Professional Documents
Culture Documents
Recep Alpyağıl
Herhangi bir felsefî ıstılâhın, Türkçedeki arkeolojisinin nasıl bir kronoloji ile
yapılabileceğine ilişkin Felsefe Dili Olarak Türkçenin Gelişim Aşamaları ve Felsefe
Sözlüklerimiz adlı çalışmamızda tarihsel bir çerçeve sunmuştuk.2 Esasında anılan eserin
“İçindekiler” kısmı, Türkçedeki ilk felsefe sözlüğünden (1914) bugüne dek tarihsel bir
sıralama üzerine kurulu olduğundan anlaşılması ve de takip edilmesi oldukça kolaydır. Bu
makalede ise “esthétique” kelimesi üzerinden bunun küçük bir örneğini sunacağız. En
önemlisi de tarihsel sırası geldiğinde, ilk defa bu metinde Cumhuriyet döneminin ilk estetik
kitabına (1926) değineceğiz.
1
Rıza Tevfik, “Ali İlmî Bey’e /1935”, Şiiri ve Sanat Anlayışı Üzerine Rıza Tevfik’ten Ali
İlmî Fânî’ye Bir Mektup, haz. Abdullah Uçman (İstanbul: Kitabevi, 1996), s. 25.
2
Felsefe Dili Olarak Türkçenin Gelişim Aşamaları ve Felsefe Sözlüklerimiz I: 1851-1952,
haz. R. Alpyağıl (İstanbul: İz Yayıncılık, 2015); Felsefe Dili Olarak Türkçenin Gelişim
Aşamaları ve Felsefe Sözlüklerimiz II: 1954-1975, haz. R. Alpyağıl (İstanbul: İz
Yayıncılık, 2015).
(1914).3 Bu Mecmûa’nın en önemli özelliği, felsefe terimlerindeki karışıklığın uzlaşı
yoluyla aşılmasına dönük ilk ortak çalışmanın ürünü olmasıdır.
Ahmed Şükrü Bey (1875-1926) Maârif Nâzırı olduktan kısa bir süre sonra, 28
Teşrinievvel [Ekim] 1913 tarihinde, ıstılahlardaki karmaşanın giderilmesi amacıyla bir
Istılahât Encümeni teşkil etmiştir. Dönemin Sabah gazetesinde şu notu okuyoruz:
Gerek ecnebi lisanlardan alınacak ve gerekse yeniden vaz’ edilecek olan ilmî ve
fennî ıstılâhâtın bir suret-i ciddiyede tetkik ve kabulü için sâbık Maârif Nâzırı
Emrullah Efendi’nin taht-ı riyâsetinde olmak üzere bir “Istılâhât Encümeni”
teşekkül ettiği ve yakında tetkikâta başlayacağı müstahberdir.4
Maârif Nâzır-ı Esbakı Emrullah Efendi’nin taht-ı riyâsetinde olarak teşekkül eden Istılâhât
Encümeni, zevât-ı âtiyeden mürekkebdir:
Defter-i Hâkânî Emîni Mahmûd Esad Efendi Hazretleri, Maârif Nezâreti Müsteşarı
Salih Zeki Bey Efendi, Müze-i Hümâyûn Müdür-i Umûmîsi Halil Bey, Besim
Ömer Paşa, Hâlid Ziya Bey Efendi, Meclis-i Maârif Azasından Babanzâde Naîm
Bey, Fatih Ders-i Âmmlarından Hamdi Efendi, Kadıköy Daire-i Belediyesi Müdürü
Celal Esad Bey, Meclis-i Sıhhiye Azasından Feylesof Rıza Tevfik Bey, İttihad ve
Terakki Cemiyeti Merkez-i Umûmi Azasından Ziya Bey, Rasathane Müdürü Fatin
Efendi, Darülfünûn Muallimlerinden Ahmed Agayef Bey, Darülfünûn Ulûm-ı
Tabîiyye Şubesi Hayvanât Muallimi Hulusi Bey, Nebatât Muallimi Doktor Esad
Şerafeddin, Tıp Fakültesi Muallimlerinden Doktor Kemal Cenab Bey, Tıp Fakültesi
Muallimlerinden Doktor Bahaeddin Şakir Bey, Muharrirînden Akçura oğlu Yusuf
Bey, Doktor Rıfat Bey, Mekâtib-i Sultâniye Muallimlerinden Celal Sahir keza
Köprülüzâde Fuad Beyler.5
Yukarıdaki listeden de anlaşılacağı üzere, bu Encümen, o dönemin otorite olan
isimlerinden teşekkül etmiştir. Istılahât Mecmuası’ndaki Türkçe karşılıklar, “Encümen’de
ittifak veya ekseriyet-i ârâ ile tayin olunmuştur”.6 Tabiatıyla Encümen’in neşrettiği
Mecmûa’da yer alan ıstılahlar, kısa bir süre içinde kanonik bir hal almıştır. Daha sonra
kaleme alınan felsefe metinlerinde, 1932 yılına kadar çoğunlukla bu karşılıklar
kullanılmıştır.
