You are on page 1of 38

HOCANIN OKULLARI (GÖRÜNMEYEN YÜZÜ)

Bu kitap Fethullah Gülen'in okullarında eğitim gören iki yürekli çocuğumuzun anılarından
oluşuyor. 20’li yaşlarını süren, ancak yaşadıkları acı dolu günler nedeniyle kendilerini çok yaşlı
hisseden bu gençler, ne yazık ki anılarını yüksek tirajlı gazetelerden birinde yayınlatma
olanağı bulamadılar. Çünkü onların hepsi, sözü edilen cemaat ve liderlerine övgüler dizmekle
meşguldüler. Ülkenin yarınları için çok önemli olan bu yaşamsal bilgilerin gün ışığına çıkması,
biz sivil toplum kuruluşlarının onları sahiplenmesiyle gerçekleşebildi.
Atatürk 1920'li yıllarda "Artık Türkiye din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok ileridedir.
Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar..." diyordu. Oysa 1990'lı
yıllarda bu oyuncular ülkemizde başrolü oynuyorlar ve bazı çevrelerden büyük alkış
topluyorlar.
Gerçeklerin ve gerçek yüzlerin ortaya çıkması gerekiyordu. Toplumumuzun bu çocuklara en
az bizler kadar duyarlı davranacağını biliyoruz. Bugün gelinen noktada karşımızdaki temel
tercih konusu: Türk Milli Eğitimi'nde ya aklı özgürleştirilmiş, düşünmeyi göze alan ya da aklını
belirli bir inanç, fikir ve ideoloji ile sınırlamış bunun dışında düşünmeyi reddeden, yalnızca
itaat eden insanlar yetiştirmektir...
Gerçeklere gözümüzü kapatarak ya sonuçlarına katlanacağız ya da aklımızı, yüreğimizi ve
ilkelerimizi ortaya koyarak sorgulayacağız ve karşı çıkacağız. Bu çocuklar bizim ve bizlerden
destek bekliyorlar...
S- Bugün 24 Ağustos 1997...
Akranlarınızdan çok farklı bir biçimde geçirdiğiniz zorlu yaşamınızı ve onun sizlerde bıraktığı
etkileri öğrenmek üzere birlikte eski yaşamınıza geri dönmek istiyorum. Sizin için bunun çok
güç olduğunu biliyorum. Ancak gerçeklerin ortaya çıkması için, yaşamınızdaki tüm evreleri
anlatmalısınız. Bu açıklamaların toplum için ne denli önemli olduğunun bilincindesiniz.
232
Tarikat ve cemaatlerin, hele kendini topluma hoşgörü ve ılımlı İslamın temsilcisi olarak
tanıtan bir zatın faaliyetlerinin gerçek yüzü, şüphesiz anne ve babalar, çocuklar ve toplum
için çok uyarıcı, etkili olacak. Bu yürekli ve cesur kararınız için sizleri kutluyorum.
D- Bugün ortaya çıkarak, yıllarca birlikte olduğum bu cemaatin aldatmacalarını ortaya
koymamın altında iki önemli neden var:
1. Onlarla birlikte olduğum süre boyunca yapılan baskılar ve zorlamalar sonucu iki buçuk yıl
depresyon tanısıyla tedavi görmüş olmam... Aynı şekilde benzer bir durumu halen yaşamakta
olan bir diğer öğrencinin babasını tanımam...
2.Din adına korkunç bir sömürü düzeni kurarak, insanları aldatan ve toplumu ortaçağ
karanlığına götürmek isteyen bu salgına, vatanını ve değerlerini seven bir kişi olarak dur
diyebilmek...Cemaat çalışmalarının tüm ayrıntılarını anlatarak devletin nasıl bir tehlike ile
karşı karşıya olduğunu kamuoyuna, yetkililere, anne, babalara gösterebilmek...
Fakat bildiklerimi anlatırken, sizinle belirli noktalarda anlaşmamız gerekir. Öncelikle gerçek
kimliklerimiz kesinlikle gizli kalmalı. Sanırım bu noktada hak verirsiniz. Çünkü çok iyi
biliyorum. Bizler o günleri yaşadık. Eğer F.Gülen hakkımızda "Bu insanların katli vaciptir."
fetvasını verirse, ona inanan pek çok insan, kısa bir sürede bizleri ortadan kaldırmak için
herşeyi yapabilir. Çünkü cemaat liderini memnun etmek, Gülen'e göre, Allah'ı memnun
etmektir. İşte bu nedenle, kimliğimiz kesinlikle gizli kalmalı.
S-Bu hususta biz de son derece duyarlıyız. Sanırım bizlerle birlikte olduğunuz üç yılda,
çalışmalarımızı, ilkelerimizi ve inandığımız değerleri yakından tanıdınız. Nasıl bir özveri içinde
çalıştığımızı biliyorsunuz. Sizlerin gerçek kimliğinizi hiçbir şekilde açıklamayacağız. Eğer
herşey yoluna girdikten sonra, siz kimliklerinizi açıklamak isterseniz, bu tamamen sizin
kararınız olacak.
D-Teşekkür ederim. Sizlere güveniyorum. Önce çocukluğumdan başlamak istiyorum. Çünkü
yaşamımın daha sonraki dönemlerinde bana yön veren olayların uzantıları, hep çocukluk
yıllarımda gizli...
Doğu kökenli bir ailenin altısı erkek, biri kız olmak üzere toplam yedi kardeşin ortancasıyım.
Ailemizde, temelini katı din kurallarından almış, biraz feodalizmle şekillenmiş bir anlayış
egemendi. Evimizin mutlak hakimi babamdı. Bu nedenle, hemen her konuda son kararı
babam verir, bizlere düşen de kayıtsız itaat etmek olurdu.
Babam 20'li yaşlarından itibaren Nakşibendi tarikatının çok sıkı üyelerinden olduğu için
yaşamını tarikat şeyhinin belli emir ve tavsiyelerine teslim etmiş, şeriat devleti özlemiyle
yanıp tutuşan koyu bir RP taraftarıydı. Babama göre, Müslümanlara zulmeden bu dinsiz
düzeni ortadan kaldıracak, yerine şer'i düzeni kuracak olan tek seçenek Refah Partisi'ydi. Bu
partiye oy vermek Müslüman olmanın en belirgin işareti idi. Aksi taktirde, Allah bunun
hesabını öbür dünyaya gidildiğinde fazlasıyla sorardı.
Şeyhinin "Kız çocukları bu devirde okumamalı, okuma yazma bilmemeli, sadece Kuran
okumayı ve nakış dikişi bilmelidirler." tavsiyesi üzerine ablamı hiç okula göndermedi. Ablam
uzunca bir dönem Kuran Kursuna, ardından da dikiş nakış dersine gönderildi. Ablam bugün
25 yaşında tesettürlü, evlenmek üzere, fakat okuma yazma bilmiyor.
233

G-Peki annenin bu konuda hiç uyarısı ya da etkisi olmadı mı?


D-Annem yaşamını biz çocuklarına ve efendisi olan babama adamış, kendisi için yaşamın
farkında olmayan bir Anadolu kadınıydı. Herhangi bir konuda bir etkisi olmayan, içine
kapanık, sessiz biriydi. Okuma yazması yoktu. Babamın yanında hiçbir şey söyleyemezdi.
Kısaca, ailemde en tepede babam, arkasından biz erkek çocuklar ve en sonda da kız kardeşim
ile annem gelirdi. Onları gördükçe erkek doğduğum için Allah'a çok kereler şükranlarımı
sunmuşumdur.
Yaşama ilişkin ilk dersleri böyle bir ailede, böyle bir ortamda aldım. Babamın en büyük isteği,
hepimizi onun deyimi ile bir mücahit gibi yetiştirmekti. Hatta son isteği olarak, hakkını bizlere
helal etmesi için namaz kılmamızı ve RP'ye oy vermemizi şart koşmuştu. Erkek kardeşlerime
gelince, en büyüğümüz imam-hatip mezunu, RP yanlısı, laik demokratik düzenin düşmanı
olan bir öğretmen, ondan sonraki aynı düşüncelere sahip, hatta daha da radikal olan ve uzun
yıllar cami imamlığı yapmış diğer ağabeyim... Sonra, o yıllarda aynı düşüncelere sahip olan
ben ve diğer erkek kardeşim. ..
Çok zaman düşünmüşümdür. Cumhuriyet rejiminin geçerli olduğu, herşeyin bu değerler
etrafında ve bunların daha da yüceltilmesi için yapılması gereken bir ortamda , nasıl olur da
böylesine laik demokratik sisteme düşman çocuklar ve gençler yetiştirilebilir? Benim ailemde
ve çevremde gördüğüm pek çok kişinin hedefi, bu rejimi yıkmak üzerine odaklanmıştır. Bu
fikirlerin yayılmasına, etkin olmasına nasıl izin verilebilir? Bir ulusun birlik ve beraberliğini ya
da siyasal sistemini yıkmak için böylesine zararlı faaliyetlere nasıl göz yumulur?
Bunlara kim destek verir?
S-Bu konulara daha sonra ayrıntıları ile geleceğiz. İstersen şimdi tekrar ailene dönelim.
D-Aşlemin ikinci göze çarpan niteliği ise oldukça yoksul olmamızdı. Geriye dönüp baktığımda
o günleri anımsamak bile bana çok korkunç geliyor. Somutlaştırmak için geçmişimden bazı
kesitler sunmak istiyorum.
1984'ten 1989'a kadar 5 yıl, annem, babam, 7 kardeş olan bizler ve babaannem, yani 10 kişi,
amcamın evinin altında kömürlük olarak yaptırdığı 20 metrekarelik bir odada barınmak
zorunda kaldık. O çocuk yaşımda uzun yıllar Çukurova'nın kavurucu sıcağında ırgatlık yaptım
ailemle birlikte, hafta içi okula gider, haftasonu tatilinde ise birkaç kilo daha fazla pamuk
toplamak için onlara yardım ederdim. Bu kavurucu sıcak günleri hayatım boyunca
unutamadım. O günden beri güneşten nefret ederim. Soğuk ve yağmurlu havayı daha çok
severim.
O tek odalı yaşantımızda, mutfağımız binanın giriş kapısının hemen arkasındaki merdiven
boşluğuydu. Üst kattaki kiracının gelmeyeceğinden emin olduğumuz zaman, biz erkekler giriş
kapısının arkasındaki merdiven boşluğunda banyo yapardık. İyi anımsıyorum, ortaokul 2.
sınıfta olmama rağmen -kazık kadar olmuştum- annem beni ve kardeşlerimi leğende, burada
banyo ettirirdi.
Sabahları bırakın zeytin, peynirle kahvaltı etmeyi, eğer somun ekmek bulabilirsek, ogün bizim
en neşeli kahvaltımız olurdu. Ortaokul boyunca tam 3 yıl aynı gömlek ve aynı pantolonla
okula devam ettim. Yaz kış aynı lastik ayakkabılarla okula gidip gelirdim. En iyi yanları, çorap
giymememe -çünkü çorabım yoktu- rağmen ayaklarımı sıcak tutmalarıydı.
234

Okul birincisi olmama rağmen, giymiş olduğum eski lastik ayakkabılardan utanır, ayaklarımı
herkesten saklamaya çalışırdım. Bu koşullarda hem yaşam, hem de okuma mücadelesi veren
benim için, en rahatlatıcı düşünce, eğer başarılı bir öğrenci olursam bu yoksullukların sona
ereceği inancıydı. Ermese bile yüce Allah, sıkıntılarıma karşılık, eğer iyi bir kul olursam beni
cennetine koyacaktı. İşte o zaman istediklerimi yiyebilecek, giyebilecektim. Belki de cennette,
cebinde harçlıkla okula gitmenin ne olduğunu öğrenmiş olacaktım.
Herşeye rağmen, böyle bir ailede erkek olmak ayrıcalıktı. Yoksul ve dinin katı kurallarının
egemen olduğu ailemde bütün yük annemin ve kızkardeşimin sırtında idi. Ama hemen her
konuda, geri planda da onlar olurdu.
Yaşamımı dönem dönem ele almak istiyorum.
-Çocukluk ve ilkokul dönemi (Kuran kursları ve babamın verdiği dini eğitim)
-Ortaokul dönemi (imam-hatip lisesi, Refah Partisi yandaşlığı, mücahit olma arzusu, şeriat
devleti özlemi)
-Lise 1 ve lise2 (Fethullahçılar)
-Lise 3 (Fethullahçılardan ayrılma, bağımsız, ailemin yanında üniversite sınavlarına
hazırlanma)
-Üniversite (Hukuk Fakültesi dönemi, Nakşibendi Tarikatı, sağlığımın bozulması- depresyon 2
yıl)
-Üniversite (Boğaziçi, sosyoloji dönemi, yeniden Fethullahçılar- deprsyondan kurtulmak için
kendimi mecbur hissetmem)
-Hem dinle hem de dini cemaatlerle ilişkimi kestiğim dönem- 1996 ve sonrası,
ve bugün...
S-Yaşadığın bu dönemleri, çocukluğundan başlayarak ayrıntılarla anlatman gerekiyor. Sizlerin
hayat öyküleri, kamuoyuna Anadolu'da yaşanan zorlukların, yoksullukların anlatılması
bakımından da çok önem taşıyor. Sosyal, ekonomik sorunlar ülkenin geleceğine nasıl
yansıyor, ne büyük bir tehlike oluşturuyor!
D-Evet, bu yoksulluklar yüzünden siyasal planlar yapılıyor ve bazı kesimler bundan çok
faydalanıyor. Ailedekiler ise tüm zorlukların öbür dünyada aşılacağı, çekilen acıların biteceği
inancıyla kendilerini dine ve dini yaşama veriyorlar. Ve din adına kendilerine yaklaşan bazı
siyasilerin arkalarından gidiyorlar.
Hemen her mahallede açılan Kuran kursları, yoksulluğu bizim gibi yaşayan ailelerin
çocuklarının temel eğitimini oluşturuyor. O küçücük beyinlerde açılan yaraların, yanlışlıkların
kapanması çok zaman mümkün olamıyor. İlkokul döneminde, yaz tatillerinde, mahalle
camiinde açılmış olan Kuran kurslarında aldığım eğitim ve babamın dini konulardaki
taassubu, beni, daha küçük yaşlarda mücahitlik dünyasına sokmayı başarmıştı. İlkokuldan
sonra imam-hatip ortaokuluna başladım. Doğrusu bu okula hiç gitmek istemiyordum. Ama
235

her zaman olduğu gibi kararı yine benim adıma babam verdi. Gitmek istemeyişimin asıl
nedeni, Kuran kurslarına gitmiş olmama rağmen Kuran-ı Kerim dersini başaramıyor olmamdı.
Burada okuduğum 3 yıl boyunca öğretmenlerimizin çoğu RP ve MHP taraftarıydı. Dolayısıyla
bu hocalarımızın etkinliği, diğerlerine göre oldukça fazlaydı. Ailemden RP'ye duyduğum
yakınlık, okuldaki bazı hocalarımın uğraşlarıyla da koyu bir RP mücahidi olmama neden oldu.
Bende en çok etkiyi Kuran-ı Kerim'den şu iki ayet ve bu ayetlerin günümüz olaylarıyla
ilişkilendirilişi yaptı. Bu ayetlerin ilki : "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta
kendileridir." ve diğeri: "Zalime yardım eden zalimdir." diyordu. Bu iki ayete kendimizi
muhatap aldığımızda yapmamız gereken asli görevimiz cihat etmekti.. Diğer bir deyişle
Müslümanlara zulmeden laik Türkiye'yi yıkmak ve yerine Allah'ın hükümlerinin uygulandığı
şeriat (İslam) devletini kurmak gerektiği idi. Bu düşüncelere sahip olan ben ve imam-hatip
okulundaki pek çok arkadaşım, İslami devletin kurulması ve Müslümanlara yapılan zulümün
durdurulması için birşeyler yapmamız gerektiğine inanmıştık. Bunun başında da Refah
Partisi'ni desteklemek ve ona taraftar bulmak fikriyle şartlandırılmıştık. Bizlerle çok yakından
ilgilenen RP'li bazı hocalarımız, "RP'ye oy vermeyen gerçek müslüman değildir. Zalimlerden
yana olmuştur." diyerek bizi çok etkilerlerdi.
O çocuk yaşımızda bizim gibi RP taraftarı olduğu gibi, İran'ın, Suudi'nin özlemini çeken
gruplar da vardı. Bize öğretilenler arasında düşmanlarımızın başında, hatta kafirlerden de
önce gelen "Ben de Allah'a inanıyorum, ama aynı zamanda laik düşünceye sahibim." diyen ve
Müslümanlara yapılan zulüm düzeninin savunucuları vardı. En büyük münafıklar bunlardı.
Önce bunların temizlenmesi gerekirdi.
S- Böylece kamuoyunda çok tartışılan bir konuyu açıklığa kavuşturuyorsun. İmam-hatip
okulları, bu ülkenin, laik demokratik hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi
okulları... Milli Eğitim BAkanlığı'na bağlı diğer okullarda aynı müfredatı uygulaması gereken
bir okul... Ama görüyoruz ki o okullarda görevlendirilen öğretmenler, sizleri böylesine
şartlandırıp laik düzene ve laik düşünceye düşman öğrenciler olarak yetiştirebiliyorlar.
D- Evet, benim devam ettiğim imam-hatip ortaokulunda 1. ve 2. sınıflarda radikal bir biçimde
bu paradigmaya sahiptim. Zaten hepimiz böyleydik. Şer'i düzenin gelmesinde bizlere büyük
görevler düştüğüne inandırılmıştık. Yaşamımı bu felsefeye uygun bir şekilde sürdürmeye
çalışırken, ortaokul 3.sınıfta (1990 yılı) benim için bazı değişik gelişmeler olmaya başladı. Fen
Bilgisi öğretmenin N. Hanım'ın bazı uyarıları, zaman zaman sahip olduğum katı düşünceleri
sorgulamama neden oluyordu. İlk kez bu hocamın ve yakın akrabamız olan Ş.B. 'nin
sayesinde, İslami düşünce biçiminin dışında, başka düşünce biçimlerinin de varolduğunu
anlamaya başladım.
O dönemde N. öğretmenimle samimi olmamı istemeyen bazı hocalarım notlarımı kırarak,
beni sınıfta bırakmakla tehdit ettiler. Bendeki değişimi ve N. öğretmenimin etkisini anlamış
olmalılardı. Bana bir erkeğin bir kadınla kesinlikle konuşmaması gerektiğini, bunun
islamiyette kesin bir kural olduğunu söylediler. Bu kadın öğretmen bile olsa durumun
değişmeyeceğini, aksi halde çok büyük günaha gireceğimi belirttiler. Bu nedenle öğretmenimi
çok sevmeme rağman görüşmekten kaçardım. Neden böyle yaptığımı öğrenmek isteyen N.
öğretmene cevap vermez, hemen yanından uzaklaşırdım. İçinde bulunduğum zor koşullara
rağmen çok çalışarak, ortaokulu birincilikle bitirdim. Öyle ki ortaokul sınavları için dikkate
alınan fen, matematik, Türkçe derslerimin ortalaması 10 üzerinden 9.5 idi. Okulun en başarılı
236

öğrencisi olarak 2. ve 3. sınıflarda imam-hatip ortaokulları bilgi yarışmasında, okulu temsil


eden grupta yer alıyordum. Son sınıfta okulun yakınında bir evde yaşayan bazı ağabeyler
bizimle ilgilemeye başladılar. Bizi evlerine davet ederek derslerimize yardım edeceklerini
söylüyorlar, ayrıca bize çok hoş ikramlar yapıyorlardı.
S- Sözünü ettiğin bu ağabeylerle nasıl tanıştınız? Sizlere neden yardım ettiklerini hiç
düşünmediniz mi?
D-1989- 90 öğretim yılı boyunca evlerinde bize ders veren bu ağabeyleri, sınıftaki bir
arkadaşım aracılığıyla tanıdım. Bu ağabeyleri başlangıçta hiç tanımıyor, kim olduklarını
bilmiyorduk. Saatlerce bizlere ders anlatır, bilmediklerimizi öğretir, bu arada sohbet
ederlerdi. Bu ağabeylerin bizi çalıştırmaları karşılığında maddi olarak hiçbir şey istememeleri
bizim için bulunmaz fırsattı. Bunların verdikleri derslere devam eden 6,7 öğrenciydik. Ama
hepimiz okulun en çalışkan ve zeki çocuklarıydık. Bize karşı o kadar sıcak, o kadar içten
davranıyorlardı ki bu ilgiyi o güne kadar ailemden bile görmemiştim. Bu ağabeyler hakkında
olumsuz düşünmek imkansızdı. Kimi zaman bunların neden böyle birşey yaptıklarını merak
eder, fakat mantıklı bir neden bulamazdık. Hatta aklımıza gelebilecek olan kötü
düşüncelerden dolayı kendimize kızar, utanırdık.
Nihayet birgün neden böyle bize iyi davrandıkarını sorduğumuzda , yanıt olarak "Bizler
okullarımızı bitirdiğimizde öğretmen olmak istiyoruz. İyi bir öğretmen olmak için sizlere ders
anlatarak deneyim elde ediyoruz. Siz de sınavlarınıza hazırlanmış oluyorsunuz." dediler.
Benim için bu açıklama yeterli olmuştu. Çünkü imam-hatip okulunu sevmiyordum. Çok çalışıp
bu okulu biran önce bitirmeyi, sonra da bir meslek okuluna girmeyi düşünüyordum.
Okulun son sınıfında gerek N. öğretmenimin uyarıları ve sürekli okuyan Ş.B.'nin etkisi,
gerekse bu ağabeylerin yumuşak tutumları, söylemleri ile giderek radikal düşüncelerimin
yavaş yavaş değiştiğini farketmeye başladım.
Sözünü ettiğim ağabeyler bana ılımlı olmayı öğrettiler derken şunu söylemek istiyorum.
Bizlere verilen eğitimin amacı imam-hatip okullarında da , Fethullah cemaatinde de aynıydı.
Yani İslam toplumu yaratmak... İslami devleti kurmak... Bu amaca ulaşmada izlenen yol ve
yöntem farklıydı. RP ve onun gibi tanımlayabileceğimiz radikal gruplar, kendilerini söylemleri
ve faaliyetleri ile ortaya koyarken F.Gülen cemaati çok daha yumuşak ve ılımlı bir görüntü
çizmeye çalışıyordu. Toplumsal bir tepki ve engellemeyle karşılaşmamak için burada bize
öğretilen yöntem "nabza göre şerbet verme anlayışı" idi.
Diğer insanlar "İslamda kadınla tokalaşmak haramdır." deyip kadınlarla tokalaşmazlarken ve
bir bakıma zihniyetlerini açıkça ortaya koyarken, bizim cemaatin elemanları- insanlar
tarafından kabul görmek için- kadınlarla bir arada olmaktan kaçınmazlar...
Bu durumu başka bir örnekle daha açıklamak istiyorum. Mesela ışık evlerinde kalan biz nur
talebeleri için, coca-cola içmek kesinlikle haramdır. Fakat cemaate yeni girecek veya yeni
girmiş insanların evine yemeğe gittiğimizde, bize ikram edilen colaları, bize haram diyen
ağabeyler bizden önce davranır, içerlerdi. Daima uyumlu, daima ılımlı bir görüntü vermek
tedbir olarak vasıflandırılır. Kısaca imam-hatip okullarındaki radikal yaklaşımlardan uzak, bu
tutum ve anlayışın temelindeki amaç budur.
S- Tekrar okul günlerine dönmek istiyorum. O günlerde size en çok yakın olduklarını
söylediğin ağabeyler için ailen ne düşünüyordu? Sizi merak etmediler mi?
237

