların Hristiyan dinine girdikleri tahmîn edili-
Estergon’un tam karşısında yer alan Ciğerdelen
yor. 978’de kendi sarayını yaptıran Istvàn, 1010’da
(Parkany-Stürova) Kalesi, bilhassa Köprülü Fâzıl
Szent Adalbert Katedrali’ni açtı.
Ahmed Paşa’nın Uyvar Seferi’nde mühim rol oyna-
mıştır. Paşa’nın maiyetindekilerden biri de Evliyâ 1241’deki Moğol istilâsında, Yukarı Kale’dekiler
Çelebî’dir. Ciğerdelen’in üç tarafı Tuna ile çevrilmiş, hâriç, bütün Estergon ahâlisi katledildi. Bu
kara tarafında, etrâfına hendek kazılmış bir kapısı bu- hâdise, Macarlara kalenin lüzûmunu çok iyi an-
lunmakta imiş. Kale’nin içinde, Uyvar’a karşı, iki katlı lattı. Macaristan’daki kale bolluğunun sebebi,
büyük bir hendek-tabur kuruluymuş. Evliyâ, Ahmed Estergon’daki Moğol renkli ibret sayfası olmalıdır.
Paşa ile düşman arasında geçen açık sahrâ(İstâbur)
Bugün, Estergon’u ziyâret edenlerin, daha şehre
muhârebelerini, hep Ciğerdelen vesîlesiyle dile ge-
uzak mesâfeden bakarken bile dikkatlerini çeken pek
tirir. Nasıl bir mâzîden geldiğimizi merâk edenler,
iri katedral, boydan boya Türk ve Müslüman albümü
Tuna’nın mecrâsına bakarak, içlerinden geçen soru-
olan Estergon Kalesi’ni ikinci plâna atmak iddiâsıyla
lara kâfi cevâbı bulacaklardır. Tuna, şimdi çok uzak-
inşâ edilmiştir.
larda, kulağımıza aksetmeyen nağmelerle akıyor.
Ama gönlümüzün cümle çağıltısı Tunalı… Macarların, aklı başında kalem sâhipleri arasında
bulunan Derzsö Dercsényi; bu katedralin inşâsı için
İstolni Belgrad’ın kuzeyindeki Çavka
arâzinin tamâmen değiştirildiğini ve Osmanlı hâtırâsı
Kasabası’nın, Evliyâ Çelebî satırlarına sinmiş tatlı
nâmına ne varsa, hepsinin harâb olduğunu söylüyor.
bir hâtırâsı var. Çelebî, buraya yakın mahâlden ge-
çerken ezân sesi duymuş, sese doğru yol alınca, Ne diyelim? Çaresiz şikâyetin, hiçbir ağırlığı yok.
ezânın Çavka’daki Üçüncü Murad Câmii’nden gel- Mâzî denen küheylân, altımızdan sür’atle kayıp git-
diğini öğrenmiş. Ufak bir kaleymiş. miş.

Macar hançeresinde Egrede diye telâffuz edilen Estergon, 10 Ağustos 1543 günü fethedilmiştir.
Eğri(Eger), Kaanûnî Sultan Süleymân’ın kuşatıp da Kaanûnî’nin, bu sefere çıkarken, 23 Nisan 1543’de
alamadığı nâdir yerlerdendir. Viyana Şehri ile Malta, Edirne’de, dost-düşman bütün devlet temsilcilerine
Korfu adaları gibi, Muhteşem Süleymân’a kafa tutan seyrettirdiği resm-i geçid, hâlâ dillerdedir.
Eğri, 12 Ekim 1596 (19 Safer1005) Çarşamba günü
Rahmetli Nüzhet Erman’ın «Estergon Kâl’ası
Sultan Üçüncü Mehmed Hân tarafından aman ile
Su Başı Durak» adındaki uzun soluklu şiiri, bu rûyâ
fethedilmiş, bu hükümdârımıza, Eğri Fâtihi unvânı
sahnesini kaymaklı ekmek kadayıfı lezzetiyle anla-
verilmiştir.
tır.
Fetihden sonra eyâlet merkezi ilân edilen Eğri’ye
Âh Tuna! Âh Estergon!
beylerbeyi, defterdâr ve bütün eyâlet erkânı tâyin
______________________________________________
edilmiştir. * Avrupa’da Osmanlı Mîmârî Eserleri, Romanya- Maca-
ristan, 1. cild, 1. ve 2. Kitap, Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi,
Eğri Kalesi’nin içinde iki ayrı iç kale bulunduğu- Y. Mîmâr Aydın Yüksel, Mîmâr Gürbüz Ertürk, Mîmâr
nu söyleyen Evliyâ Çelebî, havâle sırtların karşısın- İbrâhim Nûmân, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul,1977

326 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


SURİYE’DEKİ OLAYLARA
İLGİSİZ KALAMAYIZ

NURİ GÜRGÜR

T
ürkiye coğrafi, siyasî, kültürel ve eko- özelliğini, insanî ve ahlakî boyutunu görmez-
nomik bir yığın gerekçenin yanı sıra, likten geliyorlar; Esad’ı savunmaya, tutumunu
güvenlik sorunu nedeniyle de Suriye tevile çalışıyorlar.
ile yakından ilgilenmeye mecburdur. Bu ülkede
Bu bakış tarzı Türkiye’nin çıkarlarıyla örtüş-
son aylarda yaşanan olayların insanî boyutu bir
müyor. Çünkü BAAS yönetimi katliamda ısrar
yana, “reel politik” faktörler bunu zarurî kıl-
ederse uluslararası toplumdan dışlanacak, hem
maktadır. Beşar Esad ile bir süre önce başlatı-
ekonomik hem de politik alanlarda izole edile-
lan sıcak temaslar, yapılan ekonomik ve siyasal
cek. İran ile Lübnan’daki Hizbullah’ın dışında
anlaşmalar, vizelerin kaldırılması Türkiye’nin
dayanağı kalmayacak. Bu durumun doğması
bölge politikaları açısından doğru adımlardı.
bölge dengeleri bakımından son derece sakın-
Birkaç aydan beri Suriye’de yaşanan olaylar calıdır. Çünkü Şii inancına dayalı olarak Suriye,
Türkiye’nin karşısına farklı bir tablo çıkarmıştır. İran ve Hizbullah arasında bölgesel bir eksenin
Üç ay içerisinde 2.000 insanın can vermesi, oluşturulması kısa sürede Irak’ı ve Körfez ül-
15.000 kişinin tutuklanması, binlerce insanın kelerini de etkiler; mezhep çatışmalarına, etnik
panik halinde Türkiye’ye sığınması, katliamın bölünmelere yol açar.
sürmesi, yerleşim yerlerinin tanklarla ve ağır si-
Bu ihtimallerin yanı sıra, bizim açımızdan
lahlarla tahribi bir insanlık faciasıdır.
doğrudan güvenliğimizi ilgilendiren önemli hu-
Bunları görmezlikten gelerek, doğması muh- suslar var. Suriye’nin Kuzey bölgesinde yani hu-
temel sonuçların analizini yapmayarak suskun dudumuzun yanı başında yerleşik Kürt nüfusu
kalınsaydı esas hata bu olurdu. CHP Genel PKK’nın en önemli insan kaynaklarından birini
Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun tepkileri rasyo- oluşturuyor. Dağdaki 5.000 civarındaki teröris-
nel olmaktan ziyade, iç politikaya dayalı hissî tin yaklaşık üçte biri, yani 1.500 kadarı buradan
bir tavırdır. Suriye halkının neredeyse dörtte derleniyor. PKK’nın lider kadrosu içerisinde yer
üçünün tepkili olduğu bir yönetimin eleştirilme- alan Suriyeli birkaç Kürt’ün Türkiye’de yaşanan
sine “Türkiye halkı bu yapılanları unutmaz” bazı kanlı saldırıların düzenleyicisi ve yöneticisi
hükmüyle karşı çıkmanın objektif bir gerekçesi oldukları biliniyor. Bunlar şiddeti tırmandırmak
yoktur. hususunda son derece istekli ve hırslı tiplerdir.
Türkiye’de bazı çevreler Suriye’deki Nusayri Suriye PKK konusunda sabıkalıdır. Öcalan’ı
topluluğunun oluşturduğu BAAS rejimine ya- yıllarca gözümüzün içine baka baka barındırıp
kınlık duymaları nedeniyle, konunun jeopolitik beslediler. Ancak 1998’de Türkiye’nin kararlı

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 327


tutumu üzerine, başka şanslarının olmadığını bölge dengelerini alt üst edeceğini, uluslararası
gördüler, Suriye’yi terk etmesini istediler. Bu tepkilere yol açacağını bildiklerinden, hedefleri-
tarihten sonra Türkiye ile ilişkilerde olumlu ge- ne bir merdiveni tırmanır gibi, adım adım ulaş-
lişmeler yaşandı. Sınır ötesi sular ve Hatay gibi maya çalışmayı tercih ediyorlar.
saplantılarını, yıllarca Türkiye ile müzmin bir
Bu ütopik projenin şu sıralardaki en sessiz
sorun haline getirip ilişkileri gerdikleri konuları
alanının Suriye olduğu görülüyor. Ancak bu ül-
bir kenara bırakarak, uzlaşma yolları arama-
kenin yaşadığı toplumsal gerginlikler sonucu
ya yöneldiler. Türkiye bu yaklaşıma doğal ola-
siyasal istikrarsızlığa sürüklenmesi, yönetim
rak olumlu karşılık verdiğinden, ilişkilerde, son
boşluğu oluşması durumunda tablo aniden de-
olaylar başlayıncaya kadar, yeni ve sıcak bir
ğişecektir. Bir başka ifadeyle Türkiye yakın bir
dönem açıldı.
gelecekte yüzlerce km.lik güney hudutlarının
BAAS yönetimi PKK’nın ülkenin kuzeyindeki bitişiğinde, özerkliğini ilan eden bir siyasî giri-
Kürt topluluğuyla kurduğu ilişkileri, iç sorun çı- şimle karşı karşıya kalabilir.
karmamaları, siyasî taleplerde bulunmamaları
Türkiye’nin bu tarz bir olup bittiye seyirci
karşılığında, görmezlikten geldi. Başka bir ifa-
kalması düşünülemez. Diğer taraftan BAAS
deyle, taraflar fiili bir anlaşma halinde bugünle-
yönetimi kendi halkına karşı acımasızca kat-
re geldiler.
liamlar yapmayı sürdürürse, sonuçta iç çatış-
Bu yüzden birkaç ay önce olaylar başladık- ma çıkarsa bunun dalgaları kaçınılmaz şekilde
tan sonra Kürtlerin meskûn olduğu bölgelerde Kürt bölgesine de ulaşacaktır. Bu yöndeki bir
ciddi bir tepki yükselmedi. Oysa Suriye hükü- gelişme vaktiyle Irak’ta olduğu gibi on binlerce
meti, burada yaşayan Kürtlerin 300 binden mültecinin akın akın Türkiye’ye gelmesine yol
fazlasına Türkiye’den geldikleri gerekçesiyle açabilir. PKK’lıların bunlar arasına sızarak ülke-
vatandaşlık statüsü tanımıyor. Böylelikle onla- ye gelmelerini engellemek ve sosyal bir prob-
rı her an Türkiye’ye gönderebilme gibi bir kozu lem yaşamamak için yapabileceğimiz tek şey,
elinde tuttuğunu düşünüyor. hududumuzun ilerisinde belirli bir alanı “tam-
pon bölge” haline getirmektir; güvenlik şeridi
Pan Kürdist siyasî hareketin geleceğe dönük
oluşturmaktır. Bu ise ancak askerî bir harekât
tahayyülü, gizli-saklı bir tarafı yok. Hem Öcalan
ile mümkün olacağından silahlı bir çatışmanın
ve PKK çevreleri, hem de Barzani yönetiminin
çıkması kaçınılmaz hale gelir. Türkiye’yi zor
sözcüleri ileriye dönük beklentilerini zaman za-
durumda bırakacak, ağır yükler oluşturacak bu
man ortaya koyuyorlar. Şu sıralarda Türkiye’de
tarz bir gelişmenin yaşanmamasını dileriz. Çün-
görülmekte olan KCK davasının savcılık iddia-
kü bunların her biri bölge dengelerini olumsuz
namesinde etraflı şekilde bu konuya değiniliyor.
etkiler ve Türkiye bundan zarar görür. ABD’nin
KCK’nın dört ülkede Kürtleri bir araya getirme-
yaptığı iki Irak operasyonunun Türkiye’ye mali-
ye yönelik Büyük Kürdistan projesinin Türkiye
yeti ortadadır. Ekonomik kayıplarımız bir yana,
ayağı olduğu anlatılıyor.
PKK bu operasyonlar sonucu Kuzey Irak’a yer-
Önümüzdeki ay Barzani’nin girişimiyle Ku- leşti, Kandil’i Türkiye’ye yönelik saldırıların mer-
zey Irak’ta toplanacak olan Kürt kongresinde, kez üssü haline getirdi. Benzer bir gelişmenin
Irak, Türkiye, İran ve Suriye’deki Kürtçü örgüt- Suriye’de yaşanması PKK sorununu çok daha
lerin ortak bir bayrak üzerinde anlaşmaları sağ- ağırlaştırır.
lanmaya çalışılacak. İlk olarak Öcalan’ın orta-
Bütün bu nedenlerle Türkiye güneyindeki
ya attığı, daha sonra DTK Eş Başkanı Ahmet
gelişmeleri yakından izlemek ve kontrolü altın-
Türk’ün ifade ettiği özerk bölgeler, özgür ana-
da tutmak zorundadır. Şu sıralarda bir askerî
yurt, demokrat Ortadoğu sloganı PKK eylemle-
operasyon ihtimalinin bulunduğu söylenemez.
riyle hayata geçirilmeye çalışılan Büyük Kürdis-
Çünkü ne ABD ve ne de Avrupa Birliği zihnî ve
tan projesinin ana hatlarını işaret ediyor. Bunun
askerî bakımdan buna hazır değil. Libya’da,
öncelikli bir hedef olarak ortaya konulmasının

