You are on page 1of 18

“Esthétique”in Türkçedeki Arkeolojisi ve Cumhuriyet Döneminin İlk Estetik

Kitabı: Bedîiyât Hülâsaları

“Türkçeyi bizzat Türkler bu kadar maskara


ettikten sonra artık bende zerre kadar iştiha kalmadı ki
Türkçe bir şey yazmaya teşebbüs edeyim.”
Rıza Tevfik1

Recep Alpyağıl

Herhangi bir felsefî ıstılâhın, Türkçedeki arkeolojisinin nasıl bir kronoloji ile
yapılabileceğine ilişkin Felsefe Dili Olarak Türkçenin Gelişim Aşamaları ve Felsefe
Sözlüklerimiz adlı çalışmamızda tarihsel bir çerçeve sunmuştuk.2 Esasında anılan eserin
“İçindekiler” kısmı, Türkçedeki ilk felsefe sözlüğünden (1914) bugüne dek tarihsel bir
sıralama üzerine kurulu olduğundan anlaşılması ve de takip edilmesi oldukça kolaydır. Bu
makalede ise “esthétique” kelimesi üzerinden bunun küçük bir örneğini sunacağız. En
önemlisi de tarihsel sırası geldiğinde, ilk defa bu metinde Cumhuriyet döneminin ilk estetik
kitabına (1926) değineceğiz.

1. Türkçe felsefe ıstılahlarında bir dönüm noktası olarak 1914 senesi ve


bedîiyât tabirinin doğuşu
Türkçedeki modern felsefe terimlerinin nasıl doğduğunu anlamak için müracaat
edilecek ilk eser, Istılahât-ı İlmiye Encümeni tarafından hazırlanan Istılahât Mecmuası’dır

1
Rıza Tevfik, “Ali İlmî Bey’e /1935”, Şiiri ve Sanat Anlayışı Üzerine Rıza Tevfik’ten Ali
İlmî Fânî’ye Bir Mektup, haz. Abdullah Uçman (İstanbul: Kitabevi, 1996), s. 25.
2
Felsefe Dili Olarak Türkçenin Gelişim Aşamaları ve Felsefe Sözlüklerimiz I: 1851-1952,
haz. R. Alpyağıl (İstanbul: İz Yayıncılık, 2015); Felsefe Dili Olarak Türkçenin Gelişim
Aşamaları ve Felsefe Sözlüklerimiz II: 1954-1975, haz. R. Alpyağıl (İstanbul: İz
Yayıncılık, 2015).
(1914).3 Bu Mecmûa’nın en önemli özelliği, felsefe terimlerindeki karışıklığın uzlaşı
yoluyla aşılmasına dönük ilk ortak çalışmanın ürünü olmasıdır.
Ahmed Şükrü Bey (1875-1926) Maârif Nâzırı olduktan kısa bir süre sonra, 28
Teşrinievvel [Ekim] 1913 tarihinde, ıstılahlardaki karmaşanın giderilmesi amacıyla bir
Istılahât Encümeni teşkil etmiştir. Dönemin Sabah gazetesinde şu notu okuyoruz:
Gerek ecnebi lisanlardan alınacak ve gerekse yeniden vaz’ edilecek olan ilmî ve
fennî ıstılâhâtın bir suret-i ciddiyede tetkik ve kabulü için sâbık Maârif Nâzırı
Emrullah Efendi’nin taht-ı riyâsetinde olmak üzere bir “Istılâhât Encümeni”
teşekkül ettiği ve yakında tetkikâta başlayacağı müstahberdir.4
Maârif Nâzır-ı Esbakı Emrullah Efendi’nin taht-ı riyâsetinde olarak teşekkül eden Istılâhât
Encümeni, zevât-ı âtiyeden mürekkebdir:
Defter-i Hâkânî Emîni Mahmûd Esad Efendi Hazretleri, Maârif Nezâreti Müsteşarı
Salih Zeki Bey Efendi, Müze-i Hümâyûn Müdür-i Umûmîsi Halil Bey, Besim
Ömer Paşa, Hâlid Ziya Bey Efendi, Meclis-i Maârif Azasından Babanzâde Naîm
Bey, Fatih Ders-i Âmmlarından Hamdi Efendi, Kadıköy Daire-i Belediyesi Müdürü
Celal Esad Bey, Meclis-i Sıhhiye Azasından Feylesof Rıza Tevfik Bey, İttihad ve
Terakki Cemiyeti Merkez-i Umûmi Azasından Ziya Bey, Rasathane Müdürü Fatin
Efendi, Darülfünûn Muallimlerinden Ahmed Agayef Bey, Darülfünûn Ulûm-ı
Tabîiyye Şubesi Hayvanât Muallimi Hulusi Bey, Nebatât Muallimi Doktor Esad
Şerafeddin, Tıp Fakültesi Muallimlerinden Doktor Kemal Cenab Bey, Tıp Fakültesi
Muallimlerinden Doktor Bahaeddin Şakir Bey, Muharrirînden Akçura oğlu Yusuf
Bey, Doktor Rıfat Bey, Mekâtib-i Sultâniye Muallimlerinden Celal Sahir keza
Köprülüzâde Fuad Beyler.5
Yukarıdaki listeden de anlaşılacağı üzere, bu Encümen, o dönemin otorite olan
isimlerinden teşekkül etmiştir. Istılahât Mecmuası’ndaki Türkçe karşılıklar, “Encümen’de
ittifak veya ekseriyet-i ârâ ile tayin olunmuştur”.6 Tabiatıyla Encümen’in neşrettiği
Mecmûa’da yer alan ıstılahlar, kısa bir süre içinde kanonik bir hal almıştır. Daha sonra
kaleme alınan felsefe metinlerinde, 1932 yılına kadar çoğunlukla bu karşılıklar
kullanılmıştır.
İşte bir ıstılah olarak bedîiyât, Fransızca “esthétique” kelimesinin Türkçe karşılığı

3
Kâmûs-ı Felsefe’de Münderic Kelimât ve Tabirât İçin Vaz’ ve Tedvîni Tensîb Olunan
Istılâhât Mecmûası (İstanbul: Matbaa-i Amire, 1330). Eserin çeviri yazısı için bkz. Felsefe
Dili Olarak Türkçenin Gelişim Aşamaları ve Felsefe Sözlüklerimiz I: 1851-1952. Bu
çalışma ayrıntılı notlarla birlikte yeniden neşredilecek: Türkçede Felsefe Terimlerinde İlk
Ortak Dil Arayışı: Kâmûs-ı Felsefe Istılâhât-ı İlmiye Encümeni, haz. R. Alpyağıl (İstanbul:
İz Yayıncılık, 2021).
4
“Istılâhât Encümeni”, Sabah, no. 8662, 28 Teşrinievvel [Ekim] 1913 (Rumî: 15
Teşrinievvel 1329), s. 2.
5
“Istılâhât Encümeni”, Sabah, no. 8667, 2 Teşrinisânî [Kasım] 1913 (Rumî: 20 Teşrinievvel
1329), s. 3.
6
Rıza Tevfik, “Bazı İzâhât”, Mufassal Kâmûs-ı Felsefe (İstanbul: Matbaa-i Amire, 1330), s.
25.
olarak bu Encümen’de karara bağlanmıştır. Bu formu ile, yani bedîiyât olarak terim
(kelimesi eklenebilir mi?), anılan Encümen’de doğmuştur ve Osmanlı’nın damgasını
taşıyan bir adlandırmadır. (Kelime her ne kadar Arapça kökenli olsa da Araplar tarafından
“esthétique” için kullanılan karşılık bu değildir. O dönemde de bugün de Arapça lûgatlerde
kullanılan karşılık ilm-i cemâldir.7) Bu tarihten sonra bedîiyât kelimesi yaygın olarak
kullanılmaya başlamıştır.
Peki, 1914 yılından önce “esthétique” kelimesinin hangi karşılıkları vardı? Bu
soruyu cevaplamanın iki yolu var:
İlkin, tarihsel sıralama içinde Türkçede yazılan ilk sözlüklere bakılabilir. Diğer bir
yol ise -aynı mantıkla- 1914 yılı öncesinde konu ile alakalı metinlere ve süreli yayınlara
bakmaktır. Elimizdeki materyalin izin verdiği kadarıyla söylersek, “esthétique”in
Türkçedeki ilk karşılığı 1861 yılına aittir: İlm-i cemâlât, ilm-i hüsniyât.8 İkinci karşılık,
Türkçedeki ıstılah çalışmalarında neredeyse unutulmuş olan bir lûgatte yer almaktadır:
İlm-i zerafet (1882).9 Tarihsel olarak devam edersek “esthétique”; hikmet-i bedâyi (1896),10