İşte bir ıstılah olarak bedîiyât, Fransızca “esthétique” kelimesinin Türkçe karşılığı
3
Kâmûs-ı Felsefe’de Münderic Kelimât ve Tabirât İçin Vaz’ ve Tedvîni Tensîb Olunan
Istılâhât Mecmûası (İstanbul: Matbaa-i Amire, 1330). Eserin çeviri yazısı için bkz. Felsefe
Dili Olarak Türkçenin Gelişim Aşamaları ve Felsefe Sözlüklerimiz I: 1851-1952. Bu
çalışma ayrıntılı notlarla birlikte yeniden neşredilecek: Türkçede Felsefe Terimlerinde İlk
Ortak Dil Arayışı: Kâmûs-ı Felsefe Istılâhât-ı İlmiye Encümeni, haz. R. Alpyağıl (İstanbul:
İz Yayıncılık, 2021).
4
“Istılâhât Encümeni”, Sabah, no. 8662, 28 Teşrinievvel [Ekim] 1913 (Rumî: 15
Teşrinievvel 1329), s. 2.
5
“Istılâhât Encümeni”, Sabah, no. 8667, 2 Teşrinisânî [Kasım] 1913 (Rumî: 20 Teşrinievvel
1329), s. 3.
6
Rıza Tevfik, “Bazı İzâhât”, Mufassal Kâmûs-ı Felsefe (İstanbul: Matbaa-i Amire, 1330), s.
25.
olarak bu Encümen’de karara bağlanmıştır. Bu formu ile, yani bedîiyât olarak terim
(kelimesi eklenebilir mi?), anılan Encümen’de doğmuştur ve Osmanlı’nın damgasını
taşıyan bir adlandırmadır. (Kelime her ne kadar Arapça kökenli olsa da Araplar tarafından
“esthétique” için kullanılan karşılık bu değildir. O dönemde de bugün de Arapça lûgatlerde
kullanılan karşılık ilm-i cemâldir.7) Bu tarihten sonra bedîiyât kelimesi yaygın olarak
kullanılmaya başlamıştır.
Peki, 1914 yılından önce “esthétique” kelimesinin hangi karşılıkları vardı? Bu
soruyu cevaplamanın iki yolu var:
İlkin, tarihsel sıralama içinde Türkçede yazılan ilk sözlüklere bakılabilir. Diğer bir
yol ise -aynı mantıkla- 1914 yılı öncesinde konu ile alakalı metinlere ve süreli yayınlara
bakmaktır. Elimizdeki materyalin izin verdiği kadarıyla söylersek, “esthétique”in
Türkçedeki ilk karşılığı 1861 yılına aittir: İlm-i cemâlât, ilm-i hüsniyât.8 İkinci karşılık,
Türkçedeki ıstılah çalışmalarında neredeyse unutulmuş olan bir lûgatte yer almaktadır:
İlm-i zerafet (1882).9 Tarihsel olarak devam edersek “esthétique”; hikmet-i bedâyi (1896),10
7
Dipnot eklenecek?
8
J.W. Redhouse, Kitab-ı Lehcetü’l-maânî li-Ceymis Redhavs el-İngilizî = A Lexicon
English and Turkish (London: The Oriental Literature Society, 1861). Bu karşılık,
Türkçedeki ıstılah çalışmalarında neredeyse unutulmuş olan şu Istılâhât Lûgati’ne olduğu
gibi alınmıştır: “Esthétique: İlm-i cemâlât ve ilm-i hüsniyât”, Ant. B. Tınghir ve Kirkor
Sinapiyan, Fransızcadan Türkçeye Istılâhât Lûgati (İstanbul: Bağdadliyan Matbaası, 1891-
1892), s. 295.
9
Mehmed Şükrü – Mikail Aşcıyan, Gunyetü’l-Lûgât: Fransızcadan Türkçeye– Fransızcanın
kâffe-i lûgât-ı müsta’melesi ile bilcümle şuabât-ı ulûmun ıstılâhâtını hâvîdir (İstanbul:
Bağdadliyan Matbaası, 1298/1882). Aynı karşılık şu eserde tekrar edilmiştir: W.
Wiesenthal, Fransızcadan Türkçeye Cep Lûgati (İstanbul: Karabet ve Kasbar Matbaası,
1305/1888).