328 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Afganistan’da ve Irak’ta yaşananlar ortada. Suriye’de yönetimin demokratikleşmesi
Batılılar kendi dertlerine düşmüş durumdalar. Nusayri’lerin sadece siyasî iktidardan uzaklaş-
Avrupa’nın bir kara harekâtı kapasitesinin ol- malarına yol açmaz; ellerinde tuttukları eko-
madığı Libya’da bir kere daha görüldü. ABD ise nomik, sosyal ve bürokratik tüm unsurları kay-
ağırlaşan ekonomik sorunların altında bunalmış betmeleri sonucunu doğurur. İki milyonun yirmi
görünüyor. Suriye bu tablonun farkında oldu- milyona hükmetmesi gibi asimetrik bir yapının
ğundan, sözlü tepkilere aldırmadan katliamları- dağılmasına, Alevilerin razı olmaları düşünüle-
nı pervasızca sürdürüyor. mez. Rejime yönelik toplumsal tepkiler iyi or-
BAAS iktidarı ideolojik bir yapılanma olma- ganize olmadıklarından, dağınık kaldıklarından
sının ötesinde, Nusayri’lerin totaliter ve otoriter şiddet yöntemini kullanan, acımasızca katliam
yönetimi anlamına geliyor. 22 milyonluk Suri- yapan BAAS yönetimini yıkabilecek seviyeye
ye nüfusunun sadece %10’unu oluşturan ale- ulaşmıyor. Aynı şekilde dışarıdan gelen tepki-
vi azınlık, 1960’lı yılların başında orduyu, poli- lerin yoğunluğu da yetersiz kalıyor. Birleşmiş
si, istihbaratı ve bürokrasiyi kontrolüne alarak Milletler’in Suriye’ye yaptırım kararı çıkarma
yönetime el koydu. Bu ülkede yarım yüzyıldır ihtimali son derece zayıf; çünkü Rusya ve Çin,
mezhep bağnazlığının en ileri safhası yaşanı- Suriye’yle eskiden beri sıcak ilişki içindedirler.
yor. Bütün kritik ve stratejik makamları ellerinde Son olayları sözlü olarak kınasalar bile, bunu
bulunduran Nusayri’ler, Sünnî kesimi yönetimin daha ileri götürüp kopacak raddeye gelmesine
üst kademelerinden uzakta tutuyorlar; siyasî yanaşmazlar. Suudi’ler ve Körfez ülkeleri Büyü-
tercih kullanma hakkını tanımıyorlar. kelçilerini geri çağırdılar, ama Arap âleminden
daha etkili bir tutum emaresi en azından şimdi-
Zaman zaman ortaya çıkan tepkiler şiddet
lik görülmüyor.
kullanılarak bastırılıyor. Muhaberat her türlü top-
lumsal girişimi kontrol altında tutuyor. 1982’de Bu genel görünüm BAAS iktidarını cesa-
Hama kentinde Müslüman Kardeşler’in öncü- retlendiriyor; normalleşmeye yönelik vaatlerini
lüğünde başlayan gösterilere karşı, ordu ağır tutacaklarına ilişkin ümit vermiyor. Bu şartlar
silahlarla müdahale etti. Hama yerle bir edildi. altında Türkiye’nin tavrı Batılı ülkeler ve İslâm
Olaylarda 20 binden fazla insan can verdi. Bin- dünyası için yönlendirici olabilir. Dışişleri Ba-
lerce insan cezaevlerine tıkıldı. Batı dünyasın- kanı Davutoğlu’nun Şam ziyaretinin somut so-
dan bu katliama ciddi bir tepki gelmedi. Böyle- nuçlara yol açacağını beklemekten ziyade, bu
sine eli kanlı bir rejimin şu sıralardaki acımasız görüşmenin başta ABD olmak üzere, uluslara-
uygulamalarının genetik bir alışkanlık olduğu rası toplumu harekete geçmeye teşvik etmesi
söylenebilir. düşünülebilir. Sonuç almanın birinci şartı Suriye
Türkiye CHP Genel Başkanı’nın öne sür- üzerinde yoğunlaştırılacak uluslararası baskı-
düğü gibi, ABD’nin bölgedeki taşeronluğunu larla, ekonomik ve siyasal uygulamalarla BAAS
mu yapıyor? Bu iddianın doğruluğuna inanmak rejimini yumuşamaya, daha insanî ve normal bir
bir yana, aksini gösteren bir manzara söz ko- döneme geçmeye ikna etmektir. Bunun ötesin-
nusu. Davutoğlu’nun Washington’un mesajını de daha radikal bir iktidar değişiminin çok zor ol-
iletmediği net şekilde ortaya çıktı. Görünüm duğu, büyük çatışmalara yol açacağı ortadadır.
Amerika’nın Türkiye’yi yönlendirmesinden zi- Türkiye BAAS yönetimini şiddet kullanmaktan,
yade, Türkiye’nin dümen suyunda bir şeyler katliam yapmaktan vazgeçirebilirse, daha ma-
yapmaya, etki alanı sağlamaya çalıştığı intibaı kul bir ortama ikna edebilirse başarı sağlamış
veriyor. olur. En önemlisi PKK eylemleriyle uygulamaya
Türkiye’nin uyarıları, şifahi telkinleri Beşar konulmaya çalışılan Pankürdist projelerin, Su-
Esad’ın tutumunu ne ölçüde etkileyebilir? Bu riye ayağını kesmek suretiyle kendi güvenliğini
hususta değerlendirme yapılırken gerçeklerin ve ülke bütünlüğünü tehdit edebilecek girişimle-
göz önünde tutulması gerekir. ri önlemiş olur.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 329


FERDî HAKLAR SADEDİNDE
MİLLET VE DEMOKRASİ ÜZERİNE
BİR DENEME*

CENGİZ AYDOĞDU

“İnsanlar tarihe hükmedemezler. Tarihe Allah hükmeder ve O ne di-


lerse, o olur. Yapmamız gereken, mümkün olan en iyi biçimde savaşmak,
bilinç ve yeteneğimizin en üst düzeyini ortaya koymaktır. Tarih, öngörüle-
meyen gelişmelerin hikâyesidir. Tarih içinde elimizden geleni yapmalıyız,
fakat tarihin seyri bize bağlı değildir. Ve bu gerçekten iyi bir şeydir.”
Aliya İzzetbegoviç

İ
nsan, bildiği nispette insandır. Bütün diğer bep olduğu bir farka da işaret ediyordu.
canlılardan farklı olarak, sadece insan, öğ-
Ferdiyet Bir Başka İnsanın
renerek ve öğrendikçe var olandır; dünya-
Hududunda Başlar
da nasıl idame-i hayat edeceğine dair her bilgiyi
öğrenmek zorundadır. Beslenmeden yürümeye, İnsanı cemiyet içinde bir fert olarak düşündü-
giyinmeden konuşmaya kadar her şeyi öğrenerek ğümüz anda, bir arada yaşamanın gerektirdiği
halledecektir. Oysa diğer canlılar, bu bilgiler uz- haklar ve mesuliyetler devreye girer. Dâhil oldu-
viyetlerine işlenmiş olarak doğar. Yalnızca insan, ğumuz medeniyet dairesinde bu haklar ve mesu-
sonradan öğrenmek durumundadır. İhtiyaç duy- liyetler, insanı eşref-i mahlûkat yapan bilgiden ve
duğu bütün bilgileri bilhassa Peyamberlerin ge- insana biçilen “görev”den ayrı düşünülemez. “Hak
tirdiği ve korunacağını Allah’ın vaad ettiği bilgileri ve mesuliyet” bahsi bizim kültürümüzde “kimin
öğrenerek yaşayacaktır. İnsanın dünya macerası- kulusun?” suali ile başlayan bir maceranın içinde
nın özü budur; öğrenmek... anlam kazanır. “Kimin kulusun?” sorusuna cevap
verdiğiniz anda insanın dünyada bulunuşuna bir
Bilgi, insan için “imkân ve imtihan”dır. Çünkü
“mânâ” katarsınız.
insan öğrenmek ve öğrendikleriyle “kendine bir
insanlık inşa etme imtihanı” için gelmiştir dünya- Bu “mânâ”nın içerisinde “kul olmak” ile “insan
ya. Bilgi ışığında “şehâdet âlemi” ile “mânâ âlemi” olmak” mündemiçtir. O kadar ki, kul olmak, yani
arasında bir bağ kurabildiği ve bu bağı anlamlı bir “İmân” ve “İslâm” yani “inanmak” ve “teslim ol-
şekilde tutabildiği kadar insandır. Bu itibarla insan, mak”, insan olmanın hem şart-ı evveli hem şart-ı
sadece doğal bir tür değil tarihî-inşaî bir fikirdir, ahiridir. Bu çerçevede irfân dünyamızda inşa edi-
hatta daha çok inşaî bir fikirdir. Kur’an, insanın len “kul hakkı” mefhumu, Batı’da gelişen “insan
ahsen-i takvîm2 üzre yaratıldığını söylerken aynı hakları” kavramından aslında daha geniş bir sa-
zamanda onu eşref-i mahlûkât yapan bilginin se- hayı tazammun eder. Çünkü “kul hakkı” mefhumu,

330 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


hem beşerî münasebetlere hem de insan-Allah Bireyin Şahsiyet Kazanması: Millet
ilişkilerine şamildir; yani hem bu dünya hem öte Olmanın İlk Adımı
dünyayı ihata eden bir kavramdır.3 Modern dünyada “kapitalist sistem”in yaşama-
Esasen Batı’da “insan hakları”4 kavramı, baş- sı için “birey” (ama asla şahsiyet sahibi “şahıs” de-
langıçta sadece “erkek hakları”, (“human rigts” ğil) ön plana çıkarıldı. Yani piyasanın ve pazarın
sadece kelime menşeî olarak değil zihniyet ve ihtiyaçlarına uygun, pazarın işine gelecek tarzda
idrak tarzı olarak da erkek hakları) şeklinde an- tüketim yapacak “birey” tebcil edildi. Lâkin fikir,
laşılıyordu. Bunun kadın ve erkeğe şamil “insan duygu ve düşünce planında itiraz edecek, redde-
hak”kı olarak anlaşılması, ancak yirminci yüzyılda decek, kabul etmeyecek yani şahsiyet ibraz ede-
mümkün olabilmiştir. cek, manevi bakımdan teçhiz edilen ve bu sayede
popüler ve rağbette olana riayet etmeyen, sürü
İfadenin bütün tedâîleri ile “hak” kavramı as- ve yığın olmayı reddeden fert yani “şahıs” veya
lında dinlerin getirdiği bir kavramdır. Mefhumun “şahsiyet” geri plana itildi. Oysa kendi kararlarını
“ferdî hak”5 şeklinde anlaşılıp içtimaileşmesi ise alıp uygulayabilen, bir ruhu ve kendine ait bir ha-
tamamen tarihîdir. Bu itibarla hak mefhumu, her yatı olan “şahıs”, bir dünya demektir8. Böyle bir
medeniyetin farklı tarihî değerler dünyasında, şahsı kimse ezip geçemeyeceği için o şahıs, asla
ama “birbirine benzer” şartlarda hayatiyet kazan- sadece tüketici veya müşteri olmaz. Hiçbir rek-
mıştır. “Benzer” diyorum, çünkü; hak öncelikle lam kampanyası o şahsı alışveriş merkezlerine
“tabiî”dir. İnsanın tabiatından ayrı düşünülemez. “sürüler gibi güdüleyemez”. Çünkü o şahıs eğer
Bu tabiî haklara sahip olmak için insan oarak gerçekten şahıssa reklamı yapılana değil “değer”i
doğmak yeterlidir. Bunun yanında insanın bir de olana meyleder.
tarihi6 vardır ve insana asıl anlamını veren de ta- Nietzsche’nin işaret ettiği gibi: “İnsanla koyun
rihidir; yani hafızası. Bu itibarla hak mefhumum arasındaki fark şudur: Koyun, otlağa yayılıp otla-
tabiî olması münasebetiyle “benzer”, tarihî olma- yan bir varlıktır; orada öylece durur. İnsanı otlağa
sı dolayısıyla da medeniyetlerin değerler “fark”ını yayılmaktan alıkoyan şey, tarihtir. Çünkü gele-
taşır. Dolayısıyla bu “haklar” her medeniyet dai- ceğe ilişkin kaygı, tarihî mensubiyetle alâkalı bir
resinde farklı önem derecesinde algılanabilir. El- şeydir”. Hiçbir koyun, muhtelif ihtiyaçları için, istif
bette farklı şekillerde “kamusallaştırılır” ve değişik etmez. Stok yapmak geleceğe biriktirmek, ancak
usullerle hayata geçirilir. mazi sahibi, şuurlu varlıklar için söz konusudur.
Geleceğini düşünen geçmişine bakar. Kendi ta-
Bu açıdan bakılınca hak, “hukukun koru-
rihimizi kıymetlendirebilmek için, geleceğe matuf
duğu menfaat”tir. “İnsan hakkı” kavramı ise
ne düşündüğümüze dair bir karar vermemiz ge-
hukukî olması itibarıyle insanlığın devlet ha- rekiyor. “Tarihin ne işe yaradığı”na dair cevabın
yatına intikalinden ve devlet düşüncesinin hikmeti buradadır. Tarih, ancak geleceğe ilişkin bir
tekâmülünden sonra sözkonusu edilmiştir. Irk, projesi olanlar için anlamlıdır.
din, dil ayrımı gözetmeksizin tüm insanların
yararlanabileceği haklardır. Bu itibarla, temel Ne var ki hafızalı, tarihli, şuurlu bir yapı olan
şahsiyet de tek başına kifayet etmeyebilir. Şahsi-
haklar veya insan hakları dediğimiz hususlar
yetin yanında “ehliyet” de lâzımdır. Ehliyetin ma-
hukukun ve ona istinat ederek vücud bulan
haretini ve gücünü bir istikamette tutabilmek için
devletin teminatı ile var olabilen şeylerdir.
de mensubiyet elzemdir.
Çünkü “insan hakları” denilen mefhum, insa-
nın sahip olduğu hak ve hürriyetlerin belirgin Günümüzde oldukça farklı bir temayülle kar-
ve “kullanılabilir” hale gelmesi ile hayatiyet şı karşıyayız: Kapitalizmin yaşaması için, bireyin,
kazanır. Bu hayatiyetin atmosferini ise siya- tarihî, kültürel ve içtimaî bağlarından koparılma-
set, idare, kültür ve irfân (yani bütün fonksi- sı (hafızadan, dilden, tarihten ve mensubiyetten
yonları ile devlet) temin eder. Bu hayatiyet mahrum bırakılması) gerekli görülüyor. Kapita-
bizi “şahsiyet”e ulaştırır. Bireyler arasındaki lizm, kendine hayat sahası açmak için ananevî
“fark”, aslında sadece şahsiyet farkıdır. Sezai ve irfânî münasebetleri tasfiye edip yerine izafî
ve itibarî, “sözleşme”(!) ile yürürlüğe giren gayri
Karakoç’un dediği gibi; “şükür ki”, “insandan
şahsî ve ruhu olmayan ilişkiler ihdas ediyor ve bu-
insana fark var”dır. 7
nun adına da “toplumsallaşma” diyor.