7
Dipnot eklenecek?
8
J.W. Redhouse, Kitab-ı Lehcetü’l-maânî li-Ceymis Redhavs el-İngilizî = A Lexicon
English and Turkish (London: The Oriental Literature Society, 1861). Bu karşılık,
Türkçedeki ıstılah çalışmalarında neredeyse unutulmuş olan şu Istılâhât Lûgati’ne olduğu
gibi alınmıştır: “Esthétique: İlm-i cemâlât ve ilm-i hüsniyât”, Ant. B. Tınghir ve Kirkor
Sinapiyan, Fransızcadan Türkçeye Istılâhât Lûgati (İstanbul: Bağdadliyan Matbaası, 1891-
1892), s. 295.
9
Mehmed Şükrü – Mikail Aşcıyan, Gunyetü’l-Lûgât: Fransızcadan Türkçeye– Fransızcanın
kâffe-i lûgât-ı müsta’melesi ile bilcümle şuabât-ı ulûmun ıstılâhâtını hâvîdir (İstanbul:
Bağdadliyan Matbaası, 1298/1882). Aynı karşılık şu eserde tekrar edilmiştir: W.
Wiesenthal, Fransızcadan Türkçeye Cep Lûgati (İstanbul: Karabet ve Kasbar Matbaası,
1305/1888).
10
Bkz. Halid Safa, “Hikmet-i Bedâyi Hakkında Birkaç Söz: Hüsn”, Maarif, 24, 7 Haziran
1312 [19 Haziran 1896], s. 373; Rauf Zâtî, “Hikmet-i Bedâyi- Felsefe Katreleri 2, Estetik:
Güzellik ve Menşei”, 19 Kanunevvel 1312 [31 Aralık 1896], Mekteb, c. 5, 66, s. 1034;
Hüseyin Cahid’in Hikmet-i Bedâyi” adlı yazı dizisinin ilki: “Hikmet-i Bedâyie Dair”,
Servet-i Fünûn, sayı: 370, 2 Nisan 1314 [14 Nisan 1898], 87-90. Ş. Sami, Kâmûs-ı
Fransevî’nin üçüncü baskısında (1901/1318), “esthétique” için hikmet-i bedâyi karşılığını
tercih etmiştir. Daha sonraki yıllarda “Hikmet-i Bedâyi” Dârülfünûn’da ders adı olmuştur.
Aynı karşılığı kullanan metinler için bkz. Hamdullah Subhi [Tanrıöver], Hikmet-i Bedâyi,
cüz 1, Hicri 1328, Miladi 1910. “Hüsniyât: Esthétique – İlm-i husn, hikmet-i bedâyî Baha
Tevfik, “Felsefe Kâmûsu”, Felsefe Mecmuası, 1-10, 1329, s. 162-168; Baha Tevfik,
“Felsefe Kâmûsu”, Felsefe Mecmuası Eki: Mekteb Dersleri, 1329, s. 7-8, 19, 24, 32.
hikmet-i bedî’ (1898),11 fenn-i bedâyi (1898),12 kısa bir süre ilm-i mehâsin13 ıstılahları ile
karşılanmıştır. En son olarak da Encümen’in neşrettiği Mecmûa’da (1914), bedîiyât
kelimesinde karar kılınmıştır. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, Mecmûa’da yer alan
ıstılahlar, kısa bir süre içinde kanonik bir hal almış ve bedîiyât kelimesi yaygın bir
kullanıma sahip olmuştur. Bedîiyât’ın, “esthétique” kelimesi yerinde/yerine? kullanıldığı
bazı metinler, tarihsel sıralama içinde şöyledir: 1330, 14 1331,15 1332,16 1333,17 1334,18
1335,19 1336-1338, 1339 [Cumhuriyet],20 1340,21 1341 [Milletlerarası saat ve takvimin
kabulü: 1925],22

11
Bkz. Emrullah Efendi, “Ansiklopedi yahut Muhitu’l-Maarif - Ulûm-ı Felsefiye: Estetik
yahut Hikmet-i Bedî‘“, İkdam, sayı: 1355, 10 Nisan 1314/22 Nisan 1898, s. 1.
12
Ş. Sami, Kâmûs-ı Fransevî/Fransızcadan Türkçeye Lûgat Kitabı = Dictionnaire Français-
Turc, 2. tab’ı -yeniden tahrîr derecesinde tashih ve ilaveler ile ikmâl olunmuştur (İstanbul:
Mihran, 1898/1315). Eserin ilk baskısında (1882/1299) esthétique” kelimesi olmakla
birlikte, Türkçe karşılık yoktur. Üçüncü baskısında (1901/1318) ise Türkçe karşılık
“hikmet-i bedâyi” şeklini almıştır.
13
“Esthétique kelimesi lisanımıza en evvel hikmet-i bedâyi terkibi ile tercüme edildiyse de
kelimenin gerek medlûl-i lafzîsi ve gerek iştikâkı terkine bâis olmuştur. (…) birkaç sene
evvel [1913] buna mukabil ilm-i mehâsin tabirini vaz’ etmiştim. Bu tabir Dârülfünûn
heyet-i muhteremesince mazhar-ı kabul oldu idi. Ve bu ders, bu nam ile tedrîs edildi.”,
Babanzâde Ahmed Naîm, “Hâşiye”, Georges L. Fonsegrive, “Mebâdî-i Felsefe”den
Birinci Kitap: İlmü’n-Nefs, çev. Ahmed Naîm (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1332 [iç kapakta:
1331]), s. 377.
14
Rıza Tevfik, Mufassal Kâmûs-ı Felsefe (İstanbul: Matbaa-i Amire, 1330).
15
Istılahât-ı İlmiye Encümeni Tarafından Sanâyi-i Nefîsede Mevcud Kelimât ve Tabirât İçin
Vaz’ ve Tedvîni Tensîb Olunan Istılâhât Mecmûasıdır (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1331/ [iç
kapakta 1330]).
16
Celal Nuri, Türkçemiz: Mesâil-i Hâzıra Hakkında Musahabât (İstanbul: Matbaa-i
Orhaniye, 1917 [1332]); Ali Canib, “Bedîiyât Bahisleri: Bedîî Haz”, 08 Teşrinisani 1917,
Yeni Mecmua, c. I, 18, s. 353-354.
17
Alexis Bertrand, Mebâdî-i Felsefe-i İlmiye ve Felsefe-i Ahlakiye: Kitab-ı Evvel: Felsefe-i
İlmiye, çev. Salih Zeki (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333), s. 81.
18
Rıza Tevfik, Abdülhak Hâmid ve Mülahazât-ı Felsefiyesi (İstanbul: Kanaat Matbaası,
1334); Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak (İstanbul: Yeni Mecmua,
1918 [1334]) [Ziya Gökalp, “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak 2: Lisân”, Türk
Yurdu, İstanbul: Türk Yurdu Cemiyeti, 21 Mart 1329, III, sayı: 12, s. 368]; Cezmi Ertuğrul,
Lisan ve Edebiyatımız Hakkında Tahlil-Tenkid-Mukayese (İstanbul: Matbaa-i Hukukiyye,
1918 [1334]).
19
Cenab Şahabeddin, Avrupa Mektupları (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1335).
20
Ferid [Kam], Mebâdî-i Felsefeden İlm-i Ahlâk (Ankara: Şer’iye Vekaleti Tedkikat ve
Telifat-ı İslamiye Heyeti, 1339-1341), s. 81; Hasan Ali, “Bedîiyât Musâhabeleri I”, 1
Teşrinisani 1339, Milli Mecmua, cilt: I, sayı: 1, s. 7-9.
21
Celal Esad [Arseven], Fransızcadan Türkçeye ve Türkçeden Fransızcaya San’at Kâmûsu
(İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1340).
22
İbrahim Alaeddin [Gövsa], Bedîî Terbiye (İstanbul: Tanin Matbaası, 1341).
1926,23 1927,24 1928,25 1929 [boş yıl], 1930, 1931.26
Esasında bedîiyât kelimesi, 1960 sonrasına kadar bazen tek başına bazen de estetik
kelimesi ile beraber olmak üzere kullanılmaya devam etmiştir. Bu süreçteki en önemli
kırılma 1932 ve 1942 yıllarında olmuştur. Bunların ayrıntısına geçmeden, Türkçede
Bedîiyât adı ile yazılan ilk kitaba değinmek istiyoruz:

2. Türkçede Bedîiyât adı ile yazılan ilk kitap: “Bedîiyât Hülâsaları


Yakın dönem tarihimizde çok radikal dönüm noktaları olduğu için, bu noktalar esas
alınmak suretiyle Türkçedeki ilk çalışmaların tespiti yönünde yoğun bir akademik ilgi söz
konusu. Bu anlamda Türkçedeki estetik çalışmaları üzerine ikinci bibliyografik metnin
yazarı, Arslan Kaynardağ (1923-2008), şu saptamayı yapıyor:

Cumhuriyet dönemine gelince, bu dönemin ilk estetik kitabını bir felsefe öğretmeni
olan Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu yazmıştır. Yazı devriminden az önce yayımladığı
bu kitaba yazar, Bediiyat adını vermişti. Fransızca kaynaklardan yararlanılarak
yazıldığı anlaşılan bu kitap 1927 yılında Milli Eğitim Bakanlığı yayınları arasında
çıkmıştır.27
Yeterli ön çalışma yapılmadan yapılan bu saptamalar çoğu zaman tashihe muhtaç oluyor.
Birazdan inceleyeceğimiz metinden de anlaşılacağı üzere, “Cumhuriyet döneminin ilk
estetik kitabı, Z. F. Fındıkoğlu’nun” değil. Buna benzer bir saptama da serbest vezin
yazılmış bir başka metinde mevcut:

bizde Bediiyyât adıyla çıkmış ilk kitabın Ziyaeddin Fahri’nin imzasını taşıdığını
söyleyelim. Liselere ders kitabı olarak hazırlanan bu küçük kitap 1927’de
yayınlanmıştır.28
Yine birazdan inceleyeceğimiz metinden de anlaşılacağı üzere, “bizde Bediiyyât adıyla
çıkmış ilk kitap Z. F. Fındıkoğlu’nun” değil. Burada akademik anlamda sorunlu olan
husus, bu içeriğin olduğu gibi bir ansiklopedi maddesine dönüşmesi:

23
İsmail Hakkı Bey, Bedîiyât Hülâsaları - Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Darülfünûnu
İlahiyat Fakültesi talebe cemiyeti neşriyatından ([İstanbul]: Darülfünun Matbaası, 1926).
24
Ziyaeddin Fahri, Bediiyat (Ankara: Maarif Vekaleti, 1927).
25
Hippolyte Taine, San’at Felsefesi, çev. Dârülfünûn müderrislerinden Ali Ekrem [Bolayır]
(İstanbul: Maarif Vekaleti, Devlet Matbaası, 1928). Maarif Vekâleti Millî Talîm ve Terbiye
dairesinin 9 Haziran 1927 tarihli ve 896/35 numaralı emir-nâmesiyle birinci defa olarak
2000 nüsha basılmıştır.
26
Mustafa Namık, Bediiyat (İstanbul: Sühulet ve Cihan Kütüphaneleri, 1931).
27
Arslan Kaynardağ, “Türkiye’de Sanat Felsefesinin Gelişmesi ve Bu Gelişme İçinde Sanat
Ontolojisinin Yeri”, M. Ş. İpşiroğlu’ya Saygı (İstanbul: Ada Yayınları, 1987), s. 124.
28
Beşir Ayvazoğlu, “Türkiye’de Sanat Tarihi ve Estetikle İlgili İlk Çalışmalar”, Erdem, 15,
1989, s. 992; aynı bilgiler şurada da tekrar edilmiş: Beşir Ayvazoğlu, Geleneğin Direnişi
(İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1996), s. 125.
Türkçe’de Bedîiyyât (1928) adıyla çıkan ilk kitap ise Ziyaeddin Fahri (Fındıkoğlu)
imzasını taşımaktadır.29
Tabii bu defa da her nasılsa tarihte/tarih de yanlış çıkmış. Bu saptamaları harmanlayan bir
başka saptama da şöyle:

Türkiye’de, “bediîyat” adıyla yayımlanan ilk kitap Ziyâeddin Fahri’den gelir.30 Bu


eser, liseler için hazırlanmıştır. (…) Estetiğe dair eski harfli son müstakil eser
olarak kabul edebileceğimiz Bediîyat’ta Ziyâeddin Fahri …31
Türkiye’de, “bediîyat” adıyla yayımlanan ilk kitap Ziyâeddin Fahri’nin” olmadığı gibi,
onun Bediîyat’ı, “estetiğe dair eski harfli son müstakil eser” de değildir.
Türkçede Bedîiyât adı ile yazılan ilk kitap, Bedîiyât Hülâsaları’dır ve “estetiğe dair
eski harfli son müstakil eser” 1928 yılında neşredilen San’at Felsefesi’dir.32
Bedîiyât Hülâsaları’nı bulmam İlahî bir el yardımıyla oldu. Neredeyse haftada bir
gün yeni bir şeyler bulurum umuduyla gittiğim Turkuaz sahaftan bu defa da elim boş
dönmedim. Bu mutat ziyaretlerin/min bir sebebi, adı gibi nevâdir kitapları meraklıları için
bulan Nedret Bey. Tecrübe ve hatıralarla dolu hoş sohbet, güzel insan Nedret Bey’de her
zaman çok nadir metinler bulabilirsiniz. İşte böyle bir ziyaretim esnasında Bedîiyât
Hülâsaları’nı aldım. Heyecanlanmamak mümkün değildi. Bundan sonra yaptığım ilk iş, bu
metnin bir ikincisini veya devamını görürüm umuduyla arşiv kütüphanelerine müracaat
etmek oldu. Ne yazık ki şu ana kadar bu umudum gerçekleşmedi. Haliyle eldeki metnin
akademik kıymeti daha da artmış durumdaydı. Matbu ama adeta bir yazma gibi tek nüsha.
Eser, “İstanbul Darülfünûnu İlahiyat Fakültesi talebe cemiyeti neşriyatı”ndan
çıkmıştır. Ders notlarının yazılmış halidir. Metnin en önemli kusuru, tam ortadan ikiye
katlandığı için ortada yer alan yazar satırının okunamayacak halde olmasıdır. Ancak buna
rağmen, eser sahibini çıkarmaya izin verir ek bilgilerimiz var. Bunlara göre metin İsmail
Hakkı [Baltacıoğlu]’na ait. Şöyle ki eser 1926 yılında “İstanbul Darülfünûnu İlahiyat
Fakültesi talebe cemiyeti neşriyatı”ndan çıkan ders notları. 1926 yılı Talebe Rehberi’ne
göre “İslam Bediiyâtı” adlı dersin müderrisi İsmail Hakkı [Baltacıoğlu] Bey. 33 İsmail

29
Beşir Ayvazoğlu, “İlmü’l-Cemâl”, DİA (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), c. XXIII,
2000, s. 148.
30
Ziyâeddin Fahri, Bediîyat, Devlet Matbaası, İstanbul 1927,3+64+8s.
31
Kahraman Bostancı, “Bir Estetik Kitabının Serüveni”, Türk Dili, 585, 2000, s. 268.
32
Hippolyte Taine, San’at Felsefesi, çev. Dârülfünûn müderrislerinden Ali Ekrem [Bolayır]
(İstanbul: Maarif Vekaleti, Devlet Matbaası, 1928). Maarif Vekâleti Millî Talîm ve Terbiye
dairesinin 9 Haziran 1927 tarihli ve 896/35 numaralı emir-nâmesiyle birinci defa olarak
2000 nüsha basılmıştır.
33
Talebe Rehberi: 1341-1342 Sene-i Dersiyesi, Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Darülfünunu
(İstanbul: Yeni Matbaa, 1341), s. 124.
Hakkı aynı yıl (1926) Dârülfünûn İlâhiyat Fakültesi Mecmûası’nda yazdığı bir makalede
şunları dile getiriyor:

İlâhiyat fakültesi programlarında 341 senesinde yapılan tadilat esnasında “İslam


bediiyatı” namile bir ders tesis edildi. … Benim kanaatimce ilahiyat fakülteleri dinî
harsin ve dini hayatın metafizikile uğraşan bir nevi felsefe fakülteleridir. İlahiyat
fakültelerinde mevcut olan bütün kürsüler ilimden hareket etmek ve ilmin en
müsbet mutalarına müracaat etmek üzere içtimai, hususile dinî hayatın metafizikine
teveccüh eden faaliyetlerdir. Bu itibar iledir ki ilahiyat fakültesindeki islam
bediiyatı kürsüsünün gayesi terihî tetkiklerin kendisinden ibaret değil, bu tetkikler
vasıtasile İslamdaki bediî harsin gayeleri, mutlak hedefleridir.34
İlâhiyat Fakültesi ve metafizik arasındaki bağa ve İlâhiyattan beklenenlere bu kadar açık
seçik değindiği için metni ayrıntısıyla iktibas ettik. İsmail Hakkı’nın bu istikamette daha
büyük hedefleri olduğunu görüyoruz: Bir “İslam bediiyatı enstitüsü (darülmesai)” kurmak.