D- Başlangıçta ailelerimizin bu insanlarla ilişkili olduğumuzdan haberleri yoktu. Daha sonra


öğrendiklerinde, benim ailem pek fazla ilgilenmedi. Ağabeyler bize ailemizden daha sıcak
davranıyorlardı. Ayrıca evde hiç yiyemediğimiz güzel yemekleri orada yiyor, birlikte top
oynuyor, spor yapıyorduk. O yaşta ve o güne kadar böyle bir ilgi görmemiş bizler için, bu
ağabeyler bulunmaz fırsattı. Bizim yaşımızda ve koşullarımızdaki bütün çocuklar için çok cazip
olurdu.
Giderek onlarla aramızda öylesine güçlü bağlar oluşmaya başladı ki anlatılamaz. Çünkü, -Bize
karşı son derece sıcak ve içten davranırlardı.
-Hemen her konuda bize yardımcı olurlardı.
-Birlikte piknikler yapar, spor aktiviteleri düzenler, yemekler, davetler verirlerdi. -Evlerinde
bizim için çok rahat çalışma koşulları sağlıyorlardı.
-Bir zaman sonra ailemizle tanışarak, onlara da büyük güven aşılamışlardı.
-Ortaokul sonrası girilecek okulların sınav dönemlerinde bizimle birlikte sınav yeri olan
Adana'ya kadar gelip, orada bize kalacak yer bulacaklarını,
-Kazanamadığımız takdirde İzmir, İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde bize iyi okullarda
hem yatılı hem de burslu okuma olanağı sağlayabileceklerini söylüyorlardı.
S- Peki bütün bunların karşılığında sizden herhangi bir şey istemediler mi?
D- Hayır. Onlarla birlikte olduğumuz 9-10 ay süresince bizden hiçbir şey istemediler. Öylesine
sıkı bir tedbir uyguluyorlardı ki o insanları onca uzun süre tanıyor olmamıza rağmen, namaz
kıldıklarını, Zaman Gazetesi ve Sızıntı okuduklarını, Fethullahçı olduklarını anlamamıştık.
Bunları, bu ağabeyleri tam 10 ay gibi bir süre geçtikten ve geriye dönüşümüzün artık
olamayacağı bir zamanda öğrendik. Bu uzun zaman diliminde gazetelerini, kitaplarını,
namazlarını, ibadetlerini bizden sıkı biçimde sakladılar. Hiç farkına varmadık. Daha sonra bu
yöntemi biz de öğrenecek ve yeni gelenlere, uzunca bir süre, bize ve dostluğumuza alışıncaya
kadar hiçbir şey belli etmeyecektik. Bu gizliliğe, hizmette temel eğitim yani tedbir deniyor. Bu
eğitimlerden geçmiş olan ben ve daha birçok arkadaşım, cemaatte daha ileri görevler
aldığımızda, aynı kuralları ve programı uygulayıp yeni talebeleri nur cemaatine
kazandıracaktık.
S- Pekala, diğer dinci gruplar radikal tutumlarını açıkça gösterirken, bunlar böyle bir gizliliğe
neden ihtiyaç duyuyorlar?
D- Bu cemaat mensuplarına herhangi bir önyargı ile bakılmaması, onların tehlike olarak
görülmemesi için bu yönteme başvuruyorlar. Bu yöntem ışık evleri için çok gerekli. Eğer
bizlere daha başında hizmetin özellikleri anlatılmış olsaydı, hiçbirimiz böylesine kolayca
onlarla birlikte olmazdık. Onlara kapılıp gidemezdik. Ayrıca kamuoyu içinde çok olumlu bir
görüntü veriyorlar. Gerçek yüzlerini gösteremezler. Bizim için o ağabeyleri gerçek anlamda
tanımak İzmir'de mümkün olabildi.
238

S- İzmir'e nasıl, hangi sebeple gidebildin?


D- Ortaokul sonu sınavlarından sonra, benim amacım kazanmış olduğum fen lisesi için
Diyarbakır'a gitmekti. Ama babam buna izin vermedi. Çünkü imam-hatipe devam etmemi
istiyordu. Ayrıca buraya devam edersem burs alacaktım.
O sırada evlerine gittiğimiz ağabeylerin, İzmir'den bazı arkadaşları geldi. Bizimle çok
ilgilendiler. Amaçları bizi alıp İzmir'e götürmekti. Çok iyi okullarda ve burslu olarak
okutacaklardı. Beni, N.'yi ve Z.'yi bu koşullarda okutmak üzere razı ettiler. Ben imam-hatipe
devam etmeyi hiç istemiyordum. Ağabeylerin İzmir için anlattıkları bilgiler çok cazipti. Benim
gibi diğer arkadaşların aileleri de gitmemizi istemiyorlardı. Ama biz ağabeylere çok
güveniyorduk. Heyecanla bütün okul belgelerimizi, kayıt için bu ağabeylere teslim ettik. Onlar
bütün işlemleri tamamlayacaklardı. Heyecanla okulların açılmasını beklemeye başladık.
Nihayet o günler geldi. Bizi İzmir'e getiren ve çok güvendiğimiz ağabeylerin gerçek yüzünü
görmeye başladık. Bize kalacağımız yurt için çok güzel şeyler anlatmışlardı. Oysa ki
kalacağımız yurt daha inşaat halindeydi. Ve yurdun bitirilmesi için, bizim de işçiler gibi
günlerce çalışmamız gerekiyordu.
Karşılaştığımız durum o kadar farklıydı ki ne yapacağımızı bilemiyorduk. Bize "Atatürk
Lisesi'nde okuyacaksınız." demişlerdi, oysa beni Buca Lisesi'ne, N.'yi ise Şirinevler Lisesi'ne
kayıt yaptırdılar.
S- Geri dönmeyi, durumu ailelerinize anlatmayı niye düşünmediniz?
D- Nasıl dönebilirdik ki? O meşhur deyim gibi " Dönmemek üzere gemileri yakmıştık." Bütün
belgelerimizi onlara vermiştik. Okullara kaydımız yapılmıştı. Hiç paramız yoktu. Üstelik
ailelerimizin bize yardım edecek durumları yoktu. Ağabeylere tam bir teslimiyet içindeydik.
Memlekette onlara öylesine inanmış ve güvenmiştik ki... Onların söylediklerini bütün
akrabaya, çevreye anlatmış, biraz da gururlanmıştık. Şimdi geriye dönüp de hepsinin hayal
olduğunu anlatmaya utanıyorduk. Her ne pahasına olursa olsun orada kalacak ve bizden
istenilenleri bir bir yerine getirecektik. Elimiz kolumuz bağlıydı. Geri dönüşümüz olanaksızdı.
O yaşlarda geriye dönüp bizlerin nasıl bir oyun içinde kullanıldığımızı anlatmak, bizlere çok
ağır geliyordu. ailelerimizin durumu belliydi. Bizim için ne yapabilirlerdi? Ağabeyler de bunu
zaten çok iyi biliyorlardı. Böylece ailelerinden çeşitli vaatlerle kopartılmış, dünyayı
tanımayan, hiçbir şey bilmeyen bir sürü zavallı çocuk.. Artık onlara teslim edilmiştik. Çok
eskilerde eli sopalı hocalara söylenen "Eti senin, kemiği bizim" gibi birşey... İstedikleri gibi bizi
eğip bükecek, eğitecek, yaşam boyu bizleri etkileyecek fikirleri beyinlerimize
yerleştireceklerdi. Artık bu tarihten sonra bizim için yeni bir yaşam başlıyordu.
Fethullahçılık...
S- Yani böylece gerçek yüzlerini saklayarak, sizlerle önce çok yakın dostluklar kuruyorlar.
Sonra da bir bakıma çaresiz kalmış bu öğrencileri, bu çocukları cemaate alarak birer mürit
haline getiriyorlar.
D- Evet... Gerçek böyle... Sonra da inanılmaz katı bir disiplin ve S.Nursi öğretileri ile dış
dünyadan tamamen kopuk, F.Hoca'nın görüşleri doğrultusunda bir sisteme dahil ediyorlar,
hizmete sokuyorlar.
239

S- Bu nasıl bir hizmet ki kendilerini başlangıçta saklamak gereğini duyuyorlar? Bize


Fethullahçıların hizmet dediği bu faaliyeti tüm ayrıntıları ile açıklayabilir misin?
D- Bu cemaatin kendisine misyon edindiği İla-yı Kelimetullah, yani İslamı dünyanın her yanına
ve her insana götürmeye, Allah'ın dini olan islamı ve anayasa hükmündeki Kuran-ı Kerim
hükümlerini hem fen hem toplumsal yaşamda etkin kılmaktır. Diğer adıyla Kuran Hizmeti...
Tedbir ise, Kuran Hizmetini yaparken bu hizmete hiç kimse tarafından bir zarar verilmesin, bu
iş yarım kalmasın diye alınan bir takım önlemlerdir. Bu önlemlere diğer adıyla takiyye ya da
te'vil yoluna gitme de denir. Örneklemek gerekirse çok ılımlı ve yumuşak görünmek, kod
isimleri kullanmak, yeni öğrencilerden uzun bir süre asıl kimlikleri saklamak gibi...
S- Asıl kimliklerini başlangıçta saklamaları , öğrencileri kendilerine alıştırmayı korkup
kaçmalarını önlemeyi amaçlıyor olmalı... Fakat kod ismi kullanmaya neden gereksinme
duyuyorlar?
D- Kendine "Hakkı tutup kaldırma" ya da "İslamı yeniden herşeyi ile hem bireyin hem de
toplumun tüm yaşamına etkin ve egemen kılma" diye tanımlayabileceğimiz bir misyon
yükleyen cemaat, kod isim kullanmayı tedbir açısından zorunlu görmektedir.
Bu oluşumun ilk günlerine gittiğimizde, S. Nursi ve onun da hizmet adını verdiği çalışmalarını
dikkatle incelediğimizde, bu yöntem o günün zorlayıcı koşullarından dolayı kullanılmıştır. S.
Nursi'nin hizmetlerini yaptığı dönem, Cumhuriyet ve sonrasına, devrim yasalarının hayata
geçirilerek yeni bir toplum yaratma evresine ve daha sonra da tek parti dönemine denk gelir.
Bu dönemler ana niteliği Müslüman olan bu halkı dinsizleştirmek, onu öz değerlerinden
kopartma dönemi olarak tanıtılır, anlatılır ve ezberletilir.
Bir anlamda ülkenin gerçek sahibi olan Müslümanlar, Kemalist zihniyeti taşıyan yöneticiler, I
̇.İnönü ve onun gibi din karşıtı insanların çabalarıyla parya durumuna düşürülmüşlerdir. Dinin
ayaklara düştüğü bu dönemde müreddid yani, asrın sahibi olarak söz edilen Saidi Nursi, bu
zor koşullarda iman-Kuran hizmetini başlatır. Neredeyse komunist Rusya'daki gibi dine karşı
katı politikaların izlendiği bu dönemde, bu hizmeti yürütmek için kod isimler kullanılmak
zorunda kalınmıştır. O nedenle bu yöntem gizlilik için önemlidir. S. Nursi kendi misyonunun
devamı niteliğindeki bu cemaatin yaptığı hizmetin olası tehlikelerden korunması bakımından
kod isimler hala kullanılmaktadır.
Bu konuyu somut bir örnekle aktarmak istiyorum. 1980'lerden hemen sonra bu cemaatten
bir ağabey, sol görüşlü ve oldukça zengin bir ailenin çocuğu ile ilgileniyor. Bir süre sonra
çocuk, ailesini kabul etmez oluyor ve onlardan tamamen uzaklaşıyor. Bu değişime anlam
veremeyen anne, baba, uzun araştırmalardan sonra, çocuklarının adı Ahmet olarak bilinen
bir üniversitelinin evine gidip geldiğini, bütün zamanını o evde geçirdiğini buluyorlar.
Çocuklarını kaybetmek üzere olan aile polislerle birlikte eve geldiği zaman, herkesin Ahmet
olarak tanıdığı kişi, adının Ahmet değil Seyfullah olduğunu söyleyerek hüviyetini gösterir ve
sözü edilen çocuğu hiç tanımadığını belirtir. Şahitler ve o eve gidip gelen öğrenciler, o şahsın
Ahmet olduğunu söyledikleri halde polis bir şey yapamaz. Ve aile çocuğunu cemaate kaptırır.
S- Bu evlerin yani bahsettiğin kişilerin kaldığı evlerin bakımını, kirasını, ihtiyaçlarını kim
karşılıyor?
240

D- Bu evlere Gülen'in deyimi ile ışık evleri denir. Bunlar, cemaatin inanmış ya da ticari
imkanlar sağlanmış esnaf ve işadamları tarafından finanse edilir. Cemaat için ağı
genişletmenin yolu yeni mali kaynak ve insan gücü bulmaktan geçer. Cemaatin birlik
bütünlük içinde bir arada bulunup, amaçlarını gerçekleştirmesi için yeni gelenlere manevi ve
mukaddes değerlerin önemi benimsetilir. Ahiret hayatlarında elde edecekleri kazanımlar,
sevaplar anlatılır.
Önceleri Adandolu'daki esnaflarla başlayan, sonra büyük kentlere ve iş dünyasına ulaşan bu
maddi yardımların birer Allah ve peygamber hizmeti olduğu kabul edildiği için, cemaat bu
konuda pek zorluk çekmez.
S- Bizim toplumumuz çoğunlukla duyarlı, manevi değerlerine bağlı, inançlı insanlardan
oluşuyor. Hele eğitim konusunda yardımcı olmak çok güzel bir duygu. Bu yardımsever kişiler
cemaatin gerçek anlamını bilmedikleri için, ellerinden gelen yardımı yapmış olabilirler.
D- Tabii, buna biz de inanıyoruz. Cemaatin öğrencileri ümmet rüyaları ile eğittiklerini
bilmedikleri muhakkak. Hayırlı bir iş diyerek bu işe sarılıyorlar. Böylece Türkiye'nin dört bir
tarafında, ilçelere kadar uzanmış bu evlerde, okullardaki başarılı, zeki çocuklarla bağlantı
kurulur. Genellikle okul birincileri seçilir. Ben ve çevremdeki bir çok arkadaşım okul
birincileriydik. Çocukların ortaokul, lise yaşlarındaki psikolojileri çok iyi bilinir. Bunların
hayatlarında görmedikleri, bulamadıkları olanaklar sağlanarak, bizlerde olduğu gibi çok yakın
dostluklar kurulur. Bu ağabeyler, giderek seçilen bu çocukların yaşamında, ailelerinin önüne
geçerler. Bir süre sonra çocukları artık onlar yönlendirirler.
O küçücük beyinlerde bu yönlendirmeler, çocukların hayatları boyunca reddedemeyecekleri
paradigmaları oluşturur.
Bu nedenle ışık evleri, cemaate adam kazandırmanın en etkili yöntemidir. O evlerde görülen
yakınlık, dostluk, karşılık beklemeden yapılan yardımlar çocuk dünyamızda bizlere o güne
değin hiç sahip olmadığımız duyguları, heyecanları yaşatır. Ancak cemaate girdikten ve
cemaatin bir küçük üyesi olduktan sonra müthiş bir değişim başlar. Bir askeri disiplinle,
öylesine katı kurallarla yaşamaya başlanır ki dayanmak çok güçtür.
S- Peki gerçeği gördükten sonra öğrenciler neden katılmak gereği duyuyorlar? Neden
cemaati bırakıp ailelerinin yanına dönmüyorlar?
D- Bir kere beyinlerimize şu fikir sanki kazınmıştır : Bu cemaatten olmak çok büyük bir
nasiptir. yani öyle bir kısmettir ki, herkese nasip olmaz. Allahın ancak o çok şanslı ve seçilmiş
kulları bu cemaatin bireyleri olabilir. Bu kutsal cemaatin bir manevi misyonu var. Hadisi
şeriflerde, ahir zamanda gelecek kutsi bir cemaatten söz edilir. Yine Kuran-ı Kerim'deki
ayetlerde, ahir zamanda bir cemaatin geleceği ve islamı cihat yaparak tekrar dirilteceği,
islamı yeniden bütün dünyaya hakim kılacağı belirtiliyor.
Bu görüş, Allah'ın kafirler kızsa da, bozulsa da nurunu bir kez daha kanıtlayacağı ayetiyle
ilişkilendiriliyor.
Bütün bunlarla yorumlanarak ortaya bir cemaat çıkıyor. Fakat bu cemaat öyle bilinen, alelade
bir cemaat değil... Tamamen peygamberimizin gözetiminde, Allah'ın gözünün üzerinde
olduğu, manevi yönü çok ağır, çok büyük ve mukaddes bir cemaat... Bu cemaatin bir bireyi
241

olmaksa, çocuklara ve gençlere öyle bir anlatılıyor ki çok büyük bir ayrıcalık... Herkese nasip
olmayan bir mukaddes ayrıcalık...
S- Cemaati benimsemen, İzmir'deki güç koşullara rağmen onlarla kalman nasıl oldu?
D- Başlangıçta gerçekten çok zorlandık. Kalacağımız yurdun bitirilmesi için işçiler kadar
çalışıyorduk. Geriye, ailelerimize dönemiyorduk. Fakat giderek yurttaki eğitim ve yukarıda
açıkladığım bilgilerin ışığında etkilenmeye başladık. Bizlerin özel olarak seçildiğimizi
düşünerek bütün gücümüzle çalışmaya başladık. O sene babamı kaybetmiştim. Ama cemaate
girmem ve onlardan biri olmam konusu bana söylendiği zaman öylesine sevindim ki
anlatamam. Babamın ölümüne bile çok üzülmediğimi hatırlıyorum. Çünkü çok daha değerli,
çok daha büyük bir şey bulmuştum hayatta... Benim, peygamberin görev verdiği bir cemaate
seçilmem çok büyük bir nasipti, şanstı... Bizler Allah'ın en şanslı kullarıydık... Ayrıca sürekli
olarak cemaatin çok büyüdüğü ve hayatta ne olmak istersek -kaymakam, vali, polis,
öğretmen- olabileceğimizi ya da nerede , nasıl bir iş kurmak istiyorsak cemaatin hemen
yardım edeceğini söylüyorlardı. Cemaatin sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada yayıldığını
ve çok güçlü olduğunu belirtiyorlardı.
S- Öğrencilik yıllarının çok zor, bazen tahammül edilmez olduğunu söylüyorsun. Bu koşullarda
hiç geri dönen oluyor muydu?
D- Evet, çok güç koşullarda yaşardık. Hele ileride anlatacağım kamp günleri daha ağır bir
disiplinle ve sürekli S.Nursi'nin ve F. Hoca'nın eserlerini okumakla, ibadetle geçerdi. Ama
cemaatten ayrılmayı düşünemezdik. Çünkü insanları cemaatte tutmanın bir diğer yoluysa,
somut korkuların ötesinde, onların beynine soyut korkular koymaktır.
S- Ne gibi korkular mesela?
D- Eğer cemaate karşı olumsuz bir davranışınız olursa, hizmeti sekteye uğratacak bir şey
yaparsanız, en başta herşeyden önce "şevkat tokatı"yersiniz. Bu demektir ki hayatınız altüst
olacaktır... Allah'ın kapısına sırtınızı dönmeniz ve Allah'ın da size sırtını dönmesi...
Peygambere karşı gelmeniz... Bunun sonuçları neler olabilir? Bu tür öyle korkutucu şeyler
anlatılır ki inancı olan bir insan için bunlar tahammül edilemez... İnancı olan, hele küçük
yaşlardan itibaren bu korkularla yetiştirilmiş, beyinleri yıkanmış çocukların ya da gençlerin bu
manevi azabı yüklenmeleri düşünülemez.
İnancı olan bir insan hassastır. Allah'la arasının bozulmasını, peygambere olan sevgisinin
azalmasını, sekteye uğramasını düşünemez bile... Bunlar kendi iç dünyasındaki
duyarlılıklarıdır. Bir de soyut korkular vardır yani en etkili olan şevkat tokatı... Eğer cemaate
karşı çok küçük bir şey yaparsanız, hizmette küçücük bir hata yapmış olursanız, Allah başınıza
öyle husumetler getirir ki ne dünyada, ne de ahirette bir daha belinizi doğrultamazsınız.
Şevkat tokatını muhakkak yersiniz.
Böyle olunca insanın beynine sürekli bir korku yerleşiyor. O yüzden yaptığın herşeye dikkat
etmek zorundasın. Kendin için değil, hizmet için dikkatli olmak zorundasın. Herşeyi, onlar
istediği için, onların istediği gibi yapmak zorundasın. Eğer küçük bir hatan hizmete zarar
verirse bu bağışlanamaz. O kimse artık iflah olmaz...
S- Bu çocuklar üzerinde nasıl bir manevi baskı kurduklarını anlıyorum. İnanılması zor, korkunç
birşey... Bu cemaatin hedeflerini ayrıntılarıyla açıklaman, tüm gerçekleri anlatman
242