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 331


Oysa “milletleşme” vakıası, tam da kapitaliz- bugünkü hudutlarımız içinde kalanların hepsine
min tasfiye ettiklerinin yerini günümüz şartlarında “biz”10 demek suretiyle kuruldu. Bunu diyemediği-
şahsî ve elbette irfânî, sahih ilişkilerle doldurabil- miz gün ülkeyi kaybederiz. Biz biribirimize mensu-
mekten başka bir şey değildir. Tarihe baktığımız- buz. Bu mensubiyetin adı da “Türk milleti”dir.
da gördüğümüz şey, en azından “bizim” için, millet
Şahsiyet Ahlâka, Kimlik Tarihe
olma sürecinin kapitalizmin sirayet edemeyeceği
İstinad Eder
bir sahada cereyan ettiğidir. Kapitalizme beşyüz
yıldır direnen bir milletin evlâtları olarak biliyoruz Bizim için “kimlik” meselesi, tarihte “kimdik?”
ki, millet olmak için gereken hâlet-i ruhîye ile kapi- sorusundan ayrı düşünülemez. Çünkü şimdiki za-
talizmin tebcil ettiği “müşteri” ve “tüketici” anlayışı man, geçmişi de ihtiva eden bir bütündür. A. H.
dünyaya aynı yerden bakamaz. Tanpınar’ın ifadesiyle küçücük bir “ân”ın dahi
hududunda birikmiş asırlar vardır. Bu yüzden
Türkiye’de, “toplumsallaşma”, muteber-Batıcı-
gelecek dahi geçmişle bir değer kazanır. Yani “Biz
pozitivist çizgiye mensup ve geleneğe (yani
kimiz?” sorusu, “Biz kimdik?” sorusunu cevaplan-
millete) uzak zümrelere dâhil olmak şeklinde
dırmayı zarurî kılar.11
takdim edilegeldi. Zira toplumsallaşmayı iste-
yen bu “Batıcı muteberler” aynı zamanda devrin Bu cevabın bir gereği olarak kimlik üzerine ko-
“muktedir”leriydiler; her türlü toplumsal rantı onlar nuşurken, tarihi de dikkate alarak konuşuruz. Çün-
dağıtıyorlardı. Bu yüzden toplumsallaşmak (yani kü “Türk olma”nın eğer bir izahı varsa ki vardır; bu
rant kapmak) isteyen ama milletleşmeye uzak du- izah, Türk tarihinde12 mündemiçtir. Bu itibarla Türk
ranlar için tercihe şayan olan şey, “rağbette olan olmak, kesinlikle biyolojinin değil irfânın, şuurun13
muktedirler”e iltihak etmek ve onların çizgisinde ve eylemin (yani amel-i salihin) sahasında tebel-
toplumsallaşmaktı. lür eden bir vakıadır. Bu anlamıyla millet olmak;
“üstünlük ancak takvadadır” kavl-i şerifinden ayrı
Milletleşmeye gelince, o iş, herkese kısa va-
düşünülemez.14 Milliyetçiliğimiz dahi bu emr-i şeri-
dede bir “rant” değil bir “sorumluluk” yüklediği için
fin toplumsallaştırılıp hayata geçirilmesi çerçeve-
akim kaldı. Zira milletleşme kendini birbirine ema-
sinde değerlendirilmelidir.
net etme ve müspet-menfi her şarta karşı “canlı bir
beden olma”yı icabettiriyordu. Bu itibarla pek çok Bugün yapılması gereken, yalnızca Türk ol-
kimse, kendini statüko dışında bir yere, bir kültüre mayanlara değil, Türklük denilen vâkıâya mensu-
veya bir harekete mensup saymak istemedi. Çün- biyet 15duyanlara, yani bizatihi Türklere de, tarih-
kü feragat zor bir şeydir. lerini hatırlatmaktır; çünkü “yarın dünden başlar”.
Bu cümleden olmak üzere tarihimizden alınan
Zamanla kendini (kökü bu topraklarda) bir
ilham ile ‘Eyvah, Türkler geliyor!’ cümlesindeki
yere mensup sayamayan-saymayan insanların
‘Türkler”den Avrupalı ne anlıyorsa ifade etmeye
mensubiyetsiz ve aidiyetsiz, köksüz zihniyetleri-
çalıştığımız Türk de o diyebiliriz... Yani Viyana
nin hâkimiyeti kökleşti(!). Hayatın bütün hücrele-
kapılarını zorlayan “Büyük(Grand) Türk”... Çünkü
rine sızdı. O kadar ki, herhangi bir “şey”e mensup
Viyana’ya kadar giden Türk’ün değerler dünya-
olmamak modern Türkiye insanın bariz vasfı hali-
sını ve onun tarihî macerasını ihmal ederek her-
ne geldi diyebiliriz. Hatta mensubiyetsizlik “birey”
hangi bir kimlik inşa edemeyiz. O büyük tarihin
olmanın ön şartı olarak takdim edildi.
ışığında bugüne baktığımızda şunu görüyoruz:
Oysa hepimizin bir ailesi, dostu, şehri, mille- “Biz Müslüman Türkleriz. Bu kimliğin dünya mil-
ti, ülkesi ve devleti var. Var ama bizim bunların letleri arasındaki siyasi ifadesi, bağımsız Türkiye
hiçbirine mensup olmamız istenmiyor. Peki, biz Cumhuriyeti’dir.”
ne’ye veya nereye mensubuz? Hepimiz sanki bu
Tarihten Millete Giden Yoldur
sorudan ve bu sorunun cevabının getireceği me-
Demokrasi
suliyetden kaçıyoruz.
Osmanlının son dönemlerinde milliyetçiler için
Kaldı ki bir ülke, arkadaşlık, dostluk, ahbaplık,
demokrasi, hayati bir konu değildi; çünkü temel
komşuluk, hemşehrilik, gönüldaşlık, ülküdaşlık,
mesele, devleti kurtarmaktı. Devlet-i Âliye’nin
yoldaşlık, dindaşlık, tarihdaşlık ve vatandaşlık gibi
kurtarılmasından ümit kesilince de, Birinci Dünya
ilişkilerin istinat ettiği değerler manzumesi üze-
Savaşı hengâmesinin içinden bağımsız bir Türk
rinde durur9. Hatırdan çıkarmamalı ki, Türkiye,
devleti çıkarabilmek hayatî öncelik haline geldi.

332 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Cumhuriyet devrinde ise demokrasi önemli bir ifade ederler; sanat, edebiyat, müzik, şiir, mima-
konu olarak ele alınmadı. Asıl ilgi odağı inkılâblar ri, şehirler, yollar, köprüler, vs. Bir milletin kendini
oldu. ifade ettiği en mütekâmil tarz, devlet kuruculuğu-
dur. Bu anlamda milletin en gelişmiş ve en mühim
Günümüzde artık demokrasinin muhtevası
eseri, devletidir. Devletin var oluş şekli ve hayatını
zenginleşti, anlamı değişti, sadece seçimli hükü-
devam ettirme usulü ise siyaset dediğimiz “idrak
met ilkesinin çok ötesinde evrensel vazgeçilmez
tarzı”na bağlıdır. Bu itibarla siyaset, bilginin zemi-
bir rekabet süreci haline geldi. Milletlerin bütün
ninde cereyan eder, etmelidir. Burada demokra-
güçlerinin sergilendiği, devlet-halk ayrımı yapıl-
sinin asıl rolü, siyaseti milletin idrakinden geçen
madan millete aid bütün güç ve kıymetin varlık
bilgi ile yani milli kültür ve irfân ile devam ettirme-
sahasına sürüldüğü topyekün bir yarışın adı oldu
sindedir. Siyaseten cârî olan bilgi, milletin zihin
demokrasi. Artık bundan sonra devletler, milletle-
tezgâhında serbestiyet içerisinde üretilen yüksek
rine rağmen değil milletleriyle beraber var olacak-
kalitede bir bilgi olmalı asla ikinci el bilgi olmama-
lardır. Eskiden bekâ-yı devleti siyaset sağlıyordu.
lıdır.
Dünyanın geldiği yeni merhalede bekâ-yı devleti
artık millet sağlıyor. Milletlerin gücü, çağımızda toplumun hayatiye-
tiyle ölçülmekte, “sivil toplum” denilen ve “devletin
Erol Güngör Bey milleti nasıl tarif ediyordu ha-
resmî örgütlenmesi dışında kalan” kesimlerin can-
tırlayalım; millet, “maddî bir varlığa mânâ veren
lılığı, bir milletin gücünü tayin eden faktörlerin ba-
bir manevî bağlantı sisteminin adıdır.”16 diyordu.
şında sayılmaktadır. Demokrasi, millete ve onun
Hâl böyle olunca bekâ-yı milleti de bilgi, kültür ve
sosyal planda yeni bir ifade tarzı olan sivil topluma
irfân sağlıyacaktır. Yani milletin “intelijansiya”sına
geniş bir dinamizm ve gelişme alanı açtığı için mil-
iş düşmektedir. Oysa bizim “intelijansiya” yani ay-
letlerin gelişip güçlenmesini vazgeçilmez şartıdır.
dın takımı Batılılaşma tarihimizin başlangıcından
Türk Milleti’nin hayatiyet arz eden bir güç haline
beri millete ve değerlerine dışardan bakma ısra-
gelmesi ve 2000’li yıllarda tarihiyle mütenasip bir
rını devam ettirmektedir. Bugün dahi “Türkiye’de
ufku yakalayabilmesi için, demokratik usullerle
halk ve münevver derken iki ayrı kıymet sistemi-
milliyetçiliği birlikte düşünmek gerekiyor. Bu itibar-
ni ve iki ayrı hayat tarzını temsil eden insanları
la demokratik usullerin mutlaka milli ölçüyle kıy-
kastediyoruz.”17. Hâlbuki millet olmanın önemli te-
metlendirilerek millete mal edilmesi elzemdir.
zahürlerinden birisi de kendini ana kütleye ve de-
ğerlerine mensup sayan “organik” aydınlara sahip Burada “demokrasinin millete mal edilmesi”
olmaktır. Oysa “Türkiye’de Batılılaşma hareketleri derken kast edilen şey, tarihiyle, kültürüyle, milli
sonunda münevver(okumuş) tabaka Türk kültürü- ve manevi değerleriyle milletin siyaset ve idarede
ne büyük ölçüde yabancı kalmış, hakiki bir kültür etkin rol almasıdır. Toplumsal hafızanın dönüştü-
yaratarak bunu milletin bütün tabakalarına yay- rücü gücü ihmal edilemez. Türkiye’de “toprak, tarih
mayı da başaramamıştır.18” Kaldı ki, “Türkiye’nin ve kültür” siyasi gidişata kendi rengini çok çabuk
meseleleri bellidir, çözümleri de. Bütün mesele empoze eder. Rahmetli Peyami Safa’nın tabiriyle
Horasan’dan gelen Alperenlerin davasını yürüt- “mâhutlar”ın (yani pozitivist-Batıcı-inkilabcı kadro-
mektir. Türkiye’nin bütün meseleleri bu çerçevede nun) demokratik gelişmelerden pek fazla hoşlan-
çözülmelidir.”19 mamasının temel sebebi milletin bu dönüştürücü
gücüdür.
F. Georgeon’un söyledikleri bu açıdan olduk-
ça dikkat çekici: “Sırplardan Rumlara kadar diğer Söz gelimi “ifade hürriyeti” dediğimizde bunun
milliyetçilik hareketlerinin hepsinde din adamları millet nezdine intikali, milletin kendi derdini, dava-
ve dinî kurumlar neredeyse başrol oynamışlardır. sını nasıl, ne şekilde ve ne kadar ifade edebilece-
Türk örneğinde ise “milliyetçilik ulusal gelenekleri ğidir. Milli irfândan kaynağını alan siyasî ve idarî
sürdürmüş bir ruhban kesiminden veya bir kilise- müesseselerin (basın, muhalefet, hükümet ve di-
den destek almadı. Tam aksine, Türk milliyetçiliği ğer idarî ve siyasî, resmî-sivil oluşumlar) icra-yı
bir ölçüde dine ve özellikle de ulemanın Müslü- faaliyetleri esnasında takındıkları tavrın mahiyeti
man ümmetinin birliğini sürdürme iddiasına karşı tayin edecektir, “demokrasinin millete mal edilme-
çıkarak şekillenmek zorunda kaldı.”20 si” derecesini.
Milletler kendilerini pek çok usul ve yollarla Bu hususta Başgil’i dinlemek meseleyi mute-

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 333


dil bir zemine oturtmaya yardımcı olabilir: “O ne yana yani demokrasiden yana tavır almalıdır. Çün-
mesut ülkedir ki, orada salahiyetleri içinde, ifrat kü milliyetçiliğin asıl ülküsü millete istinad eden bir
ve hataya düşmeden iktidarını kullanarak milleti rejim kurarak Türkiye’yi “modern bir milli devlet”
idare eden ehil ve mutedil bir hükümet vardır. O haline getirmektir. Bu mücadelede bir takım “kısa
ne mesut memlekettir ki, orada, ağır idare vazi- devre”li güçlükler bazı milliyetçileri hayal kırıklığı-
fesini yüklenenlere tavsiyeleriyle yardım eden, na uğratabilir. Demokrasinin başarıya götürmeye-
tenkitleriyle uyaran, yapıcı ve hüsnüniyetli bir mu- ceği kanaatini uyandırabilir. Nitekim son zaman-
halefet vardır. O ne mesut ülkedir ki, orada halka larda milletin varlığına ve birliğine zarar verecek
yol gösteren yüksek ahlaklı aydınlar vardır. Ve o bazı cereyanların da demokrasiden güç ve cesa-
ne bahtiyar ülkedir ki, orada her şeyden haberdar, ret almaları bu kanaatleri kuvvetlendirmekteyse
fakat kanun dairesinde hareket eden ve hürriyetini de millet bünyesinin sağlamlığı bu endişelere kar-
maddi menfaatlere değişmeyen bir basın vardır. şı tek gücümüzdür. Kaldı ki milli bünyenin sıhhati-
İşte sağlam ve sıhhatli bir demokrasinin esasla- nin yegâne test alanı yine de demokrasidir. Millet
rı bunlardır. Bunlar Türkiye’de yoktu ve hâlâ da olmak gönüllü ve iradî bir birlikteliktir çünkü.
yoktur.”
Demokrasi, milli irfânın hayatiyet kazanarak
Değişim İcbar Eder21 devlet katına çıkabilmesi için en geçerli yoldur.
Demokrasilerde başarının ölçüsü halkın tasvibi
Sosyal gelişmenin seyri içinde siyasetin inkişa-
olduğu için bu tasvibi almak zorunda bulunanlar,
fına baktığımız zaman, siyaset ve idarenin daima
halkı tanımaya ve onun “kanaat” ve “değerleri”
bir çoğunluğa karşı bir azınlığın daha fazla karar
yani milli irfân istikametinde davranmaya mec-
sahibi olduğu bir faaliyet sahası olduğu görülür.
burdurlar. Bu mecburiyet devleti, milletin kendini
Tarih içerisinde ilk çağlardan bugüne idare eden-
ifade tarzı kılacak en emin yoldur.
lerle idare edilenler arasındaki mesafenin azalma-
_____________________________________________
sı yönünde hâkim bir temayüle rastlanır. Ne var * Türk Ocakları Genel Merkezi ve şubelerinin katılımıyla
ki, halkı tamamen hiçe sayan bir diktatörlük veya 3 - 4 - 5 Haziran 2011’de Gerede’de icra edilen istişarî
ona tam katılma imkânı veren bir demokrasiye de toplantıda - irticalen - yapılan konuşmanın sonradan
metne çekilmiş hâlidir.
şahit olunmamıştır. Demokratik gelişme halkın si- 1 Kur’an, insanın ahsen-i takvim üzere yaratıldığını bize
yasetteki tesir sahasını genişlettikçe idareci züm- şu ayetle bildiriyor: “Gerçekten (biz) insanı, en güzel
renin yapısı da kendiliğinden değişmektedir. bir biçimde (ahsen- takvimde) yarattık!” (Tin, 4) Elma-
lılı Küçük Hamdi bu ayetin tefsirinde; “Takvim, eğriyi
Türkiye’de Batılılaşma girişimlerinin yoğunluğu doğrultmak, kıvama nizama koyma, kıymet biçmek,
kıymetlendimek mânâlarına gelir. Sonundaki tenvin
arttıkça aydın takım ile halk arasındaki görüş, dü-
belirsizlik ve büyüklük için olarak “ahsen-i takvim”,
şünüş ve ideal ayrılıkları da gitgide büyüdü. Neti- herhangi bir biçimlendirmenin veya büyük bir biçimlen-
cede bu iki tabakanın müşterek hareket imkânları dirmenin en güzeli demek olur. Bu ise her mânâsıyla
azaldı. Cumhuriyetle birlikte aydın zümre ülkede biçimlendirmenin en güzel biçimi demek olacağından
maddî manevî her türlü güzelliği kapsar. … Doğrusu
kısa zamanda radikal değişimler yapmak gerek- “en güzel biçim”den hiç hissesi olmayana insan ismini
tiğine inanınca demokrasi ister-istemez bir tarafa vermek doğru olmaz. Bir insan denilince elbette onda
itildi, çünkü zoraki kültür değişimleriyle demokrasi bir hissesi olmuştur. … Ancak iman edip iyi ameller
işleyen o en güzel biçime yaraşır.”diyor
bir arada yürütülemezdi. 2 İslâm âlimleri, dinin amacının “zarurât-ı hamse” de-
nilen korunması gereken beş temel ilkeyi yerleştir-
Bugün dahi Türk demokrasisinin karşısındaki mek ve korumak olduğunu ifade etmişlerdir. Bunlar;
en büyük engel, halkın kanaaatlerini ve inançlarını a) canın korunması, b) aklın korunması, c) namus
hiçe sayan bu değişimci-devrimci sözde entelek- ve haysiyetin korunması, d) dinin korunması, e) ma-
lın korunmasıdır. Korunması gereken bu beş ilke bir
tüel zihniyettir. Türk aydınının pozitivist-kategorik yönüyle Allah’ın peygamber göndermedeki maksat-
düşünce alışkanlığından kurtulamamış olması, larını (makasıdü’ş-şâri‘) teşkil ederken, bir yönden de
yani pozitivist-devrimci-ilimci olmayanın mutlaka insanın o “gaye-i hilkat” olan “görev”ini gerçekleştirme
amacına mâtuftur, daha doğrusu insanın temel hakları
reaksiyoner olacağının zannedilmesi aydınları
bunların içinden çıkar.
demokrasi aleyhtarlığına itmektedir. 3 İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi’nin ilk iki mad-
desi, bütün insanların hür doğduklarını, hak ve değer
İşte tam bu noktada milliyetçi bir siyasi hare- bakımından eşit olduklarını; beyannâmede sözü edi-
ket, halka dayanarak, milli birlik ve kaynaşmaya len haklardan ırk, renk, cinsiyet, dil, din ayırımı yapıl-
mani olan her türlü zümre ve azınlık sultasına son maksızın yararlanacaklarını ilân etmiştir. Bu haklar,
Yaşama hakkı, hürriyet ve kişi güvenliği hakkı, adil
vermek üzere faaliyet göstermeli; daima milletten olarak yargılanma hakkı, düşünce ve vicdan hürriyeti