10
Bkz. Halid Safa, “Hikmet-i Bedâyi Hakkında Birkaç Söz: Hüsn”, Maarif, 24, 7 Haziran
1312 [19 Haziran 1896], s. 373; Rauf Zâtî, “Hikmet-i Bedâyi- Felsefe Katreleri 2, Estetik:
Güzellik ve Menşei”, 19 Kanunevvel 1312 [31 Aralık 1896], Mekteb, c. 5, 66, s. 1034;
Hüseyin Cahid’in Hikmet-i Bedâyi” adlı yazı dizisinin ilki: “Hikmet-i Bedâyie Dair”,
Servet-i Fünûn, sayı: 370, 2 Nisan 1314 [14 Nisan 1898], 87-90. Ş. Sami, Kâmûs-ı
Fransevî’nin üçüncü baskısında (1901/1318), “esthétique” için hikmet-i bedâyi karşılığını
tercih etmiştir. Daha sonraki yıllarda “Hikmet-i Bedâyi” Dârülfünûn’da ders adı olmuştur.
Aynı karşılığı kullanan metinler için bkz. Hamdullah Subhi [Tanrıöver], Hikmet-i Bedâyi,
cüz 1, Hicri 1328, Miladi 1910. “Hüsniyât: Esthétique – İlm-i husn, hikmet-i bedâyî Baha
Tevfik, “Felsefe Kâmûsu”, Felsefe Mecmuası, 1-10, 1329, s. 162-168; Baha Tevfik,
“Felsefe Kâmûsu”, Felsefe Mecmuası Eki: Mekteb Dersleri, 1329, s. 7-8, 19, 24, 32.
hikmet-i bedî’ (1898),11 fenn-i bedâyi (1898),12 kısa bir süre ilm-i mehâsin13 ıstılahları ile
karşılanmıştır. En son olarak da Encümen’in neşrettiği Mecmûa’da (1914), bedîiyât
kelimesinde karar kılınmıştır. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, Mecmûa’da yer alan
ıstılahlar, kısa bir süre içinde kanonik bir hal almış ve bedîiyât kelimesi yaygın bir
kullanıma sahip olmuştur. Bedîiyât’ın, “esthétique” kelimesi yerinde/yerine? kullanıldığı
bazı metinler, tarihsel sıralama içinde şöyledir: 1330, 14 1331,15 1332,16 1333,17 1334,18
1335,19 1336-1338, 1339 [Cumhuriyet],20 1340,21 1341 [Milletlerarası saat ve takvimin
kabulü: 1925],22
11
Bkz. Emrullah Efendi, “Ansiklopedi yahut Muhitu’l-Maarif - Ulûm-ı Felsefiye: Estetik
yahut Hikmet-i Bedî‘“, İkdam, sayı: 1355, 10 Nisan 1314/22 Nisan 1898, s. 1.
12
Ş. Sami, Kâmûs-ı Fransevî/Fransızcadan Türkçeye Lûgat Kitabı = Dictionnaire Français-
Turc, 2. tab’ı -yeniden tahrîr derecesinde tashih ve ilaveler ile ikmâl olunmuştur (İstanbul:
Mihran, 1898/1315). Eserin ilk baskısında (1882/1299) esthétique” kelimesi olmakla
birlikte, Türkçe karşılık yoktur. Üçüncü baskısında (1901/1318) ise Türkçe karşılık
“hikmet-i bedâyi” şeklini almıştır.
13
“Esthétique kelimesi lisanımıza en evvel hikmet-i bedâyi terkibi ile tercüme edildiyse de
kelimenin gerek medlûl-i lafzîsi ve gerek iştikâkı terkine bâis olmuştur. (…) birkaç sene
evvel [1913] buna mukabil ilm-i mehâsin tabirini vaz’ etmiştim. Bu tabir Dârülfünûn
heyet-i muhteremesince mazhar-ı kabul oldu idi. Ve bu ders, bu nam ile tedrîs edildi.”,
Babanzâde Ahmed Naîm, “Hâşiye”, Georges L. Fonsegrive, “Mebâdî-i Felsefe”den
Birinci Kitap: İlmü’n-Nefs, çev. Ahmed Naîm (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1332 [iç kapakta:
1331]), s. 377.
14
Rıza Tevfik, Mufassal Kâmûs-ı Felsefe (İstanbul: Matbaa-i Amire, 1330).
15
Istılahât-ı İlmiye Encümeni Tarafından Sanâyi-i Nefîsede Mevcud Kelimât ve Tabirât İçin
Vaz’ ve Tedvîni Tensîb Olunan Istılâhât Mecmûasıdır (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1331/ [iç
kapakta 1330]).
16
Celal Nuri, Türkçemiz: Mesâil-i Hâzıra Hakkında Musahabât (İstanbul: Matbaa-i
Orhaniye, 1917 [1332]); Ali Canib, “Bedîiyât Bahisleri: Bedîî Haz”, 08 Teşrinisani 1917,
Yeni Mecmua, c. I, 18, s. 353-354.