gerek... Toplum bu tür cemaat ve tarikatların ne kadar vahim sonuçlar doğurabileceğini


görmeli, çocuklarımızı bu çağdışı kalmış karanlık, gizli yuvalardan koruyabilmeli...
D- Cemaat çok net söylemek gerekirse ana hatlarıyla:
a-) Işık evlerinde ve yurtlarda yetiştirilen Gülen'in deyimiyle ışık süvarileriyle yeni bir toplum
yaratmak... Altın nesil denen, bu yetiştirilen gençlik cemaatin ana hedefleri çerçevesinde yeni
bir toplum yaratacaktır.
b-) Yaratılan yeni toplumda İslami düzen hakim olacaktır. Bu da laik demokratik Türkiye
Cumhuriyeti'ni sona erdirip, yerine şer'i kanunların geçerli olacağı İslami devleti kurmakla
gerçekleştirilecektir.
S- Eğer amaçları İslami devleti kurmaksa F.Gülen'in şimdiki sistemle uyum içindeki söylemleri
birer takiyye mi?
D- Cemaat bunu takiyye olarak değil, tedbir olarak vasıflandırır. Kısaca şöyle açıklamak
istiyorum. "Nihai hedefe ulaşana kadar, yani sonuca ulaşana kadar, her yöntem, her yol
mübahtır." Bunun içerisine yalan söylemek de , insanları aldatmak da girer. Yeter ki hizmet
adına yapılan çalışmalar kesintiye uğramasın. Hizmet denilen çalışmanın en büyük özelliği,
sessiz ve derinden olmasıdır. Bu gizlilik de güçlü oluncaya kadar devam edecektir. Bunun
ölçüsü Gülen'in deyimi ile "Gelinen hiçbir noktadan, hiçbir güç tarafından geri adım
attırılamayacak kadar güçlü olmaktır. " Cemaatin temel felsefesi budur.
Bugün arkadaşımla birlikte, bu cemaatin içyüzüne ilişkin açıklamalarda bulunma nedenimiz
bir bakıma, bize öğretilenlerle, bize uygulanan katı disiplin ve Cumhuriyet karşıtı fikirlerle,
dışarıdakilere gösterilen yumuşak, hoşgörülü davranışların ve söylemlerin bir çelişki
oluşturmasıdır.
Bize öğretilen temel felsefede, Cumhuriyet dönemine "Kefere düzeni" diyen bu anlayış,
bugün bu düzenin devamlılığını ister görünmekte ve ne yazık ki bazı kişileri
inandırabilmektedir. Oysa bütün amaç çok farklı görünerek, toplumda olası bazı engellerin
oluşmasına mani olmak, gerçeği öğrenmelerinin önünü kesmektir.
Cemaate ait okullarda verilen eğitimin temel felsefesi, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti
olan T.C.' ni yeniden Osmanlı dönemindeki hüviyetine döndürebilmek ve şer'i hükümlerin
geçerli olduğu, İslami devletler düzenini kurmak şeklinde özetlenebilir. Bir küçük örnek
vermek istiyorum. Daha sonra bu bölümü daha açmak isterim. Örneğin Cumhuriyetle birlikte
gerçekleştirilen devrimler içerisinde çok önemli yeri olduğu söylenen harf devrimi için, bize
öğretilen şudur: " Alim iken bir gecede cahil olduk." Bunun hesaplaşmasının yapılması
gerek...
S- Kiminle hesaplaşılacak?
D- Cumhuriyetle ve devrimleri gerçekleştiren kadro ile...
S- Atatürk hakkında F.Gülen'in söylemleri çok farklı büyük önderin gerçekleştirdiklerini
benimser bir şekilde konuşmaları var.
243

D- Benim de çok dikkatimi çekiyor. Ancak bugüne kadar kimse ona Atatürk devrimleri ile ilgili
olarak, bir soru yöneltmedi diye düşünüyorum. Atatürk'ü soruyorlar. O da mecburen iyi
askerdi, komutandı diyor. Bunu söylerken Atatürk'ün hemen herkes tarafından kabul edilmiş
niteliğini dile getirmiş oluyor. Bunu söylerken de, çok kimse onu Atatürk'ü seven, ılımlı,
çağdaş ve hoşgörü sembolü olarak algılıyor. Fakat biraz derinlemesine bu konuya girilirse,
doğrusu ne diyeceğini bizler de merak ediyoruz. Çünkü bu sözlerin birer yalandan başka
birşey olmadığını bizler çok iyi biliyoruz.
Hem S.Nursi, hem de F. Hoca, Atatürk'ü bir fikir adamı olarak kabul etmedikleri gibi, onu şu
isimlerle bizlere öğretmiş ve belletmişlerdir. Bunların başında da "deccal" gelir. Yani çok
yalan söyleyen, ahir zamanda ortaya çıkacak olan fitnenin başı... Bunun yanında Atatürk
affedersiniz, öylesine pis ve necis birisidir ki O'nun adı ağızlara bile alınmaz. O sadece
deccalin yanısıra, beton Kemal, malum şahıs, o zat gibi isimlerle konu içerisinde geçer.
Atatürk'e olan düşmanlığın nedeni de, onun yapmış olduğu devrimlerde yatar.
O'nun kurmuş olduğu Cumhuriyet düzenine de "kefere düzeni" denir. Çünkü halifeliği,
saltanatı, tekke ve zaviyeleri ortadan kaldıran Atatürk, bu milletin ilim ve irfan hayatına en
büyük darbeyi vurmuştur. Bu darbelerle meydana gelen bozulmaları gidermek ve o eski
günlere dönmek, ancak ve ancak bu cemaatin çabalarıyla olacaktır. Kendilerine biçtikleri
misyon budur.
İşte bu nedenle yetiştirilen ve kendilerine altın nesil denilen yeni nesil, Atatürk'e ,
devrimlerine ve O'nun eseri olan Cumhuriyet'e düşmandırlar. O'nunla hesaplaşmak üzere ışık
evlerinde, yurtlarda ve kolejlerde eğitilmişlerdir. Şer'i düzeni arzulayan tek tip insanlardan
oluşan yığınları oluştururlar.
S- Böylece sizlerde önce ulusal değerlerde bir kopma başlıyor. Artık duygusal bağlarınız, aile
bağlarınız zayıflıyor. Siz sadece onlara bağımlı bir hale geliyorsunuz.
D- Yani bir kul oluyoruz, kul. Artık hangi yöne sürüklenirsek, nereye götürülürsek oraya
gidiyoruz. Sormayan, sorgulamayan, kendine söylenen herşeye rıza gösteren, itaat eden bir
kişi oluyoruz. Ağabeyler ne derse itirazsız kabul edeceksin. Birine karşı gelmek, hatırını
kırmak, dünyanın altını üstüne getirmek gibi birşey... Böylece ellerinin altında binlerce çocuk
var.
Cemaatin başında bulunan F.Gülen ve A Takımı, bu robotlaşmış yığınları istedikleri gibi
kullanmakta ne yazık ki uyguladıkları bu iki yüzlü politika ile de, bazı çevreler tarafından kabul
görmektedir. S.Nursi'nin müridi olarak, F. Hoca hayatını, Cumhuriyet'in kazanımları ile
mücadeleye ayırmış birisidir... Bütün diğer cemaat ve tarikatlar gibi... Ama kuşkusuz en
tehlikelisi... Çünkü diğerleri kendilerini şu ya da bu şekilde açıkça ifade ediyorlar. Bu cemaat
ise çok farklı bir görüntü çiziyor ve çok kimseyi maalesef kandırabiliyor.
Uzun yıllar bu cemaatte yaşamış birisi olarak, eğer Cumhuriyet düzenine yönelik bir tehdit
söz konusu ise, bu tehdit meydanlarda gördüğümüz birkaç kişiden oluşan radikal gruplardan
ve RP'den gelmez diye düşünüyorum. Çünkü bunlar heran önlemi alınabilecek açık
tehlikelerdir. Fakat devlet içinde kadrolarını tamamlamış, çeşitli tedbir ve takiyyelerle toplum
içinde kabul görmüş, Cumhuriyet'ten yana gözüken fakat gerçekte, Cumhuriyet'in temeline
dinamit koyan F.Gülen ve cemaati, T.C.'nin geleceği açısından en büyük tehlikedir.
244

Kanımca her ne pahasına olursa olsun, zaman geçirilmeden cemaatin okulları ve orada
okuyan öğrenciler bu sistemden uzaklaştırılmalı, her türlü önlem hemen alınmalıdır.
S- Evet, yıllardırbu tür cemaat ve tarikatler gizliden gizliye desteklendi. Ne yazık ki siyasi
kadrolar, kendilerine emanet edilen Cumhuriyet'imizin çağdaş kurumlarını ve kazanımlarını,
gerektiği şekilde koruyamadılar. Oy kaygısı ile çok önemli değerlerimiz hırpalandı, zedelendi.
D- Özellikle medya, Gülen cemaatine çok olumlu yaklaşıyor. Doğrusu cemaat, medyayı çok iyi
kullanıyor. Başlangıçta, televizyonlarda ya da basındaki söyleşiler özel olarak seçilmiş kişiler
tarafından yaptırıldı. Bunlar anlaşmalı röportaj veya yazılardı.
S- Bunu nasıl yapıyorlar?
D- Bunlar bilinen şeyler... Çeşitli yöntemle var... Bunların başında maddi ya da manevi çıkar
temin etme geliyor. Cemaat önceden F.Gülen'in temas edeceği, söyleşi veya TV programı
yapacağı kişilerle ilgili olarak çok ayrıntılı bilgiler toplar. Onları değerlendirerek uygulanacak
stratejiyi saptar. Zaten kendilerine uygun olan önerileri kabul ederler. Medya ilişkileri ile
çalışan, çok geniş bir strateji grubu vardır. Bunlar yazılı ve görsel basınla iletişim kurmanın
yanısıra, içlerinden bazılarını sürekli olarak beslerler. F.Gülen cemaatinin çok uzun yıllar
kapalı ve sessiz kalıp, sonra birdenbire kamuoyunun gündemine girmesi, kuşkusuz çok ince
bir politikanın sonucudur. Zamanında bazılarımız, bu önemli ve ince politikanın oluşmasında
etkili olduk, çalıştık. Yöntemi çok iyi biliyoruz. Bazı medya grupları iyi niyetle, Gülen'in bu
hoşgörülü ve masum görünüşüne bakarak, çağdaş bir din adamı hüviyetine inanıp yazılarında
veya TV programlarında onu konuk ediyorlar. Ancak bunların sayısı gerçekten çok azdır.
Diğerlerinin ise cemaatle ve cemaatin verdiği armağanlarla bağlantıları vardır. Bunlar sürekli
olarak kamuoyuna Gülen cemaati ile ilgili olarak çok hoş mesajlar ulaştırırlar. Ve böylece
aldıkları armağanları hak ederler.
Üstelik hiçbirinin aklına gelmiyor... Acaba bu olumlu görünüşün altında nasıl bir gerçek var?
Fethullah Hoca okullarında okuyan o küçük sahipsiz çocuklar mutlu mu? Onları nasıl bir
gelecek bekliyor? Bu çocuklar, bu gençler neden ailelerinden uzaklaştırılarak başka şehirlere
götürülüyor ve orada nasıl bir eğitimden geçiyorlar? Doğrusu bunları düşündükçe çok
üzülüyorum. Kimbilir daha kaç çocuk, ortaokul yaşlarında, tutunmak istedikleri yerlerden
uzaklaştırılıp, bilinmeyen yerlere götürülüyorlar?
S- Fethullah'ın okullarına giden yetkililer veya basın mensupları orada çok düzgün bir öğretim
kurumu ve bakımlı öğrenciler görüyorlar.
D- Tabii ki o denetimlerde herşey çok farklı ve bakımlı... Hiçkimse hizmet için tedbiri elden
bırakmıyor. Ama bizler farklı düşünüyoruz. 30 yıla yaklaşan bir zamandır F.Gülen bu cemaati
oluşturmuş. Hiç bir gazeteci ciddi bir biçimde bu cemaatin yetiştirdiği gençlerin dünyasına
girmeyi düşünmemiş. Çok sağlıklı bir araştırma, bazı şeylerin Türkiye'de ne kadar ters gittiğini
ortaya çıkarabilirdi. Bizler Türkiye'nin yarınlarıyız. Kimlerin ellerine teslim edilip eğitiliyoruz?
Bu şeriat özlemi içinde olan gerici kurumlarda neden özel olarak eğitim alıyoruz?
Gerçekler çok açık ve yalın. Ama kimse bunu görmek istemiyor. Ben ve benim gibi binlerce
çocuk bu düşüncelere, Cumhuriyet karşıtı fikirlere nasıl ve nerede sahip olduk?
245

S- Bunun cevabını kim verebilir? Belki biz, hepimiz... Belki de siyaseti sadece oy olarak
düşünen ve Türkiye'nin kaderini 1990'larda bu noktaya getiren devlet adamları, yöneticiler...
Din istismarcıları...
D- Bunun cevabı nasıl verilebilir? Küçük yaşlarda beyinleri yıkanarak yaşadıkları dünyayı din
simsarlarının görüşleriyle algılayan, bunun dışında başka bir dünya olduğunu düşünmeyen,
siyasal İslam için aile değerlerini, ulus bilincini önemsemeyen binlerce çocuğu ve genci böyle
yetiştirmenin sorumluluğunu kim taşımak ister?
S- Büyük bir cesaret ve yüreklilikle anlattığınız bu gerçeğin, ülkemiz için bir dönüm noktası
olacağını biliyoruz. Yaşadığınız inanılmaz acılar, bundan böyle bu sistemlerin denetime
alınması ve bazı sahte yüzlerin açığa çıkması ile hafifleyecek diye düşünüyorum.
D- Türkiye'de herkesin gözünün önünde bir oyun oynanıyor sanki... Herşey meydanda...
Fakat kimsenin aldırış ettiği yok... Eğitim bir ülkenin geleceği... Ama herkes, heryerde
gelişigüzel eğitim veriyor. Şeriat özleminden başka düşünme yeteneği ve bilinci olmayan
insanlar, Anadolu'nun dört bir tarafından toplanmış pırıl pırıl zekalı öğrencilere, Cumhuriyet
ve Atatürk ilkeleriyle hesaplaşmak üzere eğitim veriyorlar...Özellikle son yıllarda bu konuda
öylesine başıbozukluk var ki inanılmaz!
S- Son yıllarda dini cemaatlerin hızla yükselişinin altındaki nedenler sence neler? Gülen
cemaatinin farklı bir yöntemi var mı?
D- Gülen cemaatinin hızla büyümesinin ve ülke geneline yayılmasının bir diğer nedeni bire bir
yönetiminin çok ustalıkla uygulanıyor olması... Diğer cemaatlerden farklı kılan bu önemli
özellik belki de bu noktada ortaya çıkıyor. Diğer cemaatler adam kazanırken tek tek bireyler
yerine kalabalıkları tercih ederler. Hatta adam kazanmak yolunda ciddi bir politikaları da
yoktur. Bugün Süleymancılar olsun, Nakşiler olsun, bunların çalışmaları bireysel yani tek tek
kişilerle ilgilenmekten çok uzaktır. Oysa Fethullahçılar, bütün enerjilerini, çabalarını tek tek
bireylere yöneltirler. Adam kazanma politikası bireyler üzerine kuruludur. Bu yöntemin
bugün ne denli etkin ve isabetli olduğunu görmek hiç de zor olmasa gerek...
Geçmişe gittiğimizde peygamberimizin tebliğ metodu da budur.Bu hareketin başlangıç
noktası bireyler, sonra aileler ve oradan da topluma ulaşmaktır. Peygambere baktığımızda
önce eşi Hz. Hatice'ye, sonra tek tek en güvendiği dostlarına ve belli bir sayıdan sonra
kalabalıklara yönelmiştir. İslam imparatorluk haline geldiği dönemde ise tebliğ metodu, sahip
olunan güçle, civardaki toplulukları toplu halde İslam'a davet etme ve kabul ettirme şeklinde
olmuştur.
Bu cemaatin de tebliğ metodu aynen böyledir. Bugün bireylere ulaşma dönemi daha
bitmemişse de, ikinci aşama olan insanları gruplar halinde bu oluşuma davet dönemi
başlamıştır. Pek yakında zorla kabul ettirme döneminin geleceğini ifade etmeye
başlamışlardı.
Dikkat edilecek olursa yöntem konusunda diğer cemaatlerden ayrılan bu cemaat, yöneldiği
insanlar açısından da farklıdır. Diğerleri işçi, öğrenci, memur vb. herhangi bir toplumsal
gruptan insanlarla büyümeyi düşünürken, bu cemaat bütün yoğunluğu başarılı öğrencileri
elde etmek ve onların beyinlerini kendi felsefeleri doğrultusunda yönlendirmek üzere
kurmuştur. Yani amaç cemaatin nitelikli insanlardan oluşması ve bu insanların parlak bir
geleceklerinin olmasıdır.
246

Fethullahçıları bugün bu konuma getiren ve diğerlerinden farklı kılan özellik, eğitim


konusundaki ciddi çalışmalarıdır. Bu hareketin başlangıç noktasına gittiğimiz zaman görürüz
ki eldeki bütün maddi olanaklar ve insan gücü bu alanda kullanılmış ve hala da
kullanılmaktadır. Bu cemaatin eğitim konusundaki ciddi çalışmalarının bulunmasının altındaki
temel neden şöyle açıklanabilir:
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine baktığımızda, Avrupa'da eğitim almış ve günün
yükselen değerlerini benimsemiş Jön Türkleri görmek mümkün... Bunlar Osmanlı
İmparatorluğu'nun değişiminde büyük rol almış, etkin olmuş hareketlerdir. Ayrıca yine bu
dönemde, Avrupalı devletlerin Osmanlı'da açtıkları özel okulları ele alırsak, işlevlerini çok iyi
yerine getirdiklerini görürüz. Kısaca ülkenin yönetiminde görev alacak, yeni bir kuşak
İslam'dan ve ümmetçilikten uzak, Osmanlı'nın sonunu getiren düşünce tarzıyla, özel eğitim
kurumlarında yetiştirilmiştir. Bizlere her zaman şöyle söylenmiştir: Avrupalıların içimizde
açtıkları okullarda, Robert College, Tarsus American College vb. okullarda, özünden, milli
değerlerinden uzak, bir anlamda satılık, yabancı düşünceli, fakat ülke yönetiminde etkin yni
bir sınıf oluştu. Hem Jön Türkler hem de bu okullarda yetiştirilmiş olan yeni nesil, insanımızı
imansızlık ve inançsızlık noktasına getirdi. Bu da Osmanlı'nın sonunu hazırladı.
Ancak bu okullarda başlayan bozulmalar ancak ve ancak yeni nesil yetiştirmekle ve yeni bir
eğitim sistemi ile mümkün olabilir. İşte F. Hoca'nın ve cemaatinin temel felsefeleri budur.
Çünkü gelecek Atatürk'ün dediği gibi gençlerindir. İktidarı ele geçirmek ancak, yeni bir nesil
yetiştirmekle, bu da eğitimle yaratılabilinir. Bu anlayışla yola çıkan Fethullah Hoca, 30 yıl
sonra bu güce ermiştir... Bu anlamda, cemaate ait okullarda ve bu kurumlarda çalışanlara
baktığımızda hep milli eğitime alternatif bir anlayışın egemen olduğunu görürüz... Şunu
rahatlıkla söyleyebilirim. Eğer bugün cemaat kendine ait okullarda, devlet üniversitelerinden
mezun olmuş hiçbir elemanı çalıştırmıyor , personelini kendisi tayin ediyor, maaşlarını kendi
anlayışına göre kendisi belirliyor ise bir bakıma sözünü ettiğim alternatif sistem yaratılmıştır.
S- Cemaatin okullarında nasıl bir sistem uygulanıyor?
D- Okulların ortak yapısına baktığımızda, hiçbirinde karma eğitime rastlamak mümkün
değildir. Ayrıca bu okulların başarıları kız, erkek ayrı olmalarına bağlanmış ve bu ilkel düşüce
tarzı, insanlarda kabul görmeye başlamıştır. Oysa bunun altında yatan temel neden,
cemaatin kadına bakışında yatar.
S- Evet, siyasal İslamı savunanların hepsinde kadın ikinci plandadır. Bu cemaatte kadın nasıl
yorumlanmakta?
D- Çocuk yaşlarda bizlere verilen eğitime göre. "Kadın şeytanın ta kendisidir. Bu konuyu iyi
kavramak için S. Nursi'ye kulak vermek gerekir." denirdi. S.Nursi'ye göre"Ahir zamanda
cehenneme gidecek olan erkeklerin büyük çoğunluğu, kadınlar yüzünden gidecektir." Nursi
bunu hayal aleminde gördüğünü anlatır. Bu cemaatin temel felsefesini oluşturan liderin,
kadın hakkındaki sözleri bu kadar da değildir. S. Nursi der ki "Cennetin etrafında insanın
nefsine zor gelen güzelliklerin olduğu, bunun aksine cehennemin etrafında ise insanın
hoşuna giden, zehirli bal hükmünde iğrençlikler vardır ki, bunların başında kadın gelir."
Bu öğretinin günlük yaşamdaki somut etkilerine gelince; bir erkeğin bir kadınla konuşması,
bir kadının bir erkekle konuşması kesinlikle yasaklanmıştır. Eğer yurtlarda veya evlerde kalan
ve ekonomik olarak zor durumda olan bir öğrenciyseniz ve bu hataya düşerseniz, bir uyarıdan
247