334 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


hakkı, ifade hürriyeti hakkı, eğitim hakkı, özel yaşama Yağmura bakmayı cam arkasından
ve aileye saygı hakkı… İnsandan insana şükür ki fark var
4 Ferdî Haklar: Ferdî hak, siyasî hak demek değildir. Birine cennetse birine zindan
Ferdi haklara, medeni haklar yahut amme veya ce- İyi ki bilmiyor kalabalıklar”
maat hakları gibi isimler verenler de olmuştur. İsim Sezai Karakoç, “Yağmur Duası” şiirinden…
ne olursa olsun, ferdî haklar, siyasî haklar dediğimiz 8 Galip Dede’nin dediği gibi;
şeylerden başkadır. Bu haklardan yararlanmak bakı- “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i
mından vatandaş ve yabancı arasında fark yoktur. dide-i ekvân olan âdemsin sen”
Mevcut Anayasamızın ikinci kısmının ikinci bölümünde 9 “Her Türk bir diğer Türkün mültecisidir.”demişti İs-
(m.17-40) düzenlenen “kişinin dokunulmazlığı” (m.17), met Özel. Ki tersi de doğrudur; aynı zamanda
“zorla çalıştırma yasağı” (m.18), “kişi hürriyeti” (m.19), ilticagâhıdır.
“özel hayatın gizliliği” (m.20), “konut dokunulmazlığı” 10 Türkler hiçbir zaman ırk ve kan birliğini önemsemiş bir
(m.21), gibi temel hak ve hürriyetler, “kişi hakkı ve hür- millet değildir; bu halen de böyledir. Cumhuriyet’i ku-
riyeti” veya “ferdî hak ve hürriyetler” niteliğindedir. ranlar da bunu son derece iyi tespit etmişlerdir. Kan ve
Siyasî Haklar: Türk vatandaşlığı md.66, seçme, seçil- ırk birliğine dayanan bir Türk tasavvuru yoktur modern
me, siyasî faaliyette bulunma hakkı, parti kurma, par- cumhuriyet döneminde. Bir töre birliği, siyasal ilkelere
tilere girme, partilerden çıkma hakkı, kamu hizmetine mensubiyetin oluşturduğu bir birlik söz konusudur. Za-
girme hakkı, dilekçe hakkı... ten Türk kelimesinde, anlam olarak “törelilik” de vardır.
Vatandaş Hakları: Bu hakları yabancılar değil, sadece Ziya Gökalp ki hep ırkçılığın ideologu olarak suçlanır,
vatandaşlar kullanabilir. Örneğin seçme ve seçilme oysa tam tersidir: “Irkçılık bir mikroptur.” der ve şunu
hakkı, kamu hizmetine girme hakkı gibi siyasal haklar ekler: “Bizim birliğimiz kan birliği değil, can birliğidir”.
birer “vatandaş hakları” niteliğindedir. Muazzam bir özettir bu aslında.
Temel haklar yanında bir de temel hürriyetler vardır. 11 Dündar Taşer’in bu soruya verdiği cevap, hâlâ dikkate
Temel hürriyetler, insanların şahsiyetini geliştirme değer bir cevaptır: “Biz, dünyanın en büyük imparator-
ve insanca yaşayabilmesi için başkalarının haklarını luklarını kurmuş ve hâkimiyetini eski dünyanın bilinen
ihlal etmeden özgürce yaşayabilmesini temin eden her köşesinde yürütmüş bir milletiz. Bu imparatorlukla-
hususlardır. Bunların başlıcaları; Düşünce, kanaat ve rın sonuncusu, varisi olduğumuz Osmanlı Devleti’dir.
ifade hürriyeti, Basın hürriyeti, Din ve vicdan hürriyeti, Osmanlı Devleti Söğüt’te kurulduğu 1299 yıllarında
Haberleşme hürriyeti, Yerleşme ve seyahat hürriyeti, 400 atlıya sahip bir uç beyliği iken, 1326’da Bursa’nın
Toplantı hak ve hürriyeti, Bilim ve sanat hürriyeti... fethi sırasında Orhan Bey 38.000 süvariye kumanda
Bunlar da devlet tarafından anayasa ve yasalarla ediyordu. Bu asker artışı nereden geliyordu? Fethe-
koruma altına alınır. İnsanlar bu hak ve hürriyetleri dilen topraklardan toplanamazdı. Zira bu yerin ahalisi
kullanırken, başkalarının hak ve hürriyetlerine zarar Türk değildi. O halde artış nereden geliyordu? Öyle
vermemek için devletin belirlediği kanunlara uymak anlaşılıyor ki, Bizans ucundaki bu beylik bütün Türk
zorundadır. âleminin Ülküsünü temsil ediyor. Türklük âleminin fet-
3. İnsan Haklarının İşlevselleştirilmesinde Devlete Dü- ret devrinde bile asla vazgeçmediği, İstanbul fethinin
şen Görevler ve dünya hâkimiyetinin mümessili sayılıyordu. Milli
a. Eğitim Görevi şuur ve ülkü Horasan’dan İzmir’e kadar her yerdeki
Devlet insanların haklarını bilmeleri ve korumaları Türk’ü Ertuğrul sancağına çekiyor. Şeyhler, müftüler,
konusunda bireylere gereken eğitimi vermek veya ge- müderrisler eli kılıç kabzasına yakışan her yiğidi, gön-
rekli ortamı hazırlamak zorundadır. lü fazilet aşkı ile dolu her mümini, kafası selim düşün-
b. Yasama Görevi ceye açılmış her talebeyi Söğüt Beyliği’ne sevk edi-
Devlet temel hak ve hürriyetlerin korunması ve sınırla- yordu. Küçük beylik az zamanda Türk âleminin otağı
rının belirlenmesi için gerekli kanunları yapmalıdır. Bu haline geldi. Sultan-Medrese-Sipahi muvazenesi ile
yetki TBMM’nindir. ne anarşi, ne de despotluğa fırsat vermeyen bir devlet
c. Yürütme Görevi kuruldu. Başta hanedan olmak üzere bütün insanların
Devletin vatandaşlara hizmet için gereken faaliyetleri devlete can borcu vardı ve bu borcu tebaa hükümdar-
yapmasıdır. lar dâhil tereddütsüz ödediler. Küçük devletin fazileti
d. Yargı Görevi büyük, müsamahası büyük, ideali büyüktü. Bu manevi
Bireylerin birbirleri ile ve devlet ile olan sorunları- azamet devletin topraklarını çok kısa zamanda kendi
nı çözmek yargının görevidir. Yargı görevi bağımsız seviyesine getirdi. Bu devir 1699’a kadar sürdü. Bu
mahkemelere aittir. Anayasamızda belirtilen başlıca 400 senenin macerası şöyle özetlenebilir: Her yaz 3
yüksek mahkemeler; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, ay sefere çıkılır, 3 gün 3 saat kılıç çekilir. Bir ülke bir
Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mah- vilayet olarak devlete katılırdı. Her gün batıya, kuzeye
kemesi ile Uyuşmazlık Mahkemeleridir. doğru bir koşu asırlarca devam etti. Bu koşu, talan, is-
e. Devletin Kişi Hürriyetine İlişkin Görevleri tismar koşusu değil müsamaha, adalet ve huzur tesisi
Temel haklar, devletler tarafından korunsun ya da içindi. Bu devrede Osmanlı hünkârı “Hakan-ı Berri ve
korunmasın insanlar bu haklara sahiptir. Devletler bu Bahrin”, “Sultan-ı iklim-i Rum”, “Halife-yi Rü-yı Zemin”
hakları korumak için gerekli düzenlemeleri yapmalı sıfatları ile yeryüzünde kendine muadil otorite tanıma-
gereken kanunları çıkarmalıdır. Temel hak ve hürriyet- dı. Karlofça bu uzun koşuda tökezlenen bir nokta oldu.
lerin korunması bilim sanat ve edebiyatın gelişmesi, 1699’dan sonraki bütün çabalar, bütün düşünceler, o
toplumun refah ve mutluluğunun gelişmesi, devletin noktayı geçmek, o engeli aşmak için aranan çareler,
siyasi, askeri ve ekonomik gücünün artması için mut- ileri sürülen fikirlerin kavgasıdır. Ne tedbirler düşünül-
laka korunmalıdır. medi..: Sünnet adına Kadızade’liler ortaya çıktı. Çakşır
6 Ortega y Gasset’in insan için tarihin yani hafızanın haram, kavuk haram kaftan haram, bunlardan soyu-
önemini vurgulayan o muhteşem sözünü hatırlayalım; nursak her iş yoluna girer, dediler. Avrupacılar türedi:
“İnsanın tabiatı yoktur; tarihi vardır” demişti. Pantolon giyer, pelerin takar, fes vurunursak mesele
7 “İyi ki bilmiyor kalabalıklar çözülür dediler. Ne Kadızade’liler İslam’ı anlamıştı, ne

