Professional Documents
Culture Documents
TÜRK YURDU Mustafa Kemal Atatürk Hakkında Bazı Düşünceler • Bayram Kodaman..............................8
Türk Ocakları Genel Merkezi Aylık Yayın Organıdır. Atatürk • Derviş Kılınçkaya.................................................................................................12
Yerel Süreli Yayın • Basıldığı Tarih: 01.09.2011 • ISSN1300-2323
7. Devre, cilt 31 (63) Sayı: 289 (650) 100. Yıl Bayrak Adam: Celal Bayar • Celal Metin..............................................................................17
SAHİBİ Celal Bayar - Millî Mücadelede Silahlı Direnişin Bir Dönüm Noktası
Galip TAMUR Emine Gürsoy Naskali.......................................................................................................25
(Türk Ocakları Basın, Yayın ve Eğt. Hiz. İşl. Adına)
Tartışılan Yönleriyle İsmet İnönü Dönemi (1938-1950) • Ali Ata Yiğit.................................30
GENEL YAYIN MÜDÜRÜ
Türk Siyasetinde Adnan Menderes • Süleyman İnan..........................................................46
Prof. Dr. M. Çağatay ÖZDEMİR
Türkiye Siyasetinde Süleyman Demirel • Orhan Avcı.........................................................51
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Prof. Dr. Necmeddin SEFERCİOĞLU Türk Milliyetçiliğinin Kutup Yıldızı: Alparslan Türkeş • Özcan Yeniçeri................................63
GENEL MERKEZ İmparatorluktan Cumhuriyete Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Evrimi • Özcan Yeniçeri............165
Türk Ocağı Caddesi Prof. Dr. Osman Turan Sokağı Nu: 1 Balgat / ANKARA Türk Milliyetçiliği ve Demokrasi • Mehmet Ali Ünal...........................................................185
Tel: 90(312) 284 35 90
İDARE YERİ Türk Milliyetçiliği ve Türk Kültüründe Sevgi Kavramı • Umay Günay................................190
Sezenler Caddesi 4/12 Sıhhiye / ANKARA
Tel-Belgegeçer: 90(312) 229 69 74 Türk Siyasal Yaşamında MHP • Turgay Uzun...................................................................192
YAZIŞMA ADRESİ Edebiyatta Türkçülük (Başlangıçtan II. Meşrutiyet’e Kadar) • Nâzım H. Polat..................215
P.K. 429 Yenişehir / ANKARA
Elmek: turkyurdu@turkyurdu.com.tr İslamcılığın Konjonktürel Hegemonyası ve Üç Aşaması • Hilmi Demir.............................223
Türk Yurdu Web Sitesi: www.turkyurdu.com.tr
19. Yüzyıl Düşünce Akımlarından Osmanlıcılık • Yaşar Kop.............................................227
BÜRO: Yaşar GİRGİN
TEKNİK DÜZENLEME: Emel SEMERCİ Etnik Milliyetçilik veya Irkçılık Bağlamında Kürtçülük • Mustafa Aksoy...............................237
Osman Turan’ın Türkiye’de Milli Devletin İnşasına Bakışı • Aytekin Ersal........................248
ABONELİK ve ABONELİK ÜCRETİ
Abonelik ücreti, Türk Ocakları Basın, Yayın ve Eğitim Hizmetleri İşletmesi Türk Tarihinde Meşruiyetin Kaynağı ve Öteki Sorunu • Abdullah Temizkan.....................259
Türk Yurdu 257311 numaralı posta çeki hesabına, yurt içi ve yurt dışı havaleler
için de T.C. Ziraat Bankası Necatibey-ANKARA şubesi TR1500 0100 0795 0656 Mukaddime’deki Bazı Kavram ve Olgular Çerçevesinde İbn Haldun’a Göre Türkler
5463 5001 numaralı banka hesabına yatırılarak, P.K. 429 Yenişehir-ANKARA Beyhan Zabun...................................................................................................................263
adresine yahut elmek veya telefonla bilgi verilir.
YURT İÇİ: Yıllık Ferdi Abone 80 TL. / Yıllık Kurum ve Kuruluş Aboneliği 150 TL. Anadolucu Türk Milliyetçilerinde Turancılık Algısı • İkbal Vurucu......................................267
YURT DIŞI: Avrupa ülkeleri için yıllık 75 Euro / Diğer ülkeler için yıllık 100 Dolar
Yayımlanan yazıların muhtevasına ait sorumluluk yazarlarına aittir. Türk Kültür ve Düşünce Tarihinde Sarafim Kıraathanesi • Kemalettin Kuzucu................281
Yayımlanacak yazılar üzerinde yazardan müsaade alınarak gerekli
düzeltmeler yapılabilir. Gönderilen yazılar yayımlansın Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’in Üçlü Tasnifleri: Üç Tarz-ı Siyaset ve Türkleşmek,
yayımlanmasın iade edilmez. İslâmlaşmak, Muâsırlaşmak • Mehmet Kaan Çalen..........................................................292
Azınlıklar ve Türkleşme Bağlamında Bir Entelektüel: Tekinalp • Melih Çoban..................299
TÜRK OCAKLARI MERKEZ YÖNETİM KURULU Kemal Tahir’in Anlatımıyla Taşradan 20. Asrın İlk Çeyreğine Bakış • Mustafa Balcı.........309
Genel Başkan: Nuri GÜRGÜR Üye: Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ
Genel Başkan Yrd.: Prof. Dr. Orhan ARSLAN Üye: Prof. Dr. M. Çağatay ÖZDEMİR Anadoluculuk Akımının Doğuşu • Ömer Obuz...................................................................316
Genel Sekreter: Prof. Dr. Orhan KAVUNCU Üye: Efendi BARUTÇU
Genel Muhasip: Galip TAMUR Üye: Kerim ÜNAL [Ekrem Hakkı Ayverdi İle Avrupa’da Türk’ü Aramak-II] Tuna Güzellemesi
Genel Sekreter Yrd.: Osman OKTAY Üye: Dr. Fahri ATASOY Turgut Güler......................................................................................................................323
Genel Sekreter Yrd.: Yrd. Doç. Dr. Bülent AKSOY
DÜŞÜNCELER • Suriye’deki Olaylara İlgisiz Kalamayız • Nuri Gürgür............................327
DENETLEME KURULU
Başkan: Prof. Dr. Rasih DEMİRCİ DÜŞÜNCELER • Ferdî Haklar Sadedinde Millet ve Demokrasi Üzerine Bir Deneme
Raportör: Yrd. Doç. Dr. İbrahim ATABEY
Üye: Zafer SADIKOĞLU
Cengiz Aydoğdu...............................................................................................................330
DÜŞÜNCELER • Türk Ocaklarının 100. Yılına Tarihten Bakmak • Mustafa Kök..............337
TASARIM: www.hakkiuslu.com
PORTRE • İsmail Otar • Ömer Özcan...............................................................................339
DİZGİ: REPROTON LTD. ŞTİ. (0312) 384 78 51-52
BASKI: EVREN YAY. A.Ş. Tel: (0312) 615 54 54 Türk Dünyasından Haberler ..............................................................................................341
Ankara Konya Devlet Yolu 29. km. Oğulbey/ANKARA Türk Ocaklarından Haberler ..............................................................................................343
BASIN BİLDİRİSİ
Ç
ukurca’da vatan topraklarımızı korumakla görevli 11 askerimizi daha şehit verdik. Son bir
ay zarfındaki kayıplarımızın sayısı 40’a ulaştı. Böylece bu yılın ilk 8 ayında öldürülen 83
PKK’lıya karşı, verdiğimiz kayıpların sayısı 140’a yaklaşıyor.
Sadece bu tablo bile PKK terörüne karşı mücadelede büyük bir zaaf yaşandığını açıkça gös-
teriyor.
Başarısızlığın nedenlerinin doğru ve gerçekçi şekilde araştırılması gerekirken, istisnasız her
saldırıdan sonra tekrarlanan demeçlerle PKK’nın durdurulamadığı ortadadır. Hem hükümet hem
de asker kendileri açısından sağlıklı bir durum muhakemesi yapmalı, yanlışlıklar ve eksiklikler bir
an önce belirlenmeli, vakit geçirilmeden telafisine çalışılmalıdır.
Terör olaylarının yoğunlaştığı yerlerin, özellikle Hakkâri ve çevresinin PKK tarafından yıllardır
pilot bölge olarak belirlendiğini, demokratik özerklik dedikleri yapılanmayı buralara yerleştirmeye
çalıştıklarını herkes biliyor.
Hakkâri’de, Çukurca’da, Şemdinli ve Yüksekova’da sivil giyimli asker ve polisler güpegündüz
vuruluyor. Belirli güzergâhlarda yollar kesilerek insanlar kaçırılıyor; devletin valileri mayınlı tuzak-
lardan rastlantı eseri kurtuluyor. Ne hazindir ki askerî timler operasyon sırasında defalarca aynı
taktiklerle gündüz vakti tuzağa düşürülüyor. Nasıl oluyorsa her olayda saldırganlar buharlaşıp
kayboluyor.
Artık altı doldurulmayan retorik gösterileriyle, kanlarının yerde kalmayacağı beyanlarıyla ne
PKK geri adım atıyor, ne de milletimizin yüreği ferahlıyor.
Güvenlik güçlerinin teknolojik donanımlarında, silah ve teçhizatlarında hâlâ noksanlıklar var-
sa, hayatî işleve sahip saldırı helikopterleri yıllardır temin edilip hizmete konulamıyorsa, şata-
fatlı demeçlerle devreye sokulduğu ilan edilen insansız hava araçları ortada görünmüyorsa, en
önemlisi bölgede görevlendirilen asker ve polisin eğitim, teşkilat ve yerleştirilmesinde sağlıklı bir
tespit yapılamıyorsa gerekli koordinasyon sağlanamıyorsa hiç kimse “cek”li, “cak”lı demeçlerle
zamanı tüketmemelidir.
PKK ile mücadelede istihbaratın hayatî önemi yıllarca önce görülmesine rağmen son yıllar-
da sivilleşme romantizmiyle bu damarların tıkanmasının, güvenlik güçlerine destek verdiği için
PKK’nın başlıca hedeflerinden olan koruculuk sisteminin devre dışına çıkarılmasının makul bir
izahı olabilir mi?
Milletimiz ırkçı-etnikçi Pankürdist hareketin PKK üzerinden sergilemekte olduğu terör saldı-
rılarına kuşkusuz teslim olmayacaktır. Türkiye bu sorunla baş edecek güce elbette sahiptir. So-
runun yönetilmesinde sürüp gelen hatalar, kafa karışıklığı ve kararsızlıklar nedeniyle terörün
önlenememesi, yüreklerimizi yakan bu kayıpların yaşanması, demokratikleşme adı altında olup-
bittiyle Anayasa üzerinden ayrışma ve bölüşme hesaplarının yapılması, Türk milletinin hakkı olan
bir tablo değildir.
Rahmetli Akif’in 90 yıl kadar önce çok daha karanlık bir dönem yaşadığımız yıllarda söylediği
gibi:
“Sahipsiz vatanın batması haktır
Sen sahip olursan bu memleket batmayacaktır”
NURİ GÜRGÜR
T
alat Aydemir üniformasını çıkarmak zorunda larından isimlerle bağlantı kurmak üzere temaslara
kalsa da müdahale arzusunda, ihtilal tutku- başladı.
sunda en ufak bir azalma yoktu. Üstelik bu
Karacılar cuntası 22 Şubat’ta tasfiye edilirken,
eğilim 27 Mayıs’ı öğrenci, 22 Şubat’ı kursiyer teğ-
Havacılar cuntası varlığını korumuştu. Bu gruptakiler
men olarak Harp Okulu’nda yaşayan, vatanseverlik-
darbe girişiminin bastırılmasında en etkili gücün ken-
lerinin gerektiğini yaptığına inanan genç subaylarda
dileri olduğunu düşünüyorlar, bundan sağladıkları
epeyce yaygındı. Bunlar için ülke yönetiminin Silahlı
yüksek moralle daha ileri hamlelere hazırlanıyorlardı.
Kuvvetler’in güdümünde bulunması ülkenin kurtulu- Havacılar CHP yöneticileriyle her zaman ki gibi yakın
şunu sağlayacak yegâne yoldu. 22 Şubat olayların- ve sıcak temas halindeydiler. AP’nin siyasî af kanu-
da subay taburunda bulunan 620 teğmenin birçoğu, nunu sürekli gündemde tutmak istemesi, kendilerini
birliklerine intikal ederken bu ruh haleti içinde yeni bir 27 Mayıs’ın sahibi ve koruyucusu gören CHP’lilerle
müdahalenin özlemini duyuyorlar, bu yönde Aydemir Havacı cuntayı, “ortak düşman” olarak algıladıkları
ve çevresinden gelecek davete olumlu cevap ver- bu siyasetçilere karşı işbirliği yapmaya yöneltiyordu.
meye istekli görünüyorlardı. Talat Aydemir’de o gece
“bu iş burada bitmedi” derken bu psikolojilerini ya- 27 Mayıs harekâtının amacına ulaşmadığı, dev-
kından bildiği genç teğmenlere güveniyordu. Vakit rimlerin tehlikede olduğu görüşündeki bazı üniversi-
geçirmeden hâlâ kendisiyle birlikte darbe yapmakta te hocaları, gazeteciler ve siyasetçilerle 22 Şubat’ta
kararlı arkadaşlarıyla birlikte yeni müdahalenin hazır- emekliye sevk edilen karacı subaylar, 14’lerden Ka-
lıklarına başladı. bibay ile Erkanlı 1962’nin yaz aylarından itibaren
İstanbul’da “koordinasyon toplantıları” adıyla bir
Ne var ki 22 Şubat’a kadar birlikte hareket etti- araya gelmeye başladılar. Talat Aydemir toplantıla-
ği ekibindeki subaylardan bazılarının ona güvenleri ra kendi yerine temsilcilerini gönderiyordu. Kendisi
sarsılmıştı. Bu tarihe kadar yanı başında olan, bir daha çok Ankara’da Zafer Çarşısı’ndaki çay bahçesi-
bakıma Kurmay Başkanlığı’nı yapan, onu hareke- nin bulvara bakan tarafında oturuyor, özellikle hafta
te geçmek için kışkırtan Dündar Seyhan bunlardan sonlarında caddede yürüyen bazı Harp Okulu öğren-
biriydi. Ancak onun esas niyeti bir müdahale duru- cileri tarafından selamlanıyordu.
munda 14’lerden Kabibay ve Erkanlı’yı girişimin ba-
şına oturtmaktı. Aydemir’le ilişkisini kestikten sonra Başkentte garip bir hava oluşmuştu. Atatürk
bu tutumunu ileriki aylarda yeni bir müdahale ortamı Bulvarı’nın Sıhhiye ile Bakanlıklar arasında kalan ta-
hazırlamak üzere İstanbul’da düzenlenen “koordi- rafında darbe söylentileri alenen konuşuluyor, tartışı-
lıyordu. Konunun gizli saklı bir tarafı kalmamıştı, her
nasyon toplantıları”nda net şekilde ortaya koydu;
şey aleniyete dökülmüştü. Aydemir’in yeni bir darbe
yurt dışından ülkeye dönen Kabibay’a pozisyon ha-
için hazırlandığını herkes biliyor, görüyordu.
zırlamak üzere büyük çaba gösterdi.
Millî Devrim Ordusu İş Başında
Talat Aydemir kendisiyle bağlantıları süren ve
birlikte emekli olduğu arkadaşlarıyla ev toplantıların- O yılın Eylül ayından itibaren, üniversitelerin açıl-
da bir araya gelerek strateji belirlemeye çalıştı. Bir masıyla birlikte yeni bir gelişme daha yaşanmaya
yandan da İstanbul’da kendisine paralel görüşlere başladı. Yassıada mahkûmlarının affı konusunun
sahip sivil ve asker kesimlerden, üniversite mensup- tartışılmasına paralel olarak gerilim artıyordu. Haf-
BAYRAM KODAMAN*
T
ürk Ocaklarının kuruluşunun vs.) yazdıklarını da kendisine lazım olacak
ve Türk Yurdu’nun çıkışı- kadar okuması ve gözden geçirmesi ge-
nın 100.yılında Mustafa rekmektedir. Ancak, bu şekilde titiz ve
Kemal’i hatırlamadan geçmek derinliğine bir inceleme ile büyük bir
her halde vefasızlık olurdu. şahsiyetin biyografisi yazılabilir.
Çünkü hem Türk Ocaklarının
Mustafa Kemal’in biyografi-
kuruluş gayesi ve ön gördü-
si yazılırken her şeyden önce
ğü hedeflerin hem de Türk
yaşadığı çağ, yetiştiği sosyal-
Yurdu dergisinde yayımla-
iktisadi muhit (çevre), o günkü
nan görüşlerin önemli bir
politik rejim (monarşi, oligarşi,
kısmı Mustafa Kemal’in
meşrutiyet, cumhuriyet, dikta-
yaptığı inkılâplar sayesin-
törlük vs.) ,harp ve barış hali,
de gerçekleştirilmişlerdir.
eğitim sistemi, haberleşme ve
Başka bir ifadeyle Mustafa
ulaşım vasıtaları gibi teknik
Kemal’in fikirleri ve görüşle-
imkânların durumu incelenerek
ri ile Türk Yurdu’nun savun-
nazarı dikkate alınması lâzımdır.
duğu fikirler arasında ciddi bir
Ayrıca, ailesi, çocukluğu, eğitimi,
paralellik söz konusu idi. Dola-
etkilendiği kişiler, olaylar hakkında
yısıyla Türk Yurdu’nun 100. yılın-
yeterli derecede bilgi sahibi olunma-
da Mustafa Kemal’e mutlaka yer ve-
lıdır. Böylece, onu kendi mukadderatına
rilmeliydi. İşte bu makale çerçevesinde
doğru sürükleyen ve götüren faktörler ortaya
bu görev yerine getirilmeye gayret edilecektir
konulmalıdır.
Bilindiği gibi, hangi alanda olursa olsun dünya
En son yapılması gereken husus, şüphesiz Mus-
çapında ün yapmış büyük karizmatik şahsiyetlerin,
tafa Kemal’i Atatürk (Türklerin Atası) yapan ve adı
liderlerin ve devlet adamlarının hayat hikâyelerini (bi-
İstiklâl Savaşı, Milli Mücadele ve Türkiye Cumhu-
yografilerini) yazmak kolay bir iş değildir. Bunun se-
riyeti Devleti olan bu büyük eserlerin yapılışı, önemi
bebi, bu şahsiyetler tektir, bir birinden farklıdırlar. Bu
ve orijinal yanları ele alınmalı ve bugün bu eserlere
bakımdan, onların bütün yönlerini yakalamak ve tanı-
nasıl bakıldığı ortaya konulmalıdır.
mak oldukça zordur. Böyle bir kişinin, ayrıca Mustafa
Kemal gibi büyük kurtarıcı olmanın yanında devlet Mustafa Kemal’in Yaşadığı Çağ
kuruculuğu, devlet adamlığı, milli kahramanlığı, mili
Mustafa Kemal, XIX. ve XX. yüzyılın adamıdır.
önderliği, inkılâpçılığı ve büyük politikacılığı söz ko-
XIX. yüzyılın en bariz özellikleri de, 1789 Büyük
nusu ise, işin biraz daha zor olacağı muhakkaktır.
Fransız İhtilâli’nin getirdiği fikirlerin Avrupa’yı ve
Tarihçinin görevi, bu tür büyük adamları bütün yönle-
dünyayı etkilemesidir. Bunların başında aşağıdaki
riyle yakalayabilmek ve tanıyabilmek için tarihçiliğin
hususlar gelmektedir:
de ötesine geçerek, diğer disiplinlerin (psikoloji, sos-
yoloji, ekonomi, siyaset bilimi, karakteroloji, hukuk a- Liberal sistem (liberalizm-liberal felsefe),
DERVİŞ KILINÇKAYA*
T
ürkler, atayurtları olan Başlı başına bu gerçeklik Atatürk’ü
Orta Asya bozkırların- her dönemde popüler kılmakta,
dan hareketlendikten önemli bir tarihî şahsiyet olarak ilgi
sonra hiç şüphesiz dünya tarihini odağında tutmaktadır.
derinden etkilediler. 11. yüzyıl-
Mustafa Kemal, imparatorluk
dan başlayarak Anadolu coğraf-
Türkiye’sinin çöküş dönemini, ha-
yasında temerküz eden bu derin
yata gözlerini açtığı coğrafyadan
ve yaygın demografik hareketin
başlayarak bütünüyle derinden ya-
önemli sonuçlarından birincisi
şamıştır. Onun doğduğu şehir olan
Küçük Asya ve Balkanların fet-
Selanik, Balkan coğrafyasının çok-
hiyle Türk topluluğunun, eski
milletli /çok-kültürlü özelliklerini ta-
dünyanın tarihinde belirleyici bir
şımaktadır. Şehirde, Müslüman İm-
güç haline gelmesidir. Yakın-
paratorluk teb’asının yanı sıra Ya-
çağlara gelindiğinde yükselen
hudiler, Bulgarlar, Rumlar ve diğer
Batı, Avrupa merkezli tarih yazı-
gayrimüslim halklar yaşamaktadır.1
cılığının da etkisiyle, karşısında
Doğu’yu temsil eden yegâne güç Şehir, Türkler tarafından fethe-
olarak Türkleri gördü. dildikten sonra hızla gelişip zengin-
leşmiş ve Güney-Doğu Avrupa’nın
Bu sebepledir ki 19. yüzyılda
en önemli ticaret merkezi hali-
artık sonbaharını tamamlamak
ne gelmişti. Dolayısıyla Osmanlı
üzere olan Osmanlı devleti ken-
Devleti’nin dağılma döneminde,
dilerini “Batı” olarak tanımlayan
Balkanlar’da doğan yeni devletler,
güçlerin siyasî, askerî ve moral
şehri ele geçirmek için ciddî bir reka-
hedefi haline geldi. 19. yüzyıl boyunca çok ağır bir
bet içindeydiler2. Keza, şehrin kültür hayatı da, İstan-
saldırı karşısında direnmenin bütün yollarını dene-
bul dışındaki Osmanlı şehirlerinden çok daha canlı
yen Türkler, “batı egemenliği” altındaki dünyada, var-
durumdaydı. Şehirde, 1869’dan itibaren Selânik
lığını sürdürebilmek için ciddî ve özgün bir yenileşme
adını taşıyan bir haftalık gazete çıkmaya başlamış,
süreci yaşadı ve bunu hala sürdürüyor.
bunu 1872’den itibaren Rumeli adlı bir gazete izle-
Türkiye Cumhuriyeti, bu yangın sürecinin külle- mişti. Bunlardan başka Kadın, Bağçe (daha sonra
rinden arta kalan malzemeden, büyük fedakârlıklarla Çocuk Bağçesi) ve hemen hatırlanacağı üzere Genç
oluşturulan temeller üzerinde kurulmuş bir Türk dev- Kalemler, Ziya Gökalp’in idaresindeki Yeni Felsefe,
letidir. Yine hiç şüphesizdir ki, bu yeniden dirilişin mi- Gonce-i Edeb, Yeni Asır gibi süreli yayınlar düzenli
marı ve lideri de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Mu- olarak çıkarılıyordu3. Ayrıca Fransızca olarak gün-
halif yahut muvafık hiç kimse O’na atıfta bulunmadan lük Progrés de Salonique ve haftada iki defa olmak
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu açıklayamaz. üzere Journal de Salonique gazeteleri de çıkıyordu4.
SAYIM YILI TOPLAM NÜFUS ŞEHİR NÜFUSU % KÖY NÜFUSU % YILLIK ARTIŞ %
1927 13.648.270 24.22 75.78 2.11
1935 16.158.018 23.53 76.47 2.11
1940 17.820.150 24.39 75.61 1.70
1945 18.790.174 24.94 75.06 2.17
1950 20.947.188 25.03 74.97 2.77
da Yasama görevini yürütecek bu Meclis’in üyele- olduklarının farkındaydılar, nüfusun sayı olarak arttı-
ri arasından, Yürütme görevini yerine getirecek bir rılması önemliydi, ama bu nüfusun sağlıklı ve nitelikli
“İcra Vekilleri Heyeti”ni yine seçim yoluyla oluştur- olması da en önemli hedeflerin başında geliyordu21.
mak üzere gerekli düzenlemelere öncülük etmiştir17. Salgın hastalıkların önlenmesi, daha sağlıklı bir nü-
İstiklâl Mahkemeleri’nin kuruluş ve işleyişine dair bazı fus yapısının oluşturulabilmesi için ciddi tedbirler
esaslar hariç olmak kaydıyla Yargı’ya ilişkin esaslar, alınmaya başlandı. Bu tedbirler çerçevesinde nüfus
Kanun-ı Esasi’nin çizdiği çerçevede 1924’teki Anaya- istikrarlı biçimde artmaya başlamıştır. (Tablo I)
sa değişikliğine kadar geçerliliğini koruyacaktır18.
Nüfusun niteliklerini kavrayabilmek için bu maka-
“80 Yıllık Cumhuriyet”in19 nereden başladığı çoğu lenin sınırları çerçevesinde bir fikir oluşturmak ama-
zaman gözden kaçırılmaktadır. O mirasa göz attığı- cıyla aşağıdaki tabloya bir göz atalım (Tablo II):
mızda Atatürk’ü daha iyi anlamak mümkün olacaktır.
Türkiye’nin 1927’de tek üniversitesi vardır, 265
1912’deki Balkan Savaşı’nı ölçüt olarak alırsak kişilik bir öğretim kadrosu, toplam 2.837 öğrencisi
1922’ye kadar devam eden savaş, ülkede hem de- bulunmaktadır23.
mografik hem ekonomik bakımdan ciddî bir yıkım
Devralınan ekonomik mirasa ilişkin çalışmaların
yaratmıştır. 1923 yılındaki nüfus tahmini olarak
ortaya koyduğu sonuçları özetlersek:
12,400.000 civarındadır20. Cumhuriyet’in yöneticileri
ne kadar önemli bir nüfus sorunuyla karşı karşıya 1-Türkiye ekonomisi üretim araçları itibarıyla çok
TABLO II: Maarif Vekâletine Bağlı Bütün Resmi Okulların Kız-Erkek Mevcutları (1924-1925)22
CELAL METİN*
M
ahmut Celal Bayar, Osmanlı Devleti’nin san- sağlayacak entelektüel bir altyapısı olduğu görülür.
cılı yıkılışının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Ancak daha yüksek bir eğitim yerine, on yedi yaş gibi
yeni bir Türk Devleti olarak heyecanlı do- erken bir yaşta çalışma hayatına ve memuriyete baş-
ğuşunun; milli, çağdaş, demokratik ve laik bir devlet lamış; Bursa’daki Ziraat ve Alman Deutsche Orient
olarak şekillenişinin hemen her safhasında görev bankalarının şubelerinde memur olarak çalışmıştır.
almış; buna bağlı olarak da Türkiye Cumhuriyeti’nin Buralarda çalışırken ekonomik konulara ilgi duy-
çok yönlü gelişim ve değişimin her anına şahit olmuş muş ve Avrupa’da, özellikle Almanya’da, o dönem-
bir tarihi ve siyasi şahsiyettir. Bayar’ın yaşam öyküsü de gelişen milli ekonomi anlayışlarından derinden
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi dönüşümü ile paralellik etkilenmiştir.3
gösterdiği gibi çağdaş, milliyetçi ve demokratik yöne-
Türk siyasal tarihinde örgütlü siyasal muhalefe-
limi ile de örtüşür, özdeşleşir. Genel olarak bakıldı-
tin ilk örneği olan Yeni Osmanlılar hareketinin isim-
ğında cumhuriyetin kurucu kadrosu içinde sivil siyasi
siz figürlerinden olan dayısı Mustafa Şevket Bey’in
figür olarak ilk akla gelen isim olan Bayar, Atatürk
etkisi ile gizli İttihatçı eylemlere ilgi duyan ve bu gizli
dönemi Türk inkılabının ekonomik yorum ve uygula-
hareket geleneğini hayatı boyunca bir düstur olarak
yıcısı; demokratik yaşamın başlangıcı olan çok partili
benimseyen Bayar’ın kişiliğinin ve siyasal kimliğinin
hayatın ilk siyasi muhalif kimliği; Türk inkılabını parla-
oluşmasında İttihatçı idealler önemli yer tutuğu gibi,
menter rejim yolu ile milli iradeyle buluşturan akil bir
gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde, örgütçü, so-
siyasetçi ve bir askeri darbenin ürettiği hukuksuzluğa
ğukkanlı, hesapçı ve inatçı kişiliği de, kendini göster-
karşı vakur bir cumhurbaşkanı olarak tarihteki yeri-
mesine yardımcı olmuştur. Birçok kaynak, özellikle
ni almıştır. Bu çalışma Bayar’ın yaşam öyküsündeki
Mütareke ve Cumhuriyet döneminde İttihatçılığın suç
ana dönüşümler üzerinden dünya görüşüne sızma
sayıldığı ve kötülendiği dönemlerde bile, Bayar’ın
ve anlama girişimidir.
tutum ve davranışlarında İttihatçılığın izlerine rast-
1875-1877 Osmanlı-Rus Harbi ile yaşanan boz- landığını belirtir. Daha sonra ki dönemlerde(1971)de
gun sonrası Balkanlardan Bursa’ya göç eden ve kendisine İttihatçılığı sorulduğunda “ben hep ittihatçı
bozgun ve göç olgularını travmatik biçimde yaşayan kaldım” esprisini yapmış; hayatı boyunca gizli İttihat-
bir ailede dünyaya gelen Mahmut Celal, hem med- çı geleneği sürdürmüştür.4
rese hem de modern eğitim alan öğretmen bir baba-
Bayar ve İttihatçılık ilişkisi aslında on dokuzuncu
nın, iki büyük erkek kardeşinin erken ölümlerinden
yüzyılın son ve yirminci yüzyılın ilk çeyreğinin Türk
dolayı, hep üzerine titrediği ve eğitimine özel önem
aydınlarının siyasal davranışlarında baskın olan bir
verdiği, en küçük oğludur.1 Bayar, 16 Mayıs 1883’de
eğilimdir. Bayar’ın ilk siyasal düşünceleri ve faali-
Bursa’nın Umurbey Köyü’nde doğmuştur. Köyde
yetleri ittihatçı kimlikte gerçekleşmiştir. Bayar, Türk
doğmuş olmasına rağmen babasının öğretmen-fıkıh
siyasetinde ilk gizli parti örgütlenmesinin başat ör-
bilgini konumundan dolayı şehir kültürü ile yetişmiş-
neği olan İttihat ve Terakki Cemiyeti/ Partisi’nin Bur-
tir. Dönemin muteber dilleri olan Arapça, Farsça ve
sa ve İzmir örgütlenmelerinin önde gelenlerinden
Fransızca’yı çocuk yaşta öğrenmesinden dolayı,2
olmuş(sorumlu kâtip) ve parti merkezinin dikkatini
dünya ahvali ile ilgili gelişmeleri yakından takip et-
çekecek kadar başarılı çalışmalar gerçekleştirmiştir.