sonra yurttan veya evden atılırsınız. Cemaatteki bireylere zorunlu olunduğunda bile,
kadınlarla konuşulması kesinlikle yasaklanmıştır.
Çünkü bir kadınla bir erkek bir araya geldiğinde, kesinlikle bir zina olayı olur. Temel anlayış
budur. Okuldaki bayan hocalarımıza gelince, onlarla ilişkilerimiz konusunda şunlar söylenirdi.
Zorunlu olmadıkça , yani hocanız size bir soru sormadıkça, siz birşey sormayacaksınız. Ve ilgili
olmaya çalışmayacaksınız. Derste onları dinlerken başınız önünüzde olacak , yüzüne
bakmayacaksınız. Eğer anlamadığınız birşey olursa onu not edin, akşam evde ağabeylere
sorar öğrenirsiniz.
Cemaatin içinde, bizlere bu anlayış öğretilirken, F.Gülen'le yapılan röportajlarda, kadınların
hakimlik yapacağını söylemesi, kadınların örtünmesinin iman mevzularına göre çok da öenmli
olmadığını söylemesi, insanlara nasıl inandırıcı gelebilir, anlamıyorum... Hizmete ait binalarda
başı açık bayana rastlayamazsınız. Belki göstermelik olarak, hoşgörü adına birkaç tane
bulunabilir. Ya da bir tehlike anında gelen bir emirle bayanların başları bir müddet için
açılabilir.
Kısaca şunu söyleyebilirim. Bu cemaatin kadına bakış açısı, diğer radikal olarak nitelendirilen
gruplara oranla, daha sert ve daha ilkeldir... Her zaman olduğu gibi burada da kadının görevi,
çocuk doğurmak ve efendisine hizmet etmektir. Bunun dışında ne söylenirse söylensin
yalandır, takiyyedir ve tedbir nedeniyle söylenmiştir.
S- Son günlerde bir bayan gazetecinin hem yazılı hem de görsel basında cemaatle ilgili çok
olumlu söylemleri var. Bu konuda ne düşünüyorsun?
D- Evet, o bayan cemaat hakkında bir de kitap yazdı ve o kitaptan büyük paralar kazandı.
Eğer kullanıldığının farkında değilse, gerçekle yüzleştiği zaman cemaat tarafından kadının
mekruh bir varlık olarak algılandığını çok iyi öğrenecektir. Ancak bütün bu söylemlerinin
karşılığını maddi olarak alıyorsa, bu işi bilerek yapıyor demektir.
O yazarın İstanbul'daki bir toplantısına katıldım. Hayret, ilk defa toplantı kadın erkek karışık
yapılıyordu. Ağabeye "Nasıl böyle birşey olabilir?" diye sorduğumda "Böyle olması gerekiyor,
konuşmacı bir harika." dedi. Gerçekten gazeteci bayan, cemaati ve hocayı öylesine
yücelterek anlatıyordu ki kendimi orada afişe etmemek için çok zor tuttum.
Acaba o okullarda ve evlerde yaşanan dramları, o küçük çocukların yaşadıkları acıları biliyor
muydu? Bizlerin yaşamlarını öğrenmek, gerçeği ortaya çıkarmak için bir çaba harcamış
mıydı? Madalyonun bir yüzünü görmek ne derece doğru ve adil? Bizlerin hakkı,
yaşamlarımızın hesabı ne olacak? Hiç kimse bunların hesabını, bu cemaatten ve bizi kullanan
bu liderden sormayacak mı?
S- Bizler bunun için bu çabayı gösteriyoruz. Geleceğimizin güvencesi olan çocuklarımızın
böylesine ilkel ve düşmanca fikirlerle zehirlenmelerini engellemek, yetkili makamları göreve
çağırmak üzere sizlerle birlikte bu çalışmayı yapıyoruz. Gerçeklerin açığa çıkması bakımından
bu çalışma sadece bir başlangıç olmalı diye düşünüyorum. Objektif gazetecilik bilinci ve
iddiasında olan pek çok basın mensubunun, bu konuda ciddi bir araştırmayı başlatacaklarına
inanıyorum.
D- Umarım... Son günlerde cemaatle ve hocayla ilgili haberler ve söyleşiler çok arttı. Bizlere
zaten 1998 yılı başı itibariyle cemaatin çok önemli hale geleceği söylenmişti... Öyle de
248

oluyor. Hele cemaatin ödüllerini alan ünlü kişiler... O gece Samanyolu TV'de yayını izlerken
ağlamak istedim. Bizleri ve Cumhuriyet düşmanlarının gerçek yüzlerini nasıl görmüyorlar?
S- Bu yazıları okudukları zaman nasıl bir hata içinde olduklarını anlayacaklar. Bu ihanet
çemberinin verdiği ödülleri, belki bundan sonra çok daha iyi değerlendirirler.
D- Bu ortamı hazırlayan kişiler cemaatle organik bağ içinde olan ve oldukça yetkili
makamlarda oturan görevlilerdir. Bugünün mevcut partileri içinde özellikle sağ partiler içinde
F.Gülen'in inanmış müritleri vardır. Bakanlık koltuğuna kadar yükselmiş bu müritler,
kadrolaşmanın alt yapısını hazırlarlar. Ayrıca her türlü gelişmeyi ve bilgiyi cemaatin A
takımına aktararak, planlanan stratejinin uygulanmasında büyük rol oynarlar. Bunların
bazıları kamuoyunca çok iyi bilinmektedir. Ancak hiçbir sakınca görülmemektedir.
S- Bunlar F.Gülen'in kamuoyuna sunduğu yumuşak ve ılımlı görüntünün sonuçları olsa
gerek...
D- Bugün yükselen radikal İslama karşı Gülen'i bir umut ışığı gibi görenler, kısa bir zaman
sonra ne denli yanıldıklarını anlayacaklardır. Fakat ogün herşey için çok geç olacaktır. Suni ışık
evleriyle, suni ışık kırıntılarıyla insanların gözünü boyayan F.Gülen zihniyetinin artık gerçek
yüzünü görmemiz gerekiyor.
Bizler medyanın ve kamuoyunun böylesine kolayca kandırılmasını anlayamıyoruz. Çünkü
cemaatin sohbetlerinde, ağabeyler ile yaptığımız konuşmalarda, dışa yansıyan beyanların
hemen hepsinde bir tevil, bir takiyye olduğunu biliyoruz... Nitekim İstanbul Gazi
Mahallesi'nde meydana gelen olaylar sırasında incinmiş olan Alevilerin, bir anlamda desteğini
almak için hiç çekinmeden "Ben de Aleviyim" diyor F.Gülen. Bunu ağabeylere sorduğumuzda
"Hocaefendi bu sözleriyle ne demek istedi?" dediğimizde, bize söylenen şuydu: "O
kızılbaşlara ulaşabilmenin, hareketimize engel olmalarını önlemenin yolu biraz gururlarını
okşamaktan geçer. Nabza göre şerbet vermek gerekir. Hocaefendi bunu yapmıştır."
Cemaatin içindeki bizlere böyle açıklamalar, kafamızın karışmaması ve Hocaefendinin izlediği
ince politikayı kavrayabilmemiz için anlatılıyordu. Çünkü bizler biliyorduk ki cemaat, sünnilik
dışında bütün mezhepleri kesinlikle reddeder ve dışlar. Doğu'dan gelmiş Şafii mezhebindeki
bazı arkadaşlar, zorla Hanefi yapıldılar. Mezheplere bile tahammül edemeyen bu zihniyetin
her zaman kızılbaş olarak bize anlattığı Alevilerle ilgili bu beyanı gerektiğinde takiyyenin
Gülen için çok kolay bir iş olduğunu göstermesi bakımından önemli bir örnek teşkil eder.
Böylece takiyye, cemaatin temel felsefesidir. Kullanılan kod isimler, uzatılmış saçlar, uzun
favoriler, modern görünüşler, gerektiğinde kızların başlarını açmaya zorlanmaları, hep hedefe
varmak için kullanılan göstermelik hareketler ve aldatmacalardır.
S- Cemaat kendi okullarının dışındaki öğretim kurumlarında faaliyet gösteriyor mu? Bunlar
üzerinde bir etkinliği var mı?
D- Gülen cemaatinin 30 yıllık geçmişi içinde, hizmette önemli bir yer tutan diğer amacı da
üniversite ve yurtları ele geçirmektir. Hizmetin asıl yükünü zaten öğrenciler çeker. Hizmetin
belirli süreçte tüm üniversiteleri öğrencileriyle, öğretim kadrosuyla ve çalışanlarıyla ele
geçirme politikası vardır. Bunlara ait dershanelerde bulunan serrehber konumundaki insanlar
249
aldıkları karar sonrasında , cemaatin etkinliğini arttırmak üzere , başarılı öğrencileri tümüyle
bir okula yönlendirirler. Daha önce anlattığım üzere, ışık evlerinde mutlak itaatle yetiştirilen
öğrenciler, ağabeylerinin kendilerine seçtikleri fakülte ve bölümlerinde okumak
zorundadırlar. Çünkü o yıl hedeflenen üniversitede cemaat güçlenmek istemektedir.
Anadolu'nun zeki, çalışkan çocukları kendilerini yetiştiren ve yönlendiren bu serrehberler
elinde adeta kukladırlar. Öğrencinin kendisi başka bir fakülte ve bölümü istese bile, ağabeyler
onu nereye yönlendireceklerse, onu yapmak zorundadır. Zaten üniversite giriş formları bu
ağabeyler tarafından doldurulur. Böylece planlanan politikalarla bir-iki yıl içinde istedikleri
üniversitenin bölümlerine, cemaatin inanmış öğrencileri yerleştirilir. Devlet yurtları ve
üniversite yurtlarına gelince... Kendilerince çok sağlam yetiştirilmiş öğrenciler devlet
yurtlarına gönderilir. Bu öğrenciler birarada aynı odada kalırlar. Ve bu yurt odasını birer ışık
evi gibi kullanarak, öğrenci kafalayarak, cemaate yeni adamlar kazandırırlar. Gelen yeni
öğrencilere birtakım olanaklar sağlayarak, aynı bizlere yapıldığı gibi dostluklar kurarlar. Ve
böylece ağlarını genişletirler.
Bugün ülkemizde öylesine bir yoksulluk var ki Anadolu'dan binbir güçlükle gelen öğrenciler
bu dostluklara kolayca kanıyorlar. Yalnızlıklarını cemaatin göstermelik yardımlarıyla giderme
yolunu seçiyorlar. Ve böylece, cemaatin kendi yurtlarının dışındaki devlet yurtları da giderek
F.Gülen'e hizmet eder hale geliyor.
S- Bu hizmet evlerini ve hizmet anlayışını biraz daha açabilir misin?
D- İnsanlar hizmet denilen düşünceye öylesine inandırılmışlardır ki neredeyse herşeylerinden
vazgeçerler. Çünkü dünya geçici, ahiret yaşamı ise sonsuzdur. Bu sonsuz yaşamı cennette
geçirmenin yolu da herşeyinle cemaate hizmet etmektir. Cemaatin müritleri, kendileri için,
özel yaşamları ve aileleri için birşey yapamazlar. Evli olan bir insan, ağabeyi izin vermezse
evine gidemez. Eğer ağabey izin vermezse, öğrenci memleketine, ailesine gidemez. Cemaat
neyi doğru buluyorsa, kendinin yaşaması ve güçlenmesi için ne gerekiyorsa o uygulanır.
Kimse buna itiraz edemez. Herşeyden önce cemaatin çıkarları gelir.
Öylesine bir maddi ve manevi sömürü düzeni vardır ki hiçbir insan buna karşı gelemez ve
insanlar posaı çıkana kadar kullanılırlar. İşe yaramaz bir hale gelince de bütün ilişki kesilir,
ortada bırakılırlar. Nasıl olsa geride yığınla sahipsiz öğrenci ve çocuklar vardır. Ancak eğer
mürit, esnaftan biri ise parası varken çok iyidir. Fakat ekonomik durumu bozulur da cemaate
yeterli maddi desteği veremezse onun bir kıymeti kalmaz.
Hizmetteki insanların nasıl yaşamaları gerektiğine, ağabeyler karar verir. Ağabeyler ise
kararları Gülen'den alırlar. Hizmetteki insanların yaşamlarını düzenleme öyle ileri bir
aşamadadır ki hiç abartısız ne zaman evleneceğinize - hep cemaat içinden evlendirilir- hangi
mesleği seçeceğinize ve hatta giydiğiniz iç çamaşırınıza kadar onlar karar verir. Bu noktada
bireysel özgürlükten, özel yaşamdan söz edilemez.
S- Ya sakal bırakma? Biliyoruz ki siyasal İslamcılar, peygamberin sünneti olarak öne sürdükleri
bu sakal bırakma işini titizlikle uyguluyorlar. Gülen neden bu konuda onlar kadar duyarlı
değil?
D- Bu cemaatte hizmete yeni adam kazandırmak çok önemlidir. Bu iş yapılırken çok dikkatli
davranılır. Yeni insanı cemaate ısındırmaya çalışma dönemine "ayar çekme dönemi" denir.
Adam kazanmak için büyük bir uğraş verilir. Hizmete bir kişi kazandırmak için, uzun ve özel
250

bir çaba gerekir. Bu çalışma farzdır. Yani insanları, İslam'a kazandırma tebliği yapılırken,
sünnet olan sakal bırakma insanları korkutup kaçırmamak için terkedilebilir.
Cemaatteki insanların hergün traş olup sakal uzatmamalarının nedeni farz işlemi yaparken
sünnetin buna engel olmamasıdır. Fakat hep şunu söylerler: "İnşallah toplumsal İslamın
yaşandığı, İslami devletler yeniden teşekkül ettiği zaman, rahatça peygamber sünnetine
uygun olarak sakallarla dolaşacağız."
S- F.Gülen'in sanat ve kültür olaylarına bakışı nasıl? Kültürel etkinliklere katılıyorlar mı?
D- Asıl amaç için hemen herşey araç olarak kullanılabilir. Cemaatin temel felsefesi budur
demiştim. Tıpkı şu an demokrasinin sonunu getirmek için, demokrasiden yararlanmaları
gibi... Burada da aynıdır. Çalışmalarını essiz ve derinden yürüten bu insanlar, toplumda kabul
görmek için, hiç seyretmedikleri "Köpekler Adası" filmini finanse ettiler. Niyetleri ise artık
ortada... Size bir anımı anlatayım. Bir arkadaşımın annesi bize tiyatro için bilet almıştı. Gitmek
için ağabeyden izin istediğimde "Bunlar boş, malayani şeyler... İnsanın dünyaya ilgisini
arttırır. Günaha girersin." deyip izin vermedi. Sinema için aynı görüşleri vardır. Bu tür
sanatsal, kültürel olaylar bizlere yasaktır. Dinin, İslamın bunları günah olarak gördüğü,
beyinlerimize o küçük yaşlardan itibaren yerleştirilmiştir.
S- Peki cemaat liderinin özel yaşamı nasıldır? Bu konuda neler biliyorsunuz? Bugüne kadar
neden evlenmemiş? Bayan arkadaşı var mı? İnsan olarak nasıl yaşıyor?
D- Hizmette kadına bakış, dolayısıyla hep ayak bağı olarak düşünülür. Bu nedenle, cemaat
içindeki birinin evlenmesine bırakın yardımcı olmayı, daima birtakım engeller çıkarırlar. Hep
şu anlatılır: Bu hizmet ahir zamanda İsamı yeniden toplumsal yaşama egemen kılacak olan
çalışmadır. Bu çalışmanın aksamaması için gerekirse evlenilmemelidir. F. Gülen'in hiç
evlenmemesi konusunda ise bize anlatılan şu: Hocanın nefsi, nefsani duyguları, yani erkek
olarak sahip olması gereken arzuları göğe uçmuş. O nedenle F. Gülen'in bu konularla ilgisi
olmadığını söylediler. Böylece küçük yaşlardan itibaren F.Gülen'i insan üstü bir varlık olarak
algılamamız istendi sanki...
S- Peki ama peygamber ondan daha kutsal... Evlilik kurumuna saygılı.. Kendisi kaç kez
evlenmiş? Yanlış birşey olsaydı O yapmazdı herhalde. Üstelik İslamiyet gibi bir dini yaymakla
görevlendirilmiş o günün koşullarında çok daha zor bir görev, sizin deyiminizle çok zor bir
hizmet... Ve Allah tarafından görevlendiriliyor. Peygamberde bile böyle birşey olmadığına
göre, bu açıklama size mantıklı geliyor mu?
D- Bizlerden hiçbir zaman mantığımızı kullanmamız istenmez. Biz sadece ağabeylerin bize
söylediklerini dinler ve onlara inanırız. Ama tabii ki ben artık, çevremdeki bütün olayları çok
daha başka gözle görmeye başladım. Çok okuyorum. Sürekli kendimi geliştirmek, mantıklı ve
bilinçli düşünmek için çaba sarfediyorum. Ortaokul sıralarında fen bilimleri öğretmenim N.
Hanımı ve onun uyarılarını hala hatırlıyorum. Benim uyanmamda çok etkili oldu.
Bugün artık bizlere ezberletilen bu tür şeylerle ilgili olarak şunu söyleyebilirim: Hepsinin
safsata olduğunu düşünüyorum. Bizler, bizi sarmalayan katı ve dinci çemberin dışına
çıkabildik. Ve gerçeklerin bize öğretildiği gibi olmadığını anlama fırsatımız oldu. Ya diğer
çocuklar? Beyinleri yıkanan binlerce öğrenci... Onlar nasıl aydınlık fikirlere, çağdaş, eleştiren,
sorgulayan beyinlere sahip olacaklar? Bugün, tarikat ve benzeri cemaatlerin nasıl bir gericilik
251

akımı içinde olduklarını biliyoruz. Ali Kalkancı da evlenebilmek için üniversite mezunu bir kızı ,
peygamber öyle istiyor diye kandırabiliyor.
S- F. Gülen de bir bakıma aynısını söylüyor. SHOW TV'de 32. Gün programında, peygamberin
Gülen'in rüyasına girerek evlenmemesi gerektiğini söylediğini belirttiler. Bu yorum ne kadar
inandırıcı olabilir? Bunu ona hizmet edenler düşünsünler. Ama güzel bir örnek verdin.
Aralarında hiç fark yok... Sadece uyguladıkları yöntemler farklı...
D- Umarım bu gerçeği toplum farkeder. Çünkü ışık evlerinde öyle bir ortamda yaşanır ki...
Öğrencilere uygulanan katı disiplinle öylesine bir düzen yaratılır ki bir süre sonra neyin
gerçek, neyin gerçek dışı olduğunu ayırdedemez hale gelirsiniz... Zaten amaçlanan da budur
sanıyorum. Böyle bir ortamda ağabeyler tarafından söylenen, aksettirilen herşeye inanılır,
iman edilir. Gülen için söylenilenler cemaatin öğrencileri için kutsal bilgilerdir. Gülen'in
hayatını cemaatten ayrıldıktan sonra bir kitapta okudum. Orada da medresede yetiştiği için
ve ailesinde aldığı terbiye nedeniyle çok utangaç olduğu yazıyordu. Zaten ilkokul 3. sınıfa
kadar okumuş. 1938 doğumlu... Dışarıdan ilkokulu bitirmiş. Genellikle kadınlardan hep
çekinmiş ve uzak kalmış.
S- F. Gülen'i Samanyolu TV 'de vaazlarında dinlemeye çalıştım. Ama birşey anlayamadım. Ne
demek istiyor? Neyi anlatıyor? Dikkatle izlediğim halde çıkaramadım. Sürekli Arapça birşeyler
söyleyerek sonra tercümesini yapıyor ve çok sık ağlıyor.
D- Kendisinin çok hassas ve duyarlı olduğunu söylüyorlar. O nedenle sık sık duygulanıp
ağlıyor olmalı...
S- Doğrusu buna inanmak çok güç... Çünkü şu anlattığınız olayları yaşayan küçük çocukları
önce görmesi lazım... Eğer gerçekten vicdanı varsa, o çocuklar için ağlaması lazım. Kurmuş
olduğu katı ve dayanılmaz sistemle ıstırap çeken çocuklar için ağlaması lazım... Bu çocukları
birer Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı yaparak , bu ülkeye en büyük kötülüğü yaptığı için
ağlaması gerek diye düşünüyorum. Bu ağlamaların tamamen bir gösteri olduğu anlaşılıyor.
Herneyse, başka bir konuya gelelim. F.Gülen'in 8 yıllık kesintisiz eğitime bakışı nasıl?
Medyadaki yazılar onun bu konuda destek verdiği yönünde idi.
D- Bir insanı yetiştirmek ona istediğiniz şekli vermek için en uygun yaş 16 yaş öncesi yıllardır.
Bu döneme hizmetin deyimi ile "fıtratın oluşma dönemi" denir. Bu süreçte bir insan üzerinde
hangi anlayış etken olursa o kişinin ondan sonraki yaşamında , o anlayışın belirgin özellikleri
görülür. Bunu bilen radikal islamcılar ve RP işte bu noktada 8 yıllık eğitime büyük tepki
gösterdiler. Çünkü biliyorlar ki 16'sına gelmiş bir insanı uydurma, dayanaksız, soyut
korkularla kandırmak ve istismar etmek zordur. RP'nin bu konuda halkı kışkırtması, imam-
hatip okullarında daha önce yaşadığım zihniyetin devamıdır.
Gülen cemaatine gelince, bu cemaatin 8 yılı desteklemesinin, hatta bir takım bağışlarda
bulunmasının altında 2 neden var:
1. İzlenen ılımlı politikanın gereği... Bununla daha çok taraftar toplamak, insanlarda kabul
görmek... Sözde radikal İslam'dan ayrıldığını halkın gözünde belirginleştirmek... Kamuoyu
tarafından büyük destek gören 8 yıllık eğitim konusunda Cumhuriyet ilkelerinden yana
olduğunu göstermeye çalışarak insanları kandırmaya devam etmek...
252