17
Alexis Bertrand, Mebâdî-i Felsefe-i İlmiye ve Felsefe-i Ahlakiye: Kitab-ı Evvel: Felsefe-i
İlmiye, çev. Salih Zeki (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333), s. 81.
18
Rıza Tevfik, Abdülhak Hâmid ve Mülahazât-ı Felsefiyesi (İstanbul: Kanaat Matbaası,
1334); Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (İstanbul: Yeni Mecmua,
1918 [1334]) [Ziya Gökalp, “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak 2: Lisân”, Türk
Yurdu, İstanbul: Türk Yurdu Cemiyeti, 21 Mart 1329, III, sayı: 12, s. 368]; Cezmi Ertuğrul,
Lisan ve Edebiyatımız Hakkında Tahlil-Tenkid-Mukayese (İstanbul: Matbaa-i Hukukiyye,
1918 [1334]).
19
Cenab Şahabeddin, Avrupa Mektupları (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1335).
20
Ferid [Kam], Mebâdî-i Felsefeden İlm-i Ahlâk (Ankara: Şer’iye Vekaleti Tedkikat ve
Telifat-ı İslamiye Heyeti, 1339-1341), s. 81; Hasan Ali, “Bedîiyât Musâhabeleri I”, 1
Teşrinisani 1339, Milli Mecmua, cilt: I, sayı: 1, s. 7-9.
21
Celal Esad [Arseven], Fransızcadan Türkçeye ve Türkçeden Fransızcaya San’at Kâmûsu
(İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1340).
22
İbrahim Alaeddin [Gövsa], Bedîî Terbiye (İstanbul: Tanin Matbaası, 1341).
1926,23 1927,24 1928,25 1929 [boş yıl], 1930, 1931.26
Esasında bedîiyât kelimesi, 1960 sonrasına kadar bazen tek başına bazen de estetik
kelimesi ile beraber olmak üzere kullanılmaya devam etmiştir. Bu süreçteki en önemli
kırılma 1932 ve 1942 yıllarında olmuştur. Bunların ayrıntısına geçmeden, Türkçede
Bedîiyât adı ile yazılan ilk kitaba değinmek istiyoruz:
Cumhuriyet dönemine gelince, bu dönemin ilk estetik kitabını bir felsefe öğretmeni
olan Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu yazmıştır. Yazı devriminden az önce yayımladığı
bu kitaba yazar, Bediiyat adını vermişti. Fransızca kaynaklardan yararlanılarak
yazıldığı anlaşılan bu kitap 1927 yılında Milli Eğitim Bakanlığı yayınları arasında
çıkmıştır.27
Yeterli ön çalışma yapılmadan yapılan bu saptamalar çoğu zaman tashihe muhtaç oluyor.
Birazdan inceleyeceğimiz metinden de anlaşılacağı üzere, “Cumhuriyet döneminin ilk
estetik kitabı, Z. F. Fındıkoğlu’nun” değil. Buna benzer bir saptama da serbest vezin
yazılmış bir başka metinde mevcut:
bizde Bediiyyât adıyla çıkmış ilk kitabın Ziyaeddin Fahri’nin imzasını taşıdığını
söyleyelim. Liselere ders kitabı olarak hazırlanan bu küçük kitap 1927’de
yayınlanmıştır.28
Yine birazdan inceleyeceğimiz metinden de anlaşılacağı üzere, “bizde Bediiyyât adıyla
çıkmış ilk kitap Z. F. Fındıkoğlu’nun” değil. Burada akademik anlamda sorunlu olan
husus, bu içeriğin olduğu gibi bir ansiklopedi maddesine dönüşmesi:
23
İsmail Hakkı Bey, Bedîiyât Hülâsaları - Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Darülfünûnu
İlahiyat Fakültesi talebe cemiyeti neşriyatından ([İstanbul]: Darülfünun Matbaası, 1926).
24
Ziyaeddin Fahri, Bediiyat (Ankara: Maarif Vekaleti, 1927).
25
Hippolyte Taine, San’at Felsefesi, çev. Dârülfünûn müderrislerinden Ali Ekrem [Bolayır]
(İstanbul: Maarif Vekaleti, Devlet Matbaası, 1928). Maarif Vekâleti Millî Talîm ve Terbiye
dairesinin 9 Haziran 1927 tarihli ve 896/35 numaralı emir-nâmesiyle birinci defa olarak
2000 nüsha basılmıştır.
26
Mustafa Namık, Bediiyat (İstanbul: Sühulet ve Cihan Kütüphaneleri, 1931).
27
Arslan Kaynardağ, “Türkiye’de Sanat Felsefesinin Gelişmesi ve Bu Gelişme İçinde Sanat
Ontolojisinin Yeri”, M. Ş. İpşiroğlu’ya Saygı (İstanbul: Ada Yayınları, 1987), s. 124.