mesine önemli katkısı olduğu göz önüne alınırsa dö-
Mustafa Kemal’in de zaman zaman parti müfettişliği
nemin siyasal gelişmelerini layığı ile takip etmesini
yaptığı ve 1909 kongresinde de Trablusgarp dele- şirketler, yerel bankalar, kooperatifler, tasarruf san-
gesi olarak katıldığı,5 İttihat Terakki Cemiyeti içinde, dıkları, amale birliği ve iş bürosu kurulmasına ön
birçok Türk aydını gibi, Bayar da ilk siyasal örgüt ayak olmuştur.8 Ayrıca 1918 yazında Halka Doğru
deneyimlerini kazanmıştır.6 Bayar, İttihat Terakki Derneği’nin kurulmasını örgütlemiş; bu adı taşıyan
Cemiyeti’nin dile getirdiği özgürlük, vatanseverlik ve bir dergi (ilk sayısı 1 Şubat 1919’da çıkar) çıkarıl-
pozitivist ideallerine kendi yorumunu katarak, dünya masını sağlamış; sorumlu müdürlüğünü üstlenmiş
görüşünü oluşturmuştur. Bu dönemde İzmir’de yap- ve Gökalp’e nazire yaparcasına Turgut Alp rumuzu
tığı çalışmaların başında, 1913’te İttihat ve Terakki ile yazılar yazmıştır. İzmir bölgesinde Türkçü siyasal
Cemiyeti’nin iktidarı doğrudan üstlendikten sonraya bilincin gelişmesine, örgütlenme fikrine ve kamuoyu
denk gelir ki, İzmir bölgesindeki ekonomik ve sosyal oluşturulmasına ciddi bir renk katan dernek ve dergi-
yönden güçlü Rum nüfuzunu kırmak için büyük çaba nin ömrü çok kısa sürmüştür.9 Ancak Bayar’ın örgütlü
harcamış; basit yöntemlerle Rum nüfusun ekonomik hareket etme düşüncesinin faydalarına olan inancı,
ağırlığı olan unsurlarını bölgeden kaçırtmayı başar- onu 1918 Kasım sonunda kurulan İzmir Müdafaa-yı
mıştır. Bunun yanı sıra Türk toplumunun içinden tica- Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti içinde de sivrilen ve
ri girişime yatkın bir Türk tüccar zümresi oluşturma- önde gelen politik figür olmasını sağlamıştır. Mond-
ya çalışmış; bunda da oldukça mesafe almıştır.7 Bu ros Mütarekesi sonrasının politik gelişmeleri içinde
Türk girişimci grupla gerek Milli Mücadele süresince İzmir ve çevresinin Yunanistan’a verilmesi yönündeki
gerekse Cumhuriyet döneminde hep ilişkisini sıcak işgal güçlerinin kamuoyundaki gelişmeler üzerine ör-
tutmuştur. gütlenen bu cemiyet, Milli Mücadele’nin ilk milli kong-
resini toplamıştır. 17-19 Mart 1919’da toplanan bu
İzmir’de bulunduğu süre içinde Bayar’ın İttihat ve
kongrede söz alan Bayar, ilk kez silahlı mücadeleyi
Terakki içinde siyasal ideoloji olarak gittikçe güçle-
savunmuş ve ülkenin bu gaileden, ancak silaha kar-
nen Türkçülüğün etkisi ile ekonomik, sosyal ve kültü-
şı silahla cevap vermesi ile kurtulmasının mümkün
rel yönden donanımlı Türk bir orta sınıf yaratmak için
olduğunu dile getirmiştir.10 Ağırbaşlı ve dengeli bir
harekete geçtiği görülür. Bu amaçla şimendifer, tica-
örgütçüden ihtilalci bir komitacıya dönüşen Bayar’ın
ret ve yatılı köy okulları açmış; halkın bilinçlenmesi
yaşamında yeni bir dönem başlayacaktır.
için konferanslar ve toplantılar düzenlemiş; üretimin
ve ticaretin Türk elinde kalıcı olmasını sağlamak için Burada Milli Mücadele’ye katılan Bayar’ın siyasal
Geçmişten günümüze çeşit- güncel politikaya geri dönüş yaptığını; 1944 baha-
li mahfillerde, 1938’de Atatürk’ün ölümü sırasında rındaki Bütçe Kanununa red oyu verdiğini; Moskova
Başvekil olan Bayar’ın nasıl olup ta Cumhurbaş- Radyosu’nun Türkiye’deki Nazi taraftarları listesinde
kanlığı makamına İsmet İnönü’nün gelmesine rıza adının geçmesine tepki gösterdiğini ve 1945’de mec-
gösterdiği yönündeki spekülatif değerlendirmelere liste kabul edilen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na
karşı en sağlıklı açıklama şüphesiz ki Bayar, başta muhalefet eden grup içinde yer alarak gelecek politik
ordunun ve parti örgütünün İnönü tercihini doğru gör- tartışmalarda da ciddi bir aktör olarak hazır olduğu-
müştür ve bundan dolayı İnönü’yü desteklemiştir.29 nun işaretini verir.34 Dış politikadaki konjüktürel geliş-
Buna ek olarak da Atatürk sonrası dönemin sorun- melerin etkisi ile Türkiye’nin çok partili parlamenter
suz başlamasını sağlamak için30 İnönü’nün cumhur- demokratik düzene geçiş kararı alması ile Bayar’ın
başkanlığında başbakan olarak kısa bir dönem gö- CHP içinde parti politikalarına ve uygulamalarına
rev almayı sürdürmüştür. Atatürk’ün ölümü üzerine eleştiri dozunu artırdığı görülür. Parti içi tartışmaların
16 Kasım 1938’de TBMM’nde yaptığı tarihi konuş- zirveye çıktığı mecliste 1945 yılı bütçe tartışmaları
mada söylediği, “Atatürk, seni sevmek, tebcil etmek sonrasında Bayar ve arkadaşları, tarihimizde Dörtlü
her Türk vatanseverinin milli ödevi ve namus borcu- Takrir olarak geçen, parti politikalarının yeniden belir-
dur” veciz sözü tarihe düşülmüş bir not kadar, onun lenmesi ve partinin yapısının yeniden düzenlenmesi
Atatürk’e olan bağlılığını ve sevgisini de tartışmaya yönlü önerilerini sunarlar.35 Önerileri parti içinde ciddi
yer bırakmayacak şekilde açıklar. Bu durum aynı tartışma yaratır ve sonucu Bayar’ın önce milletve-
zamanda Atatürk’ün eseri olan son Türk devleti Tür- killiğinden ve sonrasında parti üyeliğinden istifası-
kiye Cumhuriyeti’nin sıkıntı ve tehlikelerden uzak bi- na ve diğer arkadaşları olan Menderes, Koraltan ve
çimde geleceğe taşınması gerektiğine olan inancını Köprülü’nün partiden ihracına yol açar. İktidar parti-
ve dileğini de besler. O yüzden Bayar’da Atatürk’ün sine rakip olacak ciddi girişim olarak 1945 Aralığında
çağdaş uygarlığa erişme ülküsünün yanına Cumhu- başlayan yeni parti kurma hazırlıkları, 7 Ocak 1946’da
riyetin düşmanlarına (Komünizm ve gericilik) karşı31 Demokrat Partinin kurulması ile sonuçlanır.36
mücadelenin çok yönlü ve sürekli olduğu söylemini
yerleştirir. 1979 başlarında onun, biraz ironik olan, Demokrat Parti’nin kurulduğu gün parti başkan-
“bu kış komünizm gelebilir”32 yönlü uyarısının altında lığına seçilen Bayar, basına verdiği ilk demeçte par-
Atatürk’ün mirası olan İnkılap Türkiye’sinin korunma- tilerinin sol veya sağda değil; demokrat olduğunu;
sı gerektiği yönlü refleksin tetikte olduğudur. iktidar partisi ile siyasi mücadelenin iç politikada ve-
rileceğinin vurgusunu yapar.37 Bayar’ın başkanlığını
İkinci Dünya Savaşı dönemi içinde Türkiye’nin iç yaptığı Demokrat Parti siyasal liberalleşme talep-
ve dış politikasında çok önemli gelişmelerin olduğu lerini öne çıkaran bir muhalif parti olarak doğmuş-
süreçte Bayar’ın sessizliğe büründüğü ve sade bir sa da örgütlenme süreci içinde biçimlenen toplum-
milletvekili olarak meclis çalışmalarını takip ettiği sal tabanı ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel
kamuoyundaki hiçbir tartışmada yer almamasından çok yönlü beklentileri olan gruplardan oluşmuş; bu
anlaşılmaktadır.33 Savaşın sonlarına doğru iç politi- grupların desteği ile hızla üye sayısını ve taşra ör-
kanın önemli tartışma konularından olan Varlık Ver- gütlerini oluşturmuştur. Başlangıçta çok renkli bir
gisi ile ilgili mecliste yapılan tartışmalara katılması ile yapıya sahip olan Demokrat Parti’nin başkanı olarak
C
elal Bayar’ın, Saruhan milletvekili olarak Menteşe havalisi [yöresi] Kuvayi Millîye Kumandanı
son Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda, 13 Demirci Mehmed Efe tarafından gönderilmiştir.
Mart 1920 tarihinde yaptığı konuşma, İstik-
Mahmud Celâl Bey2 (Saruhan)3 söz aldı:
lal Savaşı’nda bir dönüm noktasıdır. Bu konuşmada
Bayar (o zamanki adıyla Mahmut Celal), Ege’de ya- - Reis Bey, zannederim ki, Aydın, Muğla, Denizli,
şanan düşman zulmünü ve feci manzarayı dile geti- Isparta, Burdur, Antalya, Karahisar livaları [vilâyetleri]
riyor, silaha sarılmak gerektiğini yoksa bir hiç oluna- ve mülhakatından [bağlı olan yerlerinden] milletin
cağını söylüyor ve Meclis’te had safhada heyecana hukuk ve istiklâlini müdafaaya [savunmaya] azim [ni-
sebep oluyor. Bu konuşma, hem kurtuluş hem işgal yetli] olduğunu bildiren ve heyeti merkeziye namına
kuvvetleri cephesinde olayları birden süratlendiriyor: gönderilen bir telgraf vardır. Diğerleriyle kül [bütün]
16 Mart 1920 sabahı İstanbul resmen işgal ediliyor, teşkil eder. Heyeti umumiyesinin okunmasını ve bu
bazı mebuslar tevkif edilip Malta’ya sürülüyor, işgal millî hareket üzerine müzakere açılmasını taleb edi-
kuvvetleri silah ve 8 cm’den uzun bıçak taşıyanları yorum.
idam cezasına çarptıracağını açıklıyor, 18 Mart 1920
Reis Celâleddin Arif Bey (Erzurum) - Efendim,
günü Meclisi Mebusan artık iş yapamayacağını anla-
ekseriyet [oy çokluğu] vardır. Celseyi açıyorum. Zaptı
yarak toplantıları müsait gün gelinceye kadar ertele-
sabık [eski kayıtlar] kıraat olunacaktır [okunacaktır].
me kararı alıyor, bu arada millî hükümetin ve ordunun
Ondan sonra zatı âlinizin teklifini reye arz edeceğim.
kurulması çabaları aciliyet kazanıyor ve nihayet 23
(Kâtip Hüsrev Bey - Trabzon - zabıt hulâsasını [öze-
Nisan 1920’de Ankara’da Meclis’in kurulması temin
tini] okuyor) .
edilmiş oluyor.1
Celâl Bey (Saruhan) - Reis Beyefendi; maru-
Osmanlı Meclisi Mebusanı’ndaki konuşmanın za-
zatım [söyleyeceğim] var. Ruznamemizde [günde-
bıtlara geçen metni şöyledir:
mimizde] encümenlere havale edilecek ve birinci
Osmanlı Meclisi Mebusanı dördüncü intihap [se- müzakeresi yapılacak maddeler var. Halbuki, evrakı
çim] devresi toplantı. 13 Mart 1336 (1920) Cumarte- vâride [başka dairelerden gelen evrak] meyanında
si, saat: 2. 30. [arasında] bulunan yukarıdaki üç telgraf, memleketin
karşısında bulunduğu feci vaziyeti hulâsa etmektedir
Reis Erzurum Mebusu Celâleddin Arif Bey -
[özetlemektedir]. Meclisi Âlinin, bu mevzuu kemali
Ruznamede [gündemde], gelen evrak arasında iki
cesaretle [cesaretin son haddinde] ele alarak, mille-
protesto telgrafı var: (Bunlar okunuyor) .
tin kararı kat’isini [kesin kararını] cihana ilân etmek,
“Yunan kuvvetlerinin Salihli’ye takarrübü [yaklaş- vazifei vataniyesi [vatan görevi] karşısındayız. Bu
ması] üzerine dûçârı muhâceret [göçe uğramış] olan kararımızı…
ahalinin [halkın] ahvalini [durumunu] müş’ir [bildiren]
Sağdan bir ses - Neye istinad ederek [dayana-
ve Yunan askeri tarafından icra edilmekte olan [ya-
rak]?
pılan] mezalimden [zulümlerden] dolayı protestoyu
mutazammin [içine alan] Salihli Müdafaai Hukuk Celâl Bey (Saruhan) - Devamla - Millete istinad
Reisi Zahit imzalı telgraf”ı, ikinci telgraf da Aydın ve ederek [dayanarak] efendim. Bu kararımızı cihana
C
umhuriyet tarihine yönelik araştırmalar gi- ları Osmanlı Devleti’nin en buhranlı zamanlarında
derek artmaktadır. Bu artışın arkasında geçti. Onun gibi 19. yüzyılın son çeyreğinde doğan
akademik gelişmeler kadar, toplumun ço- Osmanlı aydınları, memleketi kurtarmak, savaşların
ğunluğu için yakın dönem tarihin ilgi çekici olmasının felakete sürüklediği yoksul milleti selamete kavuş-
da payı büyüktür. Çünkü aile büyüklerinden intikal turmak arzusuyla büyüdüler. Hiç şüphesiz askerî
eden ve canlılığını koruyan hatıralar, dinî veya siyasi yönü ağır basan bir devletin askerî öğrencileri daha
sebeplerle devam eden mensubiyet şuuru ve duy- çok mesuliyet duygusuna sahip oldular. Bu durum
gusal bağlar, bu ilginin temel kaynağı olmaktadır. Bu ordunun siyasete müdahil olmasını kolaylaştıran,
durum tarihî şahsiyetlerin bazıları için fevkalbeşer hatta meşrulaştıran en önemli karinesidir. Nitekim
veya cennetmekân, diğerleri için şeytan derekesin- Yeni Osmanlılardan İttihat ve Terakki’ye intikal eden
de görülmesine yol açmaktadır. Böylesi bir algılama- kanunuesasî ülküsü, ordunun en çok mektepli olan-
nın en önemli mahzuru ise, hakikati ifade etme kay- ları arasında taraftar buldu. İnönü, Erkânıharbiye
gısı taşımayan, sadece ticari veya ideolojik amaçla Mektebi’nden mezun olduktan sonra bu cemiyete
yazılan yayınların çoğalması ve kaynak kabul edil- katıldı.
mesidir. Başka bir deyişle bilgi kirliliği giderek art-
İnönü, Balkan Savaşlarından evvel Edirne’de
maktadır. Ancak bizim için yakın olan tarih, gelecek
görev yaptı. Manastır, Yanya, Preveze, Arta ve
nesiller için uzak bir dönem olduğunda, muhtemeldir
Meçova’da erkânıharp seyahati ile incelemelerde
ki hakikat herkes için aynı hakikat olacaktır.
bulundu. Şubat 1910-Mart 1913 tarihleri arasında
Taraftar veya karşıtı olma bağlamında Cumhu- ise Yemen’de görevliydi. Hatıralarında, Yemen’de
riyet tarihinin en çok tartışılan dönemi, hiç şüphe- iken Balkan hadiselerini telgraf haberleri ile takip
siz İnönü dönemidir. Zira sosyal, kültürel ve iktisadi etmeye çalıştığını ve azap çektiğini, belirterek “beş
alanda yürütülen politikalar, kaçınılmaz olarak Ata- yüz seneden beri hâkimiyetimiz altında bulunan bir
türk dönemi ile mukayese edilmiştir. Siyasi yapının büyük kıtanın bir tek seferde kaybedilmesi gibi mil-
Millî Şef sıfatıyla daha da otoriter hâle gelmiş olması letler hayatında az görülen acıklı bir misal tarihimize
ise, en çok eleştirilen husus olmuştur. Bununla birlik- kaydedildi” demektedir.1
te İnönü’nün, Atatürk’ten sonra rejimin inkıtaya uğra-
Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı ve Genelkurmay
ması ihtimalini ortadan kaldırmış olması, Türkiye’yi
Başkanı olmasından sonra ordunun yapısı köklü
İkinci Dünya Savaşı’ndan uzak tutmayı başarması
biçimde değiştirildi. Başta Balkan Harbi’nde gö-
ve zamanı geldiğinde tek parti yönetimini sona erdir-
rev yapan komutanlar olmak üzere, birçok subay
mekten imtina etmemesi önemlidir.
emekli edildi. Böylece kurmay kadroları daha genç
Cumhurbaşkanlığına Kadar İnönü’nün ve daha küçük rütbeli komutanlardan oluştu. Daha-
Kısa Hayatı sı ıslahat için Alman subaylar Harbiye Nezareti’nde
ve Genelkurmay’da üst düzey görevlere getirildiler.
İnönü 1884’de doğdu. Nüfusun yüzde 90’ının
Nitekim seferberlik ve harekât işlerini idare eden 3.
okur-yazar olmadığı bir zamanda sorgu hâkimi olan
Şubeye Binbaşı İsmet Bey (İnönü) müdür tayin edil-
bir babanın oğluydu. Ancak, çocukluk ve gençlik yıl-
SÜLEYMAN İNAN*
C
dnan Menderes 1961’de idam edildiğinde, Erken Dönemi ve Kariyeri1
bu yılın son iki hanesindeki rakamları da ha- Adnan Menderes, 1899’da o yıllarda ekonomik
yatından düşürmüş ve 61 yıllık ömrünü acı olarak gelişmiş bir yer olan Aydın’da doğar. Babası
bir sonla tamamlamıştı. İktidarının son birkaç yılında İbrahim Etem Bey’in kâtip olarak durumu orta hallice
onun hayranları ve siyasî hasımlarının sevgi-nefreti iken, annesi Tevhide Hanım’ın durumu ise Menderes
ifrat ve tefrit ölçüsünde idi. Ama idamı sonrası, tard Nehri boylarının toprak beyi olan varlıklı babası saye-
edilmesine ve ölümüne engel olamayan ve ellerinden sinde çok daha iyidir. Anne tarafından dedesi vefat et-
bir şey gelememiş sessiz çoğunluk, ondan bahseden tiğinde miras olarak daha dokuz yaşında iken Adnan
veya temsil iddiasında olan siyasî parti ve hareketle- Menderes’e kalan çiftliğin sınırları Aydemir’in tasviriyle
re yönelmiş, teveccüh göstermiş ve onun anısını hep dede beyin “gücü ve sözünün eriştiği”2 kadar oldukça
yaşatmıştır. Geçen onca yıla rağmen Türk siyasetin- geniştir. Ülkenin mümbit topraklarına sahip bu yerde
de onun izlerini görmek mümkündür. Kalkınma, inşa, büyük bir çiftliğin sahibi
ekonomik büyüme gibi olarak daha küçük yaş-
olumlu işler çağrıştı- lardan itibaren tarım,
ran Menderes’in siyasî onun bundan sonraki
mirası Türkiye’deki hayatının merkezinde
merkez sağ partiler olacaktır. 1934’te ilk
üzerinde hâlâ hatırı sa- önce “Ertekin” soyadı-
yılır ölçüde etkilidir. En nı aldıysa da çok geç-
azından bu tür partiler, meden bunu Menderes
“sıradan” insanların olarak değiştirmesi, bol
hak sahibi vatandaş suyuyla topraklarına
olduğunu hatırlatan bir verimli kılan Menderes
lider olarak onu hep Nehri’nin hayatına ne
saygıyla anar. Vicdanlı kadar sindiğini göste-
siyasî hasımlarının bile rir.
tiksinme jestiyle hatır-
Menderes, anne ve babasını onları hatırlamaya-
layacakları Menderes’in idamı, iktidardayken yaptığı
cak kadar küçük yaşta kaybeder. O sıra ölebileceğini
mukadder kimi hataların, işlediği bazı “günahların” üs-
“hiç düşünmediği” ve “minik yaşına rağmen annesi
tünü örterken insanî boyutuyla masum ve mahzun bir
gibi seveceği” kendisinden iki yaş büyük kız karde-
figür olarak toplumsal belleklere kazınır. Öte yandan
şi de dönemin ince hastalığı verem yüzünden vefat
Menderes’in idamı onu, Türk siyasetinde demokrasiyi
eder. Sekiz yaşında kimsesiz kalan küçük Adnan’ı
kesintiye uğratan darbeler döneminin trajik bir sim-
babaannesi Fıtnat Hanım yanına alıp büyütür; onu
gesi yapacaktır. Menderes’in ölümünden yıllar sonra
yanına İzmir’e getirir ve okula da orada başlatır. Bun-
-1990’da- İstanbul’da yapılan devlet töreniyle Vatan
dan sonra artık o kendini hem Aydınlı hem de İzmirli
Caddesindeki anıt mezara gömülerek siyasî itibarının
olarak hissedecektir. Meşrutiyetin ikinci yılı 1910’da
iade edilmesine çok az kişi karşı çıkmıştır. Daha son-
dönemin yeni açılan okullarından İzmir İttihat ve Te-
raki yıllarda da onun adına üniversite açılmış, birçok
rakki İdadisi’nin yedi yıllık kısmında orta öğrenime
sokağa ve kamu binasına ismi verilmiştir. Menderes,
başlar. Birkaç yıl sonra bu okuldan ayrılarak aynı
bugün dahi, Türk siyasetinde geniş yığınların hürmet
şehirdeki Kızılçullu Amerikan Kolejine geçer. Her iki
ettiği bir sima olmayı sürdürmektedir.
okul da genç Adnan’ın politikaya karşı ilgi göster-
ORHAN AVCI*
T
ürk siyasetinde 1960’ların Süleyman Demirel bulunuyordu.
ortalarından, 2000 yılı- Göstericiler, parti binasını tahrip
na kadar geçen sürede, ettiler. Süleyman Demirel de -daha
“parti lideri”, “başbakan”, “muhale- başında olmasına rağmen- siyasi
fet lideri”, “yasaklı” ve “cumhurbaş- hayatına bir müddet ara vereceği
kanı” olarak Süleyman Demirel ismi kararını, bu olay sonunda aldı6.
daima varlığını muhafaza etmiştir.
Parti Lideri ve Başbakan
Onun hakkında yazılacaklar, bu
Demirel
uzun yıllar içerisindeki Türkiye tari-
hinin de anlatımı olacaktır. Süleyman Demirel, siyasi ha-
yatı boyunca -her ikisi de askeri
***
müdahaleler sonrasında kurulan-
Süleyman Demirel siyasi haya- iki partinin lideri oldu. Bunlardan
ta atılmadan önce 1954’de Devlet ilki yine bir askeri müdahale ile
Su İşleri Barajlar Dairesi Başkanı kapatıldı. Her iki partinin de kuru-
ve 1955’de de Devlet Su İşleri Ge- cuları arasında Süleyman Demirel
nel Müdürü idi. Siyasete, Demokrat bulunmadı. Ancak liderliğini elde
Parti iktidarının 27 Mayıs 1960’da askerî müdahale ettikten sonra, siyasi bir kişilik olarak, 1980 öncesin-
ile bitirilmesinden sonra atıldı.1 1962 yılında Adalet de Adalet Partisi ile ve bu tarihten sonra da Doğru Yol
Partisi2 I. Büyük Kongresi’nde Genel İdare Kurulu Partisi ile Türkiye Tarihi’ndeki yerini aldı.
üyeliğine seçildi ve Teşkilat Başkanı oldu3. Ancak,
Bu uzun dönem içerisinde Süleyman Demi-
ilerleyen yıllarda “şapkayı aldı, gitti” denmesine ne-
rel, 6 defa Adalet Partisi’nde, 1 defa da Doğru Yol
den olacak ilk gelişme de bu sırada cereyan etti.
Partisi’nde genel başkan olarak hükümet kurdu.
Yassıada ve İmralı’dan sonra Kayseri Cezaevi’ne4
gönderilen 80 yaşındaki III. Cumhurbaşkanı Celal a) Adalet Partisi Dönemi
Bayar’a, hastalığı dolayısıyla, af çıkmıştı. 22 Mart
Süleyman Demirel isminin kalıcı olarak Türk si-
1963’de cezaevinden çıkan Bayar’ın Ankara’ya geli-
yasetine girişi, 1964’de Adalet Partisi Kurucu Genel
şi, Süleyman Demirel’in hayatında bir dönüm noktası
Başkanı Ragıp Gümüşpala’nın vefatıyla oldu. Demi-
oldu5. 23 Mart’ta Celal Bayar’ın Ankara’ya gelmesi
rel, 28 Kasım 1964 tarihindeki Genel Başkanlık ya-
epey heyecanlı bir karşılamayla oldu. Bayar’ın kon-
rışını büyük bir farkla kazandı7. Adalet Partisi Genel
voyu Çankaya’ya doğru çıkarken, onun, adına bile
Başkan Yardımcısı ve Teşkilat Başkanı olan Saadet-
tahammül edemeyen bazı örgütler sokağa döküldü-
tin Bilgiç’i geride bıraktı8. Demirel, 552’ye karşı 1072
ler. Her ne kadar, Bayar evine çekilmişse de kalaba-
oy aldı9.
lık, 24 Mart günü hedef olarak Adalet Partisi Genel
Merkezi’ni seçti. O sırada, parti genel merkezinde Böylece, Süleyman Demirel, bu tarihten itibaren
ÖZCAN YENİÇERİ*
A
lparslan Türkeş, bir elin parmakları kadar az
Türk siyasi haya- sayıdaki insandan, fikirlerini
tının hikâyesi en milyonlarca insanın paylaştı-
zor anlatılabilecek liderle- ğı kitleleri ortaya çıkarmıştır.
rindendir. Onu anlatmanın Türk milleti için ortaya koy-
zorluğu çok yönlülüğü ve duğu görüşleri, düşünceleri
özgünlüğüdür. O, asker- ve söylemleri yalnız bugünün
dir, ihtilalcidir, demokrattır, nesillerini değil yarınki nesil-
mahkûmdur, teorisyendir, leri de etkileyecek türdendir.
devlet adamıdır, genel baş-
Alparslan Türkeş’in sos-
kandır, bilge’dir, dava ada-
yal ve düşünsel biyografisi
mıdır, liderdir, ülkücüdür ve
özel hayatını aşmış insan-
nihayet Başbuğ’dur.
lardandır. Takvim kişiliğinden
Hakkında olumlu ya da ziyade tarihi bir şahsiyettir.
olumsuz söylenmedik söz, Hayatını ideallerine adamış,
belirtilmeyen kanaat de ne- ideallerini de hayata geçire-
redeyse kalmamıştır. Türk bilmiş bir kişiliktir.
siyasi tarihinde onun kadar
Gerçek bir reis-ül evvel
ön yargılarla sorgulanmış,
olan Alparslan Türkeş’in fır-
suçlanmış, itham edilmiş,
tınalı hayatının dönüm nok-
iftiraya uğramış, haksızlık
talarına kısaca değindikten
yapılmış insan da çok azdır.
sonra, toplum üzerinde bıraktığı etkiyi ve düşünce
Soğuk savaş döneminin ideolojik kalıplarıyla teçhiz
dünyasını, sınırlı biçimde irdelemeye çalışacağız.
edilmiş guruplar tarafından Alparslan Türkeş, algılan-
maya, anlaşılmaya değil yargılanmaya tabi tutulmuş- Alparslan Türkeş’in Biyografisi
tur.
Alparslan Türkeş’in ataları Kayseri Pınarbaşı il-
Diğer yandan Türk siyasi tarihinde Alparslan Tür- çesinin Yukarı Köşkerli köyündendir. 1860 yılında ai-
keş kadar takip edilmiş, örnek alınmış, alkışlanmış, lesi Kıbrıs’a göç etmiş. Alparslan Türkeş, 25 Kasım
sevilmiş, takdir edilmiş, yüceltilmiş, kurtarıcı olarak 1917’de Lefkoşa’da dünyaya gelmiştir. Türkeş’in do-
görülmüş ve güvenilmiş insan da çok azdır. ğup yetiştiği yıllarda Kıbrıs, İngiltere’nin işgali altınday-
dı. 1933 yılında Alparslan Türkeş’in ailesi Türkiye’ye
Yaşadığı sürede millet hayatını etkileyen her kritik
tekrar geri gelmiştir. Alparslan Türkeş, İzmit Mebusu
olayın önemli aktörü olarak temayüz etmiştir. Haya-
Sırrı Bey ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın yardımıyla ka-
tında boşluk olmayan nadir insanlardandır. Her ide-
yıt olduğu Kuleli Askeri Lisesi’nden 1936 yılında, 30
alist için örnek teşkil edecek kadar iddialı bir hayat
Ağustos 1938 yılında ise Harp Okulu’ndan mezun
yaşamıştır. O, ihtilalden demokrasiye, tabutluk adı ve-
olmuştur.
rilen hücrelerden başbakan yardımcılığına ulaşmış,
N
ecmettin Erbakan, toplum hayatımızda son Konya’dan bağımsız milletvekili olarak Meclis’e gir-
40 yılın en renkli simalarından biri idi. Dik- di. Ocak 1970’te yakın çevresindekilerle Millî Nizam
katle incelendiğinde, her demokratik rejim- Partisi’ni kurdu. Partiye bu ismi öneren Eşref Edip
de görüldüğü gibi, siyasetin ön plana çıktığı ve çok Bey’dir. İlk kongrede Genel Başkan oldu. Erbakan’a
konuşulduğu bir ülkenin tüm zaaflarını ve yanlışlarını o güne kadar ikinci planda kaldıklarına inanan ve ar-
siyaset sahnesine aktaran tiplerden biri olduğu gö- tık seslerini duyurmak isteyen geniş bir kitle lider ola-
rülecektir. rak bakmaya başladı ve maddi-manevi yatırımlarını
siyaset alanında onun için kullandılar.
Erbakan; bu ülkeyi, insanlarını, siyasetini, sosyal
hayatını ve düşünen kafalarını öylesine meşgul etti Erbakan; İslam’la siyaseti kaynaştırmak, devleti
ki, kendi konularında, ondan sonra samimi ve dik- yorumlamak, Cumhuriyet’in temel ilkelerinin sebep
katli inceleyicilerin çıkmasına bile sebep oldu. Şimdi ve sonuçlarını kavrayabilmek konularında yepyeni
Türkiye’de sosyalist geçmişleri olan, ama haysiyetli bir düşüncenin ilk işaretlerini vermeye başlamıştı.
bir beyin olarak meselelerimizi incelemeye davra- Ancak, gerek ekonomik alanda gerek sosyal, kültürel
nan yüzlerce aydın, onun ve politik alanda itilip kakıl-
sloganlar hâlinde günde- dıklarına inanan büyük bir
mimize soktuğu mesele- kitle, onu siyasetteki sesleri
leri irdeliyor, eser üstüne olarak kabullenmişti ve bu
eser veriyor. İslamiyet’in yanlışlık sonraki yıllarda da
tüm görüşlerini, toplumun sürecekti.
geçmişten gelen tüm ku-
Anayasa Mahkeme-
rumlarını bilimsel olarak
si, 1971’de Millî Nizam
tartışıp duruyorlar.
Partisi’ni kapattı. Erbakan
Erbakan hakkında ya- iki yıl yurt dışında kaldı.
pılacak genel bir değer- Millî Nizam yöneticilerin-
lendirmede sınıfta kalsa ce kurulan yeni parti Millî
da, katkısı bilinçli olmasa Selamet’in adayı olarak
da “Bütün bunları o sağ- 1973 seçimlerine girdi ve
ladı. Şamatayla birçok parti, 48 milletvekili ile Türk
kimseyi başına topladı. Aldığı reyler, gördüğü itibar, siyasi hayatının tam ortasına yerleşti.
sosyal ve kültürel açıdan incelendi. Böylece daha
Tatsız, kokusuz, renksiz bir deyim olan ve herke-
önce tabu bilinen pek çok konu aklın ve hoşgörünün
sin meşrebine göre anlamlar kazanan Millî Görüş de
önüne çıktı.” diye hatırlanabilir.
o günlerde ortaya çıktı.
Erbakan’ın Türk siyasi hayatında vitrine çıkı-
Millî Selamet Partisi ve Erbakan, kendilerini reji-
şı, 1969 yılında Odalar Birliği Genel Başkanlığı’na
me kabul ettirebilmek ve korkulacak bir yönleri olma-
seçilmesiyle başladı. Bu, sıradan bir seçim değildi.
dığını, devletle işbirliği yapabileceklerini göstermek
Erbakan, İstanbul sermayesine karşı Anadolu esnaf
için ilk fırsat çıktığında, hem de mesajlarına ters bir
ve iş adamının kişilik kavgasının bir sembolü olarak
partiyle, CHP ile koalisyon kurarak devlete girdiler.
o makama seçilmişti. Demirel’in önayak olmasıy-
Erbakan, daha sonra kurulan ve merkez sağ partileri
la Başkanlığı iptal edildi. Bu iptal, Erbakan’ı daha
bir araya getiren hükümette de görev aldı.
da popüler yaptı. Sadece ekonomik alanda değil,
siyasi alanda da Anadolu muhafazakârlığının sim- Erbakan ve MSP’nin siyaset macerası, 12 Eylül
gesi olarak kendini kabul ettirdi. 1979 seçimlerinde 1980’de bir kere daha noktalandı.
Başka büyük kentlerde de aynı başarı görülüyor- Erbakan’ı misafir eden Konyalı tüccarın bir yakını
du. Basın meseleye saldırdı. Çünkü çok şaşırmıştı. var. Olanı biteni köşesinden seyrediyor. Girip çıkan-
lara bakıyor, sakallılara gözü takılıyor. Konya’yı ve
Hele İstanbul’daki sonuçlar, masa başında seç-
Konyalıyı çok iyi tanıyan biri.
men adına ahkâm kesip sonuçlar ortaya çıkınca,
vay anasını, demeye alışkın bazı yazarları öylesine MSP’nin kuruluşunda da önemli hizmetleri var.