2. Bu cemaatte temel anlayış mutlak itaat olduğundan, imam-hatip öğrencileri belli bir dini
ve siyasi eğitimden geldikleri için, kendi anlayışlarını biraz zor kabul ettirmekteler... Oysa ki
cemaat, kendi anlayışına göre eleman yetiştirmek için nasıl olsa okul, dersane, sayısız ev yurt
zincirini kurmuştur. Ve buralardan kendi zihniyetleri doğrultusunda istedikleri kadar
kullanacakları insan üretmektedirler. Yani şimdilik cemaatin karşı olmasını gerektirecek bir
durum yoktur. Fakat kolejlere, yurtlara ve evlere olumsuz anlamda bir yaklaşım olsun, bakın
o zaman nasıl birden devlet düşmanı kesilecekler ve gerçek yüzlerini ortaya çıkaracaklardır.
S- Gülen, genellikle konuşmalarında sanki yeni bir Türk kimliği yaratmanın peşinde gibi
gözüküyor. Gerçekte Türkçe'ye nasıl bakıyor? Harf devrimi onun için ne ifade ediyor?
D- O da onun en büyük aldatmacalarından biri... Belki de en önemlisi... Konuşmalarında
Türkçe bir dünya dili olmalıdır deyip duruyor. Ama onun gönlünde yatan, geçmişte kalmış
olan, Arapça terkiplerle dolu, bugün insanların pek anlamadığı Osmanlıcadır. Bu dili
yaygınlaştırmak ve tekrar halk dili yapmaktır. Zaten yazılarında ve söylemlerinde bunu
görmek çok kolay...
Bakınız bu cemaatin insanları öz Türkçe'ye öylesine cephe almışlardır ki... Cemaate yeni gelen
bir öğrencinin istenilen biçimde bir dile sahip olması ve bunu kullanması için birtakım
yaptırımlar vardır. Mesela kesinlikle yanıt diyemezsiniz. Bir kaç uyarıdan sonra, toplum içinde
azarlanmak cezasına çarptırılırsınız. Rastlantı ya da tesadüf diyemezsiniz tevafük demek
zorundasınız. Bunun dışında gelişme, ulus diyemezsiniz. Bunların yerine inkişaf, millet
diyeceksiniz. Zaten TV'deki vaazlarına rastladıysanız, görmüşsünüzdür, ağdalı bir dil kullanır
ve arada bir sürekli olarak Arapça cümleler söyler.
S- Bir defasında, ağzı temiz tutmaktan söz ediyordu. Ve ağlayarak, peygamberin dişlerini ve
ağzını nasıl misvakla temizlediğini uzun uzun anlattı. Misvakı öve öve bitiremedi. Hayret
ettim, diş fırçasından söz etmedi. Hala o günlerde kalmış diye düşündüm. Bu kadar eskiye
bağlı bir insanın zamanımızdaki teknolojiyi kullanması ilginç... Özellikle iletişim alanında bir
hayli yayını var.
D- Burç FM, STV, Sızıntı, Aksiyon vs. den oluşan bu cemaatin medyası, propagandalarını
yapmak ve kendilerini tanıtmak açısından çok önemlidir. Böylece kendileri bir gündem
oluşturma çabası içinde olabiliyorlar. Özellikle STV'de yayınlar öylesine sinsice ve çok farklı
bir anlayışla gerçekleştirilir ki şaşarsınız... Yayınlarda tarihi ve güncel olaylar çok değişik
açılardan yorumlanarak verilmek istenen mesajlar topluma ulaştırılır. Ama bilir misiniz ki bu
yayınlar biz cemaat öğrencilerine yasaktır. Bizler STV'yi, Burç FM'i izleyemeyiz. O yayınlardaki
çağdaş bir konuşma, konuklarla yapılan sohbetler ya da müzik programları bizim kafamızı
karıştırabilir diye düşünüyor olmalılar... Çünkü bu yayınlar cemaatin kamuoyuna yansıyan
yüzü için özel olarak seçilmiş programlardan oluşur.
Cemaatte "Kadın sesi kesinlikle haramdır." fikri ilk öğretilerin başında gelir. Oysa bilindiği gibi
STV'de Eser-Engin Noyan çifti birlikte program yapmaktalar... Hizmet evlerinde aynen STV
gibi Burç FM'i de dinleyemeyiz. Ağabeylere sorduğumuzda bu yayınların ehli dünya için
olduğunu, topluma hoş görünmek, taraftar bulmak, kabul görmek için özel olarak
hazırlandığını, bizler için hayırlı olmayacağını söylerler.
S- Cemaatin toplumun sosyal ve ekonomik kalkınmasına ilişkin görüşleri neler?
253

D- Cemaatte a-) Çok çalışan, üreten, disiplinli, israf etmeyen, aza kanaat eden bir halk anlayışı
egemendir. Amaçlanan toplum budur. Ticari teşekküllere gelince, cemaat küçük işletmelere
nazaran çok ortaklı, büyük sermayeli işletmeleri önerir.
b-) Cihat anlayışı vardır. Gülen'e göre Müslüman insanı ayakta tutan en büyük dinamik, cihat
ruhudur. Yani, ilkellikle nitelendirilen Müslümanların dışındaki emperyalist dünyayı köle
haline getirme ruhudur. Bu yüzden öyle çalışılmalıdır ki bizden medeniyet öğrenmiş olan
Avrupalı ile yine o eski döneme gelmeli, o eski dengeyi kurmalıyız. Bu da ancak ve ancak, bu
milletin İslam'a sarılması ile olabilir. Onu herşeyi ile hem kendi yaşamına hem de devlet ve
toplum yaşamına etkin ve egemen kılması ile olur.
Osmanlı İmparatorluğu'nda , Tanzimat Dönemi'nde, Batılılaşma ruhu ile yetişmişler
sayesinde, ayaklar altına düşen din-i İslam'ı yeniden bayraklaştırmalı ve insanlar bu ruhla
dünyaya yeniden çeki düzen vermelidir. Bugün cihadın hükmü, farzlar üstü farzdır. Herkesin
asli görevi budur...
S- Fethullaşçılarla Refah Partisi arasında yöntem ve düşünce bazında farklılıklar nelerdir?
D- Her ikisi de sonuç olarak aynı düzeni amaçlamalarına karşın, birbirlerine düşmanca tavır
almalarının nedeni, yöntem ve günün koşullarının değerlendirilmesinde ortaya çıkar. Gülen'e
göre İslam'ı yeniden etkin kılmak ve istenen düzene ulaşmak için izlenecek yol, parti çalışması
değildir. Bu yöntem yukarıdan aşağıya biçimindedir ki, eğer gerçekten geçerli olsaydı,
peygamber bunu uygulardı. Peygamber kendisine teklif edilen Mekke Şerifliğini kabul eder ve
İslam'ı bu yöntemle tebliğ ederdi. Fakat böyle olmamıştır. Daha önce izah ettiğim gibi
peygamberimiz birebir yöntemini uygulayarak İslamı tebliğ etmiştir. Cemaat de aynen, tek
tek bireyleri cemaate kazandırmak için çalışmaktadır.
S- Gülen'in devletle ilgili yorumları var. Devleti önemsiyor görünüyor. Bu konuda ne
söylemek istersin?
D- Gülen'in devlet anlayışı oldukça ilginçtir. Söylemlerine bakarsanız koyu bir devletçidir. Bir
yanıyla doğrudur. Ancak medyada onu yere göğe sığdıramayan insanlar, acaba onun hangi
devletin ya da ne tür bir devlet anlayışının savunuculuğunu yaptığını biliyorlar mı? Bildiklerini
zannetmiyorum. Gülen bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin yerine kurulacak olan, kendi
hayallerindeki devletin savunuculuğunu yapmaktır.
Cemaatin özel kasetlerinde şöyle der: "Alternatifinizi hazırlamadan devleti yıkmayınız. Zira
bugünkü T.C. her ne kadar istemediğimiz bir devlet de olsa, alternatifini kuruncaya
(hazırlayıncaya) kadar, devletsizlikten iyidir. Aksi halde ne içte ne de dışta hizmet bu noktaya
ulaşamazdı." Kısaca devletin bekaasını istiyormuş gibi görünmesinin altında da yine bir
yanıltmaca ve bugün için büyük ölçüde kullandığı devlet imkanları bahis konusudur.
Yine Gülen'in yönetimle ilgili olarak İran'a ilişkin söylemlerini hatırlatmak istiyorum. Son
röportajlarından birinde Gülen, İran'da, kul ile Allah arasında imamların olduğunu söyleyerek
"İmama karşı gelen Allah'a karşı gelmiş gibi olur ki günaha girer, bu da çok yanlış olur." diyor.
Tabii kamuoyu onun hizmetteki uygulamalarını bilmediği için, bunun çok doğru bir düşünce
tarzı olduğunu düşünüyor.
Peki ama acaba cemaatin uyguladığı sistem nedir? Başından beri size örneklerle açıklamak
istediğim, bizlere uygulanan sistem, aynı İran modelindeki İslamdır. Işık evlerinde, yurtlarda
254

ve benzeri kuruluşların tümünde, ağabey dediğimiz kişiler çok önemlidirler ve gerçeküstü


insan olarak bizlere tanıtılmışlardır. Hizmette bulunan bir şakirt (cemaatin inanmış bireyi)
eğer ağabeyine karşı gelirse, bu itaatsizlik silsile halinde oradan semt imamına, bölge
imamına, il imamına giderek F. Gülen'e, S. Nursi'ye, peygamber efendimize ve son olarak da
Allah'a gider. Kısaca o kişi, ağabeye itaat etmemekle, Allah'a itaat etmemiştir ve bu nedenle
günahkar olmuştur. Artık şefkat tokadını yemesi an meselesidir. Bu nedenle de asla
ağabeylere itiraz edilemez.
Bir yanda eleştirilen İran İslam modeli, diğer yanda, belki daha katı olan cemaat modeli... İşte
bazı çevrelerin anlamak istemediği bu versiyon F. Gülen'in Türk- İslam anlayışıdır.
S- Cemaatin faaliyetlerini yakından ciddi bir şekilde inceleyen, bu konuda birtakım sivil
kuruluş ve kişilerden çok farklı olarak, cemaate mesafeli duran askeri kesim var. Bu konuda
cemaatin yaklaşımları nedir?
D- Gülen ve cemaati planlı, programlı, sinsi ve yanıltmacı bir biçimde sürdürdükleri
çalışmalarının önünde engel olarak hep orduyu görmüşlerdir. Orduyu ele geçirmek amacıyla
yapılan sızmalar ve çalışmalar, ordunun ciddi ve çok duyarlı tutumu sayesinde hep
başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ele geçirme adına pek birşey yapamayan F. Gülen, şu anda
orduya karşı şöyle bir politika izlemektedir:
1. Orduya hoş görünme (Bu arada hizmet çalışmalarını yine sessiz ve derinden devam
ettirme)
2. Askeriyeye karşı bazı politikacılardan alınmış tavizlerle polisi güçlendirme (Asker- polis
denkliği oluşturmaya çalışma) ... Ordunun istediği zaman ihtilal yapabilme ihtimalini
önlemenin yolu ya orduyu ele geçirmek ya da böyle bir güç dengesi oluşturmakla
sağlanabilir. (Polis kolejlerine girmek, öğretim üyelerini özel olarak seçtirmek ve cemaate
bağlı polisleri daha öğrencilik yıllarında etkilemek, hizmete sokmak) ... Nitekim basına
yansıyan pek çok olay, cemaatin polis camiasında oldukça etkin olduğunu göstermiştir. Bizim
dönemimizden polis kolejlerine gönderilen pek çok arkadaşımız oldu. Katı hizmet anlayışı
içinde yetiştirilen bu polisiye kuvvet, gerektiğinde silahlı bir güç olarak ordunun karşısında
yer alabilir diye düşünülmüştür.
Esasında biz Anadolu çocuklarının ordumuza karşı sonsuz bağlılığı ve sevgisi vardır. Ama
hizmette öylesine yalan yanlış bilgilerle şakirtlerin kafaları yıkanır ki doğruyu, yanlışı ayıramaz
hale gelirler.
Orduya hoş görünme politikasını zihinlerde somutlaştırmak için bizlere sürekli olarak
anlatılan kıssayı aktarmak istiyorum. Olay İslamın ilk dönemlerinde meydana geliyor.
Peygamberimizin gizli tebliğ dönemi daha yeni bitmiş, açık tebliğ dönemi yeni başlamıştır.
Müslümanların oldukça zayıf olduğu bu dönemde peygamber ve arkadaşlarının meclisine
gelen Yahudiye, peygamber sürekli olarak iltifatta bulunur. Onu çok yüceltir. Bunun nedenini
soran sahabelere peygamber şu yanıtı verir: "Eğer şu anda bize zarar vermek istese, biz hiç
bir şey yapamayız. Ancak ona böyle davranırsak, güçlü oluncaya kadar onun şerrinden emin
oluruz. Fakat bu durum sadece güçlü olacağımız duruma kadardır. Sonrasını artık biz tayin
ederiz..."
255

Öğretim üyelerine, devlet erkanına ve özellikle orduya karşı, saygı, anlayış ve yumuşak
davranışlarının altındaki temel felsefe budur. Yoksa ellerinden gelse, neler yapabileceklerini
tahmin etmek güç olmasa gerek...
S- Evet, özellikle büyük törenlerle cemaat ödüllerini alan ünlü, ünsüz bütün kişilerin,
sanıyorum, şapkalarını önlerine koyup bu konuda biraz düşünmeleri gerekiyor.
D- Esasında Türkiye'de hemen herkesin çok iyi düşünmesi gerek. Anlattığımız olaylar bir düş
değil, sinema filmi değil... Ortaokul 3. sınıftan itibaren başlayan gerçek bir karabasan
öyküsü... Bizim yaşamımız... Bütün bunları anlatabilmek, içimizi dökebilmek öylesine zor ve
yıpratıcı bir şey ki... Yaşamlarımızı anlatırken ve yazarken tekrar o günlerin acısını ve
korkusunu yaşıyoruz. Hele o soyut öbür dünya ve cehennem korkuları... İki yılı aşan bir süre
bu korkular, yaşadığım hayali görüntüler nedeniyle psikolojik tedavi gördüm. Sonra sizleri ve
diğer insanları tanıma fırsatımız oldu. Hepiniz çok iyisiniz. Oysa, hizmette sürekli olarak
yıllarca beyinlerimize cemaatin dışında dost olmayacağı, cemaat dışındaki bütün insanların
çok kötü insanlar olduğu aşılandı. Şimdi herşey ne kadar farklı... Ve biz şimdi diğer çocukları
kurtarmak, bu cemaatin gerçek yüzünü topluma, özellikle anne babalara ve çocuklara
göstermek istiyoruz.
S- Bu yürekliliği ve doğruluğu gösterdiğiniz için sizleri tekrar kutluyorum. Toplumda çok
başarılı ve azimli iki insan olarak yer alacağınıza inanıyorum. İnançlı bir müslüman olarak, bir
şey daha, çok samimi olarak inanıyorum. Allah adına ve din adına yaptıkları bu çalışmalar için
kullandıkları çocukların ahı, onları er geç bulacaktır. Sizin, onların eğittiği ve yıllarca şakirtlik
yapmış ikinizin bu açıklamaları topluma yapıyor olmanız da bir bakıma ilahi adaletin
gerçekleşmesidir diye düşünüyorum.
D- Bugüne kadar medyada, cemaatle ilgili hep olumlu yaklaşımlar gözledik. Anlattığımız
gerçekler topluma ulaştığı zaman göreceksiniz, Anadolu'nun dört bir tarafından bizim
durumumuzda olan gençlerden sesler gelecektir. Öyle çok mağdur olmuş, hizmetten
uzaklaşmış kişiler var ki... Bugüne kadar kimseden ses çıkamazdı. Ama şimdi sizlerle birlikte
gerçeği söyleyebilme olanağını bulduk. Onlar da bizden güç bulacaktır.
Cemaat sürekli olarak büyüdüğünü, dünyaya taştığını ve artık kısa zaman sonra hayallerinin
gerçeğe dönüşeceğini söylüyordu. Bizlere: "Nereye giderseniz gidin... Ergeç oraya da
hizmetimiz gelecek ve herşeye biz hakim olacağız." diyorlardı. F. Gülen sohbetlerinden
birinde bizlere şöyle seslendi: "Elimizde bu kadar maddi imkan varken, bu kadar bize inanmış
insan kaynağı varken, Allah'ın da arkamızda bu kadar desteği varken, dünyayı fethetmek niye
olmasın?" Gerçekten İslami devlete ulaşmak için çok yol aldılar... Yani parayı veren bunca
insan olduktan sonra, bunların sırtına binip şuraya buraya gitmek herhalde zor olmasa gerek.
İş dünyasından, politikacılardan, medyadan, sanatçılardan, öğretim üyelerinden vb.
çevrelerden büyük destek gördüler.
Şimdi bu çevreler biraz da cemaatin eğitiminden geçmiş bizlere kulak versinler. Cemaatten
beklentilerini, maddi manevi menfaatlerini, bu ülkenin yarınları için bir tarafa koyup gerçeği
görmeye çalışsınlar. Çünkü gelecek, onların da geleceği...
S- Anlattıklarınızın hemen herkesi çok etkileyeceği muhakkak... Özellikle medya, objektif
habercilik yapmak için, bu konuda büyük çaba harcayacaktır sanıyorum. Özellikle Fethullah'ın
yurt dışındaki okulları ile ilgili yayınları son günlerde bütün televizyonları doldurmuştu.
256

D- Bu okulların açılış amacı, o ülkelerde ileride devleti yönetecek nitelikli kadroyu yetiştirerek
bu kadronun Türkiye'de F. Gülen tarafından kurulacak İslami devlete sempatiyle bakmasını
sağlayacak tohumları atmak olarak söylenebilir. Yurt dışı okullarda dini eğitim verilmez,
ancak İslami düşünce tarzı olarak özel bazı bilgiler, insani davranışlar, dostluk belirtileri çok
ince bir politika ile öğrencilere adeta yavaş yavaş enjekte edilir. Onlara bir müslüman ülke
olarak Türkiye sevdirilmeye, İslami devlete olan bakışları yumuşatılmaya çalışılır.
Robert College'in Amerika için, Türkiye'de kurulmuş olması ne anlam ifade ediyorsa, bu
okullar da aynı niteliktedir. Dış ülkelerdeki okullarda zaten dini eğitim yapılamaz. Ancak Türk-
İslam kültürü farklı yöntemlerle öğrencilere sempatik gösterilir. Bu okullarda okumuş olan
öğrenciler, bir zaman sonra ülkelerinin kilit noktalarında görev alacaklar ve F. Gülen'e
duydukları minnet duyguları, sempatileri ile cemaat için büyük imkanlar sunacaklardır.
Türkiye'yi onlar F. Gülen'in şahsında değerlendirecek ve ileride onun yapacağı İslami değişimi
doğru kabul ederek destek vereceklerdir. Bu politika çok ince bir politikadır ve Tanzimat'la
başlayan değişimin yöntemidir.
S- Uzun yıllar kamuoyundan kaçan, pek bilinmeyen, çalışmalarını sessizce sürdüren Gülen'in
birdenbire medyada sürekli olarak yer almasının nedenleri nedir?
D- Bunu askeriyeye olan korkusu ile birlikte düşünmek lazım... Hatırlayacaksınız, geçen yıl
ihtilal söylentileri yayıldıktan sonra Gülen'in pek çok beyanı oldu. İdari ve siyasi kadrolardaki
müritleri ona tehlikeli durumları, ihtimalleri çok kısa zamanda ulaştırıyorlar kuşkusuz. Gülen
de kamuoyunu cemaati ile ilgili olarak yumuşatmak, hoşgörülü olduğunu, diğer dinci
gruplardan ayrıldığını göstermek için özel yorumlarla topluma mesajlar vermeye başladı.
Ordunun ihtilal tehlikesi karşısında, cemaatin Atatürk ve Cumhuriyet'le hesaplaşmak üzere
yetiştirdiği insanları zarar görmesin, kolejleri, yurtları, okulları kapatılmasın, halk bunları
sahiplensin diye ortaya çıktı. Onu hergün konu eden birtakım medya sayesinde de doğrusu
bugün amacına ulaşmış gözüküyor.
Gülen, ordu konusunda o kadar hassastır ki, askerin almış olduğu her olumsuz karar, onu
hasta eder, yataklara düşürür. Bu konuda bizlere "Bakın ne kadar hassas... Sizlere bir zarar
gelecek diye çok üzülüyor, hasta oluyor." derlerdi. Bizler de orduya karşı hınç duyar, onunla
birlikte üzülür, dualarımızdan eksik etmezdik... Refah Partisi'ne de çok kızardı. Çünkü partinin
birtakım radikal çıkışlarla orduyu harekete geçireceği söylenirdi. Onlara sürekli olarak itidal
tavsiye edilirdi.
Çünkü eğer bir ihtilal olursa, en büyük kaybı sadece RP değil, Gülen ve cemaati verecektir.
Okulları, yurtları, finans çevreleriyle cemaat o kadar büyümüştür ki yakın bir zamanda olacak
ihtilal, bütün kazanımları tehlikeye düşürecektir.
Oysa, peygamberin misalinde olduğu gibi cemaat tam güçlendiği zaman, onun önünde kimse
duramayacaktır. O zamana kadar da bu yumuşak, bir bakıma ezik, zavallı, hep iyiliği düşünen,
sevgiden, insanlıktan sözeden F. Gülen'i seyretmek gerekecektir. Oysa bizler çok iyi biliyoruz
ki cemaatte sevgiden, şefkatten, insanlıktan eser yoktur.
--------------------------------------------------------------------------------
257