28
Beşir Ayvazoğlu, “Türkiye’de Sanat Tarihi ve Estetikle İlgili İlk Çalışmalar”, Erdem, 15,
1989, s. 992; aynı bilgiler şurada da tekrar edilmiş: Beşir Ayvazoğlu, Geleneğin Direnişi
(İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1996), s. 125.
Türkçe’de Bedîiyyât (1928) adıyla çıkan ilk kitap ise Ziyaeddin Fahri (Fındıkoğlu)
imzasını taşımaktadır.29
Tabii bu defa da her nasılsa tarihte/tarih de yanlış çıkmış. Bu saptamaları harmanlayan bir
başka saptama da şöyle:
29
Beşir Ayvazoğlu, “İlmü’l-Cemâl”, DİA (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), c. XXIII,
2000, s. 148.
30
Ziyâeddin Fahri, Bediîyat, Devlet Matbaası, İstanbul 1927,3+64+8s.
31
Kahraman Bostancı, “Bir Estetik Kitabının Serüveni”, Türk Dili, 585, 2000, s. 268.
32
Hippolyte Taine, San’at Felsefesi, çev. Dârülfünûn müderrislerinden Ali Ekrem [Bolayır]
(İstanbul: Maarif Vekaleti, Devlet Matbaası, 1928). Maarif Vekâleti Millî Talîm ve Terbiye
dairesinin 9 Haziran 1927 tarihli ve 896/35 numaralı emir-nâmesiyle birinci defa olarak
2000 nüsha basılmıştır.
33
Talebe Rehberi: 1341-1342 Sene-i Dersiyesi, Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Darülfünunu
(İstanbul: Yeni Matbaa, 1341), s. 124.
Hakkı aynı yıl (1926) Dârülfünûn İlâhiyat Fakültesi Mecmûası’nda yazdığı bir makalede
şunları dile getiriyor:
[Kapak]
Bedîiyât Hülâsaları
Darülfünun Matbaası
1926
Yazan
İlahiyat talebesinden Mehmed Râşid
3. Öz-Dilde terim arayışlarında bir dönüm noktası olarak 1932 yılı ve bedîiyât
tabiri yerine bedizel sözünün ihdâsı
Felsefe dili olarak Türkçeyi anlama yönündeki her girişim, 1932 yılı ve sonrasında
yaşanan gelişmeleri özellikle irdelemek zorundadır. Bugünkü Türkçede kullandığımız
modern sözcüklerin neredeyse tamamı, bu tarihsel kesit sonrasında ortaya çıkmıştır. Ve
yine bugün yapmakta olduğumuz tartışmaların önemli bir kısmı, bu dönemde başlayan ama
halledilememiş olarak kalan meselelerin bir tezahürüdür. Kısaca hatırlayacak olursak,
1932’de İlk Türk Dili Kurultayı (26 Eylül - 5 Ekim) yapılmıştır. Kurultayın yedinci günü
40
Metin burada bitiyor. R.A. [Çeviri-yazı sürecindeki katkısı için Asım Kaya’ya teşekkür
ederim.]
ıstılahlar konusunda çeşitli müzakereler olmuştur. Bu anlamda Kurultayda kabul edilen 7
maddelik “Çalışma Programı”nda ıstılahların öz-Türkçeleşmesi öngörülmüştür.”41 Burada
detayına giremeyeceğimiz kadar uzun ve karmaşık bir tarihi olan bu meselenin en nazik
ciheti öz-türkçeleşmenin nasıl yapılacağı idi. Daha Kurultayın ilk gününde ortaya çıkan
tartışma “Dilde inkılap olur mu?” idi.
1932’de yılında, estetik sahasında dilde özleşme yanlısı olan ilk kitap neşredildi:
Estetik-Güzellik Bilgisi. Yazar Muallim Necmi, hemen girişte şu değerlendirmeyi yapıyor:
Bedia. 1. Bediz [Yk: Bez* ek] (Rad. IV. «Or.»); 2. Benzersiz (Der: İstanbul); 3.
Dürüme [Ortada yokken vücut bulan nesne. Yk: Türü, türemek] (Bab); 4. Eşsiz
(Der: İstanbul); 5. Görülmedik, Görülmemiş (K.T); 6. Pediz [Ziynet, nakış,
sanatkârane eser man.] (Rad. IV. «Uyg.»); 7. Tansuğ [Hayret verici hadise ve eser
man.] (P.d.C.; Ç.L.); 8. Yeni (K.T).