şoka soktu ki olayı, “Dünyadaki kökten dinci hareket- Bu gidip gelmelerin en heyecanlı yerinde, büyük
Hoca Türkiye’ye beş paralık yararı olacak hiçbir Erbakan’ın gizli toplantıda örgüt liderlerini ikna
ekonomik programa, dış politika ile ilgili projelere, 74 etmek için söylediği sözler yenilir yutulur cinsten
milyon vatandaşın yararına dönük sosyal ve kültürel değildi. Başbakan, örgüt liderlerine Türkiye’nin iç
hiçbir hazırlığa sahip değildi. işlerini bir bir anlatmakta hiçbir sakınca görmemiş-
ti. “Biliyorsunuz, Türkiye laiktir. Yalnız bilmelisiniz ki
Hiçbir fikir ve dava disiplinine sahip olmayan kim- Türk Devleti’nin müesseseleri ellilerde Allah’a açık-
seler, akıllarına gelen her şeyi söyleyebilirler. Ken- ça tevhit edenleri idam ediyordu. Adnan Menderes
dilerine ve toplumlarına karşı sorumlulukları yoktur. neden idam edildi? Çünkü ezanı geri getirdi.” diyen
Asıl şaşılacak olan, onu kutsal bir inancın ve evren- Erbakan, örgüt temsilcilerine ifşaatlarını orduyla ilgili
sel İslam sisteminin siyasetteki temsilcisi gören bazı sözlerle sürdürüyordu:
çevrelerin uyanmamasıdır.
“Türkiye Başbakanı’nın göz önünde bulundu-
Erbakan, yıllardır aydınlar arasında, Anayasa racağı üç müessese vardır: Birincisi ve en önemlisi
müesseseleri içinde, basında, üniversite mensupları askeri müessese. Bildiğiniz gibi Türk Ordusu’nun si-
arasında ve İslami şuurun merkezi manevi çevreler- lahlanması, sistemi ve eğitimi Amerika’nın sistemiyle
de ciddiye alınmadığını anlamadı. paralel olarak gitmektedir. Ordunun her iktidara karşı
Erbakan, Türk demokratik hayatında uyumsuz- kesin tavrı vardır… İkincisi siyasi partiler. Bunlar de-
luğun, inadın, huysuzluğun ve âdeta şantaja varan vamlı olarak mücadele hâlindeler. Bu mücadelelerin
siyasi pazarlıkçılığın prototipi hâline geldiğini anla- iktidarlar üzerinde kesin bir etkisi vardır. Üçüncüsü
madı. ise, ekonomistler ve işadamları… Bildiğiniz gibi,
Türkiye’nin dış borcu yüksek ve ekonomik durumu
Erbakan, İslami yaşayışı hayat felsefesi bilen kim- pekiyi sayılmaz…”
selerin siyasi sözcülüğüne talip olup tam da bunun
aksi anlayışta politikacılık oynamanın, her şeyden Erbakan, orduya karşı aldığı tedbiri de hiç çe-
önce bu İslami anlayışa aykırı olduğunu anlamadı. kinmeden sıralıyordu: “İktidara geldiğimde, ordunun
partime ve şahsıma takındığı tutumu fark ettim. He-
Erbakan, İslamiyet ile İslam devletlerinin ve İslam men güven köprülerini kurmaya başladım. Başlan-
toplulukları ile başlarındaki hükümetlerin ayrı ayrı gıçta gelirlerini enflasyona karşı korumakla yetinme-
şeyler olduğunu anlamadı. yip aylıklarını dolara endeksledim.”
Erbakan, bırakınız ağır sanayi ninnileri ile uçak Erbakan, orduyu dolarla susturdum, imajı yarat-
ve tank fabrikası nanelerini, kabak çekirdeği imalat- mak istiyordu. İşte bu sözlerin duyulması, orduyla Er-
hanesi kurmayı bile beceremeyeceğini anlamadı. bakan arasındaki iplerin kopmasına sebep oluyordu.
Erbakan, Türk Ordusu’nun satın alınmayacağını acı
Erbakan, bütün bunları herkesin çok iyi anladığını
da olsa öğrenmiş oluyordu.
da anlamadı.
Fazilet Partisi Olayı
Necip Fazıl bir yazısında, “Bütün Hıristiyan dün-
yası, parası ve aklı ile bir araya gelse, İslam’a en Millî Nizam Partisi’nden başlayan ve Erbakan’ın
büyük darbeyi vuracak bir silah için fabrika kursa, o yönetim merkezi ve başı olduğu tüm partiler, siyasi
fabrikanın hiçbir ürünü Necmettin Erbakan kadar te- hareketler, bunların derneklere ve gruplara intikal
sirli olamaz.” demişti. eden görüşleri Türkiye’nin her çevresinde akis bul-
muş, ilgi görmüş ve oldukça büyük puan toplamıştı.
Ordu ile kapatılan Refah Partisi Lideri Necmet-
O tavrın sahibi ile birkaç gün önce gazete ve Yıllarca yapıp durdular zaten? Ve bu yanlışların
televizyonlarda “Sayın milletvekili, Meclis binasına faturası halka, millete, devlete ve millî huzura çıka-
türbanla, başörtüsü ile girebilir, hatta Meclisteki bü- rıldı.
rosuna misafir kabul eder, başını açmadan içerde
Dikkat edilirse bu partilerin, daha Millî Nizam ol-
dolaşabilir, görüşmeler yapabilir ama genel kurul sa-
Ü
lkelerin siyasi hayatla- Türkiye’de halk, demokrasiye
rında talihli ve talihsiz şeklen geçilirken bu geçişi sami-
dönemleri olabilir. O ülke miyet ve inançla arzuladığı, tek
için çok önemli yıllarda önemsiz parti-tek şef yönetimini şeklen de
adamlar iş başına gelebilir. Parti- olsa demokrasi çizgisine getirdiği
lerin iç işleyişlerindeki isabetsiz- için daha sonraki olaylara zaten
likler, iktidarı kazandıkları zaman hazırlıklı idi. 1946’lardan sonra ço-
o ülke idaresinin başına yetersiz, ğunluk; bürokrat, siyasetçi, basın
yanlış ve halkı sloganla yönlen- ve ilim-sanat adamlarından daha
diren kimselerin gelmesine vesile çok demokrattı. Demokrasiyi daha
olabilir. Veya ülke şartları içinde çok özümsemişti ve kendisine sağ-
doğru yanda olan, halkın özlemle- layacağı nimetlerin farkındaydı.
rini dile getiren, bu yüzden de büyüyen bazı siyasi
Ve ne gariptir ki halk, arkasındaki siyasi güç ve-
partiler, bu ilgiye icraatla cevap verebilecek siyasi
silesiyle iktidara oynayan, fakat kişisel özellikleri ba-
liderlerden mahrum olabilirler. Doğru adam yanlış
kımından yetersiz kalan bazı siyasetçileri eğitmeye
yerde, yanlış adam doğru yerde olabilir.
çalışmış, yanlışlarını ve çelişkilerini giderip onlara,
Türk demokrasisi bu yüzden hayli çalkantılı dö- siyasi ve sosyal zemine uygun bir kişilik telkininde
nemler geçirmiştir. bulunmuştur.
Bu çalkantılar, ne yazık ki, halkın değil, hal- Demokrat Parti’nin kuruluşu ve hem parlamen-
kı eğitmek, ona çağdaşlığı öğretmek iddiasındaki toda hem halkın karşısında görünüşü ile birlikte
gruplardan kaynaklanmıştır. Demokratik döneme başlayan yeni dönem daha o günlerden itibaren,
geçmeden önceki günlerde halk, Cumhuriyetin, sa- devletin ve halkın üzerine kâbus gibi çökmüş müte-
dece nutuklarda dile getirilen imkânlarından, vaat gallibe sınıfını karşısına aldı. Batı siyasetinde revaç-
ve gücünden hiç yararlanamazken bir mütegallibe ta olan ve parlamenter demokrasilerin vazgeçilmezi
sınıfı devletin imkânlarını aç gözlülükle paylaşıyor olan sosyalist düşünceleri özel teşebbüs destekçi-
ve halkın maddi ve manevi tüm beklentilerine ku- liğinden vazgeçmeden karma bir programla hayata
laklarını tıkıyordu. geçiren Demokrat Parti, üst üste seçim zaferleri ile
Kurumlaşan bu despotluk ne yazık ki günümü- ülke siyasetçilerinde ve özellikle CHP’nin şahsın-
ze kadar sürüp gelmiş, devletin sahibi ve temsilcisi da karakter hâline gelmiş nemelazımcılığı, halkın,
olma hırsı, çok daha ciddi ve her yeni baskı grubu- köylünün, çiftçi ve esnafın yok farz edilmesini seçim
nu da içine alır biçimde demokrasinin, insan hak ve sandığında kendi lehine çevirerek ülkeyi demokrasi
hürriyetlerinin önüne dikilmiştir. zeminine oturttu.
T
ürkiye 1876’dan bu yana, Anayasa Rejimi hakkında şunları söylemektedir; “Maddi ve manevi
içinde yaşamayı ve daha iyi işleyen, kişi hür- her şeyimi ona borçluyum. Cennet mekân babam
riyetlerini daha ileri ve sağlıklı şartlara taşı- çok zeki nüktedan, filozof, hazır cevap, hoş sohbet
yacak Anayasa’yı tartışıyor. ve aynı zamanda son derece dürüst ve hayırsever
bir insandı. Hayrı gösteriş için yapanlardan değildi.
1946’dan günümüze kadar da çok partili rejim ko-
Kıtlık yıllarında bütün ambarlarını açarak bir lokma
nuşuldu, konuşuluyor. Ancak ne seçim sistemi ve de
ekmeğin hasretini çeken halka dağıttığı henüz unu-
siyasi partiler kanunu değişti. Merhum Bölükbaşı’nın
tulmamıştır.”
ifadesiyle; “Hamam aynı hamam. Tellaklar değiş-
ti.” Bu benzetme geldiğimiz hali özetliyor. 2011 yılı Hacı Ahmet Ağa, Bölükbaşı’nın Kırşehir’de bir
Türkiye’sinde hala rejimin oturmadığından bahset- mitingde yaptığı konuşmayı dinlerken bir köylünün
mek, ferdi hak ve hürriyetlerin teminat altına alınma- duygulanarak “hay seni doğuran ana cennete gitsin”
dığını iddia etmek ne kadar acıdır. demesi üzerine, bu sözü söyleyen köylüye dönerek
“keramet yalnız anasında mı? Babasının hiç mi payı
İşte 1946’dan bu yana milletçe yaşadığımız dö-
yok” demiştir.
nemin öncü, yürekli, faziletli, doğrulardan şaşmayan
şahsiyetlerinin başında Osman Bölükbaşı gelmekte- Eğitimi
dir. Politikadaki yerini asla şahsi menfaatleri için kul-
Bölükbaşı, devlet bursu kazanarak gittiği
lanmamıştır.
Fransa’da, matematik ilminin sağlam mantığını al-
1946 yılında CHP’den ayrılıp, DP’yi kuranlar sa- mış, sentez ve analiz kabiliyeti yoğrulmuştur, Prof.
dece; dünyadaki değişimi gören İsmet İnönü’nün çiz- Remzi Oğuz Arık gibi muhterem ve mükemmel bir
diği yolda yer almıyor, tek parti idaresinden yılmış, Türk milliyetçisinin sohbetlerinde bulunmuştur. Ora-
bıkmış halkın özlediği hareketin öncüleri oluyordu. O da okuyan Türk gençlerinin ağabeyi durumunda olan
yıllarda Batı dünyasında yer almak, Batı ittifakların- R. Oğuz Arık halkasındaki Bölükbaşı, Nurettin Topçu,
da kabul görmek, ancak çok partili rejime geçmekle Tahsin Banguoğlu gibi değerlere her sohbet öncesi;
mümkündü. “Bu gün vatanın için ne düşündün? Sorusunu yöneltir
ve cevabını dinlerdi.”
Sekiz yıl “Milli Şef” unvanıyla Türkiye’yi yöneten
İnönü’nün bu kararı bana göre çok önemlidir. Vak- Rejim ve ferdi hürriyetler konusunda çok hassas,
tinde; doğması mümkün her ihtimali hesaplayarak gelişmiş bir ülke olan Fransa’da Bölükbaşı’ya önemli
gelişmeleri omuzlayabileceğini görmüş ve kilitleri değerler katmıştır.
açmıştır.
Fransa’da yüksek matematik eğitimini tamamla-
Bölükbaşı’nın Kişisel Özellikleri dıktan sonra Kandilli Rasathanesinde Fatin Gökmen
Ailesi Hoca’nın asistanı olan Bölükbaşı, yeni bir rejime geç-
me heyecanının hâkim olduğu bu dönemde siyasete
Çok küçük yaşta annesini kaybeden Bölükbaşı’nın
girme kararı almıştır.
hayatta duyduğu en büyük eziklik ve eksiklik ana
sevgisinden mahrumiyet olmuştur. 23 Mayıs 1950’de Merhum’un hayatındaki bu dönüm noktası iyi
ölen Osman Bölükbaşı’nın babası Hacı Ahmet Ağa tahlil edilmeli ve anlaşılmalıdır. Osman Bölükbaşı
zeki, nüktedan büyük topraklara ve hayvan sürü- köyden gelmektedir. Varlıklı bir köy ailesinin oğludur.
lerine sahip varlıklı bir insandı. Bölükbaşı babası Köylünün çilesini bilmektedir. Sudan, yoldan, elekt-
İSMET BİNARK*
T
urgut Özal, 13 Ekim 1927 tarihinde
ma Teşkilatı Müsteşar Vekilliğine tayin edilen Turgut
Malatya’da doğdu. Babası, bir devlet ban-
Özal, 12 Eylül sonrası kurulan hükümette, Ekono-
kasında çeşitli görevlerde bulunmuş Sıddık
mik İşlerden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak
Bey, annesi ise ilkokul öğretmeni Hafize Hanım’dır.
görev yaptı ve bu görevini 22 ay sürdürdü.
Babasının memuriyeti dolayısıyla ilk ve orta öğre-
nimini Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde tamamladı. 1983 yılı Mayıs ayında Anavatan Partisini ku-
İstanbul Teknik Üniversitesini bitirdi. ran Turgut Özal, bu partinin Genel Başkanı oldu.
Anavatan Partisi’nin 6 Kasım 1983 seçimlerinde
1950 yılında Ankara’da
büyük bir çoğunluk sağlaması
Elektrik İşleri Etüd İdaresinde
üzerine, Cumhurbaşkanı Ke-
çalışmaya başladı, iki yıl sonra
nan Evren tarafından 13 Aralık
Amerika Birleşik Devletleri’ne
1983 tarihinde Anavatan Partisi
giderek orada elektrik enerji-
Genel Başkanı olarak 45’inci
si ve mühendislik ekonomisi
Cumhuriyet Hükümeti’ni kur-
konularında çalışmalar yaptı.
makla görevlendirildi. 25 Aralık
1958-1959 yıllarında dönemin
1983’de hükümetini kurdu.
hükümeti tarafından kurulan
Planlama Komisyonu’nun 1982 Anayasası ile eski
sekretaryasını yürüttü. 1960 politikacılara getirilen siyaset
yılı başında yedek subay ola- yasağının kaldırılmasına iliş-
rak askere gitti. Milli Savunma kin Anayasa referandumunun
Bakanlığı ARGE Teşkilatı’nda sonuçlarının açıklandığı gün,
çalıştı. Yedek subaylığının geri kalan kısmını Dev- Meclis’te erken seçim kararı aldıran Özal, 29 Ka-
let Planlama Teşkilatı’nda tamamladı. 1967 yılında sım 1987 erken genel seçimlerinde yüzde 36 oy ve
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığına getirilen 292 milletvekili ile iktidarını sürdürdü. Turgut Özal,
Turgut Özal, bu arada Para Kredi Kurulu Başkan- ikinci hükümetini 21 Aralık 1987’de açıkladı. İktidarı
lığı, Ekonomik Koordinasyon Kurulu, AET ve RCD süresince iki genel seçim, iki mahalli seçim ve iki
Kurulu Başkanlığı yaptı. referandum yaşayan Turgut Özal, Kenan Evren’in
görev süresinin sona ermesi üzerine, aday olduğu
1971’de Planlama Teşkilatı’ndaki görevinden
Cumhurbaşkanlığı’na ANAP’lı 262 milletvekilinin oyu
ayrılarak Dünya Bankası’nda çalıştı. Bir süre sonra
ile 31 Ekim 1989 tarihinde seçildi. Böylece Türkiye
Türkiye’ye döndü. Özel teşebbüste yöneticilik yaptı,
Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı oldu. Bu görevi-
ayrıca bir işveren sendikasında yönetim kurulu baş-
ni 3,5 yıl sürdüren Turgut Özal, 17 Nisan 1993 günü
(TBMM’de 19 Aralık 1983 tarihinde okunan Hü- Herkes Anayasamızın teminatı altında vicdan,
kümet Programı’ndan. ) dini inanç ve ibadet hürriyetine sahiptir. Maddî ve
manevî gelişmeyi birlikte sağlamanın zaruretine
Huzur ve Güven inanıyoruz.
“Ülkede huzur ve güvenin temini, vatandaşın …………………
can ve mal emniyetinin sağlanması, devletin ilk aslî
görevidir. Bu görev yerine getirilmeden devletin var- Laikliği, manevî değerlerin korunmasında, vic-
dan, dini inanç ve ibâdet hürriyetinin uygulanmasın-
lığından bahsedilemez. Huzur ve güvenin sağlam
da ve dinî kültürün geliştirilmesinde kısıtlayıcı unsur
ve kalıcı temellere oturtulması, siyasî, iktisadî ve
olarak anlamıyoruz.”
sosyal politikaların bir bütünlük içinde uygulanması-
na, birbiriyle ahenkli ve dengeli yürütülmesine bağ- (TBMM’de 19 Aralık 1983 tarihinde okunan
lıdır. Huzur ve güvenin bedeli demokratik nizamdan, Hükûmet Programı’ndan.)
insan hak ve hürriyetlerinden vazgeçmek değildir. “
Manevî Kalkınma
(TBMM’de 19 Aralık 1983 târihinde okunan Hü-
“ Ekonomik kalkınmanın muharrik gücü manevî
kümet Programı’ndan.)
kalkınma ile artar.
Hürriyetçi Demokratik Nizam
…………………
“Hürriyetçi demokratik nizama gönülden bağlı-
İslâm ahlâkı ve bunu veren İslâm terbiyesinin
yız. Millet hâkimiyetinin tek esas olduğuna inanıyo- insanoğlunu yücelten bir ahlâk ve terbiye sistemi
ruz. olduğu, bu ahlâkı kendine düstur edinmiş milletle-
Demokratik nizam, insan hak ve hürriyetlerine rin tarihinde açık bir surette görüldüğü gibi, son 150
saygının en yüksek olduğu, insan hak ve hürriyetle- senede bu terbiye sisteminden uzaklaşarak ne hâle
rinin en iyi şekilde korunduğu rejimdir. geldiğimiz kendi tecrübelerimizle açık bir sûrette or-
tadadır.
Temel vasıfları adalet ve hukukun üstünlüğü
olan demokratik nizam, insan şeref ve haysiyetinin, Birbirlerini seven, sayan, dostluk ve kardeşli-
söz, düşünce, kanaat, din ve vicdan hürriyetinin en ği kendine düstur edinen, herkesin hakkına riayet
güvenilir teminatıdır. eden, etrafına daima iyiliği telkin eden, gördüğü
kötülüklerle gücü yettiği kadar mücadele eden ve
Demokratik nizamı, insan hak ve hürriyetlerini bütün bu hareketlerinde tek ölçüsü Hakk’ın rızası-
zedelemeye, tahrip etmeye, ortadan kaldırmaya nı temin etmek olan, netice itibari ile insanoğlunu
matuf her türlü hareketin karşısındayız. yaradılışının gayesine ulaştıran bir ahlâka sahip
BİLAL KARABULUT*
Y
akın dönem Türk siyasi arasında, mevcut sorunun içeriği
tarihinin en önemli şahsi- ve içinde bulunulan zaman dilimi-
yetlerinden biri olan Sü- nin koşulları nedeniyle de farklılık-
leyman Demirel, Türkiye’nin geli- lar bulunmaktadır. Bu nedenle tek
şimi adına ilmi ve siyasi pek çok bir anlayıştan öte, çeşitli yaklaşım-
alanda önemli işlere imza atmıştır. lar sonucu şekillenen bir “politika
Kendine has üslubu, halktan biri yapma tarzından” bahsedilebilir.
olması ve devlet politikalarını yön- Bu bağlamda çalışmada, Süley-
lendirme konusundaki aklıselim man Demirel’in dış politika anla-
tutumları nedeniyle Türkiye tari- yışını somutlaştırmak adına örnek
hinde önemli bir yer edinen mümtaz bir devlet ada- bir olay seçilmiş ve bu örnek olaydan hareketle dış
mıdır. Siyasi hayatı sürekli bir iniş-çıkış içinde geçen politika anlayışı analiz edilmeye çalışılmıştır.
Süleyman Demirel, karşılaştığı sorunların üstesinden
Çalışmanın birinci bölümünde Süleyman
gelmeyi başarmıştır. Askeri darbeler, ekonomik kriz- Demirel’in siyasi hayatı önemli kırılma noktalarından
ler, çeşitli iç ve dış politika sorunlarıyla geçen yaklaşık hareketle irdelenecektir. Çalışmanın ikinci bölümünde
yarım asırlık bir dönemde Süleyman Demirel, dalgalı ise Süleyman Demirel’in dış politika anlayışı “Dağlık
bir denizde gemiyi idare etmek durumunda kalmış ve Karabağ Sorunu” örneğinden hareketle ele alınacak-
bu misyonunu başarılı bir şekilde tamamlamıştır. Her tır. Örnek olaydan hareketle yapılacak olan nihai de-
ne kadar kimi konularda eleştiriler alsa da (eleştiril- ğerlendirme ile çalışma sonlandırılacaktır.
meyen hiçbir siyasi yoktur) genel anlamda başarılı bir
devlet adamıdır. Zira Süleyman Demirel’in görev yap- Süleyman Demirel’in Siyasi Hayatına
tığı dönemler genelde Türkiye’nin zorlu sınavlardan Genel Bir Bakış
geçtiği günlere denk gelmiştir. 1971 Muhtırası, Kıb- Isparta’nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy’de doğ-
rıs Barış Harekâtı, 1980 Müdahalesi, Körfez Savaşı, du. İlköğrenimini doğduğu köyde, ortaokul ve liseyi Is-
Balkanlar’da yaşanan çatışmalar, Azeri-Ermeni Sava- parta ve Afyon’da bitirdi. Şubat 1949’da İstanbul Tek-
şı, SSCB’nin yıkılması ve Türk Cumhuriyetleri’nin ba- nik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden mezun oldu.
ğımsızlıklarını kazanmaları gibi pek çok önemli olay Aynı yıl Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde göreve başla-
Süleyman Demirel’in ne denli önemli sorunlarla karşı dı. Önce 1949-1950, daha sonra 1954-1955 yılların-
karşıya kaldığını ortaya koymak adına verilebilecek da Amerika Birleşik Devletleri’nde barajlar, sulama ve
önemli tarihsel gelişmelerden bazılarıdır. elektrifikasyon konularında ihtisas yaptı. 1954 yılında
Bu çalışmada Süleyman Demirel’in dış politika Barajlar Dairesi Başkanı, 1955 yılında da Devlet Su
anlayışı ortaya konmaya çalışılacaktır. Yaklaşık ya- İşleri Genel Müdürü oldu. 1962-1964 yılları arasında
rım asırlık bir siyasi geçmiş söz konusu olduğu için serbest müşavir-mühendis olarak çalıştı. Aynı yıllarda
bu analizi zorlaştıran kimi sorunlar ortaya çıkmak- Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde su mühendisliği
tadır. Öncelikli olarak Süleyman Demirel’in siyasi konusunda dersler verdi.1
hayatı hem Soğuk Savaş dönemi hem de sonrasını Türk siyasi yaşamının en önemli liderlerinden biri
kapsadığı için değişen dünya koşullarının Süleyman olan Süleyman Demirel, Demokrat Parti’nin en başa-
Demirel’in dış politika anlayışı üzerinde doğal olarak rılı teknokratlarındandı. Süleyman Demirel, Devlet Su
etkide bulunduğu söylenmelidir. Yine benzer şekilde İşleri Genel Müdürü olarak Demokrat Parti dönemin-
karşılaşılan dış politika sorunlarına yönelik tutumlar de, Bakanlar Kurulu toplantılarına sık sık çağrılmak-
HÜDAVENDİGÂR ONUR*
Milliyetçilik Türk Milletinin Karakteridir! lıklarını sürdürmek, Türk milletinin rahat ve huzur
içinde yaşamasını temin etmeyi gaye edinmiş ve bu
M
illiyetçilik, milletini sevmek, her alanda
uğurda savaşmış bir millettir. Bu idealin kaynağı Türk
bağımsızlığına kavuşturmak ve devletini
milliyetçiliğinden başka birşey değildi. İlteriş Kutluk
güçlü kılmak arzusudur. Milliyet realitesi,
Kağan, Bilge Kağan, Bumin Kağan gibi
eskiden beri var olmasına rağmen
hükümdarlar ile Kültigin ve Bilge Ton-
siyâsi platformda 18. yüzyıldan
yukuk gibi ulu kişiler ömürleri boyunca
itibâren yer almaya başlamıştır.
Türk milletinin huzur içinde yaşaması
1789 yılındaki Fransız İhtilali’nin
için gayret etmişlerdir.
temelinde de milliyetçilik duygusu
yatmaktaydı. Osmanlı Cihan Devleti’ndeki milli-
yetçilik anlayışı, diğer Müslüman veya
Milliyetçilik cereyanlarıyla birlik-
gayrimüslim guruplara baskı yapmak-
te milletlerarası hukuk alanında, her
tan uzak, insanlığın huzur içinde ya-
milletin kendi devletini ve kendisini
şamasını temin edecek yüksek adâlet
idare etmek meselesi ortaya çıktı.
ve idare esaslarını kazanmış bir mil-
Birinci Dünyâ Savaşı’ndan sonra
liyetçilik anlayışıydı. Bunun içindir ki,
kuvvetlenen milliyetçilik hareketle-
Osmanlı Devleti’nde azınlıklara baskı
ri sebebiyle 20. yüzyıl milliyetçilik
yapılmadı; dinleri, dilleri ve milliyetleri
yüzyılı olarak vasıflandırıldı. Önce
değiştirilmeye kalkışılmadı. Devle-
dil ve edebiyatta başlayan bu akım, zamanla ilim ve
tin yüksek mevkileri azınlıklara açık tutuldu. Ancak,
siyaset sahasında kendini gösterdi. Milliyetçiliğin do-
Fransız İhtilâli sonrasında Avrupa devletlerinin bas-
ğuşunda, yabancı kültürlerin millet hayâtı üzerindeki
kıları ve Batılı fikir akımlarının tesirleri neticesinde
tesirleri de rol oynadı.1
azınlıklar arasında ırkçılık ve milliyetçilik düşünceleri
Milliyetçilik, Türklerde her zaman önemli yer tut- yaygınlaşıp devlet dağılma sürecine girince, çeşit-
muştur. Türk milleti, İslâm’dan önce de en kuvvetli li fikirler ortaya atıldı. Bir avuç Türk genci, Osmanlı
bağ olarak milliyetçiliği görüyor, bu uğurda mücadele Türk Devleti’nin son yıllarında, azınlıklar arasında
ediyordu. 18 ve 19. yüzyıllarda Avrupa’da başlayan baş gösteren ayrımcı milliyetçilik akımlarına karşı bu
milliyetçilik Türklerde binlerce yıl önce de mevcuttu. coğrafyaya rengini veren ve Türk dili ve kültürünü üst
İslâmiyet’ten önce Türkler, her zamanda milli var- çatı kabul eden birleştirici Türkçülük akımını başlattı.
T
anınmış yazar rah- Allah’a, yaratılışa, Peygambe-
metli Galip Erdem re, İslâm’a, ruhun üstünlüğüne
ağabey, beni Türk ve ahiret hayatına inanıyordu.
Ocağı’ndan 1956’dan beri çok Komünizmle mücadele ederken
yakından tanıyordu ve severdi. bunlar ve komünizmin Türk dün-
Bize seminerler de vermişti. yasına verdiği, vereceği zarar-
Seminerlerinden çok istifade lar, temel kabullerinden ve endi-
etmiştim. Tok bir mantığı vardı, şelerinden idi.
kendisine itimadı tamdı, tok-
Bu sebeple çalışmalarımın
mak gibi insanın kafasına inen
ciddiyetini o zamanlarda en iyi
makul ve mantıklı cümleleriyle
bilen, en iyi takdir eden ve onları
ilk günden itibaren dikkatimi
adım adım takip eden belki de
çekmişti. Türk Yurdu dergisiy-
tek insan o idi. Maddeye önem
le ilgili hatıralardan daha önce
vermemeyi hayatında uygulaya-
bahsetmiştim. Münasebetleri-
miz her zaman sıkı ve samimi rak gösteren nadir insanlardan
idi. Kendisi menfaat ve gösteriş duygularından biri idi. Bu bakımdan benim tezi-
uzak kendi ideal dünyasında yaşayan bir kimse min neşri meselesini herkesten fazla dert edin-
olduğu için her zaman sevdiğim ve saydığım bir mişti. Hatta İstanbul Milliyetçiler Derneği’nin ge-
kimse olmuştu. Hasbî, fedâkâr, kendisini daima nel sekreteri olan mühendis bir gence giderek
hayra ve idealine adamış bir Leylâ idi. şu mealde konuşmuş: “Şöyle şöyle çok mühim
bir kitap var, onu dernek adına mutlaka bastırın.
***
Türkiye’de inançsızlık felsefesinin ve dayanak-
Fakülte üçüncü sınıfa geçince sonradan
larının belini kıran bir çalışma. Basılması büyük
“Türkiye’de Ruhçu-Maddeci Görüşlerin Müca-
hizmet olur.” Fakat o genel sekreter hiç tınma-
delesi” başlığıyla yayımlanacak olan mezuniyet
mış, oralı bile olmamış. Galip ağabey, o genç
tezini hazırlamaya başlamıştım. İki sene süren
çalışmalarımı ve tezin hazırlanma seyrini adım mühendis genel sekretere çok kızmış, hatta o
adım takip etti. Bitince yayımlatmak istiyordu. sekreter beye çok sert ve ağır konuşmuş. “Bun-
Tez çalışmasının maddeci felsefeye bir çeşit lar ne biçim milliyetçi!..” diye de hayıflanmak-
reddiye olduğu için de teze olan alâkasını daha taydı. Bunları bana anlattığı zaman öfkesi hâlâ
da artırıyordu. Kendisi materyalist felsefenin geçmemişti. Hâlbuki o, kolay kolay kızmayan,
tezlerine şiddetle karşı olan bir kimse olarak sakin tabiatlı bir insandı.