Ben A......., ...9.197. yılında Gaziantep'in bir ilçesinde doğdum. Babam emekli memur, annem
ev kadını idi. Ailemin kalabalık olması nedeniyle maddi durumumuz çok kötüydü. Babam
hayatında birkaç defa evlenmişti ve 10'dan fazla çocuğu vardı. Ben en küçükleriydim.
İlk eşi vefat etmişti, ikinci eşini çocuk olmayınca boşamış, sonra annemle, daha sonra bir
başkasıyla evlenmişti. Benden büyük ağabey ve ablalarımın birkaç tanesi sadece ilkokula
gitmiş ama bitirmeden ayrılmış, diğerleri ise hiç okula gitmemişti. Bense muhakkak okumak
istiyordum.
Eskiden okula kayıt yaptırmak için öğretmenler ev ev gezer, yaşı gelenleri okula
kaydederlerdi. Hiç unutmuyorum, yaşım geldiğinde öğretmenler kayıt için bizim eve geldiler.
Babam çok zalim ve insafsız bir insandı. O gün gelen öğretmenleri küfürler yağdırarak evden
kovdu. Çok üzülmüştüm amababamdan korkumdan sesimi dahi çıkaramadım. Bu yüzden
okula bir yıl geç gittim.
Babam gezici sağlık memuruydu. Eve her zaman gelmezdi. Annem elişi yaparak tarlaya,
çapaya giderek bizi büyüttü. Okula öyle başladım.
İlkokul 2.sınıfı bitirip yaz tatiline girmiştik, babam eve geldiğinde artık okutamayacağını
söyleyerek, beni bir matbaacının yanına işe verdi.
İşin ilk günü oradan kaçarak, ilçemizde dağların ve akarsuların birleştiği çok güzel bir yer var,
oraya gittim. Akarsuyun başında saatlerce oturdum ve saatlerce ağladım. Parasızlığa,
yoksulluğa lanetler yağdırdım. Ve o gün kendi kendime bir söz verdim.
Yaz tatilinde çok sıkı bir şekilde çalışacak, para biriktirip okul masraflarımı kendim
karşılayacaktım. Bu benim hayatımın dönüm noktası oldu. O günü hiç bir zaman unutamam.
Ertesi gün hemen bir brikethaneye gittim ve çalışmak istediğimi söyledim. Ne iş verirlerse
yapacaktım. Sadece okula devam etmek istiyordum. Patron bana "Sen daha çok küçüksün,
bizim işimiz çok ağır, ama madem sen okumak için çalışmak istiyorsun, seni işe alıyorum."
dedi.
O günden sonra orada ne iş varsa, kendime göre yapmaya başladım. Ne iş verirlerse
yapıyordum. Sağ olsun, patron bazen haftalığımdan daha çok para verirdi. O yaz
brikethanede çalıştım ve paramı biriktirdim. O zamandan hesap kitap işlerine başlamıştım. Şu
kadar kitaba, şu kadar kaleme, şu önlüğe diyor, şu da harçlığım diyordum.
Okulların açılmasına bir hafta kalmıştı, patron beni yanına çağırdı. "A... eve git temizlen,
üstünü değiştir gel" dedi. Sonra beni yanına alıp çarşıya götürdü. İtiraz etmeme rağmen okul
için önlük, kitap, defter, ayakkabı vb bir sürü şey aldı. Bu şekilde çalışırsam hayatta her zaman
başarılı olacağımı söyledi. Mutluluktan uçuyordum. Çalışmanın ne kadar güzel olduğunu
anlamıştım.
O tarihten sonra ortaokul 3. sınıfı bitirinceye kadar yaz tatillerinde, hep o brikethanede
çalıştım. Boş vakitlerimde bile, patrona yardıma giderdim. Çünkü bu insan bana, çalışma
azmini, çalışma hırsını vermişti. Ve bende okuma isteğini güçlendirmiş, bana hep destek
vermişti.
258

İlkokul son sınıfta basketbol takımının kaptanıydım. O yıl, okullararası yarışmalarda bizim
okul ilçede şampiyon oldu. Ortaokulda yine basket takımına seçildim. Bizim okul bu kez hem
ilçede, hem de Gaziantep'te yapılan okullar arası yarışmada birinci oldu ve ben bu takımın ilk
5 oyuncusu arasındaydım.
Yalnız bu kez derslerde zorlanmaya başlamıştım. Yarıyıl tatilinde 2 zayıfım geldi. Bu kez
basketi bırakıp kendimi derslerime verdim. 2. yarıyıl takdir belgesiyle sınıfımı geçtim.
Derslerime çok çalışıyordum. Ailem, öğretmenlerim, arkadaşlarım bendeki çalışma azmine
şaşırıyorlardı.
Babamın iki evi vardı. Birgün bizde, diğer gün öteki evde kalırdı. Bizde yattığı zamanlar,
masraf olmasın diye elektriği erkenden söndürürdü. Ben de babamın bizde kalmadığı
gecelerde sabaha kadar ders çalışırdım. Bu çalışma bana ortaokul 2. sınıfta okul birinciliği
getirdi.
Hizmetle tanışmam: Okul birincisi olduğum zaman, herkesin davranışlarının değiştiğini
farkettim. Öğretmenlerim, arkadaşlarım, ailem şimdi bana kıymet vermeye başlamışlardı. Bu
günlerde ağabeyim beni, üniversiteli bir arkadaşı ile tanıştırdı. Bu kişi gayet kibar, efendi,
düzgün giyimli, kültürlü biriydi. Bana "A..., sen çok zeki ve çalışkansın. Ben zeki insanları
severim. Gel ben seni çalıştırayım, fen liselerine ve askeri okullara hazırlıyayım." dedi.
Askeri okul deyince heyecanımı anlatamam. Çünkü askeriyeye karşı çocukluğumdan beri
büyük ilgim vardı. Orada okuyabilmek benim en büyük hayalim, herşeyimdi. Askeri okula
girebilmek için canımı bile verebilirdim. Ve bu üniversiteli ağabey, beni askeriyeye
sokabileceğini söylemişti.
O günden sonra haftada 2 kez o insanların evine gitmeye başladım. Bu evde 6 kişi kalıyordu.
Bana aşırı bir ilgi gösteriyorlardı. Daha sonra 3 öğrenci daha geldi. Hepimiz de değişik
okulların birincileriydik. Bütün okul birincileri bir araya toplanmıştı.
Bize matematik, Türkçe ve sosyal bilgiler dersleri vermeye başladılar. Cumartesi ve pazar
günlerimiz sabahtan akşama kadar orada geçiyordu. Sıkılmayalım diye bizlere nefis yemekler
yaparlar, çaylar, pastalar hazırlarlar, video seyrettirirlerdi. Birlikte pikniğe gider, futbol oynar,
bizleri memnun etmek ve ellerinde tutmak için her türlü aktiviteyi yaparlardı.
Biz kendilerine bunları karşılıksız niye yapıyorsunuz deyince "Allah rızası için yapıyoruz. Sizin
gibi zeki öğrencilerin cahil insanların eline düşmemesi ve kendinizi daha iyi yetiştirmeniz için
sizleri çalıştırıyoruz." derlerdi. Kendilerine hiç kimsenin yardım etmediğini, bu nedenle
bizlerin çok şanslı olduğumuzu söylerlerdi.
Aradan 6-7 ay geçti. Artık 3. sınıfın sonlarına gelmiştik. Hep bu ağabeylerle birlikteydik.
Sınavlar yaklaşmıştı ama hiç problemimiz yoktu. Çok çalışıyordum. Ağabeylerin desteğiyle de
daha iyi duruma gelmiştim. Onlara çok bağlıydım. Onların haberi olmadan hiçbir şey
yapmazdık.
Ancak kendileri ile ilgili hiçbir şey bilmiyorduk. Bizim herşeyimizle ilgileniyorlardı. Hatta
sınavlara giriş formlarını bile onlar alıp dolduruyorlardı. Sınavlarda, devlet parasız yatılı,
kurumlar ve fen lisesi sınavlarına girdim. DPY ve kurumları kazandım. Fen lisesi sınavlarında
hasta olduğum için kazanamadım. Ama benim için bu önemli değildi. Çünkü benim asıl
259

hedefim askeri okullardı. O nedenle, DPY'yı ve kurumları hiç düşünmedim. Zaten ağabeyler
de oraya gitmemi istemediler.
Ortaokulu da birincilikle bitirmiştim. Arkadaşlarımdan birisi imam-hatip, diğeri merkez
ortaokulu, bense okuduğum okulun birincisiydim. Ağabeyler bizim üzerimize titriyorlar, bir
dediğimizi iki etmiyorlardı.
Sıra askeri okul sınavlarına gelmişti ve ben İstanbul'a ağabeyimin yanına geldim. Deniz Harp
Okulu sınavlarına girecektim. Ağabeyim, İstanbul'da tekstille uğraşıyordu. İlçemizde
ağabeylerle görüşmeden acele gitmek zorunda kalmıştım. Benim İstanbul'daki adresimi
bilmiyorlardı. Ben heyecanla sınavlara hazırlanıyordum ve kazanacağımdan emindim.
Burada birkez daha şaşkınlığa uğradım. Zira ilçemizdeki ağabeyler ertesi gün eve gelip beni
buldular. Beni sınavdan önce gezmeye götürmeye geldiklerini söylediler. Adresi nasıl
bulduklarını bilmiyordum. Ama onları gördüğüme sevinmiştim. Bana Sultanahmet'i,
Ayasofya'yı gezdirdiler. Sonra hiç unutmuyorum. Beni Sultanahmet Camii'nin penceresine
götürdüler. Bir oda büyüklüğünde olan pencerenin kenarına oturduk. Sınav için biraz ders
çalışmamız gerektiğini söylediler.
Ben çok çalıştığımı söyledimse de bir soru kağıdı çıkararak, onları çözmemi istediler. Ve orada
beni tam 3 saat çalıştırıp adeta imtihan ettiler.
Ertesi gün sınava girdim. 120 soru vardı. Bütün soruları çözdüm. Soruları çözerken ben bu
soruları daha önce bir yerde çözdüm diyordum. Adeta otomatik olarak bütün soruları
cevapladım. O küçücük kafamda hiçbir zaman bu soruları birgün önce çözdüğümü
düşünemedim.
Sınavı kazanmıştım, fakat amcamın karıştığı bir olaydan dolayı sabıkası olduğu için Deniz Harp
Okulu'na giremedim. Adeta yıkıldım, bittim. Ve amcamı hiçbir zaman affetmedim. Ata
ocağına onun yüzünden girememiştim.
İlçemize döndüğümde hizmetli ağabeyler peşimi bırakmadılar. Beni ve bahsettiğim
arkadaşlarımı İzmir'e götürüp en iyi okullarda okutacaklarını söylediler. Türkiye'nin en süper
lisesi olan Atatürk Lİsesi'ne kaydımız yapılacaktı ve yüzme havuzlu, kapalı spor salonlu,
jimnastik salonlu bir yurtta kalacaktık. Ayrıca Türkiye'nin en parlak ve süper dershanesine
ücretsiz gidecektik.
Bizlere anlatılan şeylerin cazibesine kapılıp, ailelerimizin onayını almadan yola çıktık. İzmir'e
gittiğimizde gördüklerimiz tam bir felaketti. Yurt eski bir binadan bozmaydı, yeni yapılıyordu.
HEr taraf toz ve kir içerisindeydi. Bitirilmesi için bizim de işçiler gibi çalışmamız gerekiyordu.
Kaydım çoktan, uzakta ve hiç kaliteli olmayan bir liseye yaptırılmıştı bile. Artık güleryüzlü,
kibar ağabeyler gerçek yüzlerini ortaya çıkarmışlardı. Tam bir bozgun yaşıyorduk. Ama
dönüşümüz imkansızdı. Çünkü gelirken kimsenin sözünü dinlememiştim. Ve İzmir'i onlara
öyle bir anlatmıştım ki dönersem herkesin benimle alay edeceğini düşünüyordum. Gururum,
dönmemi engelledi. MEcburen o köhne okulda okumak zorunda kaldım.
260

İzmir'e gelmeden bizim bütün ihtiyaçlarımızı karşılayacaklarını söylemişlerdi. Bize esnaflardan


toplanan ve esnaf himmeti denilen paradan burs bağlayacaklardı. Ama burs vermediler.
Benim ailemin maddi durumu kötü olduğu için, evden para gelmiyordu. Zaten onların
rızalarını almadan gelmiştim. Bir defasında ablam elişi, dantel yaparak biriktirdiği 18.500 TL'yı
zarfa koyup göndermişti. O gün bu parayı aldım ve odama çıktım ve akşama kadar ağladım.
Çoğumuz böylesine çaresiz, odalarımızda saatlerce ağlardık.
Bizler böylesine zor geçinirken, bizleri mecburen Zaman ve Sızıntı gibi cemaatin yayınlarına
abone yaparlardı. Bazı arkadaşları 2 abone olmaya zorluyorlardı. Yurtlarda ve evlerde kalan
herkesin bir görevi vardı Zaman Gazetesi, Sızıntı Dergisi sorumluları gibi, böylece öğrencileri
meşgul ediyor, aktif hale getiriyorlardı. Onlara kazandırdıkları her abone için "ahirette sana
şu kadar huri verilecek ve sevap yazılacak" diyerek çalışmaları, gazete ve dergilerin tirajlarının
arttırılması sağlanırdı. Böylece memleketten binbir zorlukla gelen öğrenci harçlıkları cemaatin
gazete ve dergi tirajlarını arttırmak için kullanılıyordu.
İzmir'de bu düşüncelerle ilk birkaç ay çok kötü geçti. Ama daha sonra bize anlatılan hizmetin
özellikleri ve gelecekteki güzel dünya görüşleriyle etkilenmeye başladık. Artık biz de hizmetin
bir askeri olmuştuk. Ne emredilirse asker onu yapardı, buna mecburdu, çünkü bu Allah
rızasını içeriyordu.
Ben İzmir'in bir ilçesine ilk sokulan öğrenciydim ve görevim seçilen okulda eli yüzü düzgün,
zeki, çalışkan ve kapasiteli öğrencilerle arkadaş olup onları dershaneye (hizmet evlerine)
götürmekti. Bu iş için ben seçilmiştim ve güya beni Allah seçmişti. Çünkü Allah bana bir
kapasite vermişti ve ben bu kapasiteyi burada hizmet için kullanacaktım.
Benim durumum diğer arkadaşlarımdan çok daha zordu. Çünkü okulum yurda çok uzaktı ve
hem de bütün gündü. Yani sabah gider, akşam yurda dönerdim. Yarım saat yol sürerdi. Yurtta
döğüş kavga zorla yemek yer ardından akşam namazı kılardım. Sonra ebvabin namazı,
ardından yatsı namazı sonra ders sohbeti, saat 23.00 olurdu. Sonra ders çalışmaya başlardım.
Yurtta ders çalışmak için bir salon vardı. Çoğu zaman, salonda ders çalışırken uyuyakalırdım.
Çoğu zaman elimdeki notlar sağa sola dağılmış vaziyette, bir bakarım yurt belletmeni beni
sabah namazına kaldırırdı. Üstüm açık olduğu için çok üşürdüm. Bir de zorla sabahları buz
gibi suyla abdest alırdık. Bir defasında abdest almak istemedim. Belletmen zorla beni suyun
altına soktu. Ondan sonra hasta oldum, sinüzit oldum. Ama yurdun koşulları böyleydi. Çok
zaman bir odaya çekilir, saatlerce ağlardım. Diğer çocuklar da benim gibiydi. Evden, anne ,
babadan uzak bir sürü çocuk burada, sevgiden, şefkatten uzak, katı bir disiplinle yaşıyorduk.
Bizleri öylesine korkutup etkilemişlerdi ki hizmet ruhu ve Allah korkusu ile bu olumsuzluklara
boyun eğiyorduk. Çoğu zaman uykusuz olduğum için ranzanın altına saklanırdım, orada
uyurdum. Buz gibi betonun üzerinde... Diğerleri benden biraz daha şanslıydılar. En azından
onların okulları yakındı. Yarım günlük okullara gidiyorlardı.
Benim bu sefaletim 1 yıl sürdü. Bu koşullarda beş parasız yaşıyordum. Ailem bana para
gönderemiyordu. Çok iyi hatırlıyorum, okul pantolonunu tam bir yıl hiç çıkarmadan giydim.
Sadece ayda bir ya da iki ayda bir yıkamak için çıkarır, sonra gece gündüz onu giyerdim.
261

Kravatımı çıkarmaya vaktim yoktu. Zaten çıkarmak da istemezdim, çünkü bir kravatım vardı,
kaybetmek istemiyordum.
Bütün bu olumsuz koşullara rağmen, sevap kazanıyorsunuz diyerek bizleri kandırıyor,
avutuyorlardı. Bizler de inanarak, Allah rızası ve hizmet için herşeye katlanıyorduk.
Ayrılmayı aklımıza bile getiremezdik. Allah tarafından büyük bir cezaya çarptırılma korkusu
içimize işlemişti. Bu öyle bir korkudur ki bugün 22 yaşındayım, evliyim, çocuğum var ama hala
o korkuları içimden atamadım. İnsanın içinde sanki birşeyler kıpırdıyor. Her an kötü birşey
olacakmış gibi birşeyler bekliyorsun...
Yurtlarda bir günlük program şöyledir:
Sabah namazı ile kalkılır. Namazdan sonra tesbihat vardır. Bu bazen uzun, bazen de kısa
yapılır. Kısa tesbihat ve dua yarım saat sürer. Sabah namazından sonraki gün aydınlanıncaya
kadar geçen süre kerahat vaktidir. Bu vakitte kesinlikle uyunmaz, yasaktır. İbadetle geçirilir,
risaleler okunur. Eğer bu saatlerde uyunursa insanın akıl sağlığının bozulacağı ve bir daha
düzelmeyeceği bizlere söylenmiştir. Güneş doğduğu noktadan bir mızrak boyu yükselinceye
kadar tesbihat yapılır.
Okula gidilir. Okulun bitiş saatinden 20 dakika sonra bütün öğrenciler yurtta olmak
zorundadır. Yol ne kadar sürüyorsa önceden tesbit edilir ve her öğrenci 5-6 dakika dahi
gecikse azarlanır ve dosyasına işlenir.
Öğle yemeğinden sonra öğle namazı kılınır. Sonra tesbihat yapılır. Yurda döndükten sonra ev
imamından izinsiz dışarı çıkılamaz. Bakkala gitmeye bile izin verilmez. İkindi namazından
sonra yine tesbihat yapılır. Güneş batmaya doğru kızıllık zamanı yine kerahat vaktidir.
Uyunmaz, istirahat edilmez, ibadetle geçirilir. Akşam namazı ve tesbihattan sonra, ikinci bir
namaz kılınır, buna ebvabin namazı denir. Bu namaz 2,4,6 rekat olabilir. Öğrenciler bunu
kendiler tayin ederler. Ama bütün bu ibadetler kayda geçirilir. O nedenle de çocuklar başarılı
olabilmek için dualarını, tesbihatlarını, ibadetlerini sürekli uzatırlar. Böylece en başarılı
öğrenciler seçilir.
Yatsı namazı ve tesbihattan sonra ev imamının sohbeti vardır. Sohbetten sonra nur risaleleri
ve F.Gülen'in kitapları okunur. F.Gülen'in kasetleri izlenir. Haftada en az 3 kaset video izlenir.
Bu kasetler Gülen'in biz öğrenciler için özel olarak hazırlanmış kasetleridir. Bunların içinde
hizmetin gerçek amacı, gelecekte yapılacak faaliyetler, öğrencilere düşen görevler tüm
açıklığı ile anlatılır. İSlamın nasıl yeniden yönetime hakim olacağı, özlenen şer-i düzenin
topluma faydaları ve benzeri hedefler tekrar tekrar izlenir. Ya da hocanın yeni çıkan bir kitabı
sayfa sayfa okunur. Ev imamı tarafından yorumlanır.
Hepsinden sonra sınav yapılır. Mecburi yarışmalar düzenlenir ve kazananlara ödüller verilir.
Bu ödüller de yine hocanın başka bir kitabı olur. Veya hafta sonu geziye götürülür. En büyük
ödülse F.Gülen'in sohbetine katılmakya da dua listesine girmektir. En etkili ödül bunlardır.
Gezilerde
bir diğer semte, bir başka şehire gidilebilir. Her tarafta cemaatin yurtları, evleri olduğu için,
serrehber ödül kazanan öğrenciye hemen ilde veya ilçede yer bulur. Gidilen yerlerde yine
hizmetin öğrencileri ile birlikte olunur. Sohbetleri yapılır.
262