Tarama Dergisi’nin en önemli özelliği, resmi bir yayın olarak kabul edilmesi ve
yazışmalarda artık bu Dergi’nin esas alınması idi. Bu süreç, lisanda kaotik bir ortam
oluşturdu. Çünkü bir Osmanlıca kelimenin karşısında, 7-8 karşılık vardı ve yazıcılar bu
karşılıkları kendi beğenisine göre kullanıyorlardı. Bunun bir iletişim krizini beraberinde
getirmesi? kaçınılmazdı. Buna bediz sözü üzerinden bir örnek verelim. Çanakkale saylavı
A. Cevad Emre, “Dilden Dile Çevirim Denemeleri” (1934) adlı yazısında özetle aşağıdaki
denemeyi yapıyor:
“Verter”imi [Goethe] gelişi güzel açıyor, bir bitiğin ilk topsözünü [cümle karşılığı
R.A.] alıyorum: “Ce que je te disais dernièrement de la peinture peut certainement
aussi s’appliquer â la poésie.”
Bu topsözü önce Osmanlıcaya çevirelim:
“Sana ahiren resim hakkında söylediğim (ya söylediklerim) muhakkak şiir
hakkında dahi tatbik olunabilir.”46
Devamında A. Cevad birer birer işaretli Osmanlıca kelimelere Dergi’den bir karşılık
buluyor. Resim için verilen açıklama şöyle:
“Sana sonlayın bediz üzerinde söylediklerim ök (ya bayık ki) duyuk (ya aydık)
üzerinde de deneştirilebilir”nokta
Bu metnin örneklerini, dönemin gazetelerinde her gün bulmak mümkün. Herkesin kendi
44
Örnek için bkz. Hakimiyeti milliye, 10 Mayıs 1933, s. 3.
45
Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi I, T.D.T.C. [Türk Dili Tetkik
Cemiyeti] (İstanbul: Devlet Matbaası, 1934).
46
A. Cevad Emre Çanakkale saylavı, “Dilden Dile Çevirim Denemeleri”, Ulus, 10 İlk Kanun
1934, s. 1.
zevkine göre yaptığı bu denemelerin dilde koas yaratması kaçınılmaz. Bediz sözü
(kelimesi) ile devam edersek, bu sözü aynı günlerde bir başka metinde, bir başka
Osmanlıca kelimenin karşılığı olarak görmek olası. Fransızca kelimelerin parantez içinde
verilmediği durumda ise neyin, neyin yerine kullanıldığını anlamak da imkansız hale
geliyor.
1935 yılının ilk yarısında, bu krizin aşılması için, bir Osmanlıca kelimeye sadece
bir karşılık verilen bir kılavuz neşredildi: Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu.47 1935’in
ikinci yarısında ise bunun Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu48 versiyonu yayımlandı.
Kılavuz hazırlanırken, Osmanlıca sözcüklere Türkçe karşılık bulma işinde Ulus gazetesi ve
Ülkü dergisi önemli bir rol oynamışlardır: Kılavuz’daki listeler gazetelerde yayımlanmış,
bu yolda “ders”ler verilmiştir. Ulus gazetesinde, Falih Rıfkı’nın “Kılavuz Dersleri”,
1935’te Son Düzeltmelere Göre Kılavuzdaki Yeni Kelimeleri Nasıl Kullanmalıyız?.. adıyla
ayrıca yayımlanmıştır.49
Bediz sözü ile örnek verirsek, Ulus gazetesinde ilk sayfadan şunu okuyoruz:
Öyle anlaşılıyor ki dil işinde baş gösteren krizi aşmaya bir Cep Kılavuzu neşretmiş olmak
yetmemişti. Zira hayatın her safhasında kullanılan kelimeleri sadece Arapça veya Farsça
kökenli oldukları için tasfiye etmeye çalışmak ve onların yerlerine sırf öz Türkçe oldukları
için yeni kelimelerin kullanılmasını beklemek, bugünkü hiçbir dil felsefesi kuramı
açısından savunulabilir görünmemektedir. Konuyla ilgili olarak, Cep Kılavuzu hazırlık
heyetinde yer alan Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı eserinde oldukça meşhur olan ve sık
sık alıntılanan bir pasaj vardır. Atay şunları yazıyor:
Halk yeni sözcüklerin sadece bazısını benimsemişti. Yeni sözcükler yerini tutması
istenen sözcüklerle çok defa yan yana yaşar olmuş ve farklı anlamlar kazanmışlardı.
Sadece cemiyetin üyeleri için anlaşılır olan bir çeşit “yapma dil” peyda olmuştu.
(…) Dil reformu, 1935’te Güneş Dil Teorisi’ne girişilmesiyle geçici olarak
çıkmazdan kurtarıldı.52
Konumuz özelinde söylersek, felsefe ve onun altında yer alan estetik sahasında dair
ıstılahlar birkaç yıllığına da olsa (1942 yılına kadar) olağan haline bırakılmış görünüyor.
Tabi bu arada bediz kelimesi de unutulmaya yüz tutmuştur, soyadları ve unisex adlar
dışında.