ORHAN KAVUNCU*
O
rhan Düzgüneş, 1917 yılında İstanbul iki defa Amerika, İtalya, İspanya, Fransa, İsrail, Al-
Rumeli kavağında doğdu. Babası po- manya ve Azerbaycan’da incelemeler yapmıştır.
lis memuru Aziz Efendi Bulgaristan’ın Hacettepe ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültelerin-
Lofça şehrindendi. Annesi Geredeliydi. İlkokulu de İstatistik derslerini başlatan ve biyoistatistik bi-
Gerede’de, liseyi Kastamonu’da bitirdi. 1938 yılın- lim dalının kurulmasına öncülük eden bilim adamı,
da Yüksek Ziraat Enstitüsünden birincilikle mezun Prof. Dr. Orhan Düzgüneş’tir.
oldu. Aynı yıl Yüksek Ziraat Enstitüsünün Zootekni Bilimsel çalışmaları yanında, idari görevler-
Enstitüsüne asistan oldu. den de kaçınmayan Düzgüneş, 1968-70 yılların-
1946 yılında doktorasını tamamladı ve Amerika da Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanlığı,
California Üniversitesine genetik çalışmak üzere 1984’te Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü
gönderildi. Burada yaptığı Genetik Yüksek Lisan- Müdürlüğü yapmıştır. İki dönem Ziraat Mühendis-
sı ve bilimsel araştırmalarıyla temayüz eden hoca, leri Odası Başkanlığı, Türk Ziraat Mühendisleri
ancak seçkin bilim adamlarının üye olduğu “Sigma Birliği Başkanlığı yapmış, Türk Ziraat Mühendisle-
Xi” isimli araştırma derneğine üyelik teklifi aldı. ri Birliği Vakfı Başkanlığını ölünceye kadar uhde-
sinde taşımıştır. 1986 yılında Orhan Düzgüneş’e,
1950 yılında yurda döndükten sonra Ankara
TÜBİTAK “Hizmet Ödülü” verilmiştir. Tarım ba-
Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde Zootekni Bölü-
kanlığında hayvan ıslahıyla ilgili çeşitli araştırma
münde verdiği Hayvan Islahı, Sığırcılık gibi ders-
projesi, komisyon başkanlığı görevlerini hizmet
ler yanında Genetik ve Biyometri dersleri vermeye
şuuruyla bedelsiz olarak yapan Orhan Düzgüneş,
başlamış, bir süre sonra da Zirai Genetik ve İstatis-
“Türkiye’deki Tabii Gen Kaynaklarının Korun-
tik Kürsüsünü kurmuştur. 1951’de doçent, 1957’de
ması” çalışmalarına da hayatının son zamanlarına
profesör olan Orhan Düzgüneş, Türkiye’de Araş-
kadar aktif bir şekilde katılmıştır.
tırma ve Deneme Metotları, Deneme Planlaması,
Popülâsyon Genetiği, Kantitatif Genetik gibi disip- Dekanlık yaptığı 1968-70 arası Türkiye’de
linlerin ziraat fakültelerinin bilimsel çalışmalarında marksist öğrenci hareketlerinin gemi azıya aldığı
önemsenmesinde başlıca rol oynayan büyük bir dönemlerdi. O yıllara kadar bilimsel ve mesleki ça-
ilim adamıdır. lışmalarından başka konularla ilgilenmeyen Prof.
Dr. Orhan Düzgüneş, solcu öğrencilerin isteklerini
Hayatı boyunca bilimsel çalışmalardan geri
önceleri hüsnü zanla ve sabırla dinlemiş, bir müddet
CEMAL KURNAZ*
O
sman Yüksel Serdengeç- mıştır (İstanbul: TEV, 1994, s. 171-
ti (1917-1983), Türk Milli- 176).
yetçiliği hareketinin özgün
2. Akdeniz Hilâlindir –Birinci
isimlerinden birisidir. “Tanrı dağı
Kısım-, 1940; İstanbul: TEV, 1994,
kadar Türk, Hira Dağı kadar Müs-
2000
lümanız” diyen Serdengeçti’nin dü-
şünce dünyası Gökalp’tan Âkif’e, 16 sayfalık kitapta Akde-
Yunus’tan Mevlânâ’ya; Türk ve niz Hilâlindir –Birinci Kısım- (s.
İslâm ülkelerinin bağımsızlık mü- 3-11), Sancağıma (s. 12-13) ve
cadelelerine uzanan geniş bir yel- Anadolu’dan Sesler/Gezsen Görür-
pazeyi içine alır. Şu mısralar, bu sün (s. 14-16) başlıklı üç şiir yer alır.
düşüncenin kendi dilinden ifade- Türk Edebiyatı Vakfı, bütün şiirlerini
sidir: bu isim altında bir kitapta toplamış-
tır.
Âkif’in gür sesinden
3. Cenk Türküsü, Ankara
Yunus’un nefesinden
1940, Çankaya Matbaası
Gökalp’ın hevesinden Osman Yüksel SERDENGEÇTİ
Bir şeyler var içimde (23.08.1946) Aynı yıl basılan Akdeniz
Hilâlindir (Ankara 1940) kitabının
O şair, yazar, mizah yazarı, fikir sonunda yayımlanacak eserler ara-
ve mücadele adamı, gazeteci, yayıncı, politikacı yön- sında gösterilen 8 sayfalık bir şiir kitabıdır. İçinde Cenk
leriyle dikkatleri üzerine çekmiştir. 33 sayı yayımla- Türküsü (s. 3-5), Akdeniz Hilâlindir (s. 5-6), Kimseye
yabildiği Serdengeçti dergisi ve kendi kitaplarının da Yol Vermeyiz (s. 6-7) isimli üç şiir yer almaktadır.
içinde yer aldığı 33 kitaplık Serdengeçti Neşriyatı, ilk
4. Türk ve Tanrı (Selahattin Ertürk ile birlikte),
kitabın yayımlandığı 1947’den başlayarak ölümüne
Ankara, Recep Ulusoğlu Basımevi, 1943, 32 s.
kadar Türk halkı üzerinde önemli etkiler yapmıştır.
Kitapta iki şairin şiirleri karışık olarak sıralanmış-
Biz, onun hakkında hazırladığımız kapsamlı ça-
tır. Osman Yüksel’in kitapta yer alan şiirleri şunlardır:
lışmada yer alan eserleriyle ilgili bilgileri okuyucularla
Destan-Rumeli Destanından (s. 3-5), Dağlar Gibi (s.
paylaşmak istiyoruz.1
7-8), Sakarya’dan Geçerken (s. 10-11), Anadolu’dan
Yayımlanmış Kitapları Sesler (s. 15-16), Benden Geri (s. 19).
1. Erzincan Destanı, Ankara 1940 Asya (s. 21), Dağlar (s. 23), Namık Kemal’e (s.
26-27), Türk Akdeniz (s. 28-29).
Osman Yüksel’in kendi ifadesine göre basılmış ilk
kitabı budur (Bu Millet Neden Ağlar, İstanbul 1994, 5. Bu Duygular Benim Değil Bizimdir, İstanbul
s. 78). 1939’daki Erzincan depremi üzerine yazılmış 1950
ve yayımlanmıştır. Daha sonra Bu Millet Neden Ağlar
Serdengeçti Kopdagel takma adıyla yayımlanan
kitabının içine konmuş (s. 78-84), şiirlerinin bir araya
bu şiir kitabının, Osman Yüksel’e ait olup olmadığı
toplandığı Akdeniz Hilâlindir kitabı içinde de yer al-
tartışmalıdır.
Osman Yüksel’in eserlerinin yayın hakkı Türk “Kara Kitap!.. Kara Kitap!.. Bin bir Facia... Reza-
Edebiyatı Vakfı’na ait olup, özenli bir şekilde basılma- letler, Sefaletler... Karanlıklar... Kara Bahtımızın Kita-
ya devam etmektedir.3 bı. Yaşayan ve Yazan Osman Yüksel (Serdengeçti,
Yıl 1, Sayı 4, Mart 1948, 20). Bir yıl sonra, 6. Sayıda
Yayımlanacağı Duyurulup
yeniden yayımlanacağı duyurulmuştur: “Sizi hayret-
Yayımlanamayan Kitaplar
ten hayrete, dehşetten dehşete düşürecek olan bu
1. Buhran kitap, ilk fırsatta çıkacaktır. Bekleyiniz.” (Serdengeçti,
Yıl 3, Sayı 6, Mayıs 1949, 13).
Serdengeçti’nin ilk sayısında Osman Yüksel’in
900 sayfa kadar tutan “muazzam eser” ve “içtimaî zel- 1949 Temmuz’undaki duyuruda, bazı bayi ve abo-
zelelerin kitabı” şeklinde tanımladığı Buhran adındaki nelerin Kara Kitap çıktı diye bir haber duyarak şimdi-
“büyük içtimaî roman”ının, ilk fırsatta ortaya atılacağı den para gönderdikleri belirtilerek bunun doğru olma-
duyurulmuş iken (Serdengeçti, Yıl 1, Sayı 1, Nisan dığı, iki kez çıkacağı ilan edilen bu kitabın parasızlık
1947, 2), derginin 2. sayısında, şartlar henüz müsait yüzünden çıkamadığı, ama bir gün mutlaka çıkacağı
olmadığından basımının ertelendiği haber verilmiştir. ve o zaman gazeteler aracılığıyla duyurulacağı ifade
Duyuru şu şekildedir: edilmiştir (Serdengeçti, Yıl 3, Sayı 7, Temmuz 1949,
16).
“Bazı okuyucu ve bayilerimiz geçen sayımızda ilk
fırsatta ortaya atacağımızı ilân ettiğimiz Buhran adın- 1950 Mayıs’ında, bu davanın kitabı, bu devrin yüz
daki romanımız hakkında malumat istiyorlar. Hatta karası olan bu kitabın, Allah izin verirse hemen ve
bazıları para göndererek siparişte bulunmuşlardır. derhal çıkacağı belirtilmiştir (Serdengeçti, Yıl 4, Sayı
Buhran, maalesef böyle bir zamanda ortaya atılacak 10, Mayıs 1950, 16).
NECMEDDİN SEFERCİOĞLU
İ
nsan toplumsal bir varlıktır; o yüzden tek başına Türkiye’deki milliyetçi dernekler, ereklerinde ve çalış-
yaşayamaz. Başta ailesi bireyleri olmak üzere malarında Türk milletini temel alan, onun gelişmesi
çevresindeki kişilerle birlikte yaşamak, onlarla ve yükselmesi için düşünce ve çareler üreten, eylem-
kaynaşmak, yardımlaşmak, onlardan bir şeyler öğ- ler yapan, milliyetçiliğe ve Türklüğe aykırı görüş ve
renmek, bildiklerini ve deneyimlerini onlarla paylaş- akımlarla düşünce planında mücadele eden gönüllü
mak zorundadır. Gelişen toplumlarda bu ihtiyaç aile kuruluşlardır. Bu ereğe ulaşmak için kapalı salon ve/
ve yakın çevre dışına taşar. O zaman dayanışma, ya açık hava toplantıları, konferanslar, bilgi şölen-
yardımlaşma ihtiyacını başka yollarla karşılamak ge- leri, açık oturumlar, vb. düzenlerler; malî imkânları
rekir. Bunun için bir araya gelmeyi, birlikte çalışmayı, elverirse kitaplar, dergiler, basılı bildiriler yayınlarlar.
birlikte hareket etmeyi sağlayan kurumlar oluşturma Onların en önemli hizmetlerinden biri de, kuşkusuz,
gerekliliği ortaya çıkar. Yaşı ve eğitim konumu iler- milliyetçiliğe ilgi duyan gençleri bu konuda bilgilen-
leyen bireyler yalnızca dayanışma ve yardımlaşma dirmek, eğitmek ve bilinçlendirmek, milletin geleceği
ile de yetinemezler. Edindikleri bilgiler, meslekler, ül- olan gençlerin milletlerini, yurtlarını seven, kutsal de-
küler, vb. de onları bilgi, meslek ve ülkülerini daha ğerleri yaşatmak için her türlü özveriye hazır bireyler
yüksek düzeylere çıkarmak için birlikte çalışma, olarak yetiştirmelerine katkıda bulunmaktır.
davranma ve eylemlerde bulunmaya; bunun için de
İlk Milliyetçi Dernekler
onları sağlayacağına inandıkları bir kuruluşun çatısı
altında, gönüllü olarak bir araya gelmeye, örgütlen- Türkiye’de milliyetçi dernekler, başka birçok der-
meye yöneltir. Böylece oluşan kurumlara, “gönüllü nekler gibi, ilk olarak II. Meşrutiyet’in ilânından sonra
toplum kuruluşları” denilir.1 Böyle kuruluşların resmî kurulmaya başlandı. Bu tarihî olayın sağladığı ser-
nitelikleri ve bir resmî kurumla bağlantıları yoktur. Et- bestlik havası içinde, ilk olarak 1908 yılında Türk
kinlikleri için gereken malî kaynaklar ise, üyelerinin Derneği, 1911’de Türk Yurdu Cemiyeti kuruldu.
belli sürelerde verme yükümlüğünde oldukları öden- Fakat onlar çok kısa ömürlü oldular. Onları 25 Mart
tiler ve ereklerine ilgi duyan kişi ve kurumların yaptığı 1912’de kurulan, gelecek yıl yüzüncü yaşını kutlaya-
bağışlardır. cağımız Türk Ocağı izledi. O yıllarda kurulmuş olan
Bu tür kuruluşların en yaygın olanları “dernek”lerdir. Türk Gücü Derneği (1913) ile Türk Bilgi Derneği
Onlar da, düşünce dernekleri, ülkü dernekleri, kültür (1913) de uzun süre yaşayamadılar. Yalnızca, bir
dernekleri, meslek dernekleri… gibi gruplara ayrı- öğrenci kuruluşu niteliğinde olan Millî Türk Talebe
lırlar. Milliyetçi dernekler, düşünce, ülkü ve kültür Birliği, milliyetçi bir kurum olarak, 1980’e kadar var-
niteliklerine birlikte sahip olan toplum kuruluşlarıdır. lığını sürdürdü.2
1912 yılında kurulan Türk Ocağı, zaman zaman geceli-gündüzlü iki gün süren yoğun bir çalışma ile
uğradığı kesintilere rağmen, varlığını günümüze ka- oluşturup onaylamış, kurucu üyeleri ile Ankara’daki
dar sürdürebildi. Onun 1931-1949 yılları arasında oluşumu resmileştirecek ve ilk kurultayına kadar yö-
kapalı kalmış olması milliyetçilik tarihimiz ve hayatı- netecek “Umumî İdare Heyeti” üyelerini belirlemişti.
mız açısından büyük bir talihsizliktir. Çünkü o yıllarda Yani, Türk Milliyetçiler Derneği’ni yeni bir oluşum
tek parti yönetiminin baskısı yüzünden yeni milliyetçi olarak değil, bir dönüşüm olarak değerlendirmek
dernekler kurulması mümkün olamadı; kurulma şansı daha doğru olur. Bunlar göz önüne alınarak, TMD’ni
bulabilenler de rahat ve uzun süre çalışamadı. Ancak 1951’de değil 1946’da kurulmuş da sayabiliriz.
05.06.1946’da çıkarılan ve 3512 sayılı Cemiyetler
Bu noktada okuyucunun aklına beş milliyetçi der-
Kanunu’nda önemli değişiklikler yapan 4919 sayılı
neğin neden tek çatı altında birleştirildiği sorusu ge-
yasanın sağladığı serbestlik ortamı içinde, o tarihten
lebilir. Bu sorunun karşılığı basittir. 1950 yılında kuru-
başlanarak birçok yeni düşünce derneği kuruldu. Bu
lan Türkiye Milliyetçiler Federasyonu’nun ana ereği,
ortamdan yararlanılarak, İstanbul’da, Ankara’da ve
“milliyetçi dernekleri birleştirmek”ti. Bunun başlıca
başka yurt köşelerinde “kültür derneği” sıfatlı milliyet-
sebebi ise “birlikten kuvvet doğar” inancı idi.4 Birliğe
çi gençlik dernekleri de kurulmaya başlandı.3
bağlı dernekler, aynı inanç ve düşüncedeki genç-
Türk Milliyetçiler Derneği (TMD)’nin lerin benzer ereklerle kurmuş oldukları ayrı gençlik
Kuruluşu kuruluşları idiler. Hatta onların birisi, daha önce tek
kuruluş iken, üyelerinden bir bölümünün derneğin
TMD’nin oluşumu başka derneklerinkine ben-
çalışmalarını yeterli etkinlikte bulmamaları üzerine
zemez. O, öteki derneklerde olduğu gibi birden çok
oradan ayrılıp ayrı bir dernek kurmaları sonucunda
kişinin bir araya gelerek hazırladıkları bir “Tüzük”ü
oluşmuştu.5 Aynı dâvâyı güden böyle derneklerin
resmî makamlara sunması yolu ile kurulmamıştır; biri
maddî ve manevî yönlerden güçlü olmaları beklene-
Ankara’da, dördü İstanbul’da olmak üzere 1946’dan
mezdi. Zaten zor şartlar altında sürdürdükleri çalış-
başlayarak kurulmuş bulunan beş milliyetçi derneğin
malarının bir süre sonra kendiliğinden sona ermesi
1 Nisan 1950 günü oluşturdukları Türkiye Milliyet-
kaçınılmazdı. Milliyetçi gençleri birlik olmaya yönel-
çiler Federasyonu’nun 1-2 Nisan 1951 günlerinde
ten bir başka sebep de, bu ayrı kurulmuş dernek-
İstanbul’da toplanan ilk (ve tek) Kurultay’ında oybirliği
lerin savundukları görüş ve düşüncelerde zamanla
ile verilen karar uyarınca, Ankara’da kuruldu. O Ku-
nüanslar ve/ya farklılıklar, hatta ayrılıklar meydana
rultay, yalnızca bu kararı vermekle yetinmemiş, ku-
gelmesi ihtimali idi. Bunun sonucunda, bu milliyetçi
rulacak derneğin adını koymuş, “ananizamname”sini
Dizgievi için gerekli gereçler ve hurufat lunan bir ağabeydi. Kumpas kullanılarak yapılan el
İstanbul’dan satın alınacaktı. Bunun için gerekli pa- dizgisinin de ustası idi. Dernek üyelerinden hevesli
rayı, durumu uygun dostlarından ve başka kişilerden olanlar onun gözetiminde yazı dizmeyi öğrenecekler
sağlayan yeni Umumî Başkan (Sait Bilgiç), dizgie- ve Mefkûre’nin hazırlanmasına yardımcı olacaklardı.
vi için gerekli gereç ve hurufatı alma görevini, eski Löker’e yardımcı olan 4-5 üyenin gönüllü çabası ile
Umumî İdare Heyeti üyesi Erhan Löker’’e verdi. Hu- dizgi işine başlandı. Fakat çalışmalar gereken hızda
kuk Fakültesini yeni bitirmiş olan E. Löker, iri yarı, yürümüyordu. Çünkü dizgi işinde çalışanlar ya me-
güçlü kuvvetli, matbaacılıktan çok iyi anlayan bir genç mur ya da öğrenci idiler. Ancak görevde veya derste
idi. Dizgievi kurulması düşüncesinin de savunucusu olmadıkları zaman çalışabiliyorlardı. Üstelik işin ace-
idi. Bu görevi severek kabul etti ve elindeki sınırlı misi idiler. Bu yüzden dizgi işi uzadıkça uzuyordu.
para ile İstanbul’a gitti. Orada gerekli olan hurufat Bir de sıkça çıkarılmak zorunda kalınan bildirilerin
ve gereçleri sıkı pazarlıklarla satın aldı. Aldıklarını, dizilmesi araya girince, Mefkûre’nin hazırlanması işi
çoğu kez sırtında taşıyarak Haydarpaşa İstasyonuna aksıyordu. Bu yüzden dernek dizgi evinde 30 ve 31.
götürdü ve oradan trenle Ankara’ya ve Dernek Mer- Sayıları, ancak yirmi bir gün arayla yayımlanabilmiş
kezine getirdi. O Ankara’ya gelmeden önce Dizgievi ve Mefkûre 16 ayda 31 sayı çıkarılabilmişti.
için, U. Merkez’in bulunduğu Vakıf İşhanı’nın çatı ka- TMD’nin Yayın Etkinlikleri
tındaki 2x2 m. boyutlu odacıklardan biri kiralanmıştı.
Gereçlerden küçük bir bölümü oraya, artanlar da U. Türk Milliyetçiler Derneği’nin, uzun süre bir ya-
Merkez Odasındaki boş yere yerleştirildi. Böylece yın organı olmadı. Başlangıçta ona ayırılacak para
özlenen dizgievi (mürettiphane) kurulmuş oldu. ve onunla uğraşılacak zaman bulunamadı. Fakat
şube sayısı arttıkça, bu bir gereklilik oldu. Sonunda,
Fakat iş bununla bitmiyordu. Orayı çalıştıra- Mefkûre adlı bir gazetenin çıkarılmasına karar veril-
cak, dizgi işini yapabilecek, ücretle çalıştırılacak di. 20 Ekim 1951’de çıkarılmaya başlanan bu yayın,
elemanlara ihtiyaç vardı. Derneğin imkânları bunu yarım gazete boyunda bir gazetecik idi.
sağlamaktan uzaktı. Çözüm olarak Ankara Şubesi-
nin üyeleri olan gençlerden yararlanmak akla geldi. Haftalık olarak çıkarılması ereklenen Mefkûre,
Avukat Erhan Löker on parmağında on marifet bu- başlangıçta tek yaprak (iki sayfa)dan ibaretti. Her
sayısında bir yazı, şubelere gönderilen tamim (ge- resmî olmayan kuruluşlara karşı temsil edecek, bir
nelge)ler, şubelerden gelen etkinlik haberleri yer alır- takım önemli etkinlikleri üstlenecekti. Elbette bazı
dı. Ayrıca, bir “Kitap Köşesi”nde yeni çıkan milliyetçi şubelerin düzenledikleri önemli etkinliklere de maddî
yayınlar tanıtılırdı. Sonradan Mefkûre’nin bazı sayı- ve manevî yönden katkıda bulunacaktı. Kimi şube-
ları dört sayfa olarak da yayımlandı. Fakat “haftalık” lerin bulundukları yerlerde karşılaştıkları sorunları
olma özelliği bir türlü sürdürülemedi. Çünkü Umumî çözmek, zorlukları gidermek de ona düşen bir görev-
Merkezin ona düzenli ödenek ayırması mümkün de- di. Şubeler ise, etkinliklerini, yerel şart ve durumlara
ğildi. Yayımlanması işi ile uğraşacak profesyonel bir göre gerçekleştiriyorlardı.
görevlisi de yoktu. Bu yüzden her sayısı bir zarurete
TMD Umumî Merkezi yetkilileri, Kızıl Çin zulmün-
dayalı olarak çıkarılabiliyordu. Aralıklarla 29 sayı çı-
den kaçarak Himalayaları aşıp Türkiye’ye gelen Doğu
karıldıktan sonra, 24 Mayıs 1952 tarihinde yayımına
Türkistanlı Uygur Türklerinin önderleri ve temsilcileri
uzun bir süre ara verilmek zorunda kalındı. Dernek
olan Mehmet Emin Buğra ve İsa Yusuf Alptekin’i,
dizgievi kurulduktan sonra da, biri 20 Aralık 1952 (30.
Ankara’da konuk edip mülteci Türklerin ülkemize
sayı), öbürü 10 Ocak 1953’te (31. sayı) olmak üzere
kabul edilmeleri yolundaki çaba ve etkinliklerinde
iki sayı daha çıkarılabildi.19
aracı ve yardımcı olmayı seve seve üstlenmişlerdi.
TMD’nin etkinliklerini duyuran başka yayın or- Bununla da yetinmeyip onların Ankara’daki belli başlı
ganları da vardı. Şubelerin bulunduğu yerlerdeki Türkçülerle ve Ankara Şubesi üyeleri ile tanışmaları-
basın organları dernek etkinliklerini duyuruyorlardı. nı, görüşmelerini sağlayan birkaç toplantı da düzen-
Bunlar yanında, haftalık Orkun (06.10.1950-18.01. lemişlerdi. Bunların biri, 2 Şubat 1952’de TMD An-
1952) dergisi ile Afyonkarahisar Şubesinin başkanı kara Şubesi salonunda yapıldı.21 Toplantıların birine
M. Sadettin Aygen’ce çıkarılan on beş günlük Türkeli de o sırada İstanbul Milletvekili olan Türk Ocağı’nın
(05.12.1951-05.01.1953) dergisi de, çıktıkları sürece, Merkez Heyeti Reisi Hamdullah Suphi Tanrıöver de
dernek haberlerini düzenli olarak yayımladılar.20 katılmıştı.
TMD Umumi Merkezi’nin Başlıca Başka TMD Umumî Merkezi’nin doğrudan düzenlediği
Etkinlikleri veya katkıda bulunduğu etkinliklerden biri de 3 Mayıs
1944 günü başlatılıp iki iki yıl süren, Türkçülere yö-
Kuruluşundan başlayarak TMD’nin Umumî Mer-
nelik devlet terörünün anılması için “Türkçüler Günü”
kezi ile şubeleri arasında kendiliğinden bir iş bölü-
olarak kabul edilen 3 Mayıs anmalarının ülke çapın-
mü oluşmuştu. Umumî Merkez Derneği resmî veya
MUSTAFA KÖK*
T
ürk kültür hayatında dernekçiliğin ve dergi- varıncaya kadar nice büyük insan!... Ve bu insanlar-
ciliğin şüphesiz dün olduğu gibi bugün de dan bazılarının çıkardıkları ya da yazı yazdıkları der-
çok önemli bir yeri var. Bendeniz de şahsen giler: Hareket, Büyük Doğu, Yol, Ötüken ilk aklıma
gençlik yıllarından beri bu işlerin birazcık yakınların- gelenleri… Bu büyük insanlardan herhangi birisinin
da bulunmuş olmaktan büyük haz ve mutluluk du- bir sohbet toplantısından, bir konferansından ya da
yanlardanım. Özellikle 1965-69 üniversite-öğrenimi katıldıkları açık oturumundan çıkıyorken duyduğu-
yıllarını geçirdiğim İstanbul, bütün Türkiye’de her iki muz heyecan ve artan ümitlerimizle vardığımız kesin
faaliyetin de ekseni durumundaydı. Bugün hepsi de hüküm: Nice şer odağı, ne tuzaklar kurarsa kursun,
rahmete kavuşmuş olan büyük ilim ve fikir adamla- bu ülke batmaz, bu millet ölmez!...
rından bazılarını o çevrelerde tanımış olmaktan,
İşte biz bu çalışmada - şimdilik iki yazıyla - bir kıs-
onların yakınında bulunmaktan yahut sohbetlerini/
mı bizim yıllara da sarkan birkaç dernek tüzüğünden
konferanslarını izlemekten, bu vesilelerle genç in-
hareketle o dönemlerin bir yönüyle farklı arayışlarına;
sanlara ümitler saçan gözlerindeki parıltılara şahit
“millet tanımları”yla birlikte onun bağlantı ve unsurla-
olmaktan dolayı iftihar ediyorum. Kimleri tanımadık
rına, nihayetinde bu arayışların bugün için önemine
ki? Edebiyat âlimleri Prof. Ali Nihat Tarlan’dan Prof.
dikkat çekmek istiyoruz.
Mehmet Kaplan’dan Ahmet Kabaklı’ya, sosyolog
Ord. Pof. Z. Fahri Fındıkoğlu’ndan tarihçi Ord. Prof. Değerli edebiyat bilgini Prof. Orhan Okay Hoca,
Zeki Velidi Togan’a, gazeteci/şair-“üstad” Necip bizim yukarıda dile getirdiğimiz hasreti (şimdiki moda
Fâzıl’dan N. Nazif Tepedelenlioğlu’na, ondan Osman deyimle “nostalji”yi), bizden çok daha önce ve özlü
Yüksel Serdengeçti’ye, “ilimciliği” ile şöhret yapmış bir şekilde dile getirmişti. Bakın o kendi gençlik yılları
Prof. Mümtaz Turhan’dan “eski ihtilâlci-asker” oldu- ve bu kabil ideal yuvalarını, 1950’leri nasıl anmakta:
ğu hâlde bir munis ve bilge edasıyla tarihçi Ziya Nur “Benim neslimin ve benden biraz büyük ağabey ve
Aksun’u ve sosyal-psikolog Erol Güngör’ü dahi ken- küçük kardeş nesillerin hayat hikâyesinde Milliyet-
disine meftun eden Dündar Taşer’e; nihayet tarihçi- çiler Derneği’nin unutulmaz izleri vardır. O, kendi-
edip, “ateşîn Türkçü” Hüseyin Nihal Atsız’dan mü- sinden önceki benzer dernek faaliyetleriyle beraber
tefekkir/filozof – aynı zamanda “Hareket Okulu”nun bu toprağa, bu insanlara, bu insanların inançlarına,
fikir önderi – “Anadolucu-milliyetçi” Nurettin Topçu’ya diline, kültürüne, sanatına gençlik yaşlarımızda duy-
ALTAN DELİORMAN
T
ürkçülüğü sistemleştiren Ziya Gökalp’ın ta-
güzellik duyguları paylaşılabileceği gibi, Türk olan bir
rifine göre “Türkçülük, Türk milletini yükselt-
başka kimse ile de farklı duygulara sahip olunabil-
mek demektir”(1) “Yükseltmek”, çok geniş açı-
mektedir. Bu bakımdan “güzellik duygusu”nun millet
lımları olan bir kavramdır. Bunun içine Türk milletinin
kavramı içinde yer bulması isabetli olmamaktadır.
“muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkması”ndan
kültür, ekonomi, siyaset, sanat, estetik vb. alanlarına Gökalp, millet anlayışında soy kavramına yer
kadar pek çok konu başlığı sığdırılabilir. Gökalp, bu vermemektedir. Buna gerekçe olarak ırkın (anatomik
tanımı, Cumhuriyet’in kuruluş yılında (1923) yayımla- özelliklerin) sosyal karakterleri oluşturmadığını ile-
nan “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde yapmıştır. ri sürmektedir. Ona göre sosyal karakterleri terbiye
Bu eserde, bir bakıma, yeni devletin takip ve tatbik (eğitim) oluşturmaktadır. Böyle olunca ırkın sosyal
etmesi gereken temel konular belirtilmektedir. karakterlerle ve onların bütünü olan milliyetle bağ-
lantısı kesilmektedir. Ancak, bu görüşüne rağmen
Gökalp’ın Türkçülük tanımı kendisinin bütün gö-
“Kavim” şiirindeki: “Bana yol gösteren benden olma-
rüşlerini kapsamamaktadır. Bu bakımdan tanımda
lı / Olamaz Türk’e baş Türk’üm demeyen” ifadesi
“birleştirmek” veya “bütünleştirmek” kelimesinin ek-
1930’lardan itibaren ırkçılığı savunan Türkçülerin gö-
sik kaldığı söylenebilir. Zira eserlerinde “Türkleri bir
rüşleriyle paralellik göstermektedir.
araya toplayan... mefkûrevî bir vatan”(2) veya “Türk-
lerin geçmişte ve belki de gelecekte bir gerçek olan Ziya Gökalp’tan sonraki dönemin seçkin Türkçü-
büyük vatanıdır”(3) şeklinde tarif ettiği Turan ülküsü, sü Nihâl Atsız, Türkçülüğü daha geniş kapsamlı ola-
ancak bu şekilde tanım içine alınabilir. rak tanımlamaktadır: “Türkçülük, büyük Türkeli’nde
Türk uruğunun kayıtsız şartsız hâkimiyeti ve istiklâli
Daha ayrıntılı incelendiği takdirde “millet” kavra-
ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve
mının da üstünde durmak gerekecektir. Gökalp, mil-
üstün olması ülküsüdür”(5).
leti “Millet dilce, dince, ahlâkça ve güzellik duygusu
bakımından müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış Bu tarifin içine “büyük Türkeli” deyimiyle Turan-
fertlerden mürekkep bulunan bir topluluktur”(4) şeklin- cılık, “Türk uruğu” deyimiyle de soy kavramı girmek-
de tarif ediyor. Bu tanımın, Türkçülük tanımı ile çeli- tedir. Böylece Ziya Gökalp’ta bulunmayan bir unsura
şen bazı yönleri bulunmaktadır. Gökalp’a göre milleti Atsız’ın tarifinde yer verilmiş olmaktadır.
meydana getiren unsurlar arasında din birliği bulun- Millî Ülkü
maktadır. Bu durumda Türklerin büyük vatanı olarak
belirtilen Turan’ın yani Türk birliğinin içine Hristiyan Ülkü, bir insanın veya bir topluluğun yüksek
Gagavuzlarla Şamanist Yakutlar girmemektedir. Gü- amaçları ve hedefleriyle ilgili değerlerin bütünüdür.
zellik duygusu ise geniş mânada ortak yanları bulu- Ulaşılması çok kere uzun zaman ve büyük çaba is-
“Mefkûresi olmayan bir millet ölmüş demektir” 2. Türk milleti mutlak surette hür ve bağımsız ya-
diye yazan Ömer Seyfeddin, bu kavramı “Her mille- şamalıdır. Hiçbir dış etki onun varlığını tehdit etme-
tin kendi varlığını mukaddes bir hâle içinde duyması” meli, edememelidir.
şeklinde tanımlamaktadır. (10) 3. Türk milleti ekonomik bakımdan çok güçlü ol-
Atsız, millî ülküyü daha ayrıntılı olarak ele al- malı, tabiat şartlarına bağlı kalmaktan kurtulmalı ve
mıştır: “Millî ülküler, toplulukların yaratıcı kuvvetidir. refah içinde yaşamalıdır. Ekonomik bakımdan güçlü
Bütün yaratıcı kuvvetler gibi de aykırıları yok etmek olmak, askerî ve siyasî bakımlardan da güçlü olma-
hassasına maliktir… Bir ülkünün çevresinde toplan- nın temel şartıdır. Askerî ve siyasî bakımlardan güç-
mak ve onun için ölümü göze alarak savaşmak ne lü olmak ise bağımsızlığın korunmasında en önemli
güzel şeydir. İnsanlar ancak ülkü ile hayvanlardan etkendir.
ayrılabiliyorlar. Millî bir ülkü olmadıktan, yalnız yiyip 4. Türklüğün tarihten gelen kültür özellikleri (dil,
içmeyi ve rahat etmeyi düşündükten sonra insanın inanç, gelenekler, sanat özellikleri, hayata bakış tarzı
hayvandan ne farkı kalır? Hayvan, ölümden ve ızdı- vb.) muhafaza edilip geliştirilmeli ve yabancı kültür
raptan kaçar, kuvvetliden korkar. Ölümden korkma- tesirlerine karşı korunmalıdır.
yan, ızdıraptan kaçmayan, kuvvetliyle savaşı göze
alan yaratık ancak ülkücü insandır.”(11) 5. Türk milletinin bekası, yani varlığının sonsuza
kadar devam etmesi Türkçülüğün temel hedefidir.