Her gece muhakkak kaset, sohbet, risale ya da kitap okunur, izlenir. Yatsı namazından sonra
da teheccüd namazı kılınır. Sonra yatılır. Sabah namazından bir, iki saat önce, gecenin
karanlığında, imam, öğrencileri, (yurtta veya evlerde) evin bütün cemaatini tevcih namazı için
uyandırır. Duruma göre 2,4,6 rekat namaz kılınır. Bu gece namazında kimi oturup ağlar, dua
eder, sonra yatılır. Ve sabah namazına kalkılır. Böylece öğrencilerin 24 saatlerini ibadetle
geçirmeleri sağlanır.
Namazların dışında pazartesi ve perşembe günleri oruç tutulur. Gece sahura kalkılır.
Ramazan haricinde tutulan bu oruçlara, özellikle üç aylarda daha bir dikkat edilir. Bütün
zamanımızı alan bu ibadetler dışında, eğer zaman kalırsa, vakit bulunursa öğrenciler
derslerine çalışır.
Cemaatin özel olarak tutulmuş, geniş mobilyalı evlerinde de aynı çalışma düzeni vardır.
Ancak bu faaliyetler yeni gelen öğrencilerden başlangıçta tamamen gizlenir. Evler çok güzel
döşenmiş, her türlü imkanı olan evlerdir. Genellikle okul etraflarında lise, ortaokul, üniversite
çevresinde tutulur. Evler yıllık kiralanır. Dikkat çekmemek için uzun süre kalınmaz. Kiralar
yüksektir. Mesela 1995 yılında, İstanbul'da boğazda arkadaşlar evde kalıyordu. Evin her türlü
ihtiyacı ev imamı tarafından karşılanıyordu. Kira çok yüksekti. Ayrıca öğrencilere 5 milyon TL
cep harçlığı olarak veriliyordu. Paralar özel olarak kapalı zarf içinde verilirdi. Birbirlerinden
haberleri olmazdı. Ayrıca mezuniyetten sonra öğrencilere işiniz hazır denirdi.
Ben ev imamı olarak görev yaptığım İzmir'in bir ilçesinde lüks bir evde kaldım. Ev imamlığı
cemaat için çok önemlidir. Sürekli çalışırlar. Ev imamı olan öğrenciler sürekli olarak toplantı
halindedirler. Toplantılar dikkat çekmemek için insanların uykuda olduğu zamanlarda yapılır.
Sıkı istişare içindedirler. Güncel konular, sorunlar değerlendirilir. Eve gelen öğrenciler kıvama
gelmişse onların planlaması yapılır. Zaman Gazetesinin promosyonu için çalışılır. Her evin
imamı cemaatin yayınlarına abone bulmak konusunda yarış içindedirler. Mesela bir tanesi
"100 tane Zaman Gazetesi için abone bulacağım" der. Ve bunu gerçekleştirmek artık onun en
büyük amacıdır. Ev imamlarının bütün zamanı hizmet için harcanır. Kendisi için zaman
ayıramaz, ayırırsa dışlanır. Bu da bizler için en büyük cezadır. Bizler hem asıl amacımız olan
İslami yaşam için gereken ibadeti hem de derslerimizi başarmak zorundaydık. Ben çok iyi bir
şakirt olmuştum. Ama zorlanıyordum. Okul hayatım karmaşıklıklar içerisinde geçiyordu.
Kadınlarla konuşmak, kızlarla konuşmak yasaktı, günahtı. Ben de kızlarla katiyen
konuşmuyordum. Çalışkan olduğum için kızlar bana soru sorarlar, yapamadıkları ödevleri
bana getirirlerdi. Ben de onları yanımdan kovardım. Kalplerini kırardım.
Kadın hocalarımızın yüzüne bakmazdık, bakamazdık. Çünkü günahtı. Hizmette kadına bakış
çok kötü idi. Kadınlarla konuşmak haramdı. Bir başka kadının elini sıkmak, ateşte kızarmış
demir parçasını sıkmaktan daha kötü bir şeydi. Öbür dünyada başımıza gelecekler anlatılarak
bizlere telkinler yapılıyordu. Kadınların dünyanın en kötü mahlukları ve şeytanın bir eşi
oldukları söylenirdi. Bizleri o kadar kadından uzaklaştırdılar ki anlatamam... Sadece
annelerimize sarılabilir, öpüşebilirmişiz. Öyle ki kendi öz ablama bile sarılamazdım. Çok
sevdiğim öz yeğenlerime, ağabeyimin, ablamın çocuklarına sarılamaz, onları öpemezdim.
Onlarla oturmak, ellerini sıkmak bir odada yalnız kalmak günahtı ve haramdı. Bizlere bunu
öylesine aşıladılar ki inanması güç. Çok zaman yeğenim, okuldan eve gidince dayıcığım diye
yanıma gelir, sarılmak isterdi. Onu azarlayarak, yanımdan uzaklaştırırdım. Şu anda o günlerde
yaptıklarıma inanamıyor, tiksinti duyuyorum. Ama bize öğretilenler buydu ve resmen
beyinlerimiz yıkanıyordu. Halbuki ben memlekette böyle bir öğrenci değildim.
Ortaokuldayken hocalarım beni çok severlerdi. Kız arkadaşlarım vardı. Ama İzmir'de
bambaşka biri olmuştum. Cemaat beni 180 derece döndürmüştü.
263

Hizmet o kadar tezatlarla doludur ki bunlar saymakla bitmez. Son zamanlarda hizmet için
kadının eli tutulabilirmiş, hizmet için günaha girilebilirmiş gibi söylemler duyuyoruz. Hizmet
acaba modernleşiyor mu? Yoksa bunların hepsi göstermelik birer davranış mı, tedbir mi?
Eskiden coca-cola içmek haramdı. Sana domuz yağından yapılıyor deniyordu, haramdı. Şimdi
bunlar için serbest diyorlar. Bunların hepsinin birer tedbir yani takiyye olduğu muhakkak...
Bizim zamanımızda ağabeyler öğrenci kapmak için öğrencinin evine tanışma yemeğine
gittiklerinde, şayet evin reisi içki içiyorsa , ağabey de ona eşlik ediyordu. Bir defasında
arkadaşımın evine gitmiştik. O arkadaşım babasından korkusundan banyoda namaz kılıyordu.
Yemekte içki de vardı. Yanımızdaki ağabey, arkadaşımın babasına katılmak için orada içki de
içti. Gözlerime inanamadım. Daha sonra kendisine sorduğumda "hizmet için" dediğini
hatırlıyorum.
Yani dışarıya karşı, bize öğretilen yanlış ve bağnaz fikirler, davranışlar kesinlikle gösterilmezdi.
Cemaat hakkında son derece ılımlı, hoş, modern bir izlenim edinirsiniz. Oysa içeride, bizler
için, tamamen günah ve haram üzerine bir dünya kurulmuştur.
Daha önce, dershaneden, yani ortaokuldayken ağabeylerin bizleri çalıştırdıkları ışık
evlerinden söz etmiştim. Benim görevim bu eve yeni öğrenciler getirmekti. Bizim okulla ilgili
evin imamı, tarih öğretmenliğinde okuyan F.G. adında bir ağabeydi. Evde 6,7 kişi kalıyordu.
Ben iyi öğrencileri seçerek bu eve getiriyordum. Ondan sonraki iş F. ağabeye kalıyordu. Aynı
bizim ilçemizde yapılanlar şimdi bu öğrencilere yapılıyordu.
Aradaki fark şuydu. Bizlerin 8, 9 ay hiçbir şeyden haberimiz olmadı. Ne Fethullah Hoca, ne
Zaman Gazetesi, ne Sızıntı ilgili birşey duymayıp görmemiştik. İzmir'deki evlerde daha kısa
zamanda öğrencilere hizmet anlatmaya başlanıyordu. 2,3 aydan sonra, F. Hoca'nın özel
kasetleri birlikte izleniyor, sohbetler yapılıyor ve lise öğrencileri büyük bir merak ve
heyecanla anlatılanlara inanıyorlardı. Sonra namaz kılmaya başlanıyor, S. Nursi ve F. Hoca'nın
öğretileri ile bunların da beyinleri yıkanmaya başlanıyordu.
Yeni öğrencilerin kazanılması: Cemaatin asıl hedefi zeki, çalışkan, zengin öğrencileri kendi
dünyalarına çekip onlardan ileride maddi manevi çıkar sağlamak, onları cemaatin amaçları
için kullanmaktır. Asıl öğrenci kaynağı ortaokul dönemidir. Çünkü bu çağda çocuklar boş bir
teyp kaseti gibidirler, denirdi. Bunlara ne söylenirse aynen kafasına yerleşir ve orada bir iz
bırakır. Körpe beyinler böylece yalan yanlış bir sürü şeyle doldurulur. İçlerinden en süperleri
seçilerek, başka illere burslu öğrenci olarak okutulmaya gönderilir. Biz de bunlardan sadece
bir kaçı idik.
Cemaat öğrencileri kandırırken çok farklı ve sempatik davranırdı. Ya çocukları oyun, eğlence,
spor gibi aktivitelerle ya da orta3 sonu sınavlarına çalıştırarak çok yakın dostluklar kurarlardı.
Ben iki yönde de aktif rol oynardım. Yani hem öğrenci konumunda oldum, hem de öğretmen
olarak çalışma yaptım. Benim de talebelerim vardı. Bana uygulanan taktikleri, ben de onlara
uygulardım.
Hizmetteki taktikler hiç değişmez. Bu, yıllardan beri böyle süregelmiştir. Ortaokul döneminde
çocuğa hizmet anlatılmaz. Çocuğa, ilgili ağabeyler kendilerini öyle sevdirirler ki çocuk artık
ağabeylerin kaldığı bu evi (dershaneyi-ışıkevlerini) kendi evi gibi kabullenir. Oraya bağlanır.
İşte bu zamandan sonra iş çorap söküğü gibi devam eder. Bu söküğün sonucunda, çocuk pasif
halden aktif hale geçer. Bu olay da 3 ya da 9 ay sürer. Benimki 8 ay sürmüştü.
264

Aktifleşen çocuk okulundaki ve sınıfındaki çalışkan öğrencileri dershaneye getirmeye başlar.


Orada ona ders aktarılmaya başlanır. Çay, bisküvi ikram edilir. Ve böylece oyun yeniden
başlar. Ben okulda çok başarılı idim. Zaten buradaki dersler bana hafif geliyordu. Çocuklar
benden birşeyler öğrenmek için geliyorlar, ben de en başarılılarını eve getiriyordum. Daha
sonra birlikte ders çalışıyor, yemek yiyor, çay içiyorduk. Sonra da çay Ülkersiz olmaz der,
muhakkak Ülker bisküvilerini çıkarırdık. Bu arada kafa karıştırmak, onları bazı konularda
yönlendirebilmek için mesela, "Bu kainatı kim yaratmış, niçin, neden, nasıl" gibi sorularla
onları yavaş yavaş bir manevi aleme götürürdük. Giderek hepsi bu manevi alemde bir görev
alabilmek, Allah'ın bu hizmetine girebilmek için çaba harcar duruma gelirlerdi. Tabii bunlar
öylesine incelikle yapılırdı ki çocuklar bu sohbetlere çok ilgi duyarlardı.
Kimbilir kaç tane çocuğu da bu korkunç çembere ben kattım. Şimdi çok üzülüyorum. O
nedenle de bütün gerçekleri kamuoyuna anlatarak bir bakıma günah çıkarıyorum. Bundan
sonra, küçücük çocukları bu cemaatin elinden kurtarmak için yetkilileri, medyayı, ana
babaları göreve çağırıyorum.
Benim bu çocuklara ve gençlere söylemem gereken gerçekler var. Lütfen bunlara kanmayın.
Çünkü sizleri sadece kendi amaçları için kullanmak üzere yetiştiriyorlar. Burslu okutacağız
diyerek başka illere gönderiyorlar, ailenizden ayırarak yalnız dünyalarınızda sizleri istediğiniz
gibi eğitiyorlar.
Bizler bunları adım adım yaşadık. Şu an 22 yaşındayım, ama kendimi 60-70 yaşlarında ihtiyar
ve çok yorgun hissediyorum.
Onlar çok tehlikeli ve çok sinsidirler. Tüm denenmiş yöntemleri ile içinize şeriat düşüncesini
yerleştirirler. Arap kültürünü yavaş yavaş damarlarınıza şırınga ederler. Bir gün bakarsınız ki
tüm sahip olduğunuz değerleriniz değişmiş, kendi ailenize, yakınlarınıza ve toplumunuza
düşman, İslam devleti aşkıyla yanan, bunun için ölmeyi bile göze alan bir şakirt olmuşsunuz.
Cemaatten ayrılma: Benim cemaatten ayrılış nedenim, bu cemaatin hak cemaati olmadığı
kanısına geç de olsa varmış olmamdan kaynaklandı. Beni cemaatten soğutan ilk olay,
cemaatin sadece maddiyata dayandığı görüşüne varmamdı.
Çocukluğumdan beri sevdiğim, saydığım, birbirimiz için canımızı dahi verebileceğimiz bir
arkadaşım vardı. Yalçın E.... Birlikte büyüdük.
Ben İzmir'e gittikten sonra sıkı bir şakirt olmuştum. Şakirt, cemaate giren, kurallarına uyan ve
cemaatin verdiği hizmetleri yapan öğrencilere verilen addır. Yani Kuran talebesidir. Risale-i
Nur talebesi de denir.
Yalçın'ın durumu biraz daha farklıydı. Dersleri zayıftı. Ben de onun ahiretinin kurtulması için
İzmir'e gelmesini sağladım. Tabii bu kolay olmadı. Çünkü, hizmet, çalışkan, zeki insanları
kabul ediyordu. Bu arkadaşımın ne parası ne de çalışkanlığı vardı. Ayrıca biraz haylazlıkları,
içki, kumar gibi alışkanlıkları vardı. Ama İzmir'e geldikten sonra o kadar değişti ve düzenli bir
öğrenci oldu ki... Bütün kötü huylarını bıraktı ve çok iyi bir şakirt oldu. Fakat derslerini daha
düzeltememişti.
Yıl sonu 4 zayıf getirince onu hemen gözünün yaşına bakmadan ilçemize geri postaladılar.
Çünkü cemaatte kalmak için ya çok çalışkan ya da paralı ve zengin olmak gerekiyordu.
265

Yalçın böyle bir durumu kabullenemedi, namazı bıraktı, kendini içkiye verdi. Benim o güzel
arkadaşımı mahvettiler, topluma zararlı bir hale getirdiler. Kendi amaçlarına uymayan
öğrencileri acımasızca bir kenara atmaları beni o zaman çok etkilemişti. Hizmetten ilk
soğumam o zaman oldu.
İzmir'de ikinci yılda burslu olduğum için çok fazla sıkıntı çekmedim. Burada 3 yılım geçmişti.
Üniversite sınavları gelip çatmıştı. Ben Hukuk Fakültesi'ni istiyordum. İdealim buydu.
Kazanacağımdan da emindim. Ağabeyler de emindiler. Fakat tercihleri bizim için ağabeyler
yaparlardı.. Yani kendileri bizleri istedikleri fakülteye gönderiyorlardı. Nerede, hangi
fakültede bir şakirt eksiği varsa oraya bizden kuvvetli inancı olan öğrencileri gönderirlerdi.
Bana başka bir yeri önerdiler. Ben ısrarla Hukuk Fakültesi'ni çok istediğimi söyledim.
Tercihlerimi kendim yaparak ilk 6 tercihim olarak İstanbul Hukuk Fakültesi'ni belirttim. Son
gün, ağabey bana ilk tercih için Ankara Hukuku da yaz dedi. Ve kodunu yazdırdı. Sınav
sonuçları açıklandığında hayal kırıklığı içinde .....İşletme Fakültesi'ni kazandığımı gördüm. Ve
yıkıldım. 480 puanım vardı. Hukuk Fakültesi'ni muhakkak kazanmıştım. Hiç istemediğim bir
yeri nasıl kazanmıştım? Oysa ben böyle bir tercih yapmamıştım. Sonradan öğrendim ki
ağabeylerin yazdırdığı kod numarası o fakültenindi. Ağabeylere itiraz etmek mümkün
olmadığı için........'ye gitmek zorunda kaldım. Benim orada gerekli olduğumu, hizmet için
bunun çok önemli olduğunu söyleyerek beni inandırdılar. Nitekim orada hizmete
kazandırdığım çok kişi oldu.
Ama ilk aylarda maddi sıkıntı başgösterdi. .... küçücük bir ildi.Hizmet burada bana burs da
ayarlayamadı. İlk 4 ayı çok büyük parasızlık ve güçlük içinde geçirdim. Bunun böyle devam
etmeyeceğini anlayınca pazarcılık yapmaya başladım. Fakat evdeki öğrencilerin ihlasını
kırıyor diye bu işi bana bıraktırttılar.
Ben bu şekilde parasız devam edemeyeceğimi söyleyince ticaretteki başarımı da dikkate
alarak bana Zaman Gazetesi'nde kaset satma görevi verdiler. İlk girdiğimde 30 adet kaset
vardı. 4 ay bu işi yaptım, aynı zamanda fakülteye devam ediyordum. Bu süre içinde sadece
ekmek ve zeytin yedim.
Kasetler F. Hoca'nın vaaz ve ilahi kasetleri idi. Hizmet için bu işi yapıyordum. 4 ay sonra çok
iyi çalışmayla 30 kaseti 2550 kaset yaptım. Kaset başına prim alıyordum. Bu sefer de primimi
fazla görerek, işi bıraktırdılar.
Bu çok zoruma gitmişti. Kendi emeğimizle kazandığımız parayı dahi almamıza mani oluyorlar,
bu parayı herhangi bir şekilde hizmet için kullanacaklarını söyleyerek bize vermiyorlardı.
Hizmet bizlere verdiği sözleri yerine getirmemişti. Zaten ta başından beri bizleri kandırdılar,
hep yalan söyleyerek bizi kullandılar, sonra da işleri bitince bizleri bir kenara attılar.
Benim gibi daha nicelerini hala kandırıyorlar, kendi çıkarları uğruna hiç acımadan insanı
harcıyorlar. Genç nesillerin beyinlerini alt üst ediyorlar. Kendi atalarına düşman ediyorlar.
Ben A... ........ Hizmet adına çok şey kaybettim. Hocalarımı, dostlarımı ve en önemlisi
benliğimi aldılar. Sonra beni yüzüstü bıraktılar. Çünkü beni kullanacakları kadar
kullanmışlardı. Artık işlerine yaramıyordum. Zengin değildim, para veremiyordum. Birkaç
266

gün terminalde sandalyelerin üzerinde yattım. Niğde'nin o soğuk kışında az daha intiharı bile
düşünmeye başlamıştım. Daha sonra kendimi toparladım. Hırslandım. İlk okuma azmimi,
zorluklarımı düşündüm. Ben neleri başarmıştım. Ve bu kötü günleri yenmeye yemin ettim.
Çünkü ben yüce bir milletin evladıydım, ulu önderimiz bu ülkeyi en kötü günlerinden
bugünlere getirmişti. Benim yapacağım bir milleti değil, kendimi kurtarmaktı. Sonra da
gençlerimizin beyinlerine giren, onları kendi ailelerinden, atalarından, bütün değerlerinden
uzaklaştıran bu cemaatle mücadele edecektim. Gerçekleri herkese açıklayacak ve Hizmet
denilen şeyin Türkiye için ne kadar tehlikeli olduğunu, hedeflerini, ideallerindeki şeriat
devletini, bildiğim bütün gerçekleri dile getirerek açıklayacaktım.
Bu düşüncelerle tekrar ayağa kalktım. Beş kuruşum yoktu. Ama kazanma azmimi, kendime
güvenimi tekrar hatırlamıştım. Yine çok iyi bildiğim pazarcılığa başladım. Penye tişört alarak,
bunları az bir karla pazarlıyordum. Sonra tişörtleri ...........'den almaya, toptancılık yapmaya
başladım. Çünkü ..........'den penyeleri çok ucuza alıyor, .....'de satıyordum. Kısa zamanda
kendimi toparladım. 5 ay sonra bu konuda .........'de 1 numara olmuştum. Kazancım çok iyi
idi.
Ancak hizmet yanıma gelmekte gecikmedi. Güya .........'deki ağabeylere merkez çok kızmış,
beni kaybettikleri için onlara sert tepkiler gelmişti. Birgün .......... il imamı yanıma geldi. "Sen
bizim en önemli şakirtimizsin. Seni üzdük. Kusura bakma. Aramıza döneceksin. Sen ticarette
çok iyisin. Bundan sonra ne istersen vereceğiz. Para, kadro,.. ne istersen....Önce şunu da
düşün, burada sevap kazanacaksın. Allah rızasını unutma." dedi. Zaman Gazetesi'nin reklam
müdürlüğünü verdiler.
Tekrar ticarete döndüm. Bana kötü davranan ağabeylerin hatası olarak kabul ettim. İşime
dört elle sarıldım. Bu arada maddi durumumu düzeltince, yine benim gibi, şakirdiye olan
(nurcu) bir kızla evlenmek üzere hazırlıklar yapıyordum. O da hizmetteydi. Namazlı, abdestli
bir kızdı. Fakat ne yazık ki bir darbe de ondan yedim. Epey bir paramı alarak başka birisiyle
evlendi, gitti.
Pazarcılık yaptığım zaman çok iyi çalışarak o zamanın parası ile 300.000 TL biriktirmiştim.
Daha sonra cemaate tekrar girince, hizmetten bir ağabeye ortak çalışmak üzere bu parayı
verdim. Bu ağabey bir dershane imamı idi. Ona çok güveniyordum. Fakat ne yazık ki bu
ağabey elimizdeki bütün malları satarak benim haberim olmadan paraya çevirmiş, sonra da
bütün parayı harcamış. Kazandığım bütün param böylece gitti.
Bu arada Zaman Gazetesi'nde reklam işlerinde çalışmaya başlamıştım.
...........'de reklam olayı o zamanlar hiç yoktu. Ben esnaf çevremi reklama alıştırarak, gazeteye
büyük çapta reklam almaya başladım. Gazeteye getirdiğim reklam üzerinden %20 prim
alıyordum. Sadece ........ Halı Fabrikası'ndan 3 milyonluk anlaşma yapmıştım. Giderek
anlaşmalar çoğaldı. Ve ne yazık ki hizmet baktı ki burada çok para var .......... imamı olan Ş.
ağabey beni kadro dışı bıraktı. Gerekçe de şuydu: Hizmette kimse bu kadar para kazanmıyor.
Bu dinen caiz değil....
Ve neticede kendi emeğimle kazandığım hiçbir primi vermediler. İşten çıkardılar. Beş parasız
kaldım. 2500 lira bulup ekmek alamadığım günler oldu. Cemaate, şakirtlere ve bizi bunların
eline düşürüp de ilgilenmeyen herkese lanetler yağdırdım.
267