İlahiyat Fakültesi dahilinde bir İslam bediiyatı darülmesaisi tesisine ve bu


müessesenin faaliyetine dair bir talimatname layihası geçende tarafımdan İlahiyat
fakültesi riyasetine takdim edilmiştir.35
Bir sonraki yıl yazdığı bir yazıda (1927), bunun gerçekleştiğini haber veriyor.

Nihayet bu imkanın başlangıcını yakalayabildim: İlahiyat Fakültesi içinde “İslam


bediiyatı” ismile bir kürsünün tesisi ve bu vazifenin bana verilmesi beni yirmi
senelik emelimle karşılaştırıyordu. Bidayette bu kürsüyü tesis edenler belki
teşebbüslerinin azametini ve zaman ile alacağı tekâmül şeklini birden tahmin
edemiyorlardı. Fakat ben işin ehemmiyetini biliyordum. Gene bidayette İlâhiyat
Fakültesi talebesine İslâm sanatlerinin güzelliklerini göstermekten, tasvir ve
telkinden ibaret zannedilen bu teşebbüsün bir İslâm sanatleri darülmesaisine doğru
istihale edebileceğini anlıyordum. Durmıyarak çalıştık. Fakülte idaresinin hüsnü
niyeti bizim devamlı çalışmamızı daha müsmir kıldı. İki seneden beri hep kitabe,
yazı, mürakka, lavha, çini, tezyinat, taş parçalan, kopyeler ve aslî eserler
topluyoruz. Ne bulursak almak istiyoruz, kudretimiz yetmeyince, hiç olmazsa bu
vesikaların birer kopyesini elde ediyoruz. Böylece pek çok da masraf etmeksizin bu
günkü darülmesainin binlere baliğ olan yazı, kolleksiyonları vücude geldi. Bu
mütevazı hakikat binasının temeline bir ufak taş koymak, ilmin hakikatlerini,
güzelliklerini seven her Türkün elindedir. [1] İstanbul Darülfünunu İlâhiyat
Fakültesi dahilinde geçen seneden beri teşekkül etmekte olan İslam Bediiyatı
Darülmesaısi’nin «İslam yazıları müzesi» ile «İslâm tezyinatı müzesi» tarih için
kıymeti olan her nevi vesika yahut kopyeleri kabul etmektedir: Güzel yazılar, taşlar,
çiniler, kumaşlar, maden işleri, abide releveleri, İslâm sanatlerine ait her türlü
kopyeler, fotografyalar... Hibede bulunan zatlere resmi bir makbuz verilmek ve eser
mutlaka hibe eden zatın ismi ve hüviyetile birlikte teşhir edilmektedir. Şimdiye
kadar bu maksatla darülmesai koleksiyonlarının teşekkülüne en çok yardım eden
34
İsmail Hakkı [Baltacıoğlu], “Türk Sanatlarının Tedkikine Medhal”, Dârülfünun İlâhiyat
Fakültesi Mecmuası, Mart 1926, cilt: I, sayı: 2, 152. [Bu makalenin çeviri yazısı için bkz.
İsmail Hakkı [Baltacıoğlu], Sanat: Estetik, Yaratma, Türk Sanatı, Dil, Edebiyat, Temsil,
Musiki, Resim, Mimarlık, Tezyinî Sanat, Şehircilik Üzerine Görüşmeler (İstanbul: Sühulet
Kütüphanesi, 1934), s. 80.]
35
İsmail Hakkı, “Türk Sanatlarının Tedkikine Medhal”, s. 155; [Sanat, s. 83].
daire İstanbul Evkaf Müdüriyeti ile Mebanii Diniye idaresi olmuştur. İstanbul
Evkaf Müdüriyeti zengin bir çini kolleksiyonu ile minare alemleri hediye ettiği gibi,
Heyeti Fenniye kolleksiyonuna ait bina relevelerinin kopyesine de müsaade etmiş,
Mebanii Diniye idaresi de yüzlerce kılişe ihtiva eden asarı atika koleksiyonlarını
istinsah ettirmiştir. Bunun haricinde yazı müzesinin esasını mülga Yıldız
kütüphanesinden Darülfünuna intikal eden yazı lavhaları teşkil etmektedir.36
Burada verilen bilgiler, Türkçedeki bediiyat/ bedîiyât? tarihi açısından oldukça önemli.
Fakat İlahiyat Fakültesinin süreç içinde kapatılması ile beraber bu çabaların ve bu
birikimlerin ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz.
Şimdi, sözünü ettiğimiz bu eserin çeviri-yazısına yer verelim:
“Bedîiyât Hülâsaları”37 İsmail Hakkı [Baltacıoğlu] Bey

[Kapak]

Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Darülfünûnu


İlahiyat Fakültesi talebe cemiyeti neşriyatından

Bedîiyât Hülâsaları

Darülfünûn Terbiye ve Bedîiyât Muallimi İsmail Hakkı Bey’in takrirleridir

Darülfünun Matbaası
1926

Yazan
İlahiyat talebesinden Mehmed Râşid

Bedîiyâtın mevzuu, faydası


36
İsmail Hakkı [Baltacıoğlu], “Türk Yazılarının Tetkikine Medhal”, Dârülfünun İlâhiyat
Fakültesi, Haziran 1927, cilt: II, sayı: 5-6, sayfa: 113. [Bu makalenin çeviri yazısı için bkz.
İsmail Hakkı [Baltacıoğlu], Sanat: Estetik, Yaratma, Türk Sanatı, Dil, Edebiyat, Temsil,
Musiki, Resim, Mimarlık, Tezyinî Sanat, Şehircilik Üzerine Görüşmeler (İstanbul: Sühulet
Kütüphanesi, 1934), s. 86.]
37
İsmail Hakkı Bey, Bedîiyât Hülâsaları - Türkiye Cumhuriyeti İstanbul Darülfünûnu
İlahiyat Fakültesi talebe cemiyeti neşriyatından ([İstanbul]: Darülfünun Matbaası, 1926).
“Bedîiyât”, bedîî hadiselerin ilmi demektir. Bedîiyât, esthétique kelimesinin
Türkçede mukabilidir. Estetik kelimesini “bedâyi” diye tercüme etmek muvafık değildir.
Çünkü bedâyi, ‘bedîalar’ demektir. Bu tabir sadece bedîî eserleri ifade eder, fakat ilim,
tetkik ifade etmez. Bu mana iledir ki “İstanbul’un bedâyii” diyebiliriz, “İstanbul’da mevcut
bedîalar’” demektir. Estetik kelimesini “mehâsin” veya “ilm-i mehâsin” diye tercüme
etmek de muvafık değildir.[38] Çünkü estetiğin tetkik eylediği mevzu yalnız “güzel”
değildir, “çirkin” de estetiğin mevzuuna girer. Çünkü sanat eserlerinden bir kısmı çirkini
mevzu edinmiştir. Mevzuu çirkin olan sanat eserlerini de tetkik etmek estetiğin hakkıdır.
[39] Onun için lisânımızda mevcut olan içtimaiyât (sociology), ruhiyât (pschology)
tabirlerine kıyasen bedîiyât tabirini kullanmak herhalde muvafıktır.
Estetik kelimesinin manasını bu suretle tespit ettikten sonra, bu ilmin mevzuunu
tayin etmek ve aynı mevzuu kendisine benzeyen diğer nev’ tetkiklerden ayırmak lazım
gelir. [4] Estetiğin mevzuunun ne olduğunu anlamak için evvela bu mevzuun ne
olmadığını araştıralım: Evvela, estetik ‘sanat tenkidi (critique de l’art)’ değildir. Çünkü
sanat tenkidinin mevzuu bütün sanat eserleri değil, yalnız bir sanat eseri, muayyen
cemiyette, muayyen devirde, muayyen bir sanatkarın vücuda getirdiği bir eserdir. Tenkitçi
bu eser karşısında fikrini, kanaatini söyler, hükmünü verir. Bu hükmü verirken müracaat
ettiği düsturlar, kaideler kendi zamanına ait olanlardır. Tenkit bir zaman ve mekanla
mukayyettir. Tenkit bir şahsın, bir mektebin veya bir devrin kaidelerini, düsturlarını tatbik
etmek itibariyle gayr-ı şahsi, afaki değil, belki şahsi ve enfüsidir. Halbuki bir ilim olan
estetik, sanat eserlerini tenkit etmez, belki tetkik ve tefekkür eder. Estetik, bir eseri tenkitte
olduğu gibi, mükemmel veya nakıs olduğuna göre değil, sebeb-i zuhûruna, sanatkarla ve
sanatkarın mensup olduğu cemiyetle münasebetine, sanatın ferdî ve ictimaî üf’ûlesine göre
tedkik eder. Nasıl ki nebatâtçının vazifesi “nebatları yenir-yenmez, pahalı-ucuz, güzel-
çirkin” olduklarına göre tetkik etmek değil, sadece nebatât olarak, yani teneffüs, teğaddî,
temessül, ve tenemmî eden canlı bir mahluk olduğuna göre tetkik etmektir. Hulasa tenkit,
sanat eserleri karşısında kıymet hükümleri verir, bir ilim [5] olması lazım gelen estetik ise
38
İsmail Hakkı [Baltacıoğlu]’nun bu cümlesi, Babanzâde Ahmed Naîm şu notuyla birlikte
okunabilir: “Esthétique kelimesi lisanımıza en evvel hikmet-i bedâyi terkibi ile tercüme
edildiyse de kelimenin gerek medlûl-i lafzîsi ve gerek iştikâkı terkine bâis olmuştur. (…)
birkaç sene evvel [1913] buna mukabil ilm-i mehâsin tabirini vazʻ etmiştim. Bu tabir
Dârülfünûn heyet-i muhteremesince mazhar-ı kabul oldu idi. Ve bu ders, bu nam ile tedrîs
edildi.”, Babanzâde Ahmed Naîm, “Hâşiye”, İlmü’n-Nefs, s. 377.
39
İsmail Hakkı [Baltacıoğlu]’nun bu cümlesi, Babanzâde Ahmed Naîm şu notuyla birlikte
okunabilir: “Bazı zevâtın itiraz ettiği üzere, bu ilimde [estetik] kubhtan yani çirkinlikten de
bahsedilmesi bu tesmiyeye mani değildir. Bu itiraz mesmû olsa bilfarz sarf ile nahvi, lisan
hatalarını; ilm-i meânîyi muhill-i fesâhat ve belagat olan şeyleri bildirmekten hacretmek
lazım gelecektir.”, Babanzâde Ahmed Naîm, “Hâşiye”, İlmü’n-Nefs, s. 378.
bu eserleri izaha çalışır, afaki hükümler verir.
Sâniyen estetik, sanat tarihi [histoire de l’art] değildir. Gerçi sanat tarihi ve estetik
aynı şeyi, aynı mevzuu yani sanat eserlerini tetkik eder; fakat tarihin vazifesiyle bedîiyâtın
vazifesi bir değildir. Şöyle ki: Sanat tarihi bir sanatın, bir devrin sanatını tetkik eder bu
sanatta veya devrede mevcut olan ana eserleri bize tanıtır. Vazifesi maziyi sadece tanımak,
şeklini biçimini, bütün maddi ve manevi olan sanatlarını sadece öğrenmektir. Onun içindir
ki sanat tarihi zaman silsilelerini takip eder. Zamanda mütalaa ettiği bu numuneleri tiplere,
ünmûzeclere ayırmak sanat tarihinin yapabileceği en mühim iştir. Halbuki estetiğin asıl
vazifesi bu tanıtma değildir. Estetiğin vazifesi eserleri anlamak, izah etmektir. Estetik,
tarihin keşfettiği, hazırladığı malumat üzerinde düşünür, ve daima tarihe muhtaçtır. Fakat
maksadı bu malumatın menşei olan mevzuların sebeplerini ve neticelerini araştırmak,
sanatın, sanatkarların, sanat devirlerinin, sanat mefkurelerinin zuhurunu izah etmek, hulasa
sanatın tekamülünü keşfetmektir. Bunun için estetik, sanat tarihi gibi, sanat eserlerini
yalnız silsile itibariyle takip, müşahede, tespit ve tavsifle iktifa etmez; daha [6] doğrusu
vazifesi bu olmayıp tarihi malumatı birbiriyle mukayese ve muhakeme etmek, eserleri
idare eden tekâmül kanunlarını keşfetmektir. Bize sanatın din, ahlak, ilim gibi ictimaî
müesseseler arasındaki mevkiini; vazifesini ve zaruretini öğretecek, sanatın klasik,
romantik, dekadan gibi muhtelif devirlerindeki sebepleri anlatacak, sanat dâhilerinin
zuhûrunu ve ilhamlarının menşeini, ve sanatta ibdâın, mefkurenin mekanizmasını
keşfettirecek olan bu estetiktir. Sanat tarihini seven bir adama “sanatın alimi” dersek,
estetik için “anlayan bir adam” demek lazım gelir.
Kaç türlü estetik vardır?
“Estetik” kelimesi, “pedagoji” kelimesi gibi, muhtelif manalara gelir. Üç nevi
estetik telakkisi vardır: Metafizikî estetik yahut bedîî felsefe, piskolociyaî estetik yahut
bedîî ruhiyat, sosyolocyaî estetik yahut bedîî içtimaiyat. Metafizikî estetiğin mevzuu son
iki nev’ estetikte olduğu gibi malum, meşhûd müsbet hadiseler değildir, bir fikir bir
idealdir. Yani güzellik fikridir. Bu nevi estetik mesela bir feylesofun, Eflatun gibi büyük
bir feylesofun sistemine merbut olarak vücut bulmuştur. Metafizikte aranan şey [7] “Ruh
nedir? Hayat nedir? Allah nedir? Varlık nedir?....” gibi mutlak [absolu] suallerin
cevaplarıdır. Sanatın metafiziğinde de aranan şey “Güzellik nedir?” sualinin cevabıdır.
Fakat bu araştırmak? eserler üzerine ve tarih yardımıyla olmayıp zihinle ve akl-ı
mücerredle olur. İşte Eflatun’un nazarında hüsn, afakî veya enfüsî bir mevcut olmayıp
hayattan, tarihten evvel bidâyeten mevcut olan bir mevcuttur. Bir “mevcud-ı a’lâdır”. Sanat
ise onun aciz bir gölgesidir… Bu nevi estetiğin faidesi feylesoflar içindir. Bunun
sanatkarla sanayi-i nefise tedrisatıyla bir münasebeti yoktur.
Psikolocyâî estetiğin mevzuu sanatkarın eserini temaşa eden temaşagerin sanat
eseriyle münasebeti olan ahval-i ruhiyesidir. Sanatkara sanatı ilham eden menba her ne
olursa olsun, bu ilhamın sanatkarın ruhunda geçirdiği bir tekamül hayatı vardır. İlham
icada varıncaya kadar sanatkarın fikirleri, hisleri, iradesiyle yani ruhi varlığının bütün
sermayesiyle münasebette bulunur. Binaenaleyh “sanatkar nasıl ilham alıyor, bu ilham
tesiriyle fikirleri, hisleri nasıl harekete geliyor, sanat eserinin ilk taslağı nasıl vücuda
geliyor, nihayet bu taslak vazıh ve kati bir hayale nasıl inkılâb ediyor, sanatkar eserini icad
ederken, ne gibi ruh safhalarından geçiyor?” Diğer cihetten “bir temaşager [8] sanat eseri
karşısında nasıl müteessir oluyor?” Bütün bunların tetkiki sanatın psikolocyasına aittir. Şu
halde estetiğin bu kısmı sanat zekasının, sanat hassasiyetinin ve sanat iradesinin
tetkikinden ibarettir. Sosyolocyaî estetikten maksat ise, sanatın cemiyetle olan münasebet
ve tesanüdlerinin izahıdır. Bütün sanat eserleri beşerî mahsullerdir, yani ferdlerin eseri. Bu
fertler de bir ailenin, bir mesleğin, bir milletin, bir insaniyetin adamlarıdır. Sanatkar ve
eseriyle bu cemiyet, bu hars ve medeniyet arasındaki münasebetleri araştırmak, sanat-ı
ictimaiyâtın mevzuunu teşkil eder. Gabriel Tarde gibi teceddüdleri orijinal adamların fıtrî
ruhuyla ve [Hippolyte] Taine gibi sanatı iklim, ırk.. gibi maddi ve uzvi amillerle izah
etmek isteyen mütefekkirlere karşı bedîî içtimaiyat sanatı ve sanatkarı cemiyetle, muayyen
bir cemiyetin bünyesiyle, ictimaî zaruretleriyle izah etmeye çalışmaktadır.
Estetik tedrisâtının faydası nedir?
Estetik görülüyor ki bir ilimdir. Vasıtası tefekkür yani mukayese ve muhakeme
gayesi izahtır. Estetik ressamlık, heykeltıraşlık ve mimarlık gibi bir sanat ve ameliye değil,
belki bir ilim ve hatta tefekkürdür. Binaenaleyh estetik tedrisatının faydası da[40] nokta?