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 335


de Avrupacılar batıyı… 25 milyon kilometrekarelik va- ları tüzüğünün üyeliği tanzim eden 5. maddesi şöyle
tanı birleşik tutmak için taklitten başka tedbir düşünen ifade edildi: “Neslen Türk olan veya hars dolayısıyla
olmadı. İsyanlar, ihtilaller, sokak kavgaları oldu. Birbi- tamamen Türk duygusu ve Türk dileği besleyen ve
rimizi kırdık, sultanları kestik, nihayet kendi ordumuzu mazileriyle Türklüğe bağlı olduklarını ispat etmiş bulu-
top ateşine tuttuk. Mısır gitti, Cezayir gitti. Bu yitirme nan kadın ve erkekler Türk Ocakları’na aza olabilirler.”
devri 150 yılda bizi Sakarya sahiline getirdi. Bugün ha- Türkçesi: Devlete bağlı olan, onun hakkında kötü duy-
inlerin kandırdığı gençlerin bir kısmı hangi sebeplerle gular beslemeyen herkes Türk’tür!” (aktaran MUSTA-
Sosyalizmi istiyorsa, dün onlar kadar samimi kimseler FA ÖZEL. www.http. Karakitap.net)
Liberalizmi istemişlerdi. Bugün demokrasinin yeter ol- Moiz Kohen (Tekinalp) bunu şöyle bir örnekle anlatıyor:
duğunu sananlar gibi, dün Tazminat’ı yeter sayanlar “Akide itibarıyla Türk’üm diyen her ferdi Türk tanımalı-
vardı. Velhasıl 300 senedir kandaki mikrobun deride dır. Akidenin ehemmiyet-i fevkaladesini iraye ve isbat
açtığı yarayı tedavi ile uğraşıyoruz. Biz bir cihan dev- etmek üzere burada Profesör Leger’in “İslav Âlemi
letinin kalıntısı üstünde cihan hâkimlerinin evlatları (Monde Slave)” nam eserinde münteşir bir Türk zabiti-
olarak oturuyoruz. “Rüyama girdi her gece bir fatihane nin neferiyle cereyan eden enmuzecî bir muhaveresini
zan” diyen şair kendini söylediği kadar bizi de söyle- buraya nakl etmekten vazgeçemeyeceğim:
miştir. Ne geri kalmış milletlerin birisi, ne de kurtuluş – Nerelisin?
savaşı yapan kavimlerin birincisiyiz. İstiklalini son yüz – Bosnalıyım.
yılda bizden almış 20nin üzerinde ülkenin efendisi – Hangi millettensin?
idik. Şairin dediği gibi, “Aziz i vakt idik, a’da zelil kıldı – Türküm.
bizi” Bu zilletin sebebini çıplak gözlerle aramalı ve açık – Türkçe konuşuyor musun?
yürekle ortaya koymalıyız. 150 yıldır her türlü uygula- – Hayır!
nan şekil kavgalarını terk zamanı gelmiştir.”(Mesele, – Türkçe konuşmadığın halde kendine nasıl Türk
Töre-Devlet yayınları, 1973 Ankara. syf:31) diyebiliyorsun?
12 1876’da Rus Generali Michail Grigor Cernayev’in dil- – Bilmem, (büyüklerim) bana Türksün dediler, ben de
lendirdiği “Demek ki yalnızca Türkleri değil, onların kendimi öyle bilirim.
tarihini de yenmek gerek” sözü, özü dışarı vuran, bu – Benimle ne dil konuşuyorsun?
çerçevede söylenmiş, “muhtasar ve müfit” bir deyiştir. – Bilmem.
13 Martin Buber imzalı “On Zion: The History of an Idea – Ben seninle Sırpça konuşuyorum, sen de bana
(Siyon, Bir Fikrin Tarihi)” başlıklı kitabından; 1944 Sırpça cevap veriyorsun. O halde ikimiz Sırbız.
yılında, henüz II. Dünya Savaşı (dolayısıyla Yahudi- – Hayır, sen Sırpça konuşuyorsun. Ben Boşnakça
lerin Nazi kâbusu) sona ermeden Buber’in Kudüs’te cevap veriyorum. Binaenaleyh sen Sırpsın, ben Tür-
verdiği derslerden oluşan kitap Yahudilere şu mesajı küm.
veriyor: “Siyon iç özgürleşme ve saflaşmadır. Görünür Şüphesiz bu yolda konuşan Boşnak neferinde bugün-
bir gerçeklik haline gelmeden önce ruhta doğmalıdır.” kü telakkiye nazaran Türklük namına bir şey yoktu.
“Kabileleri millete dönüştüren şey, ortak Önder’in me- Dili, harsı, terbiyesi, ırkı, muhiti Türk’ten büsbütün
sajıdır. başka idi. Öyle olduğu halde adamcağız samimi bir
14 “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir ka- ifade ile la tezelzül bir katiyet ile kendine Türk diyor-
dından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara du. Çünkü Müslümanlık rabıtasından dolayı akidesi
ve kabilelere ayırdık Allah katında en değerli olanınız, Türk idi.” (Türkleştirme, İstanbul: Resimli Ay Matba-
O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır” Hucurat, ası, 1928’den aktaran Jacob M. Landau, Tekinalp,
49/13 Aynı hususta Efendimiz (asm) Veda Hutbesin- İstanbul: İletişim, 1996, s. 282.)
de: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir, atanız da birdir He- 16 Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken yayınevi, 15.baskı,
piniz Adem’densiniz, Adem ise; topraktan yaratılmıştır İstanbul-Aralık 2002 s.187
Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmek- 17 Türk Kültürü ve Milliyetçilik, (sf 26)
ten sakınanınızdır Arab’ın Arab olmayana, hiçbir üs- 18 Türk Kültürü ve Milliyetçili, (sf 10).
tünlüğü yoktur Üstünlük ancak takva iledir” buyurmak- 19 Türk Kültürü ve Milliyetçilik (sf 36-37)
tadır. (Prof.Dr. İ. Sarıçam, Hz Muhammed ve Evrensel 20 (Osmanlı-Türk Modernleşmesi, YKY, 2006.)
Mesajı, s391) 21 Bu durum, “değişimci”leri çok kızdıran bir paradoks-
15 “Türk Ocakları’nın 1924 Kurultayı bu bakımdan çok tur; “değişim serbestîden değil cebrîlikten yanadır”.
öğreticidir. Ocak Başkanı Hamdullah Suphi, konuş- Hiç de demokrat değildir. İcbar eder, idbar eder ve de
masında şöyle diyordu: “Kütahya Ocağı bize soruyor: acımasızdır. Yerine göre kan da döker. Yani değişim,
Boşnakları üye kabul etmeli miyiz? Başka yerlerde takdim edildiği kadar “sevimli” cereyan etmeyebilir.
aynı soru Gürcüler, Çerkezler, Abazalar, Kürtler hak- Aslında demokrasi ile değişim her zaman aynı pare-
kında soruluyor. Demek ki, milliyet kavramına daya- lelde değildir bazen de tezat teşkil eder. Demokrasi
nan bizlerin Türk sözünden ne anladığımızı çok açık çoğu zaman “statüko”dan yanadır. Çünkü halkın ço-
bir biçimde tanımlamamız gerekiyor.” Sinop delegesi ğunluğu gelenekten ve mevcut durumun devamından
de Kurultay’dan aynı soruya cevap verilmesini istir- yanadır. Hâl-i hazır çok rahatsız etmediği müddetçe
ham ediyordu: “Türk kime denir?” Oturum başkanı değişmesini istemez halk. Değişimi isteyen bir avuç
Ahmet Ağaoğlu, Türk kavramının açık olmadığını itiraf seçkindir. Nadiren halk çoğunluğuna da kabul ettirile-
ediyor ve ekliyordu: “Zaten bu kavram açık olsaydı, bilir ama genellikle halk da istiyormuş gibi gösterilir.
ne Türk milliyetçiliği akımına, ne de Türk Ocakları’na Bütün değişim, devrim veya ihtilaller halkın isteğiymiş
gerek kalırdı.” Tarsus delegesi Niyazi Bey gibi bazı de- gibi takdim edilir. Oysa halk tarihin sahnesinde değil-
legeler, halk yargısına güvenilmesini öneriyordu: “Halk dir. Kuliste bile değildir. Halk seyreder. Seyreder ve
tarafından Türk olarak kabul edilen kişi Türk’tür.” Bu hükmünü “uzun vade”de icra eder. Tedricidir. Devrimi
görüşe itiraz edenler, Sinop’ta ahalinin Giresunluları sevmez halk. Olup biteni çok sonra belki meşrulaştırır
ve Tatar muhacirleri Türk kabul etmediklerini; İstanbul- ve razı olur belki de kendi usulünce ama çoğunlukla
luların ise İran, Azerbaycan ve Kafkasya asıllı Türkleri tedrici bir şekilde düzeltir.
Acem saydıklarını dile getirdiler. Sonunda Türk Ocak-

336 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


TÜRK OCAKLARININ 100. YILINA
TARİHTEN BAKMAK*
MUSTAFA KÖK**

M
uhterem Başkan, değerli katılımcılar; Üçüncü konuşmacı olarak, merkez valilerimizden
Sözlerime, ben de bu toplantıyı düzenle- değerli araştırmacı/yazar Cengiz Aydoğdu Bey’i dinle-
yen Genel Merkez yetkililerine teşekkür ede- dik. “Ferdî Haklar, Demokrasi ve Milliyetçilik” konusunda
rek, başlamak istiyorum. “100. Yılında Nasıl Bir Türk (ve akademik üslûpta hazırlanmış) son derece önemli
Ocakları?” konusunu tartışıyoruz. Dört adet çağrılı tebliğ bir tebliğ idi. Fakat o konuşmada mühim bir noktaya iti-
dinledik, hepsi de çok önemli tebliğlerdi, konuşmacıların raz geldi. Cengiz Bey, değerli Türk Ocaklı büyüklerimiz-
hepsine de ayrı ayrı teşekkür ediyorum. den İdris Yamantürk’ten bir sohbet sırasında dinlediği,
Büyük milliyetçi Remzi Oğuz Arık’ın bir sözünü nakletti.
İlk konuşmacı tarihçi arkadaşımız Prof. Dr. Mehmet
Merhum Remzi Oğuz Arık dermiş ki, “milliyetçilik, mille-
Öz’ün konusu, “Türk Milleti’nin ve Medeniyetimizin Dünü,
tini sevmek ve yüceltmektir. Köprü altındaki serseriden
Bugünü ve Gelecek Tasavvurumuz” idi. “Yeni Bir Medeni-
eşkıyaya kadar herkesi seveceksin!” Elâzığ delegesi
yet Tasavvuru” arayışımıza, Göktürkler’den Osmanlı’ya,
Şerif Budak Bey işte bu söze itiraz etti ve dedi ki, “PKK
oradan modernleşme dönemimize kadar geniş bir pers-
eşkıyası, arabasıyla seyahat ederken yolda çevirdiği
pektiften baktı. Osmanlı’nın da, adı Türk olmasa bile dili
bir polis ailesini indiriyor ve silahlarını aile reisi polise
ve kültürü ile bir Türk imparatorluğu, - dolayısıyla Türk
doğrultunca, eşi yalvarıyor: ‘N’oolur, eşimi çocuklarımın
medeniyetinin bir parçası - olduğunu belirtti. Bendeniz
gözü önünde öldürmeyin. Ömür boyu etkisinden kur-
tarihçi değilim, fakat bazı meseleleri anlamak için tarihe
tulamazlar!...’ Ama eşkıyanın merhameti yoktur, eşini
başvurmak zorundayız. Malumunuz, Türk Ocaklarının
özellikle de çocuklarının gözü önünde silahla tarıyorlar.
kuruluşuna Sultan Mehmed Reşad da ilgi gösterir (hatta
Şimdi ben, bu eşkıyayı da mı seveceğim?” Evet, soru
“beş bin” altın da ihsanda bulunur), gösterilen bu ilgiye
haklı… Ve bağrı yanık insanların konuşması hepsinden
teşekkür için bir heyet halinde Saray’a gidilir. Merkez
farklı oluyor; o yüzden Elâzığ ve Şanlı Urfa delegelerinin
heyetinde Hamdullah Suphi, Yusuf Akçura, Necip Âsım,
konuşmaları hepimizi sarstı. Şanlı Urfa delegesi Cemil
Ahmet Ağaoğlu, Sadri Maksûdi ve birkaç kişi daha var-
Demir Bey, altı yıldan beri zor şartlarda faaliyet göster-
dır. Padişah heyete aniden ve beklenmedik bir soru so-
diklerini ve maalesef şube binalarının iki defa kundak-
rar: “Milletimizin tarifini yapar mısınız?” Herkes birbiri-
landığını söyledi.
ne bakar ve sonra bu bakışlar Necip Âsım’ın üzerinde
toplanır. Sultan Reşad, bakışların üzerinde toplandığı Remzi Oğuz Arık Bey’in o sözüne gelince: Efendim,
Necip Âsım’a döner ve şöyle der: “Sualime niçin hayret Remzi Oğuz’un, bildiğim kadarıyla öyle bir sözü yok;
ettiniz? Ben Osmanlı’nın Padişahı, İslâm âleminin ha- büyük bir ihtimalle değerli büyüğümüz İdris Yamantürk
lifesiyim; fakat her şeyden önce Türklerin Hakanıyım.” Bey’in aklında yanlış kalmış. Haklıdır, kitaplarından bir-
Evet, bu şuur, malum olduğu üzere ondan da önce Sul- kaç yerde Remzi Oğuz Arık, milliyetçiliği böyle tanımlar:
tan II. Abdülhamid’te daha çok vardır. Osmanlı, Türk ol- “Türk milliyetçiliği, milletini sevmek ve onu yükseltmek-
duğunu, hatta kendisinin Oğuz Han neslinden geldiğini tir.” (Merhum Alparslan Türkeş de milliyetçiliği – muhte-
önceden beri bilirdi. (Nevzat Kösoğlu’nun belirttiği gibi, melen ayni çağrışımla - çoğu zaman böyle tanımlar.) Fa-
elbette kendisini siyasî kimliğiyle ifade edecekti.) Bazıla- kat sonra devam eder Remzi Oğuz: Bu, millet dediğimiz
rının zannettiği gibi biz, sadece Cumhuriyetten bu yana anonim topluluğun içinde her çeşit insan var. Vicdansız,
“Türk milleti” değiliz. (Bütün bunlardan dolayı, İslâm zalim, hayâsız, katil, hain, şahsiyetsiz, cahil, her çeşit
medeniyeti içerisinde “geçmişten bugüne yeni bir Türk insan. (Belki bir başka yerde “köprü altındaki serseri ve
medeniyeti tasavvuru”nu fevkalâde önemli bir yaklaşım eşkıya”yı da zikretmiştir.) Peki, bütün bunları sevmek
tarzı olarak görüyorum. ) nasıl mümkün olacak? Seveceğimiz şey muhakkak
ki, anonim kütlenin (içinde her çeşit insanın isteyerek-
İkinci konuşmacı yine diğer bir tarihçi arkadaşımız
istemeyerek) üzerinde birleştiği, emek sarf ettiği değer-
Doç. Dr. Yunus Koç, (Doç. Dr. Yusuf Sarınay’la birlikte
lerdir, kurumlardır.1 (Remzi Oğuz’a göre “milletini sevme
hazırladıkları), “Millî Devletin Kuruluşu ve Türk Ocakları”
işi” – ve bu kültürün verilmesi - nesiller boyu sistemli ola-
konulu tebliği sundu. Burada millî devletimizin kurulu-
rak yapılması ve yayılması gereken bir gönüllüler işidir.
şunda Türk Ocaklarının oynadığı mühim rolü görüyoruz.
Ve bu yolda özel olarak kurulmuş derneklerin çalışması
(Doç. Koç da sadece tarihte kalmayıp, 21. yüzyılı bir
şarttır.)
“Türk yüz yılı” yapmak için gereken fikrî temeller üze-
rinde durdu.) Merhum Mükrimin Halil Yinanç’ın, “Türk milletinin