Bu olaydan sonra bırakın hizmeti, namazı dahi bıraktım. Cuma'ya dahi gitmiyordum. Yemin
ettim, ahdettim. Hani nerede bu cemaatin dürüstlüğü, güvenilirliği, ihlası? Nerede? İnsanın
ahiretini kurtaracak tek cemaat güye buydu. Hani nerede? Bırakın ahiretimizi, dünyamızı
kararttılar...
Şu an İstanbul'un çok gelişmiş iş merkezlerinde neler olduğunu yakından biliyorum. Özel
geceler, toplantılar, sohbetler yapılıyor. Bizim eski ağabeylerden biri çok büyük servet edindi.
"Elimizin altında şu kadar muhtaç öğrenci var" deyip, inançlı esnafları çok güzel
sömürüyorlar. Onlardan büyük paralar topluyorlar. Bu paralardan büyük şirket sahibi olan
semt imamları var.
Aslına bakarsak günümüzde hiçbir cemaat, hiçbir tarikat Allah adına hiçbir şey yapmıyor.
Onların tek gayesi, dini istismar ederek, çıkarcılık yapmak, halkın manevi desteğini de alarak
kurulu düzeni yıkmak ve şeriatı getirmektir. Ben 7 yıl boyunca bunu gördüm, bunu yaşadım.
Tarikatlar hakkında da kesin konuşuyorum. Çünkü hizmetteki buhranlı günlerimde
Nakşibendi tarikatına girdim. Daha sonra bir başkasına başladım. Buralarda inanılmaz
sapıklıklar gördüm. Burada Allah'ın peygamberini tanımıyorlardı. Kendi şeyhlerine
yalvarıyorlardı. Ben 3 ay tarikatta kaldım bir defa olsun "Allahım bana yardım et, sana
şükürler olsun" gibi bir dua duymadım. Sadece o zamanki kendi şeyhleri olan Abdurrahim
Reyhan hazretlerinden yardım istiyorlardı dualarında. Bu Abdürrahim Efendi'nin belirli
bölgelerde vekilleri vardı. Ben ilk kez Tarsus'ta Orhan Efendi'den el aldım. Bu Orhan Efendi
bayanlarla çok uğraşıyordu. Onları çok etkiliyordu. Dini kullanarak onları sömürüyordu. Evli
bir kadını kocasından ayırıp, 2 hanımı olduğu halde kendi nikahına aldı.
Fethullah Hoca'nın cennetinde kadına yer yoktu. Burada ise, kadınların biri şeyhin sakalını
siliyor, biri ayaklarını yıkıyor, birisi tükürdüğü mendili alıp, yüzüne gözüne sürüyordu. Gerek
Fethullahçılarda gördüğüm din adına yapılan sahtekarlıklar, gerekse diğer tarikatlardaki
saçmalıkları gördükten sonra, dinden o kadar soğudum ki bütün hepsinden nefret ettim,
bizleri bu yola sürükleyenlere lanetler yağdırdım.
Cemaatten ayrıldıktan sonra, vicdanen huzursuzluk duyduğum birçok olay vardır. Cemaatte
bizlere hak, hukuk, adalet, dürüstlük gibi ahlaki kavramları kafalarımıza yerleştirmişlerdi.
Fakat bunların hiçbirine artık inanmıyorum.
Örneğin lisedeyken, şakirt bir hocamız vardı. Edebiyat dersine geliyordu. Bize o kadar
toleranslı davranıyordu ki biz dersten hiç çalışmadan beleş geçiyorduk.
Ama diğer arkadaşlar çok ders çalışsa da , onlara sırf cemaatin dışında oldukları için zayıf not
verirdi, sınıfta bırakırdı. Hatta öğretmenden soruları alırdım, hizmete sokmayı
düşündüğümüz çocuklara verirdim. Yazılı kağıtlarını hocayla ben okurdum ve ismi Devrim gibi
sol görüşlü öğrencileri seçer, onlara zayıf verdirirdim.
Üniversitede de aynı olurdu. .......... Üniversitesi'nde, yine bazı hocalarımız şakirtti. Okulda
bizi tanımamazlıktan gelirlerdi. Oysa akşam onların evlerine giderdik. Sınav kağıtlarını birlikte
okur cemaat dışındakilere hep zayıf not verdirirdim. Bu hocalar öğrencileri bizden sorar,
kağıdını çok da iyi yazsa, iyi not vermezlerdi. Yani onların hakkını yerdik. Hakka, hukuka aykırı
hareket ederdik. Bu olaylar şimdi beni vicdanen çok rahatsız ediyor. Kaç öğrenci bu nedenle
hala mezun olamadı. Bunun sorumlusu ben ve cemaattir şüphesiz....
268

Ancak zaten yurtlarda ders çalışacak zamanımız olamazdı. Bizim için bütün ders S. Nursi'nin
risaleleri ve Fethullah Hoca'nın kitapları ve kasetleri idi. Yurtta beş vakit namazla birlikte S.
Nursi ile F. Gülen'in eserlerini okur, onlardan sınava çekilirdik. Normal ders çalışmaya ne
zamanımız vardı ne de bizden bu derslere çalışmamız isteniyordu. Önceleri hergün saatlerce
bir ağabey tarafından okunan S. Nursi'nin eserlerini hiç anlamadan dinlerdik. Bilindiği gibi bu
eserler Arapça ve Farsça yazılmış ağır eserlerdi. Hiçbir şey anlamazdık. Fakat hergün okutulan
metinler ve dinlenilen kasetler giderek bizlerde bir alışkanlık yapardı. Sonunda imtihan
edildiğimiz için, hepimiz bu eserleri ezberlemeye başladık.
Yeni öğrencilerin kazanılması: Cemaatin asıl hedefi zeki, çalışkan, zengin öğrencileri
dünyasına alıp onlardan maddi ve manevi yardım beklemektir. Hizmetin öğrenci kazandığı
asıl yer ortaokul dönemidir. Bu dönemde öğrenciler seçilir, tabii, okul birincileri ve takdir
alanlar...
Üniversitede ise şöyle öğrenci kapardık. Kayıt zamanı okul önüne giderdik. Öğrenci taşradan
gelmiştir, hiç bir şey bilmiyordur. Biz ona orada yardımcı oluruz. Kayıt olmasını sağlarız.
Otelde kalıyorsa evimize götürürüz, misafir ederiz. Öğrenci bu durumdan çok hoşlanır ve
bizimle kalmaya başlar.
Askeriyeye bakış ve önemi: Hizmet askeriyeye çok büyük önem vermektedir... Şu anda
hizmetin ana hedefi askeriyedir. Bu kurumu da ele geçirirlerse Türkiye çok kötü bir kaosun
içine sürüklenecektir. Hizmet bugün eğitim kurumunu ele geçirmiştir ve sırada askeriye
vardır.
Hizmet devamlı olarak, uygun kişiliğe, asker kişiliğine sahip sır vermeyen elemanları seçer ve
eliyle askeriyenin içine koyar. Bunlardan biri de bendim. Ancak birkaç arkadaşımız daha
sonra askeri okullarda farkedilerek, okuldan uzaklaştırıldılar. Hemen hepsinin başına aynı şey
geldi. Bizleri, askeri okullarda kendimizi belli etmememiz için özel olarak eğitirlerdi. Mesela
gözlerimizle namaz kılardık. Dışarıya bir şey belli etmemeye çalışırdık. Ama demek ki bir süre
sonra durum anlaşılıyor. Bu çocukların gelecekleri karardı, çok zor durumda kaldılar.
Ne yazık ki, Anadolu'nun çalışkan, zeki çocukları böylesine zehirlenerek, bu tür cemaat ve
tarikatların elinde, kendi amaçları için kullanılıyor. Bütün bunların önlenmesi gerek.
Cemaate girmeden önce tam bir Atatürk hayranıydım. İlkokul ve ortaokuldaki hocalarım
bana Atatürk'ü çok sevdirmişlerdi. Askeri okula gitmemin ana nedeni de Atatürk
hayranlığımdandı. Fakat, cemaate girdikten sonra sadece benim değil, tüm arkadaşların
fikrini çeldiler. Çünkü bize Atatürk'ü o kadar kötülediler ki giderek hepimiz birer Atatürk
düşmanı kesildik. Artık ondan nefret ediyorduk. Onun deccal olduğunu söylüyorlardı.
Sohbetlerde onun adını anmak yoktu. Sadece malum zat denirdi. Çok affedersiniz "necis,
hayvan (domuz)" diye anılırdı.
Bizleri Atatürk'ten soğutmak için şu yolu seçerlerdi. Atatürk'ün yaptığı devrimlerin
kötülüğünü söylerlerdi. "Gece alim olarak yattık, sabah cahil olarak kalktık" diyerek harf
devrimini anlatırlardı. O dönemde camilerin kapatıldığını, analarımızın bacılarımızın
başörtüsünün çıkarıldığını, Kuran-ı Kerim'lerin yakıldığını, dünyanın en büyük devleti iken, en
küçük devleti olduğumuzu söylerler ve bunun tek sorumlusunun da Atatürk olduğunu
belirtirlerdi. Sarığın yerini şapkanın, şalvarın yerini pantalonun almasını eleştirirlerdi. Kısacası
Atatürk bizleri dinden ve dinin gerektirdiği yaşamdan kopararak topluca cehenneme
göndermişti.
269

Atatürk'ün (onların ifadesi ile) affedersiniz böğüre böğüre öldüğünü, toprağın onu kabul
etmediğini ve böylece Anıtkabir'de yerin 69 metre altına atıldığını söylerlerdi. Milli zaferlerin
kazanılmasında Atatürk'ün bir payının olmadığını, Kazım Karabekir'in ondan üstün olduğunu
anlatırlardı.
Hizmet içinin gerçek öğretileri buydu. Ama dışarıda entellektüel görünmeye çalışılır, pantolon
giyilir, kravat takılırdı. Evlerde şalvar giyer, sarık takarlardı. Yani dışarıda tedbir uygulanırdı.
Tedbir, hizmetin dışındakilere, hizmete bir zarar gelmesin diye uygulanan müeyyideleri idi.
Aynen dışarıdakiler gibi yaşanırdı. Atatürkçü gib davranırlardı.
Oysa hizmetin asıl amacı Atatürk ilke ve inkilaplarını yıkmak ve şeriatı bu memlekette tekrar
ihdas etmekti. Bizler için yapılan sohbet toplantılarında Fethullah Hoca'nın özel kasetleri
dinletilirdi. Bu kasetlerde cemaatin gerçek bakışı, Atatürk'le ilgili çok olumsuz ifadeler yer
alıyordu. İzmir'de çok defalar bu tür konuşmaları, kasetleri sohbetlerde dinledim. Dışarıya
karşı Hoca ne kadar farklı görünüyor. Oysa içlerinde hep bunun sevdasıyla yanıp
tutuşuyorlar.
Ama şimdi inanıyorum ki emellerine hiçbir zaman kavuşamayacaklar. Bizlerin küçük
beyinlerine yerleştirdikleri yanlış ve haince fikilerin, biz Türk gençlerini nasıl bir yola
sürüklediği ortada... Bunun için tüm gerçekleri kamuoyuna anlatmaya karar verdik. İlgili
makamların bunlara mani olmaları okullardaki ve yurtlardaki faaliyetleri çok sıkı denetim
altına almaları gerek... Aksi halde bizler gibi pek çok çocuğun buralarda zehirlenmeleri
kaçınılmaz olur.
Cemaatin örgütlenmesi:
Cemaat çok ciddi bir şekilde örgütlenmiştir:
1- F.Gülen (fikir babası Said Nursi ve risaleler)
İlahiyat fakültesi mezunu özel olarak seçilmiş öğrencilere ders verir. Bunlar gelecekte
düşünülen şer'i düzenin şeyhülislamlarıdır. Din bilginleri ve fetva adamları bu gruptan seçilir.
2. A TAKIMI
a-) Bölge imamları (Büyük şehirlerde, örneğin, İstanbul'da nüfus çok olduğundan burası
bölgelere ayrılmıştır. Her bölgeden sorumlu bir bölge imamı atanır.)
b-) İl imamları (Normal büyüklükteki illerde A Takımına karşı sorumlu olarak il imamları
vardır. Niğde, Bursa, Bayburt il imamları gibi...)
c-) F. Gülen'in çeşitli konulardaki danışmanları (medya sorumlusu, danışman H. Gülerce gibi)
A TAKIMININ GÖREVLERİ
1- Cemaatin hem içte hem de dışta uygulayacağı genel politikaları, çeşitli konularda yapılacak
istişare toplantıları sonucunda belirlemek.
2- Tespit edilen bu politikaların nasıl uygulanacağı konusunda organizasyonlar yapmak.
270

3- İstişare toplantıları sonucunda alınan kararlarda, aşağıya yani cemaate gerekli açıklamayı
yapmak, bilgi taşımak.
4- Cemaatte olanı biteni istişare kuruluna, yani A Takımının gündemine getirmek.
3. CEMAAT
1. Esnaf İmamları: Statü olarak, 4-5 kadar evden sorumlu olan İmamlar imamı ile aynıdır.
Çalışmaları arasında , cemaatte bulunan esnafları örgütlemek, onların hizmetle olan bağlarını
sıkı tutmak, yenilerin cemaate kazandırılması konusunda bilgilendirmek, organizasyonlar
yapmak. Her ay birtakım sohbet ve yemekli toplantılar yaparak yeni esnafa cemaati
tanıtmak, cemaate dahil olduklarında hem maddi, hem de manevi olarak çok fazla
kazanımları olacağı konusunda onları ikna etmek, etkilemek. Cemaate katılan her yeni esnaf
sayesinde, himmet toplantılarına katılacak esnaf sayısı arttırılır ve böylece himmet adına
toplanan para miktarında büyük bir artış olur.
2. İmamlar imamı (Semt imamı) : 4,5 kadar evden sorumludur. Kendine bağlı bu evlerde
kalan öğrencilerin öğrenim, burs durumlarını dikkatle izler. Her öğrenci ile ilgili hazırlanan
bilgiler, rapor halinde bu imama gelir. Ayrıca Zaman Gazetesi, Sızıntı, Yeni Ümit gibi
yayınların aboneliğini dikkatle izler. Ayrıca, bu kişinin asıl görevi evlerin kurulmasının asıl
amacı olan ortaokul ve lise öğrencilerine yönelik yapılan hizmetleri denetlemek,
organizasyon konusunda ev imamına yardımcı olmak, yukarıdan iletilen emirleri aşağıya
bildirmek ve bu evlerdeki tüm çalışmaların özetini kendisinden bir üst olan bölge imamına
rapor halinde sunmaktır.
3. Ev İmamı: Bu kişi evdeki ortalama 6-7 bireyden sorumludur. Bir aile reisi gibi evin karar
organıdır. İmamlar imamına karşı sorumludur. Yukarıdan alınmış kararları evde uygulamakla
yükümlüdür. Bunun yanında asıl görevi ortaokul ve lise hizmetinin il organizatörü ve ilk
denetleyicisidir.
Yoğunluğuna göre ve genelde kendisine yardımcı olmak üzere imamlar imamı tarafından bir
yardımcı tesbit edilir. Bu temsilci imamın olmadığı hallerde tüm görev ve yetkilerine sahiptir.
4. Ortaokul sorumlusu (Ortaokul ağabeyi) : Cemaatin bu denli hızla büyümesinin bir bakıma
nedeni, asıl etkinlik alanı olan ortaokul seviyesindeki çalışmalarıdır. Yani çok itaatkar olan ve
sağlam şakirtler yetiştirmede önemli yaşlar ortaokul yaşlarıdır. Özellikle ortaokul 2. ve 3.
sınıflarda hizmet çok iyi yürütülür. Çünkü bu yaşlarda bir çocuğubazı şeylere inandırmak çok
kolaydır. Cemaatin deyimi ile kişinin doğasının oluşmaya başladığı bu dönemde, cemaate
kazandırılan bireyler, cemaatin asıl yükünü omuzlayan, tam itaatkar bireylerdir.
5.Lise Sorumlusu (Lise Ağabeyi) : Ortaokul sorumlusu gibidir. Liselerin 1. ve 2. sınıfları ile
ilgilenir. Bu dönemde lise 3 hizmeti ile, daha çok üniversiteye hazırlanan dershanelerdeki
imam düzeyindeki görevli sorumludur. Bu hizmet genelde öğretmen ve bu kişi ile birlikte
yürütülür. Bu hizmetin asıl denetleyicisidir.
Ortaokul ve lise ağabeyleri evde kalan diğer öğrencileri, a-) Zaman Gazetesi sorumlusu b-)
Sızıntı Dergisi sorumlusu
271

c-) Kaset sorumlusu olarak görevlendirirler. Bu yayınların tirajının sürekli olarak artmasını
sağlarlar. Bu ana görevlerinden biridir.
6.Serrehber: Genelde dershanedeki hizmet bakımından en üst düzeydeki öğretmendir.
Yoğunluğuna göre 1 veya 2 yardımcısı olabilir.
Görevleri: a-) Dershaneye gelen öğrencilerle yakından ilgilenir. Bu öğrenciler 2 gruba ayrılır. -
Ehli hizmet olanlar- Ehli dünya olanlar.
Ehli hizmet olan cemaat bireyleri, serrehber tarafından düzgün bir biçimde sınıftaki diğer
öğrenciler hakkında gerekli olan ön bilgilerin hazırlanması amacıyla sınıflara yerleştirilir. Bu
kişiler o sınıfın sorumlusu olurlar. Bunlara sınıf imamı denir. Bu kişi yaptığı tüm çalışmalarda
serrehbere sorumludur.
b-) O dershaneden üniversiteyi kazanmış olan öğrencileri, kazandıkları illere, rehber
öğretmen gözetiminde göndermek ve bunun organizasyonunu yapmak.
c-) Bu öğrenciler hakkında hazırlanmış olan özel dosyaları, üniversiteyi kazandıkları illere
göndermek, onların barınma ve burs ihtiyacını karşılamak.
d-) Eldeki verilere göre söz konusu kişinin, hizmeti ne kadar benimsediği ve yeni yerde hangi
hizmetlerde kullanılacağına ilişkin özel ve gizli referans mektubunu hazırlamak. (Bu
mektuplar, öğrencinin gittiği okulla ilgili olan dershaneye veya yurt sorumlusuna oradaki
görevli serrehbere) gönderilir.
Görüldüğü üzere cemaatte tam bir askeri disiplin vardır. Sorumluluklar ve görevler kesin
olarak belirtilmiştir. Hiç kimse bunların dışına çıkamaz ve herşey, her hareket kaydedilir.
Cemaate alınan öğrencinin, tüm özellikleri, yaklaşımları, bütün bir gün içindeki davranış ve
tutumları kaydedilir ve haftasonu rapor halinde bir üst görevliye verilir. Çok yakın iki arkadaş
bile birbirlerini denetlerler ve yanlış bir tutum olduğu takdirde hemen rapor ederler.
Bütün bu görevler Allah adına yapıldığı ve hizmetin aksaması halinde ahiret azabının korkunç
olacağı kişilerin beyinlerine öylesine yerleştirilmiştir kihiç kimse bunların dışına çıkamaz.
Öğrenci yerine getirdiği her görev için özel olarak seçildiğini, cemaatin üstlendiği şeriat
düzenini yeniden kurmak için kendisine verilen bu kutsal vazifeyi en iyi şekilde başarması
gerektiğini bilir.
Cemaate giren öğrenciler, artık kendilerini buraya adamış olurlar.
Kendilerine verilen bilgi ve görev ne olursa olsun, onlara inanmak ve gereğini yerine getirmek
zorundadırlar. Bu kararlar, ailesinin, devletinin, ülkesinin zararına da olsa... Çünkü cemaatin
kutsal değerleri herşeyin üzerindedir.
Zaten bu türlü cemaat ve tarikatların en büyük zararı da buradadır. Birey kendi kişiliğini
kaybetmekte, cemaatin müridi olarak aynı görüş ve değerleri benimseyerek adeta
robotlaşmaktadır.
272

Nurculuk cumhuriyetçi mi? hilafetçi mi?


Nurculuk devlete göre hilafetçi talebelere göre cumhuriyetçi
Resmi tarihe göre hilafet yanlısı ve Kürt milliyetçisi, Nur Talebeleri'ne göre ise cumhuriyet
yanlısı olan Said Nursi, aradığı yanıtları ABD demokrasisinde buldu. Amerikan sistemindeki
dini ağırlıktan etkilenen Said Nursi, siyasi tavrında Amerikancı ve demokrasi yanlısı bir
görüntü çizmek istiyor
Nurculuk devlete göre hilafetçi talebelere göre cumhuriyetçi
Resmi tarihe göre hilafet yanlısı ve Kürt milliyetçisi, Nur Talebeleri'ne göre ise cumhuriyet
yanlısı olan Said Nursi, aradığı yanıtları ABD demokrasisinde buldu. Amerikan sistemindeki
dini ağırlıktan etkilenen Said Nursi, siyasi tavrında Amerikancı ve demokrasi yanlısı bir
görüntü çizmek istiyor.
Nur cemaati, Nakşiliğin içinden çıkan en önemli cemaatlerden biri. Hatta onlar için tarikat
nitelendirmesi bile yapılır. Ancak Nurcular bu nitelendirmeleri kabul etmez, kendilerini ne
tarikat ne de bir cemaat olarak görür. Onların kendileri için kabul ettikleri isim sadece Nur
Talebeleridir. Aslında Nurculukla ilgili tartışma sadece bu kadarla sınırlı değil. Nurculuğun
tarihi bile tartışma konusu. Örneğin resmi tarih anlayışına bakılırsa Nurculuk, Atatürk ve
Cumhuriyet'e karşı, hanedan ve hilafet yanlısı, Kürt milliyetçisi bir harekettir. Oysa Nur
Talebeleri her fırsatta Nurculuğun Atatürk'e ve Cumhuriyet'e karşı olmadığını, Kürt
milliyetçiliği yapmadığını, hanedanı desteklemediğini, hilafet yanlısı olmadığını anlatırlar. Nur
Talebelerine göre Said Nursi ne bir tarikat kurmak, ne de siyaset yapmak istemişti. Onun
başlıca gayesi İslam'a bir zarar gelmemesiydi. Said Nursi talebelerinden İslamiyet'i hiçbir şeye
karıştırmamalarını ister. Örneğin insanın yaşadığı çevrede Müslüman olduğunu bile
söylememesi gerektiğini belirtir. İnsan bir hata yaptığında çevredekilerin bu olaydan
bahsederken bunu bir Müslümanın yaptığını söylemelerinin bile İslamiyet'e zarar verdiğini
vurgular. İşte bu nedenle tarikatlara da karşıdır, içinden çıktığı Nakşiliğe de.
ATATÜRK GÖRÜŞMEDİ
Bu bakış açısıyla dinin özellikle siyasi hayatta kullanılmasına kesin bir şekilde karşı çıkar. Hatta
yeni Cumhuriyet'in laik bir temelde oturması gerektiğini düşünen Atatürk'ün bu görüşleri
nedeniyle Said Nursi'yi Ankara'ya çağırdığı, ancak Said Nursi'nin düşüncesinin arkasında
yatan İslam anlayışının da koyu bir İslam anlayışı olduğunu fark ettiğinde onunla görüşmediği
söylenebilir. Gerçekten de bugün Nurcu cemaatlerden bazılarında diğer Nakşiler gibi koyu
İslamcı anlayış görülebilir. Çağdaşları gibi Said Nursi'nin de temel kaygısı Batı medeniyeti
karşısında 200 yıldır gerileyen İslam medeniyetinin yeniden üstün hale getirilmesiydi. Bu
soruna Nakşiliğin o dönemdeki yanıtı Batı taklitçi zihniyetinin her şekilde reddedilmesi ve
İslam'ın Asr-ı Saadet dönemine dönülmesidir. Tam da bu noktada Said Nursi çağdaşlarından
ayrılır. İslam
273

You might also like