Çağdaş yazarlara göre “Ülkü, kelime olarak, ula-
şılmak istenen yüksek bir amaç anlamındadır. Burada Tarih boyunca, bu aslî unsurlarla ilgili her geliş-
Türkçeyi yabancı dillerin etkisinden korumak, gü- Türkçülük yolundaki ilerleme sadece Osmanlı
zelleştirmek ve geliştirmek yolundaki gayretler ise aydınlarına özgü değildi. Diğer Türk illerinde de millî
Karamanoğlu Mehmed Bey’in “…divanda, dergâhta ruha dönüş ve millî ülküyü araştırma gayretleri görü-
(sarayda), mecliste ve meydanlarda Türkçeden baş- lüyordu. Azerbaycan’da Mirza Fethali Ahundzade,
ka dil kullanılmaması” şeklindeki buyruğundan Türkî-i kaleme aldığı komedi eserlerinde herkesin anlayaca-
Basit cereyanının temsilcilerine kadar uzanmaktadır. ğı sade bir dil kullanırken, Hasan Bey Zerdabî de
Bu temsilcilerin başlıcaları Aydınlı Visâlî, Tatavlalı yayımladığı Ekinci gazetesinde Azerî lehçesinin ilk
Mahremî ve Edirneli Nazmî’dir. Dönemin edebiyat edebî örneklerini veriyor, Çarlık Rusyasının Türkleri
cereyanı dışında şiirlerini basit bir Türkçe ile yazan bilinçli olarak geri bırakma siyasetine aykırı olarak
bu şairler, 16. yüzyılın ilk yarısında bu tarzın bazı halkının eğitim ve kültür seviyesini yükseltmeye ça-
çevrelerde moda hâline gelmesini sağlamışlardır. lışıyordu. Kazan Türkleri arasında milliyet fikirlerini
ilk yayan Şehabeddin Mercanî de, Kazanlılara din-
Dünyanın bir numaralı devleti olan Osmanlı
lerinden başka bir de milliyetleri olduğunu öğretmek
Devleti’nde her soydan ve her dinden çeşitli kavim-
gayretindeydi.
ler bir arada yaşıyordu. Bu dönemde dünya politikası
din eksenli olarak yürütülüyor, Osmanlılar da bunun Kırım’da yetişen İsmail Gaspıralı’nın temel dü-
gereklerini yerine getiriyorlardı. Ancak Fransız İhtilâli şüncesi, yalnız Kırım Türklerinin değil, bütün Türk
(1789) laiklik, hürriyet ve milliyet fikirlerinin hızla dünyasının, hattâ İslam âleminin uyanıp ayağa kalk-
yayılmasını sağladı. Bu fikirler, Osmanlı Devleti’nin ması idi. Bunu sağlamak için yayımladığı Tercüman
bünyesindeki gayrimüslim Sırp, Rum, Bulgar, Er- gazetesi, ünlü “dilde, fikirde, işte birlik” sloganını
meni topluluklarını şiddetle etkiledi ve onlarda ba- hayata geçirmenin aracıydı. Bu gazete İstanbul’da,
ğımsızlık düşüncesini geliştirdi. Her türlü azınlık Rumeli’de, Kuzey Türklerinde, Azerbaycan ve
haklarından yararlanarak asırlarca rahat ve güvenli Türkistan’da takip ediliyordu. Gaspıralı, Rusya Türk-
bir hayat süren gayrimüslimlerin ayaklanmaları millî lerinin okuma alanında tam bir seferberliğe girmele-
vicdanda tepkilere yol açtı. Bu toplulukların art arda rini büyük ve âcil bir ihtiyaç olarak görüyordu. Ken-
isyanlara girişmeleri ve Hristiyan Avrupa’nın deste- disinin geliştirdiği usul-i cedidi Türk illerini dolaşarak
ğiyle Osmanlı Devleti’nden ayrılmaları bir kısım Türk yaydı. Öğretmenler yetiştirmek için kurslar açtı. Bu
aydınında da millî şuurun doğmasına sebep oldu. usul o kadar tutundu ki, bir süre sonra bu kursların
Aynı dönemde Avrupa’da Türkoloji çalışmaları hız sayısı beş bini buldu. Tercüman, o dönemdeki Türk
kazanıyor, Türk dili ve tarihi hakkında yepyeni bilgi- dünyasının birbirinden haberdar olmasını ve ilgi duy-
ler elde ediliyordu. Bu bilgilere ulaşan aydınlar Os- masını sağlayan uzun bir yayın hayatına kavuştu.
manlılardan önceki Türk tarihiyle ilgili eserler yazıyor,
Mehmed Emin (Yurdakul) Bey’in, hece vezni ile
aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin sınırları dışında,
ilk Türkçe şiirleri yazmasıyla Türkçülük tarihinde yeni
meselâ Orta Asya’da da Türk toplulukları bulunduğu-
bir sayfa açıldı. Türk milliyetçiliği, fikirleri, dili ve ifade
nu öğreniyorlardı. Böylece milliyetçiliğin temelleri şe-
tarzı ile edebiyat alanında ilk defa sesini duyuruyordu.
killeniyordu. Nihayet Arnavutlar ve Araplar gibi Müs-
“Cenge Giderken” şiirindeki “Ben bir Türk’üm, dinim
lüman toplumların da ayrılıkçı akımlara kapılmaları
cinsim uludur / Sinem, özüm ateş ile doludur” söyle-
Osmanlıcılık ve İslâmcılık düşüncelerini zayıflatıyor,
yişi ruhlarda yepyeni heyecanlar uyandırıyordu. Bazı
Türkçülüğün öne çıkmasını sağlıyordu. 20. yüzyılın
şarkiyatçılar, Mehmed Emin Bey’in şiirlerinde“Türk’ün
başlarında Ziya Gökalp gibi dirayetli bir şahsiyet ise
her şeyi güzeldir ve her şeyden güzeldir” fikrinin de-
Türkçülüğü sistemleştiriyordu.
vamlı tekrarlandığını belirtmişlerdir.
Türkçenin Arapça ve Farsça kelimelerle, terkip-
Yusuf Akçura’nın Mısır’da çıkan “Türk” gazete-
lerle, uzun cümleli ve ağdalı ifadelerle dolmuş bulun-
sinde yayımlanan Üç Tarz-ı Siyaset adlı makalesi, bir
ması Şinasi ve Ziya Paşa gibi tanınmış yazar ve şa-
öncü olarak, siyasî alanda Türkçülük meselesini ilk
irlerin tepkisini çekmeye başlamıştı. Özel gazetelerin
defa ortaya atmıştı (1904).(22/a-b) Akçura, Türk birliği
yayımlanmaya başlaması da, yazıların okuyucunun
siyaseti uygulandığı takdirde, Osmanlı ülkesindeki
anlayacağı dille yazılmasını gerektiriyordu. Böylece
Bu kongre 17 Şubat – 4 Mart 1923’te, 1335 dele- Yerli Malı Kullanımının Teşviki
genin katılımıyla İzmir’de toplandı. Kâzım Karabekir
İzmir İktisat Kongresi’nde yerli malı kullanımının
Paşa’nın başkanlık ettiği kongrenin açılış konuşma-
teşvik edileceğine, yerli malların kara ve deniz nak-
sını Mustafa Kemal yaptı. Bu konuşmada, devletin
liyatında ucuz tarife ile taşınacağına dair karar alın-
ekonomik düzeninin “millî iktisat düzeni” olacağına
mıştı. Bu karara uygun olarak Yerli Malı Haftası uygu-
işaret ediliyordu. Kongre, belli başlı ekonomik sis-
lanmasına başlandı. Başbakan İsmet İnönü, 1929’da
temlerden herhangi birine bağlı olmamakla birlikte,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada
gerekirse memleketin ihtiyaçlarına göre bunlardan
yerli malı kullanmanın ve tutumlu olmanın önemin-
faydalanabilecekti. Kongrenin düzenlenmesi görevini
den bahsetti. Dünya iktisadi bunalımının getirdiği ağır
üstlenen Mahmut Esat (Bozkurt) Bey “Yeni Türkiye
şartlar yabancı ülkelere para akışının (yani ithalatın)
muhtelit (karma) bir iktisat sistemi tatbik etmelidir”
azaltılmasını gerektiriyordu. Aynı zamanda tutumlu
diyordu.
olma bilincinin de yaygınlaştırılması yararlı olacaktı.
Mustafa Kemal Paşa, kongredeki konuşmasında Bu amaçla okullarda 12-18 Aralık tarihleri arasında
yabancı sermaye ile ilgili görüşlerini şöyle dile ge- Yerli Mallar Haftası kutlanmaya başladı. Öğrenciler
tirmişti: “Mazide, Tanzimat devrinden sonra ecnebi evlerinden getirdikleri yiyecek ve yemişlerle sofralar
sermayesi müstesna bir mevkie malikti, devlet ve hazırlarlar, şiirler okuyup konuşmalar yaparlar, skeç-
hükûmet ecnebi sermayenin jandarmalığından baş- ler ve oyunlar oynarlardı. Bu hafta boyunca tutumlu
ka bir şey yapmamıştır. Her yeni millet gibi Türkiye olmanın, yatırım yapmanın ve yerli malı kullanmanın
buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yap- önemi belirtilirdi.
tırmayız”. Bu görüş, Cumhuriyet’in ilk döneminde
Siyasî ve Sosyal Alanlardaki Yenilikler
kararlılıkla uygulanacak millîleştirme politikasının ilk
işaretidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin dinî esaslar ve kurumlar
tarafından yönetilmesi artık mümkün değildi. Bunun
Kongrede alınan kararlar arasında ham maddesi
için laiklik yolunda ilk adımların atılması kaçınıl-
yurt içinde olan endüstri kollarının kurulması, önemli
mazdı. Bu sebeple, etki alanı çok daralmış bulunan
kuruluşların millîleştirilmesi, yerli malı kullanımının
Halifelik’e son verildi. Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıka-
teşvik edilmesi ve yerli malının rekabet gücünü ar-
rılarak eğitimdeki dağınıklığın giderilmesine çalışıldı.
tırmak üzere bu mallar için deniz ve kara taşımacı-
Azınlık ve yabancı okullarına sınırlamalar getirildi.
lığında ucuz tarife uygulanması, gümrük vergilerinin
Dinî eğitimin ağırlığı azaltıldı. Medreseler, tekkeler,
yerli sanayii koruyacak şekilde düzenlenmesi gibi
zaviyeler ve türbeler kapatıldı. Şer’iye Vekâleti kal-
önemli maddeler bulunuyordu. Ayrıca millî devlet,
dırıldı.
millî iktisat, millî toplum gereklerini sağlayacak yeni
bir hukuk düzeninin oluşturulması ihtiyacı da dile ge- 1925’i takip eden yıllarda hukuk alanındaki
tirilmişti. Kapitülasyonların mirası olan Reji sistemi- inkılâplara hız verildi. Âcil değişim isteklerinin gere-
nin kaldırılması da isteniyordu. İzmir İktisat Kongresi, ği olarak İsviçre’den Medenî Kanun, İtalya’dan Ceza
oluşum hâlindeki yeni Türk devletinin millî karakterini Kanunu tercüme edilerek yürürlüğe konuldu. Sarık
çizen önemli bir toplantı niteliği taşımaktaydı.(32) ve fes giyilmesini yasaklayan Şapka Kanunu çıkarıl-
dı. 1928’de alfabe değişikliği yapılarak Latin harfleri
Yabancı Şirketlerin Millîleştirilmesi
kabul edildi. Kadınlara önce oy (seçme), daha sonra
Tramvay, Tünel, yataklı vagon, demiryolları ve seçilme hakları tanındı.
elektrik şirketlerinin tamamı yabancı sermayenin
Siyasi Alandaki Gelişmeler
elindeydi. Osmanlı Devleti döneminde demiryolları
yabancı şirketler tarafından yapılmıştı. Cumhuriyet Saltanat’ın ve Hilâfet’in kaldırılması ile birlikte,
yönetiminin devraldığı bu demiryollarının yüzde 46’sı Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki bazı uygulama şekilleri
yabancılar tarafından işletiliyordu (1929). Kararlı bir Gazi ile bir kısım mücadele arkadaşının arasını açtı.
demiryolları politikası ile 3.360 km yeni hat döşen- Bunlar, Gazi’nin başkanlığını yaptığı Halk Fırkası’na
diği gibi yabancı sermayenin elindeki demiryolları muhalif olarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı
da millîleştirildi. Belçika sermayeli Tünel ve Fransız kurdular. Rauf Orbay, Kâzım Karabekir, Ali Fuat
sermayeli Vagon-Li de aynı uygulamaya tâbi tutuldu. Paşa, Refet Paşa, Abdülhak Adnan Bey gibi tanın-
İstanbul’un ve Anadolu’daki büyük şehirlerin elektrik mış isimler bu partide yer alıyordu. Aynı dönemde
üretimi ve dağıtımını yapan imtiyazlı Macar, Belçika, zorlukla bastırılan Şeyh Sait İsyanı ve İzmir Suikas-
Fransız, Alman, İtalyan sermayeli şirketler de satın tı meydana geldi. İsmet Paşa’nın başkanlığındaki
12 Eylül 1980’den sonra Yaşar Arısan’ın çıkardı- Türk Dünyasını Araştırma Vakfı, Prof. Dr. Tu-
ğı Orkun etkili olamadı. Sonunda adını değiştirerek ran Yazgan’ın yönetiminde Türk illerinde açtığı yük-
MHP’ni destekleyen bir dergi hâline dönüştürüldü. sek okul (işletmecilik fakülteleri), kitaplık ve liselerle
Türk dünyasındaki kültür birliğini sağlama yolunda
Orkun süreci 1988-1990 yılları arasında 20 sayı
ciddi gayretler gösterdi. Düzenli olarak Türk Dünyası
yayımlanan Yeni Orkun’la devam etti. Yazı işlerini
Tarih Dergisi ve iki ayda bir ilmî nitelikte “Türk Dün-
ilk sayılarda İsmet Tümtürk, 6. sayıdan itibaren de
yası Araştırmaları” kitap/dergisi, Sosyal Siyaset
Altan Deliorman üstlendi. Fethi Tevetoğlu derginin
dergisi ve Türk kültürüyle ilgili çok sayıda kitap ya-
başyazılarını yazdığı gibi “Bindokuzyüzkırkdörtlüler”
yımladı. Vakıf merkezindeki haftalık konferans veya
adlı bir diziyi de kaleme alıyordu.
açık oturumlara düzenli olarak devam edildi. Ayrıca
1998’de yayın hayatına giren Orkun 2006’ya ka- Türk Dünyası Kadınlar Kurultayı düzenlendi. Vakfın,
dar 101 sayı çıkarak Türk Yurdu ve Ötüken’den son- Türk illerinden gelen çocuk gruplarının katılımıyla her
raki en uzun ömürlü Türkçü dergi oldu. Sahibi ve yazı yıl tertiplediği şölenler beğeniyle takip edildi.
işleri müdürü Altan Deliorman’dı. Bilim, danışma ve
Reha Oğuz Türkkan’ın kurduğu Türk 2000 Vak-
yazı kurullarında tanınmış Türkçü akademisyenler
fı (Türk Toplumunu 2000’lere Hazırlama ve Dünden
bulunuyordu. Güncel konularla ilgili yorumların yanı
Yarına Araştırma Vakfı), çeşitli araştırmalar yaptı,
sıra Türkçülüğün temel ilkelerine, tarihine, eski Türk-
uzun soluklu sempozyumlar düzenledi ve dergiler,
çülere, Türk dünyasına, Türklüğün meselelerine,
bültenler yayımladı. Amacı aydınlarımızın “Türklüğün
Türk tarihine ve genelde Türk kültürüne dair yazılara
geleceği”ni hesaplaması olan Vakıf, Türkkan’ın fikrî
yer veriyor, yarışmalar açıyor, anketler düzenliyordu.
kimliği dolayısıyla genel olarak Türkçü faaliyetlerde
Dergi, yeni yazarların yetişmesi veya ortaya çıkma-
bulundu.
sı için de özen gösteriyordu. Orkun’un, daha önce
çıkmış Türkçü dergilerden farkları şunlardı: Her ayın Türk dünyası ile ilgili çalışmalar yapan Yesevî
1’inde hiç aksamadan, ara vermeden, iki sayı bir ara- Vakfı, Erdoğan Aslıyüce’nin yönetiminde faaliyet
ÖZCAN YENİÇERİ
Y
urt, vatan, memleket edinilen topraklarda Türk Milliyetçiliğini Efektif Hale
tutunabilmek ortak duygu ve örgütlenmiş bir Getiren Tarihi Şartlar
siyasi otorite gerektirir. Bağımsızlık ile özgür-
Bilindiği gibi milliyet duygusu, aidiyet idealinin en
lüğü korumak ve savunmak için de toplumsal bilince
gelişmiş halidir. Kabile ve aşiret duygusunun milliyet
ihtiyaç vardır. Kaybetme kaygısı, yok olma ya da esir
duygusuna dönüşmesi için bütün dünya Fransız İhti-
düşme duygusu toplumlarda, ortak savunma meka-
lalini beklemek zorunda kalmıştır. Fransız ihtilali ile at
nizmaları kurulmasına neden olur. Türk milliyetçiliği-
başı giden milliyetçiliğin içeriğinde, milli egemenlik,
ni, bu anlamda Türk milletinin var olmak iradesinden;
her halkın kendi kaderini tayin hakkı, eşitlik ve laiklik
istiklal ve istikbal sorunundan soyutlayarak anlam-
ilkeleri vardır. Fransız ihtilali ve ardından İmparator
landırmak mümkün değildir. Türk milliyetçiliğinin Türk
Napolyon’un bütün Avrupa’yı alt üst etmesi milliyetçi-
milletinin Osmanlı İmparatorluğu’nun tam da çöküş,
lik ile birlikte ihtilalin getirdiği hürriyet, eşitlik, kardeş-
düşüş ve ufalanış aşamasında bir çıkış, yükseliş ve
lik, cumhuriyet ilkelerini bütün Avrupa’ya yaymıştır.
diriliş hareketi olarak ortaya çıkması, buna işaret
eder. Türk milliyetçiliği, Türk milletinin hâkim olduğu Almanya’nın ve İtalyan birliğinin sağlanması,
topraklardan geriye doğru çekilişe karşı ortaya takın- Avusturya’nın ayrılması, çok çeşitli “Pan” hareketler
dığı doğal toplumsal reflekstir. Entelektüel ve siyasi bu dönemin ürünüdür. Avrupa’da meydana gelen bu
nefsi müdafaa hareketidir. alt üst oluştan Osmanlı Devleti de doğrudan etkilen-
miştir. “Osmanlı İmparatorluğu’nda milliyetçilik önce
Türk milliyetçiliği milletin varlık kaygısının sonucu
yabancı propagandası ve siyasi amaçlarla Hristiyan
olarak ortaya çıkmış olup “bir bunalım çağına” ve çö-
unsurlar arasında yayılmaya başlamıştır. Sonuçta
küşe Türk aydınlarının verdiği cevaptır. Yusuf Akçura
Fransız ihtilali ile tohumlanan ve hürriyet fikriyle des-
“her kavim ve hatta her kabile, diğer kavim ve kabile-
teklenen milliyetçiliğin gayrimüslimler arasında yayıl-
lere karşı daima kendi özelliğini duymuş ve çoğunluk-
ması, Osmanlı Devleti’nde ayaklanmalara yol açarak
la kendi üstünlüğünü iddia etmiştir. Bu duygu ve iddia
devletin bütünlüğünü tehdit etmeye başlamıştır”1.
sanırım ki, milliyet fikrinin içgüdü ile meydana gelen
ilk başlangıcıdır. Türk kavim ve kabilelerinde bu his Osmanlı’nın sınır komşusu olan Avusturya
ve iddianın her zaman mevcut olduğunu hiç korkma- Macaristan’da meydana gelen olaylar sonrasında
dan onaylayabiliriz” der. Türk topluluklarında daima birçok devrimci Osmanlı Devleti’ne sığınmıştır. Bu
var olan kendine güven ve kendi kendisini yönetme sırada Eflak ve Boğdan karışıklıkları meydana gel-
duygusu, 19. yüzyıldan itibaren sömürgeci güçlerin miş, Mora isyanı ve Sırpların ayaklanmaları Osmanlı
saldırısıyla alt üst olması milliyetçilik duygusunu ye- siyaset ve düşünce adamları üzerinde büyük etki-
niden aktifleşmesine neden olmuştur. “Parçalanma ler meydana getirmiştir. Süreç içerisinde Müslüman
ve sömürgeleşmeye” doğru giden bir imparatorlukta Arap, Arnavut ve Boşnakların çeşitli gerekçelerle
Türk milliyetçiliği, o dönemlerde doğal olarak beka Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmaları da bu etkinin
kaygısı üzerine oturmuştur. ürünüdür.
Pertev Boratav Anadoluculuğu, Türkçülük, Tu- Osmanlı hâkimiyeti altında yaşayan Hristiyan
rancılık ve İslamcılıktan ayrı bir hareket olarak ta- tebaanın ayaklanıp ayrılmasından sonra imparator-
nımladıktan sonra bu hareketin millet ve milliyet luğun ezici çoğunluğu Müslümanlardan ibaret hale
anlayışlarını yaptığı bir alıntı ile şöyle cevaplandırır: gelmişti. Hristiyanların Osmanlıdaki barışı kendi din,
“Hangi millettensiniz sualine bazıları ‘Türk’ cevabını dil ve gelenekleri lehine bozması Abdülhamit’i İslam
veriyorlar, bu da yanlıştır. Türk tabiri, kavmi-ırki bir kültürüne dayanan siyasi bir yaklaşımı benimsemeye
tabirdir. Anadolulular, Azerbaycanlılar, Türkistanlılar mecbur etmiştir.
hep Türk’türler, fakat harsları ve vatanları bir olma- Abdülhamit, başından bu yana dış siyasetinde
dığı için hepsi birlikte bir millet teşkil etmezler. Biz Müslüman âlemiyle az çok bağ kurmaya uğraştığı
Türk soyundanız ve vatanımız Anadolu olduğu için gibi, iç siyasetinde her şeyden önce İmparatorluğun
milletimiz de Anadolu milletidir”70. Müslüman unsurları arasında anlaşmazlık çıkmama-
5. Osmanlıcılık (İttihadı Anasır), sına gayret ederdi. Devletin geleceğinin sağlanma-
İslamcılık (İttihadı İslam) ve Türkçülük sını, Müslüman unsurların birlik ve dayanışmasıyla
Halife-i Müslimin’e sadakat ve bağlılıklarından bek-
Osmanlılık bir projeydi. Bir diğer adı “İttihadı Ana- lerdi. Kısacası bir çeşit İslam birliği siyasetini uygula-
sır” yani unsurların birliği olarak tanımlanmıştı. Bu maya çabalardı. Gayrimüslim unsurlardan artık İmpa-
tanıma göre, bütün Osmanlı tebaasının çifte kimliği ratorluk için hayır kalmadığına kanaat getiren sultan,
olacaktı. Birinci kimlik (Alt-kimlik) “Özel Alanı” ve ikin- hiç olmazsa Müslüman unsurların milliyet davasıyla
ci kimlik (Üst-kimlik) de “Kamusal Alanı” oluşturacak- birbirlerinden ayrılmalarına elinden geldiği kadar en-
tı. Alt kimliklerle her vatandaş kendisini özgürce ifade gel olmaya çalışıyordu. Bu siyaseti güderek, Arapla-
ederken Üst-Kimlik olan “Osmanlılık” herkesi kuşa-
rın, Arnavutların, Kürtlerin milliyetçilerini faaliyetten
tacak ve herkesi birbirine bağlayan sağlam ve sar-
alıkoymaya uğraştığı gibi, Türklerin de “Türk milliyeti”
sılmaz bir ortak bağ olacaktı. Ahmet Mithat, Osmanlı
esasına değer vermelerinin önüne geçmek istiyordu.
ulusçuluk anlayışının benzersiz olduğunu, İslam ve
Abdülhamit, milliyet fikrini reddeden İslam’ın halife-
Halifelikten ayrı olarak, üç ayrı ilişkiye dayandığını
sultanı olmak, bütün Müslüman tabasını, yalnız dini
belirtmişti. Bu ilişkilerin birincisi, Kayı Han’ın Büyük
birlikle hükmü altında tutmak, kısacası maddi ve fikri
Türk aşiretinden miras kalan Kayıhanlık, ikincisi,
etkilerle gerçekte devamı artık imkân dışına çıkan
Osmanlı öncesi Anadolu Türk unsurlarını temel alan
T
ürk milliyetçiliğinin doğuşu XX. yüzyılın baş- cihan” saymıyorsa da bütün Müslümanların halifesi
larına dayanmaktadır. İkinci Meşrutiyet’ten olarak görüyordu. Birinci Dünya Savaşında bir ta-
sonra ortaya çıkan fikir akımları içerisinde raftan “cihad fetvası” çıkarıldığı gibi diğer taraftan
en güçlü olanı Türkçülük idi. Tanzimatçıların takip Türkçülük ve Turancılık siyaseti takip ediliyordu. Bi-
ettikleri “İttihad-ı Anasır” politikası ve ikame etmek rinci Dünya Savaşı’nda uğranılan mağlubiyet hem
istedikleri Osmanlı kimliği yaratma çabası azınlık- Osmanlı Devleti’nin hem de bütün cihanşümul poli-
ların kendi devletlerini kurmak yönündeki faaliyet- tikaların sonu oldu.
lerini önlemeye yetmeyince Osmanlıcılık fikri daha
II. Meşrutiyet Türkiye’de demokrasi hareketinin
doğmadan ölmüştü. Sultan II. Abdülhamid’in tatbik
önemli kilometre taşlarından biri kabul edilir. Gerçi
etmeye çalıştığı İslamcı siyaset de kendi hayatı ile
siyasi partiler kurulmuş ve seçimler yapılmıştır, ama
kaim oldu. Müslüman olan unsurların da istiklal pe-
aslında hiçbir zaman demokrasi tam manasıyla iş-
şinde koşmaları Türkçülük cereyanının güçlenmesi-
lerlik kazanmamıştır. Dönemin güçlü siyasi teşkilatı
ne yaradı. Trablusgarb ve Balkan savaşlarını yaşa-
İttihat ve Terakki II. Meşrutiyet’ten sonra da illegal
yan Meşrutiyet aydınları büyük bir moral çöküntüsü
faaliyetlerine devam etmiştir. Tarihimizde merkez
içerisinde idiler. Milliyetçilik cereyanı bütün dünyada
komitesini toplayıp muhalif gazetecilerin öldürülme-
en güçlü çağını yaşıyordu.
si kararı alan tek siyasi parti İttihat ve Terakki Partisi
II. Meşrutiyetin ilanını sağlayan İttihat ve Terakki olmuştur. Sonunda 1913 yılı başındaki Babıâlî Bas-
Cemiyeti Türkçü bir siyaset takip ediyordu. Türkçü- kını ile hükûmeti ele geçirmiş ve böylece demok-
lük fikrinin teorisyeni Ziya Gökalp bu cemiyetin mer- rasi başlamadan bitmiştir. Muhalefet baskı altına
kez azası idi. 1913’ten sonra İttihat ve Terakki Os- alınmış ve ihanetle suçlanmıştır. Çünkü İttihat ve
manlı Devleti’nin kaderine tamamen hâkim oldu. Bu Terakki Cemiyeti’nin demokrasi ile ilgisi yoktu. Bu
sıralarda Türk Ocağı bünyesinde toplanan aydınlar sebeple Türkçülüğün fikir babası ve cemiyet men-
Türkçülük fikrinin inşasına koyulmuşlardı. Bu olduk- subu olan Ziya Gökalp başta olmak üzere o döne-
ça zor bir işti. Ortada açık bir çelişki vardı. Osmanlı min aydınları teorik olarak bile demokrasi üzerinde
Devleti bir imparatorluktu ve bu esaslara göre şe- durmamışlardır.
killenmişti. Osmanlı Devleti XVII. yüzyılın sonlarına
***
kadar cihanşümul bir siyaset takip etmişti. Osmanlı
Padişahı devrin yazarlarınca “Padişah-ı Cihan” ola- Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasından
rak anılıyordu. İstanbul da “Payitaht-ı Cihan” idi. sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde Mustafa Ke-
Devlet gittikçe zayıfladı, ama cihanşümul iddialar- mal Paşa Cumhuriyet Halk Fırkası’nı kurunca ona
dan kolay kolay vazgeçilmedi. XX. yüzyıla girildiğin- muhalif olan kadro da Terakkiperver Cumhuriyet
de dahi padişah kendisini her ne kadar “padişah-ı Fırkası’nı kurmuştu. Aslında bu partinin kurucuları
UMAY GÜNAY*
“T
ürk milliyetçiliği “kavramı Doğu ve Batı “Biz milliyet fikirlerini tatbikte/uygulamakta çok
milletlerinin milliyetçilik kavramlarından gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz. Bu-
çok farklıdır. Doğu ve Batı milletlerinin nun zararlarını fazla faaliyetle telafiye/düzeltmeye ve
milliyetçilik anlayışlarında üstün ırk kabulüyle birlik- tamamlamaya çalışmalıyız... Çünkü tarihî hadiseler,
te, diğer milletleri küçüksemek ve onları yok etmek insanlar ve milletler arasında, hep milliyet fikrinin
anlayışı yer almaktadır. Museviliğin evrensel bir dine hâkim olduğunu göstermiştir.”
dönüşüp yaygınlaşamamasının ve içinden ikinci bir
“Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak,
din olarak Hristiyanlığın doğuşu Yahudilerin üstün
ilk önce biz kendi benliğimize ve milliyetimize bu hür-
ırk anlayışlarından kaynaklanmaktadır. Emeviler
meti; hissi, fikri, ve fiilî olarak bütün davranış ve hare-
de Müslümanlığı, Musevilerin yaklaşımı ile hayata
ketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulma-
geçirmişler ve Müslüman olan diğer etnik grup ve
yan milletler başka milletlerin avıdır. Millî mücadeleyi
milletleri ikinci sınıf olarak değerlendirmişlerdir. Ab-
yapan, doğrudan doğruya milletin kendisidir; Milletin
basilerle birlikte Türklerin büyük ölçüde İslâmiyet’i
evlatlarıdır. Millî mücadelede şahsi hırs değil, milli iz-
benimsemelerinden sonra Türklerin katkısı ve yakla-
zeti nefs, gerçek saik olmuştur. Yurt sevgisi ona hiz-
şımlarıyla İslâmiyet bir etnik grubun inancı olmaktan
metle ölçülür. Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız
çıkarak yaygınlık kazanmış ve evrensel bir din niteliği
kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa daha
kazanmıştır. İnsanlık tarihinin hikâyesine bakıldığın-
az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim
da bütün mücadelelerin altında yatan temel sebebin
ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa etti-
devletlerin ve kişilerin iktidar ve hâkimiyet mücade-
ği /savunduğu bütün mazlum milletlerin bütün şarkın/
lesi olduğu görülür. Tarih boyunca bu mücadelede
doğunun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye ka-
kaybeden pek çok devlet ve halk kaybolmuş tekrar
dar Türkiye, kendisiyle beraber olan şark milletlerinin
hayata dönememişlerdir. Sümerler, Hititler, Frigler,
beraber yürüyeceğinden emindir. Millet sevgisi kadar
Astekler vb.
büyük mükâfat yoktur. Yurt toprağı, sana her şey
Tarih sahnesine çıktıkları M.Ö. IV. binden itibaren feda olsun. Kutlu olan sensin.