4. Öz-Türkçe felsefe terimlerinde bir dönüm noktası olarak 1942 yılı ve Öz-
Türkçe olmayan estetik kelimesinin resmileşmesi
26 Şubat 1942 tarihli Ulus gazetesinde manşetten şu haber veriliyor: “Maarif
Vekilimizin Başkanlığında Felsefe Terimleri Komisyonu Dün Çalışmalarına Başladı”.
Haberin devamı ise şöyle:
Orta Öğretim felsefe terimlerini tetkike memur komisyon dün Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesinde Maarif Vekili Hasan-Âli Yücel’in başkanlığında toplanmış
ve Dil Kurumu üye ve uzmanlariyle Ord. Prof. Şekip Tunç, Ord. Prof. İ. H.
Baltacıoğlu, Bay Halil Nimetullah Öztürk ile Nusret Hızır’ın teşkil ettiği komite
tarafından tesbit edilen felsefe terimlerini incelemiye başlamıştır. Kırktan fazla
üyesi bulunan komisyona iştirak etmek üzere İstanbul Üniversitesinden
profesörlerle doçentler şehrimize geldiği gibi, Ankara Fakültesi profesör ve
doçentlerinden bazıları da hazır bulunmuş; bundan başka, bazı liselerin felsefe
öğretmenleri, talim ve terbiye reisi ile azaları, maarif müfettişleri komisyonun
çalışmalarına iştirak etmişlerdir. Türk Dil Kurumu, Gaziantep mebusu Dr. Mehmet
Ali Ağakay ile iki uzman tarafından temsil olunmuştur.
Terim Komisyonunun birinci celsesi, bazı kelimelerin ayrıca incelenmesi için beş
51
Falih Rıfkı Atay, Çankaya: Atatürk’ün Doğumundan Ölümüne Kadar (İstanbul: Bateş
Yayınları, 1984), s. 479.
52
Erik J. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, çev. Yasemin Saner Gönen (İstanbul:
İletişim Yayınları, 1995), s. 276; [kitabın aslı için bkz. Erik J. Zürcher, Turkey: A Modern
History (London: I.B.Tauris, 2004)].
kişilik bir komite seçtikten sonra, 13:30’da sona ermiştir. Bu komite 15’ten 16:30’a
kadar çalışmış ve çalışmasının neticelerini 16:30’da yeniden toplanan genel heyete
sunmuştur. Gene Maarif Vekili Hasan-Âli Yücel’in başkanlığında toplanmış olan
ikinci celse, akşam 19:30’a kadar sürmüş ve birçok öz Türkçe terimi kabul etmiştir.
Sonuçta, yaklaşık iki hafta sonrasında, şu terim broşürü neşredildi:
Türkçe-Osmanlıca-Fransızca*
[*] Ötedenberi terim listelerinde kullanılan bu sözlerden? «türkçe» ile bugün ve
bundan sonra dilde, kullanılması yerinde görülen terimler, «osmanlıca» söziyle de
eskiden arab ve fars kelimeleriyle karışık osmanlı türkçesinde kullanılan sözler
anlatılmak istenilmiştir.54
Bunun üç istisnası vardı ve istisna tutulan her bir kelime yıldızla işaretlenmişti:
(*): Türkçede henüz uygun bir karşılığı bulunmadığından eski halinde bırakılan
terim.
(**): Türkçe karşılığı olmakla beraber, yaygın olduğu için şimdilik, istiyenlerce,
kullanılması caiz görülen yabancı kelime.
(***): Uluslararası olduğundan Türkçede karşılanmasına gereklik görülmiyen
terim.
Makaleye konumuz üzerinden devam edersek, “estetik” kelimesinde tek yıldız (*) var.
Yani “estetik”, “Türkçede henüz uygun bir karşılığı bulunmadığından eski halinde
bırakılan terim” kategorisinde.
Vurgulayarak ifade edelim ki 1942 yılı, felsefe dili olarak Türkçe için farklı bir
dönemin başlangıcıdır. Çünkü hemen devamında “ders kitapları”, Felsefe ve Gramer
Terimleri esas alınarak “sil-baştan” düzenlenir. Konumuz üzerinden örnek verelim: Latin
harflerinin Türkçede kabulünden sonra yayınlanan ilk estetik kitabının sahibi olan Suut
Kemal Yetkin de, 1942’deki ictimaya katılanlardan biriydi. (Bir başkası da yeni adıyla
İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu idi.)55 Suut Kemal’in, ilk üç baskısında her şeyi aynı olan
53
T.D.K., Felsefe ve Gramer Terimleri: Ahlâk, Eğitbilim, Estetik, Fizikötesi, Gramer,
Mantık, Ruhbilim, Toplumbilim (İstanbul: Cumhuriyet Basımevi, 1942).
54
Felsefe ve Gramer Terimleri, s. 9.
55
Felsefe ve Gramer Terimleri’ni hazırlayan komisyona katılanların tam listesi için bkz.
Mustafa Namık Çankı, “Felsefe Terimleri”, Cumhuriyet, 1 Nisan 1942.