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 337


eşkıyası bile merhametlidir” diye bir sözü olduğunu bi- Hocam (merhum Nurettin Topçu) demokrasiye pek de
liyoruz. Fakat bu, (ipleri başkasının elinde, insanlığını hayran değildi. Eserlerinde sistematik olarak onu en
yitirmiş ve şuursuz bir otomat halinde cana kıyan2) bö- çok eleştiren düşünürlerimizden birisidir. Fakat ne ka-
lücü PKK eşkıyası değil, bir kısmı “zenginden alıp fakire dar eleştirsek de onu en mükemmel şekliyle hayatımıza
veren”, bildik eşkıya türü. geçirmekten ve bünyemize uydurmaktan başka çaremiz
Bir şey daha söyledi Elâzığ delegesi Şerif Budak yoktur. Kendisi eleştirse bile, Topçu Hoca’nın pek değer
arkadaşımız (Doğu ve Güney Doğudaki etnik-bölücülük verdiği ve hayranlıkla andığı büyük hukukçularımızdan
tuzağını işaret ettikten sonra): “Ben ‘Zaza’yım, fakat Ord. Prof. Ali Fuat Başgil’in bir sözünü hatırlıyorum;
hepinizden daha Türk’üm ve ‘Türkçüyüm”. Doğru söylü- “Biz bu memlekette mutlakıyet, otoriter meşrutiyet, li-
yor, o hepimizde daha Türk’tür; çünkü bulunduğun yere beral meşrutiyet ve otoriter cumhuriyet rejimlerini birbiri
göre o şuura sahip olmak ve hele de onu ifade etmek ardınca yaşadık. Bugün klasik devlet rejimlerinden so-
elbette bir fark yaratır. AynI şekilde, sadece “Zaza”sı de- nuncusunu, yani demokrasiyi tecrübe etmekteyiz. Dik-
ğil, “Kurmanç”ı da bu milletin çocuğudur. Çünkü daha kat edelim, geriye dönemeyeceğimize göre, bu tecrü-
1952’deki Türk Milliyetçiler Derneği Tüzüğü, “millet”i bede muvaffak olmak zorundayız” der (işte aklın gereği
değil, “soy”u bile bakınız nasıl tanımlıyor: “Soy, tarihî budur). Bize göre, milliyetçilik ile demokrasi arsındaki
ve içtimaî menşe birliğidir.” Burada soy dahi, “kan” ve ilişkiye dair akademik tezler hazırlanmalı, ödüllü maka-
“kafatası kökeni” değil, tarihî ve sosyal köken birliği ola- le yarışmaları açılmalı; hatta Türk Ocakları bu konuda
rak kabul ediliyor.3 (Bizatihi, “biz Türkmeniz” diyen Kürt üniversitelerle işbirliği halinde bilimsel toplantılar tertip
kardeşlerimiz bir yana, Zaza’sıyla, Kurmanç’ıyla, ayni etmelidir.
tarihî kökeni paylaşarak ve ayni sosyal menşei taşıya- Ancak demokraside hakkıyla başarılı olmak, kişi-
rak en az bin yıldan beri bu topraklarda beraber değil likli nesiller yetiştirmekten, en başta haksızlıklara karşı
miyiz? Dilini, folklorunu güle güle kullansın, arızî dönem koyma cesaretine (isyan ahlâkına) sahip bir zihniyet
ve uygulamalar dışında kullandı ve kullanıyor zaten. Bu ve eğitimden geçer. Ve tabii, insanlarının düşündükle-
hakikati, şimdiki moda deyimle “Kürt aydınları”na hangi ri ve inandıklarını samimiyetle ifade edecekleri hür ve
akıl ve izan yoluyla anlatmalı acaba? Bu, bazı “Büyük güvenli ortamları yaratmaktan geçer. İstanbul şubesi
Yetkililer”in diline pelesenk ettiği gibi, “red ve inkâr politi- başkanımız değerli bilim adamı Dr. Cezmi Bayram Bey
kası” asla değil. Kimsenin “etnik kökeni” inkâr edilmemiş Hakkâri’de katıldığı programı (Türk Yurdu’nun Kasım
ve edilmiyor. Ama dün olduğu gibi bugün de yine “Tek 2010 sayısında) yazıya döktü. Orada diyor ki: Halka ka-
milletiz” demek niçin zor geliyor – ya da getiriliyor?... palı toplantılarda bana PKK’dan, kepenk kapatmalardan
Eseriyle ve şuuruyla hepimizden daha çok Türk ve şikâyet eden esnafın, halka açık toplantılarda PKK’nın
Müslüman olan Büyük Âkif’i dahi bu milletten sayma- sözcüsü gibi konuştuğunu gördüm; yani bir yerlere me-
yıp etnik bir kökene mahkûm ederek nereye varılmak saj veriyorlardı. Dâvetli konuşmacılar, hususi görüşme-
isteniyor?...) lerimizde samimi olarak ortaya koydukları duygu ve dü-
Son olarak dinlediğimiz tebliğ ise Sosyolog Dr. Fah- şüncelerini açık toplantılarda ifade edemiyorlardı; PKK
ri Atasoy’a aitti. Konusu, “Küresel Dünyada Türkiye ve tehdidinden korkuları apaçık belli oluyordu.
Türk Ocakları.” (O, “küreselleşme”yi yaratan faktör- Evet, siz devlet olarak ülkenizin her noktasına hâkim
ler üzerinde durdu; bu olgunun Türkler için de fırsatlar olamazsanız, insanlarınıza hür ve güvenli bir şekilde ko-
yarattığını, bir zamanlar bazılarınca Orta Asya’da Türk nuşma ortamını yaratamazsanız, onlar da samimi ka-
olup olmadığı tartışılırken, gerçeğin ortaya çıkmasında naatlerini söyleyemez, hatta “Türk’üm” deme cesaretini
bunun da payı olduğunu anlattı.) Fahri Atasoy’un tebli- bile gösteremezler. Hatta gün gelir bu yönde Anayasanı-
ği bence çoğunlukla yanlış anlaşıldı ve değerlendirildi. zı da babayasanızı da değiştirmenizi isterler.
Geçekte o, küreselleşmeyi bir olgu olarak ele aldı ki, bu Hepinize saygılar sunarım.
olguyu biz yaratmadık, o gelip bizi buldu. Asıl olan ona ___________________________________________
karşı nasıl tedbirler alacağımız, hatta mümkünse onu * Türk Ocakları Genel Merkezi ve şûbelerinin katılımıyla
nasıl fırsatlara çevireceğimizdir (Tabii, çeşitli tekniklerle 3 - 4 - 5 Haziran 2011’de Gerede’de icra edilen istişarî
onun milletimiz aleyhine işletilmesi mümkün, hatta Trab- toplantıda - irticalen - yapılan konuşmanın sonradan
zon delegesi Prof. Kerim Aydın Hoca’nın dikkat çektiği metne çekilmiş hâli olup bir kısım parantez içi ifadeler,
gibi, Anadolu’nun Hristiyanlaştırılması için de onu kulla- bağlamı nispetinde ve yazım sırasında eklenmiştir.
** Dr., Kahramanmaraş Şûbesi adına.
nanlar bulunabilir. Fakat bütün bunlar onun bir olgu ola-
1 Tabii, millet içerisindeki somut olarak tek tek insanın
rak anlaşılması ve lehimize de kullanılabilmesi gerçeğini
sevilmesi elbette mümkün, hatta vazgeçilmezdir de…
ortadan kaldırmaz.) Bizim de bu konuya has, “Sevgiye Muhtaçsak Eğer…”
Tarihî Türk Ocaklarının 100. yılından itibaren yapa- başlıklı bir denememiz var.
cağı önemli şeylerden birisi de demokrasi ile milliyetçilik 2 En son kıydıkları toplu can, 13 şehittir (14 Temmuz
arasındaki ilişkiyi vurgulamak olmalıdır. Erol Güngör’ün 2011); bağırlarına ateş düşen ailelerinin ve milletimizin
başı sağ olsun!..
işaret ettiği gibi milliyetçilik ile halkın idaresi demek olan
3 Sayısı 80 şubeye ulaşmış bu Dernek, ne yazık ki, DP
demokrasi arasında sıkı bir ilişki vardır (Ona göre zaten iktidarının – sonradan kendisinin de itiraf ettiği gibi –
milliyetçilik, kaynağını ve gücünü halktan alan bir kültür bir gafleti sonucu 1953 yılında, bir bahaneyle kapatıl-
hareketidir. O sebepten en çok da milliyetçiler demokrat mıştır. Bu konuda yaptığımız bir çalışma sanırım Türk
olmalıdırlar. Cengiz Aydoğdu Bey, konuşmasında Erol Yurdu’nun Anıt Sayılarında yayımlanacaktır.
Güngör açısından bu konulara isabetle değindi.) Benim

338 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


İSMAİL OTAR

ÖMER ÖZCAN

İ çinde bulunduğumuz yıl, sağlığında ismini öne


çıkarmamağa özen gösteren, toplumda ancak
ilgili çevrelerde tanınan Kırım Türklerinin siya-
si önderlerinden İsmail Otar’ın doğumunun yüzüncü
yılıdır. Türkiye’de kültür hayatında önemli hizmetleri
yılına kadar yeminli mali müşavir olarak Türkiye’nin
en büyük alt yapı yatırımlarını gerçekleştiren şirket-
lerin muhasebe ve mali danışmanlığını yapmıştır.
Vefat ettiğinde muhasebecilik mesleğinin en kıdemli
mensuplarından biri idi.
bulunan kişilerin doğum ve ölüm yıldönümlerinin belli
Yüksek okul öğrencisi iken arkadaşı Dr. Abdullah
yıllarda anılması, ilgili kurumların kendi alanlarında
Zihni Soysal vasıtasıyla 1930’da Kırım Türklerinin si-
bu kişilerle ilgili çalışmalar yapması, eserlerinin yeni
yasi önderi Cafer Seydahmet Kırımer ile tanışmıştır.
basımlarının yapılması, posta teşkilatının hatırasına
Bu tanışmadan sonra çok dar bir kadronun yürüttüğü
pul çıkarması, darphanenin madalya hazırlaması,
Kırım’ın kurutuluşu mücadelesi hareketinin safların-
sempozyum ve anma günleri düzenlenmesi çok kişi
da yerini almış ve ömrünün son demlerinde yatağa
için yapılmıştır. Sayılan bu faaliyetlerinin tamamının
bağlı hale gelmesine kadar, ilk gençlik heyecanı ile
bir kişi için yapıldığını da söylemek zordur. Batı’da ve
mesaisini sürdürmüştür.
bilhassa geçmiş Sovyetlerde bu tür faaliyetlere bü-
yük önem verilmiştir. Yeni Türk cumhuriyetlerinde bu Kırım Türklerinin siyasi önderi Cafer Seydah-
geleneğin yaşatılmasına çalışılmaktadır. Türksoy’un met Kırımer, vatan toprağının Rus emperyalizminin
öncülüğünde yakın tarihlerde Türklüğün yetiştirdiği pençesine düşmesinden sonra yaşadığı Türkiye’de
bilim ve sanat adamı Zeki Velidi Togan ve Abdullah milli meseleleri takip etmeye başlamıştı. Pilsudski
Tukay bu çerçevede geniş etkinliklerle anılmışlardır. fonundan temin ettiği burslarla İbrahim Otar, Sabri
Kırımlı Hafız Ali (1886-14.7.1965) –Emine Otar( Arıkan, Dr. Abdullah Zihni Soysal, Selim Ortay gibi
1891-19.6.1977) çiftinin dört kız bir erkek çocuğunun gençleri lisans ve lisansüstü öğrenim yapmak üze-
ikincisi olarak 1.10.1911 tarihinde Bursa’da dünyaya re Polonya’nın değişik üniversitelerine göndermiş-
gelmiştir. Dedesi Mustafa Efendi Kırım’ın Bahçesaray tir. Bu şekilde gelecekte ihtiyaç duyulacak kadrola-
şehri sakinlerindendir. Çarlık hükümetinin 1870’lerde rı yetiştirmeyi düşünmüştü. 1930 yılından itibaren
başlattığı eğitim reformu hareketinin egemenliği al- Romanya’da çıkmaya başlayan Emel dergisi Kırımer
tındaki milletleri Ruslaştırmaya yönelik olduğunun ve bu genç kadronun uzaktan desteği ile yayın ha-
anlaşılmasından sonra ailesi 1892’de Türkiye’ye göç yatını 1940 yılına kadar sürdürmüştür. 1939 yılında
ederek Bursa’ya yerleşmiştir. Otar’ın babası Hafız II. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Soysal’ın
Ali ailesini ve işini daha sonra 1908’de İstanbul’a dışında olanlar Türkiye’ye dönmüş ve eğitimlerini
nakletmiştir. Kardeşleri Avukat İbrahim Otar(1913- tamamlayarak mesleki faaliyetleri yanında Kırımer’in
6.2.1986), Şevket Otar(14.3.1916-26.3.1976), Nuri- talimatları doğrultusunda milli işlerle ilgilenmişlerdir.
ye Pekman(1909-8.3.1987)’dır. Hayrünnisa Hanım’la Otar, bu vesileyle milli işlerin takibi çerçevesinde
(d.18.10.1918) yaptığı evlilikten iki oğlu ve bir kızı ol- İstanbul’da mukim esir Türk illerine mensup siyasi
muştur. muhacirlerin tamamını yakından tanıma imkânı bul-
muştur. Bu şahısların bazılarıyla ilgili hatıralarını za-
İlk ve orta okulu Bursa’da bitiren İsmail Otar, tarih man zaman şive taklitleriyle birlikte kendisinden din-
ve edebiyata meraklı olmasına rağmen babasının ıs- ledik. Türkiye’de yaşamakta olan muhacir Türklerin
rarlı yönlendirmesiyle 1926 yılında İstanbul’a giderek şemsiye teşkilatı, gazeteci Muharrem Fevzi Togay’ın
Sultanahmet Ticaret Lisesi’ni girmiş ve 1929’de me- başında bulunduğu Turan Neşri Maarif Cemiyeti’nin
zun olmuştur. Yüksek öğrenim için yazıldığı İstanbul çalışmalarına iştirak etmiştir. Dil öğrenmek gayesiy-
Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi’ni 1935 yılında bi- le gittiği Almanya’da, Promete teşkilatının merkezi
tirmiştir. Öğrenci iken 20 Eylül 1926 tarihinde muha- Polonya’nın başkenti Varşova’da milli meselelerle ilgili
sebe kâtipliğiyle mesleğe başlamış, kamu kesiminde ikili görüşmelerde bulunmuştur. 1933’te kardeşi İbra-
ve özel şirketlerde uzun yıllar çalışmıştır. İlk yayını him Otar’la birlikte Romanya’ya giderek Dobruca’da
meslek alanında olmuştur.1 Sonraki yıllarda muhase- hemşerilerinin yaşadığı köyleri ziyaret etmiştir. Cum-
be tarihi ile ilgili özgün eserler kaleme almıştır. 1989