Türkler, ilk yurtlarının bir bölümünü muhafaza ederek
Harp, muharebe hele meydan muharebesi yalnız
yeni yeni yurtlar edinmiş; pek çok farklı medeniyet ve
karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir,
din dairelerine girmiş; yeni kültür sentezleri üretmiş;
ulusların çarpışmasıdır. Ulusların bütün varlıkları ile
16 imparatorluk, yüzlerce devlet kurmuşlardır. Türk-
bilim ve teknik alandaki seviyeleri, başarıları, ahlakla-
lerin kurdukları devletlerin bir bölümü Tabgaç’da Çin-
rı, kültürleri, faziletleri ile kısaca göz ile görülür bütün
lilere, Hazarlarda Musevilere, Bulgarlarda Slavlara
güçleri ve varlıkları ile her türlü araçları ve olanakları
devredilirken büyük bir bölümü kendi iç çatışmaları
ile çarpıştığı bir sınav alanıdır.
sonucunda zayıfladıktan sonra yabancılar tarafın-
dan yıkılmıştır. Türkler, kendi içlerinde çeşitlenerek Gerçek kanaatim şudur. Ulusumuzu harbe gö-
bölünmüş ve her seferinde yeniden doğuşu ve ku- türünce vicdanımda azap duymamalıyım. Bize milli-
ruluşu sağlamışlardır. Yabancılardan çok birbirleriyle yetperver derler. Fakat biz öyle milliyetperverleriz ki,
çatışan Türklerin medeniyet seviyeleri ve lehçeleri de bizimle teşrik-i mesai eden bütün milletlere hürmet
birbirlerinden farklılaşmıştır. ve riayet ederiz. Onların bütün milliyetlerin icabatını
tanırız. Bizim milliyetperverliğimiz herhalde hodbina-
Büyük Atatürk milliyet fikrini özetle şöyle değer-
ne ve mağrurane bir milliyetperverlik değildir.”
lendirmiştir:
TURGAY UZUN*
M
illiyetçi Hareket Partisi’nin Türk siyasal ha- bir çizgiye sahip olmuştur. Millet Partisi’nin kurulmasıyla,
yatında yer almaya başladığı tarih, 9 Şubat DP, daha rafine bir nitelik kazanmış, daha tutarlı bir par-
1969’dur. Bununla beraber MHP’nin temsil ti görünümü sergilemeye başlamıştır2. Millet Partisi’nin
ettiği siyasal hareketin partileşme sürecinin başlan- siyasal hayat içinde hem CHP hem de DP’ye karşı kes-
gıcı, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne Alparslan kin bir muhalefet stratejisi takip etmesi ve kavgacı bir
Türkeş’in genel başkan seçildiği ağustos 1965 tarihidir. görüntü vermesi, bu partinin meclisteki varlığı ile ters
Bu tarihten önce de CKMP milliyetçi ve muhafazakâr orantılı olarak gelişme gösterdi ve DP’den ayrılanlar
nitelikte bir partiydi, ancak milliyetçi-Türkçü ideoloji- halkın desteğini koruyamadılar. Millet Partisi, özellikle
nin bir siyasal ideoloji olarak temel alınması olgusu, genel başkan Fevzi Çakmak’ın ölümü sonrası, cenaze
Alparslan Türkeş ve ekibinin bu partiye girmelerinden töreni sırasında çıkan olaylar nedeniyle CHP tarafından
sonra oluşmuştur. Bu bağlamda Alparslan Türkeş’in laiklik karşıtı bir parti olmakla suçlandı, bu suçlamalara
CKMP’ye egemen olması, önceleri daha çok kültürel bazı DP’liler de katıldı. Bu nedenle CHP ve DP, 1950
nitelikteki küçük örgütlenmelerin oluşturduğu milliyetçi seçimleri öncesi ortak tutum alınması konusunda bir
hareketi bir parti aracılığı ile siyasal hayata taşımış ve görüş birliğine vardı. 3
milliyetçi ideoloji bu parti sayesinde siyasal hayat için-
Türk siyasal hayatında bir dönüm noktası olan
de kurumlaşma sürecine girmiştir.
1950 seçimleri sonunda, Demokrat Parti, 23 yıl gibi
CKMP’den MHP’ye: MHP’nin Kurulması bir süre iktidarı elinde bulunduran, cumhuriyetin ku-
rucusu ve devrimlerin uygulayıcısı olan Cumhuriyet
Milliyetçi Hareket Partisi’nin kuruluşunda Cumhuri-
Halk Partisi’ni yenilgiye uğrattı. 1950 yılında iktidarın
yetçi Köylü Millet Partisi’nin değişim süreci önem taşı-
“kurucu” bir partiden başka bir partiye barışçı bir yolla
maktadır. MHP, ilk önce bu adla bir siyasal parti olarak
devri, Türkiye gibi ülkelerde çok az rastlanılan bir olgu
kurulmamış, çekirdeğini Millet Partisi’nin oluşturduğu
olarak kabul edilmektedir. Bu olayın başarılmasında,
CKMP’nin isim değiştirmesiyle Türk siyasal hayatında-
Türkiye’nin 1876’dan beri bir meclis ve seçim gelene-
kini yerini almıştır. Parti içi çekişmeler nedeniyle parti-
ğine, güdümlü ve kısa süreli de olsa bir muhalefet de-
den uzaklaştırılan ve istifa eden milletvekillerinin Mare-
neyimine sahip olması büyük önem taşımaktadır.
şal Fevzi Çakmak başkanlığında 20 Temmuz 1948’de
kurdukları Millet Partisi1, CKMP’nin ana çekirdeğini DP iktidarı ile birlikte ülkede bir liberalizasyon döne-
oluşturan siyasal örgüttür. Millet Partisi, DP’in CHP’ye mi başladı. CHP’nin de katılımıyla Cemiyetler Kanunu
yönelik muhalefetini yeterince sert bulmayan milletve- ve diğer bazı anti-demokratik kanunlarda değişiklikler
killileri tarafından kurulması nedeniyle daha sert bir mu- yapıldı ve siyasal özgürlükler genişletildi. Bu durum da
halefet anlayışını seçmiş ve DP’den daha muhafazakâr doğal olarak siyasal hayat içinde çok değişik görüş-
NÂZIM H. POLAT*
B
ir konuda yazı yazmanın en zor tarafı, bil-
cuttur. Bu bilgi bolluğu, yazımızın sınırlı tutulması
ginin yokluğu veya çokluğudur. Yokluğa
gereken hacmi içinde pek çok bahsin yeterince işle-
diyecek bir şey yok. Ama bunların çokça
nememesi, pek çok ismin ve gayretin anılamaması
tekrarlanmışlığı da başka bir zorluk getirir. Konuyu
sonucunu doğurmaktadır.
sınırlandırmadaki zorluk yani o konunun bir başka
konu ile iç-içe geçişli olması da bu cinstendir. Kavramlar Hakkında
“Edebiyatta Türkçülük” bahsi için bunların hepsi Konunun zorluklarından biri de dil ve edebiyat
söz konusudur. meselelerinin iç-içeliğidir. Edebiyatın asıl malzemesi
dildir. Dolayısıyla “edebiyatta Türkçülük” denince de
Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları (1923)’ndaki
“dilde Türkçülük” kaçınılmaz olarak değinilmesi ge-
“Türkçülüğün Tarihi” başlıklı kısım bu konunun ilk el-
reken bir alandır. Özellikle Millî Edebiyat hareketine
den en veciz tarihçesidir. Aynı mesele üzerindeki fikir
kadarki dönemlerin Türkçülüğü anlatılırken Türk dili
üretimi de aynı eserin “Dilde Türkçülük” ve “Estetik
üzerindeki çalışmalar konunun temel malzemesi ol-
Türkçülük” başlıklı kısımlarında en açık biçimde dile
maktadır. Böylece dille ilgili çalışmalar, bazen “bütün
getirilmiştir (Ziya Gökalp 1990: 1-11).
Türklük” fikri taşımasa bile, konumuzun sınırları içine
Yusuf Akçura’nın Türk Yılı (1928) adlı eser içinde- girmektedir. Hâlbuki Yeni Lisan hareketi sonrasın-
ki “Türkçülüğün Tarihi” başlıklı makalesi, yazıldığı ta- da (özellikle I. Dünya Savaşı sonrasında) doğrudan
rihe kadarki gelişmelerin, yaşamış-görmüş bir insan edebî eserlerdeki Türkçülük yansımalarından bah-
tarafından genişçe anlatımıdır (Akçuraoğlu 1928: sedebiliyoruz. Çünkü kökleri epeyce derinlerde olan
287-455). Yeni Lisan hareketi, kısa süre içinde artık genel kabul
görmüş, çiçeklenmiştir. Bu durum malzeme ve dikkat
İsmail Habip Sevük, Edebî Yeniliğimiz (I. C. 1931,
farklılığı doğurmaktadır.
II. C. 1932) adlı kitabında, Tanzimat sonrası edebiyat
tarihimizin her bir dönemi için “Türkçülük” bahsi aç- Aynı şeyler konu üzerinde daha önce yazılanlar
mış, her ismin Türkçülüğe hizmetini ayrıca değerlen- için de geçerlidir. Öyleyse bazı bilgiler tekrarlanırken
dirmiştir (Sevük 1931, 1932). farklı malzemeler de gözden geçirilebilir.
Agâh Sırrı Levend, “Türkçülük ve Millî Edebiyat” Edebiyatta Türkçülüğün izlerini takip ederken dik-
başlıklı yazısıyla, sınırları dâhilindeki malzemeyi eni- katten uzak tutulamayacak iki kavram vardır: Türklük
ne boyuna ortaya koyup incelemiştir (Levend 1961: Bilimi ve Türkçülük. Bunlardan birincisi Türklerin dil,
147-206). tarih, halkbilim, antropoloji vb. alanlarındaki gayret-
“Döktü omuzdan pûş ü saçağını Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839), devlet eli ve
Açtı gönüller deli bayrağını dili ile, Batı’nın üstünlüğünü kabul ediştir. Islahat Fer-
manı (18 Şubat 1856) ise bu kabulün günlük toplum-
Gözceğizim boyamak ister benim sal hayata uygulanmasıdır. Böylece Osmanlı vatan-
Al boyayıp kan ile dudağını daşları arasındaki din farklılığından kaynaklanan hak
farklılığı ortadan kalktı. Günümüzde çok telaffuz edi-
Ay yenisi gökte ne Ülker satar len “anayasal vatandaşlık” o zaman gerçekleşmişti.
Değmicek kestiği tırnağını Başta Ali ve Fuat Paşalar olmak üzere Osmanlı devlet
ricali, Batılıların tazyikiyle hazırlansa da bu ıslahatın
İçip içip kendi elinden anın bir kurtuluş reçetesi olduğuna inanmışlardı. Onlara
Duramayıp öpmişem ayağını göre böylece Osmanlı kimliği altında, bir bütünleşme
gerçekleşecekti. İşin tuhafı şu ki Tanzimat Fermanı’nı
Saldı gönül illerine akını hazırlayan Mustafa Reşit Paşa, Islahat Fermanı’nın
Kurdu göz ırmağına otağını Avrupa devletleri elçileriyle birlikte hazırlanmış ol-
masını ve hele hele Paris Antlaşması’nda konuyla
Nice tabur dağıtır ol yosmanın ilgili taahhütte bulunulmasını ihanet olarak görmüştü.
Saç dağıtıp eğmesi kalpağını “Osmanlı vatandaşlığı” aydınlarımızın dilinde “millet-i
Osmaniye”yi doğurdu. Fakat bu sosyoloji kanunlara
Vermedi bir kimseye Galip geçit aykırı bir millet anlayışı idi. Çünkü vatandaşlık bağı,
Kande çevirdiyse söz ırmağını farklılaşmayı ve ayrılma temayüllerini (engellemek
şöyle dursun) körüklemişti. Çünkü bu bütünleşmeye
Hazret-i monlayı bilenler bilür inanan öncelikle Türk aydınlar ve biraz da diğer Müs-
Bilmeyenin kim çeke kulağını lim unsur aydınlardı. Tanzimat aydınlarımız “millet-i
Osmaniye” terimiyle bütün vatandaşları kastetseler
de “edebiyat-ı Osmaniye” ifadeleriyle anlatılmak iste-
Bu gazeldeki hiçbir hayal, Namık Kemal’in
nen, sadece Türk edebiyatı ve Türkçe idi. Bu durum,
“Acemâne” dediği cinsten değil tam aksine Türk ha-
“millet-i Osmaniye” diye bir şey bulunmadığının en
yatının yansımasıdır. Omuzdan aşağı dökülmüş saç
açık delili idi. Fakat bu terim, resmî ağızlarda, Os-
ve puşu, Ülker(lik) satmak (taslamak), tırnağına değ-
manlının sonuna kadar devam etmiştir. Gayrimüslim
memek, gönül illeri, akın salmak, göz ırmağı, otağ
unsurların hatta Arnavutluk’un ayrılmasından sonra
kurmak, göz boyamak, tabur dağıtmak, saç dağıt-
bile pek çok Osmanlı aydını “edebiyat-ı Osmaniye”
mak, kalpak eğmek, geçit vermemek, söz ırmağı,
derken Osmanlıdan önceki Türklüğe uzanamıyor,
kulak çekmek gibi hayal ve teşbihler, deyimler tama-
mesela Selçuklu ve hatta Anadolu Türk beylikleri dö-
men Türk hayatının edebiyat kılığıyla görüntüsüdür.
nemindeki Türkçe edebiyata sahip çıkmıyordu.
HİLMİ DEMİR*
İ
slamcılık ile modernizm ya da modernleşme meyi tek tip ve Batı merkezli bir yaklaşımla yorum-
arasında sıkı bir ilişki vardır. Her ne kadar bu lamasıdır. Oysa İslamcılık modernleşmenin kuşattığı
ilişki genelde bir karşı oluş ya da zıt oluş şek- bir zaman ve mekân içinde doğmuş ve gelişmiştir.
linde algılanırsa da doğru gözükmemektedir. Kültü- Ve Modernleşme süreçleri Batı dışı modernleşme-
rel açıklamalar İslamcılık ile modernleşme arasında lerin yaşandığı çoğul ve farklı süreçler olarak kabul
gelenek-modern, Batıcı-İslamcı, kutsal-seküler, akıl- edilmelidir.
din gibi karşıtlıklar üzerinden hareket ettiğinden, İs-
Bundandır ki, Modernleşme süreci tek bir süreç,
lamcılık ile modernleşme arasındaki ilişki de yanlış
tek bir istikamet ve zorunlu bir son, merkezden çev-
bir biçimde bir karşıtlık-zıtlık üzerine kurulmuştur.
renin belirlendiği ve çevrenin mutlak itaat etmesi ge-
Modernizm ile İslam’ın temsil ettiği değerler arasın-
da mutlak karşıtlık gören özcü, yaklaşımlar, Doğu reken bir süreç olmadığı gibi İslamcılık da bu sürece
ile Batı arasında uzlaşmaz bir karşıtlık anlayışından sonuna kadar direnen ve otantik olarak sahihliğini,
hareket ederler. Oryantalizm ile modernleşme teori- masumluğunu korumuş bir kutsal bakire değildir. Katı
sinin kesişim noktasını oluşturan bu uzlaşı da Doğu bir gelenek/modernlik ayrımına dayanan bir model,
Müslüman-Batı ya da geleneksel-modern ikilemi ne Batı modernliğini anlamak ne de Batı-Batı Dışı
üzerinden yürütülür ve biz ve onlar zıtlığı üzerinden ilişkisini kavramak için uygundur. Batı’da modern-
kavramsallaştırılır. leşme aynı süreçleri izlemediği gibi Ortadoğu’da
da Türk modernleşmesi ile Mısır ve diğer ülkelerin
Gerek modernizm taraftarları gerekse İslamcı- tecrübeleri arasında ciddi farklar vardır. Bu yüzden
ların ortaklaşa paylaştıkları bu kültürelci yaklaşım yazımın başında İslamcılık-modernleşme, gelenek-
biçimi, dinin toplum, kamu ve siyaset sahnesindeki modernite gibi karşıtlıkları ve kendi içlerinde tama-
görünürlüğünü yorumlarken aynı biçimde karşıtlık ve men bütünleşik ve diğerine kapalı iki ayrı alan oldu-
çatışma üzerine kurulur. Bernard Lewis ve Samuel ğunu reddediyorum.
P. Huntington gibi Oryantalizmin mirasçıları İslamcı-
lığın yeniden canlanışını ya geleneksel dinlerin dire- Türkiye’de İslamcılığın 1980 öncesi ve 1980 sonra-
nişçi ve değişmez yapılarına ya da İslam’ın siyasal sı olarak iki dönemde ele alınabileceğini ve 80 sonrası
doğasına bağlamaktadırlar. Buna karşılık kültürelci İslamcılığın büyük bir dönüşüm ve değişim yaşayarak
yaklaşımları temellük eden İslamcı aydınlar da İs- Ulusaşırı Hegemonyanın tarihsel bloğuna katılarak
lamcılığın yeniden canlanışını modernizm başarısız- konjonktürel hegemonyasını kurduğunu düşünüyo-
lığı, Batı maddeciliğinin yetersizliği, pozitivizmin iflası rum. İslamcılığın yaşadığı bu dönüşüm ve değişimin
ve maneviyata dönüş gibi karşı oluş tezleri üzerinden kültürelci yaklaşımlarla da açıklanamamaktadır. Zira
açıklamaktadırlar. Her iki tezin ortak noktası da mo- İslamcılık 80 sonrası karşı olduğunu iddia ettiği birçok
dernleşme ile İslamcılık arasında mutlak bir karşıtlık yapı ve fikirle iç içe geçerek karşıtı olan Batı değerle-
ya da zıtlık bulunduğunu kabul etmesidir. Ayrıca bu rinin temsilcisi olabilirken aynı zamanda kendi gücünü
iki yaklaşımın bir diğer ortak noktası da modernleş- de koruyabilmiştir. Bundandır ki İslamcılığı hegemon-
YAŞAR KOP*
S
on yıllarda gerek içerde ve gerekse dışarı- üçünün de ortak amacı milli devlete geçişi ve mil-
da Türkiye’nin yapısına uymayan ve uyma- letleşme sürecini reddetmektir. Hatta daha da ileri
yacak olan konu ve kavramlar tartışılarak gidilerek sanki milli mücadele yapılmamış gibi gös-
Türkiye büyük bir kargaşaya doğru sürüklenmek terilmektedir.
istenmekte ve bu bağlamda büyük gayret göste-
İşte bu makalede de yeni Osmanlıcılık olarak
rilmektedir. Amaç elbette ki Türk tarihinin devamı
adlandırılan tezin isminin asıl çıkış noktası olan Os-
olan Türkiye Cumhuriyeti ve sahip olduğu üniter
manlıcılık ele alınacak ve çeşitli yönleriyle ne anlam
yapıyı yıkmak veya zarar vermektir. Tarihi sayfalar
ifade ettiği üzerinde durulacak/durulmaya çalışıla-
karıştırıldığında benzer durumlara “soğuk savaş”
caktır. Belki de bu sayede bir kez daha demokrasi
döneminde dahi rastlanmadığı görülecektir. Bir
için elzem olanın millet ve millet gerçeğinin altı çizil-
nevi iki başlı kutup -ABD ve SSCB- yerine tek başlı
miş olacaktır.
hâkimiyet havası [küreselleşme] bu duruma vesile
olmuştur denilebilir. Gündemi takip eden herkesin Osmanlıcılık Akımının Temel Taşları:
de iyi bildiği gibi, tartışılan konular arasında; Türkiye Millet, Vatan ve Aydın
Cumhuriyeti Devleti için çok milletli ve çok hukuklu Devletin bekası için kullanılan bir tabir olan Os-
bir model, özellikle din ve kültür ağırlıklı “medeniyet- manlıcılık düşüncesinin daha iyi anlaşılabilmesi için
ler çatışması” ve “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) öncelikle millet, vatan ve aydın kavramları/algıları
tezleri ilk sıralarda yer almaktadır. Söz konusu tar- üzerinde durmak gerekmektedir ki konunun köşe
tışmaların şekillenmesinde birçok kesim tarafından taşları, hatta temel noktası/noktaları belir(len)miş
da kabul gören sebep Amerika Birleşik Devletleri’nin olsun.
yeni güvenlik anlayışından başka bir şey değildir. Bu
güvenlik anlayışı, tehlike ABD’ye ulaşmadan tehli- Bilindiği gibi Osmanlı Devleti teokratik bir dev-
kenin bulunduğu/bulunacağı farz edilen yer(ler)de lettir. Bu devlette din; toprak esası ya da milliyetten
tehlikeyi ortadan kaldırmak esasına dayanmaktadır. daha önemlidir. Bunun kökeni ise İslami anlayış-
tan gelmektedir. “Millet–i İslamiye”yi oluşturanların
Yukarıda zikredilen ve Türkiye’yi de kapsayan ortak özelliği hepsinin Müslüman olmalarıdır. Etnik
genel tartışma konuları son zamanlarda yeniden kökenleri önemli değildir. Farklı ırktan olup, ayrı dil-
isimlendirilerek sadece Türkiye’ye has çeşitli isim- leri konuşanlar eğer “Sünni Müslüman” iseler İslam
ler/tezler altında cereyan etmektedir. Bunlar ara- milletine dâhildirler. Müslümanların yanında İslam
sında “Türkiyelilik”, “ikinci Cumhuriyetçilik” ve “yeni topraklarında zımmiler de 1 yaşamaktadır. Osmanlı
Osmanlıcılık” olarak sıralanabilir. Gerçi her üçü de egemenliği altındaki zımmiler mezhep ya da dinleri-
birbirini tamamlayan tartışma konularıdır ve her ne göre Osmanlı yönetimi tarafından gruplandırılmış
Osmanlı Devleti’ne göre, Batı’nın imparatorlu- Osmanlıların kurmuş olduğu dengenin karşılaş-
ğa karşı davranışı, Haçlı seferlerinin devam ettiği- tığı ikinci büyük güçlük ise, devletin bir modernleş-
ni gösteriyordu. Bunlar arasında Rusya, Osmanlı me sürecinin içine girmiş olmasıdır. Bu başarı im-
Devleti’nin en önemli dış düşmanı sayılıyordu17. paratorluğa bağlı olan ama kendisine erişilemediği
Rusların hedeflerine ulaşmak için büyük gayretler için adeta özerk yaşayan çeşitli grupları yönetime
sarf ettiği zaten ortadadır. Ekalliyetleri kışkırtmak, karşı mücadele içine sokmuştur. Bunlara eklenme-
elde olanı elde tutmak, olmayanı ele geçirmek si gereken önemli bir nokta da23 Osmanlı yönetimi-
Ruslar için vazgeçilmez bir tutkuydu. Zaten Deli nin bu tür hareketlerle uğraşabilecek ve bu alanda
Petro’nun da dediği gibi, hedefe ulaşmak istiyorsan, uluslararası baskıya karşı durabilecek güce sahip
hedefi kendine yakınlaştırmak gerekir. O sıralarda olmayışıdır. Aslında Osmanlı yöneticilerinin geliş-
Arnavutluktan geldiği söylenen bir mektupta, Os- mekte olan milliyetçi hareketlerin farkında olmadık-
manlı Hükümeti’nin Arnavutluk’a yeteri kadar önem ları bunun içinde çağın en güçlü akımının karşısına
vermediği için Osmanlı Devleti’nden ayrılmak istedi- “Osmanlıcılık” gibi suni bir milliyetçilik çıkararak,
ği yazıyordu. Sebebi ise; Arnavut çocuklarını, Rum olayı baştan kaybettikleri doğru bir tez değildir. Bu
ve Bulgarlar kendi okullarına kaydettirmek için kili- kimseler çok iyi farkında oldukları akımın karşısına
seler aracılığı ile zaman harcarken, Osmanlı Devleti ancak üst kimlik verebilecek bir milliyetçilikle çıktık-
oralı bile olamıyor, olmuyordu. Bu sebeplere bir de ları takdirde, zor da olsa başarı sağlayabileceklerini
tahrik ve teşvik eklenince, Arnavutlar bu görüşlerin- düşünmüşlerdir24.
de ısrar etmişlerdi. Buna karşılık Osmanlı Devleti Osmanlıcılık; Osmanlı Devleti’nin yıkılmaktan
hiçbir Osmanlının “lisanına-kavmiyetine” dokunmak korunmasını, devlet sınırları içinde yaşayanları
niyetinde olmadığını belirtiyor, böyle bir çareyi red- hangi soydan ve dinden olursa olsun kaynaştıra-
dediyordu18. Artık Osmanlı Devleti için tüm unsurla- rak bir “Osmanlı milleti” oluşturmakla mümkün gör-
rı bir arada toplamanın zamanı gelmişte geçiyordu mek demekti25. Osmanlı milleti içinde Türk, Ermeni,
bile. Bulgar, Arnavut ve Arap eriyecek, hepsi “Osmanlı”
Genel-geçer bir kurala göre, büyük-küçüğü, güç- olacaktı. Böylece milliyetçiliğin yol açtığı ayrılıklar
MUSTAFA AKSOY*
T
ürkiye, çok kullanılan ancak nerdeyse her- bunlardan birisi psikolojik, diğeri sosyolojiktir. Bir
kesin farklı bir anlam verdiği etnik (ethnic) insan kendini hangi milletten sayıyorsa, sosyolo-
kavramı 1970’lerden sonra sosyal grup, jik bakımdan ait olup olmadığına bakılmaksızın, o
topluluk kavramları yerine etnik grup kavramı için insanın o millete ait olduğu kabul edilir. Napolyon,
kullanılmaya başlamıştır1. Fakat etnik kelimesi ne kesinlikle Fransız değildir; Korsikalıdır. Büyük bir
“sosyal” ne de “topluluk” kavramların karşılığı de- ihtimalle Arap asıllıdır. Ama kendini Fransız kabul
ğildir. Ancak özellikle İkinci Dünya Savaşı’yla kirle- etmiş, ömrünü Fransa’ya vermiştir... Stalin de aslen
tilen ırk kavramı yerine “etnisite” terimi tercih edilir Rus değildir, fakat kendisini Rus kabul etmiş... Oğuz
olmuştur”2. Çünkü “etnik teriminin sosyolojide anali- Han’ın torunu ‘Ben Türk değilim’ diyorsa, hiç kimse
tik açıdan kullanışlı olma iddiası çok daha fazladır, ‘Sen Türksün’ diye onu zorlayamaz. Ama genellikle
çünkü ‘ırk’ teriminde olduğu gibi itibarını kaybetmiş psikolojik boyut, yani aidiyet şuuru sosyolojik boyu-
bir bilim ve kötü niyetli uygulamaların çağrışımlarıyla ta bağlı oluyor. Hiç kimsenin de Kürtlerin milliyetini
yüklü geçmişi yoktur”3. Dolayısıyla “etnik teriminin tayin etme hakkı yoktur; kendileri hakkında kararı
farklı muamele görmesinin nedeni onun ırk kavra- kendileri verir. Başkaları ancak tarihleri, sosyal ya-
mında olduğu gibi yanlış bir tarihsel ilişkilendirme- pıları hakkında ve benzeri hususlarda araştırma
den etkilenmemiş olmasıdır”4. Ancak nasıl olursa yapabilirler”8. Çünkü bilimsel anlayış onu gerektirir.
olsun etnik kavramı etimolojik olarak masum olsa da Bu bağlamda insanların sahip olduğu sosyal grupla-
genelde çok da masum değildir. Örneğin “…etnisite rın tarihi ve kültürel yapılarını araştırmak bir fantezi
bir özdeşleştirme sinyalidir”5. Bu nedenle Taguieff, ya da sosyal mühendislikten değil sosyal gerçekliği
“etnikliğin, bir bakıma tabu haline gelmiş ve prejo- ortaya koymaktan kaynaklanır.
ratif bir anlam taşıyan ırk kavramının yumuşatılmış,
1927 yılında İngilizce hazırlanan İslam
giydirilmiş bir şekli olabileceğine” işaret etmektedir6.
Ansiklopedisi’nin “Kürtler” maddesini yazan Wladi-
Dolayısıyla “bir etnik milliyetçiliğin kabul edilmezliği
mir Minorsky, dilden hareketle etimolojiyi kullanarak
açık seçik ortadadır ve bir mikro-devletler tozunu
“Kürt” kelimesinin kaynağını bulmaya ve bir “Kürt”
oluşturucu, ayrılıkçı virüsle, son derce sorunsaldır”7.
milleti inşa etmeye çalışır. Hareket noktasını ise
Böyle olmakla beraber bazılarının etnik kavramını
M.Ö 401–400 yıllarında Ksenophon’un “Anabasis-
kullanarak bir devlet ya da millet içinde kendilerine
Onbinlerin Dönüşü” adıyla yazdığı eserde kullandığı
ayrı bir kimlik arayışı içinde olduğu ve bundan sonra
Kardukh kelimesi oluşturur. Ksenophon bu konuda
da var olacaklardır. Önemli olan bu sorunu sosyal
şunları ifade eder: “… Lydia ve İonia’ya ulaşıldığını
yapıya zarar vermeden çözmektir.
ve kuzeyde dağlar aşılınca Kardukh’lar ülkesine varıl-
“Milliyetin tayininde iki etken önemli rol oynar; dığını bildirdiler. Bu halkların dağlarda oturduklarını,
Gaziantep’teki Beydili oymaklarında 300 yıldan Patnos hakkında yapılan bir çalışmada da
beri söylenen ve yukarıda bir kısmını aldığımız ağıt- Patnos’ta Torunların yaşadığı şu bilgilerden anla-
ta Torun oymağı Avşar, hem de Barak ve Elbeyli şılmaktadır: “Seyda ise gâvur icadı diye reddedin-
oymağında görüldüğü şu ifadeyle daha somutlaş- ce belediye yönetimini…(Sonraları bizzat seçime
maktadır: “Elbeyli Boy Beyi olan ve İlbeyli Torunları girmelerine rağmen kazanamayacaktır zat-ı muhte-
Oymağı’nın da başkanı…”34dır. rem) Bu belediyeye sorununu aşiretlerle çözmeye
başlamışlar. İyi de hangi aşiret. Geçmişte siyasi tec-
Konu hakkında yapılan bazı çalışmada da Torun-
rübesi olan Torun aşireti olsun demişler. Fakat Torun
lar hakkında şu bilgiler verilmektedir: Beğdili evvelce
aşireti ile barışık olmayan küçük aşiretler daha güçlü
Barak ve Türkmen namı ile ikiye ayrılmıştır. Baraklar
olmayan Memani aşiretinin belediye yönetiminde
Torun, İsalı, Abdurrezzaklı, Kördölü, Adıklı, Karaku-
söz sahibi olmasının yararlı olacağını uzun uzadı-
rak oymakları, Türkmenler ise Karaşıhlı, Araplı, Bek-
ya anlatmışlar bir birlerine sonunda 1937 de kurulan
meşli, Güneş, Kadırlı, Şarkevi Ocaklarına ayrılmıştır.
belediyenin ilk başkanı bütün uğraşlara rağmen To-
İçlerinde Karkın namı ile bir oymak vardır. Bunların
run aşiretinden seçilmiş”41.
oymak reislerine ‘Ağa’ denir”35.