3. Öz-Dilde terim arayışlarında bir dönüm noktası olarak 1932 yılı ve bedîiyât
tabiri yerine bedizel sözünün ihdâsı
Felsefe dili olarak Türkçeyi anlama yönündeki her girişim, 1932 yılı ve sonrasında
yaşanan gelişmeleri özellikle irdelemek zorundadır. Bugünkü Türkçede kullandığımız
modern sözcüklerin neredeyse tamamı, bu tarihsel kesit sonrasında ortaya çıkmıştır. Ve
yine bugün yapmakta olduğumuz tartışmaların önemli bir kısmı, bu dönemde başlayan ama
halledilememiş olarak kalan meselelerin bir tezahürüdür. Kısaca hatırlayacak olursak,
1932’de İlk Türk Dili Kurultayı (26 Eylül - 5 Ekim) yapılmıştır. Kurultayın yedinci günü
40
Metin burada bitiyor. R.A. [Çeviri-yazı sürecindeki katkısı için Asım Kaya’ya teşekkür
ederim.]
ıstılahlar konusunda çeşitli müzakereler olmuştur. Bu anlamda Kurultayda kabul edilen 7
maddelik “Çalışma Programı”nda ıstılahların öz-Türkçeleşmesi öngörülmüştür.”41 Burada
detayına giremeyeceğimiz kadar uzun ve karmaşık bir tarihi olan bu meselenin en nazik
ciheti öz-türkçeleşmenin nasıl yapılacağı idi. Daha Kurultayın ilk gününde ortaya çıkan
tartışma “Dilde inkılap olur mu?” idi.

1932’de yılında, estetik sahasında dilde özleşme yanlısı olan ilk kitap neşredildi:
Estetik-Güzellik Bilgisi. Yazar Muallim Necmi, hemen girişte şu değerlendirmeyi yapıyor:

Bugüne kadar, büyük Türk milletinin binlerce senelik azametli tarih ve


medeniyetinden habersiz olarak yaşıyorduk. Ruhlarımızda millî heyecanı azametile
yaşatan büyük Türk tarihini meydana getirenlere ne kadar medyun kalsak azdır.
Bugüne kadar, gûya lisanımızda ilim ve san’atı ifade edecek kelime yokmuş gibi
Arap, Yunan ve Lâtin lisanına müracaat olunup duruyordu; dolayisıle işlemiyen
lisanımız geri kalıyordu. Hiçşüphesiz, ilim ve san’at itibarile cihan medeniyetinin
anası olan Türklerin ifade ettikleri medeniyete muvazi bulanacak bir de lisanları ve
ifade tarzları vardır. Henüz bu kelimelere lâyıkile vukufum olmaması dolayisile
eserimi çok noksan addediyorum. Fakat diğer cihetten Türkün mazisi ve içtimaî
hayatını tetkik eylemek suretile 8-9 bin sene evveline inerek Türkün heybetli mazisi
bütün vuzuhile ortaya nasıl çıkarıldı ise aynı şekilde lisanımızı genişleterek, yakın
zamanda mezkûr noksanları telâfi eyleyeceğimize iman eylemekle de teselli
buluyorum.
Bu vaziyet karşısında yapacak olduğum şey mümkünmertebe, Acem, Arap ve Lâtin
kültürü tesirlerinden uzak kalmaktı. Bununla beraber mutlak surette Türkçe kelime
kullanacağım diye orijinalite göstermeği de hiçbir veçhile hatırımdan geçirmedim.
Mümkürrmertebe ilim muhitinde umumiyetle yaşıyan kelimeleri seçtim. Kelime
yaratmıya kalkışmadım. Çünkü lisan yaratılmaz, çünkü onun Allahı cemiyettir.42
1932 yılı ve sonrasında yaşananlar, “lisan yaratılmaz, çünkü onun Allahı cemiyettir”
fikrinin tam aksi bir istikametedir: Ferdin, cemiyetin kullanacağı yeni bir dil yaratmaya
kalkıştığı dönem. [Bunun detaylarına girmek bu makalenin amacı dışındadır; ama nasıl
olduğunu görmek için basitçe 1933-34-35-36 yıllarındaki gazetelerin sadece ilk sayfalarına
bakmak kafidir.] Bu istikamet doğrultusunda, Kurultaydan sonra, Türk Dili Tetkik
Cemiyeti Umumî Merkez Heyetince ilk önce bir dil anketi açtı. Bu ankette “1382 Arapça
ve Farsça söz, liste liste gazeteler ve radyolarla her yana bildirildi. Herkesten bunlara öz
Türkçe karşılık bulmaları istenildi.”43
İşte bediz sözünü ilk defa bu bağlamda görüyoruz “nakış” kelimesinin karşılığı
41
“İkinci Türk Dil Kurultayı’na Sunulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti Merkez Heyetinin İki
Senelik Mesaisi Hakkındaki Rapor”, Türk Dili: Türk Dili Tetkik Cemiyeti Bülteni, Haziran
1935, n: 12, s. 26.
42
Muallim Necmi, Estetik-Güzellik Bilgisi (Trabzon: Yeni Yol Matbaası, 1932), s. 5-6.
43
“İkinci Türk Dil Kurultayı’na Sunulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti Merkez Heyetinin İki
Senelik Mesaisi Hakkındaki Rapor”, Türk Dili: Türk Dili Tetkik Cemiyeti Bülteni, Haziran
1935, n: 12, s. 26.
olarak (1933).44
Aynı süreç 1934 yılında, daha sistematik bir halde devam etti. Bunun neticesi
olarak Tarama Dergisi: Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları yayımlandı.45 Bediz
sözünü, bu defa “bedia” kelimesinin karşılığı olarak görüyoruz (1934):

Bedia. 1. Bediz [Yk: Bez* ek] (Rad. IV. «Or.»); 2. Benzersiz (Der: İstanbul); 3.
Dürüme [Ortada yokken vücut bulan nesne. Yk: Türü, türemek] (Bab); 4. Eşsiz
(Der: İstanbul); 5. Görülmedik, Görülmemiş (K.T); 6. Pediz [Ziynet, nakış,
sanatkârane eser man.] (Rad. IV. «Uyg.»); 7. Tansuğ [Hayret verici hadise ve eser
man.] (P.d.C.; Ç.L.); 8. Yeni (K.T).
Tarama Dergisi’nin en önemli özelliği, resmi bir yayın olarak kabul edilmesi ve
yazışmalarda artık bu Dergi’nin esas alınması idi. Bu süreç, lisanda kaotik bir ortam
oluşturdu. Çünkü bir Osmanlıca kelimenin karşısında, 7-8 karşılık vardı ve yazıcılar bu
karşılıkları kendi beğenisine göre kullanıyorlardı. Bunun bir iletişim krizini beraberinde
getirmesi? kaçınılmazdı. Buna bediz sözü üzerinden bir örnek verelim. Çanakkale saylavı
A. Cevad Emre, “Dilden Dile Çevirim Denemeleri” (1934) adlı yazısında özetle aşağıdaki
denemeyi yapıyor:

“Verter”imi [Goethe] gelişi güzel açıyor, bir bitiğin ilk topsözünü [cümle karşılığı
R.A.] alıyorum: “Ce que je te disais dernièrement de la peinture peut certainement
aussi s’appliquer â la poésie.”
Bu topsözü önce Osmanlıcaya çevirelim:
“Sana ahiren resim hakkında söylediğim (ya söylediklerim) muhakkak şiir
hakkında dahi tatbik olunabilir.”46
Devamında A. Cevad birer birer işaretli Osmanlıca kelimelere Dergi’den bir karşılık
buluyor. Resim için verilen açıklama şöyle:

resim: Osmanlıca bir türlü “dessin” ile “peinture”ü ayırdedecek terimler


bulamamıştı. Biz şimdi dilimizin bu eksikliğini kaldırmağa çalışmalıyız; bu da güc
görünmiyor: eskidenberi az çok kullandığımız çizgi (çizmek)e eş olarak [Tarama]
Dergisi sizik (sizmek) deyimlerini veriyor; çizgi “ligne” karşılığı tutulursa sizik
“dessin”i pek güzel karşılayabilir. “Peinture” için ise ötedenberi türk bitiklerinde
kullanılmış olan bediz güzel bir karşılık olur.
Sonuç olarak, ilk cümlenin [topsözün] yeni öz-türkçe halini veriyor:

“Sana sonlayın bediz üzerinde söylediklerim ök (ya bayık ki) duyuk (ya aydık)
üzerinde de deneştirilebilir”nokta
Bu metnin örneklerini, dönemin gazetelerinde her gün bulmak mümkün. Herkesin kendi
44
Örnek için bkz. Hakimiyeti milliye, 10 Mayıs 1933, s. 3.
45
Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi I, T.D.T.C. [Türk Dili Tetkik
Cemiyeti] (İstanbul: Devlet Matbaası, 1934).
46
A. Cevad Emre Çanakkale saylavı, “Dilden Dile Çevirim Denemeleri”, Ulus, 10 İlk Kanun
1934, s. 1.
zevkine göre yaptığı bu denemelerin dilde koas yaratması kaçınılmaz. Bediz sözü
(kelimesi) ile devam edersek, bu sözü aynı günlerde bir başka metinde, bir başka
Osmanlıca kelimenin karşılığı olarak görmek olası. Fransızca kelimelerin parantez içinde
verilmediği durumda ise neyin, neyin yerine kullanıldığını anlamak da imkansız hale
geliyor.
1935 yılının ilk yarısında, bu krizin aşılması için, bir Osmanlıca kelimeye sadece
bir karşılık verilen bir kılavuz neşredildi: Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu.47 1935’in
ikinci yarısında ise bunun Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu48 versiyonu yayımlandı.
Kılavuz hazırlanırken, Osmanlıca sözcüklere Türkçe karşılık bulma işinde Ulus gazetesi ve
Ülkü dergisi önemli bir rol oynamışlardır: Kılavuz’daki listeler gazetelerde yayımlanmış,
bu yolda “ders”ler verilmiştir. Ulus gazetesinde, Falih Rıfkı’nın “Kılavuz Dersleri”,
1935’te Son Düzeltmelere Göre Kılavuzdaki Yeni Kelimeleri Nasıl Kullanmalıyız?.. adıyla
ayrıca yayımlanmıştır.49
Bediz sözü ile örnek verirsek, Ulus gazetesinde ilk sayfadan şunu okuyoruz:

Bedia = Bediz = (Fr.) Merveille


Örnek: 1 — Buz deryaları üzerinde tabiatin birçok bedialarına tesadüf olunur = Buz
denizleri üzerinde türemin birçok bedizlerine rasgelinir.
2 — Bu çalınan parça, bir bediadır = Bu çalınan parça bir bedizdir.50

Öyle anlaşılıyor ki dil işinde baş gösteren krizi aşmaya bir Cep Kılavuzu neşretmiş olmak
yetmemişti. Zira hayatın her safhasında kullanılan kelimeleri sadece Arapça veya Farsça
kökenli oldukları için tasfiye etmeye çalışmak ve onların yerlerine sırf öz Türkçe oldukları
için yeni kelimelerin kullanılmasını beklemek, bugünkü hiçbir dil felsefesi kuramı
açısından savunulabilir görünmemektedir. Konuyla ilgili olarak, Cep Kılavuzu hazırlık
heyetinde yer alan Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı eserinde oldukça meşhur olan ve sık
sık alıntılanan bir pasaj vardır. Atay şunları yazıyor:

“Kılavuz çıktı ama, kimseyi tatmin etmiyordu. Atatürk bugün:


47
Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu, Türk Dili Araştırma Kurumu (İstanbul: Devlet
Basımevi, 1935).
48
Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu, Türk Dili Kurumu (İstanbul: Devlet Basımevi,
1935).
49
Son Düzeltmelere Göre Kılavuzdaki Yeni Kelimeleri Nasıl Kullanmalıyız?.. (Ankara: Ulus
Basımevi, 1935). Ulus gazetesinde çıkan Kılavuz Dersleri bu kitapta toplanmış ve sonuna
en son Türkçe yazılardan örnekler konmuştur. Bunlar son Kılavuz düzeltmelerine göre
gözden geçirilmiştir. Ülkü dergisi de 27. sayısında, 171 sayfa tutan Osmanlıcadan
Türkçeye Karşılıklar Kılavuzu başlıklı bir eke yer vermiştir.
50
“Osmanlıcadan Türkçeye Karşılıklar Kılavuzu”, Ulus, 29 Mart 1935, s. 1.
— İsmet Paşa’yı gördüm. Konuşamıyoruz, dilsiz kaldık, bu kadar çalıştık, küçük
bir kılavuz çıkardık, diyor, dedi.
1935 sonbaharında Atatürk İstanbul’dan Ankara’ya rahatsız dönmüştü. Kurum
üyelerini yanına davet etti. Yatakta idi. Fransızca yazılmış bir kısa etüdden bahsetti.
Bu etüd Viyanalı doktor Kvirgiç tarafından yazılmıştı. Viyanalı doktora göre ilk
tefekkür güneşle alâkalı idi. Dillerin doğuşu da güneşe bağlanmalı idi.
Bu etüdden ilham almışa benzeyen Güneş - Dil Teorisi …”51
“Güneş-dil teorisi” öz Türkçede yaşanan kaos ortamının aşılması için ortaya atılmış
görünmektedir. Dışardan bir gözlemcinin kanaati de benzerdir:

Halk yeni sözcüklerin sadece bazısını benimsemişti. Yeni sözcükler yerini tutması
istenen sözcüklerle çok defa yan yana yaşar olmuş ve farklı anlamlar kazanmışlardı.
Sadece cemiyetin üyeleri için anlaşılır olan bir çeşit “yapma dil” peyda olmuştu.
(…) Dil reformu, 1935’te Güneş Dil Teorisi’ne girişilmesiyle geçici olarak
çıkmazdan kurtarıldı.52
Konumuz özelinde söylersek, felsefe ve onun altında yer alan estetik sahasında dair
ıstılahlar birkaç yıllığına da olsa (1942 yılına kadar) olağan haline bırakılmış görünüyor.
Tabi bu arada bediz kelimesi de unutulmaya yüz tutmuştur, soyadları ve unisex adlar
dışında.

4. Öz-Türkçe felsefe terimlerinde bir dönüm noktası olarak 1942 yılı ve Öz-
Türkçe olmayan estetik kelimesinin resmileşmesi
26 Şubat 1942 tarihli Ulus gazetesinde manşetten şu haber veriliyor: “Maarif
Vekilimizin Başkanlığında Felsefe Terimleri Komisyonu Dün Çalışmalarına Başladı”.
Haberin devamı ise şöyle:

Orta Öğretim felsefe terimlerini tetkike memur komisyon dün Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesinde Maarif Vekili Hasan-Âli Yücel’in başkanlığında toplanmış
ve Dil Kurumu üye ve uzmanlariyle Ord. Prof. Şekip Tunç, Ord. Prof. İ. H.
Baltacıoğlu, Bay Halil Nimetullah Öztürk ile Nusret Hızır’ın teşkil ettiği komite
tarafından tesbit edilen felsefe terimlerini incelemiye başlamıştır. Kırktan fazla
üyesi bulunan komisyona iştirak etmek üzere İstanbul Üniversitesinden
profesörlerle doçentler şehrimize geldiği gibi, Ankara Fakültesi profesör ve
doçentlerinden bazıları da hazır bulunmuş; bundan başka, bazı liselerin felsefe
öğretmenleri, talim ve terbiye reisi ile azaları, maarif müfettişleri komisyonun
çalışmalarına iştirak etmişlerdir. Türk Dil Kurumu, Gaziantep mebusu Dr. Mehmet
Ali Ağakay ile iki uzman tarafından temsil olunmuştur.
Terim Komisyonunun birinci celsesi, bazı kelimelerin ayrıca incelenmesi için beş
51
Falih Rıfkı Atay, Çankaya: Atatürk’ün Doğumundan Ölümüne Kadar (İstanbul: Bateş
Yayınları, 1984), s. 479.
52
Erik J. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, çev. Yasemin Saner Gönen (İstanbul:
İletişim Yayınları, 1995), s. 276; [kitabın aslı için bkz. Erik J. Zürcher, Turkey: A Modern
History (London: I.B.Tauris, 2004)].
kişilik bir komite seçtikten sonra, 13:30’da sona ermiştir. Bu komite 15’ten 16:30’a
kadar çalışmış ve çalışmasının neticelerini 16:30’da yeniden toplanan genel heyete
sunmuştur. Gene Maarif Vekili Hasan-Âli Yücel’in başkanlığında toplanmış olan
ikinci celse, akşam 19:30’a kadar sürmüş ve birçok öz Türkçe terimi kabul etmiştir.
Sonuçta, yaklaşık iki hafta sonrasında, şu terim broşürü neşredildi:

Felsefe ve Gramer Terimleri: Ahlâk, Eğitbilim, Estetik, Fizikötesi, Gramer, Mantık,


Ruhbilim, Toplumbilim53
Felsefe ve Gramer Terimleri, esasında bütün ıstılahların öz Türkçeleştirilmesine dönük bir
adımdı:

Türkçe-Osmanlıca-Fransızca*
[*] Ötedenberi terim listelerinde kullanılan bu sözlerden? «türkçe» ile bugün ve
bundan sonra dilde, kullanılması yerinde görülen terimler, «osmanlıca» söziyle de
eskiden arab ve fars kelimeleriyle karışık osmanlı türkçesinde kullanılan sözler
anlatılmak istenilmiştir.54
Bunun üç istisnası vardı ve istisna tutulan her bir kelime yıldızla işaretlenmişti:

(*): Türkçede henüz uygun bir karşılığı bulunmadığından eski halinde bırakılan
terim.
(**): Türkçe karşılığı olmakla beraber, yaygın olduğu için şimdilik, istiyenlerce,
kullanılması caiz görülen yabancı kelime.
(***): Uluslararası olduğundan Türkçede karşılanmasına gereklik görülmiyen
terim.
Makaleye konumuz üzerinden devam edersek, “estetik” kelimesinde tek yıldız (*) var.
Yani “estetik”, “Türkçede henüz uygun bir karşılığı bulunmadığından eski halinde
bırakılan terim” kategorisinde.
Vurgulayarak ifade edelim ki 1942 yılı, felsefe dili olarak Türkçe için farklı bir
dönemin başlangıcıdır. Çünkü hemen devamında “ders kitapları”, Felsefe ve Gramer
Terimleri esas alınarak “sil-baştan” düzenlenir. Konumuz üzerinden örnek verelim: Latin
harflerinin Türkçede kabulünden sonra yayınlanan ilk estetik kitabının sahibi olan Suut
Kemal Yetkin de, 1942’deki ictimaya katılanlardan biriydi. (Bir başkası da yeni adıyla
İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu idi.)55 Suut Kemal’in, ilk üç baskısında her şeyi aynı olan

53
T.D.K., Felsefe ve Gramer Terimleri: Ahlâk, Eğitbilim, Estetik, Fizikötesi, Gramer,
Mantık, Ruhbilim, Toplumbilim (İstanbul: Cumhuriyet Basımevi, 1942).
54
Felsefe ve Gramer Terimleri, s. 9.
55
Felsefe ve Gramer Terimleri’ni hazırlayan komisyona katılanların tam listesi için bkz.
Mustafa Namık Çankı, “Felsefe Terimleri”, Cumhuriyet, 1 Nisan 1942.
Estetik56 kitabı, sadece kelimeleri değiştirilerek yeniden neşredilmiştir.57 Örneğin,
Estetik’in ilk üç baskısındaki ilk cümle: 1947 baskısındaki ilk cümle:
Mevzuu, usulü Konusu, metodu
Estetik kelimesi hassasiyet demek Estetik kelimesi duyarlık
olan yunanca «aisthêsis» lâfzından gelir, demek olan yunanca «aisthêsis»
harfi harfine tercümesi lâzımgelse «his sözünden gelir, harfi harfine tercümesi
ilmi» demek icap eder.[58] lâzımgelse «duygu bilimi» demek
Halbuki bugün estetik, güzelden, gerekir.
san’atin mahiyetinden, muhtelif san’atlerin Halbuki bugün estetik,
59
tekniğinden bahseden ilme deniliyor. güzelden, san’atın özlüğünden, türlü
san’atlerin tekniğinden bahseden
bilime deniliyor.60

O dönemde yaygın olarak kullanılan bir ders kitabında estetik bahsinin durumu şöyle ise
şöyle:

1935 1943
Estetiğin mevzuu: II. Estetiğin konusu:
Estetik san’at eserlerinde güzeli Estetik san’at eserlerinde güzeli
tesbit etmek için icabeden kaidelerden, tesbit etmek için icabeden düzgülerden
ve dolayısile bizzat güzel ve san’atin ve dolayısile bizzat güzel san’atların
mahiyetinden ve felsefesinden mahiyetinden ve felsefesinden bahseden
bahseden bir ilimdir. bir bilimdir.
Estetik tetkiklerinde usul: II. Estetikde metod:
a- Bazı feylesoflar, güzel a- Bazı feylesoflar, güzel
hakkında, hadsî ve mücerret bir hakikat hakkında sezgisel ve soyut bir hakikat
olarak kabul ettikleri birtakım olarak kabul ettikleri bir takım ilkelerden
prensiplerden hareket ederler ve hareket ederler ve san’atın tezahürde
san’atin tezahürde zevkın teşekkülü zevkin teşekkülü gibi daha ziyade
gibi daha ziyade tecrübî tetkiklere deneysel tetkiklere ihtiyaç gösteren
kıymet vermeden felsefi bir teemmülle mevzuları incelemeden felsefî bir
bu mevzuu tetkik ederler. Buna enfüsi teemmülle güzeli tetkik ederler. Buna
usul denir.61 öznel metod denir.62

56
Suut Kemalettin, Estetik (İstanbul: Devlet Matbaası, 1931); Suut Kemal Yetkin, Estetik
(İstanbul: Devlet Basımevi, 1938); Suut Kemal Yetkin, Estetik (İstanbul: Devlet Basımevi,
1940).
57
Suut Kemal Yetkin, Estetik, dördüncü ve son basılış (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1947).
58
Yetkin’in bu cümlesini, daha önce harfiyen Babanzâde Ahmed Naîm’de görüyoruz:
“Esthétique kelimesi … hassasiyet demek olan Yunanca “aisthêsis” lafzından müştak olup
harfiyen tercümesi lazım gelse ilm-i his demek îcâb eder.”, Georges L. Fonsegrive,
“Mebâdî-i Felsefe”den Birinci Kitap: İlmü’n-Nefs, çev. Ahmed Naîm (İstanbul: Matbaa-i
Âmire, 1332 [iç kapakta: 1331]), s. 377, hâşiye.
59
Suut Kemalettin, Estetik (İstanbul: Devlet Matbaası, 1931), s. 1.
60
Suut Kemal Yetkin, Estetik, dördüncü ve son basılış (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1947), s.
7.
Sekiz yılda estetiğin yeni dili böyle!
Hikâyenin geri kalan kısmını yazmaya gerek görmüyoruz. Çünkü geride kalan 80
yıl boyunca (1942-2021), felsefe dilindeki en temel tartışma bu yer-değiştirme oyunu
etrafında dönmüş görünüyor. Türkçe felsefe metinleri Öz-türkçe (Osmanlıca), Öz-türkçe
(Fransızca) veya bunların tersini esas alan yer-değiştirme oyunu içinde kaleme alındı.
(80’ler sonrasında, (Fransızca) parantezi yerine (İngilizce) oyuna dahil oldu).

61
Cemil Sena, Felsefe ve İçtimaiyat Notları: Metafizik, Estetik, Mantık, Ahlak, İçtimaiyat
(İstanbul: Ahmet Sait, 1935), s. 143.
62
Cemil Sena, Felsefe ve Sosyoloji: Ruhbilim, Mantık, Sosyoloji (Toplum Bilim), Ahlak,
Estetik Metafizik [Yeni Felsefe Terimleri ile] (İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1943), s. 164.

You might also like