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 339


huriyet yönetimi geniş topraklara sahip devletin insan sahipliği altında iki ayda bir çıkarılmıştır. Derginin
gücünü artırmak gayesiyle zaman zaman ilgili ülke- sahipliğini 103. sayıya kadar devam ettirmiştir. Der-
lerle yapılan ikili anlaşmalarla milli sınırların dışında gi diğer Türk urugları içinde neşrindeki istikrar ve
kalan soydaşlara kapılarını açmıştır. Bu ülkelerden muhteva bakımında iyi bir örnek teşkil etmiştir. Milli
gelen göçmenlerin tahsil durumlarının denkliği ile il- Merkez’de nöbeti devraldıktan sonra bilinen konu-
gili dosyaların kabarık muhtevasına bakıldığında milli lardaki hassasiyetten uzaklaşılmamaya özen göster-
meselelerin az sayıdaki kişinin sırtında kalmasını an- miştir. Emekli olup ikametgâhını Erenköy’e taşıdıktan
lamak güçtür. Gelenlerin ekseriyetinin rahata kavuş- sonra bütün zamanını milli konulara hasretmiştir. Evi-
tuktan sonra geçmişle ilgilerini kestikleri anlaşılıyor. ne yakın bir binada satın aldığı dairede çalışmalarını
sürdürmüştür. Yazlığına gittiği günlerin dışında daima
Birbirlerinden pek hoşlanmayan siyasi muhace-
burada bulunmuştur. Kardeşi İbrahim Otar’la kurduk-
retin önderlerini Kırımer, yaş olarak onlardan küçük
ları kütüphane ve Kırım Milli Merkezi’nin arşivi araş-
olmasına rağmen bir araya getirme becerisini gös-
tırmacılara açık tutulmuştur. Kütüphanede muhtelif
termiştir. Kırımer, Türkiye’yi yöneten siyasi kadrolarla
Türk uruglarına mensup siyasi önderler tarafından
iyi ilişkiler içinde bulunmuştur. Sovyetlerin baskısı
Berlin, Paris, Varşova, Tokyo, Münih, Mançurya ve
sonucu siyasi faaliyetlerini Türkiye dışına kaydır-
Köstence’de çıkarılan süreli yayınların koleksiyonla-
mak zorunda kalan diğer siyasi önderlerden farklı
rı mevcuttu. Bunlara ilaveten Türkiye’de başta Kırım
olarak Kırımer, Türkiye’de kalmış ve sadece kendi
olmak üzere Kafkasya, Azerbaycan, Batı Trakya ile
işlerini değil dostlarının da meselelerinin çözümüne
ilgili süreli yayınlar, Çınaraltı, Doğu, Ötüken, Orkun
yardımcı olmuştur. Kırımer, Emel dergisinde 1939 yı-
başta olmak üzere Türkçü dergilerin koleksiyonları
lında başlayan II. Dünya Savaşı üzerine son derece
bulunuyordu. Kırım’la ilgili gerek Çarlık, gerek Sov-
tutarlı analizler yapmıştır. Almanların Sovyetlere yö-
yet döneminde ve dışarıda çıkan yayınların ekse-
nelmesinden sonra işgal altındaki topraklara yeniden
riyeti toplanmıştı. Promete teşkilatının Varşova’da
kavuşulması ümidi uzun sürmemiştir. Resulzade ve
çıkardığı süreli yayınlar ve kitaplar ile bu teşkilatın
Kırımer, Almanların ilişki kurma tekliflerinin gerçekçi
ülke dışına çıkan mensuplarının özel neşriyatları bir
olmadığını bilmelerine rağmen görüşmelerin bir süre
araya getirilmişti. Sovyetlerin dağılmasından sonra
sürdürülmesini temin etmişlerdir. Sonuçsuz kalan
geliş trafiğinin artmasıyla kütüphane yeni yayınlar-
görüşmeler, savaşın bitiminde Avrupa’da ki muhtelif
la zenginleştirilmişti. Bu merkez dünyanın değişik
kamplarda Sovyetlerin eline düşmekten kurtarılmayı
ülkelerinden gelen araştırmacılara açık tutulmuştur.
bekleyen sivil ve asker muhacirlerin elverişli bir or-
Fiziki gücünün elverdiği ölçüde ziyaretçilere yardımcı
tama nakillerinin sağlanması Kırımer’in temaslarıyla
olmuş, hizmet etmiştir.
sağlanmıştır. Savaşın sonlarına doğru Sovyet top-
raklarından çekilen Alman kuvvetleriyle birlikte gele- Hayatının en verimli dönemi emekli olduktan son-
ceklerinin karanlık olduğunu gören 20-30 bin dola- raki yıllardır. Önceden üzerinde çalıştığı muhasebe
yında Kırımlı Romanya’da Türkiye’ye gelmek için izin tarihi ve Kırımla ilgili eserleri arka arkaya neşretmiş-
beklemiştir. Türkiye, güç kazanan Sovyetlerle ilişkile- tir. Osman Akçokralı’nın Kırım Tatar Damgaları İsim-
rini sıkıntıya sokmamak için bu talebe olumlu cevap li Kitabı Vesilesile, Kırımlı Türk Şair ve Bilgini Bekir
vermemiştir. Bu yoğun mesaiyi yürüten, görünmeyen Sıdkı Çobanzade, Cafer Seydahmet Kırımer’in Gün-
isimlerin başında Otar gelmektedir. Bütün bu çalış- lüğü, Çarlık Hakimiyetin’de Kırım Faciası, Tevarih-i
maların sonucunda engin bir tecrübe kazanmıştır. Tatar Han ve Dağıstan, Moskov ve Deşt-i Kıpçak Ül-
kelerinindir, Risale-i Felekiyye Kitab’us Siyakat Hak-
Otar, Kırımer’den çalışma disiplini, toplum önder-
kında, Muhasebede Siyakat Rakamları, bizzat telif
liği konularında görgü ve uygulamaya dayalı bir geniş
ettiği veya neşre hazırladığı eserlerdir. Bu yayınların
bir bakış açısı kazanmıştır. Yeni Türk devleti Sovyet-
ekseriyetini kendi imkânları ile bastırmıştır. Ömrünün
lerle, dönemin siyasi vaziyeti gereği ekonomik ve si-
son demlerinde global baskılar ve zihniyet değişi-
yasi bakımdan ilişkilerini sürdürmekle birlikte esaret
miyle Kırım konusunda üstadı Kırımer’in tesis ettiği
altındaki Türk illeriyle bağını koparmamıştır. Güve-
bütünlüğün bozulduğunu, temel ilkelerde aşınmanın
nilir kişilere emanet edilen ‘Milli Merkez’ler arasında
başladığını görmekten üzüntü duymuştur. 8 Ekim
koordinasyon sağlanmış ve muhaceretin dağılma-
2005 tarihinde vefat etmiş ve Edirnekapı’da defnedil-
dan milli davalarının takipçisi olmaları temin edilmiş-
miştir. Uzun ömrü boyunca tanık olduğu hadiseler ve
tir. Kırımer, II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’ye
dostluk kurduğu önemli fikir ve siyaset adamları ile
gelen bazı muhacirlerin belirlenmiş çalışma sistemini
ilgili hatıralarını, gözlemlerini yazılı hale getirmemesi
bozmaya yönelik olumsuz çıkışlarını etkisiz haline
kültürümüz açısından büyük talihsizliktir.
getirmiş, kendisinden sonraki önderi işaret etmiştir.
Kırım Milli Merkezi, demir perdenin hafifçe aralanıp Doğumunun 100. yılı vesilesiyle büyük Türkçü İs-
içeriden haber alma imkânlarının artmasından sonra mail Otar’ı özlemle anıyoruz.
kamuoyunu bilgilendirmek üzere Emel dergisini ye- ______________________________________________
niden neşretmeye başlamıştır. Dergi önce Ankara’da 1 Kazanç Vergisi Kanununa Göre İhtiyat Akçası ve Amor-
çıkmış, İstanbul’a nakledildikten sonra İsmail Otar’ın tismanlar, İstanbul 1941

340 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


Kosovalı Türklere Çifte Vatandaşlık Sözü da karşılıklı olarak sürekli İslam ülkelerinin çıkarlarını sa-
www.aygazete.com, 12 Ağustos 2011 vunduğunun altını çizdi. Bunun yanı sıra İslam medeni-
Kosova´da bulunan Başbakan Yardımcısı Bülent yetinin dünyada tanıtımı adına Azerbaycan’ın İSESKO ile
Arınç, Kosovalı Türklerin uzun yıllardır beklediği çifte işbirliğini daha da geliştirdiğini söyleyen Aliyev, 2009’da
vatandaşlığa yeşil ışık yaktı. Kosova´da yirmi binin üze- Bakü’nün İslam medeniyetinin başkenti olarak ilan edil-
rinde nüfusa sahip Kosovalı Türkün, Türk vatandaşlığını mesinden dolayı onur duyduğunu açıkladı.
almalarıyla ilgili sorusuna Arınç, “Biz Kosova´da yaşayan Kazakistan’da Afrika’ya Yardım Edecek
soydaşlarımızın bu ülke içerisinde huzurla, güvenle bi- http://turkkazak.com, 11 Ağustos 2011
rinci sınıf vatandaşları olarak yaşadıklarını ve yaşamak Ramazan ayında Türkiye’de yardım-
istediklerini biliyoruz. Bütün hükümetlerinde bu konuda ların Afrika ve özellikle Somali’de açlık çeken insanlara
gerekeni yaptıklarını inanıyoruz. Bütün yetkililerle yap- yapılması konusunda ortak bir çaba göze çarpmakta. Bu
tığımız görüşmelerde hem Türkçenin kullanımıyla, hem eğilime Kazakistan da devlet olarak katılacağını açıkla-
resmi dil içerisinde hem de öğrenme konusunda da hü- dı. Kazakistan Dışişleri Bakanlığı Resmi Temsilcisi As-
kümetin yardımcı olmasını istiyoruz. Vatandaşlık konusu kar Abdrahmanov, kısa zaman içerisinde Kazakistan’ın,
da önemlidir. Bu iki ülke arasında çözümlenebilecek bir aşırı kuraklık yaşayan Afrika ülkelerine yardım etme
konudur. Buna olumlu bakabiliriz. Elbette bu bir ihtiyaç niyetinde olduğunu bildirdi. Abdrahmanov, “İslam Kon-
haline geldiğinde de giderilmesi için çalışırız” dedi. feransı Örgütü’nün sorumlu üyesi ve Dışişleri Bakanları
Türkmenistan, Tataristan’dan Araç, Konseyi’nin Başkanı olan Kazakistan, Somali ve diğer
Helikopter ve Gemi Satın Alacak İslam Dünyası ülkeleri için yardım etmek amacıyla kuru-
http://turkkazak.com, 12 Ağustos 2011 lan koalisyon bütçesine katkı sağlayacaktır” dedi. Askar
Türkmenistan ile Tataristan arasında Kamaz marka Abdrahmanov Birleşmiş Milletler verilerine göre, Soma-
araçların satın alınmasına ilişkin anlaşma sağlandı. Bu li, Etiyopya, Kenya, Eritre ve Cibuti ülkelerinde yaklaşık
anlaşma, Türkmenistan Devlet Başkanı Yardımcısı Na- 11 milyon insanın yardıma ihtiyacı olduğunu dile getirdi.
zarguli Şaguliyev’in Tataristan ziyareti kapsamında im- İslam Konferansı Örgütü’nün koalisyon üyeleri, önümüz-
zalandı. Devlet Başkanı Gurbanguli Berdimuhamedov’un deki 3 ay için 29 milyon dolarlık acil yardım bütçesi oldu-
talimatı üzerine bu ülkeye giden Devlet Başkanı Yardım- ğunu belirttiler.
cısı Şaguliyev, Tataristan Cumhurbaşkanı Rustam Minni- Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’ne
hanov tarafından kabul edildi. Türkmen üst düzey yetkili, Üye Olan Ülkeler Cumhurbaşkanları
2006 yılından bu yana Kamaz şirketinden 4 bin 500 araç Gayri Resmi Toplantısı Astana’da
satın aldıklarını belirterek, “Kazan helikopter fabrikası ile Düzenlenecek
işbirliği yapıyoruz. Bu şirketten 7 helikopter satın aldık. http://turkkazak.com, 10 Ağustos 2011
Ayrıca, Tataristan’dan yüksek süratli gemi satın almayı 12 Ağustos 2011 tarihinde Astana Kolektif Güvenlik
hedefliyoruz.” diye konuştu. Tataristan Cumhurbaşkanı Anlaşması Örgütü’ne üye olan ülkelerin cumhurbaşkan-
Rustam Minnihanov, iki ülke arasındaki işbirliğinin daha larının gayri resmi toplantısına ev sahipliği yapacak. Ka-
da güçlendirilmesi için önemli potansiyelin bulunduğunu zakistan Dışişleri Bakanlığı resmi Temsilcisi Askar Abd-
kaydederek, “Tataristan, Rusya ile Türkmenistan ilişkile- rahmanov tarafından basın toplantısı düzenledi. Basın
rinde lider konumda ve bu konumunu gelecekte de koru- toplantısında konuyla ile ilgili bilgi veren Abdrahmanov,
yacak.” dedi. 12 Ağustos 2011 tarihinde Astana’da düzenlenecek olan
İlham Aliyev: Müslüman Dünyası Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’ne üye olan ülkelerin
Bütünleşmeli cumhurbaşkanlarının gayri resmi toplantısı çerçevesinde
http://turkkazak.com, 12 Ağustos 2011 bölge güvenliği açısından güncel konuların, Kuzey Afrika
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev dün kut- ve Orta Doğu’daki durumun ele alınmasının beklendiği-
sal Ramazan ayı dolayısıyla Müslüman ülkelerinin ni söyledi. Abdrahmanov, Kolektif Güvenlik Anlaşması
Azerbaycan’daki Büyükelçileri ve diplomatik temsilcile- Örgütü’ne üye olan ülkelerin cumhurbaşkanlarının gayri
ri kabul etti. Ramazan Bayramı dolayısıyla katılımcıları resmi toplantısında Orta Asya’da güvenliğinin sağlanma-
tebrik eden Aliyev, görüşmenin geleneksel nitelik taşıdı- sı ve Beyaz Rusya tarafından daha önce teklif edilen Ko-
ğına dikkat çekti. Görüşmeden memnun olduğunu dile lektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün Gelişme Planının
getiren Cumhurbaşkanı, ikili dostluk ilişkilerin daha da değerlendirilmesi gibi konuların görüşülmesi de planlanı-
genişletilmesi gerektiğine vurgu yaptı. Aynı zamanda lıyor, dedi.
Azerbaycan’ın İslam devletleri ile siyasi, ekonomik vb. Türkmenistan’da Devlet Başkanlığı
alanlarda işbirliğinin önemini vurgulayan Aliyev, ilişkilerin Seçimi 12 Şubat’ta Yapılacak
BM, İKÖ ve diğer uluslararası kuruluşlarla da geliştiğini www.haberaktuel.com, 5 Ağustos 2011
ifade etti. Ayrıca, Azerbaycan’da Müslüman ülkelerin bü- Türkmenistan’da devlet başkanlığı seçiminin tarihi
yükelçiliklerinin sayısının arttığını da kaydeden Aliyev, belli oldu. Seçimlerin 12 Şubat 2012 tarihinde yapılma-
ilişkilerin derinleştirilmesinin bugün artık bir zorunluluk sı kararlaştırıldı. Türkmenistan Meclisi’nin dün yapılan
haline geldiğini belirtti. Özellikle de İslam devletlerinin Ka- olağan toplantısında devlet başkanlığı seçimlerinin tarihi
rabağ sorununda resmi Bakü’nün yanında olduğunu için belirlendi. Seçimler önümüzdeki yıl 12 Şubat’ta gerçek-
şükranlarını dile getiren Cumhurbaşkanı, Azerbaycan’ın leşecek. Türkmenistan Anayasası’na göre, ülkede devlet