Torunların Kürt olduğu ve Türklerle ilgisinin ol-
“Nizip’te Yağmuralan (Mizrin) köyü Barak
madığı iddiası, internet ortamında yazılmış bir ça-
Ovası’nda kurulmuştur. Köy bundan 250 yıl kadar
lışmada şu şekilde yer almaktadır: “Anadolu’nun
önce şimdiki köyün güneydoğusunda bulunan höyü-
dışında yasayan başka yörelerden Kürtlerin, Orta
ğün çevresinde Mezar-ı Ayin adı ile kurulmuştur. Köy
Anadolu’ya göç ettikleri görülmüştür... Araştırmacı
halkı Orta Asya’dan göç eden Oğuz Türk’lerinin Kayı
Wolfram Eberhard bir incelemesinde Kozanoğulla-
Boyuna mensup Torun Aşireti’ndendir”36.
rının aslında Kürt olduğu ve zamanla Türkmenleş-
Hatay bölgesinde yapılan bir araştırmaya göre tiklerini belirtmektedir. Değişik kaynaklarda Kars,
de “Amik Ovasında Reyhanlı aşireti oturmaktaydı. Ağrı, Mus, Van, Erzurum, Adıyaman ve Urfa yöre-
Bunlar, daha evvel birkaç kez iskâna tabi tutulmuş sinden Kürtlerin farklı zamanlarda Orta Anadolu’ya
olmakla beraber, ilgisizlik yüzünden tekrar göçe- göç ettikleri belirtilmektedir. Genellikle Kars ve yö-
be hayata dönmüşler ve yarı konargöçer bir hayat resinde Kürt aristokrasisini temsil eden Torunlar
sürdürmekteydiler. Yöredeki göçebe aşiretlerin en denilen bir tabaka ve aşiretten bazı unsurların Orta
büyüklerinden biri olan Reyhanlı aşiretleri; Mursallı Anadolu’da günümüze kadar varlık göstermiş olma-
(iki kol), Bahadırlı (iki kol), Sarıcalı (iki kol) , Kodallı, sı, Kürdistan’dan buraya yönelik göçlerin tipik bir
Corslu (Çoşlu), Torunlu. Kırıkhan ileri gelenlerinden işaretidir. Kaynaklarda zaman zaman Mala Kosan
Toklucu, Pürdeloğulları, Torunlu Hırfanoğulları, Kılı- (Köseler Konagi) diye adlandırılan bu aşiretten in-
çoğulları, Kızılkayalar, Köseoğulları, Zortuklar, Vu- sanların ne zaman buraya geldikleri bilinmiyor. Ör-
rallar, Falaylar, Kıvraklar, İldaylar ve yörenin güçlü neğin Polatlı yöresinde Köseler ve Yunak yöresinde
adamı Şıh Hasan ağanın babası Mehmet Ali Ağa da Torunlar adlı yerlerin bulunduğu saptanmıştır. Fatma
katılır”37 denilerek Torunlardan bahsedilir. Yeşilöz ve Elife Kart’in birlikte hazırladıkları bir lisans
tezinde, Cihanbeyli’ye bağlı Gölyazi kasabasında
“1518’de tutulan Diyarbakır Eyaleti tahrir defter-
asilzade olarak tanınan Torunoğulları adında bir aşi-
lerinde yazılı köy, oymak veya şahıs isimleri, Dicle
retin olduğu belirtilmektedir”42. W. Eberhart’a atıf ya-
bölgesi halkının Osmanlı fethinden önce ve Akko-
pan yazar kaynağın adını ve sayfasını vermemiştir.
yunlular çağında Türkçe konuştuklarını göstermek-
tedir. Bu defterde bulunan Ağa, Artuk, Aydoğmuş, Ancak Eberhard’ın Kozanoğullarından bahsettiği
Başlamış, Bayram, Budak, Bulduk, Doğan, Durak, tek eseri 1951 yılında Çukurova’daki aşıklık geleneği
AYTEKİN ERSAL*
M
illi devlet olgusu, sosyal bilimlerin üzerinde ham alan kültürel yönelimlere farklı bakışları olgunun
mutabakat sağlayamadığı en çetrefil me- monolitik olmayan vasfının muteber bir hatırlatması
selelerinden birisidir. Çeşitli disiplinlerden olacaktır. Bunun için ilk önce etnisiteden milli devlete
gelen entelektüellerin olguyu kendi zaviyelerinden uzanan teorik çerçeve çizilecek, Türkiye’de milli dev-
ele alışlarının ortak metinlerde buluşmayı engellediği letin inşası tarihi ve kültürel zeminde özetlenecek ve
düşünülebileceği gibi, olgunun farklı tarihi tecrübeler- nihayetinde Osman Turan’ın meseleye bakışı ortaya
le siyasal hayatta tezahür edişi de ayrı yaklaşımları konacaktır.
tahkim eden bir durum gibi görünmektedir. Sözgelimi
1. Etnisite, Ulus, Milli Devlet Kavramları
İngiltere’de 1580’de başlayıp 1810’a kadar uzanan
bir tarihi süreçte cereyan eden çitlemelerle köylü- Etnisite kavramı Yunanca “ethnos”tan türemiştir.
lüğün tasfiyesi, feodal beylerin tüccara dönüşmesi, Ortak tarihi, dini, kültürü paylaşan sosyal kategorilere
finans kapitalin dizayn ettiği merkantil politikalarla te- ilişkin olarak kullanılmaktadır.2 Glazer ve Moynihan’a
zahür eden monarşik milli devlet modeli ile Fransa’da göre terimin ilk görüldüğü çalışma 1972 yılında ya-
krallığın unvan satışlarıyla soyluluğu satın alan bur- yımlanan Oxford English Dictionary olmuştur.3 Kav-
juvazinin, muhkem bir köylülükle şekillenen içtimai ram objektif ve sübjektif yönden ele alınabilir. Konu-
yapıyı milli egemenlik formülasyonu ile dönüştürme şulan dil, alışkanlıklar, din- inanç sistemi, yeme içme
süreci, farklı yaklaşımları mündemiç süreçlerdir.1 ve giyim kuşam gibi itiyatlar, değerler düzeneği et-
Keza 19. yüzyıl son çeyreğinde Balkanlarda tema- nisitenin objektif yönünü; aidiyet hissi, öteki anlayışı
yüz eden milli devletlerle, 20. yüzyılın ilk yarısında bir ve tarih bilinci sübjektif yönünü verir.4 Irk kavramıyla
modernleşme projesi olarak vücut bulan postkolon- bağlantılı olarak sosyal kategorilerin aşikâr veya zım-
yal milli devlet tecrübeleri de farklı değerlendirmeleri ni fiziksel görünüş farklılıklarına dayandırılan tanımla-
zaruri kılmaktadır. Siyasal ömrünün hiçbir evresinde malardan da söz edilebilir.5 Bu bağlamda etnik grup:
ne feodal toplum aşamasını, ne de sömürge devlet “Daha büyük bir sosyal ve kültürel sistem içerisinde,
tecrübesini yaşamamış Osmanlı İmparatorluğu’nun sergiledikleri ya da sergilediklerine inandıkları bir
I. Dünya Savaşı ardından milli devletin inşa edildiği özellikler kompleksine (etnik özelliklerine) dayanarak
bir modernleşme sürecine girişi de farklı değerlendir- özel bir statüye tabi olan ya da özel bir statü isteyen
meyi hak etmektedir. sosyal bir grubu anlatmak için kullanılır.”6 Fertlere
mahsus özelliklerin tersine kültürel gruba özgü her
Yüklü bir tarihi tecrübeyi izah eden müktesebatın
türlü özellik ya da belirti etnisiteyi oluşturur.7 “Dil kül-
üst çerçevesi iktisadi, hukuki, felsefi ve siyasi zemin-
tür, gelenek ve görenek bakımından birbirine bağlı ve
de çizilebilir. Milli devlet iktisaden kapitalistleşmenin,
genellikle aynı soydan gelen bireylerin oluşturduğu,
hukuken tabii hakların, fikren aydınlanmanın ve siya-
görece küçük insan topluluğu” olarak da tanımlamak
seten modernleşmenin buluşma noktalarına tekabül
mümkündür.8 Marshall da etnik grubun ait olduğu
etmektedir. Bu durum, olgunun tek modelle izah edi-
büyük kitleden kendini farklılaştığına inan özelliklere
lemezliğini izhar etmektedir. Bir tane aydınlanma, bir
sahip insanlar tarafından oluştuğunu düşünür. Etni-
tane kapitalizme geçiş, bir tane tabii hakların gelişimi
site bu haliyle sınıfı aşan bir kategoridir. Sözgelimi
ve bir tane modernleşme modeli yoktur. Türkiye’de
Amerika’da Yahudi kimliği farklı coğrafyalarda farklı
milli devletin ihdası da bu süreçten ari değildir. Bir ku-
sınıflara mensup insanlardan oluşmakla birlikte ge-
rucu olarak Atatürk’ün hukuki, iktisadi, felsefi, siyasi
niş Amerikan toplumundan ayrılan etnisiteye tekabül
alanlarda doktriner bir ideoloji vazetmemiş olması,
eden bir grup kimliğine örnek teşkil eder.9 Parsons,
milli devletin kuşatıcılığını pekiştiren bir olgu olarak
“ortaklaşa bir soydan veya gruptan geldiklerini kabul
görülmektedir. Osman Turan’ın, 1930’lu yılların orta-
eden akrabalık gruplarının bir araya toplanması” ola-
larında dile getirilen tarih tezlerine ve bu tezlerden il-
rak tanımlar.10
ABDULLAH TEMİZKAN*
M
eşruiyet her devrin kendi telakkisine, kon- açmıştır.3 Değişmeyen kurumlardan birisi de adalet
jonktüre ve medeniyet türüne göre değişik- kurumu olmuştur. Adalet iktidarı korumanın da kay-
lik göstermektedir. İslam’dan önce İktidara betmenin de vasıtası olmuştur. Halifelik saltanata dö-
gelmek için Aşina soyundan gelmek gerekiyordu. Bu- nüşse de temel bazı ilkeler değişmemiştir. Adalet bu
nun yanında iktidarı ele geçirmekle iş bitmiyor iktidar- ilkelerin en önemlisidir.4
dayken töreye uygun hareket etmek, tebaayı kolla-
Bir hanedana mensup olmak meşruiyet açısın-
yıp gözetmek meşruiyetin en önemli unsurlarıydı. Aç
dan önemlidir.5 Timur gibi istisnalar çıksa da (ki o
olanı doyurmak, çıplağı giydirmek, güvenliği temin
Çağatay Hanlarının soyundan gelen birisini iktidarını
etme noktasında düşman kavimlerden dizli olanına
meşrulaştırmak için ustaca kullanmıştır.6) Tuğrul Bey
diz çöktürmek, içerdeki ayrılıkçı gruplardan başlı ola-
Türkmenlerin büyük hükümdarıdır, ancak zamanın
nına baş eğdirmek de iktidarı devam ettirebilmenin
halifesinden alınacak bir onay onu bütün Müslüman
en önemli şartlarındandı.1 İslam öncesi Asya Türk
dünyasının meşru iktidarı yapacaktır. O bu fırsatı
devletlerinin ekonomisi büyük ölçüde savaş ekono- 1055 yılında Halifenin imdadına yetişerek ele geçir-
misine dayanıyordu. Hakanın tebaasının geçimini miş ve Sultanu’s Selatîn olmuştur. Bu Orta Asya’dan
sağlayabilmesi için bol ganimet (ulca) elde edebile- batıya akan Türkmen kitleleri için yeni bir şeydir, ama
ceği başarılı yağma seferleri düzenleyip, yönetmesi son derece etkileyici ve çarpıcı bir sıfattır.7 Selçuklu-
gerekiyordu. O zamanın devletleri kabile federasyon- lar Sünnî İslam anlayışını resmi devlet ideolojisi ola-
ları şeklinde teşkilatlandıkları için, bu teşkilatlanmayı rak benimseyip bunun söylemini kurdukları Nizamiye
temin noktasında birliği gerektiğinde güç kullanarak, Medreselerinde uyguladıkları formel eğitim yoluyla
(sü süleyerek) sağlamak gerekebiliyordu. Yani meş- üretmiş ve iktidarlarını sadece Türkler için değil diğer
ruiyetin en önemli kaynaklarından biri hemen hiçbir Müslümanlar için özellikle de Sünnî Müslümanlar için
devirde değişmeyecek olan “güç” dür. Toplulukların, meşrulaştırma ihtiyacı hissetmeye başlamışlardır.8
kalabalıkların zaafı şuursuz olmasıdır. Bu şuursuzluk
onları güç’e itaat etmeye götürür.2 Gücün iktidarı ele Kutadgu Bilig meşruiyeti vatandaşlık sözleşmesi-
geçirmesinde birçok yardımcı faktörlere de ihtiyacı ne benzer bir anlayışla izah eder. İktidarın (devletin)
olacağı aşikârdır. vatandaşa karşı sorumlulukları olduğu gibi vatanda-
şın da iktidara (devlete) karşı sorumlulukları vardır.9
İslâm’la birlikte dinî bazı kurallar, nasslar meşrui- Her halükarda iktidarı ele geçirenler iktidarlarını meş-
yetin temel dinamikleri arasına girdiler, ancak yorum rulaştırmak için kendi söylemlerini de üretirler. Bunu
farklılıkları İslam dünyasının bakış açısında bazı kı- yaparken kendi neseplerini Aşina soyuna, Oğuz Ka-
rılmalara yol açtı. Ulemanın onayı, biat etme kuru- ğana bağlamak en önemli manevralardan birisidir. Bir
mu, Sıffin savaşından sonra etkisi yüz yıllar sürecek diğer önemli söylem biçimi kutsal rüyalardan ve bazı
olan kırılmalara derin fay hatlarının oluşmasına yol sembollerden faydalanmaktır. Mesela Rüyada muş-
BEYHAN ZABUN*
İ
slam dünyasının önemli düşünlerinden İbn hakikatini konu edinmektedir.1 İbn Haldun, kendisinin
Haldun(1332-1406), Mukaddime adlı ünlü ese- kurduğunu belirttiği umran ilminin tanımlarını çeşitli
rinde birçok sosyal bilimin temel kavramlarını, şekillerde yapmıştır: “Umran ihtiyaçların giderilmesi
problemlerini tartışmış ve çağının ilerisinde özgün fi- ve ünsiyet edilmesi maksadıyla şehirlere ya da köy-
kirler ileri sürmüştür. Mukaddime, tarih, iktisat, siyaset lere inmek ve yerleşmekten ibarettir. Zira geçinmek
vb. gibi birçok sosyal bilim için temel teşkil eden gö- için yardımlaşmak insanların tabiatlarında mevcut-
rüşler üzerine kuruludur. Eser aslında, İbn Haldun’un tur” Aynı şekilde, “İnsanların toplum halinde yaşama-
dünya tarihi üzerine yazdığı Kitab el-İber’in önsözü ları zorunludur. Filozoflar bu hususu, “ İnsan tabiatı
olarak yazılmıştır. İbn Haldun’u ve Mukaddime’yi gereği medenidir” sözüyle dile getirirler. Bu söz, in-
önemli kılan yönü, İbn Haldun’un eserinde çağdaş san için toplum hayatı kaçınılmazdır anlamına gelir
anlamda bugünkü sosyolojinin temel kavram ve ki, onların dilinde bu şehirdir. Umranın anlamı da, işte
problemlerini yaşadığı dönemde tartışmış ve ortaya budur.” İbn Haldun’un umran ilminin sınırları, bütün
koymuş olmasıdır. Bu bakımdan İbn Haldun için sos- sosyal faaliyetleri ve kurumları, geçmişi ve bugünü
yolojinin öncüsü denilebilir. Literatürde sosyolojinin içine alacak kadar geniştir.2
kurucusu olarak bilinen Auguste Comte’dan yaklaşık
Umran ilminin, ele aldığı konu ve sorunları ile
beş asır önce İbn Haldun, bir bilim olarak tarihten
tarihle büyük bir benzerliği hatta özdeşliği olduğu
farklılıklarını belirterek, İlm-i Umran’ı kurduğunu be-
düşünülebilir. Çünkü onun da konusu mülk, devlet,
lirtmektedir. İbn Haldun, Mukaddime’de, Umran ilmi-
kazanç, sanatlar ve ilimlerdir. İbn Haldun, tarihsel ve
nin temel kavram ve problemlerini tarihsel örnekleri
toplumsal olanı, iç içe ele alarak birini diğerinin sonu-
ile somutlaştırırken Türk tarihine de atıflar yaparak
cu olarak, geçmişle hal arasındaki ilişkiyi kurmakta-
eserinde ele aldığı bazı kavram ve problemleri Türk
dır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi İbn Haldun, yeni
tarihinden örneklerle ortaya koymakta ve çözümle-
kurduğu ilmin tarihten farklı bir ilim olduğunu, bu fark-
mektedir.
lılığın olguların ele alınış şekli ve yöntem farkından
Umran İlmi kaynaklandığını ayrıntılı olarak ortaya koymuştur.3
İbn Haldun’un düşünce sisteminin merkezini, ilk Hilmi Ziya Ülken’e göre İbn Haldun, tarihi bilgi-
defa kendisinin temellendirdiği umran ilmi oluşturur. siyle, gözlemlerine dayanarak toplumların kuruluşu,
Bu ilim, âlemin umranından ibaret olan insan toplu- siyasi bünyesi ve yıkılışı hakkında bir teori meyda-
munu ve ona tabiatı gereği arız olan halleri, bu halle- na getirmiştir.4 Fakat bu teori dünyanın tarihinden
rin zorunlu sonuçlarından ibaret olan tarihi ve tarihin çok, bulunduğu devrin ve İslam dünyasının gözlem-
İKBAL VURUCU*
B
atı dillerindeki “Nation” ve “Nationalism” nizmasının karar vericileri tarafından tehlikeli olarak
kavramları, Türk kültür ve siyaset dağar- algılanmıştır.
cığında “Millet” ve “Milliyetçilik” olarak kar-
Turancılık, Türk siyasi düşüncesinde belirli bir
şılanmıştır. Milliyetçiliği genel olarak millet olmanın
yeri olan, en köklü siyasi akımlardan biridir. Fakat
ideolojisi biçiminde tanımlayabiliriz. Turancılık, Pan-
Cumhuriyet dönemiyle birlikte iç ve dış siyasi dina-
Türkizm, Türk Birliği kavramları ise, aynı içeriğe
miklerin etkisinde olumsuzlanmış bir düşüncedir.
ve aynı anlama tekabül eden, fakat küçük farkları
Sosyo-politik zeminde nesnel bir varlığının olup
olan kavramlar setidir. Türk Turancıları literatüründe
olmadığı göz önünde bulundurulmadan soyut, ta-
kullanılan anlamı ise, genel olarak Türk kültürüne
hayyül edilen bir kurguya yönelik olumsuzlama, bu
mensup toplulukların kültürel ve siyasi birlik kurma
bakış açısına sahip birey ve gruplar tarafından ül-
düşüncesi anlamındadır.
kenin çeşitli sorunları hakkında ve özellikle dış po-
Türk Milliyetçiliği ile Turancılık tasavvuru, Osman- litika sahasında yeni, farklı, değiştirici yaklaşımların
lı devletinin son döneminde yani, doğuşundan itiba- geliştirilmesinin bilinçli ve / veya bilinçsiz bir şekilde
ren zihinlerde özdeşleşmiş iki kavramdır. Avrupa’da engellenmesine sebep olmuştur.
milliyetçiliklerin genel olarak bir “Pan” niteliği taşı-
Turancılık, Türk Milliyetçiliği ile özdeş bir siya-
ması etkisini Türk Milliyetçiliğinde de göstermiş ve
sal tasavvur değildir. Hilmi Ziya Ülken’den Nurettin
Osmanlı Türkiye’sindeki yansımasını Pan-Türkizm
Topçu’ya, Anadolu dergisinden Hareket dergisine
olarak tecessüm ettirmiş ve siyasi literatürdeki yerini
Türk düşüncesinde önemli mevkide bulunan milli-
almıştır.
yetçiler, Turancılığı kabul etmemişlerdir. Turancılık,
Türk Milliyetçiliği ve Turancılığın ilk dönemindeki başta Ziya Gökalp, Nihal Atsız ve Ülkücüler gibi Türk
diyalektik yapısı, Cumhuriyetin kurulmasına paralel Milliyetçiliği’nin düşünsel unsurları tarafından savu-
olarak ayrıştırılmış ve Turancılık terk edilirken mil- nulmuş ve güncel hale getirilmiştir. Bu araştırmanın
liyetçilik, yeni devletin resmî ideolojisi olarak “Ulus- kapsamı, Türkiye’deki Anadolucu Türk Milliyetçile-
Devlet”le mutabık bir düşünsel çerçevede varlığını rinde Turancılık yaklaşımlarıyla sınırlıdır. Araştırma-
sürdürmüştür. Resmî siyaset alanından çıkarılan mız, yayınlarıyla düşünce üretip, belirli bir etkinliği
Turancılık, toplum içinde sivil toplum örgütü niteli- olan kişileri kapsamaktadır. Bu araştırma, literatür
ğindeki yapılanmalar ve bazı kişi ve gruplarca kitap, tarama tekniğine uygun olarak gerçekleştirilmiştir.
dergi, gazete, broşür vb. yayınlar vasıtasıyla Türk
Türk Milliyetçiliğinin Farklı Bir Boyutu
toplumsal ve siyasi yaşamı üzerinde belirli ölçüde bir
Olarak Anadolucuk
etkinlik sahası oluşturmuştur. 1944 yılında siyasal
tarihimize “Irkçılık-Turancılık” davası olarak geçen Türk milliyetçilik hareketi içerisinde yer almakla
olayla birlikte, Turancılık ve Turancılar devlet meka- birlikte Turancılığa ideolojik-düşünsel zeminde kar-
KEMALETTİN KUZUCU*
1
6. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı ma- zasıyla karşı karşıya kaldı. Türk askerî tarihinde yeni
hallesini başlıca üç mekân belirliyordu. bir sayfa açan bu devrimden sonraki sükûnet orta-
Bunlar, özel hayatın geçtiği konut, dinî mında, Bâbıâli 1830 yılından itibaren dükkânlarını
hayatı düzenleyen mabet ve ticarî ihtiyaçların kar- yeniden açmak isteyen kahve sahiplerinin yoğun
şılandığı çarşı idi. Kanuni Sultan Süleyman devrinin başvurusuyla karşılaştı. Bunlara ruhsat verilmesin-
sonlarında mahalleye yeni bir kolektif mekân ek- den sonra,5 Galata’dan Kumkapı’ya, Kadıköy’den
lendi. Özel, dinî ve ticarî hayatın dışında, insanla- Üsküdar’a İstanbul’un her köşesi Türk, Rum ve Er-
rın eğlence, dinlenme, sohbet ve hatta eğitim gibi menilerin açtığı sayısız kahvehanelerle örüldü. Pa-
sosyal ihtiyaçlarına cevap verecek bu yeni mekân yitahtın kahvehane piyasasının önemli kısmını elin-
kahvehane idi. İlk açıldığı 1550’li yılların başında de tutan -ve çayhane işletmeciliğinin doğuşunda da
eğlence yeri olarak1 gündelik hayata giren kahveha- öncülük edecek olan- İranlı Türkmenler, Tanzimat’ı
ne, zamanla daha farklı ihtiyaçları karşılamaya baş- takip eden yıllarda İstanbul’un yanında bazı Rumeli
ladı. Hızla kurumlaşan kahvehanelere irfan sahibi şehirlerinde sayısız kahvehane açtılar.6
ve derviş kimseler sohbet etmek; garipler ve fakirler
Türk mahalle dokusunun ana belirleyicilerinden
barınmak; bazı sipahi ve yeniçeriler de kendilerini
birisi olarak varlığını günümüze kadar taşımış olan
satmak için gitmeye başladılar. Bazen de tavla ve
kahvehane olgusu, gazete ve dergi yayımcılığının
satranç oynayarak vakit geçirmek isteyenlerin uğ-
arttığı, Osmanlı aydınının hayata bakışının değiştiği
rak yeri oldu. Kahvehanelerin daha sonra misafir
Tanzimat döneminde, önemli bir dönüşüme sahne
kabul etme yeri haline gelmesi, ayrıca kadı, müder-
oldu. Eğlence unsurunu ikinci plana iterek kapı-
ris, memur, aydın, bürokrat, imam ve müezzin gibi
larını okuma kültürüne açan yeni kahvehane tipi
ilmiye ve kalemiye mensuplarından işsiz güçsüz ta-
İstanbul’un sosyal hayatına damgasını vurdu. 19.
kımına, sufilere kadar her statüden insanın bir anda
yüzyıl Avrupa’sının okuma salonlarının yaygınlaş-
kahvehane tutkunu olması, bu mekânların ticarî
masına paralel olarak gelişen ve tamamen sosyal
popülaritesinin artmasıyla sonuçlandı.2 Payitahtta-
ihtiyaçların ürünü olan bu yeni toplumsal mekâna
ki kahvehanelerin sayısı II. Selim (1566-1574) ve
“kıraathane” adı verildi.
III. Murad (1574-1595) devirlerinde 600’ü geçmiş,3
1630’a doğru 1000’e ulaşmıştı.4 16. yüzyılın sonla- Cami Cemaati - Gazete Okuru
rında III. Murad döneminden başlayıp 1826 yılında Bağlamında Okumanın Evrimi
yeniçeri teşkilatının kaldırıldığı tarihe kahvehaneler Türk toplumunun kıraathane olgusuyla ne za-
çeşitli nedenlerle kısmen ya da toptan kapatma ce-
Kıraathaneler
yüzyılın sonlarına
doğru giderek ivme
kazanan kurumsal
ve toplumsal yozlaş-
ma sürecinde temel
işlevlerinden uzak-
laşarak ticareti ön
plana alan işletmeler
haline gelmişler, ör-
neğin Ramazan ayla-
rında çalgı ve musiki
1800’lerin Sonlarına Ait Bir Türk Kıraathanesi Resmi (Kemalettin Kuzucu Arşivinden).
fasıllarının yanında
bazı kıraathaneler de
leri sarılıklarından belli cerîde kümeleri vardı. Sara- iftar ve sahur yemek-
fim Efendi Kıraathanesi’nin başlıca şöhretini bu eski leri satmak üzere lokantacılığa soyunmuşlardı.55
yeni cerîde yığınları teşkil ederdi. Ve galiba tetebbu‘ Fevziye örneğinde görüldüğü üzere, kimi İstanbul
erbabı meraklarını tatmin etmek için bundan başka kıraathaneleri ise, özellikle II. Meşrutiyet dönemin-
bir sermaye bulamazlardı.”51 de siyasi partilerin politik toplantılarına ya da sivil
Dikran da babası gibi, İstanbul’a ve taşraya ga- toplum kuruluşlarının kültür etkinliklerine ev sahip-
zete dağıtım ve bayii hizmetlerini sürdürdü. Ancak liği yapmıştır. Bütün bunlar kıraathanelere işlevsel
zaman zaman bürokratik engellere takılıp parasal zenginlik kazandırmış ve o ölçüde müşteri mem-
sorunlara maruz kaldığı görülmektedir. Örneğin Ko- nuniyeti yaratmış ise de, asıl varoluş gayelerinden
sova vilayetine gönderdiği bir buçuk yıllık gazete sapmaları bilhassa mizah basınının eleştiri oklarını
bedelini tahsil edemeyince 1904 yılında padişahın çekmiştir. Letâif-i Âsâr’da yayımlanan bir yazıda,
aracılığına başvurmuştur. Öte yandan Dikran vila-
52 bazı kıraathanelerde çalgı çalındığı, tavla, dama,
yet matbaalarının ihtiyaçları ve eksiklerini tamamla- iskambil ve bilardo oynandığı eleştirilerek, bu tür
mak hususunda hükümet ile taşra arasında aracılık faaliyetlerin kıraathanenin anlam ve amacıyla çe-
etmekteydi. Örneğin Mekteb-i Sanayi’de Dökmeci liştiği belirtilmiştir. İlkelerinden taviz vermeyen Sa-
Haçik Kigorkyan tarafından imal edilen 24 puntoluk rafim Kıraathanesi ise yozlaşma sürecini etkilen-
harfler ile diğer baskı malzemesi Dikran aracılığıyla meden geçiştirmiştir. Kıraathane adına yakışan tek
Bağdat’a ulaştırılmıştı.53 işletme olarak, “kıraathanelerin büyükbabası olan
Kıraathane-i Osmânî”, yani Sarafim Kıraathanesi
Dikran zamanında kıraathane müdavimleri gösterilmiştir.56 Sarafim Kıraathanesi’nin müdavim-
arasına bazı hececi şairler katıldı. Özellikle Beş lerine ciddiyeti ve ağırbaşlılığı telkin eden bir havası
Hececilerden Yusuf Ziya (Ortaç), dönemin popüler vardı. “Yan oturmak, kavuğu pencere kenarına da-
içeceği çayı yudumlarken, bir yandan da kitapları yayarak bacaklar çekik ımızganmak, masaya çat
karıştırırdı.54 Aynı isimle Cumhuriyet dönemine kadar çat urarak bana bir kahve getir diye bağırmak, hızlı
faaliyetini sürdüren Sarafim Kıraathanesi, 1930’lu hızlı konuşmak, sarhoş gelmek” gibi olumsuzluklar
yıllarda kunduracı dükkânına çevrilmiş, sonraki şe- burada görülmezdi. Müşterilerin konuşma üslubun-
hir planlamaları sırasında ise binası yıkılarak tarihe dan giyim kuşam tarzına kadar belli bir ahenk söz
karışmıştır. Adıvar, Sarafim’in varislerinin kitapları konusuydu. Diğer kıraathanelerde ve çayhanelerde
ve gazete koleksiyonlarını İnkılap Müzesi’nin arka- rastlanan heyecanlı şairler buraya gelmezdi.57 Mi-
Y
incelemiştir. Her iki düşünür de bahsi geçen eserle-
usuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset”i ve rinde, siyasî ve fikrî hareketleri üçlü tasnifler hâlinde
Ziya Gökalp’in “Türkleşmek, İslâmlaşmak, tahlil etmekle birlikte, Akçura ve Gökalp’in üçlü tas-
Muâsırlaşmak”ı hiç şüphesiz modern Türk nifleri tam olarak örtüşmemektedir. Akçura; Osman-
düşüncesinin en önemli metinleri arasındadır. Söz lıcılık, İslâmcılık, Türkçülük şeklinde belirlediği “üç
konusu iki metnin taalluk ettiği kimlik meselesi, bu- meslek-i siyasî” içinde “Muâsırlaşmak”ı (Batıcılığı)
gün hâlâ bütün şiddetiyle -hatta çekiciliğiyle- kamu- müstakil bir siyaset olarak zikretmemiştir. Gökalp
oyunu meşgûl etmeye devam etmektedir. Kaleme de eserine ismini veren üçlü tasnifine Osmanlıcılığı
alındıkları tarihten günümüze kadar aşağı yukarı bir dâhil etmemiştir.
asırlık zamanın geçmiş olmasına rağmen, sık sık ge-
riye dönerek bu iki esere yeniden bakma ihtiyacı duy- Akçura ve Gökalp’in üçlü tasniflerindeki
mak zorunda kalmamız, meselenin süreklilik istidadı “Muâsırlaşmak (Batıcılık)-Osmanlıcılık” değişikliği in-
göstermesinde saklı olmalıdır. “Üç Tarz-ı Siyaset” ve celenmeye değer bir konudur. Bu hususta Akçura’nın
“Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muâsırlaşmak” artık dü- “seçenekçi”, Gökalp’in ise “sentezci” olduğu tarzında
şünce tarihimizin ilgi sahasına ait iki yaşlı eser gibi ve muhtemelen kaynağını Akçura’nın Gökalp’in ölü-
gözükse de yaşamaya ve güncelliklerini muhafaza mü üzerine kaleme aldığı yazıdan3 alan bir yorumun,
etmeye devam etmektedir. araştırmacılar arasında genel bir kabule mazhar ol-
duğunu müşahede etmekteyiz. Söz konusu yorum,
İki eser ilginç benzerlikler taşımakta lâkin arala- bilhassa iki düşünürün Türkçülük anlayışlarındaki
rındaki mühim farklılıklar da dikkatten kaçmamakta- farklılıklara yapılan, ısrarlı bir vurgu üzerine bina
dır. Evvelâ her iki eser de Türk milliyetçiliğinin düşün- edilmektedir4. Şahsî kanaatimize göre Akçura’nın
ce iklimi içerisinde doğmuştur; müessirleri Türkçülük seçenekçiliği ile Gökalp’in sentezciliği ve iki mütefek-
hareketinin en önde gelen simaları arasındadır1. kirimizin iddia edildiği gibi farklı Türkçülük anlayışla-
Bununla birlikte iki düşünürün hayat hikâyeleri, öğ- rına sahip olması “Üç Tarz-ı Siyaset” ve “Türkleşmek
renim süreçleri, etkilendikleri kaynaklar, karakterleri İslâmlaşmak Muasırlaşmak” arasındaki farklılıkları
ve meselelere bakış tarzları farklılıklar arz etmektedir tatmin edici derecede izah etmeye kâfi değildir. İşbu
ki bu husus mutlak surette eserleri arasındaki farkla- çalışmada Akçura ve Gökalp’in üçlü tasniflerini tahlil
rı da tayin etmiştir2. Akçura, “Üç Tarz-ı Siyaset”inde ve mukayese ederek konuya farklı bir bakış açışı ge-
“Batı’dan feyiz alarak kuvvet kazanmak ve ilerle- tirmeye çalışacağız. Bu çalışmanın genel bir Akçura-
mek arzuları uyandıktan” sonra Osmanlı ülkesinde Gökalp mukayesesi olmadığını ve sadece iki temel
tasavvur ve takip edilen “üç meslek-i siyasî”yi tahlil metin üzerinde durulacağını peşinen belirtmenin
etmektedir. Benzer şekilde Gökalp de memleketimiz- doğru olacağını düşünüyoruz.