Estetik56 kitabı, sadece kelimeleri değiştirilerek yeniden neşredilmiştir.57 Örneğin,
Estetik’in ilk üç baskısındaki ilk cümle: 1947 baskısındaki ilk cümle:
Mevzuu, usulü Konusu, metodu
Estetik kelimesi hassasiyet demek Estetik kelimesi duyarlık
olan yunanca «aisthêsis» lâfzından gelir, demek olan yunanca «aisthêsis»
harfi harfine tercümesi lâzımgelse «his sözünden gelir, harfi harfine tercümesi
ilmi» demek icap eder.[58] lâzımgelse «duygu bilimi» demek
Halbuki bugün estetik, güzelden, gerekir.
san’atin mahiyetinden, muhtelif san’atlerin Halbuki bugün estetik,
59
tekniğinden bahseden ilme deniliyor. güzelden, san’atın özlüğünden, türlü
san’atlerin tekniğinden bahseden
bilime deniliyor.60
O dönemde yaygın olarak kullanılan bir ders kitabında estetik bahsinin durumu şöyle ise
şöyle:
1935 1943
Estetiğin mevzuu: II. Estetiğin konusu:
Estetik san’at eserlerinde güzeli Estetik san’at eserlerinde güzeli
tesbit etmek için icabeden kaidelerden, tesbit etmek için icabeden düzgülerden
ve dolayısile bizzat güzel ve san’atin ve dolayısile bizzat güzel san’atların
mahiyetinden ve felsefesinden mahiyetinden ve felsefesinden bahseden
bahseden bir ilimdir. bir bilimdir.
Estetik tetkiklerinde usul: II. Estetikde metod:
a- Bazı feylesoflar, güzel a- Bazı feylesoflar, güzel
hakkında, hadsî ve mücerret bir hakikat hakkında sezgisel ve soyut bir hakikat
olarak kabul ettikleri birtakım olarak kabul ettikleri bir takım ilkelerden
prensiplerden hareket ederler ve hareket ederler ve san’atın tezahürde
san’atin tezahürde zevkın teşekkülü zevkin teşekkülü gibi daha ziyade
gibi daha ziyade tecrübî tetkiklere deneysel tetkiklere ihtiyaç gösteren
kıymet vermeden felsefi bir teemmülle mevzuları incelemeden felsefî bir
bu mevzuu tetkik ederler. Buna enfüsi teemmülle güzeli tetkik ederler. Buna
usul denir.61 öznel metod denir.62
56
Suut Kemalettin, Estetik (İstanbul: Devlet Matbaası, 1931); Suut Kemal Yetkin, Estetik
(İstanbul: Devlet Basımevi, 1938); Suut Kemal Yetkin, Estetik (İstanbul: Devlet Basımevi,
1940).
57
Suut Kemal Yetkin, Estetik, dördüncü ve son basılış (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1947).
58
Yetkin’in bu cümlesini, daha önce harfiyen Babanzâde Ahmed Naîm’de görüyoruz:
“Esthétique kelimesi … hassasiyet demek olan Yunanca “aisthêsis” lafzından müştak olup
harfiyen tercümesi lazım gelse ilm-i his demek îcâb eder.”, Georges L. Fonsegrive,
“Mebâdî-i Felsefe”den Birinci Kitap: İlmü’n-Nefs, çev. Ahmed Naîm (İstanbul: Matbaa-i
Âmire, 1332 [iç kapakta: 1331]), s. 377, hâşiye.
59
Suut Kemalettin, Estetik (İstanbul: Devlet Matbaası, 1931), s. 1.
60
Suut Kemal Yetkin, Estetik, dördüncü ve son basılış (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1947), s.
7.
Sekiz yılda estetiğin yeni dili böyle!
Hikâyenin geri kalan kısmını yazmaya gerek görmüyoruz. Çünkü geride kalan 80
yıl boyunca (1942-2021), felsefe dilindeki en temel tartışma bu yer-değiştirme oyunu
etrafında dönmüş görünüyor. Türkçe felsefe metinleri Öz-türkçe (Osmanlıca), Öz-türkçe
(Fransızca) veya bunların tersini esas alan yer-değiştirme oyunu içinde kaleme alındı.
(80’ler sonrasında, (Fransızca) parantezi yerine (İngilizce) oyuna dahil oldu).
61
Cemil Sena, Felsefe ve İçtimaiyat Notları: Metafizik, Estetik, Mantık, Ahlak, İçtimaiyat
(İstanbul: Ahmet Sait, 1935), s. 143.
62
Cemil Sena, Felsefe ve Sosyoloji: Ruhbilim, Mantık, Sosyoloji (Toplum Bilim), Ahlak,
Estetik Metafizik [Yeni Felsefe Terimleri ile] (İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1943), s. 164.