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 341


başkanı 5 yıl süreyle seçiliyor. Türkmenistan’da en son Gürcistan, Ahıska Türklerine “Vatana Geri
devlet başkanlığı seçimi 11 Şubat 2007 tarihinde yapıl- Dönüş Statüsü” Veriyor
mıştı. 5 adayın yarıştığı seçimde, şu anki Devlet Baş- www.milliyet.com.tr, 2 Ağustos 2011
kanı Gurbanguli Berdimuhamedov devlet başkanlığına Gürcistan, 1944 yılında Sovyet lideri Jozef Stalin
seçilmişti. Orta Asya’nın hızlı gelişen ülkesi olan ve Bir- tarafından SSCB’nin çeşitli bölgelerine sürülen Ahıska
leşmiş Milletler tarafından 1995 tarafsızlığı kabul edilen Türklerine “vatana geri dönüş statüsü” vermeye başladı.
Türkmenistan, genel seçimlere hazırlanıyor. Tek partinin Tiflis yönetiminin bu statüyü verdiği Ahıskalılar, belirli bir
bulunduğu Türkmenistan’da Devlet Başkanı Gurbanguli süre içinde ülkeye dönebilecekler. Basındaki haberlere
Berdimuhamedov 8 Temmuz’da yaptığı Bakanlar Kurulu göre, Gürcistan hükümetinin konuyla ilgili görevlendirdiği
toplantısında, yurtdışındaki muhalefet temsilcilerini Şubat komisyon, yaklaşık 30 bin kişiye ait 8000 civarındaki baş-
2012’de yapılacak devlet başkanlığı seçimlerine katılma- vuruyu inceliyor. Gürcistan Mülteciler ve İskân Bakanlığı
ya davet etmişti. yetkilileri, şimdiye kadar 75 kişiye geri dönüş statüsü ve-
Türkiye, Kazakistan’la Ekonomik ve rildiğini belirterek, uygulamayla ilgili ayrıntılı bilginin daha
Siyasi Alanda Yeni Anlaşmalar sonra açıklanacağını söyledi. Ahıskalıların yurda dönüşü
İmzaladı konusunda çalışmalar yapmak üzere kurulan “Vatan”
http://turkkazak.com, 5 Ağustos 2011 derneğinin Gürcistan’daki yetkililerinden Ahıska kökenli
İsol Molidze, AA’ya yaptığı açıklamada, daha önce bazı
Türkiye ile Kazakistan arasında Diplomatik Kadro-
kişilerin dolaylı yollarla Gürcistan’a geldiğini ve burada
ların Yetiştirilmesi ve 2012-2013 Yılı İşbirliği Anlaşması
kalmaya çalıştığını anlatarak, ancak şimdi ilk kez Ahıs-
imzalandı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Kazakistan
kalılara resmi dönüş statüsü verildiğini söyledi. Molidze,
ile ikili ilişkilerin artarak devam edeceğini ve Kazakistan’a
resmi olarak geri dönmelerine izin verilen 75 Ahıskalının
uluslararası alanda desteklerinin süreceğini söyledi. Dı-
bundan böyle istedikleri zaman Gürcistan’a geri dönebi-
şişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Kazakistan Dışişleri
leceğini ve geri döndükten bir yıl sonra Gürcistan vatan-
Bakanı Yercan Kazıkhanov arasında imzalanan Diplo-
daşlığı alabileceğini kaydetti.
matik Kadroların Yetiştirilmesi ve 2012-2013 Yılı İşbirliği
Türkmenistan: Türk Şirketleri 20
Anlaşması’yla iki ülke arasında ki işbirliğinin artması he- Milyar Dolarlık İş Yaptı
deflendiği bildirildi. Atılan imzalardan sonra açıklama ya- http://turkkazak.com, 19 Temmuz 2011
pan Davutoğlu, “Kardeşim, Kazakistan Cumhurbaşkan- Türkmenistan Dışişleri Bakanlığı, Türk şirketlerinin
lığı seçimlerinden sonra dışişleri bakanlığına geldikten alacaklarıyla ilgili sorunlar hakkında Rus medyasında
sonraki ilk resmi ziyareti Türkiye’ye yapmıştır. Bu bizim çıkan haberleri yalanlamak için bildiri yayımladı. Bildiri-
için büyük bir onurdur. Kazakistan’ın bize vermiş olduğu de, şu ana kadar 600’den fazla Türk şirketinin maliyeti 20
değerin ve Yercan Bey’in bize göstermiş olduğu dostlu- milyar dolardan fazla pek çok projeyi başarıyla tamam-
ğun işaretidir. Kazakistan ile ilişkileri Yüksek düzey iş bir- ladığı, Türk şirketlerinin inşaat, enerji, ulaşım, iletişim,
liği konferansı düzeyinde yükseltmeyi düşünüyoruz. Bu- altyapı konusunda birçok sosyal projeyi başarıyla hayata
gün önümüzde ki yıllarla alakalı plan yaptık. İkili ilişkileri geçirdiği belirtildi. Türkmen-Türk iş birliğinin üst düzeyde
detaylı bir şekilde konuştuk. Özellikle bugün imzalamış seyrettiği ifade edildi. Türkmenistan Dışişleri Bakanlığı,
olduğumuz ‘Diplomatik Kadroların Yetiştirilmesiyle’ ilgili bu çerçevede Türkmen tarafının sorunların çözümünü
antlaşmaya önem veriyoruz. ” dedi. daima yapıcı ve müzakerelere dayalı olarak ele aldığını,
ABD’nin Terör Suçlaması Astana’yı bu kapsamda anlaşmaların gereğini ulusal ve uluslara-
Kızdırdı rası standartlara uygun olarak, karşılıklı saygı ve hukuk
www.haberayna.com, 4 Ağustos 2011 çerçevesinde değerlendirdiğini belirtti. Rus medyasında,
ABD’nin, Kazakistan’ı Terör Örgütlerini Destekleyen 20 kadar Türk şirketinin alacaklarının ödenmediği ve 1
Ülkeler listesine eklemesi Astana’yı kızdırdı. ABD Göç- milyar dolardan fazla alacakları olduğu yer almıştı.
men ve Gümrük Teşkilatı, terör örgütü veya teröristleri Özbekistan ve Asya Kalkına Bankası
destekleme, koruma, oluşturma ve güçlenmelerine yar- Arasında 3.8 Milyar Dolarlık İşbirliği
dımcı olmaya meyilli olan ülkeler arasında Kazakistan’ı da www.showhaber.com, 14 Temmuz 2011
göstermişti. Kazakistan’ı ziyaret eden ABD’nin Afganistan Özbekistan, Asya Kalkınma Bankası
ve Pakistan Temsilcisi Marc Grossman, Kazakistan’ın (AKB) ile vardığı mutabakat kapsamında 3 yıl zarfında
asla teröre destek veren ülkelerden olmadığını kaydetti. yaklaşık 4 milyar dolarlık bir yatırım yapacak. Özbekistan
Grossman Kazakistan ziyareti çerçevesinde yaptığı de- hükümeti, AKB tarafından sağlanılacak finansman des-
ğerlendirmede, Kazakistan ve ABD’nin terörle mücade- tekle, 2014’e kadar, 29 ayrı proje kapsamında 3 milyar
lede ortak hareket ettiklerini söyledi. Özel Temsilci Marc 800 milyon dolarlık yeni bir yatırım planlıyor. Taşkent’te
Grossman, ABD’nin terörle mücadelede Kazakistan’ın AKB ve Özbekistan’ın ilgili bakanlık temsilcileri arasın-
desteğini her zaman gördüklerinin altını çizerek iki ülke da yapılan görüşmede, tarafların 2011-2014 aralığında
arasındaki ilişkilerin en üst düzeye çıkartılması için çalış- ulaşım, tarım, su, sağlık, eğitim ve ekonomik gibi değişik
tıklarını ifade etti. ABD’nin, Kazakistan’ı ‘Terör Örgütlerini alanlarda 30’a yakın ayrı projenin finansmanı konusunda
mutabakata vardığı belirtildi. AKB tarafından finanse edi-
Destekleyen Ülkeler’ listesine eklenmesi ülkede büyük
lecek yeni projelerinin 2014’e kadar tamamlanması öngö-
tepki oluşturmuştu. ABD Göçmen ve Gümrük Teşkilatı,
rülüyor. Özbekistan, 1995’te üye olduğu AKB’den bugüne
terör örgütü veya teröristleri destekleme, koruma, oluş-
kadar 2 milyar 400 milyon dolar dolayında kredi almış bu-
turma ve güçlenmelerine yardımcı olmaya meyilli olan ül-
lunuyor. AKB ile sıkı işbirliği içerisinde olan Özbekistan,
kelerle ilgili bir liste yayımlamıştı. Kazakistan’ın yanı sıra
geçen sene Mayıs ayında Asya Kalkınma Bankası’nın 43.
söz konusu listede; Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekis-
Yıllık Genel Toplantısı’na ev sahipliği yapmıştı.
tan yer almıştı.
Hazırlayan: Metin DEMİRSOY

342 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


pazarı İlçe Müftüsü İsma-
il Hakkı Dere, Tepebaşı
İlçe Müftüsü Mustafa Yıl-
maz, Tepebaşı Belediye-
si Meclis üyesi Prof. Dr.
Nazmi Oruç, Sanayici-İş
adamı Yılmaz Çetintaş,
Türk Ocağı eski başkan-
larından Orhan Keskin,
Osmangazi Üniversitesi
öğretim üyesi Prof. Dr.
Hasan Gönen ve çok
sayıda davetli katıldı;
Ramazan Konferansla-
rının ikincisi, 14 Ağustos
2011’de, Sakarya Üni-
versitesi İlahiyat Fakül-
Prof. Dr. Hanım Halilova, Rauf Denktaş, Nuri Gürgür tesi öğretim üyelerinden
Doç. Dr. Sezai Küçük’ün
Türk Ocakları Genel Başkanı Nuri Gürgür, GATA “Ramazan İklimine
Rehabilitasyon Merkezi’nde tedavi görmekte olan Mevlana’nın Bakışı” başlıklı konuşmasıydı.
Rauf Denktaş’ı ziyaret etti. Oğlu Serdar Denktaş’ın
Prof. M. Çağatay Özdemir Kuşadası
ve Prof. Dr. Hanım Halilova’nın da bulunduğu gö-
Şubesinde
rüşmede Genel Başkan Gürgür, Cumhurbaşkanı’na
kendisinin ve Türk Ocakları Camiası’nın acil şifa di- Türk Ocakları Genel Merkez Yönetim Kurulu üye-
leklerini, hürmet ve muhabbet duygularını ifade etti. si ve Türk Yurdu dergisi Genel Yayın Müdürü Prof.
Bütün Ocaklıların bir an önce sağlığına kavuşarak Dr. M. Çağatay Özdemir 25 Temmuz 2011 Pazartesi
Türk Ocaklarının toplantılarını teşriflerini dilediklerini günü Türk Ocakları Kuşadası Şubesini ziyarette bu-
söyledi. lundu. Ziyaret vesilesiyle Kuşadası Şubesinin bah-
çesinde aynı gün akşamı, Şube üyelerinin katıldığı
yemekli bir sohbet toplantısı düzenlendi. Sohbet
toplantısında son haftalarda artan terör saldırılarında
hayatlarını kaybeden şehitlere Yüce Allah’tan rahmet
dileyen Şube Başkanı Cemal Sarı, yapılan faaliyet-
lerle ile ilgili bilgiler verdi.
Prof. Dr. M. Çağatay Özdemir ise, Türk Ocak-
Eskişehir Şubesinde Ramazan Konferansları

Eskişehir Şubesinde
Ramazan Konferansları
Türk Ocakları Eskişehir Şube-
si, 7 Ağustos 2011’de Geleneksel
Ramazan Konferansları çerçeve-
sinde, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr.
Hasan Onat’ın konuşmacı oldu-
ğu bir konferans düzenledi. Şube
Başkanı Prof. Dr. Nedim Ünal’ın
açış konuşmasıyla başlayan
programda; Osmangazi Üniversi-
tesi Rektörü Prof. Dr. Fazıl Tekin,
Türkiye İŞKUR Genel Müdürü
Doç. Dr. M. Kemal Biçerli, Odun- Prof. M. Çağatay Özdemir Kuşadası Şubesinde

SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 343


larının çalışmaları
ve hedefleri ile ilgili VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI
açıklamalarda bulu-
Milliyetçi fikriyatın önemli kalemlerinden
narak, Türk Ocakla-
rının Türk milletinin gazeteci-yazar Necdet SEVİNÇ,
bütün fertlerinin ra- Hakka yürüdü. Sevinç, tedavi gördüğü
hatlıkla girip çıkabile- hastanede 23 Temmuz 2011 cumartesi
cekleri yerler olduğu- günü vefat etti. Merhuma Allah’tan rahmet,
nu belirtti. Özdemir, ailesine ve sevenlerine başsağlığı dileriz.
konuşmasına şöyle
Türk milletinin başı sağ olsun.
devam etti:
“Türk Ocakla-
Prof. Dr. Kaya Tuncer Çağlayan
rı, Türkiye’nin çok Necdet Sevinç’in Vefatına Tarihtir:
köklü ve saygın bir
kuruluşudur. Bu yıl Türk Yurdu dergisinin 100. yılını 23 Temmuz 2011
kutladık. 2012’de ise Türk Ocaklarının kuruluşunun Gitti çilekeş bir ülkücü, dostlukta birinci
100. yılını kutlayacağız. Bu bağlamda bir çok konu-
da sempozyum ve faaliyet hazırlığı içindeyiz. Türk Kalemi keskin, yüreği coşkun, ahlakı inci
Ocakları, Türk milletinin bütün fertlerini kucaklayacak Yakut’a söylediler tarihini gelip üçler:
bir anlayışa sahiptir. Türk düşünce hayatının şekil-
lenmesinde bir asırdır önemli çalışmaları olan Türk “Sevindirsin ukbada El-Kuddûs, Necdet Sevinç’i”
Ocaklarına olan ihtiyaç bugün daha fazladır. Çünkü 1429+3=1432 H. 2011
milli kimliğimize, birlik ve bütünlüğümüze yönelik faa-
liyetler karşısında, Türk Ocakları milli kimliğimizi ifade
eden, birlik ve beraberliğimizi devam ettirmeye çalı- Yakut (=Prof. Dr. İsmail YAKIT)
şan bir anlayışın temsilcisidir. Bu sebeple Türk Ocak-
lılar bu dönemde çok dikkatli olmak zorundalar.”;Türk
Ocakları Kuşadası Şubesi, 28 Temmuz 2011 tarihin-
de Kuşadası Türk Ocağı Yönetim Kurulu üyesi ve İç
Hastalıkları Uzmanı Dr. Ali Alkış’ın sunduğu “Diyabet VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI
ve Ramazan” konulu bir konferans düzenledi. Doğu Türkistan davasının önde gelen
Samsun Şubesinden Basın Açıklaması isimlerinden Arslan ALPTEKİN
vefat etti. Merhum İsa Yusuf Alptekin’in
Türk Ocakları Samsun Şubesi Başkanı Prof. Dr.
oğlu olan Arslan Alptekin, tedavi gördüğü
Kaya Tuncer Çağlayan, 16 Ağustos 2011’de, son yıl-
larda Türkiye’de gelişen, cemaati kalmamış kiliselerin hastanede, 19 Haziran 2011 günü gece geç
restore edilmesine yönelik yoğun faaliyetler üzerine, saatlerde Hakk’ın rahmetine kavuştu
bir basın açıklaması yaptı Ailesine ve bütün yakınlarına, dava
Zonguldak Şubesinde Ocakbaşı Sohbeti arkadaşlarına, Doğu Türkistanlı
kardeşlerimize sabırlar dileriz. Allah rahmet
Türk Ocakları Zon-
etsin, mekânı cennet olsun.
guldak Şube Başkanı
Erol Şeref, 21 Temmuz Türk milletinin başı sağ olsun.
2011’de düzenlenen
“Ocakbaşı” sohbetin-
de, İstanbul’da Açık Arslan Alptekin’in Vefatına Tarihtir:
Hava Tiyatrosu’nda dü-
19 Haziran 2011
zenlenen bir konserde,
Aynur isimli sanatçının Doğu Türkistan’ın yılmaz mücahidiydi vâh!
dinleyiciler tarafından Ona da erişti nihayet İlahi ferman
protesto edilmesi üze-
rine basın cephesinde Geldi bir zat Yakut’a söyledi duada tarih:
yer alan haberlerle ilgili “Beka yurdunda arslan ede Arslan’ı Er-Rahman”
konuştu; Şube Başkanı
Erol Şeref 1431+1=1432 H. 2011
Erol Şeref, 28 Temmuz
2011’de son iki hafta
içinde önce Diyarbakır’da 13, sonra da Mardin’de 3
askerin şehit olması hakkında bir basın açıklaması Yakut (=Prof. Dr. İsmail YAKIT)
yaptı

344 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289


SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 345
PROF. DR. OSMAN TURAN
“VATANLAŞMA SÜRECİNDE
ANADOLU’DA NÜFUS
HAREKETLERİ”
KONULU ARAŞTIRMA MAKALESİ
YARIŞMASI
• Yarışmaya yüksek lisans ve doktora yapmakta olan öğrenciler
katılabilir.

• Yüksek lisans veya doktora eğitimini 30 Haziran 2011 tarihinden


önce tamamlamış olanlar yarışmaya katılamaz.

• Makale 1,5 satır aralığında yazılmış, A4 ebadında (sağ, sol, alt


ve üst kenar boşlukları 2,5 cm) 15 sayfayı geçmeyecek şekilde 
hazırlanacaktır.

• Yarışmaya makale gönderme süresi 15 Şubat 2012 Çarşamba


günü saat:17.00’de  sona erecektir.

• Yarışma sonucu değerlendirme jürisi tarafından 23 Mart 2012


tarihinde Cuma günü saat:11.00’de açıklanacaktır.

• Yarışma sonunda jürinin birinci olarak belirlediği makalenin


yazarına 15,000 TL, ikinciye 10,000 TL, üçüncüye 5,000 TL ödül
verilecektir.

• Araştırma makaleleri Türk Ocakları Genel Sekreteri Prof. Dr. Orhan


Kavuncu’ya şahsen veya e-posta (genelsekreter@turkocagi.org.tr)
yoluyla ulaştırılabilir.
SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 347
348 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289
SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 349
350 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289
SAYI: 289 • EYLÜL 2011 • TÜRK YURDU 351
352 TÜRK YURDU • EYLÜL 2011 • SAYI: 289

You might also like