MELİH ÇOBAN*
O
smanlı Devleti ve erken dönem Türkiye Alliance okullarındaki eğitimi ve Selanik’te yaşadığı
Cumhuriyeti tarihi üzerine çalışan araştır- dönemde kurduğu ilişkiler ve edindiği tecrübeler.
macıların aşina olduğu bir isim olan Munis
Yahudi Aydınlanma Hareketi ve Osmanlı
Tekinalp (Moiz Kohen), yaşadığı dönemin siyasi ve
Üzerindeki Etkisi: Alliance Okulları
sosyal koşulları ve kendisinin entelektüel faaliyetleri
göz önüne alındığında oldukça ilgi çekici ve hatta eş- 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da yaşanmakta
siz nitelikte bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. olan aydınlanma sürecini yakından takip eden ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin erken dönemlerinde ağırlıklı Yahudilerin de dini bağnazlıklardan ve kendi içlerine
biçimde gözlenen ve yeni ulus devletin siyasi seçkin- kapanık sosyal yaşamlarından kurtulmak suretiyle
lerince de ortak bir milli kimlik oluşturulması amacıy- aydınlanmasını hedefleyen Moses Mendelssohn,
la desteklenen gayrimüslim azınlıkların Türkleşmesi David Franckel, Aaron-halle Wolfssohn gibi Alman
sürecinde ön plana çıkan bir isim olan Tekinalp’in Yahudi aydınları, 18. yüzyılda Haskala adıyla bili-
azınlıkların ve özellikle kendisinin de bir üyesi oldu- nen Yahudi yenilenme hareketini başlatmışlardır. Bu
ğu Yahudi cemaatinin Türkleşmesi uğrunda yapmış hareketin temel ilkesi, Avrupa’da yaşanmakta olan
olduğu çalışmalara yerli ve yabancı araştırmacı ve aydınlanmanın ve yükselen liberalizmin etkisiyle de-
bilim insanlarınca hazırlanmış çalışmalarda deği- ğişmekte olan sosyal, ekonomik ve kültürel yapılara
nilmiştir. Bununla beraber, azınlıkların Türkleşmesi Yahudilerin adapte olmasını sağlamaktı. Bu açıdan
bağlamında gerek Tekinalp’i ve entelektüel faaliyet- eğitimde ve dini anlayışta yenilikleri öngören bu hare-
lerini hatırlatmak, gerekse yaşadığı dönemin siyasi ket, Avrupa’nın diğer ülkelerindeki Yahudi aydınlarını
ve sosyal koşulları dâhilinde kendisinin entelektüel da etkileyerek Batı Avrupa çapında bir aydınlanma
formasyonunun kaynaklarını irdelemek, bu makale- hareketinin başlangıcını oluşturmuştur1.
nin temel amacını oluşturmaktadır.
Haskala ile başlayan aydınlanma hareketinin sa-
1883 yılında Serez’de bir Musevi ailenin en kü- dece Avrupa’yla sınırlı tutulmaması ve Doğu bölgele-
çük çocuğu olarak dünyaya gelen Tekinalp, hem Os- rinde yaşayan Yahudilere de ulaştırılması fikri ilk defa
manlı Devleti’nin son dönemlerine hem de Türkiye Fransa’da ortaya çıkmıştır. 1860 yılında Fransa’da
Cumhuriyeti’nin erken dönemlerine tanıklık etmiş ve Fransız Yahudi aydınları tarafından kurulan Allian-
bu dönemlerde aktif entelektüel faaliyetlerde bulun- ce Israelite Universelle (Evrensel Yahudi Birliği) adlı
muştur. İmparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde derneğin temel çıkış noktası, 1840 yılında Şam’da
milli iktisat politikaları, sosyalizm, siyonizm, Türkçülük gerçekleşen kan iftirası2 olayının Avrupa’da geniş
ve azınlıkların Türkleşmesi gibi pek çok konuda ça- yankı uyandırması üzerine geri kalmış durumların-
lışmalar yapmış olan Tekinalp’in özellikle Türkleşme dan haberdar olunan ve Avrupa’daki dindaşlarının
konusu üzerinde yoğunlaşmış olması, kendisinin en- aksine kültürel açıdan oldukça geri kalmış ve içlerin-
telektüel formasyonu göz önüne alındığında şaşırtıcı de yaşadıkları toplumlara entegrasyonu gerçekleşti-
gözükmemektedir. Bu açıdan, Türkleşme yandaşı bir rememiş olan Doğu Yahudilerine yönelik bir aydınlat-
Türk-Yahudi aydını olarak Tekinalp’i ele aldığımızda, ma projesini hayata geçirmekti3. Bahsi geçen Doğu
kendisinin entelektüel formasyonunun temellerinde Yahudileri içinde en büyük grubu Osmanlı Yahudileri
yatan iki ana etken ön plana çıkmaktadır: Tekinalp’in teşkil etmekteydi. Alliance örgütünün kuruluşundan
MUSTAFA BALCI*
T
ürk edebiyatının velut ve bir dönemi anlattığından sadece
çok tartışılan yazarların- Devlet Ana tarihîdir. Onun tarihî
dan biri olan Kemal Tahir’in romancı olarak bilinmesinin bir
doğum tarihi birçok kaynakta farklı sebebi yaşadığı dönemin sanat ve
yazılmaktadır. Ölümünden uzun bir düşünce gündemini tarihî görüşle-
zaman sonra yayımlanan notların- riyle yönlendiren bir yazar olması,
da da bu tutarsızlık devam etmek- bir başka sebebi de günümüz oku-
tedir. Notları yayıma hazırlayan ru için onun romanlarında işlenen
Cengiz Yazoğlu bu karmaşayı gi- konuların, hadiselerde geçen şah-
dermek amacıyla yayımlanan not- siyetlerin, yaşanan mekânın tarih
ların birinci cildinde Kemal Tahir’in kitaplarında da anılıyor olmasın-
nüfus bilgilerini verir; ancak K. dandır.
Tahir’in nüfus cüzdanında iki tarih
Doğum tarihi, kendi notlarında
vardır: 4 Rebiyülahir 1328 ve 13 Mart 1326. Cengiz
zikrettiği 1326 yılı olarak alındığında Kemal Tahir 2.
Yazoğlu bu iki tarihi yorumlarken 1326’nın yanlışlık-
Meşrutiyet’le yaşıt demektir. Gerek yaşadıklarından
la yazıldığını söyler ve yazarımızın doğum tarihini 4
kendi gözlemleri, izlenimleri gerekse yakınlarından
Rebiyülahir 1328’i esas alarak miladî 15 Nisan 1910
dinledikleri, ileriki yıllarda yazacağı birçok romanın
olduğunu söyler (TAHİR 1989: 5).
ya asıl konusunu oluşturacak veya asıl konuya ze-
Öte yandan notların bir diğer cildinde “Notların- min oluşturacaktır.
dan 1933’e Kadar Kemal Tahir’in Özgeçmişi” başlığı
Devlet Ana dışındaki romanları bir ikisi istisna
altında bir ek verilmiştir. Buradaki bilgide ise “908
edilirse çoğu 20. asırda yaşanan hadiseleri konu
Doğdu. 914 mahalle mektebine gitti. 6 yaşında” şek-
edinmiştir. Babasının hayatının ana çizgilerini kul-
linde bir bilgi vardır. Cengiz Yazoğlu bu durumu “Bu
landığı Bir Mülkiyet Kalesi 19. asrın sonlarında, Sul-
farklılık karşımıza yeni bir araştırma konusu çıkar-
tan 2. Abdülhamid’in marangozhanesinde başlar ve
maktadır” şeklinde yorumlar (TAHİR 1990: 7).
1930’larda biter. Yedi Çınar Yaylası da 19. asrın orta-
Kemal Tahir’in genellikle tarihî roman yazdığı larında Çorum’da geçer. Bitmemiş romanları arasın-
hakkında bir kabul vardır. Halbuki onun romanla- da yer alan Topal Kasırga tamamlanabilseydi Timur
rı arasında kendisinden yaklaşık 500 sene önceki ve devrini anlatığından tarihî roman olabilecekti.
Burada Kemal Tahir’in üslûp, ifade ve yorumuy- -Haberin kökü sıska telgrafçıda… Millete sor-
la taşrada yaşayan insanların İkinci Meşrutiyet’le muşlar, «Hürriyet mi istersin, şeriat mı» demişler,
başlayan hadiseler zincirini algılayıp kabullenişlerini millet Allahın sayesinde «Şeriatı siktir et, hürriyet
okuruz. isterim» demesin mi?
ÖMER OBUZ*
O
smanlı Devleti’nin yıkıldığı sıralarda Os- “Memleketçilik” hareketi, Osmanlıcılık, Turancılık ve
manlı idaresinden ayrılmak isteyen Gayri- İslamcılık hareketlerine karşı getirilen eleştiriler ile
müslimler ve Arnavutlar karşısında Türkler gelişmişti. Bu bağlamda bu hareketin önderlerinin
arasında da milliyetçilik düşüncesi yayılmaya baş- bu üç akıma gösterdiği en önemli tepki; Osmanlı-
lamıştı. Bu aşamada Türklerin önünde takip edebi- cılık, Turancılık ve İslamcılığın hayali birer düşünce
lecekleri iki yol vardı. Bu yollardan birincisi, ulusal akımı, gerçekleştirilebilme şansının olmadığı nokta-
uyanışı Osmanlı Devleti zamanında ihmale uğramış sındadır. Zira Anadoluculuğun millet anlayışı tarihte
anavatanının köklerine inerek canlandırmak, yani sınırları çizilmiş bir vatan fikrine dayanıyordu.5 Ana-
Anadoluculuk, diğer yol ise Osmanlı Devleti’nin ru- doluculuk; Turancılık, Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi
hunda gizli olan yeni bir ulusal Devlet yaratma dü- akımlara tepki olarak ortaya çıkan, Türk ulusunun
şüncesi olan Turancılık.1 tek ve gerçek vatanının Anadolu olduğunu savunan
ve ülkenin özel şartlarının bir sonucu olarak orta-
Hilmi Ziya Ülken’e göre Anadoluculuk hareketi-
ya çıkmış yeni bir kimlik ve ideoloji arayışı olarak
nin ilk tohumu Türk Ocağı içinde “Büyük Türkçülüğe”
tanımlanmaktadır.6
karşı “Küçük Türkçülük” veya “Türkiyecilik” olarak
1917 yılında atılmıştır.2 İzmir Türk Ocağı Başkanı Şu aşamada belirtilmesi gereken hususlardan
Necip Türkçü’nün 1915 yılında İzmir Türk Ocağı’nda birisi ise Mehmed Halid (Bayrı)’in “Türkiyecilik” ya
verdiği bir konferansta Anadolu ve Rumeli Türklüğü- da “Memleketçilik” tanımlamalarını yanlış bulması-
nü ön plana çıkarmaya çalışarak vatan olarak tanım- dır. Halit’e göre: “Türkiyecilik, Memleketçilik deyince,
lanan coğrafi gerçeklik karşısında Turancılığın duy- müstemlekeleri anavatanla karıştırmak, anavatanla
gusal ve düşünsel anlamda vatan olamayacağını beraber görme tehlikesi vardır. Bu itibar ile asıl va-
söylemesi3 Anadolucuların da benimsediği öz vatan tanda millî bir devlet kurarak onu ilerletmek, yükselt-
toprağına (Anadolu) bağlılık düşüncesine benzer bir mek gayesini takip eden milliyetperverleri Türkiyeci,
duruş göstermesi bakımından dikkate değerdir. Ay- Memleketçi ve mesleklerini Türkiyecilik, Memleketçi-
rıca Halide Edip’in esas itibariyle, Turan’ın kuramsal lik addetmek bir nevi cesaret olur. Bunlara en müna-
olabilirliğini reddetmediği, fakat mevcut koşullarda sip olarak – yeni bir teklif olduğu için belki biraz garip
gerçekleşmesinin zor olduğunu, dolayısıyla önceli- görünürse de- Anadolucu, mesleklerine de Anado-
ğin Anadolu’ya verilmesinin gerektiğini ifade etmesi luculuk demek doğrudur, hem de bu isimlerde müt-
bu düşünce doğrultusunda düşünülebilir.4 Dönemin hiş güzellik, emsalsiz bir cazibe vardır; Türkiyecilik,
koşulları göz önüne alındığında Necip Türkçü ve Türkçülük, Turancılık, Memleketçilik gibi yavan, tad-
Halide Edip’in bu görüşleri, Ülken’in de dikkat çek- sız, uydurma değildir”7 diyerek Türkiyecilik ve Mem-
tiği gibi Turancıların faaliyet alanlarına karşı bir da- leketçilik isimlerine karşı bir duruş sergilemiştir.”
ralmaya gidilmesinin gerekliliği ile ilgili bir yaklaşım
Anadolu’yu Türk kültürünün kaynağı olarak gö-
tarzı olarak Anadoluculardaki hâkim söyleme ben-
ren ve bu fikir anlayışını Henri Lichtenberger’in
zemektedir.
Richard Wagner, Poête et Penseur adlı eserine da-
Nitekim Anadoluculuk ya da Ülken’in tabiriyle yandırarak ileri sürmeye başlayan Hilmi Ziya Ülken,
TUNA GÜZELLEMESİ
TURGUT GÜLER
S
oy bakımından bize yakın olduklarını kendi- palankanın dış surunun yıkıldığını ve iç kaledeki kili-
leri de kabûl eden Macarlar, târihin değişik senin, Kaanûnî adına câmie çevrildiğini yazıyor.
dönemlerinde Türk’e karşı vaziyet alarak,
Surları önünde Kaanûnî Sultan Süleymân’ın
özellikle Haçlı koalisyonlarına katılmışlardır. Lâkin
son nefesini verdiği Sigetvar’ın batısında Babofça
Macarların bu dinî duruşları, teolojik câmia psikoloji-
(Babocsa) Kalesi duruyor. Sigetvar’la aynı yıl, yâni
sinin kaçınılmaz bir itaat hâlidir. En azından, Bulgar-
1566’da fethedilen bu kasaba, bir aralık elimizden
larla mukâyese edildiğinde; Macar, bir hayli kardeş-
çıkmışsa da, Eğri fethinden sonra 1600’de istirdâd
ce renkler taşıyan Altaik dostumuzdur.
olunmuştur. 1663’de yeniden Avusturya işgâline dü-
Fekete, Rasonyi, Vambery, Petöfi, Rakoçi gibi, şen Babofça, Fâzıl Ahmed Paşa’nın geldiğini duyan
isimleri anılınca sıcak, tanıdık intibâlar bırakan Macar Nemçelilerin tabana kuvvet kaçmaları ile bir taraftan
âlim, edib ve politikacıları, Türk renklerini her vesîle yangın yerine dönmüş, diğer taraftan düşmandan
ile benimseyip ifâde etme medenîliğini göstermişler- halâs olmuştur. Ahmed Paşa’nın maiyetinde kaleye
dir. girenler arasında Evliyâ Çelebî de vardır. Onun an-
lattığına göre, Türk askeri Babofça’ya ayak bastığın-
Macarların, Orta Avrupa’da ırkî bağ yakınlığı
da, kasaba henüz alev alev yanmakta imiş.
ararken sarıldıkları Altaylılık paydası, târihî ve antro-
polojik değerin yanı sıra, iki millet arasına muhabbet Babofça ile hemen hemen aynı kaderi paylaşan
çiçekleri dizmiştir. ve benzer mâcerâyı yaşayan bir başka kasaba da
Berezense(Berzence) Kalesi’dir.
Bunların da ötesinde, Macaristan’da uzun süren
Osmanlı hâkimiyeti, aslâ inkâr edilemeyecek derin, Mohaç Zaferi sonrasında, Macaristan tâbiri, yeri-
mânâlı, müsbet izler bıraktı. ni Budin’e bırakır. Budin, yâni bugünkü büyümüş ve
Peşte’yle birleşmiş Budapeşte, Tuna’nın rûh verdiği
Ekrem Hakkı Ayverdi, bu izleri yerinde görüp
beldeler listesinde, başköşeyi tutanlardan.
tesbit etmek gibi, hakkı ödenmez bir üstün mesâîyi
kâğıda aktararak, ölümsüzleştirdi. Tuna merkezli Ay- Almanya’daki kaynağından itibâren Bratislava’ya
verdi seyâhatinin mahsûlü, âbide cesâmetinde say- kadar doğu istikâmetinde akan Tuna, burada güney-
falardır. doğu cihetine yönelir. Yanıkkale(Györ)’de yeniden
doğuya döner ve Estergon’dan Belgrad’a, güneyi
Avrupa’da Osmanlı Mîmârî Eserleri’nin ilk cil-
tâkib ederek ulaşır.
dinin ikinci bölümünü meydâna getiren Macaristan
başlıklı çalışma, aslında boydan boya bir Tuna Gü- Tuna’nın, Estergon’da yaptığı ve seyredenin
zellemesi sayılmalıdır. Zâten, Tuna’sız Macaristan’ın gözünü, gönlünü fethettiği dirsek; Budin’e üç kama
bahse değer neyi kalır? veyâ – Ekrem Hakkı Ayverdi’nin kullandığı tâbir ile –
selyaran vücûda getirerek uzanır. Bunlar; Estergon,
Peçevî (Peçuy) Şehri’nin doğusunda bulunan
Vişegrad ve Budin’dir.
Batasek(Bàtasek) Palankası, Mohaç Zaferi’ni tâkib
eden günlerde fethedilen yerlerdendir. Evliyâ Çelebî, Anılan üç mevki, aynı zamanda kuzeyden gelebi-
Macar hançeresinde Egrede diye telâffuz edilen Estergon, 10 Ağustos 1543 günü fethedilmiştir.
Eğri(Eger), Kaanûnî Sultan Süleymân’ın kuşatıp da Kaanûnî’nin, bu sefere çıkarken, 23 Nisan 1543’de
alamadığı nâdir yerlerdendir. Viyana Şehri ile Malta, Edirne’de, dost-düşman bütün devlet temsilcilerine
Korfu adaları gibi, Muhteşem Süleymân’a kafa tutan seyrettirdiği resm-i geçid, hâlâ dillerdedir.
Eğri, 12 Ekim 1596 (19 Safer1005) Çarşamba günü
Rahmetli Nüzhet Erman’ın «Estergon Kâl’ası
Sultan Üçüncü Mehmed Hân tarafından aman ile
Su Başı Durak» adındaki uzun soluklu şiiri, bu rûyâ
fethedilmiş, bu hükümdârımıza, Eğri Fâtihi unvânı
sahnesini kaymaklı ekmek kadayıfı lezzetiyle anla-
verilmiştir.
tır.
Fetihden sonra eyâlet merkezi ilân edilen Eğri’ye
Âh Tuna! Âh Estergon!
beylerbeyi, defterdâr ve bütün eyâlet erkânı tâyin
______________________________________________
edilmiştir. * Avrupa’da Osmanlı Mîmârî Eserleri, Romanya- Maca-
ristan, 1. cild, 1. ve 2. Kitap, Dr. Ekrem Hakkı Ayverdi,
Eğri Kalesi’nin içinde iki ayrı iç kale bulunduğu- Y. Mîmâr Aydın Yüksel, Mîmâr Gürbüz Ertürk, Mîmâr
nu söyleyen Evliyâ Çelebî, havâle sırtların karşısın- İbrâhim Nûmân, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul,1977
NURİ GÜRGÜR
T
ürkiye coğrafi, siyasî, kültürel ve eko- özelliğini, insanî ve ahlakî boyutunu görmez-
nomik bir yığın gerekçenin yanı sıra, likten geliyorlar; Esad’ı savunmaya, tutumunu
güvenlik sorunu nedeniyle de Suriye tevile çalışıyorlar.
ile yakından ilgilenmeye mecburdur. Bu ülkede
Bu bakış tarzı Türkiye’nin çıkarlarıyla örtüş-
son aylarda yaşanan olayların insanî boyutu bir
müyor. Çünkü BAAS yönetimi katliamda ısrar
yana, “reel politik” faktörler bunu zarurî kıl-
ederse uluslararası toplumdan dışlanacak, hem
maktadır. Beşar Esad ile bir süre önce başlatı-
ekonomik hem de politik alanlarda izole edile-
lan sıcak temaslar, yapılan ekonomik ve siyasal
cek. İran ile Lübnan’daki Hizbullah’ın dışında
anlaşmalar, vizelerin kaldırılması Türkiye’nin
dayanağı kalmayacak. Bu durumun doğması
bölge politikaları açısından doğru adımlardı.
bölge dengeleri bakımından son derece sakın-
Birkaç aydan beri Suriye’de yaşanan olaylar calıdır. Çünkü Şii inancına dayalı olarak Suriye,
Türkiye’nin karşısına farklı bir tablo çıkarmıştır. İran ve Hizbullah arasında bölgesel bir eksenin
Üç ay içerisinde 2.000 insanın can vermesi, oluşturulması kısa sürede Irak’ı ve Körfez ül-
15.000 kişinin tutuklanması, binlerce insanın kelerini de etkiler; mezhep çatışmalarına, etnik
panik halinde Türkiye’ye sığınması, katliamın bölünmelere yol açar.
sürmesi, yerleşim yerlerinin tanklarla ve ağır si-
Bu ihtimallerin yanı sıra, bizim açımızdan
lahlarla tahribi bir insanlık faciasıdır.
doğrudan güvenliğimizi ilgilendiren önemli hu-
Bunları görmezlikten gelerek, doğması muh- suslar var. Suriye’nin Kuzey bölgesinde yani hu-
temel sonuçların analizini yapmayarak suskun dudumuzun yanı başında yerleşik Kürt nüfusu
kalınsaydı esas hata bu olurdu. CHP Genel PKK’nın en önemli insan kaynaklarından birini
Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun tepkileri rasyo- oluşturuyor. Dağdaki 5.000 civarındaki teröris-
nel olmaktan ziyade, iç politikaya dayalı hissî tin yaklaşık üçte biri, yani 1.500 kadarı buradan
bir tavırdır. Suriye halkının neredeyse dörtte derleniyor. PKK’nın lider kadrosu içerisinde yer
üçünün tepkili olduğu bir yönetimin eleştirilme- alan Suriyeli birkaç Kürt’ün Türkiye’de yaşanan
sine “Türkiye halkı bu yapılanları unutmaz” bazı kanlı saldırıların düzenleyicisi ve yöneticisi
hükmüyle karşı çıkmanın objektif bir gerekçesi oldukları biliniyor. Bunlar şiddeti tırmandırmak
yoktur. hususunda son derece istekli ve hırslı tiplerdir.
Türkiye’de bazı çevreler Suriye’deki Nusayri Suriye PKK konusunda sabıkalıdır. Öcalan’ı
topluluğunun oluşturduğu BAAS rejimine ya- yıllarca gözümüzün içine baka baka barındırıp
kınlık duymaları nedeniyle, konunun jeopolitik beslediler. Ancak 1998’de Türkiye’nin kararlı
CENGİZ AYDOĞDU
İ
nsan, bildiği nispette insandır. Bütün diğer bep olduğu bir farka da işaret ediyordu.
canlılardan farklı olarak, sadece insan, öğ-
Ferdiyet Bir Başka İnsanın
renerek ve öğrendikçe var olandır; dünya-
Hududunda Başlar
da nasıl idame-i hayat edeceğine dair her bilgiyi
öğrenmek zorundadır. Beslenmeden yürümeye, İnsanı cemiyet içinde bir fert olarak düşündü-
giyinmeden konuşmaya kadar her şeyi öğrenerek ğümüz anda, bir arada yaşamanın gerektirdiği
halledecektir. Oysa diğer canlılar, bu bilgiler uz- haklar ve mesuliyetler devreye girer. Dâhil oldu-
viyetlerine işlenmiş olarak doğar. Yalnızca insan, ğumuz medeniyet dairesinde bu haklar ve mesu-
sonradan öğrenmek durumundadır. İhtiyaç duy- liyetler, insanı eşref-i mahlûkat yapan bilgiden ve
duğu bütün bilgileri bilhassa Peyamberlerin ge- insana biçilen “görev”den ayrı düşünülemez. “Hak
tirdiği ve korunacağını Allah’ın vaad ettiği bilgileri ve mesuliyet” bahsi bizim kültürümüzde “kimin
öğrenerek yaşayacaktır. İnsanın dünya macerası- kulusun?” suali ile başlayan bir maceranın içinde
nın özü budur; öğrenmek... anlam kazanır. “Kimin kulusun?” sorusuna cevap
verdiğiniz anda insanın dünyada bulunuşuna bir
Bilgi, insan için “imkân ve imtihan”dır. Çünkü
“mânâ” katarsınız.
insan öğrenmek ve öğrendikleriyle “kendine bir
insanlık inşa etme imtihanı” için gelmiştir dünya- Bu “mânâ”nın içerisinde “kul olmak” ile “insan
ya. Bilgi ışığında “şehâdet âlemi” ile “mânâ âlemi” olmak” mündemiçtir. O kadar ki, kul olmak, yani
arasında bir bağ kurabildiği ve bu bağı anlamlı bir “İmân” ve “İslâm” yani “inanmak” ve “teslim ol-
şekilde tutabildiği kadar insandır. Bu itibarla insan, mak”, insan olmanın hem şart-ı evveli hem şart-ı
sadece doğal bir tür değil tarihî-inşaî bir fikirdir, ahiridir. Bu çerçevede irfân dünyamızda inşa edi-
hatta daha çok inşaî bir fikirdir. Kur’an, insanın len “kul hakkı” mefhumu, Batı’da gelişen “insan
ahsen-i takvîm2 üzre yaratıldığını söylerken aynı hakları” kavramından aslında daha geniş bir sa-
zamanda onu eşref-i mahlûkât yapan bilginin se- hayı tazammun eder. Çünkü “kul hakkı” mefhumu,
M
uhterem Başkan, değerli katılımcılar; Üçüncü konuşmacı olarak, merkez valilerimizden
Sözlerime, ben de bu toplantıyı düzenle- değerli araştırmacı/yazar Cengiz Aydoğdu Bey’i dinle-
yen Genel Merkez yetkililerine teşekkür ede- dik. “Ferdî Haklar, Demokrasi ve Milliyetçilik” konusunda
rek, başlamak istiyorum. “100. Yılında Nasıl Bir Türk (ve akademik üslûpta hazırlanmış) son derece önemli
Ocakları?” konusunu tartışıyoruz. Dört adet çağrılı tebliğ bir tebliğ idi. Fakat o konuşmada mühim bir noktaya iti-
dinledik, hepsi de çok önemli tebliğlerdi, konuşmacıların raz geldi. Cengiz Bey, değerli Türk Ocaklı büyüklerimiz-
hepsine de ayrı ayrı teşekkür ediyorum. den İdris Yamantürk’ten bir sohbet sırasında dinlediği,
Büyük milliyetçi Remzi Oğuz Arık’ın bir sözünü nakletti.
İlk konuşmacı tarihçi arkadaşımız Prof. Dr. Mehmet
Merhum Remzi Oğuz Arık dermiş ki, “milliyetçilik, mille-
Öz’ün konusu, “Türk Milleti’nin ve Medeniyetimizin Dünü,
tini sevmek ve yüceltmektir. Köprü altındaki serseriden
Bugünü ve Gelecek Tasavvurumuz” idi. “Yeni Bir Medeni-
eşkıyaya kadar herkesi seveceksin!” Elâzığ delegesi
yet Tasavvuru” arayışımıza, Göktürkler’den Osmanlı’ya,
Şerif Budak Bey işte bu söze itiraz etti ve dedi ki, “PKK
oradan modernleşme dönemimize kadar geniş bir pers-
eşkıyası, arabasıyla seyahat ederken yolda çevirdiği
pektiften baktı. Osmanlı’nın da, adı Türk olmasa bile dili
bir polis ailesini indiriyor ve silahlarını aile reisi polise
ve kültürü ile bir Türk imparatorluğu, - dolayısıyla Türk
doğrultunca, eşi yalvarıyor: ‘N’oolur, eşimi çocuklarımın
medeniyetinin bir parçası - olduğunu belirtti. Bendeniz
gözü önünde öldürmeyin. Ömür boyu etkisinden kur-
tarihçi değilim, fakat bazı meseleleri anlamak için tarihe
tulamazlar!...’ Ama eşkıyanın merhameti yoktur, eşini
başvurmak zorundayız. Malumunuz, Türk Ocaklarının
özellikle de çocuklarının gözü önünde silahla tarıyorlar.
kuruluşuna Sultan Mehmed Reşad da ilgi gösterir (hatta
Şimdi ben, bu eşkıyayı da mı seveceğim?” Evet, soru
“beş bin” altın da ihsanda bulunur), gösterilen bu ilgiye
haklı… Ve bağrı yanık insanların konuşması hepsinden
teşekkür için bir heyet halinde Saray’a gidilir. Merkez
farklı oluyor; o yüzden Elâzığ ve Şanlı Urfa delegelerinin
heyetinde Hamdullah Suphi, Yusuf Akçura, Necip Âsım,
konuşmaları hepimizi sarstı. Şanlı Urfa delegesi Cemil
Ahmet Ağaoğlu, Sadri Maksûdi ve birkaç kişi daha var-
Demir Bey, altı yıldan beri zor şartlarda faaliyet göster-
dır. Padişah heyete aniden ve beklenmedik bir soru so-
diklerini ve maalesef şube binalarının iki defa kundak-
rar: “Milletimizin tarifini yapar mısınız?” Herkes birbiri-
landığını söyledi.
ne bakar ve sonra bu bakışlar Necip Âsım’ın üzerinde
toplanır. Sultan Reşad, bakışların üzerinde toplandığı Remzi Oğuz Arık Bey’in o sözüne gelince: Efendim,
Necip Âsım’a döner ve şöyle der: “Sualime niçin hayret Remzi Oğuz’un, bildiğim kadarıyla öyle bir sözü yok;
ettiniz? Ben Osmanlı’nın Padişahı, İslâm âleminin ha- büyük bir ihtimalle değerli büyüğümüz İdris Yamantürk
lifesiyim; fakat her şeyden önce Türklerin Hakanıyım.” Bey’in aklında yanlış kalmış. Haklıdır, kitaplarından bir-
Evet, bu şuur, malum olduğu üzere ondan da önce Sul- kaç yerde Remzi Oğuz Arık, milliyetçiliği böyle tanımlar:
tan II. Abdülhamid’te daha çok vardır. Osmanlı, Türk ol- “Türk milliyetçiliği, milletini sevmek ve onu yükseltmek-
duğunu, hatta kendisinin Oğuz Han neslinden geldiğini tir.” (Merhum Alparslan Türkeş de milliyetçiliği – muhte-
önceden beri bilirdi. (Nevzat Kösoğlu’nun belirttiği gibi, melen ayni çağrışımla - çoğu zaman böyle tanımlar.) Fa-
elbette kendisini siyasî kimliğiyle ifade edecekti.) Bazıla- kat sonra devam eder Remzi Oğuz: Bu, millet dediğimiz
rının zannettiği gibi biz, sadece Cumhuriyetten bu yana anonim topluluğun içinde her çeşit insan var. Vicdansız,
“Türk milleti” değiliz. (Bütün bunlardan dolayı, İslâm zalim, hayâsız, katil, hain, şahsiyetsiz, cahil, her çeşit
medeniyeti içerisinde “geçmişten bugüne yeni bir Türk insan. (Belki bir başka yerde “köprü altındaki serseri ve
medeniyeti tasavvuru”nu fevkalâde önemli bir yaklaşım eşkıya”yı da zikretmiştir.) Peki, bütün bunları sevmek
tarzı olarak görüyorum. ) nasıl mümkün olacak? Seveceğimiz şey muhakkak
ki, anonim kütlenin (içinde her çeşit insanın isteyerek-
İkinci konuşmacı yine diğer bir tarihçi arkadaşımız
istemeyerek) üzerinde birleştiği, emek sarf ettiği değer-
Doç. Dr. Yunus Koç, (Doç. Dr. Yusuf Sarınay’la birlikte
lerdir, kurumlardır.1 (Remzi Oğuz’a göre “milletini sevme
hazırladıkları), “Millî Devletin Kuruluşu ve Türk Ocakları”
işi” – ve bu kültürün verilmesi - nesiller boyu sistemli ola-
konulu tebliği sundu. Burada millî devletimizin kurulu-
rak yapılması ve yayılması gereken bir gönüllüler işidir.
şunda Türk Ocaklarının oynadığı mühim rolü görüyoruz.
Ve bu yolda özel olarak kurulmuş derneklerin çalışması
(Doç. Koç da sadece tarihte kalmayıp, 21. yüzyılı bir
şarttır.)
“Türk yüz yılı” yapmak için gereken fikrî temeller üze-
rinde durdu.) Merhum Mükrimin Halil Yinanç’ın, “Türk milletinin
ÖMER ÖZCAN
Eskişehir Şubesinde
Ramazan Konferansları
Türk Ocakları Eskişehir Şube-
si, 7 Ağustos 2011’de Geleneksel
Ramazan Konferansları çerçeve-
sinde, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr.
Hasan Onat’ın konuşmacı oldu-
ğu bir konferans düzenledi. Şube
Başkanı Prof. Dr. Nedim Ünal’ın
açış konuşmasıyla başlayan
programda; Osmangazi Üniversi-
tesi Rektörü Prof. Dr. Fazıl Tekin,
Türkiye İŞKUR Genel Müdürü
Doç. Dr. M. Kemal Biçerli, Odun- Prof. M. Çağatay Özdemir Kuşadası Şubesinde